Sanat Objesi Olarak Sanatçı
Transkript
Sanat Objesi Olarak Sanatçı
Sanat Objesi Olarak Sanatçı Sanat Objesi Olarak Sanatçı Yapı Kredi Yayınları - 4039 ISBN 978-975-08-2701-3 SANAT OBJESİ OLARAK SANATÇI Sergi Koordinatörü Katalog Editörü Veysel Uğurlu Korkut Erdur Proje/Küratör Katalog Grafik Nilgün Yüksel Yeşim Balaban Fotoğraf Sanatçısı Katalog Düzelti Niko Guido Filiz Özkan Konuk Fotoğrafçı Sertifika No: 12039 Hakan Çağlav Baskı Promat Basım Yayım San. ve Tic. A.Ş. Proje Ekibi Sanayi Mahallesi, 1673 Sokak, No:34 Esenyurt / İstanbul Prodüksiyon Sorumluları: Yasemin Yüksel, Volkan Kurt Editörler: Nilgün Yüksel, Gül Korkmaz, Özlem Şen © Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş. Küratör Asistanı: Cem Aktaş Sertifika No: 12334 Postprodüksiyon: Segment Ajans Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık A.Ş. Koordinasyon Destek: Tiyatro Tiyatro Dergisi İstiklal Caddesi No: 161, Beyoğlu 34433 İstanbul Styling: Begüm Bilge, Berrin Şermet Tel.: (0212) 252 47 00 (pbx) - Faks: (0212) 293 07 23 Kuaför: Sibel Karaarslan Terzi: Saliha Oçmak Stüdyo: Stüdyo White Balance Yapı Kredi Yayınları İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER 7 SANAT OBJESİ OLARAK SANATÇI / Önsöz 52 DİŞÇİ: GÖLGEDE, MERAKTA /Berrin Şermet 8 SANAT OBJESİ OLARAK SANATÇI / Nilgün Yüksel 11 TEŞEKKÜR 54 VE MOR KONUŞTU /Sibel Buğdaycı - Canlandırma : Yasemin Yüksel, Umut Kaya 12 KESİKBAŞ DANSI / Günseli İnal - Canlandırma : Serra Yılmaz 56 FRİDA: RESİMDEN DIŞARIYA ÇIKMAYA ÇALIŞAN KADIN / Hülya Küpçüoğlu - Canlandırma : Mine Söğüt 14 SANATIN VAZGEÇİLMEZİ: Bir Kadın İmgesi / Bilge Erkin - Canlandırma : Ahu Türkpençe 58 SÜTÇÜ KADIN /Mehmet Şiray - Başak Şiray - Canlandırma : Safiye Mine 16 CARAVAGGİO’NUN KUŞKUCU THOMAS ADLI ESERİ / Mehmet Şiray 60 SELAM SANA, EY DEVRİMCİ!.. EY ŞAİR!..EY RESSAM!... /Lütfiye Bozdağ - Canlandırma : Ali Atmaca Canlandırma : Mustafa Karyağdı, Yavuz Tanyeli, Özgür Efe Özyeşilpınar Canlandırma : Onur Ünlü, Alper Canıgüz, Nesimi Yetik, Şafak Altun, Murat Menteş, Samed Karagöz 62 “SAAT KAÇ KİMSE BİLMİYORDU” /Özge Göztürk - Canlandırma : Cem Sancar 18 VAN EYCK: ARNOLFINI’NİN DÜĞÜNÜ / Elif Dastarlı - Canlandırma : Mustafa Alabora, Pınar Öğün 64DİZLERİNİ ÇEKMİŞ OTURAN KADIN /Fırat Arapoğlu - Canlandırma : Ceylan Ertem 20 SANATÇININ OTOPORTRESİ / Ali Atmaca - Canlandırma : Bedri Baykam, Seda Akman 66 AYASOFYA /Mustafa Kemal İz - Canlandırma : Çerkes Karadağ 22 MADAM MELANKOLİ’NİN VARLIK UYKUSUNA DÜŞEN GÖLGE /Ahmet Bozkurt - Canlandırma : Aslı Erdoğan 68SANATA VE SANATÇIYA BAKIŞ NE KADAR DEĞİŞTİ?... /Lütfiye Bozdağ - Canlandırma : Gripin 24 KEHANET / Sibel Buğdaycı - Canlandırma : Oral Ünlü 70 REANKARNASYONEL BİR ANI /Balkız İnal - Canlandırma : Günseli İnal - Beliz İnal 26 BENİM ADIM YAHUDİ /Didem Elif - Canlandırma : Bubi 72 İKONLAŞMAK /Nilgün Yüksel - Canlandırma : Hülya Koçyiğit 28 MADAM MATTISSE DOĞU KÖKENLİ MİYDİ? / Hülya Küpçüoğlu - Canlandırma : Günseli Kato 74 İZİ KALIR /Ferzan İpek - Canlandırma : Levent Üzümcü 30 YÜZYÜZE / Günseli İnal - Canlandırma : Yasemin Mori 76 AZİZEM /Çağla Ercan - Canlandırma : Leylâ Erbil 32 KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ / Mine Söğüt - Canlandırma : Can Kolukısa 78 GENÇ MÜZİSYEN SESİ YAKALAR /Ferzan İpek- Canlandırma : Melis Danişmend 34 ANATOMİ DERSİ / Didem Elif - Canlandırma : Bahadır Baruter 80UYKUDA ÖLÜMSÜZLEŞİR İNSAN /Simge Zilif - Canlandırma : Müşfik Kenter, Kadriye Kenter 36 OKUYAN ADAM / Mine Söğüt - Canlandırma : Cem Davran 82 KÜSKÜN BİR AĞUSTOS / Cem Sancar - Canlandırma : Salih Güney 38 OTTO DIX, BİR GAZETECİNİN PORTRESİ / Elif Dastarlı - Canlandırma : Latife Tekin 84DANSÇI /Mustafa Kemal İz - Canlandırma : Şenay Gürler 40 OPHELIA / Berrin Şermet - Canlandırma : Deniz Alan 86 İMGELER HEP BİRŞEY SAKLAR /Ebru Hoş - Canlandırma : Tilbe Saran 42 YUNAN VAZOSU / Özgen Yıldırım - Canlandırma : Yıldız Doyran, Fatoş Beykal 88SAYGIDEĞER MİSAFİR /Cem Aktaş - Canlandırma : Yetkin Dikinciler 44BAŞLANGIÇTA, ŞİMDİ VE SONRA... / Bilge Erkin - Canlandırma : Hayko Çepkin 90 AMERİKAN GOTİK /Barış Yıldırım - Canlandırma : Edip Akbayram, Ayten Akbayram 46 TAMİRCİ / Barış Yıldırım - Canlandırma : İsmail Atmalı 92 MAX BECKMANN /Fırat Arapoğlu - Canlandırma : Haldun Dormen 48 GELİNCİK / Ali Atmaca - Canlandırma : Pelin Batu 94 EL GRECO’NUN KADINLARI /Özge Göztürk - Canlandırma : Macide Tanır 50 ÖLÜMCÜL AŞK /Nilgün Yüksel - Canlandırma : Neşe Yaşın Sanat Objesi Olarak Sanatçı İnsanoğlunun en büyük arzusu değil midir zamanda yolculuk yapmak? Anın içinde veya ötesinde, bambaşka bir âlemde “ben de varım” diyebilmek... Varlığını, bilinmedik bir zamanda, bilinmedik bir biçimde ifade etmek, hissettirmek… Yüzyıllar öncesinde icra edilmiş nice sanat eseri, bugün ilk günkü tazeliğiyle ve daha güçlü bir biçimde karşımızda duruyor. Sanat gücünü, sanatçı ölümsüzlüğünü kadim zamanlara yapılan her büyülü yolculukta yeniden kanıtlıyor. Bu çalışmada, çağlar önce tuvale işlenen dünyanın en ünlü 42 resmi, 56 gönüllü sanatçının pozlarıyla, fotoğraf karelerinde yeniden hayat buluyor. Sanatlarıyla tarihteki yerini alan sanatçılar, bu kez sanat için birer sanat objesi halini alıyor. Yapı Kredi Private Banking olarak, destek verdiğimiz bu kültürel ve tarihi projede sanat için sanat objesi olmayı kabul eden sanatçılarımıza, farklı bakış açılarıyla karakterlere yeniden can veren fotoğrafçılarımıza, projeye emek veren tüm ekibe, serginin hazırlanmasında görev alan Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık’ın değerli personeline ve projenin mimarı Nilgün Yüksel’e çok teşekkür ederiz. Yapı Kredi Private Banking 6 7 SANAT OBJESİ OLARAK SANATÇI Nilgün Yüksel Başlık, sanatın temel konusu olan özne-nesne ilişkisi üzerinden de değerlendirilebilir. Otoportreleri ve çağdaş ederken, 18. yüzyıla doğru giden süreçte konunun parçası haline gelir. sanatı deneyimlerini bir yana bırakacak olursak, plastik 19. yüzyıl, avangardın çıkışı ve sanatsal bağımsızlığın sanatlarda özne görünmez olandır. Özellikle din eksenli yüksek sesle gelişini işaret eder. 20. yüzyıl ise kuşkusuz gelişen Batı sanatında anlatımcı sanat nesnesinin yanın- tam anlamıyla bir kopuştur. Öncü ve yenilik kavramları da sanatçının adı bile yoktur. geçtiğimiz yüzyılın neredeyse ilk yarısını sıklıkla meşgul Sanatçının bir varlık olarak belirmesi ve portre sana- edecektir. tının gelişimi Rönesans’tan başlayarak sıkça karşımıza Her ne kadar sosyal bilimlerde daha erken kullanıl- çıkan bir konu. Bu dönemde salt bir otorite olmaktan çı- mış olsa da, 20. yüzyılın ikinci yarısı ile birlikte sanat kışı ve ekonomik gücün nispeten sivilleşmeye başlaması alanındaki varlığını gittikçe daha çok hissettiren post- ile Medici ailesi gibi sanat koruyucularının sipariş üze- modernist düşünce, modernizmin sürekli yenilik kav- rine üretilen portre çalışmalarında poz vermesi, onları ramlarını bir yana bırakarak görüneni dönüştürmeyi, bir süreliğine, biraz da konumlarından dolayı sanat ya- eklektik yapıları bir arada kullanmayı ve yan yanalık pıtının hem öznesi hem nesnesi durumuna getirmiştir. üzerine kafa yormayı seçmiştir. Onların fütursuz ve hat- Bu çalışmalarda sanatçı, modelini şekillendirirken onun ta bazen anlamsız diye değerlendirilen bu çalışmalarının karakteristik özelliklerini de göz önünde bulundurur. izi Dadaizme kadar sürülebilir. Aslında Duchamp’ın çok Çoklu figürlerin yer aldığı grup resimleri de portreciliğin bir koludur. Sanat koruyuculuğunu üstlenen va- bilinen Bıyıklı Mona Lisa çalışması, geleceğin habercisi gibidir. içinde, geçmişin sessel ya da görsel formlarını da içeren Bugün sanatın öznesi dendiğinde belleğimizde beli- kıfçılar, tek başlarına ya da aileleriyle birlikte kutsal fi- Bilinen bir sanat eserini yeniden yorumlarken aynı çalışmalar için yeni kullanımlar yarattılar. Ancak alter- ren ilk imge, sanatçı. “Sanat Objesi Olarak Sanatçı” proje- gürlerin biraz gerisinde yapıtların içinde yer alırlar. Laik zamanda sanat nesnesini parodileştirme fikri çağdaş sa- natif senaryolar içine yerleştirilecek elemanlar sokarak si ise özne-nesne ilişkisine başka bir bakış. Öncelikle ese- düşüncenin gelişmesiyle bu çalışmalarda vakıfçının gö- natın sıkça ele aldığı konulardan biri olacaktır. Bu, aynı tarihsel ya da ideolojik anlatıları yeniden kurguladılar.” 2 re sadık kalmamak, bilinen imgelerin yenileriyle yerini rüntüsü giderek belirgin hale gelir. zamanda sanatçılar için sonsuz çoğalabilecek anlatım “Sanat Objesi Olarak Sanatçı” projesi, öznel nesne değiştirmek ve atıfta bulunulan yapıtın görsel kodlarını bağlamından yola çıkıp bir tür parodi fikriyle de bağda- yeniden ele almak anlamına geliyordu bu proje. Benzet- Barok dönemi ekonominin ve düşünce sisteminin olanaklarının kapılarını açmak anlamına gelmektedir. evrimiyle portrelerin çeşitlenmesine tanıklık eder. Oluş- Nicolas Bourriaud, Postprodüksiyon adlı çalışmasında şabilecek bir yeniden kurgulamaydı. Her eserin tarihsel me/benzetmeme fikri, projenin bütününde bazen küçük maya başlayan burjuva sınıfının bireyleri tek başlarına bu yeni anlatım olanaklarına dikkat çeker: “Sanatsal soru ve ideolojik bağlam içinde değerlendirilebileceği (ki bu- bazen abartılı ayrıntılarla ortaya kondu. ya da aileleriyle sanat yapıtlarında kendilerini ölümsüz- artık ‘Nasıl yeni olan bir şey ortaya çıkarabiliriz?’ değil; rada sözkonusu ideoloji salt politik göndermeden çok Kurgu ve ifade üzerine temellendirilen çalışmalarda, leştirir. Onları loncalar ve meslek birlikleri takip eder. ‘Elimizdekilerle nasıl bir şey yapabiliriz?’dir. Elde olanla dönem ve günün dinamiklerini belirleyen yaşam ideolo- model olarak sanatçılar yer aldı. Farklı alanlarda üreten Artık sanat eserinin bir parçası olmak için kutsal bir fi- bir şey ortaya koymak aynı zamanda aslolanı dönüştüre- jisi üzerinden de okunabilir) fikrinden yola çıkarak eseri ve üretimleri sanatın öznesi olan sanatçılar yeniden yo- güre de gereksinim yoktur. Bazen grup resimlerinde her rek başka bir aslolana çevirmek anlamına gelmektedir. başka bir yapıta dönüştürmeyi ve yeni okuma önerileri rumladıkları figürlerle sanatın nesnesine, kendi duruş- figürün konumu hiyerarşinin neresinde yer aldığına ya “Postprodüksiyon sanatçıları, kendi ürettikleri yapılar sunmayı denedik. ları ve konunun parçaları olarak da bir kez daha yapıtın 1 da ekonomik gücüne göre belirlenir. Erken Rönesans’ın kutsal sahne betimlemelerinde model, konuya hizmet 8 öznesine dönüştüler. 1 Nicolas Bourriaud, Postprodüksiyon, çev. Nermin Saybaşılı, Bağlam Yayınları, İstanbul 2004, s. 29. 2 Nicolas Bourriaud, Postprodüksiyon, çev. Nermin Saybaşılı, Bağlam Yayınları, İstanbul 2004, s. 74. 9 Teşekkür “Sanat Objesi Olarak Sanatçı” projesi yaklaşık dört yıl- prodüksiyon dışında projenin eli ayağı oldu. Editörlüğü- lık bir çalışmanın ürünü. Bu süreç içinde çekirdek eki- müzü yapan Gül Korkmaz çeviriden planlamaya kadar bin dışında bu projeye yaklaşık yüz elli kişi destek verdi. sabırla çalıştı. Elbette ki işin mutfağında yer alan kostüm Burada hepsinin adını sayma olanağımız yok, ama iyi ki sorumlumuz Begüm Bilge, aynı zamanda yazar olarak da vardılar. katkıda bulunan diğer kostüm sorumlumuz Berrin Şer- Elbette ki, bu projenin olmazsa olmazı sanatçılar. Güvenleri, destekleri, sabırları ve heyecanlarıyla her se- met ve kuaförümüz Sibel Özkan yaratıcı çözümleriyle muhteşemdiler. ferinde sanatın ve sanatçının sorumluluğunu hatırlattı- Eski eşim, kadim dostum aynı zamanda projede yer lar. Hayranlık uyandırıcıydılar. Zamanlarını, enerjilerini alan sanatçılardan Ali Atmaca, projeye maddi, mane- ayırarak projeye yazılarıyla katkıda bulunan yazarlar vi destek vermekle kalmayıp Gümüşlük’teki atölyesini bütünü çok daha anlamlı hale getirdiler. Akılları ve ruh- bir fotoğraf stüdyosuna çevirmemize de yardımcı oldu. larıyla soluğumuzu genişlettiler. Başlangıçta ve süreçte Evinde yaptığı ağırlamalarla inancımızı ve moralimizi rh+sanart, tiyatro tiyatro dergileri ve Segment Ajans ku- yükseltti. rumsal destek verdiler. Ethem Alkan hukuki sorularımı sabırla yanıtladı. Bu proje fikrini ilk kez kız kardeşim Yasemin Yüksel’e Sevgili Sabiha Civelek beni Yapı Kredi’ye yönlendirdi. açtım. Başlangıçtan beri moral desteği de olmak üzere Herkesin kendinden bir parçayı koyarak bütünü oluştur- prodüksiyondan poz vermeye kadar her aşamada ya- duğu bu proje, aynı zamanda sanatın ve dayanışmanın nımdaydı. Fotoğraf sanatçımız Niko Guido, fotoğrafla- gücünü gösteren bir hatırlatmaya dönüştü. rı çekebilmek için hemen her buluşmaya bazen sırtında Adını saydığım ve sayamadığım projede yer alan bü- malzemeleriyle İzmir’den geldi, bazen bir yerden bir yere tün bu güzel insanlara ve elbette proje ekibine teşekkür yolculuk sırasında soluklanma zamanlarında fotoğraf ederim. çekti. Onun artık yetişemediği yerlerde imdadımıza konuk fotoğrafçımız Hakan Çağlav yetişti. Volkan Kurt, 10 11 KESİKBAŞ DANSI Günseli İnal Paolo Veronesse, Salome, 1528 – 1588, Venedik Sanki elinde sıradan bir nesne tutuyormuşcasına sa- monik kadını olarak ön Rönesans ve yüksek Rönesans’ın kin kendinden emin ve özgüveni tam bir kadın: Salome. ustaları tarafından İncil çıkışlı resimlerin baş figürüdür. Diğer yanda kılıktan kılığa girebilen yetenekli bir oyun- Barok üslubun öncüsü