YER`E YAKIN UZAY NERESİDİR?
Transkript
YER`E YAKIN UZAY NERESİDİR?
YER’E YAKIN UZAY NERESİDİR? TÜRKİYE VE ATILIM ÜNİVERSİTESİ YÖNÜNDEN NELER YAPILABİLİR? Prof. Dr. Yurdanur Tulunay’ın 28.04.2010 tarihinde gerçekleştirdiği “Yer’e Yakın Uzay Neresidir? Türkiye ve Atılım Üniversitesi Yönünden Neler yapılabilir?” konulu konferans metnidir. Konuşmacı: Prof. Dr. Yurdanur Tulunay Sunucu: Değerli arkadaşlarım olağanüstü bir öğretim üyesi arkadaşımız uzay konusunda bir seminer verecek. Yurdanur Hanım, bu konuda dünya çapında bir öğretim üyesi. Kendisi “Space Research” konusunda Birmingham Üniversitesinde doktorasını aldı ve o noktadan itibaren bu konudaki çalışmalara başladı. Bu konuda yaptığı çalışmaları anlatmak çok zaman alır. Görev aldığı yerler çok uzun, sayfalarca yazıyor ama bunlardan bir tanesi özellikle dikkat çekeceği AB’nin yedinci çerçeve programları içinde “Space Advances” grup üyesi. Bu konuda AB’de en yetkili kişilerin bulunduğu grup oluyor. Hepsi birbirinden değerli, diğer görevleri de var. Kendisine buraya kadar geldiği için çok teşekkür ederiz. Prof. Dr. Yurdanur Tulunay: Hep uzay uzay diyoruz ama benim uzay anlamım Yer’e Yakın Uzay, dikkat ederseniz yer kelimesi büyük “Y” ile yazıyor. Yer gezegenini anlatıyorum, yer gezegeni ile güneş arasındaki ortam benim uzay diye tanımladığım ortam. 1950’lere kadar çok çeşitli aşamalar var. Roket Çinliler tarafından savaş aracı olarak yapılmıştır ve 1950’li yıllara kadar roket bilgisi, bilgisayar bilgisi ve ilgili teknoloji gelişiyor, artık uluslararası bu teknolojileri geliştiren toplumlarda olgun bir atmosfer ortam oluşturuluyor. Tam o sırada çok ilginç bir olay oluyor: 4 Ekim 1957’de Sputnik I adlı Sovyet yapımlı ilk insan yapısı yapay bir uydu yörüngeye başarıyla oturtuluyor. Bayağı küçük bir uydu; fakat bu mini uydu, mikro uydu, CubeSat kavramları bu çağın kavramları. İlk uydular sadece bugünkü mini uydu büyüklüklerinde. Bu da yetmiyormuş gibi Sovyetler bir ay sonra ilk canlıyı Sputnik II uydusuyla yörüngeye oturtuyorlar. Bu Laika bir köpek. Yandaki Sputnik Laika. Sputnik’in anı pulu. Ortam zaten olgun bir ortam, teknolojiler gelişiyor, yeni politikalar, yeni iş birlikleri araştırılıyor ve güneşin üzerindeki karanlık görülen güneş lekesi denilen yapılar aslında yaklaşık 10-11 yıllık periyotlarla değişir. Tesadüfen 1957-58 yılı da bu güneş lekelerinin doruk olduğu bir yıl. Buna güneşin etkin yılı denir ve bu yaz aylarına karşılık olan bir dönemdir. Bunun üzerine 1883 ve 1933 uluslararası iş birliği ile ilk ortaklık kurularak çalışma yapılan yer aslında kutuplar. Bu uluslararası kutup yıllarından esinlenerek 1957 yılında uluslararası yer fiziği “Internatıonal Geophysıcal Year” diye anıyorlar ve bunun için bu gördüğünüz amblem bu işi sembolize ediyor. Bir yıl boyunca bunun amacı ileri teknolojiye hazır olan ülkelerin araştırıcılarının bir araya gelmesi ve pahalı olmaya başlayan bu tür araştırmaların iş birliği ile yapılmasına neden olacak bir platform diyebiliriz. Bilimsel, politik, sosyal bir platform. Amaç tüm yer olaylarının ve yer uzayının yer fiziği olaylarının eş güdümlü gözlemlerinin yapılması. 2007 yılında 50. yılı olduğu ve bu 50 yıl içinde 67 ülkeden yaklaşık 60.000 bilim insanı ortak çalışmayı öğrendi ve yaptı. Bu işler sırasında anlatacağım gelişmeler de geçmiş ülkelerde yapıldı. Yapay uyduların fırlatılması yeni politik, teknolojik, bilimsel bir gelişmeyi başlattı. Daha önemlisi yeni bir çağ başladı, buna uzay çağı diyoruz. Ayrıca bilim dalı olarak uzay bilimleri alt dal olarak da uzay fiziği, “Space Fizik” denilen bir dal başladı. Bunun üzerinde durmamın nedeni Türkiye’de bir kavram kargaşası oldu ve daha da önemlisi uluslararası bir uzay yarışı başladı.1990’lı yıllarda Avrupa Bilim Vakfı’nın geçici bir komitesi vardı. Bu komitede ben de çalıştım ve 1990 yılında şöyle bir tanım yapıldı, tıpkı Mühendislik Fakültesi ve Fen Bilim Fakülteleri gibi artık uzayın da alt bilimlerinin olduğu resmen bu komite tarafından çalışıldı ve karara bağlandı. Yani şöyle, artık benim için uzay bilimleri teknolojisi dallardan oluşuyor. Bu dallar hepimizin çok iyi alıştığı, çok iyi bildiği astrofizik, yer ile güneş arasındaki uzay, Yer’e Yakın Uzay ve yer gezegeninin uzaydan gözetlenmesini amaç edinen dal. Örneğin biz Türkiye’de hep uzaktan algılama dediğimiz yönetim duyarız; fakat bu dalın ilgi alanları içinde yerin jeolojik olarak yapısının incelenmesi de var. Örneğin VBI denilen astrofizik ölçüm sistemi var mesela, o da bu dalın ilgi alanları içinde. Dördüncü dal, 1976 yılından beri bir Rus fizikçisinin ortaya attığı ilginç bir soruya cevap veren bir dal. Soru şu: Biz yer çekiminin altında teknolojiyi üretiyoruz, sağlık sorunlarımızı hallediyoruz, her şeyi yer çekiminin altında yapıyoruz. Peki, yer çekiminin on üzeri eksi, dört, on üzeri eksi beş olduğu bir ortamda yani sıfır yer çekimi ile olduğu bir yerde bunlar nasıl olur? Daha mı pahalı kristal geliştirirdik, daha mı kolay kan dolaşımını