T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ DOSYA NO : 2014/137
Transkript
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ DOSYA NO : 2014/137
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ DOSYA NO : 2014/137 Esas KARAR NO : 2014/181 C.SAVCILIĞI ESAS NO : 2014/13189 GEREKÇELİ KARAR TÜRKMİLLETİADINA BAŞKAN ÜYE ÜYE C. SAVCISI KATİP DAVACI KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLLERİ KATILAN VEKİLLERİ KATILAN VEKİLLERİ KATILAN : OKTAY SADAY 21366 : NAİLE GÜNDOĞDU TAŞ 23650 : MEHMET ALİ KARASEYFİOĞLU 3394 : ERDİNÇ HAKAN ÖZDABAKOĞLU 38692 : MELİHA KURMAN 11241 : K.H. :TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI, :Av. YILDIZ BEZGİNLİ TBMM Hukuk Hizmetleri Başkanı :BAŞBAKANLIK, Hukuk Müşaviri Sami Arslan Aşkın Merkez/ ANKARA. :Av. İSMAİL ULUYOL, Başbakanlık Merkez Bina B Blok Kat:3 ... Çankaya/ ANKARA :MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ, :Av. HAMİT KOCABEY, İzmir Caddesi Fevzi Çakmak1. Sokak Petek İşhanı 7/5 - KızılayÇankaya/ ANKARA :Av. YÜCEL BULUT, Necatibey Caddesi 18/15Kızılay Çankaya/ ANKARA : CUMHURİYET HALK PARTİSİ, Genel Merkez, Anadolu Bulvarı No.12 Sögütözü Merkez/ ANKARA. : Av. CELAL ÇELİK, Av. ÇİĞDEM ÇAĞLAYAN DEMİROĞLU, Hoşdere Cad. No: 80/19 Y.Ayrancı Çankaya/ ANKARA :DİYARBAKIR BAROSU, Diyarbakır Baro Başkanlığı Merkez/ DİYARBAKIR. :Av. MEHMET EMİN AKTAR, Lise Caddesi Evren Apt. No:2/6 Yenişehir/Diyarbakır 21100 Merkez/ DİYARBAKIR Av. ÖZTÜRK TÜRKDOĞAN, Necatibey Caddesi No. 82/13 - Kızılay. ANKARA :MUĞLA BAROSU, Baro Başkanlığı- Muğla Adliyesi 1/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ VEKİLLERİ KATILAN VEKİLLERİ KATILAN VEKİLLERİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLLERİ KATILAN Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 MUĞLA. :Av. MUSTAFA İLKER GÜRKAN, Temel Yapı İş Merkezi Kat:2 Gümbet ... Bodrum/ MUĞLA Av. SENİH ÖZAY, Cumhuriyet Bulvarı No:285/A D:1 Alsancak Konak/ İZMİR Av. DUYGU ÇAKMAK, Emirbeyazıt Mah. Zübeyda Hanım Cad.Erhan Apt.23/B 48000 Merkez/ MUĞLA Av. LEYLA BİŞEN, Şeyh Mah. İsmet İnönü Cad. Nazse İşhanı No:5/13 Kat:3 Merkez/ MUĞLA :DEVRİMCİ İŞÇİ SENDİKALARI KONFEDERASYONU, . : Av. NECDET OKCAN, İncirli Cad. No:43/2 Sinan Apt. D:3 Bakırköy/ İSTANBUL Av. EKİN SARI AKALIN, Ziya Gökalp Cad. Bayındır 1 Sok. 25/8 Kızılay 06420 Merkez/ ANKARA Av. SAVAŞ DEMİRTAŞ, Çankırı Cad. No: 28 Kat:8 Ulus ANKARA :HAK İŞÇİ SENDİKALARI KONFEDERASYONU, Tunus Cad.No:37 KavaklıdereMerkez/ ANKARA. : Av. HÜSEYİN ÖZ, Av. MUHARREM ÖZKAYA, Cevizlidere Caddesi 1239.Sokak No:6Balgat Çankaya/ ANKARA :ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ, İlkiz Sokak 18/3 Altındağ/ ANKARA. :Av. SELÇUK KOZAĞAÇLI, Mithatpaşa Cad. 50/11 Kızılay 06420 Çankaya/ ANKARA :TÜM ÖĞRETMENLER BİRLEŞME VE DAYANIŞMA DERNEĞİ Tüzel kişiliği adına genel başkan yardımcısı İsmet Yalçınkaya Cinnah Cad. Willy Brant Sok. No:13/B Çankaya- ANKARA. :Av. ŞÜKRÜ GÜNEL, ATATÜRK BULVARI NO:151/905 KIZILAY/ANKARA :AYNUR FATMA HAYRULLAHOĞLU, İshak ve Leyla kızı, 13/02/1959 KARS doğumlu, Örnek Mah Doğan Cad (Bestekar Amir Ateş) Cad N:32/1Ataşehir/ İSTANBUL adresinde oturur. :Av. İSMAİL AZİZ ERGİN CİNMEN, Bitez Kubilay Sk. No:2/3Bodrum/ MUĞLA Av. HASAN ÜREL, Strazburg Cad. No:40/7 SıhhiyeANKARA Av. MURAT NERGİZ, 19 Mayıs Mahallesi Operatör Raif Bey Sokak D.N: 29 Kat: 4 No: 5 Şişli/ İSTANBUL :MEHMET KUTLULAR, Bilal ve Emine Elmas oğlu, 21/04/1938 GÖNEN doğumlu, İSTANBUL, FATİH, Binbirdirek mah/köy nüfusunda kayıtlı.adresinde oturur. 2/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ VEKİLLERİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLLERİ KATILAN VEKİLİ KATILAN Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 :Av. MEHMET ALİ ASLAN, Toros Sk.11/7 Sıhhiye Çankaya/ ANKARA Av. TURGUT İNAL, E.KUYUMCULAR MAH. ÇAVUŞ SOK. İNAL APT. NO:15/1- BALIKESİR :BERFO KIRBAYIR, Dursunkızı, 01/07/1921 GÖLE doğumlu, Fındıklı Mah. Sarmaşık Sk. No:72 İç Kapı No:1Maltepe/ İSTANBUL adresinde oturur. :Av. ÖZTÜRK TÜRKDOĞAN, Necatibey Caddesi No. 82/13 - Kızılay. ANKARA :FATMA GÜLMEZ, İsmailkızı, 01/01/1963 GÖLE doğumlu,İçerenköy Mah. Yalçın Sk. No:47 İç Kapı No:5Ataşehir/ İSTANBUL adresinde oturur. :Av. ÖZTÜRK TÜRKDOĞAN, Necatibey Caddesi No. 82/13 - Kızılay. ANKARA :MİKAİL KIRBAYIR, İsmailoğlu, 01/02/1950 GÖLE doğumlu, . İçerenköy Mah. Yalçın Sk. No:47 İç Kapı No:5Ataşehir/ İSTANBUL adresinde oturur. :Av. ÖZTÜRK TÜRKDOĞAN, Necatibey Caddesi No. 82/13 - Kızılay. ANKARA : AHMET TÜRK, Sinooğlu, 02/07/1942 DERİK doğumlu,Yalım Mah. Ömerli Cad. No:34 İç Kapı No:12Artuklu/ MARDİN adresinde oturur. :Av. ÖZTÜRK TÜRKDOĞAN, Necatibey Caddesi No. 82/13 - Kızılay. ANKARA :HÜSEYİN DOĞAN, Velioğlu, 02/04/1942 KAHRAMANMARAŞ doğumlu,Mutluköy 1694.Sokak (Eski 10.Sokak) Ümitköy Çankaya/ ANKARA adresinde oturur :Av. AYDIN ERDOĞAN, Adakale Sk.No:8/4 Kızılay/Ankara 06410 Çankaya/ ANKARA :AHMET CİHAN, Ağaoğlu, 06/06/1954 OVACIK doğumlu, . Aydın Yuva Sokak No:16/2 İncirliBakırköy-Ankara Merkez/ ANKARA adresinde oturur. :Av. AYDIN ERDOĞAN, Adakale Sk.No:8/4 Kızılay/Ankara 06410 Çankaya/ ANKARA Av. ILGIN ERTAŞ, Adakale Sokak Ada Apartmanı No:4 - Yenişehir Çankaya/ ANKARA Av. AHMET SERDAR OKUTAN, Cumhuriyet Mah. Zafer İşhanı No:7/29 Kat:8 Kızılay Çankaya/ ANKARA :ENDERCAN CEYLAN, Pelir oğlu, 22/11/1962 HOZAT doğumlu, . Yeni Mah. Cevahir Sk. No:49Hozat/ TUNCELİ adresinde oturur. :Av. İLYAS DANYELİ, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı 39/12 - Demirtepe Çankaya/ ANKARA :SERAP SOYERGİN, Mustafakızı, 22/03/1960 3/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ VEKİLİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLLERİ KATILAN VEKİLİ KATILAN Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 ADANA doğumlu,Çınarlı Köyü Dardanos Mevkii İzmir 5. Sokak 2H/2 Merkez/ ÇANAKKALE adresinde oturur. :Av. İLYAS DANYELİ, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı 39/12 - Demirtepe Çankaya/ ANKARA :YILMAZ YUKARIGÖZ, Şükrü oğlu, 24/10/1962 YAHYAKEMAL doğumlu, Telsizler Mah. Benek Sk. No:16/1 İç Kapı No:12Kağıthane/ İSTANBUL adresinde oturur. :Av. İLYAS DANYELİ, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı 39/12 - Demirtepe Çankaya/ ANKARA :FATİH ÖZENÇ, Şevketoğlu, 23/10/1978 SAMSUN doğumlu,ZeytinlikMah. Terme Sk. No:8 İç Kapı No:Aİlkadım/ SAMSUN adresinde oturur. :Av. İLYAS DANYELİ, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı 39/12 - Demirtepe Çankaya/ ANKARA :NERGİZ ŞAHİNDOKUYUCU, Salmankızı, 22/02/1949 SUNGURLU doğumlu,Şahintepe Mah. 684 Sk. No:2 İç Kapı No:11Mamak/ ANKARA adresinde oturur. :Av. İLYAS DANYELİ, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı 39/12 - Demirtepe Çankaya/ ANKARA :MERAL KARAKUŞ, Alikızı, 05/12/1958 HEKİMHAN doğumlu, General Zeki Doğan Mahallesi 563 Sokak 46/7 Mamak/ ANKARA adresinde oturur. :Av. İLYAS DANYELİ, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı 39/12 - Demirtepe Çankaya/ ANKARA :SERDAR VARDAR, Fevzioğlu, 15/06/1964 ZEYTİNALAN doğumlu,Tuna Mahallesi 5545 Sokak 11/1 Bornova/ İZMİR adresinde oturur. :Av. İLYAS DANYELİ, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı 39/12 - Demirtepe Çankaya/ ANKARA :SENEM GÜLBUDAK, Abdullahkızı, 24/03/1972 FATSA doğumlu, Pınarbaşı Mahallesi 753. Sokak H. İhsan Arı Apt. Kat:2/9 Konyaaltı/ ANTALYA adresinde oturur : Av. ARİF ALİ CANGI, 858 Sok. No:9/705Paykoç İşhanı K:7/705 Konak/ İZMİR Av. ÖMER KAVILI, F. Atabey Cad. 80 Büro 24-25 Üsküdar/ İSTANBUL :BASKIN ORAN, Hüseyin Ekremoğlu, 26/07/1945 İZMİR doğumlu, Zekai Apaydın Sokak No:24 OranşehriÇankaya/ ANKARA adresinde oturur. :Av. OYA AYDIN GÖKTAŞ, Necatibey Cad. No:6/145.Sıhhıye Merkez/ ANKARA :OSMAN ESENDAĞ, Tokeroğlu, 11/04/1959 4/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ VEKİLLERİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLLERİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLİ KATILAN Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 SARUHANLI doğumlu, Gözlet Köyü 33 Saruhanlı/ MANİSA adresinde oturur. :Av. MELAHAT AKGÜN, Osmaniye Mah. Köyaltı Sk. No: 11 Borahan Sitesi C Blok Da: 3 Bakırköy/ İSTANBUL Av. İRFAN SÖNMEZ, Gazi Cad.Turan Apt.N.7/6 Merkez/ ELAZIĞ :ÜLKÜ OCAKLARI EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI, Oğuzlar Mah. 42. Sok. No:26 Çankaya/ ANKARA. :Av. MEHMET PARSAK, Necatibey Caddesi Bilecik Apartmanı 27/13Kızılay Çankaya/ ANKARA :ERKAN UĞUR EREN, Ahmet Şadan oğlu, 21/06/1960 ŞEBİNKARAHİSAR doğumlu,Birlik Mah. 461 Sk. No:4 İç Kapı No:6Çankaya/ ANKARA adresinde oturur :Av. İLYAS DANYELİ, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı 39/12 - Demirtepe Çankaya/ ANKARA Av. KAZIM GENÇ, Meşrutiyet Cad. No:12/38 Kızılay Çankaya/ ANKARA :MAHİNUR KARDAŞ, Osman Nuri kızı, 07/07/1954 YEŞİLHİSAR doğumlu,Şehitlik Mahallesi Çamlıca Caddesi 94/6 Polatlı/ ANKARA adresinde oturur. :Av. ŞENER AKYÜZ, Yeni Hal Karşısı Soykök İşhanı Kat:1 Polatlı ANKARA :SUZAN AKYÜZ, Osman Nuri kızı, 02/06/1949 YEŞİLHİSAR doğumlu,Gazi Mah. Altan Sok. No: 2/7 Hanımeli AptPolatlı/ ANKARA adresinde oturur. :Av. ŞENER AKYÜZ, Yeni Hal Karşısı Soykök İşhanı Kat:1 Polatlı ANKARA :ERDEM ŞENOCAK, Ali Faikoğlu, 11/06/1959 SULUOVA doğumlu, :Av. MEHMET RİFAT BACANLI, Strazburg Cad. Lale Sok. No:13/11 Sıhhıye Çankaya/ ANKARA :CABBAR ÖZMEN, Hüseyin oğlu, 01/03/1953 ADANA doğumlu, Belediye Evleri Mah. Süleyman Demirel Bulvarı No:110-1 İç Kapı No:08Çukurova/ ADANA adresinde oturur. :Av. MEHMET HORUŞ, Hatay Sok. 23/5Kızılay ... Çankaya/ ANKARA :NURSEL GEZGİN, Abbaskızı, 02/12/1960 İSKENDERUN doğumlu, Hüyük Sayar Mevkii Cumhuriyet Cad. 22/1 Uluçınarİskenderun/ HATAY adresinde oturur. : Av. MEHMET HORUŞ, Hatay Sok. 23/5Kızılay ... Çankaya/ ANKARA :GANİME AKTAŞ, Hasankızı, 01/07/1936 İSKENDERUN doğumlu,Hüyük Mah. Cumhuriyet 5/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ VEKİLİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLLERİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLİ KATILAN Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Cad. No:22 İç Kapı No:1Arsuz/ HATAY adresinde oturur. : Av. MEHMET HORUŞ, Hatay Sok. 23/5Kızılay ... Çankaya/ ANKARA :KEMAL YAYLA, Mehmetoğlu, 14/06/1955 ESPİYE doğumlu,Yeni Mah. 833 Sokak No:2/2 Didim/ AYDIN adresinde oturur. :Av. NİLAY GEYLANLI YORGANCIOĞLU, Bahariye Mah. 1690 Sk.No:48 D:301 Saadet İşhanı Karşıyaka/ İZMİR :MERSİN BAROSU, Mersin Barosu Adliye Sarayı 2. Kat Merkez/ MERSİN. :Av. HALİL HULKİ ÖZEL, Çakmak Cad. Buğdaycı Apt. 4/23 Merkez/ MERSİN :AHMET KUTALMIŞ TÜRKEŞ, Alparslanoğlu, 16/10/1978 İSTANBUL doğumlu, İ Oran Mahallesi Zekai Apaydın Sk. 2/6 Çankaya/ ANKARA : Av. İSMAİL UYAR, : SÜLEYMAN KANBUR, İbrahimoğlu, 03/08/1955 GÜVENKAYA doğumlu, Cengizhan Mah. 855 Sk. No:2A İç Kapı No:9Mamak/ ANKARA : Av. AYŞE EVRİM ZEYBEK, Soğuksu Mah. 308. Sk. Adabel Sit.A Blok No:31 K:10 Muratpaşa/ ANTALYA Av. MEHMET HORUŞ, Hatay Sok. 23/5Kızılay ... Çankaya/ ANKARA : ALAZ ERDOST, İlhankızı, 12/05/1980 ANKARA doğumlu,Şair Nedim Sok,No.9/9 A,AyrancıÇankaya/ ANKARA adresinde oturur. : Av. ŞENAL SARIHAN, Konur Sokak No:9/17 Kızılay ANKARA : GÜL ERDOST, Hüseyinkızı, 02/03/1952 MALATYA doğumlu, Aziziye Mah. Şair Nedim Sk. No:9 İç Kapı No:9Çankaya/ ANKARA adresinde oturur. : Av. ŞENAL SARIHAN, Konur Sokak No:9/17 Kızılay ANKARA : BAKI BATMAZ, Alioğlu, 10/05/1960 GÖKDERE doğumlu,Rasimpaşa Mah. Yurttaş Sk. No:30 İç Kapı No:3Kadıköy/ İSTANBUL adresinde oturur. : Av. CEVRİYE AYDIN, Bahariye Cad. No:92 Dostlar Apt.Kat:3 D:6 ... Kadıköy/ İSTANBUL : TAHİR ÖĞMEN, Haliloğlu, 01/07/1951 ŞIRNAK doğumlu, Dicle Mah. 25. Cad. No:75/1 Silopi Silopi/ ŞIRNAK adresinde oturur. : Av. MEHMET İHSAN KALKAN, Yeşiltepe Mah. Karanfil S0K. SilopiSilopi/ ŞIRNAK : ALAATTİN ARKAN, Himmet ve Döndü oğlu, 06/02/1949 ALACA doğumlu,Bademlidere Mah. 6/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ VEKİLLERİ KATILAN VEKİLİ KATILAN VEKİLLERİ KATILAN VEKİLLERİ KATILAN KATILAN KATILAN KATILAN KATILAN Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Şemsettin Günaltay Cad. No:135Çankaya/ ANKARA adresinde oturur. : Av. OSMAN BAŞER, Strazburg Cad. 28/7 Sıhhiye Çankaya/ ANKARA Av. SERDAL NAMKOÇ, Strazbunrg Caddesi 28/7Sıhhıye Merkez/ ANKARA : HAYRİ ERDOĞAN, Mehmet Alioğlu, 12/03/1948 GÖRDES doğumlu, Tevfikiye Mah. 3807 Sk. No:5 İç Kapı No:4Merkez/ MANİSA adresinde oturur. : Av. ARİF ALİ CANGI, 858 Sok. No:9/705Paykoç İşhanı K:7/705 Konak/ İZMİR : İNSAF KARABULUT, İbrahimkızı, 10/05/1950 DİVRİĞİ doğumlu, . Kazım Karabekir Paşa Mah. Erdem Sk. No:54 İç Kapı No:1Sarıyer/ İSTANBUL adresinde oturur. : Av. MEHMET HORUŞ, Hatay Sok. 23/5Kızılay ... Çankaya/ ANKARA Av. AYŞE EVRİM ZEYBEK, Soğuksu Mah. 308. Sk. Adabel Sit.A Blok No:31 K:10 Muratpaşa/ ANTALYA : SAİT ÖZDEMİR, Kemaloğlu, 10/09/1949 KÜÇÜKYAKA doğumlu, Çalı Mah. 142.(410) Sk. No:3 İç Kapı No:2Nilüfer/ BURSA adresinde oturur. : Av. FECRİ ŞENGÜR, Hacı İlyas Mh. Uluyol Sezen Sk. Meneviş İşhanı No:3 K:3 D:8 Osmangazi/ BURSA Av. ARİF ALİ CANGI, 858 Sok. No:9/705Paykoç İşhanı K:7/705 Konak/ İZMİR Av. NAHİDE DEMİR, Sakarya Mah. Güler Sk. No:4 Banuşoğlu İşm. Kat:5 No:514 Osmangazi/ BURSA : İSLAM KEPENEK, Şevketoğlu, 15/03/1951 ARDEŞEN doğumlu, İnegöl Süleymaniye Mahallesi Şener Saruhan Sokak No:14 Kat:2 İnegöl/ BURSA adresinde oturur. : HASAN KAZGAN, Mustafaoğlu, 27/03/1961 AKÇADAĞ doğumlu,Özalper Mah. Evim(1.Cad.9.) Sk. No:12 İç Kapı No:4Yeşilyurt/ MALATYA adresinde oturur. : ŞÜKRÜ BÜTÜN, Haydaroğlu, 01/03/1942 ALACA doğumlu,İkiçeşmelik Mah. Şahan Sitesi Sk. No:3-2 İç Kapı No:10Kuşadası/ AYDIN adresinde oturur. : ABDULGANİ AŞIK, Mehmetoğlu, 25/02/1937 KARAKAYA doğumlu, . Kızılcaşar Mah. 1221 Sk. No:25Gölbaşı/ ANKARA adresinde oturur. : NURETTİN YILMAZ, Mehmet İhsanoğlu, 21/01/1936 CİZRE doğumlu, Turan Güneş Bulvarı Korman Sitesi A Blok No: 6 Çankaya / AnkaraÇankaya/ ANKARA adresinde oturur 7/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ KATILAN KATILAN KATILAN KATILAN KATILAN KATILAN KATILAN KATILAN VEKİLİ KATILAN KATILAN KATILAN KATILAN SANIK Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 : AZİMET KÖYLÜOĞLU, Mustafaoğlu, 01/07/1940 DEMİRCİLİK doğumlu,Rumeli Hisarı Mah.Kemalettin Cami Sok.No.7 D.1-2 SarıyerSarıyer/ İSTANBUL adresinde oturur. : MEHMET ÖZER, Nuri oğlu, 15/12/1953 KİLİS doğumlu, Coğlaki Mahallesi Atatürk Bulvarı Hacı Tahir Efendi Apartmanı 156/32 Merkez/ AKSARAY adresinde oturur. : MUAZZEZ ÖZER, Bektaşkızı, 29/07/1948 ŞANLIURFA doğumlu, Coğlaki Mahallesi Atatürk Bulvarı Hacı Tahir Efendi Apartmanı 156/32 Merkez/ AKSARAY adresinde oturur. : RIZA BAKTEMUR, Abdullahoğlu, 04/04/1959 DOĞANŞEHİR doğumlu,Doğu Mahallesi Sevim Sokak No:14Doğanşehir/ MALATYA adresinde oturur. : HALİL DEMİREL, Fadlioğlu, 31/01/1949 PALU doğumlu,Doğukent M. Mimar Sinan C. Abide S. No:7/2 Merkez/ ELAZIĞ adresinde oturur. : NURETTİN SARIBAL, Paşaoğlu, 11/09/1957 REFAHİYE doğumlu,Üsküdar Caddesi Bayramlar İşhanı 9/9 Kartal/ İSTANBUL adresinde oturur. :KENAN DİLBEROĞLU, Mehmetoğlu, 20/03/1950 HACILAR doğumlu,Yeni Mahalle 540 Sokak Efor İnş. Mehmet Duraker Apt. Kat:1 Daire:1 Finike/ ANTALYA adresinde oturur. : HİKMET KAZGAN, Mustafaoğlu, 05/05/1966 MALATYA doğumlu, . Çilesiz Mah. Fahri Kayahan Bulvarı No:32/2 İç Kapı No:29Yeşilyurt/ MALATYA adresinde oturur. :AV. TUNCAY DOLU :SABİRE SERİN, Vehbikızı, 10/03/1965 BAYBURT doğumlu,Büyükdere Mah Kılcı Sok No:3 D:4 Sarıyer /İstanbulSarıyer/ İSTANBUL adresinde oturur. : ALİ İBRAHİM ÖNSOY, Mehmetoğlu, 05/11/1957 İSTANBUL doğumlu,Merkez Mah. Namık Kemal Cad. Anadol Sok No 16/4 Avcılar/ İSTANBUL adresinde oturur. : ARİF IŞIK, Sadıkoğlu, 16/11/1956 PÜTÜRGE doğumlu, Başakşehir Mah. 2.Etap Serap Sk. B 37 Blok D:26Başakşehir/ İSTANBUL adresinde oturur. : MUSA KILIÇ, Abdurrahman oğlu, 14/12/1947 AFYONKARAHİSAR doğumlu,Dumlupınar Mah. Asım İzmirli Cad. No:26/1 İç Kapı No:8Merkez/ AFYONKARAHİSAR adresinde oturur. : AHMET KENAN EVREN, Hayrullah ve Naciye oğlu, 01/01/1918 ALAŞEHİR doğumlu, Devlet Mah. Türk Ocağı Cad. No:5A İç Kapı No:10Çankaya/ ANKARA 8/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ VEKİLLERİ SANIK VEKİLLERİ SUÇ SUÇ TARİHİ / SAATİ SUÇ YERİ KARAR TARİHİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 adresinde oturur. TC Kimlik no: 11869129276, okuryazar, sabıkasız, TC, İslam : Av. BÜLENT HAYRİ ACAR, İran Caddesi Hayat Apartmanı A Blok 17/401 Kavaklıdere ÇankayaÇankaya/ ANKARA Av. SEZİN DUYGU TUNCER, İran Caddesi Hayat Apartmanı A Blok 17/401Kavaklıdere Çankaya/ ANKARA Av. MİTHAT BURAK BAŞKALE, İran Caddesi Hayat Apt. B Blok No:17/704 Kavaklıdere Çankaya/ ANKARA : ALİ TAHSİN ŞAHİNKAYA, Şakir ve Hayriye oğlu, 11/10/1925 MERZİFON doğumlu, İSTANBUL, KADIKÖY, Caferağa mah/köy nüfusunda kayıtlı. Fenerbahçe Mah. İğrip Sk. No:28-31 İç Kapı No:9Kadıköy/ İSTANBUL adresinde oturur. TC Kimlik No:24794071138, okuryazar, sabıkasız, TC, İslam : Av. BÜLENT HAYRİ ACAR, İran Caddesi Hayat Apartmanı A Blok 17/401 Kavaklıdere ÇankayaÇankaya/ ANKARA Av. SEZİN DUYGU TUNCER, İran Caddesi Hayat Apartmanı A Blok 17/401Kavaklıdere Çankaya/ ANKARA Av. MİTHAT BURAK BAŞKALE, İran Caddesi Hayat Apt. B Blok No:17/704 Kavaklıdere Çankaya/ ANKARA : Anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışmak, : 12/09/1980 : ANKARA/MERKEZ : 18/06/2014 Yukarıda açık kimliği yazılı sanıklar hakkında mahkememizde yapılan duruşma sonunda: GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: İDDİA : Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının ( CMK 250. madde ile görevli) 03/01/2012 tarih 2012/2 esas sayılı iddianamesi ile şüphelilerAli Tahsin Şahinkaya ve Ahmet Kenan Evren hakkında suç tarihleri olan 02/01/1980 Tarihi, 12/09/1980-06/12/1983 Tarihleri Arasında Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Tamamını veya Bir Kısmını Değiştirmeye veya Ortadan Kaldırmaya ve Anayasa İle Teşekkül Etmiş Olan Türkiye Büyük Millet Meclisini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasına Engel Olmaya Cebren Teşebbüs Etmek suçlarından dolayı her iki şüpheli hakkında 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun 146, 80, 31, 33. Maddeleri gereğince ayrı ayrı cezalandırılmaları talebi ile CMK 250. madde ile yetkili 12. AĞCM.ne dava açıldığı, Ankara 12.Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2012/3 Esas sayılı dosyası ile yargılamanın 9/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 yapıldığı,yargılama devam ederken 06/03/2014 tarih ve6526 sayılı yasanın 1.maddesi ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na eklenen geçici 14/1-4 maddeleri uyarınca 02/07/2012 tarih ve 6352 sayılı kanunun geçici 2.maddesine göre görevlerine devam eden Ağır Ceza Mahkemeleri ile bu kanunla yürürlükten kaldırılan Terörle Mücadele Kanunun 10.maddesine göre görevlendirilen Ağır Ceza Mahkemeleri kaldırılarak bu mahkemelerde derdest bulunan dosyaların, bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte bulundukları aşamadan itibaren kovuşturmaya devam edilmek üzere yetkili ve görevli mahkemelere devredileceğine ilişkin yapılan düzenleme gereğince sanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahsin Şahinkaya hakkında yürütülen kamu davasının bulunduğu aşamadan itibaren kovuşturmaya devam edilmek üzere mahkememize devredildiği, Mahkememizce dosyanın yeniden esasa kaydedilerek yapılan yargılama sonunda, SAVUNMA; SANIK AHMET KENAN EVREN Savcılık aşamasında alınan ifadesinde: Soru1: 12 Eylül 1980 tarihinde, yürürlükte olan 1961 Anayasası ve kanunlara göre herhangi bir yetkiniz olmamasına rağmen, daha önce yapmış olduğunuz gizli plan çerçevesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta kademesinde yer alan diğer kuvvet komutanları ve diğer askeri erkanla birlikte, Anayasa ve kanunlara aykırı olarak, yürürlükte olan 765 Sayılı Türk Ceza Kanunun. 146 ve 147. maddelerini ihlal ederek, Türkiye Cumhuriyeti Halkının vergileriyle alınan ve ülke savunması için emanetinize tevdi olunan silahları kullanarak, meşru bir yetkiye dayanmadan fiilen oluşturulan Milli Güvenlik Konseyi Başkanı olarak askeri darbe yapıp ülke yönetimine el koyduğunuz, yayınlamış olduğunuz 1 Numaralı Bildiri ve takip eden süreçte almış olduğunuz kararlarla Anayasaya göre oluşmuş TBMM'sini ve Hükümeti fesh ederek ortadan kaldırdığınız anlaşılmıştır.Yukarıda sözü edilen 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun 146.maddesinde "Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini İskata veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs edenler, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum olur." şeklindeki düzenleme île Anayasayı ortadan kaldırmak, TBMM'sini ortadan kaldırmak veya vazifesini yapmasına güç kullanarak engel olmaya teşebbüs etmek, 147.maddesinde ise "Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik eyleyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur."şeklindeki düzenleme ile Bakanlar Kurulunu ortadan kaldırmak ve vazifesini yapmasına güç kullanarak engel olmak eylemleri suç olarak düzenlenmiştir. Bu hususlarda ne diyorsunuz sorusu üzerine: 12 Eylül 1980 tarihi öncesi Türkiye' nin ne halde olduğunu detaylı olarak anlatmaya gerek yoktur. Ülkenin o zamanki durumu herkes tarafından bilinmektedir. Terör olayları yoğun şekilde artmış özellikle sağ sol kavgaları yoğunlaşmış, banka soygunları artmış, polis ikiye bölünmüş, POL-DER bir tarafta POL-BİR bir tarafta öğretmenler ayrıca bölünmüş polis görev yapamaz hale gelmiştir. Kahramanmaraş olaylarında 102 vatandaşımız Çorum olaylarında 80 e yakın vatandaşımız terör olayları nedeniyle can vermiş, Türkiye satında her gün 10 ile 15 vatandaşımız terör olaylarından hayatını kaybeder hale gelmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri iç Hizmet Kanununun 35. maddesi Türk Silahlı Kuvvetlerine Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi vermektedir. Bu kanun Atatürk zamanında çıkarılmış bir kanundur. Ülke yönetimine ne ben ne de Türk Silahlı Kuvvetleri Komuta kademesi olarak tek başımıza karar vermedik. 12 Eylül öncesi bu terör olayları nedeniyle kuvvet komutanları olarak biraraya geldik. Ne yapabiliriz diye değerlendirme yaptık. Ülkenin kötü gidişatının engellenmesi amacıyla 27 Aralık 1979 tarihinde Cumhurbaşkanı Fahri KORUTÜRK aracılığıyla siyasi parti başkanlarına uyan mektubu verdik. Cumhurbaşkanı Fahri KORUTÜRK'ün görev süresinin dolmuş olmasına rağmen Ağustos ayına kadar Cumhurbaşkanı seçilemedi. O tarihteki 10/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 kanunlara göre Cumhurbaşkanı seçilebilmesi için meclisin üçte iki çoğunluğunun oyu gerekiyordu. Meclis çalışamaz hale gelmişti. Meclisin çalışamaması nedeniyle ülkede güvenliğin sağlanabilmesi için Türk Silahlı Kuvvetleri Komutanları ve Sıkıyönetim Komutanları olarak bir kısım kanunların çıkarılmasını istedik ancak bu kanunlar çıkarılamadı. Kanunların çıkarılmasını ülkede güvenlik ve denetimin sağlanması için istedik. Bazı kanunlarda değişiklik yapılmasını istedik örneğin polise silah kullanma yetkisinin verilmesini istedik. Ancak bunlar yapılamadı, dediği, Soru2: Söz konusu tarihte Yürürlükte olan 1961 Anayasasının; 4.maddesinde,"Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir.Millet, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır.Egemenliğin kullanılması, hiçbir suretle belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılmaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz."5.maddesinde, "yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir.Bu yetki devredilemez."/6.maddesinde, "Yürütme görevi, kanunlar çerçevesinde, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirilir." şeklindeki hükümlere göre, Millete ait olan Egemenlik yetkisini, Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olan yasama yetkisini ve Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kuruluna ait olan yürütme görevini, üstelik hiye-rarşik olarak bağlı olduğunuz kurumlara silahlı güç kullanarak ortadan kaldırdınız. Bu konuda ne diyorsunuzŞüpheli beyamnda:Bu soruda sayılan anayasal kurumlar görevini yapamaz hale gelmiştir ülke felç olmuştur. Bu nedenle yönetime el koymak durumunda kaldık ayrıca meclisin görevini de yönetime el koyduktan sonra oluşturulan Danışma Meclisine verdik. Dedi.SORULDU: Biz ülke yönetimine el koymayı istemiyorduk. Bu nedenle uzun süre bekledik. Ülkede meclis çalışamaz hale gelmiş özellikle polis silah kullanamıyordu. İkiye bölünmüştü. Biz Komutanlar ve Sıkıyönetim Komutanları olarak istediğimiz hiçbir yasa çıkmıyordu. Bir kısım Sıkıyönetim bölgelerine polis ihtiyacı olmasına rağmen yapılan atamalar engelleniyor, mahkeme kararı ile durduruluyordu. Dolayısı ile sıkıyönetim bölgelerinin polis ihtiyacı giderilemiyordu. O zaman ülkenin içinde bulunduğu durumu gözeterek Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmetler Kanununun 35. maddesinin ülke yönetime el koyma yetkisi verdiğini ben ve diğer komutanlar olarak değerlendirdik. Bu yetkiye şartlar itibariyle sahip olduğumuz kanaatine vardık dediği, Sorulduğunda;Ülke yönetimine el koymadan önce Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyabileceğini Başbakan olan Süleyman DEMİREL ve Ana Muhalefet Partisi Liderinin hissedip hissetmediklerini bilmiyorum. Ancak konuşmalarımda sıkıntıları birçok kez dile getirdim. Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında da bu hususlar ben ve kuvvet komutanları tarafından dile getirilmiştir. Ancak açıkça kanunlar çıkarılmadığı takdirde Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyacağı konusunda gizli ya da açık bir şey söylenmemiştir. Bazı yapılan konuşmalardan ve gelişmelerden siyasilerin Türk Silahlı Kuvvetlerinin ülke yönetimine el koyabileceğini tahmin etmeleri gerekirdi. Hatta bazı senatörler ve milletvekilleri bana gelerek bu meclisin artık çalışmadığı ülke yönetimine el koymaktan başka çıkar yol olmadığını söylemişlerdi, dediği, SORU 3 : Milli Güvenlik Konseyi olarak yetkisiz bir şekilde çıkardığınız, 12/12/1980 tarihli ve 2356 Sayılı Milli Güvenlik Konseyi Hakkındaki Kanunun 1. maddesindeki "Milli Güvenlik Konseyi; Devlet ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, üyeleri; Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan teşekkül eder." şeklindeki düzenleme ile Milli Güvenlik Konseyi oluşturduğunuz, meşruiyete dayanmadan 2324 Sayılı ve 27/10/1980 tarihli Anayasa Düzeni Hakkında Kanunun 2.maddesindeki 11/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 "Anayasada Türkiye Büyük Millet Meclisine, Millet Meclisine ve Cumhuriyet Senatosuna ait olduğu belirtilmiş bulunan görev ve yetkiler 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren geçici olarak Milli Güvenlik Konseyince ve Cumhurbaşkanına ait olduğu belirtilmiş bulunan görev ve yetkiler de Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanınca yerine getirilir ve kullanılır." şeklindeki düzenleme ile Anayasada bulunan, Türkiye Büyük Millet Meclisine, Cumhuriyet Senatosuna ve Cumhurbaşkanına ait yetkilere cebren el koyduğunuz anlaşılmıştır. Bu konuda ne diyorsunuz.Şüpheli beyanmda: Ülke yönetimine el koyduktan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümet feshedilmişti. Kesinti olmaması için bu yetkileri kullanacak kurumlara ihtiyaç vardı. Bu nedenle Türkiye Büyük Millet Meclisi, Senato, Cumhurbaşkanı, Millet Meclisine ait yetkileri oluşturulmuş olan Milli Güvenlik Konseyinegeçici olarak verdik. Ardından oluşturduğumuz Danışma Meclisine görevleri devrettik. Parlementer sistemi esas aldık dediği, SORU 4: Yine 2324 Sayılı ve 27/10/1980 tarihli Anayasa Düzeni Hakkında Kanunun 3.maddesindeki "Milli Güvenlik Konseyince kabul edilerek yayımlanan bildiri ve karar hükümleriyle yayımlanan ve yayımlanacak olan kanunların Anayasaya aykırılığı ileri sürülemez" şeklindeki düzenleme ve 4.maddesindeki düzenleme ile Milli Güvenlik konseyinin bildiri ve kararlarında yer alan ve yer alacak olan hükümlerle 12 Eylül 1980 tarihinden sonra çıkarılan ve çıkarılacak olan Bakanlar Kurulu Kararnamelerinin ve üçlü kararnamelerin yürütülmesinin durdurulması ve iptali isteminin ileri sürülemeyeceğinin belirtildiği görülmüştür.Bu düzenlemeler, Anayasanın ve Anayasal düzenin ortadan kaldırılarak, kişi hak ve özgürlüklerinin tamamen Milli Güvenlik Konseyinin insiyatifine terk edilmesi sonucunu ortaya çıkarmıştır. Bu konuda ne diyorsunuzŞüpheli beyanında: Ülke felç olmuş durumdaydı. Meclis çalışmıyordu. Danışma Meclisi oluşturulana kadar yetkiyi Milli Güvenlik Konseyine verdik. Çünkü bir kuruma ihtiyaç vardı. Kısa süre sonra da yetkiyi Danışma Meclisine devrettik dediği, SORU 5: 12 Eylül 1980 tarihinden önce anarşi ve terör eylemleri nedeniyle (26 Aralık 1978 Kahramanmaraş olayları nedeniyle Adana, Ankara, Bingöl, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, Kars, Malatya, Kahramanmaraş, Sivas ve Şanlıurfa'dan oluşan 13 ilde, yine şiddet olayları nedeniyle 26 Nisan 1979'da Adıyaman, Diyarbakır, Hakkari, Mardin, Siirt ve Tunceli'de, 20 Şubat 1980'de Hatay ve İzmir'de, 20 Nisan 1980'de Ağrı'da ) toplam 19 ilde sıkıyönetim ilan edilmiş ve devam ediyor olmasına rağmen neden suçluları yakalayıp yargı önüne çıkarmadınız da darbe yapmaya gerek gördünüz.Şüpheli beyanında: Anarşiyi önlemek İçişleri Bakanlığına bağlı olarak çalışan polislere aitti. Türk Silahlı Kuvvetleri ve Sıkıyönetim Komutanlıkları ancak İçişleri Bakanlığı yardım istediği takdirde onlara yardımcı oluyordu. Sıkıyönetim Komutanlıklarının bulunduğu yerlerde suçlular yakalanıyordu. Ancak hapishanelerden toplu olarak kaçışlar sözkonusuydu. Sıkıyönetim Komutanlıklarının silah kullanma yetkisi yoktu. Ülke tamamen felç olmuş durumdaydı. 19 ilde sıkıyönetim ilan edilmiş olmasına rağmen diğer illerde sıkıyönetim yoktu olaylar diğer illerde de meydana geliyordu. Hapishane yönetimlerinde otorite boşluğu vardı yönetim mahkumların elindeydi dediği, SORU 6: Soru ile bağlantılı olarak bir çok ilde devam eden sıkıyönetim ilanına rağmen, 11 Eylül 1980'de devam eden terör ve anarşi eylemleri 12 Eylül 1980 tarihinde nasıl birden önlenmiş suçlular yakalanmıştır. Suçluların yeri ve kimlikleri biliniyorsa neden askeri darbe yapılmadan yakalanamamışlardır. Bu konuda ne diyorsunuzŞüpheli beyanmda: Bu iddia Süleyman DEMİREL tarafından ileri sürülmüştür doğru değildir, 12 Eylül günü sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, devam etmiş, herkes şaşkınlık yaşamış, bir hafta boyunca herhangi önemli bir olay olmamış ancak ardından olaylar tekrar başlamış ve altı ay kadar devam etmiştir. Olaylar ancak altı ay içerisinde kontrol altına alınabilmiştir dediği, SORULDU: 12 Eylül 1980 tarihinde ülke yönetimine el koyduktan sonra terör örgütü 12/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 mensuplarının tümünün adres ve kimlikleri bilinmiyordu. Daha sonra Milli İstihbarat Teşkilatı ve Jandarmanın beraber çalışması ile bunlar ortaya çıkarılarak yakalanmıştır dediği, SORU 7: 12 Eylül 1980 öncesi sıkıyönetim süresince anarşi ve teröre engel olmak için kasten tedbir alınmadığı, artan terör eylemleriyle askeri müdahaleye zemin hazırlandığı iddia edilmiştir. Bu bağlamda aynı amaçla çıkarıldığı, iddia edilen 19-26 Aralık 1978 Kahramanmaraş olayları için dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in " Bazı çevreler bizi ısrarla ve sistemli olarak sıkıyönetim ilanına zorluyorlardı. Kahramanmaraş olayları CHP'nin kurduğu hükümeti sıkıyönetime zorlamak isteyenlerin tahriklerinin sonucuydu. Nitekim zorlanmış olduk. Kahramanmaraş olaylarında hükümetin sorumluluğu olduğunu düşünemem. Bir hayli askeri birlikler yardıma çağrılmıştı. Fakat güvenliğin sağlanmasına doyurucu bir katkıları olmamıştı. Geniş ölçüde pasif kalmışlardı." (Kaynak: Donat, Yavuz Donat'ın Vitrininden l,s.281- Aktaran:Ankara Ünv.Türk İnkılap Tar.Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi: Anılarda 12 Eylül, Muslih İpekliler, Ankara 2010,s.71) diyerek orduyu suçladığı,Yine dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ise" Efendim sıkıyönetim ilan edilmiş, sıkıyönetim komutanlarına yetkiler verilmiş, hükümet olarak bizim yapacak bir şeyimiz yok ki. Askerler isteselerdi anarşi ve terörü önleyebilirlerdi, nitekim 12 Eylül günü bıçakla kesilir gibi kesildi. İdareye el koymaya kararlı oldukları için bilerek anarşinin üzerine gitmediler" (Kaynak: Evren, Evren'in Anıları l, s. 517- Aktaran:Ankara Ünv.Türk İnkılap Tar.Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi: Anılarda 12 Eylül, Muslih İpekliler, Ankara 2010,s.72) şeklinde Türk Silahlı Kuvvetlerini suçlamışlardır. Dönemin Genel Kurmay Başkanı olarak bu konularda ne diyorsunuz. Şüpheli beyanında:Kabul etmiyorum. Türk Silahlı Kuvvetlerine siyasiler tarafından atılmış bir iftiradır. Siyasilerin tabii ki, kabahati üzerlerine almaları sözkonusu olamaz. Türk silahlı Kuvvetlerinin insanların ölümünü bekleyip sonuçta bunu fırsat olarak değerlendirip yönetime el koyması düşünülemez. Bunu bizim vicdanımız kabul etmez. Bunu kesinlikle kabul etmiyorum. Ben halen eski Cumhurbaşkanı DEMİREL ile görüşürüm. Bu şekilde bana herhangi bir şey söylememektedir ayrıca Ecevit Başbakan iken kendisini ziyarete gittiğimde beni aşağıda kapıda karşılamıştır. Bu yönde bana herhangi bir şey söylememiştir ve görüşmelerimiz devam etmiştir. Bu iddia o zamanın şartlarına göre siyasiler tarafından söylenmiş sözlerdir, dediği, SORU 8: 12 Eylül 1980 öncesi Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün emekli olmasından sonra Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde CHP adayı Muhsin Batur'un 303 oy aldığı, bu sırada sizin TSK Komuta Heyeti olarak Güney Doğu'da bulunduğunuz, Cumhurbaşkanının seçilme ihtimalinden rahatsız olduğunuz, yanınızda bulunan İçişleri Bakanı Orhan Eren'in anlatımına göre; bir ara komuta heyeti olarak dışarı çıktığınız, sonra Org. Sedat Celasun'un gelerek 1 gün sonra Ankara'ya gideceğinizi söylediği, Orhan Eren'in endişeyi sezerek ne olduğunu sorması üzerine, Celasun paşanın baksanıza adamlar Cumhurbaşkanını seçiyorlar, demesi üzerine Orhan Eren'in "endişe etmeyin paşam seçemezler, 303'te olsa seçemezler" dediği anlaşılmıştır. (Gazeteci-Yazar Mehmet Ali Birant'm hazırlayıp sunduğu 12 Eylül Belgesel'inde Orhan Eren anlatmıştır.) Bu konuşmalardan da dönemin TSK komuta kademesi olarak sizlerin siyasi istikrarsızlığı darbe yapmak için bir fırsat olarak gördüğünüz, asıl amacın her halükarda darbe yapmak olduğu iddia edilmektedir. Bu konuda ne diyorsunuzŞüpheli beyanmda: Adı geçen Cumhurbaşkanı adayı Muhsin BATUR benim akademiden sınıf arkadaşımdır. Onun seçilmesinden bizim rahatsız olmamız mümkün değildir.Bir söz vardır "suç samur kürk olsa kimse giymez" bu şekilde bir olay olmamıştır. Orhan EREN'in bu şekilde bir söz söylediğini de hatırlamıyorum, dediği, SORU 9: 12 Eylül Askeri darbesiyle ilgili tarafınıza sorulan, " Ülkede 1970'ler boyunca her gün 50-100 insan sağ-sol çatışmasında ölürken neden darbe yapmak için 12 Eylül sabahını beklediniz" şeklindeki soru üzerine, "1970'lerin ortalarında halk henüz bir 13/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 askeri yönetim fikrine tam olarak hazır değildi. 1980 yılı sonbaharına kadar olayları izleyerek koşulların iyice olgunlaşmasını bekledik" şeklinde cevap verdiğiniz, keza dönemin Harb Akademileri Komutanı Bedrettin Demirel'in de benzer şekilde beyanda bulunduğu anlaşılmıştır. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından açıklamış olduğunuz 1 numaralı bildiride, harekatın amacını; "ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaş ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmak" olarak açıklıyorsunuz. Oysa size yöneltilen soruya verdiğiniz cevaba göre; darbe yapmaya çok önceden karar verdiğiniz, yapılacak askeri darbenin halkın gözünde meşru görülebilmesi için terör ve anarşi olaylarının üzerine TSK'nın komuta kademesi olarak bilerek gitmediğiniz, darbe için fırsat kolladığınız iddia edilmektedir. Bu konuda ne diyorsunuz.Şüpheli beyanında: Soru içerisindeki bana atfedilen sözler bana ait değildir. Böyle bir söz söylediğimi hatırlamıyorum. Harp Akademileri Komutanı Bedrettin DEMİREL'in de belirtilen şekilde bir söz söylediğini hatırlamıyorum. Uyarı mektubundan önce 1.Orduda Bedrettin DEMlREL bana yönetime el koymaktan başka çare kalmadığını söyledi. Ben kabul etmedim. Hatta daha sonra Genelkurmaya benim yanıma gelerek ülke yönetimine el koymaktan başka çare kalmadığını, birçok öğretim üyesinin de bu şekilde söylediğini bana aktardı bense bunun çocuk oyuncağı olmadığını söyleyerek düşüncesine katılmadığımı söyledim. İddia edildiği gibi yönetime el koymak için fırsat kollamış değiliz, dediği, SORU 10: 12 Eylül 1980 askeri darbesinden önce uluslararası konjonktüre bakıldığında, 28 Aralık 1979'da Afganistan'ın Rusya tarafından işgal edildiği, İran'da 15 Ocak 1979'da Amerika ve batı yanlısı Şah'ın devrilerek Humeyni'nin iktidara geldiği, bu gelişmeler sonucunda SSCB'ye karşı bölgede etkinliğini kaybetmekten korkan Amerika'nın, bölgede stratejik noktada bulunan Türkiye ile de 1974 Kıbrıs çıkarması nedeniyle uygulanan ekonomik ambargo ve Yunanistan'ın NATO'ya dönmesine izin vermemesi nedeniyle sorunlu olduğu, sivil hükümetlerle bu konulan çözemediği, 12 Eylül darbesinin yapıldığı gece ABD Başkanı Carter'ı arayan Dışişleri Bakanı Muskie'nin Carter'a " Mr President, Türk ordusunun komuta heyeti Ankara'da yönetime el koydu. Herhangi bir kaygıya gerek yok. Kimlerin müdahale etmesi gerekiyorsa onlar müdahale etti" şeklinde beyanda bulunduğu anlaşılmıştır. 11 Eylül 1980 günüde Hava Kuvvetleri komutanı Tahsin Şahinkaya'nın Amerika'dan döndüğü göz önünde bulundurulduğunda 12 Eylül asker darbesi Amerika'nın bilgisi ve desteğiyle mi yapılmıştır. Bu konuda ne diyorsunuz.Şüpheli beyanında: Müdahale kararı verdikten sonra Hava kuvvetleri Komutanı Tahsin ŞAHİNKAYA NATO Komutanı tarafından Amerika gezisi bulunduğunu, bunun daha önceden planlandığını söyleyerek "isterseniz ben gitmeyeyim" dedi. Ben de kendisine "Bu geziyi iptal edersek ne cevap vereceğiz, sen git ancak 11 Eylül günü geri dön" dedim. Yönetime 12 Eylül 1980 günü el koyma konusunda yaklaşık bir hafta kadar önce komite heyeti olarak karar vermiştik., "Dönme konusunda da bir bahane bulursun" diye söyledim. Bizim müdahale kararımızdan Amerika Birleşik Devletleri ve diğer ülkelerin bilgisi ve desteği yoktu. Ancak 12 Eylül günü ben Genelkurmayda iken saat tahminime göre 02.00 sıralarında Amerikan Yardım Kuruluşu JUSMAT 'm bulunduğu yere tanklar gitmiş, emir subayım bana sözkonusu yere tankların gitmesinden dolayı Amerikalıların sorduklarını söyledi ne diyelim dedi. Ben de zaten müdahaleye iki saat kaldığı için söyleyin "yönetime el koyuyoruz" dedim, durum bundan ibarettir, dediği, SORU 11: Yunanistan'ın 1967 Albaylar cuntasından sonra NATO'nun askeri kanadından ayrıldığı, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden yaklaşık bir ay sonra NATO Başkomutanı B.Rogers'ın, Yunanistan'ın Ege'deki komuta kontrol yetkisinin kaldırılması konusunda verdiği sözlü güvenceye dayalı olarak Yunanistan'ın NATO'ya dönmesine onay verdiğiniz anlaşılmış, Yunanistan'ın ise NATO'ya dönüşü sonrasında yazılı bir belge 14/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 bulunmaması nedeniyle anlaşmaya uymamasından Ege'deki komuta kontrol ve saha sorumlulukları çözümsüz kalmıştır. Türkiye'nin elindeki bu önemli siyasi koz bir iyi niyet göstergesi olarak Yunanistan lehine kullanılarak kaybedilmiştir. Türkiye yıllarca Yunanistan ile Ege'de sorun yaşamıştır. Darbe sonrası ABD ve bölgede etkin bulunan İngiltere gibi devletler 12 Eylül askeri darbesini olumlu karşılamıştır. Buna göre, darbe öncesi Yunanistan'ın NATO'ya dönüşü konusunda söz mü verilmiştir. Dolayısıyla 12 Eylül Askeri Darbesi ABD ve Avrupa devletlerinin desteği ve bilgisi dahilinde mi yapılmıştır.Şüpheli beyanında: Bu bana sürekli sorulmuştur. 12 Eylül öncesi NATO başta Başkomutan Rogers olmak üzere Türkiye'ye Yunanistan'ın NATO1 ya dönüşü konusunda yoğun şekilde baskı vardı. Hükümette zaman zaman bu konuları görüşmek üzere NATO'ya heyet gönderiyorddu bu heyet içerisinde o zamanki Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Haydar SALTIK'ta bulunuyordu. Hükümet Yunanistan'ın dönüşü konusunda NATO'ya bir takım şartlar ileri sürüyordu. Ancak NATO da bunu kabul etmiyordu. Yönetime el koyduktan sonra bu husustaki baskılar devam etti. NATO Başkomutanı Rogers "siz Yunanistan'ın NATO ya dönüşüne izin verin, ben Yunanistan'a sizin şartlarınızı kabul ettireceğim, onlardan söz aldık" dedi. Ben de kendisine güvenerek Yunanistan'ın NATO'ya dönüşüne onay verdim. Ancak biz onay verdikten sonra Yunanistan'da hükümet değişikliği oldu. iktidara Papandereu geldi. Bizim şartlarımızı kabul etmedi. Oysa bizim yazılı olarak Rogers7e vemiş olduğumuz şartları Yunanistan'ın imzalayacağı konusunda güvence verilmişti. Bizim burada yazılı bir güvence almadan Yunanistan'ın NATO' ya dönüşüne izin vermemiz bir hatadır dediği, SORU 12:Pişman mısınız. Şüpheli beyanında; Hiç pişman değilim. 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye'nin durumu şu an gözümün önüne geldiğinde hala tüylerim ürperiyor. Anarşi olayları sürekli artıyordu önce 5-10 kişi sonra artarak günlük 20 -30 ölüm olayları oluyordu. Ülkede eski bir başbakan olan Nihat ERİM, ismini hatırlamadığım bir emekli orgeneral ile emekli oramiral Kemal KAYAĞAN öldürülmüş olaylar giderek tırmanıyordu. Failler ise yakalanamıyordu. Dedi. Şüpheli Devamla, 12 Eylülden sonra Danışma Meclisi tarafından hazırlanan 1982 Anayasasının taslağında Cumhurbaşkanının iki kez seçilebileceği konusunda hüküm vardı. Ben "Cumhurbaşkanı ikinci kez seçilecek olursa tekrar seçilebilmek için iktidardaki partiye destek vermeye başlar", dedim ve bunun yanlış alacağını söyleyerek Cumhurbaşkanının ikinci kez seçilemeyeceği yönünde hükmü Anayasaya koydurttum. Yine Cumhurbaşkanlığı görev süremin dolmasına yakın rahmetli Turgut ÖZAL bana gelerek Anayasa değişikliği yapılarak Cumhurbaşkanının iki kez seçilebilmesi yönünde hüküm koymak istediklerini belirtti ancak ben kendisine daha önce Anayasa taslağında böyle bir hüküm vardı bunu o dönem kabul etmedim şimdi de doğru olmaz diyerek bu teklifi reddettim, dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesinde alınan savunmasında: (Sanık Ahmet Kenan EVREN yazılı olarak hazırlamış olduğu ve duruşmada okuduğu savunmasında;) Sayın Başkan; "12 Eylül Harekatı Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından "Emir ve Komuta" zinciri içinde yapılmış ihtilaldir. İhtilal, "Tarihi" bir olaydır. Tarihi olaylar yargılanamaz. 12 Eylül Harekatı, kurucu iktidar olma hareketidir. 12 Eylül Harekatının yapılış nedeni "Bir Numaralı Bildiri"yle büyük Türk Milletine açıklanmıştır. 12 Eylül Harekatını yapan Türk Silahlı Kuvvetlerinin üst komuta heyeti kurucu iktidar olarak Milli Güvenlik Konseyini oluşturmuştur. Milli Güvenlik Konseyi kurucu iktidar olarak Anayasal kanunları çıkarmış yeni 15/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Anayasal düzeni oluşturmaya başlamıştır. Kurucu meclisin oluşturulması yeni Anayasanın yapılması ve halkoyuyla yürürlüğe konulmasıyla yeni Anayasal düzen tamamlanmıştır. Ben kurucu iktidar olan Milli Güvenlik Konseyinin başkanı ve Devlet başkanıyım. Bu görevlerimiTürkiye Büyük Millet Meclisinin faaliyete geçtiği tarihe kadar sürdürdüm. Bu tarihten sonra Anayasa ile yedinci Cumhurbaşkanı olarak görevime devam ettim. Milli Güvenlik Konseyinin 1982 Anayasasıyla hükme bağlanmış tasarruflarının suç olduğunun iddia edilemeyeceğini herkes bilir. Benim ve silah arkadaşlarımın 12 Eylül 1980 tarihinde ve sonrasındaki tasarruflarımızdan dolayı yetkisini 1982 Anayasasından alan yargının suç isnat etme yargılama yetkisi bulunmamaktadır. Kurucu iktidar olmayı yani ihtilal yapmayı suç sayan bir kanun yoktur. Hukuken olması da mümkün değildir. Biz ihtilal yaptık. İhtilale teşebbüs etmedik. Herkesin ihtilal ile ihtilale teşebbüs etmeyi ayırması aynı şey olmadığını bilmesi gerekir. Ben sanık değilim. Ben 12 Eylül harekatını yapan Türk Silahlı Kuvvetlerinin Genel Kurmay Başkanıyım, Milli Güvenlik Konseyi başkanı ve Devlet başkanıyım. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yedinci Cumhurbaşkanıyım. Ben 12 Eylül harekatının hesabını büyük Türk Milletine verdim. Bundan sonra beni artık tarih yargılar. 12 Eylül harekatını herkessiyasi ve etik olarak istediği gibi değerlendirebilir. 12 Eylül ile ilgili beceriksiz siyasilerin söylediklerini 12 Eylül sonrası geçen yıllarda yaşananlar yalanlamaktadır. Demokrasinin işlediği yerde ihtilal olmaz. Siyasetçi becerisizliğini askere fatura edemez. Türk Silahlı Kuvvetleri iktidar olmanın meraklısı değildir. 12 Eylül 1980'den bugüne kadar 12 Eylül öncesinde yaşananların bir daha yaşanmaması bunu göstermektedir. Ülkenin o tarihteki ve öncesindeki durumunu büyük Türk Milleti bilmektedir. Büyük Türk Milleti o olaylara layık değildir. Biz o gün doğru olanı yaptık, bu günde olsaydı aynı şekilde ihtilali yapardık. Tabii ki adli yargı mensupları ve yüksek mahkeme görevini yapmaktadır. Yukarıda ki açıklamalarım nedeniyle söyleyeceklerim bundan ibarettir. Benim görevim onlara yardımcı olmaktır. Bu beyanı da bunun için yapmaktayım. Sanık olmadığımı yukarıda açıklamıştım. Bu nedenle bu beyanımın dışında başkaca bir beyanda bulunmayacağım. Mahkeme sorularınada cevap vermeyeceğim. Kusura bakmayın. Saygılarımla." dediği, Sanığa mahkeme tarafından sorulan, 1- 12 Eylül Askeri Darbesine A- Bireysel olarak bir darbe yapmanın gerektiğine ne zaman inandınız? B- Bu kararınızı kimlerle paylaştınız? Darbe yapılması yönündeki karara hangi tarihli toplantıda hangi komuta kademesi ile hangi komutanlarla karar verdiniz? C- Sizin dışınızda kalan yani emir komuta zinciri dışında ki TSK görevlilerince veya TSK dışında bir silahlı güç tarafından darbe yapılsa idi; buna o dönemde ki tepkiniz ne olurdu? D- Dosyaya da yansıdığı üzere sizin emrinizle ve Haydar Saltık tarafından 11 Eylül 1979 tarihinde bir çalışma grubu oluşturulmuş ve bu çalışma grubu tarafından daha sonra size bir rapor sunulmuştur. Haydar Saltık'ın çalışma grubuna sizin onayınız ile alınmış olan iki kurmay subayın kimlikleri nedir? Bu kurmay subaylar tarafından hazırlanan rapor nerede 16/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 muhafaza edilmektedir? Darbeye giden süreçte yapılan toplantı tutanakları ve alınan kararlara bugüne kadar Mahkememizce ulaşılamamıştır. (Bayrak Hareket Planı Dışında) Bu belgeler nerede saklanmaktadır? E- 12 Eylül Askeri Darbesinin planı olduğu iddia edilen Bayrak Planının yapılması görevini hangi tarihte ve hangi görevlilere verdiniz? 2- 12 Eylül Askeri Darbesinin yapılması ile birlikte önceden isimleri tespit edilen kişilerin bulundukları yerden toplanmaya başlandıkları dikkate alındığında; bu kişilerin listeleri ne şekilde oluşturulmuştur? Bunlar arasında suç işlediği iddia edilen kişilerin adresleri ve yerleri belli iken 12 Eylül 1980 öncesinde göz altı ve yakalama işlemlerinin yapılmamasının nedeni nedir? 3- Komuta kademesinde darbeyi daha önceden yapacaktık ancak olgunlaşmasını bekledik şeklinde gazetelere demeçler verildiği dosya kapsamından da anlaşılmaktadır. İddianamede anlatım olarak yer verilen 16 Mart İstanbul Üniversitesi, 1 Mayıs 1977 Taksim, Sivas, Çorum, Kahramanmaraş olaylarında bir çok aydın, yazar, gazeteci, öğretim üyesinin katledilmesinin toplumda darbe beklentisi yarattığı iddia edildiği de dikkate alındığında; bu olaylara göz yumulması söz konusumudur? Veya bu olayların niteliğine uygun müdaheleler yapılmışmıdır? 4- Yaptığınız bir çok konuşmada pek çok sivilin size gelerek neden yönetime el koymuyorsunuz dediğiniz kamu oyuna yansımıştır. Bu kapsamda sizinle bu şekilde konuşan ve bir nev'i sizi darbeye yönlendiren veya yaptıklarınızı onaylayan gazeteciler, iş adamları, siyasetçiler ile bürokratlar kimlerdir? Sanık; "benim 1.ciltte yazdığım 6.ciltlik Anılar Kitabının 1.cildini okursanız bunlar vardır. Bunları hatırlıyorum. Ama isimlerini bilmiyorum." dediği, 5- a) 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinin ardından verilen beyanatlarda çok kısa zamanda demokratik düzene geçişi sağlamanın amaç edinildiği ifade edildiğine göre; Askeri Mahkemeler tarafından verilen idam kararlarının onaylanmasını demokratik düzene geçiş sonrasında milletin tercihleri ile oluşacak Türkiye Büyük Millet Meclisine bırakmak yerine Milli Güvenlik Konseyi eli ile yerine getirmenizin sebebi nedir? b-) Kamu oyunda bilinen şekliyle ve katıldığınız bir televizyon programında "Adaletli olsun diye bir sağdan bir soldan astık" şeklinde bir cümle kurduğunuz iddia edilmektedir. Bu sözü söyledinizmi? Söyledi iseniz ne amaçla ve neden bu şekilde bir söz söylediniz? Adam asmak eylemi bu kadar basite indirgenebilirmi? Bu hususu açıklarmısınız? Sanık; "Söyledim. Taraf tutuyor demesinler diye Mahkemelerde sağda olanlar var solda olanlar var yalnız sağdakileri veripte onları idam ettirip ondan sonra solcuları bunu yapmasınlar dedim ve bir sağdan, bir soldan, bir sağdan, bir soldan bu suretle hiç bir tarafı tutmadığımız , bi taraf bir halde bulunduğumuzuve bu şekilde yaptığımızı anlatmak istedim." dediği, 6- 12 Eylül Askeri Darbesi yapıldıktan sonra göz altında ölümler yaşanmış, başta Diyarbakır ve Mamak Ceza Evlerinde işkence sonucu ölümler olmuştur. Bu olayların engellenmesi için bir çaba gösterdinizmi? Televizyona verdiğiniz bir demeçte iddianameye de alındığı üzere özellikle ceza evlerinde yapılan işkencelerle ilgili olarak suçu gardiyanların üzerine atmaktasınız. Buna karşılık müştekiler ile bu konuda dosyaya yansıyan kaynaklarda en büyük işkencecilerden biri olarak Mamak Askeri Ceza Evi İç Güvenlik Komutanı Raci Tetik gösterilmektedir. Keza diğer ceza evlerinde de ceza evi komutanlarının işkencede bizzat yer aldıkları ve işkenceye göz yumdukları iddia edilmektedir. Dolayısıyla rütbeli kişilerin bizzat işkenceyi yönlendiren kişiler olduğu iddiasına karşı beyanınız nedir? 7- 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinin yapılmasında ABD veya bir başka ülkenin bilgisi veya onayı varmıdır? 17/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 8- Askeri müdahale sonrasında yargı mensupları huzurunda Milli Güvenlik Konseyi üyeleri olarak yemin ettiniz. Darbeye meşruiyet kazandırmak adına kaleme alındığı iddia edilen bu yemin metni kim tarafından kaleme alınmıştır? Soruldu: Yukarıda iki soruya kısmi müdahelede bulundum. Bunun dışındaki sorulara bir cevabım olmayacaktır dediği, 1- Dosyada yer alan Bayrak Harekat Direktifi okunarak sanıktan soruldu: Ben şu an içeriğini hatırlamıyorum. BayrakHarekat Direktifini üzerinde de yazdığı üzere Necdet Üruğ hazırlamıştır. Ona bu talimat Genel Kurmay Başkanlığı Kurmay Başkanı olan Haydar Saltık tarafından verilmiştir. Haydar Saltık benim yerime pek çok belgeyi imzalayabilme yetkisine sahipti. Bu belge yönünden de gerekli imzayı o atmış olabilir. Kendisine bu yönde yetki verilmişti. dediği, 2- 27/12/1979 tarihli olarak Sayın Cumhurbaşkanına hitaplı bir sayfalık benim (sanığın imzasını) imzamı taşıyan mektup ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin Görüşü başlığını taşıyan iki sayfalık Uyarı Mektubu hakkında bilgi verilerek soruldu: Bizim verdiğimiz muhtıradır., dediği, Aynı belgeler konusunda sanıklardan Ali Tahsin Şahinkaya dan sorulduğunda, 1- Söz konusu belge Genel Kurmay Başkanlığınca hazırlanmıştır. Kuvvet komutanlıklarının bu belgenin hazırlanmasında bir dahili yoktur. dediği, 2- Belgeden haberdarım. O dönemde ki nazik durumu Cumhurbaşkanına bildirmek amacıyla hazırlanmış bir belgedir. Muhtıra Olarak değerlendirmiyorum ancak ülkenin durumunun Cumhurbaşkanına arz etme olarak değerlendiriyorum, dediği, Av. Hasan Ürel söz alarak; "efendim benim Sayın Evren'e sanık Kenan Evren'e sorularım olacak. Öncelikle şöyle başlayayım. Sayın Evren beni duyuyormusunuz? Şimdi efendim tabi 12 Eylül öncesinde ki anarşi ve terör tekrar etmeye gerek yok. Yani o günleri hepimiz yaşadık. Ben de o dönemlerde avukatlık yaptım. Her gün yüzlerce ve onlarca insan öldürüyordu. Artık gazete sayfalarında öldürülen insanların isimleri de değil sayıları yer alıyordu ve daha sonra tabi bu giderek arttı. Bu kez tabi gazetecileri, öğretim üyelerini, üniversite hocalarını, ve hatta bürokratları, milletvekillerini, bakanları ve hatta biliyorsunuz Başbakanları hedef aldı ve eski Başbakanlardan Nihat Erim öldürüldü. Ve bu arada biliyorsunuz Milliyet Gazetesi başyazarı gazeteci Abdi İpekçi öldürüldü ve sanıyorum siz o zaman Genel Kurmay Başkanı idiniz. Şimdi Abdi İpekçi'yi tanıyorsunuz. Abdi İpekçi ile ilgili verdiğiniz demeçler var. Dediniz ki; Üzüldüm. Abdi İpekçi olayı ile ilgili verdiğiniz demeçte basında yer alan demeçte üzüldüm dediniz. Ben bundan şunu çıkarıyorum. Abdi İpekçi'yi hepimiz biliyoruz. Abdi İpekçi diyalogtan yana uzlaşmadan yana ve 12 Eylül öncesinde ki giden bu karanlık döneme işaret etmiş yazılarıyla, makaleleriyle, röportajlarıyla buna işaret etmiş bir aydın ve ılımlı bir kişiliği var. Ve çok daha önemlisi diyalogtan yana. Yani siyasi partiler arasında, siyasal eğilimler arasında bir diyalog kurulması ve bu karanlık gidişin bu anarşi ve terör ortamının hep birlikte önlenmesi doğrultusunda adeta çığlık atmış bir yazar. İnanıyorum ki siz de onun görüşlerini o zaman okuyordunuz. Ve o görüşlere katılıyordunuz. Yoksa üzüldüm demezdiniz. Ve biliyorsunuz o gazeteci de terörün kurbanı oldu. Öldürüldü. Bununla kalmadı katili mahkum oldu. Mahkum olan katil Mehmet Ali Ağca Maltepe Askeri Ceza Evinden İstanbul da asker elbisesi giydirilerek kaçırıldı. Ve ondan sonra ki süreci de biliyorsunuz. Şimdi benim sorum şu; yani şunu kabul etmek lazım. Gayet tabii ortada bir anarşi ve terör vardı. Devlet otoritesi de zayıflamıştı. Yani olayları anlatmayayım. Yani Maraş olayları....şimdi sorum şu benim; Abdi İpekçi'nin öldürülmesine üzüldüğünüzü söylediniz. Nedir bu üzüntünüzün nedeni? Bunu sormak istiyorum. Öncelikle. Cevap vermek istermisiniz? Sanık; "Hayır efendim. Cevap yok dediği, Av. Hasan Ürel; "şöyle bir şey söylemek isterim. Yani dünden beri de böyle bir karar 18/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 alınmış. Cevap vermiyorsunuz. Ben avukatınız ile de konuştum. Cevap vermeme iradesine saygı duyarım. Böyle bir taktire de saygı duyarım. Fakat sorulan sorular içinde sizi tahkir eden ve hatta dava ile ilgisi olmayan sorular bulunması nedeniyle böyle bir karar almış olabilirsiniz. Fakat bu soruların hepsi böyle değil. Dikkat edersenizdün Mahkeme Heyetinin sorduğu sorular da dahil olmak üzere özellikle Mahkeme Heyetinin sorduğu sorular, sizin savunmanız açısından yararlı olabilecek sorular. Yani böyle bir ön karar alıp ben bu soruların hiç birine cevap vermeyeceğim şeklinde bir kararın savunmanıza yararlı olup olmayacağını bir kez daha gözden geçirmeniz gerekir diye düşünüyorum. Siz bir komutansınız. Strateji ve taktik biliyorsunuz. Savunma da bir stratejidir. Yani şimdi burada sizin lehinize olacak ve ben inanıyorum ki Abdi İpekçi ile ilgili sorulara cevap veresiniz bana. Ama böyle bir ilke kararı almışsınız. Ve diyorsunuz ki; ben hiç bir soruya cevap vermeyeceğim. Siz Abdi İpekçi'yi tanıyorsunuz ve ben inanıyorum ki görüşlerine yakınlık da duydunuz. Dolayısıyla isterseniz Mahkemeden süre alalım. Bir takrir'i müzakere yapın. Yani bazı sorulara cevap verilebilir. Bazı sorulara cevap verilmeyebilir. Yani bunu gözden geçirmenizde ne zarar var? Anlatabiliyormuyum yani ben 35 yıllık bir avukat olarak söylüyorum. Yani her soruya cevap vermek zorunda değilsiniz. Fakat kee'llen yekün bütün sorulara cevap vermeyeceğim şeklinde ki kararın savunma stratejisine uygun düşmediği inancındayım. İsterseniz Mahkeme ye talepte bulunayım ben. Bir süre alalım. Bir kere daha takrir'i müzakere yapın. Öyle sorular vardır ki cevap verirsiniz, öyle sorular vardır ki bu sorular sizi tahkir eden yada Mahkeme yada dava dosyası ile ilgisi olmayan sorulardır. Onlara da cevap vermezsiniz. Niçin böyle bir takrir'i müzakere yapmayı düşünürmüsünüz? Böyle bir takrir'i müzakere yapmayı düşünürmüsünüz? " Devamla, Av. Hasan Ürel söz alarak; "ne diyorsunuz Sayın Evren. Siz bir düşünün bunu. Siz komutansınız, devlet başkanlığı yaptınız. Benim sorduğum soruda lehinize olan bir şey varsa niye cevap vermeyesiniz? Lütfen bir düşünün. Bir kere daha soruyorum size." Devamla, Av. Hasan Ürel söz alarak; "Peki o zaman ben sorularıma devam edeyim. Yönetime el koyduktan sonra ölümünden üzüntü duyduğunuz Abdi İpekçi cinayetini soruşturma gereği duydunuzmu? " Sanık; "Cevap yok" dediği, Av. Hasan Ürel; "Katilin Kartal Maltepe Askeri Ceza Evinden asker elbisesi ile kaçırılması olayında İstanbul Sıkı Yönetim Komutanının yada Kartal Maltepe Askeri Ceza Evi yetkililerinin sorumlu olduğunu düşündünüzmü? Sanık; "Cevap yok" dediği, Av. Hasan Ürel; "İddianamede yer verilen ve sizin talimatınızla İstanbul Sıkı Yönetim ve 1.Ordu Komutanı Necdet Üruğ tarafından hazırlanıp uygulamaya konulan 1980 tarihli Bayrak Harekat Direktifinde yer alan darbe öncesi ortamın hazırlanmasında bu Abdi İpekçi cinayetinin bir katkısı olmuş olabilirmi? Sanık; "Cevap yok" dediği, Av. Hasan Ürel; "12 Eylül'ün hemen öncesinde bir çok aydını hedef alan bu cinayetlerin ülkenin kaos ve çatışmaya sürüklenerek yönetilmez hale getirilmesini isteyen güçler tarafından planlandığını düşünürmüsünüz? Böyle bir sonuca varılabilirmi? Toplumda yaygın bir güvensizlik duygusu yaratmışmıdır bu cinayetler? Bunlar demokrasinin askıya alınması için siyasi yada psikolojik bir ortamı olgunlaştırmış ve ordunun tek kurtarıcı olduğu fikrinin böylece yerleşmesi amaçlanmış olabilirmi? İpekçi cinayeti olayında bu cinayetin işlenmesi ve sonra katilin kaçırılması basit bir kaçırılma olayı olarak görülebilirmi sizce? Ne dersiniz? Sayın Evren beni duyuyorsunuz değilmi? 19/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Sanık; "Duyuyorum." dediği Av. Hasan Ürel; "Peki bu devlet içinde bir çete tarafından işlenmiş bir cinayet olduğunu düşünürmüsünüz? Bu Abdi İpekçi cinayetinin." Sanık; "Cevap yok efendim" dediği Av. Hasan Ürel; "Peki bir kaç soru da Doğan Öz ile ilgili sormak isterim. Biliyorsunuz Ankara C.savcısıdır Doğan Öz ve 1978 de ki siz yine o zaman Genel Kurmay Başkanı idiniz. Sanıyorum. Evinin önünde öldürüldü. Ankara C.savcısı ve bir iddianame hazırladığı sırada öldürüldü ve o dönemde dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'e de bir rapor vermişti. O rapor dosyanın içinde var. Orada çok açık bir biçimde diyor ki; "Demokrasiyi askıya almak isteyen güçler faaliyettedir ve Devletin içinde Özel Kuvvetler Komutanlığı ve Özel Harp Dairesi adına işlem gören yasa dışı unsurlar vardır. Ve 12 Eylül öncesinde ki bu anarşi ve terör ortamının yaratılmasında bu yasa dışı örgütlerin katkısı vardır. Bunlar sağ örgütlere de sol örgütlere de silah sağlayarak ülkede bir anarşi ortamı yaratmaya çabalamaktadırlar. Başarılı olmaktadırlar. " diyor. Böyle bir rapordan haberiniz varmı? Varmı efendim böyle bir rapordan haberiniz? Var veya yok deyin bunda bir şey yok ki. Evet Doğan Öz'ün öldürülmesinde bu Özel Harp Dairesi ve Özel Kuvvetler Komutanlığının bir katkısı olabilirmi? Başka bir şeyi daha sormak isterim. Devlet Başkanı olduğunuz dönemde bu cinayetlere karışan ve cinayetlerden mahkum olan pek çok hükümlü yada arama kararı bulunan insanlar vardı. Bunlardan bir ekibi söyleyeyim mi size. Abdullah Çatlı ve ekibi. Bunlar Ermeni terör örgütü Asala'ya karşı yapılan mücadelede kullanılmıştır diye iddialar var. Devletin menfaatlerini korumak adına bu tür çalışmalar için Milli Güvenlik Konseyinde bir görüşme oldumu? Bunun karşılığında ilgili kişilerin haklarında açılacak soruşturmalardan kurtulacağı yada hüküm verilenlerin infazının durdurulacağı doğrultusunda bir teminat verilmiş olabilirmi? Doğan Öz'ün katilliği suçlamasıyla yargılanan İbrahim Çiftçi hakkında Askeri Mahkemece Yerel Askeri Mahkeme dört kez idam kararı verdi. Fakat bu karar Askeri Yargıtay Daireler Kurulunca her seferinde bozuldu. Dosyanın içine sundum ben. Bir yazı var. Askeri Adalet İşleri Başkanı Hakim Tuğgeneral Fahrettin Kibritçioğlu yazmış. Sizin döneminizde yazılmış bir yazı. 1983 tarihinde ve Fahrettin Kibritçioğlu sanık avukatlarının kendisine gönderdikleri bir yazıyı bir üst yazı ile Askeri Yargıtay Başsavcılığına göndermiş. Böyle bir yazı gönderilmesi sizce usule uygunmu? Yani bir İdari makamın daha doğrusu Askeri Yargıtay Daireler Kurulunda dosya görüşülür iken Yargıtay Başsavcılığına böyle bir yazı gönderilmesi usule uygunmu? Değil. Yok. Cevap yok diyorsunuz. Sanık; "yok" dediği, Av. Hasan Ürel; "Böyle bir yazı askeri yetkili tarafından gönderilmiş ise; bu acaba Yargı makamı üzerinde etkili olmuş olabilirmi? Bütün yetkilerin askerlerde toplandığı öyle bir dönemde. Yani yönetime askerlerin el koyduğu öyle bir dönemde. Bir askeri yetkilinin Askeri Yargıtay Başsavcılığına böyle bir yazı yazması Mahkemeyi etkilemiş olabilirmi? Ayrıca gene Askeri Mahkemenin idam hükmünden sonra yine avukatlar tarafından Başbakan Bülent Ulusu'ya hitaben yazılan bir dilekçe Büyükelçi Üstün Dinçmen'e teslim edilmiş. Üstün Dinçmen de bunu gene Askeri Yargıtay'a iletmiş. Böyle bir usul varmı? Doğrumu ? Böyle bir usul ile gönderilen yazının Askeri Yargıtay üzerinde etkisi olmuşmudur? Sonuç olarak Doğan Öz'ün de öldürülmesinden önce işaret ettiği gibi gizli örgütlerin yönlendirmesi ile ve bu örgütlerin devlet aygıtını geniş ölçüde kendi amaçlarına uygun şekle dönüştürerek demokrasi dışı akımları iktidar yapmayı öngörmüş olabilirlermi? Bide efendim bir sorum var. Mustafa Asım Hayrullahoğlu ile ilgili. Mustafa Asım Hayrullahoğlu'nu tanımazsınız. Çünkü İstanbul da İstanbul Emniyetinde Gayrettepe de işkence sonucu ölmüş bir insan. Ben bunu şunun için söylüyorum. Bu ölüm olayı Yargıya intikal etmiş. Sanıklar polis sanıklar yargılanmış. Ölümde şöyle olmuş. Bu göz altına alınan kimse yani maktül Emniyet Müdürlüğünde ölmüş. Polisler bunu alıp askeri bir hastahaneye götürmüşler. Haydarpaşa Askeri Hastahanesine sanıyorum. 20/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Dosyada var. Orada doktora demişler ki bir rapor yaz. Şeker koması vardı falan diye. Doktor namuslu bir insan. Oturup demiş ki bana getirildiğinde ölü idi. Diye bir rapor var. Bununla da yetinmemiş. Bir ölü muayene tutanağı yapmış. O da dosyaya sundum. Gerçekten büyük yaralar bereler var üstünde. Yani bir insanın bir kaç gün içinde bir haftada bu hale getirilmesi nasıl olmuş. İnsan yani ölü muayene tutanağını okumak zor. Sizde bir insansınız. Babasınız. Şimdi şunu sormak isterim. Bu polisler yargılandılar. Mahkum oldular. İşkence ve fena muamele suçundan mahkum oldular. 12 şer yıl 13 er yıl hapis cezası aldılar. Askeri Yargıtay'a geldi dosya. Askeri Yargıtay dosyayı bozdu. Tamam buraya kadar normal. İstanbul da bu Yerel Mahkeme ilk kararı veren Yerel Mahkeme de ki görevli Hakimlerden Hakim Yüzbaşı Naci Gürkan ve Nuh Çetinkaya görevden alındı. Görev yerleri değiştirildi. Ve yeni oluşturulan heyet konuyu yeniden Adli Tıpa gönderdi. Adli Tıp eski raporunu yani işkence ve fena muamele raporunu değiştirdi. Ve işkence sonucu ölüp ölmediği kesin değildir diye muallak bir rapor verdi. Ve bütün bunlarda askeri yetkililerin güvenlik kuvvetlerinin şevkini kırmayalım. Şimdi siz bütün konuşmalarınızda buna yer verdiniz. Muş ta konuştunuz. Yani ben söylüyorum. Ben o dönemleri yaşadım. Ben avukattım o zaman. Yani daha yeni başlamış bir avukattım. Muş ta konuştunuz. Diyarbakır da konuştunuz. Bir çok yerde Balıkesir de konuştunuz. Dediniz ki güvenlik kuvvetlerinin şevkini kırmayalım. Acaba bu mahkumiyet kararı İstanbul da verilmiş bu mahkumiyet kararı güvenlik kuvvetlerinin tüm Türkiye de ki güvenlik kuvvetlerinin şevkini kırmasın diye Yargıtay tarafından askeri yetkililerin katkısıyla yada etkisiyle bozulmuş olabilirmi? Bilmiyorsunuz? " Sanık; "Cevap yok" dediği, Av. Hasan Ürel; "Size ulaşmamış olabilir. Ama benim sorum şu. Böyle bir şey düşünülemezmi? Bu hakimlerin değiştirilmesinde ve Adli Tıp raporunun değiştirilmesinde İstanbul Sıkı Yönetim Komutanı o dönemin İstanbul Sıkı Yönetim Komutanı Necdet Üruğ'un etkisi olabilirmi? Necdet Üruğ'un etkisi olabilirmi? Görevden alma yetkisi onun çünkü biliyorsunuz Sıkı Yönetim Mahkemelerinde ki Hakimleri görevden alma yetkisi Sıkı Yönetim Komutanınındır değilmi? Hakimleri kim görevden alabilir? Mahkemede ki Hakimi? Peki göz altı birimlerinde ve ceza evlerinde var olan işkence iddiaları konseyde konuşuldumu? Siz bu iddialar ile ilgili yetkili merciilerden soruşturma yapılması emrini verdinizmi? İşkence yapılmasıyla ilgili iddialarla ilgili soruşturma yapılması emrini verdinizmi? Görev yaptığınız dönemde gerek Emniyette sorgu sırasında ve gerek ise de; ceza evinde vuku bulan ölüm olayları nedeniyle ki söylendi sayısı epey fazla olan 191 civarında insanın ceza evinde ve Emniyette öldürüldüğü konusunda soruşturmalar var. Fakat bunlardan hemen hemen hiç mahkumiyet kararı çıkmamasının verilmemesini gene askeri yetkililerinin güvenlik kuvvetlerini koruma güdüsüne bağlamak mümkünmüdür? Av. Yücel Bulut söz alarak; " Milliyetçi Hareket Partisi vekili Av. Yücel Bulut.1 Ekim 1978 tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi Genel İdare Kurulu tarafından alınan bir karar üzerine;“Vatanın bütünlüğünü tehdit eden tehlikelere karşı Anayasa’daki esaslara uygun olarak Sıkıyönetim ilan edilmesi” yönünde kamuoyuna çağrı yapılmıştı. Sıkı Yönetim taleplerini içeren bu çağrı üzerine MHP yöneticileri hakkında Sıkı Yönetim Mahkemelerinde Askeri İhtilale Teşvik suçlaması ile dava açılmıştır.İddianamenin 58 ve 59. Sayfalarında geçen ifadelerden de Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit'in de sıkı yönetimin genişletilmesi ve anarşinin önlenmesi konusunda ki arayışlarına şahsınız tarafından olumsuz yanıt verildiği anlaşılmaktadır. Bu gün itibarıyla MHP'nin 01 Ekim 1978 tarihinde Anayasal çerçevede sıkı yönetim talep etmiş olmasını ve bu talepten dolayı Sıkı Yönetim Mahkemelerinde MHP Yöneticileri hakkında dava açılmasını nasıl yorumlamaktasınız? 30 Haziran 1979 tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezi ve aynı binada ki MİSK Eğitim Merkezine bombalı ve silahlı saldırı düzenlenmiş, bu saldırı esnasında Ali Alper Demir ve Ömer Yüce isimli iki partili hayatını kaybetmiştir. Bahçelievler Polis Karakoluna 50 mt mesafede ki MHP Genel 21/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Merkezinin bombalanması ve taranması olayına karıştıkları iddiasıyla 15 Emniyet görevlisi ve bir polis okulu öğrencisi tutuklanmıştır. Olay sonrasında başta CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit ve İç İşleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş olmak üzere bütün siyasiler kınama mesajı yayınlamış iken; şahsınız MHP'nin kınama mesajını "dinime dahl eden müslüman olsa" şeklinde değerlendirmiştir. 12 Eylül Askeri Müdahalesine giden süreçte yaşanan bu provakasyonlara tepki göstermekten imtina etme gerekçeniz nedir? Bu provakasyonları sizi iktidara taşıyacak sinsi bir planın yapı taşları olarak gördüğünüz için mi kınama gereği duymadınız? 12 Eylül Askeri Müdahalesi Bayrak Harekat Planı çerçevesinde gece saat 4'te başlamış ve de şahsınız tarafından ülke yönetimine el konulmuştur. Askeri müdahale bir plan çerçevesinde gece saat 4'te başlamış olmasına rağmen Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezi askeri müdahale başlamadan 3 saat önce özel oluşturulmuş timler tarafından basılmış ve aranmaya başlanmıştır. Milliyetçi Hareket Partisinin bulunduğu Ankara Bahçelievler semtinde 3.Cadde de tanklar görülmüş MHP Genel Merkezinin elektriklerinin kesilmesi sonrasında arama başlatılmıştır. Nitekim şahsınız tarafından göreve getirilmiş bulunan Sıkı Yönetim Komutanı Recep Ergun'da bu usulsüz arama işlemine ilişkin olarak 10 Ekim 1980 tarihine kadar Sıkı Yönetim Komutanlıklarının 1402 Sayılı Kanun gereği Siyasi Partiler hakkında soruşturma açma yetkisi yoktu. Askeri Savcı Nurettin Soyer'in MHP Genel Merkezinde araştırma yapması kanuna aykırıdır. "MHP'nin aranması sırasında Alparslan Türkeş'in kasasından çıkan belgeleri gördüğüm iddiası hilaf-ı hakikattır." şeklinde beyanda bulunmaktadır. Askeri müdahaleye saatler kala bir Askeri Savcının kendi insiyatifi ile bir Siyasi Parti Genel Merkezini basması ve arama başlatması ihtimal dışı olduğuna göre kendisine şahsınız tarafından verilmiş böyle bir emir varmıdır? Şahsınız böyle bir emir vermemiş ise; bu usulsüz ve yasa dışı arama faaliyetine ilişkin olarak her hangi bir soruşturma açılmasını talep ettiniz mi? Ya da bu konuda size intikal eden bir bilgi oldumu? Haydar Saltık Başkanlığında kurdurduğunuzu iddia ettiğiniz ekibin her hangi bir mensubu bu arama faaliyetlerine ilişkin bir emir yada talimat vermiş midir? Ya da arama faaliyetlerini yönlendirmiş midir? MHP hakkında soruşturma ve kovuşturma açılması konusunda Milli Güvenlik Konseyi nasıl bir karar alma süreci gerçekleştirmiştir? Milli Güvenlik Konseyinin MHP'ye soruşturma açılması konusunda olumsuz kanaate sahip yani soruşturma açılmasına karşı olan üyelerini sizin ikna ettiğiniz iddia edilmektedir. Bu iddia doğru mudur? Süreç nasıl ve ne şekilde işlemiştir? MGK'da MHP'ye soruşturma açılması konusunda görüş bildiren olmuş mudur? Varsa kimlerdir? Siyasi partilerin kapatılması konusunda yetkili ve görevli organlar mevcut iken; demokratik düzene geçiş sonrasında bu organlar eli ile gerek görülürse kapatma davalarının açılmasını beklemek yerine 52 nolu MGK kararı ile faaliyetleri durdurulmuş olan siyasi partileri kapatmanızın sebebi nedir? İddia edildiği gibi demokratik düzene geçiş sonrasında açılacak kapatma davalarında ileri sürülecek olan hususların askeri müdahalenizin meşruiyetini tartışmaya açacağı endişesi ile mi hareket ettiniz? Askeri müdahale sonrasında açılan MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasında MHP Genel Başkanı merhum Alparslan Türkeş'in ceza alması konusunda özellikle ısrarcı olduğunuz ve yargı organlarına bu konuda tavsiye ve telkinlerde bulunduğunuz zaman zaman dile getirilmektedir. Bu iddia doğru mudur? Askeri müdahalenin lideri ve bir süreliğine de olsa tek söz sahibi olarak askeri müdahalenin hemen sonrasında MHP ve mensupları hakkında sapık fikir sahipleri, şer cephesi gibi ithamlarda bulundunuz. Her fırsatta hesap vereceklerini duyurdunuz. MHP hakkında soruşturma devam eder iken; yapmış olduğunuz bu açıklamaların bağımsızlığı bu gün bile tartışmalı olan Sıkı Yönetim Mahkemelerini etki altına almak anlamına geleceğini düşünmediniz mi? Açık bir şekilde bazı siyasi kadroları hedef göstermeniz sonrasında bu siyasi kadrolar hakkında yapılan yargılamaların adil olduğuna inanıyor musunuz? 31 Mayıs 1990 tarihinde Milliyet Gazetesinde yayınlanan röportajınızda Bülent Ecevit hakkında ; " Biz onu Savcılığa verdik. Beraat etti. Yok tu zaten bir şey. Ama biz onu mahsustan verdik." şeklinde beyanlarınız yer almıştır. Darbe öncesinde ve sonrasında bu 22/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 şekilde mahsustan yaptığınız başka eylemleriniz varmıdır? 12 Eylül öncesi olaylara mahsustan mı seyirci kaldınız? Bir çok gencin idam kararını mahsustan mı onayladınız? Mahsustan mı işkenceleri görmezden geldiniz? Milliyet Gazetesi köşe yazarı Can Dündar; 12 Eylül 1980 İhtilali sonrasında Milli Güvenlik Konseyi kararı ile idam edilen Mustafa Pehlivanoğlu hakkında kaleme aldığı köşe yazısında; "Mustafa Pehlivanoğlu'nu yakalayan Polis Şefi Dürüst Oktay'a Pehlivanoğlu hakkında ki iddiaları ortak bir dostları aracılığıyla sorduğunu cevaben özetle; delilleri inceledikten sonra Mustafa Pehlivanoğlu'nun suçsuzluğuna ikna olduğunu, Sıkı Yönetim Savcısına bu çocuğu kurtaralım dediğini, Sıkı Yönetim Savcısının da kendisinin de çok uğraşmalarına rağmen güçlerinin yetmediğini söylediğini" ifade etmiştir. Yıllar sonra gelen bu ve buna benzer itiraflar idamlarını tastik ederek idamlarına sebep olduğunuz gençleri hatırlamanıza ve pişmanlık duymanıza neden olmakta mıdır? Tarafınızca da bilindiği gibi Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Gümrük ve Tekel Eski Bakanı Gün Sazak askeri müdahaleden kısa bir zaman önce 27 Mayıs 1980 tarihinde uğramış olduğu silahlı saldırı sonucunda hayatını kaybetmiştir. Tekel Eski Genel Müdürü Esat Güçyan; kamu oyuna mal olan beyanlarında "Gün Beyin koruması vardı. Fakat alınmıştı. Ben kendisiniziyarete gittiğimde hiç bir güvenlik görevlisi görmeyince rahatsız oldum. Bunu kendisine de ifade ettim. Gün Bey korumanın geri çekildiğini, ancak müdahale etmemi istedi. Ben buna rağmen Ankara Valisi Vecdi Gönül'e gidip Gün Beyin korumasının alındığını ve yerine kimsenin görevlendirilmediğini söyledim. Ve kendilerinden şahsi ilgilerini istirham ettim. Fakat o zaman Sıkı Yönetim var. Ve Ankara Sıkı Yönetim Komutanı Korgenaral Nihat Özer. Vecdi Bey korumayı Sıkı Yönetim Komutanının kaldırdığını, Vali olarak re'sen koruma veremeyeceğini, ancak partinin Sıkı Yönetim Komutanına resmi yazı yazarak koruma isteyebileceğini söyledi. Bu durumu Gün Bey'e aktardım. Allah'ın taktiri ne ise o olur. İnsanları bekçiler değil Allah korur dedi." şeklinde bildiklerini anlatmaktadır. Gün Sazak'ın uğramış olduğu silahlı saldırı sonucunda hayatını kaybetmesi üzerine korumasının geri çekilmesi yönünde tasarrufta bulunduğu iddia edilen Nihat Özer hakkında her hangi bir soruşturma açılmamasına gerek duymama sebebiniz nedir? Sıkı Yönetim idaresi altında ki bir şehirde eski bir bakanın evinin önünde saldırıya uğramış ve hayatını kaybetmiş olmasından dolayı her hangi bir sorumluluk hissetiniz mi? İhmali olanlar hakkında bir soruşturma açılması gayretiniz oldu mu? 29 Temmuz - 2 Eylül 1980 tarihleri arasında bir gazetede MHP hakkında sözde itirafları yayınlanan Ali Yurtaslan isimli şahsın sözde itiraflarına başlamadan önce bir aya yakın bir süre Güvercinlik te bulunan Ankara İl Jandarma Alay Komutanlığında misafir edildiği kendi ifadelerinden anlaşılmaktadır. İl Jandarma Alay Komutanlığı tarafından sağlanan himaye sonrasında basında sözde itiraflarını yayınlamaya başlamış ve ihtilalden bir ay önce yayınlanan bu itiraflar 12 Eylül İhtilali sonrasında MHP ve Ülkücü Kuruluşlar soruşturmasının dayanağını teşkil etmiştir. Ali Yurtarslan ise yurt dışına kaçırılmıştır. Aynı şekilde Ömer Tanlak isimli şahıs ta aynı gazetede sözde itiraflarını yayınladıktan sonra aynı şekilde yurt dışına kaçırılmıştır. Ömer Tanlak ta itirafları için önce polise başvurmuş, ancak polisin kendisiyle ilgilenmediği iddiasıyla Ankara İl Jandarma Alay Komutanlığı himayesinde bulunmuştur. Ömer Tanlak isimli şahsın sözde itirafları da MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davasının temel dayanağını teşkil etmiştir. MHP ve Ülkücü Kuruluşlar aleyhine sözde itiraflarda bulunan bu isimlerin askeri müdahale öncesinde Ankara İl Jandarma Alay Komutanlığı tarafından himaye edilmesi konusunda bilgi sahibimisiniz? Bu sözde itirafçılar darbeye meşru zemin oluşturmak amacıyla sizin emrinizde ki jandarma tarafından kullanılmış olabilir mi? Şayet böyle bir faydalanma söz konusu değil ise; sözde itirafları içerisinde kendilerinin de suça karıştıkları tespit edilen bu şahısların Ankara İl Jandarma Alay Komutanlığı tarafından yargı organlarına teslim edilmek yerine siyasi bir partinin basın organına teslim edilmesini ve yurt dışına çıkışlarını nasıl açıklamakta sınız? Bu konuda Ankara İl Jandarma Alay Komutanlığı yetkilileri hakkında her hangi bir yasal tahkikat yapılması girişiminiz oldumu? Kasım 1980 tarihinde göz altında bulunan 23/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 merhum Alparslan Türkeş şahsınıza yazdığı mektup ta; "yurdun bir çok yerinde mensuplarımıza ve göz altına alınan bazı kimselere işkence yapılarak bizleri suçlamaya matuf ifadeler alınmaya çalışılmaktadır. Özellikle Ankara ve Adana da işkencenin kesif olduğu ve ciğerlere hava pompalamaya kadar vardığı ifade edilmektedir. Bu gelecek nesiller tarafından unutulmayacaktır." ifadelerine yer vermiştir. Böyle bir mektubu hatırlıyor musunuz? Bu mektup üzerine her hangi bir tedbir aldınız mı? Her hangi bir soruşturma açtırdınız mı? Sayın Evren son sorumu yöneltiyorum. 12 Eylül askeri müdahalesi sonrasında yapmış olduğunuz bir çok açıklamada MHP ve mensuplarını sapıklıkla, sapık fikirlere sahip olmakla itham ettiniz. Bu gün yapılan yargılamanın dayanağını oluşturan iddianame de sizin lideri olduğunuz darbe yönetimi döneminde göz altına alınan insanlara tecavüz edildiği, bazılarının makatına cop sokulduğu, bir çoğunun vücuduna elektrik verildiği, bir çok savunmasız bayana yıllarca cinsel tacizde bulunulduğu ve sayılamayacak kadar çok işkence metodu uygulandığı ifade edilmektedir. Kaldı ki bu yönde yaşananlar kamu oyuna da mal olmuştur. Savunmanız esnasında 12 Eylül ile ilgili hükmü ancak tarih verecektir dediğinize göre; tüm bu insanlık dışı muameleler dikkate alındığında tarih sapık fikirlere sahip sıfatını kime verecektir? Bu konuda bir kanaatiniz varmı? Teşekkür ediyorum." Sanık sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği. Av. Fikret Babaoğlu söz alarak; "Sanık Ahmet Kenan Evren; dün bugün basına da yansıyan dün yaptığınız bir açıklamada savunmanızda daha doğrusu "Ülkeyi yönetemeyen beceriksiz siyasetçiler yüzünden darbe yapmak zorunda kaldık." dediniz. Siz ihtilal diyorsunuz gerçi biz ona faşist darbe diyoruz. Zorunda kaldık diyorsunuz. Siz bir siyasetçimisiniz? Bir siyaset eğitimi aldınızmı? Bir askermisiniz? Bu ülkeyi yönetemeyen beceriksiz siyasetçiler dediğiniz Demirel ve Ecevit sizden sonra Cumhurbaşkanı oldu, Başbakan oldu ülkeyi yıllarca yönetti. Ecevit de aynı şekilde. Bu argümanınız darbeye bir kılıf hazırlamak anlamına gelirmi sizce? Pekalada ülkeyi yönettiler beceriksiz dediğiniz siyasetçiler. Diyorsunuz ki; Sıkı Yönetim Komutanlıklarının yetkisini artırınca bir ay sonra darbeden bir ay sonra faşist darbeden bir ay sonra eylemler azaldı ve keslldi diyorsunuz. Örneğin; Maraş Sıkı Yönetim Komutan yardımcılığında Yusuf Haznedaroğlu diye bir Tuğgeneral vardı. Sanırım Bayrak Harekat Planından o da haberdardı. İddianame de ki bilgilere göre gelen delillere göre. Bu işkence hanede onun Maraşta kurduğu işkence hanede ben bizzat mağdur olarak bulundum. 11 ay kaldım o işkence hanede aynı zamanda. Benim yanımda dört arkadaşım öldürüldü. Burada size basına yansıyan fotoğrafları gösterebilirim. Bilmiyorum kamera size bunları yakın gösteremiyor. Mehmet Ceren, Fehmi Özarslan, Ali Ekber Yürek , Cennet Değirmenci. Bu işkence hanelerde öldü. Bu benim verdiğim dört isim. Yedi kişi öldü. Üç yıl içinde bu işkence hanede. Bunların dördü benim yanımda öldü. 11 ay göz altında kaldım. Bazı arkadaşlarımız 90 gün göz altı süresi diyordu. Siz bilirsiniz 90+90 dı 180 güne bir dönem çıkarmıştınız. Değilmi göz altı süresini. Hatırlıyormusunuz? Bu gün gençlere çok şey geliyor bilimkurgu gibi geliyor ama 180 gün idi. Maraş Sıkı Yönetim Komutan Yardımcısı sizin emrinizde ki bir paşa diyor ki basına yansıyan demecinde; kırbaçlı paşa diyorlar aynı zamanda. "Üç yılda 7 kişi ölmüş çokmu?" diyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu konuda bu kırbaçlı paşayı faşist paşayı arayıp "yahu Yusuf yapma dünya kamu oyuna rezil oluyoruz. Bu kadar da ileri gitme" gibi bir şey söyledinizmi hiç? Peki; memleket sahipsizdi anarşi vardı, terör vardı, partiler birbirine düşmüştü, parlamento görevini yapamıyordu, sağ sol terör birbirine düşmüştü. Devlet içerisinde ki Pol-Bir, Pol-Der diye bir ayrılmışlardı. Bu yüzden yönetime el koyduk diyorsunuz. Türk Milleti adına yönetime el koyduk diyorsunuz ve gelir gelmezde aydınları tutukladınız, hadi solcuları, sağcıları, politika yapanları saymıyorum. Profesörleri görevlerinden aldınız, sendikaları kapattınız, dernekleri kapattınız, partileri kapattınız, hiç kimseyi beğenmediniz. Bu memleketi en çok sevme tekelini nereden alıyorsunuz?Siz nasıl oluyor da bu memleketi en çok sevme tekeli elinizde oluyor? Nereden alıyorsunuz bu yetkiyi? Eğitiminizden mi? Yoksa silahlı gücünüzden mi 24/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 alıyorsunuz? Buna cevap verebilir misiniz? Bir MGK toplantısında darbeden önce Demirel size demiş ki; "benden takrir'i sükun kanunu istemeyin. İstiklal Mahkemesi istemeyin. Tunceli Kanunu istemeyin. Başka ne isterseniz vereyim. Para derseniz para, yetki derseniz yetki vereyim" demiş. Bu doğrumu? Böyle bir şey istediniz mi? Dönemin Başbakanından? Bir takrir'i sükun kanunu istediniz mi? 1925 lerde uygulanan kanuna benzer, gerçi buna benzer bir ihtiyacınız kalmadı. Ülke yönetimine tümden el koydunuz. Takrir'i Sükun Kanunundan çok daha acı şeyler yaşattınız bu ülkeye."Bir yandan suret'i haktan görünüp aşırı Atatürkçü aşırı laik görünürdünüz, bir yandan Fethullah Gülen'e yakalama emri çıkarmıştınız, 1980 li yıllarda, ama bir yandan da; Güneydoğuda özellikle bugün meyvelerini veriyor Güneydoğu illerinde Fethullah Gülen cemaatinin adamları aracılığıyla orada ki din adamlarını eğittiniz ve medreseden gelen oranın geleneksel hocalarını sürdürdüğünüz ve yerine Fethullah Gülen cemaatinin eğittiği adamları din hocalarını atadığınız ki bu gün ki iktidar da bundan çok memnun Güneydoğuda bu tür şeylerle Güneydoğu yu yönetmek istiyor. Bu tür argümanlar ile yönetmek istiyor. Böyle bir cemaat adamlarının din adamlarını Güneydoğu da eğitmesinin önünü açtınız mı? Fırsat verdiniz mi? Bundan haberiniz var mı? Şimdi hep diyorsunuz ki; toplumun desteği arkamızdaydı. Darbe yaptık diyorsunuz. Toplumun bir kesimin desteği arkamızdaydı diyorsunuz. Evet bir kesiminin desteği arkanızda olabilir. Çünkü 1915 Ermeni soykırımında da, 1926 da Trakya da Yahudilerin teşhir edilmesinde, 1955 de Rumların teşhir edilmesinde de toplumun bir kesimi suç ortaklığı yaptı devletle, sizin darbenizde de suç ortaklığı yapmış olabilirler. Ve yaptılar. Birazdan onları da açıklayacağız. Bu konuda bir düşünceniz var mı? Yine Anayasa ya 1982 Anayasasına din derslerinin zorunlu olması talimatını çeşitli cemaatlerin baskısıyla, çeşitli cemaatler ile yaptığınız pazarlıklar sonucu koyduğunuz yazıldı çizildi. Suudi Arabistan kökenli Rabıta'ül İslam örgütünün yurt dışında ki Türkiye li din hocalarının parasını ödediğini ve ödemesi için imza attığınız yazıldı, çizildi. Ve buna ödül olarak da bu gün hala Türkiye de 32 yıldır tartışılan din dersi zorunlumu olsun iradi mi olsun Türkiye de farklı inanç toplumları ayrı din eğitimi alabilsin mi? Bunlar hala tartışılıyor. Sizin yasaya koyduğunuz bu cendere yüzünden. Bu konuda ne diyeceksiniz? Rabıta'il İslam örgütünün verdiği paralardan dolayı bir din dersine şey Anayasa ya din derslerini zorunlu kılmak adına bir taviz verdiniz mi? Diyarbakır da yaptığınız bir toplantıda o dönem orada savcı olan ve toplantıya katılan Ümit Kardaş da var bu toplantıda. Burada kanun manun olmayacak, burayı dümdüz edeceğiz. Dediniz mi? Arkasından Diyarbakır da Türkçe konuş çok konuş yazıları asıldı. Diyarbakır Ceza Evinde. Ve Türkçe bilmeyenler görüş yerlerinde dayaktan işkenceden geçirildi. Diğer işkenceleri saymıyorum. Arkadaşlarım birazdan onlara değinecek. Ve bu baskılara direnen okul arkadaşım Kemal Pir de orada canını verdi. Onurluca. Sizin yaptığınız bu darbe yüzünden. Onlardan bir özür borcunuz var mı? Özür dileyecek misiniz? Kötü bir miras bıraktınız. Balyoz darbecileri geçenlerde ceza aldılar. Dosyaları Yargıtay da. Dün zaten kastettiğiniz şey yaptığınız savunmanızda; "Biz teşebbüs etmedik. Biz yaptık başardık." dediniz. Her halde Balyozcuları kastettiniz. Onlar beceriksizler beceremediler. Teşebbüs ettiler. Ceza aldılar. Biz almayacağız gibi mi düşünüyorsunuz? Balyoz darbecileri diyorlar ki; "biz 12 Eylül darbe planını aynen aldık uygulayacaktık. 200.000 kişiyi stadyuma toplayacaktık. Şimdi iyi bir miras bıraktığınızı düşünüyor musunuz? Sarıkız, Ayışığı, Eldiven darbe planları hepsi sizi örnek aldı. İyi bir miras bıraktığınızı düşünüyor musunuz topluma? Ayıp etmediniz mi? Bu topluma. Vicdanınız sızlıyor mu? Dün biz teşebbüs etmedik ihtilal yaptık dediniz. Bizi tarih yargılar, Mahkeme yargılayamaz biz tarihe mal olduk dediniz. Evet tarih önünde yargılanıyorsunuz. Bunda bir şüphe yok. Size dün methiye düzen basın, medya bugün yok. Fahri doktora ünvanı veren üniversiteler bugün arkanızda değil. Önünüzde yağcılık için deve kesmeye kalkanları engellemiştiniz. Siz biraz deve kesilmesine karşı vicdanlısınız. İşkence ölümlerinde işkencede ölen insanlara o vicdanı göstermediniz. Ama önünüzde deve kesilirken müdahale etmiştiniz. Ben hatırlıyorum. Deve kesmeye kalkan iş adamlarına. İş adamları bu gün arkanızda yok. Böyle bir tarih önünde 25/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 yargılanmaktan memnun musunuz? İşte tarih önünde yargılanıyorsunuz. Tarih sizi yargılıyor. Deveye gösterdiğiniz vicdanı, işkencede ölen insanlara göstermediniz. Kurucu iktidarım diyorsunuz. Yaptığınız Anayasa kurucu Anayasa yı kurduk diyorsunuz. Ülke bununla yönetiliyor diyorsunuz. Hiç kimse memnun olmadı kurduğunuz Anayasadan. 112 kere değişti bugün. Bu argümanınız da yanlış çıktı. 112 kere değişti. Bugün de toptan değişmek üzere. Parlamentoda tartışılıyor. Diyorsunuz ki iç hizmet kanununun 35.maddesine göre yönetime el koyduk. İddianame savcısı da diyor ki; kanunlar Anayasadan üstün değildir. Seçilmiş parlamentoyu darbe ile deviremezsiniz. Bu diyor darbeciler aynen söylüyorum iddianamede kini. Sanıkların hukuka aykırılıklarına bir kılıf bulmak amacıyla kullandıkları bir argümandır diyor. 35. Madde. Siz kara avcılığı kanununun 36.maddesine göre yönetime el koysaydınız bir şey farkedermiydi?35.maddeyi niye bahane ediyorsunuz? Son bir soru soracağım efendim. Hiç değil ise bu soruma yanıt vermenizi istiyorum. Aydınları sevmezdiniz. Ne yapıyım böyle aydını derdiniz. Aziz Nesin'e vatan haini dediniz. Mahkeme oldunuz karşılıklı. Birbirinize davalar açtınız. Sonra resme başladınız. Resim yapınca biraz sanat dünyasına girdiniz o zaman aydınları sevme duygusu oluştumu sizde? Birincisi bu; ikincisi Mustafa Kamil Zorki isimli bir yazar Aziz Nesin olduğu söylendi. Bu mahlasla yazdı. Netekim isimli bir kitap yazdı. Burada sizi hicv ediyor. Bu kitabı size göndermemi istermisiniz? Hasta yatağınızda hiç değilse bir edebiyat bir şeyle donanabilirsiniz. Hiç değilse buna bir cevap verin. Bu kitapta güzel hikayeler var. Mesela bir tanesini söyleyeyim. Bu kitap ta ki hikayelerden birini. Siz Korede iken siz Kore gazisisiniz değilmi? Siz Korede iken bu kitapa göre Nazım Hikmet'in Barış şiirleri atılmış. Sizin bulunduğunuz karargaha. Sizde bu şiir kağıtlarını uçak yapıp düşmana atmışsınız. Böyle de bir espiri var Av. Aydın Erdoğan söz alarak;"Sayın Başkan Sayın Üyeler. Ben Av. Aydın Erdoğan. Müvekkillerim Ahmet Cihan ve Hüseyin Doğan adına şu anda salonda bulunan Hüseyin Doğan adına Sayın sanık Kenan Evren'e sorularımı yöneltmek istiyorum. Bu Sayın sözü de nihayet bizim memlekette açıldı. Bir sanığa da sayın diyebiliriz. Kenan Evren de bir sanık. O na da sayın diyoruz. Sayın Evren; siz açık sözlü bir insan olarak tanındınız. Doğrumudur bu? Değil mi? Sıkça görev yaptığınız sürede Konsey Başkanı olarak, Devlet Başkanı olarak, Cumhurbaşkanı olarak kamu oyu önüne çıktınız. Konuşuyordunuz. Doğru mudur? Sayın Evren beni duyabiliyormusunuz? Yani bunu gözlerinizle bile işaret etseniz. Anlarız. " Sanık; "duyuyorum" Av. Aydın Erdoğan; "sonra emekli olduktan sonra Cumhurbaşkanlığı görevinden sonra da sıkça kamu oyuyla görüş alış verişinde bulundunuz. Dolayısıyla kamu oyu bu dava aşamasında da sizin konuşmanızı bekliyor. Bizler bu davayı yürüten avukatlar, müvekkillerimiz, 75 milyon halk bu davada sizin ne söylediğinizi çok merak ediyor. Konuşmak istemiyor musunuz? Buna çok ihtiyaç var. Şimdi tabi saygı duyuyorum. Yani konuşmamak gibi bir hakkınız var ama; bir şeyi hatırlatmak istiyorum. 6 Haziran 2011 gününü hatırlıyor musunuz? 6 Haziran 2011; o gün Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Vekiline ifade vermişsiniz. Hem de detaylı. Doğru mudur? Hatırlamıyor musunuz? Bence sizin hafızanız çok canlı. Hatırlayabilirsiniz. Yani zekanız da hiç böyle eskimemiş, yani hiç yıpranmamış gibi görünüyor. Yani mimiklerinizden anlıyorum ben bunu. Sayın Evren orada Türkiye Cumhuriyeti Devleti Mahkemelerinin yetkilerini kabul etmişsiniz. Orada Cumhuriyetin bir savcısı size ifade almış. Doğru mudur? Sizde avukatınızın huzurunda yani müdafinizin huzurunda özgür iradeniz ile beyanda bulunmuşsunuz. Bu doğru mudur? Bu beyan sizin midir? Yazıyor. Bakın Ahmet Kenan Evren , müdafi Av. Ömer Nihat Özgün, Ankara Barosu 7067 sicil. Av. Haydar Kancıoğlu, Ankara Barosu 15132 sicil. Baba ve Ana adı Hayrullah, Naciye. Doğum yeri ve tarihi Alaşehir 01/01/1334. Bu ifade size mi aittir? Bununla ilgili bir şey söylemek istemez misiniz? Şimdi savunma hakkı bakımından tabi ki kutsaldır. Susabilirsiniz. Bu hakkınız. Mahkeme de zaten size hatırlattı bunu. Orada da sayın 26/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 savcı size hatırlatmış ve yetkileri kabul etmişsiniz. Şimdi yetkileri orada kabul ettikten sonra burada kabul etmemenin bir kıymeti yok. Sizce olabilir mi hani bir Mahkemenin yetkisini kabul ediyorsunuz, sonra da diyorsunuz ki benim yaptığım Anayasa uyarınca sizin beni yargılama yetkiniz yoktur diyorsunuz. Burada bir çelişki olmuyor mu sizce? Yani Mahkemenin savcısı yetkili, heyeti yetkisiz. Olabilir mi? Bence bir şey söylemelisiniz. Konsey olarak kendinize bir sürü yetkiler çıkardınız. Hem yetkili, hem yetkisiz olabilir miydiniz siz? Bir tuhaflık var bence bu işte bu sizin zekanıza aykırı Sayın Evren. Şimdi tabi konuşsaydınız Mahkemeye yardımcı olsaydınız bu davayı tarih yargılayacaktır dediniz. Yani bizi tarih yargılayacak diyorsunuz. Ama tarihin bakın gardiyanı, mübaşiri, zabıt katibi, yargıç heyeti yok ki. Onu bazı yazarlar kendi meşrebine göre yayınlıyor. Yazıyor. Bazıları da kendi meşrebine göre eleştiriyor. Bazıları tasvip ediyor, bazıları eleştiriyor. Netekim bu sözü seversiniz siz. Evet netekim bir takım Anayasa Profesörleri sizin yaptığınız şeylerin meşru olduğunu söyledi. Doğru mudur? Bir kısım Ceza Hukukçuları da yargılanamazsınız dediler. Ama yargılama beşeri bir şeydir. İnsanlara ve bu dünyaya aittir. Onu da savcılar ve yargıçlar yapar. Orada bizim gibi bazen kazara sizin darbenizden sağ kurtulmuş olanlar avukat olarak çıkar ve tarihin sorularını sormaya çalışırlar. Kendi derdimizi söyleyecek değiliz. Bana pasaport vermediniz. Olsaydı verse idiniz avukat olmazdım. Yurt dışına gider hoca olurdum. Gidemedim. Ama iyi ki vermemişsiniz. Bu keyfi tarihin bu güzelliğini yaşayamazdım o zaman. Sayın Evren; benim müvekkillerimden Ahmet Cihan salonda. Kamera gösterebilir ise Ahmet Cihan lütfen ayağa kalkarmısınız. Kamera Ahmet Cihan'ı göstersin Sayın Evren. Sayın Evren Ahmet Cihan elimde resmi bulunan Süleyman Cihan'ın küçük kardeşidir. Kamera lütfen Sayın Evren'e gösterir misiniz. Nasıl, Süleyman Cihan'ın bu fotoğrafını algılayabildiniz mi? Sayın Evren. Gencecik, gencecik bir delikanlı. Tabi ki o günlerde tanışıklığınız yoktu. 81 in Temmuzundan sonra da asla bir tanışma şansınız olamazdı. Tanışamazdınız yani Süleyman Cihanla. Kamera lütfen bu fotoğrafı da gösterirmisiniz Sayın Evren'e bunlar dosyada var. Kamera lütfen şu fotoğrafı da gösterir misiniz? Sayın Evren görebiliyor musunuz? Elleri kelepçeli. Yerde kanlar içinde yatan gencecik bir beden bu. Sizin evlatlarınız varmıy dı? Sayın Evren. Sayın Evren evlatlarınız, torunlarınız var mı? Var olduklarını biliyoruz. Torunlarınız kaç yaşındadır Sayın Evren? Ağa Cihan. Onu hatırlıyor musunuz? Bir baba Süleyman Cihan'ın babası. Size 21/09/1981 de bir dilekçe vermiş. 21/09/1981 neyi ifade ediyor 1981? Darbeden kaç ay sonra? Aradan çok zaman geçmemiş. Bir seneden biraz fazla. Bir sene tamı tamına 9 gün sonra. Niye vermiş dilekçeyi acaba? Merak ettiniz mi? Biraz merakınızı uyandırmak istiyorum. Yani şimdi tabi merakınızı uyandırmak istiyorum. Acaba Ağa Cihan size niye dilekçe vermiş olabilir? Ağa Cihan'ın oğlu Süleyman Cihan Edirne den İstanbul'a gelirken bineceği otobüs tespit edilmiş, oturduğu koltuk tespit edilmiş, kimliği bilinerek otobüsten indirilerek göz altına alınmış. Sayın Evren; sizin döneminizde uçan kuştan haberiniz olurdu. Doğru mu? Yani 12 Eylül den sonra bu beceriksiz siyasetçiler yönetemiyorlardı ya memlekette ne olup bittiğini de bilmiyorlardı. Bir tek siz biliyordunuz her şeyi. Siz her şeyi asayişi kontrol altına aldınız mı? Sayın Evren. Rakamlara bakılırsa sizin bu anılarınızda bu anılar kimin? Bu fotoğraf sizin midir? Yayınladığınız şu kitap 12 Eylülü tanıtmak için. Hatırlıyor musunuz? Sizin önsözünüz ile yayınlanmış. Hatırlıyor musunuz? Buralarda söylediklerinize bakılırsa asayişi kontrol altına almışsınız. Doğru mudur bu söylediğiniz? Sayın Evren. Doğru mudur? Doğru mu söylüyorsunuz? Sayın Evren yada siz kontrol altına aldık diyorsunuz. Söyledikleriniz doğru mudur? Ben sizin söylediklerinizi tekrarladığım için yani kendime gibi söylüyorum ama aslında sizin söylediklerinizin doğru olup olmadığını sormak istiyorum. Doğru mudur? Peki efendim. İşte Süleyman Cihan 29 Temmuz da göz altına alınmış ve aynı günün gecesi elimde ki şu tutanaktan anlaşıldığına göre Kadıköy de az önce fotoğrafını gördüğünüz şekilde sabahleyin yerde yatar vaziyette ölü bulunmuş. Bir tutanak düzenlenmiş yer göstermeye götürdük kendini camdan attı diye. Sonra soruşturma yapılmış. Soruşturmanın detaylarını söylemeyeceğim. Üstü ört bas edilmiş 27/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 geçilmiş. Ama burada adı Süleyman Cihan diye belli iken Emniyetin yazışmalarında adı Süleyman Cihan diye yazılı iken. Götürülmüş, zindan karası mezarlığına kimliği meçhul olarak defnedilmiş. Sayın Evren kimliği meçhul olarak defnedilmiş. Bilinen bir insan. Fotoğrafıyla , kimliğiyle her şeyiyle. Annesi babasının adıyla hiç kimse değilse bile o zaman kardeşi Ahmet Cihan da sizin zindanlarınızda İstanbul da tutuklu. Söylenmemiş. Sizin hiç bir yakınınız bu şekilde kayıp oldu mu? Sayın Evren. Peki Süleyman Cihan gibi başkaları kayıp oldu mu? Mesela dün adı geçti. Hatırlıyor musunuz? Arkadaşlarım soracak o yüzden onlara çok girmiyorum. İşte Sayın Evren biliyorsunuz bizde asayiş sorumluluk konusunda söylenmiş sözler vardır. Bunları hatırlarsınız. Bir yönetimin yetki ve sorumluluğu altında kırılan camın hesabı sorulur. Kimden? İktidardan. Dicle kıyısında kayıp olan kuzunun hesabı hükümetten sorulmaz mı? Sizce. Ey hükümet benim kuzum kayıp oldu. Hırsızı bul denmez mi? Bu çok bilindiktir. Bunlar size birşey hatırlatmıyor mu? Sorumluluk. Yani Süleyman Demirel beceriksizdi, Ecevit beceriksizdi. Tamam siz annelerin babaların evlatlarını öldürüp emrinizde ki güvenlik kuvvetleri vasıtasıyla öldürüp kimliği belirsiz olarak gömmek için mi sorumluluk aldınız? Bunların can ve mal güvenliği, hele hele sağ yakalandıktan sonra can güvenlikleri sizin sorumluluğunuz da değilmiy di? Sayın Evren. Sayın Evren bir şey söylemek istiyorsunuz galiba. Söylemek istemiyor musunuz? Peki. Sayın Başkanım tabi bizim alışkın olduğumuz bir düzen var. Bizim kongrelerde yönetimi elinde bulunduranlar biraz konuşulduktan sonra bir yeterlilik yönergesi verirler. Ama Sayın Mahkeme de bunun mümkün olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla izninizle ben sorularımı bitirmek istiyorum. Kimsenin söz hakkını kısıtlamak için söz istemedim ben. Sadece birinci sıradan söz almak istedim. Sayın Yargıcım. Şimdi Sayın Evren Süleyman Cihan ile ilgili bir doktor raporu var. Adli Tıp raporu. Bu raporu da bilginize sunmak istiyorum. Bu rapora göre bir Adli Tıp Uzmanı şöyle söylüyor. Şöyle söylüyor. Süleyman Cihan diyor mevcut Adli Tıp bulgularına göre yani o gün sizden bu tür cinayetlerinizi atlayan Şemsi Gök'ün bütün karartmalarına rağmen 30 yıl sonra 31 yıl sonra diyor ki; "bu Süleyman Cihan'ın öldürülmesi olayında olay yeri bulgularına göre Süleyman Cihan öldürüldükten sonra 6.kattan atılmıştır." Bu olayda rol alan ekibin başında Mehmet Ağar var. Mehmet Ağar ismini hatırladınız mı? Sonra ki dönemlerde görevler tevdi ettiniz mi? Evet bu konu ile ilgili sorularımı bitiriyorum. Sayın Evren; siz Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir Teğmeni olarak göreve başladınız. Çeşitli kademelerde görev yaptınız. Bunların içinde Özel Harp Dairesi varmıydı? Özel Harp Dairesinde görev yaptınız mı? Özel Harbin taktikleri arasında halk arasında kargaşa çıkarma taktikleri, Nato standartlarına göre husumet yaratma taktikleri üzerinde çalıştınız mı? Sayın Evren. Sayın Evren Nato dan taktirnameler aldınız mı? Kars ta Ecevit'e bir siyasi partinin ilçe başkanın Özel Harp dairesi görevlisi olduğunu söylediniz mi? Böyle bir şeyi hatırlamıyor musunuz? Peki; Sayın Evren Amerikanın Natonun Sovyetler Birliğinin Yeşil Kuşak projesi ile kuşatma projesi diye bir şey biliyor musunuz? Bu ne anlama geliyor? Sayın Evren. Ama beni duyuyorsunuz değil mi? Bana bir işaret verin. Çünkü soru sormaya devam etmem için bunu bilmem lazım. Yani sizin beni algıladığınızı bilmem lazım. Algılıyorsunuz. Teşekkür ederim. Sayın Evren; sol fikirlerin yurttaşlar arasında yayılmasını önlemek için aleviler ile sünni yurttaşların karşı karşıya gelmesini içeren bir stratejiden haberiniz var mı? Mesela alevileri işte bunlar komünisttir zaten. Mum söndüde yaparlar falan gibi. Dindar müslüman olan diğer yurttaşlar göz önünde aşağılık göstermek, komünizmi onlara mal etmek gibi. Böylece diğer dindar müslümanların sol fikirlere çok ta iltifat etmemeleri çok ta ilgi göstermemeleri konusunda bir stareteji uygulandı mı bu ülkede? Sayın Evren. Bu strateji çerçevesinde Malatya da Hamit Fendoğlu belediye başkanı bir bombalı paket ile parçalandı. Siz 12 Eylül den sonra Türkiye de sol sağ örgütlerin bölücü dediğiniz PKK'nın eylemlerini araştırdınız. Doğru mudur? Ne yöntemlerle eylem yaptığını ortaya çıkardınız. Hamit Fendoğlu nun parçalanması olayına benzer bir bombalı paket eylemine bir o güne kadar rastlanmadı doğru mudur? Kim gönderdi bunu araştırmadınızmı? Halkı karşı karşıya getiren arkasından Maraş olayları patlak verdi. 28/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Arkasından Çorum olayları, arkasından Sivas olayları patlak verdi. Çorum da Çorum ile ilgili ifade veren iddianamede ifadesi bulunan bir tanık şunu söylüyor diyor ki; bize diyor Çorum olayları sırasında subaylar silah verdi diyor. Siz o gün Genel Kurmay Başkanı mıydınız? ve duydukki solcuları da vermişler, Çorum da kaç kişinin öldürüldüğünü hatırlıyor musunuz? Sayın Evren. Çorum da kaç kişinin öldüğünü hatırlıyor musunuz? Bir tanık iddianamede ismi var yanılmıyorsam İbrahim BARAN diyor ki bize yani ülkücü kesime subaylar tarafından silah verildi Çorum olayları sırasında Adnan Baran düzeltiyorum duyduk ki solculara da vermişler. Subaylar tarafından silah verilmiş. Çorum olayları ne kadar öyceydi 12 Eylülden, Sayın Evren bana siyasetçilerde geliyordu diyorsunuz. Mesela CHP den o zaman Orhan Eyüpoğlu, hatırlıyor musunuz? Orhan Eyüpoğlu nu? Peki Üstündağlar DİSK in 4 Şubat kararlarına karşı genel greve gitmemeleri için görüşme yaptınız mı? 12 Eylül gelmemiş daha. Yani darbeyi yapmamışsınız daha. DİSK 24 Ocak kararların karşı haklarını korumak için genel greve gideceğiz diyor siz engellemek için görüşüyorsunuz. Doğru mudur? Sizin Genel Kurmay Başkanı olarak işçilerin hak mücadelesini engellemek gibi yasal bir göreviniz var mıydı o zaman? Sayın Evren? Sayın Evren bir şey daha soracağım aslında sorularımız çok. Siz27 Aralıkda yani1979 27 Aralığında Cumhurbaşkanına ordunun komuta kademesi ile ilgiligörüşlerini ifade eden bir dilekçe verdiniz bir metin verdiniz bu muhtıra olarak biliniyor doğrumudur ? Muhtura olarak kabul edildi. Doğru mudur ? Sonrada ülkenini bir an önce seçime götürülmesini isteseydiniz ne olurdu ? Darbe engellenirmiydi ? Hemde bakın elimde 1979 yılı Yüksek Seçim Kurulunun Senato seçim sonuçları var 14 Ekim 1979 da Senato seçimlerinde Adelet Partisi %47,18 oy almış, o zaman iktidarda olan CHP %27,48 oy almış. O gün ülke koşullarında şiddet ile mücadele konusunda şikayetçioldunuz hani darbenin gerekçesi olarak gösterdiğiniz olaylar konusunda Süleyman Demirel ile fikir birliğini içerisindesiniz. Ve çelişkiniz görülmüyor. Ne isterseniz veririm demişsize az önce bir meslektaşım ifade etti. Peki o ortamda bir seçim için niye çaba göstermediniz? Cumhurbaşkanı mı olmak istiyordunuz. ? Bu seçim yapılsaydı sizin Cumhurbaşkanlığınız engellenir miydi? Darbe önlenebilir miydi sayın Evren? Bakın Avrupa İnsan Hakları Komisyonu sizin yönetiminiz aleyhine yapılan ortak bir başvuruya başvuru sırasında yaptığı bir değerlendirmede, Türkiye'de hak ve özgürlüklerin sendikal hakların siyasal hakların dernek ve toplantı kurma ifade özgürlüklerinin ortadan kaldırılmasını gerektirir nedenlerin bulunmadığını ifade ediyor. Siz ona devlet adına cevaplar vermiştiniz. Ama burada Cumhuriyetin yargıçlarına cevap vermek istemiyorsunuz. Bir çelişki yok mu burada. Yani Avrupa o zaman ki adı ile İnsan Hakları Komisyonu yargıçlarına cevap veriyorsunuz ama sizin kendinizi çok , uğruna kendinizi feda edebileceğinizi her fırsatta söylediğiniz Cumhuriyetin yargıçlarına cevap vermiyorsunuz. Tarih önünde ne olur ? Bunu acaba tarih nasıl yargılar? Sayın Evren? Sayın Evren ben biliyorum ki bu olaylar karşısında acı çekenler anneler, kardeşler, eşler , çocuklar, babalar bunlardan bir af ister misiniz? Bunların affını ister misiniz Sayın Evren? Tarihin affetmek diye bir şeyi yok. Af insanlara mahsustur. Affı ancak canı yapanlar yapabilir. İster misiniz? Şimdi Sayın Evren kurduğunuz Anayasal düzeni bir süre sonra bir seçim yaptınız. Sizin desteklediğiniz parti. Sunalp'ın partisi. Kaç oy aldı.? %14 mü? %17 mi? %20 mi? Kaç? Hatırlıyor musunuz? Ama kırk katır mı? kırk satır mı? diye Cumhuriyetin vatandaşlarına bu Anayasayı oylamazsanız askeri yönetim gitmez dediğiniz için %92 oy aldınız. Hatırlıyor musunuz o Anayasaya? Yani bu ülkenin halkı katlanılması zorunlu bir kötülüğe boyun eğdi. Biliyor musunuz? İşte o sizin 12 Eylül Anayasanızdı ve şimdi bizi yargılayamazsınız dediğiniz Anayasaydı. Kıymetlimi bu Anayasa? Sizce öyle idi. Peki tamda bundan 30 sene sonra 12 Eylül 2010 da halkın serbest iradesi ile hem de her meydanda tartışarak verdiği oylarla sizin yargılanmanızın yolunun açılmış olması neden meşru olmasın? Bir başka ifade başka biçimde aynı şeyi soracağım Sayın Yargıcım Sayın Başkanım bitireceğim ondan sonra. Sayın Evren; katlanılması zorunlu suçlar vardır. Çaresizsinizdir. O suça katlanırsınız. Şöyle; bir kadın bir zorbanın tecavüzüne uğrar. Kapatılmıştır. Bu tecavüze 29/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 uğrar. Avusturya da bunu bir baba kızına yaptı. Yıllarca. Ve evlatları oldu. Baba ve kızından. O evlatlar hak sahibidir. Bu gün yaşıyorlar. Her türlü hakkı vardır ve saygındırlar ve masumdurlar. Ama o suça katlanılmıştır. Sayın Evren; sizin ve önce ki darbe Anayasalarının meşrulaştırmaya çalışan bütün Anayasa Hukukçularına da buradan sizinle beraber onlara da sesleniyorum. Meşrulaştırmaya çalıştığınız Anayasalar katlanılması zorunlu suçlardır. Bunlara toplumlar katlanabilirler belirli bir zaman. Ama sonsuza kadar değil. O suçları bir gün o halklarasıl olan halktır iradelerini ortaya koyar ve o suçları işleyenleri de yargılar o Anayasalarını da çöpe atarlar. Ve Türkiye Büyük Millet Meclisine de buradan bu vesile ile bir şey söylemek istiyorum. Sizin bütün izlerinizi silmek için bakın bir sürü izi silmeye çalıştılar. Daha bitmedi. Daha yapılacak bir çok şey var. Sıra ile bitiriliyor. Bunu tamamlamak için sizin bu Türkiye Büyük Millet Meclisi kanun sistemine kattığınız bütün numaraları da silerek orayı bir boş bırakarak o arayı da boş bırakarak bütün kanunlarınız bütün mevzuatınızla da çöpe atacakları güne kadar sizin suçlarınızın yani katlanılmak zorunda kaldığımız suçlarınızın sonu süpürülene kadar bu devam edecek. Dolayısıyla size de bu yargılama tarih önünde Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının rüştlerini ispat ettiklerinin kanıtıdır. Katlanılması zorunlu suçlara artık katlanmak istemediklerinin kanıtıdır. Ve sizlerde meşru bir Mahkeme tarafından her türlü hakkınız sağlanarak yargılanıyorsunuz." Sanığın sorulansorulara cevap vermediği Av. Savaş Demirtaş söz alarak; "benim Sayın Evren'e bir sorum olacak. Darbe tarihine kadar yasa ve Anayasa çerçevesinde faaliyet gösterenDİSK'in bir anda illegal olarak nitelendirilip kapatılmasının yöneticilerinin göz altına alınmasının, tutuklanmasının ve idamla yargılanmalarının ve mal varlıklarını el konulmalarının nedenleri nelerdir? Bunda bir TÜSİAD'ın etkisi varmıdır? Sizin direktifleriniz varmıdır?" Av.söz alarak; "İnsan Hakları Derneğinin başkanıyım aynı zamanda Çağdaş Hukukçular Derneğinin üyesiyim. Diyarbakır Barosu, Berfo Kırbayır, Mikail Kırbayır, Fatma Güzel ve Ahmet Türk'ün vekiliyim. Şimdi Sayın Evren; siz artık sanık kürsüsündesiniz ve hakkınızda çok ciddi bir suçlama var. Yargılanıyorsunuz. Bunu artık kabul edin. Şimdi dünkü savunmanızda yeniden darbe yaparım dediniz. Aynı koşullar olursa. Artık yapamazsınız. Çünkü sizin bıraktığınız o kötü miras nedeniyle teşebbüs edenlerin hepsi şu anda yargılanıyor. Ve bu yargılamalar da devam ediyor. Ama biz o yargılamalara güvenmiyoruz. Biz insan hakları savunucuları artık halkımıza güveniyoruz. Sizin gibi darbeciler darbe yaptığında onlara nasıl karşı çıkacağımızı biliyoruz. O nedenle artık darbe yapamazsınız. Dünyada da zaten darbe yapanların tamamı yargılanmıştır. Şili de General Agusto Pinoche yargılanmıştır.Arjantin de Jorge Widera yargılanmıştır. İspanya da ki başarısız darbe girişiminde bulunanlar yargılanmıştır. Yunanistan da ki Albaylar Cuntası yargılanmıştır ve şu anda sizde yargılanıyorsunuz ve ben inanıyorum ki hakettiğiniz cezayı Mahkeme yargılama bittiğinde size verecektir. Ama benim size bir önerim var. Gelin bir yurttaş olarak Türkiye ye bir iyilik yapın. Bir vicdan toplantısı sayalım bu duruşmayı. Bildiklerinizi anlatın. Suç ortaklarınızı anlatın. Darbeyi kiminle nasıl ne şekilde yaptığınızı anlatın. Hangi gerekçelerle yaptığınızı anlatın. Anlatın ki gelecek kuşaklar bütün bunları öğrensin ve bu toplum bir daha bu tip kötülüklerle karşılaşmasın. Belki bir yurttaş olarak bir vatandaş olarak bizlere bu iyiliği yapabilirsiniz. Hala bize bir iyilik yapma borcunuz var. Bunu yapmak zorundasınız . Çünkü bu kuşaklar gelecek kuşaklar darbe ile tanışmasın. En azından buna borcunuz olduğunu ben buradan söylemek istiyorum. Hala evlatlarnı arayan anaların elini öpün onlardan özür dileyin. Hiç mi vicdanınız kalmadı? Bakın bu sorularımla sizi biraz tahrik ediyorum. Bu sorularıma cevap verin. Susmayın. Çünkü bu saatten sonra susmanızın size hiç bir faydası olmayacak. Ben inanıyorum ki zaten hak ettiğiniz cezaya çarptırılacaksınız. Dolayısıyla bu saatten sonra susmak çok mantıklı değil diye düşünüyorum. Bir kaç soru. Önemli bir kaç soru. Türkçe dışında ki dilleri niçin yasakladınız? Kürtlere asimilasyon programını hem de militarist bir 30/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 tarzda sistematik işkence uygulayarak niçin yaptınız? Ve bu yaptığınız politikanın kötü sonuçları halen ülkeyi meşgul etmeye devam ediyor. Hala bu ülkede kan akıyor. Sizin darbenizden sonra 40.000 den fazla insan yaşamını yitirdi. Kürt sorununda ki şiddet politikaları nedeniyle. Bakın ne kadar büyük bir kötülüğe katkı sunduğunuzun farkında mısınız? Bu ülke bu asimilasyon sürecini aşmaya çalışıyor. Son vermeye çalışıyor ve insanlar bunun için çok ağır bedeller ödüyor. Neye mal olduğunuzun farkında mısınız? Diyarbakır 5 Nolu Askeri Ceza Evindeki dünya tarihinde belki de görülmeyecek boyutta ki ağır sistematik işkence uygulamalarına niçin başvurdunuz? Bunun talimatını verdiniz mi? Vermediyseniz buna niçin göz yumdunuz? Sıkı yönetim kalkana kadar 1987 ye kadar orada inanılmaz işkence yöntemleri uygulandı. Bakın sizin Türkiye tarihine ve dünya tarihine bıraktığınız bize göre mirasınız bu. Kameranın bunu göstermesini istiyorum. Bakın bu ülke doktorları, insan hakları savunucuları işkence atlası yaptılar. Ve bu tüm dünyaya yayıldı. İşte maalesef böyle kötü olaylarla anılan bir ülke olduk. Bunda sizin katkınızın çok büyük olduğunu belirtmek istiyorum. Ceza evlerinde ki ağır sistematik işkence uygulamalarınıza karşı çıkan insanlığını yitirmemek için insanlık adına buna direnen insanlar oldu. Size karşı çıktılar. Zulüm düzeninize karşı çıktılar. Bu insanlardan bir kaçının ismini okumak ve size sormak istiyorum. Ali Erek, Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, Akif Yılmaz, Ali Çiçek, Orhan Keskin, Cemal Arat, Abdullah Meral, M. Fatih Ökütülmüş, Haydar Başbağ, Hasan Telci, Mehmet Emin Yavuz bu isimleri hatırlıyor musunuz? Mutlaka bunlarla ilgili önünüze raporlar gelmiştir. Mutlaka Sıkı Yönetim Komutanları bu isimleri size bildirmiştir. Bunların açlık grevi sonucunda yaşamlarını yitirmesiyle ilgili ne düşünüyor sunuz? Bu konu ile ilgili sorulacak daha çok soru var. Ama Kürt sorununda uyguladığınız şiddet politikası uyguladığınız asimilasyon politikasının bu ülkeye neye mal olduğunu bir kere daha düşünün. Gelelim alevilere. Zorunlu din dersi uygulamasına niçin başvurdunuz? Alevi köylerine cami yaptırılması uygulaması talimatını niçin verdiniz? Alevilere yönelik bu asimilasyon programını hayata geçirmek için amacınız neydi? Tabi bu sorulara yine cevap vermiyorsunuz. Ama dün kü sanığa sorduğum gibi size de sormak istiyorum. Bu ülkede yaşayan özellikle de İstanbul şehrinde yaşayan lezbiyen, gay, biseksüel, transeksüel ve travesti bireylerin zorla toplatılıp Eskişehir iline veya başka şehirlere sürgün edildiği iddiası var. Bu insanlara yönelik inanılmaz ayrımcı uygulamalar yapıldığı iddiaları var. Ve bu konuda sizin yönetiminizin doğrudan doğruya talimatı olduğu söyleniyor. Bu konuda bildiklerinizi anlatın bize. Şimdi ben bir başka sorumda göz altında ki kayıpları soracağım. Cemil Kırbayır'ı soracağım. Hüseyin Morsümbülü, Mahmut Kaya'yı, Gürkan Mungan'ı ve Nurettin Öztürk'ü soracağım. Çünkü sizin Milli Güvenlik Konseyi döneminde göz altında kayıp edilen ve hala cenazelerine ulaşılamayan insanlar bunlar. Sizin kararınız ile idam edilen Veysel Güney'in hala cenazesine ulaşılamadı. Ve daha bir çok insanın cenazesine ulaşılamadı. Bunların aileleri ve analar çocuklarının cesedini arıyor. Hiç mi vicdanınız sızlamadı? Berfo Kırbayır buraya geldi 104 yaşında. İki kere geldi. Sizi görmek istiyor. Sizin yüzünüze bazı sözleri haykırmak istiyor. Cemil Kırbayır nerede diye sormak istiyor. Sana hakkımı helal etmiyorum diye sormak istiyor. İki elim yakandadır diye sormak istiyor. Berfo ananın bu haykırışını ben buradan bir kaz daha yeniledim. Berfo Ana dan özür dileyecekmisiniz.? Oğlu Cemil Kırbayır'ın cenazesinin bulunması ile ilgili bildiklerinizi anlatacak mısınız? Tabi benim söyleyebileceğim çok şey var ama arkadaşlarım bunların çoğunu söylediler. Eksik kalanları da elbette ki ifade edeceklerdir. Ben sorularımdan hiç değil ise bir kaçına cevap vermenizi beklerdim. Ama anlıyorum ki buna da cevap veremiyorsunuz. Sizi bu Mahkeme yargılayacak. Tarih önünde adınız sadece darbeci olarak kalacak. Çünkü bu bir ihtilal değil. Bu bir inkılap değil. Onlar halk hareketleridir. Siz ise silah gücüyle bir cunta ile yönetime el koyan bir darbeci Generalsiniz. Biz sizi hep öyle hatırlayacağız . Sorularım bu kadar. Av. Nilay Geylanlı Yorgancıoğlu söz alarak; "Kemal Yayla Vekili Avukat Nilay Geylanlı Yorgancıoğlu. Müvekkilim Kemal Yayla'nın 1402 sayılı kanunun 2301/2 maddesine 31/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 dayanılarak 13.09.1982 tarihinde görevine son verilmiştir. Görevine son verme kararı herhangi bir yargı kararına dayanmadığı gibi müvekkilime sıkı yönetim komutanlığı emri ile göreve son verme kararı verildiği dışında herhangi birgerekçe gösterilmemiş ve hatta müvekkilimin basit bir savunması dahi alınmamıştır. Müvekkilim sıkı yönetim komutanlığının vermiş olduğu, keyfi karar neticesinde tam 6 yıl 11 ay 28 gün görevinden uzak kalmış. Bu süreçte sahip olduğu 2 çocuğu ile birlikte mağdur olmuş, herhangi bir gerekçe dahi gösterilmeksizin işinden ayrılmış olmanın verdiği, maddi ve manevi yıkım darbe sürecinde gördüğü sayısız sistematik işkencenin psikolojik getirileri ile baş etmek zorunda kalmıştır. Müvekkilimin 1402 sayılı kanun gereği işten uzaklaştırılması sadece ona ait bir durum değil, 1402 sayılı kanun gereği işten uzaklaştırma ve emekliye ayrılma işlemleri ile Genel Kurmayın açıklamalarına göre toplam 4891 kamu personeli görevinden alınmış, 38 profesör, 25 doçent, 10 yardımcı doçent 1402'lik olmuştur. Ancak 1402'lik olmasını istemediğinden bizzat istifa yolunu seçenlerde dahil edildiğinde; 20.000 civarında kişinin bu şekilde işten ayrılmış olduğu öne sürülmekte. Öncelikle size sormak istediğim soru şudur; 1402 Sayılı kanun yolu ile iştençıkarılan ve emekliye ayrılan kamu görevlisi ve öğretim üyelerinin sizin tarafınızdan mı Tahsin Şahinkaya tarafından mı emirler verilmiştir? Cevap yoksa ikinci sorumu soruyorum. Bu kişilerin belirlenmesi konusunda kıstasınız nasıl oldu? Yani açıkçası hangi niteliklerde olan insanları bu şekilde görevden ayırma yada emekliye ayırma gereği duydunuz? Çünkü benim müvekkilim hala bu konuda bilgi sahibi olmak istiyor. Cevap yok galiba. İkinci olarak müvekkilim o dönemde henüz çalışmakta iken 1981 yada 82 yılında tam olarak tarihini hatırlamadığı bir tarihte Giresun Samanlık Kralı ilköğretim okulunda öğretmenlik yapmakta iken ders esnasında sınıfına giren polisler tarafından elleri kelepçelenerek küfür ile ve çopla dışarıya çıkarılıp göz altına alınmış çeşitli işkenceler görmüştür. Ardından yine aynı dönemde müvekkilim göz altında iken evine girilmiş kendisinin 2 ve 4 yaşında yani 5 yaşından küçük daha altta iki çocuğunun gözü önünde ayakkabılı polisler tarafından coplarla içeriye girilip evi aranmış, darmadağın edilmiştir. Siz Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda bir ihtilal yaptığınızı iddia etmektesiniz. Bu durumda bu iddianız ile yola çıktığınızda Mustafa Kemal Atatürk'ün busözünü kesinlikle unutmamanız gerekiyor ki; Mustafa Kemal Atatürk çocukların ve gençlerin geleceğin teminatı olduğunu söyler. Benimde içinde bulunduğum ben 1985 doğumluyum ve kendi dönemimden bahsetmek gerekirse bununla birlikte müvekkilimi bir kenara bırakarak söylüyorum. Onun içinde bulunduğu öğrenciler çocuğu benim kendi ailemden gördüklerim bütün bunları bir araya topladığımızda sizi tarihin yargılayacağını söylüyorsunuz. Bu durumda üzgünüm ama tarih biz oluyoruz. Yani bizde 1980 kuşağında doğmuş onun öncesinde doğmuş insanları düşünürsek bu dönemde yaşamış herkes aslında görmüş olduğunuz tüm bu dönemin insanları için karanlık tablo ve olumsuz hertürlü nitelik sizin yapmış olduğunuzdarbenin eseridir. Bununla ilgili kendinizi sorumlu görüyor musunuz? Bir sanatçı duyarlılığı ile yaklaşırsanız çünkü resim yapıyorsunuz aynı zamanda sanatçısınız, bu konuya yaklaşımınız nasıl o çocukların psikolojisini biraz olsun düşünüp empati kurabilme durumunuz olabiliyor mu? Teşekkür ederim sorularım bu kadar." Av. Osman Başer söz alarak; "Katılan vekili Av. Osman Başer; İdam olan sanık daha sonra Mamak Askeri Ceza Evinden alınıp Ulucanlar Sivil Ceza Evinde idam edilen Fikri Arıkan'ın yakınları adına duruşmaya katılıyorum. Sanık Kenan Evren'e şu sorularımı yöneltmek istiyorum. Ulusal basında yer alan 21/10/1990 tarihinde yayınlanan yazı dizisinde "Solun karşısına sağ grup öğrencileri çıkarma kararı alındı." sözü sanık Kenan Evren'e ait midir? Bu beyan kendisine ait ise o tarihte ki rütbesi ve görevi ne idi? Diğer bir sorum; sanık Kenan Evren; Abdullah Çatlı ile 7 TİP'li nin öldürülmesi olayının hükümlüsü Haluk Kırcı'nın idamını durdurmak için pazarlık yaptığınız haberleri basında yer almaktadır. Sanık Kenan Evren'e basında yer alan gazete küpürünü gösteriyorum. Haluk Kırcı beyanında aynen şöyle diyor; "Abdullah Çatlı benim idamımı durdurmak için ve uluslararası operasyonlarda 32/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 değerlendirmek üzere pazarlık yapmıştır." diyor. Böyle bir pazarlığa şahsınız yada emir ettiğiniz görevlendirdiğiniz kişileri açıklar mısınız? 12 Eylül 1980 - 12 Eylül 1982 yılları arasında Genel Kurmay Başkanı, Milli Güvenlik Kurulu Başkanı ve ihtilal yapan kudretli General olarak görev yaptığınız dönemde asker saysını ve teçhizat sayısında ki artışlar nelerdi? Asker ve teçhizat artışları talebiniz oldu da red edildimi? İhtilal yapmadan anarşi ve terör olaylarının durdurulması için nasıl bir yetki istediniz de siyasi otorite size bu yetkiyi vermedi? İdam kararlarını imzalar iken elinizin titremediği hatta; "Allah tahsilatlarını artırsın." ifadesini kullandığınız doğru mudur? Sanık Kenan Evren'e diğer bir sorumu şu şekilde sormak istiyorum. 3 Ekim 1984 te Muş konuşmasında; "hainleri asmayıp da besleyecekmiydik." diyor. Bu düşüncesini yargılamaları yürüten Askeri Mahkemeleri etkilediğini, yönlendirdiğini mi ifade etmek istiyor? Bu sözlerinden pişmanlık duyuyor mu? Sanık Kenan Evren; şu anda bulunmuş olduğu hastahane odasında beyaz yataklar ve örtüler üzerinde bulunuyorsunuz. Üzerinize giydiğiniz beyaz gömlek siyah sıfır yaka kazak oysa o dönemde benim de içinde bulunduğum 11 sene 11 gün ceza evinde kaldığım Mamak Askeri Ceza Evinde Almanya da Es Es Subaylarına giydirdiği, Yahudilere giydirilen kıyafetlerin aynısını bize reva gördünüz. Bunlardan pişmanlık duyuyor musunuz? Emir ve komutanız altında bulunan Albay rütbesi ile Mamak Askeri Ceza Evinde görev yapan Albay Raci Tetik; bu kişiyi Kıbrıs Barış Harekatında esir kampı komutanı iken; birlikte görev yaptınız mı? Albay Raci Tetik; "bu bir savaştı" diyor. Siz de bunu bir savaş olarak mı kabul ediyor sunuz? Yine Albay Raci Tetik; "tutuklulara ilk okul düzeyinde bir program uyguladık. Bu emirler Genel Kurmaydan direkt bize veriliyordu." Beyanlarını bunu doğrular mısınız? "Askeri ceza evlerinin yerin dibinde hücreler vardı. Bir insan 12 günden fazla o hücrelerde yaşamayamazdı. " şeklinde beyanı var. O hücrelerin yapılmasını ve denetlemesini yaptınız mı? Yine müvekkilim Fikri Arıkan'ın ve yakınları üzerine soruyorum. Remzi Çayır ile aynı hücrelerde bulunduğu dönemde Mamak Askeri Ceza Evine gelip bunlara gerekeni yapın diye talimat verdiniz mi? Yine Albay Raci Tetik; "kafes ilk işlem yeri idi." Sanıklar kafese konulduğunda insan olup olmadığını, veya bir başka bir yaratık olup olmadığını nasıl değerlendiriyor sunuz? Ceza evlerinde ölen isimlerden bir kaçını söyleyeceğim. Hüseyin Kurumahmutoğlu, Bekir Bağ, Hasan Alemlioğlu, İlhan Erdost. Bunların bir kısmı sağcı, bir kısmı solcu. Mamak Askeri Ceza Evinde bunlar öldürüldü. Bu öldürme sebeplerinin araştırılmasını hiç merak ettiniz mi? Bir araştırma talimatı verdiniz mi? Albay Raci Tetik; "ben bir işkenceciyim. Sağcısından ve solcusundan özür diliyorum. " demektedir. Sizler ise darbe yaptınız. Demokrasi mi daha iyi idi? Darbe yönetimimi daha iyi idi? Tercih olarak yönetim şeklini nasıl belirlersiniz? Sayın Kenan Evren; en son sorumda şu olacak. İdamına karar verdiğiniz insanlar, sağdan olsun soldan olsun infazını yaptırdınız. Türkiye Büyük Millet Meclisinde görevli ve yetkili bir heyet tarafından onay almadınız. Albay Raci Tetik bunlardan özür diledi. Siz de Türk Milletinden ve idam ettirdiğiniz bu insanların ailelerinden özür diler misiniz? Böyle bir düşünceniz var mı? " Av. Mehmet Rıfat Bacanlı söz alarak; "Erdem Şenocak vekili Av. Mehmet Rıfat Bacanlı. Sayın Kenan Evren; idam edilen Ülkücülerin isimlerini hatırlıyor musunuz? İdam edilen Ülkücülerden hangisini denge politikası uğruna astınız? İdam edilen Ülkücülerin isimlerini tek tek sayıyorum. Eğer tarihe not düşmek ve günahsız olduğunu bildiğiniz halde denge politikası uğruna idam ettirdiğinizi itiraf etmek isterseniz istediğiniz isimde durdurabilirsiniz. Ahmet Kerse denge politikası için mi idam ettirdiniz? Ali Bülent Orkan denge politikası için mi idam ettirdiniz? Cengiz Baktemur denge politikanız mı uğruna idam ettirdiniz? Cevdet Karakuş denge politikası için mi idam ettirdiniz? Fikri Arıkan denge politikası için mi idam ettirdiniz? Halil Esendağ denge politikası için mi idam ettirdiniz? İsmet Şahin denge politikası için mi idam ettirdiniz? Mustafa Pehlivanoğlu ve Selçuk Duracık denge politikası için mi idam ettirdiniz? Yine ceza evinde işkencede ölen Bekir Bağ ve Hüseyin Karamahmutoğlu denge politikası uğruna yapılan ölümler midir? Sayın Kenan 33/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Evren; Alparslan Türkeş okul arkadaşınızmı? Sayın Kenan Evren; Alparslan Türkeş'in ceza evinde veya hastahane de öldürülmesini emir ettiniz mi? Sayın Kenan Evren; okul arkadaşınızın direkt öldürülmesini hangi psikoloji içinde emir ettiniz? Sayın Kenan Evren savunmanızda; "ben darbeye teşebbüs etmedim. Darbeyi yaptım." Diyorsunuz. 97 yılında darbeye teşebbüs eden 28 Şubatçılar olarak bilinen kişiler 50 kişi kadar göz altında ve tutuklanarak soruşturma yapılmaktadır. Siz burada iki kişi olarak yargılanmaktan dolayı üzüntü duyuyor musunuz? Darbe yaptığınız dönemde Yüzbaşı, Binbaşı rütbesinde ki insanların da sizinle birlikte yargılanmasını arzu eder miydiniz? Bu darbeyi siz tek başınıza mı yaptınız? Abdullah Öcalan'ı tanıyor musunuz? Apocular adlı grubun Bucak Aşireti başta olmak üzere diğer aşiretlere yaptığı saldırılar darbenin olgunlaşma sürecinin bir parçası mıdır? Apocular adlı grubun PKK terör örgütüne dönüşmesinde katkınız var mı? Muktedir olduğunuz 79 - 84 dönemi arasında Apocular adlı terör örgütünü bitirmek için her hangi bir eylemde bulundunuz mu? " Av. Arif Ali Cangı söz alarak; " Av. Arif Ali Cangı. Sanık Kenan Evren 12 Eylül 2010 refarandumundan önce refarandum tartışmalarında geçici 15'nci maddenin kaldırılıp hakkınızda dava açılacağı tartışmaları arasında şunu ifade etmiştiniz."ben milletime hesap veririm. Yargılanmam gerekirse yargılanmam durumunda buna izin vermem. Ben intihar ederim demiştiniz." Hatta biz aman intihar etmesin koruma altına alınsın demiştik. Refarandum sonucunda %58 milletinizden sözünü ettiğiniz milletten, sizin yargılanmanız konusunda bir tercih çıktı, ardından bu dava açılırdı açılmazdı tartışması sonunda, dava açıldı. Hatta davanın soruşturma aşamasında Savcıya konuştunuz susma hakkını kullanmadınız. Kendi savunmanızı yaptınız. Şimdi mahkeme huzurunda ise başlangıçta ben Genel Kurmay Başkanıyım. Milli Güvenlik Konseyi Başkanıyım. Cumhurbaşkanıyım. Kurucu İktidarım. O yüzden beni yargılayamazsınız. Ancak beni tarih yargılar diyorsunuz sizin bu sözünüz bütün gazetelerde;"Evren meydan okudu." gerçekten siz şuanki yargılandığınız mahkemeye huzurunda bulunduğunuz mahkemeye meydan mı okuyorsunuz? Bu mahkemeyi tanımıyomusunuz? kurucu iktidar dediğiniz iktidarınızı, hangi güçten aldınız, onlarca insanın idam edildiği binlerce insanın işkenceden geçirildiği, 12 Eylül darbesinden mi aldınız? isterseniz darbeye giden sürece ilişkin biraz hatırlatma yapalım. Dün Ali Tahsin Şahinkaya'yada sormuştuk, sanık Ali Tahsin Şahinkaya 1980 Askeri Şurasında görev süresi dolduğu halde Hava Kuvvetleri Komutanlığı bir yıl daha görevi uzatıldı. Siz buna yanıt vermek istermisiniz ? Neden bir yıl daha uzatıldı? Ali Tahsin Şahinkayanın görev süresinin uzatılması darbe planının uygulanması içinmiy di? siz diğer sanık Ali Tahsin Şahinkaya ve diğer kuvvet Komutanlarının komutanıydınız. Sizin onayınız olmadan, emriniz olmadan darbe yapamazlardı, zaten darbeninde emir komuta zinciri altında yapıldığını, ilk siz duyurdunuz, darbe yapmaya yalnız sizmi karar verdiniz? Ali Tahsin Şahinkaya'ya darbe yapmaya sizmi zorladınız? onunda darbe yapmaniyeti varmıydı ? biliyorsunuz Ali Tahsin Sahinkaya darbe öncesinde ABD' ye bir ziyaret gerçekleştirdi. ABD ye Şahin Kayayı sizmi gönderdiniz? siz gönderdi iseniz hangi görevler için gönderdiniz? yada kiminle görüşmesi için gönderdiniz ? döndüğü zaman Şahinkaya size rapor verdi mi? Darbeyi yaparken başarısız olabileceğinizi düşündünüz mü ? yada çok eminmiydiniz başarılı olacağınızdan ? Nasıl bu kanaate vardınız. Kim sizi destekledi? Natodan arkadaşınız olan ABD li komutanlardan destek aldınız mı ? Darbe öncesinde Amerikan Ulusal Güvenlik Konseyi yada Pentegon ile sizin görüşmeniz oldumu ? Olduysa kiminle görüştünüz? Bu soruların yanıtlanması hani dediniz ya, Tarih bizi yargılar tarihinde doğru yargıya varabilmesi için bu soruların yanıtlanması gerekiyor. Siz yanıtlamasanız bile mutlaka bu soruların yanıtı vardır. Olmayanlarda bulunacaktır. Bir başka konuya geçeceğim. Dünde sanık Şahinkaya'ya sornduk, sanık Şahinkaya hakkında pek çok haksız kazanç elde ettiğine dair pek çok iddia ortaya atıldı. Örneğin radikal gazetesinin 16 Eylül2010 tarihli yazısında Emekli büyükelçi Yalın Eralp'in bir açıklaması var haber olmuş, başlık Tahsin Şahinkaya'nın rüşveti F 16 alımında rüşvet iddiasının bir başka türlü anlatımı, 34/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 yine bu iddialar çercevesinde 1986 yılında Milletvekili Cüneyit Canver ve arkadaşı Meclis araştırması istediler ve araştırma önergesinde de ciddi iddialar var, Kalebodur, Kaleterasit, Bağfaş gibi şirketlerine ortaklık, Şahinkaya'nın görev yaptığı süre içinde, Hava Kuvvetlerindeki ihalelerin tek bir şirkete veriliyor olması gibi, bu iddialar çok ciddi iddialardır. Sizin silah arkadaşınız darbeyi birlikte yaptığınız bir komutan bu iddialar ile suçlanıyor bu iddialar ilk ortaya çıktığı zaman ne hissettiniz. Bu iddialar ile ilgili soruşturma açtınız mı? Kaynağına ulaşamadım o dönemde Şahinkaya ile aranızda bir görüşmeme, konuşmama, küslük durumu ortaya çıkmış bu iddialar üzerine, böyle birşey oldu mu? Ona küstünüz mü? kızdınız mı? hiç mi umursamadınız? iddianamede geçen Fatsa hakkında sorular sormak isitiyorum size, Fatsayı hatırlıyormusunuz? İddianamede geçiyor. Fatsa operasyonunu siz yönettiniz. Fatsa operasyonu gerçekleşinceye kadar Fatsadaki siyasi cinayetler yedi sekizi aşmıyordu biliyormusunuz? Sizin operasyonunuzdan sonra 12 Eylüle kadar 100'e yakın insan öldürüldü bunu biliyormusunuz? Fatsa operasyonunun sizin 12 Eylül darbesini kolaylaştırmanıza yol açtımı? bu konuda bir özeleştiriniz oldu mu? Sizin bir meslektaşınız var. Şimdi aramızda izleyici sırasında. Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği Kurucu Başkanı Rahmi Yıldırım. Rahmi bey burda bir gösterilmesini istiyorum. Rahmi Beyin davaya müdahale istemi kabul edilmedi. Ancak onunda soruları var. Rahmi Bey meslektaşına soruları doğrudan sormak isterdi. Müdahil olmadığı için onun sorularını kendi sorularım olarak sormak istiyorum. Birkaç dakika daha müsade etmenizi istiyorum. Bu sorular son derece önemli. Sanık Ahmet Kenan Evren: Darbeden sonra oluşturduğunuz ve başkanlığını üstlendiğiniz. MGK ile 2932 sayılı biryasa çıkararak Türkiye de Türkçe bilmeyen milyonlarca insanın ana dillerini yasakladınız. Özel olarak Kürtçe başta olmak üzere yurttaşların kendi anadillerinde eğitim görmelerini, basın yayın araçlarından yararlanmalarını engellediniz. Böyle bir kanun çıkarmayı kendiniz mi karar verdiniz? Kendiniz mi akıl ettiniz ? Kendiniz akıl etmediyseniz bu fikri size kim verdi ? Kim telkinde bulundu? Olmaz ya bir Kürt General sizden önce davranıp darbe yapsa idi ve benzer bi kanunla Türkçe'yi yasaklasa idi ne hissederdiniz? Bir Türk olarak dağa çıkmayı düşünürmüydünüz? Darbe ile iktidarı ele geçirdikten sonra KurmaySubaylar Tamer Kumkale ve Oğuz Kayalıoğlunu kışlalarda konferans vermekle görevlendirdiniz mi? Bu subaylar Kürtlerin aslında Türk olduklarını, kışın dağda yürürken ayaklarının altında ezilen karın kart kurt diye ses çıkarması nedeniyle Kürt diye adlandırıldıklarını ifade ediyorlardı. Sizde böylemi düşünüyorsunuz? Bu günde aynı düşünçe de misiniz? Öyle düşünüyorsanız Himalaya dağlarında karda yürürken kart kurt diye ses çıkaranlar niye Kürt değil ? Siz iktidarda iken Alevi köylerine Cami yaptırma uygulamasına başladınız. Ayrıca sadece Sünni İslamın okutulduğu din derslerini zorunlu hale getirdiniz. Olmaz ya bir Alevi General sizden önce davranıp darbe yapsaydı ve Sünni köylerde cemevi dayatsaydı sadece Aleviliğin okutulduğu din derslerini zorunlu hale getirseydi ne hissederdiniz? Yaptığınız darbenin asıl gerekçesinin 24 Ocak 1980 tarihli istikrar paketinin güven içinde uygulanabilmesi olduğu yerli yabancı araştırmacıların ortak görüşüdür. Bir araştırmaya göre Milli gelirden 1979 yılında %33 pay alan maaş ve ücretliler 1988'de %15 pay alır duruma düştüler. Faiz, kira paydan gelir alanların sermayenin payı 1979'da %43 iken 1988'de %69'a yükseldi." Müdahil Sabire Yazgan Serin söz alarak; "İdam kararlarının infazı için kamu vicdanını temsil eden Meclisin onayı aranır. Ağabeyim Erdoğan Yazgan ve arkadaşları Mehmet Kanbur, Ömer Yazgan, Ramazan Yukarıgöz'ün idamı Türkiye Büyük Millet Meclisinin kararı olmadığı gibi idam kararını veren Gölcük Sıkıyönetim Mahkemesi Heyetinden Hakim Yüzbaşı Eyüp Menteş başka bir siyasi davada idam kararı vermemek için rüşvet alırken suç üstü yakalanmıştır. Eyüp Menteş abim ve arkadaşları idam edilmeden iki hafta önce rüşvet suçundan mahkum oldu. Bu duruma açıklık getirmek ister misiniz? Türkiye Büyük Millet Meclisinin kararı olmadan ve rüşvet almış bir hakimin aldığı bir kararı konsey yani sizler tarafından onaylanmasıyla abimlerin idam edilmesi sizinki gibi faşist bir rejim 35/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 dışında mümkün olabilir miydi? Kendinizi hukuksuzca idam ettiğiniz abimlerin katili olarak görüyor musunuz? Hissedtiyor musunuz? 29 Ocak 1983 günü sabahı erken saatlerde İstanbulda'ki evimizin kapısı çalındı. Babam aşağıya çağrıldı. Oğlunuz idam edildi. Cenazesini alacak mısınız? Dediler. Sizin de çocuklarınız var. Kızlarınız var. Böyle bir ölüm haberi almak istermiydiniz? İzmit'e giden babam ısrarla abimin son mektubunu almak istedi. Savcı vereceğiz vereceğiz dedi akşama kadar oyaladı. Akşam üzeri de yukardan bir emir verdi mektupları veremeyeceğim dedi. O yukarısı siz miydiniz? Abim yalnız donu üzerinde olduğu halde hapishanenin ceza evinin battaniyesine sarılı olarak tabuta konuldu. Onlarca polis ve jandarmanın eşliğinde mezarlığa getirildi. Mezarlıkta toplanan aile ve yakınlarına hile ve zorbalıkla ordan uzaklaştırıldı. Mezarlıkta toplanan aile yakınlarına ve bizler ordan zorla ve hile ile yalanla uzaklaştırıldık ve dağıtıldık. Abimin bedeni o eski battaniyeye sarılı olarak bi çukura atıldı. Abime karşı son görevlerimizi yerine getirmemizi bile zalimce engellenmesinden sizi suçlu bulmam doğru değil mi? Abimlerin cansız bedenlerine bile işkence yaptınız. Sizce nasıl bir yönetim cansız bedenlere bile işkence yapabilir. Böyle bir yönetimin adı ne sizce? Böylesi alçaklıklar demokratik bir ülkede yapılabilir miydi? Bu zulmü bizlere yaşatanlar nereden ve kimden cesareti alabilirlerdi? Güvenlik güçlerinin şevkini kırmamak gerekir derken kastınız bu tür zalimliklere karışılmaması mıydı? Annelerin sizlere uzun ömürler vermesi için hergün Allaha dua ettiklerini biliyor musunuz? Sizce neden? Yüreksiz olduğunuz için mi bu sorulara cevap veremiyor sunuz? Son olarak da bişey söylemek istiyorum sayın Başkanım. Bizlerin canlarını katlederken asmayıp da besleyelimmi demiştiniz. Biz son 32 yıldır vergilerimizle sizleri besliyoruz. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? " Sanığınsorulan sorulara cevap vermediği, Av. Mehmet Horuş söz alarak; " Avukat Mehmet Horuş. Bu dava siyasi bir dava ve sanık da aslında siyasi bir savunma yaptı. Ve kendi burda kişisel olarak cezalandırılmasınının dışında kendi kişisel savunması dışında aslında temsil ettiği bir siyasal zihniyetin de lideri olarak savunma yapıyor. Ama bu siyasal zihniyetin deşifre etmek adına bugüne daha fazla ışık tutması ve gelecek açısından faydalı olabilmesi için sorularımızı yöneltiyoruz. Çünkü kendisi kamu oyu nezdinde halkın vicdanına çoktan mahkum olmuş bir kişidir. Bu çerçeve de ilk sorumuz kendisi gibi başka faşist diktatörlerin Yunanistan'da Şili'deolduğu gibi özel uluslar arası bir takım merkezlerde eğitilmeleri yönünde bilgiler var. Bu yöndede özel bir eğitim aldı mı kendisi ve kadrosu? Bunun dışında darbeyi yaptıktan sonra özellikle NATO ile ilgili olan ilişkileri nasıl düzenlediler? Bu konudaki irtibatı nasıl sağladılar. Ama ben bütün bu deneyim tecrübe ve özel eğitimlerine rağmen ki baya eğitilmiş görünüyorlar. Şuanda bile özel eğitilmiş bir ruh haliyle karşımızda duruyorlar. Profesyonel olmaya çalışıyorlar. Ama yinede bir takım hesap hataları yaptıkları görünüyor. Örneğin; 12 Eylül de yönetime el koyduktan sonra idam edilen Necdet Adalı ve Serdar Soyergin'in idamlarını doğrudan onaylamışlardır. Doğrudan bir cinayet işlemişlerdir. Bu idamlardan sonra her halde birileri onları uyardı ki; yeni bir yasa yapma ihtiyacı duydular ve bu işi kılıfına uydurmaya çalıştılar.Bu konuda size hiç kimse hukuki yardım vermediler mi? Yarın bir gün 30 yıl sonra 40 yıl sonra birileri sizi hasta yatağınızda çıkarır yargılar diye akıl veren hiç bir hukukçu olmadımı? Bu hiç düşünemidinizmi? Temsil ettiğiniz bu idamlarla ilgili karar alırken darbe öncesinde bir limit belirlediniz mi? Asgari ve azami bir limitiniz varmıydı? Mesela 50 ile sınırlayalım 500'ü geçerse şöyle yapalım. Yada stadlara toplayıp imha edelim gibi. Bir planınız varmıydı? Bu önceki hesabınız ile sonraki hesabınız arasında bir fark varmı? Gerçekten 50 idammıydı? Öngördüğünüz? Ve bu idamları yaparken bu sayısal hesapları yaparken aynı zamanda her idamla ilgili belirli bir kesimede mesaj vermek istediğiniz anlaşılıyor. Örneğin; şu anda MGK tutanakları yayınlanıyor. Orada ki toplantıda görüşmeleriniz ifadeleriniz hepsi elimizde. Biliyoruz bunu. Mahkemenin de bilgisi dahilinde. Örneğin; lise öğrencisi olan Ali Aktaş'ın idamını konuşurken konsey üyesi arkadaşlarınızla ve idamına karar verirken bir yandan da 12 36/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Eylül döneminde göz altına alınan 650.000 kişiden 300.000 kişinin üniversite öğrencisi ve lise öğrencisi olduğunu düşünüp hatta ortaokul öğrencileri de olduğunu düşünüp bunlar üzerinden gençliğe bir mesaj mı vermek istediniz? Yeni bir rejim kurmak isterken. Sadece göz dağı verip idareyi ele almak değil aynı zamanda bir rejim yaratmak istediniz. Bunun ekonomikde alt yapısı vardı, siyasal da bir alt yapısı vardı ve bu siyasal alt yapıya ilişkin darbe başarılı oldu gerekir ise bir daha yaparız diyorsunuz ya hani şu anda sanık olmadığınızı varsayarak. Siz öyle inanıyorsunuz. Oturduğunuz yatağın sanık sandalyesi olmadığını farz ediyorsunuz ama; şu anda sanıksınız ya. Burada da bir hesap hatası var ve ihtas etmeye çalıştığınız rejim ile ilgili bir hata yaptığınızı düşünüyor musunuz? Bu gün bütün bu neo liberal politikalar ile Türk İslam Sentezci kültürel iklim içerisinde şu anda sanık sandalyesine geliyor olmanız darbenizin başarılı olup olmadığına ilişkin bir veri değilmi? Gerçekten başarmış olsaydınız şu anda sanık sandalyesinde olurmuydunuz? İntihar ederim demiştiniz. Belli ki etmemişsiniz. Böyle bir temennimiz de yok. Ama bu konuda size özel bir psikolojik destek veriliyor mu? Bu konuda açıklama yapmak ister misiniz? Böyle bir endişeniz varmı? Gururunuzun halen incindiğini düşünüyor musunuz? Ve ben bu rejimi biz ihtas ettik. Bizi yargılayamaz. Mahkemeniz bile yargılayamaz derken; sadece 12 Eylül döneminde ki 50 kişinin idamını değil son 32 yılda faili meçhuller ile göz altında kayıplarla ve ölen Kürt ve Türk gençleriyle 50.000'i aşkın insanın da sorumluluğunu kabul ediyormusunuz? Ben kurucu iktidarım demek 32 yıldır bu ülkedeki tüm bu ihlallerin de sorumluluğunu almak değilmi? Ve bütün bunlar sırasında çok ciddi bir mal varlığınız olduğunu okudum. Gözlerimle okudum. Bir emekli general olarak bu mal varlığınızın yönetimini özel birine devir etmiş durumda mısınız? Bir destek alıyor musunuz? Bu paranızı işletiyor musunuz? Bir takım ihaleler de katkınız oluyor mu? Yönlendirmeniz oluyor mu? Darbe komisyonuna şu anda da savunmanızda Cumhurbaşkanıyım, Devlet Başkanıyım diyorsunuz. Darbe komisyonu Meclis Darbe Komisyonu sizi davet etti. Sizden sonra ki Cumhurbaşkanlarından Süleyman demirel gidip ifade verdi. Hatta Başbakanımız bile şu anda yazılı olarak ifade vermeyi düşünüyor. Sizde anılarınızı da yazdınız. Madem böyle bir Devlet Adamlığını misyonunu halen sahipleniyorsunuz. Neden Millet iradesinin bu davetine yanıt vermediniz? Bu davanın açılmış olmasının bunda bir etkisi varmı? Şu anda tekrar çağırsalar gidermisiniz? Meclis sizi davet etse Süleyman Demirel gibi gidip ifade verir misiniz? Meclise? Eğer bu deneyimlerinizi paylaşmıyacaksanız neden anılarınızı yazdınız? Dün ki savunmanızda da belirttiniz. Neden anılarınızı yazdınız? Uzatmayacağım. En son bir belge vereceğim Mahkemeye. Birincisi Milliyet Gazetesinin 27 Ağustos Pazartesi tarihli manşetinde; "ODTÜ'de ki bir olay nedeniyle 4 kişinin İstiklam Marşında ayağa kalkmaması nedeniyle verdiğiniz bir ifade var 79 yılında. Bunlar bir avuç azınlık" demişsiniz. Neden bu bir avuz azınlık ile ilgili gereğini yapmadınız. Ve madem bunlar bir avuç azınlıktı. Bunlarla baş etmek için darbe yapma gereği duydunuz. Yine; tesis ettiğiniz siyasal rejim bağlamında 12 Eylül rejimi bağlamında siyasi parti rejimine kadar yeni bir sistem kurdunuz. Mesala size MGK diğer üyeleri, Devlet Başkanlığı, Başbakanlık, MGK Başkanlığı, Genel Kurmay Başkanlığı gibi bütün görevleri verelim dediğinde; siz ne yapıyorsunuz beni de Cemal Gürsel gibi felç etmekmi istiyorsunuz? demiştiniz. Hatırladınız mı? Daha sonra çekinmeden bu görevleri üstlendiniz. Bu sorumluluğu almaktan kaçınmadınız. Örneğin; o dönemlerin siyasal liderleri ile ilgili bunlar tencereyi pisletmişlerdi. Biz temizledik. Yeniden tencereyi verelim. Yeniden pisletsinler. İstedikleri bu. Dediniz mi? Halen bu anlayışta mısınız? Mevcut Türkiye de ki parlamenter rejimi halen bu benzetmelerle mi anıyor sunuz? Ve sırf bu yüzden %10 luk seçim barajını halen savunuyor musunuz? 12 Eylül ün ürünü olan ve bu gün halen tartışılan barajı tartışıyor musunuz? Ve bu tarihsel yüzleşme adına ve sizin o çok ünlü sözünüz bağlamında size bir fotoğraf göstermek istiyorum. Sayın Yargıç zumlasınlar. Kamera görüyor her halde. Bu fotoğraf ta ki çocuğu tanıyor musunuz? Önce görüp görmediğini bir teyid etsek. Başını sallıyor her halde Sayın Yargıç. Tanımıyorum diyor her halde. Bu fotoğrafta ki Erdal Eren sizin ; "asmayalım da besleyelim mi?" dediğiniz devrimcilerden biri idi. Ve sizin ; "biz 37/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 gelmesek Fatsada kiler gelecek." sözünüzü hatırlıyor musunuz? Darbeyi yapış gerekçeleriniz arasında saydığınız ve son sözüm tarihin kişiler ile işi yoktur. Kişiler ile uğraşmaz tarih ve gerçekten sizin hakkınızda tarihsel bir mahkumiyet kararı verilecekse bu hüküm bu ülkenin eşik demokratik ve özgür bir Türkiye olması anlamına gelecektir. Bu işin de tek başına mahkemelere bırakılmayacak kadar ciddi bir iş olduğunun bilincindeyiz. Ama şunu söylemek istiyorum. Öldürerek asarak başaramadınız. Bu ülkede halen devrimciler var." Sanığın sorulan sorulara cevap vermediği, Müdahil TÖB-DER vekili Av. İsmail Çevik söz alarak; "Efendim katılan TÖBDERVekili Avukat İsmail Çevik. TÖB-DER Türkiye çapında 630 şubesi ve 200.000 aşkın üyesi ile büyük bir demokratik kitle örgütü idi. Gerek 12 Eylül öncesi ve gerekse 12 Eylül sonrası 630 şubesinde yapılan aramalarda herhangi bir suç unsuru elde edilememiştir. 12 Eylül ötesinden tüm faaliyetleri valilikler sıkı yönetim komutanlıkları ve savcılıkları tarafından soruşturulmuş kimileri hakkında takipsizlik kararı verilmiş, kimileri hakkında ise açılan kamu davalır beraat ile sonuçlandırılmıştır. 12 Eylül sabahı yaptığınız ilk basın toplantısından itibaren tüm yurt gezilerinizde TÖB-DER'in adını vererek suçlamalarda bulunduğunuz ve bu nedenle daha önce soruşturulup takipsizlik kararları ve beraat kararları ile sonuçlanan tüm dosyalar birleştirilmiş yeni bir dava türüne dönüştürülerek derneğin kapatılmasına ve yöneticilerin ağır hapis cezasına çartpırılmalarına neden oldunuz mu? Özellikle Ankara Sıkı Yönetim mahkemesinde görülen dava sırasında yaptığınız suçlayıcı konuşmalar mahkemenin olumsuz yönde karar vermesine neden oluşturmuş mudur? Sayın Kenan Evren TÖB-DER'in yaratılan kaos ortamından sorumlularından biri olarak meydanlarda ve televizyonlarda konuşmalarınız da ilan ederken TÖB-DER'in 210 üyesi öldürülmüş yüzlercesi saldırıya uğramış genel merkezi dahil bir çok şubesi karanlık odaklarca kurşunlanmış binlerce üyesi ise nedensiz olarak yurdun dört bir tarafına sürülmüştür. Sanık mağdur olan derneği ve üyelerini suçlayıcı şekilde meydanlarda hedef tahtası yapmıştır. Yaratılan bu ortam nedeniyle TÖB-DER yöneticileri Sıkı yönetim mahkemelirince ağır cezalara çarptırılmış ve dernek kapatılmıştır. Öğretmenlerin katkıları ile edinilmiş tüm mal varlığına el konulmuştur. Sıkı yönetim kalkmasından sonra bir kısım TÖB-DER yöneticileri sıkı yönetim askeri mahkemesinde aynı suçlamalar ve aynı dosya ile Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmış ve beraat etmişlerdir. Bu durumu biliyor musunuz? Bu durum sıkı yönetim yargılarının ne kadar adalet içerdiğini açık bir delildir. Sanık ve arkadaşlarının emirleriyle kapatılan tüm dernek, sendika ve siyasi partiler daha sonra açılıp üyeleri ve yöneticileri Milletvekili, Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olurken mal varlıklarının büyük bir kısmı iade edilirken TÖB-DER hala kapalı ve mal varlığı iadesi henüz yapılmamıştır. Bu durum nedeni ile tüm öğretmenlere karşı bir sorumluluk hissediyor musunuz? 12 Eylül öncesi öldürülen TÖB-DER üyelerine 12 Eylül sonrasında Samsun Emniyetinde sorguda işkence ile öldürülen Abdurrahim Aksoy ile gördüğü işkenceler nedeni ile rahatsızlanan ve ceza evinde zamanında gerekli tıbbi müdahale yapılmayarak adeta ölüme terkedilen genel merkez yöneticisi Abdullah Gülbudak'tan haberiniz varmı? 11 Eylül 80 tarihinden önce Çankaya köşkünde yapılan Cumhuriyet Bayramı resepsiyonlarına davet edilen TÖB-DER yöneticileri 12 Eylül 1980 tarihinden sonra nasıl oldu da gizli örgüt üyesi olmuşlardır? Bu konuda ne düşünüyorsunuz? 12 Eylülden bu zamana kadar geçen süre 32 yıl içinde 13 Eylüle gelebildik mi? Sizin kurduğunuz rejim halen devam ediyor mu? Sizin açtığınız yolun virajı ne zaman kapanacak? Kapanmasını ister misiniz? Pişmanlık duydunuz mu?" Sanığın sorulan sorulara cevap vermediği, Av. Ali Sarıgül söz alarak; "Sayın Başkan keşke sayın General monolog yerine diyalogu seçseydi de konuşabilseydi. Bundan ötürü sizin de işinizi kolaylaştıracağım. Bir çok soruya cevap vermeyeceği için sormuyor olacağım. Ama bir kaç şeyi açıklamak gerekir ve sormak gerekir. Sayın General sizin askeri ihtilalinize kadar yani hükümet darbenize kadar 3'ü 38/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 başarılı 2'si başarısız darbe olduğu bunları biliyorsunuz. Bu darbeler döneminde sizin darbeniz hariç rütbeniz ve askeri bürokrasi deki göreviniz neydi? 60 darbesi Fethi Gürcan, Aydemir, 71 bunları siz yaşadınız. Tüm bunlarda da subaydınız. Askeri bürokrasi deki göreviniz neydi sayın General? Bu darbelerde dahiliyetiniz oldu mu sizin? Size tevdi edilmiş bir görev veyahut da sizin üstlendiğiniz bir görev var mıydı? Talat Aydemir, Fethi Gürcan idam edilirken yani başarılmamış hükümet darbelerinde siz ne hissettiniz? Geleceğe ilişkin olarak bir kurgu yaptınız mı acaba? Bunlara ilişkin tarihi açıklamalarda bulunabilirsiniz. Yani utangaç davranmak veyahut da sükut buna çözüm değil. Size yönelik bir soru yok çünkü burda tarih. Bilginiz dahilinde. Peki sayın General kartvizitiniz de Orgeneral, Genel Kurmay Başkanı, Devlet Başkanı, MGK Başkanı, Cumhurbaşkanı sıfatları var. Bunların dışında birde aldığnız doktorolar var. Benim aklımda kalan fahri hukuk doktoranız vardı. Siyaset bilim doktoranız da vardı. Türk Dili ve edebiyatı dalında doktora verilip verilmediğini bilmiyorum. Fahri doktora. Ama ikimizde Türkçe konuştuğumuza göre pekala anlaşabiliriz. İkimizin de bu konuda doktora yapmasına gerek yok. Bu doğrudan sizin dünkü savunmanız bağlamında. İç hizmet kanunun bize vermiş olduğu yetkiye dayanarak savunmalarınızda bu var zaten. Cumhuriyeti korumak ve kollamak eğer Türkçe de anlaşıyorsak korumak ve kollamaktan ne anlıyorsunuz? Yani şöyle bir tanım yapılsa bir genç askere giderken karısın ve kız kardeşini bir arkadaşına emanet etse bunu koru ve kolla dese askerden döndüğünde arkadaşından kızını ve karısın istediğinde hayır vermiyoırum korudum ve kolladım ve alı koydum diyebilir mi? Siz cumhuriyeti korumak ve kollmaktan Türkçe anlamında sadece basit Türkçe dili koruma ve kollamayı ele geçirmek darbe yapmak onları yok etmek olarak mı algılıyor sunuz? Türkçe basit Türkçe kuralı bu. Nasıl anlıyorsunuz bir evet hayır diyebilir siniz buna. Sayın General siz bu ülkenin aydınlarına vatan haini dediniz. Bir arkadaşım sordu. Aydınlar davası dilekçesi davasını hatırlıyorsunuz sanırım. Aziz Nesin'i, Tahsin Saracı isim olarak bilirsiniz yani hatırlamıyor da olabilirsiniz. Peki bunlara vatan haini demenizi gerektiren şey neydi. Aydınlar davası dilekçesi nedeni ile dava açılmasına müdahil oldunuz mu? Akhisar konuşmasıydı galiba vatan haini tanımınız. Bir kunduracının sizden daha vatan sever olacağı aklınıza geldi mi? Veyahut balıkçının? Gelmedi galiba. Sayın General uluslar arası mahkemelerde hükme bağlanmış bir metin var. Ki muhtemelen darbe yaparken de bunu biliyordunuz. Durunbet uluslar arası askeri mahkemesinin şartlarının 6. Maddesinin 3. Fıkrası bu bir uluslar arası metin ve Türkiyenin kayıtları içerisindedir ve şöyle tanımlamıştır. Sizin de galiba suçunuz hayır deseniz de budur. Örgütlü grupların sorumluluğunu düzenleyen ceza hukuku ilkelerine göre grup üyeleri suçun işlenmesinde oynadıkları rollerden bağımsız olarak suçlu sayılırlar. Yani siz bu ülkedeki 600.000 göz altı yüzlerce idam yüzlerce işkence altında ölüm fiilen katılmasanız da dahi bu hüküm gereğince suçlusunuz zaten. Gelin bir insanlık yapın. Tarihe karşı sorumlusunuz ya. Evet doğru. O zaman lütfen tarihe bir katkı verin konuşun. İyi bir şey yapmış olursunuz. Allaha can borcunuz var. Birde tarihe karşı konuşmak. Birde karışamaz sınız ama birine karışabilirsiniz. Gelin lütfen konuşun." Sanığınsorulan sorulara cevap vermediği, Av. Senih Özay söz alarak; "Sayın Yargıç şimdi ben sanığa ben seni çok suçlu buluyorum ama asıl olan o hakimlerin derdi. Hakimler yasaya vicdana göre karar verecekler. Sen çok suçlusun. Ama benim derdim bu değil. Benim derdim senin yüreğinde bir yara açmak. Onun için çalıştım otellerde motellerde İzmirlerde sorular sordum ama Mahkeme zorunlu olarak beni 3 dakika yaptı belki bi tane dava verirse 4 olur bu. 4 dakika. Şimdi sana ben ne soruyum. Yani o kadar garip sorularım varki. Mesela Mahkeme ziyaret defterleri diye senin defterini aradı. Hakim bey yanılıyorsam düzeltin. Bulamadınız galiba. Bu ziyaret defterini bulamadı Mahkeme sen hatırlıyor musun hani mutfağın üstüne mi koydunuz, bilmem bi yerlerde mi diye soru hazırladım. Cevap verme yok. Yani önemli değil. Yani benim derdim yara açmak. Şimdi bir başvursam gerçekten şeye pişmanlık yasasına vallahi billahi ben genel af çıksın Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya aftan kurtulsun Cumhurbaşkanı affetsin 39/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 diye deliler gibi çalışacağım. Yap bişey harekete geç. Yani ne olur sanki sen direnmesen de evet evet desen bak nasıl ama gülümsemeye başladı. Yani harekete geçtin. Yap bişey mesela hukuk doktoru verdiler sana ünvan İstanbul Üniversitesinden ben dava açtım geri alın diye. Davayı kaybettim. Yani şimdi Danıştayın önündeyim ama neden Hakimler seni seviyor bazı konularda. Yani neden kaybediyorum ben o davaları. Şimdi Atatürk ödülünü verdiler size ona da dava açtım. Onu da kaybettim. Yaw bunu yani torpil mi yapıyorsunuz diye soruyorum size. Okul isimlerini, sokak isimlerini silmeye başladılar biliyor musunuz? Mesela Kadıköy Lisesi sildi sinirleniyor musunuz bilmiyorum ama Osman bey gitti bana dedi ki Amerika da dedi bir Yüksek okul açıldı. Adı Kenan Evren adıyla şaşırdım. Devlet Bahçeli imzalamış. O dalgayı. Yaw biz siliyoruz, biz sildirmeye çalışıyoruz, Amerikalılar sana nasıl senin isminle okullar açılıyor. Yani biz mi hatalıyız onlar mı hatalı diye not almışım buraya. Bülent Ersoy ile konuştum İstanbul da 8 yıl onu çalıştırmamışsın. Şarkıcılıkta. Deliriyordu gelecekti buralara müdahil olacaktı. Gelmedi. Oda gelmedi, gelmiyor. Neden? Neden diye size soruyum diye buraya not almışım Ama önemli değil. Ama en önemli soru şu; Bizim solcularımız varya bizim solcularımız. On yıl on beş yıl ceza evinde yatmış solcularımız. Bunlar stockholm sendromu mu deniyor ne deniyor. Size aşık mıdırlar nedirler veya kendileri bişey yapıp da o zaman gelip sizi yargılamayı düşünüyorlar. Siz bu konuda bir fikriniz varmı? Nasıl oldu bu iş bu sorum çok önemli arkadaşlar. Son bir dakikaya girdiğimi algılıyorum üç baro dışında bütün barolar yok. Onlarda mı sizden korkuyorlar buraya gelsin. Mersin, Muğla ve Diyarbakır barosu dışındaki barolar sizi çok büyük hukukçu görüyorlar da biz mi göremiyoruz bunu? Sizin yaşlı olduğunuzu, hasta olduğunuzu buraya gelemeyeceğinize dair profesörlerin bir raporu oldu da ondan ordasınız. Ama o profesörler Mahkemenin profesörü değil Mahkeme onlara yemin ettirmedi. Mahkeme onlara para vermediharcasınlar diye. Rektörlere dekanlara bıraktı. Siz bişey demiyor musunuz buna yani Avukat bey sen haklısın Mahkeme yanlış demiyor musunuz? Demiyor musun? Hatta raporda diyor ki; Ayakta ve oturarak yapamaz sorguyu. Yani ölür mölür diyor. Ama yatarak demiyor. Ben bir avukat olarak geçen duruşmaya gelmedim. Burda yatarak demiyor. Bidaha sorun. Yani keşke kendi doktorunuza sorsanız ama madem bu rektörün dekanın doktorlarına sordunuz onlara bidaha sorun neden yatakta ayakta lafı var. Yatarak yok diyecektim avukat arkadaşlar üzülmesin diye gelmedim geçen duruşmaya. Maliye Bakanlığı Bürokratlarından aldığım bilgiye göre siz bu dava yüzünden Maliye Bakanlığının da dikkatini çektiği ve Mayıs telaşı adı verilen Maliye Bürokrasisin de bankalarınız da hesaplarınız da hareket olmuş. Doğru mudur? Son soru. Masak denen sizinde ara kararınıza cevap veren o örgüt on yıldan evvel bilgi veremezmiş doğru mu efendim? On yıla kadar veririm, on yıldan evveli vermem demiş. Yine Maliye Bakanlığından bir bayan kadın hep kadınlar iyi oluyor. Bir kadın dostumdan aldığım bilgiye göre siz eğer Masak'a terör bağlantılı sözcüğünü kullanırsanız on yıldan geriye gidiyorlarmış. Mahkemeye de söylüyorum sizde biraz üzülün korkun, yüreğiniz acısın diyorum teşekkür ederim. Sağolun " Sanığınsorulan sorulara cevap vermedi. Av. Kazım Genç söz alarak; "Sayın Başkan. Sanık beni duyuyor mu acaba? Bir hareketlilik yok ama duyduğunu düşünüyorum. Şimdi Sayın Başkanım ben deminden meslektaşımın resmini gösterdiği yaşı büyütülerek 17 olan yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren'in ailesinin vekilliğini bu dosyada yapıyorum. Ve keza; gene aynı dönemlerde Gaziantep te asılarak cezası infaz edilen Veysel Güney'in ailesinin avuktlığını yapıyorum. Bu her iki müvekkil yakınları ile ilgili sanığın bir bilgisi var mı bilmiyorum ama. Bu her iki müvekkil yakınlarının iki özel durumu var. Birisinin yaşının büyütülerek asılmış olması, bir diğeri de asıldıktan sonra bugüne kadar hala mezar yerinin ailesine gösterilmemiş olması durumu var. Şimdi Veysel Güney ile ilgili dosyada baktığımızda infaz yapılmış ve infazdan sonra cenaze bir Yüzbaşıya teslim edilmiş. Ve ondan sonra cenaze yok. Keza burada detaylı olarak konuşuldu. Ankara Merkez Kapalı Ceza Evi Raci Tetik'e teslim edilmiş. Diyarbakır Ceza Evi Esat Oktay Yıldıran'a teslim edilmiş. Tüm bunlara rağmen hala sanık ceza evindeki ah o 40/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 gardiyanlar mı diyor? Hala bu askerleri görmezden mi geliyor? Bu askerlerin hiç mi bir kusuru yok? Hani gardiyanlar yaptı bizim haberimiz yok diye ifadesinde söyledi. Dün de bunlar ne görevdelerdi orada. Bunu bir sormak istemiştim. Bir diğer soru; dün sanık General ifade verirken; "Biz Yüce Türk Milleti Adına Görevi Yaptık, Darbeyi Yaptık. Oradan Aldığımız Güç İle Darbeyi Yaptık ve Biz Kurucu İktidarız." Mahkeme Heyetini yani Mahkemeyi de kast ederek; "Siz Bizi Yargılayamazsınız." dedi. Ama biz çok iyi biliyoruz ki Mahkeme de Yüce Türk Hukuku Adına Türk Milleti adına yargılama yapıyor. Yani darbe varken bu Yüce Türk Milleti kıymetli de Mahkeme yargılarken bu Yüce Türk Milleti kıymetsiz mi oluyor? Nasıl oluyor? Ben anlamadım. Yani her ikisi de Yüce Türk Milleti adına görev yapıyorlar. İşinize geldiğinde o Yüce Türk Milleti iyi de Mahkeme sizi yargıladığında o Yüce Türk Milletini niye yok sayıyorsunuz da böyle suskun orada duruyorsunuz? Bunu da ben anlayamadım. Şimdi 12 Eylül dönemi ile ilgili yaptığınız Anayasanın 24. Maddesinde bu zorunlu din dersi uygulaması getirdiniz. Bu refarandumda cemaat kesiminden destek almak için mi yaptınız? Ve şimdi bir pişmanlığınız var mı? Yanılmıyorsam bir televizyon programında ; "biz onu yanlış yapmışız" gibi bir sözünüz kalmış. Hafızamda yanılıyor muyum? Acaba? Darbeden 20 yıl sonra ATV de katıldığınız bir programda Ali Kırca'nın bir sorusuna sizi darbe yaptıktan sonra suikast planları falan geliyor muydu? diye sorulduğunda; "evet Emniyetten dönem dönem bize böyle sözler geliyordu. Hatta biz bir MGK toplantımızda dedik ki ya hangimize karşı bir suikast özellikle bana karşı bir suikast işlenirse hangi örgüt yaptı ise onun ceza evinde olan tüm elemanları asın. Öldürün. " dediğiniz biliniyor. Hala o düşüncede misiniz? Çok enteresan bir şey. Dün burada ifade verirken dediniz ki; "darbeye teşebbüs yargılanır. Ama biz darbe yaptık. Yargılanamayız. Yargılayamazsınız." dediniz. Ama ifadenizin devamında da şöyle dediniz; "yani bugün de olsa darbeyi yaparım." Gene mi teşebbüs edecek siniz? Yoksa? Bak bu suçu işliyorsunuz o zaman. Yani şimdi olanak olsa tekrar darbe yaparım dediğinizde teşebbüs ediyorsunuz gibi olacak. Yani o dediğiniz suçu işleme noktasına geliyorsunuz. Bu askeri tutuklular o dönemde göz altında iken; onları sorgulayanlar o askeri tutuklulara şunu söylüyorlarmış bize gelen duyumlar müvekkillerimiz söylediler. "biz doğrudan Kenan Evren'den emir alıyoruz. Başka hiç kimse bize bir şey diyemez." Bu doğru mudur? Sayın Başkan ben 100 kadar soru hazırladım ama zaman darlığı nedeniyle bu 10 soru ile idare edeceğim. Bi son soruyu şu bizim çocuklar sorusunu da sorup sizin sabrınızı da taşırmayacağım. Zorlamayacağım. Amerika Haber Alma örgütü Türkiye Şefi Paul Hainze yaptığınız darbeyi kendi devlet başkanlarına haber verirken; "bizim çocuklar bunu başardı." diyor. Deminden meslektaşım da dedi. Bu Amerikalılar sizin adınıza okul falan da açmışlar. Hala bu sevginiz, bu şeyiniz, sizonların çocukluğu durumunuz falan devam mı ediyor? Yani biz anlamadık. Bu konuda bizi aydınlatır mısınız? Teşekkür ederim. Sayın Başkan." Sanığın sorulan sorulara cevap vermediği, Av. Şenal Sarıhan söz alarak; " Sayın Başkan teşekkür ediyorum. Sanığa sorularımı soracağım. Fakat önce bir gözlemden yada bir durumdan söz etmek istiyorum. 8 Ekim 1982 günü sağ görüşlü Mustafa Pehlivanoğlu idam edildi. Ben sol görüşlü bir avukatım ve sol siyasi davaları izleyen bir avukatım. Mustafa Pehlivanoğlu Balgat Katliamı nedeniyle burada ki eylemi sabit görüldüğü için idam edildi. İdamdan bir gün önce Mamak Kapısında annesini gördüm. Ve annesi ile birlikte ağladık. İdam vahim bir olaydı çünkü. Şimdi de sizin için üzülüyorum. Sorulara yanıt vermeyeceğiz, vermeyeceğim dediniz. Sizi yine sorularla tırnak içine alarak söylüyorum zorlamaya devam ediyoruz. Bu sebeple sizin için de üzülüyorum. Ama arkadaşlarımın son derece haklı soruları var. Ve o soruların önemli bir bölümü çığlıklarımız diye ifade etti. Şimdi ben bir kaç sıradan soru size sormak istiyorum. Siz bu eylemi iki kesime yönelttiniz. Birisi kurumlara yani aralarında siyasi partilerin, derneklerin, sendikaların olduğu kurumlara; diğeri de bireylere, yurttaşlara yönelttiniz. Aslında dün biraz açıkladınız. Beceriksizlerdi dediniz. Ortada sorun vardı, anarşi vardı, evet vardı. Onlar 41/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 beceriksizdi. Biz yaptık ve bunda yasal haklarımız sebebiyle yaptık dediniz. Merak ediyorum bir hukukçu olarak becerikli olmak ve olmamak acaba bir cezai müeyyideyi getirir mi? Yada becerinin ölçüsü nedir? Demokrat olmak, insan haklarına saygılı olmak mı? Yoksa demokrasiyi ortadan kaldırarak, insan haklarını yok sayarak mı eylemler gerçekleştirmek mi? Örneğin merak ediyorum. Siz çünkü sıkça Atatürk'ün adını da kendi eylemlerinizin bir gerekçesi gibi sundunuz. Atatürk'ün kurmuş olduğu Cumhuriyet Halk Partisini neden kapattınız? Kapatmanın ötesinde bütün bir arşivini neden yok ettiniz? Bir tarihimi yok etmek istiyordunuz? Çünkü Cumhuriyet Halk Partisinin arşivi aynı zamanda sizin korumak ve kollamak adına hareket ettiğiniz Cumhuriyetin tarihidir. Bu tarihi neden yok ettiniz? Siz yeni bir şeymi yapmak istiyor dunuz? Siz Ulusal Kurtuluş Mücadelesi ile kurulmuş bir ülke yerine ABD'nin emrinde ve kumandasında yeni bir iktidar mı oluşturmak, yeni bir yapımı oluşturmak mı istiyor dunuz? Birinci sorum bu. Yine siz laik olduğunuzdan söz ettiniz. Ben son derece iyi anımsıyorum.12 Eylül de özellikle Güneydoğu da özellikle Diyarbakır'ın semalarında uçaklar ayetli ve hadisli bildiriler attılar. Sizin darbenizin nedenli hukuka tırnak içine alarak söylüyorum uygun olduğunu ifade etmek için. Buna neden gerek gördünüz? Neden dini bir siyasi araç gibi bir siyasi alet gibi kullandınız? Aslında arkadaşlarımın farklı soruları da geldi. Fethullah'a ve o bölgede ki gericiliğe yönelik teşvikleriniz konusunda. Bir başka yöne döneceğim. Siz yeni bir düzen kurmaya çalışıyordunuz ve yargılama yapmaya çalışıyordunuz. Öyle zannediyorum ki şu an da gerçekten rahatsızsınız. Bir Savcıya ifade verirken de rahatsızdınız. Şimdi şöyle olsaydı; siz Savcıya doğal koşullarda ifade vermek yerine önce Emniyete yada öncelikle DAL denilen bir yere yada adı bilinmeyen bir yere alınsaydınız burada bacaklarınızdan ters döndürülerek asılsaydınız elektrik verilseydi kulak memelerinize cinsel organınıza ayak parmaklarınıza size bu darbenin evet hukuka aykırı olduğu kabul ettirilseydi böyle bir şeyi insancıl bulurmuydunuz? Böyle bir koşulda size yapılanları bir insana yapılmış sayarmıydınız ? Ceza evleri inşa ettiniz. Askeri Ceza Evlerini Sivil Ceza Evlerine döndürdünüz. Yani askeri olmaya devam etti. Ama sivil insanları asker kişi saydınız. Şimdi elimde 1980 yılına ait Hizmete Özel Ceza ve Tutuk Evi Talimatı var. Bu talimatı Erdost dosyasından aldım. İlhan Erdost dosyasından aldım. Tek tek o zaman da okumuştum. İlhan Erdost ile ilgili yargılama sürer ikende. Yine baktım. Dün akşam yine baktım. Böyle üstü kapalı normal bir infaz belgesi gibi görünüyor. Avukatlar ile serbest görüşme hakkı var örneğin. Ama ben biliyorum ki avukatlar ile 3 dakika görüşürdünüz. Yani savunma hakkını insanların savunma hakkını 3 dakikaya sığdırdınız. Şimdi sizi de 3 dakikalık bir süre ile avukatınız ile görüştürseler bunu bugün adil bir yargılanmanın bir parçası olarak sayabilir misiniz? Yada siz ceza evinde olsanız ve her sabah komutla kalksanız ve komutla otursanız size eziyet olsun diye İstiklal Marşı söyletseler Bağımsızlık Marşımızı eziyet olsun diye söyletseler sizde vatan duygusu, vatana olan saygı, Kurtuluş Mücadelelerine saygı kalırmı? Ve siz o insanlara bunu uygulayanlara nasıl bakarsınız? Ve daha ötesi; tanımıyorsunuz zannederim belki de tanıyorsunuz. Dün Şahinkaya'ya yönelttim. Her hangi bir yanıt vermedi. İlhan Erdost; önemli bir yayınevinin sahiplerinden. Kardeşi Muzaffer Erdost şimdi kardeşinin adını da taşıyor. Muzaffer İlhan Erdost. Siz ceza evine götürülseydiniz bu sebeple tutuklansaydınız ve ceza evinin kapısında sizi bir aracın içine alıp kıyasıya dövselerdi öldüresiye dövselerdi siz bunu hukuka uygun bir eylem bir işlem olarak sayabilir miydiniz? İşte İlhan Erdost şu sizin hazırlamış olduğunuz ceza ve tutuk evi talimatının tamamen aksine böyle bir aracın içinde Askeri bir aracın içinde askerlik yapmakta olan erler, Astsubaylar ve bütün bunlara komuta eden adı bugün sıkça edildi Raci Tetik'in emirleriyle dövesiye öldürüldü. Burada arkada ayağa kalkıp size kendisini göstermesini gereken pek çok genç insan var. Bunlardan birisi Abdullah Gülbudak'ın kızı. Benim eski mesleğim sebebiyle meslektaşımın kızı. Bu çocuklar büyüdüler ve bu davaları izliyorlar. Başka platformlar var. O platformlar da babalarını belki hiç görememiş olan çocuklar, babalarını hiç kucaklayamamış olan çocuklar yada Erdal gibi büyüyememiş o yaşta kalmış olan çocuklar idam edildikleri için 42/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 göz altında kayıp edildikleri için yok edilmiş çocuklar büyümeden bir yerlerde bekliyorlar. Neyi bekliyorlar. Adaleti bekliyorlar. Arkadaşlarım ifade etti. Siz kendi vicdanınız ile hesaplaşmalısınız. Kendi vicdanınız ile hesaplaşırken bugün bizim sizden beklediğimiz tek sözcük şudur. "Darbeler Kötüdür. Darbeler Yanlıştır. Bir Halk Kendi İradesiyle Kendi Geleceğini İnşa Eder." Keşke bunu diyebilseniz. Teşekkür ediyorum." Sanığın sorulan sorulara cevap vermediği, Müdahil Şükrü Bütün söz alarak; "Sayın Kenan Evren; asırlar önce verilen İskilipli Ebu Suut Efendinin insanlık dışı fetvaları doğrultusunda Çorum da , Maraş ta yüzlerce Alevi vatandaşların işyerleri yağmalandı, yakıldı. Nüfus cüzdanlarına göre hunharca katledildiler. Bu katliamlara bir bakıma seyirci kalındı. Acılar bal eylendi. Sağ duyulu demokrat onca sünni insanlarımız da kardeşlerine komşularına haksız yere yapılan tüm bu olup bitenlere derinden üzüldüler. Darbenin oluşması için yakın tarihimize kara bir leke olarak geçen Çorum , Maraş olaylarının 12 Eylül'e giden yola düşen kana bulanmış kırmızı halı niyetine mi serdiniz? 12 Eylül de herkes bir bedel ödedi. Kimisi sakat bırakılarak, kimisi zindana genç girip ihtiyar çıkarak. Kimisi aklını kaybederek, kimisi de dar ağacında iskemleye tekme atarak. Siz hangi bedeli ödediniz Sayın sanıklar? Yoksa ödüllendirildiniz mi? Kanlı Çorum Olaylarının mağduru olan kimsesi olmayan insanların kimsesi olarak, sesi olarak suçuÇorum da Erzincan Sıkı Yönetim Mahkemelerinde mağdurları savunan Şükrü Bütün'ü tutuklamakla da yetinmeyip hücreye atılması adaleti o günün Çorum Olayı suçlularına verilen bir moral mesajı mıydı? Saldırganlar teşvik edenler isyanı örgütleyenler Dede Musa Solmaz, Ahmet Doğan, gencecik doktor adayı Süleyman Atlas, Gökşen Kartal anayı ve 60 ı aşkın insanımızı canavarca katleden katiller ortada dolaşıp volta atarken Çorum Olayının mağdur temsilcisi sayılan Çorum CHP İl Başkanı Cemal Solmaz, Çorum CHP Milletvekili Ethem Eken, Çorum CHP Milletvekili Şükrü Bütün, CHP li Ünal Şen, Rıza Ilıman, Hıdır Cengiz, Haydar Kurt, Ali Kurt, Sami Akpınar, Cemal Şahin gibi yüzlerce kişinin tutuklanması o gün kü Çorum Olayları elebaşısının yüreklerine su serpmek için mi yapıldı? Bu olaylar onları cesaretlendirmiş midir? O günün güya tarafsız rejiminin adalet anlayışı bu mudur? Hele Çorum Olaylarında tarafsız görev yapan Amasya Tugay Komutanı Şahabettin Paşanın o görevden hemen sonra emekli edilmesinde bir kasıt varmıdır? 12 Eylül ara ara olduğu kadar da kara rejimin yakın tarihimiz yönünden kara bir leke olduğunu toplumumuz ezici çoğunluğu ile kabul ettiğine dava konusu olduğuna göre siz de bu kara lekenin mimarlarından olduğunuzu kabul ediyor musunuz? 12 Eylül sanığı Şükrü Bütün karşısında davanın sanığı Kenan Evren'e sorulacak binlerce sorudan bir kaçını sormuştur. Soruları cevaplamayacağınızı sanıyorum. Susmanın ikrar olduğunu bile bile olsa da. Öyle ya "Keser Döner Sap Döner, Gün Gelir Hesap Dönermiş. " sembolik de olsa o gün bugünmüş. " Sanığın sorulan sorulara cevap vermediği, Av. Gökçesu Özgül söz alarak; "Teşekkür ederim önce söz verdiğiniz için. Av. Gökçesu Özgül. Her ne kadar Türkiye Cumhuriyetinin somut koşullarının o dönemde darbe yapmayı gerekli kıldığını demeçlerinizde de söyledi iseniz; bazı ifadeleriniz bize bu fikri uyandırmıyor. Mesela 1961 Anayasası ile ilgili o Anayasa dediğiniz elbise bize bol geldi. İçinde oynamaya başladık. Anayasanın içinde bir çok açık kapılar vardı. Kötü niyetlilere fırsat veren o açık kapılar kapanmadığı için 12 Mart geldi. Diye bir ifadeniz var. Bunun akabinde 19. Genel Kurmay Başkanı Necdet Üruğ'un anılarınızda geçen işkenceciler ve işkence yapanlardan şikayetçi olduğuna dair beyanlar var. Ve biraz önce meslektaşım Fikret Bey de beyan etti. Berfo Kırbayır'ın oğlu Cemil Kırbayır'ın sapasağlam göz altına alındıktan sonra 32 yıldır aranıp bulunamayan naaşı var. Bunları bu kadar hızlı geçiyorum. Sırf sözüme sağdık kalabilmek adına. Kısa tutacağım demiştim sözümü çünkü. Siz Meclis İnsan Hakları Komisyonunun bir raporu var. Tutarsız ifadeleri yer alan Selçuk Akyıldız tanır mısınız kendisini bilmiyorum ama. Cemil Kırbayır'ın sorgusunda yazıcıymış. Ödüllendirmişsiniz onu. 43/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Sayın Evren; siz neyi ödüllendiriyorsunuz tam olarak. İşkenceyi ve işkencecileri mi? Tüm uluslar arası sözleşmeler kapsamında değerlendiğimizde yaşam hakkının dokunulmaz olduğu sonucu ortaya çıkıyor. Ve bu hiç bir istisnai durum harp hali , harp tehditi ve siyasi istikrarsızlık durumunu kabul etmiyor. Hiç bir istisna görmüyor yani. Ama siz belirli bir takım durumları işkenceye gerekçe olarak gösterdiniz. Yaşadığımız, burada anlatılanlar okuduklarımız hepsi aynı gerçeği ortaya çıkarıyor karşımıza. İşkencede ölenlerin yada yargılanmadan infaz edilenlerin çocukları, yakınları size soru sorduğunda ne cevap verdiniz? Merak ediyorum. Yani aslında bir şey söylemiyorsunuz. Merak etmeye de çok gerek yok. Burada da çünkü sessiz kalıyorsunuz. Ama şu bir takım sorulara cevap veriyor olmanız susma hakkınızı kullanmadığınızı gösteriyor. Acaba bütün bunların sorumluluğunu alıyor musunuz? Eleştiriniz 1982 Anayasasının şu an ki hali ile mi ilgilidir? Halbu ki bu Anayasa sizin Orhan Aldıkaçtı ya talimat vererek yaptırdığınız onun da merak etmeyin bundan sonra Sosyalizme dair hiçbir tehlikemiz olmayacak diyerek arkasında durduğu Anayasadır. Hakkınızda dava açılırsa intihar edeceğinizi söylediniz. İyi ki etmemişsiniz. Çünkü sizden hesap sormaya gelen pek çok insan var. Bende bunlardan bir tanesiyim. 28 yaşımdayım. Her gün adınızı duyuyorum. Göz altında kayıp edilen Cemil Kırbayır'ın annesi Berfo Kırbayır şu an hasta ve o yüzden gelemiyor buraya. Ama 32 yıldır oğlunu arıyor. İki defa 104 yaşına rağmen İstanbul dan kalktı buraya kadar geldi. Ve her gün saçını taradığında tarağına gelen saç tellerini topluyor. Ve tek sorunu öldükten sonra oğlunun kemikleri eğer bulunursa bu konuda DNA testi yapılıp yapılamaması. Sizin öldükten sonra arayacağınız bir şey varmı hayatınızda? Ben gerçekten bunu çok merak ediyorum. Ve son bir tek bir şey soracağım. Lütfen buna cevap verin. Hiçbir şeye cevap vermiyorsunuz ama. Şunu çok merak ediyorum. 1980 Askeri Darbesi ile beraber Türkiye de asimilasyonlar oldu. Kürtlere karşı. Alevilere karşı. Sosyalistler öldürüldü bu ülkede. Siz arkanızda binlerce ölüm bıraktınız. Binlerce kayıp bıraktınız. Laikliğe gölge düşürdünüz. Zorunlu din dersi getirerek. Mehmet Ağar gibi operasyonlara karışan bir sürü ölüme adını yazdıran birinin önünü açtınız. Peki Türkiye'nin bugünkü halinden memnun musunuz? Memnun olduğunuzu düşünüyorum. Bu kadar sorumluluğun arkasında durduğunuz için bu kadar şeye göğüs gerdiğiniz için. Ben bu sessizliğinizi memnuniyetinize yoruyorum. Teşekkür ediyorum." Sanığın sorulan sorulara cevap vermediği, Av. Arif Ali Cangı söz alarak; "Sayın Başkan daha önce gelen MASAK raporunun fotokopisini alamadık. Bu nedenle detaylı inceleme yapamadık. Çünkü Mahkemenin de saatlerce inceleme yapabileceğimiz bir yer sunulamadı. Zaten biz klasör dolusu bir evrakın Mahkeme Salonunda veya bir kenarda inceleme olanağı yok. Bu nedenle biz müdahil taraf olarak o dosyada ki bilgilerin gerekli denetimlerini yapamadık. Mahkemenizin önüne bazı ip uçları veremedik. Şimdi gördüğümüz kadarıyla daha geniş bir rapor gelmiş durumda. Bu kez sınırlama koymayınız. Mutlaka o dosyadan fotokopi almak istiyoruz. Dosyanın eğer kamu oyuna açıklanması gibi bir sınırlamanız olacaksa onun biz sorumluluğunu taşımaya hazırız. Ancak biz müdahil vekiller olarak dosyanın fotokopisinin verilmesini istiyoruz. Bir diğer talebimiz bugün kü 3 günlük duruşma kayda alındı. Ve şimdi tutanağa geçirilecek. Tutanak ile birlikte kaydın CD'sinin verilmesini istiyoruz. Zira kaydın tutanağa geçirilmesini denetleme olanağımız yok. Bu nedenle tutanak ile birlikte CD'lerin de birer kopyasını istiyoruz. " Av. Mehmet Horuş söz alarak; "Av. Mehmet Horuş. Meclisin raporundan basına yansıyan bilgilere göre yani 12 Eylül değerlendirmesi içerisinde özellikle Genel Kurmayın halen bilgi ve belge taleplerini ketum tavır aldığı yönünde bir değerlendirme var. Şimdi bu ara karar bu yüzden gecikebilir. Ben şöyle bir öneride bulunacağım. Talep edilen yazışmalar ile ilgili mevcut darbe planının ve o dönemde ki yazışmaların mutlaka yasal işleyiş içinde tutanak ve yazışma prosedürü içerisinde yapılmış olması şart değil. Eğer ellerinde bu belge yoksa ilgili döneme ilişkin yazışmalarda bunun da tespiti talep edilsin. Yani elimizde belge yok 44/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 denildiğinde bunun tekidine yada cevap vermediğine, gerçekten olmayadabilir. Gizlemiş de olabilirler. " Av. Kazım Genç söz alarak; "Sayın Başkanım meslektaşlarım bazı konularda bazı evrakların celbini talep ettiler. Fakat dosyanın gelmiş olan bu aşamasına ve sanıkların gerek dün ve gerek ise bugün vermiş oldukları Mahkemeye ilk ifadelerinde bir şeyi çok açık ve çok net olarak ortaya çıktı. Zaten bilinen bir şeydi. Yani çok somut bir gerçeklik var. Bu iki sanık General 12 Eylül Askeri Darbesinin en üst noktasındalar ve tüm Türkiye kamu oyu bunu en ince noktasına kadar biliyor. Yani bu mesele bir anlamda şu yani Güneş in doğudan doğduğunu biliyoruz. Batıdan battığını biliyoruz. 12 Eylül darbesinin Genel Kurmay Başkanının sanık Orgeneral Kenan Evren, konsey komutanlarından birisinin de sanık Orgeneral Ali Tahsin Şahinkaya olduğunu biliyoruz. Bu çok açık. Tüm bilgi, belge doküman dosya kapsamına baktığımızda bu husus artık o kadar tartışmadan uzak ki; buna yönelik tevsi tahkikat talebinde bulunmayı yersiz, gereksiz ve davayı uzatmaya yönelik olarak gördüğümüzü ifade ediyorum. Bu konuda sayın Mahkeme de eğer bizim görüşümüzde ise; dosyanın esas hakkında mütala verilmek üzere savcılık makamına tevdini talep ediyorum." Av. Senih Özay söz alarak; "Efendim ben artık yaşlandım. Kulağımda iyi duymuyor. Ben sayın Savcılığın Genel Kurmayda ve MİT'te kalıntı kırıntı bilgi belge varsa gelsin ve bir de TBMM pek yaman bir komisyon kurdu her kes izleyip duruyor onun raporu da gelsin. Ben başka şey tevsi tahkikat görmüyorum mu demek istedi. Mahkemeniz savcılığa rağmen bana şey vermiyor. Yani sizinde esasen soruşturmanın genişletilmesi yolunda bir boşluk gördüğünüzü göremiyorum. Çünkü birinci yada ikinci celsede Hasan Fehmi Güneş gibi eski bakanları telaffuz ettiniz diye hatırlıyorum. Yani benim beynim yanlış mı hatırlıyor bilmiyorum. Böyle boşluklar devam ediyormu. Ben ona göre pozisyon almak istiyorum. Şimdiki ara kararınızla benim bunu görmeme yol açın. Yani ben koku alayım bari." Av. Yücel Bulut söz alarak; "Sayın savcılığın mütaalasında belirttiği talepten de belirttiği zaten bizim tevsi tahkikat dilekçemizde sunulan taleplerimizin bir kısmıdır. Fakat eksik olarak sayın Savcı tarafından dile getirildi. Biz davanın başından beri Gün Sazak suikastine ilişkin MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Genel Kurmay Başkanlığı nezdinde ki her türlü bilgi ve belgeyi talep etmiştik. Buna ek olarak dönemin Sıkı Yönetim Komutanı Nihat Özer'in sayın Mahkeme huzurunda tanık sıfatıyla dinlenmesini talep etmiştik. O celsede de Cumhuriyet Savcısı da aynı talepte bulunmuştu. Buna ek olarak da yine; Tekel Eski Genel Müdürü Esat Uçan, Ankara Valisi ile görüşme yaparak korumayı tekrar tahsis ettirmek isteyen Esat Uçan'ın da sayın Mahkeme huzurunda tanık olarak dinlenmesini talep etmiştik. Buna ek olarak da; Mahkemeniz için çok fazla bir kırtasiye yaratmayacağını düşünüyoruz. Ankara 2 Nolu Sıkı Yönetim Askeri Mahkemesinin 1981/304 esas sayılı Gün Sazak suikastı dosyasının dosyamız içerisine alınmasını talep ediyoruz. Buna ek olarak başından beri ifade ettiğimiz 30 Haziran 1979 tarihinde MHP Genel Merkezi ve MİSK Eğitim Merkezine düzenlenen silahlı saldırıya ilişkin olarak Emniyet Genel Müdürlüğüne yazı yazılarak 30/06/1979 tarihinde MHP Genel Merkezinin bombalanması ve otomatik silahlarla taranmasına adı karışan Emniyet görevlilerinin tam listesinin istenmesini, aynı kurumdan adı geçenlerle ilgili olarak yapılan İdari ve Adli Soruşturmalara ilişkin eğer ellerinde bulunan bilgi ve belgelerin dosya içerisine alınmasını, MİT Müsteşarlığına yazı yazılarak MHP Genel Merkezine yapılan bombalı ve silahlı saldırıya ilişkin olarak ellerinde bulunan tüm kayıt ve dokümanlar ile varsa istihbarat raporlarının istenilmesini talep etmiştik. Aynı talebimiz Genel Kurmay Başkanlığı için de geçerli. Bu kapsamda değerlendirilmesini talep ediyoruz. Siz sanıklara bizim dilekçemizde yer aldığı için yönelttiğiniz sorulardan bir tanesi de bu çalışma grubunda yer alan Kurmay Subaylardı. Buna cevap vermediler. Biz tarihe not düşmek adına şu an burada söylüyoruz. İsimlerini açıklamayı uygun bulmuyorum ama şu an kendileri zaten Haydar Saltık'tan öğrendiklerini uygulamaya devam ettikleri için bir başka darbe kapsamında tutuklular. Fakat 45/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 huzurda ki yargılamanın ilk elden en önemli kanıtları bu iki isim olduğu için isimlerinin ortaya çıkarılması gerekiyor. Biz kişilik haklarına bir saldırı mahiyeti taşımasın diye elimizde somut bir veri olmadığı için bunları açıklama ehliyetine sahip değiliz burada. Bir siyasi parti olarak bu isimleri dile getirmemiz çok doğru değil. Çünkü elimizde somut vesika yok. Biz tanıyanların bize verdiği bilgilere istinaden bunları söylüyoruz. Ha keza; Yemin Metninin kim tarafından hazırlandığını sormuştuk. Zaten Yemin Metninin karşılığında ödüllendirildi ve uzun bir süre Yüksek bir Yargı Makamının Başkanlığını yaptı kendisi. Umut ediyoruz ki sanıklar nedamet getirir ve bu isimleri açıklarlar. Bizim açıklamaya ehliyetimiz yok ama tarihe not düşmek adına söylüyorum. Diğer tevsi tahkikat taleplerimizin de kapsamlı bir şekilde değerlendirilerek kabul edilmesini talep ediyorum." dediği, SANIK ALİ TAHSİN ŞAHİNKAYA Savcılık aşamasında alınan ifadesinde: Soru 1: 12 Eylül 1980 tarihinde, yürürlükte olan 1961 Anayasası ve kanunlara göre herhangi bir yetkiniz olmamasına rağmen, daha önce yapmış olduğunuz gizli plan çerçevesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta kademesinde yer alan diğer kuvvet komutanları ve diğer askeri erkanla birlikte, Anayasa ve kanunlara aykırı olarak, yürürlükte olan 765 Sayılı Türk Ceza Kanunun.146 ve 147. maddelerini ihlal ederek, Türkiye Cumhuriyeti Halkının vergileriyle alınan ve ülke savunması için emanetinize tevdi olunan silahları kullanarak, meşru bir yetkiye dayanmadan fiilen oluşturulan Milli Güvenlik Konseyi Başkanı olarak askeri darbe yapıp ülke yönetimine el koyduğunuz, yayınlamış olduğunuz 1 Numaralı Bildiri ve takip eden süreçte almış olduğunuz kararlarla Anayasaya göre oluşmuş TBMM'sini ve Hükümeti fesh ederek ortadan kaldırdığınız anlaşılmıştır.Yukarıda sözü edilen 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun 146.maddesinde "Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini İskata veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs edenler, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum olur." şeklindeki düzenleme île Anayasayı ortadan kaldırmak, TBMM'sini ortadan kaldırmak veya vazifesini yapmasına güç kullanarak engel olmaya teşebbüs etmek, 147.maddesinde ise "Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik eyleyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur."şeklindeki düzenleme ile Bakanlar Kurulunu ortadan kaldırmak ve vazifesini yapmasına güç kullanarak engel olmak eylemleri suç olarak düzenlenmiştir. Bu hususlarda ne diyorsunuz sorusu üzerine: Cevaben; 12 Eylülden evvelki zamanlarda veya 12 Eylül devresi içerisinde Türkiye'nin o acıklı halini yaşamadıktan sonra anlatmak ve anlamak çok güç. Benim mesleğim tayyarecilik. Ben öyle yetiştim. Benim bütün gayem komutan olarak çocuklarımın ölmeden önce uçuşlarını yapmak silahların iç ve dış tehditlere karşı korumaktı. Başka bir düşüncem yoktu. Ancak öyle bir dururr içerisinde idik ki memleket bölünmüş ve ayrılmış paramparça olmuş, kardeş kardeşi öldürüyor, sağ sol hareketleri had safhasına gelmiş ve biz de halk karşısında mevcudiyetimizi muhafaza edecek veyahutta dönemimizin başında görevini yapamamış bir insan olarak kendimizi gördük. Bütün komuta kademesi yüksek komuta kademesi tugaylara kadar hep beraber buna bir çare bulunması için Genelkurmay Başkanlığı altında ve emir komuta zinciri altında buna bir çözüm bulmak istedik. Biz darbe yapmadık. Zira darbe yapan insan 2-3 yıl sonra hükümeti bırakmaz biz darbe yapmadık ve biz kanlı olayların önüne geçtik dedi.Soru;Bu eylemi hangi yasal dayanakla gerçekleştirdiniz? Cevaben;İç hizmet Kanunun 35. Maddesinde bize verilen devleti koruma ve kollama yetkisine dayanarak bu yönetime el koyduk. Kaldı ki silahlı kuvvetlerin her kademesi bu olayın içerisindedir dedi.Soru; Hükümete el koyma olarak nitelendirdiğiniz faaliyetin yasal bir dayanağı mevcut isi neden 1982 Anayasasına geçici 15. Maddesini düzenleyerek cezai ve mali hukuki sorumluluktan bu faaliyete katılanları kurtarmaya çalıştınız?Cevaben; Bu 46/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 düzenlemeyi sadece komutanlar açısından düşünmedik, o dönemde ki Danışma Meclisi sivil idarede görev alan şahısların da yargılanması uygun olmayacağım düşündük dediği, SORU 2: Söz konusu tarihte Yürürlükte olan 1961 Anayasasının;4.maddesinde, "Egemen///: kayıtsız şartsız Türk Mületinindir.Millet, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır.Egemenliğin kullanılması, hiçbir suretle belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılmaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz."S.maddesinde, "Yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez."ö.maddesinde, "Yürütme görevi, kanunlar çerçevesinde, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirilir." şeklindeki hükümlere göre, Millete ait olan Egemenlik yetkisini, Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olan yasama yetkisini ve Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kuruluna ait olan yürütme görevini, üstelik hiyerarşik olarak bağlı olduğunuz kurumlara silahlı güç kullanarak ortadan kaldırdınız. Bu konuda ne diyorsunuz Cevaben; O dönemde Meclis diye birşey yoktu. Milletvekilleri meclisteki toplantılara dahi iştirak etmiyordu. Siyasi liderler arasında zıtlaşma mevcut idi. Seçim yapılmış olmasına rağmen 6 a} boyunca Meclis Başkanı ve Cumhurbaşkanı seçilemedi. Dolayısıyla millet adına bu yetkiler: kullanacak bir kurum yoktu. Yasadışı teşkilatlar kol gezmekte Devlete meydan okumaktaydı. Günde 20-30 kişi ölmekte, sağ sol çatışmaları devam etmekteydi dediği, SORU 3 : Milli Güvenlik Konseyi olarak yetkisiz bir şekilde çıkardığınız, 12/12/1980 tarihli ve 2356 Sayılı Milli Güvenlik Konseyi Hakkındaki Kanunun 1. maddesindeki "Milli Güvenlik Konseyi; Devlet ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, üyeleri; Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan teşekkül eder." şeklindeki düzenleme ile Milli Güvenlik Konsey oluşturduğunuz, meşruiyete dayanmadan 2324 Sayılı ve 27/10/1980 tarihli Anayasa Düzeni Hakkında Kanunun 2.maddesindeki "Anayasada Türkiye Büyük Millet Meclisine, Millet Meclisince veCumhuriyet Senatosuna ait olduğu belirtilmiş bulunan görev ve yetkiler 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren geçici olarak Milli Güvenlik Konseyince ve Cumhurbaşkanına ait olduğu belirtilmiş bulunan görev ve yetkiler de Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanınca yerine getirilir ve kullanılır." şeklindeki düzenleme ile Anayasada bulunan, Türkiye Büyük Millet Meclisine, Cumhuriyet Senatosuna ve Cumhurbaşkanına ait yetkilere cebren el koyduğunuz anlaşılmıştır. Bu konuda ne diyorsunuz. Cevaben; Memleketin o dönemde sahibi yoktu, toplum sahipsizdi. Bizde bu çerçevede ne gerekiyorsa onu yaptık dediği, SORU 4: Yine 2324 Sayılı ve 27/10/1980 tarihli Anayasa Düzeni Hakkında Kanunun S.maddesindeki "Milli Güvenlik Konseyince kabul edilerek yayımlanan bildin ve karar hükümleriyle yayımlanan ve yayımlanacak olan kanunların Anayasaya aykırılığı ileri sürülemez" şeklindeki düzenleme ve 4.maddesindeki düzenleme ile Milli Güvenlik konseyinin bildiri ve kararlarında yer alan ve yer alacak olan hükümlerle 12 Eylül 1980 tarihinden sonra çıkarılan ve çıkarılacak olan Bakanlar Kurulu Kararnamelerinin ve üçlü kararnamelerin yürütülmesinin durdurulması ve iptali isteminin ileri sürülemeyeceğinin belirtildiği görülmüştür.Bu düzenlemeler, Anayasanın ve Anayasal düzenir ortadan kaldırılarak, kişi hak ve özgürlüklerinin tamamen Milli Güvenlik Konseyinin insiyatifine terk edilmesi sonucunu ortaya çıkarmıştır. Bu konuda ne diyorsunuz Cevaben; Buradaki amaç sadece Milli Güvenlik Konseyini değil, o dönemde sivil idareyi devrettiğimiz kişilerin ve idarenin de rahat çalışmasını sağlamak için bu düzenlemeleri yapmıştık. Mevcut yürürlülükte bulunan kanunlar çerçevesinde de olabilecek haksızlıklar engellenebilirdi dediği, 47/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 SORU 5: 12 Eylül 1980 tarihinden önce anarşi ve terör eylemleri nedeniyle (26 Aralık 1978 Kahramanmaraş olayları nedeniyle Adana, Ankara, Bingöl, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, istanbul, Kars, Malatya, Kahramanmaraş, Sivas ve Şanlıurfa'dan oluşan 13 ilde, yine şiddet olayları nedeniyle 26 Nisan 1979'da Adıyaman, Diyarbakır, Hakkari, Mardin, Siirt ve Tunceli'de, 20 Şuba 1980'de Hatay ve İzmir'de, 20 Nisan 1980'de Ağrı'da ) toplam 19 ilde sıkıyönetim ilan edilmiş ve devam ediyor olmasına rağmen neden suçluları yakalayıp yargı önüne çıkarmadınız da darbe yapmaya gerek gördünüz. Cevaben; Biz o dönemde CMK ve Terörle Mücadele Kanunlarında değişiklik yapılması, Sıkıyönetim Komutanlığının yetkilerinin arttırılması hususunda o dönemin Hükümetinden taleplerde bulunduk, ancak siyasi çekişmeler nedeniyle bu isteklerimiz kabul görmedi. Dolayısıyla suçlular yakalanıyordu, yargı karşısına çıkarılıyordu, cezaevine girdikten sonra cezaevinin diğer kapısından çıkıp gidiyorlardı. Bu nedenlerle o dönemin Sıkıyönetim Komutanlıkları istenilen şekilde çalışamadı dediği, SORU 6: 5.Soru ile bağlantılı olarak bir çok ilde devam eden sıkıyönetim ilanına rağmen, 11 Eylül 1980'de devam eden terör ve anarşi eylemleri 12 Eylül 1980 tarihinde nasıl birden önlenmiş suçlular yakalanmıştır. Suçluların yeri ve kimlikleri biliniyorsa neden askeri darbe yapılmadan yakalanamamışlardır. Bu konuda ne diyorsunuz Cevaben; Askeri müdahaleden sonra halkta bir sevinç yaşandı. Bu sevinç ve rehavetten kaynaklanan nedenlerle eylemler azaldı. Muhtemelen yasadışı gruplar değerlendirme yapmak amacıyla beklediler. Kısa bir süre sonra takriben l ay sonra tekrar yeniden hadiseler başladı. Bu sırada çıkardığımız kanunlarla Sıkıyönetim Komutanlığının yetkilerini arttırdık. Bu komutanlıklar yetkilerini kullandıkça eylemlerde azalma ve kesilme oldu. Ondan sonra gruplar kontrol altına alındı dediği, SORU 7:12 Eylül 1980 öncesi sıkıyönetim süresince anarşi ve teröre engel olmak için kasten tedbir alınmadığı, artan terör eylemleriyle askeri müdahaleye zemin hazırlandığı iddia edilmiştir. Bı bağlamda aynı amaçla çıkarıldığı, iddia edilen 19-26 Aralık 1978 Kahramanmaraş olayları için dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in " Bazı çevreler bizi ısrarla ve sistemli olarak sıkıyönetim ilanına zorluyorlardu Kahramanmaraş olayları CHP'nin kurduğu hükümeti sıkıyönetime zorlamak isteyenlerin tariklerinin sonucuydu. Nitekim zorlanmış olduk. Kahramanmaraş olaylarında hükümetin sorumluluğu olduğunu düşünemem. Bir hayli askeri birlikler yardıma çağrılmıştı. Fakat güvenliğin sağlanmasına doyurucu bir katkıları olmamıştı. Geniş ölçüde pasif kalmışlardı." (Kaynak: Donat, Yavuz Donat'ın Vitrininden I,s.281- Aktaran:Ankara Ünv.Türk İnkılap Tar.Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi: Anılarda 12 Eylül, Muslih İpekliler, Ankara 2010,s.71) diyerek orduyu suçladığı, Yine dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ise "Efendim sıkıyönetim ilan edilmiş, sıkıyönetim komutanlarına yetkiler verilmiş, hükümet olarak bizim yapacak bir şeyimiz yok ki. Askerler isteselerdi anarşi ve terörü önleyebilirlerdi, nitekim 12 günü bıçakla kesilir gibi kesildi, idareye el koymaya kararlı oldukları için bilerek anarşinin üzerine gitmediler" (Kaynak: Evren, Evren'in Anıları I, s. 517- Aktaran:Ankara Ünv.Türk İnkılap Tar.Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi: Anılarda 12 Eylül, Muslih İpekliler, Ankara 2010,s.72) Türk Silahlı Kuvvetlerini suçlamışlardır. Dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı olarak bu konularda ne diyorsunuz. Cevaben; Bu beyanatları çok komik buluyorum. Asker iç ve dış düşmanlara karşı memleketi korur, ancak bu memleketin aynı zamanda emniyet teşkilatı vardır. O dönem emniyet teşkilatı ikiye üçe dörde bölünmüş, POLBİR'ler, POLDERler mevcut. O dönemin Valileri yardım talep ettiğinde Sıkıyönetim Komutanlıkları yardımcı oluyorlardı. Bu yöndeki iddialara katılmıyorum. Değerlendirmeleri kabul etmiyorum dediği, SORU 8: 12 Eylül 1980 öncesi Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün emekli olmasından sonra Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde CHP adayı Muhsin Batur'un 303 oy aldığı, 18 oy 48/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 daha aldığı takdirde seçileceği, bu sırada sizin kuvvet komutanları olarak Güney Doğu'da bulunduğunuz, Cumhurbaşkanının seçilme ihtimalinden rahatsız olduğunuz, yanınızda bulunan İçişleri Bakanı Orhan Eren'in anlatımına göre; bir ara kuvvet komutanları olarak dışarı çıktığınız, sonra Org. Sedat Celasun'un gelerek l gün sonra Ankara'ya gideceğinizi söylediği, Orhan Eren'in endişeyi sezerek ne olduğunu sorması üzerine, Celasun Paşanın "baksanıza adamlar Cumhurbaşkanını seçiyorlar" demesi üzerine Orhan Eren'in "endişe etmeyin paşam seçemezler, 303'te olsa seçemezler" dediği anlaşılmıştır. (Gazeteci-Yazar Mehmet Ali Birant'ın hazırlayıp sunduğu 12 Eylül Belgeselinde Orhan Eren anlatmıştır.) Bu konuşmalardan da dönemin TSK komuta kademesi olarak sizlerin siyasi istikrarsızlığı darbe yapmak için bir fırsat olarak gördüğünüz, asıl amacın her halükarda darbe yapmak olduğu iddia edilmektedir. Bu konuda ne diyorsunuz Cevaben; Sizi temin ederim ki zamanın komutanları olarak bizim yönetime el koymak gibi bir düşüncemiz yoktu. Olamazdı da. Zira biz siyasi kişiler değildik, askerdik. Kesinlikle siyasi istikrarsızlıklardan faydalanmak gibi bir düşüncemiz yoktu. Bizim asıl amacımız TSK yi bu konulardan tecrit etmekti dediği, SORU 9: 12 Eylül Askeri darbesiyle ilgili eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren'e sorulan Ülkede 1970'ler boyunca her gün 50-100 insan sağ-sol çatışmasında ölürken neden darbe yapmak için 12 Eylül sabahını beklediniz" şeklindeki soru üzerine, Kenan Evren'in, "1970'lerin ortalarında halk henüz bir askeri yönetim fikrine tam olarak hazır değildi. 1980 yılı sonbaharına kadar olayları izleyerek koşulların iyice olgunlaşmasını bekledik" şeklinde cevap verdiği anlaşılmıştır. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından GK ve MGK Başkanı Kenan Evren tarafından açıklanmış olan l numaralı bildiride, harekatın amacı, "ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaş ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığım yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmak" olarak açıklanmıştır. Oysa Kenan Evren'e yöneltilen soruya verdiği cevaba göre; darbe yapmaya çok önceden karar verdiğiniz, yapılacak askeri darbenin halkın gözünde meşru görülebilmesi için terör ve anarşi olaylarının üzerine TSK'nın komuta kademesi olarak bilerek gitmediğiniz, darbe için fırsal kolladığınız iddia edilmektedir. Bu konuda ne diyorsunuz. Cevaben; Ben bu görüşü kabul etmiyorum. Askeri müdahale yapmak aırtaefyla terör olaylarının üzerine gidilmemesi diye birşey söz konusu değildir. Bu konularla Genelkurmay Başkanlığı ilgilenirdi. Biz kuvvetler olarak kendi işlerimize bakardık. Bu iddiaları kabul etmiyorum dediği, SORU 10:12 Eylül 1980 askeri darbesinden önce uluslararası konjöktüre bakıldığında, 28 Aralık 1979'da Afganistan'ın Rusya tarafından işgal edildiği İran'da 15 Ocak 1979'da Amerika ve Baü yanlısı Şah'm devrilerek Humeyni'nin iktidara geldiği,bu gelişmeler sonucunda SSCB'ye karşı bölgede etkinliğini kaybetmekten korkan Amerika'nın, bölgede stratejik noktada bulunan Türkiye ile de 1974 Kıbrıs çıkarması nedeniyle uygulanan ekonomik ambargo ve Yunanistan'ın NATO'ya dönmesine izin vermemesi nedeniyle sorunlu olduğu, sivil hükümetlerle bu konuları çözemediği, 12 Eylül darbesinin yapıldığı gece ABD Başkanı Carter'ı arayan Dışişleri Bakanı Muskie'nin Carter'a " Mr President, Türk Ordusunun komuta heyeti Ankara'da yönetime el koydu. Herhangi bir kaygıya gerek yok. Kimlerin müdahale etmesi gerekiyorsa onlar müdahale etti" şeklinde beyanda bulunduğu anlaşılmıştır. 11 Eylül 1980 günüde Hava Kuvvetleri Komutanı olarak sizin Amerika'dan döndüğünüz göz önünde bulundurulduğunda 12 Eylül askeri darbesi Amerika'nın bilgisi ve desteğiyle mi yapılmıştır. Bu konuda ne diyorsunuz. Cevaben; Amerikalılar beni ve eşimi Hava Kuvvetleri Komutanı olarak Amerika ya davet ettiler. Ben Amerika'ya gitmeden önce müdahale tarihini 12 Eylül sabahı olarak kararlaştırmıştık. Hatta ben Kenan Evren'e Amerika'ya geziye katılmayayım dedim. Bunun 49/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 üzerine bu gezi programını kısa tutmak amacıyla eşimin rahatsız olduğunu ve bir an önce Türkiye'ye dönmem gerektiğini ilgililere bildirdim. Hatta o dönemin Amerika Büyükelçisi olan Şükrü Elekdağ'da eşimi arayarak Washington da eşimi gördüğünde hayrola nasıl bir rahatsızlığınız var diye soru yönelterek ilgilendi. Hatta 11 Eylül 1980 günü Türkiye ye döneceğim sırada Amerika Genelkurmay Başkanı ile kahvaltı ettik, bir gün sonra Türkiye'de askeri müdahalenin olduğu kendisine söylendiğinde şaşırarak bir gün önce birlikte kahvaltı ettiğimizi ve böyle bir şeyi kendisine söylemediğini beyan etmiş. Ben Türk Hava Kuvvetleri Komutanı olarak yabancı bir ülkeden emir ve talimat almam. Onların talimatlarıyla hareket etmem. Kesinlikle bu iddiayı kabul etmiyorum dediği, SORU ll:Yunanistan'ın 1967 Albaylar cuntasından sonra NATO'nun askeri kanadından ayrıldığı, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden yaklaşık bir ay sonra NATO Başkomutanı B.Rogers'm, Yunanistan'ın Ege'deki komuta kontrol yetkisinin kaldırılması konusunda verdiği sözlü güvenceyt dayalı olarak Yunanistan'ın NATO'ya dönmesine Devlet Başkanlığı yetkisini kullanan Kenan Evren'in onay verdiği anlaşılmış, Yunanistan'ın ise NATO'ya dönüşü sonrasında yazılı bir belge bulunmaması nedeniyle anlaşmaya uymamasından Ege'deki komuta kontrol ve saha sorumlulukları çözümsüz kalmıştır. Türkiye'nin elindeki bu önemli siyasi koz, sadece bir iyi niyet göstergesi olarak Yunanistan lehine kullanılarak kaybedilmiştir. Türkiye yıllarca Yunanistan ile Ege'de sorun yaşamıştır. Darbe sonrası ABD ve bölgede etkin bulunan İngiltere gibi devletler 12 Eylül askeri darbesini olumlu karşılamıştır. Buna göre, darbe öncesi Yunanistan'ın NATO'ya dönüşü konusunda söz mü verilmiştir? Dolayısıyla 12 Eylül Askeri Darbesi ABD ve Avrupa devletlerinin desteği ve bilgisi dahilinde mi yapılmıştır? Cevaben; Bana okuduğunuz bu hususlarda bilgim yoktur. Daha ziyade bu çalışmalar Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılıyordu dediği, SORU 12: Pişman mısınız. Cevaben; O dönemin şartlarında gerek fert olarak gerek Kuvvet Komutanı olarak kendimi bu olaylardan soyutlayamazdım. Aksi takdirde kendinizi vatan haini görüp utançlıktan yaşayamazdınız. Aynı şartlarda şimdi olsa elimde de imkan olsa böyle bir olaya katılırdım. Çünkü milletin aciziyetini sürekli görüyordum. Bir annenin yanıma gelip ayaklarınızı öpeyim diyerek bize gösterdiği minneti hiç unutmuyorum dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesinde alınan savunmasında: (Sanık Ali Tahsin ŞAHİNKAYA yazılı olarak hazırlamış olduğu ve duruşmada okuduğu savunmasında;) "Sayın Başkan; Ben önce kurucu iktidar, sonra 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyet Anayasası'nın ilgili hükümleriyle Anayasal organ olan Milli Güvenlik Konseyi'nin üyesiyim. Milli Güvenlik Konseyi üyeliği görevimi, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin faaliyete geçtiği 06 Aralık 1983 tarihine kadar sürdürdüm. Bu tarihten sonra Anayasa'nın hükümleri gereğince Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyesi olarak görevime devam ettim. 1982 Anayasasının hükümleriyle Milli Güvenlik Konseyinin 12 Eylül 1980 ile 6 Aralık 1983 arasındaki Anayasal ve yasal her türlü tasarrufu Anayasal tasarruf olarak kabul edilmiş ve düzenlenmiştir. 12 Eylül müdahalesini yapan Türk Silahlı Kuvvetlerinin üst komuta heyetinden oluşan Milli Güvenlik Konseyi; asli kurucu iktitardır. Anılan müdahalenin yapılış nedenleri bir numaralı bildiri ve diğer bildiri ve kararlarıyla büyük ve asil Türk Milletine bırakılmıştır. Kurucu iktidar olarak Milli Güvenlik Konseyi Anayasal kanunlarla yeni Anayasal düzeni oluşturmaya başlamış, kurucu meclis kurmuş, yeni Anayasayı yapmış halkoyuyla yürürlüğe koymuş ve yeni Anayasal düzeni tamamıyla kurmuştur. 50/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Milli Güvenlik Konseyinin tasarrufları bizzat 1982 Anayasasıyla hükme bağlanmıştır. Anayasayla hükme bağlanmış olan tasarruflar suç konusu olamaz. Bugün Devletin yasama, yürütme ve yargı organlarıyla genel idaresi erkini ve yetkisini kurucu iktidar olarak Milli Güvenlik Konseyinin yapılmasına katıldığı, 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasından almaktadır. Komutanımın, benim ve diğer silah arkadaşlarımın 12 Eylül 1980 Tarihinde ve sonrasındaki tasarruflardan dolayı yetkisini 1982 Anayasasından alan yargının Milli Güvenlik Konseyinde görev alan bizlere suç isnat etme veya yargılama şeklinde herhangi bir yetkisi yoktur. Milli Güvenlik Konseyinin üyesi olarak bana, sanık sıfatının izafesi de hukuken mümkün değildir. Ben 12 Eylül müdahalesini emir ve komuta zinciri içinde yapan Türk Silahlı Kuvvetlerinin Hava Kuvvetleri Komutanıyım. Milli Güvenlik Konseyi Üyesiyim. Cumhurbaşkanlığı Konseyi Üyesiyim. Bizim muhatabımız Türk Milletidir. Türk Silahlı kuvvetleri 12 Eylül 1980 tarihinde Türk Milletine olan görevini yerine getirmiştir. Bizler o gün için en doğru olanı yaptık. 12 Eylül müdahalesi Türk ve dünya tarihinde yerini almış "Tarihi" bir olaydır. Tarihi olayları ancak tarih yargılar. Türk Silahlı Kuvvetleri Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve değerli silah arkadaşlarının kurduğu ve ulu önderin en büyük eserim dediği Türkiye Cumhuriyetinin koruyucusu ve kollayıcısıdır. Büyük önderin en büyük eseri olan Türkiye Cumhuriyeti büyük Türk Milletiyle birlikte sonsuza kadar yaşayacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Bu cümleden olarak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığına vaki saldırıları önleme ve bastırma Türk Silahlı Kuvvetlerinin Türk hukukundan aldığı varlık nedenidir. Maalesef ortada açılmış bir dava bulunmaktadır ve yüksek Mahkeme görevini yapmaktadır. Yukarıda ki nedenlerle başka bir beyanım yoktur. Sanık sıfatını almadığımı yukarıda açıklamıştım. Böyle olunca bu beyanımın dışında başkaca herhangi bir beyanda bulunmayacağım. Tabii ki bu kapsamda herhangi bir soruya da cevap vermeyeceğim. Saygılarımla, arz ederim." dediği, Sanığa Mahkemece 1- 12 Eylül Askeri Darbesine A- Bireysel olarak bir darbe yapmanın gerektiğine ne zaman inandınız? B- Bu kararınızı kimlerle paylaştınız? Darbe yapılması yönündeki karara hangi tarihli toplantıda hangi komuta kademesi ile hangi komutanlarla karar verdiniz? C- Sizin dışınızda kalan yani emir komuta zinciri dışında ki TSK görevlilerince veya TSK dışında bir silahlı güç tarafından darbe yapılsa idi; buna o dönemde ki tepkiniz ne olurdu? Mahkeme Başkanınca sanığa "...evet bu soruya bir cevabınız olacakmı?" şeklinde soru yöneltilmesi üzerine; Sanık; "Müsade edersiniz cevap vermeyeceğim efendim." 2- 12 Eylül Askeri Darbesinin yapılması ile birlikte önceden isimleri tespit edilen kişilerin bulundukları yerden toplanmaya başlandıkları dikkate alındığında; bu kişilerin listeleri ne şekilde oluşturulmuştur? Bunlar arasında suç işlediği iddia edilen kişilerin adresleri ve yerleri belli iken 12 Eylül 1980 öncesinde göz altı ve yakalama işlemlerinin yapılmamasının nedeni nedir? 51/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Mahkeme Başkanınca sanığa "...bu soruya bir cevabınız varmı?" şeklinde soru yöneltilmesi üzerine; Sanık; "Cevap veremeyeceğim efendim." dediği, 3- Komuta kademesinde darbeyi daha önceden yapacaktık ancak olgunlaşmasını bekledik şeklinde gazetelere demeçler verildiği dosya kapsamından da anlaşılmaktadır. İddianamede anlatım olarak yer verilen 16 Mart İstanbul Üniversitesi, 1 Mayıs 1977 Taksim, Sivas, Çorum, Kahramanmaraş olaylarında bir çok aydın, yazar, gazeteci, öğretim üyesinin katledilmesinin toplumda darbe beklentisi yarattığı iddia edildiği de dikkate alındığında; bu olaylara göz yumulması söz konusumudur? Veya bu olayların niteliğine uygun müdaheleler yapılmışmıdır? Mahkeme Başkanınca sanığa "...bu soruya bir cevabınız olacakmı?" şeklinde soru yöneltilmesi üzerine; Sanık; "Arz etmiş olduğum gibi cevap vermeyeceğim efendim." dediği, 4- 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinin ardından verilen beyanatlarda çok kısa zamanda demokratik düzene geçişi sağlamanın amaç edinildiği ifade edildiğine göre; Askeri Mahkemeler tarafından verilen idam kararlarının onaylanmasını demokratik düzene geçiş sonrasında milletin tercihleri ile oluşacak Türkiye Büyük Millet Meclisine bırakmak yerine Milli Güvenlik Konseyi eli ile yerine getirmenizin sebebi nedir? Mahkeme Başkanınca sanığa "...evet bu soruya cevap verecekmisiniz?" şeklinde soru yöneltilmesi üzerine; Sanık; "Vermeyeceğim efendim." dediği, 5- 12 Eylül Askeri Darbesi yapıldıktan sonra göz altında ölümler yaşanmış, başta Diyarbakır ve Mamak Ceza Evlerinde işkence sonucu ölümler olmuştur. Bu olayların engellenmesi için bir çaba gösterdinizmi? Mahkeme Başkanınca sanığa "...bu soruya bir cevabınız varmı?" şeklinde soru yöneltilmesi üzerine; Sanık; "Yok efendim, vermeyeceğim." dediği, Mahkeme Başkanı; "bir soru daha soralım." 6- 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinin yapılmasında ABD veya bir başka ülkenin bilgisi veya onayı varmıdır? Mahkeme Başkanınca sanığa "...evet bu soruya cevap verecekmisiniz" şeklinde soru yöneltilmesi üzerine; Sanık; "Arz etmiştim efendim. Vermeyeceğim" dediği, Bir kısım müdahiller vekili Av. Ömer Kavili söz alarak; "Sanık Ali Tahsin Şahinkaya öğrenim yaşantınızdan söz edermisiniz? Hangi okullarda okumuştunuz? Mahkeme Başkanınca sanığa "...evet bu soruya cevap verecekmisiniz? şeklinde soru yöneltilmesi üzerine; dediği, Sanık; "Vermeyeceğim efendim" dediği, Av. Ömer Kavili; "sayın Başkanım şu aşamada Mahkeme sorgusu bitip taraf sorgusu başladığından sorgunun kesintisiz ve mehabet içerisinde kesintisiz sürmesini isteyeceğim. Bu nedenle sanığın bu konuda cevap verme vermeme hususu zaten sadece kendisini tanımaya yönelik sorular olduğundan dolayı sanığa doğrudan sorumuzu 201. Madde çerçevesinde doğrudan soracağız. Bu çerçevede sanık Tahsin Şahinkaya siz başarılı bir subaydınız ve bazı ödüller aldınız. Aldığınız ödüllerden söz edermisiniz Sanık; "Cevap vermeyeceğim efendim."dediği Av. Ömer Kavili; "sanık Ali Tahsin Şahinkaya 12 Eylül harekatından önce Amerika ya kaç kere gitmiştiniz? 52/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Sanık; "Vermeyeceğim cevap." dediği Av. Ömer Kavili; "sanık Ali Tahsin Şahinkaya 12 Eylülden önce Türkiye ye gelen 3000 Amerikan askerinin Türkiye de bulunma nedenini açıklarmısınız?" Sanık;"Vermeyeceğimi söylemiştim efendim. Hayır"dediği Av. Ömer Kavili; "sanık Ali Tahsin Şahinkaya 1 Mayıs 77 katliamı olayı sizin iddianamede belirtilen ve kamu oyunca bilinen 12 Eylül darbenizden önce olan bir olay. Bu olayda İntercontinantal Otelinde yer alan ve C.savcısının beyanında da sabit olan Amerikalıları siz iktidara geldikten ve darbeyle el koyduktan sonra ne kadar bi araştırma yaptınız?" Sanık; "Vermeyeceğim cevap."dediği Av. Ömer Kavili; "İktidar olmak aynı zamanda kumandanlık prensipleri çerçevesinde kumandan sadece yaptığından değil yapamadığından da sorumludur. Bu prensiple hani söylediğiniz adına hareket ettiğini söylediğiniz beyan ettiğiniz Türk Milletine karşı bu olayın faillerini ortaya çıkarmak ve o Amerikalıların kim olduğunu ortaya çıkarmak konusunda cevap vermiyorsunuz. Peki sorumluluğunuzu hissediyormusunuz?" Sanık; "bu hususta bir şey söylemeyeceğim"dediği Av. Ömer Kavili; "hangi hususta söyleyeceğinizi Mahkemeye açıklarmısınız? " Sanık; "Konuşmayacağım efendim. Sorulara cevap vermeyeceğim." dediği Av. Ömer Kavili; "sanık Tahsin Şahinkaya sizin konsey üyesi olmanızla birlikte mal varlığınızla ilgili ne değişiklikler oldu?" Sanık; "Cevap vermeyeceğimi söylemiştim efendim."dediği Av. Ömer Kavili; "Bağ-Kur düzeltiyorum Bağ-Faş ve İş-Kur firmalarını tanıyormusunuz? Hatırlıyormusunuz?"dediği Sanık; "Cevap vermeyeceğimi söylemiştim." Av. Ömer Kavili; "sizin Devlet memurluğunuz döneminde memur maaşınız dışında başka bir geliriniz varmıydı?" Sanık; "Cevap vermeyeceğim"dediği Av. Ömer Kavili; "kaynananızdan kalan yastık altında miras varmıydı?" Sanık; "Cevap vermeyeceğim"dediği Av. Ömer Kavili; "başkaca kalan miras konusunda açıklama yaparmısınız?" Sanık; "Cevap vermeyeceğim"dediği Av. Ömer Kavili; "devlet memuru maaşını peşin alır. Yani bu devlet size maaşını eğer ay başında peşin ödemese belki dolmuşa binecek para bulmak konusunda sıkıntı yaşayacaktınız. Daha sonra şirket ortaklıklarınız oldumu? Hisse aldınızmı?" Sanık; "Cevap vermeyeceğim."dediği Av. Ömer Kavili; "Amerika Birleşik Devletlerinin şirketi ile yapılan ve sizin yetkinizde Hava Kuvvetleri Komutanı olarak yaptığınız dönemde anlaşmalar olmuşmuydu? Sanık; "Cevap vermeyeceğim."dediği Av. Ömer Kavili; "o uçakların parçalarının Türkiye de monte edilmesi ve bu suretle yerli imalat olarak nitelendirilmesi şeklinde sözleşmede bir hüküm hatırlıyormusunuz? Sanık; "Cevap vermeyeceğim."dediği Av. Ömer Kavili; "o şirketin ki Türk Devleti ile Amerikan Devleti resmi işlemleri ve sözleşmesinin bir parçası olarak Hava Kuvvetlerine alınacak her türlü malzemenin ortağı olduğunuz beyan edilenve basında yer alan şirketin seramik ve malzemelerinden karşılanacağına dair özel bir hükmü hatırlıyormusunuz? Ve Hava Kuvvetleri Komutanı olarak görev yapıyordunuz. En üst düzey yöneticisi idiniz. O tarihler itibarıyla" 53/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Sanık; "Cevap vermeyeceğim."dediği Av. Ömer Kavili; "Hava Kuvvetleri ve bağlı birliklerin tuvalet fayanslarına kadar değiştirilmesinde her hangi bir şirket adı belirtilmesine ilişkin bir direktifiniz, satın alınacak mal, mübaya konusunda talimatınız oldumu?" Sanık; "Cevap vermeyeceğim."dediği Av. Ömer Kavili; "adınızı tekrar söylermisiniz?" Sanık; "Efendim?" Av. Ömer Kavili; "adınızı söylermisiniz?" Sanık; " Tahsin Şahinkaya" Av. Ömer Kavili; "Ali adı sizemi ait?" Sanık; " Evet. Rahmetlik amcama ait. " Av. Ömer Kavili; "peki resmi kayıtlara göre Ali adı da sizemi ait? o konuda damı cevap vermeyeceksiniz?" Sanık; "bana ait " Av. Ömer Kavili; "o zaman tam adınızı bir kez daha söylermisiniz?" Sanık; "Ali Tahsin Şahinkaya nüfus kağıdında yazılı ismim bu" Av. Ömer Kavili; " evet, bizim elimizdeki resmi kayıtlarda onu gösterdiği için eksik söylediğinizi düşündüğümüzden, gördüğümüzden bunu sorduk. Şimdi sizin hakkınızda Türkiye Büyük Millet Meclisinde Meclis tutanaklarına geçen hususlar var. Bu hususlarla ilgili Sema Şahinkaya tanıyormusunuz? Yoksa cevap vermeyecekmisiniz?" Sanık; "Cevap vermeyeceğim."dediği Av. Ömer Kavili; "Sema Şahinkaya peki size hatırlatıyormu herhangi bir şey?soy adından dolayı bir yakınınızmıdır?" Sanık; "Cevap vermeyeceğim."dediği Av. Ömer Kavili; "Sema Şahinkaya'nın gelirleri konusunda bilginiz varmı?" Sanık; "Cevap vermeyeceğim."dediği Av. Ömer Kavili; "bir araya hiç geldinizmi? Sema Şahinkaya ile..! yaşantınız boyunca" Sanık; "Cevap vermeyeceğim."dediği Av. Ömer Kavili; "Hatırlamadığınızdanmı? Hatırlamaya rağmen mi cevap vermemeyi söylediğinizi beyan ettiğinizi açıklarmısınız?" Sanık; "Sorularınıza cevap vermeyeceğim."dediği Av. Ömer Kavili; "Devam ediyoruz. General Dynamix. Bu adı daha önce hiç duydunuzmu?" Sanık; "Cevap vermiyorum"dediği Sanık müdafi söz alarak; "Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Ulusal Dili "TÜRKÇE"dir. Türkçe de sorulara cevap vermeyeceğim demek kişinin özgür iradesi ile her hangi bir soruya doğrudan veya çapraz sorgu veya taraf sorgusu adı altında dahi olsa her hangi bir soruya özgür iradesi ile cevap vermeyeceği iradesi ile Mahkeme önünde açık net anlaşılır, her kes tarafından bilinebilir biçimde açıklanması ve Mahkeme Heyetine ulaştırması demektir. İster fiili, ister CMK.'nın 148/1 kapsamında olsun, yasal hakları içerisinde başta hatırlatılan yasal hakları içerisinde gerektiğinde cevap vermeme hakkı olduğu açık olan bir kişinin huzurda çok açık ve net bir şekilde hiç bir soruya cevap vermeyeceğini bildirdi. Kayıtlara da bu şekilde geçti. Dolayısıyla sorulara cevap vermeyeceği iradesini açık net anlaşılabilir, her kes tarafından algılanabilir bir biçimde ortaya konan bir kişiye doğrudan veya taraf sorgusu adı altında soru sormaya devam edilmesi o kişinin özgür iradesine açık hukuka aykırı fiili bir müdahale niteliği taşımaktadır. Böyle bir müdahale Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6, 54/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Anayasanın ilgili hükümleri karşısında geçerli değildir ve bu yasak sorgu alma yönteminin bizzat Mahkemede uygulanması demektir. Dolayısıyla sorulara cevap vermeyeceğini belirten, bunu açık iradesiyle birçok yirmi dakikaya yakın ortaya koyan bir sanığa sorulara devam edilmesi demek yasak sorgu usullerinin uygulanması demektir. Dolayısıyla bundan sonra müvekkilime bu kapsamda her hangi bir soru sorulmamasını arz ve talep ederim." dediği, Av. Ömer Kavili söz alarak; "buna itirazlarımı beyan etmek istiyorum. Sayın Başkan usul grup kuralları gereğince taraf sorgusu başladıktan sonra soru içerisinde küfür ve hakaret olmadıkça sorguda usul itirazı dışında hiçbir itiraz dinlenmez ve sorgu bir bütündür. Hukukun kuralı budur. Bu çerçevede değerli meslektaşımın soyut olarak söylemiş oldukları laflar Ceza Muhakemesinin fiil yargılama temel ilkesine uygun düşmemektedir. Sanık özgür iradesini kullandığını söylüyor. Ancak biz müdahiller sanık ve suç ortaklarının özgür iradeleriyle değil uluslararası bir çetenin parçası olarak Türkiye de bu darbeyi yaptıkları konusunda Mahkemenize bir vakayı ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Çünkü sanıklar demin söylediler devlet memurudurlar ve devlet memurluğu geliri dışında gelirleri yoktur ve darbe yapıp Meclisi görevi yapmaktan alıkoyduktan sonra yaptıkları iş ve işlemlerde tamda işlevlerine yani kendilerinden beklenen göreve uygun bir çok işi ve eylemi sözleriyle kanun haline getirmişlerdir. Öyle ise; sanığın şu an cevap vermiyorum demesinin bir önemi yok. Yaptıklarının Mahkeme Heyeti önünde yaptıklarıyla yüzleşmeleri ve tarihe not düşülmesi açısından da ve olayda ki iddianameye konu olaydaki olaylarda ki hukuki gerçeğin ortaya konulması açısından da bu konu yani sorgunun sürmesi elzemdir. Kaldı ki; sanıklar başından itibaren susmayı seçmiş değillerdir. Susma hakkı bir bütündür. Konuşmayı tercih eden bir sanığın bu aşamada susmak istiyorum demesinin bir önemi yoktur. Susmak isteyen sanığın susma hakkını tercih etmesi kendileri açısından aynı zamanda her tercih aynı zamanda bir vazgeçiştir. Bu tavırlarıyla yaptıklarının arkasında duramayan kişiler olduklarını ortaya koymuşlardır. Ancak Mahkemenizin muhakeme ettiği olaylar açısından kendileri susma hakkını kullansa bile kullanmaya kalkışsa bile yanlış yönlendirme ve eksik bilgi onu bilemeyeceğiz ancak hukukun ilkelerine aykırı şekilde yarı susma yarı konuşma şeklinde davransalar bile fiillerle davranış hükümlerini ortaya koysalar bile Mahkemeniz zaten mahkumiyet hükmü verecektir. Sanıkların da ben susmuştum ama başıma bu ceza nereden geldi diye sızlanmasının hiçbir önemi olmayacaktır. Öyle ise; Ceza Muhakemesi ilkelerine, çapraz sorgu tekniklerine ve CMK.'nın 201 ve 216 da ki doğrudan soru sorma metotlarına uygunolarak taraf sorgusuna devam edilmesi ve bu sorgu sırasında küfür ve hakaret edilmedikçe o anlama gelen söz ve davranış olmadıkça sorgu bütünlüğüne karışılmaması yönünde bir ara karar vermenizi sayın heyetinizden talep ederiz. "dediği, Bir kısım müdahiller vekili Av. Aydın Erdoğan "Sayın Başkanım ara karardan önce tekrar aynı şeye dönmemek üzere bir kaç ilave yapmak istiyorum" dedi vesöz alarak; "Sayın Başkan sayın üyeler. Ceza Muhakemesi araçları zaman zaman yargılananlar şüpheliler hakkında uygulandığında acı verebilir, üzüntü verebilir, canlarını yakabilir, özgürlüklerini kısıtlayabilir. Sorulmakta olan sorular sanıklar için rahatsız edici ve üzüntü verici olabilir. Yargılanmakta olan suç Devlet Yönetimine El Koymak, Anayasal Düzeni Silah Zoru İle Ortadan Kaldırmak, Görevli Olan Meclisin Görevine Son Vermektir. Bu süreçte işlenmiş bulunan suçlar kişilere verilen zararlar, haksız olarak edinilmiş mallar ile ilgili olan sorular elbette ki bu sanıkları rahatsız edebilir. Sanıkların rahatsız olduklarından bahisle savunma tarafından sanıklara soru sorulmaması yönünde ki talebin hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ifade edilen ve biz canı yanan müdahillerin vekilleri olarak davanın başından beri kişilik haklarına , sağlık haklarına ve her türlü savunma haklarına sonuna kadar özen gösterilmesini isteyen avukatlara soru sormamızın ve yasaklanmamızın önlenmesi yönündeki talepte bulunulmasını; Muhakeme Hukukuyla, İnsan Hakları Hukukuyla temelden çelişmiş temelden aykırı haksız bir talep olarak nitelendiriyor ve reddini talep ediyoruz. " 55/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Müdahil vekili Av. Mehmet Rıfat Bacanlı söz alarak; "Sayın Başkan Ceza Muhakemesi Kanunu sadece sanıkların değil mağdurların da haklarını korur. Bizim müdahil olma nedenimiz günlerce sorguya alınmış olmamız ve işkence görmüş olmamızdır. Sanıkların ve sanık vekillerinin son derece medeni bir ortamda daha sorgunun onuncu dakikasında sorgudan sıkılıp, sorgunun bu şekilde sonlandırılması talebini de garip karşılıyoruz. Sanıkların sadece hangi soruya cevap verdikleri değil hangi soruya cevap vereceklerini bilmek ve öğrenmek de bizim hakkımızdır. Bu sebeple sanık vekilinin talebinin reddine karar verilmesini talep ediyoruz." Müdahil Hak-İş vekili Av. Muharrem Özkaya söz alarak; " Bende müdahil vekillerinin talebine katılıyorum. Burada sanığa sorulan sorular özellikle de CMUK' 221 de de bizim taleplerimizin hepsinin zapta geçirilmesini, zabıtta yer alacak hususları ihtiva etmektedir. Mahkemenizin uygulamasında da sanığın en başta 1, 2, 3.ncü sorular sorulduktan sonra cevap vermeyeceğini beyan etmiş olsa da daha önceden alınan yazılı soruların tamamı Mahkemenizce zapta geçirilmiştir. Bu nedenle şimdi başlanılan ve doğrudan soru hakkımızın da engellenmemesi, sanık cevap verir yada vermez ama bu soruların zabıtlarda yer alması gerektiği kanaatindeyiz efendim." Bir kısım müdahiller vekili Av. Mehmet Horuş söz alarak; "Sayın Yargıç. Sanığın sunmuş olduğuyazılı savunmasında şunu da demek istedi kurucu iktidarız tanımını yaparken aslında zımnen Mahkemenizi de tanımıyoruz. Anlamında bir savunma yaptı. Bu yüzden sayın Mahkemenizin alacağı karar burada Mahkemenizin Bağımsız Türk Yargısının konumu ve sanığın da bu Mahkeme de sanık olarak bulunduğu konumunun da yeniden tanımlanması anlamına gelecektir. " Bir kısım müdahiller vekili Av. Hasan Ürel söz alarak; "Sayın Başkan, şimdi efendim tabi burada çok önemli bir tarihi yargılama gerçekleşiyor. Bir karanlık dönemin aydınlatılması için gerek yargı makamı, gerek müdahiller ve gerek ise de savunma makamı bir çaba gösteriyor. Dolayısıyla bunun böyle kısa cevaplarla sonuçlanması gerçek bir yargılamadan mutlaka bizi uzaklaştıracaktır. Kuşkusuz bu Mahkeme yargılaması kamu oyunun hatta sadece Türkiye kamu oyunun değil dünya kamu oyununda gözü önünde yapılıyor ve gerçekleşiyor. Dolayısıyla sanıklar haklı olarak bazı sorulara cevap vermek istemeyebilir. Bu da tabi sanığın Ceza Yasasından, İnsan Haklarından doğan çok tabii bir hakkıdır. Fakat bizim 12 Eylül de zarar görmüş, mağdur olmuş binlerce insanın bu dava dosyası içerisine girmesi gereken soruları vardır. Esasen biz tek tek münferiden müdahil olduğumuz kişilerin özelliği nedeniyle umarım sanıklar bazı müdahiller yönünden bilgilerini Mahkeme Heyetinden, duruşma dosyasından saklamayacaklardır. O bakımdan soru sorma 201. Madde uyarınca Mahkemenin yetkisi dahilinde soru sorma işleminin devam etmesini talep ediyorum." Bir kısım müdahiller vekili Av. Arif Ali Cangı söz alarak; "Biz müdahiller olarak ve müdahil vekilleri olarak maddi gerçeğin ortaya çıkması için burdayız. Sanık yanıt vermese de her soru maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yöneliktir. Zaten Sayın Mahkemeniz hüküm kurar iken sorduğumuz soruları da dikkate alarak, dosyada ki diğer delillere de bakarak her ne kadar sanık susmuş olsa da yanıt vermemiş olsada hatta yanıt vermemesini bir anlamda kabulü sayarak hüküm kuracaktır. Bu nedenle sorularımızın tutanağa geçmesi bile bu tarihi davada son derece önemlidir. Sanıkların yanıt vermemiş olması, vermiyor olması sorgumuzu engellemeye gerekçe oluşturamaz. Kaldı ki biraz sonra benim soracağım sorulara belki de Ali Tahsin Şahinkaya yanıt verecektir. O yüzden soru sormamızın engellenmemesini talep ediyoruz. " Av. Senih Özay söz alarak; "Sayın Yargıç bakın hayatın akışı diye bir şey var. Bu günkü gazete yasaklarınıza rağmen bu kadar haber yaptı, yazabildi. Siz odanıza geçtiğinizde bir ara karar üretirken bu zabıtlara dönüşecek gibi dönüşen bu görüntüleri CD olarak 56/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 verecekmisiniz, vermiyecekmisiniz? Yasaklıyacakmısınız? Yasaklamıyacakmısınız? Kamu oyu bunu duyacakmı? Duymayacakmı? Yani Beyefendinin Tahsin Şahinkaya'nın bu kadar sert sorulara hayır cevap vermiyorum deyişini halkımız duyacakmı? Duymayacakmı? Bununla birlikte karara bağlamalısınız. Kaldı ki bu hayatın akışı bunu kaldırmaz. Hiç bir şekilde kaldırmaz. Sağolun" Müdahil Baki Batmaz vekili Av. Cevriye Aydın söz alarak; "Sayın Başkan; huzurunuzda görülen dava meslektaşlarımında ifade ettikleri gibi Türkiye tarihi açısından son derece önemli bir davadır. Sadece hukuki gerçeğin ortaya çıkarılması açısından değil aynı zamanda da bir tarihi sürecin aydınlatılması bakımından da son derece önemli bir dönemdir. Önemli bir davadır. Bu nedenle burada sanıklar cevap vermemiş olsa bile vermeyecek olsa bile sorulan sorularda son derece anlamlıdır ve bu nedenle soru sormamızın engellenmemesini ve sorularımızın kayda geçmesini talep ediyoruz. Av. Ömer Kavilli; "Sanık Ali Tahsin Şahinkaya 160 adet F-16 uçağın satın alındığını hatırlıyormusunuz? , Soruyu duydunuzmu? , Soruyu Duydunuzmu? Mahkeme Başkanı; "Soruyu Duydunuzmu?" Sanık; "Evet " Demiştir. Mahkeme Başkanı; "evet cevap vermemeyi tercih etti" Av. Ömer Kavilli; "160 adet F-16 tipi uçak Amerikadan uçak alındığını hatırlıyormusunuz?, Bu uçaklara pilotlar arasında uçan tabut denildiğini biliyormusunuz?, Oradamısınız?, Soruya cevap vermeyeceğinizi veya vereceğinizi her sorunun sonunda açıklarmısınız? Av. Ömer Kavili; "Evet. General Dynamix firmasına rakip olan Northrop ile Mc Donald's Doaglas firmaları ile ilgili bilginiz nedir?", "Sanık Ali Tahsin Şahinkaya dünyada Lucket firması tarafından uçak satabilmek için geri kalmış ülkelerin memurlarına rüşvet dağıtıldığı Amerikan kongresinde ve raporlarında basında yer aldı. Dünyada ortaya çıkarılmayan tek ülke Türkiye olarak kalmış idi. Siz 12 Eylül de darbe yaptıktan, iktidarı ele aldıktan sonra bu konuda araştırma yaptınızmı?", "Araştırma yapmamanızın nedeni iştirakinizmiydi?", "Bu konuda failleri tanıyormusunuz?", "Bu konuda darbede ki özel roller bakımından ABD Genel Kurmay Başkanı Rogers ile kaç kere görüştüğünüzü açıklarmısınız?", "Hakkınızda bu konu ile ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisinde yani sizin darbeciler olarak sizlerin hazırladığı meclis ortamında dahi soru önergesi verme cesareti göstermiş sayın milletvekili Cüneyt Canveren'in soru önergesi bakımından rahatsızlık duyup siz bir araştırma yaptınız veya yaptırdınız mı, araştırmanızın sonucunu devlet kayıtlarına yansıttınız mı?" "Devlette yetki kullanırken devletin tamamına sahip olduğunuzu mu düşünüyorsunuz? Kaddafi milislerin eline geçtiğinde evlatlarım bana niye böyle yapıyorsunuz dediğinde herhangi bir ortak paydanız var mıydı? Kurucu iktidar derken mahkeme heyeti ve mahkeme teşkilatı dahil bütün her şeyi sizin şahsınıza borçlu olduğunu mu düşünüyorsunuz? , "İŞ-KUR, BAĞ-FAŞ,GAMA ve KALEBODUR bu şirketlerle ilişkiniz var mıydı?", "Bu konuda emekli büyükelçiler Şükrü Erekdağ ve Yarım Eralp'in bilgisi var mıdır, onlara herhangi bir talimat verdiniz mi?" " Suç ortağınızın, diğer sanık Ahmet Kenan Evren'in bu şahıslara, bu sayın büyükelçilere verdiği herhangi bir talimattan haberiniz var mı? ", "Org. Alpkaya bu isim size bir şey hatırlatıyormu?", "Babanızın mesleği berberlik miydi acaba? Siz berber Şakir efendinin oğlumusunuz?", "Askerlik hayatınızda, okul hayatınızda ödüller almışmıydınız?", "Daha sonra ki başarılı çalışmalarınızdan dolayı Amerika Birleşik Devletlerinden size hiç ödül verildimi?", "Hava Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı ile ilişkilerinizi açıklarmısınız?", "Merve Oteli olayını hatırlıyormusunuz?", "Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanaklarından okuyorum. 25 Kasım 1986. Yani 26 yıl önce yaklaşık. Birleşim 29 Oturum 1. Sayfa 658. Merve Oteli ve satışı meselesi Mecliste konuşulmuş. Bu konuda her hangi bir araştırma veya vicdanen rahatsız olup kamu oyuna bu konuda ilginiz olmadığı veya varsa ne 57/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 olduğu konusunda açıklama yaptığınızı hatırlıyormusunuz?", "Babanızdan miras kalan her hangi bir taşınmaz mal varmıdır?" , "Kadıköy ilçesinde 53 yılında yapılan binanın dışında başkaca bir gayrimenkul veya başkaca bir miras kaldımı?", "Sema Şahinkaya öğleden önce sorduğumuzda hatırlayamadınız veya cevap veremediniz. Sema Şahinkya'nın eşiniz olduğu yönünde duyumlar var. Eşinizin Bağ-Faş yönetim kurulu ilişkisinin hangi tarihte kesildiğini hatırlıyormusunuz?", "General Dynamix şirketi ile yapılan anlaşmalarda bu konuda özel hüküm koydurdunuzmu? Bu konuda bilgi açıklayacakmısınız?", "1985 yılında Fenerbahçe de 130 metrekaralik apartman dairesinde arsa payının 3 milyon eski para ile 3 milyon olduğu, kağıt üzerinde bu şekilde göründüğü ve fakat gerçek değerinin bu olamayacağı yönünde Meclis te konuşmalar ve tartışmalar olduğunda kamu oyuna açıklama yaptınızmı?", "Adına hareket ettiğiniz ve sizden görev talep ettiğini kendi lehinize vehm ettiğiniz Türk Milletine karşı her hangi bir sorumluluk hissetinizmi?", "Bu konularda Millete bilgi verdinizmi?", "Uyum Yapı Kooperatifi ile ilginiz nedir?", "Adınızı söylermisiniz?", "Sanık Beyefendi adınızı söylermisiniz?", "Soruyu duydunuzmu?", "Başkanım teknisyenlerden sorulmasını istiyorum. İletişimde bir sorun olabilir." Mahkeme Başkanı; "Bir sorun yok avukat bey" Av. Ömer Kavili; "Peki. Devam ediyorum. ", "Ziraat Bankası Kantarcılar Şubesinde 3003 Numaralı Hesap bu konuda bilginiz varmı?", "Sizin yönetiminiz ile ilgili olarak bir sayın Milletvekili Pertev Aşçıoğlu yine Meclis tutanaklarından aktarıyorum. Rüşvet alındığı iddiaları ile ilgili Adli ve Askeri Savcılıklarca Ceza Soruşturmasına konu edilmiştir diyor. Bu konuda bilginiz varmı?", "Yutkunduğunuzu görüyorum. Sorular karşısında. Soruları beğenmedinizmi? Devamı geliyor. ", "Sizin döneminizde Ankara Emniyet Müdürlüğü "Dal" isimli işkence merkezinde şüphelilerin susma hakkı kullanması örgütsel davranış olarak nitelendiriliyordu ve Emniyetin bu tavrı halen devam ediyor. Bu değerlendirmesi. Örgütsel ilişkinizi ve örgütsel tavrınız ise eğer bu konuda nerede eğitim aldığınızı açıklarmısınız?", "Türk Milleti adına yargı yetkisi kullanan Mahkeme Heyetine karşı örgütsel tavrınızı sürdürecekmisiniz?", "Örgüt şefinizden endişeniz varmı?", " Yine Milletvekili Pertev Aşçıoğlunun sayfa 663. Sayfadaki 2. Paragraf 2. Bölümün ilk cümlesi şimdi diyor sayın Milletvekilleri bu ifadeye göre bu iddiaların üzerinde en çok yoğunlaştığı kişilerden biri Tahsin Şahinkaya ise yine bu iddiaların üzerine yine bu iddiaların üzerinde en çok yoğunlaştığı kişilerden başkaları da vardır. Başkaları konusunda bilginiz nedir?", "Soru galiba sıkıcı oldu. Yutkunduğunuzu görüyorum. Bu konuda rahatsız olduğunuzumu söylemek istiyorsunuz?", "İddianamede yazılı olaylardan ki darbenin koşullarının olgunlaşmasını sizin ekip arkadaşlarınızdan birinin deyimiyle darbe koşullarının olgunlaşmasını sağlamak ve geliştirmek adına yapıldığı iddianamede yer alan olaylardan 1 Mayıs 77 Taksim katliamı ile ilgili ne tür işlemler yaptınız?", "Siz Ali Tahsin Şahinkaya Türkiye Cumhuriyetinin Başkenti, Başkentte Savcı Doğan Öz'ün öldürülmesi konusunda araştırma yaptırdınızmı?" ,"Yetki kullanıyordunuz. Yetkilerinizi nerelerde kullandığınızı açıklarmısınız?" "16 Mart 1978 yılında İstanbul Üniversitesi önünde dersinden çıkan öğrencilerin önünde bomba atıldığında bombayı temin eden Yüzbaşı sizin ordunuzun mensubu olduğu yazılı. Dava dosyalarında var. Otuz sene boyunca bu Yüzbaşının soyadının ortaya çıkarılamaması bir kenara siz Türk Milleti adına iktidar kullananlar olarak ne yaptınız?", "O olayda kullanılan Semteks adlı patlayıcı maddenin Nato ordularına zimmetli olarak teslim edildiğini hatırlıyormusunuz?", "Ordu depolarında kaybolan silahlarla ilgili en son ne zaman sayım yaptırdınız?", "16 Mart katliyamı ile ilgili olarak bomba atılacağını olaydan 10 gün önce Pol-Der Polis Memurları Dayanışma Derneği İstanbul Şubesi Emniyete rapor olarak bildirmiş ve buna rağmen bomba atma olayı gerçekleşmiş. Siz yönetime el koymadan önce de Mahalli Sıkı Yönetim Komutanlıkları hiyerarşi olarak size bağlıydı. Size ve Genel Kurmay Başkanlığı yapan suç ortağınıza. Bu konuda asker şahıslarla ilgili ne tür araştırma yaptınız?", "İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi 1995/128 sayılı 16 Mart katliyam davasına Emniyet Genel Müdürü adına Ramazan Er 1.sınıf 58/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Emniyet Müdürü imzası ile gönderilen evrakta polis memuru Mustafa Doğan ki o olayın eylemcilerinden olduğu, faillerinden olduğu gerekçesiyle yargılanıp yakalanamayan kişi. Bu kişiyi Emniyet Genel Müdürlüğü tanıyamadığını söylüyor. Sizin kudretli olduğunuz dönemde Emniyet Teşkilatı kayıt tutamayacak kadar beceriksizlik içindemiydi?", "Emniyet Teşkilatı kendi personellerini tanıyamıyormuydu?, Bu konuda Adli İdari her hangi bir tedbir aldınızmı?", "Toplamış olduğunuz bazı ünvanlılar önünde kamu yetkisi kullanırken dürüst davranacağınıza namusunuz ve şerefiniz üzerine yemin etmiştiniz. Bu yemininiz çerçevesinde failleri ortaya çıkarılmayan konularda ahlaki ilkeler açısından ahlaken tutarlı davranmak adına neler yaptınız?", "Olay yerinde bombayı atıp kaçmakta olan kişiyi peşinden koşanı gitmeyin demek suretiyle geri çağırmak, geri gelin diye talimat vermek suretiyle devlette ki hiyerarşi otoritesini kullanan Reşat Altay adlı memur daha sonra hakkında dava açıldı. Bu davanın olay İstanbul da olmasına rağmen Kocaeli Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesi konusunu araştırdınızmı?" , "Kocaeli Asliye Ceza Mahkemesinde hiç bir delil toplanmaksızın sadece sanıkların beraati yönünde hüküm kurulduğu konusunu biliyormusunuz?" ,"Ceza Muhakemesinde ele geçmeyen delil sonradan ortaya yeniden yargılama yapılabilir başlatılabilir bu yönüyle Muhakemenin kamu vicdanlarında yer almasını sağlamak bakımından ele geçmeyen delilleri ortaya çıkartmak için ne tür emir ve talimat verdiniz?" Çünkü yeminli görev yapıyordunuz.", "O sanıklarla ilgili olarak İstanbul C.savcılığının 1977/14652 Hazırlık numarasıyla yürütülen soruşturmayı hiç araştırdınızmı?" ,"O soruşturmada Yüzbaşı kim olduğu hususunda Mahkeme İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi 1.Ordu Komutanlığının ilgili birimine yazı yazdığında adı soyadı var ancak sicil numarası bildirin diye Mahkeme karar vermiş iken; bu karara karşı devlet terbiyesi ve devlet geleneklerine uymayan bir biçimde Mahkemeye ufak bir sarı kağıt gönderilip sicil numarası gönderildiği taktirde bilgi verileceği ricası ile diye imza dahi atılmayan kağıt parçalarıyla faaliyet yürütülmesi konusunda bilginiz varmı?", "Sicili sorulan Yüzbaşıların sicili sizin zamanınızda tutuluyormuydu?", "Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu özel bir bomba ile öldürüldükten sonra Hava Kuvvetlerinde Yüzbaşı İlyas adlı bir Yüzbaşının mahallelerde çatışmaya girdiğine dair Cumhuriyet gazetesinde bir haber çıkmıştı. O konuda soruşturma açtırdınızmı?", "Ulaştığınız bilgileri devletin savcısına ve istihbarat bilgilerine bildirdinizmi?", "Devlet yetkisi kullanırken devlet yetkisi kullanmanın gün gelip sorumluluğunuza yol açacağını biliyormuydunuz?", "Bu konuda size ne yaparsanız doğrudur istediğinizi yapın diye mütala veren hukuk hocaları varmıydı?", "Sizi suç işlemeye yönelten başkaca işbirliği yaptığınız kısaca işbirliği çevrelerinin kimler olduğunu açıklarmısınız?", "Ne zaman canınız sıkılıp darbe yapmaya karar verdiniz?", "Dünkü kahveniz şekerlimiydi?", "Kahve içtiğinizi hatırlıyormusunuz?", "Sıkıntılı olduğunuzu görüyorum. Başparmağınızı titretiyorsunuz ve durdunuz. Kahvenin şekerli veya sade olması konusunda hatırlayabildinizmi?", "Görevden ayrılırken devletin hafızasını yok ettinizmi?", "Devletin belgelerini yanınızda götürdünüzmü?", "Suç ortağınız devletin evraklarını özellikle kendi malıymış gibi devletin kayıtlarından bulunduğu yerden arşivlerinden götürürken her hangi bir bilgi paylaştınızmı?, Uyardınızmı?", "Sanık Ahmet Kenan Evren size bu konuda her hangi bir şekilde ağzınızı sıkı tutun veya şunu şöyle yapın diye talimat verdimi?", "Darbe örgütlemesi sırasında henüz daha darbe ilan edilmemişken yaptığınız faaliyetlerde önleme, engelleme, araştırma işlemlerinde ne zaman kişilerin şüpheli olduğuna karar verdiniz?", "Daha sonra işkenceci olarak anılacak olan Emniyet görevlilerinin 12 Eylül 80 tarihinden yaklaşık bir ay birbuçuk ay önce tayinleri çıkarılmış iken tayinlerinin iptal ettirilmesi yönünde kimleri araya soktunuz?", "O konuda bir bilginiz varmı?", "Sorgucularınıza üstün başarıları nedeniyle ödül verdiğinizi hatırlıyormusunuz?", "Siyasi alandan çıkalım. Asker şahıssınız ve en yüksek derecede görev yaptınız. Sahra Talimnamesi 3115. Bu kod numarasını hatırlıyormusunuz?", "Feeld Maniol 3115. Amerikan Silahlı Kuvvetler Askeri Yönetmeliği ve bu konuda Türkçe ye çevireni tanıyormusunuz?", "Bir evrak göstereceğim şimdi. Bakırköy 2. Ağır Ceza 59/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Mahkemesi 21/10/2010 tarihli 4.celsede 2010/251 esas sayılı Kemal Türkler'in öldürülmesi davasında o olayın faili olduğu gerekçesiyle yargılanan kişinin yargılanması sırasında bir suç duyurusunda bulundu C.savcılığına ve Genel Kurmay Başkanlığında Org. Ali Keskin imzalı 25 Mayıs 64 tarihli Ops. Operasyon 1708- 74-64 MrkTrl. Merkez Talimat Kurulu olabilir sayılı emri ile yürürlüğe giren ve Sahra talimnamesi 3115 kod adı ile anılan Gayri Nizami Kuvvetlere Karşı Harp Taktikleri konulu yönetmeliği hatırlıyormusunuz?","331 Sahra Talimnamesi 331 Psikolojik Harekatlar konulu bir talimat hatırlıyormusunuz?", "Bu talimat Nato ordularının talimatnamesinin bire bir çevirisi olması hasebiyle oralarda ordu papazı bulunduğundan çeviri yapılırken ordu imamlarının atanacağı hususunda kaç tane imam atadınız orduda?", "O talimnamenin sadece Silahlı Kuvvetleri değil Milli İstihbarat Teşkilatınında icracısı olacağına dair hüküm var. Bu konuda ne tür denetleme faaliyeti yaptınız?", "Ali Tahsin Şahinkaya darbelere karşı olduğunuzu söyleyebilirsiniz. Darbeyi sevmediğinizi , mecbur kaldığınıızı suç ortağınızla birlikte itiraf ve ikrar etmeye kalkıp cezadan kaçmak isteyebilirsiniz. Ancak ordu içerisinde darbelere karşı olanlar varmıydı?", "Askeri istihbarat birimlerini darbelere karşı olanların en özel yaşam alanlarına kadar kullanıp onları tespit ettinizmi?", "Askeri darbelere karşı olan subayları onurlu insanları kişiliklerini aile yaşamlarını dahi parçalarcasına ordudan attınızmı?", "Ordudan attırıldıktan sonra işkenceli sorgulardan geçirilmesi konusunda her hangi bir engelleme veya yönlendirme talimat verdinizmi?", "O onurlu insanların daha sonra oluşturduğu Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği adlı derneğin Genel Başkanı Sayın Rahmi Yıldırım şu anda aramızdadır. Sayın Rahmi Yıldırım. Bu ismi hatırlıyormusunuz?", "Tanırım iyi çocuktur diyebilirmisiniz?", "Bu onurlu insanın eşinizin hissedarı bulunduğu Çanakkale Seramik Fabrikasında yönetim kurulu odalarının güvenliğini aldığını ilk anda görevlendirildiğini hatırlıyormusunuz?", "Daha sonra kişisel menfaatinize karşı zehirli fikirleri olduğundan dolayımı hem görevden aldırıp hemde göz altına aldırıp döneminizin işkenceli sorgularından geçirilmesine neden olundu?", "Sayın Üsteğmenlik görevinde görev yapan Sayın Rahmi Yıldırım'ın gözüne sadece bir dakika bakabilirmisiniz?", "Soruların şiddetli ve rahatsız edici olduğunun farkındayım. Bir parça üzüldüğünüzün farkındayım. Ciğerleri patlatılan, kan kusturulan banyoya giderken dahi düzenli olarak işkence yapılan coplanan ve ırzına geçilen Ankara Emniyet Müdür Yardımcısının tanıklık yaptığı ve kaseti elimizde bulunduğu şekilde itiraf ettiği üzere genç kızların göğüslerinde sigara söndürülmesinden dahamı az acı duyuyorsunuz?", "İnsan olarak üzüntünüzü ifade edecekmisiniz?", "Birey olarak şu fani dünyada hiç olmasa gitmeden önce yaptıklarınızın, şu topluma yaşattıklarınızın her hangi bir şekilde pişmanlığını duyup şebekinizi ele verip pişmanlık hükümlerinden yararlanmayı düşünürmüsünüz?" Sanığın sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği. Sanık müdafi söz alarak; "Sayın Başkan sorulara geçilmeden önce benimde küçük bir talebim olacak. Şimdi Anayasanın 38. Maddesi çok açık. Doğrudan kişiliğe yönelik ve dava konusu fiil ve olgularla ilgili olmayan doğrudan doğruya kişiye yönelik dava dışı fiil ve olgular örnekte verebilirim ama gerek yok. Tamam tabi ki soru sorulacak ve kayda geçecek. Katılan vekilleri değerli meslektaşlarımda görevlerini yapıyorlar. Sadece benim Başkanlık Makamından talebim dava konusu fiil ve olgularla nedensel ilişki bulunmayan kişiliğe yönelik ve dava dışı sorulara müsade edilmemesi talebimizdir. Onun dışında tabi dava ile ilgili sorulara devam edilebilir." Av. Aydın Erdoğan söz alarak; "Sanık Ali Tahsin Şahinkaya sıkı yönetimin devam ettiği 12 Eylül 1980 den önce ve sıkı yönetimin el koyduğu 12 Eylül 1980 den sonra size yakalanan ve göz altına alınan kişilerle ilgili ilgili sıkıyönetim komutanlıkları tarafından listeler geliyormuydu?", "Göz altınanların can güvenliği adına tedbir alınması konusunda ne tür işlemler yaptınız?, "İşkence ile öldürmeler ortaya çıktıktan sonra önlem alınması konusunda her hangi bir şey yaptınızmı?", "Süleyman Cihan ismini hatırlıyormusunuz?", "29 60/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Temmuz 1981 tarihinde ve takip edilen günlerde size bildirilen göz altına alınanlar listesinde Süleyman Cihan ismini gördünüzmü?", "Süleyman Cihan adı ile göz altına alındıktan sonra öldürülerek, kimliği belirsiz olarak defnedilen Süleyman Cihan'ın babası Ağa Cihan'ın konseye ve sizlere hitaben yazdığı dilekçelere cevap verdinizmi?", "Süleyman Cihan'ın yakalanmasında görev alan Mehmet Ağar ve ekibi öldürme olayının gerçekleştiği Kadıköy de görevli olan İbrahim Şahin polis memuru bu isimleri hatırlıyormusunuz?", "Süleyman Cihan'ın öldürülmesi fiilinin üzerinin örtülmesi ve haklarında soruşturma yapılmaması konusunda soruşturmanın adil bir biçimde etkin bir biçimde sonuçlandırılmaması konusunda sizin sonradan Anayasanın Geçici 15. Maddesine koydurduğunuz dokunulmazlıkların rolü olmuş olabilirmi?" ,"O tarihlerde güvenlik kuvvetleri içerisinde yurttaşlara karşı suç işleyen görevlilerin korunması konusunda örtülü açık talimatlarınız oldumu?", "İstediğinizi yapabilirsiniz size dokunulmayacak şeklinde güvenceler sağladınızmı?", "İşkencelerin etkin olarak soruşturulmadığını biliyormusunuz?", "İşkence fiillerini etkin olarak soruşturdunuzmu?", "Fransa, Norveç, Danimarka, İsveç, Hollanda Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine sizin 12 Eylül 1980 den itibaren gerçekleştirdiğiniz eylemlerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini ihlal ettiği konusunda bir başvurularının, Devlet başvurularının olduğunu hatırlıyormusunuz?", "Bu başvurulara cevap verdinizmi? Devlet olarak.", "Bu başvurulardaki taleplerin haklı olduğu konusunda haklı görüldüğü konusunda Avrupa İnsan Hakları Komisyonunun kabul edilebilirlik kararı verdiğini hatırlıyormusunuz?", "Avrupa İnsan Hakları Komisyonu önünde Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına kabul edilebilirlik kararından sonra dosthane çözüme gittinizmi?", "Dosthane çözümün bu fiillerin işlenmiş olabileceği olduğu anlamına geldiğini biliyormusunuz?", "Bugün Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yargıcının sorularına cevap vermek istemiyorsunuz. O zaman Avrupa Komisyonuna cevap verme gereğini duydunuzmu?", "O zaman eylemlerinizi Uluslararası Hukuk önünde savunma gereği duydunuzmu?", "Sizce ülke savunması için elinize verilen silahları yurttaşlara doğrultarak durmayanı vurun diye askerlere ve polislere emir verirken size görevleriniz sebebi ile verilen yetkileri ve silahları kullandığınız halde bu gün halk oylaması ile kabul edilen Anayasa değişikliklerinden sonra kendinize sağladığınız dokunulmazlıkların ortadan kaldırılmasında sonra açılmış iddianameyi ve davayı yok sayma iktidarını nereden alıyorsunuz?", "Böyle bir hakkınızı olmadığını biliyormusunuz?", "İşçi Sendikalarının grev haklarını yasakladınız. 12 Eylül 1980 den sonra. İşçilerin grev hakkıyla sizin iddia ettiğiniz darbe gerekçeleri arasında bir ilişki varmıydı?", "Bazı işverenler şimdi gülme sırası bizde derken işverenlerin çıkarını işçileri karşı koruduğunuzu düşündünüzmü?", "Size her hangi birkanunla verilmiş böyle bir göreviniz varmıydı?", "DİSK'in mal varlığına el koydunuz. DİSK üyesi GENEL-İŞ sendikasının Çankaya da hemen köşkün yanı başında ki yüksek binasını Anayasa Mahkemesine tahsis ettiniz. Sizce el konulmuş işçi emeği ile yapılan bir binada dağıtılan adalet bu ülkede adalet duygusunu tatmin etmişmidir?", "Yoksa işçilerin köşke bu kadar yakın olmasından rahatsız mı oldunuz?", "Devir sebebiniz ne idi?", "Malatya da seçilmiş belediye başkanı Türkiye de ki çeşitli olaylarda emsaline rastlanılmayan posta ile gönderilmiş bir bombalı paketle katledildi. Böylece Malatya'nın sünni ve alevi halkı karşı karşıya getirildi. Siz görevi aldıktan sonra emsali olmayan hiç bir olayda görülmeyen bu bombalı paketi araştırma gereğinde bulundunuzmu?", "İddianız yurttaşın can ve mal güvenliğini sağlamaktı. Yurttaşların can ve mal güvenliğini bu ölçüde tehdit eden bu olayın hakkında ne tür bir soruşturma yaptınız?", "Çeşitli olaylar sebebiyle Özel Harp Dairesini Kontr Gerillayı diğer adıyla görevlendirdinizmi?", "Bunların eline verilen silahların bunların kullanımına tahsis edilen silahların envanteri hakkında bilgi verebilirmisiniz?", "Bu silahların sivil halka karşı, yurttaşlara karşı kullanılmış olabileceğini düşünüyormusunuz?", "12 Eylül 1980 den önce bu ülkede çokça kanlı olaylar yaşandı. Siz bu olayları önlemek ile görevli iken acaba olgunlaşsın diye gelişmesini mi beklediniz?", "İddianamede Süleyman Demirel'in sorduğu 12 Eylül den önce yani 11 Eylül günü görevdelerdi. Olaylar devam ediyordu. 12 61/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Eylül günü kesildi. Ne oldu da kesildi?", "Bir kısmına talimat mı veriyordunuz?", "Yönetime el koyduktan sonra çeşitli sıkıyönetim komutanları hakkında uygulamaları sebebiyle şikayet başvuruları oldu. Kahramanmaraştan sorumlu olan Yusuf Haznedaroğlu hakkında ki şikayetlerle ilgili ne tür işlem yaptınız?", "Yusuf Haznedaroğlu bir çok kimseden rüşvet aldı. Halktan silah toplamak adına önce silahları bir takım işbirlikçileri vasıtasıyla sattırdı. Ondan sonra da bu silahların bulunmuş gibi meraya terk edildiği şikayetleri size geldimi?", "Bu şikayetler karşısında alevilere işkence eziyet ettiğini düşünerek hoşgörü ile baktınızmı?", "Daha sonra Susurluk ile ortaya çıkan çeteler ve bunların başında ki kişiler sizin döneminizde ödüller aldılarmı? Bu yaptıkları görevlerden dolayı.", "Siz Abdullah Çatlı'yı görevlendirnizimi? Yurt dışı operasyonları için", "Anayasa düzeni hakkında ki kanunun 27/10/1980 de çıkardınız. Böylece kendi kendinize Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanlığı ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti yetkilerini devrettiniz. Bu tarihe kadar kendisi sözleriniz ile kendisi üstünüze aldığınız bu yetkiler yok iken idam cezalarını infaz ettirdiniz. Yani cinayet işlediniz. Kendi kanunlarınıza kendinizin bağlı olduğunuzu düşünüyormusunuz?", "Katlanılması zorunlu kötülük durumunda bu ülkeye reva gördüğünüz hukuk düzeni içinde bile yeri olmayan bu fiilleri işlerken sonradan fark edip 27 Ekim 1980 de çıkardığınız kendi kanununuzu 12 Eylül 1980 den itibaren geriye yürüterek kanunların geriye işlemezliği ilkesini ortadan kaldırdığınızı biliyormuydunuz?", "Böyle yapsanız bile işlediğiniz kanunsuz öldürme yani cinayet fiili ile yargılanabileceğinizi size hiç söyleyen oldumu?", "Bu sorular canınızı sıkıyormu?", "Bir gün bu ülkenin sizin hiç bir zaman kabul etmediğiniz yurttaşlarının kendi iradeleri ile hukuku yapıp sizin baskınızdan ve darbe tehdidinizden kurtulduktan sonra sizin ardınızdan gelenlerin darbe tehditleri kalktıktan sonra bir gün yargılanabileceğinizi hiç düşündünüzmü?", "12 Eylül 1980 Askeri Darbesinin zorunlu olduğunu söylüyorsunuz. Peki; ülkenin seçime gitmesini bu sorunların çözümünde bir yol olabileceği demokratik ülkelerde sorunların böyle çözüldüğünü düşünerek bir seçime gidilmesini istedinizmi?" Sanık sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği. Müdahil Baskın Oran; "Sorularım sınırlı beş tane. Birincisi; dönemin Başbakanı Sayın Ecevit şöyle demişti; ben Ortadoğunun o sırada Hilal diye anılan bazı illerini sağcı teröristlerin harekat merkezi durumuna getirmeleri üzerine ısrarla o illerde de sıkıyönetim istedim. Fakat Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren elimizde ki kuvvetler daha fazla illerde yönetime el koymaya el vermez. Buna gücümüz yetmez gerekçesiyle benim bu isteklerime karşı çıktı. Sayın sanık Ahmet Kenan Evren;" Mahkeme Başkanı; "şu an muhatabınız sadece Ali Tahsin Şahinkaya. Şu an ki konuşmanız itibarıyla. Muhatabınızı ona göre seçin. Sorularınızı da ona göre seçin" Müdahil Baskın Oran; "Peki efendim. Sayın Bülent Ecevit doğrumu söylüyordu?", "Nasıl oldu da daha önce sıkı yönetim ilan edilecek personel olmadığını söylediğiniz halde darbe yaptığınızın sabahı bütün illerde o zaman 67 tane sıkı yönetim ilan ettiniz?", "Önce bunu sormak istiyorum", "her halde kendinize göre mantıklı bir sebebiniz vardır. Bunu duymak istiyorum", "Cevap veremediğinizi duyuyorum. Anlıyorum. Soruyu tekrar etmemi istermisiniz?", "Anladım. Cevap veremiyorsunuz. İkinci soruya geçiyorum.", "Darbe sırasında dört ordu komutanından biri olan Org. Bedrettin Demirel 1988 yılında gazeteci Ahmet Kahraman'ın neden bir yıl önce darbe yapmadığınız sorusuna cevap olarak şunları söylemişti; kamu oyunu aynı merkeze tevcih edilmedikçe tasvibi alınmadıkça maksat başka bir kurtuluş yolunun kalmadığını bütün vatandaşlar idrak etsin. Sizlerin de şartların olgunlaşmasını bekledik mealinde sözleriniz var. Doğrumu söylüyorum?", "Cevap veremediğinizi anlıyorum. İşitme engelli değilsiniz ve Mahkeme Başkanının temin ettiği kadarıyla da ses iletişiminde bir sorun yok. O zaman devam ediyorum. ", "Siz de şartların olgunlaşmasını ve ordunun bir kurtarıcı gibi karşılanmasını mı beklediniz? Akan kanı durdurmak için?", "Eğer Bedrettin 62/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Demirel general yalan söylüyorsa 1988 de iktidarda idiniz. Kendisi hakkında ne gibi bir işlem yaptınız. Onu merak ediyorum?", "Cevap vermek istemiyorsunuz yada cevap veremiyorsunuz. O zaman üçüncü soruya geçiyorum.", "Ama lütfen eliniz ile bir işaret edin cevap vermek istiyorsanız. Ben hemen geri dönerim. Eliniz ile de işaret etmediniz. Üçüncü soruyu soruyorum.", "04 Şubat 1983 tarihli bir Başbakanlık genelgesinden bir cümle okuyacağım. Bu cümle bir kısım öğretim üyelerinin geçmişte suç delili bırakmadan çeşitli olaylara karıştıkları bu şahıslar ile ilgili bir suç unsuru bulunamadığından adli takibat yapılamadığı nı belirtiyor. Bu çok iyi biliyorsunuz ki 1402 uygulaması gibi mevcut Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına aykırı bir durum yarattı. İnsanları hiç bir suçu tespit edilemediği halde işten attınız. Ailelerini de zor duruma soktunuz. Şimdi; suçu olmayanların işlerinden atılmaları konusunda bu ahir ömrünüzde ne düşünüyorsunuz?", "Cevap veremiyorsunuz. Soruya devam ediyorum.", "Bu genelge sizin yakın dostunuz ve silah arkadaşınız olan emekli general Başkan Ulusu imzasını taşıyor. Emekli general Başkan Ulusu konusunda o zaman nasıl bir işlem yaptınız bu gayri kanuni ve hukuki uygulama karşısında?", "Cevap bekliyorum. El işaretinizi yapmanız yeterlidir. Cevap veremediğinizi gördüğüm için dördüncü soruya geçiyorum. Vakit almamak için.", "Şimdi size bir Mahkeme kararı okuyacağım. Bu Mahkeme kararı Erzincan 3. Ordu 2 numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi tarafından 24 Ocak 1984 tarihinde verilmiş esas no 982/160 karar no 984/5; Askeri Yargıtay tarafından da onanmış. Karar şöyle diyor; Bir an için işkence yapıldığı kabul edilse bile işkence sanıktan doğru cevap almak için yapılmaktadır. Eğer doğru olmayan uydurma cevaplar verilir ise; işkencenin gayesi doğru cevap almak olduğuna göre işkence daha da artırılacaktır. O halde; bu durumun sanıklarca da bilinmesi tabii olduğuna göre bu önermenin mantıki sonucu işkenceye maruz kalanın doğru cevap vermesidir. Öyle ise; ifadelerin işkence altında alındığı sabit bile görülse bu ifadenin gerçek dışı olduğunu itibar edilemeyeceğini ortaya koymaz. Şu halde işkence ayrı işkence sonucu verilen ifadenin doğruluğu ayrı şeylerdir. Benim bildiğim tarih kadarıyla aynen engizizyon Mahkemelerinde ki Katolik rahiplerin mantığını yansıtan bu karara katılıyormusunuz? Bu ahir ömrünüzde" Müdahil Baskın Oran;"Sayın sanıklar araya başka bir konu girdi. Sorumu tekrarlıyorum. Bu sıkıyönetim Mahkemesi kararına bugün katılıyormusunuz? Cevap vermek istemiyorsunuz. Peki Yargıçlar hakkında bir işlem yaptınızmı?", " Buna da cevap veremiyorsunuz.", "Beşinci sorumu soruyorum. 17 yaşında idam ettirdiğiniz Erdal hakkında 01 Mart 2006 da şunu söylediniz. Sayın Kenan Evren imzalı. İdam kararını onayladım. Onaylarken elim titremedi ve hiç vicdan azabı da duymadım. Şimdi her ikiniz de şu anda aynı fikirdemisiniz?", "Şu anda da size böyle bir kağıt uzatılsa eliniz titremeden ve vicdan azabı duymadan imzalarmısınız? Bunun cevabını istiyorum hiç olmassa.", "Peki hiç bir soruma cevap vermediniz. O zaman son sorum. Sükut ikrardan gelir. Yaşınız anlamaya müsait ama ben bir de bugün kü Türkçe ile söyleyeyim. Cevap vermeyi red etmek suçlamaları kabul etmekten kaynaklanır. Bu sözü biliyormusunuz?" Sanık sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği. Av. Şenal Sarıhan söz alarak;"Sanık Şahinkaya; sabahleyin savunmasını sunarken şu cümleleri kullandı. Dediniz ki; Türkiye Cumhuriyeti varlığına yönelik saldırıları bastırmak amacıyla bu darbeyi gerçekleştirdiniz. Şimdi sormak istiyorum. Hemen darbenin arkasından siyasi partilerin bütün yöneticilerinin tutuklanmış olması onun ardından siyasi parti yöneticilerinin üstelik de o sırada görevli olmayan TBMM üyelerinin konuşmalarına yasak getirilmiş olması ve sonuç olarak partilerin kapatılmış olması karşısında acaba bu siyasi partiler Türkiye Cumhuriyetinin varlığına yönelik hangi saldırıları gerçekleştirmişlerdi. Hangi somut saldırılar sebebiyle bu partilerin tümünün de kapatılması gündeme geldi. Yine buna bağlı olarak sormak istiyorum. Kendileri Anayasal hak kullandıklarını, Anayasa ya da saygılı olduklarını ifade ettiniz kendiniz. Sormak istiyorum acaba Anayasa'nın verdiği yetki ile 63/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 kurulmuş olan ve sayıları 23667 kadar olan dernek ve sendikanın kapatılmış olması, Anayasa'nın hangi noktasının ihlal edildiğine kanaat geldiği için kapatılmıştır. Bunlar doğrudan doğruya yaptığınız eylemler. Anayasa'nın ihlali niteliğinde değilmiydi?", "Yine biraz önce arkadaşımız tarafından soruldu, 1402 lik ler diye yani Sıkı Yönetim Yasası gereğince görevlerine son verilmiş kişiler olarak anılan 4891 kişi oldu. Bunların görevlerine son verilmesi sırasında hiç bir yargılama haklarında hiç bir soruşturma yapılmaksızın sizin kararınız ve iradeniz ili işlerine son verildi ve açlığa mahkum edildiler. Yargısız infazlar için bu kararı alabilmek için siz Anayasa yı mevcut Anayasa yı o günün Anayasası nı da ihlal etmiş olmadınızmı? Anayasayı da ihlal etmiş olmadınız mı? Ben yanıt beklemiyorum o sebeple yanıtlarınız sormuyorum. Bu sorularımızın tümü de özünde yanıtları bilinen sorulardır ama bugün burada tarihe not düştüğümüz için. Bu soruları size yöneltiyorum. Başka bir soru , Erdost ismi İlhan Erdost ismi mürekkep yalamış her aydının kendisini aydın diye nitelendiren okumuş yazmış insanların bildiği bir isimdir. İlhan Erdostun cezaevinde öldürülmesi olayından haberdar oldunuz mu? mutlaka oldunuz. Çünkü bütün kamuoyu bununla sarsıldı. Peki bir önlem aldınız mı ? bu hemen 2 Ocak 1981 yani darbenizin hemen ardından gerçekleşmiş olan bir olaydı o zaman o sırada cezaevi müdürü olan Raci Tetik hakkında herhangi bir işlem yaptınız mı ? Çünkü siz Anayasal bir hak kullanıyordunuz ve insanların Anayasadaki en önemli haklarından biri de yaşam haklarıdır. O halde yaşam hakkını cezaevinde de olsa korumak gibi bir sorumluluk ile karşı karşıyaydınız. Bu konuda uyarıcı bir genelge yayınladınız mı? Ama şu genelgeyi de anımsıyormusunuz? Bu genelge 1 Ağustos genelgesi ve 80 i yaşayan insanların akıllarından hiç silinmemiş bir genelgedir. İnsanları tek tip giymeye mahkum ettiniz. Tutuklu ve hükümlüleri onların saçların kestiniz onları asker kişi saydınız, onları askeri nizama göre cezaevinde tutmaya çalıştınız, bir yandan yaşam hakkına karşı saldırıda bu kadar gözünüz kapalı iken diğer temel hakların sanıkların temel haklarını ihlali konusunda da yayınladığınız bu genelge ki daha sonra avukatların girişimi ile Danıştay tarafından iptal edildi. Bu genelgeden ötürü şu anda ıstırap duymuyormusunuz? Bu soru neden çünkü; sayısız insanın bu baskılara karşı direncini ifade eden açlık grevi nedeni ile yaşamlarını yitirmesi söz konusu oldu, vee ceza evlerindeki işkence ve baskı sebebiyle yaşamlarını yitiren insanlar oldu,bunlar ile ilgili bunların aileleri ile ilgilikendinizi herhangi bir biçimde sorumlu hissetmiyormusunuz 90 günlük gözaltı dünyanın hiçbir yerinde rastlanmamış olan bir gözaltı süresi idi. 90 günlük gözaltına ilişkin yasal düzenlemeleri yaparken neyi amaçlıyordunuz? 90 günde insanlar suç mu kabul edecekleri işkence ile ? Yada eğer kabul etmemişler ise bir kez daha bir kez daha onların başlarına mı vurulacaktı ? Bunun yanıtını merak ediyorum. İşkencenin hangi Anayasal hakkında yada hangi yasal hakkın bir parçası olarak uygulandığını merak ediyorum. İşkencede yakınları müvekkilleri ölmüş bir insan olarak. Bunu size sormak istiyorum. Bir başka soru size ; Meral Bekar, Feride Çiçekoğlu bu isimler tabiki sizin için hiçbir şey ifade etmiyor. Ama benim aklımdan silinmiyor. Ve çok sayıda erkek o dönemde yargılanmış sanık ismi de eklenebilir buna, bu insanlar işkence de konuşmadıkları için işkencede suçlamaları kabul etmedikleri için özel baskılar ile karşı karşıya kaldılar. Siz insanlara işkence yapılarak suç söyletmeyi bir hukuksal hakbir Anayasal hak olarak mı görüyordunuz ? Bunu size sormak istiyorum. Bir başka olgu ; örneğin kasap Ahmet Güzelsoy : Ankaranın Bahçelievler semtinde öldürülmüş bir kişi bu ; kimin tarafından öldürüldüğü konusu araştırıldı sizin zamanınızda. Ve 3 ayrı siyasi gruba bu olay yüklendi. Yani sizin yargılama döneminizde sizin sorgulama döneminizde bir adamı 3ayrı grup 3 defa öldürdü böyle bir şey olabilir mi ? Bunu merak ediyorum. Eğer böyle bir suçlama kabul edilmiş ise bu hangi şartlarda kabul edilmiştir.Bunlar üzerinde hiç düşündünüz mü ? Yine şunu sormak isterim. Cumhuriyet Halk Partisini kapattınız. Cumhuriyet Halk Partisinin binasına el koydunuz. Ve Cumhuriyet Halk Partisinin binasında merdivenlerinde Cumhuriyet Halk Partisi yazan binadaDevlet Güvenlik Mahkemeleri kurdunuz. Bu Anayasanın tebdil ve tairi konusunda açık bir eylem değilmiydi ? Yine sormak istediğim bir 64/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 konu var ; Üstün Günsan, Keskin Kaylan, bunlardan biri Askeri Yargıçtır biri de Sivil Yargıçtır. Hukukçu gibi davrandıkları için görevlerinden alındılar. Daha kaç kişinin görevden alınmasına, hukuka uygun davranmalarına engel olmaya, çalıştınız ? Bunun somut örneklerini çoğaltmak mümkündür. Ve daha da vahim olanı, İşkence de ve cezaevlerinde taciz ve tecavüz ile karşılaşmış olan kadınlar ve erkekler sadece kadınlar değil , kadınlar ve erkeklerin yakınmalarını duydunuz mu ? Bu yakınmalara ilişkin olarak herhangi bir eylem gerçekleştirdiniz mi ? Herhangi bir işlem gerçekleştirdiniz mii ? Sorulara yanıt vermenizi gerçekten beklemiyorum. Başlangıçta da söyledim. Ama bu sorular bu yargılamada mutlaka kayda geçmesi gereken sorulardı. Yargıcımıza teşekkür ediyorum. " Sanık sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği. Av. Arif Ali Cangı söz alarak; "Sanık Ali Şahin Tahsinkaya; savunmanızda, kısa savunmanızda 12 Eylül tarihe mal olmuştur, ancak tarih yargılar dediniz bu sözünüzde şu an sizi yargılayan Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesini tanımıyor musunuz? Mahkemenin yetkisini tanımadığınızı mı söylediniz? ve savunmanızda kurutucu iktidar olduğunuzu bu nedenle yargılanamayacağınızı söylediniz. Kurutucu iktidar gücünü 12 Eylül askeri darbesinden mi aldınız? sanık Ali Tahsin Şahinkaya Hava Kuvvetleri Komutanlığı süreniz olağan olarak ne zaman sona eriyordu?Ne zaman emekliye ayrılmanız gerekirdi? 1980 30 Ağustos Askeri Şurasında Hava Kuvvetleri Komutanlığı süreniz bir yıl uzatıldı. Hatırlıyor musunuz? bu uzatmanın nedeninin söyleyebilir misiniz? Darbe planının uygulanması için olabilir mi? Komutanım dediğiniz diğer sanık dönemin Genel Kurmay Başkanı Ahmet Kenan Evren in emriyle mi hareket ettiniz? Komutanınız olan Ahmet Kenan Evren in emrine aykırı hareket edebilir miydiniz? Darbe karşıtı olabilir miydiniz? Ali Tahsin Şahinkaya Eylül 1980 de bir ABD geziniz oldu. Tarihini hatırlıyor musunuz? Geziye kiminle gittiniz? ABD de kiminle görüştünüz? Görüştüğünüz asker ya da sivil yetkililerle yemek yediniz mi? Yemek samimi bir ortamda mı geçti? Alkol var mıydı?O samimi ortam içinde 12 Eylül Darbe planından söz ettiniz mi? Ne zaman döndünüz ABD den? Yanıt vermek istemiyorsunuz anlaşılan. Ama o dönemde ABD nin CIA Türkiye Masası Şefi Paul Hainze başkan Cartera darbeden sonra "bizim çocuklar başardı" dedi. Yine dosyada bulunan MİT raporlarından anlaşıldığı kadarıyla ABD elçilği 2 gün önce darbeden iki gün önce darbenin olacağını ABD ye iletmiş. Sizce bu sözün ve bu ilişkinin anlamı nedir? Sanık Ali Tahsin Şahinkaya? Hiçbir ilişkiniz olmadı mı? ABD nin darbe ile hiçbir ilişkisi yok mudur? Ya da; ABD onaylamasaydı, desteklemeseydi bu darbeyi başarabilir miydiniz? 24 Ocak ekonomik kararlarını hatırlıyor musunuz? Devlet Planlama Teşkilatının eski başkanlarından Yıldırım Aktürk 24 Ocak artı 12 Eylül darbelerinin ikisinin birden gerçekleştirilmesi gerekiyor diye bir açıklaması var. 24 Ocak kararlarını desteklediniz mi ? Darbeden sonra kararların harfiyen uygulanmasını sağladınız mı? 12 Eylül darbesinin bir nedeninin de 24 Ocak kararlarının uygulanması olduğunu söyleyebilir misiniz? Susuyor sunuz. Susarak beraat edeceğinizi mi düşünüyorsunuz? Evet susma hakkınız. Yasal hakkınız. Peki 12 Eylül döneminde sorgularda susma hakkını kullanmak isteyenlere ne yapıldığını hatırlıyor musunuz? Sanık Ali Tahsin Şahinkaya; siz de biliyorsunuz ki askerlikte silah arkadaşlığının ayrı bir anlamı ve manevi bir değeri vardır. Siz şu anda rahat koşullarda yargılanıyorsunuz. Kahvenizi dahi içebiliyorsunuz. Afiyet olsun. Peki döneminizde darbe karşıtı oldukları için ordudan çıkarılıp tutukladığınız askerler Sıkı Yönetim Mahkemelerinde atlet kilot yargılandıklarında bu silah arkadaşlarınız bu hale düştüğünde neler hissettiniz? Ya da şimdi ne hissediyor sunuz? Bir başka silah arkadaşınız Teğmen Ömer Yazgan ı neden alelacele idam ettirdiniz? Darbe karşıtı olan askerlere ne yaptınız? 12 Eylül döneminde askeri okulda öğrenci olan bir subay kişibana şunları anlattı " binaların dış cephe boyaları yılda en az 3 defa değiştiriliyordu. Ve bu boyaların komutan Ali Tahsin Şahinkaya nın ortak olduğu fabrikalardan gönderildiği dedikodusu vardı birlik içinde. " bu dedikodulardan haberiniz var mı? veya buna ilişkin soruşturma başlattınız mı? Anlaşılan hiçbir sorumuza yanıt vermeyeceksiniz. Sizin bu 65/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 darbeniz yüzünden 50 kişi idam edildi. Hatırlıyor musunuz? Biraz önce Baskın Oran hoca dile getirdi. Yaşı küçük Erdal Eren yaşı büyültülerek idam edildi. Üstelik idam sehpasına gidenlerin son arzuları bile yerine getirilmedi. Son mektupları ailelerine halen ulaştırılmadı. Iki gün önce Milliyet Gazetesinin manşetinde " Necati Vardar ın mektubunun verilmediği" haberi vardı. Okudunuz mu? İdam edilenler ailelerinden gizli gizli günlük kıyafetleri ile ailelerinin bilmeyeceği yerlere gömüldüğünü biliyor musunuz? Binlerce insan işkenceden geçirildi. Diyarbakır Ceza evi mezalim yuvası oldu. İnsanlara kan kusturuldu. Diyarbakır Ceza evinde yaşananlarüzerine Kürt sorunu iyice keşmekeş hale geldi, çözümlenemez hale geldi. Bunun farkında mısınız? hiç vicdan azabı çekiyor musunuz? " Sanık sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği. Av. Osman Başer söz alarak; " Sanık Tahsin Şahinkaya;Mamak Askeri Ceza evinde iken götürülüp idam edilen Fikri Arıkan ın koğuş arkadaşı hücre arkadaşı 11 sene ceza evinde kalmış bir avukat olarak size aşağıdaki şu sorularımı ifade etmek istiyorum. Cevap ta beklemiyorum. Yalnız sanık olarak şu anda karşımda duruyorsunuz ya, o bile bana yetiyor. Ulusal televizyon ve gazetelerde yer alan Zaman gatezesinde 21/10/1990 tarihinde yayınlanan yazı dizisinde " Solun karşısına sağ grup öğrencileri çıkarma kararı alındı" sözlerinde bu karar alınma konseyi içerisinde siz de var mıydınız? Yurt dışı ve Yurt içi operasyonlarda görevlendirmek şartı ile hukukin aranan şahıslar ile pazarlık yapıldığı basında yer aldı. Bu pazarlık yapılmasında sizin de görev yaptığınız dönemde böyle bir talimat verildiğinden haberiniz var mıydı? Abdullah Çatlı ileyedi TİP li nin öldürülmesi olayının hükümlüsü Haluk Kırcı nın idamını durdurmak için pazarlık yaptırıldığı haberleri basında yer aldı. Bundan haberiniz var mıydı? Konseyin böyle bir kararı var mıydı? 1980 12 Eylül 1982 yılları arasında Genel Kurmay Başkanlığı bünyesinde Hava Kuvvetleri Komutanı olarak görev yaparken askeri sayıda ve askeri tesisatta bir artış yaşandı mı ? Asker sayısında ve askeri tesisat sayısında artışın miktarını biliyor musunuz? İhtilal yapmadan anarşi ve terör olaylarının durdurulması için nasıl bir yetki istediniz de sivil iktidarca talebiniz karşılanmadı? İdam kararlarını imzalarken elinizin ellerinizin titremediğini iddia ederken Allah tahsilatlarını artırsın ifadesinden ne anlıyorsunuz? Görev yaptığınız dönem içerisinde Mamak Askeri Ceza evinin komutanı Albay Raci Tetik ceza evi müdürü olarak görev yaptığı sırada bu bir savaştı sözünün siz de savaş olarak kabul ediyor musunuz? Tutuklulara ilk okul düzeyinde bir program uyguladık sözlerini siz de onaylıyor musunuz? bu talimatı siz mi verdiniz? Tutuklulara İstiklal Marşı bilmiyorlardı öğrettik sözünden sanıkların haberi var mıydı? Askeri Ceza evinin yerinin dibinde hücreler vardı. Burada bir insanın 12 günden fazla yaşayamaz o hücrelere girenler ancak ölüsü çıkar, o hücreleri yaptırma kararı konseyiniz tarafından bir talimat alınarak mı yaptırılma kararı emir ve talimat verildi? Ben Kıbrıs Esir Kampı müdürüydüm. Teğmendim. Kenan Evren ile Kıbrıs ta çalıştık. Daha sonra da konsey üyeleri tarafından başarılı olduğum görülerek Mamak Askeri Ceza evinde görevlendirildim. Diyen Raci Tetik in görevlendirme yazısında sizin de imzanız var mıydı? Kafes ilk işlem ve disiplin yeriydi. Sanıklar kafese konulur derken bunların bir insan ya da bir hayvan olduğunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Albay Raci Tetik; "talimatlar Genel Kurmaydan bize verilirdi. Biz de buna harfen uyardık. Ben bir işkenceciyim. Sağcısından ve solcusundan özür diliyorum" diyerek beyanda bulunmuştur. Şu anda sanık olarak huzurumuzda bulunan sayın Tahsin Şahinkaya; demokrasimi daha iyi darbemi daha iyi? Yönetim şekli olarak hangisini tercih ederdiniz? Yada idamına karar verilmesini sağladığınız ve Meclis onayını almadan idam ettirdiğiniz insanların infazını yaptırdıktan sonra tahsilatlarını Allah artırsın diye ifade buyururken Albay Raci Tetik gibi Türk Milletinden idam ettirdiğiniz insanların ailelerinden özür dilemek istermisiniz? Sanık sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği. Av. Cevriye Aydın söz alarak; "12 Eylül den nice sonra yapılan araştırma ve tespitler 66/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 daha önce meslektaşlarımın ifade ettiği gibi 51 insanın idam edilmesine tarafınızdan verdiğiniz emirler ile 600.000 kişinin işkenceden geçirilmesine ve 1.200.000 kişinin fişlenmesine yol açtı. Diğer başka da pek çok pek çok sonucunun haricinde. Eminim ki şu anda 600 + 1.200.000 kişi ve yanına en az 5 er 10 ar yakınlarını ve arkadaşlarını da kattığınız zaman bu salonda milyonlarca insan size milyonlarca soru sormak istiyor. Sizi soru yağmurunda deyim yerinde ise boğmak istiyorlar. Çok eminim buna. Ama ben size sadece iki soru sormak niyetindeyim. Hem onların belki bir parça dillendirmek istedikleri şeyleri de dillendirmek istemiş olacağım. Ben ve diğer arkadaşlarım sizden cevap beklemiyoruz. Bu soruların cevabını mutlaka bir gün bütün gerçekliği ile alabileceğimizi düşünüyorum. Pek çok yanıtını biliyoruz aslında. Sorularım şu. 51 kişinin idamı 600.000 kişinin işkenceden geçirilmesi ve 1.200.000 kişinin fişlenmesi merkezi bir emir ve talimat olmaksızın gerçekleştirilemez. Siz iktidarda olduğunuza göre. O dönemde bunu gayet iyi biliyorsunuz. Benim merak ettiğim şu. İdam tamam Mahkemeler karar veriyor sizde infazını gerçekleştirdiniz. Talimat verdiniz, onayladınız. Ama yüzlerce insan işkenceden öldürüldü. Göz altında kayıp edildi. İnsanların göz altında kayıp edilmesi onlara işkence edilmesi, işkence edilerek öldürülmesi konusunda açıkça yazılı bir talimat veremediğiniz için veremeyeceğinize göre acaba bu merkezi olarak gerçekleştirilen insanlara karşı gerçekleştirilen bu kadar çok suçu hangi kanallarla ve hangi araçlarla ilettiniz? Yerel görevlilere? Güvenlik kuvvetlerine yada bu işlemleri gerçekleştiren diğer kuvvetlere? Bunu öğrenmek isterdim. Diğeri de şu; 1986 yada 87 yıllarında Nokta Dergisi bir konuyu kapak yaptı. Konu şu idi; "12 Eylül döneminde tutuklu ve hükümlüler kobay olarak kullanılmak suretiyle onlara çeşitli hastalıkların mikropları verilmiş. " Mutlaka bu konuda da sizin konseyinizin ve konsey üyelerinizin haberi en azından bilgisi ve mutlaka muvafakatı vardır. Böyle bir muvafakat verdinizmi ve bu kobay olarak kullanılan mikrop verilen tutuklu ve hükümlülerin siyasi tutuklu ve hükümlülerin mikrop verme olayının hangi ceza evlerinde kaç tutuklu ve hükümlüye karşı gerçekleştirildiğini söyleyebilirmisiniz?" Sanık sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği. Av.söz alarak; "Ali Tahsin Şahinkaya; darbe yaptıktan sonra konsey arkadaşlarınız ile birlikte Kürtlere ve diğer etnik gruplara yönelik asimilasyon programı uyguladınızmı? Türkçe den başka dilleri niçin yasakladınız? Bu programı uygular iken özellikle Diyarbakır 5 nolu Askeri Ceza evinde ve diğer tüm ceza evlerinde uyguladığınız sistematik işkencelerle yüzlerce insanın yaşamına mal olduğunuzu biliyormusunuz? Sistematik işkence ile ilgili her hangi bir soruşturma açtırdınız mı? İnsan Hakları Derneğinin ve Türkiye İnsan Hakları Vakfının verilerine göre sadece Milli Güvenlik Konseyi döneminde 185 kişi ceza evinde işkence ile öldürülmüştür. Ceza evlerinde ki işkenceleri protesto etmek için 21 Mart 1982 de Mazlum Doğan, 17 Mayıs 1982 de Eşref Anyık, Ferhat Kutay, Necmi Öner, Mahmut Zeynel'in protesto eylemi yaparak kurduğunuz bu zalim düzeni protesto etmek için kendilerini yakarak yaşamlarına son verdiğini biliyormusunuz? Bu isimleri hatırlıyor musunuz? Kürt sorununda uyguladığınız şiddet politikasının nelere mal olduğunun farkında mısınız? 