Paola Veronesse onu yeniden yara- cu: Serra Yılmaz. Her ikisi de bize bakıyor ve bir tepsi- tırken yeşil rengi özenle kullanmış, aralara serpiştirmiş de kanlar içinde kesilmiş bir baş gösteriyor; bu Vaftizci ışığın lekelerine göre, gölgenin kararttığı bölgelere doğ- Yahya’nın başı. Salome çok mutlu ve sakin, Serra Yılmaz ru stratejik bir kullanım gerçekleştirmiştir. Salome’nin ise tedirgin çünkü Kral Hirodias’ın üvey kızı Salome’nin gökkuşağı tül giysisi dalgalandıkça zindanda akan kanın gizli ve hain bir plan içinde olduğunu biliyor. Bu plan da- erki onu daha da şehvetli hale getirmiş ve kral Hirodes hilinde Salome; aşkını geri çeviren, kadınlığını reddeden, kendinden geçerek olup biteni hiç anlamamıştır. Bu sıra- aleyhinde durmadan konuşan, atıldığı zindanda kralın da Serra Yılmaz da kuliste “Veronesse Yeşili” bir kostüm kendisini kurtarmasını bekleyen Vaftizci Yahya’nın ka- giyerek Salome’nin hemen yanı başında oldukça kaygılı, fasının uçurulması için annesiyle birlikte gerekli tali- O gibi olmadan, ama Oymuş gibi bize bakmaktadır. matları vermiştir. Salome yaptığı plana göre; üvey babası Serra Yılmaz çağlar sonra zamanın akışında dönü- Kral Hirodias altın sarayının büyük salonunda güzeller şen ve değişen ne varsa onu temsil etmektedir. Kadim güzeli üvey kızının yapacağı erotik dansı seyrederken, zamanlardan ihtiraslı bir kadın Salome ve 21. yüzyıldan Yahya’nın katli gerçekleşecektir. Salome hiçbir erkeğin bilinçli bir kadın Serra Yılmaz; insan bilincinin evrim ge- kendisini reddetmesine alışık değildir. Oysa Yahya onu çirmesi için bu kadar çağ mı geçmesi gerekmiştir! aşağılamış ve reddetmiştir. Bu küstah hareket cezasını Tabloda dişi ihtirasın taç yaprakları modelin göğsün- bulmalıdır. Hangi erkek olursa olsun, ister üvey baba, is- de filizlenirken, Serra Yılmaz Veronesse yeşiliyle koyu- ter kardeş, isterse Vaftizci Yahya hepsi onun cinsel cazi- laşan bakışlarını okuyucuya çevirip birazdan olacakları besine, çekiciliğine kapılmak zorundadır. Onu ölümsüz bize haber veriyor. Ve Salome eğilip Yahya’nın kesik başı- yapan da budur. O İncil’in anlatığı efsanevi kadim mitle- nı ölü dudaklarından uzun uzun öpüyor. rin eşsiz kadınıdır. Tarih öncesinin en baştan çıkarıcı de- 12 Canlandırma: Serra Yılmaz Fotoğraf: Niko Guido 13 SANATIN VAZGEÇİLMEZİ: Bir Kadın İmgesi Bilge Erkin Maximilian Kurzweil aşağıya çeken kanepenin formu ve (1867- 1916), erken ve beklenmedik ölümü Max Kurzweill, Sarılı Kadın, 1899, tuval üzerine yağlıboya, Viyana Müzesi gibi açılmış eteği kompozisyonun bütü- nedeniyle kısa süren sanat yaşamında, İzlenimcilik’in etkisindeki manzara resimlerinin yanı nündeki denge ve simetriyi sağlayan biçimsel unsurlardır. sıra, her ne kadar farklı üslupta da çalışmış olsalar, Sezes- Bu denge, rengin kullanımında da gözetilmiştir. Sarı renk, yon akımının diğer sanatçıları Gustav Klimt ve Egon Schi- sahip olduğu parlaklık değeri ile figürü ön plana çıkarır- ele gibi kadını konu edinmiş, sanatının nesnesi yapmıştır. ken, onun bu baskın etkisini dengeleyecek alanlara da Kurzwiel, Sarı Elbiseli Kadın’da (1899) karısı Martha’yı res- ihtiyaç duyar. Kurzweil’ın resminde bunu kanepenin ye- meder. Martha’yı ressamın karısı olarak düşündüğümüz- şili sağlar, yeniden üretimde ise fotoğrafın estetik bakışı de, aralarındaki ilişkiyi gözardı etmek pek kolay değilse devreye girer ve ışığın kontrast etkisi kullanılarak negatif de ifadesi ve duruşuyla sadeliğin, zerafetin, kadınsal bir bir alan yaratılır. erkin genel bir temsilini sunar bizlere. Zaten isminden de Sonuç olarak tuval pigmentle, fotoğraf ise ışıkla boya- anlaşılacağı gibi, Martha’nın portresi değil, sarı elbiseli bir nır. Bu iki resmin belki de can alıcı farkı burada yatıyor. kadının resmidir bu. Kurzweil’ın bağlı olduğu akım ve yaşadığı dönem içinde Fotoğrafla yeniden üretiminde ise resim öznesine dö- ayrıcalıklı bir yer edinen renk, algılama sürecinde etkili bir nüşen Ahu Türkpençe’nin, bu özellikleri bir kez de kendi varlığa dönüşüyordu. Boya, bu varlık alanını kuvvetlendir- imgesi üzerinden izleyiciye taşıdığı düşünülebilir. Sahip mek, algının ve rengin göreceli halini sunmak için oldukça olduğu zarafet ve olgunluk resmin her köşesine yayılmış- ideal bir malzemeydi. Fotoğraf ise değişen izlenimi değil, tır. Hafif yana eğilmiş boynu, ardından usulca dağılmış belirli bir anı görselleştiriyordu. Sarı Elbiseli Kadın’ın yeni- bir tutam saçı ve göz alıcı elbisesinin düşmüş kol askısı bir den yorumunda, fotoğrafın ışık-gölge ilişkisi üzerinden yandan kadına dair samimi incelikler sunar; bir yandan yapılan kurgusu, yakalanan bu anı zamansızlaştırır, figü- da simetrinin hâkim olduğu kompozisyona hareket katan rü ise mekânsızlaştırır. Böylece, Ahu Türkpençe’yi kendi küçük ayrıntılar olarak göze çarpar. Bu ayrıntılar, aynı za- kimliğinin ötesine taşıyarak, tıpkı Kurzweil’ın Martha’da manda kadın davetkarlığının savruk izleridir de. yaptığı gibi kadının daha geniş bir temsiline, bu temsilin İki yana açılan kollar, bu kolların devamı boyunca gözü 14 sarı elbisenin bir çiçeğin taç yaprağı görüntüsüne dönüştürür. Canlandırma : Ahu Türkpençe Fotoğraf: Niko Guido 15 CARAVAGGİO’NUN KUŞKUCU THOMAS ADLI ESERİ Mehmet Şiray Caravaggio, Kuşkucu Thomas, 1602, tuval üzerine yağlıboya, 107 x 146 cm., Sanssouci, Potsdam, German 16 Barok resmin belki de en can alıcı ve çarpıcı resimleri havariden çok alt tabakaya ait fakir, umarsız ve serkeş Caravaggio’nunkilerdir. Roma döneminin klasik resim tipleri andırmaktadır. Caravaggio’nun derdi belki de ve güzellik anlayışından, Manyerizm’in uçuculuğundan sokak iledir: Sokağın gerçekliğiyle, onun güzellik anla- sıkılan Caravaggio kendi karakterlerini tuale şaşırtıcı bir yışıyla onun yaşantısıyla. Bu anlamıyla Caravaggio’nun teatrallikle yansıtır. Figürlerin vücudundaki ışığı oyna- amacının resimlerinde sadece bizleri yerlerimize çivi- Canlandırma: Mustafa Karyağdı, Yavuz Tanyeli Özgür Efe Özyeşilpınar, İbrahim Koç tış biçimi ve oluşturduğu duygusal ortam çok sarsıcıdır. lemek, bizi şaşkınlığa uğratarak ürpertmek olmadığını Fotoğraf: Niko Guido Caravaggio’nun stili hakkında ne düşünürsek düşüne- söylemek gerekir. Sanki o daha yüksek bir amaca hizmet lim onun uslanmaz gerçeklik arayışı birçok resminde ön eder. Bu etkiye Caravaggio’nun nasıl ulaştığını söylemek plandadır. Kuşkucu Thomas bu gerçeklik arayışının en oldukça güçtür, yine de bunda güçlü ama zarif ışık doku- tipik örneklerinden biridir. İsa İncil’de Thomas’a şöyle nuşlarının etkisi olduğunu söylemek gerekir. Caravaggio diyor: “Kuşkucu olma, inançlı ol. Yaklaş ve gör.” bu anlamda ışık ve gölgeye hükmetmektedir. Koyu ton- Caravaggio klasik dönem resmindeki havarilerin res- larda yapılan resim, malzemenin aksine zengin ve yu- medilişleri ile alay eder gibidir; kırış kırış olmuş yüzle- muşak bir uyumla birleşir; ancak asıl çarpıcı olan renkle- ri, dağınık saçları ve yırtık pırtık üstleriyle bu figürler rin kendisinden çok sahnenin inandırıcılığıdır. 17 VAN EYCK: ARNOLFINI’NİN DÜĞÜNÜ Elif Dastarlı Jan Van Eyck, Giovanni Arnolfini ve Karısının Portresi, 1434, ahşap panel üzerine yağlıboya, 82 x 60 cm, National Gallery, Londra Arnolfini ve karısının portresi, deği- başlamıştır; hamisi kendisine daha ya- şen dünyanın yeni erkinin güç gösterisi kında duran tüccarlardır belki ama yine olarak okunmalıdır belki önce, ama keli- de “bağımsız” değildir, olamamıştır. Van menin tam anlamıyla olayın “arka planı”nda değişen dün- Eyck, belki de her ayrıntısına kadar sahnenin nasıl olma- yanın yeni sanatçısının kendi gücünü kimliğiyle ortaya sı gerektiğini tasarlayarak siparişi veren müşkülpesent koyma çabası yer alır. Sanatçı kendisini sanatının objesi Arnolfini’nin inadına kendini resmeder. yapmıştır aslında. 18 Resmin yorumu olan fotoğraf ise orijinalinden ayrıntı- Arnolfini’nin Düğünü olarak da bilinen portrede evlen- lardaki azalmayla ayrılır. Sahnenin olmazsa olmazı terlik mekte olan, yeni yeni palazlanan burjuvazi sınıfından Ar- ve köpek hâlâ durur. Kompozisyondaki ayrıntıların azal- nolfini ve müstakbel eşi vardır. Giysileri ile de dönemin ması, figürleri odak yapar. Burada nesneleşen sanatçı Van tipik tarzını yansıtırlar. Başında saflıkla özdeşleştirilen Eyck değil, Alabora ve Öğün’ün kendisidir artık. Sahnenin beyaz örtüsü bulunan yeni gelinin karnı dikkati çeker; ka- karanlığının artması, kaotik yanın ağır basmasına neden dın hamile olabilir mi? Yoksa şişmanlığı saygının bir be- olur. Yaşlı ve soluk benizli adam, genç kadının hayat ener- lirtisi olarak gören dönemin anlayışının bir ürünü müdür? jisine sahip olma arzusunda gibidir. Kadının giysilerinde- İlk bakışta gözü cezbedecek bir aykırılık, bakışı şaşır- ki mavi ve yeşilin parlaklığında dışarı yansıyan tutkusu, tacak bir tuhaflık görülmez. Resmin hikâyesini ayrıntılar- arzusu, gençliği sahnenin sağ tarafına hâkim olur; kadın da aramak gerekir. Kompozisyonda yerde duran terlikler bir adım önde durur ve yerlere düşen elbisesinin kat kat evliliğin kutsallığını imlerken, köpek evlilikte olması ge- olan eteği, izleyicinin bu noktadan itibaren kompozisyo- reken sadakate gönderme yapar. Bakana göre sol tarafta nun içine girmesini sağlar. Resmin sol kısmı ise kasvetli- duran portakallar ise bereketin temsilcisi sayılır. dir, karanlıktır. Van Eyck’ın resminde soldaki pencereden Resmin belge niteliği, arkada duvarda yer alan “Johan- gelen ışık her ne kadar adamın tarafında olsa da, adam nes van Eyck fuit hic 1434.” (Jan van Eyck buradaydı) ya- pencereye, yani ışığa arkasını dönmüştür, koyu renk pele- zısıyla pekiştirilir. Ressam, bizzat törene şahitlik etmiştir. rini ve kocaman şapkasıyla ışığı engeller ve fakat ışık ka- Peki yazının tek anlamı bu olabilir mi? Çünkü duvardaki dının yüzüne yansır. Fotoğrafta ise pencereden gelen ışık dışbükey aynada Arnolfini, karısı, nikâhı kıyan görevli ve olmasa da durum değişmemiştir. Bu anlamda fotoğrafla Canlandırma : Mustafa Alabora, Pınar Öğün elbette ressamın kendisi de vardır. İki farklı biçimde Van kurulan yeni kompozisyon, orijinalinin kopyası ya da tak- Fotoğraf: Niko Guido Eyck olay sırasında ve orada olduğunu kanıtlama çabasın- lidi değil, bambaşka bir ifadeyle hakkı teslim edilmesi ge- dadır. Evet, sanatçı kilise ve saray erkinden kurtulmaya reken yorumu olmuştur işte. 19 SANATÇININ OTOPORTRESİ Ali Atmaca Ernst Ludwig Kirchner, Modeliyle Otoportre, 1910, tuval üzerine yağlıboya, Hamburg Güzel Sanatlar Galerisi, Almanya 20 Bu ne öfke usta? ölmeyecek). Beyazın da sanatçıyı yaktığını biliyorsun. Bir elinde fırça, diğerinde palet. Önünde görünme- “Her yerim yanmayacak” diye mırıldanıyorsun. yen, devasa, bakire bir tuval hayal ediyorum. Ölüm ka- Model sanki orada değil ya da oradaki kara boşluk dar beyaz, bir fırça darbesiyle yaşama dönmeye hazır modeli kusup oradan atmak istiyor. Kadın bir noktaya kadar beyaz. İki evren arasında seni bekleyen bu beyaz- sabitlemiş gözlerini sanki yüzyıl kırpmayacak gibi. Hiç lıktan korkuyorsun doğal olarak. “Ya dokununca beyazı hareket yok. Donmuş, beyaz bir buza dönüşmüş. Açık- yaşama aktaramazsam” korkusu. Elindeki fırçayı öylesi- ta kalan teninin kusursuzluğuna karşın, hiç cinsellik ne gergin tutuyorsun ki, bir bıçak gibi tuvale saplamayı çağrıştırmıyor. Üzerindeki beyaz buzu kırsan fırçanla, düşünüyorsun. Yüz hatların, boyun damarların gerilmiş, paletinle kadın canlanacak, içine düştüğün lanetli boş- gözlerin hafif aralanmış, ahşap bir kapıdan bakıyorlar luktan çıkacak. onun üretken tenini görünce senin de sanki. Bir ısırışta dudaklarının arasındaki piponun sapı- yüz hatların rahatlayacak. Çünkü kadının üretken teni nı kırabilirsin. Öylesine öfkeli ve sinirli bir halin var. Eee güzellik doğurur, hoşgörü ve yaratım doğurur. Zaten sen dostum, kolay mı usta olmak? Bunu sen çok iyi bilirsin. soyunmaya beş kala duruyorsun usta. Haydi soyun. Fır- Beyaz bir tuvalin karşısında kırmızı alevlerde yanmayı çanı beyaz boyaya ban ve beyaz tuvalin üstüne sür. Bede- da. Alevler her yerini yakmasın diye kırmızının içinde nin elektriklensin ve içinde kayboduğunuz kara boşluk mavi sudan çekilmiş şeritler kullanmışsın. Bütün be- aydınlansın. denin kavrulmasın diye. Sırtını döndüğün yarı-çıplak Yoksa üstüne buzları giymiş kadın sonsuza dek sa- model boşluk içinde. Latince olduğunu düşündüğüm yıklayacak: “Fritillaria imperialis, muscari sp, Galantus”* sözcükler mırıldanıyor: “Non omnis Moriar”. (Her yerim * Ters lale, Arap sümbülü, Kardelen. Canlandırma : Bedri Baykam, Seda Akman Fotoğraf: Niko Guido 21 MADAM MELANKOLİ’NİN VARLIK UYKUSUNA DÜŞEN GÖLGE Ahmet Bozkurt Constance Charpentier, Melankoli, 1801, tuval üzerine yağlıboya, 130 x 165 cm, Musée de Picardie, Amiens Bir şeyden ayrıldığında, kendinden de ayrılınır: Kendiyle aynı olandan. Aşktan sonra kendini uykuya terk eden kadın, tıpkı hasattan sonra tarlaya olduğu gibi. Bedenine hapsolmuş ve bir bitkiye dönüşmüş. Bu ara dünyada, bu kralsız dünyada kendi tarzında uzun bir konaklama düş; hasta yeşerebilir. Düş: Düşündüğünü bilmeyen düşünce. Sevdiğim resim: Düş’ün bir benzeri. Her biri öteki kadar yalnız kendimi gözden yitirmişken aynada, hoyratça kendime döndürülüyorum. tirir, özne kendini bulur. Analiz, düş, yazı: Özne-benlik bölünüyor bin parçaya. odanın içine yayılan