sağlardık gibi bir soru ortaya atıyor. Tabii bunun arkasında temel çalışmalar var, fizik var, her şey var ve bu dalın adı da uzayda üretim veya “Microgravite” denilen dal. Ben burada örnek olarak yer çekimi altında bir mum ışığının şekli böyleyse, uzay istasyonunda aynı mumu yakarsanız böyle, küresel değişik bir yapı gözüküyor. Bu da çok ilginç bir dal. Ben uzay çağının ne zaman tanıdım? Uzay çağının ilanından 11 yıl, iki ay sonra 1968 yılında iş arıyordum. Birmingham Üniversitesinde II. Dünya Savaşı’nda magnetron üzerine çalışmış, bu konularda önemli bir kişinin, onların sistemine göre kurdukları bir bölüm. Bölümün lisans öğrencisi yoktu, sadece çok büyük bir mühendis kadrosu, öğretim üyeleri kadrosu, araştırıcılar vardı; çünkü İngiltere bu uluslararası jeofizik yılının felsefesine uyarak uydusunu Ariel 1 yapıyor; fakat Ariel 1 uydusu bilinmeyen bir nedenle kayboluyor, başarıya ulaşamıyorlar. Ondan sonra Ariel 2-3 devreye giriyor, ben tam o sırada işe girdim ve bugünkü anlayışıyla sistem mühendisliği gibi bir iş yaptı Ariel 3, Ariel 4 uyduları. Bu uydu hiçbir zaman o bölümde yapılmadı. Uydu o zaman İngiltere’nin araba endüstrisi yapılan bir yerde yapılıyordu, burası da bu uydunun kollarından biriydi. Uzun yıllar birlikte çalıştığımız bölüm başkanının kendi tasarımı olan ve o zaman uydu deneyleri çok pahalı olduğu için uyduları uçurmada başarısızlık olduğundan dolayı roketlerde uygulanıyordu. Böylece ben bir rastlantı eseri nükleer fizikten uzay çağının önemli bir uygulama merkezine girmiş oldum ve o günden beri de hiç değişmedim. Orada öğretim üyelerine tanınan bir hak vardı: Belli bir sürede belli bir başarı gösterebiliyorsanız herkesin bir tane dışarıdan sınava gelen kişiler, bana “İki tane gelecek ister misin?” dediler ve bir de “Tezini kendi zamanında yazacaksın” dediler, peki dedim ve 1972 yılında sanıyorum o çağın ilk “Space Research” adı verilen derecesini aldım ve çok da mutluyum; çünkü hep o günden beri uzay çağında yaşıyorum, her ne kadar bazı pratik nedenlerle arada bir yüzyıl geriye de gitsek. 2007 yılı uluslararası jeofizik yılının 50. yılında büyük kutlamalar yapıldı, bu kutlamalar hala sürüyor ama resmi olarak iki yıl sürdü ve iki yıldan sonra da etkinlikler devam etmeye başladı. Bu 50 yıl içinde insan yapısı uydular çok arttı, yani güneşin yakınlarına kadar giden uydular, ölçüm aygıtları vardı. Bunun üzerine dediler ki, bu ortaklığı devam ettirelim ama bu sefer adına ne diyelim? Bu sefer adına insan teknolojisinin, insan varlığının uzanabildiği uzay kesimini düşünerek, Uluslararası Güneş Fiziği Yılı veya “Internatıonal Heliophysical Year” denilen yeni bir başlık buldular. Ben hem idari hem teknik yönden görev aldığım için bana iki gün önce başarı belgesi geldi. Bu ölçek göreceli yıllar, ilk bu iş birliğine örnek olan Uluslararası Kutup Yılları, 1883’te birincisi 1933’te ikincisi yapılıyor. Bu kürelerin büyüklükleri o projenin nicel ve nitel kapasitesiyle ilgili. Tabii 1933’te bunun çok büyümemesi ve harp yılları ve 1983’te zaten yeni başlıyor, bu Sputnik ile başlayan ilk elli yılın uzay çağı kapasitesi. Artık bugün Heliophysical dediğimiz ortamdan anladığımız bu büyüklükteki bir uzay ortamı. Teknoloji o kadar gelişmiş ki uzayla ilgili tek başına iş birliği yapamazsınız. Bu yüzden koşut olarak Elektronik Geophysical Yılı’yla birlikte Uluslararası Kutup Yılı ve Yer Gezegeni Yılı adlı hepsi birden dört tane uluslararası etkinlik sosyal olarak yürümektedir. “Amerikalılar Sputnik’i kaçırdıkları için çok üzüldüler” Amerikalılar Sputnik’i kaçırdıkları için çok üzüldüler. Onlar explorer uydularını birkaç yıl sonra atabildiler; fakat 50 yıl sonraki kutlamayı Ruslara bırakmadılar, Birleşmiş Milletlerin kararıyla NASA ve ABD ön ayak olarak kutladı. Yandaki resim onların ana sayfası (Home page), amblem burada gördüğünüz gibi. Burada dikkatinizi çekmek istediğim bir nokta var. Ben Türkiye’de en büyük eksikliğimiz olarak görüyorum, böyle bir iş birliği yapılırken hangi bileşenler olduğunu bizzat koyuyorlar ve bu bileşenlerde çalışmalar yürümekte. Bilim, gözlemler, geliştirilmesi, “Out reach” denilen topluma erişim, bilgilendirme ve tarih. Bu da güneşin enerjisinin etkinliğini hissettirdiği uzay ortamı. Tabii bu çağda artık bekliyoruz ayda istasyonlar oluşturulacak, belki şehir planları oluşturulmaya başlanacak; fakat hala yapamıyorlar. Niye yapamıyorlar? Mühendislik ve bilgi yönünden değil, üç tane engelleri var. Yerin Van Allen kuşakları denilen enerji yüklü kuşakları var. Bu bir uydunun kaybına sebep oldu. İkinci engel Galactic Cosmic ışınları üçüncü engel de güneşin ne zaman püskürteceği belli olmayan Proton fırlatmalarıdır. Size bir karikatür göstereceğim. Bu karikatür benim Avrupa Topluluğu eylemlerde çalıştığım bir arkadaşımın yazdığı bir kitaptan alınma, aslında bu şehir dünyanın her yerinde olan bir şehir olabilir. Görüyorsunuz uydular falan, uçaklar, şimdi bir karakter konuşmaya başlıyor: “Çok bunaldım, artık