PDF formatı için tıklayınız.
Transkript
PDF formatı için tıklayınız.
edaktüel içindekiler Yıl 3 • Sayı 15 Mart - Nisan 2015 İmtiyaz Sahibi EDAK Adına Ecz. Emre Bacanak emre.bacanak@edak.org.tr Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ecz. Ayşem Jale Kıhtır jale.kihtir@edak.org.tr Yayın Koordinatörü İ.Hakkı Kesirli hakki.kesirli@shift-izmir.com Genel Sağlık Editörü Ecz. Meltem Kortel meltem.kortel@edak.org.tr Genel Koordinatör Yeşim Erdemir yesim.erdemir@edak.org.tr Ürün/Reklam Koordinatörü Burcu Yaylacık 10 Bahar geliyor, doğa uyanıyor... Ya siz? Dosya: Baharı karşılamak, doğanın uyanışına katılmak... 20 Kalbinden sen sorumlusun Doç. Dr. Ozan Kınay yazdı 21 Eczacınız sizi dinliyor burcu.yaylacik@edak.org.tr Siz sordunuz eczacınız yanıtladı Yayına Hazırlayanlar 22 Çocuklarda ev kazalarında boğulma • Alpay Sönmez • Deniz Çaba • Elif Aydoğdu • Nezlihan Acu • Handan Korhan • Işık Teoman • Paşa Tars Ecz. Meltem Kortel yazdı 44 Cemal Hünal Sanat üzerine sıcak bir söyleşi 50 Doğru beslenme üzerine... Eczacı Adnan Aygan yazdı 54 Çocuk yogası 4-12 yaş arası çocuklar için yoga 58 İple yüz estetiği Op. Dr. Eser Aydoğdu yazdı 62 Umudun adı tüp bebek Op. Dr. Kaan Bozkurt yanıtladı 64 Organ Bağışı İzmir İl Sağlık Eski Müdürü yanıtladı 68 Rafting Bu sayıda katkıda bulunanlar Adrenalin dorukta • Doç. Dr. Ozan Kınay • Dr. Göktuğ Faik Önder • Doç. Dr. Dilşah Çoğulu • Ecz. Adnan Aygan • Op. Dr. Eser Aydoğdu • Ecz. Ali Es 72 Biyoteknolojik ilaçlar Koçak Farma Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Hakan Koçak ile söyleşi 74 Blog yazarlığı Barış Ünver ile blog yazarlığı üzerine 24 Su Uçuran Şelalesi Su Uçtu'dan Su Uçuran'a gezi Yönetim ve İletişim EDAK S.S. İzmir Eczacılar Üretim Temin ve Dağıtım Kooperatifi Karacaoğlan Mahallesi 6173 Sokak 4, 35030 Işıkkent İzmir • 232.488-1919 edak@edak.org.tr İçerik ve tasarım Shift-İzmir Hürriyet Bulvarı 10, Hür Han Kat:7 35210 Çankaya İzmir • 232.445-3055 26 Mideniz rahat mı? Dr. Göktuğ Faik Önder yazdı 30 Erken çocukluk dönemi diş çürükleri Doç. Dr. Dilşah Çoğulu yazdı 34 Eczanede alışveriş Eczanenizden ürün önerileri Kuzeyde bol baharat, Güneyde bol acı Baskı Metro Matbaacılık Yahya Kemal Beyatlı Cad. 94, BEGOS 3. Bölge 35400 Buca İzmir • 232.290-3311 78 Dijital projemize İZKA'dan destek E-Dönüşüm ve İzlenebilirlik Projesi fon almaya hak kazandı... 1 Mart 2014 tarihinde basılmıştır Edaktüel Dergisi EDAK Ecza Kooperatifi ücretsiz yerel süreli yayınıdır. İki ayda bir yayınlanır. Dergi tüm yayın hakları EDAK Ecza Koop'a aittir. Yayınlanan yazı ve fotoğraflar tamamen veya kısmen dahi olsaizinsiz kullanılamaz, çoğaltılamaz. Yayınlanan yazıların ve ilanların sorumluluğu sahiplerine aittir. Edaktüel Dergisi basın ve meslek ilkelerine uymayı kabul ve taahhüt eder. 4 edaktüel mart•nisan 2015 76 Hint mutfağını denediniz mi? 38 Yamaç paraşütü ile uçtunuz mu? Eczacı Ali Es ve yamaç paraşütü 84 Sinema Ayakkabı tamircisinin hikayesi "The Cobbler" edaktüel başkandan Ecz. Emre Bacanak EDAK Yönetim Kurulu Başkanı Tamamen doğal mı? Değerli EDAKTÜEL okurları, Geçmişte kullanılan ya da moda olan, zaman ilerledikçe popülerliğini yitiren ama daha sonra değeri yeniden anlaşılan ve yeniden kullanılmaya başlanan ya da moda olan şeylere hayatımızda sıkça rastlarız. Kıyafet tarzı, saç modeli vs.. Bunlardan bir tanesi ve belki de en önemlisi doğal yollarla beslenme ve tedavi olmalıdır. Geçmişte insanlar beslenme ve tedavi olma konusunda neredeyse tüm ihtiyaçlarını toprak anadan temin ederken sanayi devriminden sonra hemen her alanda üretilen ürünler hızlı tüketim ürünü haline dönüştü ve ticaretin alanı genişledikçe de her ürünün raf ömrünü uzatmak için bir takım kimyasal yollara başvuruldu. Nerdeyse vücudumuza aldığımız bütün ürünlerin içinde onların çabuk bozulmasın önleyecek koruyucu maddeler bulunmakta. Bu koruyucu maddelerin bazılarının vücudumuza zarar verdiği ortaya çıktıkça doğala olana rağbet artmaya başladı. Şimdilerde ise toplumun zihninde kimyasal ya da sentetik olan her şey kötü, doğal olan her şey ise iyidir algısı yerleşti. Birçok ürünün pazarlamasında “Tamamen doğal” cümlesi çok