karabasandır. Kendini görmek olanaksızdır, gerçek olan kaynağın zırh içinde… Tutmak zorunda olduğu söz daha yazılama- ötekinde olduğudur. Öteki yalnızca bir yankı olduğunda yoktur varlığı: Eros, küçük şeytansı tanrı! dan kırılmış, yırtılmış. Kafa: O da bir oda, iç oda. Terk Kendinden dışarı taşınandır aşk. etmişsek de onu, daha az bizim odamız olmaz çünkü. Bu çiçeğin yapraklarını koparmak yasak. Yasak, hele Düş: Bir bilmece, imgelerden bir yazı. Deşifre edile- Fotoğraf: Niko Guido Ayna alaycıdır: Aşk yok, acıma yok. Benlik kendini yi- etmeyen bir varsanıdır düş. Kafanın içinde kalır düşler, Karabasan: Deli eden bir varsanı. İç dış oluyor. Düş’ün Canlandırma : Aslı Erdoğan onu benden sökmek. bilir, çevrilebilir, harflere dönüşebilir. Sonunda arzu bile 22 23 KEHANET Sibel Buğdaycı Caravaggio, Narsist, 1594 – 1596, tuval üzerine yağlıboya, 110 x 92 cm., Galleria Nazionale d’Arte Antica, Roma. Kara bir büyü gibi sardı tüm bedenimi Yüzyıl oldu sanki arayıp duruyorum Bir denge yok ne yazık ki… Ateşin göbeğine konumlanmış bu yerde İçinden çıkmaya çalıştığım örümcek ağları Sinsice bana bakan ben Arzuladığın nedir Gördüğüm bu olsa gerek Arzuladığım neydi cehalet karanlık siyah kör Aradığım o boş ıssızlıkta ışık yok Ay büyürken içimde bir kez daha baktım aynaya ışık yok diyor sessizce bana bakan ben Tekrar ve tekrar bakmak Kendime Boğuluyorum Benliğimin derinliklerinden sızan o cılız ışığa Sanki Durgun akan bu ışıksız gölde Işıksızlık ve ışık iç içe geçmişken benden içeri Neye el atsam ölüm kendimde Hayat ölüm Ölüm hayat Ve ben ikisinin arasında Canlandırma : Oral Ünlü Fotoğraf: Niko Guido 24 25 BENİM ADIM YAHUDİ Didem Elif Felix Nausbaumm, Bir Yahudi Olarak Otoportre, 1943, tuval üzerine yağlıboya, Osnabrück Cultural History Museum and Felix Nussbaum Haus Hava karanlık. Döşekler her geceki gibi rahatsız. başımda: Sırtımın gerisinde, önüme vuran gölgemde, Uyku bir çocukluk anısı. Gözlerim kapansa, burnum açı- saatimin kayışında, paltomun yakasında… Böyle olaca- lıyor. Ağzım açılsa, dilim kuruyor. Konuşamıyor tahta ğını bilseydi kuşlar, cıvıldayamazdı tepemde özgürce. çarşaflar. Defterimle yatıyor, kalemimle uyanıyorum. Duysaydı çığlığımı balıklar, yüzemezdi rahatça derinler- Etrafta çocuklar var, büyüsünler diye. Uzaktan izliyo- de. Anlasaydı acımı ağaçlar, yeşermezdi baharda gönlün- rum çocukları. Ağlaşıyorlar dertli dertli. Onların benden ce. Kuşların bilmediği, balıkların duymadığı, ağaçların soğuk kemikleri. anlamadığı iyi oldu. Karanlık saklarken gerçeği, ben de Dört bir yandan ayak sesleri geliyor. Kulaklarım sesten uyuşmuş, kalbim sessiz ve derinden atmakta. Soğuk- sustum böylece. Yoksa kuşlar da, balıklar da, ağaçlar da; şimdi benimle birlikte suçlu olurdu. muş, sıcakmış önemli değil. Rüzgâra uyum sağlamaya Ben bir Yahudi’yim. Nazi döneminde yaşayan genç çalışıyorum düzenli düzensiz. Yalnızım, sanıyorlar; tek bir Yahudi. Üstelik o günden beri yelkovanla akrep bir başınayım bu sokaklarda. Kafama zorla soktukları in- daha üst üste gelmedi. Hâlâ suçluyorlar beni. Oysa in- sanları unuttular mı? Tanımadığım, sevmediğim, iste- san olmayı ben istemedim ki. Yoksa ben de bilirdim kuş mediğim halde susturamadığım demirbaşlarım onlar. olup uçmayı, balık olup yüzmeyi. Ben de bilirdim ağaç Bir ses, bir nefes olarak kaldılar içimde. Kanım aktıkça olup her mevsim yenilenmeyi. Uçamıyorum, yüzemiyo- damarlarımda var oldular. Bileklerimi kessem benden rum, yenilenemiyorum diye; korkuyorum, sanıyorlar; çok onların kanı akardı. Ben gittim, geldiler. Her adımda kaçıyorum köşe bucak ve yalnız başınayım kavgamda. benimle birlikte yürüdüler. Giderek çoğaldılar. Yetmedi, Bilmiyorlar ki, bir tek kendimden korkmuyorum. En çok büyüdüler. Tuvale gerdim. Uyandılar. Fırçaya bandım. kendimleyken kalabalığım. Yoksa bir insan olarak tutu- Utandılar. Renk verdim. Usandılar. Affettim. Sarıldılar. nacak neyim kalır bu hayatta? Canlandırma : Bubi Fotoğraf: Niko Guido Yine de kurtulamadım onlardan. Nerede olsam, hep yanı 26 27 MADAM MATISSE DOĞU KÖKENLİ MİYDİ? Hülya Küpçüoğlu Henri Matisse, Kırmızı Örtülü, 1907, tuval üzerine yağlıboya, 99.4 × 80.5 cm, Barnes Foundation, Philedalphia Rahat bir şekilde sandalyede oturduğuna bakmayın. O döneminin en ünlü ressamıyla evli. Birçok kez eşinin resimlerine konu oldu üstelik. Kırmızılı bandana, modelin, Doğu kökenli olduğunu düşündürtüyor. Yoksa Madam Matisse gerçekte Doğu kökenli miydi? O gün erkenden kalkmıştı kadın. Hizmetçi gelmemişti. Bir an son zamanlarda aksayan ev ve mutfak düzenini görünce, hizmetçinin işi bırakacağı izlenimine kapıldı. Kısa bir panik anı yaşadı. Çünkü tek başına koca evi, eşinin atölyesini ve bahçeyi nasıl düzenleyip, temizleyebilirdi? Eşinin çoktan kalkıp atölyesinde resimlerinin başına geçtiğini düşünerek, sadece yatağı toplayıp, mutfağa geçti. Kapının hemen yanında duran, yerden kendi boyun bölgesine kadar yükselen açık raflı dolaptan, başörtüsünü aldı. Omlet yaparken ya da sofrayı hazırlarken saçlarının dökülmesini istemiyordu. Bağları arkada kalacak şekilde saçlarını toparladı. Boynu ortaya çıkmıştı. Gündelik kıyafeti ile bandanası tesadüfen uyumlu olmuştu. Elbisesini çekiştirdi. Son zamanlarda almış olduğu kiloları gizliyordu elbise. Ayrıca eşinin de kendisini hep güzel görmesini istiyordu. Kahvaltı sofrasını alelacele hazırlamaya başladı. Birazdan kocası kahvaltıya gelirdi. Matisse, atölyesinde son bir aydır üzerinde çalıştığı resme doğru başını hafifçe sağ tarafa geriye doğru çevirecekmiş gibi yaparak baktı. Eşi kalkmış ve kahvaltıyı 28 hazırlamış olmalıydı. Birden karnının acıktığını fark etti. Fırçayı elinden bıraktı. Yemek salonuna girdiğinde sofranın hazırlanmış olduğunu gördü. O sırada mutfak kapısı açıldı ve eşi elinde bir tabak kızarmış sosisle girdi ve elindekini masaya bıraktı. Matisse’in gözleri şöyle bir eşinin üzerinde gezindi. Son zamanlarda biraz kilo almıştı ama hâlâ çok güzeldi. Sonra gözleri eşinin saçlarına odaklandı. Başındaki bandanaya, nasıl da güzel sarmıştı saçlarını. Birden gözünün önünde bir resim belirdi. Karısı bir sandalyede oturuyorken, dinleniyorken onu gösteren bir resim. Konuşmuyordu ve eşinin kıyafetlerine ve saçlarına dikkatlice bakarak, kompozisyonunu kurguluyordu kafasında. Ağzına henüz iki lokma yemek atmıştı ki, ayağa kalktı ve yemek salonundan çıkış kapısına doğru ilerlemeye başladı. Madam Matisse bir şeyler söyleyecek oldu ama söyleyemedi. Bu gibi durumlarda eşinin nasıl kararlı olduğunu bilirdi. Matisse tam kapıdan çıkarken “O bandanayı da nerden buldun. Geçenlerde odalık resmini yaparken, modelin kullandığı parça o. Buraya nasıl gelmiş?” dedi düz bir şekilde… Resme ve hemen yanındaki fotoğrafa tekrar bakıyorum. Acaba benzer bir olay olmuş mudur? Yoksa çok mu uzak bir ihtimal? Bir varsayımdan öteye gitmeyen küçük bir hikâye. Olaylar belki böyle gelişti belki değil… Ama şurası bir gerçek ki Madam Matisse kesinlikle Doğu kökenli değildi. Canlandırma : Günseli Kato Fotoğraf: Niko Guido 29 YÜZ YÜZE Günseli İnal Vermeer, İnci Küpeli Kız, 1665, tuval üzerine yağlıboya, 46.5 x 40 cm., Mauritshuis, The Hague, Hollanda Atölyede süren sessizlik; fırçaya uzanan zın saç bandını boyarken fırçadan mavi bir Vermeer’in elinin ağır ağır tuvalin üzerine topak yere fırlıyor, yayılmaya başlıyor. Evin yükselmesiyle bozuluyor. Sihirli bir an bu; karşısındaki alt katından gürültülü kadın sesleri, inlemeler duyulu- canlı model hiç nefessiz beklerken ressam tuvale önce yor, biri bayılmış olabilir. Ressam aldırışsız tavrını sür- genç kızın başını çiziyor. Yeni bir suret oluşumunun dürerek saç bandını boyamakta, boyadıkça karşısındaki doğum anı birlikte yaşanırken, oda kapısının altından, yüz değişmekte. Yüzden yüze iletişim frekansları fırçayı pencere pervazlarından dondurucu soğukla birlikte kor- tutan elini tir tir titretiyor, fırça güçsüzleşiyor, birkaç ku sızacak, dar tahta merdivenlerden biri çıkacak, evin gölge oluşturduktan sonra bir an ressamın başı yere dişi reisi korkunç bir çığlık atacak... doğru eğiliyor. Başını kaldırdığında karşısında artık baş- J. Vermeer başkasına ait inci küpeyi genç kızın ku- ka birinin yüzü var. Gelecekten gelen bir yüz: Yasemin lağına takarken kızın pembe pürüzsüz tenini hafifçe Mori’nin yüzü. Hollandalı genç kıza benzemiyor. Daha okşuyor, gözlerinin içine derin derin bakıyor. Ressam ihtiraslı, daha atak, daha kararlı. 21 yüzyılın tüm özel- bu komposizyona başlayalı tek amacı kendine ait bu anı liklerini donanmış bir yüz. Ressam hafif bir şaşkınlık ölümsüzleştirmek. Aralarındaki göz iletişiminden dökü- yaşıyor ve duraksıyor. Yerdeki mavi boya lekesi gittikçe len simler atölyeyi baştan aşağıya altına bulamış. Delftli büyüyor, yayılıyor. Yasemin Mori’nin bakışları davetkâr, Vermeer; Kuzey Rönesansı’nın sakin çocuğu erotik ba- ressamı çileden çıkaracak denli cüretkâr. Bakışlarındaki kışlarıyla genç kızı soyuyor, bir yandan da kızın yüzün- küstah ifade erotik çağrışımla birleşmiş. Hem Hollandalı deki saf çocuksuluğun tahrik edici yanını ten rengine kız hem de gelecekten gelen bu dişi, Eros’un azad ettiği boyuyor. O bir Caravaggist, büyülü figürlerin, dişilerin yüzler olmasın! Belki de birkaç benlik birbirlerine dönü- ressamı. Fırçanın maviye doğru hareketiyle başlayan şüm içinde kendi kökenlerini aramaktadırlar. Eros tüm aşkınlık Hollandalı kızla ressamın arasında kıvılcımlar zamanların yolcusu; şu anda ressamın atölyesinde var oluşturuyor, yere kıvılcım parçaları düşüyor, hava huz- olanın üzerinden henüz var olmayan, gelecekte olunan melerinden peri tozu sızmakta. Fırça genç kızı okşarcası- bir geleceğe doğru akmakta ve tüm eşyayı değiştirerek na tuvalde dönüyor, iniyor, çıkıyor; yüzeyde dokunulan eski/yeni yüz üzerinde gölgeli oyunlarını başlatmakta. noktalardan yeni bir yüz doğmakta. Ressam hiçbir za- Hollandalı Kız ve Yasemin Mori; şimdi ve geleceğin göl- man dokunamayacağı genç kıza fırçasıyla dokunmakta, geli oyununda buluşmakta, ışıkta erimekte ve benlik, hiçbir zaman okşayamayacağı bu narin varlığı boyalarla geri dönüşü olmayan bir güçle ileriye doğru atılmakta ve okşamakta. Tarihler 1660’ları gösteriyor. tarihler 2012’yi göstermekte, yerdeki mavi leke yayılarak Yerde mavi bir leke oluştu, ressamın fırçası genç kı30 büyümekte. Canlandırma : Yasemin Mori Fotoğraf: Niko Guido 31 KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ Mine Söğüt Osman Hamdi Bey, Kaplumbağa Terbiyecisi, 1906, tuval üzerine yağlıboya, 222x122 cm., Pera Müzesi Siz hiç terbiye edildiniz mi? Sonra yıllarca şiddetle terbiye edildik. Kime güvene- Biz edildik. Hem de birçok kere. ceğimizi bilmedik. Terbiye edildikçe güvenimizi yitirdik. O yüzden biz, hepimiz bu resmi çok severiz. Terbiyeyi Güvenimizi yitirdikçe bölündük. Bölündükçe kaybolduk. de iyi bir şey zannederiz. Kayboldukça kaybettik… Mesela bir zamanlar bir soyun tokadıyla terbiyelen- Şimdilerde korkuyla terbiye edilmekteyiz. Kimimiz miştik. Asırlar boyu o terbiyenin rüzgârıyla kıtalardan bir şeyleri kaybetmekten korkuyor, kimimiz bir şeylere kıtalara at koşturduk. Birileri sömürgeciliğin kitabını ya- yetişememekten. Kimimiz Allah’tan, kimimiz kuldan. O zarken biz fetihlerin şarhoşluğundaydık. yüzden üzerimizde kalın kabuklar var, başımızı içimize Sonra savaşlarla terbiye edildik. Dört tarafımıza kalın çekmişiz. Hiç kıpırdamıyoruz, hareketsizce duruyor, bir çizgilerle sınırlar çizdik, arkadaşlarımızı ağlayarak deni- suçlu gibi önümüze bakıyoruz. Korku içimizde büyüyor, ze döktük, akrabalarımızı ağlayarak denizden çıkardık, gerçek dışımızda. komşularımızı ağlayarak taş ocaklarına yolladık, dostla- Siz hiç terbiye edildiniz mi? rımızın ağlayarak camlarını kırdık, kader ortaklarımızın İşte biz edildik… ve işte kör olduk. ağlayarak dillerini yasakladık. O kadar terbiyeliydik ki, savaşarak kazandığımız bağımsızlığımızdan aklı evvel bir uysallıkla vazgeçtik. 32 Canlandırma : Can Kolukısa Fotoğraf: Niko Guido 33 ANATOMİ DERSİ Didem Elif Rembrandt, Dr. Tukip’in Anatomi dersi, 1632, tuval üzerine yağlıboya, Kraliyet Sanat Galerisi, Mauritshuis, Hollanda Kafam hep karışıktı benim. Hayat, nereden başlayacağımı anlayamadan biten bir roman. Bir sürü insan günlüklerimde severdim. vardı. Bazılarını tanırdım. Yakınım olanlar uzak, uzak- Değerlerim önemliydi benim. Gururum başarıdan, ta olanlar yakınımdı. Sabırsız olanların kimi anlayışlı, güçlü olmak sağlığımdan önde gelirdi. Mutluluğun önü- seçkin olanların kimi sıra dışıydı. Meraklılar ise zaman ne bir sürü engel koyar, özgürlüğümü en sona atardım. zaman önyargılı. Üzerimde olan gözlerinden anlardım, İnançlarım temelimdi benim. Her adımda dönüp on- kaderlerimiz aynıydı. Her biri zayıf ya da iri kıyımlı ka- lara bakardım. Tanımadığım her şeye inanır, tanıdığım lıplarının içinde, hayatı anlama arayışındaydı. kendime asla inanmazdım. Algım karanlıktı benim. Olumsuzluğum, evime ba- Gerçekleşmeyen düşlerim olurdu benim. Demiri bu- cadan giren Tanrı misafiri. Karışık kafam hep ağırdı. lutlara atılmış bir gemi gibi yaşardım. Bulutlar hareket Kendimi asla taşıyamazdım. Topuklarım ezilmesin diye, ettikçe ben de yol alıyorum sanırdım. ayaklarım yan basardı. Gövdem yerçekimine paralel, yüzüm yere bakardı. Göğsüm susardı benim. Sıkıştıkça kalbim atar, kalbim attıkça canım yanardı. Ağzım hep ağlar, gözlerim hep gülerdi. El yordamıyla beller, bellediklerimle ellerdim. İhtiyaçlarım vardı benim. Geri kalmamak ilerlemekten, düşmemek yürümekten önemliydi. Yarını önceden 34 bilmek isterdim. Kendime iple bağlanıp, başkalarını Canlandırma : Bahadır Baruter Fotoğraf: Niko Guido Yüzüme ışık vururdu benim. Hatalarım yüzümün ortasında aydınlanırdı. Ben hatalarıma, gözlerimi ışığa kapatarak katlanırdım. Ete kemiğe bürünen korkular büyütür, bildiklerimi bedenimde çürütürdüm. Bir hayatım vardı benim. Ben ona yaklaştıkça o benden uzaklaşırdı. Bir bedenim vardı benim. Ben bunu ölünce anladım. 