yeter! Gerçekten, tüm gürültü ve kirliliklerden uzakta, ağaçlıklar içinde bir kaç saat geçirmeğe çok gereksinimim var. Bu hafta çok karmakarışık, problemli geçti. Neler oldu, neler! Önceki hafta boru hatlarında olan sızıntı, Erken Uyarı Uydularındaki problem nedeniyle, kendilerini korumaya olanak bulamayan astronotlar ve transformatörlerimizi ergiten o, eski hikaye. Güneşin fırtınası-şehrin kuzeyinde elektrikler hala kesik. Ooh! Az daha Geneviéve‟i uyarmayı unutuyordum. Okuldan çıkınca.... ayy! Olamaz, cep telefonları çalışmıyor. Demek ki başka bir uydu ile iletişim bozuldu.” Aslında bu bir karikatür ama günümüzdeki bir gerçeği de yansıtıyor. Diyeceksiniz ki güneş beş milyar yıldır bizimle birlikte, neden bu çağda birden bire uzay havası çıktı? Neden uzaya bu kadar önem veriliyor? Çünkü teknoloji o kadar dayanıksız ki, örneğin benzin pompalarının yanında cep telefonuyla konuşamıyorsunuz; çünkü teknolojiye çok duyarlı, aynı şekilde hiç farkında değiliz ama biz her an tehlikeli bir şekilde yaşıyoruz. Örneğin bilgisayarlar İngiltere’de çöktü, çok çeşitli örnekler var. Bugün yer ile güneş arasında uyduların elektriklenmesi problemi Gökada kozmik ışınları, “Mikrometeroid” dediğimiz parçacık yağışı, uyduların güneş ve pillerin bozulması, bilgisayar belleklerinin bozulması; çünkü bilgisayar bellekleri artık chip dediğimiz katı hallerin son gelişmiş teknolojileriyle üretilmiş çok ufak şeyler. Nano teknolojide öyle geçiyor zaten. Artık uzayda insan etkinliği var, uzay istasyonunu tamir ediyorlar, kuruyorlar dışarıda korumazsız çalışıyorlar. Sonra atmosferin zaman zaman “Drag” dediğimiz yoğunluğu artırıcı etkileri, iklim uçak yolcularının aldığı radyasyonlar veya uçakların sistemlerinin bozulması; çünkü uçaklar artık daha yüksekten uçuyor, yirmi kilometreye kadar çıkabiliyorlar ve kutuplar üzerinden uçuyorlar. Daha önemlisi haberleşme, yön bulma, navigasyon dediğimiz olayla ve kullandığımız radyo dalgalarının frekansına göre iyonosfer dediğimiz yüklü atmosferden ya yansıtılıyor ya da gelip geçiyor; fakat gelip geçerken frekansa bağlı olarak dalga boyunun karşılaşabileceği ortamla ilgili büyüklükler nedeniyle bozulmaya uğruyor. Plazma kabarcığı navigasyon olaylarında en önemli problem. Daha da bitmedi, yeryüzünde kurduğumuz borular, örneğin maden arıyorsanız veya gaz arıyorsanız kullandığınız aletler, yerin manyetik alanına göre navigasyonu yapılıyor, bu fırtınalar nedeniyle yerin manyetik alanı değişiyor. Aygıtların dayanıksızlığı nedeniyle uzayın ve güneşin enerjisinin önemi bu çağda çok çok artmıştır. Ben biraz da politikalardan bahsetmek istiyorum; çünkü Türkiye’nin de kendi politikasını oluşturması gerekiyor. Avrupa bazı şeylere daima Amerika’dan biraz daha geç karar veriyor ama Avrupa’ya daha yakın olduğumuz için ben 2007’de başlatılan bir politika anlayışından bahsetmek istiyorum. 22 ülke açılışı yaptı. Buradaki amaç Avrupa’da ilk kez ortak bir politik çevre yaratmak. AB komisyonu ve ESA’nın en yüksek yetkililerinin imzaladığı belgede uzay kesimi için ülkü ve stratejinin oluşturulması, güvenlik, savunma, uzaya erişim, keşif konularının ele alınması ana hat eksenlerini oluşturuyor; fakat ben daha da önemli olduğuna inandığım başka bir programından bahsetmek istiyorum. Bunun adı Uzay Durumu Farkındalığı. Bugün hangi siteyi açsanız SSA’yı (Spaca Situational Awareness) programını göreceksiniz. Bunun iki tane bileşeni var. Birisi Uzay Çöpü (Space Debris) ve Uzay Havası (Space Weather). Avrupa Uzay Durumu Farkındalığı’nın önemi şurada, Avrupa uzay dizgeleri ve özellikle işletim hizmetleri nasıl korunabilir? Buna yönelik olarak farkındalık yaratacak bilgi aktarım programı yönlerinden korunma etkinlikleri ne olabilir diye çok büyük bir yatırım var. Bu programın iki türlü öğesi var. Birisi çekirdek öğe denilen yönetişim veri politikası, veri güvenliği, veri mimarisi ve uzaydan gözetleme, diğeri de seçilebilecek öğeler, örneğin Uzay Havası gözleme ve öngörü, radyasyon iyonosfersel, jeomanyetik bozucu etkiler, boru hatlarında indüklenme sonucu oluşan akımlar ve bunun gibi daha binlerce şey sayılabilir. Günlük yaşamda yaşadığımız her şey bunun içinde. Yere yakın nesnelerin uzaydan gözetlenmesi ayrı bir öğe. Radar deney devrelerinin yapılması, daha da önemlisi geçmiş ülkelerde öncü veri merkezi kuruluyor. Yani bunları destekleyecek alt yapı var. Ben bir güncel örnek vermek istiyorum. 