prim yapar hale geldi. Yediğimiz yiyeceklerde veya aldığımız gıda takviyelerinde ya da hastalandığımızda iyileşmek için başvurduğumuz yollarda artık “Organik, doğal, bitkisel veya geleneksel vs.” gibi özelliklerin varlığına dikkat ediyoruz. Toplumun ilgisi ve tüketim alışkanlıkları bu yöne kaydığında piyasa da buna göre kendini şekillendiriyor. Piyasanın topluma göre kendini yeniden şekillendirmesi gayet doğal bir süreçtir. Ancak bu durum bazı yanlış bilgileri ve bu yanlış bilgilerden nemalanan bir takım şarlatanları da beraberinde getiriyor. Radyo reklamlarında “Tamamen doğal, üstelik bir kutu fiyatına üç kutu birden hemen arayın alın” konsepti ile satılan ürünler ve nerden hangi şartlarda toplandığı ve içinde ne kadar etkili madde olduğu bile belli olmayan bitki öbeklerinin satıldığı “Aktar” diye bilinen dükkânlarda şifa diye dağıtılan umut bunlardan sadece birkaçı. Peki ne yapmalıyız? Öncelikle temel bazı kavramları doğru bilmeliyiz. "...Su, tabiattaki en basit kimyasal moleküldür..." Kullandığımız ürünler için “Doğal / Kimyasal” diye bir ayrım yapmak doğru değildir. Bakıldığında her şeyin bir kimyası vardır ve her şey doğal ya da doğaldan türetilmiştir. Ve doğal olan şeylerin tamamen zararsız olduğu söylemi ise tamamen yanlıştır. Bunun en iyi örneklerinden bir tanesi “Su” dur. Bildiğimiz her gün ortalama 1,5-2 litre tükettiğimiz ve hayatımızdaki en önemli madde olan sudan bahsediyorum. 6 edaktüel mart•nisan 2015 Su tabiattaki en basit kimyasal moleküldür. Kimyasal yapısı (H2O) olarak herkes tarafından bilinir ve hayatımızdaki en doğal ve zararsız bildiğimiz maddedir. Hem doğal hem de kimyasaldır. “Tamamen doğal ve zararsızdır” tanımlamasını en çok hak eden maddedir. Ama suyu günde 2 litre yerine 5-6 litre tüketirseniz vücudunuzda elektrolit seviyesi azalır, hipotansiyon başta olmak üzere vücudumuzda gerçekleşen birçok kimyasal reaksiyonun dengesi bozulur. Buradan anlamamız gereken şey şu ki; yediğimiz içtiğimiz her şeyi mümkün olduğunca tabiatın bize sunduğu gibi tüketmek en doğrusudur. Ancak bundan daha önemlisi yediklerimizin miktarı ve çeşitliliğidir. Ancak konu sağlık olduğunda ise olay çok daha fazla hassasiyet gerektiren bir hal alıyor. Çünkü sağlığımız için kullandığımız tüm ürünler çok ufak miktarlarda büyük etkiler gösteren maddelerdir. Bu demek oluyor ki sağlığımız için kullandığımız her ürün için ister eczaneden aldığımız kutu içinde satılan fabrikasyon ürünler olsun iste tabiat ananın bize bahşettiği tıbbi bitkiler olsun eğer bunları sağlığımızı korumak ya da tedavi olmak için kullanacaksak çok dikkatli olmalıyız. Bu ürünlerin kullanım dozu, kullanım şekli, kullanım süresi, diğer ilaç ve besinlerle olan etkileşimleri ve dikkat edilmesi gereken her husus için bir uzmandan faydalanmak hayatınızı korur. Konu sağlık için kullanılan ürünler olduğunda ise danışacağınız tek uzman mahallenizdeki eczacınızdır. "...Farmakoop kuruldu..." Değerli EDAKTÜEL okurları, Biliyoruz ki, bitkisel tıbbi ürünler ile ilgili toplumumuz çok ciddi oranda suiistimal edilmektedir. EDAK Eczacıları olarak bizlerin kooperatifleşmek ve bu yolla hizmet verdiğimiz alanlarda yüksek standartlar getirmek konusunda çok ciddi deneyimlerimiz bulunmaktadır. Tıbbi bitkilerin tedavide kullanılması konusunda da bir şeyler yapmaya karar verdik ve bu kararımızı da sizlerle paylaşmak istiyorum. Geçtiğimiz aylarda Manisa, İzmir ve Aydın’dan bir grup eczacı meslektaşımız yeni bir kooperatif kurdular. Bu Kooperatifin ismi FARMAKOOP oldu. EDAK Eczacıları tarafından hızla büyütüleceğine inandığımız Farmakoop Tıbbi amaçla kullanılan bazı bitkisel ürünler başta olmak üzere eczacılık bilimi ışığında yüksek standartlarda sağlık ürünleri üretmeyi hedefliyor. Bu kooperatif büyüdükçe ve geliştikçe inanıyorum ki, tıbbi bitkiler ile tedavi alanındaki suiistimaller giderek azalacak ve toplumumuz daha sağlıklı bir yaşama kavuşacak. Hepinize saygılar sunarım... edaktüel sunuş Ecz. Ayşem Jale Kıhtır EDAK Yönetim Kurulu Sekreter Üyesi Baharın İlk Sabahları Tüyden hafif olurum böyle sabahlar Karşı damda bir güneş parçası Içimde kuş cıvıltıları, şarkıları, Bağıra