35 OKUYAN ADAM Mine Söğüt John Singer Sargen, Okuyan Adam, 1904, tuval üzerine yağlıboya, 64.1 x 56.5 cm., Public Museum, Pennsylvania Mesela o kitapta… zamanın ne olduğu yazıyor olsa… O yazar zamana çok uzun dese, bu yazar geçti gitti. O okur zamanda yok olsa, bu okur zamanı kaybetse. Ressam bizzat kendisi zaman olsa, fotoğrafçı o zamanda kaybolsa. Mesela o kitapta mekânın ne olduğu yazıyor olsa… O yazar çok uzak dese, bu yazar hapsoldum. O okur öldüğüm yer dese, bu okur öleceğim. Ressam vardım dese, fotoğrafçı hapsoldum. Mesela o kitapta, ne olduğu yazıyor olsa… O yazar sizsiniz dese, bu yazar biziz. O okur içim dese, bu okur dışım. O ressam verdiğim dese, bu ressam aldığım. Mesela o kitapta hiçin ne olduğu yazıyor olsa… O yazar korksa, bu yazar korkutulsa. Canlandırma : Cem Davran Fotoğraf: Niko Guido O okur sevmese, bu okur anlamasa. O ressam benim dese, bu fotoğrafçı sensin. Mesela o kitap hiç yazılmamış olsa, o resim hiç çizilmemiş, o fotoğraf hiç çekilmemiş. Zaman da mekân da hep de mesela hiçmiş… 36 37 OTTO DIX, BİR GAZETECİNİN PORTRESİ: Sylvia von Harden Elif Dastarlı Otto Dix, Gazeteci Sylvia von Harden’ın Portresi, 1926, ahşap üzerine karışık teknik, 120 x 88 cm, Musée National d›Art Moderne, Paris “Sen bütün bir çağı temsil ediyor- kırmızısı ile uygulanan duvar rengi şef- sun” sözleriyle ikna eder Otto Dix, fafımsı, dalgalı bir görünümdedir. Dix Sylvia von Harden’i, resmini yapma- figürlerin katılığını sonuna kadar his- ya. 1894 doğumlu Alman gazeteci ve settirir. Sehpanın yamuk, deforme biçimi şair Harden, resminin yapıldığı 1926 yılında 32 yaşındadır. Dix’e, “Yani benim donuk gözleri- dikkat çeker. Kompozisyonda bir deformasyon olduğu- mi resmetmek istiyorsun, benim gösterişli kulaklarımı, nu hissederken göz artık farkına varmaya başlar. Kadı- uzun burnumu, ince dudaklarımı; benim uzun ellerimi nın yüzü ve parmaklarının aşırı uzunluğu, sigara ve kib- resmetmek istiyorsun, kısa bacaklarımı, büyük ayakla- rit kutusunun yine deforme edilmiş formları, sahnenin rımı – ki bunlar insanları sadece korkutur ve kimsenin gerçekçiliğini zorlama hale getirir. Etkisinin artması için hoşuna gitmez…” der. Dix, kendisini harika tasvir etti- abartılmış bir gerçeklik söz konusudur. Savaşın yaraları, ğini söyler. Ondaki çağının güzelliğini fark etmiştir: Dış gerginliği, zorluğu kadının bedeninde, duruşunda, dışa- görünüşle değil, psikolojik derinlik ile ilgili olan çağın rı yansıyan karakterinin dehlizlerinde hissedilir… ruhunu. Savaşın felaketini bizzat yıkımın kurbanları üzerin- kisini yineler. “Şey”leşen beden, portrenin ana konusu- den aktaran Otto Dix’in gerçekçi hassasiyetle uygula- dur; özne ve nesne anlatımın gücüyle aynılaşır. Tekin’in dığı portrelerinden biridir. Sylvia von Harden portresi. “büyülü gerçekçiliği”, Dix’in abartılmış gerçekçiliğiyle bir Monokl gözlüğü, kısacık modern saçları, kareli ve gayri- arada sunulmuştur fotoğrafta. Kadının ifadesindeki sa- feminen elbisesi, özensizce teki düşmüş dizüstü çorabı hicilik, ayrıntılarda benzerlik aramayı gereksiz kılar. 21. ve elbette sigarası, içkisi ile gazeteci-şair Harden, 20. yüzyılda kendini kanıtlamış güçlü bir yazarın yüzünde, yüzyılda dış güzelliğinin ötesinde anlamlar yaratarak duruşunda, mimiğinde Von Harden’in ruhu hakkıyla ya- varlık nedenini yeniden kazanan kadının prototipidir şar. Figüre odaklanan kompozisyon şeması ile kadının adeta. Dix, figürün ruhsal durumunu apaçık çözüm- hali resmin geneline yansır. Çalışmanın yapıldığı 1926 ler. Bu resimde figür, zamanın ruhuyla ikizdir; “çağının yılına dair çağın tini, 2012 yılında hâlâ her türlü yıkı- kadını”nın portresi, çağının da portresidir. mın, kıyımın etkisini hatırlatarak kendini hissettirir… Arka plan, iç mekânda bir duvar köşesidir; alizarin 38 Latife Tekin’in yorumundaki Von Harden, resmin et- “maalesef”. Canlandırma : Latife Tekin Fotoğraf: Niko Guido 39 OPHELIA Berrin Şermet Antoine-Auguste-Ernest Hebert (1817-1909), Ophelia, Musee Hebert, Paris, Fransa Biraz önce çiçekler topladım. Sonra toprakla vedalaş- Geri döndüm. Yol boyunca çiçekleri kopardım saç- tım. Sen çoktan hafızanı yitirmiştin. Ben yanına gelmek larımdan. Açık saçık şarkılar söyledim. Babam duysun üzereydim. Sadece biraz önceydi çiçekleri toplayalı. Ben istedim. Ayıplasın, azarlasın beni istedim. Duyamadı ba- bırakmış, sen unutmuş ve ben yoldaydım çoktan. bacığım. Çok uzaktaydı. Ben çok yalnızdım. Saplarından ayırdım çiçekleri. Kararsız, biraz da da- Terledim ve yoruldum. İçim yandı, kalbim soğudu. ğınık, saçlarıma taktım. Açık saçık şarkılar söyledim. Ba- Su kenarına vardım. Yüzümü suya eğdim. Geri döner- ğıra bağıra söyledim. ken saçımdan kopardığım çiçekler, suyun aynasında geri Yola çıktım, sonuna geldim sonra yolun. Bahçeden içeri girdim ve seni aynı, umduğum yerde buldum. Son geldiler. Toprakla çoktan vedalaştım. Ben Ophelia’ydım, delilikten sonra ölümden önce bedenimi suya bıraktım. kez seslendim sana. Önünde diz çöktüm. Çeneni tuttum. Yüzünü, yüzüme çevirdim. Bu sefer gör beni diye. Saçlarımda çiçekler vardı. Gözlerin karanlıktı. Gözlerinde ben yoktum yine. 40 Canlandırma : Deniz Alan Fotoğraf: Niko Guido 41 YUNAN VAZOSU Özgen Yıldırım Yunan Vazosu 42 Yunan resim sanatına dair referans olarak kullanılan leştirilmiş iki figür gerek anatomik gerek diğer özellikle- ve Antik dönemin sanat üslubu ve temaları üzerine bil- riyle birlikte oldukça ayrıntılı tasvir edilmişlerdir. Antik gi sahibi olmamızı sağlayan Yunan vazo resimleri, aynı döneme ait kıyafetler ve iki figürün ellerinde bulundur- zamanda Antik dönemde geçirdikleri değişimlerle za- dukları objeler tüm detaylarıyla resmedilmiştir. Yıldız manının sosyo-kültürel ve dinsel-mitolojik konularına Doyran ve Fatoş Beykal’ın performe ederek yeniden da ışık tutmaktadır. MÖ XI-III. yüzyıllar arasında daha yorumladıkları Yunan Vazosu’nda mitolojik unsurlar, çok Atina ve civarında görülen geometrik figür ve mo- Antik dönemin günlük yaşam pratikleriyle birlikte bir tiflerin yer aldığı, oldukça dekoratif resimlerle bezenmiş kompozisyon içerisinde yorumlanır. Figürlerin üzerinde Yunan vazoları, MÖ VI. yüzyılda üslup ve tema yönün- dökümlü kumaştan tüm vücudu örten giysiler bulunur. den değişime uğrar. Siyah siluetler açık renk ya da kır- Bu giysilerin detaylarını koyu renkli şeritler oluşturur. mızı bir zemin üzerine uygulanır ve genellikle Tanrı ile Fatoş Beykal profilden bir duruş sergiler ve elinde zey- kahramanların yaşamlarından kesitler betimlenir. MÖ tin dalı tutar. Zeytin dalı Yunan mitolojisinde Athena 500’den itibaren vazo resimleri siyah bir zemin üzerine ile anılır, oldukça değerlidir ve barışı temsil eder. Yıldız açık renkli ya da genellikle kırmızı renkli figürlerin yer Doyran’ın canlandırdığı diğer figürün ise baş kısmı pro- aldığı üsluba döner. Gerçeğe uygun, anatomik özellikle- filden vücut kısmı ise cepheden verilir. Doyran’ın elinde rin ve hareketlerin realist bir şekilde vazo resimlerinde tuttuğu ve dönemim sosyo-kültürel yaşamına kaynaklık yansıtıldığı bu dönemde, ayrıntı veriler zamanına dair eden obje, lyra isimli bir çalgıdır. Sanatçının diğer elinde bilgileri günümüze taşır. Birden fazla figürün kullanıl- ise bir kese bulunmaktadır. Bu iki figürün bulunduğu masıyla oluşturulan kompozisyonlarda, mekâna ait ay- kompozisyona dışardan vücudu görünmeyen üçüncü bir rıntılar, figürlerin ayrıntılı tasviri ve kıyafetlerin ve kul- kişi, bir objeyi uzatır şekilde dahil olur. Tüm bu figüra- landıkları aksesuarların ayrıntıları ustalıklı bir şekilde, tif ve objesel veriler toplumsal bağlamda iyi, güzel kav- bu döneme ait vazo resimlerinde karşımıza çıkmaktadır. ramlarını, barışı, eğlence kültürünü, alışveriş ilişkisini Sanatçı Yıldız Doyran ve Fatoş Beykal’ın canlandırmaya çağrıştırır. Figürlerin resmedildiği mekânın Antik mi- çalıştığı “Yunan Vazosu” adlı eser de aynı döneme ait bir mariye özgü detayları ise bu kompozisyonun çerçevesini Yunan vazosu resmidir. Eserde siyah zemin üzerine yer- belirler. Canlandırma : Yıldız Doyran, Fatoş Beykal Fotoğraf: Niko Guido 43 BAŞLANGIÇTA, ŞİMDİ VE SONRA... Bilge Erkin Başlangıçta, şimdi ve sonra… let ve zayıflığın bir yansıması olarak da okunabiliyor. Başlangıçta kaos vardı. Yer ile gök birdi. Yer Hayko Cepkin ise müzikal dili ve bu Gaia, gök ise onun hem oğlu hem de kocası Uranos müziğin icrasındaki teatral duruşuyla asidi. Uranos, yağmur olup da Gaia’yı her ıslattığında, kollarının arasına alıp da her sarıp sarmalalında Goya gibi kendi mitini yaratmış olan dığında titanlar, yüz kollu canavarlar ve tanrılar bir sanatçı. Resmin yeniden temsilinde ise meydana geliyordu. Yaratılış işte böyle başlamıştı. bu ürkütücü sahnenin ana karakteri olarak Yaşadığı toplumun acılarını ve çelişkilerikarşımıza çıkıyor. Kendine özgü bakışı ile ni içine atmış, yaşamının sonuna yaklaşmış hikâyeyi yeniden kurguluyor. Saturn ile ortak bir kaderi paylaşmasa da kendi bedeni bir ressam. Geçirdiği rahatsızlıkdan dolayı üzerinden içinde yaşadığı toplumun ikilesağır olmuş, karısı ve biri dışında diğer tüm Francisco Goya, Satürn, 1819–1823, çocuklarını kaybetmiş bir Goya (1710-1828). tuval üzerine yağlıboya, 1,43 m x 81 cm, mini üstlenmiş olduğu düşünülebilir. Ve asPrado Müzesi lında bunu, rock ezgilerini Anadolu tınılarıyla Yetmişlerine geldiğinde, halk arasında ‘Sağır ördüğü müziğiyle de sunuyor bize. Kimi zaman uçlarda geAdamın Evi” olarak bilinen Madrid dışındaki evine çekilip zinen brütal vokalile bir anda müziğin seyrini değiştirerek de duvalarına “siyah resimler” serisini yaparken kendi mitolojisini kurgulamış sanki. isyankâr tavrını ortaya koyuyor ve karanlık sularda gezinen Oğlunu Yiyen Saturn, hâlâ bilinmez olanın izlerinin sübir gezgin imajı çiziyor. Yine de müziğine ve sözlerine biraz rüldüğü “siyah resimler” serisindeki en can alıcı resimlerden yaklaştığınızda kendi hikâyesinden yola çıkarak, isyan, ölüm biri. Bir görenin bir daha unutamayacağı bu resimdeki en ve korkuyla beslediği müziğini, Goya’nın Saturn’de yaptığı çarpıcı unsur ise Saturn’ün yüzündeki dehşet ve korku dolu gibi önce insan olmakla ilişkilendirerek cesur ve samimi bir bakışı. Üzerinden kanın süzüldüğü parçalanmış bedenden dil yarattığını da belirtmek gerek. bile ürkütücü duruyor. Belki de bu bakışlar, aslında izlenmesi Goya, resmindeki aklın sınırlarında dolaşan bu eyleme, için yapılmamış olan bu resme daha da yaklaştırıyor bakan kafaları karıştıran yeni bir yorum katmış, Saturn’ün yediği kişiyi. Çünkü resimde herkes için tanıdık bir şey gizli: Her ne oğlunu, hikâyede geçtiği gibi bebek olarak değil yetişkin haliyle resmetmişti. Ayrıca, bedeni olduğu gibi yutmak yerine kadar tek egemen güç olsa da yaptığı eylemin dehşet vericiliğinin farkında olan Saturn’ün çıkmazını ve ikilemini yansıdaha önce Rubens’in de yaptığı gibi dehşeti güçlendirerek tıyor. İzleyene, Saturn’ün bile insani bir yanı olduğunu hatırSaturn’ün onu parçalamasına da izin vermişti. Burada ise latıyor. Goya’nın geç dönem üslubuyla gün yüzüne çıkan bu Hayko Cepkin, elindeki plastik bebek ile temsili anlamı ister istemez oldukça güncel bir meseleye taşıyor. Öyle ki hem Ortaçağ karanlığının, akıl ve akıldışının bir arada yaşandığı oyuncak sektörünün, dünya pazarındaki üretim gücünü yüzyılın sancısından kaynaklandığı düşünülüyor. İkilemler elde etmeye çalışan tirancı şirketlerine ve ülkelerine hem de ve çelişkiler, bir yandan İspanya’nın içinde bulunduğu siyasal boşluk dönemine işaret ederken bir yandan da buradaki engel tanımaz tüketim arzusunun neredeyse kanibalizme yıkım ve vahşetin tanığı olan Goya için de içinden çıkılmaz dönüşen yönüne parmak bastığı düşünülebilir. Böylece kapitalizmin despot kimliğini hem de onun kölesi olan insanın bir durumu temsil ediyor. Böylece bu mitolojik hikâye, yeni çelişkisini bir bedende bizlere sunmuş oluyor. Başlangıçta, anlamları da beraberinde getirerek: Siyasal iktidarın baskıcı şimdi ve sonra… Kaos hep bizimle, burada. rejimi, insanlığın içindeki deliliğin sınırları, kadercilik, ceha44 Canlandırma : Hayko Cepkin Fotoğraf: Niko Guido 45 TAMİRCİ Barış Yıldırım Fernand Léger, Tamirci, 1920, tuval üzerine yağlıboya, 115.9 x 88.9 cm., National Gallery of Canada, Ottawa Roma’nın milat öncesi sokaklarını, sırtlarında çullarından ve çocuklarından başka hiçbir şeyi olmadan ğin eli boğazlarına yapıştı. adımlayanlar, devriâleme Avrupa’dan başlamış bir haya- Onların açlığının; düşmanlarının zenginliğinin... letten, zincirlerinden başka yitirecek şeyleri olmadığını Ama bir kez tatmışlardı yeryüzü bahçesinin en ıtır- öğrendikleri gün, omuzları dikleşti, gözlerinde bir gü- lı elmasını. Kaç devrim yenilirse yenilsin, kollarına lüşün