1968 yılında bu dünyaya girdiğim zaman her ülke, örneğin İngilizlerin Scarlet roketleri vardı, Fransızların hala var veya Almanların başka roketleri vardı; fakat çok pahalı olduğu için bu AB kavramında ortaklıklar oluşturmaya başladılar. ESTEC adlı bir laboratuar kuruldu, ESA onun idari kısmıdır ve artık Avrupa’da bu tür şeyler iş birliğiyle yürümektedir. Bir de Avrupa ortak araştırma ortamına kavuşturuluyor. Artık tek başına proje yapanları bulamıyorsunuz; çünkü bu projeler büyük projeler, yüzlerce kişilerin çalıştığı araştırma ağları kuruluyor. Yedinci çerçeve programının, örneğin uzay konusunda üçüncü son çağrısı araştırma ve geliştirme üzerine Kinder’in, “Strengthening Space Foundations (SSF)”i yani çok temel yapıların güçlendirilmesi üzerine ve bunun üç tane de alanı var: 1. Research to support space science and exploration, 2. Research to support space transporttation and key Technologies, 3. Research into reducing the vulnerability of space assets. Biraz önce bahsettiğim teknoloji dayanıksız, çok ileri ama çok dayanıksız. Onun için önemli bir konu. “En büyük tehdit ise uzay çöpü” Bu program için en büyük tehdit ise uzay çöpü. Uzay çöplerinin içinde doğal çöpler var. İnsan yapısı nesneler, fırlatma araçlarının çöpleri, yörüngedeki nesnelerden kopan çöpler. Örneğin uzayda bir onarım geçirdik, Hubble teleskopunun bir merceği değiştirildi, teleskop oraya bir korumayla gitti tabi, merceğin hapları filan var, ne yaptılar? Ortalığa fırlattılar, işte bunların hepsi çöp. Zaman zaman istasyonlar terk edildi. Bunların ancak % 70 filan yanabiliyor. Serseri bir şekilde dolaşırken, hepsi çöp olarak ortalıkta gezebiliyor. Esenlik ve güvenlik için bu çöplerin algılanması, tanımlanması ve ön koşulsuz değerlendirilmesi lazım. Bu son uzay programında bunlarla ilgili çok ayrıntılı projeler var. Burada ekvator düzlemine yakın, yerle bulunduğumuz boylamla 24 saat periyodu olan, yani geo station ve geo sinkers dediğimiz CubeSat’lar gibi uyduların sayısını görüyorsunuz. Burada askeri uydular, casus uydular filan yok. Gördüğünüz gibi yerin etrafı çok kalabalık ve dolu. “Uzay havası nedir?” Uzay havası nedir? Ben meteoroloji demiyorum; çünkü meteoroloji meteor bilgisi demek, hâlbuki yerin havası, işte bildiğimiz hava, mevsimler, yağmurlar, kışlar, çamurlar, karlar filan. Aynı şekilde uzayın da havası var, buna Space Weather deniyor. Ben bu tanımı içerisinde bulunduğum altıncı çerçevenin Avrupa topluluğu projesinde tarif ettik ama çok uzun, Amerikalıların ki daha karamsar, iç karatıcı, bu daha iyi bir tanım. Özetle ben size şöyle söyleyeyim: Uzay havası demek, güneşin kendinde, atmosferinde başlayan, zaman zaman artan süreçlerin ki biz buna fırtına diyoruz, güneşin de bir atmosferi var, taş dediğimiz dış atmosferinin plazmasının püskürmesi sırasında güneşin manyetik alanını da içine hapsederek püskürüyor ve bunlar ortamın manyetik alan özelliğini oluşturan püskürmeler. Biz bu ilişki nedeniyle yerin dipol manyetik alanını böyle bir manyetik kovuk içinde yaşıyoruz. İyi ki bu kovuk var; çünkü bizi enerji parçacıklarına karşı bir zırh gibi koruyor. Fakat güneşte başlayan bu fırtınalar, etkinlikler devamlı olan alışveriş magnetos değerde, biz bu kovuğun adına magnetos değer diyoruz. Ondan sonra daha ileride iyonosferde ve daha ileride yerin manyetik alanında fırtınalar yaratıyor. Böyle bir püskürmenin ne kadar güzel olduğunu gösterebilmek için, bu yer, gezegenin büyüklüğü, gerçekten çok büyük. Güneşten enerji püskürüyor, güneşin üzeri gördüğünüz gibi kaynayan bir şekilde açıklı, koyulu. Uzay ortamına geldi, magnetosfere geldi, gündüz tarafından çarptı, gece tarafından ilerleyecek ve kutuplarda aurora dediğimiz kutup ışıklarını oluşturacak. Bu da başka bir fırtına, güneşin içinde başladı. Güneşin manyetik alan kuvvet çizgileri, güneşin foto steyr dediğimiz yüzeyinden, plazma ortamını deldiler, çıktılar. Plazma ortamı katı değil tabii, çok karışık, manyetik alan çizgileri döküldü filan, işte uygun koşullar oldu. Bir plazmayla birlikte püskürüp gidecek. Bir de extreme events dediğimiz uç örnekler var. Bunlar aslında ne zaman olacak, onu hiçbir zaman bilmiyoruz. Çok uç örnekler, çok sık olmuyorlar tabi ki. İnsanlar yönünden yapılabilecek tek şey, hangi kritik sistemler bunlardan etkileniyor, bunları izlemek ve kullanıcılara tavsiyelerde bulunmak, yani başka bir şey yapılamıyor. Bu güzel resim de uzaydan çekilmiş aurora’ydı. Çok uç bir olay da Kuzey Yarım Küre’nin kutuplar bölgesi. Ne kadar aydınlanmış görüyorsunuz ve bunların arkasında fizik var, kimya var. Her ne kadar biz uzayı böyle uçsuz bucaksız bir rüya gibi kavrasak da aslında güneş ve Yer’in ana öğe olduğu kapalı bir çevrim içindeyiz. Ben derslerime hep böyle başlıyorum, derslerimin içeri bu diyorum. Güneş’in geçen yüzyıldaki enerjisi iki sınıfa ayrılıyor. Birisi elektromanyetik enerji, fotonlarla taşınıyor ve frekansa çok bağlı. Bu enerji bizim atmosfer dediğimiz, elektrik yüksüz ortamla etkileşiyor ve iyonosfer dediğimizi elektrik yüklü ortamı oluşturuyor. Güneş’in öbür enerjisi tanecik enerjisi, protonlar, elektronlar, kalsiyum, 3 kere iyonlaşmış hali, dört kere iyonlaşmış hali falan, örneğin güneş rüzgârı denilen enerjisi. Bu enerji yüklü parçacıklar yerin manyetik alanıyla etkileşiyorlar ve manyatosfer dediğimiz kovuğu oluşturuyorlar. Fakat doğada hiçbir devre açık değil, dev bir devre ki bu ölçek yüz elli milyon kilometre, yani yere yakınlık bir yüz elli bin kilometrelik birimle ölçülüyor. İyonesfer ve manyetosfer parçacıklar, alanlar veya parçacıkların, alanların gragentleri