40.000 den fazla insan yaşamını yitirdi ve halen insanlar yaşamını yitirmeye devam ediyor. Bu süreçte ki sorumluluğunuzun idrakında mısınız? Darbe yapıldıktan sonra özellikle bizim Dersim dediğimiz bölgede alevi çocuklarının yatılı imam hatip liselerine götürülmesi konusunda bir program hazırladınızmı? Bir talimat verdinizmi? Alevilere yönelik asimilasyon politikası uyguladınızmı? Askeri darbe yaptıktan sonra özellikle İstanbul şehrinde yaşayan lezbiyen, gay, biseksüel, transseksüel ve travesti bireylerin zorla toplatılıp Eskişehir iline veya başka şehirlere sürgün edilmesi emri verdinizmi? Emir vermedi iseniz bu uygulamalar ile ilgili göz yumdunuzmu? Bu konuda ki bildiklerinizi bize anlatın. Darbe yaptıktan sonra ağır insan hakları ihlallerine sebep oldunuz. Özellikle göz altında kayıp edilen Cemil Kırbayır, Hüseyin Morsümbül, Mahmut Kaya, Gürkan Mungan ve Nurettin Öztürk'ün cenazelerinin nerede olduğunu biliyormusunuz? Bu insanların ailelerinin yıllardır 32 yıldır bu insanları 67/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 aradığını biliyor musunuz? Siz cesaret edip bu duruşma salonuna gelemediniz. Ama 104 yaşında ki Berfo Ana bu duruşma salonuna iki kere geldi ve Berfo ana size buradan sordu. Cemil Kırbayır nerede? Cemil Kırbayır'ı sizden istiyor. Berfo Ana size hakkına helal etmiyor. Ne bu dünyada ne de öbür dünyada. Bunu biliyor musunuz? Berfo Ana'nın haykırışını, Berfo Ana'nın çığlığını duydunuz mu? Hiç vicdan azabı çektinizmi? Son soru. Arkadaşlarım bir çok soruyu sordular. Tekrara düşmek istemiyorum. 12 Eylül darbesi ile birlikte özellikle yabancı ülkelerin ve büyük ülkelerin telkini ile Türkiye içerisinde çeşitli dini akımların siyasallaştırılması ile ilgili her hangi bir program uyguladınızmı? ABD nin yeşil kuşak diye tabir edilen politikasının hayata geçirilmesinde ne gibi bir rol oynadınız? Bu konuda bildiklerinizi anlatınız." Sanık tarafından sorulara cevap verilmedi. Av. Muharrem Özkaya söz alarak; "Sanık Ali Tahsin Şahinkaya'ya 3 tane sorumuz var efendim. Birincisi işçi sendikalarından bazılarını ihtilalden sonra kapattınız. Bazılarının da faaliyetlerini yasakladınız. Sendikaların faaliyetlerini kapatmanız ve yasaklamanız acaba bunların sizin yaptığınız darbeye karşı toplumsal muhalefeti örgütlemesinden çekindiğiniz için miyidi? Yine yaptığınız darbeden sonra Anayasa'nın halk oylamasına sunulması esnasında bazı işçi sendikaları toplantılar yapmak istediler. Bu toplantılara dönemin Sıkı Yönetim Komutanları tarafından izin verilmedi. Bu işçi sendikalarının yapacağı toplantılar Anayasa'nın aleyhine olacağını düşündüğünüz için mi yasaklattınız? Özellikle 1402 likler ile ilgili sorular işten atılan çok sayıda kamu görevlisinin yanında sıradan işçilerin 30.000 e yakın insan işinden oldu. Sıradan işçilerin hangi fiilleri size askeri bir darbe yapmaya götürdü? Bu darbe esnasında sizi bu darbeye yüreklendiren teşvik eden cesaretlendiren aralarında siyasetçi, sendikacı, gazeteci, iş adamı, öğretim üyesi gibi siviller varmıydı? Bunlardan hangilerini hatırlıyorsunuz?" Sanık sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği. Av. Mehmet Rıfat Bacanlı söz alarak; "Sanık Tahsin Şahinkaya; Erdem Şenocak'ı tanıyormusunuz? Erdem Şenocak'ın darbeden önce göz altına alınması konusunda talimatınız varmıydı? Alparslan Türkeş'in ceza evinde veya hastahanede öldürülmesi konusunda konseyinizin veya birlik olarak talimatınız varmıydı? MHP ve Ülkü Ocakları içindeki MİT ajanlarının listelerini biliyormusunuz? Bu listelerin Sıkı Yönetim Mahkemelerinde yapılan yargılamalardan sonra Genel Kurmay Başkanlığına tekrar teslim edildiği konusunda bilginiz varmı? Avrupa ülkelerine darbe konusunda bilgi verdinizmi? Bu ülkelere darbeden sonra ekonomik destek alamazsak sınırlarımızı uyuşturucu ticaretinden koruyamayız diye üstü kapalı tehdit ettinizmi? Abdullah Öcalan'ı tanıyormusunuz? Apocular olarak bilinen örgütün Güneydoğuda ki feodel aşiret yapısının zayıflatılması amacıyla kullandınızmı? 80 öncesi Bucak Aşiretine yapılan saldırıdan bilginiz varmı? Yine bu örgütü uyuşturucu konusunda sınır kontrolü yapılması için kullandınızmı? Uyuşturucu trafiği ile Gümrük Bakanı merhum Gün Sazak'ın öldürülmesi olayı arasında bir irtibat varmı? Bu cinayeti araştırdınızmı? Bu örgütün eylem yapmaya başlamasından sonra bir önlem aldınızmı? Bu örgütün siz genel seçimlerde iktidari kısmen sivillere teslim ettikten sonra 84 yılından sonra eylemlerinin artması bir tesadüfmüdür? Terör örgütünün bugun kü halinde mesuliyetiniz olduğunu düşünüyormusunuz? Bugünkü terör olayları konusunda vicdanınız rahatmı? Sanık sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği. Av. Senih Özay söz alarak; "Efendim ben Mahkemenizin bu sorguya devam yönündeki kararı yüzünden dün sabah ki kızgınlığımın yarısını sildim. Ama çok zarif bir Mahkeme Heyetisiniz. Ama tabi bu Devletçi olduğunuzu, ürkek olduğunuz gibi notlarımı kaldırmadı daha. Şimdi Senih Özay ben 6.000 sorum var ama; sayın sanık bunları soracak değilim. Ama ben CIA ya başvurdum. CIA ile Kenan Evren'i, Tahsin Şahinkaya'yı siz Amerika da eğittinizmi okullarınızda dedim. Bana cevap verdiler. Saçma bir soru uğraşamayız 68/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 gibi. Mahkemeye başvurdum. Ne olur siz ciddiye alın diye. Siz başvurun diye. Mahkeme ıskaladı. Siz bunu size soruyummu vazgeçtim. Sormuyorum. Pentagon müdahale etti CIA değil diye. Amerikalı Ankara Büyükelçisi James Spain diye bir adam İngilizce kitap yazmış 200 küsür dolara getirttim. Mahkemeye sundum onu. Yani onumu soruyum CIA değil bu işe giren Pentagon doğru söylüyor Büyükelçi diye soruyummu diye düşündüm. Vazgeçtim sormuyorum. Sacit Kayasu diye bir savcı bey çıktı bir ara Adana da sizler hakkında bir iddianame derdine düştü. Ondan mı daha çok ürktünüz savcı Kemal Bey iddianame yazdı ondan mı daha çok ürktünüz bu duygunuzu merak ettim. Vazgeçtim. Onu da sormuyorum. Burada karşınızda zarif bir Parlamento avukatı var. Temsilcisi var. Yanında Hükümet avukatı var. Bunların varlığından rahatsızmısınız diye sormak istiyordum. Vazgeçtim. Ama Cumhurbaşkanına başvurdum. Mahkeme bile benim talebim üzerine Cumhurbaşkanına iddianameyi yolladı. Yani buraya gelsene, avukat yollasana kılıklı. Çünkü avukatınız değerli meslektaşım sizin yaptığınız eylemin halka karşı değil olsa olsa Devlete karşı olduğunu söyledi. Ben de Cumhurbaşkanı dedim Devleti temsil ediyor. Her halde o gelir buraya, ne diyecek ise der diye heyecanlandım. Gelmedi ve ben tazminat davası açtım. 400 lira rakı parası artı bide beş liramı ne ilaç parası diye. Davam devam ediyor. Yani Cumhurbaşkanlığı ile ilgili. Bunu size ne diyorsunuz bu işe diye rahatsızmısınız Cumhurbaşkanının gelişinden diyecektim. Vazgeçtim. Sona geliyorum. Yunanistan'ı soracaktım. Niye soracam sormuyorum. Niye veto ettin Türk Halkını diye vazgeçtim. Ama tehlikeli sorum şu Bayrak Planınınız varya meşhur onu ancak Gölcük te bulabildiler. Hani o yerin altında kutuların altında bulabildiler. Şaşırdınız mı nasıl oldu da bulamadılar bunlar buraya veya nasıl buldular dediniz mi diye soracaktım. Onu da sormuyorum. Savcı bey Kemal beye sordum. Gölcük te bulunabilmişti demişti. Size sorsam oraya niye gitti diye sorsam. Niye sorayım. Vazgeçtim. Fakat siz iki tane yaşlı General darbeci diye anılıyorsunuz ama benim derdim sizden çok sizin altınızda ki kadrolarla. Yani Korgenaral, yok Sıkı Yönetim Komutanı, yok Vali falan. Onların da yargılanması derdine düştüm. 675 numaralı bir dosyası var burda. Savcı Beyin elinde. Onu sürdürmesi lazım. Onu geliştirmesi lazım. O ortanca şerhleri Mahkemelerin önüne atması lazım. Onu atarsa Türk Halkı yada mağdurlar sevinirler, mutlu olurlar daha çok dedim ama o da hiç adım atmıyor. Dün odasının kapısını çaldım. Girdim kafamı uzattım. Sordum. Sürüyor dedi. O sürüyor sözcüğünü doğrumu algıladım değilmi dedim. Yani size sorsam bunu ortancaları boşverin canım bizimle yetinirmisiniz diye sorsam. Vazgeçtim. Ama Süleyman Demirel'e sorduğum bir soru var. Bir gün Efes Otelinde. İzmir de. Siz bu Türkiye'yi 40 yıldır idare ettiniz. Dedim. Süleyman Demirel'e bizzat. Romanınız yok, kitabınız yok, makaleniz yok, kitapçılarda bulamıyoruz dedim. Süleyman Demirel'e. O yüzden ben Devleti idare edişinizle kendi kişiliğiniz ruhunuz o çatışıyormudursiz kabus görürmüsünüz dedim Süleyman Demirel'e. Size de söylüyorum. Buna cevap verme hakkınız var. Yani bunu şey yapmıyorum. Geri çekmiyorum. Bak güzel bakıyorsunuz. Yani bişey söyleyecek hale geldiniz. Gerçekten söyleyebilirsiniz. Teşekkür ederim Sayın Yargıç " Av. Senih Özay;"haa Sayın Yargıç. Bir film var. Demi Moor'un, Jack Nicholsın'ın, Tom Cruise'nin bir generalin duruşmada avukatlar tarafından son anda nasıl çözüldüğü, general nasıl konuşmaya başladı belki biliyorsunuzdur , belki izlemişsinizdir , ama izlemeyen savcı ve üye olabilir izninizle bununda dosyaya girsin istiyorum." Sanık sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği. Sanıklar müdafi Av. Bülent Hayri Acar Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli savunmasında: "Müdahillik talepleri hakkında taktir Mahkemenindir. Şimdi iddianamenin 1 Mayıs olayları ile ilgili kısmının son üç cümlesini okuyorum. Olayın toplumu kaosa ve iç çatışmaya sürüklemek, nihayi hedef olarak ise askeri darbeye zemin hazırlamak amacıyla devlet içinde devlet yönetimini ele geçirmek isteyenlerin yönlendirmesi ve kurgulamasıyla çıkarılmış bir 69/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 provakasyon olduğu ve etkili güçlerin polisin de görev yapmasını engellediği kanaatine varılmaktadır. Olaylar anlatılıyor. İntercontinental Otelinden ateş edildiği söyleniyor. Ve bu söyleniyor. Şimdi bu iddianame kabul edildi. Dolayısıyla müvekkillere atılı fiiller içerisinde buda var. Şimdi tabiiki müdahil tarafın tahkikat bitsin esas hakkındaki mütalayaa verilsin onların kendi hukuki görüşleridir. Biz ona saygı duyarız. Ancak iddianın olduğu yerde savunma olacaktır. Biz davayı uzatmak falan ben meslek hayatım boyunca ayak oyunlarına böyle üç kağıtlara böyle küçük işlere falan hiç tenezzül etmedim. Biz dolayısıyla sadece iddiaları karşılamaya çalışıyoruz. İkincisi buradaki iddia ile bizim istediğimiz talepler şudur. Açıkça söyledim Sanıklara atılı eylemler ile sözü edilen ateşle ölümlere sebep olma arasında eylemsel ve nedensel ilişkilerin olmadığının ispatlanması amacıyla bunları talep ediyorum dedim. Taktir Mahkemenindir. Dolayısıyla davayı uzatmaya yönelik falan bir tavır içerisinde değiliz. İddia varsa savunmalarımıza devam ediyoruz. Birincisi bu. İkinci olarak bir bugün Sayın Mahkemenin verdiği bir dilekçe var. Hasan Duman. Bu konuya hiç girmeyeceğim. Takdir mahkemenindir bu konuda. Yalnız şöyle bir şey çıktı. Müdahil taraftan. Yani Hasan Duman suç duyurusunda bulunan kişinin söylediği sadece bu kağıta bakıyoruz ve bunların hepsi gerçek ispatlanmış birer fiil ve olgudur. Öyleyse Türkiye de hukuk devleti yoktur. Şimdi gelelim Sayın Ürel'in mütalaası ile ilgili. CMK 68/3. Cumhuriyet Savcısının, katılanın, vekilinin, şüphelinin veya sanığın müdafinin veya kanuni temsilcinin istemi üzerine bilimsel mütalaa hazırlayan uzmanın duruşmada dinlenmesi hususunda da yukarıda ki hükümler uygulanır. Gelsin bu iki bilim adamı. Bizim bunlara sorularımız olacak. Gelsinler dinlensinler. Bunların gelip buraya dinlenmesini talep ediyorum. CMK 68/3 kapsamında. O yazdıklarını burada tekrarlasınlar. Hatta ben onlara kolaylık ta yapacağım. 15 gün evvelden yazılı olarak bildireceğim sorularımı. Hazırlansın da gelsinler. Şimdi Sayın Ürel dedi ki; davacı yani özellikle kamusal savunma kendisi içinde açık çelişki içindedir. Bir taraftan hukuken davanın yok hükmünde olduğunu söylüyor ama bir taraftan da tevsi tahkikat talebinde bulunuyor. Biz bizim kamusal savunma çizgimizde tutarlılığımızda hiçbir kırıklık yoktur. Tabii ki aynı dilekçemde ben devam ediyorum talepte bulunmaya. Evet biz bizim için davanın hukuken yok hükmünde olduğunu söylüyoruz. Taleplerimiz red ediliyor. Yargılama devam ediliyor. Dolayısıyla iddialar devam ettiğine göre iddianın devam ettiği yerde kamusal savunma da tutarlı bir biçimde kendisiyle çelişkiye düşmeden tabii ki devam edecektir. Ancak kendisi Sayın Ürel insanlığa karşı suç bu davada söz konusu değildir dedi. Ondan sonra sözünün sonuna doğru özellikle aldım darbe insanlık suçudur. Bu davanın konusudur dedi. Acaba çelişki içinde kamusal savunma mı, yoksa müdahil tarafı Sayın Ürel ve beyanında mı? Şimdi gelelim son olarak; son olarak sayın Özay mali konularla ilgili talepte bulundu. O bizim yargılamanın dışında, müvekkilerimin de dışında. Dolayısıyla cevaplamam yada müdahil olmam durumu söz konusu değildir. Biz beyanlarımızı tekrar ediyoruz. Son kez söylüyorum. Bizim davayı uzatmak gibi bir amacımız, niyetimiz ve irademiz bulunmamaktadır."Sayın Başkan iddianamede 1 Mayıs 1977 olaylarının olduğunu görüyoruz. İddianamenin önce hazırlanış biçimine kısaca değinmek gerekir. Bilindiği üzere CMK.'da soruşturmanın yapılış usulleri belirtilmiştir. Bu usullerde özellikle 251/1 madde gereğince Cumhuriyet Savcısı tırnak içinde soruşturmayı bizzat yapar. Cumhuriyet Savcısının bizzat soruşturma yapması demek ya işlemi doğrudan doğruya kendisinin yapması ya da yapılacak işlemi kendi denetim ve gözetiminde kendisinin katılması suretiyle yapılması ve yaptırmasıdır. Şimdi bu iddianameye bakıldığı zaman 1 Mayıs olaylarıyla ilgili iddiananı bu bölümüne bakıldığı zaman üç kitaptan 3, 4 ve 8 olarak iddianamenin sonunda isimleri olarak bildirilen şimdi kitaplara girmiyorum 3, 4 ve 8 numaralı kitaptan alıntılar yapılarak oluşturulduğunu görüyoruz. Yani uzatmayım soruşturmasız bir iddia yapılmıştır. CMK.'da soruşturmasız iddia fiili, keyfi bir iddiadan ibarettir. Sonunda yani bu olaylarla ilgili tabi 36 sene önceki bir acı katliam bunu hepimiz hep beraber yaşadık. 1 Mayıs 77 olayları ile ilgili burada 36 sene sonra benim fazla konuşacak bir şeyim yok. Bir çok kişinin de olacağını sanmıyorum. Yani o kadar açık bir şey ki katliam 70/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 hakkında ne söyleyeceksiniz. Haa şu.. Canım siz söylersiniz Sn. Kavili...! Buyrun, ben size müdahale etmiyorum. Tabii ki söylenecek. Yani yargılanacaksa yargılansın. Biz de onun için talepte bulunuyoruz. Şimdi bu davayla beni ilgilendiren bizi ilgilendiren kısmı konsey başkanı ve üyesi ile sözü edilen olaylar özelikle tabi olaylarda bir şey yok tabi o DİSK'in şeyi gayet demokratik bir yürüyüşü. Bunda bir şey yok. 1 Mayıs olaylarında ne var? 1 Mayıs olaylarında saat 19'la 19:20 arasında ki katliam var. DİSK'in nesi var. Zaten ben dilekçemde de belirttim. Şimdi burada ki olay şu; sistematik ve sistemli bir şekilde kalabalığın üzerine seri şekilde ateş edildiği gerçeği var. Beni ilgilendiren bu davada kamusal savunma makamı olarak konsey başkanı ve konsey üyesi ile bu seri ateşleme ile ilgili kalabalığın üzerine yapılan bu ateşleme ile ilgili herhangi bir şekilde eylemsel, nedensel bir irtibatın bir ilişkilendirmenin var olup olmadığıdır, bununla ilgili bir delilin bir bulgunun bulunup bulunmadığıdır. Hemen özetleyeyim. Dosyaya gelen belgeler. Bir emniyetten gelen belgeler var. Emniyet Genel Müdürlüğünden. Milli İstihbarat Teşkilatından gelen belgeler var. Burada ben dilekçemde belirttim. Olaya girmeyeceğim. Burada bazı sol gruplardan söz ediliyor. Sol grupların isimlerinden de bahsetmeyeceğim. Yani kışkırtıcı bir davranış içerisine girmemek için özenle isimlerini belirtmeyeceğim. Orada zaten yazıyor. Yani benim böyle bir şeye ihtiyacım yok. Ama özellikle özen de göstermek istiyorum. Şimdi denilen şey şu; hep bizim olayımızla nedensel ve eylemsel ilişki bağlamında devam etmek istiyorum. Denilen şey şu; iki ana iddia var. Bir ismi geçen sol gruplar arasında silahlı çatışma olduğu, bunun sonucunda bu olayların meydana geldiği, özellikle emniyeti söylüyorum. Emniyetten gelen yazı var. İlgili yazı; bize yani Emniyete sol tarafında fatura edilmeye çalışıldı iddiası var. Birinci ana iddia bu. İki, ikinci ana iddiada devletin içerisinde devletin içerisinde özel bir yapılanma var. Adına da girmiyorum. Çünkü bir daire ile ilişkili olduğu için. Bilmiyorum yani kontür gerilla denilen veya başka şekilde denilen şimdi bir isim daha söyleyeceğim. Onun tarafından başka şekilde ifade edilen. Yani devlet içerisinde bir çeteleşmenin kontür gerilla denilen bir çeteleşmenin darbenin hazırlığı olarak bu işi yaptırdığı iddia edilmektedir. İkincisi de bu. Şimdi bu her iki iddia içerisinde gelen bulgularla konsey başkanı ve üyesi arasında direk herhangi bir bulgu yok. Bir üçüncü iddia daha var. DİSK'in o dönem ki hukuku müşavirinin iddiası var. Biraz sonra ona gelecem ismine. O özel bir şey söylüyor. Bunlardan farklı. İki ana gruptan. O diyor ki kardeşim gladyo var. Biz duyum aldık diyor. Bir yerden biliyorduk. Yani tabi ben bunu kitapta ki alıntıya göre söylüyorum. O gerçekten o kişi bunu söylemişmidir söylememişmidir. Devletin resmi belgelerinde yok. Kitap ta yazıyor. Kitaptan almış C.savcısı. Ben de özellikle müdahil sayın meslektaşlarımdan benim bir sözüm yok. Yani bu oradan alınan bir söz. Bir gladyonun olduğu ve gladyonun ismi gene önemli değil ismi sözü edilen bir sol grup içerisindeki kişiler ile işbirliği halinde bu katliamın yapıldığı iddiası var. Yani dosyada üç tane iddia var. Şimdi bir tek şeyi söyleyip geçeceğim. Emniyet Genel Müdürlüğünden gelen yazıyı aldım. Tarihe ibret olsun diye aldım. Onu sonra ilgili meslektaşlarım istiyorlarsa bakarlar. Dosyada var. O çok ibret verici bir şey. Devlet içinde ibret verici bir şey. Başkaları için de ibret verici bir şey. Ben kamusal savunma makamı olarak o ibretten kendime düşen payı aldım. Onun içinde sorumluluğumu yerine getirmeye çalıştım. Dosyaya koydum. Şimdi gelelim MİT'den gelen bu belgelere. MİT'den gelen bu belgelerde; MİT'den gelen bu belgeler çok açık. MİT'den gelen belgeler yani ben kişisel kanaatimi söylüyorum bana göre MİT görevini yapmamış, görevini yaptığı izlenimini vermeye çalışıyor. Niye bunu niye söylüyorum. 1 Mayıs bir çok bir çok açıklaması var. Sadece devletin yetkililerine, bu yetkililer Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Genel Kurmay Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine bildirildiğini söylüyor gelen yazılarda. Gelen yazıda tek şey şu; efendim bir yıl önce 1976 yılında ki olaysız geçen bu mitingden sonra dağılma sırasında DİSK'e bağlı bazı gruplarla ismi geçen bir sol grup arasında bazı çatışmaların, sokak arası bazı çatışmaların olduğu, karşılıklı slogan atma nedeniyle burada da olası bir çatışma çıkabileceğinden söz ediliyor. Yani somut bir bilgi yok. Somut bir açıklama var. Şimdi gelelim uzatmadan bu 71/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 belgelere. Bu belgeler uzun. 1 Mayıs tarihinde yani toplantı yapılıyor, miting başlamış, yani Beşiktaş ta resmen saat on iki de başlamış toplantı, resmi toplantı başlamış, devletin katına bilgi notu aktardığını söylüyor, üç sayfalık özetliyor, dediği şey şu; saat:15:45 saat:15:45 dikkatinizi çekerim, diyor ki; bu saate kadar diyor herhangi bir olay çıkmadı, herhangi bir olay çıkacağına dair herhangi bir duyumda yoktur. Saat on dokuz. Katledilen rahmetli Kemal Türkler'in konuşması bir şeye göre bitiyor. Devrim şehitleri ve sanıyorum ismini yanlış söylersem özür dilerim DİSK eski genel sekreteri İbrahim Güzelce'nin anısına saygı duruşunda bulunuluyor, bir ifadeye göre bittikten sonra bir ifadeye de bu olaylar sırasında sanıyorum bu saygı duruşu sırasında veya öncesinde burada biraz birbirinde anlatımlarda biraz karışıklıklar var iddiaya göre Taşlıtarla mevkiinden yolun ağzından iki el silah atılıyor, daha sonra da İntercontinental Otelinden iki silah atılarak arkadan 8-10 dk.lık bir kalabalığın üzerine seri yaylım ateşi yapıldığı, yapıldığı söyleniyor. Ve hakikaten de bunun sonucunda özellikle Kazancı yokuşuna kaçmak isteyen kalabalık alttan da gelen silahlarla, silahlı ateşle ve orada bulunan bir kamyonun da bulunması nedeniyle maalesef 34 kişi içerisinde biri polis olmak üzere 29 vatandaşımız burada işte o kalabalık içerisinde özellikle panik içerinde ölüyor. Bunlardan bir kısmı şimdi biraz sonra gelecem bir kısmı da kurşunla ölüyor. Aldıkları mermi ile işte orda yedi altmış beş dokuz milimetrelik tabancalardan atıldığı iddia edilen kurşunlarla öldüğü tespitleri var. Yani olayın özeti bu. Yani sonuçta şu; ben bir ulusal bir devletin MİT gibi bir kuruluşundan mademki zaten sadece soyut bir açıklama saat on beş kırkbeş biraz sonra olaylar patlayacak, eğer bu iki sol grup arasındaki bir silahlı çünkü bir iddiaya göre diyor ki; DİSK'in de diyor yirmibin koruması içerisinde silahlı olduğu kişileri var. Şimdi benim anladığım kadarıyla şu; DİSK buradan DİSK başarıyla çıkmış. Yani demokratik kitle gösterisini hazırlamış, MİT'in yürüyüşünü özellikle Müşir Kaya Canpolat ve iki arkadaşı komite tertip etmiş, nitekim sonunda da anlıyoruz ki kendisi de sadece açılan davada toplantı ve gösteri yürüyüşlerini ihlalden dava açıldı. Sonradan Sulh Ceza bu davanın akıbeti hakkında bir bilgi yok. Yani şunu söylemek istiyorum. Demokratik kitle örgütü olarak DİSK kendisini benim anladığım bir hukukçu olarak DİSK kendisine düşen görevi başarı ile yapmış, olaylarla ortaya çıkan olaylarla DİSK'in miting ve demokratik gösterisini yapma arasında herhangi bir illet bağı falan göremedim. Yani böyle bir illet dosyadan görülmüyor. Dolayısıyla polisin polisin dosya içerisindeki DİSK'i eleştirisi ile ilgili konular tabi ben DİSK'in avukatı değilim. Dolayısıyla sanıyorum meslektaşım gerekli şeyi verecektir. Ama ben bir aynı zamanda bir bir kamusal savunma makamında görev yapan bir kişi olarak bu tespiti de burada sizlerle paylaşmak isterim. Şimdi özetle şimdi ben taleplerime geçiyim. Yani dosyaya gelen belgeler bundan ibaret. Tekrar ediyorum. Beni ilgilendiren kısmı benim müvekkillerimle olaylar arasında nedensel eylemsel bir ilişki olup olmadığı, ikincisi bu ilişkilere muhatap konu herhangi bir bulgu delilin olup olmadığı. Şimdi gelelim dosyada ki taleplerimize; dosyada ki taleplerimizin bir kısmı bazı bazı kişilerin biz tanık olarak dinlenmesini talep edeceğiz. Bunlardan ilki Müşir Kaya Canpolat. Müşir Canpolat sıradan bir insan değil. Bu toplantıyı düzenleyen o dönemin DİSK hukuk müşavirlerinden bir arkadaş. Yani öyle olduğu anlaşılıyor. Dosyada ki belgelerden. Şimdi Müşir Kaya Canpolat'ın kitaptan alıntılanan sözü şu; bizi ilgilendiren kısmı. Bir iki şey söylüyor çok somut. Biz diyor olaylardan önce gladyonun buralarda olay çıkaracağını biliyorduk. Bilgi edindik diyor. İki 12 Eylülden sonra bu darbeden sonra 1 Mayıs'ın diyor failleri yakalancaktı. Ama bu darbe nedeniyle darbeden sonraki yönetim nedeniyle bu failler yakalanamadı. İki tane somut şey söylüyor. Çok açık. Daha sonra devam ediyor konsey başkanı hakkında kariyerist tutumuyla işte zaman zaman gülüyordu şeklinde bide kanaat belirtiyor. Şimdi burda tabi yanlız küçük bi not belirteyim. Müşir Kaya Canpolat'ın da bu bilgisini hükümet komserine veya devletin yetkili makamlarına bildirdiğine dair dosyada bir not olmadığını da kayıt edeyim. Dolayısıyla Müşir Kaya Canpolat'ın özel bilgisi olduğu anlaşılmakta. Biz Müşir Kaya Canpolat'ın tanık sıfatıyla dinlenmesini talep ediyoruz. Birincisi bu. İkincisi; ikinci talep tanık olarak dinletmesini istediğimiz kişi Muhuttin 72/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Cenkdağ isimli kişi. Muhittin Cenkdağ sıradan bir insan değil. Şimdi demin sözünü etmedim. Bu olaydan sonra bir iddianame hazırlanıyor. Talebimi bağlayayım diye özellikle bıraktım. İddianame ile bir kamu davası açılıyor. İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesine. Daha sonra dosyada ki 12 sayfalık özet nottan anlıyoruz ki bu görevsizlik kararıyla 1. Ordu Sıkı Yönetim Mahkemesine gidiyor. Ondan sonra dosyanın akıbeti konusu da belirli değil. Bir bilgi yok. Yani en azından biz epey inceledik. Dosyada kaçırmadıysak başkaca bir bilgi yok bu dosya hakkında. Uzatmayayım bu iddianameyi C.savcısı hazırlıyor. Bir numaralı imza Muhittin Cenkdağ. Şimdi iddianamede bizi ilgilendiren kısım şu. İntercontinental Otelinden ateş edildi mi? Edilmedi mi? Yani iddialardan birisi bu. Bunu koymuş diyorki, ifadelere göre, tanık ifadelerine göre İntercontinental Otelinden ateş edilmiştir. Altına düşüyor, altına da hemen diyor bir cümle sonrada diyor ki hayır diyor bir kısım ifadelere göre ve bunun doğru olmadığı şeklinde ifadelerde vardır. Bunun diyor çözümü yüksek mahkemeye aittir. Yani bunu şunun için söylüyorum. Özel İntercontinental Otelinden tanık ifadeleri dışında kendilerinin C.savcılığı olarak iddianamede bir kayıtlarının yer almadığını görüyoruz. Buna rağmen kitaptan yapılan alıntıda İntercontinentol oteline ABD'liler geldi, burada dile getirilen iddiayı doğruluyor Muhittin Cenkdağ. Bunlar uçakla geldiler. ABD'den insanlar geldi. İntercontinental Otelinden de ateş ettiler diyor. Bunlar sabit diyor. O zaman şimde tekrar dönüyorum. Ben kişilerle uğraşacak halim yok. Bunu niye vermemiş, niye kayıt etmemiş orada değilim. Ama gelsin. Bu kişinin de tanık sıfatıyla dinlenmesini talep ediyorum. Son olarak dönemin İstanbul Mali Şube Müdürü Recep Ordulu. Şimdi Recep Ordulu bu işte görevlendirilmiş. Bunun beyanı var. Şimdi bu da beni ilgilendirmiyor. Recep Ordulu diyor ki; kardeşim beyaz renaultdan ateş edildi. Bizim diyor densiz ekipler. Bunlar da diyor olaylara sebep oldu. O zaman bunlarda gelsin. Kimmiş bu beyaz renault. Bunlar kimmiş. İsmini veriyor. Diyor ki bu arkadaş diyor şimdi büyük bir ilde emniyet müdürü. Kimmiş bu emniyet müdürü. Belki isimleri belirlidir. Ben bilmiyorum. Şimdi o ibret olsun diye tarihe geçsin dediğim belgede solu eleştiriyor. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Salih Bora imzalı yazıda. Solun kanatlarını eleştiriyor. Ve oradan hareketle de diyorki sol bunu bize fatura etmek bizim üstümüze atmak için bu olayları propaganda yaptı. Bu amaçlarla kullandığı propaganda araçlarından biri de beyaz renaulttan ateş edildiğidir diyor. Beni ilgilendiren şey açığa çıksın. Recep Ordulu gelsin ifadesini versin. Üçü bu. Şimdi gene üç tane talep daha var. Şimdi burada bir hükümet komseri var. Valla Eyüp Savcısı şeyi Kaymakam'ı ismi yanlış olabilir bilmiyorum şimdi atlamış olabilirim. Ama Kaymakam. İstanbul da görev yapan bir Kaymakam. İsmi doğru Mustafa Tütüncü. Mustafa Tütüncü hükümet komseri. Nitekim şey kendisiçok çok ilginç bir ifade de bulunuyor. Herkesi ilgilendirecek bir ifade. Diyor ki İntercontinental Otelinden diyor ben İntercontinental Otelinden bu işi takip ettim. Müşir Kaya Canpolat yanımıza geldi. Bize bilgi verdi. Biz elimizin altındaki telefonlarla gerekli yerlerden temas kurduk. Devam ediyor Emniyet Genel Müdür Muavini Salih Bora İstanbul Emniyet Genel Müdürü Salih Bora isim veriyor ve Zeki Tamay yanımdaydı. Diğer görevliler de vardı. Diyor. Yani buradan şunu söylemek istiyorum. İntercontinental Otelinden ateş edildi iddiası var. Doğrudurda. Bir taraftanda ilginç hükümet komseri var. İntercontinental Otelinin içinde. Katını söylemiyor onu bilemiyoruz. Anlaşılmıyor raporda. Beyandan da anlaşılmıyor. Yanında iki emniyet müdür muavini var. Yetkililer var ve müdahale edilmiyor. Yani çok dikkat çekici bir şey. Bununla ilgili iddianamede herhangi bir bulgu bir tespit yok. Dolayısıyla Mustafa Tütüncü , Zeki Tamay ve Salih Bora'nın da tanık sıfatıyla dinlenmelerini talep ediyorum. Şimdi gelelim belgelere. İddianamede bir şey yapmış bir liste yapmış. İşte kim hangi suçu işledi. Bunların içerisinde beni ilgilendiren iki grup var. Bir silahla diyor ateş etmek topluluğa. Öldürmek amacıyla. 12-13 kişinin ismi var. Ben koydum. İsimleri okumayacağım. Gerek te yok. Ama gene de tarihe kayıt düşsün diye aldım. Koydum. Bunların isimleri var, şeyleri var, kimin üzerinde hangi tabanca bulundu, ne olduğu belli. Bir de çok ilginç bir şey var. Bunlar tutuklanmışlar. Bunların hepsi tutuklanmış. Bu 12 kişinin içinde 73/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 bunlar var. Patlayıcı madde atmak diyor topluluğa. Patlayıcı madde bulundurmak ve atmak. 34 kişi de bunlar var. İsimleri burada var. Bunlar tutuksuz yargılanıyor. Bana bir hukukçu olarak çok dikkat çekici geldi. Yani iddia doğru değil, ya tutuklamada çok büyük bir çelişki var savsama var. Bunun ortası yok yani. Şimdi bu hazırlık dosyası ile şimdi bu yok dosya. İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesindeki 1 Mayıs ile ilgili dosyanın ilgili makamlardan hem soruşturma dosyasının eğer eki ayrıldısya soruşturma dosyası birlikteyse bunun bu ismi var burda numarası var İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik ile 1. Ordu ve Sıkı Yönetime giden dosyanın tamamının getirtilmesini talep ediyorum ki ona göre inceleyip beyanda bulunacağım. Şimdi burada şunu şunu görüyoruz. İddianamenin 34. Sayfasında sanıyorum tespitler var. " Demiştir. "şimdi olay şu; 29, 30, 31 ve 32 numaralı ölen kişilerin listesinde bunlardan özellikle Kenan Bolu galiba ismi de var soyadı Bolu olan kişinin mermi içinde kaldığını, kalbi geçip içinde kaldığını söylüyor, vücutta kaldığını söylüyor. Şimdi uzatmayayım. Tabancalar belirli. Mermiler belirli. Ancak bu tabancalarla yani bu kişiler üzerindeki ölüm nedenlerinin elde edilen tabancalar arasında bir ilişki, bu tabancalardan atılan ateşlerle ölümün meydana gelip gelmediğine ilişkin dosyada belki bir bulgu tespit olabilir. İddianamede böyle bir tespite yer verilmemiş. Bu doğrudan doğruya bir kere bunun tespitini ve getirtilmesini talep ediyorum. Niye yapılmamış. Yani devletin elindeki kontür gerilla mı yaptırmamış? Yani niye yapılmamış. Çıksın meydana. Kim bu suçu işlediyse bu katliamı kim işlediyse el birliği ile çıksın bunlar. Gömülmesin, tarihin karanlıklarında kalmasın. Haa ben onuda söyleyeyim. Benim müvekkillerimin yaptıkları da ispat edilirse onlarda çeksinler cezalarını. Bunun örtülecek, kaçırılacak bir tarafı yok. Şimdi gelelim ikinci kısma. Bu tespit yapılmamış. Bu tespit niye yapılmamış bilemiyorum. Bu tespitin yapılıp yapılmadığını ve sonuçlarını görmek için bu dosyanın celbini talep ediyorum. Şimdi gelelim ikinci bi bu son bi talebe yazılı taleplerimiz içerisinde. Yine bu dosya ile ilgili bu ölen kişilerle ilgili bu sözü edilen 13 kişi yani silahla topla ateş eden ve bu ölüme neden olan ve tutuklanan bu kişiler ve o özellikle diğerleri o kadar önemli değil belki onların içinde de önemli kişiler vardır. Bilemiyorum. Ama bunlar benim dikkatimi çekti. Topluluğa karşı patlayıcı madde kullanıyor ismi belli. Bu 13 veya 15 kişinin isimleri belirli olan burada yazdığım bu kişilerin bir; MİT'de, Emniyet Genel Müdürlüğünde, o zamanki adıyla şimdiki adını bilmiyorum veya o zamanki adı neyse onu da bilmiyorum. Özel Harp yani Genel Kurmay içinde olduğu söylenen Özel Harp dairesinde görevli olup olmadıklarını, veya bu kurum ve kuruluşlar tarafından bir şekilde kullanılan kişiler olup olmadıklarını, yani bu kurumlar ile ilgili bir şekilde illet bağı içinde çalışan kişiler olup olmadığının da ilgili MİT, Özel Harp Dairesi Başkanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünden sorulmasını talep ediyorum. Çünkü bunlar çıkacak. Bunların sonuçları. Bunlar kimdir ne olmuştur yani burada ki olay şu; bir ateş var. Ateş sabit. Nereden atıldığı da benim için önemli değil. İntercontinental olmuş, Ahmet olmuş Mehmet olmuş o yerden. Bu ateşi bunlar edemezler. Bunu bende tahmin ediyorum bir Türk vatandaşı olarak. Yani bunlara bu silahları kimler ateş etti. Arkada bunları kimler bunlara tetiği çektirdi. Benim benim bir bu tetiği çektiren kişilerle konsey başkanı veya konsey üyesi arasında iddia edildiği gibi nedensel ve eylemsel bir ilişki varmı yokmu. Beni ilgilendiren bu. Beni ilgilendiren davanın bu kısmı. Şimdi son olarak istihbarat raporlarının da dosyaya gelmediği anlaşılıyor. MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğünden de olayla ilgili istihbarat raporlarının, sözü edilen istihbarat raporlarının onlar yeterli değil, böyle ciddi bir olay için yeterli yeterli yazılar değil. Onlar sadece benim anladığım kadarıyla kendilerini ilgili kurumların kurtarması amacıyla yazıldığı yada kurtarma çabasında biz görevimizi yaptık çabası için yazılan yazılar olarak algılıyorum. Şimdi burada son olarak yalnız şunu da söyleyeyim. Bir yıl önce yani 1 Mayıs 1976 yılında DİSK gene kendidenetiminde kendi yetki ve sorumluluğunda bu yürüyüşü yapıyor ve burunlar kanamadan çok başarılı bir şekilde DİSK bunun altından çıkıyor. Niye çıkıyor? Bakın çok dikkat edici birşey. Sadece dikkatlerinize sunuyorum. Ben burada şimdi idareye 74/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 hizmet kusuru olarak bir eleştiri getireceğim. 10 da başlatmışlar toplantıyı. Katledilen rahmetli Kemal Türkmen'in konuşması 16 da bitmiş. Ve toplantı olaysız dağılmış. Siz şimdi toplantıyı almışsınız 12 ye. Ha 12 ye alınma talebi DİSK'ten gelmiş. Hükümet komseri kabul etmiş. Katılım yüksek. Toplantının sadece alana gelen grupların yerleştirilmesi 17:30 civarında olmuş. Katledilen rahmetli Kemal Türkmen'in de konuşması 18 veya 18'i geçe başlamış. Buradan anlıyoruz ki; bu toplantı erken saatlerde yapılabilseydi belki bu üzücü ve sonu çok kötü biten ülkenin tarihine kara leke olarak geçen bu olaylar belki yaşanmayabilirdi. Ancak tekrar ediyorum. Burada bunun önlemini almak bu çünkü alana gelenlerin yerleştirilmesi boşaltılması, güvenliği bu sanıyorum İstanbul Valiliğinin yetki ve görevi içerisinde olan bir konudur. Ben burada İstanbul Valiliğinin 1 Mayıs 77 de ki olaylarda bir hizmet kusuru içerisinde olduğu kanaatini de taşıyorum. Söyleyeceklerim bu aşamada bundan ibarettir. Yalnız bir tek sayın Kavili'nin bir daha söz almayayım kalkışma fiili dediler. Kalkışma fiili değil ben baştan beri tutarlı bir şekilde tabii ki sayın meslektaşımızın ifadesi kendi açısından tutarlı ve doğru. Ancak ben buna cevap vermek durumundayım. Kurucu iktidar olma fiili olarak biz bu fiilin kalkışma fiili değil bir kurucu iktidar olma fiili olduğunu baştan beri tutarlı bir şekilde söylüyoruz. Biz de tutarlı çizgimizde savunmamızı devam ettireceğiz. Bu aşamada söyleyeceklerim bundan ibaret" Demiştir. Mahkeme Başkanınca Genel Kurmay Başkanlığından gelen belgelere ilişkin yapılan açıklamada; "Evet Genel Kurmay Başkanlığından gelen 15 sayfalık belgeler hakkında bilgi vermek gerekir ise; birinci belge ileri hazırlık durumu genel kurmay komuta kontrol merkezi çalışma talimatı başlığını taşıyor. Dikkat çeken nokta; dayanak olarak G.Kurmay Başkanlığının 13 Mayıs 1976 gün ve harekat sayılı emri ile yayımlanan bir talimata atıfta bulunuyor. Yine başka atıflar da mevcut. Amaç ise; Bayrak Harekatının komuta ve kontrolünün çalışma esaslarını tespit etmek olarak gösteriliyor. Kapsam olarak G.Kurmay J.Başkanlıklarının, G.Kurmay Genel Sekreterliğinin, G.Kurmay komuta kontrol merkezindeki faaliyetlerini kapsadığını, kuvvet komutanlıkları ve Jandarma genel komutanlığı kendi hareketlerini bu esaslara göre işletirler şeklinde devam ediyor. 6. Bölümde birifingçiler diye bir başlık var. Burada "G" günü Bayrak Harekatı ile ilgili birifingler saat:15:00 ve 22:00 da aşağıda ki sıra ile yapılacaktır. Şeklinde bir açıklamaya yer veriliyor. Ve bu belgenin altında herhangi bir tarih yok. Üzerinde çok gizli ibaresi var. Genel Kurmay Başkanı emri ile Haydar Saltık tarafından hazırlandığı belirtiliyor ve Haydar Saltık'ın da imzası G.Kurmay 2. Başkanı olarak belgede mevcut. 2. Belge olarak nitelendireceğimiz belgede ise irtibat subayları için talimat başlığını taşıyor. Maksat bölümünde ülke yönetiminin TSK emir ve direktifleri doğrultusunda yürütülmesini takip ve kontrol gösteriliyor. Kapsam olarak bu talimat Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Bakanlıklarda görevlendirilen irtibat subayları ile Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Bakanlığı ve bu kuruluşların bağlılarını kapsadığı belirtiliyor. Yine içerisinde sorumluluk başlığı altında bazı açıklamalara yer veriliyor. İrtibat subaylarının hareket tarzı şeklinde de talimatlar devam ediyor. Örnek vermek gerekir ise; personel arasında TSK yönetimi lehinde fikir oluşturulacak ve TSK yönetimi aleyhinde olan tutum ve davranışlar ortaya çıkarılarak gerektiğinde yasal işlemler yapılacaktır deniliyor. "İ" bendinde kuruluşlarda ki militanlar tespit edilecek ve MGK Genel Sekreterliğine bildirilecektir şeklinde bir bölümde bulunuyor. Yine bu belgede de bir tarih bulunmuyor. G.Kurmay Başkanı emri ile G.Kurmay 2. Başkanı Haydar Saltık tarafından imzalanıyor. Ve not olarak bu talimat ve eklerinin gizlilik derecesi "G" günü "S" saatinden itibaren gizliye düşürülecektir deniliyor. Önceki halinde ise belge çok gizli nitelikte imiş. Yine 3. Belge olarak irtibat subayları için talimat ek a başlığını taşıyor ve Bakanlıklardan taşra teşkilatına yayınlatılacak tamim başlığını taşıyor. Bir başka belgede ise; irtibat subayları için ek b rapor örneği başlığını taşıyor ve bir bakanlık ile ilgili günlük faaliyet raporunun boş bölümü olduğu anlaşılıyor. Ve burada boş bırakılmış 1980 den 1980 e kadar belirli bir tarihi kapsayacağı anlaşılıyor. Yine bir başka belgede ise; bakanlığın herhangi bir bakanlığın müsteşarlığına 75/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 hitaben bir görev emri olduğunu anlıyoruz ve içeriğinde TSK ülke yönetimine el koymuştur. Bakanlığınız ile ilgili hizmetlerin yürütülmesini sağlamanız için ekdeki tamime göre hareket etmenizi rica ederim şeklinde bir yazı var ve bu yazıda da Haydar Saltık tarafından imzalanmış. Bir başka yazı ise MGK Genel Sekreterliği tamimi ismini taşıyor. Bir başka belgeden ise; aşağıda açık kimliği yazılı şahıs görevi gereği sokağa çıkma yasağı dışında bırakılmıştır şeklinde bir nev'i sokağa çıkma yasağından bağışıklık getiren görev belgesi olduğunu anlıyoruz. Bu belgede Haydar Saltık tarafından imzalanmış. Bir başka belgede ise; bakanlıklara gidecek özel timlere özel talimat başlığını taşıyor. Bunları kısaca özetlemek gerekir ise; örtülü ödenek miktarı, kıymetli ve hediyelik eşya bir tutanak ile teslim edilecek ve harcanması ve dağıtımı durdurulacak. Bakanlıkta hiçbir evrakın dosyanın imhasına, bakanlık dışına çıkarılmasına hiçbir şekilde izin verilmeyecek şeklinde belge devam ediyor. Bir başka belgenin içeriğinden ise; bakanlık irtibat subayının örtülü ödenek miktarını bağlayacağı tutanak örneği olduğunu görüyoruz. Ve bu belgede tarihsiz. Sadece boş bırakılan yerde Eylül 1980 yazısı görülüyor. Son belgede ise; bakanlıklarda görevli personel başlığı altında. Milli Eğitim Bakanlığında görevlendirilen 4 rütbeli, İçişleri Bakanlığında görevlendirilen 4 rütbeli, Gençlik ve Spor Bakanlığında görevlendirilen 4 rütbelinin isimlerine yer verilmiş. Bu belgede ise Kurmay Albay Erol Özalp'in ismini görüyoruz. Evet söz vermeye devam edeceğiz. Aydın Bey" Demiştir. Sanıklar müdafi Av. Bülent Hayri Acar Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/09/2013 tarihli savunmasında: "Şimdi benim öğrenmek istediğim şey şu. Anayasa'nın 36/1, Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin 6. Maddesine bağlı alt ilkelerden biride şaşırtıcı ve emri vakiye neden olabilecek işlem ve karar verme yasağıdır. Şimdi biz bu davanın CMK.'nın 215. Maddesine tabii aşamasındamıyız? CMK.'nın 216. Maddesine geçildimi? Bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Mahkemeden bu konuda bir karar almasını yada kararlarıyla alacağı kararlarıyla bu konuyu açıklığa kavuşturmasını talep ediyorum. Birincisi bu. İkincisi; Sayın Kavili konuşması sırasında devletin kamu görevlilerinin ve memurlarının ve diğer yetkililerinin 82 belgesi denilen bir belgeye göre de işlem yapmaları gerektiğini belirttiler. Şimdi 82 belgesi diye bir belge ben bilmiyorum. 82 belgesi diye bir belge Türk Hukuk Düzeninde var mı yok mu bilmiyorum. 82 belgesi denilen bir belge biz bilmiyoruz. Eğer bu belge hukuki bir belge ise yani ifadeden anlayabildiğim kadarıyla kamu görevlilerini bağlayan bir belge ise bu belge hukuki bir belgedir. Çünkü ancak devletin kamu görevlilerini kanun düzeyinde veya hukuken geçerliliği olan bir belge bağlayabilir. Yok bu belge hukuki bir belge değil ise zaten herhalde fiilidir. Dolayısıyla zaten devletin kamu görevlilerinin böyle fiili bir belgeye yani şeyle bağlanmaları buna göre iş yapmaları söz konusu olamaz. O konuya da bir açıklık getirmek istedim. Bu aşamada bizim bir başkaca talebimiz de bulunmamaktadır. Yani son olarak bu CMK 215 ve 216 arasında gidip gelme konusunun açıklığa kavuşturulmasını, tekrar bu talebimi yineliyorum." Demiştir. Sanıklar müdafisi Av. Bülent Hayri Acar Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli savunmasında: Geçen celse huzurunuzdaki beyanlarımı tekrarlıyorum, şimdi sayın iddia makamının yaptığı esas hakkındaki mütalaa karşısında sayın katılan vekilleri söz talebi için süre talep ettiler. Dolayısıyla biz de tabi dava sırasında bazı kovuşturmanın genişletilmesi taleplerinde bulunduk 1 Mayıs ile ilgili bir iki tane bunların hepsinin davayı uzatma amacına yönelik olduğu iddia edildi. Şimdi davayı iki buçuk ay sadece demin söylediğim neden ile uzamış oldu. Dolayısı ile bizim savunma olarak ona bir katkımız olmadı. Sonuç olarak iddianın kendi içerisinde yapmak istediği iddia için verilen süre yani bir önceki oturum ve ondan önceki oturum arasındaki süreyi aynen daha evvelde belirttim sayın iddia makamına Nisan dan Eylül e kadar olan bir süre oldu ama biz böyle bir süre talep etmiyoruz çünkü bu süre içerisinde 76/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 biliyoruz ki birden çok savcı değişikliği oldu, biz iddia makamına tanınan süredeki makul uygun ve taktiri de mahkemeye bırakmak üzere ve yeniden belirtiyorum davayı uzatma amacı taşımayan bir irade beyanı içerisinde silahların eşitliği ilkesi gereğincebu sürenin de eklenerek bize bu gün de yapılan sayın iddialar ile ilgili gerekli kamusal savunma makamı olarak gereken savunmamızı yapabilmek için uygun bir sürenin verilmesini arz ve talep ediyoruz dediği, Sanıklar müdafi Av. Bülent Hayri Acar C.savcısının esas hakkındaki mütalasına karşı vermiş olduğu 18/06/2014 tarihli savunmasında: Daha önceki yazılı ve sözlü savunmalarımızı tekrar ederiz, öncelikli katılan tarafın iddiasında belirtilen bir takım işkence , kötü muamele gibi eylemler iddianamenin konusu dışındadır, uyuşmazlığın konusu CMK 225/1 maddesi gereğince sadece darbe yapma ile sınırlıdır, diğer tarafta yine sanıkların malvarlığı ile ilgili herhangi bir dava da yoktur, ancak buna rağmen araştırma yapılmış, sonuçta ta bir şey çıkmamıştır, 12/09/1980 tarihinde ihtilalin yapıldığı doğrudur, milli güvenlik konseyi o zaman kurucu iktidar olarak ve fiili bir güç olarak ortaya çıkmış, sonuçta fiili ve hukuki bir güç olmuş, buna dayanarak çıkardığı anayasalar ve yasalar halen uygulanmaktadır, örneğin bu yasalara göre kurulan bölge idare , idare ve vergi mahkemeleri bugüne kadar hala kararlar vermektedir, diğer yönden ve Yargıtay ve Danıştay gibi benzer kurumlarda halen yasal dayanağın söz konusu 1982 anayasasından alınmıştır ve geçerliliğini de sürdürmektedir, 09/11/1982 anayasayı danışma meclisi, milli güvenlik konseyi hazırlıktan sonra halk oyuna sunulmuş, kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Halen dahi mevcut TBMMve Başbakanlık yetkisini 1982 anayasasından almaktadır, sonuç olarak milli güvenlik konseyi ikinci tip kurucu iktidar niteliğindedir, kurtuluş savaşındaki Mustafa Kemal ve arkadaşları gibi kurucu iktidar olmayı ikinci tip kurucu iktidar durumundadır, anayasası halen yürürlüktedir, geçici 1,2,3 maddelerine göre de bu herkesi bağlar, 06/12/1983 tarihinde de milli güvenlik konseyi ve danışma meclisinin görevi sona erdirilmiştir, hukuk devleti ve anayasaya uygun davranan bir devlettir, o halde mahkemenizde mevcut yürürlükteki anayasa ve yasalara uygun davranmalıdır, Sanıklar 12/09/1980 tarihindeki eylem ile pozitif hukuk düzeni kurmuş ve buna dayanarak talimat ve kararlar almış ve uygulamıştır, dava konusu uyarı mektubunun asıl muhatabı da siyasi partilere verilmiştir, o tarihte milli güvenlik kurulu olmadığından yapılan bu eylem anayasayı ihlal sayılamaz, meşru bir fiildir, bu mektubu genişletici bir yorumla suç saymak doğru değildir, kaldı ki söz konusu mektupta tehditi içeren her hangi bir sözde yoktur, TCK 146. maddesi bir tehlike suçudur, bu suç salt hareket suçuyla oluşabilir, ancak bizim müvekkillerimiz eylemi yapmış ve sonuçlandırmıştır, bu itibarla bu eylemin cezalandırılması da söz konusu değildir, burada madde de belirtilen kalkışma hükümlerinin uygulanması da mümkün değildir, yine kurucu iktidar ve onun eylemlerinin suç olduğuna ilişkin böyle bir normda yoktur, bunu yorum yoluyla suç niteliğine getirmekte bizce mümkün değildir, diğer taraftan olayda zamanaşımı süresi geçmiştir, anayasanın geçici 15 maddesinde ceza hukuku yönünden yaptığı işlemlerden dolayı cezalandırılamaz şeklinde bir hüküm getirilmiştir, bu hüküm tam sorumsuzluk anlamındadır, bu nedenle ceza verilmesi de mümkün değildir, her ne kadar anayasayı ihlal eylemine insanlığa karşı işlenen suç şeklinde nitelendirme yapılmış ise de bu nitelendirme de doğru değildir, yasada böyle bir başlıkta yoktur, bu itibarla sanıkların yaptıkları eylemlerin tamamı meşrudur, diğer taraftan yine mahkemece başka bir kanaate varıldığı takdirde lehe yasa hükümlerinin uygulanmasını ve gerekli indirim sebeplerinin tatbikini talep ederim, gerek Ankara 12 Ağr ceza mahkemesindeki mütalaadan sonra verdiğimiz yazılı savunma ve gerekse mahkemenizce daha önce sunduğumuz yazılı savunmalarımızı da aynen tekrar ederiz dediği, İnsan Hakları derneği başkanıÖztürk Türkdoğan Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli beyanında: Daha önce vermiş olduğumuz dilekçeyi tekrar ediyoruz dedi ve devamlı söz konusu 77/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 dilekçede yer alan hususları ayrıntısıyla anlattı. Özellikle sanıkların ayrıca 147. Maddede düzenlenen suçu da işlediklerini düşünüyoruz ve yine sanıkların eyleminin işkenceye de sebep oldukları da dikkate alındığında aynı zamanda insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında değerlendirilmesini ve zaman aşımı iddialarına değer verilmemesini ve benden önce konuşan Av. Aydın Erdoğan ın da belirttiği üzere darbeye giden süreçte rol alanlar ile darbenin gerçek mağdurlarının ayrılmasını veayrıca müdahillik kavramının geniş yorumlanmasını talep ediyorum. Yöneticisi olduğum derneğin ve ayrıca şahsımın davaya müdahil olarak kabulüme karar verilmesini talep ediyorum ayrıca 3 kişiye ait olduğunu belirttiği işkence raporlarını sunuyorum dediği. Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli ifadesinde Söz konusu rapor ihtimallere dayanmaktadır. Sanıklar sağlık kurumunda dinlenmeleri durumunda dahi belirli bir stres olacağı açıktır. Böyle bir durumla karşılaşılması halinde de savunma alınamaması söz konusu olacaktır. Bizce sanıklar duruşmaya celp edilmeli, kendilerine sorulan sorulara belki de hiç cevap vermeyecek dahi olsalar sanık sandalyesine oturtulmalıdırlar. Mahkemenizin bu aşamada yakalama kararı çıkarmasını talep ediyoruz. Ayrıca Tüzel Kişilerin müdahillik talebiyle ilgili olarak daha sonra yazılı beyanda bulunacağız, dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli ifadesinde 12 Eylül 1980 darbesi ile sadece sanıkların yargılandığı bir suç işlenmemiş, akabinde insanlık suçu diyebileceğimiz pek çok işkence göz altında ölüm v.b suçlarda işlenmiştir. Ve bizce sanıklar bu suçlardan da sorumludurlar. CMK.'nın 101.maddesinde yapılan değişiklik ile tutuklamadaki ölçülülük ilkesi bir kez daha vurgulanmıştır. Bu davada ölçülülük ilkesi sanıkların tutuklanmasını gerektirmektedir. Ayrıca davaya ilişkin toplumsal ilginin azaldığını görüyoruz ve bizce dosyada da olduğunu düşündüğümüz 12 Eylül 1980 tarihli Resmi Gazetede darbeciler suçlarını adeta itiraf etmektedirler. Yayınladıkları bildiriler bunun en açık delilidir. Bu davaya müdahil olmuş Başbakanlığa bağlı MİT Müsteşarlığı ile G.Kurmay Başkanlığının Mahkemenin istediği belgeleri göndermemesi gibi bir hususun söz konusu olmayacağını düşünüyoruz. Davanın daha fazla uzamadan sonuçlandırılmasını talep ediyoruz, dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli beyanında: "Sayın Başkan sayın Üyeler. Yargılamanın geldiği bu aşama itibarıyla esasen yeterli delillerin mevcut olduğunu ve bu aşamada dosyanın mütalaa için aslında Cumhuriyet Savcısına verilmesi ve bizlerin de yine mütalaa hazırlamamız için verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Şöyle ki şimdi biraz önce bizlere verdiğiniz bir Hasan Duman isimli kişinin göndermiş olduğu mektup tabi önemli dilekçesi önemli. Genel Kurmay Başkanlığında darbeye hazırlık süreci ile ilgili bazı evrakların saklandığı ve bunların Mahkemeye gönderilmediğinden bahsediliyor. Şimdi bu dahi bile elde edilse; esasen şu andaki mevcut delil durumuna göre çok rahatlıkla mütalaa verilebilir. Yani dolayısıyla bir yandan mütalaa hazırlığı sürerken ama bir yandan da Mahkemenizin size ulaşan bu belgeyi ciddiye alıp bununla ilgili bir ara karar tesis etmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu ara karar şöyle olabilir. Mahkemeniz bir Naip Hakim görevlendirerek istediğiniz belgeleri göndermeyen Genel Kurmay Başkanlığında bir araştırma yapmasını ve talep ettiğimiz belgeler ile ilgili olarak orada ne elde ediyorsa onlara el koyması gerektiğini düşünüyoruz. Belki tuhaf bir ara karar talebi diye değerlendirebilirsiniz. Ama bu yazı üzerine de tekrar bir ara karar kurulup işte bu plan yani Yurt - Kor isimli planın gönderilmesi veya bu imha edilmiş ise bunun imha tutanağının gönderilmesini talep etmek yine davayı uzatmaya dönük olacaktır. Ya böylesi bir ara yol bulunmalı ve tıpkı kozmik odada yapılan bir aramada ki gibi bir Naip Hakim pekala gidip burada bir işlem gerçekleştirebilir. Ve böylece deliller doğrudan doğruya elde edilmeye yönelik bir işlem yapılabilir. Yada biz katılan vekillerine bir ara karar tesis edilip elden takip 78/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 yetkisini verin. Biz gidip bu belgelerin imha edilmişse imha tutanaklarını, imha edilmemişse asılları varsa bunları onlardan talep edelim. Genel Kurmay'ın kapısında bekleriz. Gerekir ise oraya gireriz. İçerde de kalırız. O ara karar cevabını almayana kadar da ayrılmayız oradan. Çünkü bu dava artık daha fazla uzamamalıdır. Özellikle Bayrak Harekat Planı ile ilgili Genel Kurmaydan gelen son cevaptan sonra darbeye hazırlık süreci ile ilgili belgede böylece kanıtlanmış oldu. Darbe zaten kendisi yapıldı. Resmi gazete elimizde. Dolayısıyla darbe suçu yönünden yeterli delilin ben toplanmış olduğunu düşünüyorum. Sanık müdafilerinin 1 Mayıs 77 ile ilgili araştırılması ile ilgili talebine gelince tabii ki bu bizim için insanlığa karşı bir suçtur. Mutlaka açığa çıkarılmalıdır her boyutuyla. Ama bu dava bakımından, dava açan iddianame bakımından davayı uzatmaya dönük bir talep olarak algılamak gerekir. İnsanlığa karşı suçlar sistematik işkence ile ilgili yapmış olduğunuz suç duyurusuyla ilgili devam eden soruşturma kapsamında değerlendirilebilecek bir husus olduğunu özellikle belirtmek istiyorum. Çok uzatmadan meslektaşlarım bahsettiler Berfo Anadan bahsetmek istiyorum. Kendisi bu dava devam ederken yaşamını yitirdi. Kendisini rahmetle, minnetle ve şükranla anıyorum. Bir ananın evladının, kaybedilen evladının mezarını arama mücadelesini nasıl verdiğini hep beraber gördük. Daha başka analar bu dava devam ederken yaşamını yitirmesin. Mağdur yakınları yaşamını yitirmesin ve bu darbeci generaller bu dava daha fazla uzamadan hak ettikleri cezaya çarptırılsınlar istiyorum. Çünkü kamu vicdanında toplum vicdanında bunun gerçekleşmesi gerektiğini ben özellikle vurgulamak istiyorum. Çok uzatmadan bitirken bu taleplerimizin kabulünü, dosyanın mütalaa için hem Cumhuriyet Savcılığına hem de bizlere verilmesini, mütalaayı hazırlamaya başlamamızı ama aynı zamanda Genel Kurmay da bu araştırmanın yapılması gerektiğini vurgulamak istiyorum. " Demiştir Ek söz alarak : Öncelikle Genel Kurmay Adli Müşavirliğine yazı yazılması ile ilgili olarak; şayet Mahkemeniz böyle bir karar verirse elden takip yetkisi istiyoruz ve 15 gün kesin süre verilmesini talep ediyoruz. Dolayısıyla bu yargılamayı daha fazla sürüncemede bırakmamak gerekir. Ama biz daha öncede söylediğimiz gibi Mahkemenizin bir Naip Hakim tayin edip Genel Kurmay'da araştırma yapıp bu dava ile ilgili ne kadar belge varsa bu belgeleri temin etmesini ve bunu da yine 15 günlük süre içerisinde yapmasını talep ediyoruz. Yine bir başka nokta şimdi bu ihbar mektubunda ki darbeye hazırlık planının araştırılması ile ilgili yapılacak çalışmalar mevcut deliller değerlendirildiğinde esasen ceza vermeye yetecek mevcut delillere ekstra yeni delil eklemek dışında başka bir işe yaramayacaktır. Şayet varsa. Dolayısıyla dosyanın esas hakkında mütalaa verilmesi için Cumhuriye Savcılığına ve bize verilmesine engel değildir. Bu nedenle de zaten böyle bir araştırma yapılacak ise 15 günlük kesin bir süre verilmesini yada 15 günlük süre içerisinde bu delillerin elde edilip duruşmanın en kısa zamana verilmesi gerektiğini burada vurgulamak istiyorum. Artık amacımız Ceza Muhakemesinde gerçeği açığa çıkarmaktır. Bize göre gerçek açığa çıkmıştır. Dolayısıyla daha fazla yargılamanın uzamasına gerek yoktur. Son olarak da Tüzel Kişilerin müdahillik talepleri ile ilgili olarak şunu tekrar hatırlatmak istiyorum. Darbenin yapıldığı tarih ve darbeyi yapanların ülkeyi bir fiil yönettiği tarihlerle ilgili Mahkemenizin bir ara kararı vardı. Ama şunu hatırlatmak gerekir. Esasen sıkı yönetimin bittiği tarihe kadar bu süreyi uzatmak gerekir. Çünkü darbeci Kenan Evren Cumhurbaşkanı sıfatıyla Cumhurbaşkanlığı döneminin sonuna kadar bütün yetkileri olduğu gibi kullanmıştır. Ayrıca sıkı yönetim 1987 yılının sonuna kadar devam etmiştir. Bu nedenle 1986 yılında kurulan İnsan Hakları Derneğinin bu husus göz önüne alınarak müdahilliğine karar verilmesini yeniden talep ediyorum. " Demiştir Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 21/06/2013 tarihli beyanında: "Sayın Başkan, sayın Üyeler. Öncelikle savunma müdafilerinin, sanık müdafilerinin bazı talepleri var. Esas hakkında mütalaadan sonra sanıkların savunma yapmamaları ile ilgili. Onlar yerine kendilerinin savunma yapmaları ile ilgili bir talebi var. Bunun kabul edilmesinin 79/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 mümkün olamayacağını ben belirtmek istiyorum. Şöyle ki; şimdi sanıklar zaten duruşma salonuna getirtilemedi. Sanıkların savunmaları birisi hasta olmadığı halde ikisinin de hasta yataklarında alındı. Şimdi esas hakkında mütalaada da eğer savunma yapmayacaklarsa bu nasıl bir yargılama olacak. Yüz yüzelik kuralı nasıl yerine getirilecek. Hani uzaktan da olsa ekrandan da olsa.Dolayısıyla öncelikle bu telebin red edilmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum. İkinci olarak da yine bir soruşturmanın genişletilmesi ile ilgili bir talep var. Bunun ben davamızı uzatmaya dönük bir talep olduğunu düşünüyorum. Darbeden sonraki dönemde ki Türkiye Büyük Millet Meclisi ile ilgili onun yasama yapma yetkisi ile ilgili veya işte okuduğunuz nottan aklımda kalan kadarıyla onun pek dava konusu ile ilgili olduğunu düşünmüyorum. Bunun da red edilmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum. Şimdi belgelere gelir isek; şimdi bu Yurt - Kor belgesine meslektaşlarım değindi. Fazla değinmeyeceğim ama şunu vurgulamak istiyorum. Şimdi bu plan yapma, Genel Kurmaydan plan yapıp memleketi yönetme, askeri vesayeti sürdürme alışkanlığı aslında yeni bir şey değil. Eminim ondan öncede başka planlar vardır. Hani 27 Mayıs ile başlayan bir süreç, 12 Mart muhtırası ile devam etmiş, yetinmemişler 75'ten itibaren plan yapmaya başlamışlar ve 80 Askeri Darbesinin koşullarını oluşturmuşlar, darbe yapmışlar 85'e kadar planlar sürmüş, daha sonra peki ne olmuş? Zaten darbe düzeni hukukileştirilmiş, kendince hukukileştirilmiş, Anayasal düzen ile devam ettirilmiş. Ve aslında bu Yurt - Kor'da yazanların bir çoğunu ben Milli Güvenlik Siyaset belgesinden biraz hatırlıyor gibiyim. Çünkü o na karşı bir dava açmıştım. Ve şu anda o belge ile ilgili açtığım dava Anayasa Mahkemesinde. Bakalım Anayasa Mahkememiz ne diyecek? Merak ediyorum doğrusu. Şimdi bu antidemokratik bir düzen. Bu baskıcı bir düzen, bu vesayetçi bir düzen. Bunun Türkiye'nin bundan kurtulması gerekiyor. Bu bütün kötülüklerin kaynağı aslında. Bütün hak ihlallerinin kaynağı. Ve bu aslında maalesef devam etmiş. Fakat burada şunu vurgulamak istiyorum. Biraz önce meslektaşım Mehmet Bey belirtti. Özellikle darbe planlarında yargı ile ilgili tespitler şunu gösteriyor. Sıkı Yönetim Mahkemeleri zamanında yapılan yargılamalar, Devlet Güvenlik Mahkemeleri zamanında yapılan yargılamalar düşman ceza yargılaması biçiminde yapılmış. Bu belgelerden de anlaşılıyor. O halde bu dönemde yapılan tüm ceza yargılamalarının kişisel kanaatime göre hukuka aykırı kabul edilmesi ve bunun yargılanmanın yenilenmesi kabul edilmesi gerekir. Bütün mağdurların bu vesile ile bu bütün belgelere dayanılarak oluşturulmuş yargı düzenine karşı kendi dosyalarını yeniden ihya etmelerini, açmalarını, yargılanmanın yenilenmesi gerektiğini burada vurgulamak istiyorum. Çünkü çok açık bir düşman ceza yargılaması yapılmış. Yani vatandaşa düşman muamelesi yapılmış. Hiçbir iktidar vatandaşa düşman muamelesi yapamaz. Dolayısıyla bunun altını özellikle çizmek istiyorum. Yine o belgenin kendi ile çelişen durumunu vurgulayayım. Madem öyle Kahramanmaraş olayları başladığında niçin asker müdahale edip katliamı önlemedi. İşte bu da çok açık bir şekilde aslında darbeye giden sürecin katliamlarla hazırlanmaya çalışıldığının da bir göstergesi olarak ortaya çıkıyor. Şunu vurgulamak istiyorum. Davamızın geldiği aşamada toplanan belgeler esasen işlenen suç bakımından yeterli belgelerdir. Nitekim Bayrak Harekat Direktifi ile ilgili en son gelen belgeler çok açık bir şekilde Bayrak Harekat Planını ve onun direktiflerinin nasıl uygulandığını ayrıntısıyla ortaya koymaktadır. Her ne kadar meslektaşım Mehmet Bey'in değindiği gibi siviller ile ilgili belgeler eklere konmamış, gönderilmemiş veya başkaca belgeler gönderilmemiş olsa bile bunlar aslında suçun oluşumu bakımından yeterli belgelerdir. Dolayısıyla bu bakımdan bir değerlendirme yapılmalıdır. Ama Yurt - Kor belgesinin heyetinizce de incelendikten sonra iade edilmesini de eleştiriyorum. Keşke iade edilmeseydi, keşke dava dosyamızın içerisinde kalsa idi diye vurgulamak istiyorum. Ama sonuçta takdir Mahkemenin. Ben sonuç olarak yargılamanın bu aşamasında artık dosyanın mütalaa aşamasına geldiğini, esas hakkında mütalaa verilmesi için iddia makamına ve bizlere tevdi edilmesi gerektiğini belirtmek istiyorum. Ve mütalaa verilir verilmez de sanıkların savunmaları alınarak karar verilmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum." Demiştir. 80/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/09/2013 tarihli beyanında: "Sayın Başkan, Sayın Üyeler. Bu yargılama başladıktan sonra özellikle geçen celseden bu celseye kadar geçen süreçte önemli bir gelişme yaşandı. Biraz oraya dikkat çekmek istiyorum. Biliyorsunuz 3 Temmuz 2013 günü Mısır da bizim 12 Eylül 1980 Askeri Darbesini andıran bir Askeri Darbe yapıldı. Şimdi bakın bölgemizde Askeri Darbe geleneği devam ediyor. Dolayısıyla Askeri Darbe yargılamalarına bundan böyle çok daha dikkatli ve çok daha ciddi yaklaşmak durumundayız. Şimdi bir kaç celsedir esasen sayın iddia makamının mütalaasını hazırlaması ve mütalaasını vermesi gerekirdi. Şimdi biz bu yargılamayı uzattıkça bu yargılamanın akıbeti çeşitli belirsizlikler ortaya çıkacaktır ve bir an önce bu yargılamada esas hakkında mütalaa verilmeli ve bize göre sabit olan suçun karşılığı ceza ne ise Mahkemeniz tarafından verilmeli ki özellikle bölgemizde örnek olabilecek bir karar ortaya çıkmalı. Bakın aradan kaç yıl geçti ve Mısır da, bölgemizde aynı tarzda ve aynı yöntemler ile bir askeri darbe yapıldı. Esasen Mısır çalkantılı bir süreç yaşadı. Eksik de olsa, ağır aksak da olsa demokratikleşme yönünde adımlar atılmaya başlandı. İktidara gelene karşı halkın büyük bir kısmı sokağa dökülmeye başladı. Belki de gerçek anlamda bir devrimci bir halk ayaklanması olacaktı veya gerçek anlamda bir devrim olacaktı Mısır da. Ama; askeri darbeciler uluslararası destekçileri ile birlikte bunu engellediler ve orada kanlı bir darbe yaptılar. Yani tarih aslında sanki tekerrür ediyor. Bunlara dur demek gerekiyor. Bizim vicdanımız bunu kabul etmiyor. Bu nedenle bu yargılama bu saatten sonra çok daha önemli bir noktaya gelmiştir. Ve mutlaka seri bir şekilde sonuçlandırılmalı ve darbeciler hak ettikleri cezayı almalıdır ki bölgemizde bundan sonra darbe yapmak isteyenlere de caydırıcı bir özellik arz edebilsin diye belirtiyorum. Bu bağlamda sayın iddia makamının bir an önce mütalaasını vermesini ve bu konuda mümkünse kısa bir süre verilmesini vurgulamak istiyorum." Demiştir Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında: "Sayın başkan sayın üyeler. Mütala verildi ve bizlerde esas hakkında beyanlarımızı sunuyoruz. Esasen daha önceki aşamalarda vermiş olduğumuz dilekçelerde etraflıca belirttiğimiz hususlarakısaca değineceğim. 12 Eylül 1980 askeri darbesine giden süreçile ilgili olarak dava dosyanıza çok sayıda belgebirikti. Bunların belki de en önemliside muhtıra verildiğine dair belgenin kabul edilmesi. Dolayısıyla bu bir süreç bu süreci böyle anlamak gerekiyor muhtıra öncesinde hazırlık hareketleri olduğuna dair çok sayıda belge ve bilgi geldi. Bütün bunlar birbiriyle bağlantılı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi döneminde insanlığa karşı suçlar işlendi. Beyaz soykırım diyebileceğimiz kültürel asimilasyon olarak tarif edebileceğimiz politikalar geliştirildi. Bunlara kısaca bu istatistikleri hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum çünkü belki de bir kurucu iktidar tartışması hangi koşullarda yapılıyor bunu hatırlama gerekiyor. 650 000 kişi gözaltına alındı ve 90 güne var gözaltı sürelerinde ağır işkenceler gördü bu insanlar. 1 683 000 kişi kominist, alevi, kürt dinci şeriatçı denilerek fişlendi. Açılan 210 000 davada 230 000 kişi sıkı yönetim mahkemelerinde yargılandı. 7 000 kişi için ölüm cezası istendi, 517 kişiye ölüm cezası verildi. Bunlardan 124 kişinin ölüm cezası Askeri Yargıtay tarafından onaylandı. Haklarında ölüm cezası verilenlerden 50 si idam edildi. Yaşamına son verildi. Ölüm cezası verilenlerin 259'unun dosyası Meclise gönderildi. 71 500 kişi TCK nun 141, 142 ve 163 maddelerinden yargılandı. 98 404 kişi örgüt üyesi olmak suçlamalarından yargılandı. 388 000 kişiye pasaport verilmedi. 30 000 kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı. 18 525 kamu görevlisi hakkında soruşturma açıldı. 14 000 kişi vatandaşlıktan çıkarıldı. 30 000 kişi mülteci olarak yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. 366 kişi kuşkulu bir şekilde öldü ve bunların ölüm sebebi bir türlü araştırılmadı. ceza evlerindeki ağır işkenceler sonucun 299 kişi yaşamını yitirdi. Bunlardan 171 inin işkenceden öldüğü belgelendi. 144 kişi yine aynı cezaevlerinde olmak üzere kuşkulu şekilde öldüğü ortaya ileri sürüldü. 14 kişi açlık grevinde öldü ki bu insanlar 12 Eylül faşizmini protesto etmek için açlık grevinde katıldılar ve yaşamlarını yitirdiler. 16 kişi kaçarken vuruldu. 95 kişi çatışmada 81/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 öldürüldü. 73 kişiye doğal ölüm raporu verildi. 43 kişinin intihar ettiği söylendi. 937 film sakıncalı olduğu için yasaklandı. 23 677 derneğin faaliyeti durduruldu. Siyasi partiler ve sendikalar kapatıldı, çok sayıda siyasetçi gerekçesiz göz altında tutuldu ve tutuklandı. 3 854 öğretmen üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hakimin işine son verildi. 400 gazeteci için toplam 4 000 yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere 3 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine kondu. 300 gazeteci saldırıya uğradı. 3 gazeteci silahla öldürüldü. Gazeteler 300 gün yayın yapamadı, 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 39 ton gazete ve dergi imha edildi. yüzbinlerce yayına el konuldu ve imha edildi, Sadece bilim ve sosyalizm yayınlarına ait 113,607 kitap yakıldı, yayın hakkı sahipleri gözaltına alındı, tutuklandı, işkence gördü, İlhan ERDOST işkence yapılarak öldürüldü ve bu bilançoyu uzatmak mümkündür. Burada dilekçede ayrıntılı olarak belirtilmiş Türkiye Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1946 yılında kabul ettiği Lümberg şartına uymak zorunda olan bir ülke. İnsanlığa karşı suçlar ile ilgili hiçbir şekilde zaman aşımı kurallarının uygulanmayacağına dair dilekçelerimizde çok sayıda beyan var dolayısı ile bunları tekrar geçmeyeceğim. Anayasal dokunulmazlık ortadan kaldırıldı yani Anayasanın geçici 15. Maddesi bir dokunulmazlık sağlıyordu bu kaldırıldığı için dolayısı ile artık bu insanlara dokunuldu ve şu anda sanık olarak yargılanmaları yapılıyor. Zaman aşımı işlemeyeceğine dair sadece şunu söyleyebilirim. Sadece 1946 tarihli Birleşmiş Milletler kararı değil, yine Birleşmiş Milletlerin 1973 yılında kabul ettiği savaş suçları ve insanlığa karşı suçların işleyen kişilerin cezalandırılması, sınır dışı edilmesi, tutuklanması ve belirlenmesinde uluslararası işbirliği ilkeleri başlığını taşıyan bir karar metni hükme bağlandı. Bunlar Türkiye tarafından uyulması gereken temel belgelerdir. Yine Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi 7/2 Maddesi bu konuda yol gösterici bir içeriğe sahip. Ayrıca yine 1402 sayılı yasa ile ilgili Danıştay idari dairelerinin vermiş olduğu kararda da bu tip hususlarda zaman aşımının işlemeyeceği ile ilgili çeşitli kararlar alındı bunların hepsi dosyaya sunuldu. Şimdi ben şuna vurgu yapmak istiyorum, özellikle 12 Eylül döneminde işlenen suçlar ile ilgili olarak Diyarbakır 5 Nolu Askeri Ceza Evinde yapılan ve insan olarak hiçbirimizin asla ve asla kabul etmeyeceği sistematik işkenceler sonucu yaşamını yitiren insanları burada anmak gerekiyor. İnsanlar böylesi bir yönetime karşı tek seçenekleri vardı o da direnmekti onu seçtiler, ben bu bağlamda işkenceleri protesto etmek için yaşamını yitiren Mazlum DOĞAN'ı Eşref ANYIK'ı, Ferhat KUTAY'ıNecmi ÖNER ve Mahmut ZENGİN i burada vurgulamak istiyorum. Bu insanlar işkenceyi protesto etmek için kendi bedenlerini ateşe verdiler ve yaşamlarına son verdiler, yine işkenceyi protesto etmek için açlık grevine giren mahpuslar vardı. Bunlardan yine birkaçınınDiyarbakır Ceza evindeİstanbul Sağmalcılar Ceza evinde olan insanları vurgulamak istiyorum, Ali EREK, Kemal PİR, Mehmet AYDIN DURMUŞ, Akif YILMAZ, Ali ÇİÇEK, Orhan KESKİN, Cemal KANAT, Abdullah MERAL, Mehmet Fatih GÖKDURMUŞ, Haydar BAŞBAĞ Hasan TELCİ, Mehmet Emin YAVUZ gibi insanları vurgulamak gerekiyor, ben şunu vurgulamak istiyorum. Şimdi bir darbe olduğu çok açık, bu darbeye giden süreçte işlerer suçlar var, bu suçlarda darbe yapıldıktan sonra TBMM kuruluncaya kadar başkanlık divanı oluşuncaya kadar bir darbe yönetimi var ve bu süre içerisinde çok ağır suçlar işlendi. Dolayısı ile bu kadar büyük kötülüklerin yapıldığı bir ülkede bu bir vaka bu bir gerçek hukuksal bazı tartışmalar ile suç oluşmuş mudur, oluşmamış mıdır tartışmasının yapmanın ben doğru olmadığını vurgulamak istiyorum. Bir kere vicdani değil, hiçbirimizin kabul etmeyeceği tartışma oldu, ikincisi şimdi ben kurucu iktidar tartışmaları ile ilgili olarak şunu vurgulamak istiyorum. Bu ülkenin ilk Anayasasına baktığımız zaman 1921 anayasası Mustafa Kemal ve arkadaşları kendileri için geçici bir madde ihtas etmemişlerdir. TBMM toplandıktan sonra ilk kabul ettiği Anayasasında yeni ülkenin yeni yönetimin kurallarını belirlemişler ve kendilerini Osmanlı padişahına karşı koruyacak koruyacak hükümler felan koymamışlar. Şimdi bu kurucu iktidar olduğunu ileri süren darbeci generaller kendilerini korumak için niçin geçici madde ihtas etmişler, yani böyle kurucu iktidar olur mu? Yani bu nasıl kurucu iktidar ki sanık sandalyesinde, sanık 82/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 sandalyesinde malesef oturtamadık o da ayrı bir problem. Dolayısı ile ben hayatın gerçeklerine baktığımız zaman teoride kalmış üniversitelerimizin askeri darbe döneminden kalma baskı altında bilim üretememiş koşullarında bu tür tartışmaların artık aşılması gerekitğini düşünüyorum. Malesef bu ülkenin üniversiteleri bilim dünyasına ve entellektüel dünyamıza felsefe dünyasında zengin tartışmalar katamamış, çünkü malesef bu otoriter yönetim anlayışları altında en kısır tartışmalar içerisinde kaldık dolayısıyla bu kadar büyük kötülüklerin. insanlığa karşı suçların işlediği bir yerdir. Beyaz soykırım diyebileceğimiz bir kültürel soykırımın yani Kürtlere yönelik Alevilere yönelik Azınlıklara yönelik herkese yönelik farklı kesimlere yönelik, asimilasyon politikaların uygulandığı bir ülkede biz kurucu iktidar tartışmaları ile zamanımızı boşa harcamayalım. Ben bu bakımdan bu tartışmalar ile suçun işlenip işlenmediği tartışmalarının yapılmaması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Sayın başkan sayın üyeler, bu dava başladığında merhum Berfo nine Berfo KIRBAYIR çocukları ile birlikte geldi davayı izledi ve Kenan EVREN'in hesap vermesi gerektiğini söyledi ve malesef Berfo nine yaşamını yitirdi şu anda aramızda değil ama hala oğlu Cemil KIRBAYIR ın cenazesini bulamadık. Hala oğlu Cemil KIRBAYIR'ın bir mezarı yok. Dolayısı ile bu ülkede bu kötülüğü yapan insanların vicdanen sorumlu oludğunun da altını çizmek istyorum. Ben 100 yaşını aşmış Berfo ninenin bu azmini bu kararlığının aynı şekilde herkesin burada bulunanherkesin göstermesi gerektiğini düşünüyorum ve bir an önce darbeciler ile ilgili bir hüküm tesis etmek gerektiğinin altını çizmek istiyorum. Syın başkan sayın üyeler, bakın bu davamız devam ederken geçen celselerde de söylemiştim coğrafyamızda bölgemizde bir darbe daha oldu. Aslında 12 Eylül darbesini çağrıştıran Mısır da askeri bir darbe oldu. Askeri darbeler malesef bitmiştir. Dolayısıyla bu konuda özellikle yargının çok net bir tutum alması ve askeri darbe yapanlara karşı işlenen suçun cezasının ne olduğunun ortaya konulması gerekir. Belki bu yargılamada mahkemeniz alacağı kararla hem Türkiye de hem de bölgede hem de dünyada örnek bir karar tesis edebilir. Darbeler hangi gerekçelerle yapılırsa yapılsın kötüdürler, kötülük üretirler darbelerin yapıldığı bütün ülkelerde insanlığa karşı suçlar işlenir. Bir kaç hususa daha deyinecem bir tanesi davanın ilk duruşmasında sanırım üç kişi ile ilgili işkence tıbbi işkence belgesi sunmuştum. Bu belgeler Türkiye İnsan Hakları Vakfı tarafından hazırlanmıştır. Müslüm EREKLİ, Vakkas SUNGUR ve Muharrem ŞARKI nın 12 Eylül yapıldıktan hemen sonra Gaziantepte gördükleri ağır işkencelere dair bu konuda uzman Türkiye İnsan Hakları Vakfı gönüllü hekimlerinden ve yine yöneticilerinden Prof. Dr. Şebnem FİNCANCI Adli Tıp uzmanıdır, Doç. Dr. Halis ULAŞ psikiyatri uzmanıdır, uzman doktor Ümit ÜNÜVAR Patoloji ve Adli tıp uzmanıdır.Bunları sunmuştum. Aslında geçmişe dönük olarak işkencenin belgelendirilmesi noktasında önemli tıbbi belgelerdir bunlar. Bu kişilerin de bu davada esasın müdahil olarak kabul edilmeleri gerektiğinin altını çiziyorum. Bu konuda müdafii olarakta talebin bu şekilde değerlendirilmesini düşünüyorum. Müslüm EREKLİ, Vakkas SUNGUR ve Muharrem ŞARKI kendileri ile ilgili belgelerin aslı dava dosyasına sunmuştum. Bir başka husus ise tüzel kişiler bakımından mahkemeniz davaya müdahil olmakla ilgili olarak bir zaman aralığı belirlemiştir ancak ben daha öncede vurgulamıştım. Özelde İnsan Hakları Derneği 12 Eylül Askeri darbesinin sonuçları ile mücadele etmek için darbeye karşı kurulmuş aslında bir dernektir ve halen faaliyetlerini sürdürmektedir. Ama ancak 1986 yılında kurulabilmiştir. Türkiye de sıkı yönetim 1987 de kaldırılmıştır. Dolayısıyla ben Mahkemenizin daha önceki ara kararı gözden geçirilerek tüzel kişiler bakımından sıkı yönetim dönemini kapsayacak şekilde bir karar almasını ve bu dönemde mağdur olmuş kurulmuş tüzel kişilerin davaya katılma taleplerinin kabul edilmesi gerektiğinin vurgulamak istiyorum. Son olarak şunu ifade edeyim. Darbeler hiçbir zaman meşru değildir. Darbeler hiçbir zaman meşruiyet iddiasında bulunamazlar. Hiçbir hukuksal tartışma ile kendilerini aklayamazlar. Eğer bu tartışmalar meşru olsaydı zaten böyle bir dava olmazdı. Bu tartışmalar şayet meşru olsaydı biz böyle bir davayı açtıramazdık. Bu tartışmalar meşru olsaydı Anayasanın Geçici 15. Maddesi zaten olmazdı. Öyle ya halkı arkanıza 83/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 almışsınız yeni bir nizam kurmuşsunuz, kendinizi koruyacak hükümler ihtas etmenize gerek yoktur. Demek ki siz büyük bir suç işlediniz ki kendinizi koruyorsunuz ama sonsuza kadar koruyamayacağınız ortaya çıktı ve yıllar sonra yapılan referandum ile sizin aslında kurucu iktidar olmadığınıza halk karar verdi. Sadece ve sadece çok büyük kötülükler işlemiş insanlar olarak yargı önünde hesap vermeniz gerektiği sonucuna ulaşılmışdı. Böyle bakmak gerektiğini düşünüyorum.O nedenle çok teorik entellektüel tartışmalar yerine hepimizin anlayacağı şekilde ifade etmeye çalıştım. Ben bu bağlamda mütalaaya uygun olarak sanıkların hak ettiği cezaya çarptırılmaları gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca hüküm ile birlikte Mahkemenizin tutuklama kararı vermesi gerektiğini düşünüyorum. Yine hüküm ile birlikte bu sanıkların mal varlıklarına el konulması gerektiğini düşünüyorum. Bu aşamada bunları ifade etmek istiyorum." KATILAN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI HUKUK HİZMETLERİ BAŞKAN VEKİLİ AV. YILDIZ BEZGİNLİ; a-) Av. Yıldız BEZGİNLİ 04/04/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu beyanında; daha önce TBMM Başkanlığı olarak Mahkemeye sunulan dilekçeyi tekrar ile birlikte kurumun müdahilliğine karar verilmesini talep ettiğini beyan etmiştir. b-) Av. Yıldız BEZGİNLİ 14/09/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu beyanında; Türkiye Büyük Millet Meclisinin yasama ve denetim yetkisinin olduğunu, araştırma komisyonlarının kurulmasının bu denetim mekanizmalarından bir tanesi olduğunu, darbeleri araştırma komisyonununda bu kapsamda ki denetim mekanizmalarından olduğunu, Anayasanın 138.maddesi kapsamında yargı yetkisinin kullanılması anlamında değerlendirilmemesi gerektiğini beyan etmiştir. KATILAN BAŞBAKANLIK TEMSİLCİSİ HUKUK MÜŞAVİRİ AV.SAMİ ARSLAN AŞKIN; a-) Av. Sami Arslan AŞKIN 04/04/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu beyanında; daha önce yazılı olarak beyanda bulunduklarını, o dilekçelerini tekrar ettiklerini ve dilekçeleri doğrultusunda karar verilmesini talep ettiğini beyan etmiştir. b-) Av. Sami Arslan AŞKIN 05/04/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu beyanında; TBMM de kabul edilen yasanın ve Anayasa değişikliğinin halk tarafından onaylanması ile bu davanın yolunun açıldığını, ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine izafeten Başbakanlık'ın soyut bir kurum olduğunu, şu anki idarecilerinden bağımsız olduğunu, dolayısıyla bu sıfatla davaya dilekçe verdiklerini ve müdahil olmak istediklerini beyan etmiştir. c-) Av. Sami Arslan AŞKIN 17/01/2013 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu beyanında; Başbakanlık olarak davaya müdahil olduklarını, bu soruşturmanın veya bağlantılı soruşturmaların ne şekilde yürütüleceği konusunda Başbakanlığın bir etkisi olmasının söz konusu olmadığını, Başbakanlık olarak Mahkemece talep edilen tüm belgeleri gönderdiklerini, Başbakanlığa bağlı olan MİT Müsteşarlığı ile Genel Kurmay Başkanlığının da ellerinde mevcut olan belgeleri göndermiş olduklarını, şayet aksi düşünülüyor ve bu konuda somut bir belge verilir ise; Başbakanlık olarak bu belgelerin temini yönünde çaba göstermekten çekinmeyeceklerini beyan etmiştir. KATILAN DİYARBAKIR BAROSU VEKİLİ AV.MEHMET EMİN AKTAR,AV. SÜLEYMAN BELGİÇ; a-) Av. Mehmet Emin AKTAR 04/04/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu beyanında; daha önce vermiş oldukları dilekçeyi tekrar ettiğini, iddianameyi önemsemekle birlikte yetersiz olduğunu düşündüklerini, bu husustaki taleplerimini de dilekçelerinde ayrıntılı olarak hazırladıklarını, ayrıca sadece Diyarbakır cezaevinde yapılan uygulamalar dahi dikkate alındığında sanıkların insanlığa karşı işlenen suçların failleri olduğunu düşündüklerini, dilekçelerinin ekinde Diyarbakır da o tarihte avukatlık yapan ancak 12 84/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Eylülde gözaltı ve cezaevi sebebiyle mağdur edilen meslektaşlarının beyanlarına yer verdiklerini, bu beyanların olayı bütün çıplaklığı ile ortaya dökmekte olduğunu, ayrıca buna ilişkin bir de CD hazırladıklarını, bunuda mahkemeye sunduklarını ve kurum olarak müdahilliğiklerine karar verilmesini talep ettiğini beyan etmiştir. b-) Av. Süleyman BELGİÇ 11/05/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu beyanında;daha önce baro olarak müdahale dilekçesi verdiklerini, daha sonra müdahale taleplerini açıklayıcı mahiyette de dilekçe verdiklerini, bunları da tekrar ettiklerini, hukukun üstünlüğü ile insan haklarını savunmak durumunda olan barolarının 12 Eylül'ün ardından bir kısım baro üyelerine yapılan işkencelerinde dikkate alınmak suretiyle müdahilliklerine karar verilmesini, ayrıca Diyarbakır'dan gelen diğer özel kişilerinde müdahilliklerine karar verilmesinitalep ettiğini beyan etmiştir. Çağdaş Hukukçular derneği genel merkezi adına Selçuk Kozağaçlı: Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde: Ben beyanlarımı yazılı olarak hazırladım, sonuç itibarıyla biz dilekçemizde bazı hususlara yer verdik. Burada esas itibarıyla davanın belli bir yere yönelmesi gerektiğini düşünüyoruz. Şayet bu yönde bir yönelme olmaz ve dilekçemizde belirttiğimiz talepler kabul edilmez ise biz Çağdaş Hukukçular derneği olarak yargılamadan çekileceğiz dediği, KATILAN CUMHURİYET HALK PARTİSİ VEKİLİ AV. CELAL ÇELİK; a-) Av. Celal ÇELİK 04/04/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu beyanında; daha önce vermiş oldukları yazılı savunmayı tekrar ettiklerini, 12 Eylül darbesi sonrasında Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisinin kapatıldığını, daha sonra alınan kararlar ile genel başkanı ile bir kısım yöneticilerinin gözaltına alınmış ve tutuklanmış olduklarını, parti mal varlığına el konulduğunu, pek çok tarihe ışık tutacak belgesinin Seka'ya gönderilmek suretiyle tarihle ilişkisinin kesilmeye çalışıldığını, esas itibarıyla bu darbenin mağdurlarının başında geldiklerini, bununla birlikte Mahkemelerinde 12 Eylül'ün ürünü Mahkemeler olduğunu düşündüklerini, esas itibarıyla darbe ile suçlanan sanıkların dahi genel yetkili mahkemelerde yargılanmaları gerektiğini, daha doğrusu Mahkemeye benzeri Mahkemelerin bulunmaması gerektiğini düşündüklerini, tüm bunlarla birlikte davanın gideceği yolu tayin edebilmek ve haklarını savunabilmek amacıyla davaya müdahilliklerine karar verilmesini talep ettiklerini beyan etmiştir. b-)Av. Celal ÇELİK 06/04/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu beyanında; 12 Eylül darbesinin hangi amaçla kimler tarafından yaptırıldığı, darbe sürecinin devam edip etmediğinin katılma isteklerinin değerlendirilmesi sırasında gözetilmesinin gerekmekte olduğunu, bu kapsamda 12 Eylül darbesinin kuşkusuz " Bizim Çocuklar" diyenler tarafından ve elbette gittikçe büyüyen Türk solunu bitirmek, gelişen bağımsızlık ruhunun, Türk aydınlanmasının , çağdaşlaşmanın , düşünce bilincinin yok edilmesi amacıyla yaptırıldığının açık olduğunu, bağımsızlık ruhu Türk aydınlanma bilinci, çağdaşlaşma iradesi yani sol düşüncenin şu an iktidar damı olduğunu, elbette ki aksine Türk aydınlanması, çağdaşlaşma ve bağımsızlık olgularını yok etmeye çalışan bir iktidar ile karşı karşıya olduğuklarını düşündüklerini,o halde saydıklarıdeğerleri kimin bitirmeye çalışıldığının düşünüldüğünde 12 Eylülün henüz sonlanmadığı, halen devam ettiğinin elbette söylenebilecek olduğunu, bu nedenle 12 Eylül'ün tüm nimetlerinden yararlananların diğer bir söyleyişle 12 Eylül ürünü olanların hiçbir şeklide katılma isteklerinin kabul edilmemesi gerektiğini düşünmekte olduklarını beyan etmiştir. c-) Av. Celal ÇELİK 29/06/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu beyanında; 12 Eylül'ün sağ ve sol kesimde hukuki ihlallere sebep olduğunu, hem sanık bölümünde hem de savunma bölümünde bu ihlallere şahit olduğunu, 12 Eylül'ün getirdiği bu ihlallerin bir nebze olsun sonlandırılabilmesi açısından darbe ile ilgili bu yargılamanın nihai sonuca en iyi şekilde ulaştırılmasını düşündüğünü, diğer meslektaşlarınında beyan ettiği üzere Adli Tıp 85/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 kurumunun bağımsız bir rapor vereceğini kabul etmenin mümkün olmadığını, tarafsız kurumdan rapor aldırılmasını talep ettiğini beyan etmiştir. Bir kısım müdahale talebinde bulunanlarvekili Av. Hasan Ürel Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli beyanında: Ben gazateci Abdi İpekçi, Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz ve akademisyen Cavit Orhan Tütengil in yakınlarının vekiliyim. İddianamede belirtildiği üzere ve yine 12 Eylül darbesini yapan Kenan Evren inde belirttiği üzere ihtilal sürecinde şartların olgunlaşması beklenmiştir. Bu kapsamda bir gazeteci olan Abdi İpekçi nin, C. Savcısı olan Doğan Öz ün, akademisyen olan Cavit Orhan Tütengil in katledilmeleriyle toplumda bir nevi bir darbe olsa da huzura ersek ve can güvenliğimize kavuşsak şeklinde bir duygu oluşmasısağlanmaya çalışılmış ve toplum adeta orduyu bekler hale getirilmek istenmiştir: Dilekçemizde ayrıntılı beyanlarda bulunduk bunları da tekrar ediyoruz ve davaya müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında: Ben Cavit Orhan Tütengil, Doğan Öz ve Abdi İpekçi nin yakınlarının vekiliyim. Her üçününde ortak özelliği bizce 12 Eylüle giden yolda ortamın oluşması adına işlenen ya da işlettirilen olaylara ilişkin olmalarıdır. Şahsım ve müvekkillerim bu cinayetlerin bu dosyada yeniden yargılanmalarını ve bitmiş davaların yeniden bu dava dolayısıyla açılmalarını sağlamak değildir. 12 Eylüle giden süreçte müvekkillerin mağdur olduğunun müdahilliklerine karar verilmek suretiyle bu dava vesilesiyle tespit edilmesinden ibarettir. Ayrıca Abdi İpekçi olayı ile ilgili olarak İçişleri Bakanı ile soruşturmayı yürüten Ali Ahmet Koç un da bu vesileyle daha önce hiçbir yargı merciinde dinlenmemiş olmaları karşısında mahkemeniz huzurunda dinlenmeleridir dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli ifadesinde Müvekkil Fatma Aynur Hayrullahoğlu emniyette öldürülen Mustafa Asım Hayrullahoğlu nun eşidir. Dilekçemizde ayrıntılı olarak beyan ettik. Ekte sunduğumuz ölü muayene ve otopsi tutanağıyla bu durum anlaşılmaktadır. Nitekim daha sonra oy çokluğu ile dahi olsa emniyet görevlileri mahkum olmuştur. Daha sonra bu mahkumiyet kararı Askeri Yargıtay tarafından bozulmuştur. Daha sonra mahkumiyet kararı veren hakimler yer değişikliğine uğramıştır. Açıkladığımız nedenlerle müvekkil bu olayın mağdurudur. Müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz, dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013tarihli beyanında: "meslektaşım sanık vekili bizim bir cümleyi yanlış teleffuz ettiğimizi söylediğimiz düşüncesini ifade etti. Ben tabii bu dilekçeyi daha önce celse arasında Sayın Mahkemenize sundum. Şimdi kuşkusuz önümüzde zabıt olmadığı yani söylediklerimizin nasıl yazıldığını göremediğimiz için burada dil sürçmesi olabilir. Söylediklerimi bir kez daha tekrar etmek istiyorum. Yani yazdığım metinden bir kez daha tekrar etmek istiyorum. Benim dediğim şudur efendim. Geçici 15. Madde soruşturma ve yargılama engeli hüvviyetindedir. Ve kaldırılması ile birlikte 12 Eylül sanıklarının yargılanmasına ilişkin bir engel kalmamıştır. Geçici 15. Maddenin bir af yasası olduğu kabul edilse bile af yasalarının insanlığa karşı işlenmiş suçların failleri için geçerli olamayacağına ilişkin başta Arjantin olmak üzere değişik ülke yüksek mahkemelerince alınmış kararlar vardır. AHİM kararları vardır. Kaldı ki maddenin lafzında af kelimesi geçmediği gibi bu maddeyi yürürlüğe koyanlarda düzenlemenin bir tür af anlamına geldiği iddiasını ileri sürmemişlerdir. Teşekkür ediyorum." Demiştir. Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 21/06/2013 tarihli beyanında: "Şimdi sayın Başkanım biz başından beri bu davada 3 ayrı iddianamenin bulunması gerektiğini, bunlardan birisinin 12 Eylül darbesinin hazırlık aşamasına yönelik belirtilen iddianamede belirtilen K.Maraş, Çorum, 1 Mayıs 1977 ve diğer aydınların öldürülmesi 86/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 döneminde yaratılan darbeye hazırlık ortamının ayrı bir iddianame şeklinde olmasını, darbenin bu beş sanıkla şu anda mevcut iki sanıkla sınırlı olan bölümünün ayrı bir iddianame olmasını ve darbeden sonrada yani 1980 darbesinden sonra da yaşanan ağır insan hakkı ihlallerinin, yaşam hakkı ihlallerinin ayrı bir dava olmasını ve birleştirilerek görülmesini istemiştik. Ama tabi buda bir şeydir, buda hukuk açısından Türkiye hukuk tarihi açısından bu davayı çok önemsediğimizi başından beri söylüyoruz. Ama bu davaya karşı bir direnç var. Bu direnç aslında 2010 12 Eylül 2010 tarihli refarandumdan sonra başladı. Refarandumda 12 Eylül darbesinin yargılanmasına yönelik hüküm onaylanınca halk tarafından bir tartışma başladı. Akademisyenlerde başladı. Hatta baro başkanları 12 Eylül darbesi yargılama konusu yapılamaz. İşte zaman aşımı vardır. Efendim, sanık vekillerinin kullandığı gibi burada bir kurucu irade vardır gibi yargılamaya karşı bir direnç hem akademi çevresinde hem doktrin çevresinde yargılamaya karşı direnç devam etti. Şimdi bu yazı yani Mahkemenizin gayreti ile dava dosyası içerisine bir tutanakla dahi tespit edilmesi mümkün olan bu yazı bu direncin bürokraside özellikle askeri bürokraside sürdüğünü gösteren bir yazıdır. Bu birinci tespitim budur. Ama meslektaşlarım söylediler. Avukat arkadaşlarım belirttiler. Gerek Arif Ali Cangı arkadaşım ve gerek ise de Senih Bey belirttiler. Hakikaten Mahkemenizin böyle bir ara kararıyla 03/06/2013 tarihli ara kararıyla ve özellikle orada 2010 refarandumuna atıf yaparak bu belgelerin şeffaf olması, açık olması ve devlet sırrı kapsamında olmaması ve Mahkemeye gönderilmesi doğrultusundaki ısrarlı talebiniz gerçekten takdire şayandır. Ayrıca şunu da ifade etmek isterim ki; Hasan Duman isimli bir TSK mensubu olduğunu belirten kişinin de sayesinde biz bundan haberdar olduk. Biz derken hem Mahkeme hemde biz bundan haberdar olduk. Dolayısıyla 12 Eylül 2010 refarandumu yeni bir hukuk yarattı. Şimdi bize düşen, yargılamaya düşen bürokrasiye düşen bu 12 Eylül 2010 refarandumunda yaratılan yeni hukukun hayata geçirilmesidir. Dolayısıyla şimdi burada biz bu belgeye gerçekten kıskançlıkla sahip çıkmamız lazım. Ama şunu görüyoruz bu belgeden. 23/01/1975 tarihinde başlamış hazırlık ve 06/08/1985 tarihine kadar yürürlükte kalmış bu belge. Ve 12 Eylül de bu süre bu dönemde gerçekleşmiş. 12 Eylül 1980 de bu bölümde gerçekleştirilmiş. Dolayısıyla bu delil bir yerde malümün ilanıdır. Esasen gerek iddianame, gerek iddianameye bağlı deliller gerekse Mahkemenizin daha sonra ara kararlar ile istediği Bayrak Harekat Planı ve diğer delilleri doğrulayan, teyit eden bir belgedir, bir delildir. Bu hali ile bile tutanak altına getirilen yani 13/06/2013 tarihli belgeniz ile tutanak haline getirilerek dava dosyası içerisine konulması bile gerçekten önemli bir delildir. Ve bence başkaca bir yani iğne ile kuyu kazar gibi bir araştırmaya konu olmadan ve bu eğer davanın uzatılmasına matuf olacaksa buna gerek duyulmadan bu belgeler ve diğer belgeler ile birlikte dosyanın delil açısından artık 12 Eylül darbesi darbe yargılaması için yeterli olduğu düşüncesindeyim ve bu nedenle de dosyanın esas hakkında mütalaa için sayın savcılığa tevdini talep ediyorum. " Demiştir. Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında: "Sayın başkan bende müvekkillerim adına esas hakkındaki görüşümü açıklamak isterim. Sayın başkan biz 12 Eylül'ün karanlığının içinden geçtik. Darbe birdenbire gelmedi. Şimdi Mahkemenizin gayretleriyle de dosyaya getirtilen planlardan, harekat direktiflerinden açıkça ve net bir şekilde görülüyor ki, darbe adım adım örülerek, taşları döşenerek bir karabasan gibi ülkenin üzerine oturdu. Darbeciler bu süreçte devletin içindeki karanlık odakların Özel Harp Dairesini, Kontgerillayı, Özel Kuvvetler Komutanlığını ve onların sivil uzantılarını kullandılar. Ve toplum ki, bizim toplumumuz farklı bir toplum, farklılıkları olan bir toplum. Zenginliği olan bir toplum. İşte bu farklılıkları hayatlarını karşı karşıya getirerek onları çatıştırarak, cepheleştirerek, ülkede tam bir kaos ortamı yaratıldı. Öyle bir ortam yaratıldıki insanlar etnik kökenleri, dilleri, inançları ve mezhepleri nedeniyle kamplara ayrıldılar ve karşılıklı kıyımlar, katliamlar yapıldı. Ve ne yazıkki şunu söylemem lazım;. taraflarda gerek bilerek, gerek bilmeyerek bu çatışmaların tarafı oldular. Ülkede demokrasinin askıya alınması için siyasal ve psikolojik bir ortam oluşturuldu ve topluma şu kanaat 87/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 yaygınlaştırıldı. Ordu, devlet yönetilemez durumdadır. Ordu tek kurtarıcıdır. Ve bu ortamda darbe adım adım yerleşti. Ve birdenbire değil zaman içinde olgunlaşarak 12 Eylül'e geldi. İşte bu dönemde Savcı Doğan ÖZ önüne gelen soruşturma dosyalarında darbenin izini gördü. Ve bunu raporlar haline getirdi. Devletin en yetkililerine sundu, o nedenle darbenin hedefi oldu ve 1978 yılında darbeye 2 yıl varken öldürüldü. Ondan sonra devam etti. Abdi İPEKÇİ topluma bir makullük ve sağduyu çağrısı yaptı sürekli ve buna rağmen öldürülmekten kurtulamadı. Cavit Orhan TÜTENGİL birçok bilim adamı gibi sadece bilim yazdığı için, sosyoloji yazdığı için katledildi, katili aranmadı bile. Ve bu insanların katilleri yakalansa dahi cezasızlık korunmasından yararlandı, hapishanelerden kaçırıldı ve davalar sonuçsuz bırakıldı. Şimdi böyle bir ortamda darbeciler bütün bu yaptıklarının gayrimeşru olduğunu bildiği için anayasaya geçici adıyla kalıcı bir madde koydular. Ve böylece dokunulmazlık zırhı kazandılar. Ancak2010 referandumunda halk darbecilerin yargılanmasına karar verdi. Ve bu dava açıldı. Ve halk evet diyerek devlete özellikle de yargıya tarihsel bir sorumluluk yükledi. Ve siz şimdi bu tarihsel sorumluluğun gereğini yerine getiriyorsunuz. Benim talebim ve beklentim şudur. Öyle bir karar veriniz ki darbeciler mahkum olduğu gibi sadece huzurda bulunan darbeciler değil, bundan böyle darbeyi kimse aklına getirmesin, toplumun farklılıklarını bir zenginlik olarak değil, çatışma yaratacak potansiyel fay hatları olarak görüp, bunlar üzerinden tahrik ve çatışma ortamı yaratılarak yeni darbecilerin üremesine izin vermeyin, onların cesaretini kırın bu kararınızla, öyle bir karar veriniz ki, sayın başkan sayın yargıçlar darbecilerin hedefi olup bu kanlı süreçte hayatların kaybeden insanların ruhları muazzez olsun. Öyle bir karar verin ki sayın yargıçlar bu acılı süreçte 30 yılı aşkın süredir elleri böğründe bekleyen insanların acıları bir nebzede olsa teselli bulsun. Müvekkillerim adına sizden bunu talep ediyorum. Ayrıca sizden başka birşey daha talep ediyorum. Ben şahsen 12 Eylül'ü Şenal SARIHAN arkadaşımın dediği gibi sıkıyönetim askeri mahkemelerinde, Mamak Cezaevlerinde savunma avukatı olarak yaşadım, o nedenle bir avukat olarak da şahsen sizden darbecilerin mahkumiyeti doğrultusunda bir karar vermenizi talep ediyorum. Teşekkür ederim." Müdahale talebinde bulunanAv. Senih Özay Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli beyanında: Ben Mahkemenize 3 ciltten oluşan beyanlarımı içerir kitaplar ibraz ettim. Esas itibarıyla bu kitaplar incelendiğinde ve mahkemenize devamlı surette dilekçeler verdiğim dikkate alındığında 12 Eylül darbesi ile ben uzun yıllardır hesaplaşmaya çalışıyorum. Kenan Evren adını taşıyan sokakların isimlerinin değiştirilemsi, Kenan Evren e verilen doktoraların iptali için hukuk mücadelesi verdim. Yine Kenan Evran ve arkadaşlarının yaptığı darbenin arkasındaki gücün ortaya çıkarılması amacıylave ayrıca Amerida Birleşik Devletlerinde bazı ülke subay ve görevlilerine darbe hazırlığı noktasında kurs verildiği yönünde bilgiye sahip olduğumu belirterek bu konuların araştırılması için ABD savunma bakanlığına ve CİA başkanlığına dahi dilekçeler verdim. Beni bir nevi muhatap almadılar ve talebiniz mantıksızdır diyerek geri çevirdiler. Mahkemenin ciddiye alınacağını düşünerek bu konuda ara kararı kurmasını talep ediyorum. Diğer yandan Kenan Evren e en ağır ceza verilse dahi belki ben Cumhurbaşkanı na ailemden de gizli olarak af başvurusunda bulunabilirim. Zira burada önemli olanın darbe zihniyetinin yargılanmasının olduğunu düşünüyorum. Diğer yandan sanıklar etkin pişmanlık hükümden yararlanmak için talepte de bulunabilirler, bu yöndeki beyanlarının alınmasına da önem atfediyorum . Davaya müdahil olarak kabulüme karar verilmesini talep ediyorum dediği Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde ben bir ilki gerçekleştirdim. Strazburg daki hakimlere sinevizyon gösterisi şeklinde üstlendiğim bir dava ile ilgili olarak görsel bir sunum yaptım. Sağcısı solcusuyla bu konuda 12 Eylülle ilgili bir sinevizyon hazırlanabilir. Ve darbe üzerine bugüne kadar yapılan çekimlerden özet bir metaryel hazırlanmak suretiyle sunum 88/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 yapılabileceğini ve 12 Eylül darbesinin etkileri görsel olarakta mahkemenize sunulabilir. Keşif hukuku çerçevesinde bunun mümkün olduğunu düşünüyorum dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli beyanınnda: Biz başlangıçtan beri bağımsız sağlık kuruluşlarından sanıkların sağlık durumlarıyla ilgili rapor aldırılması gerektiğini öne sürmüştük. Tamamı devlet ile bağlantılı olan kurumların raporlarına Mahkemeniz itibar etmemesi gerektiğini düşünüyoruz ve şahsım olarak da bağımsız Adli Tıp uzmanlarından görüş almaya çalışıyorum. Diğer meslektaşlarımın da bu konuda beyanda bulunmalarını talep ediyorum, dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli beyanında: "efendim ben meslektaşımızın uzun sorusunu 1 Mayıs olaylarına dayandırmasını anlayamadım. Eee şey mi demek istedi. Vallahi biz 1 Mayıs katliamına emirde vermedik. Amerikalıların uçağında da pilotun yanında da oturmadık. Zaten bizde öyle bir suçlama yapmıyoruz. Yani davanın özü bu değil. İkincisi sizin bu gün getirttiğiniz belge meslektaşımızın konuşmalarını mahfetti. Yani 76 yılında o büyük general ikinci general Kenan Evren ile yaman general neydi Haydar Saltık onların Bayrak neydi Bayrak Planına ilişkin faaliyetlerini söylemiş, irtibatlarını yaratmış. Dolayısıyla savunmanın hiçbir iddiası ciddiye alınabilir değil. Ben kendi konuma geçeyim. O da siz geçen celse bana bir ben bir talepte bulundum. Mahkemeye Mali Müşavir getireceğim diye. Yeminli bir Mali Müşavirler Odası Başkanı ile uçakla geldim. 4 klasör tahsis edildi. Okuduk ve biz o adamla beraber yani Murat Koğacıoğlu ile beraber çok ilginç bir not hazırladık. Ben bundan iki tane yaptım. Birini size vereceğim. Ama sonunda bir talebim var. O kadar enterasan ki bu yani galiba bir tek siz bide ben gördüm galiba çok özür diliyorum. Çünkü çok kalabalık evrak olduğu için. Ben dedim ki bu notumuzun kamu oyu ile paylaşılabilmesi için Mahkeme heyetinin kontrolü ve karar altına almasını istiyorum. Ben bunu anlatacağım. Anlatmak istiyorum kamu oyuna. Sizin ara kararınız bu Kenan Evren'lerin dışında bir şarapçı bir adam hani bir firma bir adam başka adam üçüncü şahıs varsa onlar zarar görmesincisiniz. Öyle düşünüyorsunuz da kestiniz bizi. Sadece fotokopi alamıyoruz. Gelip okuyabiliyoruz. Falan. Dolayısıyla bunu ben size yolluyorum. Ama bir dakika bir şey söyleyeyim. Ondan sonra yollayayım. Mesela Ankara da Çankaya da sekiz buçuk dönüm bir yer var. Bu tarlanın tamamı Miray Evren'e ait. Üzerinde askeri güvenlik şerhi var. Bakanlar kurulunun afet bölgesi şerhi var. Bu tapuyu ben mesela binde bir bu araştıracağım geliyor. Siz araştırmayın. Ben araştırırım. Bu kalktı mı acaba bu şerh. Bunu kaldırdılar mı becerdiler mi bu askeri güvenlik şerhini bu bakanlar kurulunun afet şerhini, vallahi kaldırmışlarsa korkunç rezalet. Bir rezaleti kamu oyuna açıklamak istiyorum. Karara bağlarsanız. Bir de bu ek belgeleri de vereyim. Bu da sanırım Savcı Kemal Bey'e mi sevk edersiniz. Bursa da işkencelere Bursa savcısı dava açtı. 2. Ağır Cezada davalar görülmeye başlandı. Biz sizden giden sizden demeyim de Savcı Kemal Bey'den giden, yerel savcılara giden İzmir'e giden, İzmir savcısı bütün dosyaları düşürdü. Ben savcılığa bende şikayette bulundum. Benim içinde takipsizlik verdi. Ben Ağır Ceza ya gittim. Dedi ki ama Konya da düşürdü dedi. Böyle bir savcılar arası yarış var. Bu dosyayı da düşüren düşürmeyen bunları da size sunmak istiyorum. " Demiştir. Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 21/06/2013 tarihli beyanında: "Efendim, ben kısa konuşacağım. Becerebiliyorum da ben onu. Fakat bir şey söylemeliyim evvela. Mahkemeniz şaşılacak kadar iyi bir şekilde Genel Kurmay'ı sıkıştırdı. Bunu çok beğendiğimi söylemeliyim. Birde bir kaç uluslararası darbe haberi vereyim. O da Widela öldü. CIA'nın darbeci diye yetiştirdiği adam. Kenan Evren ile ilgili veya onlarla ilgili biliyorsunuz CIA'e başvurmuştum. Widela ile beraber hangisi sizden ders aldı diye. Cevap vermediler. Size de söyledim. Ne olur beni ciddiye alın. Almadılar. Siz sorun dedim. Siz sormadınız. Hüsnü Mübarek çok fena laflar etmeye başladı. Orada. Şimdi bu davayla alakalı bulunan onun için söylüyorum. Çünkü size gelen belgelerden Cerideleri inceledim. Şok 89/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 geçirdim. Aman yarabbim. 3 tane Kurmay Subay var. Biri Cilveli, biri Yılmaz, biride bişey daha. 3 subay bu hukukçu mudurlar nedirler. Parantez içinde şey yazıyor. Özel Harp Dairesi Harp Okulu Öğretim Üyesi diyor. Hukukçu mudurlar bilmiyorum. Hemen hemen herşeyi Kenan Evren yardımcısı o büyük Generale söylemiş. Büyük General o 3 çocuğa söylemiş. Onlardan sonra iş büyümüş. Yangın çıkmış. Zaten Hava Kuvvetleri Komutanı da zavallı şeyde ekranlarda onu söylemeye çalışıyordu. Hatırlıyorum. Mikrofonda dedi ki vallahi ben Hava Kuvvetleri komutanıyım. Pek değilim yani Genel Kurmaycı değilim. Benim darbelerde payım az dedi. Bence öyle dedi. Şimdi notlarımda bir şey daha var. O da bu Taksim de falan bu Gezi de ki bu hareketleri nitelerken o genç, genç, genç çocukları bu 12 Eylülzedeler, mağdurlar, müdahil olanlar olamayanların çocukları olarak gördüğümü söylemek istiyorum. Bu şeye geçsin. Tarihe mi? Coğrafya ya geçsin. Birde biz sizin devlet sırrı ile ilgili bu muhteşem dalaşmanızı anlıyoruz. Ama; MASAK dosyası olsun, bu Genel Kurmay dosyası olsun bunları kamu oyuna basına veremiyoruz. Yani Arif diyor ki bana İdare Mahkemesine gidelim. Eee? İdare Mahkemesinden sınıra yüklenelim. Filan. Ama burada Parlementonun avukatı var. Hükemetin avukatı var. Onlara teessüf ediyorum. Size söylediğimin tersine. Onlar çalışmıyorlar. Yani ne Başbakan'a söylüyorlar, ne Parlementoya. Gelin şu devlet sırrını biraz oynayalım. Değiştirelim. Dedikleri de yok doğrusu. Şimdi toparlarsak; meslektaşım size kanunsuz bulunduğu gibime geliyor Bayrak Planı demeye çalıştı. Doğrumu anladım? Yani şey diyecek ilerde...." Demiştir. Mahkeme Başkanı;" o soruşturma aşamasında ki, o" Demiştir. Av. Senih Özay; "Ama şey diyor. Şey diyor ama. O da duydu bunu. Siz Bayrak Planını dedi şeyde Gölcük'te şeyde buldunuz dedi. Ne o. Şeyin altından çıktı dedi. Hah onun içinde ilerde diyecek ki yani Mahkemeye Amerikadan da örnekler verecek. Bu şeysiz elde edildi. Ne o hukuksuz elde edildi. Bu Bayrak Planı diyecekler. Onun ayak sesleri gibi geldiği için söylüyorum. Merak etmesinler çünkü bu son gelen 480 sayfalık o ceride de onların nasıl tasnif edildiği, nasıl muhafaza edildiği, hepsi yazıyor. Yani şey çıkmaz sokak. Ben okudum o 480 sayfayı. Ben ayakta konuşmak oturmak konuşmak yerine burada salonda dolaşarak konuşmayı tercih ederdim ama; mikrofonunuz uygun değil. Eğer becerirseniz bana böyle hareketli bir mikrofon. Bir daha ki seferdaha doğru ve uzun konuşabilirim. Sağolun." Demiştir Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/09/2013 tarihli beyanında: "efendim şimdi Genel Kurmaydan gelen cevapta sizin sorunuza karşılık diyorlar ki; evet bir listede darbenin sivilleri vardı ama kaybettik. Diyorlar ki birde Milli Güvenlik Kurulunun personelini de kaybettik. Şimdi bu iki cevap bulunamıyor cevabı o kadar tehlikeli bir şey ki, tamda darbenin ciğeri, böbreği! Neden böyle söylüyorum. Milli İstihbarat Teşkilatının en önemli adamı Mehmet Eymür. Mehmet Eymür; diyor ki Milli Güvenlik Konseyinin diyor Sosyal İşler Dairesinin Başkanı MHP Afyon Milletvekili Prof. Dr. Abdulhalit Çay ve onun muavini Hablemitoğludur diyor. Şimdi eğer Genel Kurmay bunu bilinçli olarak sakınıyorsa, yollamıyorsa biz nasıl Kavili ile MİT'e gittik baskın yapmaya tespit yapmaya kalkıştık. Genel Kurmay'a da gitmeyi düşünüyoruz ama bence Mahkemeniz bizim önümüze geçerek Genel Kurmaydan bu belgeyi sökmelidir. Bu çok önemlidir. Bu arada sayın savcı mütalaa verir mi? Vermez mi? Bilmem ama; verse de vermese de bu belgeyi celp ederek mütalaaya doğru geçmelisiniz dedim ben." Demiştir. Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında: "Efendim Genel Kurmay'dan size gelen yazı elimde ve okudum. Size diyorlarki bizim bi 56'ya 4 Silahlı Kuvvetler Planlama Esasları Talimatımız vardır. Bide onu değiştiren TSK Harekat, plan ve eklerinin hazırlanması yönergemiz vardır diyorlar. Ben bu iki belgenin normlar hiyerarşisine göre Anayasa, Yasa, Tüzük, Kanun, Yönetmelik sıralamasında bir önemi olduğuna, bunun bir idari işlem belgesi olduğuna, benim bu belgeyi ele geçirmem gerektiğine, 90/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 benim bu belgeyle sizi meşgul etmesem bile askeri İdare Mahkemesi'ne gitmem gerektiğini düşünüyorum. Çünkü diyorlar ki bu iki norm bize size bu belgeleri neden yollamadığımızı anlatıyor. Neymiş o? Güya bu iki tane yönetmelik kılıklı belge konmadı kelimesinin manasını bizim anladığımız gibi anlamazmış. Onlar Bayrak Harekatı darbenin sivil elemanlarının listesini koymadık değil, koymaya kalkışmadık. En başından beri koyma yeteneğimiz gereğimiz yok diyorlarmış burda. Bu nedenlerle bu iki belge size geldiyse almak, görmek, ihtiva etmek isterim. Gelmemişse edinmenizi isterim. Koskoca darbe yargılayan Mahkemenin böyle bir şeye kalkışması doğru olur diye düşünüyorum. Bu talebim benim. Karara bağlanmasını istiyorum. Sonra ben hazır kalkmışken sizi meşgul etmeyim diye 1899 sayfalık bir darbeye müdahil avukat savunması yazdım. Bunu ciltlettim size verecem. Heralde bana bunu okuyacaksın değil, okumazsın heralde dersiniz. Evet bende bunu okumam ama bi tane iki sayfalık, bi tane oniki sayfalık iki savunmam var. Takdir edin. Onun için şey istiyorum mahkemeden. Kocamanı okuma, ortancayı oku veya küçüğü oku gibi bir şeyiniz olabilir. Bilginiz olsun. Çok teşekkür ederim." "Ben irticalen konuşma yapabilen bir adamım, hep böyle yaparım ama bu kez kısa kısa bu 1899 sayfayı 4 sayfaya indirdim ve meslektaşlarım da maşallah benden daha fazla konuştukları için hak buluyor. Ben şahısların avukatı değilim. Ben işkence gören insanların avukatı değilim. Ben Muğla Barosunun avukatıyım. İzmir barosuna kayıtlı avukat olmama rağmen İzmir barosu yüklenmediği için bu baroya kala kala bula bula siz biraz kızdınız diye size küsen Muğla Barosu başkanılığını ele geçirdim. Muğla Barosunun avukatıyım ve Muğla Barosunda bir insan gibi işkenceye uğramış insan gibi mağdur koskoca hukuk örgütü. Onun rahatsızlığı var biz işte Muğla Barosuyla birlikte bu rahatsızlığı size aktararak darbe sanıklarına ceza istiyorum. Aman korkmasınlar zatenbirşey olacağı yok. Siz yarın ağırlaştırılmış müebbet hapis verseniz bile yasamızın 16. Maddesi onlar iyileşinceye kadar infaz yapılmaz diyor. Anayasada Cumhurbaşkanı af eder diyor, yani korkulacak birşey yok. Meslektaşım da çok rahat ama onlara ağırlaştırılmış hapis cezası virgül, ağırlaştırılmış hapis cezası ve infazın ertelenmesi virgül, General Cumhurbaşkanı maaşlarının özlük haklarının geri alınması apoletlerinin geri alınması gibi bir karar tabiki toplumu rahatlatır. Ama bence daha çok rahatlatacak olan şey sizin kararınızı bekleyen kararınızın arkasından bir gün sonra bir saat sonra harekete geçeceğini umduğum savcı Kemal beydeki 611 sayılı dosya numarasındaki o dosyada bu iki şefin altındaki şefler. Yani Korgeneraller, Tüm Generaller, Sıkı Yönetim Komutanları, Valiler, Bakanlar kılıklı o ortanca büyük şefleri sorguya alıp topluma sanki sizden ibaret değil bu canım, darbe sanıkları bunlar vardı bunlar da vardı diyen bir Kemal bey var. Onu ben çok bekliyorum, arzuluyorum Hatta söylüyorum, ne olur siz bu davaya müdahil olamadınız çoğunuz, çünkü bu mahkeme sizi en büyük şeflerin yargılandığı davaya alamadı, ama orası alır, orası daha az ortanca şeflerin davası oraya gidin oraya başvurun. Orayı kabartın dedim diyorum dedim. Şimdi şöyle toparladım ben o kitabı 4 cilt kitabı, muhafazakar bir parti kurmaylarıyla birlikte hak iddia etti. İktidara geldi, hakim olan devletçi Atatürkçü hükümdarı dağıttı, hakim olmaya kalktı mı kalktı, Anayasının geçici 13. Maddesinin darbelerin yargılanamayacağına dair hükmü kaldırdı mı referandumla kaldırdı, savcılık harekete geçer miydi geçti, ben de harekete geçer miydim geçerdim, çünkü ben de gözaltında kaldım. Benim de derdim var yani, halkım için değil kendim içinde istiyorum. Ama çok solcu geçmedim tarihte güya onlara göre ucube dururken bizdarp edilenlerle uğraşamayız dediler. Aslında bizimle de uğraşmak mümkündü. Türkiye hakikaten Türkiye Türkiye Cumhuriyetinde hemen hemen en iyilerinden denilebilecek bir mahkeme başkanı ve iki asil ve bir yedek üye olmak üzere heyet oluştu, size iltifat ediyorum. Ama ben buraya dördüncü üye yarattım, dördüncü üye beni dinlemiyor nerede o bilmiyorum. 18 celse yapıldı. Mahkemeniz muhafazakarların mahkemei kübra dedikleri cinsten solcuların devrim mahkemesi dediği cinsten mahkeme olmamakla birlikte zorlana zorlana Genel Kurmayla MİT ile elinden geldiği kadar çekişti. Tüm evrakları ele geçiremedi. Eski Adana Savcısı Salim KIR 91/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 başına gelenleri dosyasına getirtti, darbe planı olan Bayrak Planını Gölcük aramalarında yerin altından buldu. Darbe öncesi tutanaklarını da buldu. Fatsa dosyasını getirtti. HSYK dan atılan hakim savcıları getirtti. YÖK ten atılan öğretim üyelerini buldu. MEB ten atılan öğretmenleri buldu. Milli Savunma Bakanlığından atılan subay ve ast subayları buldu. MİT ten bilgi sordu ve getirtemedi. KKK dan Askeri Ceza Evlerindeki işkence ve sağlık fişlerini istedi getirtemedi ama savcıyakaydırdı. TC Başbakanlığında atılan personeli sordu yok cevabı buldu karşısında meclisten darbe komisyonundan dosyaları getirtti. Güney Afrika, Guetemala, Şili, Endonezya, Yunanistan darbe belgelerini bizden kabul etti, darbe sırasında Ankara Büyükelçisi James Spain'in yazdığı darbeyi CIA yapmadı Pentagon yaptı diyen koca kitabı kabul etti. İzmir barosunun davaya uzak duran beyanlarını dosyaya aldı. Muğla Barosunun Mersin Barosunun ve Diyarbakır Barosunun bu yüz akı 3 baronun müdahale taleplerini kabul etti. Kenan EVREN'e verilen Atatürk ödülünün geri alınmasını dosyaya aldı, CIA'nın darbeye bulaştığına dair soruşturma dosyamızı aldı ama talebimiz üzerine CIA ye darbeye sen bulaştın mı diye yazı yazamadı. Kenan EVREN'e verilen hukuk doktoru ünvanını geri alınması yönündeki mücadele dosyamızın dosyaya alınmasını kabul etti, Kenan EVREN, Tahsin ŞAHİNKAYA'nın apoletlerinin sökülmesi dosyası dosyaya kabul etti, karar veremedi. Kenan EVREN ve Tahsin ŞAHİNKAYA'nın sokaklara verilen isimlerinin kaldırılması dosyamızı dosyaya kabul etti, 1 Mayıs katliam günü, Yeşilköye inan Amerikan uçağındaki ajanlara ilişkin belgelerimizi dosyaya kabul etti, çapraz sorgu talebimizi kabul etti, ama uygulayamadık. Sanıklar savunma makamının istediği doğrultusunda sustular, her iki sanığın intihar olasılıkları üzerine tedbir talebimizi dosyaya kabul etti. İşkencenin sistematikliği üzerine benim müvekkilimin iftirattan men yani ceza evinde yatağa bağlama orta çağda olduğu gibi, ve benim gözaltı hikayem annemin yurt dışına çıkışlarının engellenmesi, benim başkanı olduğum Çerkez derneğinin kapatılması, benim ceza evine tek tip elbise kepazeliğine karşı dosyam benim sıkı yönetime güvenerek savunmaya kötü davranan hakimleri şikayet etme dosyam, benim eğitim enstitüsü ve diğer okullardaki faşistlerin can güvenliği tehditleri ile öğrenimin aksayışı dosyasıdır ve vasiyetnamemi dosyaya kabul etti ve iki sanığa pişmanlık yasasına dair davetimizi dosyaya kabul etti. Mısır devlet başkanı Hüsnü MÜBAREK gibi her iki sanığın duruşmalara biraz sağlıkları bozuk olsa da getirtirmeleri yolundaki taleplerimizi tıp profosörlerine sordu onlarda gelirlerse ölürler dediler diye talebimizi ret etti. MASAK dosyası ile Genel Kurmayın YURT-KOR gibi koalisyon üyelerinin isimlerini öğrenemedi bize de öğretemedi biz de kamu oyuna basına aktaramadık. Kurucu iktidarız biz yaptığınız Anayasayı bile değiştiremediniz yargılanamayız biz yurtturmacasını yemedik Genel Kurmay Başkanlarından terörist mi olurmuş yutturmacasını yemedik ressamlıklarını yemedik, müdahil olan ama hep sessiz kalan TBMM vekiline yer verdik müdahil olan pek sessiz kalan duran hükümet vekiline yer verdik, bir darbe davasının duruşmasında bütün medyanın kamu oyunun görmesi bilmesi gerekirken bu fotoğraf çektirmeme şeyine girdi, kararın girdi durmadan fotoğraf çekmeyin deyip durdu mahkeme, keşke çekselerdi keşke duysaydı kamu oyu işte Kenan EVREN'in yatağını beyaz yatağını görselerdi pırıl pırıl çarşaflarını, 12 Eylül 1980 tarihinden bir yıl evvel Kenan EVREN in General Haydar SALTUK ile beraber darbe kararı alıp üç genç kurmay albaya minik bir örgüt yaratıp üç kişilik tonlarca tutanaklarla yaktırdığını dosyasına koyduk. Ama Kenan EVREN'in Genel Kurmaydaki ziyaret defterini bulamadık, bulduramadık, her iki sanığı hastanelerde hakimlerle değil yazı işleri müdürleri ile izledik, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yargılanan sanıkların çok lüks içinde çok subay eleman memur teğmen, teğmenlerle kahve içerek sorguya katıltıklarına heyet birşey yapamadı. Tahsin ŞAHİNKAYA'nın eşinin ABD uçak alımı ve Balıkesir fayans karo fabrikası ilişkilerini dosyaya kabul etti. Ankara da ki Dal işkenceleri merkezini ve mahkemeye sunabilmemize izin verdi. Sahra talimatnamesini sunduk aldılar sordu sustular, bir sağdan bir soldan asarız şeklindeki tesbitisorabildik sustular, seferberlik tetkik kurumunu sorduk, özel harp dairesini sorduk, kontrol gerillayı sorduk Genel kurmay tarih ve stratejik türk dairesini 92/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 sorduk iki sanık sustular. City bank diye bir bankanın haseplarının şifresini elde edemedik, mahkemede edemedi biz de edemedik ve böylece Kenan EVREN in ya da Tahsin ŞAHİNKAYA'nın City Bank taki dünyasına hakim olamadık, ya o hesaplarda şey vardıysa, uçak yolsuzluğu, bilemedik, ama Berfo ninenin oğlunun kaybedilişi yok edilişi için ölmeden Kenan EVREN ve Tahsin ŞAHİNKAYA nın gözlerine baktırdık, baktırttınız, iç hizmet kanunun 35. Maddesini sorduk ama biz dinledik kaldırdılar, yani ben bu işe fazla kafayı takmış olan bir adam olarak, insan haklarının onlara bile yakıştıran ben başka yasa maddesi bulamadım ve demin söylediğim verilen hükümdoktor raporları yüzünden infazın erteleneceğini, buldum başka bir madde yok. Yani vel hasıl bir darbe korkusuna gerek yok ceza evine koyamayacaklar ama olsun titriyorlardır. Halk belki onların titremesini yaşıyordur, dedim ve ilerde her birisi hastalanıp doktorlardan raporlar alıp, temin söylediğim 611 nolu dosyadaki büyüğün altındaki ortanca şeflerinin de soruşturulduğunda onlar da mahkumiyet alsalar onlar da doktor raporu alırlar onlar da yırtarlar denebilirse de olsun onlar da her biri hastalansınlar doktorlarından rapor alsınlar ceza evine koymasalar bile cılız mılız bu hukukun böyle gelişmesi de herkesten faydalı olur diye düşünerek son yerime geliyorum. Mahkemeniz MASAK'ı kamuoyuna açıklattırmadı yanlış yaptı. CIA ve Pentegona ilginiz var mı diye soramadı, adliyenin tuvaleti uzakta. Ölür bulunan duruşmaya girince profesörler haricindeki diğer tıp proforöslerinden bilgi almadınız. Devlet sırrını kurcaladınız ama az kurcaladınız.Neyse artık darbelerde çare aramanın sonu gelmektedir.Bunun sonuçları olarak hukuk adalet askeri darbelere de ister ergenokoncu olsun ister balyozcu olsun ister sivil darbeciler olsun isteryolsuzluk yapan bakan çocukları olsun, hukuk yapışacaktır, halkın morali yerine gelecek demektir. Benim moralim yerine gelebilir demek ki dileğim o ki tekrar söylüyorum Savcı Kemal Bey de bulunan 611 numaralı dosyada sıkı yönetim komutanlarını soruşturması dosyanızdan sonra hızlanır gözaltılar başlar, halk nefes alır. Siz kararınızı verirsinizhalkın temsilcileri bunu af ederler, umrumda değil, muhterem mahkemenizin Türkiye yi rahatlatacak bir karara doğru gittiğini seziyor,iyi şeyler diliyorum. Bir kısım müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Arif Ali Cangı Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli beyanında: Sanıkların komutasında yapılan 12 Eylül darbesi işledii insanlığa karşı suçlar, oluşturduğu kurumlarıyla, hukukuyla, otoriter , tahakkümcü, anti demokratik bir rejim kurulmuştur. Bu rejim başta Anayasası ile halen sürmektedir. Bu nedenle 12 Eylül 1980 de hayatta olan ve daha sonra doğan (12 Eylül suçlarının ortakları hariç) tüm yurttaşlar ve demokratik kurumlar darbenin mağduru durumundadırlar. Bu nedenle kendi adıma davaya katılmama karar verilmesini talep ediyorum. Diğer yandan müvekkillerimden Senem Gülbudak, Töbder yönetim kurulu üyesi Abdullah Gülbudak ın kızıdır. Abdullah Gülbudak Fatsa da gözaltına alınmış ağır işkencelerden geçirilmiş, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 3 Nolu Askeri Mahkemesince 8 Yıl Ağır Hapis Cezasına çarptırılmıştır. Cezasını çektiği cezaevinde 15 Mayıs 1983 tarihinde öldürülmüştür. Abdullah Gülbudak ın öldürülmesine ilişkin gazete küpürlerini ve mahkumiyet kararlarını dosyaya sunuyoruz. Doğrudan somut mağduriyeti nedeniyle müvekkilimiz Senem Gülbudak ın davaya katılmasına karar verilmesini talep ediyorum. Diğer müvekkilim Alime Mitap İçöz darbeden sonra yaklaşık 1 yıl tutuklu kalmış, bu arada DAL merkezinde tutulmuş, tabutluk denen hücrelerde kalmış, kötü muameleye tabi tutulmuştur. Daha sonra beraat etmiştir. Tutuklu kaldığı süre içinde 10 yaşında olan oğlundan 13 ay ayrı kalmıştır. Müvekkilimiz 1988 de yayınlanan Eylül karanlığından adlı kitabıyla yaşadıklarına tanık olduklarını kitabına aktarmıştır ve yine aynı şeklide Ateş Çiçekleri adlı kitibayıla 12 Eylül zulmünün resimleri ve yazılarıyla anlatmaya çalışmış böylesi bir kabu sun bir daha yaşanmaması çocuklarımızın daha iyi bir dünyada ve Türkiye de yaşaması için bu acı kitapları insanlığa hediye etmiştir. Müvekkilimiz Alime Mitap İçöz un bu durumu da dikkate alınarak davaya katılmasını talep ediyoruz . Bütün katılma 93/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 isteminde bulunan müvekkillerim açısından iddianamedeki eksiklikler yanlış değerlendirmelere rağmen davanın açıldığı Mahkemenin olağanüstü Mahkeme olmasına rağmen bu davayı önemsiyoruz. Eşitlikçi, özgürlükçü, adil ve demokratik bir toplum yaratmanın ilk koşulunun 12 Eylülü aşmak olduğunu düşünüyoruz. Bunun ilk adımınında Mahkemenizde görülen dava olarak değerlendiriyoruz. Gerek kendi adıma gerekse müvekkillerim davanın dava dosyasına katkıda bulunacağımızdan davaya katılmamıza karar verilmesini talep ediyorum dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli beyanında: Emek ve Demokrasi mücadelesi veren yurtdaşların demokrasi mücadelesindeki eylemleri nedeniyle tutuklandığı günümüzde darbe sanıklarının tutuklanmamaları hatta Mahkemeye getirilememeleri kamu vicdanında ciddi yaralar açmaktadır. Adalet duygusunu zedelemekte davaya olan güveni sarsmaktadır. Yaklaşık 3 ay sonra gelen Adli Tıp Raporuyla sanıkların duruşmaya gelemeyecekleri yönünde verilen rapora katılmak mümkün değildir. Zira dava dosyasında Adli Tıp ın istemiş olduğu raporlardan önceki hastahane kayıtları incelendiğindesanıkların duruşma salonuna gelemeyeceklerine ilişkin bir ibare bilgi yer almamaktadır. Bu nedenle daha önce de istemde bulunduğumuz gibi Türk Tabipler birliği ve üniversitelerden oluşturulacak bir bağımsız bilim kuruluna sanıkların Adli tıp kurumunun istediği raporlardan önceki hastahane kayıtlarının da incelenerek sağlık ekipleri nezaretinde duruşmaya gelip gelemeyecekleri konusunda rapor aldırılmasını talep ediyoruz, dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli beyanında: Bir kısım müdahil vekiliyle birlikte verdiği 14/09/2012 tarihli dilekçesinde"Mahkemenizin hukuki ve tarihi sorumluluğunu yerine getirmesini istiyoruz. Bu düşüncelerle; sanık Ali Tahsin Şahinkaya açısından hayati tehlike kanaati bildirilmediğinden bu sanığın Mahkemeye getirtilerek, sanık Ahmet Kenan Evren'in de davanın önemi toplumsallığı ve tarihselliği açısından doğrudan sorgu yapmamıza olanak sağlayacak biçimde sorgularının yapılması ve savunmalarının alınmasına karar verilmesini" talep ediyoruz dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli beyanında: bilinmektedir ki sanıklar tam 30 yıl Anayasal zırh olan geçici 15.maddeden yararlanmışlar ve soruşturulamamışlardır. 12 Eylül 2010 refarandumu sonucunda bu maddenin yürürlükten kalkması ile dava açılmıştır. Şimdi ortada pozitif bir hukuk metni olmadığı halde bu kez de sanıklar hasta olmadıkları halde hasta gibi hastahaneye yatırılarak Mahkemeden kaçırılarak onlar için yeni yeni zırhlar oluşturulmaya çalışılmaktadır. Görülmekte olan davayı Türkiye hukuk tarihinin en önemli davası olarak görüyoruz. Bu düşünceler ile davanın başından beri davayı değersizliştirme çabaları ile mücadele ederken yargılamanın adil ve düzgün yapılması için çaba harcadık. Ancak görülmektedir ki dava ile ilgili toplumsal destek her geçen gün azalmaktadır. Biz 12 Eylül aşılmadan demokratik bir toplum düzeninin kurulamayacağını düşünüyoruz. Bu dava da 12 Eylül ü aşmanın ilk adımı olma potansiyelini taşımakta iken gelinen noktada bu özelliğinden giderek uzaklaşmaktadır. Mahkemenizin tarihi ve hukuki sorumluluğunu yerine getirmesini bekliyoruz. Bu amaçla tutuklama isteminde bulunduk. Tutuklama kararı davaya olan güveni artıracak ve sonuç almamızı sağlayacaktır, dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli beyanında: "Sayın Başkan sayın Üyeler. Ee ben çok uzatmayacağım. Bir kaç noktaya değineceğim. Amacımız yeni yeni müdahale istemleri ile dava dosyasını şişirmek davayı geciktirmek değil. Ancak bu celse yeni bir başvuruda bulunduk. Sait Özdemir. Sait Özdemir müvekkilimiz kendisi burda. Kendisine de kısa bir söz verilirse seviniriz. Zira Av. Senih Özay'ın başta sözünü ettiği Türkiye de yapılan işkence kötü muamele soruşturmalarına ilişkin davanın açılmasını sağlayan kişilerden birisi kendisi. Israrlı ve inatçı takibi ile Bursa Ağır Ceza Mahkemesine 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/330 sayılı dosyası ile dava açılmış 94/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 durumda ve ilk 12 Eylül davası şeklinde kamu oyuna 12 Eylül işkence davası şeklinde yansıdı. Şu an yargılaması devam ediyor. Bu yönden müvekkilin bu davaya müdahil olarak kabulü gerektiğini düşünüyoruz. Diğer yandan dilekçemizde belirttiğimiz gibi 12 Eylül darbesi yüzünden işinden olması uzun yıllar ceza evinde kalması , ceza evinde kaldığı dönemde psikolojik rahatsızlık yaşayan babasız büyüyen Bircan Bahar Özdemir'in halen tedavi görüyor olması bu mağduriyetleri dikkate alınarak müvekkilin dava dosyasında müdahil olarak kabul edilmesini talep ediyoruz. Ayrıca sunmuş olduğumuz dava dosyasının da verilecek kararda sanıklar hakkında verilecek kararda dikkate alınmasını talep ediyoruz. Zira müvekkilin açılmasını sağladığı dava dosyasında ki işkence kötü muamele gibi sayısız işkence ve kötü muamele insanlığa karşı işlenen suçların müsebbibi 12 Eylül darbesidir. Dava dosyasında suç olarak tanımlanan darbenin kendisidir. Dolayısıyla sanıkların doğrudan bağı vardır. Karar verirken dikkate alınması gerektiğini düşünüyoruz. Diğer yandan Türkiye yeni bir döneme doğru gidiyor. Yaklaşık 3-4 aylık dönem içindeTürkiye de barış içinde yeni bir Türkiye'nin kurulması umudu ortaya çıktı. Kürt meselesinin barışçıl çözümüne dair umut yeni bir Türkiye'nin kurulması umudunu ortaya çıkardı. Bunu şundan belirtmek istiyorum. Yeni bir Türkiye kurulacak ise bu Türkiye demokratik bir Türkiye olması gerekiyor. Demokratik bir Türkiye'nin kurulması da 12 Eylül hesaplaşmasıyla, 12 Eylül yüzleşmesiyle 12 Eylül'ü aşmasıyla mümkün olacaktır. Farkındayız bunu sağlayacak olan siyasi iradedir. Ancak sayın Mahkemenizin önüne gelen bu davanın da başka bir anlamı vardır. Görüldüğü gibi en son gelen ihbar yazısından da anlaşılacağı üzere halen 12 Eylül suçlularını koruyan kollayan 12 Eylül'ü gölgelemeye çalışan devletin içinde kurumlar var. Kamu görevlileri var. Sanıyorlar ki; bu davadan bir şey çıkmaz. Sanıyorlar ki; dava uzar doğal ölüm v.s nedenlerle dava düşer. Bunu buna olan inançlarından dolayı koruma cesaretinde bulunuyorlar. Diğer yandan savcı Kemal Çetin'in elindeki dosya sizin vereceğiniz kararı bekliyor. Siz karar verdikten sonra işleme başlayacak. Sizin vereceğiniz karar Türkiye'nin her tarafında yapılan insanlığa karşı suç dosyalarını da harekete geçirecektir. Bu takipsizlik kararlarının önünü açacaktır, engelleyecektir, yeni soruşturmalar açılmasına yol açacaktır diye düşünüyoruz. Bu nedenden dolayı yeni Türkiye'nin kurulmasına bir katkı olmasından dolayı 12 Eylül'ün bir suç olarak Mahkemece tespiti için bir an önce davanın düşmesine yol açmadan daha fazla uzatmadan mahkumiyet kararı verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Dava dosyası tanımlanan suç itibarıyla suç kanıtlanmış vaziyettedir. Bundan sonra ki toplanacak her türlü delil açılacak her türlü tevsi tahkikat işlemi davayı uzatmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bu dosya çok sayıda dava çıkartır. Bu dosya çok sayıda işleme yol açabilir. Ancak bu dosyanın sonuçlanması gerekiyor. Şu ana kadar yazılan yazılara yanıt vermeyen gizleyen kamu görevlileri hakkında gereken suç duyurularının bulunması ve dosya kapsamı itibarıyla sonuca ulaştırılması, mahkumiyet kararı verilebilmesi açısından dosyanın esas hakkındaki mütaaasını sunması için Cumhuriyet Savcılığına iletilmesini talep ediyoruz. Teşekkür ederim." Demiştir. Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 21/06/2013 tarihli beyanında: "Değerli Başkan, değerli Üyeler. Toplum ayakta. Bende ayakta durmayı tercih ediyorum. Şimdi davanın başından beri ben şahsen bu davanın çok şeyin açılmasına yol açacağı umudunu taşıdım hep. Pandoranın kutusunun açılacağı umudunu taşıdım. Bu zaman zaman kendini gösteriyor, zaman zamanda kapatılıyor. Evet önemli bir süreçten geçiyoruz. Ülkemizin geleceği açısından önemli ve sıcak günler yaşıyoruz. Toplumsal olarak demokrasi isteklerinin dile getirilmesi, sokağa inilmesi, kendiliğinden sokağa inilmesi çok değerli. Toplum daha fazla demokrasi istiyor. Ancak diğer taraftan yine devlet aynı devlet. Aynı zihniyetle, polis şiddetiyle bu isteği bastırmaya çalışıyor. 4 tane yurtdaşımız öldü. Onlarcası yaralandı. Ve halen bir kısım kentlerde Sıkı Yönetimi andıran uygulamalar var. Bunu niçin söyledim? Bunun bir nedeni var. Bir geçmişi var deyip bu davaya bağlamak için söyledim. Bu aslında bir türlü aşamadığımız 12 Eylül hukukunun, 12 Eylül düzeninin, 12 Eylül zihniyetinin devam ettiğinin bir göstergesidir. Bu bir şeyi daha göstermiştir bize. 12 Eylül'ü aşmadan 95/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Türkiye de demokratik bir toplumu, demokratik bir devlet yapısını oluşturma olanağımız, imkanımız yok. Bu kapsamda bizim bu davamız önem arz ediyor. Tamda bu sıcak günlere bu duruşmanın gelmiş olması bunu ciddi anlamda duruşmada, davada, duruşma dışında, toplumun her kesiminde yargısıyla, yürütmesiyle, yasamasıyla, toplumun her kesiminde tartışmamız gerektiğini düşünüyorum. Evet bu dava bir başlangıç olabilirdi. 12 Eylül yargılamalarının bir başlangıcı olabilirdi. 12 Eylül hukukundan kurtulmanın, 12 Eylül düzenini aşmanın bir başlangıcı olabilirdi. Ancak geldiğimiz aşamada Mahkemeden gizlenen belgeler olduğu ortaya çıktı. Başından beri Mahkemeniz MİT'den, Genel Kurmaydan, diğer kurumlardan 12 Eylül dönemine ilişkin, darbeye ilişkin bilgi ve belgeleri defalarca istemesine karşın bir takım gelen belgeler, yetersiz belgeler. En son aşamada bir ihbar sayesinde ortaya çıkan, var olduğu ortaya çıkan Yurt - Kor kısaltmaları darbe planı belgesi. Yurt - Kor planı darbe belgesinin istenmesine Genel Kurmay Başkanlığının verdiği yanıtın 12 Eylül döneminin devam ettiğinin bir göstergesi olduğunu düşünüyoruz. Zira 1979 yılında yürürlüğe girmiş 1985 yılında yürürlükten kaldırılmış, arşiv suretinin dışında başka örneği bile kalmamış bir belge halen devlet sırrı olarak nitelendirilip Mahkemeye gönderilmeyebiliyor. Sayın Mahkemenizin bu yazıya karşı yazmış olduğu yazıyı okuyunca bir kez daha umutlandım. Gerçekten ben sizi o anlamda takdir ile karşılıyorum. Ciddi anlamda bir ders niteliğinde, devlet sırrının ne olduğu, devlet sırrı kılıfı adı altında suç olgusuna ilişkin bilgi ve belgelerin Mahkemeden gizlenemeyeceğine dair ders niteliğinde bir yazı yazdığınız için kutluyorum. Ancak sizin yazınız da yetmemiş gözüküyor. Zira yine o belge Yurt - Kor belgesi Mahkeme dosyasına giremedi. Siz heyet olarak incelediniz. Görebildiğiniz kadarıyla, anlayabildiğiniz kadarıyla bir not tuttunuz. O notunuz, notlarınızdan bizim belgenin içeriği hakkında değerlendirme yapmamız söz konusu. Halen darbeyi planlayan bir direktif , bir belge gizli tutulabiliyorsa bu yargılamayı yapmamız çok zordur Sayın Başkan. Bu yargılamayı yapamayız. Bu yargılamada maddi gerçeğe ulaşamayız. Sizin değerlendirme notunuzdan, tutanağınızdan anlayabildiğimiz kadarıyla 1979 yılında 10 Temmuz 1979 yılında sanık Ahmet Kenan Evren'in imzasıyla, emriyle Yurt - Kor belgesi yürürlüğe konmuş. Üstelik EMASYA olarak değerlendirmeyiniz bunu, İç Hizmet Kanununun 35. Maddesine göre değerlendiriniz diyerek. Yani darbe planı olduğunu göstere göstere yürürlüğe konmuş. Ve planda yine notlardan çıkardığımız kadarıyla komünizm, Kürtçülük, ırkçılık, irtica v.b, v.b başka başka adlar altında tehditler tanımlanmış, ve düşman kuvvetler, dost kuvvetler ayrımı yapılmış. Buda açıkça bu darbenin Türkiye toplumuna karşı işlenen bir suç olduğunu göstermektedir. Bir yandan devlete yönelik, devletin organlarına yönelik bir darbe gibi görünse de ; diğer yandan toplumu kamplara bölerek çeşitli adlarla düşman kuvvetler olarak nitelendirerek bir halka karşı , topluma karşı bir girişim olduğu, bir yok etme, imha etme, sindirme, baskı altına alma hareketi olduğunu göstermektedir. Söz konusu belge adım adım uygulanmış, önünüzde duran 3 klasörlük yazışmaların tamamını okuyamadım. Bir kısmını Av. Senih Özay'ın notlarından baktım. Aslında o belgelerde daha çok tartışacağız. Bir daha ki celse fırsat olursa ben tartışmak istiyorum. Bugünkü yurt düzeni 1979 yılında hazırlanmış. Bugünkü yargının sorunlarına yol açan kurumsal sıkıntısı o zaman hazırlanmış. Bugünkü F Tipi Ceza Evi modeli o günlerde hazırlanmış. İki kişilik hücre tipi ceza evleri öngörülüyor. Yani adım adım uygulanan bir planla karşı karşıyayız. İşte bu planlar adım adım uygulanmış ve pek çok insanlık suçu işlenmiştir. Bizim önümüzdeki dava sadece dava yapma davası ancak; bu dava sayesinde o dönemde işlenen pek çok insanlık suçunun yargılanmasının önünün açılma potansiyeli olan bir dava bu. Bu anlamda bunun üzerinden es geçilmemesi gerektiğini düşünüyorum. 1985'te yürürlükten kaldırılmış, ihtiyaç kalmadığına dair yürürlükten kaldırılmış, ancak 85'ten beri halen çok gizli tutuluyor, herkesten gizleniyor. Bizden de gizleniyor. Türkiye'yi yöneten siyasilerden de gizleniyor. Eğer özel olarak çaba harcamazlarsa okuyamazlar. Yasama organından gizleniyor. Toplumdan gizleniyor. Bu belge Yurt - Kor belgesi tek başına 12 Eylül darbe döneminin 06/08/1985'e kadar sürdüğünün de bir 96/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 göstergesi. Bununda davanızda dikkate alınması gerektiğini de düşünüyoruz.Bu dava şayet 12 Eylül döneminin yargılamalarının başlangıcı davası olacaksa, 12 Eylül ile hesaplaşmanın onu aşmanın bir başlangıcı olacaksa bu belgelerin üzerindeki devlet sırrı kılıfının kaldırılması gerekiyor. Bu belgelerdeki devlet sırrı kılıfı, örtüsü kaldırılmadığı sürece yapılacak yargılama gerçek anlamda bir yargılama olmayacaktır. Maddi gerçeğin çok büyük orandaki bölümü görünemeyecektir. Pek çok suç gizlenecektir. Farkındayız, bu sayın Mahkemenizi de aşan bir durumdur. Bu bir siyasi irade gerektirmektedir. Madem ki davamızda Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Başbakanlık müdahil konumunda; müdahilin görevi de davada delillerin toplanması ve yargılamanın kolaylaştırılması ise eğer, Başbakanlık ve Meclis Başkanlığına önemli bir görev düşmektedir. Bu nedenle Başbakanlığın ve Meclisin hemen devreye girmesini, 12 Eylül dönemine ilişkin Yurt - Kor belgesi ve diğer belgelerdeki gizlilik derecesinin kaldırılması, bu belgelerin siyasal, yargısal ve toplumsal denetime açılmasını sağlamasını talep etmek en doğal hakkımız olduğunu düşünüyoruz. Eğer bu belgelerdeki gizlilik kalkmazsa 12 Eylül ile yüzleşemeyiz. Yüzleşmeden bu zihniyeti aşamayız. Ve demokratik bir toplumu da inşaa etmemiz mümkün değil. Sonuç olarak bu dava dosyamızda ve dava dosyamıza dayanılarak açılacak davalarda maddi gerçeğe ulaşmak için, o dönemde işlenen suçları ortaya çıkarmak için, faillerini ortaya çıkarmak için 12 Eylül döneminde ki tüm belgelerdeki gizlilik derecesinin, gizlilik kılıfının, devlet sırrı kılıfının kaldırılması yolunda Başbakanlığa yazı yazılmasını talep ediyoruz. Ayrıca bir taraftan da davayı sürüncemede bırakma niyetinde değiliz. Bu davada iddianamede işlendiği belirtilen suçun işlendiği aşikardır. Kanıtlanmış vaziyettedir. Sanıyoruz C.savcısı, geçen celse tutanakta yer alan esas hakkındaki mütalaayı henüz hazırlamamış durumda. Bir dahaki celseye esas hakkındaki mütalaasını hazırlaması yönünde süre verilmesini talep ediyoruz. Saygılarımızla." Demiştir. Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/09/2013 tarihli beyanında: "Sayın Başkan, Sayın Üyeler. Babası ceza evinde ölen, işkence sonucunda ölen Senem Gülbudak 12 Eylül döneminde 1402'lik yasa ile işinden olan Hayri Erdoğan, işkence gören ve inatla soruşturmayı takip edip dava açan Sait Özdemir ve adını sayamayacağım çok sayıda 12 Eylül döneminde idam edilen devrimcilerin yakınlarının vekili olarak bu dosyada bulunuyorum. Bunu şundan saydım. Müvekkillerimin hepsi adalet arıyorlar. Bir an önce adaletin gerçekleşmesini istiyorlar. Bu nedenle sabırla dinlemenizi rica ediyorum. 12 Eylül darbe davası bu dava kendiliğinden açılmadı. 