ipucu dolaştı, kaslarının yük değil güç olduğunu çalışma’dan akan güçle tanışmışlardı. ilk kez hissettiler ve ilk o zaman, sigaralarının dumanını Çok yollara düştüler... fabrikaların dumanına eklerken telaşlı bir ürkeklikle de- Dünyanın bütün gurbetlerini yurt tuttular, dünyanın ğil güngörmüş bir bilgelikle baktılar. bütün vatanlarında el kapılarına düştüler. Dünyanın en Oysa daha çocuktular... büyük tuvalini -dünyayı- renkleriyle boyadılar. Kimsele- İşçilerin, köylülerin ve ressamların ciğerine hardal rin görmediği yeni renklerle, kimselerin çizmediği yeni gazı üfleyen bir savaşın ardından dünyanın altıda birini “büyük”lerin elinden aldıklarında onlar bir yaşlarına daha girdiler. Beyaz geceleri renkli balonlarla boyamaya 46 yetecek kadar olsun soluklanamadan açlığın ve zenginli- şekillerle... Çizen, çizilen ve çizgi; boyayan, boyanan ve boya: Bir ve aynı dünya! Canlandırma: İsmail Atmalı Fotoğraf: Niko Guido 47 GELİNCİK Ali Atmaca Kees van Dongen, Gelincik, 1919, tuval üzerine yağlıboya, 54,6 cm x 45,7 cm, Museum of Fine Arts, Houston, ABD 48 Gelincik, kaynatılmış suda beş dakika bekletilip çayı Şimdi yorumcu yazar ipin ucunu kaçıracak… Eğer yapıldıktan sonra içine bal, karabiber ve limon suyu ka- bekleyenin ben olsaydım esip de yapraklarını dökecek tılarsa afrodizyağa dönüşür. İki bardaktan sonrası kadın rüzgârın kanatlarını kırardım, ovalardan avuçlarım- ve erkekler için aşırı sakıncalıdır. Aşk acısından uyku- la atölyeme toprak taşıyıp seni atölyemin her köşesine suzluk çekenlere balsız ve bibersiz önerilir. Acısız düşler ekerdim. Sulardım seni hemen çiçek açasın diye, baharı görerek sabahı yakalarsınız. Ayrıca sevdiği kişiyi görün- eteğinden tutarak erkenden getirirdim. ce soluğu kesilen kişilere de acilen gelincik çayı önerilir. Burada yorumcu yazar ipin ucunu iyice kaçırıyor… İşte, gecenin karanlığında görülen gelincik kırmızı- Mermerden bir yontu gibi süzülen boynunun aşağısını sı bir örtüyle ıslak saçlarını toplamış, kocaman açılmış biraz açardım. Hatta soyardım seni, doğurgan göğüslerin gelincik göbeği tohumu gibi bakan, hüzünle bakan göz- yüzündeki hüznü silsin diye. Sen umut içinde beklerken lerinle seni görüyorum. Nerede kaldın? Tan ağarıyor, kadınlığını hissediyorsun. Cinselliğin dudaklarına vuran sen gelmedin… Ama ben seni ıslak saçlarımla bekledim. gelincik kırmızısı, umutlarının tükenmeye başladığı anda Yalvardım horozlara ötmesinler, geceyi göğsümde sakla- burun deliklerine ve gözlerine yayılıyor. Kalmakla, daha dım, sabaha doğru gitmesin diye. Yine de sen gelmedin. uzun geceler umutla umutsuzluğun kesiştiği beklemek Sonunda sabah oluyor. Rüzgâr esecek ve yapraklarından ya da ansızın gitmek arasında bocalıyorsun. Gel de gör… biri ipek mendil parçası gibi toprağa düşecek. Sonra bir Seni avuçlarımla taşıdığım toprağa nasıl ekmişim, gel de yaprağın daha… gör… Sana sonsuza dek bakmaya ne kadar istekliyim. Canlandırma : Pelin Batu Fotoğraf: Niko Guido 49 ÖLÜMCÜL AŞK Nilgün Yüksel Amadeo Modigliani, Sarı Bluz,1918-1919 tuval üzerine yağlıboya, Guggenheim Museum, New York, ABD Sanat tarihinin ölümsüz sanatçılarının sanatla ta- ları bittiğinde beraberlikleri çoktan başlamıştır. Jeanne, nışmaları bazen sadece bir rastlantıdır. Bugün usumuz- bir daha ayrılmaz Modigliani’nn yanından, koyu Katolik da canlanan büyük tutkuların, ardından koşmaların ailesinin bir Yahudi sanatçıyla ilişkisine karşı çıkmasına tersine, sanat, gelip onları bulur. rağmen O, seçimini yapmıştır. Modigliani, bu garip kesişmelerin en bilinen sanatçı- Jeanne Hébuterne’inki vazgeçiştir. Resimden vazge- larından biri olsa gerek. 1895 yılında geçirdiği veremin çer, sonra da yaşamdan. Modigliani’nin ölümünden iki ardından tifoya yakalanması ve uzun süren tedavi sü- gün sonra pencereden atlayarak intihar eder. Ardında reci lise eğitimini yarıda bırakıp resme yönlendirir onu. tablolardaki izi kalır. Ünlü bir ressamın esin kaynağı ol- Üstelik ders aldığı hocası yeteneğinin çok daha fazlasını muştur. Bu uzun ince kadın, Modigliani’nın tablolarında yapmaya yettiğine karar verince, Venedik’te güzel sanat- renkler içinde çıkar karşımıza. lar akademisinde alır soluğu. Ardından Paris’e yerleşir. Jeanne Hébuterne olarak Neşe Yaşın ise canlandır- Ve son hızla Paris’in bohem hayatına dahil olur. Ressam dığı figürün tam da tersi bir yol izler yaşamında. O, vaz- olmaya geldiği bu kentte onu alkol bağımlılığı bekle- geçmenin tersine tam da orada olmayı seçmiştir. Şair ve mektedir. Ama bedeni kaldırmaz böyle yaşamı, yeniden aktivisttir. Kalemiyle kendini var ederken diğerlerinin arınmak için ailesinin yanına, arındıktan sonra yeniden de aynı haklara ulaşması için çabalar. başlamak için Paris’e döner. 50 Suret, aslını tersine çevirir. Yansıma aynı zamanda Jeanne Hébuterne, 19 yaşında bir akademi öğrenci- bir yanılsamadır. Sarı hüznün, özlemin bazen kalaba- siyken kesişir yolu Modigliani ile. Bir tanıdıkları aracılı- lıklar içinde birden parlamasına karşın yitişin rengidir. ğıyla ressama modellik yapmaya başlar. Birlikte çalışma- Kırmızı ataklığın, canlılığın, azmin ve kararlılığın… Canlandırma: Neşe Yaşın Fotoğraf: Niko Guido 51 DİŞÇİ: GÖLGEDE, MERAKTA Berrin Şermet İsimden zengin, ünden fa- haliyle meraklısı da çoktu. kir, Hollandalı bir ressamım Diş çekildiğini duyan elin- ben. Bana Gerard van Hont- deki işi gücü bırakıp -hatta horst da diyebilirsiniz, Gerrit 52 Gerard van Honthorst, Dişçi, 1628, Louvre Müzesi, Paris bazıları işini gücünü elinde van Honthorst da ya da Gherardo della Notte, siz bilir- unutup- koşmuştu bizim dişçinin yanına. Dişçi yüzün- siniz. Gherardo della Notte, Gerard of the night’tan ge- de manasız gülümseme -manasız deyip durduğum bu lir, gecenin – karanlığın Gerard’ıyım çünkü ben. Yapay gülümseme, sadist bir temayülden de kaynaklanıyor ışığın gölgesinde ne varsa olup biten, en iyi tasvirleriyle olabilirdi kim bilir- elinde bir mendil ile teker teker diş- benim resimlerimdedir. Tek bir mum ışığının neleri ay- lerini yoklamaya başladı önce zavallının. Adam zavallı, dınlattığına şahitlik eder benim işlerim. Doğumum 4 çünkü gözbebekleri misket kadar, gözleri yuvalarından Kasım 1592, ölümüm 27 Nisan 1656. Dekoratif resim- fırlayacak gibiydi. Başımıza toplanan ahalide pür sessiz- ler yapardı babam, ilk hocamdı doğduğum Utrecht’de. lik hâkimdi. Dişçilik zanaatını öğrenmek ister gibi dik- Sonra Abraham Bloemaert’in öğrencisi oldum. Roma’ya kat kesilseler de her detaya ve harekete, neden başkaydı. gittim, Hollandalı çağdaşlarım Dirk van Baburen, Hend- Bir yandan izleyici safında olmanın verdiği memnuniyet rick ter Bruggen ve Jan van Bijlert gibi. Roma dönüşü daha doğrusu şanslılık duygusu, diğer yandan “o koltuk- Hendrick ter Bruggen ile birlikte Utrecht’te okul açtık. ta ben olsaydım” fikrinin kafatasına indirdiği darbeler. Canlandırma: Onur Ünlü, Alper Canıgüz, Nesimi Yetik, Açtığımız okulla bize Dutch Caravaggisti -Hollandalı Bu duyguların Araf hali tüm ağızları tek düzen bir çene Şafak Altun, Murat Menteş, Samed Karagöz Caravaggionistler dediler. düşüklüğüne gark etmişti. Dışarıdan bakınca aslında Fotoğraf: Niko Guido Çoğu ressamın olduğu gibi benim yolum da çoğun- hepsi dişlerini çektirmeye hazırdı. Kendi içinde bütün- lukla kraliyet saraylarından soylu ailelerden geçti. İngil- lük oluşturan bu gölgeli -gölgeler ve yapay ışık benim tere kralı I. Charles’ın kız kardeşi Bohemya Kraliçesi’nin işim- sahnede, çocuğun varlığı rahatsız ediciydi benim çocuklarına resim öğretmenliği yaptım. Ben, I. Charles’a için. Ne işi vardı bu acı dolu bağırışların ve kanın orta- takdim edildim, sarayda yaptığım resimler de Charles’a. sında? Kendimden ve şu yaşımda etrafımda büyüyen Dişçi’de, tepe ışığı kullandım. Dişçi garip bir sakin- çocuklardan bildim sonunda. İnsanoğlunun en vahşi likle yüzünde manasız bir tebessümle, “mum ışığı yet- ve sadist çağındaydı bu velet. Böcekleri ezmek, kedile- mez boyacı” dedi. Şu an net hatırlamıyorum, sanırım bir ri köpekleri yakmak, kendinden güçsüz kardeşlerini ve kandildi tepeye kondurduğumuz. Eh diş çekmek belki diğer çocukları ağlatmak ve canlarını yakmak, en büyük de çektirmekten daha sıkıntılı bir durumdu, eldeki tek- zevkleriydi bu çağda. Bu yapay ışıkta en çok onun varlığı nolojinin bir kerpetenden ibaret olduğunu düşünürsek, tamamlayıcıydı, fark etmiştim. 53 VE MOR KONUŞTU Sibel Buğdaycı Ve mor konuştu: Öyle canlanıyor ki... Gözlerim sımsıkı kapalı ellerim ellerinde Kucağım rüzgârın kırılgan esintisinde Titrerken aşk ile… Baştan ayağa bir ürperme kalbimde Ruhum onunla eş olmak isterken… O ise... Marc Chagall, Gezinti, 1917, tuval üzerine yağlıboya, 170 x 164 cm, State Russian Museum, St. Petersburg Ve yer söyledi: Köklere sıkıca basan ayaklarım Gerçekliği sever İkinin birliği’ni tercih ederim Hayal etsem de… Kum tanesini sarması gibi o da… Bedenimde yer etti ve öylesine saf bir inci ki… Tanımadığım coğrafyalardan geldi Bir parçam onunla birlikte gitti… Kayboldu... Ve sen… İkili birlik: Birazdan kopacak bu bağ aramızdaki… Gökyüzüne yükseliyor olacağım az sonra yerle bağ- Canlandırma: Yasemin Yüksel, Umut Kaya Fotoğraf: Niko Guido lantım güçlense de Bundan böyle dünyaya başka bakman gerekiyor Ruhsal olarak gelişmem gerektiğini fısıldıyor… Algının kapılarındaki ben… 54 55 FRİDA: RESİMDEN DIŞARIYA ÇIKMAYA ÇALIŞAN KADIN Hülya Küpçüoğlu Frida Kahlo, Dikenli Kolyeli Otoportre, 1940, masonite üzerine yağlıboya 56 Gökyüzü tıpkı onun iç dünyası nah işlemişti de bunları yaşıyordu? gibi bulutluydu. Artık bıkmıştı mü- Arkasını döndü. Gri gökyüzünün cadele etmekten. Hayat devam edi- altında yeşilliklere doğru gitmeye yordu ama o yaşamayı ne kadar severse sevsin tüm ye- başladı. Başka hiçbir şey görülmüyordu. Her yer boyu- şilliklere arkasını dönmüştü. Saçına taktığı kopartılmış, nu aşan yeşilliklerle doluydu. Kimisi öyle büyüktü ki ölü çiçekler, arkasını dönmüş olduğu yerden değildi. Çok yürümesine engel oluyordu. Ama o arkasına bakmadan eskiden, her şeyin çok ama çok öncesine aitmiş gibiydi- ilerlemeye devam ediyordu. Kaç saattir yürüdüğünü bil- ler. Ama aynı zamanda şimdiye ait bir can(sız)lı. Başka miyordu. Herhalde akşam olmak üzereydi. Sonra birden- bir yolu var mıydı hayatının? Bilemedi… Bilemezdi… Sa- bire açık bir alana geldi. Galiba sonunda başka bir yere dece hayatın sürprizlerine karşı çıkmaya çalışmıştı. Her gelmişti. Yeni bir şehir? Belki de yeni bir dünya? Derin şeyin eskisi gibi olmasını istiyordu. Sağlığını istiyordu. nefesler alırken, durdu. Yorulmuştu da. Sonra birdenbire Çocuk doğurmak istiyordu. Her gün dünyanın herhangi dikkatini bir şey çekti. Açık alanın orta bölümünde bir bir yerinde milyonlarca kadın doğum yapıyorken, o ya- şey vardı ama tanımlayamıyordu. Yavaşça yaklaşmaya pamıyordu. Onun gökyüzü bulutluydu. Griydi. Sağa doğ- başladı. Ürkek adımlarla neler olduğunu anlamaya çalı- ru meyil etmişti. Birazdan arkasını dönüp o gri gökyüzü şırken, birden olduğu yerde donakaldı. Aynı yere gelmiş- altında, arkadaki neredeyse boyunu aşan yeşilliklerin ti. Saatler boyu yürümüştü ama işte yine aynı yerdeydi. arasında kaybolacaktı. Şehirden kaçıyordu. Hayattan Çıkamıyordu, gidemiyordu buradan. Resim, onun hem kaçmak istemiyor ama bir yanıyla da kaçmak zorunda kaçışı hem de kaderi olmuştu. Ama inatçıydı o. Yine de- kalıyordu. Arkasını dönüyordu. Dönmeden son bir kez neyecekti. Bir kez daha arkasını dönmeye hazırlanıyor- baktı. Ne düşündüğü tam olarak anlaşılamasa da yaşa- du. Birazdan uzaklaşacağı alana doğru bir kez daha bak- dığı hayal kırıklığı gözlerinde hissediliyordu. Çıkmak is- tı. Hızla, yeşillikten başka bir şey görünmeyen resmin tiyordu buradan, uzaklara gitmek istiyordu. Nasıl bir gü- içine doğru yola koyuldu. Canlandırma: Mine Söğüt Fotoğraf: Niko Guido 57 SÜTÇÜ KADIN Mehmet Şiray - Başak Şiray “Swann’ın, yaşayan insanlarla müzeler- sonuç ise Swann’ın aşkını yaşamasında, deki portreler arasında benzerlikler bulma dolayısıyla yazarın, Proust’un, geçmi- merakı hâlâ sürüyordu, ama daha sabit ve şi tüm ayrıntıları ile sunma çabasında, genel bir eğilime dönüşmüştü...” (Swannla- Vermeer’in ışıkla taradığı gündelik nesne- rın Tarafı, s.333) lerle hayatı tüm çıplaklığıyla resmetmesi- Marcel Proust, 1908’de geçmişin res- ne benzer bir ilişki vardır. mini yapar gibi yazmaya koyulduğu Kayıp Vermeer’in neredeyse kaligrafik olarak Zamanın İzinde adlı büyük yapıtında birçok adlandırılabilecek fırça tekniği, ayrıntılar- defa Johannes Vermeer’i roman karakterlerine konu eder. Birincisi, belki de en vurucu olanı, Bergotte adlı yaşlı bir yazar Vermeer, Sütçü Kız, 1660, tuval üzerine yağlıboya, 41 x 45.5 cm, Rijksmuseum, Amsterdam karakterin Flemenk Resimleri sergisinde 58 daki tonal çeşitlilik ve konturlardaki yumuşak geçişlilik onun camera obscura kullandığıyla ilgili efsaneleri bize anımsatır. Gerçekte camera obscura kullanıp kullan- Vermeer’in Delft Manzarası adlı tablosu ile karşılaştığı, bu maması bir yana resimlerinde camera obscura’nın paradig- tablodaki “sarı duvarın küçük aralık yüzeyi” ayrıntısını in- masını bize temsil ettiğini söylemek sanırım yanlış olmaz. celerken hastalanıp öldüğü bölümdür. Vermeer’in sadece Sütçü Kadın adlı eserinde değil, aynı za- Vermeer’in ikinci defa konu olduğu yer ise Swann’ın manda Coğrafya Bilgini ve