birbirleriyle etkileşiyor ve güneşin içinde iki enerji birbirine dönüşüyor. Elektromanyetik enerji ışık hızıyla hareket ettiği için bir fırtına olduğu zaman 3-4 dakika sonra yerde hissediyoruz ama parçacık enerjisi normalde 300-400 km/saniye hızlarla hareket ediyor, plazma fırtınalarda 1000 km. oluyor ama yeri etkilemesi 4-5 gün sürüyor. Bu çevrimin sağlıklı olarak sürdürülebilmesine katkıda bulunmak, onu sağlıksız yapacak etkinliklerden kaçınmak politikaların ana çıkış noktası olmalıdır. Ben politikalara çok önem veriyorum; çünkü Türkiye’deki eksiklerimizden birisi de o. Yaşamda Uzay Havası etkileri uydular, yöneltim, uzayda insan etkinliği, iletişim, güç iletkenliği, raylı taşıma dizgeleri, boru hatları. Yandakiler de diğer etkilenen şeyler. Biz Türkiye’de uzay deyince hep uydu yapmaktan başka bir şey düşünmüyoruz. Uzaktan algılamada bile esas amacı yapmıyoruz, resmi almıyoruz, resmi yorumlamıyoruz, ürünü ortaya çıkarmıyoruz. Yani uzay denildiği zaman sıfır bütçeyle bile yapılacak o kadar çok şey var ki; çünkü gördüğünüz gibi günlük yaşamda her şey uzayla ilişkili, uzayın etkisi altında. Atmosferdeki galaksilerden yağan enerji yüklü parçacıklar nedeniyle biz çeşitli önlemler alıyoruz ama bu önlemler sadece uzay teknolojisinde değil. Çünkü otomotiv sanayinde, örneğin arabaların hava yastıklarında var. Hava yastıklarını harekete geçiren mekanizma, uzay havasına da duyarlı bir mekanizma. O yüzden artık gelişmiş ülkelerde tırların rotalarının belirlenmesi, izlenmesi, otomotiv sanayi, boru sanayinin, kilometrelerce boru hatları var, raylı sistemleri var veya uzaydaki aletlerin etkilenmesi var. Mesela uzaydaki bu kozmik ışınlar DNA’dan tutun her türlü zararı yapıyor ve mesela bu Mars Rover’ın kamerasının ne kadar zedelendiğini gösteriyor. Türkiye’den bir örnek vermek istiyorum. Bir fırtına oluyor, 2003 Ekim güneş fırtınası, çok büyük bir fırtınaydı. Ben bir seminer veriyordum, o yüzden Kandilli’deydim, oradaki manyetik alanlar bir veri hazinesi aslında ama maalesef ilgi görmüyor, olduğu gibi dışarı gönderiyorlar. 28 Ekim’de saat 7.14’de güneşin üzerinde bir hareketlenme başlıyor. Bu “Flares” dediğimiz x ışınları yayan bir alev. Bunlar eş değer. Dört saat sonra Solo uydusu bu resimleri alıyor. Solo uydusunun bir özelliği var: Güneşin atmosferi güneş kadar yoğun olmadığı için atmosferi görmek için, güneş tutulması doğal olarak bunu yapar ama Solo uydusu yapay olarak güneşin fotosferini kapatıyor. Kapatınca atmosferi görüyoruz. Dikkat ederseniz atmosfer oldukça hareketli, fotosferdeki parlamadan dört saat sonra güneşin atmosferinde püskürmeler başlıyor. Bütün bu ortam protonlar tarafından proton yağışına uğruyor. Yani alevde parlama oldu, atmosferinde püskürme oldu ve bu püskürme sırasında yere kadar olan ortama protonlar püskürtüldü. Tıpkı bizim yağmurumuz gibi uzay havasının yağışları da proton yağışlarıdır. Kandilli’nin verilerini inceledik. Bu 28’inde başladı, biz bir gün sonra başladık. Kandilli’nin normal olarak 3 bileşeni var. Normal olarak değişen bir manyetik alan bir gün sonra 29 Ekim 2003‘te ne kadar değişti. Yerin manyetik alanına duyarlılık ölçüm aletiniz varsa ne olacağını tahmin edebilirsiniz. Aurora genellikle kuzey kutuplarında veya güney kutuplarında görülüyorken böyle bir fırtınada kuzey yarım küreden çok daha güneye mesela Oklahoma, ABD’nin semalarını aydınlatacak kadar güneye kayıyor. Bunların hepsi uzay havasında oluyor. Aynı şekilde iklim. İklim dendiği zaman hep meteorologlar konuşuyor. Enerji dendiği zaman Türkiye’de kesin konuşuluyor ama iklim hastalığı bir uzay problemi. Güneşin bilmediğim yüz yıllık, iki yüz yıllık periyotları var. Bu yüzden iklimin güneşe bağlı bir meteorolojik etkisi var ama esas uzay havasının etkisi var. Burada da aslında iklim sistemini etkileyen kimyasal mega-momların 2000 yılıyla 1750 yılı arasındaki güneş enerjisinin artması ısınma, azalmasına göre ölçeklendirilmiş. Güneşe ait nedenleri çok az biliyoruz. 1982 Temmuz ayında tren sistemlerinde işaretlerde yanlışlık oldu. Yeşil yazacakken kırmızı yazdı; çünkü böyle bir fırtınada görüyorsunuz (Yukarıda, soldaki grafik) sistemdeki elektrik alanı artması veya yerle güneş arasındaki ortamın manyetik alanında değişikler olduğu zaman faraday etkisinde indüklenmeyle boru hatlarında oluşan elektrik miktarıdır. Size yeni bir boyut kazandırmak istiyorum. Benim çok hoşlandığım bir boyut, umarım siz de beğenirsiniz. Aslında biz uzay gemisinde yaşıyoruz. Yer gezeni bir uzay gemisi. İspatı kolay, bütün gezegenin her tarafını elektriksel güç elde etmek için tel iletkenlerle sarmışız. İletişim etkinlikleri yönünden bağlantılar kurmuşuz linkler yapmışız. Bilişim için ağlar, netler kurmuşuz ve uydulara atmışız onlardan servis alıyoruz. Yani tipik bir uzay gemisindeyiz. Aslında bu şeklide yaklaşırsak belki doğru politikaları da yapabiliriz. Biz küçük grup olarak Orta Doğu’da kimiz? Ben 1973 yılında Türkiye’ye döndüğüm zaman maalesef hiç kimsenin uzay çağının