çağıra düşerim yollara, Döner başım havalarda, Sanırım ki günler hep güzel gidecek… Ne iş gelir aklıma, ne yoksulluğum… ………. Orhan Veli Kanık Şairin dediği gibi hepimiz baharı bekleriz çocuklar gibi, hepimiz baharda çiçeklenip derdi kederi unuturuz, hepimiz her bahar yeniden başlarız hayata, baharla yeşerir tüm hayaller ve baharla başlar aydınlanmaya umutlar… Uzun ve yorucu bir kışın ardından yorgun düşse de bedenler hayaller baharın ilk ışıklarıyla can suyu olmayı başarır hayatımızda… Yenilenmeye başlarız bizde doğayla birlikte sadece bedenimiz değil, ruhumuz da evimiz de her şey hazırdır yenilenmek için… İçimiz kıpır kıpırdır. Aşk mevsimidir, bahar âşıkların mevsimidir, en güzel aşk şiirleri bu mevsimi anlatır, hayata tutunmaktır… Bahar yaşamın olağanüstü güzelliklerini görebilme mevsimidir… Bizde bu sayımızda bu duyguyu size aktarabilmek istedik, sıcacık bahar tadında bir sayı hazırladık sizler için neler mi var içeriğinde? Bebek sahibi olmak isteyen çiftlere yeni bir şans veren tüp bebek tedavisi, bahar geldi yemek alışkanlıklarımız değişecek… Peki, midemiz rahat mı? Kalp damar 8 edaktüel mart•nisan 2015 hastalıkları bizde şu an olmayabilir ama yine de kalp sağlığımız için sorumluluklarımızı almanın zamanı geldi. Sevgili meslektaşım Meltem Kortel, en değerlimiz çocuklarımızın başına gelebilecek olası yaralanmalara karşı neler yapabilirizi anlatmaya devam etti. Hayat kurtaran bu önerileri mutlak okuyun. Yine değerli meslektaşımız Adnan Aygan da doğal destek ürünler hakkında yazdı. Unutmayın, sizin için en doğru ürünü, doğru miktarda ve doğru danışmanlıkla ancak eczanelerinizden alabilirsiniz. O nedenle sağlığınız için hekiminize ve en yakın sağlık danışmanınız olan eczacınıza danışın… Bebeklerin dişleri neden çürür ve alınması gereken önlemler nelerdir? Doç. Dr. Dilşah Çoğulu bizi bilgilendirdi. Meslektaşımız Ecz. Ali Es Fethiye'de Yamaç Paraşütü ile uçmaya ve ucurmaya devam ediyor. Bir gün ben de deneyeceğim. Beş parmağında beş marifet olan Aktör Cemal Hünal söyleşisini ilgiyle okuyacağınızı tahmin ediyorum. Yoganın çocuklarımıza kazandırdıkları, yaşlılığa meydan okuyan örümcek metodu ile yapılan estetik operasyonlar, blog yazarlığına başlamak, organ bağışında ülkemizin geldiği nokta bu sayımızda sizlerle buluşturduğumuz konular. Kadınların her yıl olduğu gibi bu yıl da bir kez daha seslerini yükselteceği "8 Mart Dünya Kadınlar Günü' için dileğimiz: Kadınların hunharca katledilmediği, sevildiği, sayıldığı, değer gördüğü 8 Mart’lar olmasıdır… Sevgilerimle… edaktüel dosya Bahar geliyor, doğa uyanıyor, ya siz? • Deniz Çaba • İlkbahar yeniden doğuş ve yenilenme mevsimi… Güneş sıcak yüzünü gösterecek ve hava yumuşayacak, doğa renklenipcanlanacak. Peki, siz baharı nasıl karşılayacaksınız? 10 edaktüel mart•nisan 2015 Evlerde bahar temizliği yapmalı. Yaşam alanları nisan ayının tazeliğiyle canlanmalı. Vücudumuzun da bir detoksa ihtiyacı var; bunun için ise bir program gerekiyor. Psikolojimizin zaman zaman desteğe ihtiyaç duyduğuna kuşku yok. Mevsimsel duygu değişimlerine karşı önleminizi alın. Artık eve kapanma günleri de sona eriyor. Peki, bir etkinlik ajandası oluşturdunuz mu? Baharı zinde ve sağlıklı karşılamak için kendinize bir plan yapabilirsiniz. Diyetisyen Buket Adanç, size bir reçete sunuyor. Şehrin sokaklarını keşfetmek ya da tatile çıkmak isteyebilirsiniz. Belki uzun zamandır yapmak istediğiniz ama hasıraltına ittiğiniz planlar için bahar ayları bir başlangıç zamanı olabilir. Bütün bunları sizler için düşündük ve işin uzmanlarına sorduk. Sıvı tüketimi şart! Sizde havalar soğuduğu anda kendinizi eve kapatan, nasılsa kıyafetler kapatıyor diye tatlı kaçamaklarını abartan kış tembellerinden misiniz? Bu sorunun cevabı "Evet" ise baharı sağlıklı ve formda karşılamak için bu yazıyı okumadan geçmeyin derim... Sağlıklı bir yetişkinin metabolik faaliyetlerini gerçekleştirebilmesi için günde 2,5-3 litre su tüketmesi oldukça önemli... Eğer meyve suları, çay, kahve ve asitli içecekler ile sıvı aldığınızı düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Kan şekerini dengeleyen Öğün Atlama! besinlere menünüzde yer verin! Düzenli yeme alışkanlığı en önemli püf nokŞekersiz kurutulmuş yaban mersini, yulaf ezmesi, tarçın, elma sirkesi ve kurubaklagiller kan şekerinizi dengede tutmaya yardımcı olur. Böylece hem insülin dengenizi hem de iştah kontrolünüzü sağlamış olursunuz. tasıdır. 