2010 yılında yapılan referandum ve geçici 15. Maddenin kaldırılması bir sonuçtu. 30 yıldır süren mücadelenin, toplumsal direncin, isteğin bir sonucuydu. O yüzden önce şunda netleşelim. Bu dava siyasi iktidar istediği için çok istediği için açılan bir dava değildir. 30 yıllık toplumsal mücadelenin istencin talebin bir davasıdır. Böyle bakmak gerekiyor ve bu davanın öncesi de vardır. Hatırlarsınız bir savcı vardı. Dedi ki 12 Eylül bir suç dedi ve bir iddianame düzenledi. Sacit Kayasu. Aramızda. İzleyici sırasında. Ve bir kitap yazdı. 10. Köyün savcısı. 12 Eylül'ün son mağduru. Sacit Kayasu görevini yaptığı için yani bugün bu davayı açan savcının görevini yaptığı için savcılık görevinden atıldı. Avukatlık dahi yapamaz hale geldi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin aldığı ihlal kararları sonucunda avukatlığa döndü. Ama halen savcılığa dönemedi. Sacit Kayasu'nun da adalete ihtiyacı var. Bu kitabın dosyaya girmesini talep ediyorum. Daha önce tartışmıştık dosyada. 11 Eylül 2000 tarihinde İzmir'den bir grup avukat 36-37 avukat içlerinde benim de yer aldığım, gün gelir yargılanmaları söz konusu olduğu zaman zaman aşımı tartışması çıkar, zaman aşımı tartışması kafa bulandırmasın diye Yargıtay C.Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştuk. Yargıtay C.Başsavcısı Vural Savaş geçici 15. Maddeyi göstererek evrakı Meclis'e göndermişti ve Meclis de ki yapılan araştırmada Mahkemenizin yazıları üzerine yapılan araştırmada Meclis'in Adalet Komisyonun da evrakın kaybolduğu bilgisi gelmişti. Şimdi onun fotokopilerini sunmuştum dosyaya imzasız fotokopilerini. Bu evrakın, dilekçenin imzalı fotokopilerini, kayıt numaralı fotokopilerini sunuyorum. Dosyada 97/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 delil olarak değerlendirilmesini istiyorum. Bu şunu da gösteriyor. Meclis'in temsilcisi burada. Şahsi olarak kendisine bir sözümüz olamaz. Ancak bu davaya Meclis sahip çıkmıyor. Meclis'in ortadan kaldırılması davasına Meclis'in sahip çıkmadığının göstergesidir. Sadece Meclis değil. Siyasi iktidar bu davanın açılmasının önünü açtı. 28 Şubat davasının da açılmasını sağladı. Ondan sonrasında ise dava ile ilgilenmez oldu. Bunu niçin söylüyorum? Geçen celselerde tartışmış olduğumuz Yurt-Kor belgesinde ki halen devlet sırrı örtüsünün kalmasının tek sorumlusu siyasi iktidardır. Suç olarak nitelendirdiğiniz bir eylemin hazırlık planlarını siz devlet sırrı olarak gizlerseniz burada büyük bir sorun var demektir. Bugün ki duruşmada tartışmış olduğumuz Bayrak Harekat Planında ki Sivil İşler Koordinasyon Grubu, MGK Genel Sekreterliği personel listesinin de gönderilmemesi o ilgisizliğin, o isteksizliğin, o üstünü örtme çabasının bir ürünüdür. Ben Genel Kurmay'a falan filan kızmıyorum. Genel Kurmay bunu yapar. Siyasi irade yoksa eğer yapar. Ama burada ortaya çıkan sonuç şudur. Bir kısım şüpheliler, bir kısım darbe sanıkları sizden kaçırılıyor. Gizleniyor. Siz diyeceksiniz ki bu dava Evren ve Şahinkaya davası. Evet, ama bu dava bir delil deposu haline gelmiş durumda. Ana dava haline gelmiş durumda. Sizin bu davanızdan çıkacak sonuca göre C.savcısının önünde bulunan diğer alt kademelerde ki darbecilerin, darbe yandaşlarının, darbe iştirakçilerinin davası devam edecek. Savcı bir adım ileri gitmedi o davada. Bu soruşturma da bu davanın sonucunu bekliyor. Ayrıca sizin suç duyurusunda bulunduğunuz, sistematik işkenceden suç duyurusunda bulunduğunuz Evren ve Şahinkaya hakkında ki soruşturma da bunu bekliyor. Başka bir şey daha bekliyor. Tüm Türkiye toplumu sizden bu davada karar vermenizi bekliyor. Eğer bu dava daha fazla uzarsa bu davaya yönelik itibarsızlaştırma, değersizleştirme, bu davadan bir şey çıkmaz iddiaları daha da güçlenecektir. Ve toplumsal destek ve ilgi azalacaktır. Toplumsal destek ve ilginin azalmasıyla bu davayı ne siz kaldırabilirsiniz ne biz kaldırabiliriz. Çünkü bu dava siyasi bir davadır. Siyasi iradenin isteği, talebi, kolaylaştırıcılığı yoksa toplumun isteği, desteğine ihtiyaç vardır. Bunun göz ardı edilmemesi gerekir. 28 Şubat darbesi davası öbür tarafta devam ediyor. Türkiye de darbelerle yüzleşilmeden, darbelerden hesap sorulmadan gerekli cezalara çarptırılmadan demokratikleşmenin olmayacağını düşünüyoruz. Bu nedenle bu davanın bir an önce sonuçlandırılmasını istiyoruz. Sayın savcı halen mütalaayı hazırlamadıysa görevini yapmaya çağırıyoruz. Görevini ihmal etmiş demektir. Lütfen biraz daha özen gösteriniz. Bu dava sıradan bir dava değildir. 16. Celsesini gördük. Daha fazla uzamaya tahammülü yoktur. Özet olarak müvekkillerim, ben, bütün toplum sizden adalet bekliyor. Türkiye'nin demokratikleşmesinin başlangıcı olacak bir karar bekliyor. Bu topluma giydirilmiş deli gömleğinin çıkartılması için sizden bir gereği düşünüldükten sonra bir mahkumiyet kararı bekliyor. Bu nedenle bir an önce sonuca gidilmesini diliyoruz. Zira daha fazla uzamasına hiç kimsenin sizin dahi tahammülünüz yok. Saygılar sunuyorum." Demiştir. Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında : "Sayın Başkan, Değerli Yargıçlar; şimdi bu dava 12 Eylül yargılamalarının 12 Eylül soruşturmalarının kapısını aralayan önemli bir dava, 12 Eylül darbesi suç olarak nitelendirildiğine göre bu darbenin , darbeyi hazırlayan tüm evrak tüm belgeler de tüm suç delil niteliğindedir, şimdi bu davanın başından beri tanık olduğumuz bir olay var, Genelkurmaydan ve diğer kurumlardan bir takım belgeler gelmiyor yada eksik gönderiliyor, Yurtkor belgelerine ilişkin olarak imha edildiğine dair bir ihbar geldi, şimdi de Harekat Planında ki sivil koordinasyon işler grubuna ilişkin ekin olmadığı, yazıdan benim anlayabildiğim kadarıyla Planlama aşamasında, planın yazılması aşamasında vardı ama sonra konmadı anlamına gelen bir yanıt geldi, bu şunu gösteriyor Ya bu belgeler imha edildi ya da gizleniyor Mahkemenizden gizleniyor, bu dava ile doğrudan ilgili olmasa da bu tür gizlenen belgelerin suç delillerinin bundan sonra yürüyecek soruşturma ve yargılamalarda gerekeceğinden kuvvetler ayrılığı ilkesi gereğince yargının işini yapabilmesi için işini görebilmesi için, yargılamayapabilmesi için diğer kuvvetlerin de yardımcı olması gereğini 98/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 yapması gerektiğinden bu davamızda yasama organı ile yürütme organından müdahil olduğu göz önüne alındığında bu müdahillerin bu olaya müdahale etmesi gerektiğini düşünüyoruz, gördüğümüz kadarıyla yargılamanın başından beri yasama organı ve yürütme organı bu davaya hiçbir yardımda bulunmamaktadır. Bu nedenle bundan sonraki aşamadaki yargılamalarda sorunu aşabilmek kapıyı aralayabilmek için bu celse hüküm verirseniz hükümünüz ile birlikte , ara karar tesis ederseniz ara kararınız ile birlikte doğrudan doğruya Başbakanlık'a, doğrudan doğruya Meclis Başkanlığına bu durumu anlatıp bu koşullarda yapılan yargılamanın eksik yargılama olacağını, bunun yasal ve idari önlemlerinin alınmasını yasal ve idari yapılması gerekenlerin yapılmasını isteyen bir yazı yazılmasını talep ediyorum. Teşekkür ederim." Ek söz verildiğinde; "Sayın başkan sayın üyeler 12 Eylül darbesinin yargılanmasına ilişkin mücadele süreci referandum süreci ile başladı. Kendi yaptıklarından kendinin içinden bulunduğu süreçten hatırlatmak gerekirse 11 Eylül 2000 tarihinde dosyada mevcut olan darbecilerin 146, 147'den yargılanmaları için başvuru yapmıştık. Geçici 15. Madde gerekçe göstererek başvurumuz Meclise gitti. Meclisin kararlar komisyonunda ardından Anayasa komisyonunda kayıp oldu. O dönemde Savcı Sacit KAYASU iddianame düzenledi mesleğinden atıldı. Sanıyorum biz de bir kamu görevlisi olsaydık biz de atılırdık. Ancak biz başvurucuların başına bir iş gelmedi ama başvurumuz kayboldu. Yok edildi. Şunu söylemeye çalışıyorum. 12 Eylül 2010 referandumu yıllarıdır sürdürüleren 25 Yıllık süren bu toplumun 12 Eylül ile hesaplaşma yargılama istediğinin direncinin sonucudur. Bunu böyle görmek gerekiyor. Dilekçemizde ayrıntılı olarak ifade ettiğimiz gibi, bu duruşmada artık son sözlerimizi söyleyeceğiz. Bu yargılamada görevimiz bitiyor. Daha sonraki aşama sanıkların savunması ve mahkemenizin kararıdır. Duruşmada çok sıkmadan C. Savcısının esas hakkındaki mütalasındaki bazı eksiklikleri ve bazı katılmadığımız değerlendirmeleri yönünden açıklamada bulunmak istiyorum. Şu da bir gerçek savcı mütalasında ne kadar çok şey söylerse söylesin ne kadar çok şey yazarsa yazsın bu mütala yine eksik kalır yine eksik kalır. Şimdi bizim tamamladığımız kısım yine eksik kalacak yine eksik kalacak. Ancak tarihe not düşerken dava dosyasına not düşerken bu eksiklikleri mümkün olduğunca gidermekte yarar olduğunu düşünüyoruz. Öncelikle Sayın Savcının mütalasında sonuç kısmına cezalandırmaya katıldığımızı ifade etmek isterim ve 12 Eylül öncesi sürece ilişkin savcınının mütalasında bir takım olaylar anlatılmış durumda. Çok üzerinde durulmayan bazı noktaları da ben burada vurgulamak istiyorum.1980 yılının ilk altı ayında 33 kişi ülkücülerce naylon iple, boğma teliyle boğularak, tecavüz edilerek, cinsel organlarına sert cisimler sokularak korkunç işkencelerle öldürülmüştür. 22 Aralık 1978'de Kahramanmaraş'ta yapılan genel katliamsırasında resmi açıklamaya göre 109 yurttaş hayatını kaybetmiştir. 176 yurttaş ağırşekilde yaralanmıştır. 500 ev ve işyeri tahrip edilmiştir. 11 Nisan 1980'de İstanbul'da araştırmacı - yazar Ümit Kaftancıoğlu öldürülmüştür. 23 Mayıs'ta TEP yöneticisi Vecdi Özgüner 'in evi ülkücülerce basılıp Vecdi Özgüner ve eşi Türkiye Tabipler Birliği yöneticisi Sevinç Özgüner öldürülmüştür.22 Temmuz'da DİSK başkanı Kemal Türkler öldürülmüştür.Çorum'da diğer illerde ve ilçelere giden tüm yolları ülkücülerce ablukaya alınmış veTÖB-DER'li bir öğretmenin öldürülmesinden sonra halkın karşı koyması üzerine saldırılar karşılıklı çatışmaya dönüşmüştür. Çorum'da, Alevi-Sünni ayrımı yaratılarak 1 Temmuz'da başlatılan saldırılarda yaklaşık 50 insanülkücülerce, dağlanarak, şişlenerek, kafaları baltayla parçalanarak yakılarak katledilmiştir. 15.Temmuz'da CHP İstanbul Milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu gündüz vakti işyerinde öldürülmüştür. 27 Aralık 1979'da, Silahlı Kuvvetler, Cumhurbaşkanı Korutürk'e bir uyarı mektubu vermiştir 5 Ocak 1980'de AP Yönetim Kurulu, “ordunun yönetime el koymamakla birlikte siyasete el koyduğunu" açıklamıştır. İstatistikiverilere baktığımızda ; 1978 yılında 809 ölüm, 6984 yaralı, 1979 yılında 1108 ölüm, 5467 yaralı 1980 yılının Eylül ayına kadar 2027 ölüm, 4266 yaralanma olayı gerçekleşmiştir. 1980 yılı Mayıs ayında Barolar Birliği, Cumhurbaşkanı, 99/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 TBMM Başkanı, Başbakanlık, ve Genel Kurmay Başkanlığı'na Türkiye'deki yaygınişkence uygulamalarını derleyen bir rapor sunmuştur. Mayıs ayı içinde Barolar Birliği ve Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi işkence konusunun tartışıldığı bir tıp hukuk kurultayı düzenlemiştir. TBMOB, ÇHD, TÜMAS, TÜMOD, Ankara Tabip Odası, Enerji Der, yöneticileri, yaptıkları bir basın toplantısında Ocak - Mayıs döneminden 29 somut işkence olayını belgelemiştir.Mütalada ve iddianamede es geçilen bir konu daha24 Ocak 1980 kararları; İMF ve Dünya Bankasının perspektiflerini ve modellerini harfiyen uygulamaya yönelik bir operasyon 12 Eylül rejiminin iktisadi - siyasal stratejisinin temelini oluşturmuştur. Nitekim; Devlet Planlama Teşkilatı eski başkanlarından YıldırımAktürk "24 Ocak12 Eylül formülü zorunluydu. Bu geçiş dönemi olmadan düzlüğe çıkılamazdı" demiştir. Esas hakkındaki mütalada ve iddianamede Fatsa ya ilişkin değerlendirmeye katılmak ta mümkün değildir,Mütalaada, Fatsa; "devlet içerisinde küçük bir devlet gibi" nitelendirilmiş vesanık Kenan Evren'in başka yerlere ilişkin yaptığı "sıkıyönetim olmadığı için olayları önleyemedik" savunmasını çürütmek için, "sıkıyönetim olmadığı halde sanık Kenan EVREN’in emriyle operasyon yapılarak müdahale edilen" bir yer olarak anılmıştır. Fikri Sönmez yani Terzi Fikri'nin başkanlığındaki Fatsa yerel yönetim deneyiminin,kriminal bir olaymış gibi gösterilmesi Türkiye demokrasi tarihine yapılmış büyük bir haksızlıktır. Fatsa 12 Eylül darbesini hazırlayan bir olgu olarak ele alınamaz. Nokta operasyonu ile darbenin önce Terzi Fikri yönetimindeki demokratik yönetimi devirmek için Fatsa'da yapıldığı görmezden gelinemez. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'in Çorum’da yaşanan olayları soran gazetecilere, "siz Çorumu bırakın Fatsa’ya bakın diyerek, Fatsa’yı direk hedef gösterdiği" unutulmamalıdır. Yaşanan süreç Fatsa'ya yapılan operasyonun 12 Eylül darbesini kolaylaştırdığını göstermektedir. Bunun için darbe öncesi özel olarak Fatsa yerel yönetimini hedef alan olaylar hatırlanmalıdır. 1977 yılında, Fikri Sönmezin terzi dükkanında kalfası olan ve aynı zamanda Fatsa Halkevi Başkanıolan Kemal KARA’nın sivil-polis organize saldırısı sonucu bıçaklanarak öldürülmesi olayı,1978 yılında, Fatsa’ya kadın elbiseleri giyerek giren, Fikri Sönmez'i ve kimi solda tanınmış isimlere yönelik eylem gerçekleştirmekle görevlendirilmiş kişilerin fark edilmeleri ve panik yaşamaları sonucunda, karşılaştıkları iki solcu gence saldırı sırasında, çıkan çatışmada İsa Aydemir isimli lise öğrencisinin öldürülmesi, aynı olayda MHP’nin komando kamplarında eğitim gördüğü tespit edilen Oktay Orbeyin kadın kıyafeti içinde ölmesi. 1978 yılında, Fikri Sönmez'e ve ailesine ait köy evinin ve köydeki tüm bina ve yapıların yakılıp yıkılmasıdır. Fikri Sönmez'in halkın talebi doğrultusunda Belediye Başkanlığına aday olması. Fikri Sönmezin halkın talebi doğrultusunda Belediye Başkanlığına aday olması. Adaylığı ile birlikte daha önce sokakları savaş alanına çevirmek isteyenlerin, yeni plan ve komplolarla sahneye çıkmaları. Ağustos 1979’da yapılacak olan seçimlerin, Fatsa’daki CHP yöneticilerinin dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e giderek seçimleri, 14 Ekim 1979’da yapılacak ara seçimlerle birleştirme kararı aldırmaları. Seçim kampanyası boyunca Fikri Sönmez'in yapılan iki silahlı saldırı,seçim kampanyası sırasında konuşma yaptığı bir kahvehaneye yapılan silahlı saldırı sonucu 2 kişinin ölmesi,bir çok insanın yaralanması, yine seçim kampanya döneminde, 2 Yozgat milletvekili ve kimi sivil kişilerin Fatsa’da şüphe üzerine yakalanmaları. Bu olaylar yaşanırken, Fatsa’da ülkenin diğer yerlerinden farklı olarak önemli bir sınav verilmiştir.Sokakları provoke edilmek istenmesinin aksine, özellikle Fikri Sönmez'in sağduyulu ve aklı başında siyaseti sonucunda tüm bu süreç en az vakayla atlatılmıştır. Fikri Sönmez Belediye Başkanı seçildikten sonra, 12 Eylülün şartlarını hazırlamak isteyenler, Fatsa’ya, Fikri Sönmez'e saldırılarını daha politik düzleme taşımışlardır. Fatsa’da sokakta bir mantar tabancasının bile patlamadığı halde, dikkatleri Fatsa' ya çekmek için yoğun kampanyalar sürdürmüşlerdir. O günlerde, ülkenin her tarafında her gün olaylar olurken, sokaklar ısındırılırken, o gün medya aracılığıyla, herkesin dikkati Fatsa’ya çekilmeye çalışılmış; kurtarılmış bölge, devlet içinde devlet, Küçük Moskova gibi ifadelerle sürdürülen kampanyalara rağmen, Fatsa’da Fikri Sönmez ve ekibi bu 100/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 kampanyaları boşa çıkaracak önemli çalışmalar yapmıştır. Ancak tüm bu çaba ve girişimler, Fatsa’ya karşı harekete geçenleri durduramamıştır. Dönemin Başbakanının biraz önce söylediğim üzereSüleymen Demirel'in söylediği üzere Fatsa doğrudan hedef olarak alınmıştır. Zaten Demirel hükümetinin Ordu’ya vali olarak atadığı Reşat Akkaya’nın göreve başlamasıyla, Fatsa çevresinden kuşatılmaya başlanmış, adeta Fatsa’ya yapılacak saldırının ayak sesleri duyulur olmuştu. Fatsa’da herkes diken üstündeyken 2 Temmuz 1980 tarihinde, Fatsa’nın Çamaş beldesinde, hayat pahallığına karşı yapılan bir gösteri sırasında, Vali Reşat Akkayanın önceden organize ettiği anlaşılan sivil resmi organizasyon sonucunda, yürüyüşün önünde bulunan Şehittin Tırıç’a açılan ateş sonrasında büyük olaylar yaşanmış, olaylar sonucu, Şehittin Tırıç ve bir astsubay hayatını kaybetmiştir. Tüm bu çabalara rağmen sıkıyönetim ilan edilmiş olan iller arasında olmayan ve Türkiye'nin en huzurlu üç ilinden biri olan Ordunun Fatsa ilçesine 11 Temmuz 1980 tarihinde askeri bir operasyon düzenlenmiştir. Fikri Sönmez başta olmak üzere, yüzlerce insan gözaltına alınarak işkenceden geçirilmiştir. Fikri Sönmez'in göz altı sırasında gördüğü işkenceler sonucu kaburgaları kırılmış, ciddi sayılacak rahatsızlıklar yaşamıştır. Nokta operasyonu süreci, Fatsa için tam bir kabus olmuştur. O güne kadar Türkiye ortalamasının çok altında politik olayların olduğu kentte, 11 Temmuz 1980 ile 12 Eylül 1980 arasında 90 civarında insanın öldüğü, onlarca insanın yaralandığı olaylar yaşanmıştır. Fatsa ya huzur getireceğiz diyenler Fatsa’ya kan ve ölüm getirmişlerdir.12 Eylül ile birlikte Fatsalılar 30 yılı aşan bir süre devlet tarafından hep üvey evlat muamelesi görmüşlerdir. Baskı altında tutulmuşlardır. Bu süreçte, Belediye Başkanışoförü olan Sadi Ekiz sorguda ağır işkenceye uğramış, Fatsa da o gerilimli günlerde ölen polis memurunun mezarı başına götürülerek, "kaçıyordu ateş ettik" gerekçesi ile vurularak öldürülmüştür. Fatsa Devrimci Yol davasının askeri savcısı Halit Cengiz daha sonraları tutuklu ailelerinden rüşvet almaktan yargılandığı bir davada, gerek mahkemeye sunduğu savunmada, gerekse Kenan Evren'e gönderdiği bir mektupta, Sadi Ekiz'in öldürülmesi olayına gönderme yaparak, "polisler hakkında Sadi Ekiz'i öldürmelerinden dolayısıyla açılan soruşturmanın üstünü örtmüş olan bir savcı olarak böyle mi ödüllendirilecektim?" diye sitem etmiştir. Terzi Fikri, tutuklu olduğu 5 yıl boyuncakötü koşullarda ve işkence altında kalmış, sağlığı bozulmuş ve 5 Mayıs 1985 tarihinde vefat etmiştir. Bu süreçte 16 yaşında olan oğlu Naci Sönmez aynı olumsuz koşullarda 33 ay tutuklu kalmıştır. Şimdi bu davanın siyaseten takipçisi olanYeşiller ve Sol Gelecek Partisi'nin genel eş sözcüsü olan Naci Sönmez bu davaya ne yazık ki müdahil olarak katılamamıştır. Müdahillik talebi red edilmiştir. Cezaevinde ölen Fikri Sönmez'e otopsi yapılmasına izin verilmemiş, camideki cenaze törenine müdahale edilmiş, okunan sala yarıda kesilmiş, belediye hoparlöründenanons yapılmasına engel olunmuştur. Müftülükte toplanan devlet erkanı, Terzi Fikri'nin müslüman olmadığına karar vererek cenazeyi yıkayacak ve namazını kıldıracak imam vermemiştir. Cenazeye katılım yasaklanmış, akraba ve komşular, akraba ve komşu olduklarını belgeleyip cenazeye katılmışlardır.Cenazeye dahi saygısı olmayan bir yönetim anlayışının ülkeyi ne hale getirdiği ortadadır, sanıkların kurduğu antidemokratik düzenin yarattığı olumsuzlukları halen yaşıyoruz.Bu sorunları aşmak için Terzi Fikri'nin uygulamalarından ve Fatsa deneyiminden çıkartacağımız çok ders vardır. Mütalanın eksik kalan kısmını bu şekilde özetlemiş olduk. Darbeden Sonra Yaşanan Sürece ilişkin olarak gerek meslektaşlarım gerekse esas hakkındaki mütalada ayrıntılı olarak bilgiler var ben birkaç noktaya değinmek istiyorum bu konuya ilişkin,Darbenin ardından tüm haklar askıya alınmış, sadece 1980 yılında, resmi makamların verdiği bilgiye göre 47.000 kişi hürriyetinden yoksun bırakılmış, gözaltı süresi 90 güne çıkarılmış, adil yargılanma hakkı tamamen kaldırılarak, sıkıyönetim komutanlıklarıMahkemeler kurmuş, gözaltında işkence en doğal sonuç olarak yaşanmış, sokakta veya gözaltındaonlarca insan öldürülmüştür.Bu dönemde sanıklarbir dizi bildiri ile örgütlenme özgürlüğünü, siyasal ve sosyal hakları ortadan kaldırmışlardır: İnsanlığa karşı suçlar işlenmiş bunun ayrıntısı çok anlatıldı, ben ayrıntıya girmek istemiyorum. Siyasal 101/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 partilerin Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay dışındaki bütün derneklerin, DİSK ve MİSK'in faaliyetleri durdurmuş ve yöneticilerini gözaltına almışlardırSiyasal parti yönetici ve üyelerinin yazılı veya sözlü demeç vermeleri, makale yazmaları ve toplantı düzenlemeleri yasaklanmıştır. Ülkedeki tüm grev ve lokavtlar kaldırılmıştır TÜRK-İŞ'e bağlı Yol-İş ve Petrol-İş'in birçok şubesi kapatılmıştır. DİSK, MİSK ve HAK-İŞ gibi sendikalarının yöneticileri, işyeri temsilcileri, üyeleri gizli örgüt üyesi olmak suçlamasıyla sorgulanmış, tutuklanmış ve yargılanmıştır. 402 sayılı yasa ile bu dönemde yaklaşık 5.000 öğretim üyesinin görevden alınmış veya ayrılmış olması ülkenin bilim kaynaklarının nasıl yok edildiğinin göstergesidir. Ülkedeki öğretmenlerin büyük çoğunluğunun üyesi bulunduğu TÖB-DER'in merkezi ve 670 şubesi kapatılmış, merkez ve şube yöneticileri, üyeleri gizli örgüt üyesi olmak suçlamasıyla sorgulanmış, tutuklanmış ve yargılanmıştır. Dünya ve ülkemizde barışı savunmak gibi insani değer ve hedeflerle kurulmuş olan Barış Derneğinin merkez ve şubeleri kapatılmış, yöneticileri üyeleri gözaltına alınmış, tutuklanmış ve gizli örgüt üyesi olmak suçlamasıyla yargılanmıştır. Ülkede örgütlü her türlü yapıyı yok etmek amacıyla bir kıyım başlatılmıştır. Sadece Ege bölgesinde, Sıkıyönetim Komutanlığının emriyle Eşrefpaşa'yı Sevenler Derneği, Torbalı Kasaplar Kulübü, Kınık Traktörcüler Derneği, Ege Briç ve Satranç Derneği, Ödemiş Patates Ekicileri Fidancılar ve Pamukçular Derneği, Fakir Hastalara Yardım Derneği, Sağırları Koruma Derneklerinin dahi içinde bulunduğu 589 dernek kapatılmıştır. Ülke insanlarına; yasal partilerin, sendikaların, derneklerin ve hatta kooperatiflerin "ihtilalci gizli örgüt" sayıldığı akıl almaz bir süreç yaşatılmıştır.Bu süreçte; ülkede son derece sistemli baskıcı bir sansür uygulanmıştır. Bilim ve Sosyalizm yayınlarına bir yargı kararı olmadan sadece Sıkıyönetim Komutanının emri ile el konulmuş ve 133.607 adet kitap imha edilmiştir. Yayında tekel olan TRT'nin yayın politikası tümüyle sanıklarca belirlenmiştir. 14.9.1980 tarihinde TRT Genel Müdürlüğü'ne "Haberlerde uyulması gerekli Kurallar" adıyla ağır bir sansür metni tebliğ edilmiştir. Meslek örgütlerininbağımsızlıkları yok edilmiş, Türkiye BarolarBirliği Adalet Bakanlığı'na, Türk Tabipler Birliği Sağlık Bakanlığı'na, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Bayındırlık Bakanlığı'na bağlanmıştır bu süreçte Yargıç ve yargı bağımsızlığı ile savunma hakkı ciddi biçimde yok edilmiştir; Yine bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden olan laiklik ilkesisanıklar tarafından çiğnenmiştir; 19.10.1981'de okullarda zorunlu din dersi uygulaması getirilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığınca, yurtdışına çok sayıda din adamı gönderilmiş ve bunlardan 260 görevlinin maaşının,sanıklardan Kenan Evren'in onayıyla, Suudi Arabistan merkezli, Rabıta-ül İslam örgütünce ödendiği kanıtlanmıştır. Sanıklar, kararlarıyla yasamanın görevlerini kendileri üslenmiş, -anayasa dahil- yasaların oluşturulmasında tek söz sahibi olmuşlardır;12 Eylül 1980 tarihinde ise askeri bir darbe yaparak Bakanlar Kurulunu ve Devletin tüm anayasal kurumlarını ortadan kaldırarak "Bakanlar Kurulunu devirmek- Çalışamaz hale getirmek" fiillerinde bulunmuşlardır.Müdahil müvekkil Senem Gülbudak'ın babası Abdullah Gülbudak; 12 Eylül darbesinden birkaç ay sonra bir gece evine geldiği sırada sivil polisler tarafındangöz altına alınmıştır. Abdullah Gülbudak TÖB-DER’in genel merkez yöneticisidir. SırfTÖB-DER yöneticisi olmasI nedeniyle 8 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Ayrıca Ana Dev-Yol davasında da yargılananlar arasındadır. Abdullah Gülbudak tutuklu olduğu dönemde Mamak Askeri Cezaevinde kalmış, TÖB-DER davasındaki cezasının kesinleşmesi üzerine Ankara Merkez Kapalı Cezaevi (Ulucanlar)ne nakledilmiştir. Abdullah Gülbudak Mamak Askeri Cezaevinde en ağır işkencelerin yaşandığı bölümlerinde kalmıştır, uğradığı işkencelerin çok sayıda tanığı vardır. Uğradığı işkenceler ve cezaevindeki ağır kötü koşullar nedeniyle sağlığı bozulan Abdullah Gülbudak tutuklanmasından 3 yıl sonra yaşamını yitirmiştir. Abdullah Gülbudak sanıkların sorumlu olduğu dönemde cezaevlerinde yaşamını yitiren yüzlerce kişiden birisidir. Bu yüzlercenin içinde Abdullah Gülbudak'a ve ailesinede ağır bedeller ödetilmiştir. Tutuklanma ardından cezaevinde ölüm üzerine Gülbudak Ailesi tamamıyla dağılmış, müvekkilimiz çocuk 102/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 yaşta babasından, annesinden, kardeşlerinden, ayrı yaşamak zorunda bırakılmıştır, o dönemde yaşananların travması halen devam etmektedir. Cezaevinde sağlığını, dışarıda işini kaybedenlerden Hayri Erdoğan'ın öyküsü; Müvekkilimiz Hayri Erdoğan 15 Ocak 1981 tarihinde TÖB-DER davası nedeniyle tutuklanmış, 28 ay fiilen Mamak Askeri Cezaevinde tutuklu kalmıştır. Tutukluluk süresince uğradığı işkence ve kötü muameleler ile olumsuz cezaevi koşulları nedeniyle tüberküloz hastalığına yakalanmıştır. Bu hastalığının sonucunda halen astım tedavisi görmektedir. yargılanma sonucunda önce TCK'nın 142.maddesinden 5 yıl, daha sonra da 312.maddesinden 3 ay hapis cezasına çarptırılmıştır. Tutuklu olduğu süre içinde 1402 Sayılı Sıkıyönetim Yasası'na dayanılarak, Ege Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı'nın 11.11.1982 tarih kararı ile öğretmelikgörevine son verilmiştir. Müvekkil, bu kararın iptali için açtığı dava sonucundaDanıştay kararı ile 28.09.1990 tarihinde görevine dönebilmiştir. Görevden uzaklaştırıldığı döneme ilişkinözlük haklarının bir kısmını da ancak dava yoluyla alabilmiştir.İşkenceden şikayet ettiği için işkenceye uğrayan Sait Özdemir'in öyküsü; Müvekkilimiz katılan Sait Özdemir 12 Eylül darbesinden sonra yaşadığı Aybastı İlçesinde gözaltına alınan çok sayıda insana işkence yapılmasını, Karakol Komutanlığına ve 3.Ordu Komutanlığı'na "Öğretmen Gözüyle" başlıklı dilekçe ile şikayet etmiştir.. Dilekçe vermesi üzerine, 9 Ekim 2010 günü çalıştığı okulu askerlerce kuşatılarak, öğrencilerinin önünde gözaltına alınmıştır. Kırk gün gözaltında tutulduğu Aybastı Jandarma Karakolu'nda, bileklerine kadar su dolu kömürlükte tutulmuş, ardından ayakları patlatılıncaya kadar falakaya yatırılmış, kaba dayak atılmıştır. Daha sonra götürüldüğü FatsaEt - Balık Kurumu Demas'ta, ardından Ordu-Efirli Cezaevinde, Amasya 15.Piyade Tugayı'ndaki depoda, Çorum, Samsun ve Bursa Cezaevlerindeçok ağır işkencelere maruz kalmıştır. 12 Eylül 2010 Referandumu sonrasında müvekkil Sait Özdemir 28 yıl önce başkasını uğradığı işkenceler için yaptığı şikayeti, kendisine yapılan işkenceler için yapmıştır.Israrlı takibi sonucunda, kendisine işkence yapan cezaevi görevlileri hakkında Bursa2.Ağır Ceza Mahkemesinde ve Ünye Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmasını sağlamıştır. Diğer yandan Aybastı'da gözaltında işkence yapan kamu görevlileri hakkında yaptığı suç duyurusuAybastı Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 2012/184 soruşturma nolu dosyadan verdiği kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmişse de, bu karara yaptığı itiraz üzerine Ordu Ağır Ceza Mahkemesi 2013/1513 D.iş sayılı dosyası ile bu karasrı kaldırılmıştır. Bu soruşturmanın da kamu davasına dönüşmesi sonrasında müvekkilin uğradığı işkenceler nedeniyle üç ayrı yerde kamu davası açılmış olacaktır. Sonuç olarak Yasama, yürütme, yargı erkleri tek elde toplanarak Anayasa’nın temel ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı ilkesi” çiğnenmiştir. 18.yy.da yaşamışolanMontesqieu;yasama, yürütme, yargı erkleri tek elde toplanmasını "zulmün kaynağı" olarak nitelendirmiştir. Sanıkların uygulamaları zulme kaynaklık etmiştir Sonuç olarak 12 Eylül 1980 Askeri darbesinin kendisi başlı başına bir suçtur. Darbecilerdönemlerinde yaptıkları uygulamalar nedeniyle yargılanmamak için geçici 15. Maddeyi zırh olarak kullanmışlardır,ancak 12 Eylül 2010 Referandumu ile o zırh ortadan kalktı.Arjantin ve Yunanistan örneklerinden görüldüğü üzere, ülke yönetimini silah gücüyle ele geçiren darbeci subaylar yargılanıp mahkum edildiler.Bu ülkelerde, ordu iktidarı ele geçirdiği zaman mevcut hukuk sistemini ele geçirip kendi hukuk sistemlerini hayata geçirmiş olmaları, yargılanmalarına ve mahkum olmalarına engel teşkil edememiştir. Zira, onlar da mevcut anayasal sistemin öngördüğü usuller dışında zora-silaha dayalı bir yönteme başvurmuşlardır ki, hukukun temel ilkelerine göre bu yöntem meşru değildir. Kendisi meşru olmayan bir yönetimin, çıkardığı yasaların hukuki ve meşru olması da düşünülemez. Demokrasiye ve hukuk devletine olan inancın pekişmesi için, 12 Eylül Askeri darbesinin bir suç olduğunun ve meşruolmadığının yargı kararıyla tescil edilmesinin ve binlerce insanın mağduriyetinin yargı kararıyla tescil edilmesi için bu dava da mutlaka mahkumiyet kararı verilmesi gerekmektedir.Kurucu iktidar tartışmasına da kısaca değinmek istiyorum; Özgür TÜRKDOĞAN'ın dile getirdiği gibi yaşanan gerçeklikler üzerinden tartışma yapmak adil değildir, ancak kurucu iktidar tartışmasında birnoktaya 103/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 değinmekte yarar var Cumhuriyet Savcısının mütalaasında 12 Eylül Anayasası'nın halkoylamasına sunulmasının hukuka aykırılıkları tartışmıştır burada kurucu iktidar iddiası çökertilmeye çalışılmış Anayasanın halkoylamasına sunulması, darbecilerin yaptırdığı anayasanın geçerli olması için başvurulan şekli bir işlemden ibarettir, kaldı ki bu dahi demokratik kurallara göre yapılmamıştır. Oylamaya katılmayanlar için 5 yıl seçme ve seçilme yasağı tehdidi altında halk oyuna sunulan ve eleştirilmesi yasak olan bir metnin anayasa teklifi sayılması, baskı ile yapılan oylama sonucunda çıkan evet ile kabul edilen belgeye anayasa denmesi hukuken mümkün değildir, işlenen suçlardan kurtulmak için bu belgeye dayanılarak kurucu iktidar savunmasına sığınılamaz. Burada asıl üzerinde durulması gereken, kendisini kurucu iktidar olarak gören iradenin kaynağıdır, bu iktidar meşru ve hukuka uygun bir yetkiye dayanıyor mu? Anayasayı yapanların anayasa yapma yetkisi olup olmadığına bakmak gerekir. Meşru, hukuka uygun anayasa yapma yetkisi olmayanların yazdıkları metni halk oylamasına sunmuş olmaları bu iktidarı meşru kılmayacağı gibi oylama sonunda kabul edilse bile sunulan metni anayasa haline getiremez.Çağımızda artık kurucu iktidarın halk olduğu tartışmasızdır, halk bu iktidarını meclisler vasıtasıyla kullanır. Bunun içindir ki cumhuriyet rejiminin kurulunda ilk anayasamız olan 1921 Tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu dahi mecliste yapılan müzakerelerle yapılmıştır. 1982 Anayasası ise silah zoruyla hükümeti deviren, meclisi dağıtan, ülkede faşist bir diktatörlük kuran darbeci sanıklar tarafından yapılmıştır. Yapılan darbe ve sonrasında gelişen olayların tümü o gün yürürlükte bulunan 1961 Anayasası’na ve yasalara açıkça aykırıdırBu ceza kanunu darbeden önce vardı, darbe sırasında da vardı, sonrasında da yürürlükteydi. Dolayısıyla sanıkların oluşturduğu iktidar meşru değildir, açıkça hukuka aykırıdır. Bu nedenle de kurucu iktidar savunmasının hiç bir haklı yanı yoktur."Tamamlanmış bir darbe olması nedeniyle sanıkların kurucu iktidar oldukları o yüzden yargılanamayacakları" savunmasına itibar edilmesi halinde ve maazallah beraat kararı verilmesi halinde, Türkiye'nin darbeler tarihi ile hesaplaşması hiç mümkün olmayacak ve yeni darbelere davetiye çıkartılmış olacaktır. Meşru ve hukuka uygun olan2010 Referandumunda 28 yıllık yargılama yasağını kaldıran halkın iradesidir, onun sayesinde bu dava açılmıştır, bu iradeyi yok saymak hepimiz için intihardır, demokratik toplum yaratma umudunun suya düşmesidir. Sonuç olarak savcının mütalasında belirtildiği gibi sanıkların cezalandırılmasını talep ediyoruz, ayrıcaSanıklar hakkında 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 30. maddesi gereğince işlem yapılmasına, dolayısıyla sanık Tahsin Şahinkaya'nın eski Hava Kuvvetleri Komutanı, emekli general unvan ve rütbelerinin,sanık Kenan Evren'nin de eski Genel Kurmay Başkanı, emekli Cumhurbaşkanı, emekli general rütbe ve unvanlarının geri alınmasına, hüküm ile birlikte bu rütbe ve unvanlarının sağladığı maddi ve protokol ayrıcalıklarından yararlanamamaları yolunda tedbir konulmasına, karar verilmesini talep ediyoruz." Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli beyanında : "Anlaşılan bugün gece yarısı çıkan yasadan tartışmayı sürdürüyoruz. Öncelikle şunu belirtmek istiyorum. Hiç bir dönem hiç bir zaman Özel Yetkili Mahkemeleri savunmadık. Ve hangi amaçla olursa olsun Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılmış olmasını da alkışlarız. Ancak bu davaya döndüğümüz zaman somut dava üzerinden konuşacak isek söz konusu yasa değişikliği Meclis te kabul edilmiş durumda. Ama henüz daha numara dahi kanun numarası bile almamıştır. Yani ortada aslında uygulanacak Sayın Mahkemenizin uygulamakla yükümlü olduğu bir yasa yoktur. Bir şeyi daha vurgulamak istiyorum. Özel Yetkili Mahkeme statüsünde olmasına karşın başka davalarda nasıl yargılama yapıyorsunuz bilemiyorum. Başka davam yok sizin Mahkemenizde. Ama bu Mahkemede bu davada sizin mahkemeniz Özel Yetki kullanmamıştır. Özel Yetkili Mahkeme olmanızın bir ayrıcalığı, bir farklılığı yargılaması yapmamışsınızdır. Hatta olağan yargılamanın da ötesine geçen sanıkları yataklarında kahve içerek yargılanmaları ve savunmalarının alınması şeklinde yeteri derecede fazlasıyla saygı ve hürmet gösterilmiştir. Şimdi kalkıp Meclis de henüz daha numarasını 104/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 almamış bir metne dayanarak yargılamanın durdurulması yada bir karar verileceksede ertelenmesi hiçbir hukuka vicdana sığmayacaktır. Çünkü siz bu davayı bitirmeden ikinci aşama darbecilerin soruşturması bir adım ileri gitmeyecektir. Siz bu davayı bitirmezseniz, karar vermezseniz sistematik işkence soruşturması devam etmeyecektir. Siz bu davada karar vermezseniz Türkiye'nin dört bir yanında başlatılmaya çabalanan, inatla ısrarla adalet arayanların ısrarıyla başlatılmaya çalışılan soruşturmalardda bir adım ileri gidilmeyecektir. Açılan soruşturmalar, zoraki açılan soruşturmalar zaman aşımı ile düşmektedir. Davalarda zaman aşımı kararı verilmektedir. Hava tersine dönmüştür. Genel olarak toplumda 12 Eylül'ün yargılanamayacağı, mahkum edilemeyeceği, hesap sorulamayacağı yönünde bir hava oluşmuştur. Bu hava hepimiz için çok tehlikelidir. Bu havadan demokrasi çıkmaz. Bu havadan adalet çıkmaz. Bu havayı dönüştürmek zorundayız. Gerek bu davaya bağlı olan soruşturmaların ilerleyebilmesi, adil bir sonuca gidebilmesi açısından, gerek ise Türkiye'nin demokrasi mücadelesine bir ışık tutması bir kapı arayalabilmesi açısından bu davada artık karar verilmelidir. Verilecek karar ya o kapıyı arayalayacaktır, on yıllardır adalet bekleyenlerin, Sait Hocam'ın da dile getirdiği gibi yüzünde hiç olmazsa gülümseme yaratacaktır. Bir umut yaratacaktır. Yada karar veremezseniz, mahkumiyetin dışında bir karar verirseniz umutları, tüm toplumun geleceğini mahkum etmiş olacaksınız. Tarihi sorumluluğunuz, tarihi sorumluluğumuz bu mahkeme salonunda olan hepimizin sorumluluğu çok büyüktür. Bu nedenle henüz daha dosya numarasını, sayısını bile almamış bir metne dayanarak yargılamanın bekletilmemesini, kararın ertelenmemesini, savunmanın alınmasından ardından geçen celse ayrıntılı olarak dile getirdiğimiz iddialarımız ve savcının mütalaası doğrultusunda her iki sanığın mahkumiyetine karar verilmesini, aynı zamanda rütbelerinin geri alınmasına dair ek karar verilmesini, hükümle birlikte tutuklama kararı verilmesini talep ediyorum." Müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Fikret Babaoğlu Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli beyanında: Bu iddianameye bizimde eleştirilerimiz olabilir. Ancak biz iddianameyi ve davayı önemsiyoruz. Bu davanın basitleştirilmeden genişletilerek devam ettirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ve özellikle sistematik şeklide işkence yapılmasının sanığı olmaları gerektiğini düşünüyoruz. Ve eski TCK nun 450. Maddede düzenlendiği şekliyle işkence ile adam öldürmek suçununda oluştuğunu düşünüyoruz ve davaya müdahil olma talebimizi tekrarlıyoruz dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli beyanında: Ben daha önce tüzel kişili adına beyanda bulunmuştum bu kez şahsım adına bulunacağım 12 eylül öncesi 86 gün gözaltında kaldım. 6 ay benim laboratuvar dediğim özel yerde tutuldum. Bu olaydan bireysel olarak mağdur oldum. Bunun dışında Anayasa nın geçici 15/1 maddesi yanı sıra 15/2 maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. İddianameyi yetersiz görmekle birlikte önemsiyorum. Sanıkların dışında özellikle işkenceye karışan ve Anayasa nın geçici 15/2 maddesi kapsamında uzun yıllar soruşturmadışında tutulan kişiler hakkında da insanlığa karşı suçlar değerlendirmesi altında etkin soruşturma yapılmasını talep ediyorum dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında: Bizce resmi kurumların belgeyi az ya da çok yollaması çok önemli değildir. Esas itibarıyla devletin arzulanan belgeleri göndereceğini de düşünmüyorum. Özellikle 12 Eylülden mağdur olan kişilerin kurdukları tüzel kişiliklerin davaya müdahilliklerine karar verilmesi, 12 Eylülcülerin yaptıkları Anayasa nın 90. Maddesi dikkate alınarak uluslararası sözleşmelerin yasalara göre üstünlüğü dikkate alınarak sanıklar hakkında insanlığa karşı suçtan suç duyurusunda bulunulması, en azından bayrak planında isimleri geçen komutanlar ile Synt. K.ları hakkında suç duyurusunda bulunulması halinde bu mahkemenin davaya 105/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 verdiği değerin ortaya çıkacağını ve Mahkemenizin itibarının artacağını düşünüyorum. Sanıkların mutlak suretiyle huzurunuza getirtilmesini talep ediyorum dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli beyanında: Raporu kabul etmiyorum. Sanıkların Motor Kontrol sistemlerinin yerinde olduğu ve iradelerinin açık olduğuna ilişkin sunulan raporlar dosyada mevcuttur. Esas itibarıyla dünyada ki örneklerine bakıldığında darbe suçundan yargılanan sanıkların yaşlarının eşdeğer olduğunu görüyoruz. Bu örneklere de bakılarak sanıkların gerek sağlık ve gerek ise de güvenlik önlemleri sağlanarak sanıkların Mahkemeye getirtilip savunma vermeleri gerekmektedir, dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli beyanında: Diğer meslektaşlarımı zın beyanlarına iştirak ediyoruz. Anayasa değişikliğinin ardından 2 yıl geçmiştir. Bu gün 12 Eylül ile ilgili sadece iki sanığın yargılanıyor olmasını kabul edemiyorum ve darbeye karar veren ve en üst düzeyde uygulanmasına katkıda bulunan diğer komutanların da şu an bu dosyada Mahkemece yapılacak suç duyurusu üzerine sanık olmaları gerektiğini düşünüyorum. Diğer meslektaşlarımızın da talep ettiği üzere şayet kayıt sistemi ile ifade alınacak ise teknik imkanların üst düzeyde olması ve doğrudan soru sorma ve çapraz sorgu yetkilerimizin kullanılmasına imkan verecek bir denetimin sergilenmesini talep ediyoruz, dediği,. Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli beyanınnda: "celse arasında size sunduğum raporla ilgili ve bugün burada sayın müdahil vekili meslektaşımın beyanlarına ilişkin kısaca beyanda bulunmak isterim. Şimdi tartışılan konu şu. Deniliyor ki; 12 Eylül yani 12 Eylül'ü gerçekleştirenler, yani sanıklar kurucu iktidardır. Dolayısıyla kurucu iktidar yargılanamaz. Kenan Evren kendi savunmasında söyledi. Meslektaşlarım, avukatları müdafileri de tekrar ettiler. Dedikleri şudur. Bizim hukukumuzda yani o zaman ki hukukta darbeye teşebbüs suçtur. Darbe suç değildir. Dolayısıyla Kenan Evren'in savunmasında ki cümle ile; ihtilal yapmayı suç sayan bir kanun olmadığını, hukuken de olmasının mümkün olmadığını, başarılı ihtilallerin cezalandırılamayacağını.Şimdi aslında bizim için daha doğrusu benim için yani müdahil vekili Av. Hasan Ürel olarak bu konu berraktır. Yani ihtilaller yargılanmalıdır. Ve bu örnek te teşkil etmelidir. Fakat buna rağmen biz Ceza Muhakemeleri kanununun bize verdiği yetkiye dayanarak iki profesörden yani uzman mütalaası aldık. Ve bu mütalaayı celse arasında sayın Mahkemenize sunduk. Şimdi ona gelmeden önce; gene bu konu yani ihtilalin başarılı ihtilalin cezalandırılıp cezalandırılamayacağı konusu çünkü bu celse sanık müdafisi bunu tekrarladı. Ve dedi ki; başarılı yani kurucu iktidar cezalandırılamaz. O konuda ki savunmamızda ısrarlıyız dedi. Tabi şunu da eklemem lazım izin verirseniz. Hem meslektaşım kurucu iktidar cezalandırılamaz diye geçen celse Mahkemenize yazılı talepte bulundu. Ve orada şunu talep etti. Bu kamu davası düşürülsün. Düşürülsün evet birinci talebi budur. Şimdi bugün tevsi tahkikat taleplerinde bulunuyor. Yani bunu aslında bir çelişki olarak sunmak isterim. Demek istiyor ki şu çok önemli. Eğer diyor uzun uzun 1 Mayıs anlatıldı. Hakikaten onu ben çok anlamış değilim. 1 Mayıs niye bu kadar uzun anlatıldı. Şunu söylüyor diyor ki ; eğer 1 Mayıs davasında benim müvekkillerimin sorumluluğu çıkarsa cezalarını çeksinler. Ben buna razıyım dedi. Bunlar tabi kayıtlara alınıyor herhalde. Benim de konuştuğum gibi. Şimdi siz bugün tevsi tahkikat talebinde bulunuyorsunuz ve diyorsunuz ki; bunlar araştırılsın, eğer bunlarda benim müvekkillerim suçlu çıkarsa cezalandırılsın diyorsunuz. Ama bir önceki celse dediniz ki bu kamu davasında hiç bir şey yok, bu düşsün. Bu davanın düşmesine karar verilsin dedi. Hatta sizin bu konuda karar verilmesine yer olmadığına ilişkin kararınızı kesin hüküm kabul etti ve Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yoluna başvurdu. Dolayısıyla bu konu önemli. Yani bizim çözmemiz gereken bu. Şimdi meslektaşlarım sundular. Kenan Evren'in anıları. Kenan Evren'in kendi ifadesi de var. Biz ihtilal yaptık. Dolayısıyla cezalandırılamayız. 106/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Dolayısıyla bu davanın özü bu. Bu davanın özü yoksa işkence yapılmış, efendim insanlığa karşı suçlar işlenmiş, o değil. Şimdi o zaman acaba ihtilaller cezalandırılır mı, cezalandırılamaz mı, bunun tartışmayı içerisindeyiz. Dediğim gibi bizim için gene bu husus berrak, açık yani. Ama bakın ben size daha bu konuyu 1985 yılında değerlendiren hocamız Ceza Hukuku Profesörü ve burda bulunan hukukçuların pek çoğununu hocası olmuştur, benimde hocamdır. Nevzat Toroslu'nun yazdığı bir bilimsel makale var. Diyor ki orada yani bunu Mahkemenize sunacağım. Hocanın şu cümlesinin kayda geçirilmesi için söylemek istiyorum. Anayasayı tahir, tedbil ve ilganın gerçekleşmesi ki yargılama maddesi, yani fiilin tamamlanması halinde artık failin cezalandırılamayacağı, dolayısıyla bu durumda suçtan ve suçun neticelerinden söz edilemeyeceği yönündeki görüşe itibar etmemek gerekir. 1985'de söylüyor. Darbeden 5 yıl sonra. Çünkü herşeyden önce takip edilmezlik ile cezalandırılmazlık suçun tamamlanması hususları birbirinden farklı hususlardır. Yani takip edilmezlik ile cezalandırılmazlık ayrı suç aynıdır. Çok açık yani. Okuyorum ama çok açık. Nitekim Anayasayı ilga eden bir kuvveti bir başka kuvvet ortadan kaldıracak olursa ilk kuvvetin Anayasa yı ilga fiili takip edilebilir bir fiil niteliği kazanabilecektir. Şimdi savunma şu. Biz o zaman takip edilmedik. Suçlanmadık. E şimdi de suçlanamayız. Ama o zaman ki kurucu irade olduğunu iddia edenler şu anda 2010 refarandumu ile getirilen kurucu idareyi de bir yerde kabul etmiş oluyorlar. Dolayısıyla şimdi getirilen kurucu irade yani gerçek kurucu irade de halkın iradesidir. Var bunlar bütün raporlarda. Gerçek kurucu iktidar olan halkın iradesi 2010 refarandumunda Geçici 15.maddeyi kaldırdığına göre; niçin kaldırılmıştır bu geçici 15.madde? İşte bu yargılanamazlık, takip edilemezlik fiili tespitinin ortadan kaldırılması için. Yani bu olgunun ortadan kaldırılması için. Nitekim 12 Eylül'ü yapanlar, 12 Eylül darbesini yapanlar, Anayasa'yı hazırlayanlar geçici 15.maddeyi koyma gereğini niye duymuşlardır. Şimdi mantık şu, savunma şu. Deniliyor ki; biz kurucu iktidarız, bizi kimse yargılayamaz. Peki niçin geçici 15.maddeyi koyuyorsunuz. Yani bir insan zaten yargılanamayacağını bildiği ve gerçek durumunun böyle olduğuna emin ise neden geçici 15.maddeye bir koruma zırhı arkasına girsin. Şimdi bu koruma zırhı ortadan kaldırıldıktan sonra artık yargılanmanıza hangi engel kalmıştır. Şimdi bir şey söylemek istiyorum. Yani raporla ilgili. Hocalarım yani Sayın Prof. Mustafa Erdoğan ve Sayın Prof. Tanel Demirel'in hazırlamış olduğu raporla ilgili. Yani o raporla ilgili onu sundum. Onu okuyamayacağım. Okumam, vaktinizi almam ancak bir noktaya işaret etmeme izin verin. Şimdi deniliyor ki; oradaki savunmalardan biri. Daha doğrusu sanıkların savunmalarından birisi de şu. Bir argüman da şu. Deniliyor ki; darbe yapıldıktan sonra meşruiyet kazandık. Ne zaman 1982 Anayasasını hazırladık. 1982 Anayasasını halk oyuna sunduk. Ve halk oyunda %92 gibi bir kabul ile darbe Anayasası onaylandı. Bu şu demektir deniliyor. Bizartık meşru bir yönetim olduk. Halk bizim meşruiyetimizi onayladı. Dolayısıyla bu nedenle de yargılama yapılamaz deniliyor. Ama hocaların değerlendirmesi şu. Bakın okuyorum. Bu savunmaya da itibar edilemez. Darbeden sonra oluşan siyasal ortamda muhalefet yoktur. Muhalefete izin verilmeyen bir siyasi rejimde hakiki bir meşruluktan bahsedilemez. Aynı şekilde MGK tarafından yapılan yeni Anayasanın halk oyuna sunularak kabul edilmesi, 12 Eylül darbesinin meşruiyetinin onaylanması anlamına da gelmez. Zira; Anayasa taslağının eleştirilmesi, hayır oyu kullanılması çağrılarına izin verilmediği gibi asıl önemlisi bu hayır oyu verildiğinde yani Anayasaya halk oylamasında hayır çıktığında ne yapılacağı belirtilmemiş. Bundan amaç hayır oyu çıkması halinde askeri rejimin devam edeceği imasında bulunulmuştur. Dolayısıyla halkın %92'si belkide bir askeri rejimden kurtulmak için tek çare olarak evet oyu kullanmıştır. Dolayısıyla böyle bir meşruluktan yani demokratik bir sistemde gerçekleşmeyen meşruluktan söz edilemez deniliyor bu raporda. Nitekim hemen daha sonra hemen 1983 yılında genel seçimler yapıldı biliyorsunuz. Yani 82 Anayasa sı onaylandı, 83 te genel seçimler yapıldı ve genel seçimlerde MGK bir partiyi açıkça işaret etti. Fakat buna rağmen halk %45,14 oyla MGK.'nin işaret ettiği partiye oy vermedi. Bu çok açık bir şekilde şunu gösteriyor ki; burada demokratik bir 107/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 meşruiyetten söz edilemez. Şimdi bir diğer iddia da efendim şudur. Geçici 15.madde soruşturma ve yargılama engeli hüvviyetindedir ve kaldırılmasıyla birlikte 12 Eylül sanıklarının yargılanmasına ilişkin bir engelde kalmamıştır deniliyor bu tespitte. Çünkü savunmada gelen yada savunmayı destekleyen bazı hukukçuların görüşlerinde; Geçici 15. Maddenin kaldırılmasının ilgililerin yargılanmasına yetmeyeceği iddia edilmektedir. Dolayısıyla bunun bir af niteliğinde olduğu iddiası vardır. Oysa bu yasa yani bu Geçici 15.maddenin içinde lafzında yani af sözcüğü kelimesi geçmediği gibi bu maddeyi yürürlüğe koyanlar düzenlemenin bir af olduğunu iddia etmemiştir. Geçici 15. Maddede böyle bir husus yoktur. Kaldı ki genel bir hukuki evrensel kural var. O da şudur. Eğer insanlığa karşı işlenmiş bir suç varsa ki bu darbe suçu bu suçlardandır. Bu suçlarla ilgili faillerin af yasasından yararlanamayacağı da çok açık bir genel hukuk ilkesidir. Şimdi sonuç olarak bu yargılamada ki amacı vurgulamak isterim. Açıkça söylüyorum benim müdahil vekili olarak talebim şu yargılamanın gayesi şüphelilerin fiilen cezalandırılmasını sağlamaktan ziyade yapılan eylemlerinin suç olduğu ve bu tür suçları işleyenlerin aradan uzun zaman geçtikten sonra bile ceza aldıkları gerçeğini Mahkeme kararıyla bir kez daha perçinlemek olduğu unutulmamalıdır. Buradaki amaç gelecekteki benzer eylem tasavvur ve ölçütlerin önüne geçmektir. Teşekkür ediyorum." Demiştir. .Tekrar söz aldığında: " Efendim davamızın usun süredir konusun teşkil eden kurucu iktidar üzerine konuşmak istiyorum bir müddet, anayasa hukukçularının farklı düşünmelerine rağmen, ortak paydaları şudur, üçtür anayasa yapımı sürecinde, doyasıyla üçtür kurucu iktidardan söz edilebilir, birincisi sözleşme anasayacılığıdır, 1787 ABD anayasasını buna örnek verebiliriz, modern tarihin ilk yazılı anayasası olarak ta kabul edilir, burada egemenliğin kaynağı halktır. Ikincisi devrim darbe anayasacılığıdır, 1789 Fransız devrimi 1917 Bolşevik, 1979 İran devrimi, sonucunda oluşturulan anayasalar buna örnektir, eski rejim yani anjin rejim yıkılarak devrimi darbeyi gerçekleştiren sınıfın hakimiyeti tesis edilir, üçüncüsü daha çok Fransa dışında kalan 19. Yüzyıl kıta Avrupası anayasacılığıdır, Almanya Avusturya ve Türkiye bu gruba girer, Aristogratik brokratik yapı Fransız ve Amerika örnekleri karşısında anayasacılık örnekleri dışında kalmadığını göstermek için kendi hazırladıkları anayasa metinlerini ilanen fermanen yolu ile topluma dayatırlar. Bu yönteme Ferman Anayasacılığı da denir, bu yöntem ilebir tarihsel gelişimin dışında kalınmadığı izlenimi verilir, iki Fransa ve ABD de olduğu gibi topluma bedel ödetilmeden, monarkın lütfuyla bazı haklar verilir, verilmiş izlenimi yaratılır, üç hem egemen sınıfın iktidarı meşrulaştırılır, hem de gelecek karşı tepkilerin önü kesilir, özetle Osmanlı Türkiye coğrafyasında 5 anayasa 5 kurucu iktidar görmekteyiz, bilindiği gibi 1876 Kanuni Esasi 1921 Anayasası, 1924 Anayasası, 1961 Anayasası ve bugün tartışmasını yaptığımız yargılamasını yaptığımız, 1982 Anayasası, 1876 anayasası 10 ülemaikisi asker kökenli 18 bürokrattan müşekkil 78 kişilik cemiyeti mahsusa tarafından hazırlanan anayasal bir ferman anayasasıdır, toplumun hazırlık sürecine doğrudan veya temsilcileri aracılığı ile katılması söz konusu değildir, aydın bürokratlar ile padişah arasında iktidar paylaşılmıştır. Anayasal düzen meşrute monarşiye dönüşmüş, devlet iktidarı bürokrasiye kaymıştır, asker ve bürokrasi ağırlıklı Jön Türk hareketi 1908 yılında ikinci meşrutiyet ilan ettirmiş, 31 mart olayları gerekçe gösterilerek 1909 da iktitar İttihat ve Terakki cemiyeti tarafından gasp edilmiştir, Türkiye de günümüze kadar süren anasayacılığın tarihsel temeli tam da bu noktadır, otoriter seçkinci bir kanat asker ve sivil bürokraside merkeze yerleşmiş, çevresel faktörleri yani halkı dışlayarak kurucu iktidar olmuştur, bu bürokratik yapının ideolojik öncelikleri Türkçü Pozitivist Laiklik ile ilgili bir söylem oluşturmuştur, siyasal liberalizim sol ve sosyalizm ve ademi merkeziyetçiliği savunan siyasal kanatlar sürekli tasviye edilmiştir, 1921 Anayasası kısa kısa değiniyorum bunlara üyelerinin bir kısmı Osmanlı Meclisi Mebusundan çoğunluğu livalardan ve kazalardan koşullar gereği iki dereceli seçim sistemi bile uygulanmadan müdafaai hukuk cemiyetinin önerisi ve kabulü ile bunlardan 14 ü de Malta 108/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 sürgününden dönen Ermeni soykırım şüphelisi olmak üzere 66 seçim bölgesinden gelen 351 kişiden oluşur, Ülke tarihinde görüp görebileceğimiz tek katılımcı anayasa niteliğindedir, Ademi merkeziyetçiliği esas alır, yerel meclislerin özerkliğini ve şurası sistemini kabul eder, Mustafa Kemal dahil ittihat terakkinin B grubu Kurtuluş Savaşı koşullarında konjüktür gereği birinci meclisin ikinci kanadı ve diğer toplumsal gruplarla iş birliğine girmek zorunda kalmıştır, zaten savaş koşulları bitince silahlı ve silahsız bürokrasi Ekim 1923 te Yerel yönetimlerinin özerkliğini kaldırmış ve 1924 Anayasası na giden yolu açmıştır, 1924 1961 1982 anayasaları halkın oluşumun katılmadığı, taleplerinin dinlenmediği, bir toplum sözleşmesi arayışının arzulanmadığı, dönemin seçkin aydın asker sivil bürokratlarınca hazırlandığı ve onların iradesi ile yürürlüğe giren anayasalardır, 1961 v 1982 anayasalarının halk oyuna sunulması sadece göstermelik meşrulaştırıcı bir etki içindir tüm anayasa kitaplarında şu paragrafın aynısını mutlaka görürsünüz, " kurucu iktidar amacının meşru olup olmadığından bağımsız olarak, hukuksal otorite yaratan sosyolojik bir iktidar" olarak tanımlanır, hiçbir norm ile bağlı değildir, kim yada kimler olduklarının bir önemi yoktur, kurucu iktidar somut bir organ ya da kurum değildir, gözlemlenebilir bir işlevdir, yürürlükteki hukuk düzeninin ihlal ederek ortaya çıkabileceği gibi, bu düzene dokunmadan yenisini de ikame edebilir, yasa dışı bir sosyal grup olabileceği gibi yasal olarak kurulu bir organ işlevi de üstlenebilir, Hegel den başlayarak Sies karsimit Keridö Malberg gibi siyaset ve anayasa teoristlerinin ortak görüşü budur, bulunduğumuz yerden baktığımızda 1979 darbesinden beri siyasal ve hukuksal olarak pozisyon almış İran Humeyni rejimi niye şahı devirdi diye yargılanabilir mi? Bu soruya sevgili dostum Av. Hasan ÜREL in de aldığı mütalası seçkin bir profosörlerden aldığı mütala ile bu soraya Türkiye ye yönelik şu örneği veriyor, iddianamenin hukuku değerlendirme bölümünün aynen tekrarladıktan sonra güç dengesi değişti gücü elinde bulunduranlar geçmişte darbe yapan kurucu iktidar sorumlularını şimdi TCK nının 146 ve 147. Maddelerinden yani Anayasayı İhlal suçundan yargılayabilirler diyor, zaten iddianamenin de sevk maddesi budur, seçkin profosör demokratik ülkelerde asli kurucu iktidar halktır diyor, bunlar iktidarı zorla gasp etti şimdi güçler dengesi değişti diyor, güz dengesi üzerine kurulu bir dava dediğimizde demek ki bu dava siyasi bir davadır, Türkiye'de 1876 dan beri anayasacılık hareketlerine baktığımızda, 1921 deki 10 aylık süreyi saymazsak Türkiye tarihinde kurucu iktidarlar silahlı ve silahsız bürokratik güçler olmuştur. Bu sanıklar bu sürecin ve bu kültürün ürünüdür, eğitimleri gereği darbe yapmaya sürekli kurucu iktidar olmaya koşullanmışlardır, Mazallah Ergenekon, Balyoz 28 Şubat davalarında emekli muvazzaf generalleri hapishane ve ceza ile şu anda terbiye ediyor olmasaydık bu sürek böyle devam edecekti. Ve asla Türkiye halkının katılımı ile bir demokratik anayasayı yapamayacaktık. Bana göre bu sanıkları niye anayasayı tebdil, tahir ve ilga ettin diye yargılamak mantıklı gelmiyor, kaldı ki 147. Maddede TBMM nin görevini iskat ettiklerine dair suçları ap açıktır, yargılamayı hiç uzatmadan TCK.'nın 147 delaletiyle iddianamede böyle söylüyor, TCK. 146 Maddeden mahkeme ceza verebilir. Hiç kimse siz darbeciler TBMM yi kapatıp, üyelerini de Hamzakoya sürmediniz diyemez. Video kayıtları ile herşey ortadadır. 105 klasör belge daha toplamaya gerek yoktur. Ancak bu bir siyasi karar olur. Anayasa yapım süresicinin tarihsel koşulları açısından Türkiyenin özgür koşulları ve Anayasa teorisi bakımından tartışmalı bir sonuç olur. Eğer Yunanistan ve Arjantin darbecileri yargılama örneğinde olduğu gibi hukuki bir yargılama yapıp bu sanıkları işkence adam öldürme hürriyeti tehdit, görevi suistimal suçundan yargılayamazsak hiç kimse tatmin olmayacaktır. Vicdanlar yaralı kalacaktır. Bu salon karısı, kızı, kocası, öldürülen işkence görenlerle hala vücudunda işkence izi taşıyanlarla dolup boşalmaktadır. Vicdanlar Cemil Kırbayır'ın akıbetinin araştırılması, sorumlularının cezalandırılması için çırpınıyor bu salonda, bu sanıkların da davamız sanıklarının da bu olaylarda bir dahili varmı diye buradayız. Zaten iddianamenin iki eksik ayağı vardır. Bir bu merkez davada sanıkların diğer suç ortakları ceza muhakemesi kanuna göre fiili ve şahsi irtibat var olduğu halde bu davanın sanığı olarak 109/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 yargılanmamaktadırlar. Arkadaşlarımız anlattı bunu Bayrak Planı etrafında örgütlenene generallerin suç ortağı olduğunu, iki iddianamede işkence ve adam öldürme konusunda yeteri kadar bilgi belge ve suçlama olduğu halde sadece bu doğrultuda sevk maddesi yoktur. Kaldı ki bu dava sürecinde ordu ve kolorduya bağlı işkence merkezlerinde işkence iddiaları ve şüpheli ölümler ile ilgili yeteri kadar belge de mahkeme dosyanıza gelmiştir. Ne var ki Mahkeme bu konuda suç duyurusunda bulunmuş ve Başsavcılıkta topu 60 ilde C.savcılarının sürdürdüğü soruşturma dosyalarına atmıştır. 2010 refarandumunu yapan siyasi iradenin bu soruşturmaların arkasında artık durmadığını gözlemlediğimize göre bu dava 147 delaletiyle 146.madde ile sonuçlanacak gibi gözükmektedir. Bu sonucun kamu oyunu tatmin etmeyeceğini düşünüyorum. Sanık avukatı TCK 146. Madde bağlamında biz kurucu iktidarız, 146 ile biz yargılanamayız iddiasında bulunmaktadır ve bunu kanıtlamak için de TBMM,'ye, Cumhurbaşkanlığına, Başkabakanlığa, İçişleri Bakanlığına, J.Genel K.lığına gerek şahsen gerek Mahkeme aracılığıyla başvurarak bazı talepleri dile getirmekte ve bazı belgeler istemektedir. Mahkemeye sunmak üzere. Öztle söylersek; bir 12 Eylül 1980 ile Meclis Başkanlık divanının oluşturduğu 1983 tarihleri arasında kabul edilen ve yürürlüğe konulan kanunların dökümünü istemektedir, bu kanunların yürürlükte olup olmadığını, yürürlükten kaldırılmış olanlar var ise bildirilmesini, MGK.'nin yaptığı işlemlerin 2709 Sayılı Anayasaya idari mali ve cezai bir işleme tabi tutulup tutulmadığını sormaktadır. Sanık avukatı bu istemini 12 Eylül rejiminin yasal olduğunu 30 küsür yıldır hala uygulamakta olduğunu, kanunlarıyla ve kurumlarıyla uygulamakta olduğu konusunda bir iddiayı kanıtlamak için söylemektedir ve bazı kanun maddelerini o dönem çıkan saymaktadır. Şimdi kanun maddelerinin dökümünü istediğine göre bende kısaca o dönem çıkan kanun maddelerinin dökümünü TBMM sitesinden araştırdım. Örneğin 2779, 2859, 2828, 2827, 2873, 2918 daha uzatabiliriz. Bu kanunlar darbe döneminde yani 1983 Meclis Başkanlık divanı kuruluncaya kadar çıkmış uygulamaya konmuş, bu kanunlar nüfus planlaması, sahil güvenlik kurumu, tapu kadastro, trafik kanunu, sosyal hizmetler kanunu, devlet başkanı yerine Cumhurbaşkanı denmesine ilişkin sıradan her ülkede görülebilecek rutin basit kanunlardır. Şimdi 1961 faşist rejiminin restore fakat 12 Eylül faşist rejimini takip eden asıl kanunlardan bahsetmemiz lazım. O dönemde çıkan. 2324 Sayılı Anayasal düzen hakkında kanun. Bu kanun okunduğu zaman darbe süresince 1961 Anayasasının yürürlükte olduğu görülür. 2911 Sayılı Kanun toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununda zaten böyle bir kanun vardı. Rejim yeni bir kurum oluşturmamıştır. Bu kanun 4 kere 5 kere değiştirilmesine rağmen hala düşünce açıklama önünde bir engeldir. Öğrenciler, işçiler hala içerdedir bu kanun ile. 2893 Sayılı Kanun Türk Bayrağı kanunu. Ben arkadaşımız istemiş bu kanunları. 12 Eylül rejiminin yasal olduğunu ve yeni kurum ve kurallarıyla 30 yıldır uygulandığını söylemektedir ve meşru olduğunu söylemektedir. Ona bir cevap olarak söylüyorum. Türk Bayrağı kanunu. Zaten 1936 yılından beri bir Türk Bayrağı kanunu vardır. Ama bu kanun ile bayrak daha da tapılacak bir kutsal sembol haline getirilmiş, rejimin Türkçü, pozitivist, laik ideolojisinin gereği yerine getirilmiştir. Milletvekili seçim kanunu 2839. Zaten bu kanunda vardı. Ama bu kanun ile bölge barajları ve ülke barajları getirilerek toplumsal katılımın sağlanması parlementoya temsileseçilmişlerin toplumsal katılımının sağlanmasının önüne geçilmiştir. Siyasi partiler kanunu. Yeniden tahkim edilmiştir. Kısa kısa söylüyorum. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu kanunu. Hakimler ve Savcılar iki ayrı kurum iken bir kurum haline getirilmiş, yargı vesayeti açısından yeniden tahkim edilmiştir. Gazi Mustafa Kemal'in doğumunun tabiki rejimin bir de ideolojik ayağı vardır. İdeolojik meşrulaştırıcı bir ayağı olmalıdır. Gazi Mustafa Kemal'in 100. Yıldönümü ve Atatürk Kültür Merkezinin kurulması hakkında ki kanun. Bu kanunun Atatürk Dil ve Kültür Yüksek Kurumunun kuruluşuyla ilgili birlikte düşünürsek rejimin Atatürkçü pozitivist, laik karakterini pekiştirip başka ideolojilerin dışlandığını ve kriminilize edildiğini görürüz. Güneş dil teorisi ile tüm insanlığın Türk soyundan zühur ettiğini özellikle Kürtlerin daha Türk olduğunu ispatlamak konusunda çok gayret sarf etmiştir bu kurumlar. Başka etnik siteler yok sayılmış 110/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Ermeni tehçirini yok sayan Yusuf Halaçoğlu bu kurumdan çıkmıştır. Bunları sıralamak mümkün. Şöyle söyleyeceğim. Kısa bir çok kanun çıkmış. Ancak sanık avukatının bize göre bana göre yanıldığı nokta şudur. 12 Eylül 1980 rejimi yeni bir sistem, yeni bir kurum kurmamıştır. Kurumlarıyla ve kurallarıyla yeni bir kurum kurmamıştır. Kurduğu kurumlar Atom Enerjisi Kurumu her ülkede olabilecek bunlardan Devlet Denetleme Kurulu bugün Allah'tan hayırlı bir iş yapıyor. Hrant Dink'in suikastini araştırıyor. Buna benzer birkaç kurumun dışında 27 Mayıs darbesi ile oluşçturulan tüm kurumlar yeniden restore edilip yeniden pekiştirilmiş yeniden tahkim edilmiştir. Zamanla esaret rejiminin aşınması sonucu bu kurumlar yeni kanunlarla yeniden restore edilmiştir. 12 Eylül rejimi yeni bir kurum, yeni bir kurumsallık getirmemiştir. 1927 faşist darbesinin bir devamı olarak hüküm sürmüştür. Bu anlamda baktığımız zaman tarihsel sürekliliği içerisinde 1876 yılından beri görünürde bir meşruiyeti vardır. Yani hep böyle olagelmiştir. Kurucu iktidarlar. Ama bu böyle oldu diye 12 Eylül rejiminin hukuki ve siyasi meşruiyeti asla yoktur. Fiziken işledikleri insanlara eziyet ederek, idam ederek zaten kendi Kenan Evren burdaki bir beyanında da söylemişti; Hakim arkadaşın biri de sormuştu yani bir sağdan bir soldan astık diyorsunuz. Ölüm bu kadar basitemi indirgediniz diye sormuştu. Yani peşin idam hükümleri veren bir tür sanıklarla karşı karşıyayız. Ve bunların işlediği suçlardan dolayı yargılandırılıp 146.madde şemsiyesi altında işledikleri suçlar araştırılıp yargılandırılıp 146 şemsiyesi altında ceza verilebilir diye düşünüyorum. Saygılar sunuyorum. " Demiştir Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 21/06/2013 tarihli beyanında: "Sayın Başkan, değerli Üyeler, maalesef bir yargılama yapamadık. Ben işin açığı gelen belgelerle de iki duruşmadır ilgilenmiyorum. Yeteri kadar belgede vardı dosyamızda 105 klasör. Zaten darbe yapıldımı ? Yapılmadı mı? Darbe önceden planlandı mı? Planlanmadı mı? gibi bir tartışma zaten kamu oyunun gündeminde zaten böyle bir tartışma yok. Herkes biliyor ki darbe yapıldı. Ama bir yargılama yapamadık. Maalesef. Bu duruşma açıldığında çok ümitli idik. Bir kısım avukat arkadaşlarımız protesto ettiler. Bu yargılamanın bir tiyatro olduğunu söylediler. Protesto ettiler. Duruşmalara katılmadılar. Biz onları eleştirmiştik. Ümitli idik. Ama maalesef geldiğimiz noktada bir yargılama yapamadık. Mütalaada beni çok heyecanlandırmıyor. Çünkü sonucu belli. 147 delaletiyle 146. Maddeden cezalandırılmalarını isteyecek. Hatta sonucu da söyleyebilirim. Yerinize ihsas-ı rey de bulunabilirim. Sonuçta 146'dan ceza alacaklar. Bu kamu oyunu tatmin etmeyecektir. Çünkü sözlerim Mahkemenize dönük anlaşılmasın. Çünkü bu davanın arkasında 2010 refarandumunda bu davaların açılması için bir madde vardı. O maddeye oy verenlerden biri de benim. Çok ümitli idik. Bu davaların arkasında 2010 da olduğu gibi siyasi iktidar durmamıştır ve durmamaktadır. Topu C.savcıları 60 ile atmaktadır. Biz bu sanıkların adam öldürme, adam öldürmeye azmettirme, işkence, görevi kötüye kullanma, hürriyeti tahdit gibi suçlardan da yargılanmalarını istiyoruz. Hatta basında son dönemde çıkan Tunceli de yaptıkları inanç asimilasyonu dediğimiz bir insanlık suçundan da yargılanmalarını istiyoruz. Basında böylede haberler çıkmaktadır. Ama bu konuda Mahkemenize dönük konuşmuyorum. Savcılar harekete geçmemiştir. Bizde savcılık makamı maalesef iktidarın bir memuru gibi çalışır. Ve iktidar, siyasi iktidar arkasında değil ise o savcının hele ki böyle bir siyasi davalarda o savcı bu soruşturmaları yürütemez ve 60 ilde yürüyor dediğimiz soruşturmalardan da hiçbir netice, hiçbir sonuç gelmemektedir. Herkes biliyor ki bu insanlar darbe yaptı. Bu sanıklar işkence suçuna azmettirdi. Sistematik işkenceyi azmettirdiler. İşkencede adam öldürdüler. Görevi kötüye kullandılar. Tonlarca gazete yakıldı. Bunların dökümünü verdik. Tonlarca film yakıldı. Tonlarca aydın, yazar işinden edildi. Tonlarca insan yerinden sürgün edildi. Bunların hiçbirini burada yargılayamadık. Sonucu belirli bir davayı götürmekteyiz. Kamu oyuna karşı 146 ile TCK. 146 ile sonuçlanacak bir davayı götürmekteyiz. Şununda kamu oyu tarafından bilinmesinde yarar var. Bu sanıklar 146. Maddeden ceza alsalar bile 3713 Sayılı Yasaya göre 10 yıl hapis yatacaklar. Yani ağırlaştırılmış müebbet verilse bile 10 yıl. Sayın Mahkeme heyeti yaşlıdırlar şudur budur diye 111/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 bir şey taktir ederse 8 yıl yatacaklar. Çünkü eski TCK.'nın 78,79 ve 80. Maddeleri yani içtima hukukunu düzenleyen içtima, fikri içtima, maddi içtima ve teselsül hükümlerini düzenleyen yasalara göre 146. Madde şemsiye bir maddedir. Diğer suçlar olsa ki yargılayamadık, diğer suçlardan. Diğer suçlar olsa bile yine 146'dan ceza alacaklar ve 10 yılla cezalar infaz edilecek. Yani burada sanıkların çok ağır bir ceza sonucuna uğrayacakları beklentisinin olmaması açısından bu açıklamayı yaptım. Ben daha öncede söyledim. 146. Maddeden ceza verdiğimiz zaman sanık avukatlarının belirttiği gibi bir kurucu iktidar tartışması burada yapmak zorunda kalacağız. Kamu oyunda yine bir kurucu iktidar tartışması yapılmak zorunda kalacak. Yani sanıkları sırf 146. Maddeden cezalandırdığınız zaman bir kurucu iktidar tartışması toplumun gündemine gelecektir. Ancak bu sanıklar dediğim suçlardan yargılanabilseydi bu şahsınız ile ilgili değil çünkü Mahkemeler tahkik sistemiyle engizisyon sisteminde olduğu gibi tahkik sistemiyle çalışmıyor. Sizde önünüze gelen iddianame ile çalışıyorsunuz. Önünüze böyle bir iddianame gelseydi ki ben bu konuda ısrarlı oldum. İşkence suçları da vardır iddianamede diye. Oradan da yargılama pekala yapılabilirdi. Maalesef yapılamamıştır. 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununu, geçen duruşmada bahsetmiştim. 1983 yılında yani Başkanlık Divanı, Meclis Başkanlık Divanı kurulmadan önce çıkan bir yasadır. 12 Eylül sürecini kapsayan bir yasadır. Ve bugün siyasi iktidar bu yasaya bile tahammül edememektedir. Bu 12 Eylül yasasına bile tahammül edememektedir. Polisin dahada güçlendirileceğini, daha çok gaz alınacağını, daha çok TOMA v.b araçlar alınacağını söylemektedir. Yani siyasi iktidar bu masum, son derece masum gezi parkı olaylarından sonra demokratik haklarını kullanan insanlara karşı tutumuna baktığımız zaman bu davanın da arkasında artık duramayacağını, bu davanın da kamu oyunun beklediği şekilde bitmeyeceğini biliyorum ve saygılarımı sunuyorum." Demiştir. Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında: "Sayın Başkan, değerli üyeler. Esas hakkında mütalaya ilişkin birkaç şey söylemek istiyorum. Meslektaşlarım söylediler. Daha önceki geçmiş duruşmada diğer meslektaşlarımda bahsetmişler çok üzerinde durmayacağım. Mütalaa savcısı insanlığa karşı suç tanımı ile ilgili çok parlak, çok yaldızlı çok teorik bir giskus yapıyor. Mütalaa da uzun uzun, ancak biz burada sanıkları insanlığa karşı suç işledikleri için yargılayamıyoruz. Mahkemeniz önüne gelen iddianame ile sınırlı ama yaptığınız suç duyuruları da 60' ı aşkın ile giden suç duyurularında da bir netice alamıyoruz. Ben daha evvelki savunmalarımda da söyledim, aslında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 7/2 az önce meslektaşım o konuyu açıkladı, sevgili Ergin CİNMEN. Uluslararası sözleşmelere yıllar önce imza atmışız. Yine 1961 Anayasasında uluslararası sözleşmelerin önceliği vardır. Yine orada da vardır. Sınırlı da olsa orada da belirtilmiştir ve 1982 Anayasasında da uluslararası sözleşmelerin 90. Maddede kanun hükmünde olduğu hususu vardır. Yani savcılarımız insanlığa karşı suç tanımı her ne kadar 2005 yılındaki ceza hukukuna yeni girmiş ise de ; geriye doğru yürütülebilirlerdi. İştemütalaada bahsediyor, Talin Yüksek Mahkemesinin kararı, Peru' nun başvurması üzerine Venedik Komisyonunun kararı, buna benzer yine AmerikanLatin Amerika ülkelerini kapsayan daha çok o konuda karar alan Amerika İnsan Hakları Mahkemesinin insanlığa karşı suç tanımında geriye doğru yürüdüğünü, usulü geriye doğru yürüttüğünü biliyoruz. Savcılarımız bir iktidar kavgası olduğunda bir yolsuzluk olduğunda bunun ucu bir iktidar kavgasına ulaştığında onları kutluyorum mangal gibi yürek var, dava açabiliyorlar, üstüne gidebiliyorlar, ama medeni uluslar ailesinde yerimizi almamız için adli yargılamalarda, insanlığa karşı suç tanımını geriye doğru yürütemiyoruz. Yine mütalaada var, iddianamade var, TCK.nun 107.maddesini yeni ceza kanununun 67.maddesini T.C.Anayasasının 83.maddesinin arkasına dolanarak zamanaşımı dokunulmazlık ve ileriye dönük af olamayacağı konusunda bu davayı açabiliyorlar ve önünüze getirebiliyorlar. Halbuki daha kolayı vardı.Sözleşmelere imza atmıştık. Anayasalarda vardı. Geriye doğru yürütülebilirdi. 32 adet sistematik işkenceden bahsediyor iddianame. Tüm bunlar tek tek sayılıyor. Mağdurların ifadeleri alınıyor. Fakat 112/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 sevk maddesi yok. Ve biz yargılayamıyoruz. Meslektaşlarım söyledi. Biz burada tek tek mağdur olanların avukatıyız. Ancak bu mağdur olanlara ilişkin hiçbir delil, hiçbir belge buraya getirilip tartışılmadı. Sanıkların yaptıkları işkenceden gözaltındaki adam öldürmelerden, sırf 3 ay içinde darbe geldiğinde 43 tane insanın gözaltında öldürüldüğü yazılmaktadır. Toplam 191'diriddianamenin sayısı, gözaltında öldürülenlerin sayısı. Bu hususların hiçbirini burada bir belge ile tartışamadık ve bu yargılamayı gereği gibi yapamadık. Sanıklar en az bunlardan sorumlu tutamadık. Biz burada 146.madde Anayasayı tebdil, tahir, ilğa TBMM görevinden cebren men etme suçlarını tartışıyoruz. Bu çok ironik bir durum. Şahsen ben ve solcu arkadaşım, sosyalist arkadaşım 146/1'den yargılandık ve cezalar aldık. Ve ne ironiktir ki yine 1961 faşist bir darbe ile oluşturulmuş bir 1961 Anayasası'nın niye tebdil ve tahir ve ilğa edildiği konusunda burada bir taraf gibi duruyoruz. Halbuki bunun tarafları çok. Başbakanın temsilcisi burda, TBMM'nin temsilcisi burda, onlar arasında bu dava geçebilirdi. Mademki biz tek tek insanların, tek tek mağdur olanların, öldürülenlerin, işkence görenlerin ve yakınlarının avukatıyız, burada tek bir sorumluluğu sanıkların tartışılmıyor, belgelendirilmiyor. Şahsen 146.maddede yargılanmaları hususunda burada taraf olmaktan hicap duyuyorum. Ancak siz önünüze gelen iddianame ile sınırlısınız. 146 ve 147.maddeden savcılar esas hakkında yada iddianame savcısı buyurmuşlardır. Burada 147.maddede bir ceza tertip ederseniz bunun daha mantıklı daha kalıcı daha tartışmaya açık olmayacağını düşünüyorum. Çünkü 146.maddede yine mütalaanın ikinci bir noktası 146.maddedeki suçun teşebbüs olduğunu, suçun teşebbüsü cezalandırdığını uzun uzun teori, zorlama ve zorlayarak tartışıyor ve orada da bir tartışma açıyor. Ve sonunda şunu diyor, mademki suça teşebbüs cezalandırılmıştır. Eylemin tamam olması yani darbenin tamam olması zaten bir suç oluşur. Bir Aristo mantığıyla bir suç tanımı yapıyor. Bu dava siyasi bir davadır. Siyasi davalarda cezalandırılacak madde bulunur. Ve 147.madde şuan geldiğimiz koşullarda bana göre daha uygun bir cezalandırma yöntemi olur. Çünkü orada teşebbüsü yargılandırmıyor, icra vekilleri heyetinin cebren görevden men edilmesi suçunu cezalandırıyor. Çünkü burada biz yalnız değiliz. Yarın sanık avukatı tartışma yapacak, dosya Yargıtay'a gidecek, kamuoyu bu davayı tartışacak. Kurucu iktidar meselesine geliyoruz. Çünkü bu dava siyasi bir davadır. Sanık avukatları başından beri söylüyorlar, yine söyleyeceklerdir. Teşebbüsü tartışacaklardır. Teşebbüsün suç olduğunu, tamamlanmış halinin suç olmadığını darbenin tartışacaklardır. Kurucu iktidarı tartışacaklardır. Ülkenin hala 12 Eylül Anayasası ve kanunlarıyla yönetildiğini tartışacaklardır. TBMM'nin Anayasa Komisyonunun lav edildiğini, şuanda TBMM'nin niyetinin ve kudretinin 1982 Anayasası'nı değiştirmeye yetmediğini tartışacaklardır. Diyeceklerdir ki; 33 yıldır bizim Anayasamız ve bu Anayasadan zuhur eden kanunlar uygulanıyor diyeceklerdir. İç hizmet kanununun 35.maddesine göre darbe yapıldı, meşruyuz diyeceklerdir. Bu bağlamda kurucu iktidar tartışmasına kısmen değindim. Zaten geçen duruşmada değinmiştim. Üç türAnayasacılık'tan özetle söz etmiştim. Sözleşme Anayasacılığı, Darbe Anayasacılığı ve Ferman Anayasacılığı'ndan söz etmiştim. Bizim 137 yıllık Anayasa 1876'dan beri Kanuni Esasi'den beri Anayasa sürecimizin bir ferman anayasacılığı olduğunu yaptığım araştırmalara göre beyan etmiştim. Diğer ülkeler şu veya bu şekilde bir Anayasa oluşturuyorlar, Ferman Anayasacılığında onlardan geri kalmadıklarını, bürokratik sivil iktidarlar aracılığıyla onlardan geri kalmadıklarını, bizimde Anayasamız var diyebilmek için topluma böyle bir dayatma yaptıklarını, daha önceki beyanlarımda söylemiştim. Kurucu iktidar tüm Anayasa hukukçularının beyanlarına göre sosyolojik bir olgu olup hiçbir norm ile bağlı değildir. Hiçbir hukukla bağlı değildir. Ancak bu tarihsel belirli koşullarda 137 yıllık Anayasa tecrübemiz içinde hep Anayasalar böyle yapıldı diye darbe yapmaya, darbe yaparak insan öldürmeye, darbe yaparak işkence yapmayı meşru kılmaz, hukuki kılmaz. Sanıkların bu anlamda önünüze gelen iddianame ve mütalaa çerçevesinde benim nacizane görüşüm 147.maddeden yargılanmalarının daha mantıklı olacağını söylüyorum. İstanbul'da bir daha asla sergisini gezdim. Burada bir şeyde tüm dünyada bu tür işkenceler, diskiriminasyonlar, 113/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 insanlığa karşı suçlarda ülkeler günümüze geldiğimiz süreçte özür dilemişlerdir. Yaptıkları kendileri kalkınmasalar bile, kendileri taraf olmasalar bile o iktidarlar, geçmişte yapılan işkence, zulüm, holokost benzeri insanlığa karşı suçlardan dolayı özür dilemişler. Buna ilişkin bir sergiye gitmiştim. Avusturalya Aborjinlere karşı, Amerika II.Dünya Savaşı'nda Japonlara karşı diskriminasyon uyguladığı için, Almanya Yahudilere karşı bir holokost uyguladığı için, Britanya Kanlı Pazar için Kuzey İrlanda'ya uyguladığı, Şili-Bulgaristan tüm iktidarlar özür diliyorlar, ülkelerinin bu suça karıştığından dolayı. Willy Brandt diz çöküyor yahudilerin bu soykırım sonucu yatırıldığı mezarın önünde diz çöküyor ve holokosta karşı bir özür diliyor. Benim buradan acizane bir önerim var. Hala Fransa açık açık bir özür dilemedi, ancak Fransız aydınları Jan Fuar Hartır ve Frans Hanon daha fazla susmayın diyor siyasilere, bukadar susarak alçalamazsınız diyor. Giderek Fransa'da bir özür dileme sürecine gidiyor. Önce düşünürler başladı. Şimdi benim burada bir önerim var, daha fazla sayın Kenan EVREN'in ve diğer sanık Tahsin ŞAHİNKAYA'nın avukatlarına bir önerim var. Bu dava bir yüzleşme davasıdır aynı zamanda. Burada bir öc almak için sanıkların yargılanıp cezalandırılması, ipte sallandırılması, ceza evinde çürümesi öc alma duygularıyla gelmiyoruz. Burada bir insanlığa karşı suç işlenmiştir. Burada yüzleşmeye geldik, varsa cezalarını yargılamaya geldik. Bu idam edilenlerin 12 Eylül'de katliama uğrayanların içinde sembol isimlerden biri Erdal EREN'dir. Benim önerim şudur, Kenan EVREN Erdal EREN'in mezarına gitsin, diz çöküp özür dilesin. Tarihe kötü faşist bir diktatör olarak geçti. Tarihe iyi vicdanlı bir ihtiyar olarak geçebilir ve bu toplumsal yüzleşmede Türkiye'de önemli bir adım olabilir. Teşekkür ederim." dediği, Müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Kazım Genç Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Bizce 12 Eylüle giden yolda 1 Mayıs 1977 olaylarımihenk taşıdır. Arkasından gelen Çorum, Kahramanmaraş, Sivas katliamları da diğer kilometre taşlarıdır. Bu olaylara fail olarak karışan kişiler beraat etse de toplum vicdanında bu olayların failleri olarak görülmeye devam etmektedir: Dolayısıyla bu kişilerin 12 Eylül mağduru olarak kabul edilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Diğer yandan müvekkillerimden Erdal Eren bir çocuk olduğu halde idam edilmiştir. Veysel Güney de keza yargılanmış ve aldığı ceza yargıtay tarafından 10 gün içerisinde onaylanmıştır. Ailelerine bir mezar yeri dahi gösterilmemiştir: her iki müvekkilin yakınları da yaşananlardan dolayı mağdurdur. Mahkemenizce dava basitleştirilmeyerek derinleştirilmeli ve 12 Eylülün tüm faillerinden hesap sorulacak bir aşamaya getirilmelidir. Ayrıca Mahkemenizde benzeri mahkemelerde ağırlaştırılmış müebbet hapisle yargılanan pek çok insan mevcuttur. Hangi görüşten ve kesimden olursa olsun bu tarz bir suçtan yargılanan bir kişinin tutuklanmadan yargılandığı bir örnek yoktur. Ancak bu dosya bu konuda bir ilk olma durumundadır. Bu sebeplerle sanıkların tutuklanmalarını talep ediyoruz dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında: Biz pek çok avukat arkadaşla birlikte bir gün önce Mahkemenize klasör halinde gerek devrimci 78 liler federasyonu, gerek 12 Eylül döneminde idam edilen 6 kişi ve yine gerekse işkencede öldürülen 5 kişinin mirasçıları adına vekaletname koyduk ve özellikle idamlar ile işkenceler yönünden ayrı ayrı belgelerde sunduk. Söz gelimi Erdal Eren 12 Eylülün bu topluma yaşattıkları acıların bir simgesidir. O ve diğer simgelerin bu davada müdahil olarak yer almaları gerektiğini düşünüyoruz. Diğer yandan 12 Eylülün ardından mağdur olan kişilerin kurdukları sivil toplum kuruluşları o tarihte tüzel kişilik olarak var olmamakla birlikte 12 Eylül mağdurlarının gücünü örgütlü olarak biraraya toplanmış yapılanmalardır. Yüzlerce kişilerin ayrı ayrı müdahilliği yerine bu tüzel kişiliklerin müdahilliğine karar verilmesi gerektiğini de düşünüyoruz dediği, Av. Kazım Genç Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli beyanında: Diğer meslektaşlarımızın beyanlarına iştirak ediyor ve 9 aylık yargılama süreci dikkate 114/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 alınarak sanıkların bir an önce sorgularının yapılmasını talep ediyorum dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli ifadesinde Sanıklardan Ali Tahsin Şahinkaya'nın durumu ile ilgili diğer meslektaşlarımın beyanlarına iştirak ediyorum ve sanık Ali Tahsin Şahinkaya hakkında tutuklama kararının verilmesini talep ediyorum. Zira bu sanığa atılı suçtan bir gün dahi olsa tutuklu olmadan yargılanan başka bir kişi örneği bulunmaktadır. Sanık ta samimiyetsizliğini davranışları ile ifade etmiştir. Tutuklanma yönündeki talebe bende katılıyorum, dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli ifadesinde: "Sayın Başkan sayın üyeler iddianameye baktığımızda sanıkların Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını değiştirmekten ve teşebbüs etmekten yargılandıkları ve iddianamede ki tarihe göre bu suçun başlangıç tarihinin 02/01/1980, son tarihinin de 06/12/1983 tarihleri arası olarak gerçekleştiğini ve eğer hafızam beni yanıltmıyorsa sayın Mahkemenin de ilk duruşmasonrası sanıyorum 14 mü 16 Haziran 2012 tarihinde verdiği kararla suç tarihinin başlangıç ve sonucunu bu tarihlerle sınırladığını, hatta bi sanıklar vekilinin bunun başlangıcının 1 Mayıs 1977 diye Kahramanmaraş olaylarına ve oraya kadar gitmesi gerektiği noktasında ki taleplerimizin de Mahkeme tarafından reddedildiğini bir daha hafıza tazelemek anlamında bilgilere sunmak istiyorum. Müdahiller vekili olarak talep ettik. Tabi yanlışlık olmasın düzeltiyorum. Efendik sanıklar vekili 1 Mayıs 1977 Taksim katliamı ile ilgili düşüncelerini ifade ederken o dosya ile ilgili bazı tanıkların anlatımları, bazı raporlar, bazı dosyalarla ilgili görüşler sunarak ordakilerin tanık olarak dinlenmesini talep etti ve 1 Mayıs katliamı ile müvekkillerinin arasında illiyet bağı kurulamayacağının, bunun eğer kurulacak ise de cezalandırılmalarını istedi. Şimdi tabi çok açık ve çok net olarak biliyoruz ki; darbeciler bu işleri kendileri yapmazlar. Yani darbe yapma noktasında olanlar yada darbe yapanlar hep kendi alt tabakalarında ki birilerine ve daha üstte planlayarak yaparlar ve bunun belgesi işte bugün sayın Mahkeme Başkanı tarafından Mahkeme dosyasına gelmiş Hasan Duman imzalı bir belge ile de görüldü. Yani Kenan Evren imzasıyla Yurt - Kor adlı bir planında hala bugüne kadar devletin yani Genel Kurmayın arşivlerinde durduğu Mahkeme istedikten sonra bunların yakıldığı, imha edildiği ve tutanaklar tutulduğu ve daha ileri giderek benzer belgelerin de imhası yoluna gidildiği noktasında ki bu belge dahi başlı başına darbenin üst noktasında olanların bunu bizzat fiili olarak yapmayacakları, dolayısıyla altındaki mahiyetleri kanalıyla yapacakları çok açık ve net olarak gösteriyor. Bizim burdan anladığımız şu. Sanıklar vekili bu davadan dosyayla yakın veya uzak ilgili ne varsa celp ederek, isteyerek, bu davayı uzatmak ve zaten belirli bir yaşta yani Türkiye ortalamasının üstünde olan sanıkların ecelleriyle rahmetli olup ve bu davanın düşürülmesi noktasında bir şey var ama; biz katılanlar vekilleri olarak yani bunlar ecelleri ile de öleceklerse de devlet törensiz yapılsın diye bari bir mahkumiyet kararı çıksın istiyoruz. Yani ben baştan beri bu dosyada ısrarla ve inatla bazı meslektaşlarımdan ayrılarak bir şey söylüyorum. Sanık Kenan Evren bu huzurda ifade verirken ben darbe planı yapmayı Genel Sekreterim Haydar Saltıktan istedim ve ona yaptırdım dedi. Yani darbe planını biz yaptık. Darbeyi de biz yaptık dedi. Kendisi çok açık ve çok net ifade etti. Artı demese ne olur ki? Resmi gazetede yayımlanmış. Bu ülke darbeyi 30 yıldır yaşıyor. Yani güneş doğudan doğduğu için tanık dinlememize ne ihtiyaç var. Ne gereksinimiz var. Bu dosya sanıkların darbe yapmaları nedeniyle yargılandıkları bir dosya olduğuna göre meslektaşım Öztürk Bey'in de ifade ettiği gibi bu diğer hususların işin diğer dosyalarında işte işkence yapanlarla ilgili ve diğer kısımlarda değerlendirilmesi çok açık ve çok olağan iken bu davaya sürülmesi ve bu davanın sürüncemede kalması bu davanın darbeleri yargılamak noktasında kadüt duruma düşmesi ihtimali de göz önüne alınarak bir an önce iddia makamına sevki ile mütalaa verilmesini saygı ile arz ve talep ediyorum. " Demiştir. Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 21/06/2013 tarihli beyanında: "Sayın Başkanım bu belgeyi Mahkeme Heyetinin tuttuğu tutanak üzerinden 115/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 değerlendirdiğimizde; aslında 12 Eylül Askeri Darbesinin tutanak içeriğinden de anlaşıldığı üzere 23/01/1975 tarihli Yurt - Kor Personel Direktifi altyapısına dayandırıldığı ve 17/05/1979 tarihinde de bu işin biraz hızlandırıldığı görülüyor. Sonuna baktığımızda da gene Mahkeme Heyetimizin tuttuğu tutanaktan; yani darbe yapılmış, kendilerine göre bir düzen kurulmuş, artık bu direktifin Türkiye Cumhuriyeti toprakları içinde herhangi bir hakimiyetinin olmaması içinde 16/05/1985 tarihinden itibaren yürürlükten kaldırılmış, ama deniliyor ki yeni bir şey hazırlanabilir gelecek günlere ilişkin ama bu sadece kuvvet komutanları düzeyinde bilinsin alt kadrolara söylenmesin yarın öbür gün olur ki bir darbeye daha ihtiyaç olursa hemen yürürlüğe koyarız ve devam ederiz yaklaşımı sergiliyor. Sayın meslektaşımın az önce belirttiği gibi sayılan, iç tehditler olarak sayılan tehditlere baktığımızda; komünizm bugün ülkemizde siyasi partisiyle, ideolojisiyle, düşüncesiyle var olarak duruyor. Kürtçülük; tartışmaya ihtiyaç yok. Devlet o dur barış süreci içinde. İrtica kişiden kişiye değişken olabilir. Benim kişisel bakışımda bugün Devletin bir çok yerinde. Dolayısıyla kendilerine göre yaratılmış bir iç tehdit oluşturularak bir darbe zemini hazırlama noktasına geliyor ve keza planın içeriğinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kendisini vatandaşlarının koruyuculuğuna emanet etmiş olup; yani evet Cumhuriyet vatandaşların koruması altındadır tespiti bir anlamda belki bir sempatik yaklaşım olarak görülebilir ama ikinci cümlesinde diyor ki bu sadece silahlı kuvvetlere aittir. Vatandaş yapamaz. Yani çünkü bu emanetin dış tehlikeye olduğu kadar içten belirecek tehditler karşısında nihai koruma sorumluluğu Türk silahlı kuvvetlerine aittir. Hani yurtdaşlara aitti? Değerlendirmesini yaptığımızda; evet bu birebir her ne kadar kısaltmasında Yurt - Kor geniş anlamda galiba Yurdu Koruma olarak değerlendirilebilecek olan bu belge ve ekleri Mahkeme tarafından neden devlet sırrı olarak değerlendirildi anlamakta çok zorluk çekiyoruz. Çünkü ta 1970, 23/01/1975 tarihinden beri başlayarak 12 Eylül darbesinin zeminin hazırlanıyor olması, altının çizilmiş olması bizim baştan beri dile getirdiğimiz, ısrarla ve inatla söylediğimiz 77, 1 Mayıs katliamı, 79 Maraş olayları ve benzerlerinin darbenin alt zeminini hazırlama olduğunun birer olgusu, birer belgesi olarak bize yansıyor. O nedenle de o belgenin bir bütün olarak dosyaya alınıp, taraflara verilmesini saygıyla arz ve talep ediyorum efendim." Demiştir Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında : "Sayın başkan sayın üyeler baştan beri yürüttüğümüz bu davada müdafi sıfatıyla olduğumuz bu davada ben hep sürekli birşey söyledim yani bu dosyada bizim tefsi tahkikat talebi veya diğer şeylerden bulunmamıza aslında fazla da derinlemesine araştırıp soruşturmamıza gerektirecek birşey yok. Zaten sanıklar çok açık bir şekilde diyorlar, darbeyi yaptık ki demeseler de bir önemi yok, ki ülkede bir darbe oldu hepimiz bunun zulmünü yaşadık çektik. Yaşamayan hiçbir aile olmadı. Bu kadar çok açık ve çok net. O yüzden yani söyleyeceklerim ile bu darbe oldu mu olmadı mı kim sıkıntı çekti mi çekmedi mi üzerine değil de, daha çok hukuki olarak neden bu darbenin izini ortadan kaldırabilir ve buna ilişkin neler yapabiliriz anlamlı birkaç söz söylemek istiyorum. Öncelikle tabi Mahkemenizde görülen bu davada olay başlangıcı 2 Ocak 1980 başlangıç olarak alındı ki bu asla doğru değil. Çok daha önceden 77bir mayıslar orada dururken 78 de yaşanan Maraş katliamı bunlar orada dururken ve bunlara ilişkin hepimizin çok açık ve net bildiği darbe hazırlık aşamalarının birer önemli olayları olarak bunlar orada dururken bizim 2 Ocak ta Cumhurbaşkanına verilen bir muhtıra tarihinin başlangıç olarak almamızın hiç doğru olmadığını özellikle üzülerek ifade etmek isyorum. Keza bu dava dosyasında 6 Aralık 1980 darbeden sonra parlementonun toplandığı tarih baz alınmasını aldığınızda da 84 te idam edilen Hıdır ARSLAN'ın hakkını kim nerede savunacağının cevabını verememek ilekarşı karşıya kalacağımız ortada dururken böyle bir sınırlamaya asla ve asla doğru görmediğimi sayın heyete sunmak istiyorum. Evet vereceğiniz karar bu darbenin en başından yaşayan bir iki numaralarına ilişkin bir karar olacak ama peki bu 12 Eylül döneminde bu muhabbet yaşamış olanlar haksız yargılanmış olanlar haksız cezalandırılmış olanlar hukuksuz idam edilmiş olanlar hakları ne olacak 116/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 bunlara ilişkin bir karar yani yargılamaların iadesini sağlamak anlamında bir adım atılabilir mi? Bir karar verilebilir mi? Bu konuda bir görüş oluşturulabilir mi? Bunu da bir değerlendirmek gerekiyor. Benim müvekkillerim birisi Erdal EREN'in abisi birisi de Veysel GÜNEY'in ablası evet bu iki 12 Eylül mağduru bu dava yani 12 Eylül döneminin en büyük talihsizlerinden yani örnek timsal olmuş noktasında insanlar Erdal EREN'in yaşı büyültülerek üstelik te Yargıtay üyesinin o çocuk haksız hukuksuz yere asıldı demesine rağmen çok açık ve netken ordan dururken ve keza Veysel GÜNEY'in hala bu gün mezarının yeri yok ve çok enteresan birşey yani biz bunu dilekçelerimizde defalarca yazdıkyani duruşma diyelim ki Veysel GÜNEY'e ilişkin duruşma bu güne bırakılıyor. Dinlenecek emniyet görevlileri bir keşifte oldukları için öğleden sonra saat 3'e bırakılıyor dinlenip idam kararı veriliyor, ve hala mezar yeri yok. Bu mağduriyetleri üzerine burada vereceğiniz karar çok açık ve net olarak bu darbe sanıklarının idamına veya ağırlaştırılmış müebbet hapsine yönelik olsa bizim bu müvekkillerimizin hakkını hukukunu sağlayacak bir adım olmuyor ki. Yani acaba bu yargılanmaların yenilenmesi konusunda gibi bir muhtariyet tanınabilir mi bir yol açılabilir mi diye böyle düşünüyorum ve sayın heyete arz ediyorum. Sayın başkan meslektaşlarımız bir önceki bölümde bu Genel Kurmayla yazışmalar sivil işler koordinasyon kurulu üzerine sözler söylediler. Evet yani bu darbeyi darbe düzeninin bir başlangıcı olmadığı gibi bir sonucuda yok hala bugün olmuş Mahkeme evrak istiyor göndermiyorlar. Yani hakimiyet hala sürüyor. Hala darbe hukuku sürüyor. Yani bunlar çok açık ve çok net ortaya koymak gerekiyor. Efendim biz ilk celsede bir dilekçe verdik ve o dilekçede çok açık birşeyin altını çizdik. Bu altını çizdiğimiz şeyin esas hakkındaki mütalaya ilişkin görüşmelerimizi sunarken tekrar sayın heyetin bilgisine sunmak istiyorum. Evet 12 Eylül de bi darbe oldu. Ama darbeciler kendi hukuklarına dahi uygun davranmadılar. Yani Anayasanın Anayasa ortadan kaldırılmadı. 12 Eylül döneminde yani Anayasanın dediler ki Milli Güvenlik Kurulu yayınladığı bildirilere aykırılık iddiasında bulunulamaz gibi birşey söylediler. Ama mesela 12 Eylül darbesinden sonra 8 Ekim de Necdet ADALI idam kararı MGK tarafından onaylandı ve infaz edildi ve Serdar SÜRER'in idam kararı 25 Ekim 1980 de verildi. Onaylandı ve idam edildi. Oysaki hani bu Anayasa ortadan kaldırılmamıştı ama Anayasaya ilişkin bu idam kararlarını onaylama yetkisi parlamentodaydı ortada parlamento kalmamış, parlamentonun görebilecek görevinin inceleyecek hala bir kurum yok. O zaman daha MGK parlamento görevi yapma yetkisi verilmemiş ama bu iki insanımız Necdet ADALI 8 Ekim de Serdar SÜRER de 25 Ekim de idamlarına karar verildi. Sanırım ki birileri uyardı. 28 Ekim 1980 de Anayasa düzeni hakkında kanun yayınlandı. 2324 Sayılı Resmi Gazetede 17145 sayılı kanun yayınlandı ve ancak o zaman parlamento görevine ilişkin danışma kurulu oluşuncaya kadar MGK nın yürüteceğine ilişkin bir karar düzenleme yapıldı. Ama ne yazık ki 8 Ekim de Necdet ADALI 25 Ekim de de Serdar SÜRER in kendi hukuklarına bile darbecilerin kendi hukuklarına bile aykırı bir şekilde idam edildi. Yani cinayet işlediler. Bu cinayetin altını tekrar tekrar burada çizmek istiyorum. Meslektaşlarımın bu davayla ilgili ileri sürdükleri taleplere ben de katılıyorum. Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum." Kendi adına ve bir kısım müdahale talebinde bulunalar vekili Av. Osman Başer Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Ben kendi adıma ve ayrıca dilekçemde isimlerini verdiğim 61 mağdur adına davaya müdahale talebinde bulundum dedi devamla; Dilekçesinde belirttiği hususuları ayrıntısıyla anlattı. Davaya müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz. Ayrıca 12 Eylülün kurduğu Harp Dairesinin uzantıları CHP içinde de vardır. MHP içinde de vardır: Milli Selamet Partisi içinde de vardır: Dolayısıyla tüm kesimler darbeye karşı ve darbe kültürüne karşı duyarlı olmalıdır dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli ifadesinde Mahkemeniz taraflar arasında ayrım yapmaktadır. Müdahale talebinde bulunan Sol ve 117/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Sağ kesime haksızlık yapılmakta, Sol kesime daha fazla söz hakkıtanınmaktadır dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli ifadesinde Bir önceki celse bir kısım yanlış anlaşılacak beyanda bulunmuş olabilirim. Bunu düzeltiyorum. Ayrıca bu celse bir kısım müvekkil açısından müdahale talebinde bulunuyorum. Ayrıca bir önceki celse bir kısım müvekkil yönünden müdahale talebimizi tekrarlıyoruz dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli beyanında: Biz daha önce bir kısım müşteki yönünden müdahale talebinde bulunmuştuk. Bazıları yönünden kabul edildi. Bazıları yönünden red edildi. Şimdi ise 2010/60075 nolu soruşturma dosyasında o dönem görev yapan doktor binbaşı Selim Kaptanoğlu ile bir kısım güvenlik görevlilerinin beyanları alınmıştır. Bu beyanlardan şahsıma ve müvekkillerden Yılma Durak'a işkence yapıldığı anlaşılmaktadır. Bunun dışında sağdan ve soldan başka kişilere de işkence yapıldığını bu şahıslar ifadelerinde belirtmişlerdir. O açıdan bu beyanlarda dikkate alınarak müdahillik taleplerimiz konusunda yeniden bir karar verilmesini talep ediyoruz, dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında: "Mahkemenize gönderilen Genelkurmay Başkanlığından gönderilen cevap ile ilgili sadece şunu söylemek istiyorum. Ankara , Çankırı, Kastamonu illeri Sıkıyönetim komutanlığı 1 Nolu Askeri Mahkemesi 1987/1040 esas sayılı iddianamesiyle açılan MHP ve ÜlkücüKuruluşlar davasında yargılaması yapılan dava dosyasında 4 celse gizli celse yapılmıştır. Bu 4 celse gizli celsesinde duruşma tutanakları ve ekleri klasörleri Mahkemenize celp edildiğinde Sivil Koordinasyon Kurulunda ismi geçenler silahlar, mühimmatlar bir takım bilgi ve belgelerin bir kısmını görebileceğiz. Şöyle ki; 1970 li yıllarda MC hükümetlerinde Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Merhum Alparslan TÜRKEŞ MC hükümetlerinde Dış ve İç Güvenlikten sorumlu Başbakan yardımcısı olarak görev yapmıştır. Dolayısıyla bu dönemde oluşturmuş olduğu bilgi ve belgeler bu gizli oturumda okunan bilgi ve belgeler içerisinde olması kuvvetle muhtemeldir. Bir kısım belgeler Mamak Askeri cezaevinde tarafımızdan da görülmüştür. Ancak gelip bizlerden askeri cezaevi yetkilileri tarafından toplanmıştır. Bu konuda dikkate alınarak diğer meslektaşlarımın taleplerinin bu şekilde değerlendirip 5. Ağır Ceza Mahkemesinde bulunan dava dosyasının içerisinde bu belgelerde olabileceği kanaatindeyim saygılar sunuyorum." dediği, aynı tarihli duruşmada söz alarak: "Müvekkillerim Alaattin ARIKAN, birinci derece yakınları Fikri ARIKAN sanıkların üzerlerine atılı suçlardan dolayı zarar görmüşlerdir. Bu suçlama 1980 darbesiyle birlikte gerçekleşmiştir. Sanıklar o dönemde yargılamaya müdahale etmişler ve yargılama safahatından sonra meclis onayı almadan müvekkilin yakınları olan Fikri ARIKAN'ın idamının infazını gerçekleştirmişlerdir. Dolayısıyla Anayasa ve yasalar tamamen ortadan kaldırılarak bir cinayet işlenmiştir. Müvekkillerin tüm dosya içerisinden inceleyip değerlendirdiğimizde atılı suçu işledikleri sübuta ermiştir. Anayasal düzen tamamen lağv edilmiş, hukuk sistemi alt üst edilmiş ve yargı kararları dedikleri kararları alarak kendi istek ve arzuları doğrultusunda sonuç tesis etmişlerdir. Dolayısıyla müvekkilerim adına sanıkların en üst sınırdan cezalandırılmasını talep ediyorum. Müdahale talebinde bulunan vekili Av. Derya Öztekin: Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Daha önce vermiş olduğumuz dilekçeyi tekrar ediyoruz. Çorum olayları neticesinde 57 vatandaşımız öldürülmüş, 200 e yakın vatandaşımız yaralanmıştır: müvekkilimiz Adnan Baran bu olaylardan sorumlu tutularak yargılanmıştır. Kendisine ilişkin kararda hakkıda yeterli delil bulunmamakla birlikte eylemci kişiliği baz alınmak suretiyle mahkumiyet kararı verilmiştir. Müvekkil 11 yıl cezaevine kaldıktan sonra çıkmıştır. Bu süreçte devamlı şekilde işkenceler görmüştür. Çorum da aynı silahtan çıkan kurşunla önce sağcının, sonra solcunun 118/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 öldürüldüğü dikkate alındığında cuntanın hangi mantıkla ve kardeşi kardeşe ne şekilde kırdırdığı ortaya çıkmaktadır. Sanıklar bir günde ihtilal yapmamışlardır. Karar alma, toplum mühendisliği olarak değerlendireceğimiz halkı ihtilale hazırlama sürecinde de pek çok suç işlenmiştir. Esas itibarıyla sanıkların huzurda bulunmaları ve bir annenin cezaevinde işkence gören oğlunun bu durumuna rağmen sırf oğlu ölmediği ve hayatta olduğu için esas itibarıyla bu işkencelerden sorumlu olan Kenan Evren e şükrettiğini de dikkate alarak bu durumu kendisinin yüzüne karşı haykırmak isterdik davaya müdahilliğimize ve sanıkların huzurda bulundurularak çapraz sorgulama hakkımızın sağlanmasını talep ediyorum dediği, Bir kısım müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Ömer Kavili Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli beyanında: Müvekkillerim Av. Senih Özay, Av. Arif Ali Cangı ile İbrahimAkın ve Fatsa Belediye Başkanı Fikri Sönmez in oğlu Naci sönmez ile Süleyman Eryılmaz adına açıklama yapacağım. Literatür bakımından biz müvekkillerimizin 12 Eylülün mağduru değil, muhatabı olduğunu beyan ediyoruz. Bu nedenle muhatap kelimesini kullanacağız. Ayrıca 1982 yılında cuntacıların dayatmış olduğu metin ise bizim açımızdan 1982 belgesi olarak adlandırılacaktır. Ancak bu evraka biz Anayasa demeyeceğiz, hukukakademik çevrelerindeki ahlak ilkeleri çerçevesinde bir metnin Anayasa niteliğinde olması için ek nitelik ve kapsamının olması gerekiyor. Bu nedenle o metne belge diyenler tarihin çöplüğüne baktığında tarihin çöplüğünde o tür belgeye çok rastlayacaklardır. Tarih boyunca yaptığı bütün işleri kanun denilen metinlere uygun olarak yapan yani asla kanunsuzluk yapmayan en büyük ve tek diktatör hit'lerdir. Ancak biz avukatlar kanunlara bağlı kalacağına yemin etmeyen meslek mensupları olarak hukuka bağla kalacağına yemin etmek imtiyazına sahip meslek mensupları olarak 82 belgesinin de tarihin çöp sepetine atılmasını sağlamaya çalışacağız. Sanıklar 12 Eylül 1980 tarihinde yapmayı planladıkları suçu gerçekleştirdikleri belli bir aşamadır. Ancak bu aşama diyalektik anlayış biçimine uygun olarak bir anda olup bitmemiş, tam tersine o tarihten önceki suça hazırlık eylemleri ile iter criminis suç yolu niteliğinde suç işlemede azimli ve kararlı ve planlı olduklarını ortaya koymuşlardır. Bu suç işleme kararlığı çerçevesinde halk düşmanı olarak halkın değişik kesimlerinin örgütlendiği, emeği ile geçinen insanların toplumsal taleplerde bulunmaya başladığı bir çok örgütü kapatmış ve üyelerini yedi göbek akrabalarına kadar fişlemek ve "fişleme işleminin " o koşullardaki yazılı olmayan uygulamalarına uğratmayı emretmişlerdir. Bunlardan emek en yüce en değerdir anlayışı çerçevesinde kafa emeğiyle geçinen öğretmenlere ait TÖBDER yine yarı kara ve kol gücüyle beden gücüyle çalışan polislere ait POLDER, işçi sınıfının Türkiye de ilk kez hak verilmez alınır ilkesini uygulamak suretiyle en geniş şekilde örgütlenmesini sağlayan Türkiye Devrimci İşçi SendikalarıKonfederasyonu (DİSK), bununla birlikte insanlarının kendi kendisini yönetme yani halkına yabancılaşmış ve hatta düşmanlaşmış kamu memurlarının iş yapma değil, iş yapmama mantalitesi üzerine işlevlik kazanamamakta olduğu yönetimlere göre insanlara hem örgütlenmelerini dağıtmak, hem de bu anlayışı resmi ideolojinin dışında ve özellikle muhalif, aykırı, resmi kitaplarda yazılanların dışında düşünen ve istekte bulunmaya başlayan insanları yıldırmak, korkutmak, örgütlenmekten uzak tutmak amacı ile daha önce anılarda yer alan uygulamalar uygulanmıştır. Bunlardan en çarpıcı olanı müvekkilimin babası Terzi Fikri adı ile anılan Fikri Sönmez in belediye başkanlığı yaptığı Fatsa örneğidir. O tarihlerde Fatsa çamuru ile ünlüdür. Dillere destan Fatsa çamuru o yörede yaşayan insanların her görüşten her kesimden her yaştan insanların oluşturduğu direniş komitesi örgütlenmesi çerçevesindeki bu işleyiş önceki toplum yaşamımızda imece usulü olarak adlandırılan yöntemle 17 günde kurutulmuştur. İşte halkın kendi arasında örgütlenmesinin muktedirler arasında yaymış olduğu korku nedeniyle en özlü biçimde suçun azmettiricilerinden olduğunu düşündüğümüz Süleyman Demirel adlı kamu memuru tarafından Çorum u bırak, Fatsa ya bak cümlesi ile özetlenmiştir. Bu örneğin yanı sıra DİSK genel başkanı Kemal Türkler sanıkların planladığı 119/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 suçu gerçekleşmesini kolaylaştırmak için planlı şekilde öldürülmüştür ve faillerinden bir kişi ilginç ve fakat asla ölenin ailesinin ve çevresinin şaşırmadığı, devlet kayıtlarında var olan ve devlet güçleri tarafından korunan o imkan sağlanan yardım yataklık yapılan eğitilen , yetiştirilen profesyonel eylemci niteliği ile yakalanmış ise de dava dosyadaki var olan resmi tutanaklar dahi araştırılmaksızın zaman aşımından düşürülmüştür. İştetüm bu olayları sağlayan husus yerli malı olmayıp, ithal bir kaynakta açıkça yer almaktadır. FM-31-15 kodlu Amerikan field manuel adlı kitapçıkta yani Genel Kurmay Özel Harp dairesi olarak bilinen eski adı seferberlik tetkik kurulu olarak bilinen yerde emekli general Cihat Akyol tarafından aynen çevirisi yapılıp, Sahra Talimnamesi ST-31-15 kodu ile Silahlı kuvvetlere yayınlanan belgedir. Bu belgede kontrgerilla yani gerilla karşıtı eylemler planlanırken " ... Sanki düşman kuvvetleri yapıyor muşcasına halka eziyet edici muameleler caridir... " , " Teşkilat mensupları mahalli kanunlara tabi değildir. Teşkilat mensupları yakalanamaz, tutuklanamaz, yakalanıp tutuklansa bile cezaevinde bırakılamaz" şeklindeki hukuk düzenini yok eden uluslararası bir örgütlenmenin parçası ve dayanağı olarak bu eylemler yapılmıştır. Bu yönüyle sanıklar Ahmet Kenan ile Tahsin adlı kişiler bu kararlarını tek başlarına almış olmayıp, kendilerini azmettiren kişileri ele vermek suretiyle yargılama yapan mahkemenize yardımcı olmak, yürürlükte olan pişmanlık yasasından yararlanmasını her ne kadar bir insanın itirafçı olması kişiliğini sarsacak ise de, bu olayda sanıklar eğer itirafçı olmayı tercih edecek olurlarsa cezalarından indirim yapılma hakkı da sanıklara hatırlatılmalıdır. Bunu sağlamak üzere sanıkların mahkemeye getirilmesi gerekir. Bu sanıklar tehlikeli suç kavramı çerçevesinde gerekiyorsa kafes içerisinde yatakta getirilmelidirler. Ancak bu ihtilattan men şeklinde olmayıp her türlü sağlık hizmeti sağlanarak yataklarında buraya getirilmeleri ve bu suretle çağdaş ceza mahkemesinin sağladığı sanık haklarından yararlandırılarak yargılamalarının sağlanmasını bunu sağlamak içinde öncelikle tutuklama kararı verilmesini,suçu işledikleri tarihten sonra kamusal kaynaklardan elde etmiş oldukları varsa mal varlıklarının gerek kendileri, gerekse yakınlarının araştırılarak bu mal varlıklarına da ayrıca el konulmasını, müvekkiller adına talep ediyoruz. 12 Eylül suçu sadece bir kere işlenmiş olmayıp bir zihniyet olup, bir duruşmada avukat olarak dosyaları incelemeden savunma yapamam örgütün disiplinine aykırıdır demem karşısında DGM Savcılığa harekete geçti ve avukat olarak hakkımda soruşturma başlattı. Oysa avukatlık kanunu 35. Madde avukatların meslek örgütü barolara üye olmasını emretmektedir. Yani burada örgüt deyince kafası sadece yasadışı örgüte çalışan beyinler üretilmiştir. İşte bu zihniyetin yıkılması açısından bu davada anayasal haklarımız ihlal edilmiş olması nedeniyle davaya katılmak stiyoruz. TBMM temsilcisinin müdahillik dilekçesinde belirttiği ve sanıkların işlemiş oldukları suçtaki hukukun temel ilkesi olan normal hiyerarşisinin dahi yani mantık kurallarını dahi yok eden keyfi davranışları 2324SayılıYasa 6. Madde ile 61 tarihli yasa 334 kendi keyfi kararları ile daha önce yürürlükte olan ve silahlı kuvvetlere girerken bağlı kalacaklarına namusları ve şerefleri üzerin yemin ettikleri anayasa yı değiştirmişlerdir. İşte anayasal düzeydeki hakların ihlal edilmiş olması nedeniyle müvekkillerimizin bu davaya katılma isteğinin kabulü yönünde karar kurulmasını mahkemeden isteriz dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında: Ben bir kısım meslektaşımla birlikte henüz davaya müdahilliğimize karar verilmediği için dosya fotokopisini alamadım. Ancak dosyayı inceleyebildim Özellikle sanıkların sağlık raporlarının incelenmesinden bir kısım meslektaşımızında ifade ettiği üzere bazı raporlarda standart dışı işlemler yapıldığını gördüm. Ve bürokrasinin kodlarının bu raporlarada yansıdığıını müşahade ettim. Bu durumun mahkemenizinde dikkatini çekeçeğini düşünüyorum. Diğer yandan sanıklardan Ali Tahsin Şahinkaya nın diğer sanıkla birlikte emeklilik statüleri de dikkate alındığında pek çok vatandaşımızdan daha korunaklı oldukları ve pek çok özel sağlık ayrıcalığına sahip olduklarını da öğrenmiş oldum. Bu kapsamda sanıklardan Ali Tahsin Şahinkaya nın üç aylık sağlık kontrollerini duruşmanın yapılacağı tarihe denk getirmesini anlamlı buluyorum Bu kapsamda sonuç itibarıyla ölüm gibi bir tehlike 120/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 yoksa sanıkların mutlak suertiyle gerekli sağlık tedbirlerinin de alınması suretiyle mahkemenize getirtilmesini suçlamanın yüzlerine okunmasını ve yüz yüzelik ilkesinin tam olarak gerçekleştirilmesini istiyorum. Diğer yandan 1 mayıs 1977 yılında gerçekleşen olaylarla ilgili olarak mahkemenizin iddiaya değer verdiğini ve bu konuda araştırma yaptığını tensip zabtından zaten öğrenmiş bulunuyoruz: biz esas itibarıyla bu konudaki raporun aslının Mahkemeye verilmemesi karşısında aslını inceleyebilmek için avukatlık kanunundan kaynaklanan haklarımızı da kullanmak suretiyle Ankara barosundan temsilcide almak suretiyle MİT müsteşarlığına gittik arşvide inceleme talebinde bulunduk. Bizi kurumun hukuk uzmanları karşılayacak yerde fiziki güvenlikten sorumlu amir karşıladı ve uzun süre oyaladıktan sonra talebimiz yerine getirilmedi. Bu durumunda dikkate alınmasını ve söz konusu belgenin aslının dosyaya getirtilmesini, talep ediyoruz. Ayrıca bu belgenin evrak makbuz senedinin de celbini talep ediyoruz. Diğer yandan meslekatşımız Senih Özay tarafından da beyan edildiği üzere Cumhurbaşkanlığına iddianeme ve duruşma günü bildirilmiştir. Biz Cumhurbaşkanlığı makamının da davaya müdahil olması gerektiğini düşünüyoruz. Meslektaşımız Senih Özay ın müdahil olunmaması durumunda tazminat davası açılabileceği yönündeki beyanına bizde katılıyoruz. Müvekkillerden Senem Gülbudak babası sebebiyle davaya müdahil olmak istemiştir. Babasının durumu ile ilgili belgeler ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesinin dilekçemizde belirtilen dosyada mevcuttur. Bu belgelerin mahkemenizce celbi gerektiğini düşünüyoruz. Diğer yandan 1 mayıs 1977 olayları ilev ilgili olarak gerçek faillere ulaşılmadan göstermelik bir dava açıldığını düşünüyoruz. Bu davaya ilişkin iddianamenin onaysız bir suretini de sunacağız. Daha önce de duruşmalarda ifade edildiği üzere Yeşilköy hava alanına olaydan bir gün önce inen uçaktan ABD li bir kısım bizce ajan inmiş ve bunlar intercontinantal otelde kalmışlardır: Bu olayların içinde bu kişilerinde olduğunu düşünüyoruz. Keza Talat Turan tarafından yazılan kont gerille Cumhuriyeti isimli kitapta kontgerilla ile ilgili bilgiler verilmektedir. Bizce de darbeye giden süreçte bu uluslararası örgüt ve bunun iç uzantıları görev almıştır. Bu iddiayı Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi ciddiye almış ve suç duyurusunda bulunulmuştur. Halen Bakırköy C. Savcılığınca Ekim 2010 tarihi tibarıyla soruşturmaya başlandığını öğrendim. Ancak soruşturma numarasını öğrenemedim. Bu konunun da araştırılmasını talep ediyorum. Daha önceki beyanlarımızı da tekrar ediyoruz dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli beyanında: Adli Tıp Kurumunun raporunu kabul etmiyoruz. Devletin bürokrasisinde dolandırılarak raporun düzenlenmesinin geciktirildiği zaten ortaya çıkmıştır. Askeri hiyerarşi içerisinde yer alan asker kişilerin yaptığı muayene ve tetkiklere dayalı Adli Tıp raporunun da gerçekleri ortaya çıkarmadığını düşünüyoruz. Zira ortada bir rapor var ise de; malzemeler hatalı toplandığı için bu rapora itibar edilmesi mümkün değildir. Türk Tabipler birliği ve bu çatı altında yer alan uzmanlar dünya çapında kendilerini kanıtlamışlardır. Sivil üniversitelerde müdahil tarafın tespit edebileceği uzmanların da yer aldığı şekilde incelemelerin yapılmasını ve bağımsız devlet ile ilgisi olmayan bir kurumdan ve tercihen Türk Tabipler Birliğinden bu konuda rapor alınmasını talep ediyoruz. Çorum olaylarıyla ilgili gelen 10 sayfalık belgenin yetersiz olduğu açıktır. Ayrıca Mahkemenizce taranmak suretiyle müdahil vekillerine verilmesi yerine fiziki olarak belgelerin verilmesi gerektiğini düşünüyoruz, dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli beyanında: Yargılama kollektif bir faaliyettir. Dolayısıyla sanıklarmüdafilerinin celse arasında yapmış oldukları bir kısım talebin müdahil avukatların görüşü alınmaksızın değerlendirilmesini uygun görmüyoruz. Mahkeme görüntüde ki tarafsızlığını koruduğunu kararları ile de hissettirmelidir. Diğer yandan daha öncede belirttiğimiz üzere bu davada devletin kodlarının işlediğini ve bilgi örtme ve gizleme yönünde ki uygulamaların devreye girdiğini görüyoruz. Keza; Mahkeme bizce profesörlerin duvarını aşamamıştır. Mahkeme 121/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 kararında ve yazısında yer almasına rağmen aksine bir davranış ile bizce 12 Eylül İhtilali ile belirli ünvanlara sahip olan üniversite hocalarının bulundukları hastahaneye sanıkları getirtmek yerine ayaklarına giderek incelemelerini yaptıklarını ve bu şekilde gizli vefa borçlarını yerine getirdiklerini düşünüyoruz. Her iki sanık yönünden ancak özellikle Ali Tahsin Şahinkaya yönünden insani ve tıbbi tedbirler alınmak suretiyle sanıkların Mahkemenizde savunma vermelerini talep ediyoruz. Bununla birlikte rapora karşı bu eleştirilerimizin tarihe not düşülmesinin ardından bu güne kadar sanıkların savunmasının alınamaması ve yeni raporlarda ısrar etmemiz durumunda bu durumun devam edecek olmasını dikkate alınarak yeni rapor aldırılması talebinde bulunmuyoruz. Şayet Mahkeme taleplerimizi kabul etmez ve CMK.nın 149/3 maddesi uyarınca teknik araçlarla kayıt sistemi ile savunmanın alınmasına karar verirse sorgunun karşı tarafın insiyatifine ve teknik imkanların getirdiği kısıtlamalara maruz bırakılmamasını, objektifliğin sağlanması açısından en az iki müdahil avukatın sorgu sırasında sanıkların yanında bulunabilmesine ve doğrudan sorgu ile çapraz sorgu yetkimizi kullanabilmek için bu konuda gerekli kararların verilmesi ile tedbirlerin alınması ve ayrıca sanıkların sorularımız karşısında ki jest ve mimiklerinin tespiti açısından da gerektiğinde birden ziyade kamera ile kayıt yapılmasına karar verilmesini talep ediyoruz dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli beyanında: Dosyaya İstanbu 16 . Ağır Ceza Mahkemesince gönderilen talimat yazıları içeriğinde; Genel Kurmay Başkanlığı GATA Haydarpaşa Eğitim Hastahanesi K.lığının 31 Ekim 2012 tarihli bir yazısı bulunmaktadır. Bu yazının faxı 01/11/2012 tarihinde aslı ise 13/11/2012 tarihinde Mahkemece havale edilmiştir. Bu yazıda "Mahkemenize ait ilgi yazı ile halen hastahanemizde tedavi gördüğü belirtilen sanık Ali Tahsin Şahinkaya nın ilgili kanun maddeleri uyarınca görüntülü ve sesli iletişim tekniği kullanılarak ifadesinin alınacağı bildirilmiştir. Adı geçen şahsın tedavisi ayaktan devam etmekte olup hastahanemizde yatmamaktadır. Ancak yukarıda belirtilen işlemlerin yapılabilmesi için gerekli her türlü kolaylık sağlanacaktır.Bu maksatla görevlendirilen personelin iletişim bilgileri aşağıda çıkarılmıştır. " yazısı bulunmaktadır. Bu yazı içeriğinden sanık Ali Tahsin Şahinkaya)'nın yatakta tedavi görmesini gerektirir bir durumun olmadığı ve her hangi bir ölüm tehlikesinin bulunmadığı ortaya çıkmıştır. Bu yazı aynı zamanda Marmara Üniversitesi doktorlarınca verilen raporun bir kez daha geçersiz olduğunun kanıtıdır. Bizler yargılamada ilerlemenin sağlanabilmesi açısından bazı hususları Mahkemenin insiyafitine bırakmıştık. Ancak acıları yaşayan kişilerin temsilcileri olarak sanığın Mahkemeden kaçmak için bu tür dolanbaçlı yollara tevessül etmesini kabul etmemiz mümkün değildir. Mahkemenizin saygın bir yargılama yapab.ilmesi için bu sanığın Mahkemede hazır bulunması gerekirdi. Diğer yandan bu yazı ve akabinde gerçekleşen durum sanık avukatlarının savunmalarında belirttiği kurucu irade savunmasını alt kültür olarak görevlilere de sirayetettiğinin bizce bir işaretedir. Zira daha öncede belirttiğimiz üzere esas itibarıyla 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile makam verilen kişilerin düzenlediği raporun gerçeği yansıtmayacağını söylemiştik. Tüm bu açıklamalar karşısında raporu düzenleyen üniversite görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunulmasına ve sanık Ali Tahsin Şahinkaya'nın tutuklanmasına karar verilmesini diğer avukat arkadaşlarımız ile birlikte talep ediyoruz, dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli beyanında: "dosyaya gelen evraklar içerisinde Bayrak Harekat Planına bağlantılı olarak söz edilen 15 sayfadan oluşan belgenin okunmasını istiyoruz. Demin okundu diye zapta geçti ama ne olduğunu bilmiyoruz. İkincisi sanık avukatlarının 1 Mayıs 77 katliamıyla ilgili soruşturmanın genişletilmesi yönünde dilekçe verdiği söylendi. Ancak bu dilekçe bizim tarafımıza tebliğ edilmediğinden onunda duruşmada herkesin duyacağı şekilde okunmasının yeterli olduğunu düşünüyoruz. İkincisi daha önceki duruşmalardaki video kayıtlarında çözüm yapıldığı, tape 122/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 haline getirildiği fakat yazılan yazıya çevrilen bu metinler ile söylediğimiz sözlerin kelimelerin birebir eksikliklerinin olduğunu gözlemlediğimizden bunun daha ayrıntılı tarafımızdan incelenebilmesi bakımından önceki duruşmaların video kayıtlarının orjinallerinin Mahkeme tarafından tastikli birer suretinin bizlere biz avukatlara teslimine karar verilmesi istiyoruz. Çünkü dosyadaki delillere erişim hakkı konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Fransa'yı sadece 3 sayfa evrakı gizleyen Vergi Mahkemesinin işleyişi nedeniyle bir milyon franka mahkum ettiğine dair karar vardır ve bu konuda İstanbul Hukuk Fakultesi profesörlerinin de mütalaası vardır. Bu nedenle dosyadaki delillere erişim hakkımızın kısıtlanmaması ve bunu Mahkemenizin sağlamasını istiyoruz. Ayrıca biz müdahillik makamında görev yapan avukatlar olarak hak arama işi yaparken bu salonda şu an aramızda olmayan Berfo Ana'nın hatırlarsanız salona girdiğinde biz avukatlar müdahil avukatları olarak ayakta karşılamıştık. O burada bir ananın evladına olan sorumluluğu ve bağlılığını ve insan olmanın onurunu ısrarla yaşamının son nefesine kadar sürdürmesini görmüş idik. İşte bu çerçevede bu davanın anaların, acı çeken insanların yaşamı sona ermeden bir an önce karara bağlanması ve bu nedenle de özellikle kanunun tek celsede veya en fazla bir iki celsede hüküm altına alınmasını öngören teksif prensibi, evansiyel maksimizasyonalizm çerçevesinde başkaca delillerin toplanması bakımından eğer mahkemenize gelecek olan evraklarda sıkıntı oluyorsa biz avukatlara da elden takip yetkisi verilmek ve müzekkereleri elden teslim etmek suretiyle ekstradan hızlı bir şekilde bu işlemlerin yapılması yönünde ara karar oluşturulmasını istiyoruz. Ayrıca darbeci her iki sanık generalin çete halinde işledikleri bu suç sürecinde bunlar devlet memuru olup bu suçu tek başlarına işlememişlerdir. Bu suçu kendilerine yaptıran para babaları ve işbirlikçileri olduğu gibi böyle bir toplumun tamamına acı çektiren böylesine bir kalkışmanın böyle bir eylemin basın ayağı ve diğer ayakları ve diğer işbirlikçileri de olduğu ve onlarla ilgili avukat meslektaşımız Mehmet Horuş tarafından biraz sonra açıklama yapılacağını da tekrar bilgilerinize sunmak isteriz. Ayrıca bu davanın başlangıcında müdahilliğine karar verilen ve üyesi olduğumuz Çağdaş Hukukçular Derneğinin sayın genel başkanı Selçuk Kozağaçlı bu salonda bulunmuş, söyleyeceklerini söylemiş ve fakat bu davanın siyasal niteliği ile ilgili kendi düşüncelerini açıkladıktan sonra bu davayı takip etmeyeceklerini belirterek duruşma salonundan ayrılmışlardır. Şu anda Av. Selçuk Kozağaçlı meslektaşımız Kandıra F Tipi Ceza Evinde tutsak olarak tutukludur. Ve kendisini ziyarete gittiğimde söylediği söz şudur. Hükümetin eli silahlı yüzleri maskeli adamları gece evimizi büromuzu bastılar. Ve sonra hükümetin yine başka yetkilileri hatta cüppeli bazı kişilerin karşısına çıkardılar. Onlarda bizim esaretimize karar verdiler. Ve biz şu anda esir olarak burada tutuluyoruz dediler. İşte darbeci her iki emekli generalin kurmuş olduğu sistem bugün hala bütün kurumlarıyla bütün heybetiyle yürürlüktedir. Ve bugünkü kurumların ve eğriliklerin bir çok noktadaki ortaya çıkmasının önündeki engel olan müsebbipleri olan hususlar hala ayakta olması çerçevesinde buraların aşılması ve hızlı yargılama yapılması müdahillerin özellikle talep ettiği hususlarda mahkemenizin belge gizlememesi ve belgelere erişim hakkını eksiksiz kullandırması bakımından yeniden ve yeniden ara karar kurması yönündeki talebimizi tekrarlıyorum. " dediği , Tekrar söz aldığında: "Mahkemeye gelen belgeler arasında ortaya çıkan 13 Mayıs 1976 tarihinde amaç Bayrak Hareket Planı gerçekleştirilmesi şeklindeki amacı açıklayan Genel Kurmay Başkanlığının yazısı daha sonra 12 Eylül darbesi adı olarak bilinin ve bu iki emekli generalin darbecilik suçlamasıyla yargılandığı olayın fiilin belgesidir. Evrakıdır. Yani bu iki darbeci general esasen daha önceden hazırlanan bir planın çerçevesinde hareket ettikleri ve Bayrak Harekat Planı adını verdikleri bir evrak ile de suçlarını belgeledikleri ve bu evrakın bu suçun kanıtı olarak esas alınması gerektiğini düşünüyoruz. Bu yönü ile 1976 yılında Milliyetçi cephe hükümetleri zamanında bir taraftan toplumda bir çok saldırılar, bir çok toplu katliamlar yaptırılır iken; diğer taraftan meğer Bayrak Harekat Planlarının başarılması ve kendilerinin 123/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 ikballeri ve özellikle sanık Tahsin Şahinkaya'nın karısı Sema Şahinkaya aracılığıyla şirketlerde hisse payı elde etmesi, pay elde etmesi, ve bunun devletler arasında ki uçak satış sözleşmelerinde o savaş araçlarını yani savaş uçaklarını kullanacak askeri birliklerin şu marka fayans kullanılacaktır diğerek karısının ortak olduğu şirketin fayanslarını kullandırtarak dolaylı yoldan kendi şahsi menfaatlerini gözetmiş olmaları karşısında şu ana kadar iddianamede ortaya çıkan ve sanıkların da cevap vermeyeceğim dedikleri süreçte dahi tevilli ikrarları ile ortaya çıkan husus fiillerin gerçekleşmiş olduğu ve sübuta erdiğidir. Hukuk tekniği anlamında ve salonda ki yüzbinlerce acı çeken insanlardan bir kısmının salonda ki dinleyiciler olarak hazır bulunduğu ve tanıklıkları ile de sanıkların suçu sabittir. Diğer bir husus 1 Mayıs 77 katliamı ile ilgili dava. Bu dava konusunda bu olay konusunda dava açılmamış değil. Açılmıştır. Ancak bu davanın açılan davanın konusu iddianamesi tipik bir Türkiye Cumhuriyeti terbiyesi ile devlet ahlakı ile devlet ciddiyeti ile düzenlenmiştir. Bizzatihi o olayda yaralananlar bizzatihi o olayda mağdur olanlar sanık olarak gösterilmişler ve hepsi beraat etmişlerdir. O davanın dosyası daha sonra takip ettiğimiz 16 Mart 1978 katliam davasının 30 senede bombayı temin eden yüzbaşının adını ortaya çıkaramayan devlet bürokrasisinin yani devlet bürokrasi ve uzantıları olan yargının içindeki işbirlikçilerinin gayretleri ve yetenekleri çerçevesinde failler cezalandırılmamış, çünkü devletin failleri cezalandırma gibi bir şekli olmamıştır. Çünkü bu işler bizzat devlet eli ile işlenen suçlardır. Öyle ise sorun hukukçuların bu kadar kirli bu kadar kargaşa ortamında kendi dürüstlüklerini kendi ahlaklarını bu kirlenmişlik ortamından paylarına düşeni red edip red etmeyeceği noktasındaki tercihlerinde yatmaktadır. Ama unutulmamalıdır ki; her tercih aynı zamanda bir vazgeçiştir. Biz müdahil makamı olarak onursuzluğun tercih edilmesi yönündeki dayatmayı red ediyor ve müvekkillerimizin zarar gören gerek bizzat kendileri gerek ise de ölenleri ve onların anıları adına ortadaki sadece şu an için ortaya çıkarılabilmiş ve bu kadar sınırlı yargılanabilen bu iki darbeci sanık generalin cezalandırılması yönünde hüküm kurulması için dosyada toplanan delillerin yeterli olduğunu bu yönü ile ek bir tevsi tahkikat talebine gerek bulunmadığını ve sanıkların yaş durumu ve Mahkemenizin daha önceden bizzatihi doktorları dahi dinlememiş olması çerçevesinde başkaca ek bir husus dinlemeye ve araştırmaya gerek kalmadan bu konuda iddia ve müdahil tarafın yorumlarının suçlamayı güçlendiren sözlerinin toparlanması ve hüküm yoluna gidilmesi yönünde yargılamayı ilerletici bir işlem yapılmasını aksi taktirde eğer Mahkeme bu yönde bir şey kullanmıyacak ise bir tercih kullanmayacak ise o zaman dosyaya ilişkin hangi belgelerin nelerin toparlanmasını istiyor ise, değerli meslektaşımız ve savunma mesleğinde üstadımız kilometre taşı olan Av. Senih Özay üstadımız ile birlikte her ne kadar içeri girememiş olsak da her ne kadar üç buçuk saat boyunca rüzgar ve yağmur altında bekletilmiş olsak da, MİT Teşkilatının binasının önüne gidip nasıl ki arşivine girmeye kalktık ise; eğer Mahkemeniz bizden Genel Kurmay arşivine girmemizi istiyor ise evet biz avukatlık kanunun 2. Maddenin 2. Fıkrasında 4667 Sayılı Yasa ile 2001 yılından beri yürürlükte olan yetkimize ve gücümüze dayalı olarak Genel Kurmay'ın arşivine de girmeye hazır olduğumuzu beyan ediyoruz. Bu nedenle delillerin ya toplandığının yeterli olduğu veya eksik ise bu yönü ile bir ara karar oluşturulup karar vermenizi talep ederiz. " Demiştir Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/09/2013 tarihli beyanında: "23 Temmuz 2013 tarihli görüldüsü yapılan Genel Kurmay Başkanlığından gelen, gizli damgası vurulmuş, bir kağıt parçası var. Bu kağıt Mahkemenin yazdığı yazıya cevap olarak yollanmış. Fakat bu yazı Askeri Yazışma Usullerinde ve devletin bürokrasisinde gerçeğin izini kaybettirme, yalanı süsleme, var olanı inkar etmenin suç üstü belgesidir. 82 belgesine göre Mahkemelerin kararlarına bütün kamu kurum ve kuruluşları uymak zorundadır diye bir kural var. Kanunlara bağlı kalacağına o Genel Kurmay'ın memurları eğer yemin etmiş ve tutarlılıklarını hala sürdürmek istiyorlarsa; Mahkemenizin bir ara kararı var ve buna uymaya mecburlar. Şimdi gelelim Mahkemenizin yazdığı yazıya. Mahkemeniz bir yazı yazmış ancak; 124/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 İngilizlerin, Amerikalıların dediği bir laf var. Berkdoor. Yani arka kapı. Yani kaçış kapısı. Genellikle mutfağın arkasında ki kapı kaçış için kullanılır ve burada Mahkemenizin yazdığı yazışmada ne suretle olduğunu bilmiyoruz. Ancak bulunduğu taktirde yollanması diye bir ibare kullanıldığını görmüşler ki yazıda aynen bunu diyor. Diyor ki arşiv kayıtlarında bulunması halinde gönderilmesi istenmiştir. Yok böyle bir şey. Burası Mahkeme ve buradaki yargılamada delil asılları, evrak asılları bu salona gelecek ve biz katılan avukatları göreceğiz. O belgeleri didik, didik edeceğiz ve ondan sonra kamu oyu adına yapılan faaliyetin ne olduğu ortaya çıkacak. Öyle ise; Mahkemenin yazdığı yazıda hukuka uygun olmayan sakıncalı yön var. Sorun değil. Bu telafi edilebilir. Mahkemeniz bu yazıyı yazmıştır. Buna ara karar vermiştir. Öyle ise Mahkemeye düşen görev verdiği kararının ara kararının arkasında durmaktır. Gelelim konunun özüne. Burada istenen belge Sivil İşler Koordinasyon Grubu başlıklı bir yazıdır. Bu grup darbenin biz ilk duruşmadan itibaren dedik ki; bu sanıklar devlet memurudur. Yani Hazineden maaş denilen ödemeyi almazsa cebinde dolmuşa binecek parası olmayacak kadar para ile geçinen insanlardır demektir. Öyle ise bütün ülkeyi cehenneme çeviren bu beş darbeci Generalin bu faaliyetlerinin mutlaka başka destekçileri, işbirlikçileri var ve hatta bunları bu şekilde darbe yapmaya yönelten uluslararası para babaları var. Asıl gerçek patronları var bunların. Uluslararası sermayeler var ve onların siyasal temsilcileri ve onların siyasal ve teknik nitelikteki kayıtlarını nitekim daha önceki Mahkemede de belirttiğimiz gibi Sahra Talimnamesi diye 3115 kodu ile çevrilen ve Fild Manuol Amerikan Silahlı Kuvvetler Talimatnamesinin bire bir kopyası olan gizli bir örgütlenmedir. Ve Devlet ve Türkiye, Türkiye de ki halklar bu örgütün bu çetenin tehlikesi ile karşı karşıyadır. İşte Mahkemenin ara kararında getirilmesini istediği ve buraya yazılan teknik adıyla Sivil İşler Koordinasyon Grubu denilen grup; bu darbenin, bu çetenin, bu uluslararası mafya örgütünün sivil bacağıdır. Ve bu belge gizlendiğine göre devlet eğer bir evrakı gizliyorsa, bir malzemeyi gizliyorsa orada bir pislik vardır. Ortaya çıkmasını istemediği. Ortaya çıktığı taktirde, altından kalkamayacağı bir tehlike var demektir. Biz illa da bunların emekli olduktan sonra yazacakları hatıra kitaplarından mı öğreneceğiz? Öyleyse Mahkemeniz tamda görevi gereği İpsoyure bu konuya el koymalıdır ve bu kararın arkasında durarak özellikle (görüntünün 18:33 ile 21:06 arasında ki kayda alınan kısmına ilişkin ses çözümü kullanılan el mikrofonlarının frekanslarının karışmış olması ve ses kaydının alınamamış olması sebebiyle çözümü yapılamadı. 21:07 itibariyle devamı yandaki gibidir) ve bu insanların avukatı olarak düzenin kanunlarını savunmakta yine bize düşüyor ki tarihin garip bir tecellisidir. Öyle ise Mahkemenizden bu konuda verdiği ara kararın verilen cevabın sorusunu karşılamadığı, Mahkemenin kararının gereğini layıkıyla yerine getirmediği, memur zihniyetiyle olsa dahi maslahata uygun işlem yapmadığı, özellikle Mahkemeden belge gizleyen memurlar hakkında suç duyurusunda bulunulmasını istiyoruz. Başkaca gelen evraklar, gelen malzemeler ile ilgili eğer bize evrak teslim edilecek olursa onlar üzerinde de çalışıp, ayrıntılı eleştirilerimizi Mahkemeye beyan edeceğimizi bildiririz. Teşekkürler." Demiştir. Tekrar söz aldığında: "Şimdi meslektaşım 82 belgesi diye bir belgeden söz ettim. Bilmediğini, tanımadığını söyledi. Daha önceki duruşmalar arasında üniversitede öğretim görevliliği de yaptığını söylemişti. Öyle ise Anayasa Hukukunda, doktrinde bir Anayasa'nın Anayasa vasıf ve mahiyetinde olması için toplumsal talepli olması ve başka ek bazı koşulların da olması gerekiyor. İşte bu niteliği taşımayan kağıt parçalarına tarihte belge deniyor. Ve bu tür belgelere tarihin çöp sepetinde rastlanmaktadır. Çokça vardır. Nitekim Hitler'in çıkardığı da Anayasaydı. Öbürü de Anayasa idi. Üstünde öyle yazıyordu. Öyle ise biz katılan makamı olarak 82 belgesi diyeceğiz. Çünkü biz teknisyen değil biz hukukçuyuz. Öyle ise biz hukuk bilimi özellikle Anayasa hukuku terminolojisinde ki vasıf ve mahiyet tartışmasından dolayı biz bir tercihimizi yapacağız ve bu yaptığımız tercihle öbür herşeyi çöp sepetine atarak yolumuza devam edeceğiz. Gelelim diğer konuya. 215, 216 tartışması. Şu anda Mahkemeniz 125/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 kişi yargılaması değil olay yargılaması yapmaktadır. Ceza yargılamasının özü budur. Öyle ise iddianamede yazılan olaylar belirlidir. Türkiye'nin cehenneme çevrilmesi ve bunun sorumlusu olan beş devlet memuru statüsündeki beş rütbeli bu suçtan dolayı yargılanacakken diğerleri öldüğü için Ceza Usul tekniğinde onlara dava açılamamıştır. Ancak zaten halkın ve dünyanın gözü önünde vicdanında zaten mahkum olmuşlardır. Şu an Mahkemenizin çabası hukuk tekniği açısından bir tesis etmektir. İşte Mahkemenizin karar tesis etme sürecinde ise biz açık söylüyoruz. Mahkemenizden adalet beklemiyoruz. Çünkü adalet halkın ekmeğidir. Halkın talebidir. Siz eğer vereceğiniz kararda adil olduğunuzu gösterir ve isabetli karar verirseniz adalete yaklaşmış olacaksınız. Biz zaten o noktada Mahkemenizin dürüst yargılama ilkeleri noktasında etkin savunma yapmaya ve bu suretle iddialarımızı açık ve net bir şekilde ortaya koymaya çalışıyoruz ki Mahkemeniz kararını verirken duruşma salonunda tartışılmamış tek bir delil kalmasın. Delil olarak tartışılmamış ve Mahkeme önüne gelmemiş bir husustan dolayı hüküm kurmuş haline gelmesin diye biz iddialarımızı ortaya koymaya çalışıyoruz. Niye? Çünkü bu dava esasen bizim davamızdır. Bizim müvekkillerimizin davasıdır. Halkın davasıdır. Çünkü 12 Eylül döneminde sermaye sınıfını temsil eden simgesel olarak belirten Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Halit Narin çok özlü bir söz söylemiştir. 12 Eylül'den önce işçi sınıfının örgütlenmiş olması, genel greve gidebilmiş olması, sendikal mücadelenin toplumsal olarak yükselmiş olması, toplumsal olarak devletin hizmet üretme değil, hizmet üretememe, çürümüşlük noktası bakımından demiştir ki; şimdiye kadar patronlar olarak biz ağladık, işçiler güldü. Şimdi onların anası ağlayacak demiştir. İşte işçi sınıfının emeği ile geçinenlerin, sendikada örgütlenen insanların, emekçi insanların burnundan, anasından emdiği sütü burnundan getiren ve ciğerlerini patlatıp kan kusturan ve akla hayale gelmedik bugün bile Guantanamo'ya fikir kaynağı olan bu uygulamaları yapanların bu çalışmaları sonucunda memleket bu halde idi. Tezimiz budur. İşte bunun toparlarsak bunun kanıtı bu suçun örgütlü suç olduğudur. Yoksa iki tane emekli general ile bu işin sorumluluğu bu iki generalden ibaret değildir. Bu iki general devlet memurudur. İşte onların suç ortakları Genel Kurmay Başkanlığından Mahkemenizin yazdığı yazıyı Mahkemenizin istediği cevabı yollamayan fakat yollamış gibi yapan, görev yapıyormuş gibi davranan memurların kandırmacasıyla yani hala 12 Eylül'cülerin o kafa yapısının devam ettiğini, yani 12 Eylül rejiminin halen devam ettiğini, hukuktan korktuklarının, yaptıklarının arkasında duramadıklarının kanıtı olarak bu belgeyi tekrar dikkatinize sunuyorum. Bu nedenle gerek Muharrem Köse adlı memur hakkında suç duyurusunda bulunulması, gerek ise de; Genel Kurmay Başkanlığında bu işten görevli kimler ise, başka kimler var ise ki Genel Kurmay Başkanı başta olmak üzere eğer o teşkilatı idare edemiyorlarsa gerekeni yapmaları konusunda gerek kamuoyuna çağrı, gerek ise de haklarında C.savcılığına suç duyurusu, artı Askeri Ceza Kanunu açısından da bu suçun soruşturmasında Genel Kurmay Başkanının derhal açığa alınmasını, şu anda arkamda oturan kendisine bağlı olarak görev yapıyor. Genel Kurmay Başkanlığı Başbakanlığa bağlı bir teşkilat. Bir birim olarak görülüyor. İdare hukukunda. Öyle ise Başbakanlık Makamının müdahil olarak bulunduğu bu davada; Başbakanlığın kendisine bağlı bir birimden Sayın Mahkeme yazı istiyor ve kafa tutuyor. Şuraya bak. Haa.. Ya bu kafa tutmasına Mahkemeniz ses çıkarmayacak. Ya da hukukun kurallarıyla karşılaştığında şöyle bir şok tedavisi görecekler. Öyle ise; şimdilik söz Mahkemenin. Ancak, iddia makamında ki savcı diyor ki dosyanın geldiği aşamada tevsi tahkikat taleplerinin reddi gerekir. Dosyanın geldiği aşama neymiş? Söyleyemiyor. Hazırlık soruşturmasını etkili ve ayrıntılı bir şekilde yürütebilmiş mi? Söyleyemiyor. Biz katılan avukatları. Yani bu davanın gerçek sahipleri olan müvekkillerimin özel olağanüstü çabaları olmasaydı ve bu işe yüreğini katan değerli meslektaşımız ve hukukçuluk mesleğinde hukukçuluğun mareşalliği olan avukatlık mesleğine geçen Sayın Sacit Karasu'ya ve görevinden atıldığı dönemden beri her türlü desteği verdiğimiz, yüreğimizi açtığımız meslektaşımızın yüreğini katmasıyla onun daha birileri görev başındayken, daha bu davaları 126/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 açma fikri başkalarında yokken bu şekilde görev yapanlar dahil bütün diğer insanlara ve 32 yıl darbecilerin zindanlarında onuru ile direnen Sayın Tahir Canan'a buradan saygılarımı sunuyorum. Çünkü bu dava onların emeğinin ve direncinin çabasıdır, ürünüdür. Öyle ise iddia makamında ki savcının sadece göstermelik laflarla geçiştiremeyeceği kadar ciddi bir davadır bu dava. Zaten Genel Kurmaydan gelen yazıdaki oradaki memurda yine bir cümle ile geçiştiriyor. Öyle ise bu dava bir cümle ile geçiştirilecek bir dava değil, söylenecek laf çoktur. Yeter ki çok olan suç kanıtları yok edilmesin. Gizlenmesin. Buna fırsat verilmesin. O nedenle iddia makamına mütalaasının açıklattırılmasını talep ediyorum. Teşekkür ediyorum." Demiştir. Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında : "Mahkemeniz Genel Kurmay Başkanlığına yazı yazarak darbe planının bir parçası olan sivil koordinasyon grubu evrakını da görmeye karar vermiştir. Şimdi Mahkemenizin verdiği bu karar 1982 belgesine göre tüm kamu kurum ve kuruluşlarını bağlar diyor. Ancak silahı olanları bağlamaz diye bir istisna kuralını biz okumadığımız için, yazılı olmadığı için bu heralde ülkemizde teamül halinde olan silahı olan yani gücü olan kuralı koyar, piyasadaki kuyumcuların lafı gibi altını olan ticaret kurallarını belirler şeklindeki bir alışkanlığa dönüşmüştür. Öyleyse oralarda kendilerine göre kural yaratmaya çalışanların şimdi analitik incelemesini yapıp daha sonra Mahkemenizden talepte bulunacağım. Burdaki durum şudur: yazışmaların özellikle klasik savaş anlayışı çerçevesinde savaşa hazırlanan ordunun evraklarının bazılarının düşman eline geçtiği taktirde yurt savunmasını çökerteceği gerekçesiyle derecelendirmesi yapılır ve bunlara hizmete özel, gizli, çok gizli ve Nato gizli gibi değişik gizlilikler veya ayrıca kişiye özel gizlilik derecesinde gizlilik kodları konulur. Ve bunu sakıncalı Asteğmen olarak görev yaptığım sürede gördüm ki buna karar veren bizdeki zabıt katibi gibi askerdeki de yazıcılardır. Ordaki yazıcı hangi kaşeyi basmışsa ordaki evraka birdaha kimse elini süremez. İşte buradaki evrakta Mahkemenize karşı bir hile yapılmıştır. Bu hileyi Mahkemenize göstermek istiyorum. Şimdi Mahkemeniz Bayrak Harekat Planının tamamını istemiştir. Bu harekat planında gelen yazıda konmadı ibaresi yazılı olduğu görüldüğünden diyerek baştan savma bir yazı yollanmıştır. Bu yazıyı yollayan kişi adli müşavir, doktor, hakim, albay gibi birçok ünvanı olan ve fakat basit mantık kurallarının ve basit Türk Dil kurallarıyla yazılmış basit düz cümleyle Mahkemenizin yazısı açık aynı şu şekilde söylüyor. Diyorki; bu gönderilmemesiyle ilgili olarak evrakın düzenlendiği tarihte konmadı ise söz konusu konmayan belgenin nerede ve ne şekilde muhafaza edildiğinin araştırılıp temin edilerek gönderilmesi istenmiştir. Yani Mahkemeniz o evrakı gönderin, ama gönderemiyorsanız bu kez o evrakın nerede muhafaza edildiğini yani korunmakta, saklanmakta olduğunu da araştırıp Mahkememize bildirin şeklinde bir ara karar vermiştir. Ve fakat bürokrasinin karmaşık ve karanlık labirentlerinden ustalıkla yazılan bu karmaşık cümlelerle Mahkemenize karşı hile yapılmış ve darbenin sivil ayağının ortaya çıkması engellenmeye çalışılmıştır. Neden? Çünkü hala muhtedirdir onlar. Yani darbecilerin adamları yani 12 Eylül hala iktidardadır, hala kurumlarıyla, kişileriyle, mensuplarıya hala görevlerine devam etmektedir. Öyleyse buradaki evrakta "konmadı" ibaresinin dayanağına bakmak gerekiyor. Bu "konmadı" ibaresi 1977 yılındaki bir yönerge ile ilişkilendirilmektedir. Yönergenin Hans Kelsen'in Hukuk Fakültesi 1.sınıfta öğretilen kavramına göre normlar hiyerarşisi vardır, hiçbir alt kural, üst kurala aykırı olamaz, işte bu sıralamada yönerge, kanun, tüzük, yönetmelik, yönetmelikten sonra çıkartılan bir kavramdır, bir kaynaktır. O da sadece birer idari işlem yapacak olan memurların standardını belirlemek üzeredir. Işte ona dayanıyor ise de itirafta da bulunuyor aslında Genel Kurmay'ın hakim albay doktor adli müşavir sıfatlı memuru Muharrem KÖSE. Diyorki evet biz ona göre yazı yazıyoduk ama orda da zaten "konmadı" ibaresinin konulacağına dair bir açık hüküm yoktu, o yine de uygulanmakta idi. Şimdi mahkemenin sorduğu başka birşey, onun verdiği başka birşey. Fakat verdiği cevapta dahi o kaynakta, o konuda bir kural yok. Öyleyse bu kural daha sonra o 77 tarihli yazı 127/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 dayanak gösterilen yazı, yönerge değiştirilmiş, yeni yönergeye konmuş ve yazılmış ve dolayısıyla şimdi bundan sonraki evraklara dosyanın eki olarak nelerin konulduğu, konmadığının dayanağı oluşmuş, peki Mahkemenin ihtiyacı olan husus sıkıyönetimin ve darbenin cuntanın sivil koordinasyon grubunda kimlerin var olduğuna dair belgeye ulaşmak. Şimdi Mahkemenin kararlarına bütün kurumların uyması gerekiyorsa görevi gereği kamu adına toplum adına taşıdığı silahı Mahkemenize karşı tehdit olarak kullanmaya kalkanlara haddini bildirmeniz gerekir. Öyleyse burda yazılan Mahkemenizin verdiği ara kararında yazıya konmayan belgenin nerede ve ne şekilde muhafaza edildiğini araştırmayan, araştırıp bulmayan ve onu Mahkemeye yollamayan ve bunu da altındaki evrakı imzalamak suretiyle kendi aleyhinde belge yaratan Muharrem KÖSE adlı doktor hakim albay adli müşavir sıfatlı kamu memuru hakkında suç duyurusunda bulunmanızı istiyorum. Ayrıca ya Mahkemenizin bir naip hakim göndererek Genel Kurmay'ın kozmik odasında araştırma yapmasını veya avukatlık kanununun 2.maddenin 2.fıkrasındaki avukatın delil toplama yetkisi çerçevesinde elden takip yetkimiz çerçevesinde eğer Mahkemeniz naip hakim vasıtasıyla görev yapmayacaksa avukatlara bu konuda yetki vermesini istiyoruz ve özellikle sivil koordinasyon grubundaki darbecilerin yani meydanda görülenlerin perde arkasında kalanlarının kimler olduğu, hangi yüksek Mahkemede görevliler, hangi yüksek birimlerde görevliler, hangi gazetelerde, basında, medyada ve hatta avukatlar arasında avukat sıfatı taşıyan onlar arasında görev yapan özellikle mahkeme kararlarına itirazları inceleyecek kritik mevkilerde görev yapan yargıçlardan kimlerin işbirlikçi olarak o darbeyi ortam sağladığı ve devam ettiğinin önemi olduğunu düşünüyoruz. Bu önemlidir çünkü daha önceki duruşmalarda size Amerikan Silahlı Kuvvetler field maniol 3115 kodlu bir talimatnamesinde ve onun 1964 senesinde Türkiye'de Genel Kurmay Özel Kuvvetler Komutanlığı Başkanı Cihan AKYOL tarafından çevirisinden söz etmiştik. Işte orada sözü edilen ve Mahalli Kanunlarla bağlı değildir bu teşkilat mensupları denilen uluslararası bir çete örgütlenmesinin bir parçasıdır bunlar. Çünkü bunlar Mahalli Kanunlar dediği Türkiyedeki milli kanunlarımız olan Türk Ceza Kanununda bir kişinin beden bütünlüğüne bir cisimle saldırıldığında, yaralandığında, yaralama suçu ve yaşamı sona ererse öldürme suçu, öldürme fiili suç olarak sayılmış ise de uluslararası çetenin mensupları ve Türkiye'deki işbirlikçiler ve Türkiye'deki o örgütün yerli uzantılarının bu suçları işleme özgürlüğü vardır. O nedenledir ki bu güne kadar 12 Eylülcüler işledikleri hiçbir suçun hesabını vermemişler ve onların döneminde işkence ile sorgu yapan, işkencede müvekkilim Senem GÜLBUDAK'ın babasını öldürenleri ve diğer birçok devrimci sosyalist insanların sorguya aldıkları, kendilerince sorgu dedikleri düşman olarak hedef olarak imhası gereken hedef olarak tespit ettikleri kişileri öldürmelerinin hiçbirinin hesabı sorulmamış çünkü onlar uluslararası bir terör örgütünün uzantısıdırlar. Işte darbeci iki generalin örgütledikleri bu darbe faaliyetinin sivil koordinasyon grubu özellikle lojistik ve bugünlere dair gerek Devlet Güvenlik Mahkemelerinin gerekse de günümüzdeki düşman ceza hukukunun alt yapısın hazırlayan kendilerinden olmayan, kendilerini eleştiren, çalıştığı halde doymayıp aç kalıpta ben aç kaldım diye bir araya gelen insanları düşman olarak belirleyen ve ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler diyen anlayışın temsilcilerinin kimler olduğunun ortaya çıkmaya önemlidir, çünkü darbe ve yapılan eziyetler zulümler insanlık suçudur. Bu iki darbeci sanık general Mahkemenizde mahkum olacaklar ama onların mahkum olmaları yetmez. Bu yönüyledirki, evet darbeciler mahkum olmalıdır, yetmez ama evet. Ancak biz daha fazlasını yani işte bu karmaşık labirentlerde karartılan ve Mahkemenize hile yapılarak hala gönderilmemekte özel kasıtla, ustalıkla gizlenen bu sivil koordinasyon grubunu açığa çıkartmayan Mahkemenizin verdiği karara uymadığı için 5271 sayılı kanundaki yürürlük kanununa dayalı olarak çıkartılan 331.maddedeki mahkeme kararına uymayan ve 10 gün içinde cevabı ve gereğini yapmayan bu görevliler hakkında suç duyurusunda bulunulmasını ve o evrakın temini bakımından ya Mahkemenizce naip hakim tain edilmesini, yada müdahil avukatlarına yetki devredilmesini müdahil makamı olarak talep ederiz. 128/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Tekrarsöz aldığında: Bu Davanın geneli üzerinden sanık darbeci generallerin yargılandıklarını tarihsel kronolojisi itibariyle dosyanıza da gelen belgeler çerçevesinde özet olarak satır başlarıyla değinecek olursak; 77 yılındaki 1 Mayıs Taksim meydanındaki katliam iddianamede belirtildiği gibi bu davanın temel olaylarından bir isi de bununla ilgili evrakların toplanması dahi birçok aşamada bir çok sıkıntılara neden olmuş ve avukatlık kanununun biz avukatlara tanıdığı delil toplama yetkisi çerçevesinde yaptığımız MİT arşivindeki raporun aslına el koyup Mahkemeye getirme girişimimiz dahi Başbakanlığın müdahil olarak kabul edildiği bu davada halen aslı ortaya çıkarılamamış bir evraktır, işte 77 yılındaki bu olay 78 yılındaki meydana gelen katliamlar Malatya, Sivas, Maraş illerindeki katliamlar bunlar ülkeyi yine istikrarsızlığa yöneltmiş ve 79 yılında 5 milletvekili ile bir senatörün seçiminin yapılacağı ara seçimlerde seçimleri boykot kampanyası başlatılmış ve bu seçimleri boykot sandığı boykot sırasında oy verme hesap sor diyen gruplar parlemento dışı muhalefeti örgütlemeye durunca bütün düzenin partileri birlikte davranlışlar veve bu suretle herkesin sadece parlementoda çözüm bulabileceğini tek çözüm olacağı zannını yaratmaya çalışmışlardı. İşte bu süreçte devletin idare edenleri yurt dışındaki ateşelerinin kendi memurlarının parasını ödemeyemediği ve devletin birçokyerdeki binasının kirasını ödeyemediğinden sıkıntılar yaşadığı bir ortamda 24 Ocak 1980 tarihinde daha sonra perde arkası açıklandığı üzere Turgut ÖZAL adlı devletmemurunun yapmış oludğu hem de daha fahiş rakamlarda daha yüksek oranlardaki develüasyon yani paranın değerinin düşürülmesi kararları İMF tarafından taktir ile karşılanmış, İMF ise uluslararası bir tefeci örgüt olup verdiğinden kat kat fazlasını alan ve bunu sağlayacak buna olanak sağlayacak memurları elemanları daha önceden ilgili devletin birimlerine yerleştiren ve karmaşık ilişkiler içerisinde bulunan uluslararası bir örgüttür. İşte 24 Ocak 1980 tarihindeki bu kararla birliket hükümete uyarı mektubu laf ortaya atılmış ve kimse üzerine alınmamış daha sonra o tarihte Cumhurbaşkanlığı makamında oturan emekli deniz kuvvetleri Oramirali Fahrettin Bey bütün herkesi siyasal kesimleri toplamış ve bu mektubun varlığını açıkça ortaya koymuş ve fakat bu uyarı mektubu verilmiş olmasına rağmen bu mektubu verenlere o gün yine devlet olan hatta Anayasasında hukuk devleti yazılı olan o devletin memurları savcıları Yargıtay o tarihteki baş savcısı sessiz kalmış devlet terbiyesi devlet ahlakıyla davranmış işte bütün bu sessiz kalan açıktan olanlara sessiz kalan perde arkasından el altından ise ülkenin her tarafında karışıklığı yaratan çeteleri örgütleyen çeteleri besleyen onlara özel eğitim veren ve il emniyet müdürlükleri seviyesini bırakın bu ilçe emniyet müdürlükleri seviyesinde dahi çetelerin yaptığı işler hukuk mekanizmasına yakalandığında onları emir ve talimatla serbest bıraktıran mekanizmanın meğer 12 Eylül'e giden kilometre taşları olduğu sonradan ortaya çıkmıştır. İşte bu şekilde davranan ülkeyi kaosa çeviren bu karmaşık kaos yaratan bu ortamda ülkedeki hem bilim insanları hem eğitimciler hem öğrenciler hem profosörler hem milletvekillerinden sadece ve sadece topluma korku yaymak yani terör fransızca terörity dediği terör ortamını yaratmak yani korkudan insanların ağzını açamaz bir araya gelemez hale getirmek için yapılan bu faaliyetler; bu iki darbeci generalin örgütlediği darbe hareketinin bir parçası olduğu ortaya çıkmıştı. Çünkü bu iki darbeci general devlet memurudur ve devlet memuru maaşıyla bu işleri yapması mümkün değildir. Kendilerinin kişisel yetenekleri olsa bile ki şu iki darbeci general hayattadır fakat darbenin asıl patronu asıl beyni Haydar SALTIK'tır. Haydar SALTIK o sırada Genel Kurmay ikinci başkanlığı konumundadır fakat tıpkı 61 Anayasasındaki 60 yılındaki o 60 ihtilaline giden yolda binbaşı rütbesindeki darbecilerin generallere emir vermesi generallerin o binbaşı rütbesindeki darbecilerin önünde ayağa kalkıp esas duruşa geçmesi gibi hiyerarşiyi bozan devlet içindeki paralel bugün günlük değimle paralel devlet anlayışını geliştiren bu gelenek bu olayda yani darbecilerin bu davada sanıklarının yaptıkları 80 darbesi somutlaşmış bulundu daha sonra uygulanması aşamasına geçilmiştir. İşte bunların bu yapmış olduğu bu faaliyette ellerinde olan imkanlar istediği kadar geniş olsun kendileri istediği kadar kişisel yetenekleri 129/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 gelişmiş olsun eğer bunların iş birlikçi kesimleri olmasa idi bu darbe asla başarıya ulaşamaz tıpkı daha önceki darbecilerde 9 Mart 1971 deki darbeciler gibi veya 11 Şubat 1963 teki Aydemir olayı gibi saedce sınırlı sayıda memur ile kalabilirdi. Oysa bu kez bu darbeci generaller bu iki sanık değişik kesimleri örgütlemiş ve onların hazırlığını yapmış, daha sonradan itirafçı olanlarının yazdıklarına göre darbenin koşullarının olgunlaşmasını bekledik diyebilmişlerdir. İşte darbenin koşullarını olgunlaşmasını dedikleri dönemde mahkemelere yansıyan belgeye göre yüzen gezen tetikçiler vardır. Yani belli bir kişi adam öldürmeye eğitilmiş ve o kişiye sadece belli hedef gösterilmiş, o hedefi öldürmüş, değişik il ve ilçelerde tutuklanmış tutuklu olan kişi ceza evinden çıkarılarak suç işlemeye devam etmiş, daha sonra tekrar öldürmüş ki bu öldürme olayları sıradan kişiler değil biraz önce niteliğini belirttiğim toplumda korku yaratmaya yönelik olan eylemler örneğin; Adana Emniyet müdürü Cevat YURDAKUL. Cevat YURDAKUL CIA raporlarında marksist emniyet müdürü mualif emniyet müdürü adlarıyla kodlanan bir emniyet müdürü. Ancak benim ilimde vatandaşlar eğer güvende değil ise bende güvende olmam deyip korumaları ile gezmeyen koruma taşımayan bir emniyet müdürü fakat işte bu süreçte o öldürülmüştür. İşte o süreçte Kemal TÜRKLER DİSK genel başkanı öldürülmüştür ve bu insanların niteliğine bakıldığında toplumda büyük kesmi ilgilendiren sürükleyen görüşleri ve pozisyonları olmasından başka hiçbir şahsi kusurları yoktur. Tam tersine erdemleri olan insanlar ama bu insanlar sadece toplumu baskı altına almak bir an önce neredesin ey ordu hadi gel sene şeklinde darbenin meşrulaşması ve insanların bir kurtarıcıya muhtaç olma duygusu yaratılıncaya kadar bu olaylar geliştirilmiştir. İşte bu bir psokolojik harekettir ve bu harekat bir tek memurların aklına geldiği için yapılan birşey değil, sistematik örgütlü uzun süren bir araştırmanın sonucudur ve bu SOA'da üretilen bir fikirdir. Sauth of America yani latin Amerikadaki CIA nin kurmuş olduğu darbeciler okullarıdır. İşte o darbeciler okulunda eğitim görün geri kalmış ülkelerin hevesli yükselmeye hevesli memurları elemanları önceden eğitilip yetiştirilmiş ve orda değişik dallarda eğitilenler olmuştur. Bizim ülkemizden de oraya gidenler vardır.Onlar bu güne kadar hala tam olarak ortaya çıkarılmış değildir. İşte böylesine lojistik planlama ve uluslararası seviyedeki desteklerle oluşturulan darbe ortamında bu işbirlikçiler kategorisinde içeride ise öncelikle sermaye sahipleri ki bunların en tipik olanı Türkiye İş Veren Sendikaları Konfederasyonu başkanı söylemiş olduğu sözle tarihe geçmiştir. Ama hak ettiği şekliyle geçmiştir, çünkü darbe olduktan sonra işçilerin haklarını kazanmak bakımından harp grevi yapmaları genel grev yapmaları karşısında kalkıp darbe olduktan sonra gazetecilere yapmış olduğu konuşmada demiştir ki; şimdiye kadar işveren olarak bizim anamız ağlıyordu şimdi onların anası ağlayacak demişti. Doğrudur darbeciler de zaten emeği ile çalışıp karnını doyuramayıp sesini çıkaramayan insanların analarını ağlatmıştır. Son ağlayan anayı bu salonda gördük ve ilk kez bu salona ilk girdiğinde biz müdahil avukatları ile salondakiler herkes ayakta karşıladık. Çünkü oğlunun hakkını arayan yaşama hakkını savunan hak savunuculuğu yapmada biz savunma avukatlarına savunma işi yapan profosyonel avukatlara duruşuyla örnek olan Berfo anaya saygımızı göstererek ayakta dinlemiştik. İşte bu suretle çalışan ve muhalif olan daha fazla gelirden pay almak isteyen kesimlerin anasını ağlatmak işlevini görevini yerine getirme ödevi altındaki bu iki sanık darbeci general bunun mekanizmalarını da zaten hazırlamışlardır. Nasıl yapmışlardır? Bunu sorgu merkezi adı altında işkence merkezleri oluşturarak hazırlamışlar ve buraları profosyonelce örgütlemişler ve bunların en ünlüsü olan DAL diye adlandırılan derinlemesine araştırma laboratuvarında işte biraz önce süzünü ettiğim Amerikaya gidip orada eğitim gören emniyet genel müdürlüğünde kadrolu emniyetçiler askeri istihbaratta görevli asker şahıslar ve sivil şahıslardan gidenler orada eğitilmiş ve bunların eğittikleri kişiler ise işte bu değişik sorgu merkezlerinde sorgu işi yapmışlardır ve burada en çarpıcı olan şu ki gözleri bağlı elektrik işkencesine birçok kez mağruz kalan bir kişi artık halsiz hale düştğünde gözleri bağlı iken doktor kılıklı yaratıklar gelip işkenceye uğrayan kişilerin nabzını tutmuş ve nabzını tuttuğu 130/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 kişinin sırf nabız atışlarına dayanarak bağlı olarak buna bir saat sonra bir seans sorgu yapabilirsiniz yani işkence yapabilirsiniz, dört saat sakın elinizi sürmeyin elinizde kalır sonra devam edebilirsiniz diye sadece nabız tutmak suretiyle sorgucu işkencecilere hizmet edenleri örgütlemişlerdir. Çünkü bu yaratıklar her yerde vardır. Ama bunların en ünlüleri Ankara DAL sorgu merkezi, İstanbuldaki sorgu merkezleri, Diyarbakır daki sorgu merkezleri, İzmir deki belli merkezlerde olanlar daha büyükleridir ve buralarda kendilerince aksaklık olduğunda uzman olan diğerlerinin buralara nakil olarak anında gidip çözülemeyen kafalarında suçlu ilan ettikleri kişilerin illegal bir şekilde söylemesini sağlamak için bu işi yapmışlardır. Bunların ünlülerinden bir tanesi de Kahramanmaraş katliamı ile ilgili olan olayda solcu sosyalist insanların üzerine leke atmak üzere sorgulanan Hamit KAPAN adlı kişinin sorgusudur. Buradaki sorgucu Sedat CANER daha sonra vicdan azabına dayanamayarak ben bir işkenceciydim diyerek işkenceci olduğunu itiraf etmiş ve o tarihte1984 yılındaki Nokta dergisinde işkence ve sorgu metotları denen işkence metotlarının yaptıklarını ve bildiklerini anlatmıştır. Ve daha vahim birşey daha itiraf edip vicdanını rahatlatmak istemiştir. İnsan olarak kendi öz kayın biraderine işkence yapabilmiştir. Çünkü işkenceci çünkü sorgucu sadece önündeki kişiyi sadece imhası gereken bir hedef olarak programlanmış bir kişidir. İşte bu şekilde sorgucuları bu hale getiren bir mekanizmadır. Bir süreçtir ve günümüzdeki sorgucular onların torunlarıdır ve bu süreçte işkenceyi önüne gelen herkesi yani şu kişinin şu gruptan bu gruptan olması değil önüne gelen her kişiyi imhası gereken hedef konumuna getirerek eğitecek şekilde hazırlık yapıp onun psikolojik moralmen destek motivasyon şeklinde eğitim yapıp teknik unsunları öğreten bu sistemi hazırlayan bu iki sanık kendilerine üniversitelerden saçı sakalı ağırmış profesör denen bilim insanlarından da işbirlikçiler yaratmışlardır. Ve bunların en büyüklerinden biri HZİ vakfı olarak bilinen Hamit Zahide İdil vakfıdır ve bu vakfın yapmış olduğu double vanit yaniiki taraflı kör bir araştırma metodudur. Bu metod CIA de ve günümüzdeki terminoloji ile terörle mücadele de tesellüm etkidir mücadele araçları konulu bir konuda araştırma yapılmış ve bu konuda HZİ vakfının profosörü olan o profösörler ki anne babalarının adına kurdukları vakfı aracılığı ile gönüllü olmuşlar ve Türkiye de tutuklanan solcu sosyalist kominist insanların üzerinde çalışma yapmışlardır ve bu çalışma sırasında bir ilaç hazırlamışlar ve bu ilacı Türkiye deki Üniversite deki asistanlar asistan doktorlar aracılığı ile vermişlerdir ancak bu kullanılan ilaç ne kobay olarak kullanılan insanlarımıza açıklanmış ne de o ilacı verme sırasında görev yapıyorum diyerek o işin parçası haline getirilmiş asistanlara söylenmiş ve bunun ne amaca hizmet ettiğini ne amaçla bu çalışmanın yapıldığını sadece o proförör ile CIA uzmanları bilerek bu operasyon yapılmıştır. bunun amacı şudur bir süre sonra bu ilacın verildiği kişilerden zorla kan almaya çalışılmış ve beyin tomografileri çekilmiştir. Buradaki teze göre solcular, sosyalistler,komünistler teröristtir. Toplumda terör yaratmaya çalışan insanlardır. Aslında bu bir hastalıktır, çünkü onların beyinlerinin sağ lobunun bilmem ne bölegesinde bir bölge harekete geçtiğinde saldırganlık dürtüsü yaratmaktadır. Eğer saldırgan olan bu imhası gereken sinekler beyinlerine operasyon yapılır. Ameliyat ile beyninin o bölgesi çıkartılır. Ve yahut o bölgeyi devre dışı bırakacak kimyasal silah pardon düzeltiyorum onlara iyilik olsun diye ilaç verilecek olursa bu fayda sağlanması kanıtlanırsa tüm dünyada uygulanabilsin diye 89-91 li yıllarda en yaygın olarak İstanbul da Metris ceza evindeki tutuklular üzerinde hükümlüler üzerinde uygulanmış ve buradan elde edilen bilgiler tez halinde daha sonra uluslararası psikoloklar psikiyatristler kongresinde utanmadan sıkılmadan bilim insanı ünvanı ile övünülerek uluslararası bilimsel toplantılara ileri sürülmüştür ve orada açıklanmıştır. Oradaki bu kişilerin insanlık dışı olarak insanlık dışı surette insan haklarını temel hakları yok ederek bu çalışmaları bilimsel ekip kurallarının ne kadarını çiğneyerek yapmalarından dolayı mesleklerinde ve meslektaşlarındaki konumları bir yana işte kendilerine karşı çıkan kendilerinden farklı olan herkesi bu şekilde imhası gereken sinek olarak gören ezmeye çalışan yani farklı olana tahammül edemeyen bu faşist zihniyet bu iki general tarafından örgütlenmiş ve sonra meyvesi toplanmaya başlamıştır. 131/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 İşte bunun bir başka bacağı olarak yargı ayağı gerçekleştirilmiş veyargıda idare hukukunda fakültede bizim beynimizi yıkayan hukuk profosörlerinin bize anlattığı bir liyakat sistemi diye bir kavram vardı, idarede güya laik olan o mevkiye o görevi hak eden o göreve layık olan oraya atanır diye bize hukuk devletinin gerçekten İsviçre saati gibi hukuktan bağımsız böyle kendi başına bir örgüt olduğu anlatılmış idi oysa sonradan öğreniyoruz ki darbecilerin emrine girmeyen bütün memurlar hiçbir teminatları olmaksızın derhal kapının önüne konmuşlardır, bırakın memurları mahkemeler yok edilmiştir, hani şu anda sizin de nasıl ki elinizdeki mevcut sanıklarla ilgili yargılamayı bitirdiğinizde sizin mahkemelerinizin de görevi sona erecek ve kendi mukadderatı ve varlığı elinden tutmuş olduğu sanıkların mukadderatına bağlı olarak çalışma durumunda bırakılan DGM ler olarak sizlerin de içine düşürüldüğünüz bu konumla par7alel olarak örneğin İstanbul da barış davasında İstanbul Barosu başkanı dahil barış derneği genel başkanı saygın insan ve emekli büyük elçi Mahmut DİKERDEM i tutuklamayan bir numaralı sıkı yönetim mahkemesi görülen lüzum üzerine lav edilmiştir, aradan lav edilince kadrosu açıkta kalan yargıçlar kıta görevine gönderilmiş ve personel şube müdürlüğü emrinde personel hakimi personel mahkemelerinde hakim olarak görevlendirilmiştir, bunun adı aşağılamadır ve o onurlu insanlar çok sıkıntı çok acı çekmiş ve bir kısmı mesleği bırakmıştır, ancak ilginç olan şudur, aradan bir 10-15 gün geçtikten sonra aynı sıkı yönetim komutanı ki idare hukukundaki biz hukukçular için onun sıfatı idarenin bir memurudur, amir konumundaki yetkili konumdaki bir memurdur, işte idari bir işlem ile görülen lüzum üzerine tekrar bir numaralı mahkemenin ihdas edilmesine demiş bu kez kendisinin emrettiğini buraya dikkatinizi çekmek isterim emrettiğini uygulayacak memurları hakim diye oraya getirmiştir, çünkü mahkemenin hakimlik mesleğine ait vasıflarını yargıçlık onuru ve gururunu yitirmemiş o insanların yargıçlık ilkeleri hukuk ilkeleri buna izin vermiyor ne yapayım tutuklayamam deyip kendi mahkemesinin lav edilmesini kendisinin sürgün aşağılanması neticelerini daha yaşamış olan o yargıçlardan sonra itiraz üzerine mahkemenin yüzbaşı rütbesindeki hakim sınıfından olan yüzbaşı tutuklama kararı vermiştir; fakat dikkatinizi çekmek isterim aynı yüzbaşı emeklliğini isteyip onuru ile avukatlık görevine başlayan baroda barohan da görev yapan emekli albay Levent AKYÜZ üstadımızın kendisi emekli albaydır,o mahkemede hakim albaydı işte hakim albay olarak tutuklamayı reddeden levent albay üstadımızın tutuklanmaması olayında o zamanında kendisi yüzbaşı olarak tutuklama kararı veren o yüzbaşı öldüğü için adını anmayacağım, daha sonra bürosunu ziyaret edip yanında abi kusura bakma komutan bana telefon açtı çok ağır laflar etti mecbur kaldım tutuklamaya deyip hüngür hüngür ağlayabilmiştir, biz bunu nereden öğneriyoruz savunma mesleğinde çağdadş hukukçular derneğinin kurucusu olan ÇAHDER üyesi bizler gibi ÇAHDER in üyesi olmaktan ve üstadımız olduğunu her yerde onula andığımız Gülçin ÇAYLIGİL in anılarından öğreniyoruz ve bir yargıç yıllar sonra gidip abi tutuklamaya mecbur kaldım çünkü komutan telefon açıp emir verdi çok ağır laflar etti deyip hüngür hüngür ağlayabilip vicdanını ancak o zaman rahatlatabilmiştir, işte bu darbeci generaller İstanbul daki sıkı yönetim komutanına bizzat oraya telefon açtırmış değil, çünkü askerlikte emir demiri keser askerlikte mantık yoktur bilmem ne gibi bir çok saçma alt kültürden gelen darma dağın acayip bir yapı yaratmışlar ve o yaratılan alt kültürün oluşturduğu ortamda yargı bacağını da bu şekilde tamamlamışlardır, nitekim yargıtayda örneğin bu davada iddianameye konu olan olması hasabiyle Cumhuriyetin başsavcılığında o zaman savcı yardımcılığı ünvanı vardı doğrudan savcılık ünvanı yoktu,ama Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan Başkent savcısı Doğan ÖZ ün öldürülmesi olayında sanığın beraat kararının gerekçe olan kısmı ibret vericidir, çünkü mahkeme heyeti yani askeri mahkeme heyeti kararında demektedir ki " sanığın maktul Doğan ÖZ ü görevi nedeniyle görevi başında ve planlı şekilde taamüden zanlı ve arkadaşının öldürdüğü konusunda mahkememiz heyetinde en ufak bir şüphe yoktur ancak askeri yargıtay ceza daireleri genel kurulunun kararına mahkememizce kanunen direnme yetkisi bulunmadığından bozma kararına uyma kararı vermek zorunluluğu olmuş ve genel kurulda 132/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 verilen beraat kararı nedeniyle beraat kararı verilmiştir" diyerek mevcut sanık hakkında beraat kararı verilmiştir, işte oradaki askeri yargıtay genel kurulu incelemesi sırasında genel kurul toplanmasından sadece bir ay önce ki Can DÜNDAR ın programından öğreniyoruz bunu askeri yargıtay üyeleri arasında sayısal çoğunluğu değiştirecek kadar üyeler değişmiş ve ondan sonra da çok az bir oy farkıyla beraat kararı verilmiş dosyadaki deliller asla tartışılmamıştır. İşte bu mekanizma bu iki darbeci sanık generalin kurmuş olduğu mekanizmanın ta kendisinidir, ve bu olay bu mekanizmanın röntgenidir, öyleyse yargıda da kendisine işbirlikçilerini bulan kendisinin güdümüne giren insanları atayan, bu mekanizma bürokraside de bunları yapmış ve bu hazırlıklarını yapmış, birçok kez yapılan planlamanın kontrolü vardır, denetlenlesi vardır, bunun denetlemesini yapmış, ve istihbarat prensibi çerçevesinde sadece bilmesi gereken prensibiyle sadece bu çeteye dahil olanların bildiği bir kontrollerle bu mekanizmayı kontrol etmişler, mekanizmanın çalıştığı ve hazır olduğunu kararlaştırdıktan sonra darbe kararını ortaya çıkarmış ve bunu uygulamışlardır. Ve daha önceden yayınladıkları ve yolladıkları darbe emrini tekrar geri toplamaları işte bu örgütün kontrollü bir örgüt olduğu, özel bir örgüt olduğu, planlı kontrollü ve sadece çeteye dahil olanların bilebildiği bir mekanizma olduğu, yani çok gizli gizlilik derecesinde örgütlenmiş olduklarını göstermektedir. İşte bir emniyet müdürünün Cavit Orhan TÜTENGİL'in ve diğer birçok onurlu insanın faillerinin ortaya çıkarılmamasının nedenini de bu şekilde daha iyi anlıyoruz. Çünkü failler çok gizli gizlilik derecesinde bağlı oldukları örgütün mensuplarıdır. Bu suretle sanıkların iddianamede yazılı olan ve iddianamede yazılı olmayan birçok fiiller noktasında bunların ortaya çıkarılması bakımından en nihayetinde müvekkillerimizin yapmış olduğu ısrarlı çabada ennihayetinde bir dava açımı aşamasına gelinmiştir. Ancak dava açılma aşamasına gelindiğinde Cumhuriyet Savcılığı makamında görev yapan soruşturma savcısı Budapeşte ilkeleri çerçevesinde etkili soruşturma yapmamıştır. Delilleri yeteri kadar toplamamıştır. Çünkü delilleri toplamaya kalktığında geriye devlet diye birşey kalmayacaktır. Bunu gördüğünden delillerin tamamının üzerine gitmemiştir. Çünkü deliller devlet teşkilatında görevli olan birçok kişinin bu çetenin uzantısı olduğunu göstermektedir. Bunun ortaya çıkmasından dehşete kapılanlar soruşturmayı sınırlı tutmuşlardır. Bu suretle mevcut olan delillerin muhakeme faaliyetinde hiç olmazsa yargılamanın dürüst yargılanma ilkeleri uygulanarak yapılmasını istemek üzere biz müdahiller buraya geldik. Bu noktada birçok sol, sosyalist ve kominist düşünceye sahip olan insan bu davayı takip etmemiş ve bu davaya güvenmediklerini en başta kamuoyuna açıklamışlardır. Nitekim Çağdaş Hukukçular Derneği Üyesi ve Genel Başkanımız Selçuk KOZAĞAÇLI bu salona gelmiş, sözlerini söylemiş ve biz buranın her zaman sol tarafında yani Mahkeme Başkanının sol tarafında buranın hep müşterisi olduk, buranın hep gelip gideni olduk, bizim sağ tarafta yani müdahil tarafta yer almamız tarihin bir tecellisidir. Ama buna rağmen biz buranın DGM olduğunu biliyoruz. Ama buna rağmen biz bu yargılamadan en etkili, en ağır şekilde cezalandırmanın hızlı bir şekilde çıkacağına güvenmediğimiz için bu beyanlarımızdan sonra terkediyoruz, deyip terkedip gitmiştir. Ama bu davanın katılanıdır Çağdaş Hukukçular Derneği. Çünkü 12 Eylül darbesi tam da sol, ezilen, zulmedilen, azınlıkta kalan, hakkı çiğnenen insanların savunma görevini üstlenen ve savunma mesleğinde kilometre taşları avukatlar yetiştiren ve onların oluşturduğu derneğin üyeleri olması ve orda faaliyet gösterilmesi, orda avukatların birbirlerine deneyimlerini aktarıp devlet mensuplarına karşı taktik geliştirmelerine karşı birlikteliği için o nedenle kapatmış en ağır şekilde sıkıntılar çektirilmiştir. Bu nedenle Çağdaş Hukukçular Derneği bu davanın müdahili olmuştur. İşte biz de şu anda hala katılan konumunda katılanların vekilleri konumunda görev yapmaya çalışan avukatlar biz yargılama sırasında hiç olmazsa bu iki darbeci sanık generalin bir darbe davası bir darbe sorgulaması muhakemesi örnek bir dava olması açısından birçok talepte bulunduk. Bunların çoğu usule ilişkindi ve bunların birçoğu tarafımdan ilk duruşmada dile getirilmiştir ve bunlar en başta kısmen en başta reddedildiği gibi daha sonra bizim endişe ettiğimiz bütün ayrıntılar en kötü ihtimaller 133/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 olarak sıraladığımız bütün ihtimaller tek tek gerçekleşmiştir. Bunlardan delil toplanması tam olarak yapılmamıştır. Hala yapılmış değildir. Örneğin kanun şu an yürürlükte bulunan kanun da davanın iddianamenin sanığın yüzüne karşı okunarak başlanacağını emretmesine rağmen sanıklar duruşma salonuna getirilmemiştir. Sanıkların duruşma salonuna getirilmesi noktasında sanıkların alt yapısını hazırladıkları ve kurdukları mekanizmaların mezun ettiği rütbe verdiği diploma verdiği profesör ünvanlı kendi meslek ilkelerini dahi açıkça dürüstçe uygulayamayan profların verdiği evrakla sanıkların eğer bu salona gelirlerse öleceklerini yuvarlak olarak söyledikleri ve birbirleriyle çelişkili cümlelerle ancak satır arasında saklayabildikleri karmaşık raporlarıyla sanıklar bu salona getirilmemiştir ve bu tehlikenin söz konusu olabilmesini sanıklardan birisi için söylemiş olmama ve diğer sanık için bunu söylememiş olmama rağmen diğer sanık dahi bu salona asla getirilmemiştir. Korkunç birşey daha vardır. Sanıkların evinde arama yapılmamıştır. Oysa sanık Kenan Evren aldı sanık general devletin devlet başkanlığı makamında görev yaptıktan sonra oradan görevden ayrılırken devletin beyni diye adlandırılan devletin arşivini almış, kendi babasının malı gibi evine götürmüştür. Yıllar sonra ise sıkıntı yaşayabileceği bir şekilde kendisine anlatılmış olmalı ki, onların bir kısmını geri göndermiştir. Geri göndermiş ama gönderirken dahi kendi suçunun kendi dönemindeki kendini yaratan kesimlerin suçlarının delilleri ele geçmesin diye o evrakların bir kısmını keserek, kopartarak yani delilleri imha ederek devlete göndermiştir ve nitekim bunlar 1977 ve sonrası yıllardaki milli güvenlik kurulu milli güvenlik konseyi adlı üst düzey devletin güvenliğini ilgilendiren toplantılarda her ne hikmetse sadece ve sadece 1 Mayıs katliamı ile ilgili toplantıların, Fatsa operasyonu ile ilgili toplantıların Maraş katliamı ile ilgili toplantıların yani darbeye giden kilometre taşı olan olayların toplantılarında konuşulanların çözümünün yapıldığı evrakları koparmış, saklamış geri kalanı verebilmiştir ve bunu alan devletin memurları da 657 Sayılı kanunun 127 maddesine göre işlerini dürüst, namuslu güvenli, ahlaklı yapma ödevi altındayken bunun evrakı eksiktir, şu eksik evrakları da teslim eder misiniz diye söyleyememişlerdir. Niye çünkü emekli olmasına rağmen bu iki darbeci sanık general hala muktedirdir. Halen gizli iktidar sahibidir. İşte bu iki sanık generalin bu şekilde etkisi günümüzde hala devam etmektedir. Biz bunların önüne geçmek bakımından hiç olmazsa mahkemede katılanlar vekili olarak tarihe karşı görevimizi eksiksiz yapabilme bakımından yeni çıkan hileli işlerin de önüne geçmek için talepte bulunduk, Mahkeme bunları mahkemeniz mahkeme heyetiniz bunları dinlemedi, size söyledik, dedik ki sanıkları buraya getirin, getirmediniz, sanıkların sorgu sırasında hiç olmazsa yanında olmamız lazım, müdahil avukatlarının bir kısımının orada bulunmasına mahkemeniz karar versin, çünkü orası mahkeme salonudur dedik. Müdahil avukatlarının oraya katılmasına da izin vermediniz ve sanıkların yüzyüzelik ilkesini kullanılsın dedik. Onu da dinlemediniz. Sanık Tahsin ŞAHİNKAYA'nın bulunduğu yere bir Naip Hakim yolladınız. Naip Hakim Mahkemeniz adına görev yapıyordu. Ne gördük. Sanık orada sorgu sırasında elinin uzanma mesafesinde kahvesini alıp içiyordu ve biz Adalet Bakanlığı kameraman olarak görev yapan teknisyeninin lütfettiği kadar bahşettiği kadar görüntü kısmını görüyorduk ve sanık kahveyi alıp ağzına götürürken orada kahve içtiğini gördük. Peki oradaki Hakim ne yapıyordu. Onu görmüyor muydu, Mahkemeniz adını gördüğü halde niye ses çıkarmıyorduve oradaki yargıç görevini tam yapmamışgörevini kötüye kullanmıştır ve bunu görmenize rağmen o yargıç hangi ne işlem yaptınız, bizim müvekkillerimiz ve müvekkillerimizin yakınları sadece bilmedikleri konuya bilmiyorum dedikleri için ciğerleri patlatılarak öldürüldü, kafa tasları parçalatılarak bi yerlerine cop sokularak elektrik verilerek öldürüldü, oysa darbeci sanık general hakimin huzurunda hem de mahkeme salonunda kahvesini yudumladı ve buna rağmen sanık ile ilgili mahkemenizin duruşma inzibatının bozulması ile ilgili birçok uygulama tedbir alma yetkisi vardı tutuklama yetkisi var, zaten bu iddianamede yazan suçlar insanlık suçu hukuk sistemimizin en ağır suçlar olmasına rağmen ne hikmetse bir türlü tutuklanmadı sanığın duruşma inzibatını bozmasına rağmen sanığa hiçbir inzibatı tedbir uygulanmadı ve fakat bu 134/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 salonda sadece ve sadece işkencecileri örgütleyen o iki darbeci sanık generalin veya duruşma salonunda kendisi ile birlikte işkence görenlerin yıllar sonraki yaşlanmış hallerinin sadece bir fotoğrafını çektiğinde hakkında tutanak tuttunuz polis çağırdınız derhal onu sevk ettiniçiz niye çünkü biz bu salonun DGM olduğunu biliyoruz, DGM olduğu denen devlet otoritesi denen otoritenin nasıl kullanıldığını biz biliyoruz, biz bunu asla unutmadık ve bu gün müdahiller makamında görev yapan avukatlar olarak konuşma sırası oluşturduk,biz sıra itibari ile kendi aramızda bir iş bölümü yapmıştık oradaki sıraya uygun şekilde meslektaşım ve üstadım Senih ÖZAY dan önce benim konuşacağımı belirtmemize rağmen Mahkeme başkanı hayır dedi, ben Senih beye söz veriyorum, ben Senih beye söz verdi Senih bey gerçekten Mahkemeye iltifatlarını belirtti mahkemenin yapmış olduğu bazı etkin verdiği kararların arkasında duran tavrı nedeniyle hoşnutluğunu belirtti onları ben de farkındayım bende gözardı etmiyorum ancak şuraya bakar mısınız Mahkeme başkanı müdahil makamında avukatların konuşma sırasına kadar müdahale edebiliyor karar verebiliyor, işte bu otorite müdahillik makamını çiğnenmesindir ve buraya adım atılmasıdır,. Oysa bu kürsü bağımsız savunma kürsüsüdür, müdahillik haklarını savunma kürsüsüdür, biz avukat meslektaşlar olarak yine de biraz önceki konuşma akışını bozmamak adına o anda o müdahaleyi yapmayıp onu bekledik ve söylemenin sırasının gelmesini bekledik, çünkü biz müvekkillerimizden öğrendik sabredilmesi gerektiğini, ve çünkü müvekillerimiz yaşadıkları tüm acılara rağmen, acılarını hala yaşıyor olmalarına rağmen, en şerefli bir şekilde büyük bir vakur içerisinde nasıl söz almak istediklerinde azarlanmalarına kendilerine bağırarak hitap edilmesine rağmen, nasıl tavırlarını bozmadığını biz onlardan çok iyi öğrendik, ama şunu belirtmemiz gerekir; burası bağımsız savunma kürsüsüdür, ve biz bağımsız savunma kürsüsünde görev yapan avukatlarız, savunma işi yapan avukatlarız, biz avukatlık mesleğini, bizden önce görev yapan ve bu konuda bize rehber olan üstadlarımızdan öğrendik, Halil ÇELİK lerden öğrendik, Niyazi AĞIRNAS lardan öğrendik, Kemal KELEŞOĞULLARI ndan öğrendin Bekir DOĞANAY lardan öğrendik, ve bağımsız savunma kürsüsü derken bu bağımsızlığımız yeri geldiğinde müvekkilere karşı ama daha da önemlisi despotlara dikdatörlere padişahlara karşıdır bu bağımsızlığımız ve bulunduğu her yerde ve bu yönüyle bu mahkemedeki bu uygulamaya geçince Mahkemenin yargıçlık kürsüsüne karşı da biz bağımsız avukatlarız, öyleyse biz müdahillik makamına bu şekilde konuşma sırasına kadar müdahale edilmiş olmasını sadece ve sadece Mahkeme başkanının şimdiye kadarki daha önceki duruşmalardaki nezaketini ve üslubunu o hassasiyetini gözlemlediğimiz için sadece tarihe not düşmek ve her iki üye yargıcın da hiç olmazsa bundan sonraki meslek yaşamlarında yargıçlara bir eleştirinin kolay kolay gelmediği ve yargıçların eleştirildiğinde hemen sanık kürsüsüne oturulduğu ülkemiz yargı alt kültüründe fırsatını bulmuş iken sadece bir hatıralarında bulunsun diye bu salonda beyan etmek isteriz öyleyse delil toplama aşamasında yargılama aşamasında delillerin toplanıp tartışılması aşamasında sanıklara sorduğumuz soru sırasında görüntünün teknisyenler tarafından yok edilmesi aşamasında konuşmalarımızın bize kaydedilmediği sırada dahi bu salondaki kenardaki büyük dinleme cihazları tarafından dinleyen idarenin ve idareninin bilemediğimiz başka mekanizmalarına rağmen biz acı çekmiş insanların temsilcileri hukuk savunucuları olarak, bu iki darbeci sanığın suçunun sabit olduğunu ortaya çıktığını beyan ediyor bu iki sanığın dünyaya da emsal olacak şekilde cezalandırılmasını ve bu konuda bir örnek yaratmış olan İspanyol yargıç Baltazar MERZOV un vermiş olduğu ve bir İspanyol vatandaşının Şili de darbeci faşist generaller tarafından işkence ile uçaktan okyanusa atılarak öldürülmesi olayında o ülkenin emekli devlet başkanı olarak yaşamakta olan darbeci faşist generallere nasıl ki bir tutuklama karar verip bu gücünü gösterdiyse bu suretle karar vermenizi çünkü bir hukuk filozofuna göre yargıçlar esasen hükümlerinde kendileri hakkında karar verirlermiş öyleyse müvekkillerimiz şimdiye kadar yaşadığını yaşadı ve çekeceği acıyı çekti ve hala acıları ile yaşıyor, öyleyse şimdi acıları ile veya onurları ile yaşama sırası siz yargıçlarda bu şekilde talebimizi beyan ediyoruz. dediği, 135/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Mehmet Horuş Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli beyanında: Müvekkillerden Ertuğrul Kürkçü yönünden verdiğimiz dilekçemizi tekrar ediyoruz. Diğer müvekkillerden Yılmaz Kızılırmak salonda hazırdır kendisine söz verilmesini istiyoruz. Diğer müvekkilim 78 liler dayanışma ve araştırma dernekleri federasyonu tüzüğündeki kısa adıyla Devrimci 78 liler federasyonu federasyon başkanı Kanber Ataş salondadır. Bu davanın açılmasına yardımcı olmuş pek çok bilgi ve belgeyi hazırlık savcısına ulaştırmıştır. Söz verilmesini talep ediyorum. Diğer müvekkilim Temel Demirer salondadır. Türkiye Halk Kurtuluş ordusu mücadele birliği davasında hakkında mahkumiyet kararı verilmiştir. 11 yıl yurtdışında siyasi mülteci olarak yaşamak zorunda bırakılmıştır. Elinde kapsamlı dosya var söz verilmesini talep ediyorum. Diğer müvekkilim Fazlı Kuru 12 Eylülde gördüğü işkenceler nedeniyle şu anda tekerlekli sandalyede yaşamak zorunda bırakılmıştır. Dizi listesinde 238. Sırada şikayet dilekçesi vardır. Katılma talebinde bulunuyoruz. İdam edilen devrimciler Necati Vardar ve Mustafa Özenç adına onların aileleri adına katılma talebinde bulunuyoruz. Bu devrimciler idam sehpasına çıkarken halkımız sizden hesap soracak diye çıkmışlardır. Onların son sözü bizim için ve ailesi için ve tüm devrimciler için vasiyet niteliğindedir. Onların bu vasiyetinin gereği olarak darbecilerle hesaplaşmaya hizmet edebileceğini düşündüğümüz için davaya katılma talebinde bulunuyoruz dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli beyanında: Diğer meslektaşlarımızın ifade alınmasına ilişkin beyanlarına katılıyoruz. Ayrıca yeni sunduğumuz müdahale taleplerimizi de tekrarlıyoruz. diğer yandan bu müdahale talepleriyle ilgili araştırmaları yaparken daha önce de Mahkemece araştırılan ancak bir sonuca ulaşılamayan Milli Güvenik Konseyi kararlarının Meclis Sayfasında yayınlandığını ve dolayısıyla bir şekilde burada arşiv oluştuğunu tespit ettik. Bu konuda gerekli yazışma yapılarak arzulanan belgelerin dosyaya celbi sağlanabilir. Diğer yandan TBMM'de darbeleri araştırma komisyonu kurulmuştur ve bu komisyonun 12 Eylül ile ilgili 180 kişiyi dinleyeceği kamu oyuna yansımıştır. Bu kişiler arasında sanıklar da mevcuttur. Yine kamu oyuna yansıyan haberlerde bu davanın varlığına rağmen sanıklara sanık sıfatı ile davranılmadığını ve adeta bir devlet büyüğü şeklinde davranıldığını görüyoruz. Bu durum başlı başına bizce Anayasanın 138. Maddesine aykırıdır. Diğer yandan bu komisyonun bir rapor hazırlayacağı ve bunun mecliste görüşüleceği mevzuattan kaynaklanmaktadır. Bu görüşmelerin de keza Anayasanın 138. Maddesine aykırı olduğunu düşünüyor ve ilgili komisyona bu hususların hatırlatılmasını, ayrıca söz konusu isim listesinin de komisyondan istenmesini talep ediyoruz, Mahkemenizin alacağı karar ile "sanıkları" sanık yapın dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli beyanında: "Sayın Yargıç bu Bayrak Harekat Planı ile ilgili okuduğunuz belgelerin bir kısmı zaten daha önce dosyada olduğunu düşündüğüm belgeler. Bana tanıdık geldi. Fakat başından beri peşinde olduğumuz bu plan aslında bu darbe planı dediğimiz yani burada yargılamanın esasını oluşturan suçun esasını oluşturan planın bu Bayrak Planından ibaret olmadığını düşünüyoruz. Burada bu Bayrak Harekat Planı biraz askeri açıdan o gün fiili olarak yönetime el koyma işte telsizi kim tutacak, radyodan kim anons yapacak kimler tutuklanacak yani işin suçun icra fiilinin bir ayağını oluşturuyor. Bunun ötesinde daha geniş bir plan var. Daha öteden hazırlanagelen bir plan var. Burada da size verdiğim dilekçede ismini yazdığım birkaç kişi var. Ama önce şuna değinmek istiyorum. Sanık Kenan Evren savunmasında susma gerekçesini açıklarken zaten anılarında pek çok şeyi açıkladığını belirtti. Ben anılarımda bunları söyledim dedi. Bunu hepimiz burda şahit olduk. Video kayıtlarında da var. Ama ben bugün o dilekçeyi yazarken ısrarla taradım Evren'in bu beyanı döküme girmemiş. Yani yazılı hale getirilmemiş. Böyle bir eksiklik var. Fakat ertesi gün burada söz alırken kendisine soru yöneltilirken dünde dediğiniz gibi anılarına atıf yaparak ta soru sormuşum. Çok iyi 136/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 hatırlıyorum. Evren'in anıları burda. Yani bu 6 cilt anılarında dizi pusulasını yeniden taradım. İddianamenin ekindeki kaynakçalara yeniden baktım. Ama bu kitaplar dosyada görünmüyor. Eksik bakmış olabilirim. Ama görünmüyor. Fakat ben yaşım küçük olduğu için yani yetişmediğim için okuduğumda aslında bugün bizim burda peşinde koştuğumuz tartıştığımız pek çok şeyi daha o yıllarda 89 yılında Evren burda kabul ettiği anılarında da açıkça yazmış. Burada uyarı mektubunun nasıl organize edildiği Haydar Saltık ile nasıl görevlendirme yapıldığı, o anlık görüşmeler, daha sonra günlük olarak bir darbe güncesidir aynı zamanda bu kitaplar. Sıkı Yönetim koordinasyon toplantılarına ilişkin yorumlar. Bunları uzatmayacağım. Bunlar esasa dair beyanlarımızda ayrıca girecek. Ama özellikle darbe planının Bayrak Harekat planına bağlı olmadığına dair tespitimizi şu anda sunuyoruz. Burada da özellikle iki isim önemli. Biri Mehmet Emin Paksüt, diğeri de Turhan Feyzioğlu. Bu iki şahıs açıkça bütün görüşmeleriyle notlarıyla birlikte bu kitaplarda var. Darbenin karargahında yer almışlardır. Özellikle Anayasa yapım ve seçim sürecinde çıkarılacak konsey bildirilerinde ve dahi Anayasa düzeni hakkındaki kanun olmak üzere akıl hocalığını darbenin akıl hocalığını bu iki şahıs yapmıştır. Bunlar hakkında suç duyurusunda bulunun diye işi uzatmak için de söylemiyorum. Esas hakkında karar ile birlikte bulunabilirsiniz. Ama bir şema oluşacaksa bu şahısların olması lazım. Yine bu 6 ciltin büyükçe bir kısmı bir takım tırnak içinde gazetecilerden alıntılar ile oluşuyor. Evren bunun icraatının bir savunmasını yaptırıyor bu gazetecilere. Bunlardan da Mehmet Barlas, Rauf Tamer, Oktay Ekşi ve Güneri Civaoğlu bu dört isim özellikle bu darbenin halkla ilişkiler birimi gibi çalışmışlardır. Ve her seferinde de aferin almışlardır darbecilerden. Yine burada sıkıyönetim koordinasyon tutanakları ile ilgili şeyler var. Biliyorsunuz bu tutanakların bir kısmı kesilmiş olarak çıkartılmıştı Mahkemeye gelenlerden. Sonra bir kısmı daha sonra başka yerlerden geldi. Dosyaya kazandırıldı. Sıkıyönetim koordinasyon kurulu tutanakları. Bu suç aslında. Burada da bunların bir kısmı var. Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonunun gönderdiği belgelerde de bu tutanaklar var. Biz bu tutanaklardan sanıkların 77'nin 1 Mayıs'ı nı, sonrasını, darbeden sonraki icraatlarını, darbenin kimlerin çıkarına hizmet ettiğini, kimlere gülme sırasının geldiğini açıkça görüyoruz. Anılarında da yazılıyor. Fakat o özeti çıkarırken bir ilginç durum daha oldu. Evren daha sonra 2 cilt daha şey yapmış. Kendisi bir özet yapmış. Bunu sonra inceledik. Bizim özete çok benziyor. Yani işin özüne ilişkin şey yapmış. Bir hazırlık yapmış. Sonrada 95 yılında bunlara ilişkin polemikler içeren bir yazı yazmış. Bu kitaplar resmi devlet arşivi kullanılarak yapılmış. Yani protokol tutanakları da dahil. Ve daha sonra Marmaris te emekli olduktan sonra da resmi sekreterler görevli sekreterlerin yardımıyla şey yapılmış ve özellikle altını çiziyorum resmi devlet arşivi kullanılarak yapılmış. O yüzden şu ana kadar bütün ara kararlarınızda talep ettiğiniz belgeler dosyaya geldi. Bundan sonra aradığınız bir belge varsa yeri bellidir. Kenan Evren'in evi. O yüzden yeniden ek bir yazı ek tekit istiyorsanız sizden talebim evlerinde arama yapın. Bu bu çünkü açıkça yazılmış. Bir kitap daha sunacağım.88 yılında Almanya da yapılmış sembolik bir 12 Eylül yargılaması. Uluslararası gözlemcilerin, başka ülkelerdeki darbe mağdurlarının katıldığı bir toplantı. Örnek olsun diye dosyaya sunuyorum. Bir isim daha çok önemli. O da Bülent Ulusu. Darbenin karargahında yer almış kişilerden biridir. Hem hazırlık hem sonrasında. Başbakan olması bu şeyi ortadan kaldırmıyor. Onu o görev verilmiş. Burda detaylı olarak var. Ben alıntıda yaptım. Orada ki özellikle darbe sonrası siyasal yaşamın şekillenmesinde danışman gibi çalışmıştır. Ayrıntılar özetlerde var. Bir ilginç tespite daha ihtiyaç var. 86 yada 87 yılı. Kenan Evren'in yanına Yargıtay Başsavcısı geliyor. Yani kendisi o an Cumhurbaşkanı. Yürütmenin başı ve yargının en üstünden birisi geliyor. Ve açıkça burda yazmış. Herhalde o dönemin ruh haliyle daha açık konuşmuş sanık. Hangi partiyi kapatayım, ne zaman kapatayım, kapatayım mı? siz nasıl istersiniz diye görüşmüşler. Bunları da yazmış anılarına. Ve burada bir protokol krizi daha sonra darbeden sonra Milli Güvenlik Konseyi nerede duracak, birde seçilmiş bir parlemento var, Başbakan var. Konsey nerede duracak Meclis Başkanı nerede duracak diye Türkiye epey bir protokol krizi yaşıyor. Yani bu işin en 137/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 biçimsel anlatımı ama, tabi bu Cumhurbaşkanlığı Konseyi diye tabi bu Paksüt'ler Feyzioğulları veriyor. Böyle bir Cumhurbaşkanlığı Konseyi diye bir şey oluşturuyorlar. Şuraya geleceğim bu darbe sizin iddianamede ki gibi öyle 83'te parlemento kurulunca falan bitmiş değil. Pek çok örnek olayda görüldüğü gibi etkilerini darbeden sonra da devam ettiren bir çeteden bahsediyoruz devlet içinde. Dolasıyla o bir kırılma noktası olabilir ama etkileri darbeden 83'ten sonrasında da devam etmiştir. Tıpkı 80'den öncesine ilişkin olan şeyler gibi. 1 Mayıs ile ilgili; sıkıyönetim koordinasyon tutanakları var. MİT'in raporları var. Hepsinde şu tespit var. Eğer 76 yılında olduğu gibi 77 yılında da DİSK, emekçiler, işçi sınıfı güçlü çıkarsa TKP (Türkiye Kominist Partisi) ve Cumhuriyet Halk Partisi dolayımıyla Türkiye de bir sol iktidar geliyor tespitleri bütün bu şeylerde var. MİT raporlarında, sıkı yönetim koordinasyon kurulu toplantı tutanaklarında var. Bunu konuşmuşlar. 77 1 Mayıs'ı ve o gün gün içerisinde Cumhurbaşkanlığına kadar MİT'in saat saat gönderdiği raporlar var. Bir devlet aklı devrede. Ama bunu Anayasa Hukukunda ki rayzon data anlamında kullanıyor devlet aklı. Birileri bazen kendini bu devletin yerine de koymuş olabilir. Bu aklın yerine de koymuş olabilir. Ama bu devlet aklı devrededir. 77 1 Mayısında. Aynı devlet aklı 24 Ocak kararlarında da, 12 Eylül darbesinde de devrededir. Ve Ece Ayhan'ın şiirinde dediği gibi; Erdal Eren'de devlet dersinde öldürülmüştür. Teşekkür ediyorum." Demiştir. Tekrar söz aldığında: "efendim 1 Mayıs ile ilgili katılıyoruz. Bunu yargılama yüz duruşma daha devam etse her duruşmada başka bir katliam gerekçe olarak araştırılsın diye buraya getirilse bile bu sanıkların günahı gene bitmez. Mahkumiyet için yeterli gerekçe kalır. Arama ile ilgili gerekçelerimi tekrar etmiyorum. Gerekir ise savcılığa suç duyurusunda bulunulsun. Devlet arşivinde olması gereken bir takım belgelerin kişisel arşivinde olduğu hususunda ciddi deliller var. Kitaplarında. Biz kamu oyu kamu vicdanı derken siz geçen duruşmada eleştirdiniz Mahkememiz uygulamasında böyle bir şey yok diye ama; bu iddianamede bir mağdur müşteki tarif edilmemiş özellikle. Çünkü tüm toplum bu suçun mağduru olarak görülüyor. O yüzden kamu oyunun bu yargılamada ki beklentilerinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Tutuklama talebimizi tekrar ediyoruz. Tutuklu yada tutuksuz olarak video konferansla yada değil bir sonraki duruşmada hazır bulundurulmalarını istiyoruz. Çünkü bütün yargılama safahatlerinde sanıkların bilgisi dahilinde ki konular tartışılıyor. Onlara soru sorulmasını gerektiren, bilgilerine başvurulmasını gerektiren konular var. Burada hazır bulundurulmalılar diye düşünüyoruz. Dolayısıyla tutuklama, arama ve bulundurma talebimiz var. " Demiştir. Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 21/06/2013 tarihli beyanında: "Sayın Yargıç anladığım kadarıyla bu gelen belgelerin, bu belgelerin bir kısmı Mahkeme tarafından alındı Yani bir eleme yaptınız siz. Dava konusu ile ilgili olanları alındı. Geri kısmı iade edildi. Yanlış mı anlıyorum.?" Demiştir. Mahkeme Başkanı; "Hayır belgenin tamamına Devlet Sırrı denildi. Bizim yetkimiz yok. O yasakta ilgili kuruma ait. Biz dava ile ilgili gördüğümüz bölümün özetini çıkardık. Anladığım kadarıyla çıkardığımız özetleri de avukat bey teyit ediyor zaten." Demiştir. Av. Mehmet Horuş; "Şimdi bu 3 Kl. Bize flash da verdiğiniz klasördeki belgeler gelen belgelerin tamamı değilmi Mahkemeye onu demek istiyorum. Yani ilgisiz değil deyip iade edilen bir belge yok. "Demiştir. Mahkeme Başkanı; "Hayır, hayır, hayır o bundan bağımsız yani Yurt - Kordan bağımsız olarak geldi. Artı şunu da söyleyelim. Yani Yurt - Kor'u biz daha sonra inceledik. Bunu önceden inceledim ben. Gelen Yurt - Kor'u bunun bir nev'i özeti olarak kabul edeceksiniz yani. Hatta gizlenen iç tehditi daha sonra kendileri göndermişler. Sayfalarca yani." Demiştir. Av. Mehmet Horuş; "tamam ben ona göre konuşacağım. Onu teyit ediyim istedim.Buradan çıkan bir takım sonuçlar var. Öncelikle onları tespit etmek istiyorum. 77 138/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 yılından itibaren artık bir darbe içerisinde olunduğu artık görülüyor. Bu ayrıca 75 yılındaki Yurt - Kor Personel Direktifine de atıf yapıldığı için, bunu 75 yılına kadar da çekmek mümkün. Ama 77 yılından itibaren olduğu ve özellikle de 79 yılında yapılan toplantılarla da bu etütlerin sunumların yapıldığını görür isek; darbeye hazırlık çalışmalarının kesin olarak 77'e kadar götürülebileceği açık. Darbe sonrasına ilişkin ise 85 yılında noktalanmış oluyor bu direktif ama; 85'ten sonra da bunun yerine yeni bir direktif konulup konulmadığı konusunda da bir netlik yok. Ama 77 ile 85 arasında ki dönemin suç konusu, dava konusu olayla ilgili dönem olarak ele alınması gerekir diye düşünüyoruz. Birde bu belgeler içerisinde bir kaç plandan daha bahsediliyor Sayın Yargıç! Mesela Şimşek. Hani Emasyayla ayırın diyor. Emasya'yı katmıyoruz. Ama; mesela Şimşek, Barbaros planlarından da bahsediliyor. Birde Gesap planından çok sık bahsediliyor. Bu Gesap'ın daha resmi bir prosedür içerisinde bir plan olduğunu anlıyorum. Ama; bunun ne olduğuna ilişkin bir bilgiye rastlayamadım. Dolayısıyla Yurt - Kor'dan da Bayrak Harekat Planından da ibaret olmadığını görüyoruz darbe planlarının. Ve yine bu belgeler eksik sayın Yargıç. Zaten eksik bitiyor. Yani sonu yok belgelerin. Birde "Konmadı" mührü taşıyan kısımlar var. Özellikle Bayrak Harekat Direktifinin Ek - İ, L, J kısımlarında. Sivil İşler Koordinasyon Grubu olarak geçen kısımda; belgelerin konmadığına dair kaşeler vurulmuş. Bu darbenin bir sivil ayağının olduğu, 79 yılından itibaren bu hazırlığın yapıldığı, ama halen bu sivil uzantıların sayın Mahkemeniz tarafından Mahkemenize ve halka da gizlendiğini gösteriyor. Ama diğer kısımlarından anladığımız kadarıyla; 1- Darbeden önce bir Anayasa taslağı var darbecilerin elinde. Bu metinde belgeye konmamış. Yani fihrist kısmında bahsediliyor. Ama bu belge Mahkemeye gönderilmemiş. Yine Başbakanların ve Bakanlar Kurulunun listesi var fihristte. Bu listede konulmamış. Yine Kurucu Meclisin ne şekilde oluşturulacağı, kurucu meclis oluşturulana kadar ülkenin ne şekilde idare edileceğine dair bütün analizler yapılmış, ve yine darbeden sonra çıkarılması planlanan bir yasa listesi var. Bunların hepsinden fihristte bahsediliyor ama bunların hiçbiri Mahkemenize gönderilmemiş. Bir iki tespit daha var. Bu yapılan toplantılarda. Bu da önemli. Mesela açıkça bağımsız yargı sistemiyle Türkiye'nin mevcut durumunun yönetilemeyeceği tespit edilmiş. Açıkça bu cümle kullanılıyor. Bağımsız yargı sistemiyle Türkiye yönetilemez deniliyor. Ve biz bu bir kaç yerde tekrar ettiği için söylüyorum. Bu bütün 12 Eylül yargılamalarının hukuksuz olduğunun en açık ifadesi. Ve orada HSYK'ya nasıl müdahale edileceği, Sıkı Yönetim Mahkemelerinin ne şekilde kurulacağı ve ne tür hangi kıstaslarla yargılama yapacakları da belirtilmiş. Bu yargı boyutu. Diğer bir önemli tespit. Bu biliyorsunuz. İddianamede de hem teşebbüs hem gerçekleştirme fiillerinden bahsediliyor. 146 ve 147 açısından. Temel sonuçlardan birisi de çıkan sonuç kısımlarında; mevcut Anayasal düzen ile devam edilemeyeceğinden bahsediliyor. Yani açıkça Anayasal düzenin değiştirilmesi amacının olduğu görülüyor. Bu sonuca varılmış. Mevcut Anayasal düzenle devam edilemeyeceği sonucuna varılmış. Ve gelelim fişlemelere. Yani orada çok ciddi bir fişleme listesi var. Bunun içinde Sakarya da geçen Abdullah Gül'ün Sayın Cumhurbaşkanımız olduğunu düşünüyoruz. Çünkü kendi anıları Can Dündar ile röportajında da var. Sayın Cumhurbaşkanına kadar, yine iddianamede geçen Antalya Antbirlik Direnişi 79 yılı olduğu için altını çiziyorum. Tariş Direnişine katılan işçiler. Yine TÖB - DER Başkanı Sayın Senem Gülbudak'ın babası müdahil olduğu için söylüyorum. Abdullah Gülbudak ve Mustafa Kahya gibi isimlerde fişlenenler arasında. Liste çok uzun. Saymayacağım. Ama benim en çok ilgimi çeken şu oldu. Bu ülkede 10 yıl önce bile Kürtler var demek suç sayılıyordu. Ama 79 yılında hazırlanan haritalarda ve rakamlarla tek tek sayılarak bütün Türkiye harita ve krokilerle tespit edilerek Süryanilere, Ezidilere, Katoliklere, Protestanlara kadar bu ülkenin bütün yurtdaşları mezhep düzeyinde fişlenmiştir. Ve ayrıca siyasi görüş olarak bütün demokratik kurumlar, bütün üniversiteler, bütün milletvekilleri dahi fişlenmiştir. İkinci bir Anayasa taslağından daha bahsediliyor. Ben bunların peşine düşme taraftarı olduğum için söylemiyorum. Ama geçen duruşmada sunduğum Kenan Evren'in şahsi anılarına ilişkin belgeler ve kitaplarla Genel Kurmay Ceridesi birbirleri ile örtüşüyor. 139/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Dolayısıyla sanığın resmi devlet arşivlerini kullandığı tezimizi destekliyor. Bu gelen evraklar. Ben halen Genel Kurmay'ın gıdım gıdım bize gönderdiği belgelerin büyük bir kısmının sanığın şahsi arşivinde olduğunu ve evinde arama yapılması talebimi tekrarlıyorum. Devlet sırrına ilişkin şunu söyleyeceğim en son. Bitiriyorum. Bu Genel Kurmay Ceridesi resmi bir evrak. Yani Resmi Gazete gibi. Resmi bir evrak. Bu suçların bu resmi evraklara işlenmiş olması bu evrakları Devlet Sırrı haline getirmez. Çünkü bu evraklara Devlet Sırrı hüvviyeti tanıması Genel Kurmay'ın; işlenen suçlara resmiyet ve hukukilik vasfı kazandırması anlamına gelir. İçinde Anayasal düzeni değiştirmeyi amaçlayan hiçbir belge resmi ve hukuki bir belge değildir. Genel Kurmay Ceridesi dahi olsa. Bu nedenle Genel Kurmay'ın bunu resmi devlet sırrı olarak nitelendirmesi dahi bu suçu gizleme amacını taşır. Bu yüzden bunun yanlış bir nitelendirme olduğunu düşünüyoruz. Tüm bu belgeler gelsin. Zaten iddianameden beri Mahkeme bu belgeleri istiyor. Yoksa da Senih ağabeyler MİT'e gitti. Yada evine gidip bulalım bu belgeleri. Ama burada çok açık halka karşı bu suçun, bu ülkeye karşı bu suçun işleneceğinin konuşulduğu bu belgeler devlet sırrı olamaz. Teşekkür ederim. " Demiştir. Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/09/2013 tarihli beyanında: "Sayın Yargıç geçen duruşmada biz bu belgelerin celbini isterken bu Sivil İşler Koordinasyon Grubuyla ilgili kısımda konmadı kaşesi vardı. Genel Kuruldan gelen evrakta. Yani; bu belge var ama konulmamış. Şimdi bulunamadığı söyleniyor. Neticede böyle bir birimin olduğu ve burada bir takım kişilere ait listelerin olduğu kesin. Ama ben şunu belirtmek istiyorum. Bu darbenin bir sivil ayağı olduğu, bunun basın, danışma meclisi, daha sonra kurulan hükümetin biçimlenmesi, çıkarılacak yasaların oluşturulması v.s gibi bir dizi organizasyonun olduğu belli. Bunlara ilişkin de bir takım isimleri önceki duruşmalarda zikrettik. Sivil ayağına ilişkin. Ama biz burada Genel Kurmay Disiplin Kurulu olarak bir soruşturma yürütmüyoruz. Biz burada bağımsız bir yargılama yapmaya çalışıyoruz ve bu davanın en başında Bayrak Harekat Planı dahil yapılan bütün yazışmalarda Genel Kurmay da hep bir direnç olduğunu gördük. Bu noktada ısrarla Genel Kurmaydan belge getirilmesini talep etmekte bir sakınca yok. Ama kendimizi bununla bağlı kılmayalım. Sınırlamayalım. Örneğin; ben bu geçen celse konmadı denilen kısımlara ilişkin aklımda şüphelendiğim çok fazla isim yoktu. Ama daha sonra basında çıkan haberlerden darbe planını yaptığı, hazırlığını üstlenen kişi olduğu gelen belgelerden de anlaşılan Haydar Saltığın Özel Kalem Müdürlüğünü yapan Hilmi Özkök'ün bu süreçte önemli görev üstlendiği anlaşılıyor. Sanık Kenan Evren'in Yavuz Donat'la gazeteci Yavuz Donat'la yaptığı mülakat ta da Hilmi Özkök'le ilgili beyanları var. Bunlar gazetelerde yazılıyor. İnternetler de bolca bu aralar ismi geçiyor. Ben bu talepte bulunurken Hilmi Özkök'ün çok önemli bir pozisyonda olduğunu düşünmüyordum. Halen de düşünmüyorum. Ama Senih Ağabey'in dediği gibi yani; burda bir yerde kıllanmak gerekiyor. Şimdi karşı tarafta ki davada da 20. duruşması yapılıyor. Herkes bu Hilmi Özkök'ün peşine düştü. Bir türlü getirtemediler. Şimdi bizim davada da en kritik belge geldi. Darbenin yargı ayağı, sivil ayağı, hukuk ayağı ile ilgili. Yine bu isim karşımıza çıktı ve ben işkillenmeye başladım. Derim ki; Mahkemeniz beklemesin Genel Kurmaydan gelecek listeyi. Hilmi Özkök'ü onlar getirtemedi. Siz talep edin. Tanık olarak mı? Şüpheli sıfatıyla mı? Davet edin. Belirli ki bu darbeler silsilesi ve bu darbelerin babası olan 12 Eylül Darbesi arasında da bir geçişkenlik var. Bu yapılanmada. Açalım kapıları iki salon arasında karşılıklı. Hilmi Özkök de ortada dursun. Sorgulayalım. Biraz cereyanda kalır ama; başka türlü yargılama yapamayacağız. Teşekkür ederim. Şimdi aynı bahiste İlyas Has, Hıdır Arszlan'la birlikte 84 yılında Özal Hükümeti zamanında yani iddianamenin mantığıyla söylersek Türkiye Büyük Millet Meclisi Divanı oluştuktan sonra idam edildi. Ama gerek Yurt-Kor Belgesinde, gerek dava dosyasına kazandırılan diğer belgelerde darbe yapılanmasının en azından 1987 yılına kadar devam ettiği yönünde ciddi bulgular var. Şimdi Mahkemeniz bizim daha önce ki idamlarla ilgili taleplerimizi değerlendirir iken Danışma Meclisi döneminde MGK döneminde diye bir tasnif ile hareket etti. Şimdi bu tasnife İlyas Has'ın idamı uymuyor. Ama İzmir 1 Nolu 140/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Askeri Sıkı Yönetim Mahkemesi tarafından 82 yılında verilmiş bir idam kararı var ve Yargıtay tarafından da 82 yılında onanmış bu idam kararı. Dolayısıyla bu da darbe döneminde verilmiş bir idam kararıdır. Ve bu nedenle müdahilliğimize karar verilmesi gerekiyor. Eğer Özal Hükümeti döneminde ki Meclis bunu onamışsa bu darbe suçuna ortak oldukları anlamına gelir. Talebimizin kabulünü istiyoruz." Demiştir. Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında: "Gelmeyen evrak üzerinde konuşuyoruz ama gelen kısmına ilişkin de gözden kaçan bir iki nokta var onlara değinmek istiyorum. Birincisi bu yazıda Ek B olarak görülen ve 4 Nisandaki ilk duruşmadan sonra Mahkemeye gönderilen bir kısım evrak içerisinde Bayrak Harekat Planı ile ilgili ilk gelen belgeler Sivil Koordinasyon Grubu ile ilgili belgeler, yani bu benimde gözümden kaçtı daha sonra kontrol ettiğimde gördüm ve bu belgeler sıkı yönetim koordinasyon kurulu tutanakları ile birlikte geldi bir kısım bulunabilen belgeler ile birlikte geldive üzerinde de Kenan EVREN tarafından 2007 yılında iade edildiği belirtilmişti, Şimdi bir kere daha önce Bayrak Harekat Planı ile ilgili sanığın gizli arşivinden daha doğrusu resmi arşivi alıp ve içinden bir kısmını keserek tekrar iade ettiği belgeler arasında bu Sivil Koordinasyon Kuruluna ilişkin belgeler var bir kere sanık da saklama olayının bir parçası olarak görülüyor, bir de bu sivil koordinasyonu baktığımızda bu suç fiilini de anlatmak açısından önemli askeri hiyararşi dışında kalan idari yapıların kastedildiği anlaşılıyor yani itfaiye , telsiz yada parlamenterlerin gözaltına alınması gibi askeri hiyararşi dışında kalan idari yapıların denetimine ve askeri hiyararşiye nasıl tabii tutulacağına ilişkin hareket planının bir başlığını oluşturduğu anlaşılıyor, ben buradan baktığımda darbenin sivil ayağını çok da burdan gidilerek tespit edilebileceğini düşünmüyorum gerçi Mahkemeniz bu konuda suç duyurusunda zaten bulundu, yani hem sivil koordinosyon kurulu ile ilgili hem danışma meclisi ile ilgili yürüyen bir soruşturma var zaten, ama darbenin sivil ayağının peşine düşeceksek bence iz bu belgede değil, bu belgenin bu dava açısından kıymeti Evren'in Devletin resmi arşivini usülsüz şekilde alıp iade ederken de tahrif etmiş olmasına dair dosyada belge olması, ki sıkıyönetim tutanaklarının bir kısmının kesilerek alındığı da açıkça o tutanaklarda belirtilmişti, bence sivil ayak meselesi aşağı yukarı anlaşılmış durumda." Tekrar söz aldığında: "Ben çok kısa bir katkı yapacağım. Meslektaşlarım özetlediler dava dosyası sona yaklaştı. Sayın mahkemenizdeki davanın iddianamesi eklenerek verilen görevsizlik kararı doğrultusunda ve işkence suçu nedeniyle Amasya Suluova C.Savcılığına gönderilen dosya üzerinden daha sonra Amasya Ağır Ceza Mahkemesinde insanlığa karşı suçtan, darbe döneminde insanlığa karşı suçtan açılan davanın belgelerinin duruşma başlarken sunduk. En baştan beri bu insanlığa karşı suç meselesi tartışılıyor. Daha önce de ben şunu belirtmiştim bu ayrı bir suç konusu ayrı bir sevk maddesi olarak değerlendirilmese bile darbe suçunun unsuru şiddet unsuru, cebir unsuru olarak vurgulanmalı bu vurgu mütalada daha da güçlendirilmeli diye beyanda bulunmuştum. Çünkü bu şekilde soyut kaldı aslında bu şekilde mütalayı okuduğumda anlıyorum neticede adam asmadan idam etmeden kurşuna dizmeden darbe yapamazsınız. Dünyanın her yerinde darbeler kanlı olur. 12 Eylül darbesi de bu şekilde bir darbedir ve bu bir soyut kurucu iktidar tartışması içinde yer aldığı için bu şiddet unsuru yeterince görülemiyor. Bir soyut bir yönetim tarzı değişikliği tartışıyormuşuz gibi oluyor. Bu kurucu iktidar tartışması ile birlikte tek bir maddeyi hatırlatacam. Arkadaşlar Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi, Birleşmiş Milletler kararlarını söylediler ama 1982 Anayasasının bu 15. Maddesine göre yani darbe Anayasasına göre yani Savcının gayri meşru şeklinde oylanmıştır dediği darbe anayasasının 15. Maddesine göre temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması başlıklı 15. Maddesine göre milletler arası hukuktan doğan hükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla ifadesi yer almaktadır. Yani darbeciler ile birlikte ulaslararası hukuk ile evrensel hukukları ile kendilerini bağlamışlardır. Dolayısıyla bir kurucu iktidar yada darbe 141/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 savunucusu yapılacaksa bile bunun uluslararası hukuk açısından değenlendirilmesi gerekiyor. Bu şiddet unsuruna ilişkin iki şey somutlaştıracağım. Birincisi eğer bu ilerdeki insanlığa karşı suçtan bu işkence davaları buradaki kararı beklemeyip hızlı bir şekilde açılsaydı Amasya gibi biz görecektik ki her münferit işkence fiili ile doğrudan bu darbe fiili arasında bağ kurulmuş olacaktı. Örneğin bizim dilekçemizin ekinde sunduğumuz Amasya Ağır Ceza Mahkemesindeki işkence insanlığa karşı suç davasının sanığı olan Burhan ÖKTEM ile ilgili şu şekilde bir karar verilmiş teşekkür belgesi verilmiş Kara Kuvvetleri Komutanlığı Sulu Ova Yeni Çeltek ve Havza Aşayiş Birlik Komutanlığının 21 Ekim 1980 tarihinde taktir ve teşekkür yazısında 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren görev aldığınız Bayrak Harekat Planının uygulanmasında gösterdiğiniz fedakarlık gayret ve başarılarınızdan ötürü taktir ve teşekkür ederiz deniliyor. Yani çok basitçe ifade edeyim. 12 Eylül döneminde anasız babasız uyuyan her çocuğun rüyasında bu bayrak harekat planı var. Bu insanlığa karşı suç ayrıdır darbe suçu ayrıdır. Mantığının bir karşılığı yok. Yargılama ve sevk maddeleri ayrı bir konu ama şiddet unsuru olarak bu bağ kurulması lazım. Diğer ise bu kurucu iktidar ile tesis edilen yeni rejim totaliter bir rejimdir. Burada da milletler arası hukuk açısından bir değerlendirme yapılması gerekiyor. Bu totaliter rejim şu demek bitiriyorum, demokrasiyi yok edersiniz, ama demokrat olursunuz, bu demokrasi aslında insanların sizi eleştirmesine izin vermezsiniz. Hukuku yok edersiniz ama hukuk adına yaptığınız iddia edersiniz, insanlığın işkence tezgahlarında sokakta katledersiniz, ama can güvenliğini sağladım dersiniz, ya da Atatürkçülüğe ters ne varsa yaparsınız ama en büyük Atatürkçü olursunuz, oruç tutan insana dışkı yedirirsiniz en büyük müslüman olursunuz, işçilerin emekçilerin haklarını gasp edersinizfakir babası olursunuz. Emperyalizmin ve NATO nun emrine göre hareket edersiniz vatansever olursunuz Erdal EREN'i 17 yaşında asarsınız Allah taksiratını af etsin dersiniz. Darbeye zemin hazırlamak için mezhep çatışması çıkarırsınız mezhep çatışmasını önlemek için darbe yaptık dersiniz. Sanık sandalyesine oturursunuz bizi yargılayamazsınız dersiniz. Halkın iradesine tecavüz edersiniz kurucu iradeyiz dersiniz. Bu çerçeve içerisinde özellikle darbe anayasasının 15. Maddesine göre de bir değerlendirme yapılmasını talep ediyoruz." Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli beyanında: "Av. Mehmet Horuş.Evet ben dün Meclis tutanağından son şeklini öğrenmeye çalıştım. Ama; tutanaklarda da düzenlenmemiştir ibaresi var. Her sayfasında. Ve bu 506 sıra sayılı teklifin son halini bile resmi olarak şu anda biliyo değiliz. Kaldı ki yasalaşmamış. Şu anda mahkemeniz ordaki kararına bağlı değil. Mevcut yasalara göre Arif'in özetlediği çerçevede karar verilmesi, savunmadan sonra hüküm kurulması yönündeki talebe katılıyorum. Yalnız bir şeye daha değinmek istiyorum. Bu Özel Yetki tartışması içerisinde Balyoz, Ergenokon, KCK davalarıyla bu dava aynı torbada ve birbirye aynı değerlendiriliyor. Ben bunun bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Birincisi diğer davalar ile bu davanın kamu vicdanında yarattığı etki aynı değil. İkincisi bu davada bir delil tartışması yaşamadık. Gelen giden belgeler ile ilgili. En baştan beri savunma makamının talebi yargılama yetkinizin olmadığı yönünde. Yani özel yetkili yada özel yetkisiz. Yargılama yetkisinin olmadığı yönünde bir savunma yapılıyor. Ve bu konu daha ziyade savunma makamını ilgilendirdiği için söylüyorum. Evet Arif'in dediği gibi Özel Yetki kullanılmadı, çay kahve içerek ifade verdiler. Mal varlıklarına tedbir konulmadı. Tutuklanmadılar. Sadece bir yurt dışına adli kontrol çerçevesinde çıkış yasağı verildi. Ana dillerinde savunma yapmaları yönünde hiçbir sorun yaşanmadı. Dolayısıyla ben normal mahkemede yargılanmaları halinde de adil yargılanma hakkı açısından bir zaaf görmüyorum. Ama bu konu dediğim gibi adil yargılanma hakkı açısından aslen savunma makamını ilgilendirdiği için kendi müvekkillerim açısından bir konunun altını çizmek istiyorum. Burda her duruşmada 12 Eylül yeniden yaşanıyor. Bu acılar herseferinde bu salondaki insanlara yeniden hatırlatılıyor, yeniden depreştiriliyor. En azından bunun önüne geçilsin. Bir yıl daha biz bu acıları bu salonlarda yeniden yaşamak zorunda kalmayalım. Savunma makamının da Anadolu Ajansına yansıyan açıklamaları var. Savunma yapacakları 142/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 yönünde. Savunma alındıktan sonra hüküm kurulmasını talep ediyorum." Av. Şenal Sarıhan Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında: Mahkemece YÖK'e 1402 liklerle ilgili olarak müzekkere yazılmıştır. Ancak kısmı yeterlilikte cevap verildiğini anlıyoruz. Genel Kurmay ve MİT müsteşarlığına müzekkere yazıldığı takdirde burada 1402 liklerle ilgili toplu bir listenin olabileceğini düşünüyoruz. Yine ileride beyanlarına başvurulabilmesi açısından Synt. K.lıklarının bulundukları yerlerdeki ceza evlerinin o tarihteki müdürlerinin isimlerinin istenmesini talep ediyoruz. Diğer yandan bir önceki celse bir kısım 12 Eylül dönemine ilişkin sembol dosyalardan bahsetmiştim. Bu dosyaların isimleri yazılmak suretiyle Genel Kurmay Adli Müşavirliğine müzekkere yazılarak söz konusu dosyalar ya da kararların dosyamız arasına konulduğunda özellikle işkence ve kötü muamele iddiaları ile ilgili bizzat devlet kurumlarınca düzenlenmiş raporlarında bu dosyalar içerisinde bulunabileceğini düşünüyoruz. Diğer yandan bir meslektaşımızın ifade ettiği bu davanın arkasında siyasi irade olduğu yönündeki beyanı kabul etmiyoruz. Ve Mahkemelerin bağımsız olarak davranması gerektiğini düşünüyoruz dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli beyanında: Celse arasında vermiş olduğumuz iki müvekkil yönünden müdahale talebimizi tekrar ediyoruz. İlhan Erdost'un ölümü üzerine bu gün itibarıyla eşi ve her iki çocuğu adına müdahale talebimizde bulunuyoruz. İlhan Erdost'un ölümü üzerine alt düzeyde askerler yargılanmıştır. Oysa iddianamenin mantığında sanıkların sistematik işkenceden sorumlu olduğu yönünde değerlendirmeler bulunmaktadır. Bu iddiayı İlhan Erdost dosyası desteklemektedir. Bu dosyanın da celbini ve müdahale talebimizin kabulüne karar verilmesini talep ediyoruz dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli beyanında: Adil yargılanmanın sanık hakları ve mağdur hakları yönünden yönleri bulunmaktadır. Sanık haklarına elbette ki saygılıyız. Ancak bu davada mağdur hakları da gözetilmelidir ve ölçülülük ilkesi de dikkate alınarak sanıkların tutuklanmasına karar verilmelidir. Diğer yandan az önce konuşan meslektaşımızda belirtti. Başbakanlık bu davaya müdahil olmuştur. MİT Müsteşarlığı ise Başbakanlığa bağlıdır. Eğer Başbakanlık bu davada ve müdahalesinde samimi ise başta MİT olmak üzere tüm kurumlarda ki bilgi ve belgelerin mahkemeye sunulmasında aktif olmalıdır. Diğer yandan MİT Müsteşarlığı 1 Mayıs ile ilgili olarak yazılan müzekkereye ellerinde bu yöndebir bilgi olmadığı yönünde cevap vermiştir. Oysa davayı yürüten C.savcısı Çetin Yetkin ile Muhittin Cenkdağ'ın daha önce basına yansıyan beyanlarından ve bugün gazetelere yansıyan haberlerden soruşturma aşamasında yabancı ajanlar ile ilgili iddianın gündeme geldiği, Türk Hava Yollarına müzekkere yazıldığı ve bir grup Amerikalının söz konusu otele yerleştikleri ve bu konuda bir polis raporu olduğu belirtilmektedir. Dolayısıyla bu belgelere ulaşılmalıdır. Gerektiğinde biz bu iki C.savcısının adreslerini de bildireceğiz. Tanık olarak dinlenmelerini talep ediyoruz dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli beyanında: "Sayın Başkan ve sayın kurul. Meslektaşlarım kendi düşüncelerini aklın yolu bir olduğu için hepimizin aklına uygun taleplerini Mahkemenizin bilgisine sundular. Bu taleplerden özellikle katılan tarafa esasla ilgili görüşünün verilmesi ve yine savcılık makamına da esasla ilgili görüşlerinin sunulması konusunda dosyanın değerlendirilmesi konusunda ki isteme katıldığımı ifade etmek istiyorum. Bu konuda ki gerekçelerimi de izninizle çok kısa bir biçimde bilginize sunmaya çalışacağım. Şimdi hepimizin bildiği bir söz vardır. Malumün ilanı denir buna. Yani bilinenin herkesçe bilinenin bir kez daha gereksiz bir biçimde bir kez daha açıklanması anlamına gelir. Şimdi bu dosyada ki durum özünde budur. Bu dosyanın iddianamesinin düzenlenmesinden önce de sonra da veya yargılama süreci içinde de aslında bu iki sanığın bu darbenin sorumlusu oldukları herkesçe bilinmektedir ve bu bilinene ilişkin 143/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 yüzlerce yayın yapılmıştır.Bu kimi zaman gazete haberleri ile kimi zaman kitaplarla ifade edilmiştir. Davanın açılmasından sonra da bunların önemli bir bölümü Mahkemenizin önüne sunulmuştur. Ve yaşamı 35 yılı 40 yılı siyaseti kavradığı andan beri sürmekte olan insanlar içinde suçlular sabittir. Suçlular bilinmektedir. Yani bütün kamuoyu bir darbenin sorumlularının kimler olduğundan haberdardır. Şimdi biz ne yaptık. Davamızın açıldığı tahmin ediyorum 4 Nisan'dı ilk duruşmamızın yapıldığı. Bir yıllık süreyi tamamlamış bulunuyoruz. Bu bir yıllık süre içinde siz katılma isteminde bulunan pek çok mağdurun isteğini kabul ettiniz. Bu kabuller aslında katılma isteklerinin kabülü aynı zamanda iki sanık yönünden ne büyük zararlar verildiğinin kimlerin yaşamının ortadan kaldırılmasına kimlerin yaşamında ağır zararların doğmasında neden olunmasında bu iki kişinin ve doğal olarak tabii ki yanlızca bu iki kişinin değil onlarla birlikte davrananlarında sorumlu olduğunun bir bakıma kabulüydü. Neden böyle diyorum. Her katılma talebi aynı zamanda sonucumu ifade eder. Bu katılma istemlerinin hemen çoğunda Mahkemenize sunulmuş ve kesinleşmiş Mahkeme kararları vardı. Yani ya işkence nedeniyle zarar görmüş, ya yaşamın ceza evlerinde yitirmiş, ya da idam yoluyla zarar görmüş olan insanların yada beraat ederek yıllarca tutuklu kalıp beraat ederek sonuçta zararları yılları bulmuş insanların somut kararları vardı. Bir mahkeme için bir başka mahkeme kararından daha değerli daha önemli bir belgenin olamayacağını düşünüyorum. Kaldı ki bu sıradan bir hukuk davası değildir. Neresinden bakarsak bu bir siyasi davadır. Siyasi davada da elbetteki adil bir yargılamanın yapılması hukuki bir sonuca ulaşılması gerekir. Şimdi bizim yönümüzden bakıyorum. Katılanlar yönünden bakıyorum. Adil yargılanma sanığı çok ilgilendirir. Sanık için temel bir değerdir. Ama adil yargılanma müdahil taraf için yani katılan taraf içinde çok önemlidir. Ve katılan taraf giderek bu davanın uzamasıyla artık adaletin tecellisi noktasında kaygı ve kuşku duyar hale gelmiştir. Özetle; davamızda yeniden yapılacak bir araştırmanın getireceği bir katkı yoktur. Çünkü ben eminim örneğin benim o dönemde savunduğum insanların sayısı şu anda salonda bulunanları en az yüz kere aşabilir. Yani yüzlerce insan bu davaya müdahil olma konusunda istemde bulunabilir ve dava o kadar uzatılabilir. Arkadaşlarımız da sanık tarafı da farklı kanıtlar sunabilirler. Ama bu bir gerçeğin ortadan kaldırılmasını sağlayıcı sonuç vermeye elverişli olmayacaktır. Yani mağdur taraf biraz daha bu davanın uzamasıyla mağdur duruma gelmektedir ve dosyamızın içinde yeterli kanıt vardır. Hani bilirsiniz eğer bir insan için hemen aklanma sonucunu doğurabilecek kadar açık ve net ise bir dosya orada Mahkemenin artık hiç oyalanmadan sonuca varması gerekir. Bu adaletin , adil yargılamanın, hukukun ve hakkaniyetin bir sonucudur. Bu dava yönünden de sanıklar dinlenmiştir. Sanıklar duruşmada itiraflarda bulunmuşlardır. Arkadaşlarım tarafından dosyaya sunulmuş olan ve kendi kalemlerinden çıkmış olan anıları ifade eden kitaplarda nasıl bu eylemin gerçekleştirildiği açık ve net bir biçimde sunulmuştur. O halde bugünden itibaren davanın uzatılması demek davanın sürüncemede bırakılması demek gerçekten adalet duygularımızı ciddi bir biçimde zedeleyecektir. Bu yanı ile arkadaşlarım tarafından sunulmuş olan katılan tarafa ve savcılık makamına dosyanın esas ile ilgili görüşlerimizi sunabilmek üzere böyle bir karar alınmasını ve bu karardan sonra hızla savunmalarımızın ve esasla ilgili görüşlerimizin sunularak davanın sonuçlandırılması konusunu bilginize sunuyor, teşekkür ediyorum." Demiştir. Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında: "Sayın Başkan öncelikle Eflatunun devlet adlı yapıtındaki Hukuk tanımıdan söze başlamak ve daha sonra esasa ilişkin görüşlerimi sunmaya çalışmak istiyorum. Şöyle diyor Eflatun; Her hükümet yasaları kendi işine geldiği gibi kurar. Demokratlar demokratlığa, Tiryanis Tiryanise uygun yasalar yapar. Ötekiler de tıpkı böyle, bu yasaları kurmak ile kendi işlerine gelen şeyleri idare edilenler içinde doğru olduğunu söylerler. Kendi işlerine gelenlerden ayrıları da yasalara hakka karşı geldi diye cezalandırırlar. Her şehirde kuvvet, hüküm süren unsurun elindedir, Eflatunun yıllar önce söylemiş olduğu bu sözün altına dilekçemizde şöyle bir not düştük. Böyle mi olmalı? Şimdi bu gün geldiğimiz aslında bir 144/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 darbe eyleminin cezalandırılmaya çalışıldığı bu duruşmada, böyle olmamalı yanıtını herhalde vermek gerekiyor. Ancak öyle zor bir durumdayız ki; bir yandan esas ile ilgili görüşümüzü sunuyor, bir yandan soruşturmanın genişletilmesi konusundaki istemlerimizi de sunmaya devam ediyoruz. Şöylegörülüyor ki; aslında bu yargılamadan çıkacak olan sonuç, bu yargılamada hedef alınan darbe olgusunun ve darbecilerin gerçekten cezalandırılması anlamına gelebilecekmi? Ya da gerçek bir cezalandırma bundan sonraki süreçlerde toplumlarda artık insanların böylesi darbeler ile karşılaşmamasının önünde bir engel oluşturacak mı? Herhalde küçük bir nefes alma diye değerlendirebiliriz, bu günkü bu yargılamayı. Bilindiği gibi ben bu davadacezavine daha giremeden, cezaevine girmek üzere hazırlıkları yapılmakta olan birinin öldüresiyle dövüldüğü, ama ölümden kurtulduğu, diğerinin döverek öldürüldüğü Erdost dosyasının müdahili olarak bulunuyorum. İlhan Erdost; İlhan Erdost ile ilgili bu dosyadaki müdahale istemimizin kabulü özünde dosyadan ayırmaya çalıştığınız yada ayırdığınız savcılık makamının ayırdığı işkence olgusunun eylemcileri gerçek eylemcilerinin Milli Güvenlik Kurulu üyeleri olduğunun açık bir kabulünüdee oluşturuyor. Belki bir küçük örnek niteliği taşıyor bu dosya içinde. Savcılık makamı iddianamesini düzenlerken son derece geniş bir yer vermişti işkence olaylarına. Çok sayıda sayfayı bunun için ayırmıştı. Fakat esas ile ilgili görüşünde bu sıralamanın kısa bir özetle yer aldığını görüyoruz. Diyor ki savcılık, çok insan işkence gördü, sayılar veriyor. Bu işkence ile cezaevinde öldürülenler olduğu yada işkence sonucu cezaevinde ölenler olduğu. İki alanda insanlar yargılandılar ,bunun birisi daha doğrusu iki ayrı alanda sözde soruşturma sürdürüldü. Bunlardan biri gözaltılardı; diğeri cezaevleri idi. Gözaltı , cezaevi aynı zamanda belki biraz daha tedbirle söylemem gerekiyor yargılama aslında 3 ayrı işkence merkezi durumunda idiler. İlhan Erdost ağabeyi Muzaffer İlhan Erdost ile birlikte şu nedenle gözaltına alındı. Sol yayınlarının sahibi idiler. Ankaralıların tanıdığı, Türkiyenin de bu yayınlar sebebiyle tanıdığı, Cumhuriyet yönetiminde yetişmiş, sosyalist fikirler savunan, iki aydın idiler ve bu iki aydın sol yayınlarının sahibi idiler. Yayın yapmak, kitap yayınlamak, yani düşüncelerin açıklanmasına, kendi ticari faaliyetleriyle katkı sunmak gibi hiç bir yerde görülmemiş bir suçun eylemcisi olarak gözaltına alındılar. Göz altında işkence gördüler. Cezaevine getirildiklerinde bir er tarafından ellerine vurularak onların ilk dersleri verilmeye çalışıldı. Sonra bir cemseye alındılar ve o cemsenin içinde kıyasıya dövüldüler. Raci Tetik isimli bugün hemen pek çok 12 Eylül mağdurunun ismini nefretle anımsadığı bir insanın komutasında Şükrü Bağ isimli bir Astsubayın gözetiminde oraya askerlik yapmak üzere davul ile zurna ile gönderilmiş olan erler tarafından öldürüldüler. Öldürüldü düzeltiyorum İlhan Erdost öldürüldü.. Cezaevine de konuldu ama cezaevine geldiğinde zaten yaşamını yitirmiş durumdaydı. Şimdi sayın savcılık makamı esas ile ilgili görüşünü daha çok hazırlık haraketleri üzerine kurmuş. Nasıl hazırlandı sıkıyönetim koşulları? Sıkı yönetim nasıl ilan edildi? Bunlar üzerine kurmuş bunlar ile ilgili olayları sıralamış, evet bunlar doğru tarihsel olaylardır. Ama ben isterdim ki bu esas ile ilgili mütalaa esas olarak insanlığa karşı işlenmiş olan 1980 ve 83 dönemi içindeki vahşetin de bir fotoğrafı olsun. Böyle bir fotoğraf çekilsin ki bu davada verilecek ceza gerçek anlamda insan haklarına dayalı meşru hukuğun vicdanını rahatlatsın. Bunun ne yazıkki mütalaa da var olmadığını görüyoruz. Bu sebeble ben sadece biraz öncede ifade ettim, o vahşet yanındaki tekil bir örnek olan Erdost dosyasındaki vahşeti, bu eylemlerin, sanıkların eylemlerinin bir örneği olarak bilgilerinize sunmaya çalıştım ve sizde doğal olarak buradaki müdahele istemimizi kabul ettiniz. Şunu söylemek istiyorum; acaba bu davayı gerçekten gerek iddianamede gerekse esas ile ilgili görüşte ifade edildiği gibi, 146. Maddenin sınırları içinde mi tartışmalıyız? 146/1'in bu kişiler tarafından ihlal edildiği iddiasını mı sunmalı ve bunun kanıtlarını mı sunmalıyız? Ben farklı bir şey düşünüyorum. Eğer biz bu olayı 15. Madde tartışması, kurucu iktidar meselesi bütün bunların dışında daha geniş daha evrensel ve daha gerçekçi bir noktadan ele almak gerektiği düşüncesindeyim. Ve bununla ilgili de şu anda yeni Türk Ceza Yasasının 77. Maddesinin 145/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 insanlığa karşı işlenmiş suçlar başlıklı bölümündeki tanımabu duruma son derece uygun olduğunu düşünüyorum. Sayın savcılık makamı zaman aşımı meselesine bağlı olarak kendi dosyasında işkence suçları ve işkence suçlarının zaman aşımına uğramaması gerektiği konusuna da değinen örneklemeler koymuş. Macaristan ve Litvanya örneklerini ifade etmiş ve orada bunu ifade ederken zaman aşımının önümüzde bu iki sanığı yargılaması konusunda bir engel oluşturmaması gereğine işaret etmiş. Ben başka bir şeye bu iki karar üzerinden işaret etmek istiyorum. 77. Maddenin uygulanması yönünden bu iki karar bizim için son derece açık örneklerdir. Çünkü iki olayda da bilindiği gibi insanlığa karşı suç işlemiş olan eylemcilerin eylemlerinden sonra yürürlüğe girmiş yasa vardır, ve bu yasadan kendilerinin yararlanamayacaklarını, çünkü suç ve cezaların yasallığı ilkesi yönünden durumlarının buna uygun olmadığını iddia ederler. Oysa gerek Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi, gerekse birleşmiş milletlerin savaş suçlarına ilişkin daha sonra yürürlüğe koymuş oldukları kabul etmiş oldukları ki bunları şimdi zamanınızı almamak için ayrı ayrı söylemeyeceğim, çünkü dilekçemizin içerisinde yer alıyorlar. Bunlar irdelendiğinde ortaya çıkan şudur. Eğer insanlığa karşı işlenmiş bir suç var sa yani insanlar siyasal görüşleri nedeniyle yani insanlar herhangi bir gruba mensup olmak nedeniyle ve çoğunlukla toplu bir saldırının mağduru olurlarsa, bu saldırıları gerçekleştirenlerin mutlaka yasa önünde yargılanmaları ve uygun bir biçimde cezalandırılmaları gerekir. Şimdi biz bakalım bütün bir sıkı yönetim boyunca ne olmuştur. Erdost olayının yanına ekleyebileceğimiz sayısız olaylar var bunların binleri bulan rakamları kamuoyunun zaten bilgisi içindedir ve bu davanın başından bu yana Mahkemeniz hiçbir Mahkemenin beslenmeyeceği ölçüde 12 Eylül suçlarını anlatan yayınlarla belgelerle beslenmiş durumdadır ki bence bütün bunlara da gerek yoktur. Sözlü tarih hala yaşadığımız gündeki hukuksuzluklar hala 12 Eylülün şöyle veya böyle devam etmekte olduğunu ve 12 Eylülün varlığını sürdürdüğünün işaretleridir ve hepimiz 12 Eylülün bir korkunç canavar olduğunun da bilinci içindeyiz, benim gibi yaşamış olanlarda, benim çocuklarımda , çocuklarımın çocukları da böyle bir bilgi içindedirler. O zaman bu sanıkları cezalandırmak son derece kolaydır. Eylem açıktır. Eylemin neye mal olduğu açıktır. Eylemin neleri örtmüş olduğu açıktır ve bu eylemden sağ kalmış iki insanın değilbiraz önce arkadaşlarımın ifade ettiği gibi tabiki iddianame ile bağlıyız ve onun sınırı içerisindeyiz ama çok sayıda faili olduğu da son derece de açıktır. Yani söylemek istediğim, özetle söylemek istediğim şudur; eğer 12 Eylül işkenceleri uygulamşsa, işkenceler nedeniyle insanlar ölmüşse, işkenceler nedeniyle insanlar sakat kalmışsa insanlar hiç bir suçları olmadığı halde görevlerinden alınmış bir yasanın 1402 lik gibi bir yasanın o dar kavramı içerisine sıkıştırılarak açlığa mahkum edilmişse, 13 yaşındaki ortaokul birinci sınıf öğrencileri eğitim görmekte oldukları Ankaradan , Karstan, Maraştan annelerinin babalarının sıcağından alınıp başka yerlere sürgüne gönderilmişse ve bir ülkenin demokrasisinin temel unsuları sayılan siyasi partiler tek tek kapatılmışsa, işleyemez hale getirilmişse bütün bu suçların eylemcisi olan kişilerin Anayasayı ihlal ettiklerini söylemek aslında onları korumaktır. Onların eylemini basite indirgemektir. Çünkü Anayasanın ihlalinden ötürü bir rejim değişikliği olabilir. Ama insanlığa karşı işlenmiş bir suçun yarattığı vahşet bütün bir insanlığı tehlike ve tehdit altında bırakmıştır ki; böyle bir dönem yaşanmıştır ve bu dönem yaşanmaya da devam etmektedir. Şimdi Mahkemenizin yapması gereken şeyin lafzi bir yorumdan öte, geniş ve kavratıcı bir yorumla genişletici bir yorumla bu davada 77. Madde gereğince ceza vermiş olması sonucunun bu davada doğması, gerçekten gelecek dönemler için yada geçmişte yaşanmış başka vahşetler içinde hukuki bir yolun açılmasına, adaletin sağlanmasına neden olacaktır. İzin verirseniz daha ayrıntıya girmeyeceğim ama bir şiirden alıntıyla demin Eflatundan bir alıntıyla başladım. Asyanın kanlı yüzü adlı kitapta ozan İbrahim Erdem'in dizeleriyle size seslenmek ve oradan istemimi bağlamak istiyorum. Şöyle diyor "Acılar kanayarak söner kin kınında, çöl sulayan bir devdir acıyı saklamaz yer yüzünde, destansı kahramanlar gibi alır intikamını çöl, ben yaptım oldu yazılmaz kumlara, gökyüzü siler bütün izleri içine çekerek, nice imparatorluklar çöktü 146/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 kahkahalar içinde, nice zalim ağlayarak can verdi, ayakta duran en kutsal kitap insanlık, mutlaka salınmalı içindeki olunmazsa ayrılık, boşa akıp gitmemeli bu devasa sonsuzluk," evet ayakta duran en kutsal kitap insanlıksa bu davada insanlığa yöneltilmiş olan tehditin mutlaka cezalandırılması gerektiği inancındayız. Bu inancın 30 yılı aşkın bir süredir babasından, eşinden yoksun kalmış, iki insanla sınırlı bir mutluluk yaratmayacağı, bütün insanlık için bütün dünya için önemli bir yargısal sonuç olacağı vicdana uygun, meşru bir sonuç olacağı inancındayız. Talebimizi bu noktada bilgilerinize sunuyoruz. Teşekkür ederim. " "Aslında dilekçemde yer alıyor ama Mahkemenin özellikle bilgilerine sunmak istiyorum, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 26 Kasım 1968 tarihli ve 1 Kasım 1970 tarihinde yürürlüğe giren 2391 sayılı kararları ile yani 80 yılındanda çok önce verilmiş olan karar savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar bakımından kanuni sınırlamaların uygulanmayacağına dair sözleşme. Bu sözleşmenin özellikle 2. Maddesini Mahkemenizin dikkatlerine sunuyorum. Sorumluluk başlıklı bir madde mütalaada da yer almadığı için özellikle sunmak istedim. Şöyle diyor; 1. Fıkrada belirtilen suçlardan birinin işlenmesi halinde bu sözleşme hükümleri bu suçlardan birinin işlenmesine ister başında bulunarak isterse refakat ederek katılsınlar veya başkalarını bu suçları işlemeye doğrudan teşvik eden veya sonuç ne ölçüde gerçekleşirse gerçekleşsin bu suçları işlemek üzere anlaşan devlet yetkililerine özel şahıslara ve bu suçların işlenmesine hoşgörü gösteren devlet gücünü temsil edenlere uygulanır. " deniliyor. Bu sebeple bu davada yargılanmakta olan kişinin atılı bulunan anılan madde gereğince de cezalandırılmalarının yasal hukuki meşru bir durum olduğunu bilginize sunmak istedim, teşekkür ederim." Av. Arif Alı Cangı Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında: Halkımızın demokrasiye ve hukuk devletine olan inancını pekiştirmek için 12 Eylül askeri darbesinin bir suç olduğunu ve meşru olmadığını yargı kararıyla tescil edilmesi ve binlerce insanın mağduriyetinin yargı kararıyla tescil edilmesinin demokrasiye olan inancımızı güçlendireceği düşüncesiyle İzmir den 34 avukat bir stajer avukat, 11 eylül 2000 tarihinde 12 Eylül dönemi Milli Güvenlik Konseyi Üyeleri ve dönemin Synt. K.ları hakkında suç duyurusunda bulunmuştuk. Suç duyurusu dilekçemiz Yargıtay C. Başsavcılığı tarafından gereğinin takdir ve ifası için TBMM ye gönderilmiş, aradan geçen 12 yıllık süre içinde yargı ve yasama organları tarafından başvurumuzla ilgili işlem yapılmasını beklerken şimdi öğreniyoruz ki başvuru evrakımız Meclis Anayasa Komisyonunda kaybolmuştur. 12 Eylül zihniyetinin yarattığı hak arama ve adalet arayışımıza ilişkin başvurumuzu da yok ederek bir yurttaş olarak bizleri bir kez daha mağdur ettiği ortaya çıkmıştır. Bu davanın iddianamesinin düzenlenmesinden 12 yıl öncesinde vermiş olduğumuz suç duyurusu evrakı çok kapsamlı bilgi ve değerlendirmeler içermektedir. Adeta bir iddianame niteliğindedir. Davaya katılmamıza karar verilmesi halinde söz konusu başvuru evrakını tüm ekleriyle sayın Mahkemenize sunacağız. Bu gelişmeler karşısında davaya müdahil olarak katılmamız daha da elzem hale gelmiştir. Bu nedenlerle öncelikle davaya müdahil olarak katılmamıza karar verilmesini talep ediyorum. Diğer yandan vekili olduğum Naci sönmez iddianamede adı geçen Fikri Sönmez in oğlu olması itibarıyla , İbrahim Akın ameliyat yerleri patlatılırcasına işkenceye uğraması nedeniyle, Ergin Gündoğdu ve Nevin Aytekin işlerini kaybetmiş olmaları nedeniyle, gördüklerini kitaplaştırarak tanıklığını sabitleyen Alime Mitap İçöz ün ve babası işkence ile cezaevinde öldürülen Senem Gülbudak ın bir yurttaş olarak mağduriyetlerini ifade eden Süleyman Eryılmaz ve Meryem Gülbudak ın da davaya katılmalarına karar verilmesini talep ediyorum, dediği, Av. Ergün Cinmen Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli beyanında: ben meslektaşım Av. Hasan Ürel ile birlikte Mahkemenize duruşma öncesi dilekçe 147/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 sunmuştum. Bu dilekçemi tekrar ediyorum dedi ve devamla dilekçesini duruşmada ayrıntılı olarak anlattı. Bu dilekçem ile ilgili olarak 12 Eylül 1980 askeri darbesinin hemen ardından Başbakan Bülent Ulusu tarafından hükümetin kurulması ve Bakanlar Kurulunda görev alacak kişilerin tespiti, kısa sürede hükümet programının açıklanmış olması bizde bu kişilerin darbeden önceden haberdar oldukları yönünde bir kanı oluşturmuştur. Keza ihtilalciler tarafından oluşturulan danışma meclisine üye olmak için adeta koşarcasına başvurular yapıldığıda tespit edilmiştir.Dilekçemiz doğrultusunda bu kişiler hakkında C.savcılığına suç duyurusunda bulunulmasını talep ediyoruz. Biz bu dilekçeyi halen Ankara TMK C.savcılığınca soruşturma yürüten C.savcısına da verebilirdik. Ancak bu dilekçenin arkasında Mahkemenizin de durduğunu belirtir şekilde C.savcılığına gönderilmesi Mahkemenin yargılamaya verdiği önemi ortaya koyacaktır. Ayrıca diğer meslektaşlarımın sanıkların bugün itibarıyla da bizzat veya sanal olarak dahi olsa Mahkemenizde hazır bulundurulmaları gerektiği yönündeki taleplere de katılıyorum, ayrıca müvekkili olduğum Mustafa Aynur Hayrullahoğlu nun eşi adına da taleplerim bulunmaktadır. Buna ilişkin dilekçe hazırladık. Sunuyoruz dedi. Devamla; Mustafa Asım Hayrullahoğlu göz altına alındıktan sonra bir buçuk günde öldürülmüştür. Biz uzun süren yargılamalarda görev aldık ve bu yargılamaların neticesinde ilgili sanıklar beraat ettiler. Ancak tanık olarak gösterdiğimiz Adli Tıp profesörü Şebnem Korur Fincancı Mahkemede yada talimat ile dinlendiğinde işkenceye ilişkin bulguları açıklıkla ortaya koyacağını düşünüyoruz. Keza yargılama sırasında ilkolarak ilgili görevliler hakkında oy çokluğu ile mahkumiyet kararı çıkmıştır. Bu yargılamada görev alan Naci Gürkan ile Nuh Çetinkaya mahkumiyet kararının ardından başka yerlere tayin edilmişti. Biz Naci Gürkan ile temasa geçtik. Ve kendisi yargılama süreci ile ilgili olarak beyanda bulunmayı kabul etmiştir. Bu kişilerin adreslerinidosyaya sunmuştuk. Bu şahsın tanık olarak dinlenmesini talep ediyoruz, dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/09/2013 tarihli beyanında: "Bu tabi son derece de önemli bir husus. Aslında bunun gereği tabi hazırlık soruşturma aşamasında yapılmalıydı. Yapılmadı ve soruşturma aşamasında yapılması gereken hususlar Mahkemeniz tarafından yapılmak durumunda kalınıyor. Şimdi tekrardan Mahkemeniz yazı yazarsa şu mübayetin giderilmesi açısından yine böyle flu bir yanıt gelecektir diye düşünüyorum. Bu nedenle bu yazıyı yazan Muharrem Köse galiba, Muharrem Köse Hakim Albay Adli Müşavir, duruşmalarda tanık sıfatıyla veyahut da şu belgenin mahiyetini anlatması açısından huzurda dinlenmesi gerekiyor. Aksi taktirde ne olduğu anlaşılamayacaktır. Bu birinci talebim. İkinci talebim; eğer mümkünse Mahkemenizin duruşma aralıklarını daha kısa tutmasını diliyorum. Çünkü bu demin arkadaşım anlattı bu davanın önemini. Bu bir yana. İkinci olarak da; hazırlık soruşturmasında halen bekleyen bir dosya daha var. O da ilk genel seçimlere kadar görev yapan Danışma Meclisi ve bu tarihler içerisinde yani ilk genel seçimlere kadar görevde olan hükümet üyeleriyle ilgili bir soruşturma da bu dosyayı bekliyor. Dolayısıyla daha fazla sürüncemede kalması bu davanın gerçekten de bu davanın önemini azaltacaktır. Ve başkaca soruşturmaların da akıbetini engelleyecektir diye düşünüyorum. Bu Türkiye de bunun Mahkemenin bazı dosyalar ile ilgili daha kısa duruşma yapmasının örnekleri var. Örneğin; işte Silivri de görülen Ergenokon davası, Balyoz davası. Bu heyetler sadece bu dosyalarla ilgilendiler. Mahkemenizin bunu yerine getirebileceğini ben düşünüyorum. Bu arada sayın savcılığın ise tahmin ediyorum çalışmaları devam ediyordur. Ama bu usuli işlemleri herhalde beklemeden bu arada önümüzdeki celse gibi mütalaasını hazır edebilir diye düşünüyorum. Yani iki talebim var. Birincisi; daha kısa aralıklarla duruşma verilmesi, ikincisi ise Muharrem Köse'nin tanık sıfatıyla dinlenmesi. " Demiştir Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında: "Şimdi efendim bir kere demin ki gelen belge ile ilgili meslektaşlarım tarafındanyapılmış olan talepler var. Bu taleplere öz olarak bende katılıyorum. Ancak şunu 148/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 belirtmek istiyorum tahmin ediyorum diğer meslektaşlarım da bana katılacaklardır. Bu davanın artık bir şekilde bitmesini de talep ediyoruz. Yani bu gelen belge ile ilgili olarak Mahkemenizin bu davayı bir şekilde uzamasına daha fazla uzamasına neden olan işlemler ile ilgili daha titiz davranılması gerektiğini düşünüyorum. Şimdi tabiki bu belge ile ilgili yazışmalar yapılırken bu davanın bu darbe olayının daha doğrusu sivil ayağının ortaya çıkarılması talebimiz vardır. Şimdi buraya başka sanıklar ithal edilemez, fakat bu arada şu anda soruşturma numarası 2012/611 esas sayılı bir soruşturma dosyası yürütülüyor. Bu olayla ilgili yapacağımız suç duyurusunun söz konusu soruşturma dosyası ile bağlantısını kurmak suretiyle bunu göndermek lazım. Yani suç duyurusu yapılacaksa bu o dosyanın içine girebileceği şekilde bunun karar altına alınması gerekiyor ve diliyoruz çünkü yeni sanıklar ancak bu şekilde yargılamaya konu olabilir diye düşünüyorum. Bu benim bu belge ile ilgili birinci talebim. Şimdi değerli Yargıçlar esasa ilişkin dilekçemi de yazılı olarak sundum ben. Şunu özetlemek istiyorum sadece. Şimdi bu davanın sanıklarının ülkeye vermiş oldukları zarar çok büyüktür. En yakınını söyleyim son Türkiye de 5gündüryaşanan bu inanılmaz yargısal kargaşanında nedenlerinden bir tanesi 12 Eylül darbesidir. Bu süreçte çıkarılan Anayasadır, siyasi partiler kanunudur ve diğerleridir. Neden siyasi partiler kanunudur diyorum; şimdi şurada koca bir darbe ve bir dönemde daha sonra Cumhurbaşkanı olan bir insanın fiillerinden bahsediyoruz. Şimdi bu yapı kendi tasavvurlarındaki Türkiye düzenini ortaya koymak için öyle bir siyasi partiler kanunu çıkardı ki, balon gibi şişirilmiş, temelleri olmayan toplumla bağları kesik yapılar. Bu yapılar tabiki güçsüz oldu, bugünlere neden oldu, ve 12 Eylülün bu toplum tarafından hesabının görülmesi ile ilgili olarak toplumu uzaklaştırdı konudan ve sonunda işte şu hayatta tesadüfen yaşayan hayatta kalmış iki insanın üzerinden koca bir 12 Eylülü bizim burada hesabını hep beraber görmek için toplanmış bulunuyoruz. Tabiki son derece de yetersiz, ama bir umudum var asıl. Soruşturma halindeki dosyada, sivil ayak orada ve bu işin bütünü itibariyle bir soruşturma orada yürütülüyor olması gerekir diye düşünüyorum. Bu birinci olarak söylemek istediğim konu. Şimdi asıl üzerinde durmak istediğim mesele, bu bizim müdahilliğimiz. Bizim burada olmamızın nedeni gerçek şahısların suçtan zarar görmesi nedeniyledır. Aslında bu davanın müştekileri tüm Türkiye halkıdır. Ama Mahkemeniz bir karar verdi. Bazı taleplerde bulunanlarla ilgili olarak onların görmüş oldukları özel zararlar ile ilgili olaraksiz suçtan zarar gören kişi olarak müdahil olarak kabul edildiniz dendi. Bunun bir sonucunun olması lazım. Şimdi ben bu suçtan zarar gören insanlardan bir tanesinin Aynur Hayrullahoğlunun vekiliyim. Neden bunu kabul ettiniz çünkü Aynur Hayrullahoğlunun eşi Mustafa Asım Hayrullahoğlu bir buçuk veya iki gün içerisinde ve beyin kanamasından diye değil, çünkü artık bunların biz ne yazıkki profosyoneli olduk, bazı ölümler emniyette beyin kanamasından olur mesela alır duvara çarpar, beyin kanamasından insan ölür, veya aniden kalbine etki eder, bunlardan çok gördük biz, yüzlerce gördük ne yazıkki, görmek durumunda kaldık. Hayır Mustafa Asım Hayrullahoğlu yavaş yavaş iki gün içinde öldürüldü. Böylesi artık tabib gibi olduk çünkü böylesi ölümler böbreğe etki ediyor ve sonunda böbrek yetmezliğinden gidiyorsunuz. Ölüyor insanlar. Şimdi Mustafa Asım Hayrullahoğlunun biz müdahil talebimiz sırasında onun otopsi raporunu sayın Mahkemenize sunduk. Zaten biz bu nedenle bu davaya müdahil olduk. Baştan aşağıya travma ve ekimoz doluydu. Mustafa Asım Hayrullahoğlu emniyette adını dahi vermedi. Hiç kimseye vermedi ve bir destan yazdı. Ben onun davasını 10 yıl müddetçe takip ettim. Hayatımın en önemli süreci orda geçti ve çok uğraştım. Yani açık seçik herşey ortadaydı çünkü. Emniyete sapasağlam girmişti, birbuçuk iki gün sonra emniyetten hurdahaş bir şekilde çıkarılmıştı. Ve bir dava açılmak zorunda kalındı o dönem içerisinde. Galiba bildiğim kadarıyla işkenceden ölümle ilgili ilk davaydı bu. Bu davanın birinci bölümünde sanıklar 10 yıl hapis cezasına mahkum edildiler. O anı unutamıyorum ben, duruşmada iki tane askeri yargıç vardı birde başkandı o da askeri yargıçtı. ve orada o iki askeri yargıç biri yüzbaşıydı öbürü de öyleydi galiba, ve yargıçlık onurlarını en üste koydular, gerçeği gördüler ve mahkumiyet kararı 149/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 verdiler. Bir hafta sonra tehditler başladı. Hiç unutmuyorum Tercüman gazetesinin anlı şanlı iki tane köşe yazarı; devletimizin polisine nasıl bu hakimler mahkumiyet kararı verir şeklinde yazılar yazmaya başladılar ve ikisininde tayinini bu devlet çıkarttı. Biri tahmin ediyorum Ordu'ya gönderildi veya o işi bıraktı, avukatlığa devam ediyor hala mesleğinin başında, diğeri hakimliğe devam etti. İkisinede tekrardan saygılar sunuyorum. Ve arkasından olan oldu. Devlet bu davanın üzerine çullandı. Adli Tıp Genel Kurul o tepedeki Adli Tıp Genel kurulu, Askeri Yargıtay ve Askeri Yargıtay Dairesi Genel Kurulu eninde sonunda beraat kararı verilebildi. Yani bu davada o güzelim adalet perisi bir cadaloza döndü. Birçok davada olduğu gibi yüzlerce insanın başına gelen şeylerden biri gibi benim müvekkiliminde başına geldi. Şimdi olayı daha iyi anlatmak için çünkü bakın sayın savcılık esas hakkındaki mütalaada benimde ilk baş yorumum da böyleydi Hasan GÜREL arkadaşımızla beraber yazmış olduğumuz dilekçede; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 7/2 maddesi üzerinde çok durduk. 7/2 maddesi tamda daha sonra Cumhurbaşkanlığına kadar gelebilmiş darbe sanıklarının, darbe faillerinin yargılanması içindir. 7/2'de aynen şöyle diyor; hiçkimse suç işlediği sıradaki ceza maddesinden başka bir maddeden daha ağırlaştırılmış bir maddeden yargılanamaz. Ve tespit edilmiş cezadan daha ağır bir cezaya mahkum edilemez. Hiç kimse işlediği zaman milli ve milletlerarası hukuka göre suç teşkil etmeyen bir fiil veya ihmalden dolayı mahkum edilemez. Keza hiçkimse suç işlediği zaman tertibi gereken bir cezadan daha ağır bir cezaya çarptırılamaz. Tamam o zaten bizim için genel bir hüküm, ama 2.fıkrası var, iş bu madde işlendiği zaman medeni milletler tarafından tanınan umumi hukuk prensiplerine göre, suç sayılan bir fiil veya ihmalden suçlu bir şahsın yargılanmasına ve cezalandırılmasına mani değildir. İşte tam bu olaylarla ilgili. İnsanlık alemi düşünmüş taşınmış bir darbeyi yapmış, muktedir olmuş, aradan zaman geçmiş, Cumhurbaşkanı olmuş, ama daha sonra bu insan insanlığa karşı Şenal Sarıhan arkadaşımızın bahsettiği gibi insanlığa karşı işlediği suçtan o andaki ceza kanunu maddeleri yeterli değil diye aklanacak mı? Hayır diyor. Aklanmayacak. Yine sayın savcının esas hakkındaki mütalaasında bu konuyla ilgili uluslararası olaylardan da bahis ederek 7/2.maddenin burada uygulanması gerektiğine karar vermiş, bunu niçin söylüyorum ben, Mustafa Asım Hayrullahoğlu'nun işkencede öldürüldüğü açık seçik ortada. Sanıkların beraat ettiği de ortada. Şimdi bu beraat etti diye biz yok mu farz edeceğiz bu olayı? E peki nasıl aynada yüzümüze bakacağız sonra? Bakın Sayın Prof.Şebnem Korur FİNCANCI ve Uz.Dr.Ümit ÜNÜVAR Türkiye İnsan Hakları Vakfı değerlendirme kurulu raporu, dosyadaki tüm belgelere göre karar vermiş, dilekçemin ekinde bulunuyor. Şöyle diyor otopsi raporuyla ilgili ve adli tıp raporlarıyla ilgili ve buna dayalı Askeri Yargıtay kararlarıyla ilgili. Ancak tüm vücutta yaygın olarak tarif edilen baş, boyun, gövde, ön ve arka yüz, yanlar, sırt, karın, dizler, ayaklar, eller, genital bölge, travmatik lezyonların vücuttaki dağılımı, lokalizasyonu, yaygınlığı, büyüklüğü ve şekil ve özellikleri dikkate alındığında;tamamının yakalanma sırasında meydana gelmesinin mümkün olamadığı, öyle bir savunmaları vardı. Bir iki dakikalık bir mücadeleden sonra yakalandı, ordada bazı sıyrıklar olmuş ve sonunda karar aslında yakalanma anındaki o bir iki dakikalık süre içerisinde var olan ekimozlardan, travmalardan süregeldiğini söylediği için bunun altını çiziliyor. Tamamının yakalanma sırasında meydana gelmesinin mümkün olmadığı, kişinin gözaltı sürecinde ağır künt travmalara maruz kaldığının delilleri olduğu, kişinin ölü muayene ve otopsi raporunda saptanan tüm bulgulara göre; gözaltı sürecinde insan eliyle oluşturulmuş fiziksel travmalara maruz kaldığının tıbbi delillerinin tespit edildiği, yaygın derin doku içi kanamalar, ayak, ayak bileği, her iki kol üstü bölümleri, el bilekleri, genital bölge ve el parmakları tarif edilen lezyonlarının yerleşim yeri, ve özelliklerine göre kişinin kum torbası ve bunun gibi cisimlerle, kabadayak, düz askı, falaka, elektrik copu, işkencelerine maruz kalmış olduğunun tıbbi delillerinin bulunduğu, ölü muayene tutanağı ve otopsi bulgularına göre açıkça işkence bulguları mevcut olduğu halde, değerlendirme yapan birimler olan otopsi yapılan birim İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Kürsüsü, Adli Tıp Kurumu I.İhtisas Kurulu, Adli Tıp 150/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Kurum I.İhtisas Kurulu'nun Genel Kurul'a sunduğu II.Değerlendirme Raporu ve Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu Raporlarının hiçbirinde işkence bulgularına göre yorum ve kanaat bildirilmemiş olduğu, kanıta dayalı tıp uygulamalarında mevcut delillerinin bilimsel delillerinin bilimsel gerekçelerinin ortaya konması ve mesleki deneyimlerle yorum yapılmasının beklenmesine rağmen, işkencenin varolan delillerinin raporda bildirilmediği, ölüm nedeni hakkında farklı yorumlar yapılarak raporlar arasında çelişki olduğu, 14/11/1982 tarihinde sağlıklı biri olarak alınan gözaltında 16/11/1982 iki gün sonra ölü olarak çıkmasının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kararlarında da dile getirildiği gibi mutlak olarak açıklanması gerektiği, bunun ayrıca işkencenin önlenmesi bir hekim sorumluluğu olduğu, dolayısıyla zamanında etkili bir soruşturma ve belgeleme yapılmadığı, mevcut bulgularla kişide en olası ölüm mekanizmaları olan ağır travmatik yaralanmalar sonucu olan vücutta yaygın ekimoz gelişmesi ile sabit kan volümünün azalması ve kas dokusu hasarı sonucunda akut tubleer nefroz, alt nefrom nefrozu kaynaklı akut böbrek yetmezliğinin komplikasyonları ve boyna uygulanan bası yada kişinin havasız kalması sonucu ölümün meydana gelmiş olduğu. Böyle bir tıbbi olaydan sonra bu sıkıyönetim mahkemesi Askeri Yargıtay Genel Kurulu bu sanıkların oy çokluğuyla da olsa aklanmasına karar verdi. Şimdi öyle dedi diye böyle mi oldu yani. Biz bununla nasıl yaşıyacağız? Sayın Mahkemeden ben şunu talep ediyorum. Ortada bu davanın sanıklarının yaratmış olduğu bir iklim oluştu. Bu iklim işkenceyi insan haklarına aykırı davranmayı kolaylaştıran, önünü açan bi iklimdir. Yani bu davanın iki sanığı söz konusu fiille ilgili olarak asli manevi şeriktirler. Burada biz müdahil makamı olarak bulunmamızın nedeni bunu anlatmaktır. Zaten sayın Mahkeme 146 var mı yokmu ona bakacaktır. O başka hikaye. Ama niçin burda bulunuyoruz. Bu olay nedeniyle burada bulunuyoruz. Bu karardan sonra müvekkilimiz açısından başvuracak başkaca mevkilerimiz olacaktır. Bunun tazminat yanı vardır, başka yanları vardır ve bu yargılamaların hukukumuzda belki yeniden görülme olasılığı vardır. 7/2 den bahsediyorum, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi. Dolayısıyla Mahkemenizin vereceği kararda bu sanıkların aynı şekilde Mustafa Asım Hayrullahoğlu'nun öldürülmesine asli manevi şerik olarak katıldıklarının tayinini ve tespitini istiyorum. Gerekçeli hükümde bu hususun Mahkemeniz subuta karar verdiğinde bu hususun özellikle tasnifini diliyorum. Ayrıca Aynur Hayrullahoğlu eşi kocasının başına gelen olayı tabiki yaşadı ve bu nedenlede memleketinden 10 yıl uzaklaşmak mecburiyetinde kaldı, politik bir mülteci olarak. Bunun yaratmış olduğu travmalar çok ciddi travmalardır. Kendisinin de bu nedenlye bu suçtan zarar gördüğünü gerekçeli hükümde tasvirini sayın Mahkemeden diliyorum. Diyeceklerim budur. Bütün bunları yazılı olarak biraz evvel Mahkemenize sundum. Saygılar sunuyorum." Av. Aydın Erdoğan Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında; Biz daha önce dilekçe vermiştik. Bu günde mahkemenize 1 klasör belge sunduk. Öz itibarıyla davada müdahillik değerlendirmesinin dar yapılmamasını ve müdahillik kavramının geniş yorumlanmak suretiyledeğerlendirme yapılmasını talep ediyorum dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli beyanında: Bu davada az önce konuşan meslektaşımızın da belirttiği üzere 12 Eylül öncesinin farklı gruplarının müdahale talepleri mevcuttur. Geçmişte yaşanan çekişmelerin bu davaya da yansıması söz konusu olabilir. Acı çeken bireylerin karşılıklı tepkilerini anlamak mümkündür. Ancak avukat meslektaşlarımızın bu tarz tepkileri salona yansıtmamasını düşünüyorum ve Av. Senih Özay ın da belirttiği üzere Adli Tıp Kurumundan gelen raporun kabul edilemez olduğunu düşünüyorum. Bizzat dosyada yer alan Süleyman Cihan ile ilgili önceki tarihli Adli Tıp raporları incelendiğinde Adli Tıp kurumunun suçu örtmeye yönelik çaba içerisinde olduğu hemen anlaşılmaktadır. Dolayısıyla o günkü Adli Tıp ın zihniyeti bugünde devam etmektedir. Adli Tıp Kurumu bu dava itibariyle güvenilir bir kurum değildir. Gerektiğinde sanıklarda 151/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 muayene edilmek suretiyle bağımsız bir kurumdan rapor aldırılması gerektiğini talep ediyoruz, dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli ifadesinde: "az önce sayın Başkanım bizlere müdahil taraf vekilleri ile sanıklar müdafilerine Hasan Duman imzalı bir belgenin fotokopisini verdiniz. Biztabi bu salonda Başkan tarafından bize belge fotokopisi verildiğini ilk kez gördük. Anlaşılıyor ki bu belge özel bir önem içeriyor idi ve o sebeple de böyle bir ihtiyaç duydunuz. Bu belgeden özet olarak şunlar ifade ediliyor. Genel Kurmay da plan ve projelerin saklandığı, muhafaza edildiği karargahta görev yapan Hasan Duman isimli şahıs sorumlu olduğum dönemde yaptığım araştırmalar neticesinde o döneme ait bazı önemli belgelere ulaştık. Bu belgeler arasında 1979 yılına ait Kenan Evren imzalı Yurt - Kor adı verilen bir plan da bulunmaktaydı. Bu planda askeri müdahaleden önce toplumda karışıklıklar olacağı öngörülmüş buna göre askeri müdahale hazırlıklarının yapılması gerektiği vurgulanmıştı. Kısacası 12 Eylül Askeri Darbesinin hazırlık çalışmaları bu planda yer almaktaydı. Şimdi bu belge o dönemde harekat başkanı olan Korgeneral Abdullah Recep isimli asker kişi tarafından yok edildiği için sayın Mahkemenize gönderilmediği anlaşılmaktadır. Biz tabi bu davanın başından beri, bu soruşturmanın başlamasından beri memlekette 12 Eylül 2010 günü yapılan halk oylamasıyla darbelerin araştırılması soruşturulması sürecinin başladığını, ama bununla birlikte darbe yapma heveslilerinin ve suç ortaklarının bir çok birimdi devlet içerisinde olduğunu hep ifade etmeye çalıştık. Bu belge bu konu ile ilgili çok somut bir şeyi ifade ediyor. Kişi ismini saklamamış. Rütbesi yada sivil memur olduğu belirtilmemiş. Fakat kendisi sorumluluk duyarak bir silahlı kuvvetler mensubu olduğuna göre de asker kişi olması gerekiyor. Bu mektubunu yazmış göndermiş. Şimdi bu belgenin içeriği yok edildiğine göre bunun bir örneği varmıdır yokmudur bunun araştırılması gerekiyor öncelikle. İkincisi Hasan Duman'ın bu belge içeriğini okuduğu ve tespit ederek komutanını da verdiği anlaşıldığına göre Mahkeme tarafından Mahkemeye çağrılarak bu belge içeriği hakkında Mahkeme heyeti ve bizlere bilgi vermesi, tanık olarak dinlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Üçüncü olarak da bu dilekçenin aynı zamanda bir suç duyurusu dilekçesi, gereğinin ifa edilmesi için Özel Yetkili Savcılığa havale edilerek bu kişi hakkında gerekli işlemlerin bu kişi hakkında gerekli soruşturmanın yapılmasını talep ediyorum. Dördüncü olarak da bu davanın soruşturmasının başlamasından sonra sözü edilen karargahta evrak imhası yapılmış mı, yapılmamış mı, imha edilmişse nelerin imha edildiğine dair varsa tutanaklarının Genel Kurmay Başkanlığından istenmesini talep ediyorum. Söyleyeceklerim bunlardır."dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 21/06/2013 tarihli beyanında: "Sayın Başkan, sayın Üyeler; geçen duruşmada sayın Mahkemeye iletilen ihbar mektubu sonucu Genel Kurmay Başkanlığından talep edilen gönderilmesi talep edilen Yurt Kor isimli belgeninvar olduğu anlaşılmış bulunmaktadır. Sayın Mahkemenizce incelenen belgenin mahiyetinden şunları anlayabiliyoruz. O gün belgenin hazırlandığı tarihte yurt içinde ve yurt dışında bulunan tehlikelerin belirlendiği, Genel Kurmay Başkanlığı tarafından; iç düşman ve dış düşmanlar tespitinin yapıldığı anlaşılmaktadır. Yine tutanağa geçen bilgilerden; komünizm, Kürtçülük, ırkçılık, irtica gibi iç tehditlerin saptandığı anlaşılmaktadır. Bu belge 12 Eylül 1980 askeri darbesi ki yargılamanın konusunu oluşturmaktadır. Darbeye giden süreçte suçu işleyenler tarafından gerçekleştirilen bir dizi eylemin, hazırlanan programların belgelerin bir parçasını oluşturmaktadır. Dolayısıyla o gün suçu işleme hazırlığı içerisinde olanların hazırlık hareketleri kapsamında değerlendirilmesi gereken bu belgenin yine suçu işleyenler tarafından "Devlet Sırrı" olarak nitelendirilmesi ve onların halefleri tarafından da aynı sır kapsamında değerlendirilerek Mahkemeye gönderilmemiş olması suç delillerinin gizlenmesi olarak değerlendirilmelidir. Buna rağmen sayın Mahkemeye gönderilen belgenin davayla ilgili tarafların da görüp değerlendirilmesi gerekli bir belge olarak değerlendirilmesi 152/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 gerekir iken; yine az önce ifade ettiğim kesimler tarafından "Devlet Sırrı" olarak nitelendirilen bu belgenin örneği dosyaya alınmadan iade edilmiş olmasını hukuka aykırı buluyoruz. Diğer yandan bu belgenin içeriğinde ki tarifler ve bu tarifler kapsamında yürütülen bir takım eylemler sonraki darbe sürecine giden günlerdegerçekleştirilmiş olan bir dizi suçun ip uçlarını verebilecek mahiyettedir. O nedenle bu belgeyi taraflar olarak görmek arzusundayız. Bu belge açıkça korku üzerinden yani yurtdaşları düşmanlar olarak tarif ederek sürekli iç düşman tarifleri yaratıp, yurtdaşların bir bölümünü korkutarak korku üzerinden sürekli olarak ülke yönetimine müdahale etmenin aracı olarak kullanıldığı ve değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Yakın zamanlarda da buna benzer korku, korkutma ve düşmanlaştırma faaliyetlerinin yine Genel Kurmay tarafından, ordu tarafından yürütüldüğünü biliyoruz. Yakın zamanda 27 Nisan Muhtırası olarak bilinen belge ile de şu ifade edilmiş idi; Ne Mutlu Türküm Diyene sözüne karşı olanlar düşmandır. Düşman kalacaktır. Görüldüğü üzere sürekli olarak yurtdaşların bir bölümünü düşmanlaştırma ve kendi iktidarlarını gizli açık sürdürme gayreti içerisinde olan ordu komuta kademesinin bu değerlendirmelerinin hukuk içerisinde kabul edilmesi mümkün değildir. O nedenle bu belgenin yeniden getirtilerek tarafımıza örneğinin verilmesini talep ediyorum." Demiştir. Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/09/2013 tarihli beyanında: "Sayın Başkan, Sayın Üyeler. Darbe yargılamasında sanıkların cezalandırılması kadar darbe gerçeğinin ortaya çıkması da önem taşıyor. Hem biraz geçmişte kalan hem de yakın geçmişe dair darbe girişimlerinin yargılandığı gerçek darbelerin yargılandığı bir süreçten geçiyoruz. Karşı salonda güncel darbeleri gerçekleştirmiş olanlar, bir süre önce İstanbul da ki Mahkemede girişimler yapmış olanlar mahkum edildi. Bütün bu süreçte Genel Kurmay'ın tutumu sürekli delil karatma yönünde olmuştur. Bunda da şaşılacak bir taraf yok. Bugünün Genel Kurmay yetkilileri dünün darbe girişimlerinin içerisinde bulunan askeri personeldir. Bu gerçekle yüz yüze olduğumuz içinde sürekli olarak delil karartma gayreti devam ediyor. Bütün bu son darbe girişimlerinin yargılandığı ve darbelerin yargılandığı süreçte Genel Kurmay hiçbir personeli hakkında disiplin soruşturması yapmadı. Kendi içinde hiçbir soruşturma yapmadı. Hiçbir suç araştırması yapmadı. Ama Genel Kurmay Başkanları ortaya çıkan delilleri karartmak için delillerin değerini düşürmek için konuştu. Bunların bir kısmı şimdi yargılanıyor. Şimdi Mahkemenize gelen ve arkadaşlarımın tartıştığı belge tamamen bu amaçla yazılmış gerçeği örtmeye yönelik bir belgedir. Ancak bu maddi gerçeğin ortaya çıkarılması bu dava için önemli olmakla birlikte yürütülmekte olan soruşturma içerisinde de değerlendirilebilecek bir durumdur. Çünkü bu darbe sürecinde Genel Kurmay Karargahında gidip onları cesaretlendiren, onlarla işbirliği içerisinde hareket eden siyasi partilerden, bürokrasiden pek çok kimsenin olduğunu, basından pek çok kimsenin olduğunu biliyoruz. Bu ülkenin sağlıklı bir gelecek kurabilmesi için bütün bu gerçeklerin ortaya çıkması gerekiyor. O anlamda bu belgenin getirilmesi için, istenilen belgelerin getirilmesi için yazı yazılmakla beraber, bu duruşmanın tutanakları savcılığa iletilerek bu konuda özellikle sivil uzantılarla ilgili yürütülmekte olan soruşturmanın derinleştirilmesi için bizim bu ifade ettiklerimizin birer suç duyurusu olarak değerlendirilip savcılığa iletilmesinde yarar var. Diğer yandan bu davanın da bir an önce bitirilmesi gerikiyor. O nedenle maddi gerçeğin araştırılması bir yandan devam ederken bir yandan da sonuca gitmemiz gerekiyor. Bu sebeple eksiklikler tamamlanırken bir an önce karar aşamasına gidilmesini, Mahkemenizin bu yönde gerekli tedbirleri almasını talep ediyorum." Demiştir. Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında: "Ahmet Cihan, Hüseyin Doğan ve Azime Köylüoğlu'nun vekili olarak esasa ilişkin diyeceklerimi sunmak istiyorum. Sayın Başkan sayın Üyeler, önceki söz alan meslektaşlarım bu davanın önemi ile ilgili görüşlerini ifade ettiler. Önceki duruşmalarda değişik vesilelerle söz aldığımızda bunlara dikkati çekmek istedik. Bugün davanın sonuna gelmiş bulunuyoruz. 153/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Bu dava Türk Ceza Kanunu 146. Maddesinin ihlali sebebiyle açılmış bir davaolması sebebiyle aslında sanıkların fiilinin resmi gazete kendi beyanları ve gerçekleştirdikleri resmi işlemler ile devlet kayıtlarına girmiş olması nedeniyle kolaylıkla mahkumiyet kararı verilecek bir dava idi. Ancak bu darbenin yıkımının görülmesi, darbenin yaratığı vahşetin görülebilmesi ve bunun da yüzleştirebilmesi açısından başvuranların bir kısmının müdahilliği gerekliydi. Sayın mahkemenizde o sebeple kabul etti. Bizde darbenin ne olduğunu yıkımını bu güne kadar anlatmaya çalıştık. Darbenin bu ülkede yarattığı kötülüklerde herkes bir biçimde nasibini aldı. Müvekilim Ahmet Cihanın Kardeşi ağebeyi Süleyman Cihan gözaltına alındı. Örgüt üyeliği suçlaması ile aranıyor idi. Yakalandığında kimliği belliydi. İsmi bilerek alınmıştı gözaltına. Bir gün sonra kayıtlardan Süleyman Cihanın bir apartmanın 6. Katından atıldığı, daha doğrusu kayıtlara göre yer göstermeye götürülürken kaçtığı oradan kendini aşağı attığı, ve yaşamını yitirdiği ifade edildi. Bu operasyonun başında sonraki 12 Eylül sonrasındaki dönemin karanlık isimlerinden birisi Mehmet Ağar, diğeri İbrahim Şahin bulunuyor idi. Süleyman Cihan kimliği belli olduğu halde, kimliği belli olmayan kişi olarak kimsesizler mezarlığına defnedildi. Kardeşi Ahmet Cihan ve yargılandığı davadaki diğer arkadaşları Süleyman Cihan ile ilgili soruları Mahkeme heyetine ve Savcıya yönelttiler. Davayı yürüten savcı aynı zamanda Süleyman Cihanın soruşturmasının da savcısı idi. Ama savcı Süleyman Cihan ile ilgili bilgi olmadığını söyledi. Mahkeme tutanaklarına geçti, yani o günlerde Hakimler, Savcılar, Yüksek Yargı, ,Askeri Yargıtay içinde tek tek insanlık onurunu namusunu, yargıçlık namusunu korumuya çalışan Savcılar ve Hakimler olmakla birlikte kurumsal olarak darbenin aracı haline getirildiler. Kötülükle araçsallaştırıldılar. Süleyman Cihan ile ilgili soruşturma takipsizlik kararı ile kapatıldı. Yıllarca sürüncemede bırakıldıktan sonra, itiraz aşamasına geldiğinde itiraz makamı olan sıkı yönetim mahkemesi kaldırıldığı için yetkisizlik sebebiyle Diyarbakır Askeri Mahkemesine gönderildi. Askeri mahkemeye göndermek kararına bugün hukukçuluk onurunu koruyan bir savcı itiraz etti. Görüşülmesi gerektiğini söyledi. Ama Askeri Yargıtay buna itibar etmedi. Dosya Diyarbakır'a gönderildi ve takipsizlik kararı kesinleşti kapatıldı. Bu yargılamanın önünü açan Anayasa değişikliğinden sonra biz dosyayı verilen Adli raporları ÇAPA Tıp Fakültesi Adli Tıp Kürsüsüne sunduk. Orada Süleyman Cihanın apartmanın 6. katından atılmadan önce ölmüş olduğu, öldürülmüş olduğuna ilişkin tespitlere yer verildi. Ona dayanarak hem Mahkemeniz önünde müdahil olduk hemde failler hakkında suç duyurusunda bulunduk. Sayın yargıçlar burada işlenen suçlar Süleyman Cihan ile ilgili olsun az önce meslektaşlarımın ifade ettiği Hayrullahoğlu ile ilgili olan olsun Diyarbakır cezaevinde katledilenler ve başka birçok örnekte olduğu gibi insanlığa karşı suçlardır. Sayın Mahkemenizde görülen dava iddianame ile üstü çizilmiş 146. Madde ihlali sebebiyle açılmış olan davadır. Dolayısıyla bu vahşetin insanlığa karşı suçların pek çok delili de bu davada ortaya konmuş bulunduğu ve tespit edilmiş olduğundan karar ile birlikte bu suçlar sebebiyle de yargılamanın yapılması için suç duyurusunda bulunulmasını talep ediyorum. Diğer yandan diğer müvekkillerim sayın Hüseyin Doğan ve Azimet Köylüoğlu o tarihte Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleriydi. TBMM'nin fes edilmesinden sonra 12 Eylül den kısa bir süre sonra biz sayın Hüseyin Doğan ile birlikte aynı büroda avukatlık yapmaya başladık. O vesile ile pek çok millet vekilinin nasıl bir yaşam mücadelesi verdiğine de tanık olduk, onurlarını korumaya çalışan bu insanların bir kısmı bir poşet içerisinde tedarik edebildikleri terlikleri satarak yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyorlardı. Avukatlık hakkı olanları vardı, onlar avukatlık yaparak yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlardı. Biz o zaman birlikte çalıştık. Böylece bu insanların hem siyasi faaliyetleri yasaklanmıştı. Mesleklerine dönmeleri yasaklanmıştı. Birçok baskı ve tehdit altındaydı. Gözaltına alınanların tutuklananların dışında kalanlar, tabii Hüseyin Doğanın başka bir yanı var. Kahramanmaraş Milletvekili idi, kendisi Sayın Mahkemede katılan olarak verdiği beyanında zamanın Başbakanı Bülent Ecevit'in Kahramanmaraş olayları sırasında Genel Kurmay Başkanı olan sanık Kenan Evreni arayıp Kahramanmaraş olaylarına müdahale konusunda konuştuğunu, 154/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 ancak karşındakinin verdiği cevaba öfkelenerek telefonu hızla çarpıp kapattığını söyledi. Şimdi Başbakan Genel Kurmay başkanından olaylara müdahale konusunda talepte bulunuyor ancak müdahale edilmiyor. Dosyada bununla ilgili Kahramanmaraş olayları konusunda bununla ilgili birçok delil sayın Mahkemeye geldi. Bir başka konu Sivas olayları sebebiyle Erzincan sıkı yönetim mahkemesinde görülen davanın kararı sayın Mahkemenize geldi. O dava dosyasında karar da görev yapan hukuka saygılı ve bazı şeylerin kayıt altına alınmasını önemseyen sayın yargıçlar bir tespitte bulundular. Bir belgeden söz ediyorlar. Sivas olayları başlamazdan önce bir istihbarat bilgisi bir sıkıyönetim dönemidir, alevi yurttaşlara karşı bir katliama başlanacağına dair istihbarat bilgisinin oradakisıkı yönetim komutanına ulaşıyor. Fakat hiçbir tedbir alınmıyor. Yine Çorum olayları sırasında o olayların içerisinde bulunmakla suçlanan bir sanık zamanında Baran iddianamede de geçen beyanlarında askerlerin kendilerine ve karşı tarafa silah dağıttığı ifade ediliyor, söylemek istediğim şey şu bir ülke bir kan deryasına çevrilirken ülkeyi korumak için görev yapan bu generaller kendi iktidarları için bu kan denizini her gün büyüttüler, tabi ayrı bir tartışmanın konusu olarak söylenebilecek bir başka konu vardı, oda Türkiye de bu tablonun gelişmesi Güney Amerika ülkeleri zamanındaki sosyalist kamp ve Amerika arasındaki kapitalist kamp arasındaki kavgada toplumsal gelişmeyi, düşünsel gelişmeyi, önlemek için Amerikanın CIA nın uzantılarının ülkemizdeki faaliyetleri ile bir çatışma ortamı yaratıldığı, buna şu yada bu biçimde katkılarının olduğu tartışması büyük bir tartışmadır , ve bu tartışmayı biz yeniden açarak şu daha fazla sorumlu bu daha fazla sorumlu şeklinde yapmak istemiyoruz. Ama sonuç bu kan ve ateş sürekli körüklenerek iktidar bunun üzerine bir darbe iktidarı ve bir gelecek kendileri için inşaedilmeye toplumun geleceği de karartılmaya çalışıldı ve bu yapıldı. Sanıkların cezalandırılması bakımından Mahkemenizin elinde yeterli deliller mevcuttur. Biz sanıkların sevk maddeleri doğrultusunda cezalandırılmasını insanlığa karşı suçlar yönünden suç duyurusunda bulunulmasını talep ediyoruz. Ayrıca vatana ihanet suçu ile de yargılanmaları gerektiğini ifade etmek isiyorum. Bilindiği üzere Yunanistan Nato'dan çekilmiş idi. Kenan Evren Yunanistan'ın daha doğrusu Cunta Yunanistan'ı tekrar Nato'ya dönmesine olur verdikleri için tekrar Nato üyeliğine dönmüşlerdir. Orada Kenan Evrenin beyanına göre Amerikan Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Hayk kendisine söz vermiş Yunanistan'la olan sorunların çözüleceği konusunda. Tabi buradan hareketle bir Yunanistan düşmanlığının körüklenmesi gibi bir amacım elbetteki yok. Ama Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs üzerinden olsun Ege Denizindeki sorunlar olsun çözülmesi gereken sorunları kolaylaştıracak olan bir imkanı da bir Vatana ihanet çerçevesinde vazgeçerek kullanmadıkları için ve ayrıca bu ülkeye karşı suç işlemişlerdir. Vereceğiniz kararın bu ülkede bir daha darbe girişiminde bulunacaklara karşı bunun heveslisi destekleyicisi, alkışlayıcısı olanlar için de caydırıcı olacağını umut ediyorum saygılarımla." demiştir. Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli beyanında: "Yargılamanın geldiği aşama, Mahkemenin yetki durumu, görev durumu söz konusu olduğunda, bu konuyla ilgili yine usule ilişkin bir değerlendirmede bulunmak zorunlu hale geldi. Ben Av. Aydın Erdoğan. Şimdi Meclis te ki yasadan anladığımız kadarıyla Sayın Mahkemenizin görev ve yetkileri sona erdirilecek siz Sayın Yargıçlar ve Savcılar başka görevlere atanacaksınız. Bu Özel Mahkemelerin bir anlamda İstiklal Mahkemeleri ile başlayan, Sıkı Yönetim Mahkemeleri ile devam eden Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve sona Özel Yetkili Mahkemelerin görev yapma sürecinin sona ereceği anlamına geliyor. Bu da devleti koruma amaçlı oluşturulduğu iddia edilen bu Mahkemelerin bir biçimde tarihe karışması demek. Biz yıllarca bu mahkemelerin kuruluşunu, yargılama usullerini ve buna bağlı olarak soruşturma usullerini ve kurduğu hükümlerin adalete hizmet etmediğini biz yıllarca söyleyegeldik. Bugün aslında bu tezi bu davayı savunmuş olan birisi olarak sevinmem gerekiyor idi. Bekerya şöyle bir şey söyler; Toplumun ihtiyaçlarını, özelliklerini ve sosyal yapılarına uymayan yasalar, kurallar akan suyun yönünü değiştirmek için oluşturulan 155/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 engellere benzer. Bunlar zaman içinde aşınır, sonra yıkılır, yok olup gider. Şimdi tarihsel olarak baktığımız zaman bu Mahkemelerin kaldırılması böyle bir toplumsal isteğe ve mücadeleye denk gelmiyor. Bu konuda çeşitli mücadeleler verildi elbette. Devlet Güvenlik Mahkemelerini bu Özel Yetkili Mahkemelerinin kaldırılması konusunda kitlesel eylemler yapıldı. Talepler ifade edildi. Sanıklar, avukatlar bazen bu duruşmalara çıkmayarak, bazen cüppe giymeyerek bu Mahkeme salonlarında adalet dağıtılmadığını söylemeye çalıştılar. Biz gerek bu salonda, gerek ise de yandaki salonda şunları söyledik: bu duvarın arkasında bir hukuk, bu duvarın bu tarafında bir hukuk olmaz. Bir insanın özgürlüğü, göz altı süreleri bakımından bir insanın özgürlüğü kıymetli diğerinin ki kıymetsiz olmaz. Özellikle soruşturma makamları beğenmedikleri kişileri bu Mahkemelerin görev alanına giren suçla itham ederek bütün yaşantılarını didik didik ettiler. Özel yaşantılarını, haberleşmelerini, bu imkanları kullandılar. Sadece Mahkemelere verilen bir yetki değildi. Mahkemelerden daha çok polise, jandarmaya ve MİT'e tanınan ayrıcalıklı soruşturma yöntemleri yani haksız soruşturma yöntemleri söz konusuydu. Bununla ilgili elbette ki sayısız örneği vermek mümkün. Ama bir tanesini söyleyeceğim. Komşu Mahkemede bizim 4 arkadaşımız avukatla ilgili 29 kere telefon izleme dinleme kararları verilmiş . Aynı Mahkeme. Biz bu Mahkemede Anayasa'ya aykırılık iddiasında bulunduk. Dedik ki; Anayasa özgürlüklerin sınırlandırılmasını sınıra tabi tutmuştur. Sınırsız dinleme olmaz. Ama bu mahkemelerin görevleri içindeki suçlar yönünden Mahkemeler Anayasa hükmünün üstünde bunu sınırsız dinleme olarak algıladılar ve uyguladılar. O Mahkeme bizim talebimizi red etti. Ama bir Danıştay Dairesi o yönetmeliğin Anayasa'ya aykırı olduğunu ifade etti ve iptal etti. Ama aynı mahkeme bizim bu davada şikayetçi olduğumuz ve az önce Ahmet Cihan'ın söylediği üzere dosyası elden ele dolaşan ve bir türlü yetkili bir savcı bulamayan Mehmet Ağar ile ilgili görevini de aşarak Anayasa'ya aykırılık iddiasında bulundu. Bütün bunlar ibret vericidir. Bu mahkemeler bakımından. Şimdi bu mahkemeler neler yaptılar. Bu Mahkemeler şapka takmayan şapka bizim geleneklerimize aykırıdır diyen ve buna karşı bildiri dağıtan dindarları idam ettiler. Bu Mahkemeler Seyit Rıza'nın son arzusu evladımı benden sonra asın dediği son arzusunu oradaki Mahkeme Yargıcı yerine getirmedi. İstiklal Mahkemelerinden bahsediyorum. Sıkı Yönetim Mahkemelerinde sayısız insanlık suçuna Yargıçlar seyirci kaldı. Sayın Yargıçlar şimdi bu mahkemelerin kaldırılması eğer bugün toplumsal bir mücadelenin sonucu olarak ortaya çıksaydı mutlu olacaktık. 