Astronomi Bilgini adlı resimlerin- aşkının anlatıldığı bölümdür. Swann yüksek sosyete men- de de ışığın içeriye tek bir pencereden süzüldüğü karanlık subu bir sanatseverdir. Swann, burjuvazi çevresinden bir bir oda resmedilmektedir. Dış dünya nasıl bilinir? Vermeer klanın evinde karşılaştığı Odette karakteri ile Boticelli’nin odanın içindeki kesin ve belirgin temsilin akıl ve anlama Tsippora’sı arasında müthiş bir benzerlik kurar. Bu benzer- yetimiz tarafından incelenmesiyle olanaklı olacağını bize lik, onun sanat dolayımı ile bakışının, kendi kültürü ve bil- göstermektedir. Camera obscura, bize, içeride yalıtılmış olan gisinin ışığının Odette’e düşen yansımasıdır. Bu ışık altın- bizlerin dışarıdaki dünyanın anlaşılmasında bir engel ol- da Odette’e duyduğu arzu aşka dönüşür. “Seyrettiğimiz bir mayacağını aksine dışarısı hakkında bilgi edinmenin ön sanat şaheseriyle ilişki kurmamızı sağlayan o belirsiz ya- koşulunun öznenin içeride olması ve dünyanın dışarıda kınlık duygusu” (Swanların Tarafı, s.233) Odette’e, onun sı- kalması olduğunu söyler. nıfına, kültürüne, ilişkilerine ve eşyalarına olan mesafesini Yazarın ve ressamın çekildikleri karanlık oda, geçmişi yeniden kurgulamasına sebep olur. Swann’ın yüksek sanat ve dışarıda olan yitik anı barındıran nesneleri tarayarak kültürü, gündelik hayatta karşılaştığı birçok surette canla- geçen ışığın içeri süzüldüğü tek kişilik, tek bakışlık bir nır. Sanat eserlerindeki tasvirler ile gündelik hayatta suret- odadır. Burada yazar, ressam ters görüntüleri düzeltir, biz- ler arasındaki benzerlikten duyduğu coşku adeta bir kapı lere ve etrafımızdaki nesnelere yeni mesafeler kazandırır. gibi Swann’ın kurguladığı şimdiki zamana, hikâyeleşmiş Vermeer’in kurgu odasında, süt döken kadının akan sütüy- bir gündelik hayata ve onun kültürel ritüellerine açılır. le, önündeki işten de öte hayali ile dondurulduğu, ısrarla el- Swann’ın Vermeer’den ve Vermeer ile ilgili çalışmasından den kaçan ışığın ve anın hapseldiği bir yüzeyin tek kişilik, ısrarla Odette’e bahsetmemesinden çıkarabileceğimiz bir tek bakışlık temsili asılıdır. Canlandırma: Safiye Mine Fotoğraf: Niko Guido 59 SELAM SANA, EY DEVRİMCİ!.. EY ŞAİR!..EY RESSAM!... Lütfiye Bozdağ 14 yaşında eğitim sistemine karşı ışığını ve hayallerini resimlerine taşırken, çıkarak okulu bırakan, sonra kendi isşiirsel düş gücünün toplumsal yönünü dışlateğinle ustadan sanat öğrenmeye giden masına izin vermedin. asi çocuk… “Evrensel hoşgörü olmaksızın özgürlük Sanat eğitimi almak için Kraliyet neye yarar?” diye sordun. William Blake, Günlerin Atası, 1794, gravür, Akademisi’nde öğrenci oldun ama burada Evrensel hoşgörünün en başından kuözel koleksiyon rulmasına izin vermeyen “tanrı” kavramını da otoriteye karşı direndin, dayattıkları sorguladın. Günlerin Atası’nda dinlerin ve misanat üsluplarını reddettin. Akademi’nin tolojinin anlattığı insanın yaratılış öyküsündeki tanrı yerine başkanı Sir Joshua Reynolds’a başkaldırdın; “Liberallik istemiyoruz!.. Hakça ücret, eşit değer, sanat için ise gereğini isakıl ve yargı gücünü koydun. İnsanı, yasa ve toplum kurallatiyoruz” diye haykırdın ve Akademi’yi terk ettin. 6 Haziran rının içine hapseden tanrı yerine, akıl ve mantığın merkezine oturttuğun sakallı yaşlı adam ile bilgeliği sembolize ettin. 1780’de Newgate Hapishanesi’ni yakarak otoriteye karşı nefretini dışa vuran ayaklanmacıların arasına katıldın. Yaratılışı akıl ve bilginin sınırlarında, bazen de bilinç dışının Özel mülkiyete, kilise kurumuna, hükümete, döneminin ve tinsel dünyanın içinde aradın. yasalarına, savaşa ve insanı kendine yabancılaştıran her şeye Hayatın boyunca koruduğun devrimci ruhu, tutkuyla yüreğinde taşıdın. Maskesiz dolaştın, dürüst ve yalın bir insan başkaldırdın. Çünkü devlet ve kilise, insanları maddi ve manevi yönden tutsak eden kurumlardı. olarak… Bu yüzden kendini hep daha özgür, daha mutlu ve Ey şiirin ressamı, resmin şairi, onurlu hissettin. Bütün yaşamını oymacılık işinden ve şairlikten kazanHayalini kurduğun özgür, barışçı, eşitlikçi ve adaletli bir maya çalışarak zor koşullarda hayatını sürdürdün. Resimletoplum düşü için bizler hâlâ çabalamaktayız. “şimdi gerçek rinde toplumsal adalet ve insani konuları işledin. Evrendeki olan, bir zamanlar yalnızca hayalimizdi” demiştin. Anarşist karşıtlıklar dengesini keşfettiğin zaman “karşıtlıklar olmakenerjini ve devrimci ışığını takip ederken, aziz hatıran önünsızın ilerleme olmaz” dedin, tüm tabulara rağmen… de saygı ile eğiliyor, şair ruhlu ressam Ali Atmaca ile birlikte Yaşadığın dönemin moda üsluplarına, anlayışlarına uyselamlarımızı gönderiyoruz. madın, düş dünyana çekildin, kendi mitolojini yarattın, yaEy cesur devrimci!.. Ey iflah olmaz anarşist!.. Ey usta şair! şam için inandığın düzeni yarattın, başkasına ait bir düzenin Ey düşleri uçsuz bucaksız ressam!... kölesi olmamak için… İnanıyoruz ki “Şimdi hayalimiz olan bir zaman sonra gerçek olacak.” Küçük bir çocukken düşlediğin melekleri, yıldızları, ay 60 Canlandırma: Ali Atmaca Fotoğraf: Niko Guido 61 “SAAT KAÇ KİMSE BİLMİYORDU” Özge Göztürk Zurbaran, St Francis’in Kafatası ile Meditasyonu, 1658, tuval üzerine yağlıboya, 64 × 53 cm., Alte Pinakothek, Münih Barok ışığı kullanır Zurbaran. Birkaç yüzyıl sonrasının stüdyolarını keşfetmiş gibi. Işık patlar, göz alıcı bir parlaklıkla erir. Ardında mistik bir ruh bırakır. felsefeyi onların ruhuyla harmanlar. Zurbaran, hiç göstermese de Sevilla’yı taşır ya ya- Zurbaran, tabloyu boyadığı zaman sanırsınız ki Tan- nında, Cem Sancar da göstere göstere İstanbul’u anlatır. rı, tüm soluğuyla Sevilla’nın üzerinden geçmiştir. Assisi- Hem de en acımasız haliyle gözler önüne seriverir bu şiir li Aziz Francis’i resmettiği eserinde salt boyayı karmaz. kenti. Azizin ruhunu yakalar. Onun yanışıyla yanar. Kendinden geçen aziz ile kendinden geçer. Bir dönemin toplumu etkileyen tarikatı Fransiskenlerinki de bir vazgeçiştir zaten. Kendilerini Tanrı’ya adarken dünyanın tutsaklığından kurtulmak isterler. “Bir hırka, bir lokma” felsefesiyle yollara düşerler. Anadolulu bir yazar için hiç de uzak değildir aslında onların felsefesi. Cem Sancar bir distopya yaratırken 62 yolu biraz da Anadolu’nun erenlerinden geçer. Sosyalist Sanat iptiladır. Peşine düşenler de müptelası olmuşlardır bir kere. Zamanların ötesinden zamansızlıkta buluşurlar. Her ne kadar başka bir betim için kursa da Cem Sancar’ın cümlesi anlatır o esrikliği sessizce. “Saat kaç kimse bilmiyordu. Yarın ne olacak, hiç kimsenin fikri yoktu. Şehrin her halinden madde bağımlısı Canlandırma: Cem Sancar olduğu, her türlü maddenin müptelası olduğu belliydi.” Fotoğraf: Hakan Çağlav 63 DİZLERİNİ ÇEKMİŞ OTURAN KADIN Fırat Arapoğlu Egon Schiele, Dizlerini Çekmiş Oturan Kadın, 1917, kağıt üzerine guaj, 60x80 cm., Narodni Galeri, Prag Egon Schiele’nin karısı Edith Harms’ı Dizlerini Çekmiş Egon Schiele’nin muhalif duruşu her daim başını ka- Oturan Kadın olarak resimlediği 1917 tarihli çalışmasın- nunlarla belaya sokmuştur. Resimlerindeki erotizmden da, bir dizinin üzerine çenesini dayamış genç bir kadın dolayı çokça sıkıntılar çeken Schiele, 28 yıllık yaşamı figürü izleyicinin karşısında durmakta. Kızıl tonların- İspanyol giribinden sonlanana dek, yaklaşık 300 re- daki saçları, üzerindeki canlı yeşil renkteki bol üstlüğü sim ve 3000’den fazla kâğıt üzerine çalışma üretmişti. ile bir kontrast oluştururken. Öte yandan cüretkâr ve Schiele’nin fazlasıyla cesur ve cüretkâr duruşlu karısı- yoğun bakışlarının varlığını da buna eklerseniz, figürün nın pozunu üstlenen ise, bu duruşu oldukça iyi temellük izleyici üzerinde nasıl doğrudan bir etki yarattığı üzeri- eden Ceylan Ertem. Bu eşsiz resimde betimlenen Edith ne düşünebilirsiniz. Harms, kocasının çektiği hastalığın aynısından mustarip olarak, üç ay kadar sonra sevgilisine kavuşmuştu. 64 Canlandırma: Ceylan Ertem Fotoğraf: Hakan Çağlav 65 AYASOFYA Mustafa Kemal İz Ayasofya Müzesi Mozaiklerinden İsa Figürü Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’daydı ve Söz Tanrı’ydı. İsa’nın ta kendisidir. Özellikle onun her şeye gücü yeten Yuhanna 1:1 pantokrator olarak gösterildiği Deesis mozaiklerinde İsa Tam adı Tanrı’nın Kutsal Bilgeliğinin Kilisesi olan ve Peygamber’in yüzü, tüm anlamın yoğunlaştığı merkezi kısaca Kutsal Bilgelik Kilisesi olarak bilinen Ayasofya, bir konumdadır. Örneğin Ayasofya’da yer alan Deesis Yuhanna İncili’nin ilk ayetinde geçen o meşhur Söz kavra- panelindeki İsa Peygamber’in yüzü diğer panellerdeki mına, logosa adanmış bir kiliseydi. Söz’ün içinde yankı- yüzlerinin neredeyse iki katı büyüklüğündedir. Dahası lanarak göğe ulaşabileceği muhteşem kubbesiyle Ayasof- İsa Peygamber’in yüzü diğer figürlerden farklı olarak ya, Bizans mimarisinin o döneme kadarki en görkemli cepheden görülmekte ve gözleri doğrudan ona bakan ki- yapısıydı. şilere bakmaktadır. Böylelikle iktidarın kaynağı ve kur- Geniş Deesis mozaiği Ayasofya’nın güney galerisinin tuluşun tek yolu olarak İsa Peygamber’in yüzü, ona ina- batı duvarında yer alır. Bu ünlü mozaikte İsa Peygamber, nanlarla bire bir ve doğrudan bir ilişki kurmaktadır. İsa sağında annesi Bakire Meryem (Theotokos) ve solunda Peygamber’in yüzü, adeta tüm bedeninin ve kimliğinin Aziz Yuhanna (Prodromos) olmak üzere, her şeye gücü yerini almış ve diğer her şey o yüzün etrafında kurul- yeten Tanrı’nın oğlu oluşunu simgeleyen tahtında otur- muş; Söz (logos) yüzde ve yüzle beyan edilmiştir. maktadır. Altın bir art-alan önünde İsa Peygamber, sol Yıllar boyunca objektifin arkasında yer alan fotoğraf elinde Yeni Ahit’i tutmakta, sağ eliyle ise kurtarıcılığını sanatçısı Çerkes Karadağ, bu çalışmada objektif önü- simgeleyen işareti yapmaktadır. İsa Peygamber’in gü- ne geçmiş ve sanatçının yüzü izleyici için görünür hale cünü ve kurtarıcılığını ifade etmek için ortaya konulan gelmiştir. Başlangıçta görünmeyen ve dolayısıyla bilin- bu temsil biçimi Pantokrator İsa olarak bilinir ve Doğu meyen Söz’ün İsa Peygamber’in yüzünde görünür hale Ortodoks Kiliseleri merkeziliğini halen koruyan ilk İsa gelme durumuna benzer olarak Çerkes Karadağ’ın ob- imgelerindendir. jektifin ardında yer almasından dolayı bilinmeyen yüzü Şair İlhan Berk, yüzün bir anlamlar odağı olduğunu söyler. Fransız filozof Gilles Deleuze’e göreyse yüz, 66 de bu yeniden yaratma sürecinde görünür hale gelmiş ve bilinir olmuştur. Canlandırma: Çerkes Karadağ Fotoğraf: Hakan Çağlav 67 SANATA VE SANATÇIYA BAKIŞ NE KADAR DEĞİŞTİ?... Lütfiye Bozdağ Birinci Dünya Savaşı’nda yaşa- Almanya’da çeşitli müzelerin koleksi- dığın travmatik deneyimler, sadece yonlarında yer alan binlerce modern hayata bakışını değil aynı zaman- sanat eserini toplatıp “Dejenere Sa- da sanat anlayışını, üslubunu ve nat”, ya da “Yoz Sanat” başlıklarıyla dilini de değiştirdi. Savaş boyunca Münih’te sergilediğini, sergi bitince eserleri açık artırmaya çıkardığını, sa- yaşadığın görüntüler, öldürmenin vahşeti, ruhunda derin izler bıraktı. Kin, nefret, ırkçılık, çıkarcılık karşı- Max Beckman, Masada Dört Adam, 1943, tuval üzerine yağlıboya, 150x116 cm. bunların içinde resimlerinin olduğunu biliyoruz. sında hayatın anlamını sorguladın ve eserlerinle de sorgulatmak istedin. Görünenin aksine Sebzeli Sanatçılar tablosunda İkinci Dünya Savaşı’nın, görünmeyeni fark ettirmek için bir ressam gibi değil de bir her şeyi alaşağı eden, insanlığı kendine yabancılaştıran düşünür gibi ele aldın konuları. ruh halini, birbirine değil de başka bir yere bakan, göz Çağdaşlarının aksine Romantizm’den, Kübizm’den, teması kurmayan, birbirine yabancılaşan ressamları anla- İzlenimcilik sonrası eğilimlerden etkilenmedin, bunların tıyorsun. Tablodaki eşyaların sıkışıklığı, sen ve arkadaşla- dışında bir yol aradın. Soyut yerine figüratif anlatımı ter- rının ruhundaki buhranı, sessiz bir gerilim eşliğinde ama cih ederek resimlerinin temel eksenine hayatın çelişkileri- sarsıcı bir çığlık olarak dışa vuruyor. ni koydun. Dışavurumculuk, Fütürizm, Gerçeküstücülük gibi döneminin Avangard akımlarını dışlayarak özgün bir 68 tılmayanların tümünü yaktırdığını ve O zamandan bu zamana, sanata ve sanatçıya bakış ne kadar değişti?.. biçim dili oluşturdun. Her ne kadar bugün dışavurumcu Bugün Türkiye’de “sanata ve sanatçıya bakış” göster- bir sanatçı olarak görülsen de bireysel dışavurumculuk- mektedir ki; iktidarların sanat üzerindeki hegomanyası tan çok toplumsal eleştiriye ağırlık verdin. Schopenhauer hiç değişmedi. Gerek siyasi iktidar gerek sermaye, sanat ve Nietzsche’nin felsefesinden etkilenerek geliştirdiğin alanını kendi amaçlarına hizmet eden bir araca dönüştür- sanat anlayışı, yaşamın düzensizliğini, adaletsizliğini, in- dü. Bu nedenle Amerika’da yükselen müzeyi işgal eylem- sanın yalnızlığını ve umutsuzluğunu anlatan ironik dilin leri, biz % 99’uz sesleri Türkiye’de de yankı buldu. Heykel- olanca çarpıcılığında ortaya çıkıyordu. leri yıktıran, kamusal alanları rant alanına çeviren, sanat- İktidarın sanat üzerinde hegomanyası tarih boyun- çıları terörist ilan eden siyasal iktidar hegemonyasına, sa- ca süregeldi. Sanatçılar ne zaman iktidar ideolojisine natçılara tepeden bakan müze yöneticilerine karşı koyan başkaldırsalar cezalandırıldılar. 