3 ana öğün ve en az 2 ara öğün olmazsa olmaz! Metabolizma hızınızı arttıran besinler: Hindi, kuşkonmaz, yaban mersini, ananas, tarçın, zencefil, maydanoz, yulaf ezmesi, yağsız süt, kefir gibi metabolik hızınızı yükselten besinler kilo kontrolü için oldukça önemli... Özellikle son yıllarda meyve ve sebze tüketimi konusunda pek çok farklı görüş olsa da bu besinleri tüketmenin vitamin ve mineral alımı açısından önemi bilimsel bir gerçektir. Mutlaka günde 4-5 porsiyon meyve-sebze tüketmelisiniz. Meyve-sebze tüketmeyi ihmal etme! Diyetisyen Buket Adanç Harekete geç! Aksine bu içecekler içerisinde bulunan kafein ve tanen maddeleri nedeni ile vücudun su kaybetmesine sebep oluyor. Su içmeyi sevmiyorsanız suyunuzu limon, kabuk tarçın, elma kabuğu gibi besinler yardımı ile aromalandırabilirsiniz... Metabolizmayı hızlandıran bitki çayları... Öncelikle, hiçbir besinin doğrudan yağ yakımına katkıda bulunmadığını ve uygun şekilde kullanılmadığı zaman yararından çok zararının olacağına dikkat çekmek isterim... Yeşil çay, beyaz çay ve zencefil-tarçın çayının metabolizma hızını arttırdığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Ancak bitki çaylarını demlerken uçucu yağ asitlerinin kaybolmaması için kapalı kaplarda demlemeye ve günde maksimum 3-4 fincan tüketmeye özen gösterin... Hem formunuzu hem sağlığınızı korumak istiyorsanız mutlaka harekete geçmelisiniz. Vaktim yok gibi bahaneler üretmek yerine 45 dakika erken uyanmayı deneyin. Salon sporu şart değil! Sadece 45 dakika yapacağınız tempolu yürüyüş veya koşu hem metabolizmanızı hızlandıracak ve yağ kaybınıza neden olacak hem de vücudun seretonin (mutluluk) hormonu salgılamasını sağlayacak... Şok diyet listelerinden uzak durun! Sağlıklı Beslenme günlük veya haftalık uygulanacak bir method değil , bir yaşam biçimidir. Bu nedenle kısa zamanda hızla kilo kaybedeceğinizi vaadeden diyet listelerinden uzak durun! Kısa vadede iyi sonuç alacağınız kesin fakat uzun vadede bu listeler pek çok metabolik hastalığa sahip olmanıza neden olabilir. Unutmayın, beslenme kişiye özeldir ve ancak alanında uzman kişiler tarafından hazırlanabilir.... 2015 mart•nisan edaktüel 11 edaktüel dosya E vinizde bahar temizliği yapmak, öncelikle ruhunuza iyi gelecektir. Ancak evdeki her eşya yerinden kaldırılıp temizlenmezse o temizlik, bahar temizliği olmuyor. Rutin temizliğinizde, banyo ve mutfağa gösterdiğiniz ekstra özeni bahar temizliğinde evin her köşesine göstermeniz lazım. Halılar temizlenecek, koltuk takımları elden geçecek ve duvarlar silinecek... Kısacası, ev ufukta görünen sıcak günler için hazırlanacak. Evinizi kendiniz temizleyebileceğiniz gibi, temizlik şirketleriyle de anlaşabilirsiniz. Kendiniz yapmaya niyetliyseniz işte size birkaç ipucu: Evinizi de bahara hazırlayın n Önce dolaplarınızı düzenlemeye başlayın. Tam olarak yazlıkları çıkarmasanız da çok kalın kazakları kaldırabilirsiniz. Böylelikle ruhunuzun da açıldığını ve ferahladığını hissedeceksiniz. Temizliğe başlamadan önce evde bir tur atıp etrafı toparlayın. Evi toparlarken elinize bir sepet alıp bütün yayıntıları biriktirirseniz hem daha az yorulur hem de daha az zaman harcamış olursunuz. n Eğer toz bezleri sildiğiniz yüzeye toz bırakıyorsa her toz alışınızdan sonra durulama suyuna bir miktar gliserin koyun. Bir dahaki sefere toz beziniz toz bırakmayacaktır. n n Cam silerken silme suyuna tuz koyulduğunu hiç duydunuz mu? Camlarınızı silerken suyun içine biraz tuz koyarsanız daha kolay temizlenir. n Hasır iskemleleri ve masaları, oksijenli su ile silerseniz, pırıl pırıl görünümlerini korunduklarına şahit olursunuz. Duvar kağıdı üzerindeki kurşun kalem, parmak izi ve kir lekelerini deterjanla silmeye kalkışmayın. Bu lekeleri bir silgiyle silerek kağıtlarınızı temizleyebilirsiniz. n 12 edaktüel mart•nisan 2015 n Evinizin güzel kokması için yer silme suyuna birkaç