1976'da Devlet Güvenlik Mahkemelerinin yasası Anayasa'nın yasanın çıkışındaki bir usulsüzlük sebebiyle Anayasa Mahkemesinin kuruluş yasasını iptal etmesinden sonra verdiği yasal süreç içerisinde yasa tasarısı görüşülemediği için Meclis te düştüler. Kalkmış oldular. O dönemde başta Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK, TÖBDER, zamanın demokratik kitle örgütleri ve biz gençler bu Mahkemelerin kurulmaması için çaba gösterdik. DİSK'in o zaman ki sloganını çok iyi hatırlıyorum. DGM'yi ezdik sıra MES'teydi. Çünkü o yıllarda Madeni Eşya Sendikaları işverenleri ile DİSK arasında müthiş bir sınıf mücadelesi vardı. Ve tabi sonra MES patronları 12 Eylül ile beraber yani bu davanın sanıklarının marifetlerinden dolayı onlar güldü. Şimdi gülme sırası bizde diyebildiler. Sayın Yargıç eğer bu Mahkemeler bugün bu sebeple kaldırılıyor olsaydı emin olun hukuk adına bu memlekette 40 yıla aşkın sürede bu iş için karınca kararınca çaba göstermiş, kurduğumuz örgütlerde bunu amaç vazifesi haline getirmiş birisi olarak elbette ki mutlu olacaktık. Ama sizin Sayın Mahkemenizin görev süreci içerisinde bu davanın başladığı süre içerisinde bu Mahkeme iki kez operasyon yedi. Birinci operasyon MİT Müsteşarı ile ilgili soruşturmanın başlamasından sonra görev ve yetki alanlarınızın daraltılmasıyla başladı. Arkasından şimdi yolsuzluk operasyonlarıyla birlikte mahkemelerinizin tümüyle ortadan kaldırılmasına karar verildi. Şimdi toplumsal anlamda ne yazıkki bu sebep sonuca bizi sevindirmiyor. Yani bugün ülkenin geleceği konusunda adil yargılamaya vesile olacaktır diye daha doğru yargılamalar yapılacaktır diye ne yazık ki sevinemiyoruz. Çünkü istenen şu: benim memurum, benim polisim, benim jandarmam, benim MİT'imden sonra; benim Hakimim ve benim Savcım 156/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 isteniyor. Şimdi böyle bir toplum gelecği, böyle bir kurgu içerisinde nasıl bir adil yargılama geleceği tahayyül edebileceğiz biz ve hükümlere, yargılamalara, soruşturmalara bundan sonra daha iyisi olacak diye nasıl bakabiliriz. İşte bu sebeple şu anda hüküm kuramayacağı konusunda, kararını yazıp yazamayacağı konusunda ciddi kuşkular duyduğumuz, Sayın Heyetinizin önünde yine bir yargılamanın içerisindeyiz. Mağdurları, katılanları dinlediniz. Bunun için teşekkür ediyoruz. Sayın Mahkemeniz şunu da yapabilirdi. Bu duruşmayı açıp kapatadabilirdi. O zaman bu acılara, bu dosyaya, bu acıların bu dosyaya aktarılması, bu yaşananların bu dosyaya aktarılması konusunda eksik kalırdı. Ama bir hüküm kurduğunuz taktirde bu hükümde farklı olarak adil yargılama konusunda ki savunma tarafının eleştirilerine muhatap bulacaktır. Yargılama hukuku bakımından tartışmaya açık bir hale gelecektir. Şimdi bütün bunlarla birlikte Mahkemenizin bu davada bir karar vermesi gerektiğini herşeye rağmen düşündüğümü ifade etmek istiyorum. Teşekkür ediyorum." Müdahale talebinde bulunan Nizamettin Aktaş veÇiçek Aktaş vekili Av. Halil Dönmez Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde: Daha önce biz dilekçe vermiştik. Tekrar ediyoruz. Müvekkillerimden Nizamettin Aktaş 12 Eylülden sonra gözaltına alınmış ve akabinde işkencelere maruz kalmıştır. Esas itibarıyla onun bana yansıttığı tepkileri sanıkların burada hazır olmaları durumunda kendilerine yansıtmayı beklerdim. Ancak bu hakkımızı daha sonraya saklıyoruz ve her iki müvekkilin müdahilliğine karar verilmesini talep ediyoruz dediği, Müdahale talebinde bulunan Halis Özdemir Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde: Daha önce verdiğim dilekçeyi tekrar ediyorum. Ekinde ayrıca yaşadıklarımı anlatan kitabımı da sunmuştum. 12 Eylül ihtilalinin ardından 22 yaşında gözaltına alındım ve tutuklandım. Akıncılar davasında yargılandım 40 gün işkence gördüm. Mağdur oldum. Davaya müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği, Müdahale talebinde bulunan Hayati Bölükbaş Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde: Ben de 12 Eylül darbesi sonrasında gözaltına alındım haksız yere tutuklandım ve işkence gördüm. Daha sonra beraat ettim. Dolayısıyla darbenin mağduruyum. Bana işkence yapan Mustafa Yayla, Yemen Türkan, Baki Merdan, Ast. Refik isimli subay ve astsubaylarında yargılanmasını istiyorum. Kardeşim Alaattin Bölükbaş ın öldürülmesine katıldıklarını düşündüğüm Yz. Ali, Yzb. Baki Merdan, bizzat tetiği çeken Asteğmen Refik inde yargılanmasını istiyorum. Bu kişiler o tarihte Fatsa ilç. Çamaş J. Krk. Da görevli kişilerdi dediği, Müdahale talebinde bulunan Eyüp Duman Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde: Daha önce konuşan pek çok meslektaşımızın beyanlarına bende iştirak ediyorum ve iddianameyi yetersiz görmekle birlikte bu davaya önem atfediyorum. Ancak davanın darbe suçundan ziyade insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamına yönlendirilirse başarıya ulaşacağını düşünüyorum. 12 Eylül sonrasında Hakim adayı iken görevime son verildi, akabinde sakıncalı personel statüsünde ve gecikmeli olarak askerliğimi yatım. Avukatlık stajını yapmam o dönemin gereği zorlaştırıldı. Bizzat darbenin mağdurlarındanım. İki ayrı mahkemede yargılandım. Sonuçta beraat ettim.Bir kısım müdahale talebinde bulunanların taleplerini bende tekrar ediyorum Sanıkların tutuklanmalarına karar verilmesini talep ediyorum dediği, Müdahale talebinde bulunan Ender İmrek Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde: Bende 12Eylül ün ardından gözaltına alındım işkence gördüm. Tutuklandım. Daha 157/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 sonra beraat ettim. Dolayısıyla bende darbe mağduruyum. Darbenin bu haliyle darbelerle yüzleşmeye yeterince hizmet etmeyeceğini düşünüyorum ve darbede görev alan diğer komutanlar ile bunların arkalarındaki güçlere de ulaşacak şeklide davanın genişletilmesi gerektiğini düşünüyorum ve davaya müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği, Müdahale talebinde bulunan Bengi Heval Öz Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli beyanında: Ben görevine giderken şehit edilen C. Savcısı Doğan Öz ün kızıyım. Esas itibarıyla benim yaşadığım olay ve yinediğer gazeteci Abdi İpekçi ve akademisyen Cavit Orhan Tütengil in yaşadığı olay bizzat sanıkların yargılanmaları gerektiğinin en büyük delilidir. Biz bu sürecin yaşayan tanıkları ve kanıtlarıyız dediği, Müdahale talebinde bulunan Ali Kurumahmutoğluvekili Av. Mustafa Remzi Toprak Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde: Müvekkilimin kardeşi Hüseyin Kurumahmutoğlu 12 Eylül darbesinin ardından cezaevine alınmıştır. Ve cezaevinde bulunduğu sırada namaz kılmakta ısrar etmesi üzerine adeta dipçik darbeleriyle öldürülmüştür. Bu durumda dikkate alınarak müvekkilimin müdahilliğine karar verilmesini talep ediyorum. Ayrıca bir kısım meslektaşımız tarafından da tekrarlandığı üzere sanıkların ve birinci derecedeki yakınlarının mal varlıklarına tedbir konulmasını ve sanıkların tutuklanmasına karar verilmesini talep ediyorum dediği, Müdahiller vekili Av. İbrahim Güçlü Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde: Ben bu davayı önemsiyorum. Zira bu dava sonucunda verilecek cezadan ziyade toplumda darbeye karşı bir bilincin oluşmasına hizmet edebileceğini düşünüyorum. 12 Eylül darbesi ve sonrasında yaşananlardan Kürdüyle Türküyle , Ülkücüsüyle, Solcusuyla, Alevisiyle dersler çıkarmalıyız ve iki yüzlü olmamalıyız. Diğer yandan iddianamede Kürt bölgesinde (Kürdistan)darbeye hazırlık şeklinde değerlendirebileceğimiz yaşanan olaylara yer verilmemesini bir eksiklik olarak görüyorum. Ve bu bölgede 12 Eylül öncesinden başlamak üzere ve akabinde PKK dışında bir yapılanmanın kalmamasını da önemsiyorum ve eleştiriyorum. Ve bu davanın sonuçta darbeye karşı bir bilinç oluşturması gerektiği düşüncesiyle davaya müdahil olmayı talep ediyorum dediği, Büyük Birlik Partisi Genel Başkan yardımcısı Remzi Çayır Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde: Ben şahsım ve partim adına daha önce dilekçeler vermiştim tekrar e diyorum. Darbeler arasında ayrım gözetilmeden tüm darbelere karşı aynı tavrı sergilemek gerektiğini düşünüyorum. Mamak ta bulundum ve gerek sağcısının gerekse solcusunun aynı işkencelere tabi tutulduğunu gördüm. Bu davayı önemsiyoruz. Sembolik kalmaması gerektiğini düşünüyoruz. Ve davaya müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz dediği, Eşitlik ve Demokrasi Partisi temsilcisi vekili: Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde: Daha önce verdiğimiz dilekçemizi tekrar ediyoruz dedi devamla 12 Eylülün baskıcı ve otoriter yapısı dikkate alındığında tüm yurttaşların darbenin mağduru olduğunu düşünüyoruz ve özellikle müdahale kavramının bu davada geniş yorumlanmasını ve davaya müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz dediği, Barış ve Demokrasi partisi temsilcisi vekili Av. Meral Danış Bektaş Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde: Biz daha önce dilekçe vermiştik tekrar ediyoruz dedi devamla söz konusu dilekçesini duruşmada okudu devamla dilekçemizi tekrar eder duruşma arasında beyanda bulunduğum 158/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 üzere sanıkların tutuklanmalarını talep ediyorum dediği, Av. Rasim Öz Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde: 12 Eylül darbesi sendikaları yok etmiştir. Bu kapsamda mirasçılarının avukatı olduğum Kemal Türkler de 12 Eylül darbesine giden süreçte katledilmiştir. Sanıkların sonuç itibarıyla bu eylemlerin sorumlusu oluğunu düşünüyorum. Bu darbe biz komünistlere, sosyalistlere ve kürtlere karşı yapılmıştır. Sanıkların en ağır şeklide cezalandırılmalarına ve sanıkların tutuklanmasını talep ediyorum dediği, Müdahil TÖB-DERtemsilcisi İsmet Yalçınkaya Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde: Daha önce verdiğimiz dilekçeyi tekrar ediyoruz. 12 Eylüle giden süreçte 210 üyemiz katledilmiştir. Derneğimizin mallarına 12 Eylülle birlikte el konulmuştur ve derneğimiz kapatılmıştır halende o tarihte 200.000 üyesi olan derneğimizin mal varlığı iade edilmemiştir. Sonuç itibarıyla darbeden dernek olarak mağdur olduk. Müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli beyanında: "İsmet Yalçınkaya; TÖB-DER adına müdahilim. TÖB-DER Genel Başkan Yardımcısıyım. Eğer Türkiye de gerçekten demokrasi olacaksa, Türkiye de eşitlik adalet olacaksa, Türkiye de insan hakları olacaksa, Türkiye de gerçekten yaşanılabilir bir ülke özlemimiz var ise bizim geçmişimizle, tarihimizle muhakkak yüzleşmek ve var olanlardan yaşayanlardan hesap sormak zorundayız. 27 Mayıs ile başladı biliyorsunuz Türkiye de darbeler. 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve daha sonra devam eden. Düşünce planında olan Ergenokon Davası, Balyoz Davası... Düşünce planında. Darbe düşünce planında olmasına rağmen onlar yargılandılar. Kimisinin cezası onaylandı. Kimisi halen daha Yargıtayda devam ediyor. Fakat neden ise halen ne 27 Mayıs'ın, ne 12 Mart'ın ne de 12 Eylül'ün hesabı sorulmadı. Bu bir ilk. Yani bu Mahkeme kesinlikle Türkiye de eğer darbe dönemlerini tarihe gömmek istiyorsa muhakkak bu iki sanığın cezalandırılması gerekiyor. Kısaca TÖB-DER 12 Mart döneminde kurulmuş ve 12 Eylül döneminde kapatılmış. O dönemler sıkı yönetimin Türkiye de en çok uygulandığı dönemler. Sıkı yönetimin uygulanmadığı dönemlerde de zaten Milliyetçi Cephe dediğimiz hükümetler egemen. Biz her faaliyetimiz yargı denetiminden geçmiş ve kimisinde beraat edilmiş davalar açılmış, kimisinde de takipsizlik kararları verilmiş. Ama ne hikmetse 12 Eyül'den sonra özellikle Sıkı Yönetim Mahkemeleri daha önce yargılandığımız, takipsizlik kararı aldığımız bütün dosyaları bir araya getirerek yeni bir dava açtı. Ki; Sıkı Yönetim Mahkemelerinin tabii hakim ilkesine uygun Mahkemeler olmadığı hepimiz tarafından biliniyor. Ve Özel Yetkili Mahkemeler olduğuda hepimiz tarafından biliniyor. Ceza aldık. Daha sonra Sıkı Yönetim kalktıktan sonra Ağır Cezada yani sivil, tabii hakim ilkelerine uygun hakimler tarafından yargılandık ve beraat ettik. Şimdi karşımızda belkide dünya hukuk litaretüründe olmayan bir dava söz konusu. Bazı sanıklar aynı dönemin yöneticileri ceza aldılar. Aynı dönemin bazı yöneticileri ise beraat ettiler. Şimdi bu şekilde hukukta bir ikilem mümkünmüdür? Hayır mümkün değildir. Bu hukuksuzluğun en önemli örneklerinden bir tanesi. Şimdi 141, 142 kalktı. Bizler görevimize döndük ve emekli oldum ben şu anda. Öğretmenlikten emekli oldum. Görevime döndüm. Ama her ne hikmetse örgütüm hala kapalı. Örgütümüzü tekrar açmak ve öğretmenlerin alın teri olan mal varlığını devletin gaspından kurtarmak için şu anda hala Mahkemelerde sürünüyoruz. Davamız Danıştay da devam ediyor. Parlemento da sürekli çalışmalarımız var. Örneğin Süleyman Çelebi arkadaşımız burada. TÖB-DER davası ile ilgili parlementoda çalışmalar yapıyor. Şimdi biz bu hukuksuzluğu nasıl kaldıracağız? Bizler acı çektik. Görevden uzaklaştırıldık. Ben şahsen 15 sene 1402 Sayılı Yasa ile görevden uzaklaştırıldım ve çoluk çocuğum perişan oldu. Bakın Abdullah Gülbudak'ın kızı burada. Ben bu kızın küçüklüğünü bile 159/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 hatırlayamıyorum. Ama şimdi karşımızda babasının öldürülmesinin hesabını soruyor. 1980 öncesi o kaos döneminde 210 tane öğretmen arkadaşımız öldürüldü. Bunların içinde işkence ile öldürülen Abdullah Gülbudak da var. Abdurrahim Aksoy Samsun da Şube Başkanımız oda işkence ile öldürüldü ve pencereden atılarak atladığı söylendi. Şimdi bu kadar acı çekmiş bir örgüt 80'de gerçekten Türkiye de var olan kaosun günah keçisi haline geldi. Bizler mağdurduk. Bizler sürüloyorduk, öldürülüyorduk. Kaç kere Genel Merkezimiz ve Şubelerimiz bombalandı. Üyelerimizin evleri yakıldı. Yani 12 Eylül öncesi kaos döneminin mağdurları nasıl oluyorda 12 Eylül de 12 Eylül öncesinin sorumluları haline getiriliyor. Sayın Hakimler gerçekten başta söylediğim Türkiye de gerçek demokrasi istiyorsak biz yüreğimizde öyle bir hasret var ise, öyle bir umut var ise bu darbeler ile bizim hesaplaşmamız, geçmişimizle tekrar söylüyorum yüzleşmemiz gerekiyor. O nedenle sizin verecek olacağınız kararınız Türkiye açısından tarihi bir dönem olacaktır. Bu dönemi ya başlatacaksınız, ya da gerçekten o dönemlerin o acısı aynen devam edecek ve Türkiye de gerçek demokrasinin oluşabilmesinin önünde halen engel olarak kalacaktır. Benim talebim gerçekten bu tarihi karara sizlerin imza atmasıdır. Teşekkür ediyorum." KATILAN MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ TEMSİLCİSİ YAŞAR YILDIRIM veVEKİLLERİ AV.HAMİT KOCABEY, AV.YÜCEL BULUT; a-) Parti Temsilcisi Yaşar YILDIRIM 04/04/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu beyanında; 12 Eylülden parti olarak büyük zararlar gördüklerini, 12 Eylül'e giden süreçte bir bakanlarının katledildiğini, başkaca partili üyelerinin de öldürüldüklerini, parti genel merkezi önünde iki üyelerinin öldürüldüğünü, ayrıca darbe sonrasında da partilerinin kapatıldığını, mal varlığına el konulduğunu, dolayısıyla parti olarak bu davaya müdahil olma taleplerini tekrarladıklarını, ayrıca Mamak Cezaevinde en az Diyarbakır ceza evinde olduğu kadar sağcı - solcu ayrımına bakılmaksızın insanlara işkence edildiğini, bunu bur kez daha kınadığını beyan etmiştir. b-)Av. Yücel BULUT 11/05/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu beyanında; parti olarak müdahale dilekçesini vermiş olduklarını ve bir önceki celse müdahilliklerine karar verildiğini, bu kapsamda bu celse beyanlarını açıklayıcı mahiyette 47 sayfalık dilekçe sunduklarını, ayrıca partilerinin bakanlarından olan Gün Sazak'ın 12 Eylül öncesinde menfur bir saldırı ile şehit edildiğini, yaptıkları araştırmaya göre olay tarihinden 6 gün önce dönemin Ankara Synt. Komutanı Nihat Özer tarafından Gün Sazak'ın korumalarının geri çekildiğini, parti yetkililerinin konunun düzeltilmesi yönündeki çabaları sürerken Gün Sazak'ın saldırıya uğradığını, özellikle bu dosyanın dava dosyası arasına celbini ve Nihat Özer isimli kişinin de tanık olarak dinlenmesini talep ettiklerini, diğer yandan MHP Genel merkezi ve Misk Eğitim Merkezinin bulunduğu binaya 30.06.1979 tarihinde saldırının gerçekleştirilmiş olduğunu, bu olayapolisinde karıştığının bilgileri dahilinde olduğunu, dilekçelerinde de bu hususu belirttiklerini, gerek Gün Sazak'ın öldürülmesi ve gerekse MHP merkezine saldırı ile ilgili olarak MİT, Emniyet İstihbarat ve Genel Kurmay daki istihbari bilgilerin toplanmasını talep ettiklerini, diğer yandan Kahramanmaraş, Çorum ve benzeri olayların kendilerince de 12 Eylül'e giden yapı taşları olduğunu, yaptıkrlarıaraştırmaya göre parti yetkilileri tarafından Türkiye'nin bazı bölgelerinde etnik ve mezhebi duygular kullanılmak suretiyle karışıklık çıkarılmak istendiği yönünde parti genel merkezine itibar edilecek çeşitli teşkilatlarından bilgiler gelmesi üzerine bir raporun hazırlanmış olduğunu, Nisan 1978 tarihinde bu raporun Cumhurbaşkanlığı makamına sunulmuş olduğunu, partilerinin daha sonra 12 Eylül'ün ardından kapatıldığı için bu belgeye kendilerinin ulaşamadıklarını, ancak Cumhurbaşkanlığı makamından bu belgenin istenebileceğini, söz konusu belgenin partilerinin yetiklilerinden MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ile Konya Milletvekili İhsan Kabadayı tarafından hazırlanmış olduğunu, aynı raporun dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in Adalet Bakanlığı ve Yargıtay C. Başsavcılığına da gönderilmiş 160/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 olduğunu, bu konudaki taleplerinin araştırılmasını talep ettiklerini beyan etmiştir. c-)Av. Yücel BULUT 29/06/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu beyanında; geçen celse talepleri üzerine Cumhur Başkanlığına müzekkerenin yazılmış olduğunu, gelen 86 sayfalık cevabı kendilerinin de incelediklerini, esas itibarıyla taleplerinin karşılamadığını görünce haricen araştırma yaptıklarını ve duruşma ara kararında geçen raporun söz konusu dönemde kitap haline getirildiğini ve bir nüsha olduğunu tespit ettiklerini ve bu kitabın fotokopisini hazırladıklarını, Mahkemeye sunduklarını, ayrıca o tarihlerde Maraş da ciddi tedbirler alınmadığı takdirde büyük olayların çıkması kuvvetle muhtemeldir şeklinde dönemin MHP genel başkanı Alparslan Türkeş'in basına yansıyan beyanlarını içerir belgelerin bir nüshasınıda Mahkemeye sunduklarını beyan etmiştir. d-) Av. Yücel Bulut27/12/2013 tarihli beyanında: "Daha evvel sayın başkan birkaç defa sayın mahkemenize savcılık iddianamesinde eksik ve hususlar hakkında aktarmış bu konularda tevsi tahkikat talebinde bulunmuştuk bu taleplerimizin bir kısmı sayın mahkemeniz tarafından kabul gördü ve tevsi tahkikat taleplerimiz doğrultusunda işlem yapıldı ancak dosyanın geldiği aşama itibari ile savcılık tarafından açıklanan mütalayı incelediğimizde tevsi tahkikat talebimize konu olan hususların yer almadığını gördüğümüz için fazla vaktinizi almadan sabrınıza sığınarak MHP nin huzurdaki yargılamaya ilişkin görüşlerini düşüncelerini ve mütala hakkındaki görüş ve düşüncelerimizi bir kez daha özetlemek istiyoruz bunun içinde 12 eylüle giden sürece ilişkin tekrar hatırlatmak istediğimiz noktalar var öncelikle bilinmelidir ki Demokratik prensipler çerçevesinde siyaset arayışlarını kararlılıkla sürdüren Milliyetçi Hareket Partisi’ne yönelik teveccüh karşısında panikleyen ve MHP kadrolarını marjinalize etmek telaşına düşen anarşi sevdalıları, askeri müdahaleye giden süreçte defalarca MHP konvoylarına saldırılar düzenlemiş ve seçim çalışmalarını sabote etmişlerdir. Demokrasiyi özümsemiş herkes tarafından lanetlenen bu saldırılar, MHP kadrolarının parlamenter, demokratik siyasal hayata olan inançlarını sarsarak demokrasi dışı arayışlara yönelmesi amacıyla tasarlanmış kurguların neticesidir. Hemen her saldırı sonrasında anarşi karşısında kanun hakimiyeti taleplerini yinelemesine rağmen, Milliyetçi Hareket Partisi’nin “yasal mevzuata uygun faaliyetleri” anarşinin hedefi olmaktan kurtulamamış, tüm yetkiyi elinde bulunduranlar, MHP’NİN ve yasal zemindeki faaliyetlerinin güvenliğini sağlamak yerine seyirci kalmayı tercih etmişler ve anarşinin tırmanışına doğrudan ya da dolaylı desteklerini sürdürmüşlerdir. MHP’nin seçim çalışmalarına yönelen sabotajlardan bir kısmı şu şekilde sıralanabilecektir.24.03.1979 tarihinde Samsunun Havza İlçesinde içerisinde MHP Genel Başkanının da bulunduğu konvoya saldırı düzenlenmiştir. iki polis 4 kişi silahla 15 kişi de bıçakla yaralanmıştır. 24.03.1979 tarihinde düzenlenen MHP’NİN Samsun Mitingine 500 kişilik bir grup saldırı düzenlemek istemiş, yaptıkları korsan gösteri polis tarafından dağıtılmıştır.13.05.1979 tarihinde Denizli’nin Sarayköy İlçesi’nde içerisinde MHP Genel Başkanı’nın da bulunduğu konvoya saldırı düzenlenmiştir.30.08.1980 tarihinde Ankara Ümitköy Bölgesi’nde MHP Genel Başkanı’nın üç araçlık konvoyunun önü barikatlarla kesilerek saldırı düzenlenmiş, koruma polislerinin son andasilahla karşılık vermesi üzerine saldırı defedilmiştir. 22.09.1979 tarihinde Burdur Mitingi sonrasında MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in makam aracına ateş açılmış, kurşunlar MHP Seçim otobüsüne saplanmış, 20 kişilik bir grup MHP konvoyuna taşlı sopalı saldırıda bulunmuşlardır.28.05.1977 tarihinde Kırıkhan Mitingi öncesinde MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’i karşılamaya gelen MHP Milletvekili adayı Ahmet Mithat Arslan’ın 34 SR 386 plakalı aracı kurşun yağmuruna tutulmuş, milletvekili adayı kurtulmuş, araçta 15 kurşun deliği açılmıştır.28.05.1977 tarihinde Kırıkhan Mitingi sonrasında MHP Konvoyu önceden hazır bekletildiği açık olan bir grubun taşlı sopalı saldırısına uğramıştır.1977 Mayıs ayında Nevşehir mitingi öncesinde MHP Konvoyuna saldırı düzenlenmiştir. 12.09.1979 tarihinde İstanbul Alibeyköy’de düzenlenen parti toplantısı 161/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 öncesinde Girne Caddesi girişinde 3 kişi tarafından açılan ateş sonucunda Tacettin Kösretaş vefat etmiş, Mehmet Üstün isimli partili ağır yaralanmıştır. 12.09.1979 tarihinde Kadıköy’de MHP Konvoyuna silahlı saldırı düzenlenmiş, saldırı sırasında bildiri dağıtmak üzere konvoyda bulunan Selahattin Tektaş hayatını kaybetmiştir. 25.04.1979 tarihinde MHP Rize Mitingi öncesinde miting konusunda bildiri dağıtan parti görevlilerine taşlı sopalı saldırı düzenlenmiştir. Yüzlerce örneği sıralanabilecek bu saldırı ve sabotajlar MHP’Yİ meşru siyasetten ve meydanlardan koparmak ve marjinalize etmek amacıyla oluşturulmuş tertiplerdir. Tüm bu açık tertiplere rağmen MHP meydanlardan çekilmemiş, siyasal bir dinamik olarak politikalarını, hedeflerini ve programını vatandaşı ile paylaşarak oylarını artırmaya devam etmiştir. Benzer saldırıların ne MHP’YE ne de diğer siyasi partilere yapılmasını asla ve asla onaylamayan ve bu nedenle anarşinin kaynağının, sağ sol ayrımı yapılmaksızın kanun hakimiyetinin mutlak uygulanması suretiyle kurutulması gerekliliğini savunan MHP, ne yazık ki yetki sahiplerinin gevşek tutumları karşısında savunmasız bırakılmıştır. Sanıkların darbelerine gerekçe olarak gösterdikleri anarşi eylemlerinden bir tanesi Ümraniye Katliamıdır. 16 Mart 1978 tarihinde Türkiye’yi ayağa kaldıran bir katliam yaşanmıştır. İstanbul Ümraniye’de Otosan’da MİSK’E bağlı olarak çalışan ve ülkücü olduğu bilinen Ömer Bayraktar, Salih Uluğ, Bahri Bilgin, Cevat Koca ve Sinan Koca isimli işçiler kaçırılmış ve Halk Mahkemesi denilen sözde bir mahkemede, anarşiden beslenen odaklar tarafından sorgulanmış ve ülkücü olmaları nedeniyle hunharca katledilmiştir. Elleri ve ayakları bağlandıktan sonra taş ocaklarının bulunduğu bir bölgeye götürülen beş işçinin kulakları kesilmiş, gözleri oyulmuş, ayakları taşla ezilmiş, erkeklik uzuvları kesilmiş ve tüm bunlardan sonra kafalarına kurşun sıkılmıştır. Cesetleri ise olaydan beş gün sonra köpekler tarafından parçalanırken bulunmuştur. İstanbul Valisi bu hunharca katliam karşısında failleri aramak yerine cenaze namazlarını kıldırmamak amacıyla bütün güvenlik güçlerini seferber etmiştir. Istanbul’un bütün güvenlik birimlerini cenaze töreninde görevlendiren Istanbul Valisi hedefine ulaşmış ve naaşlar cenaze namazı kılınamadan memleketlerine gönderilirken, katiller İstanbul danellerinikollarını sallayarak bir daha yakalanmamak üzere kaçırılmışlardır. Katliamın ortaya çıkması sonrasında ülkede infial yaşanmış ve anarşinin ulaştığı boyut bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Toplumun hemen her kesimi tarafından lanetlenen bu hain saldırı sonrasında olayın yasadışı sol örgütler (TİKKO) tarafından yapıldığı anlaşılmıştır. Hiçbir suçu bulunmayan ve gündelik politik çekişmelerin tarafı olmaktan uzak, sadece çocuklarının nafakasının peşinde koşan beş işçinin katledilmesinin sıradan bir adliye yakası olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Örnek olarak dilekçede yer verilen bu menfur katliam hiç kuşku yok ki, ülkeyi iç savaş ortamına sürüklemek isteyenlerin ajandasında yerini almıştır. Amaç kitlesel saldırılar ile MilliyetçiHareket Partisi mensuplarını intikam duygularına sevk etmek ve devlet otoritesinin bütünüyle ortadan kalkacağı anarşi düzenine geçişin kapılarını sonuna kadar aralamaktır. Nitekim aradan 23 yıl geçtikten sonra Milliyetçi Hareket Partisi İstanbul Milletvekili Mehmet Gül, İçişleri Bakanı Sadettin TANTANIN yanıtlaması istemi ile bir soru önergesi vermiştir. İçişleri Bakanı Sadettin TANTAN soru önergesine verdiği cevapta “16.3.1978 Tarihinde İstanbul İli Ümraniye İlçesi Mustafa Kemal Mahallesinde Bir Kahvehanede, Ömer Bayraklar, Cevat Koca, Salih Uluğ, Sinan Koca Ve Bahri Bilge’nin öldürülmesi olayı ile ilgili olarak, güvenlik görevlilerince yapılan çalışmalar neticesinde eylemin yasadışı silahlı terör örgütü (TKPIMLTİKKO)’ne mensup (8) kişi tarafından gerçekleştirildiğinin belirlendiği, bunlardan üçünün yakalanarak tutuklandığı, yasadışı silahlı örgüte üye olmak ve tasarlayarak adam öldürmek suçundan 1 inci ordu komutanlığı 2 no’lu askeri mahkemesinin 19801222 esas, 19811426 karar sayıları ile yargılandıkları, olayın firari durumda bulunan diğer (5) örgüt mensubunun aranmasına devam edilmekte olduğunu” belirtmiştir. Göreceği üzere bu menfur katliamın failleri malum olmakla birlikte aradan 34 yıla rağmen yakalanamamıştır. 3 Ekim 1978 tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi İstanbul İl Başkanı Recep Haşatlı ve oğlu Mustafa Haşatlı yasa dışı sol örgüt 162/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 militanlarınca katledilmiştir. Baba oğul birlikte Göztepe Kayışdağı Caddesi üzerinde araçlarını park ettikleri esnada uğradıkları saldırı sonrasında hayatlarını kaybetmişlerdir. Recep Haşatlı ve oğluna yönelik saldırının THKP-C/MLSPB isimli bir örgüt tarafından gerçekleştirildiği anlaşılmıştır. Olaydan yaklaşık iki yıl sonra yakalanan bazı militanlar Recep Haşatlıyı polis kıyafetleri icerisinde kimlik kontrolü bahanesi ile durdurduktan- sonra katlettiklerini etmişlerdir. Mütevazı kişiliği, inanç ve değerlerini demokratik bir çerçevede dile getiren mutedil tavrı ve anarşinin son bulması konusundaki kararlı tutumlarına rağmen İstanbul İl Başkanı Recep Haşatlı’nın katledilmesi tarihe karanlık ve lanet bir saldırı olarak geçmiştir. Hemen her gün oluk oluk kan aktığı günlerde, güvenlik ve asayişin sağlanması konusunda bütün yetkileri elinde bulunduranlar anarşinin doğrudan hedefi haline gelmiş bir siyasi partinin İstanbul İl Başkanı’nı korunmaya değer görmemiş ve adeta saldırıya davetiye çıkarmışlardır. Milliyetçi Hareket Partisi İstanbul İl Başkanı’na yönelik saldırıyı gerçekleştiren militanlardan bir kısmının 24 Ağustos 1980 tarihinde Bayrampaşa Cezaevi’nden kaçmış olduklarını hatırlatmakta yarar bulunmaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin mensuplarına 12 Eylül askeri müdahalesine kadar geçen süreçte ve birçoğu da Sıkıyönetim İlanından sonra sayısız saldırı düzenlenmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi, Dünya Siyaset tarihinde bir eşine rastlanmayacak şekilde 12 İl Başkanını, 44 İlçe Başkanını ve 3 500 den fazla mensubunu teröre kurban vermiş bir siyasal partidir. 12 Eylül askeri Müdahalesi öncesinde yaşanan en önemli provokasyonlardan bir tanesi hiç şüphesiz Gümrük ve Tekel Eski Bakanı ve Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak’ın şehit edilmesidir. 27 Mayıs 1980 tarihinde, yani askeri müdahaleden yaklaşık 4 ay önce, memleketi Eskişehir’den eşi ve çocukları ile birlikte Ankara’daki evine dönen Gün Sazak evinin önüne park etmiş olduğu aracının bagajını açarken otomatik silahlarla açılan ateş sonrasında hayatını kaybetmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı olan merhum Gün Sazak ailesinin gözleri önünde hunharca katledilmiş ve böylece ihtilale giden yolda kanlı bir saldırının hedefi olmuştur. Merhum Gün Sazak’ın şehit edilmesi askeri müdahale için “şartları olgunlaştıran” en önemli mihenk taşlarından birisi olması nedeniyle, bugün bile tüm yönleriyle aydınlatılamamış, karanlık bir provokasyondur. Bakanlık yaptığı dönem boyunca hemen her siyasi görüşten yurttaşların ve politikacıların takdirlerini toplayan, dürüstlüğü, çalışkanlığı ve memlekete sevgisi herkes tarafından bilinen merhum Gün Sazak’ın hayatını kaybetmesi, memleketin huzur ve barışını hedef almıştır. Gün Sazak’ın şehit edilmesi, devlet içerisinde yuvalanmış bazı karanlık odakların desteği ile gerçekleştirilmiştir. Bu konudaki somut veriler bugüne kadar tahlil edilememiş ve yargı organlarınca yeterince değerlendirilememiştir. Gün Sazak’ ın, darbeye zemin oluşturmak amacıyla, bu amaca hizmet eden bir yapının yasa dışı sol örgütleri taşeron olarak kullanarak hazırladığı bir tertip sonucu şehit edildiğinden şüphe duyulmamalıdır. Şöyle ki; 12 Eylül 1980 tarihli askeri müdahaleye kadar olağanüstü yetkilerle donatılmış bulunan Sıkıyönetim Komutanları bir çok vilayette tüm yetkileri ellerine almış olmasına rağmen, her ne hikmetse anarşiyi önlemek kudretini ortaya koyamamışlar, hatta bir çok provokasyon Sıkıyönetim ilan edilen vilayetlerde artarak yaşanmaya devam etmiştir. Sıkıyönetim İlan edilmesi ile birlikte Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’na Korgeneral Nihat Özer atanmıştır. Usulsüz uygulamaları, ideolojik tavırları ile tesis etmekle görevli olduğu düzeni alt üst etmiş ve anarşinin bütünüyle artmasın vesile olmuştur. Merhum Gün Sazak 1977 tarihinde kurulan Milliyetçi Cephe hükümetinde Gümrük ve Tekel Bakanı olarak görev yapmış ve görev süresi boyunca ortaya koymuş olduğu yüksek vazife şuuru ile gümrük kapılarındaki kaçakçılığın kökünü kazımıştır. CHP’nin sol kanadından Izmir MilletvekiliSüleyman Genç bile “Ben inceledim, cumhuriyet kurulduktan bu yana gümrüklerdeki soygunufikri ve felsefesi benim yüzde yüz tes olan Gün Sazak önlemiştir’ diyerek Gün Sazak’ın hakkını teslim etmiştir. Bakanlık vazifesi sırasında kaçakçılıkla mücadele konusundaki net ve kararlı tavrı sayesinde birçok yasa dışı oluşumun da hedefi 163/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 haline gelen Gün Sazak, Bakanlık vazifesinden ayrılmasından sonra da MHP’de yöneticilik görevlerinde bulunmuş ve siyasi hayatına devam etmiştir. Yapmış olduğu kritik görevler ve bu görevleri ifa ederken ortaya koymuş olduğu tutum nedeniyle hedef haline geldiği bilinen Gün Sazak Devletin güvenlik birimleri tarafından da korunmaya devam edilmiştir. Ancak garip bir şekilde Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı görevini yürütmekte olan Korgeneral Nihat Özer tarafından, şehit bakan Gün Sazak’ın korumaları geri çekilmiş ve suikaste sayılı günler kala merhum Gün Sazak savunmasız bir şekilde bırakılmıştır. Nitekim Tekel Eski Genel Müdürü Esat Güçhan şahit olduğu bu şüpheli durumu değişik vesilelerle kamuoyu ile paylaşmıştır. Tekel Eski Genel Müdürü Esat Güçhan “Gün Bey’in koruması vardı fakat alınmıştı. Ben kendisini ziyarete gittiğimde hiçbir güvenlik görevlisi görmeyince rahatsız oldum. Bunu kendisine de ifade ettim. Gün Bey bekçinin geri çekildiğini ancak müdahale etmememi istedi. Ben buna rağmen Ankara Valisi Vecdi Gönül’e gidip Gün Bey’in korumasının alındığını ve yerine kimsenin görevlendirilmediğini söyledim ve kendilerinden şahsi ilgilerini istirham ettim. Fakat 0 zaman sıkıyönetim var ve Ankara Sıkıyönetim Komutanı, Korgeneral Nihat Özer, Vecdi Bey korumayı sıkıyönetim komutanının kaldırdığını vali olarak re’sen koruma veremeyeceğini ancak partinin sıkıyönetim komutanına resmi yazı yazarak koruma isteyebileceğini söyledi. Bu durumu Gün Bey’e aktardım, ‘Allah’ın takdiri ne ise o olur, insanı bekçiler değil Allah korur” dedi.” şeklinde beyanda bulunarak yaşadıklarını kamuoyuna aktarmıştır. Gün Sazak gibi kritik bir görevi yerine getirmiş bulunan, mafya örgütlerinin ve de yasa dışı terör örgütlerinin doğal hedeflerinden biri olan siyasi bir şahsiyetin korumasının geri çekilmesi araştırılması gereken önemli bir konudur. Zira anarşiyi önlemek üzere vazife alan ve olağanüstü yetkilerle donatılan bir Sıkıyönetim Komutan ‘nın ülkenin kardeş kavgasına sürüklendiği buhranl1 günlerde böyle bir tasarrufta bulunmasının gerekçeleri ortaya konulmalıdır. Bugün tüm siyasi tarih otoriteleri tarafından Askeri Müdahaleye zemin hazırlanması amacıyla katledildiği kabul edilen Gün Sazak’ın neden korumasız bırakıldığı, aynı zamanda memleketi kardeş kavgasına sürükleyenlerin de şifre edilmesi anlamını taşıyacaktır,” İzah edilen gerekçelerle;Halen hayatta olan dönemin Sıkıyönetim Komutanı Nihat Özein sayın mahkeme huzurunda beyanının alınarak, bu şüpheli tasarrufunun kendisinden sorulmasını,Bu yönde bir emir almak suretiyle bu tasarrufu gerçekleştirmişse emir verenlerin kendisinden sorulmasın ı,Ankara Valiliği ve İl Emniyet Müdürlüğü’ne müzekkere yazılarak Gün Sazak’a hangi tarihler arasında koruma tahsis edildiğinin ve korumasının geri çekilmesine ilişkin bilgi, belge ve kayıtların sorulmasını, Genelkurmay Başkanlığına müzekkere yazılarak Gün Sazak’ın korumasının/korumalarının geri çekilmesine ilişkin Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’nın tasarruflarını gösteren her türlü belge ve bilginin dosya içerisine istenilmesini, Emniyet Genel Müdürlüğü, Genelkurmay Başkanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatına müzekkere yazılarak 27 Mayıs 1980 tarihinde şehit edilen merhum Gün Sazak’ın, şehit edilmesi öncesine ilişkin ihbar ya da şikayetleri içeren bilgi, belge ve istihbarat raporları ile saldırı sonrasında düzenlenen ve suikaste ilişkin olan her türlü bilgi ve belgenin istenilmesini,Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No’lu Askeri Mahkemesinde görülen Gün Sazak cinayetine ilişkin dosyasının mahkeme dosyası içerisine istenilmesini zaruri görmekteyiz. Merhum Gün Sazak’a yönelik saldırının asli faillerinin halen yakalanamadığını ifade etmekte yarar bulunmaktadır. Sayın savcılık makamı tarafında huzurdaki yargılamaya ilişkin düzenlenen iddianamede “27 Mayıs 1980 tarihinde MHP’nin ileri gelenlerinden Genel Başkan Yardımcısı Gün SAZAK öldürüldü. Bu suikastın ardından Gün SAZAK’ın komünistler ve solcular tarafından öldürüldüğünün ortaya atılması üzerine Türkiye’nin her tarafında büyük protesto eylemleri yapıldı. Daha önce Kahramanmaraş ve Malatya’da ortaya konan kaos senaryosu bu kez Çorumda sahnelendi. Kentin Alevi mahallelerine saldırı yapıldı. İlk saldırılarda 4 kişi öldü. 100’den fazla ev ve işyerine zarar verildi” şeklindeki değerlendirme ile yanlış bir düşüncenin ortaya konulduğunu da belirtmek isteriz. Birincil olarak belirtmekte yarar vardır ki, Gün Sazak’ın komünistler ve solcular tarafından 164/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 öldürüldüğü ORTAYA ATILMAMIŞ, bizzat yasa dışı sol örgütler tarafından bu saldırı üstlenilmiştir. Kaldı ki bu konudaki mahkeme dosyası istenildiğinde görülecektir ki, Merhum Gün Sazak, Dev-Sol Merkez Komitesi’nin kararının militanlarınca uygulanması sonucunda şehit edilmiştir. Bu durum da yargı kararı ile tespit edilmiştir. Esas mesele yaşa dışı sol örgütleri böyle bir saldırıda taşeron olarak hangi güç merkezlerinin kulanmış olduğudur. Sayın savcılık makamının iddianamenin kaleme alınış tarzında düşmüş olduğu hatadan olmasını umduğumuz bir diğer yanlış değerlendirmesi ise Gün Sazak Bey’in şehit edilmesi sonrasında çıkan Çorum olayları ile bu hain saldırı arasında rabıta kurulmuş oluşudür. Çorum Olayları hiçbir şekilde Gün Sazak’ın şehit edilmesi sonrasında ortaya konulmuş bir tepki olmadığı gibi, MHP ve ülkücü kuruluşların bugün dahi lanetlediği menfur bir hadisedir. Bu olaylar nedeniyle 17 kadar ülkücü de hayatını kaybetmiştir. Gün Sazak Bey’in vefatı sonrasında MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in yapmış olduğu açıklama dikkatle incelendiğinde, intikam çığlıkları değil demokrasiye bağlılık görülecektir. Nitekim Gün Sazak’ın cenaze töreninde toplanan mahşeri bir kalabalığa hitap eden Merhum Türkeş “İşte Türkiye’de mücadele budur. Bir yanda Türk Devleti yaşasın, güçlü olsun, Türk Milleti mutlu ve müreffeh olsun,demokratik parlementer rejimimiz yıkılmasın, Milli ve manevi mukaddeslerimiz korunsun diyenlerle diğer yanda devleti kundaklayanların, milletimizin boynuna esaret zincirini vurmak isteyenlerin, demokrasi ve parlamenter rejim düşmanlarının ve bütün kutsal şeylerimiz yıkmak isteyenlerin mücadelesidir. Yıkılmak istenen Türk Devleti’dir, kurşunlanan Türk Milleti’dir, Öldürülen Türk Demokrasisi’dir” şeklinde değerlendirmelerde bulunmuştur. Bu nedenle sayın savcılık makamının Gün Sazak suikasti ile Çorum olayları arasında rabıta kuran değerlendirmesini onaylamamaktayız. Ancak şu bilinmelidir ki, Gün Sazak Bey’i şehit eden cinayet şebekelerinin arkasındaki güç merkezi kimse, Çorum’da milletimizi mezhep çatışmasına sürüklemek niyetini taşıyarak kardeşkanı akmasına sebebiyet verenler de aynıdır. Türkiye’yi kardeş kavgasına götüren sürecin bir darbeye zemin hazırlamanın alt yapı çalışmalarına dönmesi üzerine Sıkıyönetim’in seyirci kaldığı; toplumu yılgınlık, korku ve paniğe yönelten vahşi katliamlar birbiri ardına gelmeye başlamıştır. Toplumu “bir kurtarıcı arayışı” içerisinde çaresizliğe sürükleyen ve bugün gerçek failleri tarihin huzurunda çoktan mahküm olan kanlı sürecin içerisinden dikkat çekenlerden bir tanesi “Erkenez Kardeşler Olayı” olarak da bilinen Beşiktaş Katliamıdır. Sıkıyönetim İdaresi altındaki İstanbul Beşiktaş’ta yaşayan Serdar, Levent ve Uğur Erkenez isimli vatandaşlarımız, askeri müdahaleden 7 ay önce katledilmiştir. İstanbul Işık Mühendislik Yüksek Okulu ve İDMMA öğrencisi olan üç genç THKPC/MLSPB isimli örgütün, karanlık odaklarla yaptığı işbirliği sonucunda 21.02.1980 gecesi hunharca katledilmiştir. Babaları ile yaşadıkları eve yapılan baskın sonrasında, babalarının gözü önünde öldürülen Erkenez Kardeşlerin vahşice katledilmesi sonrasında basın yayın organlarında yer alan bu fotoğraf, olayların ne denli acımasız ve zalimce boyutlara ulaştığını göstermesi açısından önemlidir. Hiçbir fikir sistemi tarafından tasvip edilmesi mümkün olmayan, vahşice ve sistemli olarak işlenen bu ve buna benzer cinayetlerin tek bir amacı bulunmaktadır: Yangın yerine dönen Anadolu’da kardeş kavgasını körüklemek ve Aziz Milletimizi Uluslararası Şebekelerin kuklası haline gelen cuntadan medet umar hale getirmek!!! 12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesi öncesinde yaşanan anarşinin belirli bir amaca yönelik ve güdümlü bir organizasyonun mahsulü olduğunun en önemli kanıtlarından birisi Sıkıyönetim idaresi altındaki Adana’da altı öğretmenin şehit edilmesidir. 18 Eylül 1979 tarihinde Adana’da silahlı ve maskeli kişiler 6 bekar öğretmenin kaldığı bölüme girmiş ve öğretmenleri katletmişlerdir. Vahşice işlenen cinayetler zincirine bir yenisi daha eklenmiş ve 6 masum öğretmen hiçbir gerekçesi olmaksızın öldürülmüştür. Bu saldırının en dikkat çeken bu öğretmenlerin farklı siyasi görüşlere mensup oluşudur. Zira bekar evinde birlikte kalan bu öğretmenlerden ikisi ülkücü kökenli, dördü ise sol görüşlüdür. Bu olay başlı başına göstermektedir ki, güdümlü anarşi ideolojik bir kaygıdan ziyade, gizli bir ajandadan beslenmek ve hedef ayırt etmemektedir 165/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Ülke-neredeyse bütnüyIe-anarşiye-ve yasa dışı örgütlerin sokak hakimiyetlerine terk edilmişken, her meslek grubuna yönelen saldırılara bir yenisi eklenmiş, halk içerisine düştüğü çaresizlikle inletilmiştir. Eylem tarzının incelenmesi bu eylemin siyasal kaygılardan beslenmediğini de ortaya koymaktadır. Zira saldırganların binanın içerisinde öğretmenlerin kaldıkları bölüme kadar bilgi sahibi olmaları, öğretmenlerin farklı dünya görüşlerine sahip olduklarını da bildiklerini ve öncesinde yeter düzeyde istihbaratla donatıldıklarını göstermektedir. Ancak eve giren karanlık güçler fikri bir aynm yapmaksızın bütün öğretmenleri katletmişlerdir. Her geçen gün artan ve yasa dışı sol örgütlerin taşeron olarak kullanıldığı anarşi eylemleri, fertlere yönelik saldırıları aşmış ve acemi işi olmadığı açık olan profesyonel eylemlerle M.H.P’NİN kurumsal yapısına da yönelmiştir. Nitekim 30 Haziran 1979 tarihinde Sıkıyönetim İdaresi altındaki Ankara’da bulunan M.H.P Genel Merkezi’ne saldırı düzenlenmiştir. 11 kar maskeli şahıs Bahçelievler Polis Karakolu’na yalnızca 50 metre uzaklıktaki M.H.P Genel Merkezi binasına önce 6 adet el bombası atmış ve akabinde de otomatik silahlarla rastgele ateş açmaya başlamışlardır. Sıkıyönetim, bir siyasi partinin Genel Merkez binasını dahi korumaktan aciz! kalarak suçsuz ve masum insanların ölümüne seyirci olmuştur. Nitekim birçok mensubu, il ve ilçe başkanları, parti binaları, yan kuruluşları hedef olan Milliyetçi Hareket Partisi’nin nihai olarak Genel Merkezine de saldırı düzenlenmiştir. Bu saldırı sırasında Ali Alper Demir ve Ömer Yüce isimli iki kişi hayatını kaybetti. Bahçelievler Polis Karakolu’na yalnızca elli metre uzaklıkta bulunan ve polis tarafından korunan bir siyasi partinin genel merkezine saldırmak cesaretini gösterenler, bu kudreti nereden bulmuşlardır? Hiç şüphe yok ki bu saldırı sıradan üç-beş çapulcunun macera arayışı ya da ideolojik eylemi değildir. Milliyetçi Hareket Partisi’ne yönelik baskının hemen öncesinde MHP’nin güvenliğinden sorumlu bulunan polis memurlarının ellerinde bulunan ve her hangi bir saldırıyı etkili bir şekilde defetmeye oldukça elverişli bulunan otomatik silahlar geri alınmış ve bu polis memurlarına “çakaralmaz” diye tabir edilen basit silahlar dağıtılmıştır. Polisin elinden otomatik silahların alınması sonrasında bu saldırının yapılması oldukça anlamlıdır! Nitekim saldırı sonrasında bir basın toplantısı düzenleyen M.H.P Genel Başkanı Alparslan Türkeş bu konuya değinerek MHP’Yİ koruyan polislerin otomatik silahlarının saldırıdan hemen önce geri alınmasının tesadüf olamayacağını ifade etmiştir. Olay sonrasında açıklama yapan Emniyet Genel Müdürlüğü’nün üst düzey bir yetkili ise yaşananları “Bunu isteyenler (olayı yapanlar) olayların bir kan davasına dönüşmesini istemektedir. Her halükarda vurgulanmak istenen, bu önlemlerle bu rejimle olmaz demeye getiriyorlar. Reaksiyonu davet edecek aksiyona geçiyorlar Yapmak istedikleri şudur: 40 Milyonun 20 Milyonunu öbür 20 Milyonla düşman haline getirmek’ şeklinde izah etmiştir.Gerçekten Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezine ve aynı zamanda MİSK Eğitim Merkezine yönelik saldırılar toplumun demokrasiye olan inancını sarsmak insanların inanç değer ve gelecek kaygılarına ilişkin umutlarını bağlamış oldukları siyasal partilerin anarşi nedeniyle artık çalışamaz hale geldiğini ortaya koymak amacına dönük birer provokasyondur. Bu menfur saldırının açık bir provokasyon olduğu çok geçmeden anlaşılmış, saldırıyla ilgili olarak THKP-C militanlığına soyunmuş 2 Komiser muavini, 15 polis ve 1 polis okulu öğrencisi saldırının sorumlusu olarak gözaltına alınmıştır. Mİ-IP’yi korumakla görevli polislerin silahlarının toplanmas[ sonrasında, garip bir -şekilde kar maskeli ve THKP-C militanı polisler MHP Genel merkezine saldırı düzenlemişlerdir, bu karanlık saldırının arkasındaki güç odakları hiçbir zaman hesap vermemişve gerçek cinayet şebekeleri yargı önüne çıkarılamamıştır. Türk Siyasi tarihinde emsali olmayan bu garip, karmaşık ve karanlık saldırı hiç şüphe yok ki araştırılmalı ve bu konudaki hakikatler ortaya konulmalıdır. Bu nedenle Milliyetçi Hareket Partisi olarak MHP Genel Merkezi’ne yönelik bu saldırıyla ilgili olarak;Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yazı yazılarak 30.06.1979 M.H.P. Genel Merkezi’nin bombalanması ve otomatik silahla taranmasına adı karışan Emniyet Görevlilerinin tam listesinin istenilmesini,Aynı kurumdan adı geçenlerle ilgili olarak yapılan idari ve adli soruşturmalara ilişkin elde bulunan bilgi ve 166/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 belgelerin dosya içerisine istenilmesini,TL Başbakanlık MJ.T Müsteşarlığına yazı yazılarak 30.06.1979 tarihinde M.H.P Genel Merkezi’ne yapılan bombalı ve silahlı saldırıya ilişkin olarak elerinde bulunan tüm kayıt ve dokümanlar ile varsa istihbarat raporlarının istenhlmesini,Genelkurmay Başkanlığı’na yazı yazılarak 3OO6.1979 tarihinde M.H.P Genel Merkezi’ne yapılan bombalı ve silahlı saldırıya ilişkin olarak elerinde bulunan tüm kayıt ve dokümanlar ile varsa istihbarat raporlarının istenilmesini,Bu saldırı hakkında varsa açılmış ceza davasına ilişkin varsa mahkeme dosyasının ilgili birimden istenerek dosya içerisine alınması talep etmekteyiz. Zira bir siyasi parti genel merkezinin polislerce bombalanması ve taranması şeklinde özetlenecek bu eylem, darbeye giden yolda hain mihraklar ve darbe işbirlikçileri tarafından gerçekleştirilmiş en provokatif eylemlerdendir. Parlamenter demokratik düzeni işlemez hale getirmek niyetini taşıyanlar, demokratik sistemin en önemli unsuru olan basın yayın kuruluşlarını da hedef haline getirmişler, fikirlerin kamuya açılan penceresi olan basın yayın kuruluşları ve mensuplarına yönelik amansız saldırılara girişmişlerdir. Bu süreçte basın yayın kuruluşları terör ve anarşinin açık hedefi haline gelmiş olmasına rağmen korunmamış ve de karanlık odakların menfur saldırılarının önü açılmıştır. Türkiye’yi kardeş kavgasına sürükleyen ve yeni bir rejimi silah zoruyla getirmek isteyenlerle, bunların içeride ve dışarıda yor alan müttefiklerine karşı sadece ama sadece fikirleri ile mücadele eden masum insanlara saldırılar düzenlenmiş ve basına yönelen olaylar bir dizi katliama dönüşmüştür. Öyle ki, bu süreçte MHP ile fikri yakınlığı bulunan tüm basın yayın kuruluşları ve mensupları artan anarşinin hedefi haline gelmiş, ardı arkası kesilmeyen terörist eylemler ile sindirilmek istenilmiştir. Askeri Müdahaleye giden süreçte MH.P ile fikri yakınlığı bulunan basın yayın kuruluşlarına yönelik saldırılardan bir kısmı aşağıda sıralanmıştır.23.01.1978 tarihinde Hergün Gazetesi Muhabiri Beyit Ertürk ve Ekrem Ünal silahlı saldırıya uğramış ve yaralanmışlardır. Beyit Ertürk daha sonra hayatını kaybetmiştir.04. 1 1 . 1 977 tarihinde Kurtuluş Gazetesi YazıJşleri Müdürü Mehmet Çapar_uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir. 24.11.1978 tarihinde Hergün Gazetesine silahlı 15 kişi tarafından saldırılmış ve gazete binası taranmıştır.21.01.1979 tarihinde Sıkıyönetim uygulamalarına ilişkin eleştiriler içeren bir yazı kaleme alan Hergün Gazetesi köşe yazarı Doç.Dr.Necmettin Hacıeminoğlu ve sorumlu yazı işleri müdürü Veyis Sözüer İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından tutuklanmıştır.19.09.1979 tarihinde Hergün Gazetesine ait SLıltanahmet semtindeki binaya silahlı saldırı düzenlenmiş ve 8 kişilik bir grup tarafından bina yaklaşık 5 dakika taranmıştır. Saldırıda Mürsel KARATAŞ isimli İTİA öğrencisi, Malatya Ülkü Ocakları Eski Başkanı hayatını kaybetmiştir. Hergün Gazetesi İdari Müdürü Hulusi Yavaşlar ile Muzaffer Akıncı isimli bir görevli yaralanmıştır. Saldırıyı THKPC/MLSBP isimli örgüt üstlenmiştir. Saldırı sonrasında İstanbul Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Sendikası ve Türkiye Gazete Sahipleri Sendikası ortak bir açıklama yaparak saldırıyı kınamışlar ve de “saldırının asıl amacının Anayasa, rejim ve Atatürk İlkeleri olduğ” vurgulamışlardır. TSİP ise yaptığı açıklamada saldırıyı “kendini bilmez bir avuç maceracının çıiriştii eylem” olarak değerlendirmiştir. 29.03.1979 tarihinde Tercüman Gazetesi Adana Bürosuna saldırı düzenlenmiştir.25.12.1979 tarihinde Hergün Gazetesi Ankara Bürosu’na bombalı saldırı düzenlenmiştir.29.01.1980 tarihinde Tercüman Gazetesi Adan Bürosu’na bombalı saldırı düzenlenmiştir.01.03.1980 tarihinde Hergün Gazetesine ait Sultanahmet semtindeki binaya silahlı saldırı düzenlenmiştir.19.11.1979 tarihinde MHP İstanbul İl Yönetim Kurulu Üyesi Gazeteci Yazar İlhan Darendelioğlu uğradığı silahlı saldırı sonucunda hayatını kaybetmiştir. Saldırıyı THKP-C/DEVRİMCİ SEMPATİZANLAR BİRLİĞİ isimli örgüt üstlenmiştir. Olay tüm siyasi görüşlerce kınanmış ve nefretle karşılanmıştır. Bülent Ecevit de olay sonrasında yapmış olduğu açıklamasında ‘Darendelioğlu’na karşı işlenen cinayet, insanlıktan uzaklaşmış bazı demokrasi düşmanlannın basın özgürlüğüne ve demokrasiye tahammülsüzlüklerinin yeni ve acı bir örneğidir” ifadelerine yer vermiştir. MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ise saldırı sonrasında “Partimiz mensuplarına yönelik 167/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 saldırılar MHP katliamına dönüşmüştür diyerek sonu gelmeyen saldırıları lanetlemiştir. 1980 yılı İstanbul daTürk Ticaret Bankası Mercan Şubesi’nin soyulması esnasında 2 masum jandarma erinin şehit edilmesine kullanılan silahın Ilhan Darendelioğlu’nun şehit edilmesinde kullanıldığı sonradan anlaşılmıştır.04.04.1980 tarihinde Ortadoğu Gazetesi Başyazar Ismail Gerçeksöz uğradığı silahlı saldırı sonucunda hayatını kaybetmiştir. Ilhan Darendelioğlu’nun katledilmesi sonrasında Başyazarlığa geçen Ismail Gerçeksöz otobüs durağında oğlu ile birlikte olduğu bir sırada saldırıya uğramış ve oğlu da bu saldırı sırasında ağır yaralanmıştır. MHP Istanbul Il Sekreterliği görevini de bir süre yürüten İsmail Gerçeksöz’ün vefatı kamuoyunun hemen her kesimi tarafından şiddetle kınanmıştır. Saldırının DEV-SOL isimli yasadışı sol örgüt tarafından yapıldığı açıklanmıştır.3.12.1979 tarihinde FEDAİ dergisi sahibi ve Hergün Gazetesi yazarı Kemal Fedai Coşkuner uğradığı silahlı saldırı sonucunda 75 yaşında hayatını kaybetmiştir. . 19.02.1979 tarihinde Hürsöz Gazetesi sahibi MHP Kartal Eski İlçe Başkanı Erdoğan Hançerlioğlu, eşi ile birlikte uğradığı silahlı saldırı sonrasında hayatını kaybetmiştir. Saldırıyı THKP-C isimli yasadışı sol örgüt üstlenmiştir. Birçok örneği sıralanabilecek olan bu saldırılar, siyasi görüşlerini meşru zeminde ve basın aracılığıyla açıklayan kadroların ve basın mensuplarının sindirilmesi, demokratik rejimin imkan ve olanaklarının kurutulması, elbette ki inanç ve değerleri olan insanların rejimin varlığı karşısında umutsuzluğa sevk edilerek yeni arayışlara sürüklenmesi amaçlanarak yapılmıştır. Sanık Ahmet Kenan Evren, siyasi iradenin anarşinin önlenmesi konusunda her türlü imkanı sağlayacağına ilişkin teminatına ve sıkıyönetim ilan edilmesine rağmen anarşiyi önlemek konusunda tedbirler almak yerine “müdahalenin zamanlaması ve programını” hazırlamak üzere “özel bir ekip” kurmuş ve başına da Genel Kurmay İkinci Başkanı Haydar Saltık’ı getirmiştir. Haydar-Saltık’a bu çalışma grubunda iki kurmay subayın yardımcı olarak görevlendirildiği bilinmektedir. Bu özel ekibin kuruluşunu anılarında “Bir çalışma grubu kurun. Müdahale zamanı gelmiş midir? Etüt edin” şeklinde anlatan Kenan Evren’in sayın mahkeme huzurunda bu çalışma grubunu tüm yönleriyle ortaya koyması gerekmekte’ narşinin önlenmesi konusunda tedbir almak yerine askeri müdahale için ekip oluşturma gerekçelerini ortaya koyması istenilmelidir. Nitekim söz konusu çalışma grubunun oluşturulduğu tarih 11 Eylül 1979 olarak bilinmektedir. Yani anarşinin bütün ülkede egemen olduğu kanlı bir süreçte kendilerinden vazife beklenen sanıklar, ülke güvenliğini tesis etmek yerine ne hazindir ki, anarşiye seyirci kalarak darbeiçin şartların uygunluğu kollayan çşma grupları oluşturmakla meşguldürler. Sanık Kenan Evren bu çalışma grubuna verdiği göreve ilişkin raporların el yazısı ile yazılmasını istediğini ve böylece gizliliğin ihlal edilmemesi gerektiğini işaret etmekte, bu raporları okuduktan sonra dolapta sakladığını belirtmektedir. Nitekim yine sanığın anılarından teyit edileceği üzere bu çalışma grubu tarafından kendisine sunulan raporlarda “Memleket günbegün iç harbe doğru sürüklenmekte olduğu, mevcut düzenle anarşinin ve bölücülüğün önlenmesinin mümkün olamayacağı, mevcut Büyük Millet Meclisi ile çeşitli problemlerin halledilemeyeceği, eğer ülkenin parçalanması önlenmek isteniyorsa Meclis’in feshedilmesi ve yönetime el konulması, bir kurucu meclis kurulması, geç kalınırsa Silahlı Kuvvetlerin de bir iç savaş tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna” işaret ediliyordu. Sayın mahkemece bu konuya ilişkin olarak;Sanık Ahmet Kenan Evren tarafından kurulan çalışma gurubunda yer alan iki kurmay subayın kimler olduğunun tespit edilmesini, . Bu iki kurmay subayın tanık olarak mahkeme huzurunda dinlenilmesinin temin edilmesini, . Genelkurmay Başkanlığı’na müzekkere yazılarak 1 1 Eylül 1 979 tarihinde Genelkurmay İkinci Başkanı Haydar Saltık başkanlığında oluşturulan çalışma gurubunun faaliyetleri ile düzenledikleri raporların suretlerinin arşivlerinde bulunup bulunmadığının sorulmasını, 0 Sanıklara sorguları esnasında bu çalışma grubunun hazırladığı raporlarının içerikleri hakkındaki bilgilerin sorulmasını, Talep etmekteyiz. Söz konusu çalışma grubunun varlığı sanıkların 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi öncesindeki en kritik 1 yıllık süreçte darbe planları konusunda hazırlık safhalarında bulunduklarını ve görevlerinin yasal çerçevesi dışında hareket ettiklerini ortaya 168/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 koymaktadır. Sanıkların başında bulunduğu cunta kendilerine iktidar kapısını aralayan askeri müdahalelerine meşru zemin hazırlayacak her türlü tertibi planlamışlardır. Şartların olgunlaştığına karar verildiği ve aziz milletimizin güdümlü anarşi karşısında yılgınlığa sürüklendiği bir zamanda düğmeye basılmış ve askeri müdahale gerçekleştirilmiştir. Sayın mahkeme huzurunda yargılanan sanıklar askeri müdahalelerini ‘Bayrak Harekat Planı” adını verdikleri bir plan dahilinde gerçekleştirmişlerdir. Ancak askeri müdahale sonrasında ne kadar haklı olduklarını kamu vicdanı hu2urunda tescil ettirmek gayesine matuf olarak, askeri müdahale öncesinde yaşanan ve halkın müdahaleye zemin hazırlamak amacıyla tasarlandığı açık olan provokasyonlarının delil ve emarelerini yok etmek, bu provokasyonlar için sözde failler yaratmak amacıyla alçakça kurgulara tevessül etmişlerdir. İşte sahte delil imal etmeye dönük komploların en önemlisi şüphesiz Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezine yönelik hukuksuz, usulsüz ve zorbaca yapılan baskındır. 12 Eylül Askeri Müdahalesi “Bayrak Hareket Planı” çerçevesinde gece saat 04:OO’te başlamış ve de şu an mahkeme huzurunda yargılanmakta olan cunta ülke yönetimine el koymuştur. Askeri müdahale bir plan çerçevesinde gece saat 04:OO’te başlamış olmasına rağmen, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezi askeri müdahale başlamadan önce özel oluşturulmuş timler tarafından basılmış ve aranmaya başlamıştır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin bulunduğu Ankara Bahçelievler semtinde 3.caddede tanklar görülmüş, MHP. Genel Merkezi’nin elektriklerinin kesilmesi sonrasında arama başlatılmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin basılması ve aranmasına ilişkin emri veren bugüne kadar ortaya çıkmamıştır. Nitekim dönemin Sıkıyönetim Komutanlarından Recep Ergun bu konuda bir emir vermediğini ifade etmiştir. M.H. P Genel Merkezine yönelik baskına katıldığı, tutanaklardan tespit . edilen bir takım zırhlı birliklerin komutanları da kendilerine bu emri kimin verdiğini açıklamamaktadır. Nitekim Sıkıyönetim Mahkemesi nezdinde bulunan mahkeme dosyası içerisinde yer alan arama tutanakları altında imzası bulunanların sayın mahkemeniz huzurunda tanık sıfatıyla ifadelerinin alınmasını, ihtilal henüz başlamadan elektriklerin kesilmesi suretiyle gerçekleştirdikleri baskın ve arama faaliyetlerinin kendilerinden sorulmasını talep etmekteyiz. Bayrak Hareket Planı dahilinde demokrasi dışı bir askeri müdahale ile ülke yönetimine el koymadan önce, bir cunta tasarrufu olarak yapılan bu karanlık baskının amacı hiç şüphe yok ki darbecilerin kendi suçlarını M.H. P ve ülkücü kuruluşlara yüklemeye elverişli delil ve emareleri M.H.P Genel Merkezi’ne yerleştirme niyetidir. Böylece kimsenin olmadığı bir esnada, karanlıkta Tipı1ansöidöaramadan biikaç saat sonra cunta yönetimleline alacak ve de darbenin haklılığı ortaya koyan sözde deliller M.H. P Genel Merkezi’nden çıkacaktır. 12 Eylül döneminde Ankara Sıkıyönetim Kömutanı olan Recep Ergun bile kendisine bağlı olan Nurettin Soyer’in tamamen MHP ve ülkücüler aleyhine yapmış olduğu faaliyetlerden rahatsızlığını ve MHP ile ilgili illegal uygulamaların perde arkasını şöyle anlatmıştır: “10 Ekim 1980 tarihine kadar Sıkıyönetim Komutanlıklarının 1402 sayılı Kanun gereği siyasi partiler hakkında soruşturma açma yetkisi yoktu. İ2Eylül’de “Tali Bölge Komutanlığı, telefonla Adli Müşavirliği arayarak “Bahçelievler’de, MHP Gençlik Kolları binası içerisinde tedavi gören insanlar var, bir savcı gelsin burayı incelesin ihbarında bulundu. Bu ihbar üzerine bahsedilen yere bir savcı gönderilmesi istendi. Savcı arkadaşımız, dediğimiz yeri bırakıp gitmiş M.H.P Genel Merkezi’ne el koyup, aramış, üstelik yetkisi olmadığı halde bizim M.H.P Genel Merkezi’ne gittiğinden haberimiz yoktu. Söylediğimiz yer asla M.H.P Genel Merkezi değildi. Adli Müşavirime telefon açarak yaralıların tedavi edildiği konusunda ihbarda bulunan korgeneral arkadaşımla görüştüm. Kendisinin bu konuda hiçbir ihbarda bulunmadığını ve kastedilen bölgede çok iyi incelemeler yaptıklarını belirterek, o bölgede, o tarihte hiçbir yaralının gizli tedavi görmediğini açıkladı. Burada çeşitli ihtimaller akla geliyor. Belki de Askeri Savcı Nurettin Soyer, kendisi Korgeneral adına telefon edip mizansen hazırlayıp ihbarda bulunmuştu. Nurettin Soyer’in MHP Genel Merkezi’nde araştırma yapması kanuna aykırıdır. M.H.P’nin aranması sırasında Alparslan Türkeş’in kasasından çıkan belgeleri gördüğüm iddiası hilaf-ı hakikattir. Savcılık yed-i emininde 169/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 bulunan 30 kadar silah kaybolmuştur. Suç unsuruydu aynı zamanda bunlar. Nurettin Soyer, bu 30 tabancayı kaybetti. Müfettiş istedim, geldi ne yaptı bilemiyorum. Galiba hiçbir şey yapmadı. Ama ben mecburum bunu gerekli mercilere intikal ettirmeye. Zira bu 30 silah olaylardan gelmişti, suç deliliydi. Hepsi kayboldu, Nurettin Soyer’in sorumluluğundaydı bu silahlar. Kayboldular. Bütün silahlar sol örgütlerden toplanmıştı Daha ne kadar yalanlar çıkacak bilmiyorum ama bir laf vardır, ‘deveye boynun niye eğri demişler de nerem doğru ki demiş’.. Nurettin Soyer’in iddialarında da hiçbir düzgün, doğru ifade Yukarıdaki ifadeler ihtilal idaresinin Ankara Sıkıyönetim Komutanı Recep Ergun’a ait bulunmaktadır. Kendisi Sıkıyönetim Komutanı olarak her hangi bir siyasi parti binasını aramak konusunda yetkilerinin bulunmadığını, böyle bir arama emrini asla ve asla vermediğini ifade etmektedir. Oysa ki askeri savcı Nurettin Soyer yanına aldığı polis asker karışımı ve ağırlığı POLDER kökenli polislerden oluşan timlerle M.H.P Genel Merkezi’ne ihtilalin öncesinde baskın düzenlemiştir. Bu durumun ortaya koyduğu asıl vahamet emri kimin verdiğinden ziyade, ileride M.H.P ve Ülkücü Kuruluşlar iddianamesini kaleme alacakve yüzler M.H.P mensubünun hafinF karartacak sözde bir hukuk adamının “askeri müdahaleden önceden haberdar olduğu” gerçeğidir. Cunta idaresinin Askeri Savcısı Nurettin Soyer’in hukuksuz bir şekilde baskın düzenlediği M.H.P Genel Merkezi’nde arama faaliyetleri sırasında gösterdiği tutum da bütün bu gerçekliği ortaya koymaktadır.M.H.P Genel Merkezi aranırken, arama ile ilgili zabıt defterinin tutulması ve arama sona erdiğinde kapatılıp, mühürlenmesi işlemi yapılmamıştır.Aramaya maruz kalan MHP Binasının sorumlularına verilmesi icab eden arama evrakları ve belgeleri verilmemiştir.Aramaya tabi tutulacak yerin sahibi veya eşyanın zilyedinin aramada hazır bulunmasına ilişkin amir hükümlere uyulmamıştır. Askeri Savcı tarafından M.H.P VE ülkücü kuruluşlar davası devam ederken M.H.P Genel Muhasibi’nin çağrıldığını ancak gelmediğini iddia etmesi karşısında, dönemin M.H.P Genel Muhasibi Mehmet Doğan mahkeme huzurunda kendisine böyle bir çağrı yapılmadığını ifade etmiştir. Nitekim böyle bir çağrı yapıldığına ilişkin tutanak da mevcut bulunmamaktadır.Arama esnasında M.H.P Genel Merkezi’nde hazır bulunan 8 kişi de bir odaya kapatılarak aramaya şahit olmalarına müsaade edilmemiştir.Askeri savcı Nurettin Soyer’in arama konusunda bir emir almadığı açık olduğu gibi, arama konusunda hukuki dayanağı olan bir yetkisi de bulunmamaktadır Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezlerinde o gece yapılan bir arama söz konusu değildir Bu şaibeli ve hukuksuz arama faaliyetine ilişkin bir diğer önemli nokta ise MH.P Genel Merkezi’nde arama yapanlar arasında yer alan isimlerin özenle seçilmesidir. Askeri Savcı Nurettin Soyer arama faaliyetlerine nezaret etmesi POL-DER mensubu polislerin ağırlıklı olduğu bir ekip teşekkül ettirmiştir. Necmettin Esen Başkanlığı’ndaki bu ekipte Zeki Kaman19, Dürüst Oktay, Serdar AKYAZA isimli polislerde bulunmaktaydı. M.H.P mensuplarına yönelen ağır işkenceler sayesinde adlarını duyuran Dürüst Oktay ve Zeki Kaman, Askeri Savcı Nurettin Soyer tarafından M.H.P Genel Merkezi’nin yağmalanmasında ve cuntanın iştahını kabartacak sahte delil imalatında kullanılmışlardır. Nitekim, Askeri Savcı Nurettin Soyer tarafından yapılan bu hukuksuz arama faaliyeti sonrasında M.H.P davası iddianamesinde delil olarak yer alan olguların gerçeği yansıtmadığı da bir bir ortaya çıkarılmıştır’ İzah edilen bu olay çerçevesinde MHP Genel Merkezi’nde yapılan hukuksuz arama faaliyetlerine ilişkin olarak; . Hayatta olması durumunda Sıkıyönetim Komutanı Recep Ergun’un Sayın Mahkemeniz huzurunda tanık olarak dinlenmesini, . M.H.P Genel Merkezi’nde arama sırasında hazır bulunan ve arama faaliyetlerine şahit olmaları engellen kişilerin-isimleri bildirildiğinde- tanık olarak sayın mahkeme huzurunda dinlenmesini, . Soruşturmayı yürüten savcıların sayın mahkemeniz huzurunda dinlenerek, M.H.P Genel Merkezi’nde yapılan aramaların kim tarafından ve hangi Emire istinaden yapıldığının sorulmasını, (Savcılardan Nurettin Soyer ölmüştür) Talep etmekteyiz. Hukuki bir dayanağı olmayan, kanun ve mevzuata aykırı olarak gerçekleştirilen arama faaliyeti, onlarca insanın aylar süren tutukluluk hallerinin temel dayanağı olmuş, arama 170/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 faaliyetlerinde ele geçen sözde belgeler baskı altında kabul ettirilmek istenilmiştir. Bu nedenle sanıkları bilgisi olmaksızın gerçekleştirilmesi mümkün olmayan bu arama faaliyetinin tüm yönleriyle açıklığa kavuşturulması yarg ılama açısından önem taşımaktadır. 12 Eylül 1980 tarihinde şu an sanık sandalyesinde bulunan Cunta liderleri milletin alın teri ile sahip oldukları silahlarını millete doğrultmak suretiyle ülke yönetimine el koymuşlardır. Göreve atılan kahraman profilinin ardına sığınan sanıklar, aylardır anarşi karşısında aciz kalanlar kendileri değilmiş gibi ülkenin sürüklendiği kardeş kavgasından ve yaşanan her türlü melanetten siyasi partileri ve liderlerini sorumlu tutmuşlar bütün siyasi partilerin faaliyetlerinin durdurulduğu, parlamentonun feshedildiğini, dokunulmazlıkların kaldırıldığı ve her türlü siyasi faaliyet ve sivil toplum faaliyetinin askıya alındığını dünya kamuoyuna duyurmuşlardır. Askeri Müdahale öncesinde yaşanan ve halen tüm yönleriyle aydınlatılamamış kanh hadiselerin sorumluluğunu, ülke yönetimine zorbaca el koymuş olmanın verdiği rahatlıkla siyasal kadroların üzerine bırakan cunta lideri Ahmet Kenan Evren ilk açıklamasında Anayasamız Türk Vatandaşları’nın dini inançlanndan ötürü kınanamayacağını açıkça belirtmiş olmasına rağmen, tek bir oyun peşinde koşan siyasi partilerimiz Yüce Atatürk’ün Cumhuriyeti döneminde unutulmuş mezhep ayrılıklarını kışkırtmakla faydalar görerek Erzincan, Sivas, Kahramanmaraş, Tunceli ve Çorum İlleri’nde siyasi çıkarlar uğruna vatandaşlarımızın birbirilerini katletmelerine neden olmuşlardır” değerlendirmelerinde bulunmaktadır. Hukukla, ahlakla, vicdanla ve elbette ki gerçeklerle hiçbir ilgisi olmayan bu insafsız açıklama, darbeyi başarmış olmanın verdiği rahatlıkla ve kimsenin bu olaylarda cuntacıların payını ve etkisi sorgulayamayacağına olan inançla söylenmiş sözlerdir. Oysaki bu hadiselerin yaşandığı dönemde, cunta lideri Kenan Evren’in yürütmekte olduğu görev (ardından Sıkıyönetim ilan edildiği de düşünüldüğünde) bu karanlık saldırıların tüm yönleriyle aydınlatılması için fazlasıyla yeterli bulunmaktadır. Elinde bütün yetkileri haiz iken, bu konuda girişimde bulunmayan sanıkların, darbe sonrasında “soyut ifadelerin ardına sığınmak suretiyle” bütün kabahati ve sorumluluğu siyaset kurumunun üzerine bırakmaları, gizli ajandalarını deşifre eden önemli bir işarettir. Her birisi toplumsal bir tramvaya sebebiyet veren, aradan geçen yaklaşık 35 yıla rağmen acıları ve etkileri unutulmayan bu menfur hadiselerin perde arkasındaki sorumluların yargı önüne çıkarılması, acıların yaşandığı o günlerden bugüne kadar toplumun tüm kesimlerinin, tüm siyasal kadroların temennisi olmuştur. Askeri müdahale sonrasında bütün anarşinin kökü ve kaynağı olarak siyaset kurumunu görenlerin, her şeyden evvel ellerinde yetki bulunmasına rağmen akan kanı durdurmak konusunda ortaya koydukları gevşek tavrı da açıklamaları gerekecektir Nitekim bir daha asla yaşanması kabul edilemeyecek etnik ve mezhep çatışmalarını körükleyerek toplumu iç savaşın son aşamasına şu an sanık sandalyesinde bulunan Cunta Liderleri milletin alın teri taşımak amacını taşıyan bu provokasyonların en mühim ve unutulmazlarından olan Maraş olayları esnasında, sayın mahkemeniz dosyasına da yansıdığı gibi güvenlik güçleri sorumluluklarını yerine getirmemiş, dönemin Başbakan’ın emir ve talimatlarına rağmen olaya müdahale konusunda gecikmiştir. Siyasi partileri; yaşanan sürecin sorumlusu olarak gösteren sanıklar, tüm siyasi partilerin faaliyetlerini sonlandırmışlardır. Milliyetçi Hareket Partisi, yasa dışı sol teröre verdiği sayısız kurbanın ardından bu defa da darbecilerin siyasal ve hukuki terörüne muhatap olmuş; siyasi faaliyetleri önce 7 no’lu Milli Güvenlik Konseyi Kararı ile durdurulmuş ve 16 Ekim 1981 tarihinde 52 No’lu Milli Güvenlik Konseyi kararı ile kapatılmıştır. Yöneticilerinin oldukça önemli bir bölümü (neredeyse tamamı) gözaltına alınmış tutuklanmış ve siyasi yasaklı haline getirilmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi adını aldığı 1969 tarihinden itibaren Türk Milliyetçisi ve maneviyatçı bir çizgide, demokratik ilkeler ışığında faaliyet gösteren ancak siyasal duruşu nedeniyle terörün ve anarşinin boy hedefi haline gelmekten kurtulamayan Milliyetçi Hareket Partisi; darbeciler tarafından anarşinin tarafı olmakla suçlanmış, kamuoyu önünde tahkir edilmiş, darbecilerin ülke yönetimine el koymak konusundaki haklılığını teyit etmek adına karalanmıştır. Kendilerinin de başında bulunduğu Sıkıyönetim İdaresi altında Milliyetçi 171/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Hareket Partisi Binaları bombalanırken, mensupları öldürülürken seyirci kalanlar şimdi Cumhuriyeti kurtarmak için vazifeye atıldıkları iddiasına sığınmışlardır. Darbenin lideri olan sanık Kenan Evren, Milliyetçi Hareket Partisi ve diğer siyasal partilerin kapatılmasına ilişkin 52 No’lu Milli Güvenlik Konseyi Kararını 16 Ekim 1981 tarihinde TRT’DE yapmış olduğu konuşmasında kamuoyuna duyurmuştur. Bu konuşmasında sanık Ahmet Kenan Evren “Bu siyasi partilerin yöneticileri hala birbirlerine karşı o kadar km ve nefretle dolular ki; bugün siyasi faaliyetlere müsaade edilmiş olsa, tekrar 11 Eylül 1980 günü kaldıkları noktadan yine bildikleri yolda yürümeye devam edeceklerinden kimsenin şüphesi olmasın” dedikten sonra “sağlam olması için yeni malzeme ile yapılan binada olduğu gibi, biz de hür, demokratik parlamenter sistemimizin ancak yeni Anayasa ve Partiler Kanununa uygun olarak yeni siyasi partilerle inşa etmenin mümkün olacağına inandık ve milletin de isteği doğrultusunda mevcut partileri feshetme kararını aldık” şeklinde beyanda bulunmuştur. Ayrıca Kenan Evren vatandaşa hitaben “Eğer sizler yeni partilerin kurulmasında ve ileride yapılacak seçimlerde dikkatli davranır da ülkeyi, geçirdiğimiz karanlık durumlara getirmeyecekleri seçerseniz, Türkiye daima iyiye, güzele ve ileriye hızla gidecektir. . .. Ümit ediyoruz ki bundan sonra kurulacak partiler Türkiye’yi tekrar 1960’a, 1971’e ve 1980’e getirmezler” diyerek, seçimlerde nasıl İşte böyle bir zihniyetin neticesi olarak faaliyetleri darbe ile durdurulan, Milliyetçi Hareket Partisi beş kişiden oluşan bir konseyin kararı ile kapatılmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi 1 6 Ekim 1 981 tarihinde darbeciler tarafından kapatılmasından sonra ancak 3 Temmuz 1992 tarihli ve 3821 sayılı yasa uyarınca tekrar kurulabilmiştir. Darbeciler Milliyetçi Hareket Partisini feshederek aynı zamanda MHP’ye oy vermiş binlerce seçmeni de cezalandırmışlardır. 12 Eylül askeri müdahalesi sonrasında 16 Ekim 1981 tarihinde kapatılan Milliyetçi Hareket Partisi’nin mal varlığına kapatılan diğer siyasi partilen mal varlıkları ile birlikte el konulmuştur. Dönemin şartları içerisinde MHP Genel Başkanı merhum Alparslan Türkeş adına kayıtlı bulunan ve MHP’YE ait olan tapulara el konulmuş ve MHP bu malvarlığına ancak 3 Temmuz 1992 tarihli ve 3821 sayılı yasa uyarınca tekrar sahip olabilmiştir. Söz konusu yasa ile askeri müdahale sonrasında kapatılan siyasi partilerin mal varlıklarının iadesine karar verilmiş taşınmazlar iade edilirken siyasi partilere ait olan ve darbe idaresi tarafından el konulan bedellerin, yaklaşık 11 yıl sonra faizsiz olarak iadesine karar verilmiştir. Yıllar süren özveri ile partililerin katkıları ile oluşturulan parti varlığı darbe idaresinin keyfi bir kararı ile el konularak hazineye intikal ettirilmiştir. 12 Eylül askeri müdahalesi sonrasında yurt düzeyinde Milliyetçi Hareket Partisi’ne yönelen bir cadı avı başlatılmış, parti genel merkezi, yan kuruluşları ve taşra temcilikleri, il ve ilçe binalarına hukuk d ışı baskınlar düzenlenmiştir. Söz konusu baskınlarda binlerce insan gözaltına alınmış, ağır işkenceler altında sorgulanmış, birbirleri ve parti yöneticileri aleyhine ifade vermeye zorlanmış, sahte belgeler ışığında olaylardan sorumlu tutulmaya çalışılmış, günlerce ve bazen aylarca yakınlarıyla, avukatlarıyla görüştürülmemiş, savunma hakları kısıtlanmış, onur ve haysiyetleri zorbaca ayaklar altına alınmıştır. Polis Teşkilatının ikiye bölünmesini askeri müdahalenin gerekçeleri arasında sıralayan darbeciler, bölünen polis teşkilatını kendi emellerine uygun olarak kullanmaya tevessül ederek MHP mensuplarına yönelik operasyon ve sorgularda ağırlıklı olarak sol görüşe mensup MHP kadrolarına ön yargıları bulunan polisleri kullanmışlardır. MHP mensuplarının sorgularında sol görüşü benimsemiş polislere ağırlıklı olarak vazife verilmesi ve kapalı kapılar ardında, dünyadan tecrit vaziyette sorguların yürütülmesi, bir daha asla unutulması mümkün olmayan acıları beraberinde getirmiş, ülkenin yetişmiş kuşağı insanlık onurunun hiçe sayıldığı ağır işkenceler altında ezilmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi üst yönetimi, milletvekilleri, genel idare kurulu üyeleri derhal gözaltına alınmış, psikolojik baskı altında tecrit edilmişlerdir.haklarında somut hiçbir isnat bulunmayan parti yöneticileri aleyhine delil oluşturmak gayesine matuf olarak, gözaltına alınan genç ülkücülerin ağzından işkence ile itiraf alınmaya çalışılmış, sahte ihbar mektupları, imal edilmiş sözde belgeler ve işkence ile alınan sözde itiraflar ile MHP Yönetimi, kadroları ve 172/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 mensupları mahkum edilmek istenmiştir. Darbecilerin M.H.P’ye yönelik fikri önyargılarının darbe öncesinde de mevcut olduğu bilinen bir gerçektir. Nitekim yasal ve legal bir siyasi organizasyon olmasına rağmen hemen her fırsatta MHP’YE yönelik kötü niyetli tasavvurlarını dile getirmekten kaçınmamışlardır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, parti kapatmanın hangi şartlar altında mümkün olduğunu ve yetkili makamı göstermiş olmasına rağmen MHP hakkında böyle bir yargı tasarrufu yapılmamış olmakla beraber, darbeciler tarafından her demeçlerinde MHP bir suç şebekesi olarak kamuoyuna sunulmuştur. Nitekim Adalet Partili tecrübeli siyasetçi Merhum Sadettin Bilgiç henüz askeri müdahale gerçekleşmeden evvel Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile yaptığı görüşmesini anılarında aktarmaktadır. Sadettin Bilgiç anılarında “Ecevit Hükümeti’nin işbaşında olduğu 1979 yılında Genelkurmay Başkanı Kenan Evren Paşa’yı ziyaret etmiştim. Paşa, bu görüşmemizde, Demirel’in komünistlerin üzerinde durduğunu, fakat ‘Bana sağcılar anarşi yapıyor dedirtemezsiniz’ diyerek MHP ve MSP’Yİ savunduğunu, bu tutumun yanlış olduğunu söyledi. Paşa’ya cevaben: ‘MHP ve MSP legal kuruluşlardır. Meclis’te grupları olan ve zaman zaman hükümete ortak olan partilerdir. Diğer bir siyasi parti genel başkanının bunları suçlaması, kanun dışı görmesi ve göstermesi mümkün değildir. Komünizm ise hem kanun dışı ve hem de illegal bir ideolojidir. MHP ve MSP hakkında ortada suç olan hususlar varsa Anayasa Mahkemesi’nde dava açılır. Suç varsa partiler kapatılır ve sorumluları mahküm edilir. Bu olmadıkça partiler birbirlerini kötülüyemezler Ancak o zaman kötülüyebilirler dedim. Anlattıklarım Paşa’yı tatmin etmedi. Fakat 12 Eylül’den sonra, yani kendi yönetimi döneminde iki parti hakkında dava açtırdı, ikisi de Konsey döneminde beraat etti” şeklinde hatırasını özetlemiştir. Bu hatıra dahi başlı başına darbeci Kenan Evren’in MHP’ye bakışını ortaya koyması açısından önemlidir. Parlamenter Anayasal düzen içerisinde yetkili ve görevli Cumhuriyet Savcıları’nın, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açmadığı davayı emirle sıkı yönetim savcılarına açtırmış ve konsey kararı ile MHP yi kapatmıştır. 12 Eylül askeri müdahalesi öncesinde “tek bir merkezden tedavüle çıkarıldıkları anlaşılan” sözde itirafçılara tekrar görev dağılımı yapılarak bu defa da MHP ve kadrolarını mahküm etmek amacıyla kullanılmak istenilmişlerdir. Nitekim askeri müdahale öncesinde MHP itirafçısı Şıfatıyla Aydınlık Gazetesi’nde boy boy demeçle yaymlanan karanlık kişilikler, o dönemde MHP’yi çatışmanın tarafı, dolayısıyla hedef haline getirmek amacıyla kullanılmışlar ve de aslı astarı olmayan sözde itirafları ile kamuoyunun önünde MHP aleyhtarı propagandanın taşeronu olmuşlardır. Lokman Kodankçı, Ömer Tanlak, Ali Yurtaslan, Adnan Özçiftçi gibi türedi tipler askeri müdahale öncesinde Aydınlık Manşetlerine taşınmış ve katliamların sorumluluğunun MHP’ye ait olduğuna ilişkin iftiraları “itirafla’ başlığı ile kamuoyuna servis edilmiştir. Hemen hepsi aynı tezghtan geçen ve karanlık eller tarafından tedavüle sokulan bu insanların ortak özelliği ise her birisinin Aydınlık Grubu tarafından maksada elverişli bulunarak, kullanılıp atılmasıdır. Öyle ki bu sözde itirafçılardan Ali Yurtaslan, bir ay kadar Ankara İl Jandarma Alay Komutanlığı’nda kaldıktan sonra Aydınlık Grubu’nun emrine tahsis edilmiş ve basın huzuruna çıkarılarak itiraflarına başlamıştır. Sözde itirafçılar MHP hakkında yürütülen soruşturmalara dahil edilerek Aydınlık Gazetesi’nde yer alan söz ve beyanlan imal edilmiş birer delil olarak dosya içerisindeki yerlerini almış bulunmaktadır. MHP aleyhine darbeciler ve onların işbirlikçisi olanlar tarafından yürütülen kara propagandanın ulaştığı ahlaksız boyut yargılama devamı sırasında ortaya çıkmış ve deliller tek tek çürütülmüştür. MHP aleyhine propagandanın malzemesi olarak hem 12 Eylül askeri müdahalesi öncesinde ve hem de askeri müdahale sonrasında kullanılan önemli bir isim de Ömer TANLAK isimli şahıstır. Askeri Müdahale öncesinde Aydınlık Dergisine açıklamalar yaparak “davadan döndüm” şeklinde sözde itiraflarını sıralayan ve hemen ardından Hollanda’ya yerleşen Ömer Tanlak, askeri müdahalenin hemen sonrasında 6 Kasım 1980 tarihinde yurda dönmüştür. Hollanda’dan yapmış olduğu başvuru ile Aydınlık Gazetesine anlattıklarını yetkililere de anlatmak istediğini beyan etmiştir. Ömer Tanlak duruşmalarda Avukatı Nusret Senem ile birlikte katılmış ve 173/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 iftiralarına duruşmalarda devam etmiş MHP’de hiçbir geçmişi olmayan bu şahıs birilerinin güdümünde MHP’ye yönelik saldırıların taşeronu olmuştur. İlginç bir tesadüf olsa gerek Ömer Tanlak da bir diğer itirafçı gibi İl Jandarma Alay Komutanlığı’ndaki misafirliğinin sonrasında kendisini Aydınlık Grubunun kucağında bulmuştur. Nitekim MHP davası sahte belgeler ile doldurulmuş, çamur at izi kalsın mantığı ile dava dosyası içerisinde sıkıştırılan belgelerin gerçeği yansıtmadığı, bir kısmının sahte olduğu ve bir kısmının ise Askeri Savcılık tarafından MHP’nin suçlanmasına delil teşkil etmesi amacıyla farklı yorumlandığı tespit edilmiştir. Darbeciler ile işbirliği yapan bazı karanlık odakların, MHP tarafından başından beri lanetlenen ve faillerinin bir an önce yakalanarak hesap vermesi istenilen provokatif olaylar ve cinayetlerle MHP arasında irtibat kurmak çabaları beraberinde sahte belge imalini de getirmiştir. Menfur bir saldırı sonucunda hayatını kaybeden Gazeteci-Yazar Abdi İpekçi’nin katil zanlısı Mehmet Ali Ağca ile MHP arasında irtibat kurarak MHP’yi suçlamak ve mahküm ettirmek, bazı odakların ideolojik takıntılarının eseri olup, darbecilerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe de yaramamıştır. Abdi İpekçiye saldırı sonrasında MHP Genel Merkezi tarafından olay derhal kınanmış ve Milliyet Gazetesine taziye ziyareti yapılmıştır. Halen hangi karanlık odaklar tarafından kullanıldığı tam olarak tespit edilemeyen bir rneczup ile MHP arasında irtibat kurmak amacıyla Ağca’nın MHP Genel Başkanı Merhum Alparslan Türkeş’e yazmış olduğuiddia edilen bir mektup kamuoyuna servis edilmiştir. MHP ve Ülkücü Kuruluşlar hakkında darbeciler tarafından yapılan yargılama esnasında Mehmet Ali Ağca isimli meczup katilin Almanya’nın Münih şehrinden MHP Genel Başkanı’na hitaben yazdığı iddia edilen mektup okunmuş ve basına servis edilmiştir. Söz konusu mektuba MHP Genel Başkanı ve yöneticileri tarafından derhal itiraz edilmiş, Alparslan Türkeş “şahane bir tertiple karşı karşıyayız” diyerek şaşkınlığını ortaya koymuştur. İmal edilmiş bu mektup altındaki imza üzerinde Roma Adliyesi Grafoloji Enstitüsü tarafından yaptırılan inceleme neticesinde mektubun sahte olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bu mektup üzerinden MHP hakkında yaratılan spekülasyon ile amaçlanan hiç kuşku yok ki, Papa Suikasti ve Abdi İpekçi suikasti konusunda kamuoyu vicdanında sorumluluğu MHP kadrolarına bırakmaktır. Hiçbir zaman MHP mensubu olmamış, kullanılan bir meczup ve serseriden başka vasfı olmayan, bir katilin adı ile meşru ve yasal çerçevede faaliyet gösteren MHP arasında irtibat sağlama çabaları neticesiz kalmış, MHP’NİN menfur hadiselerle ilgisi bulunmadığı açığa çıkmıştır. Yargılama sırasında MHP’li olarak gösterilen Niyazi Ünsal isimli bir şahsın, Askeri Savcılar tarafından tüyler ürpertici ve dehşet verici diye vasıflandırdığı bir mektubu deliller arasına konulmuş ve M.H.P aleyhine kullanılmıştır. Duruşmalar sırasında mektubun okunması ile birlikte Niyazi Ünsal isimli şahsın M.H.P mensubu değil Cumhuriyet Halk Partisi Eski Erzincan Senatörü olduğunun açıklanması ile bir sahte delil daha delil kabiliyetini yitirmiştir. MHP ve ülkücü kuruluşlar davası yukarıda vak’alara benzer onlarca tertibin bir bir ortaya döküldüğü, hukuk ve vicdanla ilgisi bulunmayan bir yargılama sürecidir. Dilekçe içeriğinde de bahsedildiği gibi askeri müdahaleden önce elektrikler kesilmek suretiyle basılan MHP Genel Merkezi’nde askeri müdahale sonrasında da defahatle aramalar yapılmış, MHP Genel Merkezi’nde ele geçirildiği iddia edilen dokümanlar, MHP yöneticilerinin aleyhine kullanılmıştır. Gerçekliği tartışmalı olan, hukuk dışı yöntem ve metotlar kullanılarak ele geçirilen bu belge ve dokümanlar, Aydınlık Grubu tarafından kullanılan sözde itirafçılar, iftiraları yargı kararları ile sabit olanların beyanları ve ağır işkenceler altında zorla imzalattırılan beyanlar esas alınarak onlarca insan yıllarca hürriyetlerinden yoksun bırakılmıştır. Duruşmaların devamı esnasında sanıklar ile avukatları arasında Jandarma Barikatı oluşturulmak suretiyle sanıkların avukatları ile görüşmeleri engellenmiş ve savunma hakları kısıtlanmıştır. Sanık avukatlarının dosyaları incelemesi ve savunmaları hazırlamaları, çıkarılan zorluklar ile engellenmek istenilmiş, adil yargılanma hakkı hiçe sayılmıştır. Bu deliller ışığında ve bu şartlar altında yürütülen yargılama faaliyeti ile M.HP ve yöneticileri mahkum edilmek istenmiş böylece darbeye meşruiyet kazandıracak sipariş kararlar emir komuta zinciri ile oluşturulmaya 174/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 çalışılmıştır.Askeri Müdahale sonrasında başlatılan cadı avı ile birlikte gözaltına alınan MHP ve ülkücü kuruluşların mensuplarına yapılan işkenceler izahtan varestedir. Bu konuda kamuoyuna yansıyan muamele ve davranışlar sayın mahkemenin de bilgisi dahilindedir Nitekim bu konuda Milliyetçi Hareket Partisi olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gerekli suç duyuruları da yapılacaktır. MHP mensupları ve ülkücü gençlere, hiçbir ilgileri bulunmayan olayların sorumluğunu üstlenmeleri konusunda yapılan baskı ve işkencelerin söz konusu soruşturma neticesinde açıklığa kavuşturulmasını temenni etmekteyiz. Milliyetçi Hareket Partisi tarafından tespit edilen ve haklarında suç duyurusunda bulunulacak olan bir takım işkence sorumlusu kamu görevlilerin listesine iş bu dilekçemizde yer verilmesi uygun görülmüştür. Zira aşağıda ismi belirtilen kamu görevlileri Anayasal Düzene karşı suç işleyen sanıkların suç ortaklarıdır. Darbeciler, müdahale konusundaki haklılıklarını, bu işkencecilerin vicdan ve insanlıktan yoksun yöntemlerle topladıkları ifadelerle sağlamaya çalışmışlar, toplum üzerindeki otoritelerini bu suç ortaklarının işkence metotları ile tesis etmişlerdir. Darbe döneminin koşullarında bu işkencecilerden hesap sorulamamış, haklarında vaki olan şikyetIere rağmen işlem yapılmamış ve bu kişiler darbeci zihniyet tarafından korunmuşlardır. Yapılan işkenceler, yüzlerce ailenin bir daha telafisi mümkün olmayan travmalara sürüklenmesine, intiharlara ve kalıcı psikolojik rahatsızlıklar yaşanmasına sebebiyet vermiş; henüz hayatlarının baharındaki genç nesiller ömür boyu hafızlarından silinmeyecek ızdıraplara muhatap bırakılmışlardır. Yukarıda yer alan ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin 8 Şubat 1969 tarihli Kongresi ile Milliyetçi Hareket Partisi adını almasından sonra girmiş olduğu seçim sonuçlarını gösteren istatistik tablolarından da açık bir şekilde anlaşılacağı gibi Milliyetçi Hareket Partisi her girdiği seçimden oylarını artırarak çıkmıştır. Nitekim görüş ve politikalarını tatbik amacıyla iktidara talip olan MHP, iktidara giden yolu millet vicdanında ve de demokratik seçimlerde aramıştır. Girmiş olduğu üç genel seçimde oylarını yaklaşık olarak dört kat artırmış olan, sahip olduğu yerel yönetim sayısını 5’ten 55’e çıkaran bir siyasal yapının demokrasi dışı arayışlara tevessül etmek gibi arayışının olması akıl ve mantık ölçüleri ile bağdaşması mümkün değildir. Ancak anlaşılan odur ki, milli meselelerde geçit vermeyen ve pazarlık kabul etmeyen tavrı birilerini oldukça rahatsız etmiş, MHP’yi marjinalize ederek meşruiyeti tartışmalı hale getirilmek istenilmiştir. Her türlü terör ve tedhişe rağmen, mensuplarına yönelmiş ağır saldırılara rağmen milletin teveccühüne mazhar olan MHP ve siyasal kadroları darbe yönetimi tarafından tasfiye edilmek istenilmiş ve siyasetin dışında yer almaları arzulanmıştır. Her geçen gün artan oy oranları ile Türk Siyaseti’nin yükselen değeri haline gelen MilliyetçiHareket Partisi sanıkların sebebiyet verdikleri yıkımın esas mağduru olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır. MHP’nin asla geçit vermeyeceği malum olan dış politika hamleleri, darbe sonrasında darbeciler tarafından aşama aşama hayata geçirilmiştir: Nitekim darbe sonrasında Türk ve Dünya Basını huzurunda 16 Eylül 1980 tarihli ilk basın toplantısında darbecilerin ortaya koyduğu teslimiyet, darbenin asıl hedefinin milli iktidar olasılığı karşısında bazı odaklann menfaatlerinin korunması olduğunun açık bir delilidir. Öyle ki darbe lideri Kenan Evren, hiçbir gerekliliği yokken ve kendisine bu yönde bir soru sorulmamışken “Yunanistan ile aramızda süregelen bütün sorunların iyi niyetli ve yapıcı bir yaklaşım içinde, ikili müzakereler yoluyla adil çözümlere kavuşturulabileceği görüşündeyiz demek suretiyle darbe serüvenin yol haritasını çizenlere bu haritaya uyacağı konusundaki mesajını iletmiştir. MHP’nin artan oy oranları, toplum üzerindeki inandırıcılığı ve oy vermeyenlerin dahi MHP’ye duyduğu itimat, bazı odakları harekete geçirmiş ve tasfiye edilmesi gereken bir siyasal yapı kategorisine sürüklemiştir. Tekrar vurgulamak isteriz ki tıkanan Türk Siyaseti’nin yeni ve teveccühe mazhar umudu olan MHP darbecilerin parlamenter yapıyı tahrip etmesinden en büyük zararı gören siyasal kadrodur. Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, Milliyetçi Hareket Partisi Aziz Milletimizin bu acı tecrübeleri yaşamasına sebebiyet veren kardeş kavgalarının bir daha asla yaşanmaması dilek ve temennisi ile kanun hakimiyeti ve demokratik rejim şemsiyesi altında görüş ve düşüncelerin açıklandığı, 175/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 fikirlere ancak daha güçlü bir fikirler mukabele edildiği müreffeh bir Türkiye özlemiyle; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını Silah Zoruyla Yürürlükten kaldıran, Parlamento’yu fesheden, Demokratik Siyasal Faaliyetleri durduran, binlerce yurttaşımızı aylarca hürriyetlerinden mahrum bırakarak, insan onuru ile bağdaşmayan işkencelere muhatap kılan, kanun hakimiyeti adı altında kendi yargısının terörünü inşa ederek zorlama iddianameler ve mahkeme kararları tanzim ettiren cunta örgütlenmesinin bütün unsurların alt kadrolarından işkence eylemlerin sorumlularından ve elbette ki sayın mahkeme huzurunda sanık sandalyesinde bulunan Ahmet Kenan EVREN ve Ali Tahsin ŞAHİNKAYA dan şikayetçidir ve huzurdaki yargılamada sayın savcının mütalası doğrultusunda üst sınırdan cezalandırılmalarını talep ederiz." Müdahale talebinde bulunan Senem Gülbudak Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde: Babam Abdullah Gülbudak legal bir öğretmen hareketinin lideri iken 12 Eylülün ardından gözaltına alınmış daha sonra yapılan yargılamalar sonrasında bulunduğu cezaevinde iken öldürülmüştür. Dolayısıyla 12 Eylül beni babasız bırakmıştır. Bu anlamda 12 Eylülün mağdurlarındanım. Avukatımın beyanlarını tekrar ediyorum dediği, Müdahale talebinde bulunan İsmail Duygulu Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde: Ben Antalya yetiştirme yurdunda devletin koruması altında bulunan bir çocuk olmam hasabiyle henüz 13 yaşında orta okul 3.sınıfta sanıkların eylemlerinin mağduru olmaya baladım: Karakollara , gözaltılara ne kadar alındığımın sayısını hatırlamıyorum Ancak 4 defa bugüne kadar çok esaslı işkenceler gördüm. Bu sebepten dolayı sağ ayağımda bir araz oluştu. Akciğerlerimde tüberküloz rahatsızlığı geçirdim ve tedavi altına alındım en son işkencede kanama geçirmem nedeniyle fazla üzerime gelmediler. Benbu sayede kurtuldum. Lise 2.sınfta iken hiç ilgim alakam olmayan Antalya da gerçekleştirilen bir soygunun faili olarak gözaltına alındım. Ağır işkenceler gördüm. Cezaevinde kaldıktan sonra tahliye oldum. İzmir 2. Nolu Askeri Mahkemede yargılandım ve beraat ettim. Bu nedenlerden dolayı fişlendim, askerliğimi refüze ve er olarak yapmak zorunda bırakıldım. Olaylar beni fiziken arızalandırdığı gibi ruhsal olarakta arızalandırdı ve fizik bütünlüğüm bozuldu. Ancak bunları tedavi eder noktaya geldik. Diğer olayları yaşayan arkadaşlarımız gibi inşallah bu yargılamada bizi ruhen daha dingin hale getirecek ve toplumsal olarak olduğu gibi bireysel olarakta demokratik özgürlükçü bir hukuk devleti ile yurttaşları olarak barışık bir hale gelebiliriz. Biz bu olayların mağduru olmaktan ziyade aynı zamanda tanığıyız. Mahkeme bizleri sadece mağdurlar olarak değil olayların tanığı olarakta görmelidir. Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin adli yargısı artık bu dava örneğinde olduğu gibi hafızasını korumalıdır. Çünkü her 10 yılda bir SEKA ya gönderilen evraklarda adliye hafızasını yitirmektedir. Türkiyede belirli bir elit dışında bütün hem bireyler hemde toplum olarak görmüş olduğumuz zararlardan dolayı ülke bugün özellikle kürt kardeşlerimize yapılan uygulamalar nedeniyle bir Yugoslavya örneğine doğru gitmektedir. Bununda sorumlusu sanıklardır. Belki kişisel olarak benim teşekkür etmem gerekir onlara. Çünkü Ticaret Lisesi öğrencisi idim. Lise 2 . Sınıfta sürgün edildim. İmam Hatiplerinde önünü açmak amacıyla bütün meslek liselerinin üniversite sınavlarında eşit hale getirdiler. Bende ticaret Lisesi öğrencisi olarak onlara teşekkür etmem ve hukuk fakültesine girmeme imkan sağlamam için onlara teşekkür etmem gerekir. Fakat Konya mitingini gerekçe gösterdikleri için esasında amaçlarının ne olduğu açığa çıkmaktadır: sanıkların huzurda yüz yüze yargılanması meselesinde tutuklanmasın bekli, ama hiç değilse zorla getirilmeleri sağlansın, onlar sanık sandalyesinde oturmasınlar çünkü her zaman bizde sanık sandalyesinde oturmayabilirler. Ancak avukatları ile beraber savunmalarını yapmak suretiyle bu yargılamaya katkıda bulunsunlar. Hukuki meşruiyet gereği gelinen noktkada sanıkların kurduğu düzen uyarınca yargılama yapılamayacağı yönünde sanık vekillerince sanık vekillerince savunma 176/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 yapılmış ise de artık hem anayasa da yapılan değişiklikler hem de toplumsal bilinç 12 Eylül ruhunu aşmıştır. Özellikle 12 Eylül 2010 referandumu bu noktada ciddi bir yol ayrımı olmuştur. Bu sebeplerden dolayı bende Mahkemeye müdahil olarak katılmak istiyorum. Daha önceki verdiğim dilekçemi tekrar ediyorum. Dediği, Müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Saime Kırındı Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde: Müvekkiller Gürhan Gürsoy, Kazım Ablak ve Avni Odabaşı 12 Eylülün mağdurlarındandır. Kazım Ablak ve Gürhan Gürsoy işkenceye maruz kalmışlardır. Avni Odabaşı hayatını yurt dışında geçirmek zorunda kalmıştır. Diğer meslektaşlarımızın beyanlarına da iştirak ediyorum. Müdahale kavramının bu davaya geniş yorumlanmasını talep ediyorum. Müvekkillerimin müdahilliğine karar verilmesini talep ediyorum, ayrıca şahsende mağdur oldum. Şahsi olarakta müdahale talebim vardır dediği, Müdahale talebinde bulunanNevin Aytek Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde: 12 Eylül döneminde üniversitede okurken gözaltına alındım. Sözlü olarak anlatamayacağım işkencelere maruz kaldım. Okulu bitirmem engellendi. Bu durumda gelecek için bir meslek sahibi de olamadım. Mağdurum müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği, MÜDAHALE TALEBİNDE BULUNAN AZİMET KÖYLÜOĞLU: Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Daha önce müdahale dilekçesi vermiştim. Tekrar ediyorum. 12 Eylül öncesinde CHP Sivas Milletvekili idim. Ihtilalle birlikte gözaltına alındım. Haksız yere özgürlüğüm kısıtlandı, daha sonra hakkımda herhangi bir dava olmadığı halde pasaport almam engellendi. Diğer yandan 1978 Eylülünde Sivas ta gerçekleşen ve pek çok kişinin ölümü ile can ve mal kaybına sebep olan olayları da ben ihtilale giden yolda hazırlık çalışmaları olarak görüyorum. Ve yine işkencenin insanlık suçu olduğunu düşünüyorum. Sadece bu dosyanın iki sanığının değil, bu süreçte etkin görev alanlarında sanık olması gerektiğini düşünüyorum ve davaya müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği, MüdahilHüseyin Doğan Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Ben 12 Eylül ihtilali döneminde CHP Maraş Milletvekili idim. Bu süreçti ihtilale maruz kaldım. Ancak esas mağduriyetim memleketim olan Maraş ta 19-26 Aralık tarihlerinde yaşanan olaylardan ötürüdür. Zira bu süreçte Maraş ta pek çok suçsuz insan öldürülmüş, yaralanmış, mal varlıklarına zarar verilmiştir. Buna karşılık Devlet gerçek gücüyle ancak 25 Aralıkta Maraş a müdahale etmiştir. Diğer deyişle bir hafta boyunca sessiz kalmıştır. Olayların başladığını haber almam üzerine dönemin Başbakanı Bülent Ecevit e koştum. Kendisi de olaylardan haberdardı müdahale etmeye çalışıyordu. Bu sırada kendisine eş değer düzeyde bir komutanı aradığını, ancak tahminime göre karşıdan olumlu cevap alamaması nedeniyle çaresizlik içerisinde ve kızgınlıkla telefonu kapattığına da bizzat şahidim. Dolayısıyla Maraş ta yaşanan olaylar 12 Eylülün hazırlık hareketleridir ve ihtilalin kilometre taşlarından birisidir. Tüm açıkladığım sebeplerle müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli ifadesinde: Geçen celse önemli bir mazeretim sebebiyle duruşmaya gelemedim. Şayet salonda bulunsa idim sanıklardan Kenan Evren'e "Kahramanmaraş olaylarının en yoğun olduğu 23/12/1978 günü ben K.Maraş eski milletvekili olarak rahmetli bir milletvekili arkadaşım yine Orhan Sezar o sırada senatör olan ve halen sağ olan Ali Rıza Akgül ile bu olaylara müdahale için Başbakanlığa gitmiştik. Başbakanlığa memleketten gelen telefonlardanbu 177/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 olayların adeta bir iç savaşa dönüştüğü anlatılıyordu. Konuyu o sırada rahmetli Başbakan Sayın Bülent Ecevit'e intikal ettirdik. Hatta telefonların büyük bir kısmını kendisine dinlettik. Bunun üzerine telefona sarılan Başbakan tahminime göre Kenan Evren ile veya o düzeyde bir kuvvet komutanı ile Maraşta ki vahşet ile ilgili konuştu ve yaşanan olayları kısaca ancak vurgulayıcı şekilde özetledi ve acil müdahale istedi. Tahminime göre karşı taraftan arzuladığı cevabı alamadı ki; Başbakanın telefonu masaya fırlattığını gördük. Bu olay hakkında Sayın Kenan Evren'in Başbakan'a ne cevap verdiğini olayın bu tarihten itibaren neden 3-4 gün sonra Kayseri'den gelen birliklerce sona erdiğini sorulmasını" isteyecektim. Dediği, Müdahale talebinde bulunan Şükrü Bütün Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Ben daha önce dilekçe vermiştim. Tekrar ediyorum dedi ve daha önce verdiği dilekçesini duruşmada okudu . Ayrıntısıyla anlattığım şekilde ben dönemin CHP Çorum Milletvekili idim. Ancak bunun ötesinde 1980 yılında Çorum da meydana gelen ve ihtilalin kanlı kilometre taşlarından biri olarak nitelendirdiğim olaylardan ötürü Çorum dapek çok insan öldürülmüş, can ve mal kaybına uğramıştır. Bu yönden de ayrıca davacıyım. Müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum. Diğer yandan dünkü duruşmalarda da ifade edildiği üzere Çorum, Maraş vb olayların faili olarak yargılananların bu davada müdahil olamayacaklarını düşünüyorum dediği, Müdahale talebinde bulunan Mehmet Mustafa Yalçıner Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Ben 12 Eylül öncesinde Türkiye Devrimci Komünist Partisi Yöneticisi idim. 12 Eylülden sonra gözaltına alındım işkence gördüm. Siyaseten yasaklandım. Ancak bunun dışında 12 Eylülün esas itibarıyla halka karşı yapılmış bir hareket olduğunu tespit ettim. Bunun dışında esas itibarıyla sanıkların mevcut suçlamalardan ziyade halk düşmanlığı ve ABD ye hizmet etmelerinden ötürü vatan hainliği ile suçlanmaları gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca bu davanın gerçek mağdurlarının tespit edilmesini, 12 Eylüle giden süreçte rol alan aktörlerin bu davaya müdahil olamayacağını düşünüyorum. Keza TBMM ve Hükümetin de davaya müdahil olamayacağını düşünüyorum. Davaya müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum, ayrıca bu heyetin gerçek bir yargılama yapması durumunda tarihe geçeceğini düşünüyorum dediği, Müdahale talebinde bulunan Fahrettin Öztürk Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Ben daha önce müdahale için dilekçe vermiştim. Dilekçemi tekrar ediyorum. 12 Eylül sonrası kardeşim Nurettin Öztürk gözaltına alınmıştır ve öğrendiğime göre Ankara daki DAL merkezinde gördüğü işkenceler sonucu vefat etmiştir: Daha sonraları ben bu durumu öğrenince müracaatlarda bulundum. Fakat gerçeğin ortaya çıkmasından rahatsız olacak güçler beni dolaylı olarak tehdit ettiler. Dilekçemde de bu hususları ayrıntısıyla anlattım. DAL merkezinde 130 görevli bulunmaktaydı. Tüm bu kişilerin tespit e dilerek yargı önüne çıkarılmasını ve davaya müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği, Av. Müşir Deliduman Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli beyanında: Daha önce verdiğimiz dilekçeleri tekrar ediyoruz. Esas itibarıyla 12 Eylül halka karşı yapılmış bir darbedir. Ve bu darbeyi yapanlar halk düşmanıdır. Ayrıca şu an yargılanan iki sanık dışında 12 Eylüle hizmet eden diğer kişilerinde yargılanması gerektiğini düşünüyoruz. Sanıklar müdafi savunmalarında kurucu iktidardan bahsetmektedir. Hiçbir kurucu iktidarın halkına zulmetmesi , işkence yapması ve katletmesi söz konusu olamaz. Ancak sanıkların gerçekleştirdiği darbe sonucunda pek çok işkence ve ölüm cereyan etmiştir. Diğer yandan sanıklara isnat edilen suç CMK nun 100/3 de düzenlenen suçlardandır: Dolayısıyla sanıkların 178/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 kaçması varsayılmalıdır CMK 100/2 deki koşullarda vardır. Sanıkların tutuklanmaları gerektiğini düşünüyoruz. Ayrıca mal varlıklarına tedbir konulmasını talep ediyoruz Yine dünkü ifadelerde ismine yer verilen Raci Tetik isimli işkenceci yurtdışındadır. İşkenceci Raci Tetik in ilgili yerlere müzekkere yazılarak Mahkemeye tanık sıfatı ile celbini talep ediyoruz. Davaya müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında: Fazlı Usta adına vekaletname sunmuştum. Müvekkilin dilekçemizde belirttiğimiz sebeplerle davaya müdahilliğine karar verilmesini talep ediyoruz. Ayrıca daha önceki beyanlarımız doğrultusunda sanıklarla benzeri konumda suçlanan kişilerin tutuklu yargılandıkları hususunun da Mahkemenizin bir kaz daha dikkatini çekiyoruz , şayet müvekkil hakkında müdahillik kararı verilmediği takdirde mahalli C. Savcısına suç duyurusunda bulunulmasını talep ediyoruz dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli beyanında: Adli Tıp Kurumunun raporunu kabul etmiyoruz. Adli Tıp Kurumu idari bir kurumdur. Üzerinde Bakanlık Yetkisi mevcuttur. Nasıl ki Uludere katliamında sorumlu askerler ortaya çıkarılamamakta ise; aynı zihniyetin bir devamı olarak asker sanıklar da huzura getirilememektedir. Raporun dikkate alınmaksızın sanıkların huzurunuza ifadevermek üzere getirtilmelerine karar verilmesini talep ediyoruz dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli beyanında: "efendim sanık müdafinin ancak kendisinin inanabileceği delilleri Mahkemeye sunması yargılamanın ilerlemesi ve maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yönelik değildir. Uzatmaya yöneliktir. İddianamede ki sevk maddesi TCK. 765 Sayılı Yasanın 146, 31, 32 ve 82. Maddelere matuf deliller değildir. Bu her somut vak'a için araştırma yapıldığı zaman yargılama uzatılacaktır. Ancak biz diyoruz ki 5 dakikadan fazla konuşmayacağım. Burada bir darbe olgusu yargılanıyor. Bu darbe olgusu yargılanıp mahkum edildiği zaman günümüzde yine devam eden Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat darbe kırıntı ve bozuntularıyla ancak bundan sonra biz uğraşmamız gerekiyor. Bu nedenle iddianamede ki istem üzerine yargılanmalarının yapılması delillerin de bu aşamada yeterli derecede olduğunu mütalaya dosyanın verilmesini talep ediyoruz. Fakat bu yargılamada sanıkların aleyhine gerçekleşebilecek 765 Sayılı Yasanın 147. Maddesi eğer uygulanacaksa sadece 5271 Sayılı Yasa gereğinin 226. Madde ek savunma hakkı doğar. O savunmayı da bunlara verelim. Ve yargılayalım. Doğaldır sanık avukatının kendisinin de inanmış olduğu bir zulüm rejiminin kurucuları ve burdaki Kenan Evren şurakası daha o dönemde bugün yargılanan Balyoz da bile kalıntıları çıkıyor. Levent Ersöz hakkında tekrar suç duyurusunda bulundum. 1980 ve 82 yılları arasında Rize Pazar ilçesinde yaptığı işkenceler bu sürelerin bir sürüyenidir. Dolayısıyla bu olgu eğer cezalandırıldığı zaman biraz daha demokrasinin yolu açılacağı kanaatini taşıyorum. Yargılamanın da hızlı olması bu noktada katkı sağlayacaktır. Öyle bir pozisyona getirdi ki Kenan Evren'i sanki kamuya yararlı bir derneğin başkanıymış gibi. Peki bu insanların hepsi Kenan Evren'in düşmanı mı. Aralarında bir din, namus kavgası mı var? Rahmetli Rahman'a kavuşan Berfo Ana burda böyle güzel Azericesi evin yıkıla, ocağın söne demesi bu neyin sebebidir. Artık bunların işkenceci, zalim oldukları ortadadır. Bunların eserleri bugünkü Balyoz, Ergenekon, asit kuyuları, bilmem kozmik odalar, hepsi bu meyandadır. Hızlı bir şekilde yargılanması gerektiği inancını taşıyoruz. Dosyanın mütalaa için savcıya verilmesi, sanık avukatının taleplerinin ise yargılamayı uzatmaya matuf talepler olduğundan dolayı red edilmesi, ancak sanıklar hakkında ağırlaştırıcı bir durum çıkarsa 765 Sayılı Yasanın 147.maddesinin uygulanmasını ve ek savunma hakkının verilmesini de Mahkemenin taktirine bırakıp saygılarımı sunuyorum. Ayrıca burda da Av. Selçuk Kozağaçlı'yı hayırla yad ediyorum. Keşke aramızda olsaydı. Zalim başka bir güç onuda oraya götürdüler. Ama Kenan Evren devrimci ve Kürt olmadığı için hala hakkında bir şey çıkmıyor ve bu adamında rütbelerinin sökülmesini talep ediyoruz. " 179/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 demiştir Müdahale talebinde bulunan Ökkeş Şendiller Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Ben daha önce Mahkemenize ayrıntılı beyanlarımı içerir dilekçemi ve ayrıca 1978 yılında gerçekleşen Kahramanmaraş olayları ile ilgili yazdığı kitabı sunmuştum dedi ve devamla dilekçesinde belirttiği hususları duruşmada anlattı. Kahramanmaraş olayları ile ilgili olarak ben 1 nolu sanık olarak yargılandım. 12 Eylül ihtilalinden 33 gün önce bu davadan beraat ettim. Sivas, Maraş ve Çorum da yaşanan olaylar esas itibarıyla nerede bu ordu, nerede bu asker şeklinde toplumda bir beklendi oluşturulmak için gerçekleştirilmiş olaylardır. Daha önce bu olaylara ilişkin davalar görülmüş ise de bu olayların arka planının aydınlatılamadığını da düşünüyorum. Mahkemenizdeki bu davanın buna hizmet edeceğini düşünüyor ve müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği, Bir kısım müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Sabri Kuşkonmaz Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Biz daha önce müvekkillerimiz adına müdahale dilekçesi vermiştik tekrar ediyoruz. İddianamede özellikle Fatsa olayları ile ilgili olarak adeta cuntanın dilinin kullanıldığını görüyoruz ve bu konuyu eleştiriyoruz. Aynı dilin Mahkemenin uygulamalarında ve kararlarında olmamasını diliyoruz. Ancak idarenin bu tarihi davaya gereken önemi vermediğini ve fiziki imkanlarını sağlamadığını görmek bizi şaşırtmadı. Ancak Mahkeme uygulamaları ile bu durumun değişmesi gerektiğini düşünüyoruz, sayın Başbakan bu davayı kirli politikasına alet etmektedir. Hukukla arasında mesafe vardır: Bu mesafeyi bugünkü beyanlarında da dile getirmiştir. Çünkü davaya müdahale için Anayasa değişikliğine evet oyu vermek bir ön şart değildir. Ama hukuk tahrip edilerek bu şekilde yalan beyanda bulunulmuştur. Davaya müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz dediği, Müdahale talebinde bulunan Cengiz Şahin Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Ben 12 Eylül ihtilali olduğunda Türkiye İşçi Partisinin Amasya teşkilatında yönetici idim. İhtilalin ardından yakalandım. Gözaltına alındım ve yargılandım. Daha sonra beraat ettim. Tüm mağduriyetlerimin dikkate alınarak müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği, Bir kısım müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Ural Gündoğan Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Duruşmada ifade edilen bazı sözler dikkate alındığında 12 Eylülün topluma aşıladığı kin ve nefret duygularının aşılamadığını üzülerek gördüm. Diğer yandan Anayasadaki eşitlik kuralı dikkate alındığında sanıkların yüz yüzelik ilkesi gereği olarak mutlak suretiyle Mahkemeniz huzuruna getirtilmesini ve müvekkillerimin müdahilliğine karar verilmesini talep ediyorum dediği, Milliyetçi Türkiye Partisi genel başkanıAhmet Yılmaz Büyükekmekçi Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Biz parti olarak sadece 12 Eylüle değil tüm darbelere karşıyız: Tüm darbelerin yargılanması gerektiğini düşünüyoruz. Asmayalım da besleyelim mi mantığı ile 12 Eylül sonrasında pek çok kişi haksız yere idam edilmiştir. Bizce bunların baş sorumlusu sanıklardır. Bu nitelikteki kişiler yargılanmaları sonucunda eğer yasalarda değişiklik yapılarak idam cezası tekrar uygulanabilir hale getirilir ise layık oldukları ceza budur. Bu nitelikteki sanıklarında Mahkemenizde hazır ve özellikle de tutuklu olmaları gerektiğini düşünüyoruz ve bunu talep ediyoruz. Parti olarak müdahilliğlimize karar verilmesini talep ediyoruz dediği, 68'liler Dayanışma Derneği vekili Av. İmdat Balkoca 180/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Biz daha önce bu konuda dilekçe vermiştik dilekçemizi tekrar ediyoruz dedi devamla dilekçesini duruşmada anlattı. Özetlemek gerekirse biz tüm darbelerin arkasında emperyal güçlerin bulunduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla darbenin görünür liderlerini yargılamanın da yetmeyeceğini düşünüyoruz. Diğer yandan 12 Eylüle giden süreçte rol alan kişi ya da kurumların davaya müdahil olamayacaklarını düşünüyoruz. Ancak bunlar toplumdan özür dilerler ise davaya müdahil olabileceklerini düşünüyoruz ve müdahilliğlimize karar verilmesini talep ediyoruz dediği, Kendi adına asaleten, bir kısım müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. İrfan Sönmez Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: 1960 darbesi, 1982 darbesinin , 1982 darbesi ise 28 Şubat darbesinin alt yapısını oluşturmuştur. Bir nevi birbirlerinin mayasıdırlar. Ve tümünün asli hedefi millet iradesidir. Dolayısıyla bu davayı önemsiyoruz. Ancak bu dava vesilesi ile geçmişteki söylemleri kullanmak yerine davanın sonuca ulaşmasını sağlayacak söylem içinde bulunulması gerektiğini düşünüyoruz ve davaya müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz dediği, Devrimci İşçi Sendikaları konfederasyonu vekili Av. Ekin Sarıakalın Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Daha önce verdiğimiz dilekçeyi tekrar ediyoruz. 12 Eylülün en büyük mağdurlarından biri de DİSK tüzel kişiliğidir. 12 Eylül öncesi başkanlarımızdan Kemal Türkler 22 Temmuz 1980 tarihinde katledilmiştir Başkaca sendika yönetici ve üyelerimizde öldürülmüştür. 12 Eylül ile birlikte sendikamız kapatılmıştır. Bunun yanı sıra 12 Eylül darbesi tüm toplumu olumsuz yönde etkilemiştir. Dilekçemizde belirttiğimiz hususları tekrarla müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyorum dediği, Hak İş Konfederasyonu vekili Av. Hüseyin Öz Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Bizde tüzel kişilik olarak müdahale talebinde bulunduk dilekçemizi tekrar ediyoruz. Daha öncede başka arkadaşlarca da beyan edildiği üzere 12 Eylül en büyük darbeyi işçiye ve işçi sendikalarına vurmuştur. Dolayısıyla bu mağduriyetin giderilebilmesi amacıyla bizde davaya müdahil olmak istiyoruz ve müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz dediği Eşitlik ve Demokrasi partisi ve bir kısım müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Fecri Şengür Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Dün bir meslektaşımız partimiz adına beyanda bulunmuştu bubeyanları tekrar ediyorum. 12 Eylül ardından bir sistemi bırakmıştır. Gerçek demokrasiye ulaşmak için bu sistemin tam demokrasiye uygun şekilde dönüştürülmesini talep ediyoruz dediği, Müdahale talebinde bulunan Gül Erdos Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: 12 Eylül sonrası 7 Kasım 1980 tarihinde eşim İlhan Erdost gözaltına alındı. Süreci kardeşimde gözaltına alınması sebebiyle yakından takip edebildik. Gözaltı ve daha sonra gördüğü işkenceler neticesinde eşim vefat etti. Bu dönemde eşime yayıncı olmasının da etkisiyle içerisi sizin zehirlediklerinizle dolu şeklinde hakaretler edildi ve işkenceyi yapanların geri plandaki düşünceleri bu şekilde ortaya çıktı. Esas itibarıyla sadece işkenceyi yapan maşaların değil, başta Raci Tetik olmak üzere işkenceye sebep olan diğer kişilerinde yargılanmasını istiyorum. Bu davanın sembolik iki kişi ile sınırla olmaması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca yapılacak anayasa ile tüm 12 Eylül kalıntılarından kurtulunması gerektiğini düşünüyor ve davaya müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği, 181/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Müdahale talebinde bulunan Ahmet Cihan Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Ben daha önce ayrıntılı beyanlarımı içerir dilekçe vermiştim. Esas itibarıyla 12 Eylülün tüm ülkeye zarar verdiğini düşünüyorum. Ancak şahsımın gördüğü işkence ve haksız yargılamaların dışında ağbeyim olan Süleyman Cihan gözaltına alındıktan sonra bir nevi ortadan kaybedilmiştir. Uzun uğraşlardan sonra ancak Mahkeme başkanının detaylı ve ısrarlı yazıları üzerine ağbeyimin öldüğüne ilişkin bilgi verilmiştir. Vefatının ardından bu konuyu araştırmak isteyen bizlere daha zararlar verilmiştir. Ağbeyimin eşi bir şekilde intihara yönlendirilmiştir. Ağbeyimin ölümü ile ilgili tutanaklarda Mehmet Ağar ve İbrahim Şahin inde imzaları bulunmaktadır. Bu isimler dahi 12 Eylülün yarattığı atmosferi yansıtmaktadır. Dilekçedeki hususları tekrar eder. Davaya müdahilliğime karar verilmesini sanıklar hakkında yakalama kararı çıkarılmasını ve mal varlıklarına el konulmasını talep ediyorum dediği, Müdahale talebinde bulunan Nimet Tanrıkulu Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: 12 Eylül Türkiye de pek çok kesime zarar vermiştir. Ancak ben bugün daha ziyade kadınlara verdiği zarardan bahsedeceğim. Ve zabıtlara geçmesi açısından da iki olayı anlatacağım. Bunlardan birinde Diyarbakır daki cezaevinde bir bayan tutukluya tecavüz edilmiştir ve bu bayan hamile bırakılmıştır. Bayan daha sonra bu çocuğu doğurmuş ve evlatlık vermiştir. Ancak bu şahsı izlediğimde esas itibarıyla onun açısından hayatın bittiğini gördüm. Şahsımda 12 Eylülden sonra 45 gün Gayrettepe de gözaltında tutuldum. Burada benimle birlikte pek çok genç kız ve bayan tutuldu ve zaman zaman çırıl çıplak soyulduk ve bazı eller bizlere dokundu. Bu iki olaydan hareketle eğer bu davada gerçek adalete ulaşılacak ise sadece iki sanıkla sınırlı kalmamalı, 12 Eylülün içinde bulunan kılcal damarlara kadar uzanılmalı ve genç kızların bedenine ve somut olarak bize dokunan ellerin sahipleri de bu dava içine katılmalıdır. Bugün ayrıca Nurettin Yedigöl ün kafasına çivi çakılarak öldürüldüğüne tanığım, İbrahim Bingölise yapılan işkencelerin ardından bağırsakları dışarıda olacak şekilde yaşamaya çalışıyor. Sonuç itibarıyla bu yaşananların unutulması mümkün değildir ve unutmayacağız Tüm bu sebeplerle davada müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği, Müdahale talebinde bulunan Celalettin Can Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Ben aynı zamanda 78'lilerDernekleri Federasyonu adına da konuşuyorum. 12 Eylül öncesinde Kürtler, kadınlar ve toplumun diğer kesimleri hak arayışı içerisine girmiştir. Bir nevi kendi geleceğine sahip çıkma yolunda toplumda bir bilinç oluşmuştur. 12 Eylül ile bu bilinç yok edilmeye çalışılmıştır. 12 Eylül öncesinde ülkede anarşinin kol gezdiği ihtilali yapan kişilerce ileri sürülmesine karşılık 12 Eylüle giden yolda meydana gelen Sivas, Çorum, Maraş olayları aydınlatılamamış, keza siyasi cinayetlerin arkasındaki güçlerde ortaya çıkarılamamıştır. 12 Eylül toplumun üzerinden bir buldozer gibi geçmiştir. Bu davanın bir sonuca ulaşması isteniyorsa bu olaylarında dava konusu edilmesi, ayrıca Diyarbakır, Mamak, Metris, Erzurum ceza evlerindeki zulümlerinde davaya konu edilmesi gerekir. Ayrıca genel olarak önce Anayasalar çıkarıldığı halde 12 Eylülden önce yasalar çıkarılmış, daha sonra bu yasalara uygun bir Anayasa düzenlenerek topluma kabul ettirilmiştir. Bu davanın dışında 12 Eylülün kurduğu bu sistemden toplumun kurtulması gerekir. Tüm bu açıklamalarla davaya müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz dediği, Müdahale talebinde bulunan Orhan Miroğlu Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Ben beyanlarımı yazılı olarak hazırladım dedi. Devamla 3 sayfadan ibaret dilekçesini duruşmada okudu ve davaya müdahilliğine karar verilmesini talep ederim dediği. Müdahale talebinde bulunan Berfo Kırbayır 182/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Oğlum Cemil Kırbayır 12 Eylül sonrasında gözaltına alındı. Daha sonra ise cesedi dahi bize verilmedi. Halende nerede olduğunu bilmiyorum. Kenan Evren bu olayın sorumlusudur. Kendisini burada görmek ve dertlerimi ve tepkilerimi ona aktarmak isterdim dediği, Müdahale talebinde bulunan Ramazan Akgün Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Ben 12 Eylülde ülkü ocakları kapsamında gözaltına alındım. Buca ve Mamak cezaevinde 7 yıl tutuklu kaldım. Daha sonra beraat ettim. Bu karar daha sonra Askeri yargıtay ca da onaylandı. Pek çok müdahale talebinde bulunanın da ifade ettiği gibi haksız tutuklama ve işkence çerçevesinde bende mağdur oldum. Bu çerçevede davaya müdahale olmama karar verilmesini talep ediyorum. Ayrıca bugün Mahkemenizce Emin Pazaracı nın yazısını okudunuz. Kenan Evren bu yazıya konu olan açıklamayı Ali Kırca nın progaramında yapmıştır. Söz konusu yayının bir kopyasının dosyaya celbini talep ediyorum. Çünkü bu ola gerçekleşse idi muhtemeldir ki cezaevinde bulunmamız sebebiyle bizde öldürülecek kişiler arasında idik. Ayrıca ben o tarihte 16 yaşındaydım ve bir çocuktum. Benim gibi 12 Eylülde pek çok çocukta 12 eylülde mağdur edilmiştir dediği, Ülkü ocaklarını temsilen genel başkan Harun Öztürk Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Biz daha önce yazılı beyanda bulunmuştuk tekrar ediyoruz. 12 Eylül öncesi var olan teşkilatımız kapatılmış, akabinde yönetici ile üyelerinin pek çoğu tutuklanmıştır ve bunların bir kısmı da cezaevinde işkence görmüştür.Dolayısıyla kurumsal olarak bizde ihtilalden büyük zararlar gördük. Ayrıca bazı konuşmacılar 12 Eylüle giden süreçte bizimde rol aldığımızı ima etselerde bu imaları kabul etmemiz mümkün değildir. Sonuçta 12 Eylülün camiamıza vermiş olduğu zararlarda bunun en büyük kanıtıdır. Davaya müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyorum dediği, Kendi adına ve ayrıca bir kısım müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. İsmail Başaran Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Sanıklar müdafi kurucu iradenin yargılanamayacağı tezini ileri sürmüştür. Bu adeta yeni bir ihtilal çağrısıdır kabul edilemez. Ben 12 Eylül öncesinde hem öğrenci hem öğretmendim. Töbder üyesi idim. Uzun süre gözaltında tutuldum. Bana bu sırada sorulan bir soru ilginçtir. Zira bana yıllarca geriye giderek 30 Nisan 1977 tarihinde nerede idin diye bir soru sorulmuştur. O tarihte ben ertesi gün yapılacak 1 Mayıs etkinlikleri ile ilgili arkadaşlarımla Adana Yüksek Öğrenim derneğinde bulunuyordum. Dolayısıyla bu basit soru dahi 12 Eylül mantığını ortaya çıkaracak niteliktedir. En küçük bir örgütlenmeye karşıdır. Esas itibarıyla 12 Eylülün öğretim camiasına da büyük olumsuz etkileri olmuştur. Bilim adamının bilimde etkin olması için Türkçe ye hakim olması gerektiği tezini ileri sürmüştür. Ancak bu tezi ileri sürerken Devletin asimilasyon politikasını teşvik etmektedir. Bir bilim insanına yakışmayacak bu tarz düşünceler 12 Eylül zihniyetinin eğitim camiasını dahi etkilediğini göstermektedir. Diğer yandan biz eşitlik ve demokrasi partisi olarakta genel merkezimiz gerek parti dernekleri olarak 12 Eylülü ilk şikayet edenlerdeniz. Dolayısıyla bizimde bu davada müşteki olarak gösterilmemiz gerekirdi. Diğer yandan davanın doğru sonuca ulaşabilmesi için davanın insanlığa karşı suçları da kapsamına alacak şekilde genişletilmesiyle mümkündür.Dilekçemizdeki beyanları da tekrar eder. Müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyorum dedi.ği, Müdahale talebinde bulunan Mikail Kırbayır Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: 183/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 12 Eylül 1980 darbesinin ardından kardeşim Cemil Kırbayır 13 Eylül günü Kars ili Göle ilçesinde askerler tarafından gözaltına alındı. Kendisi ile en son teması 8 ekim 1980 tarihinde kurabildik: Daha sonra kendisinden bir daha haber alamadık. Uzun yıllar kendisini bulmaya çalıştık. Yetkililer bize oğlunuz firar etmiştir dediler. TBMM İnsan Hakları Alt komisyonu bizim sesimizi duydu ve gerekli araştırmaları yaptı. Bu konuda bir raporda düzenlenmiştir. Sonuçta kardeşimin gözaltında iken öldürüldüğü bu raporlada sabit olmuştur. Ancak halen cesedinin nereye gömüldüğünü öğrenebilmiş değiliz. Tüm bu yaşananlar ve benim ayrıca bireysel olarakta yaşadığım sıkıntılar ortadadır. Sanıklar bu olayın sorumlusudurlar. Ancak diğer üst düzey komutanlar Synt. Komutanları, dönemin Valileri, Emniyet müdürleri de onlar kadar yaşananlardan sorumludur. Davaya müdahil olarak kabulümüzü talep ediyoruz dediği, Müdahale talebinde bulunanlarFatma Gülmez, Torun Karakaya Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Bizde aynı beyanları tekrarlıyoruz dedikleri Kendi adına ve bir kısım müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Hacı Yunus Akyol Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde: Biz daha önce yazılı beyanda bulunmuştuk o beyanlarımızı tekrarlıyoruz. Şahsım ve vekilleri olduğum arkadaşlarım 12 eylülden zarar gördük. Şahsım Yerköy de gözaltına alındım tutuklandım ve haksız yere cezaevine konuldu. Vekili olduğum kişilerde 12 Eylülden zulüm görmüşlerdir. Hepsi adına davaya katılma talebim vardır. Ayrıca Tahsin Şahinkaya Atatürk ten sonra Time dergisine kapak olan tek Türk generalidir. Ancak bu Atatürk gibi bir kurtarıcılıktan ve Devlet kurucusu olmaktan değil, yolsuzluk iddiaları ile ilgilidir. Ayrıca bu derginin Türkiye ye sokulması cunta tarafından da engellenmiştir. Bu kapsamda sanıkların mal varlığına tedbir konulmasını da düşünüyoruz dediği, Müdahale talebinde bulunan İbrahim Tunç Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli ifadesinde: Biz avukatımız aracılığıyla verdiğimiz müdahale dilekçesini tekrar ediyoruz. Kardeşlerimden olan Mustafa Tunç ve Mehmet Tunç 12 Eylülden sonra gözaltına alınmışlar akabinde tutuklanmışlardır. Bu süreçte gördüğü işkenceler sonucunda Mustafa Tunç vefat etmiştir. Diğer kardeşimde büyük zulümler çekmiştir. Dolayısıyla ferdi olarak gördüğüm bu acıların dışında 12 Eylülün ülkeye yaşattıklarından dolayı davaya müdahil olmak istiyorum dediği, Müdahale talebinde bulunan Mukaddes Çelik Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli ifadesinde: 12 Eylül ihtilali olduğunda ben ve eşim ayrı askeri cezaevlerinde tutuklu olarak bulunuyorduk. Benim gördüğüm işkenceleri tarif edemem. Bunun dışında eşim irfan Çelik 12 Eylülün hemen ardından 14 Eylül sabahı bulunduğu Davutpaşa askeri kışlasındaki cezaevinde asılı olarak bulunmuştur. Esas itibarıyla 12 Eylülün işlediği ilk cinayetlerden birisi eşimin öldürülmesidir. Erdoğan Savaşeri isimli o tarihteki Askeri Savcı işkence iddialarını görmezden gelmiştir. Bayram Kartal isimli kişi ise bizzat işkenceyi yapan kişilerdendir. Adnan Özbey ise hem benim kaldığım hem de eşimin kaldığı cezaevinde görev yapan bir binbaşı olarak işkencelerden sorumludur. Şahsımla ilgili olarak anlattığım bu konuların dışında bu davanın sembolik kalmaması için o dönemde işkenceye karışan ve 12 Eylül cuntası içerisinde yer alan diğer kişilerinde yargı önüne çıkarılması gerektiğini ve ayrıca bu davanın iki sanığının da tutuklu olarak Mahkemenizde bulunmaları gerektiğini düşünüyor ve müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği, Müdahale talebinde bulunan Gülşah Taaç 184/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli ifadesinde: Daha önce avukatım tarafından verilen dilekçeyi tekrar ediyorum. 12 Eylülün ardından oğlum Enver Taaç eve gelmez oldu. Kendisini 6 gün geçtikten sonra bulabildik. Bulduğumuzda işkence görmüş halde idi. Daha sonra oğlumun askerlik çağı geldi fakat o süreçte yaşadıklarının etkisi ile askere gitmek istemiyordu. Birgün evden Enver Hoca nın olduğunu öğrendiğim kitaplarla çıkmak ve arkadaşlarına gitmek istedi. Ben kendisine oğlum arama olur tarama olur bu tarz şeylerle gezme dedim. O bir şey olmaz anne dedi. Oysa o gün oğlumu götürdüler. Uzun aramalardan sonra oğlumun bulunduğu yeri öğrenebildik. Bu süreçte oğlum gözaltında tutuklulukta ve hatta hükümlülük aşamasında dahi işkenceler gördü. Ben kapıma gelen giden araçlardan ve oğlumun yaşadıklarından o kadar etkilendim ki 7 yıl boyunca bir yatakta uyuyamadım. Bulunduğum yerde sızıp kaldım. 76 yıl ceza alan oğlum tahliye olduktan sonra bir çatışma süsü verilen bir olayda kurşuna dizilerek öldürüldü. Diğer çocuklarımda 12 Eylül sonrasına benzer zulümlere maruz kaldılar. Bu zulümleri yapanlarla hesaplaşabilmek için sadece bu iki sanığın değil,işkenceye ve benzeri diğer insanlık suçlarına karışan diğer kişilerinde yargı önüne çıkarılmasını ve müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum , ayrıca Bayram Kartal, Atom isimli kişi ile Sedat isimli kişiler oğluma işkence yapan kişilerdir dediği, Müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Serdar Namkoç Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli ifadesinde: Sanıkların 12Eylül 1980 tarihinde gerçekleştirmiş oldukları darbe nedeniyle yargılanmış oldukları bu davada müdahil taleplerinin karara bağlanmasındaki temel kriterin ne olacağı öncelikli sorumdur. Sayın Mahkemeye göre nezaket sınırları içerisinde olarak darbe ortağı, darbe işbirlikçisi, paramiter ve katil olarak nitelenen müvekkillerinde içerisinde bulunduğu milliyetçi kesim 12 Eylül 1980 günü yapılan darbe sonrası evlerinden iş yerlerinden sokaktan toplanarak gözaltına ve sorgulara alınmışlar , iddia makamı tarafından iddianamede ve diğer müdahillerin beyanlarında belirtilen sistematik işkencelere maruz tutulmuşlardır. Darbe ortağı ve işbirlikçisi olarak nitelenen ve insan hakları savunucusu olduklarını iddia edenlerin ortaklarından madik yemişlerse ne yapalım dediği, milliyetçi kesimden 8 kişi idam edilmiştir. MHP ve ülkücü kuruluşlar davasında sanık olan ve dönemin İstanbul 2.başkanı iken gözaltına alınarak İstanbul Harbiye sorgu merkezinde sorgulanan müvekkilim Yılma Durak şu an 72 yaşında olmakla beraber 38 gün işkencelere maruz kaldığında 40 yaşındadır. Savcılıkta müşteki sıfatıyla ifade verirken işlemediği suçları itiraf etmesi için işkence sırasında itirafta bulunmazsan çocuklarını getireceğiz tehdidi sonrası hücresine döndüğü zaman küçük kızı Saliha yı hücrede otururken görür. Saliha senin burada ne işin var diye bir kaç kez sorar, cevap alamayınca halisülasyon gördüğünü anlar ve başını duvarlara vurur. DoğununBaşbuğu sıfatlı ve metin bir insan olarak tanıtan müvekkilim bugün dahi olayları anlatırken gözyaşlarını tutamamaktadır. 05.04.2012 tarihli celsede Mahkeme salonunda alkışlarla giren BerfoKırbayır ın devam eden acısına şahit oldum. Ancak bu acı sadece Cumartesi annelerine ait değildir. Müvekkillerden Abdulkadir Yanık Mamak cezaevinde 12 gün işkence altında kalmış, itirafta bulunması için annesi Ümmühan Yanık Mamak cezaevine getirilerek dövülmüş, sonrasında gözlerinin önünde oğluna işkence yapılmış, müvekkil bu şekilde işlemediği suçları dahi itiraf etmek zorunda kalmıştır. Duruşma sırasında bir çok kez yaşı büyütülerek idam edilen Erdel Eren örnek gösterilirken darbe yapan bu zihniyet ve işkencecilerin ülkücü Bekir Bağ ı 17 yaşında öldürmek için bu zahmetlere dahi girmemiş, işkence ile Mamak cezaevinde öldürmüşlerdir. Bunlarla beraber darbecilerle işbirliği ile itham edilen Milliyetçi Ülkücü kesimin müdahil olamayacağı iddiası garip bir şekilde sanık müdafilerinden değil, bazı müdahiller ve vekillerinden gelmiştir. Küçük bir kısmına değindiğimiz zulmün muhatapları için ileri sürülen bu iddia hukuk, demokrasi ve özgürlüklerin ortadan kaldırılmasıyla insan haklarının ihlal edildiği gerekçesinin daha çok 185/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 vurgulandığı bu davada nasıl tanımlanabilir bilemiyoruz. Kemal Türkler cinayeti müdahil vekillerinin bir çoğu tarafından işbirliğine örnek olarak gösterilirken 27 Mayıs 1980 tarihinde öldürülen Gün Sazak ı hangi işbirlikçilerin öldürdüğü sorusuna cevap bulmak gerekir. Demokrasi ve özgürlüğün sadece bazı müdahiller vekillerinin yaptığı gibi kendimiz için istersek birilerinin ben daha iyi demokrasi uygularım diyerek darbe yapmasını garip karşılamamalıyız. Bu anlayışla darbe yapan ve dönemin CİA Türkiye şefine göre onların çocukları olan sanıklar gerçekte sadakatlerinin devlet yönetimine de karşı olması gerektiğini unutmuştur. Nato ya bağlılığı konuşmalarında özellikle vurgularken bugün karşımızda olmamakla beraber TCK 146. Ya göre kısaca devlete karşı suç işlemekten yargılanmaktadırlar. Tüm bu nedenlerle müvekkilleriminmüdahilliğine karar verilmesini talep ediyorum dediği,. Müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Şener Akyüz Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli ifadesinde: Ben idam edilen piyade Teğmen Ömer Yazgan ın yakınlarının avukatıyım. Müvekkillerin yakını olan Ömer Yazgan kurmaca bir mahkeme sonucunda idam edilmiştir. Müvekkiller adına müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyorum dediği, Kendi adına ve müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Ömer Öneren Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli ifadesinde: Ben 12 Eylül ihtilali olduğunda Balıkesir de öğretmendim. Her kesimden öğrencimin beğenisini kazanmıştım. Ancak bu beğeni benim başıma daha sonra iş aştı. Sağcısıyla sağcı komünistle komünist oldum. 12 Eylül sonrasında gözaltına alındım: kemal Yazıcıoğlu nun ekip başkanı olduğu yerde işkencelere maruz tutuldum. Daha sonra Balıkesir e götürüldüm. Burada da işkenceler devam etti. Balıkesir de iken Halil Aydın Genç, Miraç Turan, Osman Gezeker, Murat Erhan işkencecilerin başıydı. Bu işkencelerden o kadar etkilendim ki, ceza evinden çıktıktan sonra rüyamda hemen hemen her gece bir polisi öldürür halde kendimi buldum. ayrıca bu işkenceciler öyle bir sistem kurmuşlardı ki sahte raporlar ve belgeler tanzim etmek suretiyle bir yandan da kendi terfilerini kolaylaştırıyorlar ve hızlıca mesleklerinde yükseliyorlardı. CMK nun 8 ve 279. Maddeler dikkate alındığında Mahkemeniz sadece bu iki sanıkla ve bu suçlarla bağlı kalmamalı ve kovuşturmanın genişletilmesini sağlayarak 12 Eylüle karışan tüm yetkililer ile işkenceye karışan kişi ve amirler hakkında da dava açılması sağlanmalıdır. Şahsımın ve vekili olduğum kişinin müdahilliğine karar verilmesini talep ediyorum dediği, Müdahale talebinde bulunan İsa Tekin Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli ifadesinde: Ben daha önce ayrıntılı dilekçe vermiştim o dilekçemi tekrar ediyorum. 12 Eylül de Diyarbakır cezaevinde bulundum büyük işkencelere maruz kaldım. İddianamede bir kısım işkence türünden bahsedilmektedir. Ancak benim şahit olduğum gayri müslimlerin zorla sünnet ettirilmesi ve benzeri akla hayale gelmeyecek pek çok işkence metodu daha uygulanmıştır. Davanın bu iki sanıkla ve suçla sınırlanmaması, genişletilmesi gerektiğini düşünüyorum ve sanıkların tutuklanması ile müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği, Müdahale talebinde bulunan Temel Demirer Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli ifadesinde: Ben daha önce yazılı beyanda bulunmuştum tekrar ediyorum. Öz itibarıyla 12 Eylülün esas itibarıyla ekonomik sebeplerle gerçekleştirildiğini düşünüyorum ve 12 Eylüle sebep olan sermayenin TÜSİAD ve dilekçemde belirttiğim diğer hususların ve daha geniş olarak düzenin yargılanmasını ve müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği, Müdahale talebinde bulunan Elif Torun Öneren Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli ifadesinde: 186/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Ben az önce ifadesi alınan Av. Ömer Öneren in eşiyim. Dolayısıyla onun yaşadığı tüm acılarabizzat şahit oldum. Kardeşim Sabit Torun 12 Eylül öncesinde faşistler tarafından öldürülmüştür. Emin Aslan bir afişleme sonrasında yakalandığında vurulmuştur: Hastaneye götürüldüğünde doktor devrimci olduğunu öğrenince öğrendiğime göre elleriyle iç organlarını karıştırmıştır: Yine arkadaşım Mehmet Ali Kılıç ile bir başka arkadaşı gözaltına alındıktan sonra elektrik verilmek suretiyle şikence ile öldürülmüşlerdir. Tüm bu açılar ancak Mahkemenizce adil ve tüm sorumluların yargılanmasıyla mümkün olduğunu düşünüyorum ve mahkemenizdeki yargılamanın sembolik olmasını düşünüyorum dediği, Müdahale talebinde bulunan Rahmi Yıldırım Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli ifadesinde: Ben daha önce yazılı savunmada bulunmuştum. Onları tekrar ediyorum. 