başladığını düşündüğünü hissetmedim. Fakat 50 yıl içinde yani, 1973’ten beri Türkiye’de Avrupa’da sürdürdüğüm tüm ilişkilerin bir uzantısını buraya getirdim ama bir türlü bunları mayalandıramadık. Bu da iki-üç gün önce geldi. Uluslararası IHY için idari olsun teknik olsun yaptığı işlerden dolayı teşekkür belgesi. Çok övünmek istemiyorum ama hoşuma gitti, sizinle paylaşmak istedim. Ben bu şekilde uyarıcı posterler yapıyorum ve her olanaktan yararlanarak anlatmak istiyorum. Bizim çok da kalabalık bir grubumuz yok. Bunlar son iki yıla kadar yaptığımız etkinlikler. Bu eşim olduğu için çok geç ikna edebildiğim, grubumuza katılan Ersin Tulunay’a ait. Kendisi kontrol mühendisidir. Sürekli eğitim üzerine hemogram kontrol yöntemlerini biliyor ve bize yapay sınır ağları boyutunu getirdi. Avrupa’da çalıştığımız insanlar biz de yaparız dediler ama hiç kimse bizim kadar iyi olamadı. Şimdi ne yapıyoruz? Yerle güneş arasındaki ortamın iletişim sistemleri üzerinde frekansa bağlı olarak yaptığı bozucu etkilerin çok önceden tanımlanabilmesi, anlaşılabilmesi, bunların daha olay olmadan etkilerinin en aza indirilmesi, bunun adı İngilizcede methanation. Biz yapay sinir ağlarıyla başladık, sonra bunu fuzzy yapay sinir ağlarına geçirdik. En son geldiğimiz nokta genetik programlama denen aynen biyolojik sistemlerdeki gibi genlerin, mutasyonların, o tip biyolojik sistemler ne yapıyorlarsa biz de onları yaparak modeller geliştirmeye başladık. Şimdi bir örnek göstereceğim. Bu navigasyon için olan bir örnek, onun için seçtim: çünkü navigasyon Türkiye için de çok önemli. Navigasyonla kullanılan uçaklarımız, gemilerimiz, her şeyimiz var. Şimdi yandaki bir Avrupa haritası. Bu tarafı bir enlem, yani 36 derece kuzeyle 46 derece kuzey arasında. Burası da boylam 6 derece doğu 18 derece doğu. Bu haritadaki veriler gözlenen gerçek veriler. Yani sağ taraftaki harita gerçek veriler kullanılarak hesaplanan harita, sağ taraftaki harita bizim modelimizin bir saat sonra, 2 saat sonra, 24 saate kadar öngörmesi, yani istatistik olmayan veri. Bu çok önemli, yani yerel olarak bizim modellerimizi geliştirmemiz lazım. Şu anda maalesef biz NATO’nun veya uluslararası standartların modellerini kullanıyoruz. Ama bu teknolojiyi kullanırken bizim yerel bilgilerimizi içeren, bize özgün modellerimizin olması lazım. Haritadaki renkler de fiziksel büyüklüğü gösteriyor. Buradaki fiziksel büyüklük toplan elektron miktarları, yani uyduyla yer arasındaki bir manyetik tüp düşünün ve o tüpün içindeki elektronlarının sayısı işte subtilization yaratıyor. Şimdi tekrar oynatıyorum, iki harita arasındaki benzerlik umarım sizin de hoşunuz gider. 1973-1990 yılları arasında ben çok çeşitli uluslararası projelerde çalıştım ama 1990 yılında özellikle bahsetmek istediğim büyük bir DPT projesini aldım. TURKSAT 1B için bir uydu teknolojileri geliştirmek öncelikli alanımda. TURKSAT 1B’yla ilgili ne yapabiliriz? Birbirini izleyen üç master teziyle TURSAT’ın yörüngesinden araştırma ve manevra senaryoları yaptık. Hatta Ozan Tekinalp’e yalvar yakar bu projeyi aldım. O şimdi çok ünlü bir insan oldu. Ben TURSAT 1B’yi yapan firmayı tanıyorum. Sonra orada tanıştığım birine dedim ki ikinci TURKSAT için alt yüklenici olmak istiyor, en azından bu becerilerimiz var. Fakat Bihten uydusunu karşımıza çıkardılar ve DPT desteği kesti ikinci aşamaya geçemedik. Sonunda baktım ki ben bu büyük devlerle tek başıma savaşamayacağım; çünkü arkamda kurumlar yok. Türkiye kurumların iyi politikaları ve projeleri önemsemeleri çok önemli. Bun bu Avrupa topluluğu projelerinde önce Avrupa Bilim Vakfı’nındı, sonra birbirini izleyen Altıncı Çerçeve, Yedinci Çerçeveydi. Yani bunu övünmek için değil, vurgulamak için, bir çekirdek grubu üyesi olarak bir proje bitmeden öbürüne başladık ve bu projeler birbirini tamamlayan projeler oldu. Sonunda işte uzay havasıyla ilgili ortaya maya bir ürün ve standartlar çıktı. Bunlara ek olarak ben Autwitch denilen aktiviteleri yapıyorum. O yüzden o dergiyi aldım. Örneğin çeşitli dünya web’lerinde Türkçe olarak çocuklar için komik kitapları çevirdik. Çeşitli açık günler yaptık. Gördüğünüz gibi çeşitli ağlar. Mesela Yalçın Gökçebağ’ı uzay havasıyla resim yaptı. eğittik, “Türkiye’de Ek Olarak Neler Yapılabilir?” Türkiye’de uydu, roket vb. araçlar yapmalı mıyız? Şu an yapıyoruz zannediyorsunuz ama inanın ki yapmıyorsunuz. Ben 1968’den beri o kültürde büyüdüm, o teknolojileri gördüm. Biz sadece pazar rolünü oynuyoruz. Gelişmiş ülkeler bu teknolojilerini bize satıyor. Biz bir şeyler öğreniyoruz belki ama o kadar verimsiz bir öğrenme süreci ki biz buna layık değiliz. Biz çok daha bağımsız, çok daha hızlı, çok daha güçlü olabiliriz. Ben buna inanıyorum. Tüm hayatımı buna inanarak geçirdim, halen inanıyorum. Onun için koşullu evet dedim. Bir kere en önemlisi insan yetiştirmemiz lazım. Ben tek başımayım, uzay dendiği zaman astrofizik anlaşılıyor ama uzay sözcüğünü herkes kullanıyor. Tüm üniversiteler uzay bölümü kurdular, inanın