damla parfüm damlatmanız yeterli olacaktır. Evinizin uzun süre mis gibi koktuğunu göreceksiniz. n Sigara külünden kararmış tablaları limon suyuyla ovun. Zifti kolayca temizlenir. Ayrıca küllüklerdeki lekeleri, tuzlu limonla ovarak temizleyebilirsiniz. n İnatçı cam lekelerinden kurtulmak sandığınız kadar zor değil. Sakın bu lekeleri tel veya benzeri cisimlerle çıkarmaya çalışmayın. Orlonbez ve krem deterjan ile temizleyin. Camı çizmemiş olursunuz. n Elektrik süpürgesi olmadan da koltuklarınızın tozunu alabilirsiniz, işte size yöntem; tozunu alacağınız eşyanın üstüne nemli bir bez yayın, beze sopa ile vurarak tozunu çıkarın. Çıkan toz nemli beze yapışacağından hem oda tozlanmaz, hem de koltuğunuz tertemiz olur. n Ütünüzün altı kirlendiyse, bir parça pamuğu sirkeye batırın; yavaş yavaş ovun. Kirden eser kalmayacak. Ayrıca ütü sıcakken, altını iki damla zeytinyağı damlatılmış nemli bir bezle silerseniz, göz kamaştıran bir temizlik elde edersiniz. Bahar insan psikolojisi üzerinde nasıl bir etkiye sahip? Uzman Klinik Psikolog Neşe Coşkun Özyavru’ya göre özellikle mevsimsel değişimlerin etkisiyle depresyonda olduğumuzu hissedebileceğimiz bazı belirtilerle karşılaşabiliriz. Özyavru, bu gibi duygularla nasıl başa çıkabileceğimizi anlatıyor. Bahar, diriliş mevsimidir. Bahar, kapalı odaların pas kokularından arınıp dışarı çıkmaktır. Tembelliğin ağır yükünden kurtulup hafiflemektir. Loş ışıkların ruhlara verdiği bedbinliği, karamsarlığı; ancak güneşin ışığı yok edebilir. Doğa bizi dışarıya davet eder: Badem ağaçlarının tohumları uyanır önce. Kırmızı dipli çiçekleriyle güneşi görür görmez gülercesine açıverir. Kuşların sesi şarkılara döner. Kumrular insana yaklaşır korkmadan. Sokakta başıboş dolaşan köpekler sahipsizliklerini, evsizliklerini unutup ılık güneşte yerlere uzanıverirler. yaşadığını canlılığını hissettiren bir evren, baharla beraber karşımızda duruyor. Bitkiler ve hayvanları canlı, bunların dışındaki tüm varlıkları cansız kabul etmemizin ne kadar yanlış olduğunu haykıran bir güzellik örtüsü ile kaplanan, nefes alan bir doğa ile karşı karşıyayız. İnsan doğasında olup-biten Peki, doğadaki değişimler tüm gerçekliğiyle gözümüzün önünde yeşerirken insanın doğasına ne oluyor? Elbette doğanın bir parçası olan insan, insanın bir parçası olan ruh da değişimin etkisi altında kalıyor. Kalıyor; ama nasıl? Mevsimsel değişikliklerin ruhsal durum, enerji düzeyi, uyku süresi, iştah, yemek seçimi, sosyal faaliyetleri etkileme derecesi her insanda farklılık gösterebilir. Uzman Klinik Psikolog Neşe Coşkun Özyavru Toprağın kış boyunca içinde sakladığı tohumlar akıl almaz bir hızla, rengârenk her yeri kaplar. Renklerin oluşturduğu büyüye kapılı verirsin. Dükkânların önüne atılıvermiş sandalyelerde oturan insanların güneşle buluşmasını, toprağın yağmura hasretinin yok oluşunu, nicedir görmediğin gökkuşağının olağanüstü güzelliğini, gençlerin umursamaz kahkahalarını, bebeklerin ışığa bakamayan kısık gözlerini, delikanlıların delidolu sevgilerini görürsün. Bahar kapalı kapıların açılmasıdır. Bahar yüreklere doğan aydınlıktır. Pek çok değişimden geçerek tazelenme mevsimidir. Güneşin parlak ışıkları altında renklenen bir dünya; taşıyla, toprağıyla, göğüyle, yıldızıyla Mevsimsel değişikliklerin insanlar üzerindeki psikolojik etkilerini fark eden ve bu konuyu bilimsel olarak ele alan Norman E. Rosenthal’dan sonra bu konu ile ilgili olarak pek çok araştırma yapılmıştır. Yapılan araştırmalardan elde edilen sonuçlara göre insanların mevsim değişikliklerine gösterdiği tepki iki temelde incelenebilir: İnsanların bir bölümü büyük ölçüde ilkbahar ve yaz aylarında kendilerini daha iyi hissettikleri, kısa ve soğuk kış günlerinde ise daha az enerjik, karamsar ve daha az sosyal oldukları ortaya çıkmıştır. Diğer yandan özellikle ilkbaharın gelmesiyle beraber başlayan enerji azlığı, yorgunluk, konsantrasyon bozukluğu, mutsuzluk, sıkıntı, uykusuzluk, iştah değişiklikleri gibi belirtilerin ortaya çıkmasının görülmesidir. 