1937 yılında Nazilerin, sanatçı tavırları az sayıda da olsa etkin olmaya başladı. Canlandırma: Gripin Fotoğraf: Hakan Çağlav 69 REANKARNASYONEL BİR ANI Balkız İnal Antonio Pedro, İki Zarif Lady, 1828, tuval üzerine yağlıboya, 94.6 x 76.2 cm. Okyanus dalgalarını geride bırakmış, Satürn’ün hal- Zihni titreten, gerçekliğe dönmem için uyaran dan- kalarında kol kola gezindiklerini unutmuş yelpazeli iki teller içindeki iki kadın sana evrenin sırrını verecek. Ne zarif kadın. Görünen o ki, Melodi krallığının davetini yazık ki, henüz değil. Beklemek için uzay-zaman fazla- geri çevirmeden önce mağaranın ardındaki şelaleye sa- sıyla var ve aslında şimdi. Sadece farkı ayırt etmek gere- rılmışlar. Dinlenirken yaptıkları sohbetten şarkılar ya- kiyor, yoksa ellerinden kayıp gidecek. Ancak elimdeki bir zılan parlak mavi ışığa kendini kaptırmamak mümkün ipucu; orkidelere basmadan yürümem gerektiğini söylü- değil. Rengârenk formüllerle bezenmiş düşüncelerinden yor, arkama bakmıyorum ve koşmaya devam etmeliyim. berrak sular akıyor, ayaklarımın altından akışını izler- Bir yakışıklının, en zayıf noktaları olan güzel bir çi- ken herkes yıkanıyor. Serinlemek için yelpazelerinin yumuşak bir hareketi cevap verdiklerinde Fil ve Balina sürülerinin yönlerini ile zamanda atlıyor ve başka bir boyuta geçiyorlar. Bu- değiştirerek Dünya gezegeninin eksenini yerinden oy- rada yaptıkları ve yapacakları tüm görüşmeler kayda nattılar. İşte burada nefes nefese kalmıştım, uyanmak geçiyor. Ben de bu kayıtları teker teker dinliyorum – an- istedim. lıyorum ama kelimelere dökemem, zaten alışılmış bir durum. Çünkü başka bir dil bu, zerâfetin ve dinginliğin dili bu. 70 çekle kandırmaya çalışmasına sade bir gülümsemeyle Barok zamandan gelen meltemin taşıdığı hikâye ile sizi yanlız bırakıyorum. Canlandırma: Günseli İnal - Beliz İnal Fotoğraf: Hakan Çağlav 71 İKONLAŞMAK Nilgün Yüksel Bugün her şeyde olduğu gibi öy- Ana Maria’nın temsiline dönüşür. lesine, anlamını yitirmiş, içeriği bo- Dalí’nin resme dönüştürdüğü kız şaltılmış ikon kelimesi, genellikle kardeşini Dalí’den çok sonra fotoğ- Ortodokslu’ğa bağlanır ve genişletil- raftaki duruşuyla betimleyerek, ken- miş olarak da temelde yüce bir anlamı ifade eder. Salvador Dali, Kızkardeşimin Portresi, 1923, tuval üzerine yağlıboya, 66 x 48 cm. rüntüyü öteler, dönüştürür ve başka bir gerçeklik olarak yeniden sunar. Her ne kadar Ortodoks inancıyla ilişkilendirilse de kelimenin tarihinde biraz daha geriye Artık, karşımızdaki kostümle kendini yeni bir figüre dö- gittiğimizde İkon, aslını anlatan ya da aslına çok benze- nüştürmüş Hülya Koçyiğit’in fotoğrafıdır. Başka bir de- yen anlamına gelir. Ve şimdilik bildiğimiz en eski ikon- yişle fotoğraf Ana Maria olarak Hülya Koçyiğit’i temsil lar Antikçağ’dan kalmadır. eder. Dalí, bugün bile temsil ettikleriyle marjinalin figü- Oyuncu olarak Hülya Koçyiğit’in perdede görünen rüdür. Her ne kadar ailesi sonradan itiraz edip onu çok bedeni ise başlı başına bir temsildir. Kadına dair gön- kızdırsa da kişisel tarihini yeniden yazacak kadar kendi dermelerin, inançların, rollerin, kişiliklerin, duygula- dünyasına dönük, kendi gerçekliğini yaratan, resimle- rın temsili… Öte yandan sadece Hülya Koçyiğit, aynı riyle birlikte kendini de forme eden alışılmadık figürler- zamanda Türk sinemasının temsilidir. İlk kez sınırların dendir. O doğmadan önce ölen ağabeyi Salvador’un adı- ötesinde başarı kazanan yerel sinemanın temsilidir. Son nı almanın rahatsızlığını yaşar. Erken yaşta kaybettiği noktada Hülya Koçyiğit, Hülya Koçyiğit’in temsilidir. annesinin yerine kız kardeşi Ana Maria’yı koyar. Ana İkon aslına en çok benzeyendir. Bir ressam olarak Maria onun sadece kız kardeşi ve anne figürü değil, aynı Dalí kendini yeniden tanımlayarak, bir oyuncu olarak zamanda resimlerinin modelidir. 1923 tarihli Kızkarde- Hülya Koçyiğit ise insanı yeniden tanımlayarak hafıza- şimin Portresi adlı çalışmasında Ana Maria’yı bir iskambil larımızda ikonik figürler olarak yer alırlar. kâğıdındaki figürlere gönderme yaparak resmetmiştir. Ana Maria olarak Hülya Koçyiğit ise bir kez daha farklı okumaları çağırır. Fotoğraftaki Hülya Koçyiğit, 72 dine mal eder. Bu noktada ilksel gö- İkon, aynı zamanda toplumsal hafızanın, kültürün ürünüdür. Ve öyle olmak için fazladan herhangi bir şey yapması gerekmez, sadece öyledir. Canlandırma: Hülya Koçyiğit Fotoğraf: Hakan Çağlav 73 İZİ KALIR Ferzan İpek André Derain, Çingene, (1880-1954), tuval üzerine yağlıboya, Paris Şehri Modern Sanat Müzesi André Derain: Bir pastacının oğlu. Babasının ciddi (!) sanatçıların hep kıskanılası bir esriklikleri vardır. Onlar bir meslek seçmesi ısrarlarına karşı mühendislik eğitimi- özgür seçimin, kalıcılığın simgeleridir. Çingeneler ise bu ni yarıda bırakıp ressam oldu. Önce Fovların içinde yer kadim dünyanın geçiciliğinin, başkasının, dışarıdaki- aldı. Sonra Klasisizme doğru yoluna devam etti. Yetenek nin… Biraz tedirginliğin ama en çok da sistemin dışın- avcısı Gertrude Stein, onun Afrika sanatını Kübistlerden daki özgürlüğün… önce keşfettiğini söyledi. Gertrude Stein gibi dünya da Yeteneğini ve yıllar süren oyunculuk deneyimini onun yeteneğine kayıtsız kalmadı. Henüz hayattayken bir yana bırakırsak, Levent Üzümcü, o bir anlık duru- büyük sergilerin baş aktörlerinden biriydi. şuyla André Derain’in ruhunu Çingeneler’in ruhuna Levent Üzümcü: Bir röportajında “Karayollarında oto katar. Önce sanatçının rahat fırçasını gösterir. Sonra tamircisi bir adamın oğluyum ben”, diyordu onu uzaktan Çingene’nin umursamazlığını. Sonra kendi duyarlılığını. görmeye alıştığımız yansımasının salt bir yanılsama ol- Çoğu zaman ifade biçimi ne olursa olsun sanat sade- duğunu hatırlatırcasına. 74 ce bir iz bırakır. Etkileri süresiz devam edebilen bir iz. Birçok yerde bahsi geçer sanatçılığın bir meslek olma- Sonra gerçek ile temsil birbirine karışır. Bazen bir ressam dığı, bir yaşam biçimi olduğu. Belki bu yüzden, yaşamın ölümünden çok sonra, yıllar öncesinden bir oyuncuya tüm sorumluluklarını yüklenmelerine karşın bizler için dokunur. İz bırakır. Canlandırma: Levent Üzümcü Fotoğraf: Hakan Çağlav 75 AZİZEM Çağla Ercan Leonardo da Vinci, St Anne, eskiz Azizem! Tebessümlü gözlerinizin altında kaybolan çocukluğumu gelin kurtarın! da olmak istiyorum. Yanımda annem. Giderebilir miyim O düş bahçesinde unutmayın beni. İlkin azgın bir ok- içimin yoksulluğunu? Çağırın tutuversin elimden Züm- yanustum ana rahminden fışkıran, şimdi ıssızlığımı işi- rüdüanka kuşu? Doğu’nun Leyla’sı renklendirsin sözcük- tiyor musunuz? Nasıl da sessiz nasıl da zifiri. Özlüyorum lerimi… azizem, ama en çok korkuyorum. 76 Azizem! Şimdi sadece mavi bir akbabanın kuyruğun- Sisli beyaz bir tülün ardındaki azizem; lütfe- Azizem sizin o efsunlu gizeminiz bile içimin gayri- din, ipeksi yaşanmışlığınızla sevin, sevdirin beni. meşruluğunu kapatmıyor. Bana eğilmiş, yüzümde gezen Rönesans’ın büyük ressamı; Son Yemeğin, Mona Lisa’nın, tılsımlı gözleriniz. Lütfedin bir ses verin yorgunluğu- Azize Anna, Bakire Meryem ve Çocuk İsa’nın… ma, kapalı kalmış dudaklarınızdan dökülsün uykusuz Yaratıcısı, unuttum tarihe kazınmış ismimi. kalmış ninniler. Deliliğimin kıyısız suskunluğunu alın Ben henüz yeni doğmuş Leo… benden. Özlüyorum her dem kadın kokan annemi… Canlandırma: Leylâ Erbil Fotoğraf: Hakan Çağlav 77 GENÇ BİR MÜZİSYEN SESİ YAKALAR Ferzan İpek Paul Klee, Sarılı Kızın Küçük Portresi, 1925, tuval üzerine yağlıboya, 24.1 x 21 cm., The Metropolitan Museum of Art “Uyanmak çiçek gibi dayanılmaz güzel kızlar” diye Her ne kadar soyut yapıtlarıyla tanınsa da figür de başlar İlhan Berk, “Paul Klee’de Uyanmak” şiirine. “A’lar yapmıştır Paul Klee. Ama kendi dilinde. Biraz çocuksu, V’ler U’larla olmak Paul Klee’de uyanmak” diye de bitirir. biraz ironik. Türkiyeli bir şairin defterine konuk olan Paul Klee “Sanat görüneni yansıtmaz, görünür kılar” derken, şiirin resmini yapar. Ama en çok da müziğin… Çocuk- bakışını, duyumunu izleyici ile paylaşır. Çünkü onun için luğunun müzisyen olma hayallerini resme sığdırır. Ama tek bir dünya yoktur dünyalar vardır. enerjisi bedenine sığmaz. Modern müzikle baş edemeye- Bir müzisyen olarak Melis Danişmend’in de Klee’nin ceğini düşünüp resme sarıldığında da kemanı bırakmaz. tablosu içine yerleşmesi rastlantı olmasa gerek. Belki Kuramcı, eğitimci, sanatçı olarak çalışırken dinginliği- renklerden çok seslerin ortaklığında buluşur Klee ile. Ne nin eşlikçisi olur keman. de olsa bir müzisyen için sesler, her an ezgiye dönüşecek Müzik ruhuna işlemiştir bir kere, bu yüzden onun resimlerinde sıkça duyulur o kemanın tınısı. Notalar renklere dönüşür. Her renk yumuşak bir geçişle birbirine o dünyalardan birine aittir. Belki büyük bir şairin Klee’de şiiri yakalaması gibi Canlandırma: Melis Danişmend Fotoğraf: Hakan Çağlav genç bir müzisyen de sesi yakalar. bağlanır. 78 79 UYKUDA ÖLÜMSÜZLEŞİR İNSAN Simge Zilif Edward Burne-Jones, Cupid ve Psyche, 1865 – 1867, City of Manchester Art Galleries, Manchester, İngiltere İlk rüya. Bilincin ölümsüzleştiği, hiçbir zaman sınır- Aynı rüyamı ilk fark edişim gibi ilk defa fark ediyorum ları olamayacak başka bir alan sanki. Uykuda ölümsüz- onun da varlığını. Hep oradaydı aslında ama ulaşmamış- leşir insan, çünkü uykuda rüyayı bulur. İhtimallerin son- tı yerine. Sadece rüyamda hissettiğim bir huzur; yine de suzluğunda her yer, “hiç” bir yer olur. . Tüm hiçliklerine kaybetmekten korkuyorum. O korkuyla da uyanıyorum. rağmen çok şey anlatırlar ya da tüm varlıklarıyla hiçbir İlk ağıt. Bütünleşme ile beni anlatıyorum kendime, şey. Sonsuz öykünün başladığı ama sonsuzluğuna rağ- kendimi bütünlüyorum bir sonraki korkumla, yalnızlık- men bittiği yer değil midir uykular? la yüzleşmek üzere. Hep güzel ya da hep baki değil ya İlk rüyam. Ağır, koyu; sanki başımı da ağırlaştırıyor. bütünlük. Sonsuzluğa doğru bölündükçe ölümsüzleşen, Yine de seviyorum onu. Bir prensesim orada ben. En tamamlandıkça parçalanan ve son rüyamı görürken de eski rüyamda en eski zamandayım sanki. Uzun bir el- erişmeye çalışacağım şu bütünlük. İşte bu yüzden rü- bise ile uzun koridorlarda, karanlıkta koşuyorum dipsiz yaya benzemiyor mu zaten o ağır his? Tamamlandıkça korkuyla. Bir şey bekliyorum, arıyorum. Ararken yorgun eksilmekten, tamamlanamadan bitmekten, bir yandan düşüp bayılıyorum, rüya içinde rüya görüyorum. Dön- da sınırlarını bilmediğim yerlerde gezinmekten korku- gü, sonsuzluk… Sonsuzluğu hem sağlayan, hem bölen, yorum. Eriştikçe kaçtığım tekinsiz oyun alanımdayım huzurumun gizli nesnesi geliyor. Özlemlerimle özdeşle- ilk rüyamda olduğu gibi. şiyor. Tamamlıyor beni. Anlıyorum hemen ne olduğunu. 80 Canlandırma: Müşfik Kenter - Kadriye Kenter Fotoğraf: Hakan Çağlav 81 KÜSKÜN BİR AĞUSTOS Cem Sancar Yıldızları bonkör gecelerdi. Radyoda hiçbir zaman onun gibi olamayacaktık. Öyle Hafif Batı Müziği, Türkçe aranjmanlara yakışıklı, öyle tuzu kuru, öyle güzel giyinen terfi etmişti. Yaz geceleri çimen kokuve öyle mavi gözlü. yordu. Bahçede tulumba, tulumbada Denizlere giriyor, mayosuyla dolanıyor, yıkanan bahçe patlıcanı ve kardeşim güzel kadınlarla yatıyordu. Ya fabrikatörün vardı. Bir de uzak, portakal rengi bir şımarık oğlu oluyordu ya da mahallenin en evin çatısında uçuşan rengârenk gügüzel kızının âşık olduğu bir havalı! Şimdi Andrea Del Sarto, Genç Adamın Portresi, vercinler… karşımda duruyor, Andrea del Sarto kılı1517-20, tuval üzerine yağlıboya, Tombiş annem, “onlar buranın esğında… Del Sarto, terzinin oğlu demekmiş. National Galley, Londra kisi, Ermeni bir aile” demişti. Uzun Rönesans sanatçısı. Bugün de birçok sanat boylu, gösterişli bir kadın bir Ağustos akşamı bize hoş geltarihçisi Del Sarto’nun çağdaşı pek çok ressamın ilerisinde dine gelmişti, babamla biraz fazla konuşmuştu, annemin olduğunu düşünüyor. Işık kullanımında bıraktığı yumuyüzünü düşürmüştü. Kılıç kadar mavi gözleri vardı. şak etki onun ustalığı. Sabahattin Ali’nin, Kürk Mantolu Öyle bir varoşta büyüyorduk biz. Hayal gibi bir İstanMadonna’sı için ilhamı, Del Sarto’nun Meryem’i konu ettibul kırında. Samatya’dan oraya göç etmiştik. Bizim de bir ği bir yapıtından aldığı biliniyor. evimiz olsun istemişti annem. Babam klark bıyıklarındaSalih Güney asla bir terzinin oğlu olamaz bence! Olsa ki anasonu temizleyip bir sigara yakmış, “Ben yaşamam bile zaten çoktan -mahalleye gelen en şık arabayla- alınıp bu dağda!” demişti. Akşamcı, âlemci, Beyoğlu çapkını bir götürülmüştür bir yalıya. Şansı paçasından akan biridir adamdı. O varoşta yaşadı, orada son nefesini verdi. çünkü o. Bize öyle düşündürtür kendini… Yaz geceleri en büyük eğlencemiz yazlık sinemalarŞimdi yeniden karşımda… Küskün bir kardinal! Sürüldı tabii. Annem de benim ve kardeşim kadar sinefiliydi. müş, değeri bilinmemiş bir kardinal. Üzgün bir ağustos… Haftada bir, iki, bazen üç sinemaya giderdik. Eğer paraAma ben onu 70’lerin yanık tenli, ipek gömlekli ve İsmız yoksa çantamıza ev imali gazoz ve ekmek koyardık. panyol paçalı yakışıklısı olarak görüyorum. Çünkü hâlâ Son şarkı çalarken, -genelde o günün makinist kılığındaki bir yanımda, o güzelim varoşta, o çayır çimende bir AGA DJ’lerinin hit şarkıları olurdu bunlar- ışıklar yanar film radyosu çalmakta ve hala o güvercinci Ermeni ailenin labaşlardı. Önder Somer babam kadar hayırsız bir adamdı. civert kızı bize hoş