ki uzay bölümü sadece astrofizik bölümü oldu. İyonosferi koyuyorlar ama içini dolduramıyorlar. Yani görünüşte var altta yok. Onun için ivedilikle Yer’e Yakın Uzay öğreten eğitim öğretim programları başlatılmalı. Bu çok önemli bir görev. Ben YÖK’e de çok yazdım. Doçentlik jürileri kurulamıyor, benimle çalışan öğrenciler Türkiye’de doktora yapamıyor, doçent olamıyorlar. Hâlbuki görüyorsunuz uzay çağının en iyi pazarıyız. Kullanıyoruz ama böyle bir sakınca var. Yerel koşulları göz önüne alan yerel ARGE geliştirmeliyiz. Biz her şeyi dışarıdan alıyoruz. Hâlbuki biz yerel ARGE’mizi yapabiliriz. Veri toplama senaryoları, veri toplama merkezi oluşturmalıyız; çünkü her şey veriye dayalı olarak keşfediliyor. Uluslararası merkezlerle yaşamsal ilişkiler oluşturulmalı. İnanın ki bizimle çok ilgileniyorlar yeter ki bir varlık görsünler. Şu an manyetik alan verilerimiz çok kıymetli veriler, uzaya gitmenize lüzum yok, manyetik alan verilerinde uzayın işaretleri var. Ama biz o verileri Türkiye’de kullanmıyoruz. Olduğu gibi ve onların formatlarına uygun olarak bu merkezlere yolluyoruz. O örneklerden biri tabi ki başka şeyler de yapıyoruz. Örneğin GPRS verilerimiz. Ruslar bana diyorlar ki depremi biz öngördük sizin verilerinize bakarak, sen niye yapamıyorsun? Ben GPRS verilerini bulamıyorum, gidiyorum alamıyorum, internetten indirin diyorlar. Araştırmayı internetten indirebilir misiniz? Tek tek her birini indireceğiz. “Uydu bir amaçtır, araç değildir” Bir de amaç saptamamız lazım. Uydu bir amaçtır, araç değildir. Uydu bir yük taşırsa anlamı vardır. Şimdi örneğin savunma için mi, doğal kaynak, ürün kestirimi, yöneltim, navigasyon için mi yapıyoruz karar vermemiz lazım. Bir politika, program çerçevesi yapmalıyız. Öncelikle uydunun görevi (mission) saptanmalı. Yani dışarıda çok komik durumlara düşüyoruz. Bizim uydumuz var dediğimiz zaman, görevi ne diyorlar susuyoruz. Ben yaşadığım için söylüyorum. Ben söylemedim ama kulaklarımla duydum. Süreklilik ve tutarlılık göstermeliyiz, yani bir programı sonuna kadar desteklemeliyiz. Sonuna kadar birbirini izleyen çalışmaları benimsemeliyiz. Bunu eşimle de konuştum, 10 yıllık sürede bunu her şeyiyle biz yaparız. İhtiyaç duyduğumuz konuları küçük küçük parçalar halinde onlardan alırız. Ama işin tüm büyüğünü onların bize satmak istediği bize prestij olacak şeylerden değil de gerçek misyona dayanan şeyleri yapabiliriz. Ben buna inanıyorum ama tabi ki sürekli ve tutarlı devlet yardımı gerekiyor. Böyle bir proje için ülkümüz ne olmalı? Sivil ve askeri amaçlı kullanılabilir uydu ve uzaya araç gönderme teknolojilerine sahip olmak. Yer’e Yakın Uzay ile ilgili ortam ve insan yapısı dizge, araçlara ilişkin teknolojiyi üretme yönünde modelleme, simülasyon konularında Avrupa’da önder olmak. İnanın ki ben birkaç bilgisayar ve genç öğrencilerimizle bunu yapabildim veya eşimin de yapabildiği bu. Ama bir kurumun çatısı altında böyle bir doğma kazanılabilir. Bunun için hemen başlanılabilir, çok paraya da ihtiyacımız yok. Bilgili insanlar, program, bir tek bunlar lazım. Yer’e Yakın Uzay dalında beyin yoğun etkinliklere dayalı, hedefi belli olan ileri teknolojiyi üretmemiz lazım. Rastgele bir şeyler yapmamamız lazım. “Uydu nedir?” Uydu nedir? Uyduya niye bu kadar meraklıyız? Subsystem’leri bir sürü, karmaşık tabi biraz ama 1960’lı yıllarda bu teknolojinin ana öğeleri yoktu, yani gönderilememesi ortamla ilgili bilgilerin eksikliğinden, örneğin proton yağmurunda malzemeye ne olacak? Chip dediğimiz bir-sıfırla ile bilgi ileten, eğer size bir-sıfırın başka bir kombinezonunu iletiyorsa mahvoldunuz demektir. İşte bunları kontrol edebilmek için uzayı bilmek gerekir, uzayla ilgili araştırmayı yapmak lazım. Attitude determination & control, avionics, electrial power, propulsion, structures, telemetry,tracking & communications, thermal control, bütün bu konularda bizim mühendislerimiz, bilim insanımız var ama eksik olan uzay bilgisi yok. Bunları geliştiriyorlar ama uzay ortamında bunun uçurulmasıyla ilgili gelişmiş bilgimiz ve deneyimimiz yok. Ben uyduyu bir dizge, yani bir sistem ve yükleri barındıran fiziksel bir yapı olarak görüyorum. Uyduların üç tane ilginç yörüngesi var. Genellikle LEO (Low Earth Orbit) denilen yere yakın, yani 1000 kilometreye kadar olan uyduların daha çok olduğunu görüyoruz. “Uzay benim için bir vakum” Uzay benim için bir vakum. Vakum dediğim yani mutlak vakum değil, yeryüzüne göre basıncı çok düşük. Elektrik yüksüz uzay, plazma uzayı, radyasyon uzayı ve insan yapısı dediğimiz nesnelerin olduğu uzay. Burası da sizin alt sistemleriniz. Burada da yine aynı uzay ortamları. Dikkat ederseniz mesela vakum ortamında güneşin ultraviyole enerjisinin yarattığı problemler, yani bu teknolojiyi eğer üretiyorsanız çok boyutlu olarak her şeyi denetim altında tutmanız lazım. Yer’e Yakın Uzay ve uydu veya spacecraft alt dizgelerini ve istenen görevin yapılmasını doğrudan etkiler. Yörüngeye bağlı olarak bu etkiler ılımlı ya da tüm