2015 mart•nisan edaktüel 13 edaktüel dosya Bu durumda bazı insanların baharla beraber daha canlı ve mutlu hissetmeleri söz konusuysa neden diğer bazıları bahar depresyonuna girebiliyor? Bunun en önemli nedeni biyolojik faktörlerdir. Genetik yatkınlığı bulunan kişilerde bahar depresyonu daha sık görülür. Çünkü her mevsim geçişinde insan bedeni yeni biyo-psiko-sosyal bir ritme adaptasyon geliştirmeye çalışır. Bazı kişilerde biyolojik saat yeni duruma ayak uydurmakta zorlanmaktadır. Enokrin sisteme ait olan bazı hormonların (seratonin, melatonin gibi) baharla beraber düzeylerindeki değişimler, kişinin depresif duygular hissetmesi tetikleyebilir. Tüm bunlara ek olarak anemi, vitamin eksiklikleri, tiroid hastalıkları gibi fizyolojik ve organik nedenler de bahar depresyonuna zemin hazırlayabilir. Sizde hangi belirtiler var? Elbette yalnızca biyolojik etkilerle yönetilmeyen insan, psikolojik nedenlerle de depresif duygu durumuna girebilir. Kişinin psikolojik yaşam öyküsü içindeki olumsuz yaşantılar, geçmişe ait kişisel sorunlar, gelecek kaygıları, yeni duruma uyum sağlamakta güçlük çekme yalnızca bahar dönemlerinde değil, her zaman için depresyona girmemize neden olabilir. Özellikle mevsimsel değişimlerin etkisiyle depresyonda olduğumuzu gösteren bazı belirtiler olabilir: • Kendini üzgün ve boş hissetme • İlginin azalması, zevk alamama • Uykusuzluk veya aşırı uyuma • Nedensiz kilo alma veya kaybetme • Yersiz aşırı hareketlilik veya uyuşukluk • Sürekli nedensiz yorgunluk, enerji kaybı • Değersizlik, suçluluk duygusu • Düşünme ve konsantre olma yetisinin azalması • Ölüm ve intihar düşünceleri İçinde bulunduğumuz mevsim, yaşam koşullarımız, geçmiş deneyimlerimiz, diğer insanlar bizim üzerimizde çeşitli etkilere sahiptir. Ancak hangi koşullarda olursa olsun, içinde bulunduğumuz duruma nasıl bir tepkide bulunacağımıza, biz karar veririz. Etkilenmeyi kabul edebiliriz de, kabul etmeyebiliriz de. İçinde bulunduğumuz koşulların ve çevremizdeki insanların bizim üzerimizde yarattığı baskıyı, değişik şekillerde karşılamak mümkündür. 14 edaktüel mart•nisan 2015 Bu baskı ne şekilde olursa olsun bizim buna tepkimiz bile yaptığımız bir seçimin sonucu olarak ortaya çıkan bir davranıştır. Yaşamımızı yönlendirme gücü ellerimizdeyse demek ki bundan sonra yeni kararlar alarak yaşamımızı yeniden düzenleyebiliriz. İstersek mevsim değişimlerinin etkisinin üzerimizde yarattığı sıkıntılara odaklanarak mevsimsel depresyonun kollarına kendimizi bırakırız. İstersek yaşama olumlu bakmanın yollarını arayıp depresif bir ruh halinden kurtulmanın yollarını bulmaya çalışırız. Bahar depresyonundan kurtulmanın yolları Vücudun biyolojik ritmini en iyi düzenleme yolu uykudur. Erken yatıp, erken kalkmak, kaliteli ve düzenli uyumak yorgunluk ve stresi azaltacaktır. Havaların ısınmasıyla vücudun artan su ihtiyacını gerekli kadar karşılamak için su tüketimini arttırmak gereklidir. Aşırı kafein, sigara, alkol gibi kötü alışkanlıklardan uzak durarak doğanın canlanması gibi bedenimizin de canlanmasına fırsat vermeliyiz. Düzenli egzersiz yaparak iyi hissetmemize neden olan hormonların salınımını arttırabiliriz. Güneşin varlığından faydalanmak, güneşli günlerde açık hava yürüyüşleri yapmak mevsimsel depresyondan korunmanızı sağlayabilir. Beslenmemize özen göstermek, vücudumuzun ihtiyacı olan besinleri ne eksik ne de fazla ölçüde temin etmek, daha dinç ve enerjik hissetmemize yol açacaktır. Adeta mutsuzluklarını saçan ve her şeyden yakınan insanlarla beraber olmaktan kaçınarak daha canlı ve doğal bir mutluluğu olan kişilerle zamanımızı geçirmeye çalışmak iyi hissetmemize yardımcı olacaktır. Çünkü psikolojik kaynaklı olan duygular tıpkı virüsler gibi bulaşıcı olabilir. Doğayla daha çok vakit geçirmeye çalışmak, bize dünyada yalnız olmadığımızı hatırlatan bitki ve hayvanlarla vakit geçirmek, mümkünse onlara bakmak depresif duygularımızın dağılmasına yardımcı olabilir. Ne yaşamış olursak olalım veya gelecek ile ilgili ne kaygımız olursa olsun yaşadığımız ana odaklanarak anın içindeki mutluluk noktalarını yakalamaya çalışmalıyız. Bu bakış açısı yalnız mevsimsel depresyondan değil, birçok psikolojik kökenli hastalıktan bizi koruyan bir kalkan görevi görecektir. Tüm bu yollar yetersiz kaldığında ise