12 Eylül olduğunda ben Çanakkale 116. J. Kışlasında göz hapsinde bulunuyordum. O tarihte Teğmendim. Daha sonra cezam tamamlandı. Bir süre sonrada Çan ve Yenice bölgesinde Bayrak harekatı ile öngörülen uygulamaları gerçekleştirmekte görevlendirildim. Benden önce bu görevi yürüten komutanın pek çok olumsuz hareketinin olduğu ve büyük tepkiler doğması üzerine benim görevlendirildiğimi anladım. Ben hukuk çerçevesi içerisinde kalarak faaliyette bulundum. Bunun dışında bu davanın yeterli olmadığını, 12 Eylülün tüm sorumlularının sanık olması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca darbeden tüm toplum kesimleri zarar gördüğü gibi en büyük zararlardan birini de Türk Silahlı Kuvvetleri kendisi görmüştür. Müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği. Gerek görülmekle sorulduğunda: Ben 12 Eylül olduktan 3 gün sonra göz hapsinden çıktım. Bayrak harekat planı kapsamında o tarihte sakıncalı olarak görülen sendika, dernek vb. Kuruluşların başkan ve yönetim kurulu üyelerinin toplanması konusunda genel bir talimat vardı. Bende bu talimat üzerine mahalli jandarma komutanlıklarınca oluşturulan listelere göre kişilerin toplanmasına nezaret ettim. Birebir isimler listelerde benim hatırladığım kadarıyla yoktu. Hatırladığım kadarıyla sağcı-solcu fark etmeden milliyetçi kuruluşlardan dadahil olmak üzere belli kişileri düğün salonuna topladık. Ben elimden geldiği kadarıyla kimseye işkence yapmadım. Benden önceki komutanın özellikle hanım emekçilere karşı uygunsuz hal ve hareketler içine girmesi sebebiyle geri çekildiğini öğrenmiştim. Ben Çan bölgesine görevlendirildiğimde ayrıca sanıklardan Ali Tahsin Şahinkaya nın eşi Sema hanımın hatırladığım kadarıyla %4 oranında Çanakkale seramik fabrikasına ortak olduğunu da duymuştum. Bize ayrıca özel olarak Çanakkale Seramik fabrikasının misafirhanesinde yer ayrıldı. Ben emrimdeki 48 kişilik kuvvetle burada kaldım. Bir yandan bu yerin konumu sebebiyle Çan ilçesinin giriş çıkışını tuttuk. Diğer yandan da bu fabrikayı bir nevi çalışanlarına karşı korumuş olduk. Yukarıda belirttiğim üzere hanım emekçilere karşı uygunsuz davranışlar içerisinde olduğunu öğrendiğim şimdi ismini hatırlamadığım komutan daha sonra merkeze çekilmişti hakkında bir dava açıldığını hatırlamıyorum , ayrıca 12 Eylülün ardından bir nevi ben Yenice ilçesinde protokolde birinci sıraya çıktım. Kaymakam dahi benim arkamda kaldı. Ayrıca yukarıda belirttiğim değişik kurum ve kuruluşların yöneticilerin isim listesini gerektiğinde mevcut idari kadrodan ve belgelerden temin ediyorduk dediği, Müdahale talebinde bulunan Zübeyde Kılıç Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli beyanında: 12 Eylül sonrasında gözaltına alındım. DAL grubunda işkencelere maruz kaldım. Baskı ve tacize uğradım. Ancak benim bireysel olarak uğradığım bu zulmün dışında 12 Eylül en büyük zararı ülke halklarına vermiştir. 12 Eylül düzeninin en büyük zararı diğer bir yandan eğitim sistemine olmuştur. Getirtilmek istenen Türk İslam sentezi ile tek tipçi eğitim anlayışı ülkenin eğitim kalitesini bozmuştur. Bunların dışında 12 Eylül düzeninin getirdiği tüm kurul ve kuralların ortadan kaldırılabilmesi açısından bu davayı önemsiyorum. Ancak bu dava iki 187/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 sanıkla ve bir suçla sembolik olarak kalmamalı, 12 Eylül askeri darbesinden sorumlu olan diğer şahıslar ile sanıkların işledikleri diğer suçlarında kapsamına alacak şekilde genişletilmesini ve müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği, Müdahale talebinde bulunan Mehmet Yürek Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli beyanında: Ben daha önceki dilekçemi tekrar ediyorum. 12 Eylülün özellikle üst kademesinden iki kişinin bu davaya yargılanmasını önemsiyorum. Ve bunun dışında işkenceden sorunlu olduğunu düşündüğüm ve bana ve aileme de bu şekilde zararlar veren kişilerinde ayrıca ve ayrı davalarla yargılanmasını ve bu şekilde etkin bir soruşturma yürütülmesi gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca bu konuda yazılmış bir kitabımı da mahkemenize ibraz ediyorum. Müdahilliğime karar verilsin dediği, Nurettin Yılmaz Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihlibeyanında: Bende müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum. Bu konuda yazdığım kitabı ibraz ediyorum dediği, Naci Sönmez Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında: Ben dönemin Fatsa belediye başkanı Fikri Sönmez in oğluyum. Mahkemece bizden belge istenmektedir. Oysa babama otopsi yapılmadı, cenazesi bize doğru düzgün gösterilmedi, selası yarım kesildi. Sonuç itibarıyla Fatsa olayları 12 Eylül darbesinin provasının yapıldığı olaylardır. Benim bu davaya müdahilliğime karar verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Aksi takdirde davanın göstermelik bir dava olacağını düşünüyorum. Ayrıca olayları bizzat yaşayan kişiler hala hayattadırlar. Gerektiğinde bunlarda dinlenebilir dediği, Hasan Hüseyin Çatalkaya Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde: Ben Metris cezaevinde büyük işkenceler gördüm. Ayrıca Süleyman Cihan ın öldürüldüğüne de adeta tanıklık ettim. Müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği İpekGür Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde: Ben Diyarbakır zindanlarında ölen Orhan Keskin in ablasıyım. Kardeşim bağlamında Diyarbakır cezaevinde yaşanan olayların tek başına ortaya konması dahi bu davayı bence aydınlatacak boyuttadır. Davaya müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği. Ufuk Uras(Kendi adına veEşitlik ve Demokrasi partisiüyesi) Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Partimizin vekilleri daha önce beyanlarda bulunmuşlardır onları tekrar ediyorum. 12 Eylül Askeri darbesi ile siyasi partiler kapatılmıştır. Daha sonrada 12 Eylülün gölgesi siyasetin üzerinde devam etmiştir. Bizde parti olarak bu gölgeden etkilendik. Ve bu bağlamda zarar gördük. Parti olarak müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyorum dediği, Ali Serdar Can Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde: Dilekçemi tekrar ediyorum. Bende Diyarbakır zindanlarında işkence gören bir kişiyim. Bugüne kadar gündeme getirilmedi Diyarbakır cezaevinin ayrıca birde ekonomik boyutu vardır. Bizlerin ve cezaevinde olmamız sebebiyle zaten ekonomikmen mağdur olan ailelerimiz birde cezaevi uygulamaları ile ekonomik olarak mağdur edilmiştir. Yiyecek diyemeyeceğimiz nitelikteki gıdalar fahiş fiyatlarla bize satılmıştır: ben işkence yapan subay, astsubay, gardiyanların yanında bu ekonomik uygulamaları yapan kişilerinde yargılanmalarını istiyorum . Ali Osman aydın isimli görevli bu işten adeta zengin olmuştur. Mal varlığının da 188/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 araştırılmasını istiyorum dediği, Aysel Yukarıgöz Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Ben idam edilen Ramazan Yukarıgöz ün annesiyim. Kenan Evren eğer yaptığı işlerin doğru olduğuna inanıyorsa, davasına sahip çıksın. Gelsin kendisini burada savunsun dediği, Mustafa Durna Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Ben müdahale dilekçemin ekinde birde rapor sundum. Bu raporun özelliği askeri hastanece verilmiş bir rapor olmasıdır. Bendeki işkence izlerine ortaya koymuştur. sanıklardan şikayetçiyim ülkeye büyük zararlar vermişlerdir: müdahilliğime karar verilsin dediği, İsmail Uyar Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Ben 12 Eylül darbesinin ardından gözaltına alındım. İşkence gördüm. Bir fırsatını bulup cezaevinden kaçtım. Asıl mağduriyetimde bundan sonra başladı. Bana ulaşamayanlar babamı karakola çağırdılar kendisine değişik işkenceler ettiler. Ailenin kadınlarına tecavüz edeceklerini söylediler. Bu baskılara dayanamayan inançlı babam bir caminin minaresinden kendisini atarak intihar etti. Bize bu olayları sanıkların başında bulundukları 12 Eylül ihtilali yaşatmıştır. Sanıklardan şikayetçiyim. Davaya müdahilliğime karar verilsin dediği, Hasan Coşar Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde 12 Eylülün olduğu dönemde ben 18 yaşındaydım. 12 Eylülün ardından köylere baskınlar yapıldı. İnsanlar köy okullarında ve odalarında adeta işkenceden geçirildiler. Bende bunları o tarihlerde izledim. Hakkımda hiçbir isnat olmadığı halde haksız yere gözaltına alındım. 1980 darbesinin ardından halk oyuna sunulan Anayasa ya hayır dediğim içinde mağduriyetime neden oldular. Tüm bu yaşananlar karşısında müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği, İsmail Ağbaba Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde 12 Eylül ile birlikte mağdur oldum. Değişik tarihlerde gözaltına alınıp işkence gördüm mağdur oldum. müdahilliğime karar verilsin dediği, Mehmet Veysel Temel Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde 12 Eylülün ardından ben kardeşim Ali Temel cezaevinde işkence gördüm. Annem Gülten ile bu dönemde dedemdemağdur edildi. Diyarbakır cezaevinin sembol işkencecisi Esat Oktay Yıldıran başta olmak üzere bu davanın ona ve diğer ilgili kişilere de uzanması gerektiğini düşünüyorum ve davaya müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği, Sakine Arat Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Ben Cemal , Murat ve Tacettin Aras ın annesiyim. Her üç oğlumda 12 Eylül ün mağdurudur. Oğullarımın bir suçu var ise zaten cezaevinde bulunuyorlardı. Yargılanabilirlerdi, ancak 12 Eylül yöneticileri bunun yerine işkenceyi tercih etmişlerdir. Ve oğullarım dolayısıyla onları ve beni mağdur etmişlerdir. 12 Eylülün mağduru olarak bu davaya müdahil olmak istiyorum. Ve bu yaşta ben Diyarbakır dan buralara kadar geldiğime göre sanıklarında Mahkemeniz huzuruna getirtilerek ifadelerinin alınmasını talep ediyorum dediği, İbrahim Akın Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde 189/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Ben 12 Eylülün ardından vurularak yakalandım. Ancak 12 Eylülün mantığı insanları yargılamak ya da yaşatmak değil, öldürmek üzerine kurulu idi. Ben yaralı olduğum halde televizyonlarda ve gazetelerde öldüğüm haberleri yaptırıldı. 86 gün boyunca bu işkence devam etti. Ailem dahi beni öldü zannetti. Bu sadece benim yaşadığım bir olay değil, başka kişilerce de yaşanmış olaylardır. Davaya müdahil olmak istiyorum ve sanıkların huzurunuzda ifade vermeleri gerektiğini düşünüyorum dediği, Reşat Demirçin Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Ben 12 Eylül darbesinin ardından cezaevinde pek çok işkencelere maruz kaldım. Cezaevinde olan bizlerin yanısıra dışarıda olan ailelerimizde aynı acıları paylaştı. Bugün Kenan Evren in yaşında olan o dönemdeki büyüklerimiz bizleri ziyarete geldiklerinde 20 yaşında olan jandarma erleri tarafından verilen emirler doğrultusunda itilip kakıldılar. Biz sanıkların böyle bir hale maruz kalmalarını istemiyoruz. Ancak ölmüş insanların dahi ruhlarının huzur bulması açısından sanıkların mahkemenize getirtilmek suretiyle ifadelerinin alınmasını ve davaya müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği, Recep Şeftalidalı Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Bende Diyarbakır zindanlarında işkence gördüm. İşkencenin yarattığı ruh haliyle 4 arkadaşımın kendilerini ateşe verdiklerini gördüm. Bugün Milletvekili olan Altan Tan ın babası Bedii Tan ın işkence altında öldürüldüğünü biliyorum. Tüm bu yaşananları bir nebze olsun giderilebilmesi adına davaya müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği, İsa Tekin Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Ben Diyarbakır zindanlarında işkence gördüm. Ayrıca Diyarbakır zindanlarında gerçekleştirilen işkenceleri anlatan kitapları da biraraya topladım ve bunları da Mahkemenize ayrıca sunuyorum. Cezaevine girdiğim süreçten bugüne kadar hep kara rüyalar gördüm. Sanıklar hakkında bu davanın açılmasıyla rüyalarım siyah beyaza dönüştü. Sanıkların huzura getirtilip ifadelerinin alınmasıyla rüyalarımın renkli rüyalara dönüşeceğini düşünüyorum ve müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği, Mehmet Uysal Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Ben İzmir de terzi dükkanı iken gözaltına alındım. 3,5 ay haksız yere gözaltında kaldım. 6-7 ay sonra beraat ettim. Pek çok yaşlı insan çocuğunun ve yakını adına bugün salonunuza gelmiştir. Onlar buraya gelebildiğine göre sanıklarında buraya getirtilip ifade verebileceklerini düşünüyorum ve davaya müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği, Yasin Keskin Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Ben bu davada sadece iki sanığın değil 12 eylül darbesine katılan tüm yetkililerin yargılanmasını talep ediyorum. Davaya müdahilliğime karar verilsin dediği, Adnan Baran Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Ben Çorum olayları sebebiyle yargılandım ve haksız yere de mahkum oldum. Çorum olayları 12 Eyülüle giden süreçte ihtilali hazırlayan ve toplum nezdinde ihtilalin meşru görülmesi için yapılmış bir harekettir. Bu milletin evlatlarını birbirine kırdıran 12 Eylül zihniyetinin tüm açıklığıyla ortaya çıkarılmasını ve davaya müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği, 190/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Sabriye Tuncay Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Benim kardeşim Özgüç Tuncay Fatsa olayları sonrasında ortadan kaybolmuştur. Biz kendisinin cesedini uzun araştırmalar sonucunda ve 3 ay sonra belediye mezarlığında bulduk. 4 kız kardeş mezarını açtırdık, müslüman geçinenlerin kardeşimi sadece kiloduyla gömdüklerini gördük. Ve kardeşim killi toprağında etkisiyle adeta mumyalaşmıştı, diğer erkek kardeşimin cezaevinde olması, babamın ise kardeşlerimin durumuna üzülmesinin ardından bitkisel yaşama girmesi ve 10 gün sonra vefat etmesi sebebiyle bu olayların takibi biz kız kardeşlere kalmıştı. Esas itibarıyla burada ben sanıkların değil, 12 Eylül zihniyetinin ve bu zihniyeti yaratan sistemin yargılanması gerektiğini düşünüyorum ve davaya müdahilliğime karar verilmesini istiyorum dediği, Berfo Kırbayır Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Ben Cemil Kırbayır ın annesiyim. Oğlum 12 Eylülün ardından ortadan kaybedilmiş ve bu durum devletçede kabul edilmiştir ancak hala oğlumun cenazesi bana verilmedi. Oğlumun cesedinin nerede olduğunu da öğrenemedim. Ben anneyim ve üzgünüm, Kenan Evren inde peşindeyim. Bizler buraya ne şartlarla ve zorluklarla geldik, sanıklarında ve özellikle Kenan Evren inde buraya getirtilmesini ve bu sözlerimi onunda duymasını istiyorum dediği, Devrimci Demokratik Kültürderneği vekili Av. Mevlüt Şener Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Dilekçemizi tekrar ediyoruz. Biz bu davanın arkasında 12 Eylülde yapılan referandum ile ortaya çıkan halk iradesi ile bu iradenin ortaya çıkmasını sağlayan siyasi iradenin bulunduğunun bilincindeyiz. Dolayısıyla halkın iradesi neticesinde değişen Anayasa uyarınca açılan ve devam eden bu davanın her türlü şovdan ve siyasi kaygıdan uzak tutulmak suretiyle sonuca ulaştırılması gerektiğini düşünüyoruz ve davaya müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz dediği, Av. Mehmet Karadağ Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Ben Latif Gökkaya ve Yıldırım Çabuk müdafisiyim. Müvekkiller adına daha önce dilekçe vermiştim. Bu dilekçemi tekrar ediyor ve müvekkillerin müdahilliğine karar verilmesini talep ediyorum dediği. Katılan Baskın Oran müdafi Av. Oya Aydın Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında: Ben Baskın Oran müdafisiyim. Müvekkilim A. Ü. SBF. De yardımcı doçent iken. Sıkıyönetim komutanlığının kararı ile görevi sonlandırılmıştır. Bu konuda biz belgeyi de dilekçemiz ekinde sunmuştuk. Müvekkilin davaya müdahilliğine karar verilmesini talep ediyoruz. Ayrıca o dönemde bir kısım Üniversite rektörü, dekanı, YÖK e ve MİT e müzekkereler yazmak suretiyle kendilerine göre sakıncalı gördükleri bir kısım üniversite öğretim üyesinin görevden alınmasına sebep olmuşlardır. Bizce buşekilde davranan üniversite yöneticileri darbenin sivil kanadını oluşturmaktadırlar. Davanın onları da kapsayacak şekilde genişletilmesini de talep ediyoruz , ayrıca bu tarz başvuruların olup olmadığının tespiti açısından da YÖK e ve MİT e müzekkere yazılmasını talep ediyoruz dediği, Av. İmdat Balkoca Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Ben 68 liler dayanışma derneğinin avukatıyım. Dernek adına dilekçe vermiştik ve ayrıca açıklayıcı mahiyette dilekçe verdik. Müdahillik kavramının geniş yorumlanmak suretiyle müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyorumayrıca darbeler 3-5 generalin 191/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 yapacağı işler değildir. ArkasındaAmerika ve işbirlikçileri vardır dediği, Av. Halis Yıldırım Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Oğuzhan Müftüoğlu ve arkadaşları vekiliyim. Celse arasında açıklayıcı mahiyette dilekçe ve mahkeme kararı da sunduk. Müvekkil bizzat kendi işkencecisini tespit etmiş ve resmini çizmek suretiyle yargılanmasına yardımcı olmuş. Ancak 12 Eylül zihniyeti bu dava sırasında devreye girmiş dava hakimin değişmesini sağlamış., Bu hususları dilekçemizde anlattık: dilekçemiz doğrultusunda müdahilliğlimize karar verilmesini talep ediyorum dediği Av. Rıfat Bacanlı Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Erdem Şenocak müdafiyim. Daha önce ayrıntılı dilekçe verdik. Müvekkilim MHP Ana davas ı olarak bilinen davada yargılanmış uzun süre tutuklu kalmıştır: Dilekçemizde yer verdiğimiz üzere müvekkile işkence yapan kişi daha sonra basına verdiği beyanatta işkenceyi itiraf etmiştir. Müvekkile yapılan işkenceler sistematik işkence kararının sonucudur. Müvekkilin müdahilliğine karar verilmesini talep ediyorum dediği, Av. Fahrettin Uğur Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Ben Abdurrahman Demir'in vekiliyim. Müvekkilim işkence neticesinde iki ayağını kaybetmiştir ve kendisi şu an bu haliyle Hakkari den huzurunuza gelebilmiştir: müvekkil bu halde huzurunuza gelebildiğine göre sanıklarında gelebileceklerini düşünüyorum. Müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyorum dediği, Abdurrahman Demir Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Ben Çukurca nın Narlı köyündenim. 12 eylülün arkasından haksız yere gözaltına alındım işkenceden geçirildim. Ayaklarımdan büyük hasar gördüm. Avukatımın beyanlarını tekrar ediyorum. Müdahilliğime karar verilsin dediği, Av. Yunus Akyol Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Ben 12 Eylülün ardından 11 ay tutuklu kaldım. Benzer konumda başkaca arkadaşlarımda vardı.Daha sonra beraat ettim. Beraat kararını daha önceki dilekçe ekinde sundum. Mahkemece itibar edilecek belgeler arasında bu beraat kararı yer almıyorsa ben ne gibi bir belge ibraz etmeliyim. Bu belgenin kaybolma ihtimaline binaen dilekçem ekinde tekrar sunuyorum, ayrıca Tahsin Şahinkaya nın mal varlığına tedbir konulması talebini de tekrarlıyorum dediği, Av. Hasan İlter Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanınnda: Ben kendi adıma ve müvekkiller adınabeyanda bulunacağım. Darbe düzeni tam bir hukuksuzluk düzenidir. Dolayısıyla bu dönemde mahkeme kararına dayansa da özgürlüklerin kısıtlanmış olması da bence hukuszudur. Dolayısıyla bu dönemde haksız gözaltı ve tutukluluk durumunda kalan kişilerin tümünün davada müdahil olması gerektiğini düşünüyorum. Diğer yandan Doğan Eşlik benim müvekkilimdir. Kendisi vatani görevini yapmak üzere askere gelmiştir. Ancak kendisine gardiyanlık görevi verilmşitir ve önce kendisi işkenceye maruz tutulmuştur. Daha fazla işkenceye maruz kalmamak için komutanlarının yönlendirmesi ve diretmesi ile bir kısım işkence eyleminde bulunmuştur. Bunu da daha sonra açık yüreklilikle ifade etmiştir. Beyanlarımızın dikkate alınması ve müdahilliğimize karar verilmesi, ayrıca halen 12 Eylül öncesi olaylarla ilgili olarak yargılanan ve cezaevinde bulunan kişiler vardır: bu yönde verilmiş aleyhe kararların mahkemenizce verilecek bir karar ile yok hükmünde 192/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 sayılmasına karar verilmesini ve sanıklar hakkında yakalama kararı çıkartılmasını talep ediyorum dediği, Av. Barış Dirik ( Eşitlik veDemokrasi partisi adına) Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde Daha önce verdiğimiz müdahillik dilekçesi ile açıklayıcı mahiyetteki dilekçemizi tekrar ediyoruz. Partimiz her ne kadar yakın zamanda kurulmuş ise de 12 Eylülün getirdiği sistem halen bizce devam etmektedir. Bununda ötesindepartimiz 12 Eylül referandumunda evet yönünde aktif faaliyette göstermiş. Referandumun sonuçlanmasının ardından sanıklar hakkında suç duyurusunda bulunmuşlardır her ayın 12 sinde sembolik faaliyetlerimiz devam etmektedir. Bu bağlamda müdahillik kavramının göre yorumlanmasını istiyoruz. Esas itibarıyla 12 Eylül döneminde yaşayan herkesin bu suçun madğuru olması nedeniyle en azından darbeye karşı mücadale eden veya darbe mağduru olup biraraya gelerek örgütlenen kişilerin tüzel kişilik aracılığıyla müdahillik kavramından yararlanmalarına karar verilmesini talep ediyorum dediği, Av. Hasan İlter Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli ifadesinde Adli Tıp Kurumunun raporunu kabul etmiyoruz. 1960 veya arkasanüoarn yapılan diğer darbelerle darbe zihniyeti ülkeye yayılmış ve pek çok kuruma sirayet etmiştir. Bu açıklamlar da dikkate alındığında Adli Tıp kurumunun raporuna güvenilemeyeceğini düşünüyoruz ve daha önceki taleplerinize dönülerek sanıklar hakkında yakalama kararı çıkarılmasını ve Türk yargısının da en az Mısır yargısı kadar darbe konusunda etkin olması gerektiğini düşünüyoruz, dediği, Av. Muharrem Özkaya Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli ifadesinde Sanıklar askeri darbeden yargılanmaktadırlar ve halen Askeri Hastahanede bulunmaktadırlar. Adli Tıp Kurumuna dayanak belgeler de Askeri Hastahanede hazırlanmıştır. Dolayısıyla bu nitelikte ki bir rapora itibar edilmesi mümkün değildir. Bağımsız bir hastahaneden rapor aldırılmasını talep ediyoruz dediği, Av. Turgut İnal Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli ifadesinde Daha önce vermiş olduğumuz dilekçeleri tekrar ediyoruz. 10 yıl önce Muğla da Kenan Evren hakkında bir ceza davası açılmasına sebep oldum. O dönemde dahi Kenan Evren Mahkemeye getirilemez şeklinde bir zihniyet vardı. Ben bu zihniyeti yıkmaya çabaladım. Gerçekten de Kenan Evren getirtilemeden gıyabında beraat kararı verildi. Bugün de kamuoyunda Kenan Evren in Mahkemeye getirilemeyeceği yönünde bir kanı yerleşmiştir. Mahkemenizce alınacak karar ile bu kanının yıkılmasını ve sanıkların huzurda savunmalarının alınmasını talep ediyoruz, dediği, Bir kısım müdahale talebinde bulunanlar vekili: Av. Medeni Ayhan Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli ifadesinde Ben Ramazan Çelik, Şükrü Akbal, Hasan Çelik, İbrahim Batum, Şükrü Arslan ve Hikmetullah Özmen vekiliyim. Bu müvekkiller adına müdahale talebinde bulunuyorum. Müvekkillerin ortak özelliği Kürdistan Ulusal Kurtuluş Örgütü (KUK) üyesi olmaktan yargılanmaları ve bu dönemde işkenceye maruz kalmalarıdır. Dilekçemizi tekrar ediyoruz ve müvekkillerin müdahilliğine karar verilmesini talep ediyoruz, dediği, Av. Gülcan Gecegider Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli ifadesinde Adli Tıp Kurumunun raporunu kabul etmiyoruz. Tarafsız ve bağımsız bir kurul 193/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 oluşturulmasını ve gerekli raporun bu kuruldan alınmasını talep etmekle birlikte esasında yüz yüzelik ilkesi de dikkate alındığında sanıkların huzurunuza getirilerek ifade vermelerinin sağlanmasını talep ediyoruz dediği, Av. İlyas Danyeli Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli ifadesinde Sanıklar savunmalarında Kurucu İrade olmaları sebebiyle yargılanamayacaklarını ifade etmiştir. Kenan Evren bu devleti ben kurdum demiştir. Adli Tıp Kurumunda da darbe zihniyetinin devam ettiğini görüyoruz ve Adalet Bakanlığına bağlı olan bu kurumun verdiği raporu kabul etmiyoruz. Sanıkların yakalama kararı çıkarılmak suretiyle huzurunuza getirilerek savunmalarının alınmasına karar verilmesini talep ediyoruz, dediği, Av. Medeni Ayhan Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli ifadesinde Celse arasında verdiğimiz müdahale taleplerimizi tekrar ederiz. Anayasa değişikliği topluma anlatılırken bu değişiklik sonrasında bir daha ülkede darbe yapmanın düşünülemeyeceği siyasilerce ifade edilmiştir. Bu davanın göstermelik kalmaması açısından ve yine darbenin insana ve topluma karşı esasen yapılmış olması karşısında iddianameye ek yapılmalı, işkence insanlığa karşı suç, soykırım suçlarının davaya ilave edilmesi gerekir. Diğer yandan bizce darbe Türkiye sağ ve soluna karşı yapılmakla birlikte esas itibarıyla Kürtleri ve Alevileri sindirmek amaçlı yapılmıştır. Bu hususları tekrarlıyoruz, ddiği, Av. Yaşar Kaya Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli ifadesinde KCK soruşturmaları dosyalarıyla tutuklu olduğum için tahliye edilinceye kadar davaya girememiştim. Bu gün itibarıyla Cemil Kırbayır yakınlarının avukatı olarak duruşmaya giriyorum. Darbe suçu TCK ya göre 20 yıllık zaman aşımına tabidir. Dolayısıyla bu dava darbe suçu yönünden zaman aşımına uğramıştır. Esas itibarıyla Mahkemeniz bu sebeplerle iddianameyi dahi kabul etmemeliydi. Bu dava ancak insanlığa karşı suç kapsamında değerlendirilerek devam edebilirdi. Diğer yandan 6352 Sayılı Yasa ile Mahkemenizin yetkileri kaldırılmıştır. Bu kapsamda arkanızda siyasi destek de kalmamıştır. Bu davayı Mahkemenizin hakkıyla yürütebilmesi açısından en azından hukuki desteğin sağlanması için 6352 Sayılı Yasa yönünden Anayasa Mahkemesine başvurmanızı talep ediyorum. Diğer yandan KCK soruşturmaları kapsamında pek çok insan tutuklanmış ve binlerce insan Mahkemeye getirtilerek ifadelerine başvurulmuştur. Yaklaşık 9 ay geçmesine rağmen sanıkların Mahkemeye getirtilip ifadelerinin alınamamalarını büyük bir eksiklik olarak görüyorum ve bu kapsamda heyetinizi de red ediyorumdediği, Müdahale talebinde bulunanDernek vekili: Av. Kerem Dikmen Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli ifadesinde Ben Siyah Pembe Üçgen İzmir Cinsel Yönetim ve Cinsiyet Kimliği araştırmaları ile ayrımcılığına karşı dayanışma derneği vekiliyim. Bu konuda müdahale dilekçesi hazırladık. Müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz, dediği, Müdahillik talebinde bulunan Ganimet Aktaş Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli ifadesinde Oğlum 12 Eylül ihtilali sonrasında haksız yere idam edilmiştir. Bu yüzden davacıyım ve müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum, dediği, Av. Gökçesu Özgül Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli ifadesinde: Daha önce bazı meslektaşlarımızın da belirttiği üzere 1980 askeri darbesi 1990 lara kadar etkisini sürdürmüş, göz altında kayıp ve işkenceler ile zaman içerisinde faili meçhul 194/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 cinayetlere dönüşmüştür. Bu olaylarda sanıklarında mesul olduklarını düşünüyoruz. Sanıkların tutuklanmalarını talep ediyoruz dediği, Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli ifadesinde: "Sayın meslektaşlarım da kurucu iktidarın yargılanabiliyor olması ile ilgili sözlerini söylediler. Bizde aynı kanaatteyiz ama ufak bir ek yapmak istiyorum sadece. Kurucu iktidarlar elbette ki yargılanabilir öncelikle bu kurucu iktidarın nereden çıktığına bakmak gerekiyor. Bir hukuk boşluğu söz konusu olması lazım. Anayasının ilga edilebilmesi için. Aynen Türkiye Cumhuriyetinde 1980 döneminde olduğu gibi. Yani kimse kalkıp iktidarı Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya ve Anayasayı değiştirenlere vermedi aslında. Onlar cebir şiddet yolu kullanarak bu değişikliği yaptılar. En büyük özelliği yani kendi yarattıkları iktidarların en büyük özelliği hukuk dışılığın söz konusu olması, ama biz tabiiki müdafiden beklemiyoruz ki yani TCK.'nın 147. Maddesini doğrudan ihlal etmişlerdir bu sebeplede bunu yaparken binlerce kişinin ölümüne sebep vermişlerdir. İdamlara ve işkencelere ölümlere sebep vermişlerdir demelerini beklemiyoruz. Ama bugün müdahil avukatların da burada olma sebebi budur. Yani biz açıkçası müvekkillerimiz bu suçtan bu şekilde zarar gördükleri için buradayız. 1961 Anayasasının ilgası 27 Ekim 1980 de pardon 2324 Sayılı kanun ile gerçekleşiyor. Hepinizin bildiği üzere MGK .'nın çıkardığı kanun 28 Ekim 1980 tarihinde resmi gazetede yayımlanıyor aynı zamanda. Ve bu şekilde 1961 Anayasası ilga edilmiş oluyor. Bu çok açık bir suç. Suçun işlendiği de resmi gazetede yayımlanan kanıtı ile beraber karşımıza çıkıyor. Zaten bu zamana kadar yargılanamamama sebepleri de zaten biliyorsunuz kendi kendilerine koruyucu zırh olarak ilan ettikleri Anayasanın geçici maddesiydi. Batı demokrasilerinde darbe Anayasalarının devam ediyor gibi bir durum olması söz konusu değil. Ayrıca dünyada da yargılamalar yapıldı. 1975 Yunanistan, 2004 Şili, 2011 Pakistan, 1981 Arjantin. Burada bu yargılama ilerlemeden Türkiye demokrasi adına gerçek bir tek adım bile atamayacak. Bizim burada müvekkillerimizin başka dosyalarda var. Orada kayıplarda söz konusu. 1980 döneminde göz altında kaybedilenlerin en azından kendi tarafımızdan söyleyelim. Bunların bir sonuca varması için bugün bu yargılamanın burada ilerlemesi ve gerçekten mahkumiyet ile sonuçlanması gerekmektedir. Teşekkür ediyorum. " Demiştir. Av. Gökçesu Özgül Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında: "Çok kısa birşeyler söyleyeceğim. Esas hakkında. 1961 Anayasası 27 Ekim 1980 tarihinde ilğa edildi Milli Güvenlik Konseyinin çıkardığı ve Resmi Gazetede 28 Ekim'de yayınlanan kanunda. Bu durum zaten kanaatimizce dosya konusu fiillerin bir suça tekabül ettiğini göstermektedir ama bu zamana kadar yani önünüzdeki dosyaya kadar herhangi bir yargılamanın yapılamaması da tabiki Anayasada'ki sanıkların kendilerine koruyucu zırh olarak öngördükleri kanun maddesi sayesinde olmuştur. Anayasa kaldırılmış olduğuna göre biz burada bir kurucu iktidardan bahsediyoruz ve kurucu iktidarın doğması için bir hukuk dışılık olması lazım. Zira kurucu iktidarın en büyük ve en önemli özelliği bu. Bu hukuk dışılıkta sanıklar tarafından bir askeri darbe yapmak yoluyla gerçekleştirilmiştir. Bu askeri darbe kapsamında sistematik işkence suçu işlenmiş. Bu doğrultuda binlerce kişinin ölümüne sebebiyet verilmiş, tesadüfen ölmeyenlerde gözaltında işkence ve sair fiillerden geçirilmişlerdir, çeşitli hak kayıplarına uğramışlardır. Halen daha aralarında ülkelerine dönemeyenler bulunmaktadır. Dünyaya baktığımızda çağdaş batı demokrasilerinde de darbe anayasası ile yürütülen herhangi bir ülke olmadığını görüyoruz. Üstüne üstlük 1975'te Yunanistan 1981'de Arjantin, 2004'te Şili ve 2011'de Pakistan'ın darbe anayasaları ile yüzleştiğini ve bir yargılama yaptığını görüyoruz. Demek ki bu Türkiye'de de yapılabilir, bizim için de geçerli olabilir. Biz bugün burda 12 Eylül'ün mağduru değil ama muhatabı olan birinin ailesinin vekili olarak bulunmaktayız, Cemil KIRBAYIR'ın. Cemil KIRBAYIR 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ilk işkence sonucu gözaltında kayıbıdır. Bugün halen daha 195/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 kemiklerine ulaşamamış durumdayız. Benim söylediğim şeyler şahsi kanaatim sonucu çıkarttığım şeyler değil , Meclis İnsan Hakları komisyonunun bir raporu var , 2011 tarihinde hazırlanmış, 247. Piyade Alay Komutanlığı tarafından alınıp 9. Kolordu sıkı yönetim komutanlığına bağlı Kars gözetim evine götürülüp Polis, Asker ve Mitmensuplarının içinde olduğu bir sorgu ekibi tarafından işkenceye uğratıldığını ve Karsta hayatını kaybettiğine dair bir rapor bu. Bu konuda da şu an Kars Cumhuriyet Başsavcılığında da bulunan bir soruşturma var ama bu soruşturmayla ilgili herhangi bir ilerleme kaydedemedik, üstelik Başbakanlık Mit mensupları ile ilgili soruşturmaya dair izin vermesine rağmen geçtiğimiz sene Kasım ayında izin vermiş olmasına rağmen bir yol katedemedik. Bunun sebebi de tıkanıklığın sebebi de hukuki süreç değil tamamen bunun politik bir dosya olmasından ileri gelmektedir, siz burada tarihi bir karar vermediğiniz müddetçede burada bir ilerleme ile karşı karşıya kalamayacağız. Türkiye 12 Eylül 1980 askeri darbesinden hemen sonra gözaltında kayıplar işkence sonucu ölümler ve faili meçhuller ile karşı karşıya kaldı. Bugün belki bu kadar ağır değil ama sokak ortasında ölümler halen daha devam ediyor, son 6 aydır Türkiye de ben burada meslektaşlarım söylerler belki diye düşündüm ama kimse değinmedi, bana kaldı bu da 6 aydır sokak ortasında polis kurşunuyla gaz kapsuluyle, biber gazıyla ölümler halen daha devam etmektedir, üstelik en acısı da yargılamaların hukuka uygun bir şekilde gerçekleştirilememesi. Çünkü malesef siyasi iktidar hukuka talimat verdi, vermemiş olsa bile bunu ima etti, bu Türkiyede bir gelenek haline geldi, Ethem Sarısülük'ün katilinin 6. Ağır Ceza Mahkemesinin nasıl yargılayamadığını gördük, gene aynı adliye salonunda, O yüzden bu geleneğin yıkılması için hukukauygun kararlar verilmesi değil darbe fikrinin Türkiye de kalması demokrasi konusunda bir adım atmamız için bu kararı yani Türkiyenin hem dünü ile yüzleşmesi hem bugünü yaşaması hemde yarını için sizin burada tarihi bir karar vermeniz mütalaya uygun karar vermenizi talep ediyorum ben, teşekkürler." Mağdur Hüseyin Özmen Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli beyanında: Ben 12 Eylül sonrasında yargılandım. Pek çok suçtan beraat ettim. Bazısuçlardan zaman aşımı sebebiyle karar verildi. Tüm bu haksız yargılamaların sebebi sanıklardır. Öğleden önce konuşan avukat kişiler sanıkların durumlarını ortaya koymuşlardır. Sanıklara Mahkemenin bir şekilde dokunmasını yani onların tutuklanmasını talep ediyorum. Ayrıca müdahilliğime de karar verilmesini talep ediyorum. Dedi. Müdahillik talebinde bulunan Bülent Gürkut söz alarak Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli ifadesinde: 1980 Askeri Darbesi sonrasında işlendiği iddia edilen suçların failleri kim ise bunun yargılanmasına bir diyeceğim yoktur. Ancak Mahkemenizin salt darbeyi yargılayamayacağını düşünüyorum. Zira 2010 yılında yapılan refarandumda oy kullanan kişilerin büyük çoğunluğu 1980 darbesinde 18 yaşından küçüktürler ve dolayısıyla darbeye maruz kalan konumunda değillerdir. Keza Mahkemeniz üyeleri de 1980 yılında reşit olan kişiler değildir. Sizlerin de bu yargılamayı yapamayacağınızı düşünüyorum, dediği, Av. Tuncay Dolu Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli ifadesinde: "efendim ben burada bu ortamı biraz yumuşatmak amacıyla kısa bir şeyler söylemek istiyorum. Temel köy meydanında çekmiş Dursun'u vurmuş. 60 - 70 kişi var. Bütün köy halkı orada. Ondan sonra avukatımı istiyorum diye tutturmuş. Hakim sormuş ne yapacan avukatı. Bütün köy şahit. Ben de demiş merak ediyorum. Avukat ne diyecek. Şimdi bizim burada sevk maddesine baktığımızda darbe yapılmış mı, yapılmamış mı? Yapılmadığı konusunda herhangi bir şüphe yok. Resmi Gazetede yayımlanmış, devletin bütün kurumları değiştirilmiş. Herşey meydanda. Şimdi sağdan soldan belge toplayıp, oradan buradan şahitler dinletilmesine ne gerek var? Burada sayın Mahkeme Heyetine düşen şudur. Darbe yapıldığı kesin olduğuna 196/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 göre bu darbeyi yapan kişiler cezalandırılacak mı? Cezalandırılmayacak mı? Çünkü deliller ortada. Deliller sabit. Herşey bitmiş. Dolayısıyla bütün Türkiye'yi oyalamanın bu işi uzatmanın bir mantığı yok. Şimdi Türkiye de, bu salonda olanlar da bu Mahkemeden beklediği şu; çoğu kişinin kardeşi ölmüş, babası ölmüş v.s , v.s bir sürü mağduriyet var. Ama şunun bilinmesi gerekiyor ki; burada ki sevk maddesinin ve suç tarihlerinin iyi incelenmesi gerekiyor. 80 - 83 arasındaki darbe süreci yargılanıyor. Burada yapılan işkenceler yargılanmıyor. Bunun iyi anlaşılması lazım. Darbenin yapıldığı konusunda zaten bir şüphe yok. Meclis fesh edilmiş, kamu kurumlarına el konulmuş, tershaneler bilmem ne olmuş. Yani Gençliğe Hitabedeki bütün olumsuz durumlar ortada. Dolayısıyla diğer tarafın savunmayı genişletme gibi çabaları var. Bu işi sürünceme gibi bir takım gayretleri var. Buna maalesef müdahil avukat arkadaşlarımız da bir nev'i alet oluyor gibi geldi. Bunu uzatmanın bir mantığı yok. Bir an önce bu davanın sonuçlandırılması gereksiyor. Çünkü deliller sabittir. Kesindir. Bitmiştir. Burada sadece Mahkeme heyetine düşen bu eylemler suçmudur, değilmidir. Bunu istiyoruz. Bu mağdurlardan bir tanesi de müvekkilimin ağabeyidir. Soruşturmaya alınıyor 1981 yılında. İçeri giriyor bir yüzbaşı ve astsubay tarafından öldürülüyor. Ondan sonra ceza veriliyor. Ve devletin ordusunda yer alan bir astsubay 10 yıl boyunca yakalanamıyor. Ve infaz edilemiyor. Şimdi bunlar ama sevk maddesine baktığımız zaman savcının sevk maddesine baktığımız zaman bunların hiçbirisinin alakası yok. Hiçbirimizin yüreğine su serpilmeyecek. Buradaki sevk maddelerinin iyi incelenmesini talep ediyorum ve kamuoyuna iyi aktarılmasını talep ediyorum. Dolayısıyla müvekkilimin ağabeyi öldürüldüğüne göre burada bir mağduriyet söz konusudur. Müdahilliğimize kararverilmesini talep ediyorum. " Demiştir. Av. Mehmet İhsan Kalkan Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 21/06/2013 tarihli ifadesinde: "Sayın Başkan, değerli Üyeler, evet Genel Kurmayın iç ve tehditlere karşı nihai görevi vardır. Bu görev darbe yapılması anlamına gelmez. Bu anlamı çıkaranlar bugün geçte kalmış olsa nihayet yargının karşısındalar. Söz konusu askeri darbe ürünü olan Anayasa değiştirilmeden bu yargılamanın meşruluğundan bahsetmekte çok zor. Genel Kurmay kaçak güreşmek suretiyle işi yokuşa sürmek istediği açıktır. Aslında eğer yeni bir düzenden bahsediyorsak yada bahsediliyorsa 12 Eylül askeri darbesine ilişkin bütün bilgi ve belgeler Genel Kurmay Başkanlığınca kendiliğinden sayın Mahkemeye sunulması lazımdı. Oysa görüyorum ki tamamen olayı ve delilleri gizlemeye yönelik bir yaklaşım söz konusudur. Yargılamanın aleniliği, tarihi ve hukuki sorumlulukları gereği bütün gizli detaylar sayın Mahkemenizce gün yüzüne çıkarılmalıdır. Aksi taktirde sağlıklı bir yargılamadan bahsetmemiz mümkün değildir. Böylesi önemli bir yargılamada devlet sırrından bahsedilemez. Dolayısıyla sayın Mahkemenizce belgelerin devlet sırrı kapsamından çıkarılarak kamu oyu ile açıkça paylaşılması gerekir. Saygılarımla." Demiştir. Av. Senem Doğanoğlu Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/09/2013 tarihli ifadesinde: "Sayın Heyet 1980 dönemi üzerine konuşmak, yazmak, onu dinlemeye çalışmak, anlatmak, hatırlamak çok güç. Tahir Canan ile ilgili cümle kurmaya çalışmak daha da güç. Öncelikle Tahir Canan ile ilgili cümle kurmayı zor kılan durumu anlatmak isterim. Sizi neden bu davada müdahil olması gerektiğine ikna etmek zor olduğu için bunu güç olarak değerlendiriyorum. Tahir Canan bilindiği üzere Türkiye'nin 12 Eylül rejiminin, 12 Eylül hukukunun en uzun süre tutuklu kalmış olan kişisidir. Bu bir popüler kampanya söylemi değildir. Bu 32 yıllık bir hayatın aslında deşifrasyonudur. Tahir Canan'dan özür dileyerek sadece özetleyebileceğim ama; 32 yılın herbir günü 12 Eylül rejiminin dehşetinden bağımsız değildir. Lütfen bunu göz önünde bulundurarak değerlendiriniz 32 yılı. Tahir Canan 1979 yılında ilk kez göz altına alındı ve 1980 yılına kadar Antep, Kilis, Mardin ve Adana ceza evlerinde kaldı. O dönemi biliyorsunuz. İfadelerde de var. İddianamede kapsamında her 197/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 duruşma tekrarlandı. İşkencehanelerdi göz altı merkezleri, ceza evleri, hem sivil hemde askeri ceza evleri. Ve insan canı eğer kendisini aklayabileceği, kendisini sakınabileceği hukuki enstirüman sunmuyorsa çok daha değerlidir. Adana ceza evinden firar etti. Ve 81 de Ankara da yakalanarak tekrar Antep ceza evine gönderildi. Önce askeri ceza evinde daha sonra sivil ceza evinde kaldı. 91 yılında şartla tahliye edilinceye kadar 12 yıl boyunca askeri ceza evlerinin ve sivil ceza evlerinin bütün işkence uygulamalarına maruz kaldı. 91 yılında tahliye oldu ama maalesef hayat ancak bu kadarını bahşedebiliyordu kendisine. 12 Eylül rejimi hala devam ettiği için. 93 yılında tekrar göz altına alındı ve 30 Nisan 2013 tarihinde daha henüz 5 ay önce tahliye oluncaya kadar ülkenin çok çeşitli ceza evlerine sürgün edildi. 12 Eylül'ün içerisi Tahir Canan dışarısı da ailesi idi. Sadece bu maruz kaldığı hukuk cehennemi bile 12 Eylül rejiminin yargılanmaya çalışıldığı bu davada müdahilliğini gerektirmektedir. Ancak biz bir kanıt daha sunduk. O da 21 Mayıs 2013 tarihinde Türkiye İnsan Hakları Vakfına ki Türkiye İnsan Hakları Vakfı 80 darbesi ve sonrasında ki devletin vahşetinin ve işkencesinin gerektirdiği tedavinin sağlanabilmesi için ihtiyaçtan doğmuş olan bir vakıftır. Türkiye İnsan Hakları Vakfının başvurusu olmuş. Ve bir rapor tanzim edilmesini istemiştir. Size ekte fotoğrafları ile birlikte sunduk. Tahir Canan'ın hali hazırda 34 yıl önce maruz kaldığı işkenceler süreğen işkenceler ve kronikleşen işkenceler açısından fiziki delillerin izlerini hala bedeninde taşımaktadır. Sigara söndürme işkencesi, askı işkencesi, falaka işkencesi ve kaba dayak işkencesinin bütün delillerini maalesef hala bedeninde taşımak zorundadır. Ruhsal izlerini tartışmaya gerek duymuyorum. Ama ruhsal izleri zaten toplumsal olarak da bizim travmamızda bulabiliriz. Yargıçların bu tip yargılamalarda sorumluluğu vardır. Ya tanıkları görmezden gelirsiniz, yada teşvik edersiniz. Sizin teşvik edeceğinizi umuyoruz. Bu koşullar altında. Ve Tahir Canan'ın müdahilliğinin sadece bireysel onarımı açısından değil ama adına yargılama yetkisini kullandığınız toplumun da bir borcu olması sebebiyle kabul edilmesini istiyoruz. Darbecilerin hala sorumsuzca sokaklarda gezebildiği, hiçbir hesap veremediği bir toplum maalesef haksızlığa uğramış bir toplumdur. Ama bu toplumun Tahir Canan'a hem maruz kaldığı hukuksuzluk hem de işkence nedeniyle bir borcu da vardır. Müdahilliğine karar verilmesini talep ediyoruz." Demiştir. Av. Mehmet Ali Kayabaşı Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında: "Müvekkil Hak iş konfederasyonu üye sendikaları faaliyetleri 12 Eylül 1980 ihtilali sonrası oluşturulan milli güvenlik konseyinin 8 nolu 18 Şubat 1980 günü ve 41 sayılı kararı ilehukuka açıkça aykırı bir şekilde durdurulmuştur, müvekkil hak iş konfederasyonu üye sendikaları milli güvenlik konseyi kararı gereğince faaliyetlerine uzunsüre devam edememişlerdir, sanıkların eylemleri sonucunda Türk işçi hareketi büyük zararlarg örmüş kazanılmış hakları gasp edilmiştir, müvekkil hak iş konfederasyonu üye sendikalar sendikal faaliyetlerinin hukuka açıkça aykırı bir şekilde durdurulması nedeniyle ağır bir maddi kayba uğradıkları gibi malen de büyük zararlar görmüşlerdir, Müvekkil Hak iş konfederasyonu üye sendikalarının uğramış oldukları zararları bu güne kadar karşılanması mümkün olmamıştır, bize göre sanıkların işlemiş oldukları suçlar sabittir bu nedenle sanıkların işlemiş oldukları suçlardan zarar gören kişi ve kuruluşların sayısı zararın ağırlığına göre eylemlerine uyan suçların üst sınırlarından cezalandırılmalarına karar verilmesini talep ediyoruz. " Av. İsmail Çevik Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında: "Sanıklar hakkında açılan bu davada TÖB-DER’in hukuka aykırı olarak kapatılması ve mal varlıklarına el konulması nedeniyle vekil eden Yöneticisi tarafından yapılan başvuru üzerine TÖBDER in müdahil olarak davaya katılmasına tensip ile karar verilmiş olduğundan;Katılma dilekçemiz ve ekli belge ve bilgilerde yapılan açıklamalarda da ayrıntılı belirtildiği gibi, yapılan yargılama sürecindeki toplanan delillere göre deSanıkların hakkında 198/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 isnat olunan suçlamaların sübut bulduğu inancındayız.Konuyla ilgili olarak esasa ilişkin iddiamızda da önceki katılma dilekçesine atıf yapmakla birlikte aşağıdaki hususların tekraren hatırlanması da yarar görmekteyiz. Bilindiği gibi; Öğretmenler görevleri gereği toplumla iç içe olan, onların sorunlarını, acı ve sevinçlerini birlikte hisseden ve yaşayan bir meslek gurubudur. Bu duyarlılığın verdiği aidiyet duygusu, daha mesleğe başlanılan ilk gün, toplumun sorunlarına karşı daha hassas olmanın ve örgütlenmenin zorunluluğunu ve sorumluluğunu yükler.Türkiye’de ilk örgütlülüğünü 1908 yılında, “Encümen-i Muallimin” ile başlatan öğretmenler bir çok örgütlenme aşamalarından geçtikten sonra 1953 yılında TÖDMF’ nun (Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonunu) kurdu. Bu federasyon sendikalaşma süreciyle birlikte, adını ve varlığını 1965 de kurulan TÖS’e (Türkiye Öğretmenler Sendikası,) bıraktı. 1971 de TÖS’ün Anayasa da yapılan değişiklik nedeniyle yasal dayanağının kalmaması sonucu münfesih olması nedeniyle, 3 Eylül 1971 de TÖB-DER, (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) TÖS’ ün örgütsel devamı olarak kuruldu. TÖB-DER Türkiye’nin 360 bin öğretmen mevcudunun 220 binini örgütleyen, 670 şubesiyle gelmiş geçmiş en büyük öğretmen örgütüdür. TÖB-DER’ in düşünsel ve maddi birikiminin kökleri 1908’e dayanmaktadır. 12 Eylül Cuntasının kapattığı ve varlığına el koyduğu TÖBDER’ in düşünsel ve maddi varlığı 1908 den 1980 kadar çalışan öğretmenlerin alın teri ve emeğini içermektedir. Türkiye öğretmenlerinin 100 yıllık düşünsel birikimi olan örgütlülüğünü yok etmeye, biriktirdiği varlığını gasp etmeye hiçbir yönetimin hakkı yoktur, olmaması gerekir. TÖB-DER’ in amaçları tüzüğünün 3. maddesinde “Atatürk devrimleri, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile Anayasamızın milli, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti kapsamı içinde üyelerinin tüm demokratik, sosyal ve özlük haklarını koruyup geliştirerek birleşmelerini ve dayanışmalarını sağlamaktır.” olarak belirtilmiştir. TÖB-DER bu amaçlar doğrultusunda çalışmış, yasal olmayan hiçbir eylemin tarafı olmamıştır. Öğretmenler dünden bugüne halkın sorunlarına karşı duyarlı olmuşlardır. Anayasal haklarını kullanarak, bilimsel, demokratik, laik ve anadilde eğitimin savunucusu olmuşlar ve bu doğrultuda mücadele vermişler, vermeye de devam etmektedirler. TÖB-DER tüm çalışmalarında demokrasi kültürünün, özgür ve bilimsel düşünmenin; dayanışma, adalet ve örgütlenme bilincinin geliştirilmesini ve bireysel, kültürel farklılıkların benimsenmesini amaçlayan eğitimin bireysel ve toplumsal gelişmede temel güç olmasını hedeflemiştir. Eğitim kanalıyla yoksulluğun yenilmesini çağdaş bir toplum yaratılmasını hedefleyen TÖBDER eğitimin gücüyle işkencenin, savaşın, antidemokratik tüm yönelimlerin azalacağına inanmış bu doğrultuda mücadele etmiştir. Eğitimi daha iyi bir dünya yaratmanın ana gücü olarak görmüştür. Üyelerinin ve halkın ekonomik, demokratik haklarını korumak ve geliştirmek için yayınlar, paneller, seminerler, eğitim kurultayları, mitingler düzenlemiştir. Üyelerinin özlük, meslek, hukuksal ve her türlü haklarını korumuş, tüm çalışanların sendikal haklara kavuşabilmesini savunmuş, onlarla maddi ve manevi her türlü dayanışma içinde olmuştur. Kuşkusuz TÖB-DER, yasadışı faaliyetlerde bulunmak amacıyla değil, eğitim ve bilim emekçilerinin hak ve özgürlüklerini korumak amacıyla kurulmuştur. Ancak askeri darbe koşullarında, yalnız TÖB-DER değil, ülkemizdeki dernek, sendika ve siyasi partilerin neredeyse tamamı kapatılmıştır. Dolayısıyla kapatma amacı, cuntacıların söyledikleri gibi varılması düşünülen (!) demokratik bir toplum için düzensizliğin ve suçun önlenmesi olamaz. 12 Eylül öncesi işçiler, köylüler, memurlar, öğrenciler, öğretmenler, aydınlar, akademisyenler, gazeteciler, eline silah verilip devlet korumasında hareket eden faşist militanlarca saldırılara uğramıştır. Bu saldırılar karşısında suskun kalan hatta yer, yer destekleyen devlet güçleri, insanlarımızı savunmasız, kaderleriyle baş başa bırakmış, toplu katliamların yaşanmasına olanaklar tanımıştır. 12 Eylül öncesi ve 12 Eylül süresince devlet destekli faşist güçlerin saldırıları sonucu 210 öğretmen arkadaşımız katledilmiştir. Yüzlerce arkadaşımızın evi bombalanmış, kurşunlanmış, binlerce arkadaşımız yaralanmış, sakatlanmış, sürgünlere gönderilmiş, meslekten atılmış, çocuk ve eşleri yoğun baskı ve saldırılara uğramış; ölüm 199/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 tehditleri altında yaşamak zorunda kalmışlardır. Olay yoğunluğu arttıkça da öğretmen mağduriyetleri giderek artmıştır. Sıkıyönetim olmasına karşın, bu saldırıları engellemeyen ve bugün yargılanmakta olan, askeri cunta lideri Kenan Evren, “Müdahale için şartların olgunlaşmasını bekledik.” diyebilmiştir. Böyle bir mantık, böyle bir anlayış olabilir mi? Bu anlayış “ölen binlerce yurttaşın ölmesine göz yumduk, eli silahlı faşist çeteleri özendirdik, yani bu cinayetlerin ortağı olduk” demektir. Öldürülen 210 öğretmen arkadaşımızın suçlusu Kenan Evren ve arkadaşlarının cinayetleri planlamak ve uygulamaktan cezalandırılmaları; öldürülenlerin ailelerine de tek tek tazminat ödemesi gerekir. 0 günlerde toplumu derinden sarsan katliamlar, saldırılar, provokasyonlar askeri cuntanın projelendirip uyguladığı bir planın parçasıdır. 1977 1 Mayıs Taksim katliamı(katledilenlerin altısı TÖB-DER’li öğretmendir), istanbul Üniversitesi öğrenci katliamı, Piyangotepe ve Balgat katliamları, Bahçelievler de 7 TİP’ 1mm katliamı, Kahramanmaraş (4 TÖB-DER’ li katledildi), Çorum, Sivas katliamları ve her gün yaşanılan öldürmeler, bombalamalar, yaralamalar planın parçaları olarak yaşamıştır. Tüm bunların özünde, Türkiye’ye dayatılan 24 Ocak kararlarını uygulamak için halkın, aydınların, gençlerin susturulması vardır. Ve bu amaçla, 12 Eylül faşist darbesinin gerçekleştirilmesine destek olan, olanakları sağlayan “bizim çocuklar başardı” sevincinin sahipleri ve onların “bugüne kadar onlar güldü, bundan sonra biz güleceğiz” diyen yerli ortaklarının birçok katliamlarda, işkencelerde, idamlarda, baskılarda sorumlulukları vardır. Sermayenin yaşamın her alanında örgütlendiği ve sömürüsünün önündeki tüm engelleri ortadan kaldırma aracı olarak devlet aygıtını kullandığı o dönemde, demokratik örgütlülüğü engellemek adına TÖB-DER dahil olmak üzere tüm örgütlü yapılara, üyelerine saldırmak ve onları sindirme çabaları giderek artmıştır. 12 Eylül’de ve öncesinde TÖB-DER terör kaynağı ve anarşi kaynağı olarak gösterilmiştir. 220 bini aşkın üyesiyle TÖB-DER’i bu şekilde suçlamak öğretmenine düşman olan akıl dışı bir rejimin, kendini korumaya yönelik nefretinin dışa vurumu ve saldırganlığından başka bir şey değildir. Daha çok saldırmak, daha çok suçlamak, toplumu daha çok baskı ve işkence altına almaktır. Aslında kendi suçluluğunu örtmek çabasından başka bir şey değildir. Öğretmenleri, gençleri ve binlerce insanı sokaklarda katledeceksin, ülkede faşist bir terör estireceksin, demokratik kitle örgütlerini, güdümündeki faşist güçlerin hedefi haline getireceksin, ondan sonra da sadece ve sadece demokrasi mücadelesi veren TÖB-DER’ sendikaları ve diğer demokratik kitle örgütlerini anarşinin kaynağı olmakla suçlayacaksın. Bu faşizmin kendini savunmak için yaptığı taktiksel bir saldırıdan başka bir şey değildir. 12 Eylül cuntasının yöneticileri ve uzantıları, Anayasa’nın Türk halkına bol geldiğini söylediler. Anayasayı ihlal ettiler, demokrasiyi ortadan kaldırdılar. Demokrasiyi, anayasayı ihlal edenlere karşı en güçlü mücadeleyi veren TÖB-DER, bu dönemde cuntanın en büyük saldırısına uğradı. Oysa TÖB-DER kurulduğu günden itibaren kuruluş amaçlarının dışına çıkmamış, yasaları ihlal etmemiş, 12 Eylül darbesine kadar tüm yargılamalardan aklanmış ve Türkiye de yaşanan somut olaylar karşısında demokrasiden yana, haktan, hukuktan yana tavır koymuş, ekonomik, mesleki, demokratik bir kitle örgütü olarak varlığını sürdürmüştür. 12 Eylül cuntası TÖB-DER gibi güçlü bir örgüt üzerinden “muktedir”Iiğini bütün topluma göstermeyi istedi. Onun geniş örgütlülüğü ve her zaman denetleyip etkileyebileceği “eğitimin” merkezinde olması nedeniyle TÖB-DER cuntanın ilk saldırır hedefi olmuştur. TÖB-DER, Türkiye de var olan öğretmenlerin yaklaşık % 65’ini oluşturan 220 bin öğretmeni çatısı altına alarak, dünyanın en büyük öğretmen örgütlerinden birini yaratmıştır. TÖB-DER, genci, faşist, ırkçı, şoven eğitime karşı, demokratik, bilimsel laik, çağdaş ve anadilde eğitimi savunmuştur. Hep halkının ve ezilenlerin yanında, demokratik hak ve özgürlükler için mücadele etmiştir. İnsanlık suçu olan faşizme karşı, antifaşist mücadelede yerini aldı. Dönemin özel mahkemeleri olan DGM’lerin kaldırılması için, TCK’nun da bulunan 141, 142. Maddeler ve tüm antidemokratik yasaların kaldırılması için, diğer demokrasi güçleriyle birlikte mücadele etmiştir. İşte TÖB-DER, bu nedenlerle 12 Eylül Faşist Cuntası’nın baş hedefi oldu. 12 Eylül cuntası lideri Kenan Evren, hemen her 200/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 konuşmasında TÖB-DER’ hedef göstermiş, bu yolu da kullanarak sıkıyönetim savcılık ve mahkemelerine talimatlar vermiştir. Yaptığı tv ve radyo konuşmalarında TÖB-DER’e, “yıkıcı örgüt” “Milli Eğitime sızmak isteyen örgüt”, “ülke yönetimini ele geçirmek isteyen örgüt”, “12 Eylül öncesinin kargaşa, bölünme ve çaresizlik ortamını kendi ideolojik amaçları için kullanmak isteyen örgüt” diye nitelendirerek TÖB-DER’i itibarsızlaştırmak amacıyla adeta saldırmıştır. TÖB-DER yöneticisi ve Demokratik Eğitim Kurultayı katılımcısı 64 kişi tutuklanmış ve haklarında TCK’nun 141, 142. Maddelerinden dava açılmıştır. Yetmemiş TÖB-DER şube yöneticilerinin ve üyelerinin de bir çoğu tutuklanmış; haklarında davalar açılmıştır. 3854 üyemiz, 120 öğretim görevlisi, 47 hakim ve 20 binin üstünde işçi ve memurun 1402 sayılı yasa ile görevine son verilmiştir; binlerce öğretmen, memur, işçi sıkıyönetim sınırları dışına sürgün edilmiştir. Genel başkanımız Gültekin Gazioğlu, Genel Sekreterimiz Kemal Uzun ve bir çok Genel Merkez ve şube yönetici ve üyelerimiz yurt dışına kaçmak zorunda bırakılmış ve uzun sürecek sürgün hayatına mahkum edilmişlerdir. TÖB-DER Davası, 22. 05. 1981 tarihinde başlamış, 25 12.1981 tarihinde 7 ay 3 gün gibi kısa bir süre içinde hiçbir hukuki delile dayanmadan, araştırılmaksızın, Askeri Cuntanın talimatları doğrultusunda karar verilmiş, TÖB-DER hukuksuz bir biçimde kapatılmış, mal varlığına el konulmuş, yakaladıkları yöneticileri ağır cezalara çarptırılmıştır. Oysa TÖB-DER, 4 Eylül 1971de yasalar çerçevesinde kurulmuş, üyelerinin ekonomik, demokratik haklarını savunan bir demokratik kitle örgütüydü. Yasal olmayan hiçbir faaliyeti olmamıştır. 12 Eylül Cuntasına bağlı mahkeme ve savcılıklar ne 12 Eylül’den önce, ne de sonra 670 şubesinde yapılan aramalarda suç unsuru sayılabilecek ve Kenan Evreni doğrulayacak, bir tek delil bulunamamıştır. 670 şubesinde bir çakı dahi bulunamayan TÖB-DER’ Kenan Evren gülünç ve zavallı bir dille “devleti yıkmaya çalışmakla” suçlamıştır. Delil olarak gösterilen yayınlar, konuşmalar ve diğer etkinliklerden daha önce yargılanan TÖB-DER yönetici ve üyelerinin tümü, sıkıyönetim dönemlerinde askeri mahkemelerce, diğer dönemlerde doğal mahkemelerce verilen tüm kararlarda aklanmış ya da takipsizlik kararları verilmiş hiçbir yönetici ve üyesi ceza almamıştır. 12 Eylül döneminde ise aynı delil ve suçlamalarla hukuksuz bir biçimde yargılanan TÖB-DER yöneticileri, üyeleri ağır cezalara çarptırılmışlar ve TÖBDER’in tüzel kişiliği ortadan kaldırılmıştır.TÖB-DER’ in, bilimden, emekten, demokrasiden, özgürlükten, eşitlikten ve halktan yana olan tavrı, bilim, emek ve demokrasi düşmanlarının saldırılarına hedef olmasının nedeni olmuştur. Bu nedenle Cunta ilk iş olarak TÖB-DER’ e saldırmıştır. Bu dönemde TÖB-DER hakkında amansız bir iftira, karalama ve ihbar kampanyaları sürdürülmüştür. 12 Eylül cuntası yöneticileri TÖB-DER’ e, Marksist Leninist bir siyasi parti gibi bakmış ve yargılamıştır. Oysa TÖB-DER üyelerinin ekonomik demokratik sorunlarının çözümü doğrultusunda mücadele veren, insan haklarını savunan, faşist katliamlara ve vahşete karşı duran, legal bir demekti. Binlerce TÖB-DER üye ve yöneticisi de bu faşizan uygulamalarla karşı karşıya kalmıştır. Diğer davalardan yargılanan öğretmenler dışında, TÖB-DER ana davasında 64 yönetici ve Demokratik Eğitim Kurultayını hazırlayan öğretmenler yargılanmış, 9 yıla kadar varan ağır hapis cezası ile cezalandırılmış, yıllarca genel güvenlik gözetimine tabi tutulmuşlar ve kamu hizmetlerinden men cezaları ile cezalandırılmışlardır. Türkiye’de darbe dönemi gibi özel dönemlerin uygulamalarının tartışmalara açıldığı, başkanı kıta subayı olan ve yargılama sürecinde doğal hakim ilkesinin uygulanmadığı, bu nedenle de bağımsızlıkları sürekli tartışılan 12 Eylül’ün Askeri Mahkemelerince TÖB-DER’ in yedi ay üç gün gibi kısa bir süre içinde karara bağlanan davasına karşı, askeri mahkemede yargılanamayan derneğimizin genel başkanı ve diğer 19 arkadaşlarımızın Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 15.03.1989, E.1986/121, K.1989/54 sayılı kararı ile tüm sanıkların beraatına karar vermiştir. Yani ortada birbirini bozan iki mahkeme kararının varlığı üzerinde bu güne kadar hiç durulmamış, bu kararlar hukuk açısından yorumlanmamış ve dikkate alınmamıştır. Askeri yargının sıkıyönetim döneminde böyle hukuksuz bir kararın oluşturulmasında Kenan Evren ve arkadaşlarını, dönemin Ankara 201/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Sıkıyönetim Komutanını, mahkemelere yapmış oldukları baskılar nedeniyle örgütün ve üyelerinin hak etmedikleri bir yaşam içine sokulmalarının müsebbibi olarak görülmesinden ve yaptıklarının hesabının sorularak cezalandırılmalarını istemekten daha doğal bir şey olmadığının kabul edilmesi gerekir. TÖB-DER’ nin kapatılması kararının ortadan kaldırılması istemiyle yapılan başvurumuzu, Ankara 4. Kolordu Komutanlığı nezdinde kurulu Sıkıyönetim 1 Numaralı Askeri Mahkemesi 28. 11. 199 1 gün ve E. 1981/342, K. 199 1/306 sayı 1 ı ka ra rı nda, TÖB-DER’ kapatan ve demirbaşları hazineye intikal ettiren, 1630 sayılı dernekler kanununa göre alınan kararı, “dernek tüzel kişiliğinin sona ermesini gerektiren ‘KAPATMA KARARI’ cezai bir müeyyide olmayıp, zararlı bir faaliyetin devamına engel olan İDARİ BİR TEDBİR” biçiminde nitelendirmiştir. Anılan mahkeme kararı uyarınca, Ceza Mahkemelerince verilmiş bir emniyet tedbirinin olmadığını kabul etmek gerekir. TÖB-DER’in kapatılması yönündeki idari tedbirin infazı da, cezaların infazı yönetiminden ayrı olarak idari mekanizma tarafından yerine getirilmiştir. TÖB-DER hakkındaki kapatma kararı idari bir tedbir olarak alınmış ise, idarenin belirli bir süre sonunda ya nihai kararı vermesi ya da bu tedbiri ortadan kaldırması beklenir. 24.06.2010 günü dayalı yönetime yaptığımız başvuruya verilen yanıt, kararının henüz kaldırılmadığını ve bu arada nihai kararın verilmediğini göstermiştir. Bu durum, 220 bin dernek üyesinin ödentileri ile satın alınan malvarlıklarının haksız ve hukuka aykırı biçimde el konulması, dolayısıyla Anayasanın ve temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan “Mülkiyet Hakkı”nın da ihlali anlamına gelmektedir. Antidemokratik ve hukuksuz bir şekilde 12 Eylül yönetimi ve güdümlü mahkemelerce kapatılmış olan TÖB-DER’ in hukuksal düzene dönüldüğü zamanda da yani günümüzde de kapalılık durumunun sürdürülmesini savunmak, hiçbir hukuk devleti anlayışı ile bağdaşmaz. Nitekim 12 Eylül yönetimi ve askeri mahkemelerince, siyasi partiler ve birçok demokratik kitle örgütü kapatılmış, mallarına el konulmuştur. Ancak, hukuksal düzene dönüldüğünde, tüm kapatılan örgütler idari kararlarla, çıkarılan yasalarla ya da bağımsız mahkemelerin kararlarıyla yeniden açılmıştır. Açılmalarında, hiçbir engelle karşılaşmamışlardır. TÖB-DER, yöneticilerinin, 141 ve 142. maddelerini ihlal eder nitelikte fiil işledikleri kabul edilerek cezalandırılmışlar, TÖB-DER de bu nedenle kapatılmıştır. Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nce haklarında ağır hapis cezaları verilen TÖB-DER yöneticileri ve üyeleri cezalarını çekmişlerdir. 141 ve 142. maddeleri yürürlükten kaldıran 3713 Sayılı Yasa gereği ve İdare Mahkemeleri’ne açtıkları davalar sonucunda devlet memurluğu görevlerine dönmüşler; görevden uzakta, açıkta kaldıkları sürelere ait özlük ve parasal hakları, idare tarafından geri ödenmiştir. 3713 Sayılı Yasa ile davacıların suç sayılan fiillerinin tümünün sonuçları ile birlikte ortadan kalkmış olması ve 765 sayılı TCK’n 2. Maddesi’nin “... İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanun? neticeleri kendiliğinden kalkar.” hükmü tüzel bir kişilik olan TÖB-DER’i faaliyetten alıkoyan tüm engelleri ortadan kaldırmaktadır. Ama TÖB-DER hala kapalıdır! TÖB-DER’ in mahkeme kararıyla, hazineye devredilen bu taşınır ve taşınmaz malları, üyelerinin ödedikleri aidat ve bağışlarla alındığından, bu devir işleminden dernek üyelerinin zarar görmedikleri düşünülemez. Bu durum TÖB-DER Yöneticileri ve üyeleri yönünden, “menfaat” ilişkisini doğurmaktadır. Ayrıca TÖB-DER tüzel kişiliğinin cezai ehliyeti bulunmamaktadır. Cezai ehliyeti haiz yöneticilerinin ise, tüm cezaları ortadan kalktığına göre, bu hukuksuzluk da acilen ortadan kaldırılmalı ve buna neden olanlar cezalandırılmalıdır. 1991 yılında, TCK’ nun 141 ve 142. maddelerinin yürürlükten kalkması üzerine mahkümiyet kararı verilen dernek yönetici ve üyelerinin, Sıkıyönetim Askeri Savcılığına yaptıkları başvuru üzerine, Savcılıkça, “mahkümiyet hükmünün ortadan kalkmış olduğu, dosyanın incelenmesinden anlaşılmıştır” diyerek, durum başvuruda bulunan dernek üyelerine bildirilmiş, cezaları kalkan öğretmenler görevlerine dönmüşlerdir. Ama TÖB-DER hala kapalıdır 12 Eylül askeri cuntasının ve bugün 202/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 karşınızda yargılanmakta olan Kenan Evrenin gölgesi hala üzerimizdedir. 21. Yüzyılın Türkiye’sinde adil yargı, evrensel ve ulusal hukuka ters düşen bu kararı, bu gölgeyi mutlaka kaldırmalıdır. TÖB-DER davası hukuksuzluk örnekleriyle doludur. Çünkü:TÖB-DER cunta döneminde yargılanmasına neden gösterilen aynı delil ve isnat edilen suçlardan, 12 Eylül öncesi sıkıyönetim mahkemelerinde beraat etmiş olmasına karşın, 12 eylül sonrası yine sıkıyönetim mahkemelerince cezalandırılmıştır. . Ayrıca tüm TÖB-DER’ liler sıkıyönetim askeri mahkemelerinde suçlu bulundular ama sivil mahkemelerde beraat ettiler. . Darbe dönemi sonrasında sadece sivil mahkemede yargılanan TÖB-DER Genel Başkanı beraat kararı alırken, aynı suç ve delillerle Genel Başkan Yardımcısı İsmet Yalçınkaya’ ya Askeri Mahkemece 9 yıl hapis cezası verildi. . Bu süreçte yurt dışına çıkan TÖB-DER genel Sekreteri Kemal Uzun ve yardımcısı İbrahim Sevimli’ nin mahkeme herhangi bir karşısına çıkarılmalarına bile gerek duyulmazken genel sekreter yardımcısı Seyfettin Bican Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi nce 9 yıl hapis cezası ile cezalandırıldı. . Askeri mahkemede 8 yıl ağır hapis cezasına çarptırılan TÖB-DER Yürütme Kurulu üyesi Cafer Akyüz, yargı aşamasında dosyanın sivil mahkemeye devri ile yargılandığı Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde beraat etmiştir. Aynı kişiye, aynı suçtan, aynı dönemde, bir yerde ceza, bir yerde beraat kararı verilmiştir.141 ve 142. maddelerin kalkmasıyla TÖBDER ve üyelerine verilen cezalar tüm sonuçları ile ortadan kalktı. Buna karşın TÖBDER hala kapalı ve cezası devam etmektedir. Bu hukuk kendini yargılamalıdır. Bu örnekler çoktur ve hepsi birer hukuk skandalıdır. Kenan Evren Hukukudur, 12 Eylül Hukukudur. İşkencede, hapishanelerde, yurtdışında sürgünde hayatlarını kaybeden ve bu dönemde kaybettiğimiz yüzlerce öğretmen arkadaşımızı geri getirebilir miyiz? 12 Eylül cuntasının görevden attığı 3854 öğretmenin, açlığa susuzluğa terk edilen çocuklarının, eşlerinin, yakınlarının ruhlarında açılan yaraları, yaşadıkları travmaları kim ona rabilir. 12 Eylül faşizminin izlerini o günleri yaşayan insanların beyninden silmek olası mıdır? Çünkü 12 Eylül, yaratığı kurumsal yapı ve uygulamalarıyla hala yaşıyor. TÖB-DER hala kapalı, kim kapattı? Karşınızdaki Kenan Evren, arkadaşları ve emrindeki mahkemeler. Ve hala yüz yıllık öğretmen hareketinin dişi-tırnağı ile biriktirdiği mal varlığı devletin gaspı altındadır. Bizim talebimiz ve beklentimiz, Kenan Evren, arkadaşları ve devlet kademelerindeki işkenceyi ve baskıyı uygulayan memurların tümünün cezalandırılmalarıdır. 12 Eylülün tüm kurum ve kurallarıyla, tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırmasıdır. 12 Eylül sadece binlerce insanın ölümüne, yaralanmasına, mahkum olmasına, aç ve susuz kalmasına değil hala etkileriyle Türkiye demokrasisinin gelişmesini de engellemiştir, engellemektedir. Bugün, temel hak ve değerler, özgürlükler, adalet ve eşitlikler gelişimiyor ve güçlenemiyorlarsa; partiler, sendikalar, demokratik kitle örgütleri gelişemiyor, güçlenemiyorlarsa; TBMM’ de toplumun büyük bir bölümü temsil edilemiyorsa bunların nedeni 12 Eylüldür. 12 Eylül döneminde uygulanan katliam, baskı ve işkencenin hesabı, 12 Eylül Cuntası ve tüm uzantılarından, uygulayıcılarından tüm katillerden sorulmalıdır. 12 Eylül darbecileri yaptıklarının bedelini maddi ve manevi olarak ödemelidir. Bu intikam dürtüsü ile istenen bir yaptırım değil hukukun ve insan olmanın bir gereğidir. Bugün kamuoyunun iradi baskısıyla 12 Eylül hukuksuzluğu ve tüm uygulamaları ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Bizim üzerimizdeki bu hukuksuzluk da kaldırılmalıdır. TCK’ nun 141 ve 142. maddelerinin yürürlükten kaldırılması ile yetinilmemiş, 3713 sayılı Yasa ile dernek yöneticilerinin işledikleri suçlar, suç olmaktan çıkarılmıştır. 12 Eylül 2010’da yapılan halk oylaması ile 12 Eylül Anayasası büyük oranda değiştirilerek, 12 Eylül hukuksuzluğuna neden olanların yargılanmalarının önü açılmıştır. Bugün Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya bu nedenle yargılanmaktadır. Ancak bu yeterli değildir. 0 dönemde Cuntacıların tüm faaliyetlerini kolaylaştıran ve bu yönde görev almış kişi ve kuruluşlarda görev alanlarında yargılanması gerekmektedir. Yargılamanın bu iki sanıkla sınırlı kalması yargılamanın göstermelik bir yargılama olmasını kaçınılmaz olarak beraberinde getirecektir. Mahkemenizin buna izin vermeyeceğini umut ediyoruz TÖBDER in 12 eylül de yapılan 203/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 askeri mahkeme kararlarının halen devam ediyor olması TÖBDER in yöneticileri üyeleri ve yakınları için 33 yıllık bir işkenceye dönüşen bu durum Türk hukuk sisteminin zaafiyetinden kaynaklanmaktadır, biz 12 Eylül hukuksuzluğunu ortadan kaldırılmasını TÖBDER in itibarının örgütsel kimliğinin gasp edilen mallarının iadesini 12 Eylül hukuksuzluğunun elimizden aldığı tüm değerleri geri istiyoruz, biz TÖBDER liler 12 Eylül hukuksuzluğunun tüm sonuçlarını ortadan kaldırılarak bırakın acıyı göz yaşını ayrılıkları idam edilen gencecik insanların insanca yaşamına son verenlerin demokrasi adına cezalandırılmasını istiyoruz sonuç olarak Cunta liderleri sanık Ahmet Kenan EVREN ile Ali Tahsin ŞAHİNKAYA nın cezalandırılmasını o dönemde cunta faaliyetlerine katılan yardım ve yataklı eden binlerce kişiyi işkenceden yargısız infaz edip öldüren katiller ve suça iştirak eden diğer kişilerin de tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulmasını talep ediyoruz." Av. Senem Doğanoğlu Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli ifadesinde: "Tahir Canan vekiliyim, sayın heyet bu kadar esas hakkındabeyanın ağırlığı altında usulen belki birazda esasen bir katkısı olması umuduyla yeniden Tahir Canan'ın müdahilliğini talep ediyorum. Tahir Canan'ın müdahilliğini bu zamana kadar bireysel yada toplumsal karşılığı nedir açıklayarak talep ettim, ama bugünkü açıklamam aslında sizin hükmünüzün değeri açısından da önemli kanaatimce, hüküm verirken insanlığa karşı suç tartışmasını yürütücek olursanız Tahir Canan hakkında tanzim edilmiş raporu Türkiye de işkencenin 12 Eylül rejimi ile birlikte sadece sistematik değil ama sistemik bir tercih olduğunu da ortaya koyduğunu hatırlatarak ve buanlamda kuracağınız hükmede kanıt olarak esas olabilceğinizi söyleyerek müdahillik talep ediyorum, bir diğer hususta anayasal düzeni ihlal suçu açısındandır, anayasal düzeni eğer adil yargılanma hakkının korunduğu işkence yasağından kişilerin korunduğu bir düzen olarak tanımlıyorsanız müvekkilim anayasal düzeni ihlal edilmesi sonucuna bağlı olarak uğradığı zararın 30 Nisan 2013 tarihinde sona erdiğini hatırlatmak istiyorum, ne geçici 15. Madde ne 35. ne TSK iç hizmet kanunu, ve sizi bence anayasal düzeni ihlal suçu zaman aşımı tartışmasından da kurtaracak bir çözümdür, 30 Nisan 2013 Tarihi itibariyle zaman aşımı daha yeni başlamıştır, henüz 8 ay olmuştur, dolayısıyla müdahilliğin bu açıdan da tekrar gözden geçirilmesini ve kabul edilmesini diliyorum teşekkür ederim." Müdahil Aynur Hayrullahoğlu Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde: "Ben eşimi 1982 yılında işkence ile kaybettim. Benim eşim Mustafa Hayrullahoğlu. Tabiki çok yıllar sonra gördüğümüz dava dosyalarında 2 gün içerisinde inanılmaz işkenceler ile kaybetmişiz eşimi. Ama ne yazıkki bize eşimin kaybı 3 ay sonra Şubat ayında bildirildi. Şimdi bu kadar acılar yaşandı. Bu yıllarda ben 23 yaşındaydım ve yurt dışına çıkıp politik mülteci olarak yaşamak zorunda kaldım. Eşimin cenazesine dahi dokunamadım. Bu ise benim içimde eşimin ölümünü bile kabullenememek gibi bir yıllarca süren bir duygu yarattı. Yıllarca ben bu acı ile yaşadım. Hani denilir ya alışırsın diye ama bizler acılarımıza alışamadık. Bu acılar ile yaşamaya devam ediyoruz. Ama yüreğimiz kavrularak devam ediyoruz. Eşimin annesi bu acı ile gitti. Eşimin kardeşi bu acı ile gitti ve sadece eşim değil can dostlarım, can arkadaşlarım yıllarca onların işkence travmalarını tamir etmek ile geçti yaşamımız. Hala daha da bunlar devam ediyor. Ben ne olacağı ne yazık ki şimdi belli değil. Ama anaların ahı var. Bu insanların üzerinde öyle böyle değil. Anaların ahı var. Umarım bu Mahkeme bizim içimizi birazcık da olsa rahatlacak karar alır. Bu insanlar yargılanır. Ölüm döşeklerinde dahi olsa bir suçlu olarak, yargılanmış bir suçlu olarak gitmelerini talep ediyorum. Mahkeme Heyetinden. Teşekkür ediyorum. Söz verdiğiniz için." Müdahil Senem Gülbudak Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde: 204/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 "Abdullah Gülbudak'ın kızıyım. 15 Mayıs 1983 te babamın öldüğünü bu Mahkemede öğrenmiş bulunmaktayım. Ama ne yazık ki biz yıllar boyu onu 19 Mayıs 1983 te cenazesi ulaştığında o tarihte öldüğünü yada bir gün önce yada hangi gün öldüğüne dair herhangi bir doneye sahip değildik. Bu kadar yıl boyunca. Mahkemedeki otopsi raporlarını ele geçidiğimizde yada öğrendiğimizde bunu öğrenmiş olduk. Babam TÖB-DER Genel Merkez yöneticisiydi. Sayısı 200.000 ler ile ifade edilen bir demokratik kitle örgütünün yöneticilerinden idi. Onu Mamak Ceza Evinde işkence sonucu kaybettik. Yıllar boyu 3 kardeşiz biz. Bu aşamaya gelmemiz gerçekten çok badireler atlattık, çok ciddi bedeller ödedik. Ailemizde dağılma süreci yaşandı. Annemin akıl sağlığında ciddi problemler yaşadık. Uzun yıllar kardeşler bir arada olamadık. Darbenin bu anlamda da çok ciddi travmatik yanları oldu bizim açımızdan. Babam öğretmendi. Güzel bir bahçede çiçeklerini dermek istiyordu. O güzel çiçekleri dermek istiyordu. Ne yazıkki ayrık otlar vardı ve o ayrık otlar o güzel çiçeklerin ölümüne neden oldu. Umarım Mahkemeniz doğru, adaletli bir karar tesis eder. Sizden bunu bekliyorum. Bugün 41 yaşındayım ama halen 41 yaşında bir çocuk edasıyla size burada hitap ediyorum. Umarım bu karar adaletli olacak. Sizin bu 12 Eylül darbecilerine ilişkin, insanlık suçuna ilişkin burada tesis edeceğiniz karar insanlık adına atılmış önemli bir adım olacak. Diyeceklerim bundan ibaret." Müdahil Sabire Yazgan Serin Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde: "Sayın Başkan; Savcılığın istediği gibi sanıkların eylemleri bakımından Türk Ceza Kanununun başta 146/1. Maddesi olmak üzere diğer ilgili maddelerden mahkum olmaları Anayasayı açıkça ihlal suçu işlenmiştir ve cezası da bellidir. Sanıklar bu maddelerden ceza alınca başka darbe heveslileri zorla onaylattıkları Anayasalara geçici maddeler koyarak sorumluluktan kaçabilecekleri hayaline kapılmayacaklardır. Ancak, sanıklar yalnız Anayasaya karşı işlenmiş suçlardan ceza alırlarsa adalet tam olarak yerini bulmayacak, bizler gibi cuntanın işlediğği suçlardan doğrudan zarar gören insanlarda ve kamu vicdanında adalete güven sarsılacaktır. Sanıkların savunmalarının ne olduğu başından beri bellidir. Onlar başarılı bir darbeyi gerçekleştirdikten sonra yeni bir Kurucu İrada ortaya koyduklarını ve bu yüzden kendi kurdukları yasal çerçevede kendi eylemlerinin yargı konusu olamıyacağını iddia ediyorlar. Savcılık doğru bir yaklaşımla bu tezin geçerli olamıyacağını göstermiştir. Ancak bu teknik bir hukuk tartışmasıdır. Ben hukukçu değilim. O yüzden hukuki bir yorum yapamam. Ama heyetiniz bu davayı teknik hukuk tartışmalarını şu veya bu yönde karara bağladığında görevini tam olarak yerine getirmiş olmayacaktır. Anayasa ihlali, toplum vicdanında soyut bir kavramdır. En çok kanunlara uygun olmayan bir iktidar mücadelesini çağrıştırır. Oysa bu iki cunta mensubunun işlediği suçlar Anayasayı ortadan kaldırmak gibi soyut, Türkiye Büyük Millet Meclisini ve Siyasi Partileri kapatmak gibi geniş halk kesimlerinin umurunda olmayan türden suçlarla sınırlı değildir. Darbecilerin milyonlarca kere işlediği suçlar seçimle gelen bir iktidar tarafından da işlenebilirdi. Hatta aynı iktidar gerekli yasal altyapıyı hazırladıktan sonra yazılı kanuna dayanarak da aynı tarz fiillere başvurabilirdi. Nitekim, mesela naziler sözde yasal zeminlerde en ağır suçları işlediler. Bu yüzden de İnsanlığa Karşı İşledikleri suçlardan yargılandılar. Çünki hangi sayal temellere dayandırılarak haklı çıkarılmaya çalışılırsa çalışılsın insanlık suçları hiçbir biçimde mazur gösterilemez. Cuntacılar yalnız 1980 lerde geçerli Ceza Kanunun Anayasayı ihlal suçundan mahkum olurlarsa teknik bir hukuk tartışması sonucu ceza alacaklardır. Bu da tartışmanın şu veya bu yanını destekleyen hukuk ve toplum çevrelerinin karardan memnuniyetsizliğini ve tartışmanın devamını engellemez. Oysa 12 Eylül faşist yönetimini hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde hukuk, toplum ve insanlık önünde insanlığa karşı işlediği apaçık suçlardan da mahkum etmek mahkemenizin hem tarihi, hem de hukuki sorumluluğudur. Böyle bir karar bu konudaki bütün hukuk tartışmalarına son vereceği gibi Türkiye de insanlık suçlarıyla ilgili önemli bir hukuki içtihat 205/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 oluşturacaktır. Ayrıca Mahkemenizin sanıkları insanlık suçundan mahkum etmesi cuntanın emir ve teşvikleriyle insanlık suçu işleyen asker ve sivil diğer suç ortaklarına sığınabilecekleri vicdani ve hukuki kapılar kapatacaktır. Yerel mahkemelerde insan hakları ihlalleriyle ilgili binlerce dosyanın beklediğini biliyorsunuz. Bu dosyalar sizin kararınızı beklemektedir. Kararınızda insanlık suçlarından mahkumiyet olmazsa bu dosyalar ihmale uğrayacak ve adalet gerçekleşmeyecektir. Bizzat mütalaada açıklandığı gibi sanıkların siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bazı kesimlerine ezcümle devrimcilere, Kürtlere, Alevilere karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak kasten öldürme, kasten yaralama, işkence, eziyet ve kişi hürriyetinden yoksun kılma suçlarını defalarca işlediği bellidir. Sanıkların Anayasayı ihlal suçunun yanısıra insanlığa karşı işledikleri suçlardan dolayı mahkumiyetini talep ediyorum. Eğer 27 Aralık 2013 deki son duruşmada söz verilseydi özetle yukarıda anlattıklarımı söyleyecektim. Ama bu duruşma tam bir siyasi karışıklık döneminde yapılıyor. Bu bunalımdaki tartışma konularından başta geleni mevcut hukuk düzenidir. Son günlerde savcıların, hakimlerin ve mahkemelerin uygulamaları kararları ve hatta varlıkları ülkenin seçkin yöneticileri arasında tartışılır oldu. Hatta neredeyse tek tartışma konusu oldu. Bıçağın ucu hükümet, cemaat, generallr gibi muhterem zevata değince adliyenin de polisin de adaletten başka yerlere hizmet ettiği açıklandı. Türkiye de hukukun da nasıl bir aldatmacanın aleti olabileceğini gözler önüne serildi. Adaletin bazı çevrelerin oyuncağı olduğunu, ilk kez gücü güçsüzlere yeten çevreler dile getiriyor. Bu yüzden Ak Partiye, Fethullah Gülen Cemaatine, darbe destekçilerine teşekkür borçluyuz. Bu ülkenin mazlumlarının bilmediği şeyler değil bunlar. Ama hiçbir zaman Türkiye'de hukukun bir aldatmaca olduğu bu kadar net, açık, anlaşılır olmamıştı. Bu davada 12 Eylül'den sorumlu iki general yargılanıyor. Bu ikisinin Anayasayı ve insan haklarını ihlal ettikleri yeterince açık. Ama günümüzün hukuk ve adalet tartışmaları arasında vereceğiniz karar ne kadar önemli olabilir. Mahkemenizin de aralarında bulunduğu Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması hakkında mutabakat oluştu. Siz daha karar vermeden sizin hakkınızda karar verildi gibi. Mahkemenizin geleceği de vereceği kararın geçerliliği de belirsiz. Ama bu davanın hiçbir işe yaramadığı söylenemez. Bizler gibi sevdiklerini bu iki cani yüzünden kaybedip yüreğinde onmaz yaralar taşıyan insanlar için bu da bir şey. Abimi idam ettirip cansız bedenine bile işkence eden, toprağa verilmesini bizler için terör ve işkenceye dönüştüren bu iki sanık bugün karşımda sus pus oturuyorlar. Kenan Evren ağzını açmaya kalktığında avukatından fırça yiyerek susturuluyor. Deyimin gerçek anlamıyla zamanında astığı astık, kestiği kestik olan bu iki sanığın yüzüne binlerce halk çocuğunun katili olduklarını söylüyoruz. O insanların isimlerini burada saymak bile saatler alacaktır. Ama katledilen binlerin hatıraları içlerini titretsin diye Evren ve Şahinkaya'ya bazılarını hatırlatacağım. Ali Aktürk, Metin Adil Toraman, Mehmet Kanbur, Ömer Yazgan, Ramazan Yukarıgöz, Erdoğan Yazgan; Evren ve Şahinkaya, ikinizin dahil olduğu çetenin kurduğu tuzağa Akyazı ateşine korkusuzca dalan bu 6 insan, benim yiğit abilerim bu davanın kazananlarıdır. Berfo Ana, Cumartesi Anneleri, bütün anneler, kardeşler, çocuklar, sevgililer bu davanın kazananlarıdır. Bu davanın baş kaybedeni buradaki 2 sanıkla birlikte bütün zalimler, faili sözde meçhul cinayetlerin malum katilleri, işkencecilerdir. Ayrıca, bu mahkemenin sağladığı imkanları kullanmayı red eden siyasiler de bu davanın kaybedenleridir. Bu dava vesilesiyle kaybettiğimiz değerlerimizin ve insanlarımızın hatırlanmasına çaba harcayan herkese teşekkürler. Sabire Yazgan Serin, Erdoğan Yazgan kardeşi. Müdahil." Müdahil Baki Batmaz Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde: "1980 3 Martında göz altına alınarak ağır işkencelere tabi tutulduktan sonra öğretmenlik mesleğimden açığa alındım. Daha sonra 1980 askeri darbesi ile beraber tutuklanarak pardon göz altına alındım. Gözaltında akıl almaz ağır işkencelere tabi tutuldum. Bu işkenceler esnasında 3 kez sedye ile hastahanelere kaldırıldım. Hastahanelere kaldırıldığım 206/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 süre içerisinde herhangi bir tedaviye tabi tutulmadım. Yapılan tekrar gözaltılar devam etti. İşkenceler devam etti. Bu işkencelerden sonra tutukluluğumuza karar verildi ve tutuklandık. Tutuklu iken işkencelerden dolayı bedenimde oluşan arızalardan Askeri Hastahaneye Erzurum Mareşal Fevzi Çakmak Askeri Hastahanesine yatırıldım ve orada tedaviye alındım. Tedavi süresi yaklaşık 15 gün devam etti. Bu süre sonrasında tekrar ceza evine gönderildim. Ve bunun sonucunda sanıyorum yaklaşık bir sene sonra tahliye oldum. Ve iki sene sonrada beraat ettim. Öğretmenlik mesleğimden ihraç edildim. 1990 yılına kadar bu süre ihraç olaraktan devam etti yaşamım. 1990 da tekrar öğretmenlik mesleğime döndüm. 12 Eylül'ün bize uyguladığı bu faşist baskıların ve bunların sorumlulurının yargılanmasını ve bu süre içerisinde mesleğimden dolayı gördüğüm zararlarımın telafi edilmesini talep ediyorum." Müdahillik talebinde bulunan Elif Torun Öneren Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde: "1980 de faşist pusuda kaybettim Sabit Torun kardeşim ve diğer kaybettiklerimiz adına birkaç cümle söylemek istiyorum. Aslında dün gece geç vakit kimsenin haberdar olmaması için özellikle geç vakitte bu Mahkemeden yetkilerin alındığı bildirildi. Yani şu anda biz niye buradayız? Yetkisi alınmış bir Mahkeme... Bu salondan hiçbir şey çıkmayacağını bile bile niye buradayız onuda anlamıyorum. Ama yinede burada bulunmak gerek. Demin siz Sabit Torun kardeşimin resmini yüzüme koymuştum. İndirmemi söylediniz. Oysa ben Sabit adına buradayım. Erdal Eren adına buradayım. Deniz adına buradayım. Evladına kavuşamadan kaybettiğimiz Berfo Anayım ben. Bütün bunların adına buradayım. Benim yüzümü görmek hiç önemli değil. Yargının tarafsız olduğuna asla inanmıyorum. Çünkü gördüklerimiz, yaşadıklarımız bunu belirtti. Ama yinede bu kadar dökülen kanın, bu kadar çekilen acının bir hesabı sorulmalı diye düşünüyorum. Kardeşimi 23 yaşında kaybettim. Bir sürü idealleri vardı. Halkını sevmekten başka hiçbir suçu yoktu. Eşim 93 gün işkencede kaldı. Yıllarca terapi gördük. Bunları detay anlatmama gerek yok. Ama yargının bunun hesabını soramıyorsa bir gün gelip halkın bunun hesabını soracağımdan hiçbir kuşkum yok. İnancım yok. Biz kardeşlerimiz, kaybettiğimiz bütün yoldaşlar adına bayrağı elimizde yollarda hakkımızı aramaya devam edeceğiz. Teşekkür ederim." Müdahil Mikail Kırbayır Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde: "12 Eylül 1980 de cuntacı 5 generalin ülke yönetimine el koyması sonucu 12 Eylül 1980 de evinde, adresinde göz altına alınıp 8 Ekip 1980 de keyfi ve yargısız infaz sonucu eli bağlı, gözü bağlı, çırıl çıplak yaşamına son verilen Cemil Kırbayır'ın ağabeyi Mikail Kırbayır. Evet 8 Ekim 1980 de sadece Cemil Kırbayır'ın yaşam hakkı elinden alınmadı. Onun cenazesi de saklandı. Babanın oğlunun tabutunun altına girme hakkı elinden alındı. Babanın oğlunun mezarının üzerine gidip bir karanfil koyma hakkı elinden alındı. Herkesin tanıdığı bu salonun da tanıdığı 33 yıl boyunca oğlu için kaybettiği oğlu için katledilen oğlu için adalet arayan ve bu gün geçen yıl bugün vefat eden Berfo Ana da yıllar yılı görünmeyen adaleti bitmek tükenmek bilmeyen belirsizliği aradı. Ve sadece bu haklar mezarını görmek, mezarını bilmek ile yetmiyor. Bizi sevenlerin, bizi sayanların insan olarak hatta ve hatta sizlerin bana başın sağolsun diyebiliyormusunuz? Sizinde haklarınız elinizden alınmıştır. Bütün bu hak ihlallerine karşın Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya darbe yapmak, parlementer sistemi lav etmek suçuyla yargılanması bir yana; insanlık suçuyla yargılanması en öncelikli talebimizdir. Peki Cemil Kırbayır niye katledildi? Sebep neydi? Kim idi? Niçin yaşamına son verildi? Sütten çıkmış ak kaşıkmıydı? Elbette ki birilerine göre değildi. Cemil Kırbayır; sosyalist düşünceye sahip, 26 yaşına kadar yöre halkına insanlığın lehine, kamunun lehine, belkide bireylerin aleyhine bazı faaliyetlerde bulunmuştur. Bu faaliyetlerden bazıları ana başlıklarıyla 12 - 13 yaşındaki çocuk başlık parasından dolayı Kütahya'nın Emet ilçesi Tepeler köyüne Mehmet Emin ismindeki 63 yaşındaki insana para karşılığında veriliyor. Buna seyirci 207/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 kalmayan Cemil Kırbayır Sarıkamış Karakurt İstasyonunda o çocuğu alıp getirip babasına teslim ettiğinde aynen Cemil'in sözü; "yahu bu çocuk, ekmek yemesini bilmiyor. Yemek yapmasını nasıl yapacaktır be Allahsızlar?" Cemil Kırbayır yöre halkının geçim kaynağı olan hayvancılık, Mart Nisan aylarındayöre halkının parası biter. Muhtaç kalır. Bu sefer süt üreticilerinin, besicilerin, hayvan üreticilerinin sütünü 25 kuruşa 75 kuruş olan 25 kuruşa alan tefeciler, mandıracılara karşı mücadele eder. Avans verdikleri, sömürdükleri bu halka onların halkın lehine, tefecilerin aleyhine hareket etmişlerdir. Yine devletin hantallığı, yürümediği, götüremediği toprak davaları... Kadastronun işlemediği toprak davaları ve zilliyet davaları vardır. Bu zilliyet davaları kan davalarına dönüşmüştü. Gücü olan güçsüzü... Elindeki toprağını alıyordu. Bunada Cemil Kırbayır ve arkadaşları dur deme cürretini göstermişlerdir. O dönemde o dönemi yaşayanlar bilir. Karaborsa dönemidir. Gaz yağı, petrol, şeker tefeciler tarafından stok edilip; faiş fiyatla halka satılırken Cemil Kırbayır ve yörenin gençleri bunları deşifre edip halka bedeli karşılığında verip aynen tekel maddesi fiyatı üzerinden hak sahiplerine teslim etmişlerdir. Suçları bu ise Cemil Kırbayır'ın şahidi benim. Tanığıda benim. Bu suçları işlemiştir. Ama bugün buraya kadar görüyoruz ki 12 Eylül zihniyeti bütün kurumlarıyla hiçbir zaman son bulmamıştır. Bizim 34 yıldır mücadelemiz, adalet arayışımız, devletin kendisiyle yüzleşmesidir. Yaptıklarıyla hesaplaşmasıdır. Ve katillerinin bir an önce yakalanıp adalete teslim edilmesidir. Bırakın bunları aileye 33 yıl boyunca yalan söylemişlerdir. Cemil Kırbayır firar etti diye. Yine Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında kurulan ve sizde dosyada mevcudu olan Zafer Üslük başkanlığındaki raporda da belirtildiği gibi; soruşturmaya, araştırmaya başladıklarında Kars Savcılığına, Adalet Bakanlığı aracılığıyla, İç İşleri Bakanlığı aracılığıyla Cemil Kırbayır hakkında adı geçen kişi hakkında şu ana kadar açılmış herhangi bir veya devam etmekte veya sonuçlanmış herhangi bir karar varmıdır? Belge bilgi varmıdır? Hayır. Adı geçen kişi hakkında herhangi bir bilgi belge bulunmadığı kayıtlarımızın tetkikinden anlaşılmıştır demesine karşın; şimdi görüyoruz ki 2002 de Cemil Kırbayır hakkında takipsizlik kararı verilmiştir ve bize yalan söylenmiştir. Ben 12 Eylül 1980 de Göle Mal Müdürlüğünde vergi memuruydum. 8 Ekim 1980 de Cemil Kırbayır katledildiğinde benden bu senaryonun kendisidir. Benden başka onun davasını takip edeceği bir kimsenin olmadığını bilmedikleri için beni 14 Ekim 1980 de Çarşamba, Perşembe, Cuma... 3 gün benim Göle de, Kars ta, o ahalide, o bölgede kalmama müsade ettiler. 14 Ekim 1980 de tel emriyle mevcutlu olarak Karaman'a zorunlu ikamete tabi tuttular. Yine o dönemde Maliye Bakanlığında Yüksek Okul mezunları parmak ile gösterilirken; 1989'a kadar yönetici kadrolarına getirilemedim. Şikayetçiyim. Davacıyım. Diyeceklerim bundan ibarettir." Müdahil Fatma Gülmez Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde: "Cemil Kırbayır'ın kardeşiyim. Bütün bu acıları çektik. Cemil Kırbayır'ı tek almadı Devlet. Bütün ailemi yok etti. Ağabeyimi sürgünlere gönderdi. Yaşlı anamı, yaşlı babamı bana muhtaç etti. Babam kan kustu. Ben ölürken, yavru acısından kan kusarken şaşma yavrum dedi. Onu gördüm. Anamı sizde gördünüz. Berfo Ana'yı. Direne direne yavrum dedi. Halen dendiki senin oğlun kaçmış. Burdan gelseydi yüzüme baka baka keşkede haykırsaydım. Niye o yaşında yalan söyledi. Yaşlı anamı, yaşlı babamı kandırdı. Senin oğlun kaçmış dediler. Kaçmadı. Anamı, babamı kandırdı. Ailemi yok etti. Evimize bir sürü askeri, polisi dökerdi. Gecekondu evini tekme ile vura vura evimizi yıktı. Anamın dediği gibi ocağını yıktı. 3 yavrusunu birden aldı. Bütün aileyi bitirdi. Kenan Evren yalan söyledi. Yalancılıktan gelsin buraya. Yaşlı anam o acı anında sizler gördünüz. Yavrum dedi. Kenan Evren anama yalan söylemişti. Oğlun kaçmış demişti. Anam yollara böyle baka baka gezerdi. Kapılarını açık bırakmıştı. Bir gün gelecek demişti. Ama yalan. Ona rağmen bu ağır acıylan dediler ki oğlun Başbakan'a görüşmesine gidince dosyaları açıklandı. Cemil Kırbayır öldürüldü deyince anam feryatlar içinde sizde şahitsiniz. Yavrumu ver dedi. Kenan Evren nerdesin ve küfürlü konuştu. 208/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Ölene kadar dedi onun peşini bırakmayacağım. Benim yavrumu, hala anam ölmeye ferman okuyordu. Canını bile teslim etmiyordu. Taki dedi Cemil Kırbayır geldi. Oğlum geldi, Cemil geldi, kapıdadır. Ben gidiyorum, bana otel hazırlamış. Ana gel otele derken o zaman anam canını teslim edene kadar ah Kenan Evren dedi ocağın sönsün. Yuvamı yıktın. Yavrum, yavrum dedi. Yandı. Bunlara ben şahidim. Şahinkaya'ya, Kenan Evren'e ve yandaşlarına davacıyım. Davacıyım. Ailemi bitirdi. Biz adalet diyoruz. Cemil Kırbayır'da gitti. Son sözü neydi biliyormusunuz? Gitme kardeş dedim. Adalet yerini bulacak. Bizde bu adaleti arayarak, yola çıktık. Ama adalet bizden uzak kaçıyor. Biz adalet dedikçe şahitler okunur, dosyalar açılır, Cemil Kırbayır öldürüldü diye. Bütün işkencede giden arkadaşları şahitliğini ediyor. Maalesef dosyalar kapanıyor. Acaba neden? Babam Başbakanmı değildi? Babam Cumhurbaşkanımı değildi? Bir fakir ailenin çocuğuydu. Kendine göre çiftçiydi. Ondanmı? Neden bu? Yeter bu insanlar ağlamasın diye adalet diyoruz. Analar ağlamasın diye. Bende bir anayım. Oğlum Şırnak'tan askerlik yaptı. Mardin'den gitti. Biz bu devletin insanıyız. Bize ne zaman sahip çıkacaksınızSayın Hakim Bey. Buna yeter diyoruz. Daha analar ağlamasın. Adalet diyorum. İnşallah gelir. Onun rütbelerini de sökersiniz. Biraz da olursa anamın o içindeki acısını, biraz da olsada kemikleri sızlamasın. Teşekkür ederim." Müdahil Ahmet Cihan Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde: "1981 yılında işkence ile katledilen Süleyman Cihan'ın kardeşi Ahmet Cihan olarak müdahilim. Sayın Başkan, Sayın Heyet...! Duruşmaların başladığı 4-5-6 Nisan günlerine tekrar dönersek eğer burada bu salonda şimdi müdahil olan ama müdahilliği kabul edilmeyenler dahil, tam bir dram yaşandı. Herkes neler yaşadığını anlattı ve ben kendim 1980 yılında göz altına alınıp 6 yıl ceza evinde kalmama rağmen o dönemde birebir bu yaşananları kendim de yaşamış olmama rağmen, bu salonda duyduklarım, görmediklerim, o dönem görmedikleri, duyduklarım tüylerimi ürpetti gerçekten. Sizin işiniz çok zor. Bu ülkede adalet arayan insanların Mahkemeleri. Mahkemelerde Yargıçlar tarafından verilen kararlar ne yazık ki çok iç açıcı değil. Sizin işiniz çok zor. Çünkü hala bu ülkede adaletin tecelli edilmediği nedeni, iktidarların şu yada bu şekilde müdahalesi. Ama sizin açınızdan bu dava gerçekten geleceğe örnek olabilecek bir fırsatı yarattığı için burada verilen karar Türkiye de adalet arayanlar açısından bir mihenk taşı olabilir. Nisan 2012 de başlayan bu davanın bu kadar uzaması da adalet arayan bizler için bir handikap oluşturdu. Ama gerçekten de bugün karar verilmesini beklerken yeniden karar ertelenecek büyük ihtimalle. O zaman insanlar adalet çığlıklarını duyuramıyorlarsa nasıl adalet için yargı mercilerine başvurabilirler? Olanda zaten bu. Bıktırılıyor, sürece yayılıyor ve sonuçta karar muktedirlerin isteği doğrultusunda çıkarılsın diye sizlere baskı yapılıyor belki... Ama siz bütün bu çığlıkların ve halen devam eden çığlıkların örneğin; İstanbul da Galatasaray Meydanında, örneğin Diyarbakır da, Şırnak ta, Cizre de Cumartesi Anneleri diye bilinen kayıp annelerinin evlatlarına, kardeşlerine kavuşmak için çığlıklarını duymayan, kör ve sağır yöneticilere belki bu çığlıkların duyurulması için gerçekten adaletli bir karar verilebilir. Ve tarihe geçebilirsiniz. Doğru olanda bu. Çünkü başka türlü bu ülkenin geleceği yok. Hukuk herkez için geçerli. Bugün iktidarın kendisine de gerekli olduğu gibi. Adalet herkes için gerekli. Çünkü; adalet yoksa eğer o ülkede demokrasiden bahsedilmez ve bizler 33 yıldır aradığımız adaleti bugün şu yada bu şekilde bu mahkemeden çıkmasını beklerken bir başka şey için bekliyoruz. Örneğin bu iki general dışında suç ortaklarının yargı önüne çıkarılması için. Çok önemsiyoruz. Örneğin; benim dosyam Haziran 2012 den beri İstanbulda, caniyene yöntemle adam öldürmekten soruşturma başlamış olmasına rağmen değişen savcılar ve verilen yetkisizlik ve KYOK kararı nedeniyle son derece çelişkili, hukuksal açıdan izah edilemeyecek kararlar ve tekrar savcı değişmesiyle beraber şimdi yeniden belirsizliğe bırakıldı. Buradan çıkacak karar Türkiye de 12 Eylül döneminin sorgulanması açısından önemli. Buradan çıkacak karar Yerel Mahkemelere belki cesaret verir. 209/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Ama bu ülkede suç işleme ayrıcalığı olan, sırtını devlete dayamış, açık açık itibarlı insan olarak dolaşan insanlar korunduğu sürece bu ülkede adaletin sağlanması da çok zor. Biz sadece kamu görevlilerinin suç işleme özgürlüğünü buradan çıkan kararla belki bir nebze olsa ortadan kaldırabilmenin yolu açılır diye buradan yargılamanın sonucundan 146/1'e göre hüküm kurulmasını istiyoruz. İki generalin yaşlı olup olmaması önemli değil. Keşke tutuklu yargılansalardı. Aslında bu Mahkemede tutuklanmaları için son derece önemli bir belgede çıktı. Örneğin; bu iki kudretli generalden biri Ali Tahsin Şahinkaya'nın düzmece yöntemlerle Mahkeme salonuna gelmediği, Mahkeme dosyasına giren belge ile de kanıtlandı. Keşke tutuklu yargılanması söz konusu olabilseydi. Ve kamu oyuna bu Mahkemenin de gerçekten yargılamada belirli sonuçlara varabileceği intibahı doğsaydı. Şu salonun haline bakın. Milyonlarca insanın zarar gördüğü bir dönemin muktedir güçleri yargılanıyor. Ama salonda biz bir avuç insanız. Çünkü kimse inanmıyor bu davanın adaletli bir şekilde sonuçlanacağına. Sizden ve Sayın Heyetinizden ve bu Mahkemenin devamından istediğim 33 yıldır feryat eden insanların yüreğine bir su serpilmesi değil mesele sadece. Muktedir olanlarında yargılanabileceği ve adaletli bir karar verilebileceği ve bunların suç ortaklarının yargı önüne çıkarılabileceği bir sürecin başlatılmasını istiyorum. Diliyorum ve bekliyorum. Teşekkür ederim." Müdahil Yılmaz Yukarıgöz Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde: "Ramazan Yukarıgöz'ün kardeşiyim. Ramazan Yukarıgöz, Erdoğan Yazgan, Ömer Yazganve Mehmet Kanbur. Birlikte 83 yılında idam edildiler. 15 günlük bir yargılama sürecinin sonucunda infaz edildiler. Bunun yanında biz Yüzbaşı Eyüp Menteş hakkında tekrar yargılanma talebinde bulunduk. Çünkü rüşvet alırken Mahkeme Heyetinden bir hakim bu. Rüşvet alırken suç üstü yakalanmıştır ve Mahkemenin tekrar yapılması için bütün müracaatlar edilmiştir. Ve siyasi bir kararla infaz edilmiştir ve bu infazlarda bizlerden aldıkları vergiler ile cellatlarla yaptıkları pazarlık usulü yaptıkları anlaşmayla adam başı 20.000 TL ödenmiştir. 17 devrimci idam edilmiştir 12 Eylül sürecinde ve hepsine 20.000 'er TL cellatlarına para ödenmiştir. Bu paralar bizlerden tahsil edilmiştir. Şimdi Uruguay'da, Yunanistan'da, Şili'de olan darbelerin tamamının kusursuzca 12 Eylül hepsini kapsamaktadır. Çünkü Amerika desteklidir ve bu Kenan Evren ve diğer 4 arkadaşı 12 Eylül terör örgütü diyelim biz buna. Amerikanın sadece emir erliğini yapmıştır. Darbeyi savunma; darbe insan haklarına aykırıdır. Darbeyi savunan burada avukatlar olacaktır. Darbecileri değil de darbeyi savunacaklardır. Bu savunmayı kesinlikle ben kabul etmiyorum. Çünkü bizim bütün savunma haklarımız ellerinden alınmıştır. Arkadaşlarımızın, kardeşlerimizin ellerinden alınmıştır. Bende bunu red ediyorum. Protesto ediyorum. Eğer savunmaya başladıklarında da salonu terk edeceğim. Teşekkür ederim." Müdahil Halil Demirel Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde: "Halil Demirel. Şahsıma isabet eden bu zulmün veya haksızlığın parçalarından biri önümde şu metni okursam daha iyi anlaşılacak diye. Öğretmen Halil Demirel diye konu yazılmış. Milli Eğitim Bakanlığının 1 Aralık 1981 gün Sıkı Yönetim koordinasyon 7130-186 sayılı yazısı. İzmir Milli Eğitim Müdürlüğüne gönderilmiş. Halen İzmir Çeşme Ertan Lisesi Din ve Ahlak dersleri öğretmeni olan Halil Demirel hakkında ilgi ile komutanlığa intikal ettirilen belgelerin tetkik ve tahtiki sonucunda adı geçenin görevine devamının öğretim ve eğitim hizmetinin yürütülmesi açısından sakıncalı olacağı değerlendirilmiş ve bu nedenle 1402 Sayılı Sıkı Yönetim Kanunun 2. Maddesine 2301 Sayılı Kanun ile eklenen 1. Ek maddesinin Sıkı Yönetim Komutanlığına tanıdığı yetkiye dayanılarak işine son verilmesine karar verilmiştir. Başkaları karar alıyor ve veriyor. İşe son veriyor. Gereğinin yapılmasını ve yapıldığı hakkında Ege Ordu ve Sıkı Yönetim Komutanlığına bilgi verilmesini rica ederim. 210/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Dağıtım gereği için Milli Eğitim Bakanlığına, İzmir Valiliğine, İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğüne, bilgi için de askeri kanala komutanlığa bildirilmiştir. Tabi belki hukuku hukuku bilenler kadar bilemeyebilirim. Ama anladığım kadarıyla gerçek hukuk ve gerçek adalette din, aklın, nefsin, malın ve neslin korunması esastır. Bu hukukun özüdür. Tabi görevden alındığım sene 14/12/1981 senesinde gönderilen bu yazı bana fiilen 28/12/1981 senesinde P.tesi günü 3. Dersten çıkıp 4. Derse başlayacağım sırada 30 yıllık Tarih Öğretmeninin bana sunmasıyla şu yazının kendisi var dosyada fotokopisi. Gerekirse aslınıda takdim edebilirim. Veya fotokopiyi yeniden verebiliriz. Ondan sonra görevime son verildi tabi. Askerlik dönüşü 8 ay 25 günlük hizmetim vardı. 168. Dönem ilk 4 aylık kısa dönem askerlik yaptım Tuzlada. 7 sene 8 ay 7 gün görevimden uzaklaştırıldım. Tabi çorap sattım, kemer sattım, cüzdan sattım. Bir kaç işyerlerine girdim. Özel işyerlerinde de sebepsiz olarak gelmeyeceksin dediler. Daha sonra öğrendim ki askeri kanaldan veya yetkililer bunu çalıştırmayın diye söylediklerini anlamış oldum. Sene 5 Eylül 1989 da açıktan öğretmenliğe başladım. Daha bu 31 Ocak itibarıyla emekliliğim yeni başladı. İşlemlerim devam ediyor. Belki bugün onaylanacak. Şimdi benim şahsıma düşen bu payıma düşen bu mağduriyet tabii belki başkalarının mağduriyetinden çok hafif. Ama beni yıprattı, aile düzenim, yaşamım, bedenim, ruhum üzerinde etkisi fazla. Hala daha suçumu bilmiyorum. Niçin alınmışım. Başkaları yetki kullanıyor. 1402 Sayılı Sıkı Yönetim Kanunu dedikleri bu yetki Sıkı Yönetim Komutanlığı koltuğuna oturttukları kişilere verilen bir yetkidir. Suçluyla, suç ile ilgisi yok. E suçum ne onu bilemiorum. 34 yıl sonra soruyorum. Yeni gelmişim. İşte Mahkeme salonunda Hakimler karşısında ne diyeceğimi bende bilmiyorum. Bu konuda bana karşı adalet ve hukuk nasıl davranacak onuda bilemiyorum. İnşallah bizede mağduriyetimizin karşılığı olarak hukuk birşeyler uygun görecek. Ama gerçek hukuk, gerçek adalette bu şekilde senaryolar olmaması lazım diye düşünüyorum. Teşekkür ederim." Müdahil Sait Özdemir Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde: "Katılan Sait Özdemir. 12 Eylül 1980 darbe öncesi ve sonrasına ilişkin yaşadıklarımın kısa özetidir. Bu davanın gerekçesi sayılan darbenin ülkemize dolayısıyla kendime bıraktığı tortuların verdiği zararların öyküsünü burada anlatmaya gün ve zaman yetmez. 12 Eylül hukuku beni 9 Ekim 80 de işkence yoluculuğuna çıkarırken darbeye zemin oluşturmak için evimi yakıp yağmalattırmış, 1 yıllık öğretmen olan kardeşim Vedat Özdemir vurdurulmuş, öğrencilerim yollarda darp edilmiş, kaldığım lojmanım bombalanmış, sınıfımda ders halindeyken okulum kurşunlanmış, dolayısıyla eğitim öğretim özgürlüğü ve mal can güvenliği yok edilmiş, tesadüfen yaşayan bir belgeyim, raporum. Sürecin tanığım aynı zamanda. Her kesimden binlerce darbe mağduru gibi, binlerce TÖB-DER üyesi öğretmenler gibi, Doğan Tılıç'ın ekteki köşe yazısında açıkladığı gibi... Bu nedenle ilgili davanın tarihsel önemi görmezlikten gelinemez. Çünkü 33 yıl sonra karanlık bir dönemin kapısını aralıyor, ülkemiz geleceğine yani eşit, özgür ve demokratik bir ülke olmanın inşaasına katkı sunuyor ve daha da genişleyecek olan yargılamalara bir başlangıç, bir dayanak oluşturacağını umut ediyorum. Diğer yandan bu dava ve diğer açılan işkence davalarıda dahil olumlu sonuçlandığında bile hiçbir şey çalınan gençliğimi, umutlarımı, yarım bırakılan dersimi hayallerimi geri getirmeyecek. Ama binlerce ölenlerimizin kemikleri bir nebze sızlamamış olacak bu bir. 12 Eylül adına koca bir önsöz yazılmış olacak bu da 2. Yıllar sonrada olsa benim için yüzümde bir tebessüm çizgisi oluşmaya vesile olacaktır buda üç. Sayın Başkan değerli üyeler. 11 Yılı 11 ayrı mekan zindan, hücre, sürgün, açlık grevleri, ölüm oruçları ve işkenceler içinde geçirdim. Gözetime alınırken sağlamdım. Şimdi ise %43 - 50 özürlü durumuna düşürüldüm. Açık açık söylerlerdi bize bu yapılanlar 20-30 yıl sonra çıkar ortaya derlerdi ve öylede oldu. Ve daha ötesi 1991 de dışarı çıkanlarımızını hepsi kanserden ölüyorlar. Bu bir tesadüf olamaz. Asmayalımda besleyelimmi diyen Kenan Evren içerde bizlere ne yedirip ne içirdiğinin 211/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 bilimsel olarak araştırılıp incelenmesi kanısındayım. Yargı yaşanmış gerçeklere ulaşma sanatıdırdiyor bir hukuk bilimcisi. Bu insanlık utancı yaşanmışlığı tüm kural ve kurumlarıyla ülke olarak üzerimizden atmadığımız sürece yeni dünyanın kapısından içeri geçemeyiz. Darbe süreçlerini yaşayan ülkeler Almanya, İspanya, İtalya, Şili, komşu Yunanistan ve de Arjantin... Kirli mazileriyle yüzleşmeyi başarmışlardır. 40-50 yıl yanyana yaşayan insanlarımızı bir yıl içinde kan kavgalı hale getiren dost kuvvetler, düşman kuvvetler şeklinde ayrıştırıp kaos yaratarak darbe yapanlara onlara yardım ve yataklık yapanlara zulmü alkışlayıp zalimi sevenlere vede o günlerin fırsatçılarına sormak lazım. Yaptıklarınıza değdimi bunlar? 12 Eylül ülkemiz için bir akıl tutulması, bir güneş tutulmasıdır. Hiç bir ülke gelip bizim darbecilerden hesap sormaya kalkmayacaktır. Bunu yaşayan tüm kesimlerimizin yaşadığı iyilik ve kötülükleriyle yüzleşmesi tarihi görevdir. Vicdandır. İnsanı yanıdır. Eğer ben ve benim gibiler bu konuda bir adım atmamış olsaydım tarih benden hesap soracaktı. Bir yurttaş olarak tarihe olan borcumu ödüyorum ben. O nedenle huzurunuzdayım. İşkence davalarını açan savcılıklar tüm kötülüklerin anası darbedir, darbeciler ve onun hukukudur diyor. Oysa bu dava da darbe yapanlar tüm yapılan işkencelerden de sorumludurlar. Yerellerde işkence yapanlar üsten gelen emir ve talimatı uyguladık diyorlar. 12 Eylül günü dışarıda yaprak kımıldamaz bir ortam oluşurken çığlıklar ölümler infazlar kayıplar sakat kalmalar içeride başlamıştır. Bu planlanmış sistematik durum yargılamalar da delil sayılmıştır. Emir talimat ilişkisi yargılamalarda etkili faktör olmuştur. Sivil İşler Koordinasyon grubuna bağlı olarak çalışan unsurların yerellerdeki uzantıları işkence yaptırmakta dahil 12 Eylül sürecinin her noktasında telkin ve yönlendirmeleri verilen hükümlerde belirleyici olmuşlardır. Kısaca 12 Eylül ülkemizdeki gerek aileler gerekse toplumumuz arasına bir fay hattı gibi girip herkesimde travmalar yaşatmıştır. Şu örneği verirsem 12 Eylül hukukunu daha net tarif etmiş olurum. Eğer 17 Ağustos 1999 depremi 12 Eylül 80 darbe öncesi olsaydı kesin bu depremin suçlusu ben ve benim gibi binlerce insan olacaktı. Çünkü 12 Eylül'e giden süreçte yaşayarak tanık oldum ki; her köy ve mahallede insanlar daha fazla can paztarı ve mağduriyet yaşanmasın diye yangını söndürmeye çalışıyor, tıpkı 17 Ağustostda betonların altından ekip ekip yüzlerce canımızı hayata nasıl kavuşturmuş iseler kimi fırsatçılara karşı gece gündüz demeden çalışan sivil insanlarımız yer yer yağmacılara karşı korunak olmuş iseler tıpkı 1980 de de 78 kuşağı aynı sosyal dayanışmaiçinde şimdi daha iyi anlıyoruz ki zemin oluşturma adına darbecilerin çıkardığı yangını söndürmeye çalışırken suçlu ilan edildiler. Yangını çıkarın darbeciler ne yazıkki kurtarıcı oldu. Bunu şimdi tüm çıplaklığı ile belge ve iddianamelerle binlerce yaşayan tanıktan biri olarak görüyorum. Sayın Başkan değerli üyeler. Bu davanın hükme gidilen yolda işi çok kolay. Çünkü her şey ortada. Çocuğun kral çıplak demesine bile gerek yok. Asıl zor olan darbenin işkence ayağıdır. Tutulduğum 11 ayrı mekanın 4 yerinde kötü muamele ve işkence görmedim. Bunların yüzbaşısına, binbaşısına ve ilgili personeline insanca davranışlarından dolayı saygıyla teşekkürlerimi iletiyorum. Geri kalan 7 mekanın 4 yerinde açılan işkence davaları devam ediyor. Üç yerde devam eden soruşturmalar henüz bitip davaya dönüşmedi. Yaşanan ve görünen o ki; kimi savcılıklar uygulanan işkenceyi kötü muameleyi zaman aşımına tabi tutup kararlar veriyorlar. Kimi savcılıklar kamu davası açıyor. Kimi Mahkemeler aldığı kararlara uymayarak hükme gidiyor. Daha uzun bir hukuk yolculuğunun başındayım. Bu mücadelem ülkemin yüzü adaletin hukukun yüzü insanlığın ve özgürlüğün ve eşitliğin yüzü oluncaya dek devam edecek. Buna eş olarak siyasi aktörlerimiz ülke adaletinin erdemini hepimize yaşatmalıdırlar. Siyaset adaleti erdemli hale getirme sanatıdır diyor konfiçyüs. Geçmişte mağduriyet yaratılan her alanda mağdurun kim zalimin kim olduğuna bakmaksızın koşulsuz yüzleşmeye ülke olarak açık olmalıyız. İnsanlık suçu işleyenin askeri sivili olmaz. Akı karası olmaz. Her kim nerede nasıl yapmış ise en etkili ve kapsamlı olarak üzerine gidilmesi uygar hukukun gereğidir. Bu davalar aynı zamanda uygar bir ülke olup olmadığımıza da ışık tutacaktır. Tüm bu yapılanlara rağmen şahsen hiç kimseye işkenceciler darbeciler de dahil kişisel kızgınlığım, düşmanlığım, küskünlüğüm yoktur. Ben darbenin ve 212/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 onun hukuksuzluğıunda mağdur olan işkence gören olgunun davacısı ve şikayetçisiyim. Bana yapılanlar işkencelerde dahil ülkemizin hiç bir ferdine yapılmasına sessiz kalamam. Dolayısıyla bu davanın şüphelisi olan Kenan Evren ve Şahinkaya'nın yattıkları yatağı ile birlikte hiç incitilmeden, ağrıtılmadan, lavabosuyla birlikte mahkeme huzuruna getirilmesi en yakıcı talebimdi. Çünkü 33 yıl gibi uzun bir süre yaşam tarzımıza yön veren, önümüzde arkamızda her gittiğimiz yerde bizimle dolaşan, onun bedenimde ve ruhumda bıraktığı izlerle dost olan benim gibi binlercemizin aynı zamanda özlemidir bu. Şunu demek istiyorum bu ülkenin yurttaşı olarak hepimiz bebeklerimize, gençlerimize sevgiyle hoşgörüyle ve yaşlılarımıza saygıyla yaklaşan elinden tutan otururken kalkıp ona yer veren bir toplum geleneğine sahibiz. Ama darbeciler ne bebeklerimize ne de ihtiyarlarımıza acımadılar. Bu anlayışı göstermediler. Dışarıda öğretmen iken sınıfında öğrencisinin giysisini görünce onu kıskanan öğretmenler gördüm. İçeride ise mapusunu kıskanan gardiyanlar gördüm. Çünkü kolay olmadı bir hayatı baştan sona kadar insan gibi yaşamak. Bir utancı bilerek yaşamak korkunçmuş. Ama bundan daha korkuncu da varmış. Bir utancı bilerek yaşatmak daha bir korkunçmuş. Darbeciler bu utancı bilerek planlayarak bana, benim gibi binlercemize en korkunç şekilde yaşattılar. Hiç kimseyi yapmadıklarından dolayı kesinlikle suçlamam. Çünkü bana bunu yapmadığım fiillerden dolayı fazlasıyla yaşattılar. Bana yapılanların düşmanlarımızın dahi yaşamasını istemem. Darbe yapılarak sosyal bilince kan karıştı. Demokrasiye kemik. Yükselen ağıtlar, çığlıklar olduk gökyüzüne. Daha boyun ipine dayanacak kadar hücreleri oluşmamıştı bile. Astılar...! Erdalım, Erenim. Yum gözlerini bebeğim. Bu dünya sana göre değil. Darbeciler bilerekten tasarlayaraktan yaşattılar bunu binlercemize. Bu nedenle; 1- Gerek darbe zemini oluşturmak adına gerekse darbe sonrası zarara uğratılan, işsiz bırakılıp özlük hakları elinden alınan, sağlık bir beden iken özürlü sınıfına sokulan; a-) Darbeci Kenan Evren ve Şahinkaya'nın, b-) Darbe hukukunun altyapısını oluşturan işkence ve uygulayıcısı olan işkencecileri geçmişimizden, zihnimizden, kültürümüzden velhasıl tarihimizden sökülüp atılması için 12 Eylül'ün utanç müzelerini açmak dileği ile tüm mağdurlar gibi bende Mahkemenizin vereceği hüküm ve kararın yüzümde bir tebessüm çizgisinin oluşması arzum, umudum, dileğim ve talebimdir. Saygılar sunarım. Ekleriyle birlikte 3 sayfa." Müdahale talebinde bulunan Remzi Çayır Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli beyanında: "Evet; ben Remzi Çayır. Darbe Mahkemelerinde Sıkı Yönetimlerinde yargılanıp 13 yıl içeride kalanlardanım. 2010 refarandumunda gerçekten bu Mahkemenin açılacağı anlamında bir mücadele verirken yani bir daha bu ülkede darbe olmaması için renginden, dilinden, düşüncesinden ve inancından ötürü kimse ötekileştirilmemesi ve işkenceye tabi tutulmaması için mutlaka bu mahkemenin bir başlangıç olacağı düşüncesiyle eksik ama evet diyenlerdenim. Ne yazık ki bugün burada siyasi partiler anlamında da söyleyebilirim müdahillik talebinde bulunup müdahil olanlar o dönem bizi eleştirmişlerdi. Siz AKP'nin oyununa geliyorsunuz demişlerdi. Bir sürü ifade kullanmışlardı. Hatta bizi itham etmişlerdi. İftiralarda bulunmuşlardı. Ama hep iyi ve doğrunun hakim olması anlamında adım atmanın gerekliliğine inandığımız için eksik ama evet dedik. İşkencelerden geçtik. Ben Mamak'ın bana öğrettiği, hücrelerin öğrettiği bir şey farklılık güzel bir şeymiş, farklı düşünmek, farklı olmak güzel bir şeymiş. Farklılık bir işkence, ötekileştirme, adam yerine koymama düşman etme gibi bir mihenge oturmamalı. Bunu öğretti bize işkenceler. Ölümler. Geldiğimiz bu noktada, bu dava Türk siyasi hayatında bir ilk. Şayet bu dava mağdurların, mazlumların, Bekir Bağların, Mustafa Pehlivanoğullarının ahının yerde kalmaması için, Türk siyasi hayatının, demokrasisinin sağlıklı yürüyebilmesi için şu veya bu şekilde içerden ve dışardan bir takım odakların mutlu olmaması için bir karara varmalı, bu kararda adaletli olmalı. Hepimiz işkenceler gördük. Kendi kendime hücrenin içerisinde hep hayıflanırdım. Birgün bu 213/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 işkenceyi, bu insanlık dışı muameleyi bize reva görenler gerçekten insanların insana yapamayacağı, mapustasınız, yıllarca mapustasınız, sizi bir gece yarısı alıp götürüp gözünüzü bağlayıp işkenceye tabii tutuyorlar. Emniyette yaptınız. Heryerde yaptınız. Her yerde yaptınız. Mapushanede nasıl işkence yaparsınız? Jopla tamam. Falaka tamam. Hertürlü tamamda; niye elektrik ile işkence edersiniz. Buda ilginç. Bunun için bu dava Türk siyasi hayatında bir ilk. Mutlaka biraz ivedilikle sonuca gitmeli. Ben 2013 yılında bu davanın sonuçlanacağını ümit ediyordum. 2014'e sarktı. Bizim eksik ama evet dediğimiz HSYK değişmek üzere, Özel Yetkili Mahkemeler kalkmak üzere, zaten Mecliste kalktı. Herhalde bir kaç adım sonrasında belirsizlik olacak. Belirsizlik olmadan önce savunmadan sonra derhal karar verilmesini, en azından bir daha bu ülkede ister solcu olsun, ister ülkücü olsun, ister başka bir görüşe sahip olsun kimse görüşünden ve inancından ötürü kınanmayı bırakın, işkenceye hiç birşeye tabii tutulmamalıdır. Yeter artık. Bu ülkenin insanları adam gibi bir şekilde yaşama mutluluğunu ve hazzını yaşamalıdırlar bu ülkenin insanları. Bunun içinde Mahkemenizden iki sanık için gerekli cezanın verilmesi ve dünyaya ve bütün insanlığa oh dedirtecek bir kararın çıkmasını bekliyor, hepinize saygılar sunuyorum. Sağolun. " Müdahale talebinde bulunan Cahit Polat Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli beyanında: "Ben Cahit Polat. 67 yaşındayım. 1982 yılında Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde arşiv memuru olarak çalışırken tutuklandım. 1402 Sayılı Yasa ile tutuklanıp ceza evine Mamak'a gönderildim. 1450 kişi içerisinde 1402 Sayılı Yasa ile görevine son verilip görevine başlatılmayan tek kişiyim. Suçu açıklanmayan tek kişiyim. Dosyası kaybolan tek kişiyim. Bu kadar tesadüf 3. Sınıf Türk filimlerinde bile görülmemiştir. 12 Eylül'ün çünkü Alevilik ile ilgili kara kutusuyum. İşlerine gelmediği için açıklamadılar. Milli İstihbarat Teşkilatında sorgulanan iki kişiden biriyim. Biri Albay Turan Çağlardı. 22 gün 22 gece sorguda kaldı. Ertesi gün intihar etti. Nasılsa? İkincisi benim. Benim suçum Alevilik ile ilgili. MİT'de 7 gün 7 gece sorgulandım. Emniyette 17 gün sorgulandım. MİT'de herşeyime el koydular. Evime nerdeyse MİT'e taşıdılar. 7 ülkeye ait 14 diplomat kartviziti. Sordukları şuydu. Sen Amerikan Büyükelçiliği ile İngiliz Büyükelçiliği ile bir numaraları ile nasıl konuşuyorsun. Alevilik konusunda nasıl bunlarla şey yapıyorsun diye ve bunların hepsini kapattılar. Dediler ki sağ sol sorunu var. Kürt Türk sorunu var. Sen Alevilik cephesi açıcaksın. Bunun için sana akıl hastası verip seni saf dışı edeceğiz. Emniyette bir tek fiske bile yemedim. Çünkü yarım çuval kitap ile getirdiler. Bir tek odada muhafaza ettiler. Oradan Mamak'a gönderdiler. 9 ay orada kaldım. Bir kere duruşmaya çıktım. İkinci duruşmaya çıkmadan oldu bitti ile Bakırköy Akıl Hastahanesine sevk edildim. Şifa raporu aldım. Geldim. Herkesi aldılar 1990'da. Bir tek beni almadılar. MİT izin vermedi. Hala yargılanamıyorum. Türkiye hukuk devleti değil çünkü. Başbakan izin vermiyor. Başbakan işine gelip herşeye izin veriyor. Ama bana izin vermiyor. Çünkü Alevilik konusunda tek aykırı kişiyim Türkiyede. Alevi raporunu yayımladığımdan dolayı 12 ülke Türkiye'ye peşpeşe vize uyguladı. Diyeceksiniz ki ben mağdurmuyum. O kadarda mağdur değilim. Bugün birileri Aleviyim diyebiliyorsa Hz. Ali'nin kılıcını boynunda taşıyabiliyorsa, dün Aleviler potansiyel tehlikedir diyen paşalar bugün Kızılbaş damgasını yediyse 28 Şubat'tan sonra herhalde mutlu olmam gerekiyor. Bugün resmi elbise ile gezemiyorlarsa, Silivri'ye hepsi tıkıldıysa, 12 Eylül'de Mamak ceza evinde Üsteğmen işkenceci iken Silivri'de paşa olarak tıkıldılarsa bundan çok büyük mutluluk duyuyorum. Mahkemenizden beklediğim bir tek şey var. Bu 12 Eylül mağduru iki kişi ile sonuçlandırılamaz. 12 Eylül 3 yılda tasarlanmış muhteşem bir destabilizasyondur. 7 ülkenin parmağı vardır. Hatta Sovyetler'in, Bulgarların bile. Rafet Küçüktiryakioğlu burada yargılanan Kenan Evren'e sen beni yargılayamazsın paşa diyor. Dönemin Emniyet Genel Müdürü. Ben ki en büyük Alevi kasabıyım. Bulgaristan'dan silah getirip Alevileri katlettirdim diyor. Düşünebiliyormusunuz? Oysa bu paşalar komünizme karşı darbe yaptılar güya. Ben şuna 214/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 inanıyorum. 12 Eylül muhteşem bir destabilizasyondur. 1915'in rovanşıdır. 1942 varlık belgesinin rovanşıdır. 1955 6-7 Eylül olaylarının rovanşıdır. Bunu ben söylemiyorum. Dostumuz Amerika Birleşik Devletlerinin diplomatları söylüyor. Ve ben Türkiye'nin yolun sonunda olduğuna inanıyorum. 1915 - 2015 planı gereği Mart ayı sonunda Türkiye'de Alevi Sünni, Kürt - Türk çatışmalarının başlayacağını da iddia ediyorum burda beni dinleyen herkes. Çünkü 2013 Mart'ın da 21 Mart'da Başbakan'a alaycı bir dilekçe verdim. Yakında Haziran, Temmuz, Ağustos'da Türkiye'de mezhepçilik olayları başlayacak diye. Dava dilekçem Basın Savcılığında ve 7 kişi öldü Gezi olaylarında. 7'si de Alevi. Bu tesadüf değil. 1976-80 arasında Türkiye'de görev yapan bütün diplomatlar şu anda Türkiye de tekrar ve Türkiye bunları engelleyemiyor.Ben Türkiye'nin mezhepçilik ve hukuksuzluk üzerine çökertileceğine inanıyorum. Mahkemenizden beklediğim tek şey bu 12 Eylül'e sebep olan bütün bürokratların isim isim liste şeklinde açıklanmasıydı. Yoksa iki kişi ile hiçbirşey halledilmez. Teşekkür ediyorum." Müşteki Mustafa KAHYA14/11/2011 tarihli beyanında: “Ben 12 Eylül öncesi Diyarbakır'da 1 yıl Edebiyat öğretmenliği yapmıştım. Daha sonra açığa alındım. O tarihte öğretmenlerin üye olduğu TÖBDER (Türkiye Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) yöneticisiydim. Bismil şube yönetim kurulunda görev yapıyordum. Açığa alındıktan sonra memleketim olan Antalya'ya yerleştim. Daha sonra İstanbul'a taşındım. İstanbul'da darbe sonrası bir tekstil atölyesinde işçi olarak çalışıyordum. 13 Nisan 1982 tarihinde İstanbul'da gözaltına alındım. İstanbul Gayrettepe'deki Emniyetin siyasi şubesinde 44 gün sorgulandım. Sorgularım esnasında ve siyasi şubeye getirilirken sürekli gözüm kapalı idi. Sadece hücreye koyduklarında gözümüzü açıyorlardı. Sorgu sırasında bana o zaman faaliyette olan Kurtuluş isimli sol görüşlü örgütün yöneticilerini ve alttaki hiyerarşik yapılardaki kişileri soruyorlardı. Bilmediğimi söylediğim için de siyasi şubeye geliş tarihinden ayrılana kadar sürekli işkence yaptılar. İşkenceler falaka ile dayak atma, çıplak vaziyette Filistin askısı denilen bir kalasa t şeklinde kollarımızı bağlanarak havaya kaldırılıp o şekilde çıplak vaziyette vücuduma elektrik veriyorlardı. Gördüğüm işkencelerden dolayı ayaklarım şiştiğinde kangren olmayayım diye ayaklarımın şiş olan bölümlerine jilet atıp keserek kesik bölümlere bu durumda olanlara kullanılan beyaz bir merhem sürüyorlardı. Ayaklarım bu şekilde şişip kesildiği zaman işkencenin falaka bölümüne ara verip diğer kısımlarına devam ediyorlardı. Gayrettepe'de ilk 15 gün bu işkenceler aralıksız her gün devam etti. Diğer zamanlarda iki güne bir üç güne bir işkenceler maruz kalıyordum. Ayrıca Gayrettepe'de bulunduğum 15. Günü olduğunu tahmin ediyorum. Bana gözlerim bağlı iken sigara içip içmediğimi sordular, ben de sigara içtiğimi söyleyince ellerindeki yanmış vaziyette bulunan sigaranın yanan tarafını ağzıma sokarak ağzımın yanmasını sağladılar. Daha sonraki günlerde tekrar sigara teklif ettiklerinde bıraktığımı söyledim. İstanbul Gayrettepe Siyasi Şubede gördüğüm işkencelerde gözlerim bağlı olduğu için işkence yapan kişilerin kim olduklarını bilmiyorum. Ancak daha sonra o dönemde siyasi şube müdürünün Ünal ERKAN, müdür yardımcısının ise Mehmet AĞAR olduğunu öğrendim. İstanbul Gayrettepe'de geçirdiğim 44 günden sonra beni Antalya Emniyeti Siyasi Şubesine teslim ettiler. 45 gün de orada gözaltında kaldım. Antalya'da da aynı işkenceler maruz kaldım. Orada da ilk 10-15 gün her gün işkence gördüm. Daha sonraki günlerde ise iki güne bir üç güne bir işkenceye maruz kalıyordum. Hem İstanbul'da hem de Antalya'da elektriği genellikle cinsel organıma, göbeğime, kulak memesi, alnıma, ayak ve el parmaklarıma veriyorlardı. Antaya'da da, İstanbul'da da işkence sırasında işkenceciler birbirlerine kod isim kullanıyorlardı. Mesela İstanbul'daki gözaltında duyduğum Cabbar ismi kullanılıyordu. Antalya'da işkence yapan görevlilerin isimlerini hatırlamıyorum. Antalya'da gözaltında 45 gün kaldıktan sonra Antalya Cezaevine nakledildim. Cezaevine girdiğimde 37 kiloya düşmüştüm. Arkadaşlarımın bakımıyla kendime geldim. 215/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Cezaevine gelmeden önce sorgu hakimine çıktığımda işkence yapıldığın hakime söyledim. Ancak zapta geçmediği gibi herhangi bir işlem de yapılmadı. Antalya Cezaevinde 2 ay kaldım. Antalya Cezaevinde işkence görmedim. Oradan İzmir Buca Cezaevine nakledildim. Orada tek tip elbise uygulaması gündeme geldi. Kabul etmediğimiz için benim de içimde olduğum 13 kişiyi çırılçıplak soyarak yer altında bulunan hücrelere koydular. Hücrelerde ikişer kişiydik, hücrelerde hiçbir ısıtma sistemi, yatak yorgan yoktu. Ölmemek için birbirimizi ısıtma yöntemi bulmuştuk. Birimiz altta yüzükoyun yatıyor, birimiz de sırtüstü onun üzerine uzanıyorduk, bu şekilde hücrede 13 gün kaldıktan sona doktor bunlar kesin ölecek dediği için bize kendi elbiselerimizi vererek tekrar koğuşlara aldılar. Buca Cezaevinde yaklaşık 4 ay kaldıktan sonra, İzmir Şirinyer Askeri Cezaevine nakledildim. Orada ilk gelenleri tecrit denilen birer kişilik hücrelere koyuyorlardı. 3 gün kaldım. 3 gün boyunca genel uygulama her gün tecritte 3 posta dayak atıyorlardı. Tekme, tokat, sopa ve jopla dövüyorlardı. Her iki cezaevinde de gözlerimiz açıktı. Burada koğuşa geçtikten sonra mahkemelere götürülürken koğuştan çıkıştan itibaren rink aracına kadar sürekli kaba dayak atıyorlardı. Elbiselerimizi çıkarıp tek tip elbise giydirerek ellerimizi arkadan kelepçeliyorlardı. Buca Cezaevi sivildi, yöneticilerini ve bana işkence yapanları hatırlamıyorum. Ancak sorulduğunda tespit edilebilir. Şirinyer Askeri Cezaevine 4 yıl kaldım. Orada da yöneticileri ve bana işkence yapanları hatırlamıyorum. Ancak sorulduğunda tespit edilebilir. Ben Şirinyer'den sonra 1987 yılının Mayıs ayında Ankara Mamak Cezaevine geldim. Burada 1989 yılına kadar kaldım. Ben geldiğimde Mamak Cezaevinin en iyi dönemi olduğu söyleniyordu. Cezaevine girdiğimde bana ismimi sordular. Ben Mustafa Kahya deyince benim enseme bir jop indirdiler. Yere düştüm, kalktım, tekrar sordular. İsmin ne dediler, ben de Mustafa Kahya deyince, burada sana soru sorduğumuzda emret komutanımdiyeceksin dediler. Cezaevine koğuşlarda kalıyordu. Günde 3 defa sayım alınıyordu. 15 dakika da havalandırmaya çıkıyorduk. Havalandırma süresinde bize dayakla hareketler yaptırıyorlardı. Sayım sırasında ise Atatürk'ün Gençliğe Hitabesini ve İstiklal Marşı'nı okutturuyorlardı. Okumayan ya da sesi az çıkan dayak yiyordu. Ben bunların işkence yöntemi olarak karşı çıktığım için çok defa dayak yiyordum. Bana koğuş kıdemlisi olduğumu söylediler. Görevli askerler gelip bana lan şunu yap, lan bunu yap diye hitab ediyorlardı. Tepki gösterdiğim için beni o dönem Aslan Kafesi olarak geçen yere götürdüler, orada İç güvenlik Komutanı benim yanımdaki askerlere bu ismini bilmiyor muymuş, ismini öğretin dedi. Bana ismimi sordular, ben de Mustafa Kahya deyince beni yere yıkıncaya kadar dövdüler, kaldırdıklarında senin adın Lan, Mustafa Kahya değil dediler. Ben de Mustafa Kahya dediğim için bu dayak olayı sürekli tekrarlandı. Burada 3 gün işkence gördüm. Mamak Cezaevinde görevli bulunan Albay Raci Tetik Cezaevi Müdürü idi. A Blok İç Emniyet Amiri Binbaşı idi. Bunu ve diğer kişilerin isimlerin bilemiyorum. Ben dilekçemde de belirttiğim gibi darbeyi yapan kişilerden ve bana işkence yapan ifademde belirttiğim görevlilerden şikayetçiyim. Şirinyer, Buca ve Mamak'taki bana yapılan işkencelere aynı şekilde cezaevinde bulunan Hüseyin Aktaş, Süleyman Selen isimli kişiler tanıktır. Ayrıca tespit edeceğim diğer tanıkları da bildireceğim”. dediği Müşteki Yılmaz KIZILIRMAK22/11/2011 tarihli beyanında: “Ben 12 Eylül 1980 öncesi DİSK'e bağlı DEV.MADEN-SEN isimli sendikada personel olarak çalışıyordum. 10 Eylül 1980 tarihinde Genel Başkanımız Müslüm Şahin ile birlikte beni gözaltına aldılar. Önce Ankara Bahçelievler Merkez Komutanlığına götürüldüm. Oradan Ankara Emniyet Müdürlüğüne götürüldüm. Burada Sendikalar Bürosu benim ifademi aldı. Daha sonra Sıkıyönetim Askeri Savcılığına çıkarıldım. Mahkemece tutuklandım. Tutuklanmamın ardından 11 Eylül 1980 günü Mamak Askeri Cezaevine sevk edildim. Orada cezaevlerine gelenlerin konulduğu "Kafes" denilen yere götürüldüm. Saat 15:00'ten 24'e kadar 216/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 kafes denilen yerde askerler tarafından sürekli dayak yedik. Kafesin delikleri genişti. Oradan jopla bize vuruyorlardı. Saat 24 olduğunda beni B Blok 10. Koğuşa koydular. Saat 04:00 sıralarında askerler gelerek kapılarımıza vurup, "O... Çocukları kalkın, sizi bundan sonra yaşatmayacağız" diye küfür ve tehditlerle uyandırdılar. Koğuşlarda ranzalardan inip ayakta bekledik. Sonra havalandırmaya çıkarıp, havlandırmada o gün akşama kadar dayak faslı devam etti. Daha sonraki zaman içerisinde de aynı şekilde dayak atarak işkencelere devam ettiler. Bir grup asker koğuşa gelip, bize dayak atıyor, daha sonra da "Sendikacı nerede" diyerek beni soruyor, ben ortaya çıktıktan sonra tekrar dayak yiyordum. C-5 Blokta tutukluların emniyete götürülmeden önce sorgulandıkları bir işkence merkezi vardı. Ben oraya 5 kez ayrı ayrı tarihlerde götürüldüm. Her defasında bana elektrik verdiler, ayrı tarihlerde götürüldüm. Her defasında bana elektrik verdiler, kaba dayak attılar, tazyikli soğuk su tutuyorlardı. Bize DİSK'in yasadışı bir örgüt olduğunu, gençleri zehirlediğini söyleyerek, sendika yöneticilerin aleyhine ifade vermeye zorluyorlardı. Söz konusu yerde benim cinsel organıma, ayak parmaklarıma elektrik vererek işkence yaptılar. Cezaevinin B Bloğunda 14 tane koğuş vardı. O koğuşlardan 1 tanesinin banyosu vardı. O banyoyu da işkence yeri olarak kullanıyorlardı. Oraya 2 günde bir tüm koğuşları sırayla götürüyorlardı. Koğuşlardan çıkarırken bizi tek sıra haline sokup, ellerimiz ensemizde, askerler iki taraflı dayak atarak götürüyorlardı. Burası tüm bloktaki koğuşların temizlik ihtiyaçları için yapılmış bir hamamdı. Buraya götürüldüğümüzde "Soyunun" diyorlardı, soyunduktan sonra yıkanmak için kullanılan hamam taşlarının başlarına oturtuyorlardı. Önce soğuk ya da sıcak su verip, üzerimize döktürüyorlardı. Sonra ilk verdikleri suyun tersi olan sıcak ya da soğuk suyu açtırıp, bir sıcak bir soğuk suyu üzerimize döktürüyorlardı. Ağırdan alanları "Daha hızlı"diyerek ve joplayarak dövüyorlardı. Bu işkence yaklaşık 4-5 dakika sürüyordu. Arkasından üzerimizdeki sabun yıkanmadan bizi kaldırıyorlardı, çıplak vaziyette elbiselerimizi giyemeden tekrar sıraya koyarak, dayak atarak koğuşlara götürüyorlardı. Bu şekilde banyo işkencesine yaklaşık 6 ay boyunca 2 güne bir maruz. Kaldım. Koğuşlara zannımca Kara Kuvvetleri Komutanlığınca yazılmış Atatürk İlke ve İnkılapları isimli bir kitap getirip, yüksek fiyata herkese sattılar. Bu kitaptan dersler verip, soru soruyorlar, bilemeyenleri dövüyorlardı. Karavanaya yemek almaya gidenlere bu kitaptan sorular sorup, bilmedikleri takdirde yere yatırıp dövüyorladı. Benim ezberim iyi olduğu için bu konuda fazla dayak yemedim. Ayrıca ailelerimizden gelen paraları istediğimiz gibi kullanamıyorduk. Bu paralardan kendilerinin istediği miktar kadar az az veriyorlardı. Örneğin, sigara, süt ve yoğurt almak istesek, istediğimiz kadar alamıyor, cezaevi yönetiminin öngördüğü kadar bize veriliyordu. Bu şekilde de manevi olarak işkenceye maruz kalıyorduk. Emniyet sorgularında istenen ifadeyi vermeyen kişileri daha ağır suçluların bulunduğu A Bloktaki hücrelere koyuyorlar, orada ailelerimizin çoğu zaman ziyaretlerimize gelmelerini istemiyorduk. Çünkü yaklaşık 4 dakika kadar bir görüşme hakkı veriliyordu. Görüşme için getirilip götürülürken de hem dayak hem de hakaretlere uğruyorduk. Ailelerimize de hakaret ediyorlardı. Duruşmaya giderken de hem araçlara götürülürken hem de araçların içerisinde de dayak atıyorlardı. 12 Eylül'de cezaevlerinde görev yapan askerlerin özel olarak seçilip, özel eğitim aldıklarını düşünüyorum. Çünkü sıradan askerlerin daha doğrusu halkın içinden çıkmış köylü, işçi çocuklarının bu şekilde işkence yapabileceklerini düşünmüyorum. Bunların kullandıkları yöntemlerin, konuşmalarındaki jargonların birbirinin aynı olması, kalıp cümleler olması özel olarak eğitilip, cezaevlerinde işkenceci olarak görevlendirildiklerini ortaya koymaktadır. Mahkemelerde duruşma salonunda bizi getirip götüren askerler bize müdahale ediyor, yeri geldiğinde dayak atıyor, bizi susturup, konuşturmuyor, yere bakmamızı istiyor, sanki o zamanki Sıkıyönetim Mahkemelerindeki Hakim ve Savcılar bir bütünün parçası gibi 217/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 davranmaktaydılar. Ben Mamak Cezaevinde yaklaşık 1 yıl tutuklu kaldım, daha sonra da beraat ettim. Mamak Cezaevinden bu yana geceleri sürekli kabus görüyorum. Arkamdan birileri geliyor, yakında tedavi için başvurmayı düşünüyorum. O zaman Mamak Cezaevinde işkence edenleri tam olarak hatırlayamıyorum. Ancak Cezaevini yöneten Albay Raci Tetik idi ve onun emri, talimatı altında diğer askerler ve görevliler işkenceye iştirak etmişlerdir. Darbeyi yapan başta Kenan Evren olmak üzere diğer askerler ve görevlilerden, işkenceyi yapan kişilerden şikayetçiyim dediği, Müşteki Yener TURAN15/11/2011 tarihli beyanında: “Ben 12 Eylül askeri darbesinden sonra Kasım 1980 tarihinde Artvin Şavşat Lisesinde okurken gözaltına alındım. 1 hafta Şavşat Bölge Okulu olarak yapılan inşaatın gözaltı yeri olarak düzenlenen kısmında kaldım. Gözaltına alınmadan önce Şavşat Cezaevinin yanındaki Jandarma Karakolunda yaklaşık 8 saat kaldım. Üzerime sürekli hortumla soğuk su döktüler, arada da kaba dayak yedim, ayrıca karakolun bahçesinde havuza sokup çıkarıyorlardı. Karakolda bana yapılan işkencelerden sorumlu Yüzbaşı Mustafa Eken ve Astsubay Bahri Deniz vardı. Erler de vardı ancak bunların isimlerini bilmiyorum. Gözlerim üzerime su dökülürken ve dayak yerken kapalı idi. Havuza attıklarında açıktı. Gözaltında kaldığım Bölge Okulu inşaatında hakaret ve küfür edildi. Görevlilerin isimlerini bilmiyorum. Buradan sonra Artvin’deki Öğretmen Okulunun tutuk evi haline getirilen kısmına götürdüler. Yaklaşık 2 hafta orada kaldım. Oradaki süre içerisinde hakaret, sopa, kaba dayak, gece uykusuz bırakmak, soğuk havalarda at yürüyüşü, eşek yürüyüşü denilen garip eğitimler şeklinde muameleler gördüm. Burada da görevli Binbaşı Ahmet SELEK vardı. Bir yüzbaşı vardı ama ismini hatırlamıyorum. 21 gün gözaltında kaldıktan sonra serbest bırakıldım. Sürmene Lisesine eğitimime devam ettim. 1981 yılı Temmuz ayında 9. Kolordu Sıkıyönetim Mahkemesi hakkımda tutuklama çıkarmış, tutuklandım. 9 ay Erzurum 3 nolu cezaevi ve 1 nolu cezaevinde tutuklu kaldım. Bu cezaevlerinde her gün sopa yedik. Yemek konusunda sıkıntımız vardı, uygunsuz ve pis yemek yedirdiler. Yemeğin içerisinde örneğin bir kıl yumağı ya da bir farenin kuyruğu çıkıyordu. Hakaret, küfür, tehdit tarzı muameleler oluyordu. Bu cezaevlerinde sorumlu olarak bir yüzbaşı vardı, cezaevi müdürü idi. Hatta kendisine karateci yüzbaşı diyorlardı. Kendisi karate yaparak bizi dövüyordu. Dilekçemde belirttiğim ve ifademde belirttiğim kişilerden şikayetçiyim, cezalandırılmasını isterim dediği, Müşteki Reşat KESKİN22/11/2011 tarihli beyanında : : “Ben 12 Eylül 1980 öncesi o zamanki siyasi ve ideolojik gruplaşmalar nedeniyle kurmuş olduğumuz ve yasal olan DİYARBAKIR DEVRİMCİ GENÇLİK DERNEĞİ’nin kurucularındandım. Darbe yapıldıktan sonra yasal olmasına rağmen derneğimizi gizli örgüt kapsamına sokarak, örgüt yöneticisi olarak beni Diyarbakır’da gözaltına aldılar. Darbe öncesi Dicle Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü öğrencisiydim. Darbeden 2-3 gün sonra gözaltına alınarak Diyarbakır Emniyetindeki 1. Şubeye götürüldüm. Orada 1 gün gözaltında kaldıktan sonra ertesi gün bizi Diyarbakır Askeri Savcılığının binasının bulunduğu yere götürdüler. Orada minibüsten indirdiler, gözlerimiz açıktı.Orada dosyamıza savcının baktığını söylediler. Ancak bizim herhangi bir şekilde ifademizi Savcılıkta alınmadı. Ancak 1. Şubede gözaltına alındığım gün alınmıştı. Orada ağır bir işkence görmedim. Ancak polisin sorduklarına bilmiyorum diye sürekli cevap vermem üzerine, polis bir sopayla omzuma vurdu, bunun ifadesini bu şekilde yazın, nasıl olsa daha sonra bülbül gibi konuştururuz diye söylemişti. Askeri Savcılığın bahçesinde bulunduğumuz sırada, Savcılık binasına yaklaşık 100 metre mesafede bulunan, taş duvarlı, tek katlı bir bina vardı. Orada bulunduğum sırada bu binadan bir polis çıktı, Savcılık binasına girdi, oradan da çıkarak bizim bulunduğumuz yere 218/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 gelerek, bizim başımızdaki polislerle konuştu. Bu polis sivil giyimli, üzerinde alt kısmında mavi kot pantolon ve çizgili bir spor ayakkabı, üst kısmını dikkatimi çekmemişti. Savcılığın bahçesinde bekletildikten sonra bizi tekrar minibüse bindirdiler, gözümüzü bağladılar, minibüse 5-6 kişi bindirilmiştik, toplam 13—14 kişi vardı, geri kalan Savcılığın bahçesinde kalmıştı. Bizi gözümüz bağlı olarak minibüse bindirdikten sonra tahmin ediyorum, Askeriyenin içerisinde gezdirdiler. Sonra belli bir yerde minibüsten indirdiler, gözümüz bağlı olarak yaya yürüttüler. Yaya yürürken bizim dağlık taşlık yerlerde yürüdüğümüz izlenimini vermek için başınızı eğin, taşa değmesin, şu köprünün altından geçeceksiniz şeklinde sözler söylüyorlardı. En son yaya olarak bir binaya sokulduk. Orada gözaltında yaklaşık 33 gün kaldım. Kaldığım süre içerisinde 3-4 kez falaka dayağı yedim. En az 7-8 kez vücuduma elektrik verilerek işkence yapıldı. Elektrik işkencesi yapılırken sandalyeye oturtularak ellerim arkadan bağlı şekilde bulundurulurken arkamdaki polisin sorduğu sorulara istediği cevabı vermeyince el ve ayaklarıma bağlı olan elektriğe arkamdan nasıl olduğunu bilmediğim şekilde akım vererek elektrik işkencesine maruz bırakılıyordum. Başka bir elektrik verme yöntemi ise çıplak vaziyette Filistin Askısı denilen bir kalasla asılarak vücudumun çeşitli yerlerine, cinsel organıma, diş ve kulağıma elektrik veriliyordu. Bu şekilde elektrik işkencesine 2 ya da 3 kez maruz kalmışımdır. Bunun dışında koşturarak duvara kafamızı vurdurma, üzerimize kum torbası sallayarak çarptırma, günlerce ayakta uykusuz bekletme şeklinde oluyordu. İşkence odalarında genellikle işkence yapılıyordu. Burada yukarıda anlatmış olduğum ilk gözaltında kaldıktan sonra Askeri Savcılığın bahçesinde mavi kot pantolonlu ve çizgili spor ayakkabılı polisin ayak kısmını ve pantolonunun alt kısmını gözbağımın alt kısmından gördüm. O zaman buranın Askeri Savcılığın bahçesinde tarif ettiğim tek katlı bina olduğu kanaatine vardım. Burada gözüm sürekli bağlı olduğu için işkence yapan kişileri hiç görmedim. Bulunduğumuz yerde işkence sürekli devam ediyordu. Yapılan işkencelerden dolayı sürekli bağırma, çağırma sesleri duyuluyordu. Burada 33 gün kaldıktan sonra Askeri Savcılığa çıkarıldım. Askeri Savcı ifademizi alarak Mahkemeye sevk etti. Mahkemenin tutuklama kararı vermesinden sonra beni Diyarbakır 5 Nolu Askeri Cezaevine gönderdiler. Cezaevinde ilk 2-3 ay bir sıkıntımız olmadı. Yemekler güzeldi. Kitap okuma imkanlarımız vardı. Fazla bir sıkıntı çekmedik. Ancak bu süre sonunda cezaevine İç Güvenlik Amiri olarak atanan Yüzbaşı Esat Oktay YILDIRAN atandıktan sonra kötü uygulamalar başladı. İlk önce yemeklerde zorla dua yaptırılmak istendi. Önce duaları yapmamak için direndik, çünkü bunu yaptığımız takdirde arkada istemediğimiz başka şeyler de yaptıracaklardı. Zorla yaptırılmasına karşılık cezaevinde tutukluların büyük bir bölümü açlık grevine başladı. Zamanla açlık grevinden bazı koğuşlar vazgeçtiler. Çünkü açlık grevinden vazgeçip dua etmeyi kabul eden koğuşlara yemek veriliyordu. 