görevi bozacak biçimde yeğin de olabilir. Geçenlerde uydu yaptığını gizleyen bir kurumun elemanı “Hocam bir parçayı bitirdik” dedi, uydu yapmıyorlar da bir parça yapıyorlar. “Peki, uzay ortamında çalışacak mı?” dedim. “Evet, Fransa’ya radyasyon testine yolladık” dediler. “İyi de uzay bir tek radyasyon ortamı değil ki, plazma ortamında ne yapacak?” “Ama öyle bir yörüngeye gönderiyoruz ki hiçbir şey olmaz.” “Yörünge güneşte bir fırtına olduğu zaman yer yarıçapının 10 katı, 20 katı bize doğru yaklaşmış olabilir, o zaman ne yapacağız?” dedim, sustular tabii. Ben üzülüyorum, bu duruma biz layık değiliz, biz daha iyisine layığız. “Atılım Üniversitesinde neler yapılabilir?” Bunlara ek olarak Atılım Üniversitesinde neler yapılabilir? Özgün bir lisans ve lisansüstü eğitim-öğretim programı geliştirmek ve uygulamak. Ben böyle bir görevi yüklenmiş durumdayım ve bitirmek üzereyiz. İnanın ki dünyada böyle bir öğretim programı yok. Niye yok biliyor musunuz? Bizim daha iyi olduğumuzdan değil, bizim geri kaldığımızdan; çünkü onlar 100-200 yıl önce başlıyorlar buna ve eğitim sistemlerini de ona göre düzenliyorlar. Hepsini bir araya yapmasalar bile gereken bilgiyi nereden alacaklarını biliyorlar. Bizim gibi bir ülke tepeden inme böyle bir işe girdiği zaman eğitim programları buna cevap veremiyor. İşte astrofizik, uzay deniyor. Astrofizik bilgileri bize yaramaz. Elektik mühendislerimiz bu bilgiyi bilmiyor. Peki, nereden alacağız? Yok. Türkiye’de böyle bir program yok, bu bakımdan çok özgün. Programın adını “Aerospace System Science and Engineering”. Çünkü bilim ve mühendisliğin bir arada gitmesi lazım, yani tek başına olacak şeyler değil ama sistem mühendisliği yaklaşımıyla yaklaşmak lazım. Bu program hemen başlatılabilecek ve insan yetiştirmeye yönelik bir program. İkinci durum uzay havasına yönelik beyin yoğun etkinliklere ek olarak, bu Türkiye’de çok moda oldu; “CubeSat” ve ben hakemliğim sırasında yedinci çerçevede “CubeSat” teorisi okudum. Aslında bu bir kültür, Avrupa’da bu liselerden başlıyor ama üniversitelerde böyle bir kültürü başlatabiliriz. “CubeSat nedir?” CubeSat nedir? CubeSat, 10 cm,10 cm, 10cm ya da 10, 15, 10 cm küplük bir uydu. Aslında şimdi en moda teknolojiler minyatür hale gelmiş teknolojiler. Dünya şimdi bununla ilgili miniaturised sattelite, miniaturised teknoloji deniyor. Ağırlıkları 1 kg. CubeSat’lar mini uydulara göre daha ucuzlar. Bunları 50, 30, 40 tane birden atıyorsunuz ve 300–500 kilometreye kadar gidiyorlar. Büyük uydular oralarda pek bir şey yapamıyor. Eğer bu teknoloji geliştirilirse hoş bir şey. Yalnız uzay havasına ilişkin olayların incelenebilmesi için çoğul noktada (multi point) ve yerinde ( in-situ) veri toplanabilir teknolojilere bir örnektir. CubeSat’a girmek istiyorsanız ilgili dalları da tanımak lazım. Bunlar: Uzay havası, Yer’e Yakın Uzay modelleri, uzay çöpü, “CubeSat” teknolojisi (Miniaturisation), Mikroitki dizgesi (Micro-propulsion syst), uçuş (Flight) bilgisi. Bunlar için neler yapacağız? Yörünge dinamiği saptanacak, duyarga (Sensor) seçimi yapılacak, fırlatma teknolojileri seçilecek, açma-konuşlama, aslında bunlar uyduda böyle bağlı gidiyorlar. CubeSat’larda bir sistem var, o sistemin arkasında yuvarlak bir kovuk var, o kovuğun içine 50 tanesi filan yerleştiriyorlar ve bir kerede atıyorlar. Buna “Deployment” deniyor. Ondan sonra elde edilen verilerin toplanılması ve bu bilginin yayılması sağlamak lazım. “Nasıl uzmanlara ihtiyacımız var?” Nasıl uzmanlara ihtiyacımız var? CubeSat’ı geliştirecek mühendisler, yörünge dinamiği uzmanları, Yer’e Yakın Uzay fizikçileri, bizim fizikçilerimiz yapabilir bunu ama temelinden öğrenmek yerine biliyoruz diyorlar ama bilmiyorlar. Uzay havası bilimcileri, havacılık ve uzay mühendisleri, matematikçiler, konuya bağlı olarak öteki dalların uzmanlarına ihtiyaç var. Fiyat bilgisini başka bir arkadaşımdan öğrendim. Aslında bir Rus şirketi, bunun için önce bir fizibilite çalışması yapılacak. Fizibilite çalışmasında mission analysis, assesment of Launcher modifications, ondan sonra trajectory ile ilgili bilgi, cluster ejection yapacak. Sadece fizibilite için 100 bin Euro’ya kadar bunu yaptırabilecek Rus şirketleri var. Tüm fırlatmada dahil, 30-50 uydu arasında atmaya çalışırsa bir kurum veya ülke en azından 10-15 milyon Euro’yu hazır etmesi lazım ama bu mini uyduya göre çok az, mini uydu için benzer bir iş milyar Euro’lardan başlıyor. Politikalar ilgili oldukları konularda genel gidişi belirleyecek kararlardır. Genel onay gördüklerinde yaptırımları da içeren zorlayıcı yöneltmeler yaparlar. Bu nedenle başarı için uzay politikaların ayırdında olunup, onlar oluşturulurken katkılar yapmaya çalışmalıyız. Etkinliklerimizi o politikaların bilincinde olarak düzenlemeliyiz. Politikaların dayanağı en temel öğe de insan ve yaşam etiği olmalıdır. 26 Nisan uzay havası tahmini, Türkiye’de sadece meteoroloji öz hatlarında görüyorsunuz ama gelişmiş ülkeler artık uzay havası tahminleri yapıyor.