geldine gelmekte… Erol Taş mahallenin belasıydı, ya Salih Güney?.. Kim bilir o kadın -miniminnacık olmama rağmen- SaSalih Güney yanık teni, düzgün vücudu, mavi gözleri lih Güney’den gözünü alır da bana da bakar diye orada ve muhteşem gülümseyişiyle bütün kızların sevgilisi, biöyle bekliyorum. Yıldızlar da benimle beraber bekliyor zim ise düşmanımızdı. gecede. Nasıl olmasın? Uzaktan uzağa hayran olduğumuz her Ağustosböceklerinden ise hiç ses çıkmıyor. İlginç! Küsyaştan kadın nesli onun için ölüp bitiyordu o yıllarda. Biz künler mi ne? 82 Canlandırma: Salih Güney Fotoğraf: Niko Guido 83 DANSÇI Mustafa Kemal İz “Fovizm her şey değildir; yal- Fovist bir resmin en temel öğesi nızca her şeyin başlangıcıdır” diyen olan güçlü ve canlı renk kullanımı Henri Matisse ve arkadaşı André kadraja, dansçının bacaklarına ve Derain’in fovizm serüveni 1905 ya- saçlarına denk gelen mavi ve tu- zında, Fransa’nın Akdeniz’e doku- runcu renkleriyle yansıtılmıştır. nan kıyı kasabası olan Collioure’de Nitekim aynı renkler ve kullanıldığı başlamıştı. Baharda Collioure’e ge- alanlar, resmin içinde de en çarpıcı len Matisse’e, yazın ortalarına doğru öğeler olarak öne çıkmaktadır. Öyle Derain de katılmış; iki ressam, yaz boyunca birlikte çalışarak 90’a yakın Andre Drain, Dansçı, 1910, tuval üzerine yağlıboya, Devlet Güzel Sanatlar Müzesi, Kopenhag, Danimarka resme imza atmıştı. İlerleyen dönemde, özellikle Alman dışavurumculuğu üzerinden, modern yüzüne karşılık; resimdeki duygusal yoğunluk, özellikle mavi ve turuncu- nun koyu tonlarında kullanımıyla verilmiştir. sanatın gidişatında kalıcı bir etki yaratacak olan bu çalış- Dansçı’nın fotoğrafla yeniden yaratımında ise izlenim- malar fovizm adı altında ele alınacaktı. Kendilerini fovist cilerin bir renk olarak reddettikleri siyah art-alanla güçlü (fauvist) olarak adlandıran Matisse ve Derain’in kendileri bir karşıtlık oluşturan turuncu ve mavi, bu karşıtlık sonu- değildi. Dönemin eleştirmenlerinden Louis Vauxcelles, re- cunda daha da ön plana çıkmaktadır. Resimde, diğer renk- sim sanatının teamüllerini görmezden gelen, olabildiğince lerin bir bireşimi olarak dikkati çekmeden, merkezden koyu, canlı ve göz alıcı renk kullanımını eleştirmek üzere çevreye doğru genişleyen beyaz alanlar da; fotoğraftaki Matisse, Derain ve arkadaşlarını “les Fauves” (vahşi yırtı- siyah arka plan nedeniyle daha belirgin duruma gelmiştir. cılar) olarak çağırmış ve bu ad sanatçıların üzerine yapışıp Dolayısıyla fovist bir resmin, fotoğrafla yeniden-canlan- kalmıştı. Tuvalin yüzeyine yayılan canlı ve koyu renkler dırılmasında da onun en önemli özelliği olan renkler yine dış dünyanın salt birer izlenimi olmakla yetinmiyor, res- ön planda yer almaktadır. samın duygularını da haykırıyorlardı. Renkler, fovistlerin Tüm bunlara ek olarak, Dansçı’nın fotoğrafla yeniden elinde adeta patlıyordu. Nitekim Derain, renkleri dinamit yaşama geçirilişinde en vurgulanası nokta, resimdeki fi- çubuklarına benzetmişti. gürün ifadesiz ve kayıtsız yüzüne karşın; Şenay Gürler’in İşte fovist bir portre olan Dansçı (1980) adlı resim, ışık belli belirsiz bir tebessümle izleyicinin bakışlarını üzerin- ve gölge arasındaki sınırları yıkan kalın fırça darbeleriyle, de toplayan ifadesidir. Arka planla oluşturdukları karşıt- renkleri birer dinamit gibi kullanan André Derain’in çalış- lık üzerinden öne çıkan renklerin coşkusuna, Gürler’in malarından biridir. Oyuncu Şenay Gürler’le yeniden yaşa- yüzündeki asudelik adeta meydan okur niteliktedir. ma geçirilen Dansçı, yaratıcısı Derain’e bir tür saygı duruşu niteliğindedir. 84 ki figürün durgun haline ve ifadesiz Canlandırma: Şenay Gürler Fotoğraf: Hakan Çağlav 85 İMGELER HEP BİRŞEY SAKLAR Ebru Hoş Jozsef Rippl-Ronai, Kafesli kadın, 1892, tuval üzerine yağlıboya, Macaristan Ulusal Galeri “O denli çok sevinç ve üzüntü nöbeti yaşadım ki, maya, suskun bir muhabbete indirgemiş. Kurgulanan, Artık bunlardan birini ilk gördüğümde, bir anlamda yeniden üretilerek fotografik bir çalışmaya Hemen kendimi kaybetmiyorum.” dönüşen orijinal eser, izleyicide bambaşka bir esere bakı- Shakespeare yormuş algısı yaratmakta. Bu kurguya teatral duruşuyla canlılık katan Tilbe Saral ise geçen yüzyılın başında ya- Gece mavisi yağlıboyanın içinde kendi yalnızlığını pılmış eseri bugüne taşıyarak, imgeyi performatif düz- ölümsüzleştirdi sanatçı, kendi mahkûm unutuluşunu lemde pozlayarak, eseri yeniden bir varoluşa, bir düşü- fısıldadı kafesteki kuşa… nüşe sürüklüyor. Bu süreçte yapıt, izleyene kendine göre Görünen o ki melankolik bir atmosfere rağmen ken- anlamlandırabileceği bir etkilenme, düşünme ve bellek di varlığını mekânda hissettiren kadının ağzındaki ince oluşturma alanı yaratıyor. Fotoğraf, asıl eserden kalma harfler susmuş, sanki uzun bir yolculuğa ayırmış kendi- imgesel kodları çözerek, bir anlamda onu orijinal eserin ni ve onun hazırlığını giymiş üstüne, birazdan uçuvere- yoğun düşünsel zemininden özgürleştirerek, izleyiciyi cek özgürlüğü tutuyor elinde. Terk edilmişlik ve geçmiş yaratıcı bir aksa sürüklüyor. yaşantının gölgeleri sigara dumanı hafifliğinde geziniyor Devamla; objektif bir bakış açısı ile yapıtı algılayarak, etrafta. İmgeler bizden hep bir şeyler saklıyor izlenimi yapıtın yarattığı yanılsamayı şimdiye taşıyarak mekânın yaratıyor. renksiz, flu, ölü düşünceleri gibi kara şapkalı protagonist Peki nedir bu imgelerin sakladıkları? için kafes rolü oynayan bir atmosferde, suskunluğa terk Öncelikle orijinal eserde belli belirsiz varolan nes- edilmiş kadın veya kadınlık için değişen pek bir şey ol- neler, fotoğrafta tümden yok olarak bütün anlam bileşenini kadın ile kafesteki kuş arasındaki derin bakış- 86 madığını haber veriyor. Canlandırma: Tilbe Saran Fotoğraf: Hakan Çağlav 87 SAYGIDEĞER MİSAFİR Cem Aktaş Albrecht Dürer, Otoportre, 1498, tahta pano, 104 × 82 cm, Prado Müzesi İlk otoportremi Strasbourg’da sevgilim ve nişanlım rum. Macar asıllıyım ama Alman disipliniyle büyüdüm Agnes’in Nuremberg’deki hasretini dağlamak ve belki de ben. Portremdeki gururlu ve bir o kadar sakin bakışları- kendime biraz daha âşık etmek için resmetmiştim. Belki mın ardında gizlediğim hiçbir şey yok. Egomla bakıyorum de öyle yapmamıştım tam olarak emin olamıyorum şu sizlere, toplumdaki yerim, rolüm, tanınmışlığımla ve sizin an... Acaba 22 yaşımda insanlar bana baktıklarında bunu zamanınızda da tanınan biri olacağımı bilerek bakıyorum mu görüyorlardı ya da sevgilim beni böyle mi hatırlıyordu? sizlere. İtiraf edeyim bu portreyi tuvale işlerken sizlerin Belki bir iki ufak fazladan fırça darbesi olabilir ilk otoport- beni kıskanan bakışlarınızı hayal ettim. Bu bakışların ar- remde... Neyse ki bir sene sonra evlendik sevgili Agnes’le dında hiçbir şey yok sizler varsınız... umarım bana âşık olmuştur, portreme değil. Beş sene sonra bir başka otoportremle karşınızdayım. 88 Sizin bakışlarınıza cevaben benim bakışlarım... Sizin duruşunuza cevaben benim duruşum... İleride olabilecek karışıklıkları engellemek için tabloda Şu ana kadar söylediklerimi size zahmet unutun. Ken- hemen pencerenin altına bir not iliştirdim; “1498, kendi dinizi bu kadar önemli mi zannediyordunuz? Benim gibi figürüme göre resmettim. 26 yaşımdaydım, Albrecht Dü- tarihe geçmiş, dâhi bir sanatçının düşüncelerinde sizlere rer.” Yeterince açıklayıcı olmuştur umarım çünkü 26’ımda ayıracak yer mi var sanıyorsunuz? Önce kıskanç ardından böyle görünüyordum daha yaşlı değil. Ardımda spekülas- somurtuk ifadenize daha fazla tahammül edemeyeceğim, yon yapılabilecek, ucu açık bir konu bırakmak istemiyo- lütfen bir sonraki esere geçiniz... Canlandırma: Yetkin Dikinciler Fotoğraf: Hakan Çağlav 89 AMERİKAN GOTİK Barış Yıldırım Grant Wood, Amerikan Gotik, 1930, tuval üzerine yağlıboya, 74,3 cm x 62,4 cm., The Art Institute of Chicago, Chicago, ABD İnce ince bir toz yağar bekleyişin üstüne, gide gide tükenmeyen yollardan. Onlar eder biz buluruz, aşksızların hükümdar olduğu dünyada. rodilenmesinden? Ama Iowa’da bir kır evinin karşısına kız kardeşini ve dişçisini yerleştirerek mütevazı bir ödül kazanan res- Hadi de doğrulalım Iowa’nın tozuna... sam, belki eserinin bir gün bir Amerikan kültü haline Sanat yaşamın aynası değil parodisidir. Çünkü insan- geleceğini düşleyebilirdi; ama dişlerin ustası olacakken lar, evler ve keder resme konulamazlar, resme konu olur- seslerin ustası olmuş şarklı bir şarkı ressamının ve onun, lar olsa olsa. taşların ve boyaların şarkıcısı karısının ölümünden 70 İnsanı yeniden yaratmak ilahiyatın ve gen mühendisliğinin alanına girer, sanatın değil. Evlerle mimar ve müteahhit ilgilenir, kederle psikiyatr ve meyhaneci. 90 Hangi yaşam parodicisi şikâyet eder parodilerinin pa- yıl sonra kendi resminden ona el sallayacaklarını düşleyemezdi; değil ki tahmin etsin. Parodi bu yüzden güzel: Ele avuca sığmayan bir ço- Sanatın işi yaşamın şarkısına karşı kendi şarkısını cuk, namlusunun ne tarafa baktığını bilmediğimiz bir koymaktır. Yaşamla dalgasını geçer o, kimi zaman zer- silah, hangi makamdan gireceğini bilmediğimiz bir şarkı rece gülümsemeden. olduğu için. Canlandırma: Edip Akbayram - Ayten Akbayram Fotoğraf: Niko Guido 91 MAX BECKMANN Fırat Arapoğlu Max Beckman, Tuxedo’da Otoportre, 1927, tuval üzerine yağlıboya, 138.43x96 cm., Busch-Reisinger Museum, Harvard University, Cambridge, Massachusetts 92 Her zamanki karamsar dünya görüşü ve egosantrik eğitimli bir isim olarak figüratif resmin gücüne inandı. görünümüyle Max Beckmann’ın ta kendisi karşımızda- Sıklıkla koyu renkleri ve deforme edilmiş biçimleri kul- ki. Cüretkâr, güçlü ve şık... İzleyicisine direkt bakan bir lanarak, bu karamsar ifade ve ifadeselliği yakalamıştı. bakışa sahip. Bu resimde, sanatçıların da sosyal elitin bir parçası ol- 1927 yılında Max Beckmann bu otoportreyi resim- maları gerektiklerine olan inancını yansıtmakta. Hal- lediğinde gücünün doruğundaydı. Birinci Dünya Savaşı dun Dormen’in temsil ettiği bu duruş, sanatçıların şık sonrasında daha ifadesel bir üslup edinen sanatçı, işte giyinmeleri ve özellikle smokinler ya da en azından koyu yüksek basamaklara önemli bir ressam olarak böyle takım elbiseler giyerek ve papyonlar takarak güçlü birer uzanacaktı. Entelektüel bir ressam ve felsefe konusunda karar alıcı gibi imaj sergilemeleri gerektiğini vurguluyor. Canlandırma: Haldun Dormen Fotoğraf: Niko Guido 93 EL GRECO’NUN KADINLARI Özge Göztürk Sanat yaşamına Bizans usulü mızı ojelerini ve rujunu ön plana çıkar- dini resimlerle başlayan El Greco, tıyor. Oturduğu sandalye, tabloyla kar- gençlik yıllarında Maniyerizmle öz- şılaştırıldığında Maria Magdalena’nın deşleşen eserler üretmiştir. 1585- sırtını dayadığı dağı çağrıştırıyor. Maci- 1590 yıllarında tamamlanan Maria de Tanır’ın tabloya asimetrik olarak ver- Magdalena’nın Kefareti tablosunda, diği poz, fotoğrafta El Greco’ya yapılan ressam Maniyerizm akımının; dü- göndermelerin en belirgin olanı. Macide zensiz ışık, uzun figürler, yapay El Greco, Tövbekar Magdalene, 1585-1590, tuval üzerine yağlıboya, 109 x 96 cm., özel kolleksiyon görünüm ve derinlik eksikliği gibi ması, Maria Magdalena’nın ölüme uza- özelliklerini açıkça yansıtmıştır. Bugün Ekspresyonizm nan elini sembolize etmemesi ve kısa saçlarıyla modeli ve Kübizmin öncellerinden sayılan El Greco, 1595’ten iti- kopyalamak istemediğini açıkça ortaya koyması, tabloyu baren tarzını değiştirmiş ve figürü gerçekçi çizmeyi red- yeniden farklı bir şekilde yorumladığını gösteriyor. Bu detmiştir. Zaman içerisinde güzellik onun için farklı bir yorumunda; Macide Tanır’ın sevdiğimiz olgun, kuvvetli anlam ifade eder olmuştur. Modellerinin karakter özel- ve umutlu bakışları ile Maria Magdalena’nın acılı ifadesi liklerini kuvvetlendirip abartarak, onlara olağanüstü bir arada görülebiliyor. güçler ve ifadeler kazandırmıştır. Çoğu zaman kadınla- Maria Magdalena’nın, ölüme bakan gözleri, üzgün rın güzelliğini, kuvvet ve gizemle, hatta abartarak ürkü- bir şekilde yana düşen başı, pürüzsüz cildi ve gençliği ile tücü bir duruşla bütünleştirmiştir. Bu tutumunu; ”Hangi oluşturduğu figür, El Greco’nun yıllar sonrasında çizme- bakış açısından olursa olsun, iyi orantılanmış, güzel bir yi bıraktığı bir kadın figürü olmuştur. Macide Tanır’ın; kadın görmekten mutlu olamayacağım, söylemek istedi- kadınsı, kuvvetli, üzgün ama baş edebilen ifadesi ise El ğim, amaç sadece onun güzelliğini bozmak değil, ne ka- Greco’nun ileriki yıllarındaki kadın duruşunu yansıtmış- dar abartılı, görselliğin kurallarına göre ölçüde yükseltil- tır. Macide Tanır, tabloda umudu simgeleyen sarmaşığı, miş, ama daha fazla güzelliğiyle var olmadan ve aslında, İsa heykeliyle anlatılan savaşçının kuvvetini ve kafata- canavarsı hale gelmesi” ifadesinde de belirtmektedir. sıyla sembolize edilen ölümün mutlaklığını bakışlarında Maria Magdalena’nın Kefareti tablosunun yorumlandı- ifade etmiştir. El Greco da zaman içerisinde bu sembolle- ğı fotoğrafta, Macide Tanır’ın yüzündeki vakur, kuvvetli, ri, portresini çizdiği modelin bakışlarına taşımıştır, tıpkı sakin, anlayışlı ve kadınsı ifadesi açıkça ve keyifle oku- Macide Tanır’ın yaptığı gibi. nabiliyor. Elleri ile yüzünü tamamen aydınlatan ışık, kır94 Tanır; tablodaki modele asimetrik otur- Canlandırma: Macide Tanır Fotoğraf: Niko Guido 95 96