mutsuzluğumuzu kabullenmeden önce mutlaka psikolojik yardım almak için bir uzmana başvurmalıyız. Mutluluk Sağlıklı bir psikolojik uyumu; mutluluğu bir sonraki bahara ertelemeden, en yakınımızda, kendi içimizde keşfetmeliyiz. Çünkü mutluluk ne gelecek bir gündedir ne de uzun uzun yaşanan, bitmeyen bir süreçtir. Mutluluk bir yaz denizinin karşısında öylece durmak ya da bir ağaç gölgesinde dinlenmektir. Üstünde tatlı bir uykuya kendimizi bırakıverdiğimiz bir toprak parçasındadır. Ilık bir meltem rüzgarının verdiği ferahlatıcı duygudadır. Güvenli, sıcak bir yuvanın kuytusundadır. Yakın ve ilgili bir sesin titreşimindedir. Kana kana içilen bir yudum suda, açlıkla yutulan bir lokma ekmektedir. Uzun boşluklardan sonra bir insanın sevgisiyle dolan kollarınızdadır. Çocuğunuzun gülüşlerinin, kıkırdamalarının arasında öylece durandır. Yaşamınızı dürüstçe sürdürmeni verdiği huzurdadır. Kendiniz ve sevdikleriniz için kurmaya çalıştığınız size ait dünyanıza verdiğiniz emekte, gösterdiğimiz sebahatkarlıkta, özveridedir. Mutluluk ne geçmişte, ne gelecekte, ne bahardadır. Mutluluk şimdide, yaşadığınız anda nefesinizin henüz soğumayan sıcaklığındadır. edaktüel dosya “Baharda yapılması gerekenler” listeniz hazır mı? Kış soğuklarından bezmiş halde olanlar için güzel günler yakındır. Yeni bir mevsim başlarken sizin bir planınız var mı? Siz baharı nasıl karşılayacaksınız? Doğa uyanırken siz de eve kapanmayın. Nisan ve mayıs ayları açık havaya çıkmanın, doğa ile buluşmanın, yeni yolculukların, renkli etkinliklerin zamanı! İşte size birkaç öneri: D vitamini için yürüyün Baharı tümüyle duyumsayabilmek için uzun yürüyüşlere çıkıp, vücudunuzu güneşin etkilerine bırakın. D vitamini için ön önemli kaynak, güneş. Klinik belirti vermeyen D vitamini yetersizliği osteoporoz gelişimine yol açabildiği gibi yetişkinde kırık riski ve düşme riskini de artırdığı için özel bir dikkati hak ediyor. Bu yüzden bahar aylarını iyi değerlendirmek gerek. Öncelikle doğrudan güneş ışığı ve deri temas etmeli. Yani pencere camının arkasından bu iş olmaz. Çünkü cam ultraviyole B ışığını geçirmez. Güneş koruyucu kremler de altı faktörlerden itibaren yine D vitamini oluşumunu engeller. Yani her gün en az 30 dakika, saat 10.0015.00 arasında yürüyüşe çıkmak en ideali. Çıplak tenin direkt olarak güneşi görmesi gerekir. Vücudun yüz ve el ayalarını içeren en az yüzde 8’lik bölümünün güneş alması da yeterli olabilir. Doğanın renklerini keşfedin İsterseniz dağ yürüyüşüne çıkıp doğanın değişimine tümüyle de tanık olabilirsiniz. Dünyanın dört bir yanındaki yürüyüş rotaları, sizi arabayla ulaşamayacağınız harika noktalara götürüyor. Likya Yolu, bunlardan biri. Fethiye’den Antalya’ya uzanan Likya Yolu, dağ ve deniz manzaralarını buluşturan orta zorluktaki parkuruyla, dünyanın en iyi uzun mesafe yürüyüş yollarından biri. Parkur üzerinde, karşınıza muhteşem manzaralar çıkıyor. Uzunyurt (Faralya) köyü, 16 edaktüel mart•nisan 2015 Dodurga köyü, Sdyma, Pınara, Letoon ve Xanthos antik kentleri, Patara, Antiphellos, Apollonia, Simena, Myra, Limyra, Rhodiapolis, Gagai, Melanippe, Gelidonia, Edrassa, Olympos, Chimaera (Çıralı) ve Phaselis adeta sizi çağırıyor. Şehrin en keyifli zamanı Şehir en hareketi dönemine giriyor. Yaz gelince kent merkezleri boşalacak ve o kalabalık olmayacak. Bunun keyfini çıkarın. Bahar gelince festival ve konser etkinlikleri de artar. Kendiniz için bir ajanda tutun. Müzeler, kafeler, kitapçılar, antikacılar, eskicilerden oluşan özel bir adres listesi de hazırlayabilirsiniz. Bir tatil planı yapın olmadığı için bilet ve konaklama daha uygun fiyatlarla yapılabilir. Örneğin çetin kışları ve kavuran yazları ile meşhur New York’u gezmek için bahar en doğru zaman. Bir diğer ilgili çekici nokta, İtalya’nın şarap bağları ile meşhur Toskana bölgesi. Otomobil kiralayın, Ortaçağ’dan izler taşıyan ve sarının tonları ile bulaşacağınız küçük şehirleri keşfedin. Doğa sporları için tam zamanı Doğa sporları için en uygun zaman yine bahar ayları. Patikatrek Doğa Sporları aracılığıyla katılabileceğiniz dağcılık, rafting, kaya tırmanışı, kanyoning, yamaç paraşütü, fotoğraf gezileri ve