8-9 gün bizim koğuş olarak açlık grevine devam ettik. Sonra biz de grevden vazgeçtik. Arkadan işkence uygulamaları başladı. Spor faaliyetlerini işkenceye çevirmişlerdi. Spor için havalandırma ya da koğuşlarda bulunduğumuz sıralarda zorla İstiklal Marşı’nı, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni söylettirip, ezberlettiriyorlardı. Atatürk’ün hayatı ile ilgili bir kitap vardı. Bu kitabı nokta, virgül ezberlememizi istiyorlardı. Bir kelime hata olduğu zaman dayak ve işkence nedeni idi. Havalandırmaya çıkarıldığımız zamanlarda bir kişi hata yaptığı zaman havalandırmanın ortasında mazgalı kaldırtıp, kafasını oraya, lağımın içine sokturup, arkadan da bir tekme vurdurarak, bu kişinin beline kadar lağıma batmasını sağlıyorlardı. Koğuşa dönüldüğünde banyo yapacak herhangi bir suyumuz yoktu. Banyo yapmak için su verilmiyordu. Sadece günlük kişi başı 1 çay bardağı su düşüyordu. Onu da ancak içmek için kullanıyorduk. 3-4 kez ben de bu şekilde lağıma batırılma işkencesine maruz kaldım. Ancak cezaevinde kalıp da bu şekilde işkencelere maruz kalmayan kimse yoktur. Günlük arkadaşlar arasında konuşurken o gün 50’den aşağı sopa yemişsek kendimizi şanlı görüyorduk. Bunların dışında banyoya gidip gelirken mutlaka dayak oluyordu. Görüşümüze akrabalarımızın gelmesini istemiyorduk. Çünkü 2-3 saniye bir süre veriliyordu. Yakınımıza 219/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 nasılsın diyip cevap alamadan düdük çalınıyor, sopa yememek için tekrar içeriye kaçmak zorunda kalıyorduk. Dolayısıyla bu durumu ailemizin görmesini istemiyorduk. Koğuş yaşamı ve cezaevi içerisinde oturmak, kalkmak, gülmek, konuşmak suç sayılıyordu. Bu işkenceler bahsettiğim gibi cezaevinde ilk 2.5-3 ay hariç, kalmış olduğum 2.5 yıl boyunca devam etti. 2.5 yıl sonra tahliye oldum. Diyarbakır 5 nolu cezaevinde kaldığım süre içerisinde uğradığım işkencelerden dolayı sorumlu olanlardan İç Güvenlik Amiri Esat Oktay YILDIRAN daha sonra öldü. Yine 7. Kolordu Komutanı ve Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanı Kemal YAMAK da öldü. İşkence yapan gardiyanlar, askerler ve sorumlu olan diğer kişilerden ve darbeyi yapan Kenan EVREN ve diğer Komutanlardan ve Adalet Bakanından şikayetçiyim dediği, Müşteki Metin TERZİ14/11/2011 tarihli beyanında “Ben 1980 askeri darbesinden sonra 25/01/1981 tarihinde gözaltına alındım. Diyarbakır’da 1 nolu şube siyasi suçlara bakıyordu. Oraya götürüldüm. Gözlerim bağlı olarak götürülmüştüm. 2 ay boyunca gözaltında kaldım. Gözaltında iken gözlerim hiç açılmadı. Benim hakkımda Devrimci-yol örgütü üyeliğinden soruşturma yapıyorlardı. Benim örgütle bağlantımı ortaya çıkarmaya çalışıyorlardı. Gözaltında kaldığım süre içerisinde sürekli falaka dayağı, jopla dövme, Filistin askısına asılarak uzuvlarıma elektrik verilmesi şeklinde işkenceler devam etti. İşkence bittiğinde dinlenmememiz için oturmamıza izin verilmiyordu. Bayılana kadar bu işkenceler devam ediyordu. 2 aydan sonra Savcılığa çıkarıldım. İfadem alındı. Mahkemece tutuklandım. Yine Diyarbakır 5 nolu cezaevine konuldum. Girişte bütün gelenlere uygulandığı gibi bir hoş geldin dayağı attılar. Cezaevi sürecinde bizi hücrelere koydular. Hücrelerden televizyonlu olanı mı yoksa banyolu olanı mı tercih edersiniz diye soruyorlardı. Televizyonludan kasıt üst kattaki hücrelerin camı kırıktı. Ondan bahsediyorlardı. Banyolu hücreler ise alt kattaki içerisi lağım dolu olan hücrelerdi. İlk gittiğimde cezaevinde hücrelerde 20 gün kaldım. Cezaevinde işkence yapmak için mutlaka bir neden bulup bizi dövüyorlardı. Banyoya gittiğimizde sürünerek tekrar koğuşa gitmemizi istiyorlar, üzerimizi de değiştirtmiyorlardı. Koğuşumuz küçük bir koğuştu, daha doğrusu daha önce işyeri olarak planlanmış ancak tutuklu sayısı fazla olunca koğuşa çevrilen bir yerdi. 173 kişi bu koğuşta kalıyorduk, normalde 50 kişinin birlikte kalamayacağı bir yerdi. Pencereleri hiç açtırmıyorlardı. Bir defasında cezaevinin havalandırmasında buz üzerinde bizi koşturdular, buz yumuşadıktan sonra kırdırdılar, daha sonra da kırılan sulu buzun üzerinde süründürdüler. Sonra da o elbiselerle ıslak ve çamurlu vaziyette akşama kadar bulundurdular. Bu uygulamalar nedeniyle bir Ahmet amca dediğimiz 70 yaşındaki kişi rahatsızlandı, apar topar mahkemeye çıkarıp tahliye ettiler. İşkenceler fasılasız olarak her gün devam ediyordu. Cezaevinde bize işkence yapanlar ve dayak atanlar genel olarak askerler emirle bu işleri yapıyorlardı. Cezaevinde gözlerimiz açık vaziyette idi. Askerlerden işkence için uyum sağlayamayan kişileri ayırıp geri gönderiyorlardı. İşkenceye uyum sağlayan kişilere görev yaptırıyorlardı. Hatta bir defasında bir askerin gece bizi dövmek için iki defa nöbete kalkıp uykusundan uyandığını belirterek bize kızıp bu nedenle bize dayak attığını da hatırlıyorum. Bir defasında havalandırmada hepimizi toplayıp yoğun bir şekilde dayak attılar. Bu dayak neticesinde 2 arkadaşımız felç oldu, 2 kişi de akli dengesini kaybetmişlerdi. Akli dengesini bozulanlardan bir tanesinin ismi Sabahattin idi. Diğerlerini hatırlamıyorum. Daha sonra bildirebilirim. Ben cezaevinde yaklaşık 5 yıl 3 ay kadar kaldım. Tutuklu olarak kaldım, sonunda da beraat ettim. Bahsettiğim şekilde işkenceler 1984 yılının Haziran ayına kadar devam etti. Ondan sonra kaba dayak bitmişti, ancak 8 ay havalandırmaya çıkmadığımız oldu. 1984 yılının Ocak ayında cezaevinde işkenceleri ve uygulamaları protesto etmek amacıyla açlık orucu uygulaması başlattık. Bu dönemde Diyarbakır cezaevinde Cemal ARAT ve Orhan KESKİN açlık grevinde öldü. 2 kişi baskılara dayanamayarak kendini astı. 220/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Bunlardan birinin adı Remzi AYTÜRK, diğerini hatırlamıyorum. Bir kişi de kaba dayaktan öldü, bu kişi ise Necmettin BOYÜKKAYA’ dır. Bizim tespit edebildiğimiz Diyarbakır Cezaevinde ihtilalden itibaren 1984 Nisan’ına kadar olan süreçte 54 kişi hayatını kaybetti. Dışarıda ve diğer yerlerde ölenlerin sayısını bilmiyoruz. Gözaltında bulunduğum sürede gözüm bağlı olduğu için bana kimlerin işkence yaptığını bilmiyorum. Diyarbakır Cezaevinde ise İç güvenlik Amiri Esat Oktay YILDIRAN ve Cezaevi müdürü olan binbaşının ise ismini hatırlamıyorum. O dönem cezaevinde ve gözaltında bana işkence eden bunun için emir veren kişilerden şikayetçiyim. Ben tanık olarak cezaevinde işkence döneminde benimle birlikte kalan Fikret DENİZ, İsmail NAKİPOĞLU, Ali DEMİRAK ve tespit edeceğim diğer tanıklarımı bildireceğim dedi. Devamla gözaltında kaldığım sürede gözümün sürekli bağlı olması nedeniyle burnumun üzerinde halen iz vardır. Parmak aralarımda da mermi konularak parmaklarımın sıkıştırılması nedeniyle iz kalmıştır. 12 Eylül dönemindeki soruşturmalarda cezaevinde yaklaşık 150’den fazla kişi diğer insanlar aleyhine ifade vererek itirafçı olmaya zorlanmışlardır. Bu kişilere de aynı işkence yöntemleri uygulanmıştır.” dediği, Müşteki Cumhur YAVUZ15/11/2011 tarihli beyanında: “Ben dilekçemde ayrıntılı olarak bana yapılan işkenceleri belirttim. Gözaltında bulunduğum yerlerde gözlerim bağlı idi. Fatsa’da gözaltında bana işkence yapan kişilerden bir tanesinin Başkomiser Mustafa YAYLA olduğunu bana bir yer gösterme yaptırdıkları sırada gözlerimi açtıklarında “Yer burası” diye söyleyen kişinin daha önce bana işkence yapan kişi olduğunu, daha önceki sesinden tanıyarak tespit ettim. Diğer polis memurları Tuncer MEKİK, Yemen TÜRKAN, Ali AY’ı ise daha sonra yazılan Fatsa Gerçeği isimli kitapta Mustafa YAYLA’nın ekiplerinde bu polislerin isminin geçtiği için bu polisleri de teşhis ettim. Ünye Karakoluna gözüm açık götürüldüğüm için işkenceyi yapan Başçavuş Ramazan KARTLAK ve emrinde görev yapan askerleri teşhis ettim. Askerlerin isimlerini bilmiyorum. Ankara Mamak Cezaevinde bize işkence yaptıran Cezaevi Müdürü Albay Raci TETİK, diğer isimlerini hatırlamıyorum. Aydın Cezaevine gönderildiğimizde maruz kaldığım işkenceleri anlattım. Orada çıplak olarak yediğim dayaktan yumurtalığımın bir tanesi ezilmişti. Ayrıca bacağım da 1 yıl bükemedim. İşkence yapan diğer kişilerin adlarını bilmiyorum. İlgili cezaevlerinde o tarihte görevli olanlar tespit edilebilir. Ben 02/12/1980 tarihinde gözaltına alındım. Gözaltında Ünye ili Erenyurt beldesinde karakol haline getirilen Merkez İlköğretim Okulunda yaklaşık 14 gün kaldım. Sonra toplama kampına dönüştürülmüş Fatsa Et Balık Kurumuna götürüldüm. Orada ilk sorgum 11 gün sürdü. Fatsa’dan sonra Ünye’ye götürüldüm. Orada 2 gün kaldım. Ünye’den sonra Perrşembe Eğitim Enstitüsüne götürüldüm. Orada tahminime göre 14 gün kaldım. Oradan da Ordu Efilli Cezaevinde Müşehade Koğuşuna gittim. Orada tutuklandım. 1981 yılı tahminime göre Mayıs ayında Amasya Cezaevine sevk edildim. Amasya’da 1982 yılına kadar kaldım. 1982 Ocak ya da Şubat ayında Mamak Cezaevine gönderildim. 1 ay sonra tekrar Amasya Cezaevine gittim. 1983 yılında Haziran ayında tekrar Mamak Cezaevine getirildim. 1988 yılına kadar Mamak Cezaevinde kaldım. Oradan Eskişehir E Tipi Cezaevine sevk edildim. Burada 1 yıl kaldım. Ondan sonra da Aydın E Tipi Cezaevine sevk edildim. Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi bana idam cezası vermişti. 1991 yılında çıkarılan Şartlı Tahliye Yasasından Aydın Cezaevinden tahliye oldum. Dilekçemde belirttiğim ve ifademde belirttiğim kişilerden ve tespit edilecek kişilerden şikayetçiyim, cezalandırılmasını istiyorum.” Müşteki Osman BAŞER09/12/2011 tarihli beyanında: “Ben 12 Eylül askeri darbesi olduğu sırada Ankara Abidinpaşa Kartal Tepe’de bulunan Abidinpaşa Endüstri Meslek lisesinde öğrenciydim. Askeri darbe yapıldıktan sonra 8 gün 221/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 sonra bir gece vakti benim evime başlarında Başkomiser POL-DER’li Zeki KAMAN olan asker ve polislerden oluşan grup gelerek beni gözaltına alıp 4. Kolordu Komutanlığı 28. Mekanize Piyade Tümeni içerisinde bulunan C-5 isimli bloka götürdüler. Orada bana polis Osman BAKIR’ı kim öldürdü diye sordular. Ben ilgim olmadığını söyledim. Ancak bana işkenceye başladılar. Yaklaşık 1 hafta 10 gün boyunca işkence ettiler. Bu süre zarfında beni Filistin askısı denilen askıya aldılar. Falakaya yatırdılar. Çırılçıplak soyup cinsel organıma, dilime, parmaklarıma ve vücudum çeşitli yerlerine elektrik verdiler. Çırılçıplak vaziyette iken bizi ıslatıp, günlerce çıplak vaziyette aç, susuz o şekilde bekletiyorlardı. Soğuktan tir tir titriyorduk. Bu işkenceler yapıldığı sırada Erzurum’dan Ömer Haluk PİRİMOĞLU isimli şu an işadamı olan kişi de getirilmişti. Aynı işkenceleri o da görmüştür. Bu 1 hafta on günlük süre içerisinde Emine PEKGÖZ isimli emekli hemşireyi tanık olarak getirip, beni teşhis ettirdiler. Emine PEKGÖZ beni göstererek ‘Polis Osman BAKIR’ı vuran kişi bu’ diye söyledi. Daha sonra mahkemede de Emine PEKGÖZ aynı şekilde tanıklıkta bulundu. Bu tanıklıktan sonra işkencelere dayanamayarak ben Osman BAKIR’ı vurduğumu söyledim. Bana bunun üzerine ‘Kim emir verdi’ diye sordular. Emri sana Ankara Ülkü Ocaklarında yönetici olan Cabbar KANAT mı verdi. Yoksa Ankara Ülkü Ocakları Başkanı Ali UZUNIRMAK mı verdi diye sordular. Ben işkenceden dolayı bu kişilerin bana talimat verdiğini söyleyerek hayali bir senaryo uydurdum. Ancak senaryo gerçeğe uymuyordu. Bu suçlama dışında benim oturduğum mahallede meydana gelen ve şu an hatırladığım Salim KABAK’ın evinin bombalanması, Mehmet PATIR’ın evinin bombalanması, Hüseyin isimli kişinin evinin bombalanması, Sabri YİĞİT’in öldürülmesi, bunun dışında da hatırladığım çeşitli kurşunlama vs. suç olaylarını benden sorup, bilgi almak istiyorlardı. Bunların faillerini kim olduğunu söylemem için bana işkence yapıyorlar, bunları benim yaptığımı, bu nedenle kabul etmemi istiyorlardı. Yapılan ve devam eden yukarıda anlattığım işkenceler nedeniyle bu suçları da üzerime almak zorunda kaldım. Gözaltı süreci devam ederken bizi ara sıra Mamak Askeri Cezaevinde bulunan B Bloktaki koğuşlara götürüyorlardı. Orada da her gün en az 100 sopa yiyorduk. Sopa atarken cop kullanıyorlardı. Sabah akşam alınan sayım için dışarı çıktığımızda koşarak çıkıyorduk. Sağlı sollu askerler dizilmiş vaziyette hepsi bizi copluyorlardı. Biz de en az dayak yemek için daha hızlı koşmak zorunda kalıyorduk. Bunun dışında günlük 3 öğün yemek almaya gittiğimizde, havalandırmaya çıktığımızda, ziyaretçimiz geldiğinde, dayak yiyorduk. Bu faaliyetler sırasında, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi, Onuncu Yıl Nutku, İstiklal Marşı’nın belli bir kıtasını söylememizi istiyorlardı. Söyleyemediğimiz ya da ezbere okuduğumuz halde yanlış okudun diyerek dayak atıyorlardı. Bu dayaklardan sürekli yedim. Bizi banyoya götürüp çırılçıplak halde sopa atıyorlardı. Bu banyodaki sopalardan dolayı Mamak Askeri Cezaevinde benim gözümün önünde Bekir BAĞ ve Hasan ALEMLİOĞLU öldü. Tutulan tutanaklarda bunların kendilerini asarak öldükleri belirtildi. Oysa kaldığımız cezaevinde bir mahkumun kendisini asabileceği hiçbir kısım yoktu. Soruşturma işlemlerinin yapıldığı gözaltı olarak kullanılan yerde dosyalarımız gündeme geldikçe tekrar cezaevinden alınıp, gözaltında bulunduğum yere götürülerek tekrar sorgulanıyorduk. Bu sorgulamalar sırasında da yukarıda bahsettiğim dayak, falaka, elektrik verme, Filistin askısında bekletme, üzerime su sıkılarak çıplak olarak bekletme şeklinde işkenceler görüyordum. Ben MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasında 223. sanık olarak yargılandım. Cezaevinde ya da gözaltında işkenceden geçirildikten sonra bizi revire götürüp, bir ağrı kesici vererek geri gönderiyorlardı. Üstüm başım gördüğüm işkencelerden dolayı kan olduğunda ailelerimizden temiz elbise isteyerek, temiz elbiseleri verip kanlı elbiseleri alıyorlardı. Bir defasında benim kanlanmış olan elbiselerimi Ankara İl Emniyet Müdürlüğünde bekçi olan ve aynı zamanda komşum olan Necati ŞİMŞEK benim temiz 222/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 elbiselerimi alıp, kanlı elbiselerimi almıştı. Ben Askeri Sıkıyönetim Mahkemesinde MHP ve Ülkücü kuruluşlar davası açılana kadar hem bahsettiğim cezaevinde hem de gözaltında kaldım. Bu süreler boyunca sürekli bahsettiğim işkencelere maruz kaldım. Bu işkenceler nedeniyle bir defasında tüm vücudum mosmor olmuştu. Dışkapı Askeri Mevki Hastanesine kaldırıldım. Orada 45 gün yattım. Sorgulamayı yapanlar benim ölmemi bekliyorlardı. Ancak iyileştim. O dönemde Mevki Hastanesi tabiplerinden Binbaşı Tabip Selim KAPTANOĞLU ve Tabip Albay Mehmet ÜNLÜ benim yattığıma ve durumuma şahittir. Ancak kendileri bana işkence raporu veremeyeceklerini söylediler. Bunların dinlenmesini isterim. Ben mahkemeye çıkınca polis memuru Osman BAKIR’ın öldürülmesi ile ilgili olay günü hava durumunun nasıl olduğunun tespit edilerek, olay yerinde uygulama keşif yapılmasını istedim. Mahkeme talebimi kabul etti. Yapılan keşifte görevlendirilen Bilirkişi havanın sisli olması nedeniyle tanık Emine PEKGÖZ’ün bulunduğu yerden benim bulunduğum yeri net olarak göremeyeceğini siluet şeklinde görebileceğini söyleyerek, bu kişinin tanıklıktan düşürülmesini istedi. Ayrıca Özgür ŞAHİN ve Ayşe GÜDEK isimli DEVYOL sanıklarda öldürülen polisin beylik tabancası ve kafasına isabet eden mermi çekirdeğine uygun tabanca yakalanması, onların da olayı kabul etmesi ve sonucunda da o dava dosyasının istenerek incelenmesi neticesinde ben yapılan yargılamada polis memuru Osman BAKIR’ın öldürülmesi olayından delil yetersizliği nedeniyle beraat ettim. Benim Osman BAKIR davasında verdiğim ifadeler o tarihte Yeni Düşünce Dergisinde yer almıştı. Bunu da dilekçe ekimde sundum. Benim yukarıda belirttiğim Osman BAKIR olayı dışındaki diğer olaylarla ilgili de işkence yaparak benim bir kısım silah ve mermileri teslim ettiğime dair ifade ve tutanak imzalatmışlardı. Bu ifade ve tutanakları Savcılığa intikal ettiğinde ifadem sırasında Cumhuriyet Savcıları Nurettin SOYER, Fahrettin DEMİRAL,Orhan YALÇINKAYA ve Erkan BAŞER’e bana işkence yapıldığını, bu ifade ve tutanakların işkenceyle imzalatıldığını söyledimse de beni dinlemediler ve ifademi dahi zapta geçmeden götürün dediler. Ben yapılan yargılamalar ve işkence ile imzalatılan ifadelerimde suçlamaları kabul etmem nedeniyle 36 yıl ağır hapis cezasına mahkum oldum. Ankara Mamak Askeri Cezaevinde 7 yıl, Eskişehir Özel Tip Cezaevinde 2 yıl, Bursa Özel Tip Cezaevinde 2 yıl 11 gün, toplam 11 yıldan fazla cezaevlerinde yattım. 3713 sayılı yasadan yararlanarak tahliye oldum. Ben yukarıda söylediğim gibi dava açıldıktan sonra da sonuçlanana kadar Mamak Askeri Cezaevinde kaldım. Mamak Askeri Cezevinde 1987 yılına kadar kaldım. Bu tarihe kadar cezaevinde sürekli işkence gördüm. Cezaevinde telefon, televizyon, gazete, radyo hiçbir şey yoktu. Günlük olarak sayıma çıkışlarda rutin dayak yiyorduk. Cezaevi Müdürü Albay Raci TETİK cezaevinin bir kulesi vardı, oradan aşağıya bakıyordu, aşağıda mavi bereli askerler bizi yere yatırıp, üzerimizde botla geziyorlardı. Cezaevinde elektrik verme dışında diğer yukarıda anlattığım bütün işkenceleri gördüm. Günlük rutin olarak dayak yiyordum. Mesela; aynasız tıraş olmak zorunda kaldığımız için hafif bir sakal kalsa bundan dolayı dayak yiyordum. Sebepsiz yere de günlük dayak yiyordum. Mesela ziyaretçimiz gelse onların yanına giderken dayak atıyorlardı. Toplu olarak bulunduğumuzda bir arkadaşımız hata yapsa ondan dolayı hepimiz dayak yiyorduk. Dayak yemek için herhangi bir nedene gerek yoktu. Bir şeyi bahane edip, dayak atmanın yolunu buluyorlardı. Cezaevinde bize işkence yapan kişiler askerlerdi. Bunların başlarında subay ve astsubay bulunuyordu. Bu askerler askere alındıktan sonra acemi birliği eğitimini takiben iç güvenlik adı altında eğitime alınıyor, orada 1980 öncesi asker, polis ne kadar cinayet olayı varsa bunlara anlatılıyordu. Bu eğitimden sonra askerler kendilerine anlatılan olaylardan sonra 223/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 intikam hissiyle hareket eden insanlara dönüşüyorlardı. Bizleri insan olarak değil de birer cani olarak görüyorlar ve o şekilde acımasızca işkence ediyorlardı. Askerlerin cezaevine gelmeden önce bu şekilde eğitim aldıklarını ben kendilerinden bizzat dinledim. Hatta bu şekilde eğitim alan Bingöl’ün Genç ilçesinden Ali GÜLELİ bu şekilde almış olduğu eğitimi bize anlattığı için tutuklanarak asker koğuşuna konulmuştu, sonra ne olduğunu bilmiyorum. Cezaevinde gördüğümüz işkenceyi gerçek anlamda anlatabilmek mümkün değildir. Bu işkencelerin mahiyeti ancak yaşanıldığı takdirde anlaşılabilir. Cezaevindeki şartlar çok kötüydü. Yemeklerden avuç avuç kum çıkıyordu. Yemek içerisinden çorap, askeri bot, fare, palaska, bot altındaki keçe çıktığı oluyordu. Bunlar yemeğin içine atılarak bizlere veriliyordu. Cezaevinde bahsetmiş olduğum İç Güvenlik Komutanı Albay Raci TETİK en üst yetkili kişiydi. Onun üzerinde bağlı olduğu Tümen Komutanı ve 4. Kolordu komutanı vardı. Cezaevinde Raci TETİK’in altında Yüksel Yüzbaşı, Şuşut Binbaşı ve Yozgatlı Tankçı Binbaşı Ahmet isimli kişiler vardı. Benim Mamak Cezaevinde kaldığım sürede daha sonra Bakanlık yapan Namık Kemal ZEYBEK, Yaşar OKUYAN, Necati GÜLTEKİN Paşa, Albay Tahsin ÜNAL, Albay Ahmet ER, Kurmay Yarbay Şakir ÖNER de gözaltına alınıp, Mamak Askeri Cezaevinde aynı muameleleri görmüşlerdir. Bu kişiler cezaevinde yaklaşık 15 gün kaldılar, sonra Merkez Komutanlığı içerinde bulunan Dil Okuluna götürüldüler. Taha AKYOL da Mamak Askeri Cezaevine getirilenlerdendi. Taha AKYOL ile Albay Ahmet ER Mamak Askeri Cezaevinde kafese konulduğunda ben de aynı yerdeydim. Mamak Askeri Cezaevinde Kafes denen yere mahkemeye çıkıp tutuklanan kişiler getiriliyordu. Burası aynen hayvanat bahçelerindeki aslan ve kaplanların konulmuş olduğu demirden bölmeli kafes şeklindeydi. Ortasında bir duvar vardı. İki bölmeden oluşuyordu. Bir tarafa Sağcılar, öbür tarafa Solcular konuluyordu. Burada her şeyi izinle yapmak gerekiyordu. Oturmak, kalkmak, sağa dönmek, sola dönmek, tuvalet ihtiyacı gidermek, her şey izne bağlıydı. Kafesteyken yürüyüş esnasında asker kıt a dur komutu verince durduk. O anda kurşuna dizileceğimizi düşünerek yanımdaki arkadaşa ‘kardeş bizi öldürecekler, hakkını helal et’ diye söylemem üzerine bunu duydular. Beni kafesten çıkarıp alt katta gaz odası denilen boş bir odaya götürdüler, orada bana 1,5-2 saat cop, tekme, palaska ile dövdüler, sonra tekrar kafese götürüp attılar. Kafeste hata yapan ve cezalandırmak istedikleri kişileri bu şekilde cezalandırıyorlardı. Ben kafes denilen yerde 1 hafta kaldım. Bu kaldığım sürede üzerimdeki elbiselerle üzeri açık olan ortamda kaldım. 1 saatte bir asker nöbet değişimine geliyor, 10-15 dakika yerinde sayma ve yürütme şeklinde talim yaptırıyorlardı. Buranın altı betondu. Isınmak için battaniye yorgan hiçbir şey yoktu. Mamak Cezaevinde kaldığım sürede 3 defa hücreye atıldım. Bunlardan bir tanesi mahkeme salonunda toplu olarak İstiklal Marşı okumamdan dolayı,bir tanesi cezaevinde cemaatle namaz kıldığımdan dolayı, bir tanesinde de sayım sırasında yavaş ve isteksiz davrandığım iddiasıyla ceza aldım. Bu hücre cezaları birincisi 10 gün, ikincisi 12 gün, sonuncusu da 7 gündür. Konulduğumuz hücreler 70x70 cm ebadında, içerisinde ördek denilen lazımlık dışında hiçbir şey olmayan, dinlenmek için oturma imkanı bulunmayan, dar yerlerdi. Dinlenmek için çömeliyorduk. Ayak uzatma imkanı olmadığı için ağrıyordu. Bazı zamanlarda dinlenebilmek için amuda kalkar gibi ayağımızı yukarı kaldırıp o şekilde kalıyorduk. Hücrede bulunan lazımlığa ihtiyacımızı gideriyorduk. Sayım zamanları bunları döktürüp, yıkatıyorlardı. Hücreye günde 1 defa sadece öğlen saatlerinde yemek veriyorlardı. Hücre cezaları boyunca dışarıya çıkamadım, dışarıya çıktığımda yürüyemiyorduk, kabız oluyorduk, sakalımız da uzamış oluyordu. Bu hücreler askeri ihtilalden sonra yapılmış, halen de duruyor. Gidip gördüm. 12 Eylül darbesinden sonra Abdullah ÇATLI dışarıdayken ASALA terörüne karşı 224/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 faaliyet göstermek üzere Kenan EVREN’le Bahçelievler sanıklarının ceza almaması ve Alparslan TÜRKEŞ’in tahliye edilmesi karşılığında anlaşmışlardır. Bu Sabah Gazetesinin 7 Haziran 2010 tarihli sayısında yer aldı. Haluk KIRCI’yla bu konuda röportaj yapıldı. Bu röportaj yer almıştır, ayrıca Haluk KIRCI şu an Bolu M Tipi Kapalı Cezaevindedir. Kendisinin bilgisine başvurulabilir. Dilekçem ekinde yer verdiğim gazete küpüründe de anlaşıldığı üzere Zaman Gazetesi’nin 21 Ekim 1990 tarihli nüshasında Fehmi KORU tarafından Kenan EVREN’in el yazısı notlarına yer verildi. Kenan EVREN notlardan anlaşıldığı kadarıyla aşırıya giden solun karşısına sağı çıkarıldığını, bunun da bir hata olduğunu belirtiyordu. Ben bu yazıyı okuduktan sonraKenan EVREN’e 9 soru sorarak yazılı olarak gönderdim. Aynı soruları Fehmi KORU’ya da gönderdim. Fehmi KORU bu sorularımı Zaman Gazetesinde yayınladı. MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davasında yargılama yapılırken bizim hakkımızda iddianamede 765 sayılı TCK’nın 149, 168, 146 ve diğer bir kısım maddelerden cezalandırılmamız istenmişti. Hakkında dava açılan ancak firari olan kişilerin bazıları yurtdışında olduğundan iddianamedeki suçlar da siyasi suçlar olması nedeniyle dava devam ederken bizim suçumuz siyasi suçlardan çıkarılarak sevk maddelerimiz 313, 314, 448, 454 maddeleri şeklinde değiştirildi. Bundan sonra yurtdışına kaçan kişilerin iade talebi yapıldı. Dilekçem ekimde sunduğum Ek-3 belge Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesine Abdullah ÇATLI’nın iadesinin sağlanabilmesi için sevk maddelerinin siyasi suç olmaktan çıkarılması talebini içeren bir yazıdır. Dilekçemde belirttiğim şüphelilerden gördüğüm işkenceler nedeniyle şikayetçiyim, gerekli soruşturmanın yapılarak cezalandırılmasını talep ediyorum.” dediği Müşteki Avukatı Osman BAŞER devamla , “Ayrıca delil olarak Yaşar OKUYAN’ın kitabın ibraz edeceğim. Bu kitapta Cezaevi Müdürü Albay Raci TETİK’in özel olarak Genelkurmay tarafından seçildiğini kendisinin söylediğine dair beyanlar bulunmaktadır. Müştekinin tespit edip bildireceği diğer şüphelilerle ilgili de soruşturma yapılıp dava açılmasını talep ediyoruz” dediği, Müşteki Yılma DURAK22/12/2011 tarihli beyanında: “Ben 12 Eylül’den önce de şimdi olduğu gibi ticaretle uğraşıyordum. Erzurum’da Tek. Olpet isimli şirketimiz vardı. Şirket Kereste ağırlıklı faaliyet gösteriyordu. Ben Erzurum’da tahminime göre 1968 yılında MHP Erzurum İl Gençlik Teşkilatını kurdum. İl Gençlik Kolu Başkanlığını yaptım. Orada genel olarak Ülkücü gençlik hareketlerinin içerisinde ve yönetiminde bulundum. Erzurum’un kültür hayatında da bir yerimiz vardı. Babam Erzurum’un ilk matbaasını kuran kişiydi. Dolayısıyla Erzurum’un entelektüel çevresinde de ağırlığı olan bir aileydik. Ben Erzurum’da zaman zaman dergi ve gazeteler çıkardım. Özellikle Alparslan TÜRKEŞ Türkiye’ye geldikten sonra gençlik hareketleri hızlandı. O dönemde Erzurum Atatürk Üniversitesi bizim de çalışmalarımız sayesinde sürekli eğitim verebilen bir kurum haline gelmişti. Üniversiteye her kesimden gelen gençler çoğunlukla milliyetçi, vatansever insanlar olarak yetişiyordu. O dönemde Erzurum’a gelen Örsen ÖYMEN ve Engin KONUKSEVER gibi gazeteciler gelip benimle röportaj yaptılar. Ardından benim hakkımda “Doğunun Başbuğu” şeklinde bir sıfatla anılmaya başlandım. O dönemde Erzurum Atatürk Üniversitesi’nin bu yapısından dolayı şu anki PKK’nın o zamanki temeli olan örgütler Erzurum Üniversitesi’nin tercih edilmemesi konusunda talimatlar veriyordu. O dönemde Erzurum’da Alevi dedeleri ile de toplantı yaptım. Bu hususta başarılı olduğumuzu düşünüyorum. Erzurum’da 1980 öncesi hiçbir Alevi’ye yönelik bir saldırı olmamıştır. 1976 yılının sonunda ben İstanbul’a yerleştim. İstanbul’da gençlere yönelik vatanseverlikle ilgili eğitim çalışmaları yapıyordum. 1979 yılında İstanbul’da MHP İl Başkan Yardımcılığına seçildim. 225/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 12 Eylül İhtilali olduğunda Erzurum’daydım. Ailevi gelenekten dolayı çocuklarımın Erzurum’da doğmasını istiyordum. O tarihte çocuğumun Erzurum’da doğması için Erzurum’a gitmiştim. 5 Eylül 1980 tarihinde doğum oldu. 12 Eylül’den 1 gün sonra İstanbul’a uçakla gittim. 2 gün sonra geri Erzurum’a döndüm. Uçaktan iner inmez beni gözaltına aldılar. 2 astsubay, 1 polis uçakla İstanbul Maltepe Askeri Cezaevine götürdüler. Oraya gözüm bağlı olarak götürüldüm. Cezaevine girdiğimde yanımda Alfred Weber’in İktidar isimli bir kitabı vardı. Yanımdaki subay bu kitabı alıp bakarak bu Alfred Weber faşist bir kişi mi, sen hangi rütbedesin, Baki TUĞ’dan aşağıda mısın yukarıda mısın diye sordu, ben de MHP’de rütbe diye bir şey olmadığını söyledim. Cezaevinde gözüm bağlı olarak ellerimi duvara dayattılar. O şekilde dururken boynuma tahta kurusu boşalttılar. O şekilde dururken vücudum uyuştu. 67 saat o şekilde bekledim, aynı gün beni İstanbul Harbiye’de bulunan askeri casusların sorgulandığı yere götürdüler. Burası hücre şeklinde yapılmış, üzeri tel örgüyle kapalı olan bir yerdi. Konulduğum hücre yaklaşık 2.5 metreye 1.5 metre olan bir yerdi. Vardıktan sonra benim gözümü bağlayarak beni sorguya götürdüler. Sorguya başlamadan önce ağır bir falaka dayağından geçirdiler. Sonra ayaklarım şişmişti, beni kumda yürüttüler. Ondan sonra sorguya başladılar. Anadan doğma çıplak olarak sorgu yapıyorlardı. Sorguda bana o tarihlerde Türkiye’de işlenmiş bütün siyasi cinayetleri sordular. Sen bu cinayetleri biliyorsun, bize söyleyeceksin diyorlardı. Hatta bana, bize gerçek bir olay anlat, bu olayda Alparslan TÜRKEŞ’in vermiş olduğu emirle alttaki kişiler bu cinayeti işlemiş olsun, sen de bunu duymuş gibi anlat, o zaman seni burada 1 gün bile tutmayacağız diye teklifte bulundular. Ancak ben kabul etmedim. Bana 38 gün, her gün işkence yaptılar. Her gün falaka, çırılçıplak vaziyette elektrik kablosunun bir ucunu erkeklik organıma, bir ucunu ise kulak memesi veya dilime veriyorlardı. Bu şekilde olunca kendimi adeta yere çarpılan bir top gibi hissediyordum. Bunun dışında Filistin askısına alıyorlardı. Şiddetli ağrılardan sonra vücudumu uyuşmasıyla adeta vücudumu hissetmemeye başlıyordum, başkasının vücudu gibi görüyordum. Vücuduma çırılçıplak soyduktan sonra hortumla su sıkıyorlar, sonra da elektrik veriyorlardı. Bütün vücudum mosmor olmuştu. 38 gün boyunca her gün bu işkenceler devam etti. Orada beni 2 ayrı ekibin sorguladığının farkına vardım. Şöyle ki akşam sorgulayan ekiple gündüz sorgulayan ekip aynı soruları soruyorlardı. Beni sorgulayan ekibin bir tanesinin polis, bir ekibin de MİT’ten olduğunu düşünüyordum. Beni hücreye götürüp getiren Mürsel adında bir çavuş vardı. O bana senin sorguna bir yarbay da katıldı dedi. Yarbayın ismini vermedi. Bu Mürsel isimli çavuşun bana herhangi bir kötü muamelesi olmamıştı. Bu sorgulamalar sırasında benden bir bilgi alamayınca ailemi ve çocuklarımı getireceklerini söylemişlerdi. Bir defasında hücreye götürüldüğümde hücrede Saliha isimli kızımı gördüm. Kendisine neden burada olduğunu, annesinin nerde olduğunu sormuştum. Arkasından bunun hayal olduğunu anladım ve kafamı duvarlara vurdum. Bahsettiğim 38 günlük işkenceli sorgunun ardından beni Selimiye Askeri Savcılığına götürdüler. Askeri Savcı beni vücudumdaki yaralardan dolayı Haydarpaşa Askeri Hastanesine sevk etti. Hastaneye gittiğimde vücudumun üst tarafının tamamını alçıya aldılar. Vücudumun her tarafı simsiyahtı. Hastanede yatarken Hürriyet gazetesi ve Günaydın gazetesinde çıkan manşet haberlerinde benim cezaevinden kaçtığımı, kaçarken vurulduğumu, birinci ameliyatı geçirdiğimi, ikinci ameliyattan sonra komada olduğumu belirtiyordu. Bu haber üzerine oranın komutanları olan bir Tuğgeneral ve yanında diğer subaylarla birlikte beni kontrole geldiler. Sonra gittiler. Ertesi günü benim tedavim sonuçlanmamasına rağmen alçılarımı söküp hastaneden taburcu edip, Selimiye Cezaevine götürdüler. Hastanede 8-10 gün kalmıştım. Selimiye Cezaevi Osmanlı döneminde at harası olarak yapılmış, daha sonra koğuş haline getirilmiş bir yerdi. Orada yaklaşık 1 ay kaldım. Koğuşlarda 10, 20, 30 kişi vs. kadar kalıyorduk. Benim koğuşum 20 kişilikti. Bu cezaevinde fiziki olarak işkence görmedim. Ancak Askeri Cezaevi olduğu için hareketler olumsuzdu. Buradan sonra İstanbul Kabakoz 226/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Askeri Cezaevine nakledildim. Orada 10 gün kaldım. Orada da fiziki olarak herhangi bir işkence görmedim. Ondan sonra Ankara Mamak Cezaevine otobüslerle sevk edildim. Mamak Askeri Cezaevine geldiğimde orada Dış Kafes denilen bir yer vardı. Oraya gelen kişiler 24 saat falaka, dayak, askeri eğitimden geçiriliyordu. Orada alçak sesle askere komutanım demek, askerin yüzüne bakmak yasaktı. Başımız dik ve ufuk çizgisine bakmak zorundaydık. Aykırı davranış falaka nedeniydi. Ben Mamak Cezaevinin Kafes bölümünde 3 gün kaldım. Burada bana falaka, dayak gibi işkence yöntemleri uygulandı. Bizi bu yöntemler ve ağır askeri eğitimlerle terbiye ettiklerini söylüyorlardı. Kafeste doktorlar gelip, bizi muayene ediyorlardı. Beni muayene eden doktor, revir defterine benim ellerimde, ayaklarımda ve vücudumda işkence izlerini yazdı. Mahkemeye dava açıldığında da bu revir defterinin sayfasını mahkemeye intikal ettirdik. Mamak Askeri Cezaevinin B Bloğunun 13 numaralı koğuşuna yerleştirildim. B Blokta hem Solcular hem Sağcılar karıştır-barıştır yöntemiyle bir arada bulunuyorduk. Burada bir arkadaşımızı askerler hamama diye götürdüler, geldiğinde vücudu simsiyahtı, biz 3 gün ağzına pamukla su vermek suretiyle ona bakarak iyileştirdik. Koğuştan havlandırmaya çıkarken, sağdan soldan hayvanlar gibi dayak atıyorlardı. O yüzden koşarak gitmek zorundaydık. Her havalandırmaya çıkışta bu dayak faslı uygulanıyordu. O yüzden havalandırmaya çıkmak istemiyorduk. Ben raporlu olmama rağmen zorla çıkarıyorlardı. Cezaevinde aynı ortamlarda bulunduğumuz Solcularla da görüşmemiz irtibatımız oluyordu. Bir gün DEV-YOL’culardan bir tanesi gece nöbeti sırasında benim cebime bir pusula koydu. Pusulaya baktığımda Devrimci Yol Merkez Komitesinin hakkımda ölüm emri verdiğini yazıyordu. Ben bu pusulayı bizim idareyle irtibatımızı sağlayan Şahin BİLGİÇ’e verdim. O da idareye verince koğuşta arama yaptılar. Kaldığım koğuşta öldürmek için hazırlanan şişler bulundu. Beni A Bloktaki tecrit hücresi denilen yere götürdüler. Orada karıştır-barıştır projesi kapsamında Bahar ÇETİNTAŞ, Bülent FORTA ile birlikte kaldım. Hücrede bunlarla değişik zamanlarda kaldım. Hücrede 2 kişi kalıyorduk. Burada 2 katlı tahtadan yapılmış bir ranza vardı. Ranzanın yerin darlığı nedeniyle iki tarafı da duvara dayalıydı. Hücrenin ön tarafı demir parmaklıklarla kapalıydı. Karşıda nöbet tutan asker sürekli bizi görüyordu. Hücrede kaldığım kişiyle değişerek üst ranzalarda yatıyorduk. Ranzanın ön tarafı sadece bir kişinin yürüyebileceği bir bölüm olması nedeniyle burada da ikişer saatlik bölümlerde değişerek volta atıyorduk. Kalktığımızda sürekli yukarıya ufuk çizgisinin olduğu yüksekliğe bakmak zorundaydık, aşağıya baktığımızı asker gördüğü takdirde bu dayak ve işkence sebebiydi. Hücrenin önünde nöbet tutan asker elinde sigara bağrı açık şekilde dolaşıyordu. Adeta bu askerler alameti farika diyebileceğimiz bir üstünlükleri vardı. Askerlik disipliniyle bağdaşmayan görüntüleri söz konusuydu. Koğuşta sigara içmek istediğimde askere komutanım cigara yakabilir miyim diye söylediğimde ‘yak lan’ diye cevap veriyordu. Arkasından içebilmek için bir defa çekebilir miyim dediğimde ‘çek lan’ diye cevap veriyordu. Mamak Cezaevinde subaylar bahsettiğim disiplinsiz askerlere de bir şey yapmıyorlardı. Askerler itibarlı hale getirilmişlerdi. Ancak bir askerin bizimle muhatap olduğunu gördükleri takdirde onu da işkenceden geçiriyorlardı. Hücrede işkence amacıyla uygulanan 15 günde bir arama yapılıyordu. Bu aramalarda yataklarımızın içindeki pamuklara kadar yere boşaltılıp, yiyeceklerimiz de onun içerisine dökülüyordu. Cezaevinde koğuşta olduğumuz zamanlarda ise gelen yemeklerde 2-3 tabak taş bulunuyordu. Ancak bu yemekleri de yemek zorunda kalıyorduk. Ben Mamak’taki cezaevinde bahsettiğim hücrede 4.5 yıl aralıksız kaldım. Bu hücre Mamak Askeri Cezaevi A Blok 2 ön koridoru olarak adlandırılıyordu. Mamak Cezaevinde iken rahatsızlığımdan dolayı zaman zaman Ankara Dışkapıdaki Mevki Hastanesine götürülüp getiriliyordum. Hastanaden gelişlerde cezaevinin dış kafes 227/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 denilen bölümünde bekletiliyordum ve sayımlar yapıldıktan sonra koğuşlara gönderiliyordum. Bir defasında hastane dönüşü bu kafes bölümünde beklerken sayımlar yapıldı. Ben komutanım diye bağırdım, asker ne var lan diye cevap verdi. Beni koğuşuma götürmeyeceksiniz diye söyledikten sonra 2 asker apar topar gelerek sağa sola bakma, hiçbir yere bakma diyerek beni kafesten çıkarıp, kafesin dışında bir odaya sokup ellerimi duvara dayattılar. O halde iken bir kişi arkamdan Yılma DURAK beni Muhsin YAZICIOĞLU’yla beraber infaz edecekmişsin diye söyleyince, ben olayın ne olduğunu sordum. Meğer Mevki Hastanesinde Muhsin YAZICIOĞLU ile birlikte tedavi gördüğüm sırada İnci Baba isimli kaçakçılık suçundan hükümlü olan kişi hastaneye gelmiş, hastanede biraz da bizim adımızı kullanıp kendisine pay çıkarmak amacıyla Yılma DURAK’la Muhsin YAZICIOĞLU karar verdiler, seni infaz edecekler diye Cezaevi İç Güvelik Amiri Yüksel Yüzbaşına söylemişler. Bunları konuşurken arkamdaki Yüksel yüzbaşı kendisini tanıyıp tanımadığımı sordu. Ben de kendisinin Yüksel yüzbaşı olduğunu söyleyince hemen bana sahip çıkıp, Yılma DURAK’a neden böyle davranıyorsunuz diyerek beni oturtup, sigara ikram etti. Ben de koğuşa gideceğimden sigarayı kabul etmedim. Benim kendisini tanımamdan korkmuştu. Tahliye olduğumda cezaevinde yapılan işkenceleri görüşmek üzere Cezaevi Müdür Yardımcısı olan binbaşıya kendisiyle görüşmek istediğimi söyledim. Sayımdan sonra görüşelim dedi. Sayım bittikten sonra kendisine Mamak Cezaevinde ve Diyarbakır Cezaevinde uygulananların ne amaçla yapıldığını bir ideolojiye sempati duyulanların militan mı yapılmak istendiğini sordum. Buradaki insanların ceza almamış tutuklu olduklarını, bu şekilde davranılmadığı takdirde bu insanların kazanılabileceğini söylediğimde Binbaşı bana kendilerinin Askeri İç Hizmet Tüzüğüne göre hareket ettiklerini söyleyerek kendisinin bir şey diyemeyeceğini söyledi. Bu şekilde kendilerinin de yaptıkları işin farkında olmadıklarını anladım. Bana göre Mamak ve Diyarbakır Cezaevinde uygulanan işkenceler ideolojik militarizmin temellerini oluşturmuştur. Bugün devletimizin uğraştığı PKK terör örgütünün dayanak noktalarından birisi de Diyarbakır Cezaevinde ve Mamak Cezaevinde uygulanan işkencelerdir. Mamak Cezaevinde cezaevi müdürü olarak Albay Raci TETİK vardı. Kendisini cezaevinde sayımlara geldiğinde ve hastaneye gidiş ve dönüşlerimde görüyordum. Benim kanaatime göre Cezaevinde askerler grup gruptu. Nöbet tutan askerler vardı.Onlar doğrudan işkence yapmıyorlar ancak bizim hareketlerimizi işkence grubuna haber veriyorlar, o grup da gelip öngördükleri işkenceleri yapıyorlardı. Bazen nöbetçi askerler de copla dayak atıyorlardı. Tahminim bu işkence yapan askerler birliklerinden karakter durumuna göre özel olarak seçiliyorlar, cezaevlerine gelip, deneniyorlar. Bu işi yapamayacak olanlar gönderiliyorlar, işkencede görevlendirilen askerlere 12 Eylül öncesi işlenen cinayetleri göstererek ve anlatarak cezaevindeki kişilerin birer katil olduğunu, devlet düşmanı olduğunu her türlü muameleye müstehak olduklarını anlatıyorlar ve bu askerler şartlanmış olarak cezaevlerinde görevlendiriliyorlardı. İstanbul Harbiye Sorgu Merkezinde polislerin başındaki başkomiser oradan ayrılırken benim yanıma gelerek ismini söyleyip, benim adım şu, burada sana yapılan işkencelere ben katılmadım, sakın benim adımı verme diye söyledi, ben bu kişinin adını şu an hatırlayamadım, daha sonra dilekçeyle bildirebilirim. Ben Mamak Cezaevinde bahsettiğim hücrede 4.5 yıl kaldıktan sonra tahliye oldum. Tahliye olurken yukarıda bahsettiğim nöbetçi binbaşıya Mamak Cezaevinde uygulanan işkencelerin vehametini anlatmak için Türkiye bir başka devletle savaşsa, savaş sonunda da bizi esir almış olsa bu muameleleri bize yapmayacağını, uygulayamayacaklarını söyledim. Bana herhangi bir cevap vermedi. Ben Mamak’ta işkence yaptıran Raci TETİK’in özel olarak seçilmiş olduğunu duydum. Bu konuda herhangi bir belgem yoktur, genel kanaat bu şekildedir. Sağcısı da 228/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Solcusu da bunu bu şekilde söylemektedir. 12 Eylül öncesi Mamak Cezaevinde bir kısım disiplinsizlikler yaşanmış, buradaki disiplinsizlikleri gidermek amacıyla Raci TETİK’in özel olarak seçilip, her türlü yetkiyle donatıldığını düşünüyorum. 12 Eylül öncesi MHP’ye atfedilen komando kampları olarak bilinen kamplar yanlış aksettirilmektedir. Buralarda silahlı eğitim verildiği ve hedefler belirlendiği iddia edilmiştir. Ancak ben bu kamplarla ilgili yargılanıp beraat ettim. Bu işlerin içinden gelen bir kişi olarak söylüyorum. Erzurum’da Bulkasım isimli kamp vardı. Bu kamp Atatürk Üniversitesine başvurularak Atatürk Öğrenci Derneği Başkanlığı tarafından üniversitenin de izniyle açılmış bir kamptı. Üniversite aşçısı da orada yemek yapmıştır. Bu kamplarda kitap okunuyor ve gençlerin beden eğitimlerine yönelik olmak üzere spor, karate, judo, kros gibi sporlar yapılıyordu. Kesinlikle silahlı eğitim yapılmamıştır. Bu konuda MHP’li kabına sığmayan gençler kullanılmak istendiği gibi bazı olaylarda kullanmışlardır. Mesela 1979 yılında İstanbul’da bulunurken bir şahıs bizim gençlere gelip içerisinde Kontr-gerilla taktiklerinin anlatıldığı, yani içerisinde bomba yapmanın, tuzak kurmanın, adam kaçırmanın tekniklerinin anlatıldığı bir broşür imza karşılığı dağıtmış. Ben bunu fark ettiğimde bu şahsı yakaladım. Şahsın adı tahminimce Ergin ÖRGÜGÖREN idi. Bu yargılandı. Bununla ilgili MHP Genel Başkanı Alparslan TÜRKEŞ basın toplantısı yaptı. Başbakan ECEVİT de cevap vererek resmi değil gayri resmi olarak MİT’e hizmet eden bir şahıs olduğunu söyledi. Yine aynı yıl içerisinde İstanbul’da bir yüzbaşının bizim gençlere 4-5 tane silah dağıtıp, şu şu evler komünistlerin evleri buralara operasyon yapın dediğini öğrenmemiz üzerine harekete geçtik, ancak yüzbaşı yakalanamadı. MHP’li gençler bir kısım provakatif eylemlerde kullanılmışlardır. Bunlar; 16 Mart 1977 İstanbul Beyazıt’taki bomba atma eylemi, Abdi İPEKÇİ’nin öldürülmesi gibi eylemlerdir. bu eylemleri yapan gençler kullanılmıştır. Ancak bunlar MHP’nin kontrol edemediği gençlerdir. Ben ifademde belirttiğim bana kötü muamele ve işkencede bulunan şahıslarla birlikte şu an isimlerini hatırlamadığım kişilerden şikayetçiyim, isimleri ayrıca tespit edip dilekçeyle bildireceğim” dediği, TANIK RAFET ÜÇELLİ İstanbul C.başsavcılığında vermiş olduğu ifadesinde: Ben Çoruma vali olarak 09/12/1979'da göreve başladım. 01/06/1980 tarihinde saat 18.30'da helikopterle gelen yeni vali vekiline görevimi teslim ettiğimde de sona ermiş oldu. Çorum olaylarının bana göre başlama tarihi 29 Mayıs 1980 günüdür. Ancak bu tarihten önce de dikkati çekici bir durum var mıydı sorusuna ülke genelini göz önüne alarak şöyle söyleyebilirim. Süleyman Demirel hükümeti kurduğu zaman kurulunda yaptığı konuşmada memleket yanıyor diyordu. Diğer parti liderleri de benzer konuşmalar yapıyorlardı. Gerçekten karışıklıklar anarşi ve terör her yeri sarmıştı. Serbestlik rahat ve huzur yoktu. Herkes okula giden çocuğunun selametle dönmesi endişesi içerisindeydi. Sokak hareketleri, öğrenci hareketleri her yeri sarmıştı. Her gün her yerden ölüm ve yaralama haberleri alınıyordu. Başbakan kurtarılmış bölgeler 100 gün içinde kalmayacak diyordu. 1978de Kahramanmaraş olayları yaşanmıştı. Bunların yansıması olarak Çorumda benzer bir havave genel bir tedirginlik vardı. Geceleri muhtelif bölgelerden silah sesleri geliyordu. Bunu önlemek için olaylardan önce polis jandarma iş birliği arttırılmış, önleyici ve etkileyici olacağı düşünülerek geceleri motorlu zabıta ekipleri çıkarılıyordu. Tabi ülke genelinde olan olaylar ve tedirginlik Çorumda da vardı ve Çorum hassas bir bölgeydi. 27/05/1980 tarihinde MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak öldürülmüştü. Bunun üzerine biz hemen İl Emniyet Kurulu olarak toplanmış, önemli günler takvimini dikkate alarak durumu görüşmüş aldığımız ve ilave olarak almamız gereken tedbirleri gözden geçirmiştik. Zaten Bakanlığında bu yolda bir ikazı olmuştur. Bir gün sonra da yani 28/05/1980 tarihinde Çorumda her zaman ola gelen bir olay 229/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 olmuş bir manifaturacı dükkanına patlayıcı atılmıştır.mezhebi durumunu bilmiyorum. Rastgele bir dükkandı. Haberi alır almaz hemen gittim. İlgililerle birlikte incelemelerde bulunduk. halkla konuştum. Bu olaydan özel bir tedbiri gerektirecek durum yoktu. O güne kadar rastlanılan olaylardan maalesef Çorumda o dönemde bu tip bombalama eylemleri sıradan hale gelmişti. O bölgede motorlu ekip sayısını arttırmıştık. Daha dikkatli olma emrini verdik. Olaylar esas 29 Mayıs 1980'de başlamıştır. O gün saat 20.00 civarında bazı dükkanların camlarının bir anda muhtelif grup tarafından aniden taşlanması vaki olmuştur. Dükkanların hangi mezhebe mensup oldukları o anda belli değildi. Ancak tamamen alevilerin oturduğu Milönü mahallesine bu olay alevilerin dükkanları taşlanmıştır şeklinde intikal ettirilmiştir. Olayda sadece camlar kırılmıştır. Tahribat ve yağmalama yoktur. O anda biz Emniyet Müdürümüz ile Vali konağının önünde bazı meseleleri konuşuyorduk. Telsiz ile haberi alınca emniyet müdürüne hemen hareket et olaya müdahale et önle, tedbirleri arttır emrini verdim. Bu olay üzerine bu şehirde bazı küçük gruplar belirmiş bu arada onlar arasında da bir silahlı çatışma çıkmıştır. O günlerde bu çatışmaların kimlerin arasında çıktığını da bilmiyorduk. Bu çatışma sırasında maalesef sokaktan geçen bir köylü vatandaşımız öldü. Ancak taşlama hadisenin bahsettiğimiz gibi alevi dükkanlarına özellikle yapıldığı haberi alevi mahallesine böyle intikal ettirildi. Büyük bir alevi grup toplandı. Bu kalabalık grup zamanında zabıtaca haber alınarak yürüyüşe geçmeleri önlenmiş kendi bölgelerinde kalmaları sağlanmıştır. Ancak bunlar can güvenliklerinin olmadığını ileri sürerek dağılmamakta direnmişlerdir. Şimdi burada Çorumun sosyal yapısına ve mezhep ayrılıklarına değinelim. Çorum merkezinde Ankara Samsun ana yolunun bir tarafı yüzde seksen itibari ile alevi diğer tarafı yüzde seksen itibariyle sünni vatandaşlarımızın oturdukları bölgeler haline gelmiştir. yıllardan beri ve giderek artan olarak böyle ola gelmiştir. Yani Çorum çok kesin bir hatla ikiye bölünmüştür. Halk bu hususta çok hassastır. Bu bölünmüşlük ve fiziki durum ve hassasiyet bir cam kırma ve taşlama hadisesinin alevi sünni meselesi haline getirme için tahrikçilere bir imkan hazırlamıştır. İşin bu safhasında provakotörlerin devreye girdikleri meseleyi bir alevi sünni çatışması içine sokmaya çalıştıkları iddiası çıkmış dikkati çekmiştir. Minönünde toplanan kalabalığın herhangi bir eylemleri olmamıştır. Ancak o gece toplana bu grup yollara kendilerini kollama amaçlı barikatlar kurmuşlardır. Burada önemli bir konu olan askerden yardım isteme işine deyinelim. Bu safhaya kadar yani bir önceki gün dahil askerden yardım istenilmemişti. Önce buna gerek yoktu. Sonra da yasal olmaz asker bu talebe olumlu cevap vermezdi.Bir önceki günü anlattım. Bu ana kadar olanlardan da bahsettim. Biz bütün bunları kendi gücümüzle önleyebilmiştik. Ancak şimdi iş değişmişti. Toplanan büyük alevi grubunun ne yönde bir harekette bulunacağı belli olmazdı. Önce bu gerekçeleri belirterek garnizon komutanı binbaşıya askeri birliklerini hazır etmesini söyledim. Hava kararmaya başlayınca ve toplana alevi grubuda dağılmayınca hazırlanan birliklerin o mahalleye sevkini istedim. Askeri birlikler binbaşının komutasında hemen hava kararmasından önce yerlerini ve tedbirlerini almışlardır. Dikkat edilirse bu aşamada taşlama hariç hiçbir toplu eylem yoktur. Dolayısıyla birlik istemeden ve onların olay yerine gelmelerinde de bir gecikme yoktur. O gece olaysız geçmiştir. Geceleyin emniyet kurulumuz toplanmış meseleler tartışılmış bu aşama da sokağa çıkma yasağı konulmasında bir yarar bulunmamıştır. Bütün vatandaşlar zaten evlerine çekilmişti. Askerlerin ve güvenlik güçlerinin gece için aldığı tedbirler yeterli bulunmuştur. O gece güvenlik güçleri ve askerler herhangi bir kanunsuzluğa müdahaleye hazır vaziyettedirler. Tedbir almakla yetinildi bunu gören halkta da bir rahatlık hissi belirdi. Asıl önemli konu ve haberi 30 mayıs 1980 Cuma günü aldık. Cuma sabahı Milönü semtinde oturan izinli bulunan ve olaylardan haberleri olmadığı anlaşılan iki polis memurumuz şehit birinin yaralı olduğu haberi geldi. Bu durum havayı tamamen değiştirdi. Yapan o an tespit edilemedi. Olay yeri de alevi mahallesiydi. poliste infihal belirmişti. Çok tedirgindiler. Orada yeni bir olay doğmaması açısından olay mahalinde bulunan garnizon komutanının ve jandarma 230/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 komutanının ayrı ayrı telsizle yaptıkları önerileri üzerine onlara uyularak o gün için alevi bölgesi askeri birliklerin faaliyet ve gözetimlerine bırakılmıştır. Ben de onlara peki dedim. Polisi o mahalleden çektim. Ve alevi mahallesini tamamen askere teslim ettim. Bana bu teklifi yapan il garnizon komutanı binbaşı idi. Adını şuan hatırlayamıyorum. Jandarma komutanı da yarbay Vural Güride idi. Cuma günü olayların akışına ve içinde bulunan duruma bakılarak saat 11.00da bakanla ve müsteşarla konuşarak valiliğimizce sokağa çıkma yasağı konulmuştur. Hemen herkesin canı söz konusu olduğu için bu yasağa uymuşlardır. Yine Cuma sabahı Çorumdaki olay mahalinde olan yaklaşık 150 kişilik askeri birliğin yetersizliği dikkate alınarak Amasya Tugay Komutanı ile telefonla konuşulmuş yardım istenilmiştir. Müspet cevap alınmış buradan gönderilen birlikler o gün öğlenden sonra Çorumda olmuşlardı. Amasya tugay komutanı Tuğgeneralde öğleden sonraÇoruma gelmiş garnizon komutanlığı görevini üstlenmiştir. Ayrıca bakanlığımızdan o gün Yozgat komando taburunun da bize sevki istenilmiştir.Merzifon hava tugay komutanı ile yapılan konuşmada yardım istenilmiş orada da olayların bulunduğu ve geliştiği belirtilerek kuvvet yardımında bulunamayacakları bildirilmiştir. Buraya kadar anlattıklarımdan görünüyor ki gerginlik ve güvensizlik hariç iki meshep grubu arasında hiçbir çatışma olmamıştır. Kitlesel mücadele olmamıştır. O gün için barikatların kaldırılması dışında müdahaleyi gerektirecek bir durum da yoktur. Taşlamanın hemen akabinde hiç bir çatışma çıkmadan güvenlik güçleri olay yerinde yerlerini almışlar ve grubun yürümesini önlemiş olduklarını yukarıda anlatmış bulunuyorum. Bunu sağlamışlardır. Gece müdahale edilip gündüz çekildikleri doğru değildir. Devamlı olay mahalinde kaldılar. O aşamada daima göz önüne alınan husus barikatların kaldırılması ve toplanılmaya engel olunması keyfiyetidir. Bu çalışmalar aralıksız hep devam etmiştir. Ben Çorum valiliği görevimi yeni gelen vakiline 1 Haziran 1980 tarihinde saat 18.30da teslim ettim. Ertesi sabahta oradan ayrıldım. Sokağa çıkma yasağının ne zaman kaldırıldığını bilmiyorum. Soruda geçen 3 Temmuz 1980 tarihinde ben Çorumda görevde değildim. 30 Mayıs Cuma günü çıkarıldığı söylenilen herhalde o gün olacak söylentinin kimler tarafından çıkarıldığı tespit edilememişti. Zaten camii yakılması bomba atılması da yoktu. Sadece cami bahçesine patlayıcı atıldığı söyleniyordu. Kısa sürede haberin asıl olmadığı bunun sadece insanları tahrik için çıkarılan bir dedikodu olduğu herkes tarafından öğrenildi. 4 Temmuz tarihinde bir başka olay var mı onu bilemiyorum. Ben orada değildim. Bu sorudaki gibi cereyan etmiştir. Biz paşanın tutumunu anlayamadık. Arkadaşlarla birlikte düşündük çareler aradık. Ben durumu telefonla İçişleri Bakanına arz ettim. Telsizle de teyit ettim. Amasya dışından yeni kuvvet sevki istedik. Ayrıca Yozgattan gönderilen 60 civarındaki jandarma sayısının çok yetersiz olduğu bu bölgede jandarmaya durum itibari ile çok ihtiyacımız olduğu belirtilerek başka jandarma birlikleri gönderilmesi istenmiştir. Bunun dışında da polisin çok yorgun düştüğünden sayısının ve rütbelilerin azlığından bahsedilerek bu konuda da toplum zabıtası ile desteklenmeyi iki emniyet müdür yardımcısı gönderilmesini de arz etmiştik. Önemli bir husus olarak da olayların halen ciddiyetini muhafaza ettiğini de vurgulamıştık. Taleplerin sonucunu göremeden de Çorumdaki görevimizden alınmış ayrılmıştık. Sorudaki hususları aynen belirtildiği şekilde yorumluyorum. Belirtilenler hemen akla gelen herkes tarafından paylaşılan hususlardır. Merzifonda aynı gün aynı anda benzer olayların çıkarılmasını başka bir izahı da yoktur. Bunlar önceden düşünülmüş tertiplenmiş planlanmış ve o gün iki yerden düğmeye basılmış intibaını vermiştir. olayların dış güçlerce düzenlendiği görüşümüzü kuvvetlendirmektedir. Ancak o zaman biz bunu anlayacak durumda değildik. Ben Çorumdan ayrıldıktan sonra da hep bu görüşümü inanarak tekrar muhafaza etmişimdir. İleride tarih bu olayları anlatacak demişimdir. Ekleyelim ki Çorumda Anayasa değişikliğinin halk oyuna sunulması vesilesiyle yaptığı konuşmada televizyonda bizzat ben dinledim. Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan konuyu Çorum olaylarına getirerek özetle 231/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 şöyle demişti. " yaklaşık 30 yıl önce Çorumda cereyan eden kanlı olaylar ne alevi sünni çatışmasıdır. Ne sağ sol kavgasıdır. Asıl sebep ülkemizi bölmek isteyenlerin yarattığı olaylardır." diyordu. Evet olayları bölücüler yaratmıştır. Bu gizli hedefi uzun vadeli ve tehlikeli bölücü bir planın uygulanmasıdır. Kanaatimiz budur diyorum. Barikatların genel olarak kaldırılması ve o arada telsizle yarbay Vural Güride ile yapılan konuşma konusu; Cuma günü saat 15.30da Samsun Ankara ana yolunun mutlaka trafiğe açılması zira bu çok önemlidir ve barikatların kaldırılması yolunda valiliğin kesin talimatı bildirilmiştir.Bu emir üzerine tugay komutanı paşa ile valilik makamında yaptığımız özel konuşmada bu kararın çok önemli olduğunu silahlı bir çatışmaya neden olabileceğini de ifade ederek kendisin bir defa daha belediye başkanı ile görüşme yapmak isteğidin kararın bu sebeple bir süre daha ertelenmesi gerektiği talebinini olduğunu iletmişti. Valilikçe temaslarının bekleneceği ifade olunmuş iş bir süre bekleme alınmıştır.Halkla silahlı kuvvetlerin karşı karşıya gelmesini kimse istemez.denilmiştir. Ancak garnizon komutanının bu girişimlerinden de bir netice alınamamıştır. Bu girişimler sonucu vakit geçmiş gecenin emniyet içinde geçirilmesini sağlayacak tedbirler alınması barikatların kaldırılma işinin ertelenmesi akşam karanlık basmadan jandarma komutanına bildirilmiştir. Gece mal ve can kaybı olmadan geçirilmiştir. Paşanın bu konuşması ve itirazından sonra ben o gece yeni çare ve yol düşündüm. Cumartesi sabahı saat 06.00da beraberimde garnizon komutanı vil ilayet jandarma komutanı ve emniyet müdürü olduğu halde Milönü semtine bizzat barikat kaldırmaya gittim. Yanımızda 15 civarında jandarma vardı. Onların ve halktan konuştuğum bazı vatandaşların yardımıyla barikatları kaldıra kaldıra Milönü semtine gittim. Burada toplanan halka hitaben bir konuşma yaptım. Dertlerini dinlemeye geldim dedim. Sizi dinliyorum güveniyorum dedi. O arada bilinen CHP milletvekili Şükrü Bütün her kafadan ses çıkmasın temsilci seçin valiyle o konuşsun dedi. Konuşuldu. Yukarıda anlattığım şekliyle barikatların kaldırılmasına devam edildi. 3 saat içinde benim gayretimle yol trafiği açıldı. Bunlar kitapta anlatılmıştır. o arada İçişleri bakanı ve beraberinde zebatla meşgulken CHP milletvekilleri ile polis arasında tartışma çıkmış polis CHP milletvekilinin silahını almış bu da Milönüne intikal etmiş ve barikatlar yeniden kurulmuştur. Bu barikatların yeniden ve acilen kaldırılmasını İçişleri bakanını yanında telsizle Jandarma komutanına bildirdim. O da cevaben bunun bir kaç saat içinde mümkün olamayacağını iletti. Bu konuşma özü itibariyle kitapta anlattığım gibidir. O tarihten sonra araya 30 küsür yıl girmiştir. Bu hususta yazılı bir notta yoktur. Sorunuz üzerine net olmamakla birlikte hatırladığım kadarıyla konuşma şöyledir. Jandarma komutanımız bu işe girişmesinde ciddi bir risk olduğunu silah kullanmak gerekebileceğini kan akabileceğini halkın itiraz ettiğini ve kalabalık olduğu söylüyordu. ben arkadaşımızın o anda hangi şartlarda bulunduğunu bilemezdim. Benim barikatları kaldırma emrim mahali belirtmeden genel anlamda idi. İtirazları da paşanın bir gün önce yaptığı itirazlara benziyordu. O sabah yaptığımız çalışmada barikatların kaldırabileceğini de hep beraber görmüştük. Demek ki bu mümkündü. Ayrı bir yöntem ve yolla kaldırılabilirdi. Konuşma telsizle olduğu için uzatmadım. Alevilerin içme suyunu zehirlediklerine dair bir duyumum olmadı. Ben çorumda görev yaparken ABD büyükelçiliği ikinci katibi Alexander PACK'in Çoruma gelip gelmediğini hatırlayamıyorum. Geldi ise de benim haberim olmamış olabilir. Ancak sonradan yaptığım araştırmaya göre de bunun önemine katılıyorum. Bu şahsın Çorumda sorudaki gibi faaliyetler yürüttüğünü sonradan öğrendim.dediği, TANIK AHMET UNCU 22/12/2011 tarihinde Kahramanmaraş C.başsavcılığında alınan ifadesinde: 1. Kahramanmaraşlı mısınız,Kahramanmaraş’da hangi partiden ne zaman Belediye Başkanı seçildiniz? Hangi tarihlerde Belediye Başkanlığı yaptınız? 232/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 --Ben Aslende Kahramanmaraş'tanım ve Merkez ilçeye kayıtlıyım. Adalet Partisinden 11.11.1977 tarihinde yapılan mahalli genel seçimlerde belediye başkanı seçildim. 12 Eylül 1980 deki askeri darbeye kadarda bu görevi yürüttüm. 2. Olay öncesi Maraşta dikkat çekici olaylar var mıydı, varsa nelerdi? -- Olay öncesi duyum olarak piyango bileti satıcılarının aşırı arttığı söyleniyordu. Ancak bu benim kendi gözlemim yada katıldığım bir husus değildi. Maraş olayları öncesinde alevi ve sünni kesim arasında bir husumet daha doğrusu önemsenecek düzeyde bir husumet yoktu. Yani olaylar belli bir birikimin sonunda ortaya çıkmış değildir. Kısa sürede yapılan provakasyonlar neticesinde olayların meydana geldiğini düşünüyorum. 1973 yılındaki milletvekili seçiminde ilk iki sıradaki sünni milletvekillerinin tercihli oy sebebi ile değiştirilmesinden doğan ve husumet düzeyine ulaşmayan gerginlikler oluyordu. Ancak bu gerginlikler çok yüksek düzeye hiçbir zaman çıkmadı. 3. Olay nasıl başladı. Nasıl gelişti? --Olayın başlangıcı o tarihlerde kale dibinde bulunan Çiçek sinemasına bir ses bombası bırakılarak patlamasına dayanır. Sinemada o tarihte "Güneş ne zaman doğacak" isminde Rusyadan gelen bir ailenin dramını anlatan bir film oynamakta idi. Dolayısıyla filim Ülkücü denilen kesim tarafından çok seyrediliyordu. O tarihte emniyetçe olayın failinin Ökkeş Şendiller olduğu açıklanmıştı. Bu olaydan üç gün sonrada Namık Kemal mahallesinde alevi vatandaşlarımızın oturduğu bölgede bir kahvehane tarandı. Olayda iki kişi yaralandı. Bu olaydan da üç gün sonra yani 25 Aralık'ta Endüstri Meslek Lisesinde öğretmen olan ve sol görüşlü oldukları bildirilen iki öğretmen ateşli silahla öldürüldü.Bu öğretmenlerin birisi alevi birisi sünni vatandaşlarımızdı. Bu öğretmenlerin Ulu Camide cenaze namazları kılınması planlanmıştı. Ancak sağ grup yada daha genel hatları ile sünni kesim gerginlik çıkararak ve karşı koyarak buna izin vermedi. Cenazeyi getiren sol grupta geçtiği yerlerde iş yerlerini ve etrafı tahrip ederek geliyorlardı. Ayrıca Kahramanmaraş'ta infial yaratacak şekilde manevi değerlere hakaret eden sloganlar atıyorlardı. Bu şekilde iki grup Ulu Camide karşılaştı. İki grup arasında da jandarmalar vardı. Alevi vatandaşlarımız ve sol kesim camiye yaklaşamayınca tekrar kendi mahalleri olan Yörük Selim mahallesine döndüler. Bu dönüş esnasında sünni üç vatandaşımızın öldürüldüğünü öğrendik. O tarihlerde Devlet Hastanemizin bulunduğu yerde Yörük Selim mahallesiydi yani alevi vatandaşlarımızın yoğun yaşadığı yerlerden biri olması sebebiyle sünni vatandaşlar cenazeleri almaya geldiklerinde gerginlik çıkması mukadder oluyordu. Bu durum esasen kronikleşiyordu. Ayrıca alevi vatandaşlarımızn Ulu Camiden cenazelerinin kalkmasına müsade edilirken sünni vatandaşlarımızın aynı yerden cenazelerinin kaldırılmasına İçişleri Bakanlığı Müsteşarlığının talimatı olduğu gerekçesiyle Valilik tarafından izin verilmiyordu. Budurumda çok büyük gerginlikler yaratıyordu. 25 Aralık 1978 Cuma günü Gaziantep 5.Zırhlı Tugay Komutanı ve birlikler Kahramanmaraş'a geldiler. O akşam halen cenazeler yani üç sünni vatandaşımızın cenazesi hastaneden alınamadığı için Vali, Tugay Komutanı Mahmut Boğuşlu paşa, ben, Emniyet Müdürü ve Jandarma Komutanı istişare için biraraya geldik. Ben bu toplantıda cenazelerin aldırılıp defnedilmesini ve mezarlıktan dönünceye kadar bir sorun çıkmayacağını, dönüş yolunda tedbir alınmasının yeterli olacağını söyledim. Çünkü vatandaşlarımızın ortalama davranış kurallarını tahmin edebiliyordum. Cenazeler o gece hastanede kaldı. Ertesi sabah Vali Bey beni arayarak belediye hoparlöründünCihat çağrısı yapıldığını ve bunun nasıl olduğunu sordu. Ayrıcada saat 10:00 itibariyle sokağa çıkma yasağı koyduğunu söyledi. Ben kendim yaptığım araştırmada cenazelerden ikisinin Tornacı esnafı olduğunu bu nedenle Tornacılar Derneği tarafından ilan yaptırıldığını ancak içeriğinde cihat çağrısı falan bulunmadığını öğrendim. Zaten tüm vatandaşlar devlet hastanesinin orda olduğu için sokağa çıkma yasağını uyma imkanı da yoktu. Bu esnada yani hastane önünde iki grubun arasında 233/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 asker bulunduğu halde sonradan öğrendiğime göre uzun menzilli silahların kullanılmasıyla olaylar başladı. Başlangıçta 25 kadar sünni vatandaşımız ölmüştü. Bu vatandaşlarımızın ölümü ile de toplum psikolojisi gereğince alevi vatandaşlarımızın yaşadığı Yörük Selim ve Namık Kemal mahallelerine saldırılar oldu. Vali ile Emniyet müdürü polise tepki olduğu gerekçesiyle polisi genelde toplumsal olayların dışına çıkarıyor ve asker olaylara müdahale ediyordu . Gerek devlet hastanesinin alevi vatandaşlarımızın yaşadığı mahallede olması gerekse dışardan gelen askerlerin Maraş'ı ve mahallelerini bilmemesi sebebiyle ne yapacakları konusunda karar verememeleri olayların büyümesine sebep olmuştu. İki gün süren olaylarda da 112 vatandaşımız vefat etmişti. Bunun 32'si sağ kesim, diğerleri de sol kesim olarak kabaca sınıflandırılabilir. Olaylar hem Cumartesi hemde Pazar günü devam etti. 4. Olaylara müdahale için dönemin Valisi tarafından askeri kuvvet talep edilmesine rağmen hiçbir kuvvet gönderilmediği, olaylara polisinde müdahale emlediği, olayların en yoğun olarak yaşandığı son üç gündevlet kuvvetleri tarafından müdahalede bulunulmadığı belirtilmektedir. Bu konuda ne diyorsunuz? --Askerler zamanında ve olaylar başlamadan gelmişti ancak askerler genelde ne yapacağını bilemiyordu. Emniyet Müdürü o tarihteki emniyet içerisindeki bölünmeye göre POLDER üyesi idi. Valiyi etkileyerek polisi olayların dışında tutuyordu. Maraş'ı sokak sokak bilen bu kuvvet çekildiğinde de askerler yabancılık çekiyordu. Bu durumda güvenlik kuvvetelirin etkili olmasını zayıflatıyordu. Yoksa zamanında ve poliste destek olsa sayı olarak yeterli askeri kuvvet gelmişti. 5. 1978 yılının Aralık ayının ikinci haftasında Kahramanmaraş sokaklarında dolaşan ve nüfus memuru olduklarını belirten görevlilerin Alevilerin yoğun olduğu mahalle ve semtlerde dolaşarak, sözde yeni sayım için numaralandırma yaptıklarını belirterek, gittikleri evlerin kapısını kırmızı boya ile boyadıkları, 19 Aralıkta başlayan olaylarda bu evlerin hedef alındığı belirtiliyor. Bu konuda ne diyorsunuz? -- Bu konu sonradan Aydınlık dergisinin iddiaları sebebiyle gündeme geldi ancak olay anında veya öncesinde böyle bir söylenti duymadım. Olsaydı böyle bir şey mutlaka duyulurdu. 6. Olaylar esnasında Sünni halkı kışkırtmak için Çorum ve Malatya olaylarındakilere benzer şekilde “Aleviler sularımıza zehir koydu”, “Camiyi yakıyorlar” şeklinde söylentilerin yayıldığı belirtilmektedir. Bu konuda ne diyorsunuz? -- Böyle bi söylenti de duymadım. İlk soruya verdiğim cevapta belirttiğim üzere ileri düzeye ulaşmayan çok küçük gerginlikler iki kesim arasında oluyorduancak sünni halka yönelik bu şekil söylendiler çıkarıldığınıda duymadım. 7. Olayların yoğunlaşması üzerine Kahramanmaraş Valisinin ilde sokağa çıkma yasağı ilan ettiği, ancak bunun Belediye hoparlöründen bir türlü ilanının yapılmadığı belirtilmektedir. Bu ilanın neden yapılamadığı hususunda bildiklerinizi anlatınız. --Olayların yoğunlaşması üzerine 26 Aralık Cumartesi sabahı üçüncü soruda ifade ettiğim gibisabah saat10:00 itibariyle Vali beyin sokağa çıkma yasağı ilan ettiğiniduydum. Hatta vatandaşın dışarda olması sebebiyle yanlış saatte olduğunu belirttiğim ancak verilen bir kararın ilanının yapılmaması mümkün değildir. Diğer kararlarda olduğu gibi bu kararlarda talep gereği yerine getirilmiştir ve ilanı yapılmıştır. Devlet kuralları içerisinde böyle bir talebin gereğinin yerine getirilmemesi de mümkün değildir dediği, C.SAVCISI ESAS HAKKINDAKİ MÜTALASINDA: 1)İşkence ve Kötü Muamele Açısından Eylemlerin Değerlendirilmesi; 12 Eylül Askeri yönetimi, gözaltına almış olduğu sağ ve sol görüşlü kişileri aşırı fraksiyonların etkisinde kalmış, dolayısıyla topluma zararlı, yola getirilmesi gereken kişiler olarak görmüştür. Bu nedenle gözaltı ve cezaevlerinde uygulanan yöntemlerle kişiliklerini 234/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 ezip ortadan kaldırarak toplumu tek-tipleştirmek istemiştir. Bu amaçlacezaevlerinde 'karıştırbarıştır' denilen yöntemle sağ ve sol görüşlü kişileri aynı koğuş ve hücrelere koyup, zorla yaptırmış oldukları bir kısım hareketler, bir kısım marşların ve konuların zorla öğretilmesi ve ezberlettirilerek yüksek sesle söylettirilmesi suretiyle düşünce ve farklılıkları ortadan kaldırmaya çalışmışlar, bu yöntemleri de bir işkence yöntemi olarak uygulamışlardır. Sanık Kenan EVREN’in bir televizyon programında kullanmış olduğu;“…Evet itiraf ediyorum. Hapishanelerde işkencelere engel olamadık. Birçok insan bu yüzden sakat kaldı, öldü… Fırsat ellerine geçince gardiyanlar da ne yapsınlar? İşkence yaptılar…” sözleriyle Askeri Cezaevlerinde sistematik olarak uygulanan işkencelerden haberdar olduğunu itiraf etmesi ve bunu meşru görmesi dikkate değer bir olgudur. Gözaltında kalan veya cezaevinde kalan kişilerin beyanlarından da anlaşıldığına göre bütün merkezlerde benzer veya aynı tür işkence yöntemlerinin kullanılması, cezaevi ve gözaltına alınan kişilerin rutin olarak aynı işkence yöntemlerinden geçirilmesi, işkence uygulamalarını yapan görevlilerin aynı tür davranışlar sergilemesi cezaevlerinde sağ ve sol görüşlü kişilerin arasındaki husumetleri yok etmek amacıyla kullanılan 'karıştır-barıştır' yöntemleri, işkencelerin cezaevlerinde bu dönem içinde bilinçli ve sistematik olarak uygulandığını göstermektedir. 2)Eylemin TCK İç Hizmet Kanunu'nun 35.maddesi açısından tartışılması; sanıklar ve vekilleri savunmalarında askeri darbenin Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmetler Kanunu 35. maddesindeki yetkiye dayanarak yapıldığını belirtmiş iseler de, 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu 35. maddesindekidüzenlemenin "Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumak" şeklinde olduğu, Anayasa ile kurulmuş bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti'nde yasal düzenlemeler arasında bir hiyerarşi olduğu, bunlardan en yukarıda Anayasanın yer aldığı, kanunların ise Anayasanın hiyerarşik olarak altında yer aldığı, dolayısıyla kanunların Anayasaya aykırı olamayacakları temel hukuki kurallardandır. Bu nedenle, kanunlar Anayasaya aykırı olamayacakları gibi, kanunla verilen bir yetkinin Anayasayı ortadan kaldırmak amacıyla kullanılması da mümkün değildir. Dolayısıyla söz konusu hüküm, Anayasal düzeni, Anayasa ile kurulmuş devlet düzeninin temel kurumlarından olan Türkiye Büyük Millet Meclisi ile hükümeti ve tüm hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmak amacıyla kullanılması düşünülemez. Bununla birlikte Türkiye Cumhuriyeti tarihinde söz konusu İç Hizmet Kanununun 35. maddesi askeri darbe gerekçesi olarak ileri sürülmüş ise de, bu durum hukuka aykırılığa kılıf bulma gayretinden öteye gitmemektedir. Düşünülmesi gereken bir başka nokta ise; İç Hizmet Kanununun 35. maddesinin askeri darbe yapma yetkisi verdiğinin kabul edilmesi halinde, bueylemlerin suç olarak düzenlendiği 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 146 ve 147. maddelerinin bir anlamı kalmayacaktır. Hatta söz konusu 35. madde hiyerarşik olarak Anayasanın da üzerinde kabul edilmiş olacaktır ki, bu durumun düşünülmesi bile mümkün değildir. Kanunlar Anayasaya uygun olmak zorundadır. Sonuç olarak, İç Hizmet Kanununun 35. maddesi hiç kimseye demokratik düzeni ortadan kaldırarak, diktatörlük kurmaya yol açacak bir askeri darbe yapma yetkisi vermemektedir. 3)Zamanaşımı Ve Suç Tarihi Açısından Değerlendirme; 1982 Anayasasını geçici 15. maddesindeki düzenlemeye bakıldığında düzenlemenin sanıklar hakkında bir soruşturma ve yargılama engeli ortaya koyduğu anlaşılmaktadır. 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 107. maddesinde "Hukuku amme davasının ikamesi mezuniyet veya karar alınmasını, yahut diğer bir mercide halli lazım gelen bir meselenin neticesine bağlı bulunduğu takdirde mezuniyet ve kararın alınmasına yahut meselenin halline kadar müruru zaman durur." şeklinde, Anayasanın 83/3 maddesinde ise "Türkiye Büyük Millet Meclisi 235/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımı işlemez." şeklinde, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 67/1 maddesinde "Soruşturma ve kovuşturma yapılmasının, izin veya karar alınması veya diğer bir mercide çözülmesi gereken bir meselenin sonucuna bağlı bulunduğu hallerde; izin veya kararın alınmasına veya meselenin çözümüne veya kanun gereğince hakkında kaçak olduğu hususunda karar verilmiş olan suç faili hakkında bu karar kaldırılıncaya kadar dava zamanaşımı durur." şeklinde düzenlemelere yer verilmiştir. Gerek Anayasada gerekse Türk Ceza Kanunlarında soruşturma ve yargılama engelinin bulunduğu hallerde zamanaşımının işlemeyeceği kuralı öngörülmüştür. Anayasanın 12 Eylül 2010 tarihinde referandumla kaldırılan geçici 15. maddesi de burada olduğu gibi bir soruşturma ve kovuşturma engelidir. Dolayısıyla şüphelilere atılı bulunan eylemlerde zamanaşımı, eylemlerin gerçekleştiği 02/01/1980 ve 12/09/1980 tarihlerinde işlemeye başlamış ancak 1982 Anayasasının geçici 15. maddesinin yürürlüğe girdiği 09/11/1982 tarihinde durmuştur. Söz konusu suçlarda zamanaşımı süresi 20 yıl olup, 09/11/1982 tarihinde durmuş olan zamanaşımı geçici 15. maddenin kaldırıldığı referandum sonucunun resmi gazetede yayınlandığı 23/09/2010 tarihinden itibaren yeniden işlemeye başlamıştır. Bu nedenlerden dolayı İç hukukumuza göre zamanaşımı süresinin dolmadığı anlaşılmaktadır. Sanıkların üzerine atılı bulunan 27/12/1979 tarihli muhtıra açısından bir tartışma yoktur. Buradaki Anayasayı ihlal (askeri darbe) suçu muhtıranın Başbakana ulaştığı 02/01/1980 tarihinde işlenmiştir. 12 Eylül 1980 tarihinde işlenmeye başlanan Anayasayı ihlal (askeri darbe) suçu açısından durum değerlendirildiğinde ise, bu suç 12 Eylül 1980 tarihinde işlenip sona ermemiştir. Askeri darbe gerçekleştikten sonra, darbe koşulları devam etmiş, bu koşullar içerisinde sanıklar topluma büyük mağduriyetler yaşatan eylemlerine devam etmişlerdir. Bu dönemde temel hak ve özgürlükler tamamen güvencesiz bırakılmıştır. Temel hak ve özgürlüklerin güvencesi olan demokratik rejime geçilmesine izin verilmemiştir. Dolayısıyla demokratik rejime geçiş serbest bırakılıncaya kadar, yani TBBM’si görevine başlayıncaya kadar Anayasayı ihlal (askeri darbe) suçu temadi etmiştir. TBMM’si görevine, Başkanlık Divanının oluştuğu 6 Aralık 1983 tarihinde başlamıştır. Buna göre, bu suçun suç tarihi; 12/09/1980 ile 06/12/1983 arasındadır. Yargılaması gerçekleştirilen eylemler başarıyla sonuçlanan bir darbenin ele alınması mahiyetinde olduğu, sanık vekillerince teknik olarak yapılan savunmalarda sanıkların darbe yapmak suretiyle kurucu iktidar oldukları, buna göre yargılanamayacakları, yani tamamlanmış olan eylem dolayısıyla yargılanmanın yapılamayacağı şeklindeki savunmalarının demokratik toplum düzeninde kurucu iktidarların, askeri darbelerle oluşamayacağı, keza sanıkların ilerde yargılamalarının engellenmesi amacıyla 1982 Anayasasının geçici 15.maddesini düzenleyerek kendilerini güvenceye aldıkları anlaşılmıştır. Bunun yanında sanıkların suç tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nın 146.maddesine açıkça muhalefet ettikleri, ancak konumları itibariyle hiçbir gücün kendilerini yargılaması mümkün olmaması, eylemlerinin hukuk normlarına aykırı olduğu gerçeğini ortadan kaldırmamamaktadır. 1982 Anayasa tasarısının halkoyuna sunma işini düzenleyen kanunda Anayasa tasarısının eleştirilmesine izin verilmeyeceği, oy kullanmayanların 5 yıl süreyle seçme ve seçilme hakkından yoksun bırakılacakları şeklindeki düzenlemeler, sandık başına gitmeme şeklindeki direnişi ve protesto eylemlerini engellemek amaçlıdır. 4)Sanıklarının Eylemlerinin Değerlendirilmesi; 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 146. maddesinde Türkiye Cumhuriyete Teşkilatı Esasiye Kanunu'nun tamamını, bir kısmını, tağyir ve tebdil veya ilgaya veya Anayasa ile teşekkül etmiş Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ıskata veya vazifesini yapmaktan mene cebren teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasıyla mahkum olur şeklindeki 236/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 düzenlemenin bulunduğu, düzenleme dikkate alındığında amacının Türkiye Cumhuriyeti'nin biçimsel kurucu unsurlarının meşru olmayan yollarla değiştirilmesine teşebbüsü önlemek olduğu, önlenen olgunun demokratik toplum düzenine aykırı değişimler olduğu, buna karşılık toplumsal ihtiyaç sebebiyle birtakım anayasal düzenlemelerin her zaman yapılacağı, bu düzenlemelerin halkın iradesiyle meydana gelebileceği, hükümle siyasal düzenin hukuka aykırı legal olmayan cebri faaliyetlerle değiştirilmesi önlemek olduğu anlaşılmaktadır. Suçun maddi konusunun Teşkilat-ı Esasiyle Kanunu yani Türkiye Cumhuriyet Anayasası ve Anayasa'nın oluşturduğu temel düzeni ihlale yönelik eylemler olduğu ortaya çıkmaktadır. 765 sayılı TCK'nın 146.maddesindeki Türkiye Cumhuriyete Teşkilatı Esasiye Kanunu'nun tamamını, bir kısmını, tağyir ve tebdil veya ilgaya veya Anayasa ile teşekkül etmiş Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ıskata veya vazifesini yapmaktan mene cebren teşebbüs edenler şeklindeki düzenleme teşebbüs kavramını suçun tek maddi unsuru haline getirmek şeklinde değil, bu suç açısından teşebbüs halinde kalmış şeklini de tamamlanmış şekli için öngörülen ceza ile müeyyedilendirmek olarak anlamak kanunun konuş amacına uygun olarak kabul edilmelidir. Teşebbüs kavramı icrai hareketlerin tamamlanmamış veya neticenin meydana gelmemiş olduğunu ifade eder. O halde bir suça teşebbüsten söz edilebilmesi için o suçun maddi unsurunun teşebbüsü oluşturan hareketlerin ötesinde bazı hareketleri veya neticeyi içermesi gerekir. Sadece teşebbüs durumunda kalan hareketin cezalandırılması, onun kanunun yasakladığı belirli bir neticeyi doğurmaya uygun olduğu yani bu neticenin gerçekleşmesi ihtimalini ve dolayısıyla tehlikesini doğurduğu esasına dayanır. Bu düşünceden hareketle TCK 146.maddede öngörülen suçun maddi unsurunu oluşturan hareketin neden ibaret olduğunu tespit etmek mümkündür. Gerçekten de bu suça teşebbüsten söz edilebilmesi için failin en azından o suçun icra hareketlerine başlamış olması gerekir. TCK 146.maddedeki suça teşebbüsten söz edebilmek için maddede belirtilen neticelere yönelik bu neticeyi doğurmaya elverişli hareketlerin icrasına başlamış bulunması gerekmektedir. TCK 146.maddede öngörülen suçun neticeleri de yine aynı maddede Anayasa'nın tamamınınveya bir kısmının tağyir, tedbil veya ilgası olduğu, kanunun bu suça teşebbüsü dahi tam olarak cezalandırılırken teşebbüsü netice olarak kabul etmemekte olup, kanunun teşebbüsten söz ettiğine göre bu suçun tamamlanmış şeklinin de olabileceği ve dolayısıyla suçun tamamlanmış şekli için teşebbüsten başka bir neticenin gerçekleşmesi gerektiğini de kabul etmiştir. Sadece ceza müeyyidesinin tatbiki yönünden netice ile teşebbüs durumu arasında paralellik kurmakta bu suça teşebbüsün ifade ettiği tehlikeyi nazara alarak teşebbüsü tamamlanmış şekline verilen ceza ile cezalandırma yoluna gidilmiştir. Bu fiilin teşebbüs halinde kalan, yani sadece tehlikeyi ifade eden biçiminin cezalandırılması n zararlı bir sonuç doğurmayacağı anlamına gelmez. Öte yandan tağyir, tedbil ve ilganın gerçekleşmesi, yani fiilin tamamlanması halinde artık eylemin cezalandırılamayacağı bu durumda suçtan ve suçun neticelerinden söz edilemeyeceği yolundaki görüşde doğru değildir. Çünkü herşeyden önce takip edilmezlik ve cezalandırılamazlık ile suçun tamamlanması birbirinden farklı hususlardır. Nitekim Anayasa'yı ortadan kaldıran kuvveti başka bir kuvvet ortadan kaldıracak olursa ilk kuvvetin Anayasa'yı ortadan kaldırma fiili takip edilebilir bir fiil niteliği kazanabilecektir. Bu durumda neticenin gerçekleşmesinden yani tamamlanmış olan suçtan söz ediler. bu açıklamalar ışığı altında 146.maddenin yine bu maddede sayılan tağyir, tebdil ve ilga gibi kavramlar sadece failin iradesinin yöneldiği amaçlar olarak değil, aynı maddede yasaklanan fiilin neticesi olarak gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bu kavramlar başka bir düzen getirmek suretiyle veya getirmeksizin anayasal düzeni değiştirmeyi veya ortadan kaldırmayı ifade eder. Böylece tebdil, Anayasa düzenine dahil bir değerin veya düzenin yerine sistem ve prensip olarak değişik bir düzenin getirilmesini, tağyir ise belirli bir düzenin yerine yenisini getirmeden onun varlığını muhafaza etmek suretiyle fiil bakımından tatbikini önlemek veya savsaklamak suretiyle yapılan anayasa değişikliğini, ilga ise; anayasa düzenine dahil 237/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 birprensibin, bir müessesenin ortadan kaldırılması ve yerine değişik sistemde ve biçimde olsa dahi yenisinin konulmamasını ifade eder. Böylece 765 sayılı TCK'nın, 146.maddeki suçun oluşabilmesi için, herşeyden önce icrai bir hareketin gerektiği, devlet anayasasının tağyir, tedbil ve ilgaya yönelik teşebbüsün cebri nitelikte olması gerektiği anlaşılmaktadır. Cebir kavramı maddi ve manevi olmak üzere iki anlama gelir. Maddi cebir; özü itibari ile gerçek veya gizli bir engeli ortadan kaldırmak için fiziki bir davranışı ifade eder. Manevi cebirveya diğer adı ile tehdit ise; bir kimseye gerçekleşip gerçekleşmemesi, failin iradesine bağlı olan müstakbel bir zararı göstermektir. 146.madde açısından cebrin maddi cebir olabileceği gibi, manevi cebir de olması mümkün ve muhtemeldir. Ancak bunun için her türlü şiddet veya tehdit yeterli değildir. Şiddet veya tehditin anayasayı gayri meşru yolla tağyir, tedbil ve ilgaya elverişli olması gerekir. Bu itibarla yapılan hareketler ve kullanılan vasıtalar gayri meşru olsa bile 146.maddede öngörülen netceyi oluşturmaya elverişli değil ise suçtan söz edilemez. Bu suç açısından manevi unsur, genel ve özel kasttan oluşmaktadır. Bir başka değişle sadece fiilin irade olması yetmez, ayrıca failin anayasayı tağyir, tedbil ve ilga amacıyla hareket etmesi gerekir. Bu irdeleme kapsamında sanıkların eylemlerinin TCK 146.maddede yer alan suçu oluşturduğu anlaşılmıştır. 5) Eylemin Geçici 15.madde Açısından değerlendirilmesi; Anayasanın geçici 15. maddesinde "12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk milleti adına kullanan, 2356 sayılı Kanunla kurulu Milli Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunla görev ifa eden Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezai, mali veya hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz." düzenleme getirildiği, düzenlemede, TBMM Başkanlık Divanı oluşturuluncaya kadar, yani 06/12/1983 tarihine kadarilgililer hakkında yargı merciine başvurulamayacağından söz edilmektedir.Anayasa’nın geçici 15.maddesinin bir tür af kanununun olarakdeğerlendirilmesi mümkün değildir. Yukarıda açıklandığı üzere Anayasayı ihlal (askeri darbe) suçu temadi eden bir suç olup, bu suç TBMM’nin görevine başladığı 06/12/1983 tarihine kadar işlenmeye devam etmiştir. Anayasa’nın 15. maddesi ise 09/11/1982 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bir af kanununun yürürlüğe girdiği tarihten sonra gerçekleşecek eylemler için uygulanacağını kabul etme imkanı bulunmamaktadır. Ayrıca darbe yönetiminin denetimi ve isteğine göre hazırlanmış bir Anayasa’da yer alan madde metninde “af” tabiri kullanılmamışken, gözaltı merkezleri ve cezaevlerinde, insanlık dışı işkence ve kötü muamele gören binlerce mağdurun aleyhine yorum yaparak, düzenlemenin af niteliğinde olduğunu söyleme olanağı yoktur. Bu nedenlerle Anayasa’nın kaldırılan geçici 15. maddesinin af kanunu olarak değerlendirilemeyeceği anlaşılmıştır. 6)Uluslararası Hukuk Ve Sözleşmeler Yönünden Yapılan İrdeleme; Ceza Hukuku'nun temel ilkesinin cezaların kanuniliği olduğu, benzer bir hükmün Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesi'nin 15.maddesinde de yer aldığı, madde de "kanunsuz ceza olmaz ilkesinin yer aldığı, işlendiği zaman uluslararası topluluk tarafından tanınan hukukun genel ilkelerine göre suç sayılan bir fiilin ve ihmalden ötürü bir kimsenin yargılanıp cezalandırılmasına engel oluşturamaz ifadelerine yer verildiği, bu açıdan sanıkların yargılamasının Türkiye'nin de taraf olduğu, uluslararası sözleşmelerde yer alan hükümler çerçevesinde yer alan hükümler çerçevesinde de ele alınması gerektiği, Uluslararası Hukuk'un kabul ettiği çerçeveler içerisinde birçok Avrupa ve Latin Amerika ülkesinde darbeciler ve insanlara karşı suç işleyenler hakkında yargılamaların yapıldığı görülmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Korbely-Macaristan ve Kononov-Litvanya kararlarında insanlara 238/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 karşı işlenen suçlar açısından ulusal mevzuatta tanımlanmamış olsa bile faillerin uluslararası hukuktan kaynaklanan sorumluluklarının devam ettiği ve yargılanabilecekleri hüküm altına alınmış Venedik Komisyonu'nun hazırlamış olduğu raporda da insanlara karşı işlenen suçlarda zamanaşımının işlemediği kabul edilmiştir. Latin Ameraka'da birçok diktatör Uluslararası Hukuk'un kabul ettiği kurallar çerçevesinde yargılanabilmiş, böylelikle Amerika İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları da darbe suçu açısından zamanaşımı ve geçmişe uygulama yasağının söz konusu olmayacağı ortaya çıkarılmıştır. SONUÇ VE TALEP; 12 Eylül 1980 tarihinde, 12/11/1979 tarihinde(15) Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman DEMİREL tarafından, Cumhurbaşkanı Fahri KORUTÜRK'ün onayıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin 43. hükümeti görevde bulunduğu, Sanıklardan Ahmet Kenan EVREN'in 12 Eylül 1980 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanı olarak görev yaptığı, sanık Ali Tahsin ŞAHİNKAYA'nın ise Hava Kuvvetleri Komutanı olarak görev yaptığı, vefat etmeleri nedeniyle haklarında ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilenNurettin ERSİN'in Kara Kuvvetleri Komutanı, Mehmet Nejat TÜMER'in Deniz Kuvvetleri Komutanı, Osman Sedat CELASUN'un Jandarma Genel Komutanı olarak görev yaptığı anlaşılmıştır. Sanıklar tarafından 12 Eylül 1980 günü daha önce gizlice hazırladıkları “Bayrak Harekat Direktifi” adlı darbe planı çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti Halkının vergileriyle alınmış ve yurt savunması için kendilerine tevdi edilmiş silahları kullanarak cebren ülke yönetimine bütünüyle elkoymuşlardır. Şüphelilerin yaptıkları askeri darbeyle Parlamento ve Hükümet feshedilerek ortadan kaldırılmış, Parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırılarak bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiştir. Yurt dışına çıkışlar yasaklanmıştır. Sanıklar Anayasal düzen ortadan kaldırılmıştır. O tarihte yürürlükte bulunan 1961 Anayasasının; 4.maddesindeki, “Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir. Millet, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir suretle belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılmaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” 5.maddesinde, “Yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” 6.maddesinde, “Yürütme görevi, kanunlar çerçevesinde, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirilir.” şeklindeki düzenlemelerde yer alan, Millete ait olan Egemenlik yetkisi, Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olan yasama yetkisi ile Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kuruluna ait olan yürütme görevini, silahlı güç kullanılarak ele geçirmişlerdir. Sanıkların ülke yönetimini ele geçirdikten sonra çıkardıkları 12/12/1980 tarihli ve 2356 Sayılı Milli Güvenlik Konseyi Hakkındaki Kanunun 1. maddesindeki “Milli Güvenlik Konseyi; Devlet ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, üyeleri; Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun’dan teşekkül eder.” şeklindeki düzenleme ile Milli Güvenlik Konseyi oluşturmuşlar, meşruiyete dayanmadan çıkardıkları 2324 Sayılı ve 27/10/1980 tarihli Anayasa Düzeni Hakkında Kanunun 2.maddesindeki “Anayasada Türkiye Büyük Millet Meclisine, Millet Meclisine ve Cumhuriyet Senatosuna ait olduğu belirtilmiş bulunan görev ve yetkiler 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren geçici olarak Milli Güvenlik Konseyince ve Cumhurbaşkanına ait olduğu belirtilmiş bulunan görev ve yetkiler de Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanınca yerine getirilir ve kullanılır.” şeklindeki düzenleme ile Anayasada yer alan, Türkiye Büyük Millet Meclisine, Cumhuriyet Senatosuna 239/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 ve Cumhurbaşkanına ait yetkilere cebren el koymuşlardır. Sanıkların çıkardığı 2324 Sayılı ve 27/10/1980 tarihli Anayasa Düzeni Hakkında Kanunun 3.maddesindeki ”Milli Güvenlik Konseyince kabul edilerek yayımlanan bildiri ve karar hükümleriyle yayımlanan ve yayımlanacak olan kanunların Anayasaya aykırılığı ileri sürülemez” şeklindeki düzenleme ve 4.maddesindeki düzenleme ile Milli Güvenlik konseyinin bildiri ve kararlarında yer alan ve yer alacak olan hükümlerle 12 Eylül 1980 tarihinden sonra çıkarılan ve çıkarılacak olan Bakanlar Kurulu Kararnamelerinin ve üçlü kararnamelerin yürütülmesinin durdurulması ve iptali isteminin ileri sürülemeyeceğinin belirtildiği görülmüştür. Bu düzenlemelerle, Anayasa ve Anayasal düzen ortadan kaldırılarak, kişi hak ve özgürlükleri tamamen Milli Güvenlik Konseyinin insiyatifine terk edilmiştir. Başta yaşam hakkı olmak üzere temel hak ve özgürlükler açısından hiçbir güvence kalmamıştır. Sanıklar 12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleştirmiş oldukları Askeri Darbe'den sonra yönetimleri boyunca demokratik kurumların kurulmasına ve faaliyet göstermesine engel olmaları nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı oluşturuluncaya kadar yani, 06/12/1983 tarihine kadar müsned suçu işlemeye devam etmişlerdir. 27 aralık 1979 tarihinde verilen uyarı mektubu açısından durum değerlendirildiğinde; sanıkların 27 Aralık 1979 tarihinde Cumhurbaşkanı aracılığı ile hükümetteki siyasi partilerle, diğer tüm siyası parti liderlerine TSK İç Hizmet Kanunu'nu hatırlatarak muhtıra niteliğinde uyarı mektubu vermişler, bu mektup 2 Ocak 1980 tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından Başbakan Süleyman Demirel ve CHP lideri Bülent Ecevit'e iletişmiştir. Verilen muhtıra doğrudan siyasi parti mensuplarına verilmiş olmakla birlikte Cumhurbaşkanı'na verildiğinin kabul edilmesi gerektiği demokratik sistemde Başbakan'a verilmiş olan muhtıranın, Cumhurbaşkanı'na da verilmiş olduğunun kabul edilmesinin sistem gereğince doğru olduğu Askeri Darbe yapıldığında Cumhurbaşkanı'nın da görevde kalmasının mümkün olmadığı, Anayasal düzen içerisinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin bağlı olduğu Başbakan'ın da içerisinde bulunduğu, siyasi parti liderlerine göndermiş oldukları mektupta kullanılan "Türk Silahlı Kuvvetleri Uzlaşma Tutumlarını sürdüren siyasi partileri uyarmaya karar vermiştir." şeklindeki ibareler ve bununla birlikte Cumhuriyet tarihi boyunca Askeri Darbe'lerin gerekçesi olarak kullanılan İç Hizmet Kanunu'nun hatırlatılması, demokratik rejime bir tehdit olarak kabul edilmelidir. Askeri Darbe'ye teşebbüs suçu ancak bu şekilde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla sanıkların 27/12/1979 tarihinde vermiş oldukları ve 02/01/1980 tarihinde Başbakan'a ulaşan muhtıra ile ayrıca Anayasa'yı ortadan kaldırmaya ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs suçunu işlemişlerdir. Eylemin 765 sayılı TCK'nın 146.maddesinin ihlali niteliğinde olduğu, maddede yer alan cebren kavramının mutlaka maddi cebir olarak anlaşılmaması gerektiği, elinde devlet içerisinde başka bir kurumca karşı konulamayacak bir güç bulunan silahlı kuvvetlerin anayasal demokratik sistem içerisinde hiyerarşik olarak bağlı olduğu, Başbakan ve tüm siyasi partileri doğrudan bunların temsil edildiği TBMM ile Cumhurbaşkanı'nı dolaylı olarak Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun 35.maddesini ima ederek uyarı mektubu gönderilmesi tehdit niteliğindedir. Bu nedenden dolayı uyarı mektubu ile TCK 146.maddesi ihlal edilmiştir. Böylece sanıkların 02/01/1980 tarihindeki suç ile 12/09/1980 tarihi ve devamında işlemiş oldukları Anayasa'yı ihlal suçunun icrası kapsamında işlediklerinden haklarında 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 80.maddesindeki zincirleme suç hükümleri uygulanarak, Sanıkların eylemlerine uyan ve suç tarihi itibariyle leyhlerine uyan 765 sayılı TCK'nın 146/1, 80, 31, 33 maddeleri gereğince ayrı ayrı cezalandırılmalarına, Sanıklar hakkında verilen Adli Kontrol Kararı'nın devamına, Sanıklar hakkında 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun 30.maddesi gereğince işlem yapılmasına karar verilmesini talep ve mütala 240/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 etmiştir. DELİLLER: 1-Ankara C.başsavcılığına ve diğer bir kısım yerC.başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri , bır kısım müşteki ifadeleri ile Ankara C.başsavcılığınca 5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerC.başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu1.nci klasör (Dizi 4'de Abdullah Ümran EKİNCE'nin dilekçesi, Dizi 15-16'da Hasan (Cansu) ERDEM'in dilekçesi, Dizi 21-22'de Ali Ekrem ATALAY'ın dilekçesi, Dizi 25'de Abdurrahman YÜCEL'in dilekçesi, Dizi 44-46'da Keramettin GENÇTÜRK'ün dilekçesi, Dizi 57'de Levent GÜNEŞ'in dilekçesi, Dizi 80-111'de Halil İbrahim DUMAN'ın dilekçesi, Dizi 121-228'de Adnan SERDAROĞLU'nun dilekçesi ve ekleri, Dizi 121-228'de Celal OVAT'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 121-228'de Kamer AKTAŞ'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 121-228'de Mahmut SEREN'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 121-228'de Musa ÇAM'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 121-228'de Nuri SELİM'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 121-228'de Süleyman ÇELEBİ'nin dilekçesi ve ekleri, Dizi 140-144'de Tayfun GÖRGÜN'ün dilekçesi, Dizi 140-144'de İsmail YURTSEVEN'in dilekçesi, Dizi 140-144'de Ali CANCI'nın dilekçesi, Dizi 140-144'de Nuri SEVİM'in dilekçesi, Dizi 140-144'de Muzaffer SUBAŞI'nın dilekçesi, Dizi 140-144'de Ali Rıza KÜÇÜKOSMANOĞLU'nun dilekçesi, Dizi 140-144'de Celalettin AYKANAT'ın dilekçesi, Dizi 230-231'de Hasan SEZER'in dilekçesi, Dizi 232-233'de Hüsamettin AKKAYA'nın dilekçesi, Dizi 234-236'da İsmail AĞIR'ın dilekçesi, Dizi 241-243'de Mehmet Ali ÇALIŞIR'ın dilekçesi, Dizi 255-256'da Münevver İLTEMUR ÖZEN'in dilekçesi, Dizi 274-286'da İnsan Hakları Derneği adına Neslin GÜMÜŞ'ün dilekçesi.) 2-Ankara C.başsavcılığına ve diğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleriile Ankara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu2.nci klasör( Dizi 2-4'de Yalçın GÜLBİTEN'nin dilekçesi, Dizi 13-24'de Adem ÇEVİK'in dilekçesi, Dizi 27-30'da Adem ÇEVİK'in dilekçesi, Dizi 47-49'da Hüseyin ÖZTÜRK'ün dilekçesi ve eki, Dizi 57-61'de Hakkı GERÇEK'in dilekçesi, Dizi 67-68'de Enver BOYDAN'ın dilekçesi, Dizi 78'de Hasip KAPLAN'ın dilekçesi, Dizi 80'de Hasip KAPLAN'ın dilekçesi, Dizi 101-103'de Mustafa ÖZSAYGI'nın dilekçesi ve eki, Dizi 124126'da Nurçan KILIÇKAYA ENGİN'in dilekçesi ve eki, Dizi 132-134'de Coşkun KAYA'nın dilekçesi, Dizi 140-143'de Bengi YILDIZ'ın dilekçesi, Dizi 150-177'de Sadulla ÇAĞLAR'ın dilekçesi, Dizi 186-196'da Yüksel GENÇ'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 197-204'de Yılmaz GEREK'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 193-199'da Cemal ERDEM'in dilekçesi, Dizi 193-199'da Cumhur YAVUZ'un dilekçesi, Dizi 193-199'da Emel SUNGUR'un dilekçesi, Dizi 193-199'da Halil KARGIN'ın dilekçesi, Dizi 193-199'da Hüseyin ESENTÜRK'ün dilekçesi, Dizi 193199'da Hüseyin KÖKLÜ'nün dilekçesi, Dizi 193-199'da İbrahim KARAKAYA'nın dilekçesi, Dizi 193-199'da Kazım GENÇ'in dilekçesi, Dizi 193-199'da Nadire KARGIN'ın dilekçesi, Dizi 193-199'da Nejat KANGAL'ın dilekçesi, Dizi 193-199'da Neşe CEYHAN'ın dilekçesi, Dizi 193-199'da Nilüfer SÜMBÜLOĞLU'nun dilekçesi, Dizi 193-199'da Remzi ÇAKMAK'ın dilekçesi, Dizi 193-199'da Ruşan SÜMBÜLOĞLU'nun dilekçesi, Dizi 193-199'da Yılmaz KIZILIRMAK'ın dilekçesi, Dizi 210-235'de İsmail AKBULUT'un dilekçesi ve ekleri, Dizi 240-248'de Emil EKER'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 250-257'de Oya ÖZGÜVEN'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 256-267'de Nazan BATMAZ'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 270-277'de Aylar ÇİRİNGEL'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 292-297'de Sadullah ÇAĞLAR'ın dilekçesi ve ekleri, 241/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Dizi 308-312'de Erkan KAKÇA'nın dilekçesi, Dizi 318-320'de Özcan KURTARAN'ın dilekçesi ve eki.) 3-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu 3.ncü klasör.( Dizi 3'de Selver SALVAN'ın dilekçesi, Dizi 14-26'da Necati ABAY'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 32-36'da Şah İsmail KARAGÖZ'ün dilekçesi ve ekleri, Dizi 38-45'de Leyla ABAY'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 46-55'de Bilgi TAĞAÇ NAMAZ'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 68-78'de Mehmet ÖZTÜRK'ün dilekçesi ve ekleri, Dizi 79-90'da Halil İbrahim ÇETİN'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 99-103'de Hayriye Ümran YURDAYOL'un dilekçesi, Dizi 111'de Fahrettin TÜYLÜ'nün dilekçesi, Dizi 109-111'de Hasan Hüseyin BEKTAŞ, Hasan Hüseyin DEMİREL, Hüseyin ERKEN, İsmail ŞAHİN, Medeni KILIÇ, Mehmet ELDEN, Mehmet Hadi ARIZ, Mehmet KAHRAMAN, Muzaffer EKİZCE, Orhan BİNGÖL, Zekiye BARAN'ın dilekçesi, Dizi 132-134'de Halis NÜKTE'nin dilekçesi, Dizi 141-143'de Cemal ŞEN'in dilekçesi, Dizi 150-152'de Recep ORUÇ'un dilekçesi, Dizi 155157'de Yusuf POLAT'ın dilekçesi, Dizi 160-162'de Kamber ABACI'nın dilekçesi, Dizi 165168'de Zeynel Abidin KIZILYAPRAK'ın dilekçesi, Dizi 173-175'de Mustafa AKSOY'un dilekçesi, Dizi 178-181'de Hasan SOLMAZ'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 184-185'de Ali GÖKKAYA'nın dilekçesi, Dizi 194-197'de Serpil ARSLAN'nın dilekçesi, Dizi 202-204'de Mükremin TOPRAK'ın dilekçesi, Dizi 207-209'da Okan TOK'un dilekçesi, Dizi 218-219'da Ahmet ALTUNSOY'un dilekçesi, Dizi 226-228'de Necdet SOFACI'nın dilekçesi, Dizi 237241'de Şariban TELEK'in dilekçesi, Dizi 246-247'da Mehmet SABUR'un dilekçesi ve Savcılık ifadesi.) 4-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu 4.ncü klasör( Dizi 3-4'de Ali KURUMAHMUTOĞLU'nun dilekçesi, Dizi 10-14'de Hüseyin ÖZDEMİR'in dilekçesi, Dizi 22-23'de Abdullatif TÜRKAN, Faysal ÇULUM, Şeyho EVİRGEN'in dilekçesi, Dizi 41-52'de Ahmet GÜVENMEZ'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 5661'de Ali Galip DOĞAN'ın dilekçesi, Dizi 68-74'de Ali KAYIKÇI'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi 81-82'de Hasan CANDAN'ın dilekçesi, Dizi 91-101'de Osman ÖZKAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 106-108'de Hacı Mehmet YIĞILI'nın dilekçesi, Dizi 116-127'de Ömer SEVİNÇ'in dilekçesi, Dizi 133-134'de Sefer KÜYEBAKAN'ın dilekçesi, Dizi 146'da Ömer AVCI'nın dilekçesi, Dizi 148-149'da Ahmet KARAVAR'ın dilekçesi, Dizi 166-168'de Şahin CAMCI'nın dilekçesi, Dizi 171-178'de Hüseyin ARIKAN'ın dilekçesi, Dizi 188-202'de Recep DEMİRCİ'nin dilekçesi ve ekleri, Dizi 214-216'da Cuma KARAKUYU'nun dilekçesi, Dizi 225-229'da Serdal IŞIK'ın dilekçesi.) 5-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri. Erzincan Sıkıkıyönetim Komutanlığı 1.nolu Askeri Mahkemesinin 17/05/1983 tarih 1981/468 esas 1983/103 sayılı kararı örneğiileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu 5.nci klasör ( Dizi 1-3'de Sabri LAFÇI'nın dilekçesi, Dizi 30-32'de Ahmet YALABIK'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 30-32'de 242/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Emin KAYA'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi 30-32'de Ferit YÜRÜK'ün dilekçesi ve ekleri, Dizi 30-32'de Fikret TARMAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 30-32'de Halil ÖZTÜRK'ün dilekçesi ve ekleri, Dizi 30-32'de İbrahim TAHMAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 30-32'de Necdet ODUNCU'nun dilekçesi ve ekleri, Dizi 30-32'de Nermin KAHRAMAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 30-32'de Nermin TÜRKGELDİ'nin dilekçesi ve ekleri, Dizi 35-37'de Emin KANAY'ın dilekçesi, Dizi 59-75'de Atilla ARSLAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 59-75'de Bilal GERÇEK'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 59-75'de Hasan TEKCAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 5975'de Kenan MARAŞLI'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi 59-75'de Mehmet ALSAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 59-75'de Mehmet ÖCAL'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 59-75'de Mehmet TURGUT'un dilekçesi ve ekleri, Dizi 59-75'de Mehmet TÜMÜKLÜ'nün dilekçesi ve ekleri, Dizi 59-75'de Mustafa BAŞPINAR'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 81-83'de Eşref AKCAN'ın dilekçesi, Dizi 92-105'de Ali Osman ABALI'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi 111-113'de Abuzer ARSLAN'ın dilekçesi, Dizi 116-118'de Aziz KARINCA'nın dilekçesi, Dizi 121-123'de Ali ÖZBAY'ın dilekçesi, Dizi 126-128'de Mehmet DOYMAZ'ın dilekçesi, Dizi 131-133'de Ali SÜRGÜLÜ'nün dilekçesi, Dizi 136-138'de Yusuf ÖZBEY'in dilekçesi, Dizi 141-143'de Ali KARAHAN'ın dilekçesi, Dizi 147-149'da Ali DUVARCI'nın dilekçesi, Dizi 152'de Kamil ÖZTÜRK'ün dilekçesi, Dizi 159-161'de Yusuf ÇELİK'in dilekçesi, Dizi 176-178'de Nevzat KARAKEÇİ'nin dilekçesi, Dizi 190-191'de Adnan ALTUNSOY'un dilekçesi, Dizi 192-193'de Mehmet ZENGİN'in dilekçesi, Dizi 196-197'de Erdal KESER'in dilekçesi, Dizi 199-200'de Mustafa İNCEOĞLU'nun dilekçesi, Dizi 218'de Mustafa TÜRK'ün dilekçesi ve ekleri, Dizi 276'da Namık HAVUTÇA'nın dilekçesi, Dizi 286-288'de Sevgi MARAY'ın dilekçesi, Dizi 298-300'de Mehmet Hinadi ŞAHİN'in dilekçesi, Dizi 312-315'de Ali Fahir KAYACAN'ın dilekçesi, Dizi 324-327'de Vasıf KAHRAMAN'ın dilekçesi.) 6-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu 6.ncıklasör. (Dizi 1-12'de Ayhan AKTAŞ, Ganime AKTAŞ, Hasan AKTAŞ, Murat GÜLER, Nuray AKTAŞ, Nursel AKTAŞ, Rasim AKTAŞ, Süheyla AKTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 20-25'de Fethiye OK'un dilekçesi, Dizi 34-38'de Azmi ÇAPA'nın dilekçesi, Dizi 58-60'dı Heci ÖZPOLAT'ın dilekçesi, Dizi 74-81'de Rıza DOĞAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 83-90'da Adalet AYDIN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 120'de Vahip ABA'nın dilekçesi, Dizi 103-105'de Abdulhamit TOPRAK'ın dilekçesi, Dizi 112-120'de Vahit ABA'nın dilekçesi, Dizi 125-137'de Erol EROĞLU'nun dilekçesi ve ekleri, Dizi 125-137'de Kemal SARI'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi 125-137'de Şemsettin YEŞİLYURT'un dilekçesi ve ekleri, Dizi 125-137'de Şenay YEŞİLYURT'un dilekçesi ve ekleri, Dizi 125-137'de Tayfun ÇENDİR'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 125-137'de Vedat ŞENSOY'un dilekçesi ve ekleri, Dizi 146-148'de Yusuf POLAT'ın dilekçesi, Dizi 155-171'de Veli TÜRKMEN'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 175-187'de Yurttan GÖKSEN'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 193-196'da Güllü BAŞ'ın dilekçesi, Dizi 193-196'da Mustafa BAŞ'ın dilekçesi, Dizi 214-244'de Ahmet PEKYAN, Ali AKINCI, Aydın SİNCER, Ergün ORTAK, Güven BOĞA, Hüseyin REYHAN, Kemal ARSLAN, Kemal ÇELİK, Mehmet Ali BİLGİLİ, Mehmet ANTMEN, Mustafa ÇİMKILIÇ, Osman ERKUT, Refik BAYER, Sevil ARACI'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi 254-265'de Mustafa KAYA'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi 274-280'de Bahri ABALI, Erol ALTINDAĞ, Hüsnü ERTUNG ve Servet SÖKMEN'in dilekçesi.) 7-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik 243/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 kararı ile bir ksım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu 7.nciklasör. (Dizi 1-7'de Mehmet Adnan GÜLLÜOĞLU'nun dilekçesi, Dizi 14-19'da Mehmet GÜNEYSEL'in dilekçesi, Dizi 27-29'da Hüseyin DEMİRTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 36-38'de Erdal SARIÇAN'ın dilekçesi, Dizi 45-47'de Ramazan KILIÇ'ın dilekçesi, Dizi 58-60'da Mehmet Yüksel YALÇIN'ın dilekçesi, Dizi 65-77'de Serdar Serhat ERSÖZ'ün dilekçesi, Dizi 82-94'de Zeki Noyan ÖZKAN'ın dilekçesi, Dizi 99'da Erol ERDEM'ıin dilekçesi, Dizi 118120'de Numan SANCAK'ın dilekçesi, Dizi 129-133'de Ongun YÜCEL'in dilekçesi, Dizi 138144'de Cezmi FİDAN'ın dilekçesi ve Savcılık ifadesi.) 8-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu 8.nciklasör( Dizi 1-2'de Ahmet BİLİR'in dilekçesi, Dizi 11-36'da Av. Onur GÜNDOĞDU'nun dilekçesi ve ekleri, Dizi 43'de Şeref KARA'nın dilekçesi, Dizi 57-60'da Ali GÜNGÖR'ün dilekçesi, Dizi 68-69'de Hasan KIYAFET'in dilekçesi, Dizi 78-82'de Netice İNGİ'nin dilekçesi, Dizi 89-91'de Ahmet TAŞ'ın dilekçesi, Dizi 102-113'de Emin DURMAZ'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 121-123'de Şeref YALÇIN'ın dilekçesi, Dizi 133-135'de Ramazan Ferhat VURAL'ın dilekçesi, Dizi 144-156'da Veli KONAR'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 164-176'da Ali ÇİÇEK'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 182'de Hüseyin YÜCEL'in dilekçesi, Dizi 193-195'de Mustafa KANBAL'ın dilekçesi, Dizi 205-207'de Harun BIÇAK'ın dilekçesi, Dizi 213-225'de Beycan TAŞKIRAN'ın dilekçesi) 9-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu 9.ncuklasör.( Dizi 1-23'de İnsan Hakları Derneği adına Van Şube Sekreteri Sami GÖRENDAĞ'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 29-30'da Abbas KILIÇ (ÖZPOLAT)'ın dilekçesi, Dizi 42'de Hüsamettin ACAR'ın dilekçesi, Dizi 51'de Nizam KAPAN'ın dilekçesi, Dizi 6263'de Hüsnü YILDIRIMER'in dilekçesi, Dizi 73-77'de Abdullah ÇETİNKAYA'nın dilekçesi, Dizi 87-96'da Aydemir ATÇEKEN'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 104-108'de Robin SALMİ'nin dilekçesi, Dizi 116-117'de Zübeyir BALIK'ın dilekçesi, Dizi 128-138'de Celalettin DİNÇ'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 140-145'de Celalettin DİNÇ'in dilekçesi, Dizi 155-157'de Abdurrahman CAN'ın dilekçesi, Dizi 166-174'de Şahide Sezin ATMACI'nın dilekçesi, Dizi 183'de Muzaffer Yavuz ASLAN'ın dilekçesi, Dizi 192-203'de Levent AKHAN'ın dilekçesi, Dizi 215-223'de Hüseyin TAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 230-278'de Mithat CAN'ın dilekçesi ve ekleri) 10-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu 10.ncuklasör ( Dizi 1-25'de Metin KANAT'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 33-34'de Hasan ŞAHİN'in dilekçesi, Dizi 35-36'da Erdal İRFAN'ın dilekçesi, Dizi 37-38'de Şakir EROĞLU'nun dilekçesi, Dizi 48-51'de Sinan CANLI'nın dilekçesi, Dizi 60-61'de Metin IRMAK'ın dilekçesi, Dizi 69-76'da Ahmet Cevat GÜNEY, Celal ÖZKAN, Erdal YÜKSEL, Hayrettin YAĞCI, İbrahim Hakkı SAYAR, Mümin KARAOĞLU, Ökkeş EFE, Suat BAYSAL, Süheyla ARSLAN, Süleyman BAYRAK'ın dilekçesi, Dizi 84-86'da Remzi 244/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 SARI'nın dilekçesi, Dizi 93-94'de Nazif ÖZBEK'in dilekçesi, Dizi 100-104'de Abduhafız TUĞAN ve 100-104'de Semiha TUĞAN'ın dilekçesi, Dizi 111-118'de Yusuf TAŞTAN'ın dilekçesi, Dizi 135-138'de Abdulcebbar BİLİR'in dilekçesi, Dizi 145-148'de Ümit TEKTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 159-164'de Abdulkadir AYDIN'ın dilekçesi, Dizi 171-173'de Mehmet Emin YAVUZASLAN'ın dilekçesi, Dizi 183-209'da Çiğdem ALTINTAŞ'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 216-218'de Mustafa Suphi CENGİZ'in dilekçesi, Dizi 226'de Cuma ÖZKAN'ın dilekçesi, Dizi 229'da Adem ERDEM'in dilekçesi, Dizi 232'de Abidin KOÇ'un dilekçesi, Dizi 243'de Halim DOĞAN'ın dilekçesi.) 11-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu 11.nciklasör.( Dizi 1-11'de Sezgin ÖZCAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 26-27'de Fethi BENCİK'in dilekçesi, Dizi 40-42'de Bahri ERKILIÇ'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 56-57'de Buba KÖPRÜ'nün dilekçesi, Dizi 71-72'de Asım BURUL'un dilekçesi, Dizi 76-78'de Cemil YEŞİLDAĞ'ın dilekçesi, Dizi 83-85'de Enver LAÇİN'in dilekçesi, Dizi 100-105'de Ahmet YARADANAKUL'un dilekçesi, Dizi 107'de Hurşit DÜŞÜNMEZ'in dilekçesi, Dizi 108119'da Abdulkerim UYAR'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 120-127'de Aytekin DEDEBEY'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 129-136'da Hacer Nazan BAYINDIR'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 138145'de M. Hüriyet KARADENİZ'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 157'de Ömer SANKURT'un dilekçesi, Dizi 170-171'de Cemal KAYABAKAN'ın dilekçesi, Dizi 183-186'da Mahmut Şah ÖZGÜL'ün dilekçesi, Dizi 198-199'da Ahmet KARAVAR'ın dilekçesi, Dizi 211-214'de Abdulbaki KAYMAK'ın dilekçesi, Dizi 226-229'da Hasan DAĞTEKİN'in dilekçesi, Dizi 241-242'de Kaplan BENCÜK'ün dilekçesi, Dizi 257'de M. Galip PAYDAŞ'ın dilekçesi, Dizi 274-277'de Arif SEVİNÇ'in dilekçesi.) 12- Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu 12.nci klasör( Dizi 1-2'de Vedat KEKOMEMETOĞULLARI'nın dilekçesi, Dizi 11'de Şeyhmus DOKU'nun dilekçesi, Dizi 23-35'de Arif ÇETİNKAYA'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi 46'de Kerim KÜÇÜK'ün dilekçesi, Dizi 53'de Hüseyin BİLGİN'in dilekçesi, Dizi 8486'da Ali KÖSE, Hüseyin BALCI, İbrahim KESER, Kemal ANDOĞLU, Mustafa AKGÜL, Nevzat DALGIÇ, Şinasi DÜLGER, Veli AKAY'ın dilekçesi, Dizi 99'da Mehmet Nuri BALCI'nın dilekçesi, Dizi 111-112'de Mehmet AYDEMİR'in dilekçesi, Dizi 126-128'de Mehmet Emin AYDIN'ın dilekçesi, Dizi 130-154'de Nihat AKSOY'un dilekçesi ve ekleri, Dizi 166-172'de Sevgi KALELİ'nin dilekçesi, Dizi 183-184'de Mehmet AKBAŞ'ın dilekçesi, Dizi 202-203'de Nurettin ÇİLTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 205-206'de Mustafa KÖKLÜ'nün dilekçesi, Dizi 216-218'de Mustafa Hüdaverdi UĞUR'un dilekçesi, Dizi 221-233'de Cengiz KARAGÖNLÜ, Hanifi SAKALLI, Mehmet Ali ARGIN, Neşet İÇTEN'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 245'de Hüseyin ARAS'ın dilekçesi, Dizi 248-250'de Mehmet Emin AYDIN'ın dilekçesi, Dizi 268'de Ali CEYLAN'ın dilekçesi, Dizi 281-282'de Ali ERKEÇ'in dilekçesi.) 13- Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının 245/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 bulunduğu 13.ncüklasör. ( Dizi 1-8'de Münir KORKMAZ, Ülkü GÜLŞEN, Yakup KARGINTAY'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 19-23'de Yahşi KARAMOLLAOĞLU'nun dilekçesi, Dizi 33-43'de Ulviye DİKMEN'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 50'de Mehmet Latif AYAZ'ın dilekçesi, Dizi 59-86'da Aynur AK'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 89-101'de EDP Gaziantep İl Örgütü'nün dilekçesi ve ekleri, Dizi 116-118'de Mehmet Sırrı COŞKUN'un dilekçesi, Dizi 132'de Cafer CENGİZ'in dilekçesi, Dizi 143-148'de Güney FINDIK'ın dilekçesi, Dizi 155156'da Mehmet Şerif KAY'ın dilekçesi, Dizi 171-173'de Kemal AKTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 184-187'de Mehmet Emin YAVUZASLAN'ın dilekçesi, Dizi 200-215'de R. Leyla ARSLAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 218-224'de Meral ŞEN'in dilekçesi, Dizi 227-234'de Sevim CANPOLAT'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 236-243'de Abdullah AYSU'nun dilekçesi ve ekleri, Dizi 245-252'de Gürsel ÇALIŞKAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 254-257'de Nurgül ÇETİNKAYA'nın dilekçesi, Dizi 259-266'da Latif ŞİMŞEK'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 268275'de Tarık ÜNLÜ'nün dilekçesi ve ekleri, Dizi 277-284'de Ayşe Nur ERTAN'nın dilekçesi, Dizi 287-294'de Hüseyin KARABULUT'un dilekçesi, Dizi 296-303'de Ali YİĞİT'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 306-313'de Hasan GÜRKAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 315-322'de Yusuf Kenan CANPOLAT'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 324-331'de Gülser DABİŞ'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 333-340'da H. Zehra KAHRAMAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 342-363'de Murat SÜTÇÜOĞLU, A. Cemal BALCI, İsmail YÜREK, Zafer DOĞAN, Güven GÖKNAR ve Akın ÖZDEMİR'in dilekçesi.) 14- Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu 14.ncüklasör.( Dizi 1-13'de M. Kemal SAYGILI'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi 2628'de Dinçer SAYAN'ın dilekçesi, Dizi 38-50'de Kerim ARSLAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 58-60'da Kemal ÇAKIROĞLU'nun dilekçesi, Dizi 67-69'da Mehmet Zeki COŞKUN'un dilekçesi, Dizi 76'da Tahir Canan COŞKUN'un dilekçesi, Dizi 89-94'de Münip ERMİŞ'in dilekçesi, Dizi 89-94'de Vahap KUZU'nun dilekçesi, Dizi 102'de Vedat ARPACI'nın dilekçesi, Dizi 109-111'de Ahmet OĞUZ'un dilekçesi, Dizi 118-120'de M. Salih BAYAR'ın dilekçesi, Dizi 132-134'de Mehmet YÜCE'nin dilekçesi, Dizi 146-156'da Nuran ATMACA'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi 165-183'de Abdullah DERECİ'nin dilekçesi, Dizi 165-183'de Adnan KARA, Alaiddin TAŞ, Ali KÖSE, Ata MİÇDOĞULLARI, Behçet YATKIN, Cemal ÖKMEN, Ferit LİF, İmdat YAPA, Mehmet GİTMEZ, Mehmet Mevlüt BULANIK, Mustafa KÖSE, Nedim KAYMAKÇI, Nimet KARATAŞ, Salim DİYAR, Semir SÖNMEZ, Yılmaz DAKMAK'ın dilekçesi, Dizi 196-202'de Cengiz KAYA'nın dilekçesi, Dizi 211-215'de Kenan KIZIL'ın dilekçesi, Dizi 226-229'da Hacı Mustafa KASAR'ın dilekçesi.) 15-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu 15.nciklasör.( Dizi 7-12'de Abdullah BÜYÜK'ün dilekçesi, Dizi 15-21'de Metin KÖSE'nin dilekçesi, Dizi 24-27'de Hüsnü YILDIRIMER'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 30-33'de Ali Erbil TELCİ'nin dilekçesi, Dizi 38-50'de Bulduk SARI'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi 5464'de İbrahim ELİK'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 68-75'de Ahmet İNCİ'nin dilekçesi, Dizi 7881'de Lütfi ÖZÇİMEN'in dilekçesi, Dizi 85-108'de Necmettin DEMİRKAYA'nın dilekçesi ve 246/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 ekleri, Dizi 111-115'de Adem ÇELİK'in dilekçesi, Dizi 119-123'da Mehmet Esat SÖNMEZ'in dilekçesi, Dizi 126-133'de Mehmet Mustafa ONÜÇYILDIZ'ın dilekçesi, Dizi 134-138'de Harun Esat ŞAHİN'in dilekçesi, Dizi 138'de Harun Esat ŞAHİN'in dilekçesi, Dizi 141-147'de Yahya AK'ın dilekçesi, Dizi 150-155'de Mustafa Ahmet GÜÇYETMEZ'in dilekçesi, Dizi 158162'de Sabri AFŞAR'ın dilekçesi, Dizi 180'de Miktat ALGÜL'ün dilekçesi, Dizi 208-230'da Mehmet DAĞAŞMAZ ve 18 müştekinin dilekçesi, Dizi 233-243'de Mustafa KORKMAZ'ın dilekçesi, Dizi 245-247'de Şinasi HAZNEDAR'ın dilekçesi, Dizi 262-263'de Ali GÖKTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 274-277'de Yemoş GÜZEL'in dilekçesi, Dizi 278-281'de Serhat GÜNGÖR'ün dilekçesi, Dizi 282-285'de Hüsniye MAVİ'nin dilekçesi, Dizi 286-289'da Zülfikar Ali SAMSUN'un dilekçesi, Dizi 290-293'de Mehmet BAYIR'ın dilekçesi, Dizi 294-297'de Jülide ATEŞ'in dilekçesi, Dizi 298-301'de Sıtkı GÜNGÖR'ün dilekçesi, Dizi 302-306'da Ekber KAYA'nın dilekçesi, Dizi 314-315'de Kenan BOZTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 320-321'de Remzi KOYBAL'ın dilekçesi, Dizi 325-326'da Bilal DİRİL'in dilekçesi, Dizi 329'da Sinan DEMİR'in dilekçesi, Dizi 332-336'da Mustafa Naci TOPER'in dilekçesi, Dizi 345-347'de Mehmet ECE'nin dilekçesi, Dizi 348-350'de Bedri ASLANER'in dilekçesi, Dizi 351-353'de Osman TOPAL'ın dilekçesi, Dizi 355-357'de İlham GÜNERİ'nin dilekçesi, Dizi 358-361'de Tayyip KIZILYILDIZ'ın dilekçesi, Dizi 375-389'da Mehmet Ömer GÜRCAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 399-411'de Mustafa KAYA'nın dilekçesi.) 16- Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu 16.ncı klasör.( Dizi 1-2'de Osman FİLYA'nın dilekçesi, Dizi 18'de Yılmaz ELÇİ'nin dilekçesi, Dizi 25-27'de Mehmet Hüseyin ESEN'in dilekçesi, Dizi 37-51'de Adil ÜLGEN, Ahmet KARATAŞ, Ali KERİMMUTLU, Ali LUBA, Ayhan ONGUN, Baskın ONAN, Emre AYGEN, Ertul KORUYAN, Fadime AY, Fahir MUCİT, Fatma GENÇOSMAN, Güngör SEZGİN, Hasan GÖRDAL, Hatice ARSLAN, Hüseyin AKGÜN, İbrahim UYSAL, Muammer ÖZDEMİR, Mustafa KAYA, Nejdet OĞUZ, Olcay ARSLAN, Osman Cem AYGAN, Önder ÖZEN, Özlem ANGEN, Sait GENÇ, Salih BOZKALE, Selman ÖZÇOBAN, Semray DOĞAN, Serhan DELİKESEN, Şakir SAAT, Şehbal ŞENYURT, Seher BÜYÜKBEKTAŞ, Şerif Kaya YORGAN, Yıldız UYSAL, Yüksel İYİBAL'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 73'de Atilla TURHAN'ın dilekçesi, Dizi 76-78'de Şükrü KARADAĞ'ın dilekçesi, Dizi 81-84'de Sibel IŞIK'ın dilekçesi, Dizi 85-88'de Vakkas SUNGUR'un dilekçesi, Dizi 8992'de Muharrem ŞARKLI'nın dilekçesi, Dizi 93-96'da Mustafa Özkan TAN'ın dilekçesi, Dizi 97-101'de İhsan YILDIZ'ın dilekçesi, Dizi 106'da Rıza MERGİZ'in dilekçesi, Dizi 109-120'de Hacı Mehmet SERTKAYA'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi 122-124'de Timur DEMİR'in dilekçesi, Dizi 125126'da Güven TATLIM'ın dilekçesi, Dizi 125-126'da Levent ÇEYİR'in dilekçesi, Dizi 125126'da Orhan AYKUT'un dilekçesi, Dizi 141-143'de Mahmut OK'un dilekçesi, Dizi 152'de Fuat BÜLBÜL'ün dilekçesi, Dizi 161-164'de Seyda KIZILOĞLU'nun dilekçesi, Dizi 176195'de Aynur ERDOĞAN, Cafer KESKİN, Hüseyin ALTAY, Hüseyin YÜCEL, Kazım ABLAK, Latif TURAN, Osman AKAR, Ragıp ÖZCAN ve Yasin KESKİN'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 208-210'da Mustafa YETİŞEN'in dilekçesi, Dizi 217'de Süleyman KIRTEKE'nin dilekçesi, Dizi 234-236'da Yılmaz ODABAŞI'nın dilekçesi, Dizi 254-260'da Aziz USLU, Güneş ARSLAN, İsmail BAŞARAN, Mehmet TEKİN, Metin ÇELİK, Ramazan ÖZKAYA, Selim MAYONER, Şahin SARI ve Zeki ESKİLER'in dilekçesi, Dizi 268-270'de Mahmut 247/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 DAĞ'ın dilekçesi, Dizi 279'da Sait DİZMAN'ın dilekçesi, Dizi 288-289'da Mehmet Emin DİNÇ'in dilekçesi, Dizi 291-292'de Siraç DİNÇ'in dilekçesi, Dizi 293'de Abdullatif KILIÇ'ın dilekçesi, Dizi 294'de Sait DİZMAN'ın dilekçesi.) 17-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu 17.nciklasör.( Dizi 1-2'de Mustafa İKİZOK'un dilekçesi, Dizi 14-27'de Ziya UNCU'nun dilekçesi ve ekleri, Dizi 35'de Hasan Hüseyin EBEM'in dilekçesi, Dizi 48'de Osman AKSU'nun dilekçesi, Dizi 53-54'de Ismail ŞEN'in dilekçesi, Dizi 71-77'de Hüsna KILLA'nın dilekçesi, Dizi 82'de Mustafa İÇÖZ'ün dilekçesi, Dizi 94'de Nebi YILMAZ'ın dilekçesi, Dizi 104-116'da Şevket BAŞGELEN ve 5 müştekinin dilekçesi ve ekleri, Dizi 131134'de Mehmet Süreyya YILMAZ'ın dilekçesi, Dizi 143'de Mahmut AKKUŞ'un dilekçesi, Dizi 158-170'de Orhan BABAYİĞİT'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 177-179'da Bekir ÜNAL'ın dilekçesi, Dizi 189'da Şeyho TEPELER'in dilekçesi, Dizi 197'de Süleyman KIRKTEKE'nin dilekçesi, Dizi 223-226'da Tayfur KARAGÖZ'ün dilekçesi.) 18- Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu 18.nciklasör.( Dizi 2-4'de Tayfur MUMCU'nun dilekçesi, Dizi 13-15'de Bayram BOZYEL'in dilekçesi, Dizi 26'da Süleyman KIRTEKE'nin dilekçesi, Dizi 42'de Abdullah ÖKSÜZ'ün dilekçesi, Dizi 48-50'de Paşa AKDOĞAN'ın dilekçesi, Dizi 58'de Ali ORUÇ'un dilekçesi, Dizi 70-74'de Rojda VARHAN'ın dilekçesi, Dizi 84'de Sabri YALÇIN'ın dilekçesi, Dizi 96'da Ali GERÇEK'in dilekçesi, Dizi 105'de Yusuf FİDAN'ın dilekçesi, Dizi 116-117'de Hıdır ÖZPOLAT'ın dilekçesi, Dizi 128'de Şeyhmus DOKU'nun dilekçesi, Dizi 141-142'de Ekrem BİLEK'in dilekçesi, Dizi 150-162'de Mahmut ALTAY'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 171'de Ali AĞIRMAN'ın dilekçesi, Dizi 185-190'da Velat YILDIZ'ın dilekçesi, Dizi 196199'da Hamza DEMİR'in dilekçesi.) 19-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu 19.nciklasör. ( Dizi 4-5'de Ramazan CURA'nın dilekçesi, Dizi 7'de Emre ER'in dilekçesi, Dizi 10'da Celil ÖZGÜR'ün dilekçesi, Dizi 11-12'de Erdoğan TÜMERLENK'in dilekçesi, Dizi 13-14'de Nevzat DERİNGÖL'ün dilekçesi, Dizi 15-16'da Sebahattin TABANBATIR'ın dilekçesi, Dizi 17-18'de Mevlüt ALPAK'ın dilekçesi, Dizi 19-20'de Recep MANDIRACIGİL'in dilekçesi, Dizi 21-22'de Hüsnü GÖKTEN'in dilekçesi, Dizi 23-24'de Gülgün YAVUZEŞ'in dilekçesi, Dizi 25-26'da Mehmet Ali PEKMEZ'in dilekçesi, Dizi 2728'de İsmail KOLLUK'un dilekçesi, Dizi 29-30'da Ayhan YILMAZ'ın dilekçesi, Dizi 31-32'de Metin SÖYLER'in dilekçesi, Dizi 33'de Muzaffer MARANKOZ'un dilekçesi, Dizi 34-35'de Yeldağ ERKEK'in dilekçesi, Dizi 36-37'de Muzaffer CURA'nın dilekçesi, Dizi 38-39'da Ümit AKIN'ın dilekçesi, Dizi 40-41'de Mehmet ALTINTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 42-43'de Muzaffer YEŞİLLİ'nin dilekçesi, Dizi 44-45'de Yüksel TUNA'nın dilekçesi, Dizi 46-47'de Celal KÜÇÜKBAŞ'ın dilekçesi, Dizi 48-49'da Volkan ATSAK'ın dilekçesi, Dizi 50-51'de Ziya YAVUZEŞ'in dilekçesi, Dizi 52-53'de Benefs Beyaz AKIN'ın dilekçesi, Dizi 54-57'de 248/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Mahmut Naci YAZGAN'ın dilekçesi, Dizi 58-59/62-63'de Ertuğrul AKCİN'in dilekçesi, Dizi 60-61'de Nevzat DERİNGÖL'ün dilekçesi, Dizi 67'de Ahmet Ulu ÇELEBİ'nin dilekçesi, Dizi 68'de İzzettin ALTIN'ın dilekçesi, Dizi 69'da Can ÇOKSÖYLER'in dilekçesi, Dizi 71'de Ahmet Ulu ÇELEBİ'nin dilekçesi, Dizi 74'de İzzettin ALTUN'un dilekçesi, Dizi 77'de Can ÇOKSÖYLER'in dilekçesi, Dizi 100'de Abdurrahman YILDIRIM'ın dilekçesi, Dizi 105-108'de Hüseyin KAPLAN'ın dilekçesi, Dizi 119'da Abdurrahman TURHAN'ın dilekçesi, Dizi 128-129 ve 134'de Abdulkadir UYAR'ın dilekçesi, Dizi 146-155'de Nurettin ÇELİK'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 165-168'de İlhan Göksel POLAT'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 176180'de Ali OCAK'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 188-192'de Ömer GÜNAYDIN'ın dilekçesi, Dizi 198-200'de Hasan Hüseyin ALTUNSOY'un dilekçesi, Dizi 209-217'de Ruşen ARSLAN'ın dilekçesi, Dizi 230-234'de Nergis AKGÜL'ün dilekçesi, Dizi 244-248'de Ramazan KARAKAYA'nın dilekçesi, Dizi 256-258'de Süleyman GÜNEY'in dilekçesi, Dizi 267-288'de Naci SÖNMEZ'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 267-288'de Nurettin SÖNMEZ'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 289-313'de Emin YAŞAR'ın dilekçesi ve ekleri.) 20- Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu 20.nciklasör. (Dizi 1-14'de Göksel UNCU'nun dilekçesi ve ekleri, Dizi 19-31'de Medine Veli ECEOĞLU'nun dilekçesi ve ekleri, Dizi 38-40'de Serdettin ERGÜN'ün dilekçesi, Dizi 48-76'da Fethiye ACAR'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 87-90'da Metin GÜVERCİN'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 99-100'de Süleyman KARALI'nın dilekçesi, Dizi 114-115'de Taylan ÇOKLAR'ın dilekçesi, Dizi 118-119'da Uğur COŞKUN'un dilekçesi, Dizi 121-122'de Hacı Yunus AKYOL'un dilekçesi, Dizi 125-126'da Muhsin KEHYA'nın dilekçesi, Dizi 128-129'da Halil CEYLAN'ın dilekçesi, Dizi 131-132'de Caner ERDİNÇ'in dilekçesi, Dizi 134-135'de Soner Coşkun BIYIK'ın dilekçesi, Dizi 139-140'da Recep BÜYÜKKIZGIN'nın dilekçesi, Dizi 150-153'de Mehmet VAROL'nun dilekçesi, Dizi 160-171'de Hüseyin TOPRAK'ın dilekçesi, Dizi 180'de Seyfullah FELEK'in dilekçesi, Dizi 193-205'de Ali SEZAL'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 213-217'de Sadık EREN'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 224-238'de Onur Abdullah TURGUT'un dilekçesi ve ekleri, Dizi 240-252'de Ramazan Veli ECEOĞLU'nun dilekçesi ve ekleri, Dizi 254-268'de Müslüm TANK'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 254-268'de Sabahat TANK'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 271'de Murat UĞUR'un dilekçesi, Dizi 282-285'de Selahattin YALÇIN'ın dilekçesi, Dizi 293'de Hasan EVİRGEN'in dilekçesi, Dizi 303'de Ali KAYA'nın dilekçesi.) 21- Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu 21.nciklasör. ( Dizi 1-11'de Osman KOÇAK'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 18-30'da Musa AKYOL'un dilekçesi, Dizi 34-40'da Metin DEMİRKOL'un dilekçesi, Dizi 48-59'da Fethi AYDIN'ın dilekçesi, Dizi 65-70'de Ahmet YENER'in dilekçesi, Dizi 80'de Yaman TAŞCIOĞLU'nun dilekçesi, Dizi 85-97'de Engin GÜL'ün dilekçesi, Dizi 103'de Hüseyin BALCI'nın dilekçesi, Dizi 112'de Halil AKIN'ın dilekçesi, Dizi 128-131'de Ali ASAR'ın dilekçesi, Dizi 128-131'de Ali ÇETİN, Ali Rıza ALPASLAN, Deniz ÖZCAN, Erbakan TAĞ, Eşref GÜVEN, Hıdır AYGÖREN, Hızır BAYINDIR, Mehmet SUNGUR, Mehmet TARAKÇI, Mustafa ASIL ve Ramazan SAKAN'ın dilekçesi, Dizi 147'de Hüseyin GÜNDÜZ'ün dilekçesi, Dizi 148'de Ünsal DİNÇER'in dilekçesi, Dizi 150'de İsmet 249/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 ARSLAN'ın dilekçesi, Dizi 152-153'de Dursun YILDIRIM'ın dilekçesi, Dizi 154'de Mehmet Celal GÜMÜŞ'ün dilekçesi, Dizi 154-155'de Zeynep B. ÇOBAN'ın dilekçesi, Dizi 156'da Bayram ERDOĞMUŞ'un dilekçesi, Dizi 157-158'de Süleyman DUMAN'ın dilekçesi, Dizi 159-161'de Kerim COŞKUN'un dilekçesi, Dizi 162'de Sadık BAYRAKÇI'nın dilekçesi, Dizi 163-164'de Mümin GÜL'ün dilekçesi, Dizi 165'de Hamide CİĞERCİ'nin dilekçesi, Dizi 166167'de Ayşe UYANIR GÜR'ün dilekçesi, Dizi 168'de Mustafa AÇICI'nın dilekçesi, Dizi 169'da Fatih GÜRER'in dilekçesi, Dizi 170'de Mustafa CANDAN'ın dilekçesi, Dizi 171'de Mustafa ÇOBAN'ın dilekçesi, Dizi 173-174'de Hayrettin KILIÇARSLAN'ın dilekçesi, Dizi 175'de Ayhan İPEK'in dilekçesi, Dizi 176-177'de Eşref TURAN'ın dilekçesi, Dizi 187-188'de Ahmet AKGÜL'ün dilekçesi, Dizi 198'de Reşit POLAT'ın dilekçesi, Dizi 213'de Hasan GÜNAY'ın dilekçesi, Dizi 215-218'de Adviye ERBAY'ın dilekçesi, Dizi 220'de Zeki BEKTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 218'de Hasan GÜNAY'ın dilekçesi, Dizi 220'de Hasan GÜNAY'ın dilekçesi, Dizi 221-235'de Arif Ali CANGI'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi 236-243'de Mustafa Halil ÇELİK'in dilekçesi, Dizi 244-249'da Ömer TELLİOĞLU ve 244-249'da Mehmet Salih DEMİR'in dilekçesi, Dizi 250-258'de Süphan ERKAN, Hakkı KİND ve Yusuf AYDEMİR'in dilekçesi, Dizi 260-261'de Meral KIZILIRMAK, Mücahit YASİN ve Mete HÜSÜNBEYİ'nin dilekçesi, Dizi 262-264'de Sıdıka ÇETİN, Emin ŞAKİR, Pervin MISIRLIOĞLU'nun dilekçesi, Dizi 267'de Basri GÜNER'in dilekçesi, Dizi 265-267'de Özge PEHLİVAN, Basri GÜLER'in dilekçesi, Dizi 268-270'de Ayten ÖNYILMAZ, Çağlayan AKKAYA, Mualla DAMARSANDI'nın dilekçesi, Dizi 271-272'de Cüneyt TÜRKSEN'in dilekçesi, Dizi 273275'de Arzu DULA, Ayşe KARTAL, Özgür KALTAL'ın dilekçesi, Dizi 276-278'de Ezel BABÜR, Gökalp ÖZTÜRK, Sabri ÇUHADAR'ın dilekçesi, Dizi 279-281'de Mehmet Hanifi KILIÇ, Onat KUTLU, Sema YILDIRIM'ın dilekçesi, Dizi 282-283'de Halise GÜNEY LEVİ, Baki Murat TOP, Zeki NARİN'in dilekçesi, Dizi 286'da Raif HOROTA'nın dilekçesi, Dizi 284-286'da Raif HORATA'nın dilekçesi, Dizi 287-289'da Semra ULUSOY'un dilekçesi, Dizi 290-292'de İsmail AYTAÇ, Aşir GÜLER, Bekir Ersin DAMARVARDI'nın dilekçesi, Dizi 293-295'de Ergin ÖZAÇMAZ'ın dilekçesi, Dizi 296-298'de Altuğ ORTANOĞLU'nun dilekçesi, Dizi 299-301'de Talat ULUSOY, Binali GÜL, Necmittin TURAN'ın dilekçesi, Dizi 302'de Zeki BEKTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 305-306'da Süleyman EROĞLU'nun dilekçesi, Dizi 307-321'de Ali NESİN'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 324-327'de İslam ARPAT, Kamil AĞAOĞLU, Nuri DURUK'un dilekçesi, Dizi 330-332'de Şevket İŞLEK'in dilekçesi, Dizi 337-340'da Hasan GÜNAY'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 345-348'de Adviye ERBAY'ın dilekçesi, Dizi 349-353'de Ali Kamer TÜKEK'in dilekçesi) 22- Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu 22.nciklasör. ( Dizi 1-6'da Sevda ÇAĞDAŞ'ın dilekçesi, Dizi 16-25'de Hülya BİNBAY'ın dilekçesi, Dizi 16-25'de Yavuz BİNBAY'ın dilekçesi, Dizi 37-46'da Nacide ÇAMLIBEL'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 59-61'de Arif İsmet YILMAZ'ın dilekçesi, Dizi 5961'de Hüseyin GÖKSEL'in dilekçesi, Dizi 59-61'de Mehmet Ali İNCESU'nun dilekçesi, Dizi 59-61'de Mesut KÜÇÜK'ün dilekçesi, Dizi 59-61'de Şenay BEYTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 63'de Şenay BEYTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 73-75'de Mustafa Remzi TOPRAK'ın dilekçesi, Dizi 8490'da Mehmet BAŞYURT'un dilekçesi ve ekleri, Dizi 101-103'de Kadri SALAZ'ın dilekçesi, Dizi 110'da Mustafa ÖZMEN'in dilekçesi, Dizi 120-124'de Melahat AKGÜN'ün dilekçesi, Dizi 125-126'da Mustafa KESER'in dilekçesi, Dizi 148-159'da Hüseyin SEMERCİ'nin dilekçesi ve ekleri, Dizi 166-167'de Mahir KAVALCIM'ın dilekçesi, Dizi 177-181'de Ali SARIGÜL'ün dilekçesi.) 23-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları 250/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri, 5271 sayılı CMK 'nun 250.maddesi ile görevli İstanbul 10.Ağır ceza mahkemesi tarafından Ankara C.Başsavcılığı Memur suçları soruşturmabürosuna 2010/283 esas numaralı yazıları ile gönderildiği bildirilen Bayrak hareket direktifi başlıklı evrakların onaylı suretleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu 23.ncüklasör. ( Dizi 1-6'da Adem ÇEVİK'in dilekçesi, Dizi 8-29'de EDP Bursa İl Yönetim Kurulunun dilekçesi, Dizi 35-38'de Mustafa ŞERİT ve 10 müştekinin dilekçesi, Dizi 39-40'da Mustafa ALTIPARMAK'ın dilekçesi, Dizi 41-47'de Halil GÜVEN'in dilekçesi, Dizi 48-51'de Mehmet İLHAN'ın dilekçesi, Dizi 53-56'da Selim ÇORAKLI'nın dilekçesi, Dizi 58-61'de Osman TÜFEKÇİ'nin dilekçesi, Dizi 63-66'da Ramazan ÖZALP'ın dilekçesi, Dizi 68-84'de Adem ÇEVİK'in dilekçesi, Dizi 86-91'de Aysel GÜMÜŞ'ün dilekçesi, Dizi 92-97'de Necati ALTINTOPRAK'ın dilekçesi, Dizi 108-111'de EDP Menemen İlçe Yönetim Kurulu'nun dilekçesi, Dizi 113-120'de Mehmet ALÇINKAYA'nın dilekçesi, Dizi 121-147'de Abdullah ÖZTÜRE, Adil BOYOĞLU, Ali Nazım ALTUNTAŞ, Arzu AYDOĞAN, Aydın ALP, Aynur HAYRULLAHOĞLU, Ayşe AÇIKGÖZ, Bayram YILMAZ, Birsen ATAKAN, Canan ARI, Erdoğan AYDIN, Erol KIZILELMA, Hatice ERDOĞAN, Hatun İLDEMİR, İhsan KARABULUT, Mustafa Yalçın ATALAY, Nimet TANRIKULU, Rahmi ATEŞ, Salih H. YILDIZ, Selahattin GÜMÜŞ, Şükran AKTAŞ, Yunus BİRKAN ve Yusuf ÇETİN'in dilekçesi, Dizi 192'de Ekrem TEMOÇİN'in dilekçesi, Dizi 193-195'de İzzet ARIKAN'ın dilekçesi, Dizi 196'da Mehmet GÖK'ün dilekçesi, Dizi 197-198'de Ahmet KAYA'nın dilekçesi, Dizi 201-202'de Ali CANAGİR'in dilekçesi, Dizi 203-207'de Fahrettin ÇELİK'in dilekçesi, Dizi 211-212'de Rıza BAKTEMUR'un dilekçesi, Dizi 217-223'de Ankara Barosu Başkanlığı'nın dilekçesi, Dizi 224-225'de Hasan ERDEMLİ'nin dilekçesi, Dizi 232235'de Hasan Hüseyin BOZOK'un dilekçesi, Dizi 236-239'da Necmi KETENCİ'nin dilekçesi, Dizi 240-243'de Orhan ŞAHİN'in dilekçesi, Dizi 244-248'de Av. Gökan PİRİNÇÇİ'nin dilekçesi, Dizi 249-252'de Ersoy KETENCİ'nin dilekçesi, Dizi 253-256'da Kemal DURMAZ'ın dilekçesi, Dizi 257-260'da Zeki DURMAZ'ın dilekçesi, Dizi 261-264'de Ahmet ÖZDEMİR'in dilekçesi, Dizi 265-267'de Mustafa KARAKAŞ'ın dilekçesi, Dizi 268-272'de Tayyar PARLAK'ın dilekçesi, Dizi 277-278'de Hasan ERDEMLİ'nin dilekçesi, Dizi 289294'de M. Ali METİN'in dilekçesi, Dizi 296-305'de Gül ERDOST ve Alaz ERDOST'un dilekçesi, Dizi 30-33'de Yılmaz YUKARIGÖZ'ün dilekçesi, Dizi 306-311'de Musa AKTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 313-315'de İsmail KAYA'nın dilekçesi, Dizi 316'da Bekir KILIÇ'ın dilekçesi, Dizi 319'da Fehim TAŞTAN'ın dilekçesi, Dizi 323-326'da Hüseyin MESTANLAR'ın dilekçesi, Dizi 336-337'de Mahmut AYDER'in dilekçesi, Dizi 340'da Yener KURTOĞLU'nun dilekçesi, Dizi 349'da Mehmet KOCAMAN'ın dilekçesi, Dizi 429'da Mehmet Ali METİN'in dilekçesi, Dizi 437'de Gül ERDOST'un dilekçesi, Dizi 443-448'de Musa AKTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 452'de İsmail KAYA'nın dilekçesi, Dizi 453'de Bekir KILIÇ'ın dilekçesi, Dizi 456'da Fehim TAŞTAN'ın dilekçesi, Dizi 461'de Hüseyin MESTANLAR'ın dilekçesi) 24-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında müştekiler tarafından verilen şikayet dilekçeleri, 9.Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in 12 Eylül darbesi ile verdiği röportajını içeren gazete haberini içeren24.ncü klasör . ( Dizi 76'da Elsinet DURUK'un dilekçesi, Dizi 77-78'de Hanef DEMİR'in dilekçesi, Dizi 79-80'de Osman ALPDAĞ'ın dilekçesi, Dizi 81'de Halide DÜNDAR'ın dilekçesi, Dizi 82'de Mehmet Şükrü BARDAK'ın dilekçesi, Dizi 83'de Hikmet YÜKSEKKAYA'nın dilekçesi, Dizi 84-88'de Mustafa ÖZER'in dilekçesi, Dizi 89-90'da Mahmut ŞİMŞEK'in dilekçesi, Dizi 92-93'de Salih ÇOBANYILDIZI'nın dilekçesi, Dizi 94-97'de Celal TOPRAKÇI'nın dilekçesi, Dizi 98'de 251/360 T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181 Ahmet ÇANÇANIH'ın dilekçesi, Dizi 99'da Mehmet DÖLEKİN'in dilekçesi, Dizi 100'de Şeyhmuz ASAN'ın dilekçesi, Dizi 101'de İhsan KARACAN'ın dilekçesi, Dizi 102-104'de Ahmet YILDIRIM'ın dilekçesi, Dizi 105-108'de Mehmet ŞEREMETİN'in dilekçesi, Dizi 109113'de İbrahim BİLEN'in dilekçesi, Dizi 115'de Hikmet KILIÇ'ın dilekçesi, Dizi 116-117'de Sefer AKGÜNDÜZ'ün dilekçesi, Dizi 118-134'de Nuri SINIR'ın dilekçesi, Dizi 141'de M. Kemal EZBER'in dilekçesi, Dizi 139-140'da Ramazan ÇATIN'ın dilekçesi, Dizi 143-1444'de Zülfikar TAK'ın dilekçesi, Dizi 145-150'de Mehmet AYTEN'in dilekçesi, Dizi 151-153'de Methiye ÖZHALAZBAY'ın dilekçesi, Dizi 154-162'de Mehmet Can AZBAY'ın dilekçesi, Dizi 163-164'de Ahmet ANDİÇ'in dilekçesi, Dizi 165-166'da Osman CEYLAN'ın dilekçesi, Dizi 167-171'de Serap MUTLU'nun dilekçesi, Dizi 172-174'de Yıldız AKTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 175-176'da Eyüp PERTAL'ın dilekçesi, Dizi 177-181'de Abidin ÇOĞAÇ'ın dilekçesi, Dizi 182-188'de Sardık KAPLAN'ın dilekçesi, Dizi 189-190'da Cemile BÜYÜKKAYA'nın dilekçesi, Dizi 191'de Eyüp EROL'un dilekçesi, Dizi 193'de Ali YILMAZ'ın dilekçesi, Dizi 194'de İbrahim Halil CENAN'ın dilekçesi, Dizi 195-197'de Mehmet GÖKÇE'nin dilekçesi, Dizi 198-213'de İsa TEKİN'in dilekçesi, Dizi 214-216'da Hasan ÇAKIR'ın dilekçesi, Dizi 217-218'de Fehmi AYDEMİR'in dilekçesi, Dizi 219-220'de Ramazan BOZKOYU'nun dilekçesi, Dizi 221-222'de Yaşar ÇERİ'nin dilekçesi, Dizi 223'de Fevzi YAVUZ'un dilekçesi, Dizi 224-225'de Mustafa GÜNAY'ın dilekçesi, Dizi 226'da Mehmet KARATAY'ın dilekçesi, Dizi 228'de Suphi KARATAY'ın dilekçesi, Dizi 229-230'da Mehmet Sait SAK'ın dilekçesi, Dizi 231-233'de Mehmet ÇAT'ın dilekçesi, Dizi 234'de Bayram ÇELİK'in dilekçesi, Dizi 235'de Zekiye AYIK'ın dilekçesi, Dizi 237-238'de Şeyhmuz GÖRENÇ'in dilekçesi, Dizi 239241'de Hasan CİNLİ'nin dilekçesi, Dizi 242'de Abdulbaki KADANEZİ'nin dilekçesi, Dizi 243-244'de Cemil CANDAN'ın dilekçesi, Dizi 245'de Arif TURGAY'ın dilekçesi, Dizi 247248'de Abdulbaki KARADENİZ'in dilekçesi, Dizi 249'da Cemil CANDAN'ın dile