jeep-safari ile kendi sınırlarınızı zorlayabilirsiniz. Yenilenmek istiyorsanız uzun vadeli bir tatil planı da yapabilirsiniz. Karadeniz sahilleri ve Ege'nin dağ köyleri bunun için son derece ideal. Yeşilin tüm tonlarını bir arada görebileceğiniz Karadeniz, en iyi renklerini Nisan ayında veriyor. Doğayla iç içe olabileceğiniz Kaz Dağları ya da Gümüşlük de iyi seçenekler olabilir. Başlama noktası belirleyin Detoks kamplarını takip edin Doğayı anlamak için bir kursa katılın -Baharda doğayı evinize taşıyın. Hep çiçek yetiştirmek istediyseniz balkonunuzda küçük bir yer ayırın. Belki kendi organik Vücudunuzdaki toksinleri atmak, meditasyon, doğa yürüyüşleri ve diğer zihinsel ve bedensel faaliyetler için detoks kampı prog- ramlarını takip edin ve katılın. Bunun için size iyi bir adres verebiliriz: http://www.thelifeco.com/tr Yenilik isteyenlere yurt dışı turları Yenilik arayışında olanlar için yurt dışı turları çok daha cazip duruyor. Bu aylar, Türkiye dışındaki pek çok başka şehrin de en güzel zamanları. Üstelik yüksek sezon Bahar mevsimi, planlayıp da bir türlü başlayamadığınız işler için bir başlangıç noktası olabilir. Yeni bir dil öğrenmek, spora başlamak gibi. Artık zamanıdır! Soğuktan iş çıkışı doğrudan eve gittiğiniz günleri de geride bırakın. Uzun zamandır görmediğiniz arkadaşlarınıza vakit ayırın. domatesini yetiştirmek istersiniz. Hatta daha da işin içine girmek istiyorsanız şehirde de permakültür mümkün. 23 Mayıs 2015’te Marmariç’te “Permakültüre Giriş Kursu” var. Bu kurs, permakültürün ne olduğunun özünü kavramak isteyen herkesin faydalanabileceği iki günlük bir etkinlik. Katılım için herhangi bir ön koşul yok. Ayrıntılı bilgi için Permakültür Araştırma Enstitüsü’nün sayfasını inceleyebilirsiniz. edaktüel sağlık Kalbinden sen sorumlusun! • Doç. Dr. Ozan Kınay • Özel Tınaztepe Hastanesi Kardiyoloji Neden kalp damarları tıkanıyor, ne önlemler alalım, kendimizi nasıl kontrol ettirelim? Bu sorular kalp ve damar hastalıkları ile ilgilenen doktorların hemen hemen her gün defalarca işittiği sorulardır. Birçok insan, toplumdaki her iki kişiden birinin ölümüne neden olan kalp damar hastalıklarından korkar; sakınmak için önlemler almak ister ama çoğu kez bu konuda başarılı olamaz. Zira bilinç altımız bize şunu telkin eder; “Aman gidelim bir doktora muayene olalım, bize bazı testler yapılsın da hasta olmadığımızı görelim, rahatlayalım”. Sonrası adeta halk arasındaki tabiri ile “Eski hamam eski tas”... Kaldığımız yerden devam edelim. “Vur patlasın, çal oynasın”. Maalesef rutin bir poliklinik gününde, defalarca tekrar edilmiş (birçok laboratuvar neticesi elde var) ve kolesterol yüksekliği olduğu neredeyse onlarca kere görülmüş ancak bu problemin çözümü ve dolayısı ile kalp hastalığından korunmak adına gerekli adımlar atılmamış; hekimler önerilerde bulunmuş olsa bile gereği hastalar tarafından yerine getirilmemiş pek çok hastam olmakta... Öyle düşünüyorum ki pek 20 edaktüel mart•nisan 2015 çok kişi doktora giderek, o an için bir kalp damar hastalığı olmadığı cevabını doktordan duymak istiyor ve bu şekilde içini rahatlatmayı (maalesef sadece içini rahatlatmayı) hedefliyor, ama asıl önemli olan önlem alınması eylemi savsaklanıyor. Bu aslında bir insan olarak anladığım bir davranış biçimi olmakla birlikte, kesinlikle tasvip edilmemesi gereken bir durum. insan bilir ki bir tarlada bir tohum ya da fidenin ekilmiş olması, o tarlada iyi ürün alacağımız anlamına her zaman gelmez. Tarladaki tohumu genetik yatkınlığa benzetirsek, o tarlanın gübrelenmesi, sulanması veya çapalanması gibi bakım işlemlerini ise risk faktörlerine benzetirim. Eğer tarlada tohum olsa bile (biz genetik olarak kalp damar hastalığına yatkın olsak bile), bu hastalık tohumu- Biz hekimlerin hastalarına kalp damar hastalığını kolaylaştırdığı gösterilmiş faktörleri çok iyi anlatması gerekir. Bu faktörlere risk faktörleri diyoruz. Bu risk faktörleri çoğu kez hastalar tarafından direkt hastalık sebebi olarak algılanabiliyor. Risk faktörünün ne olduğunun hastalarımız tarafından daha iyi kavranabilmesi için biz hekimlerin bazı benzetmelerden faydalamasının işi kolaylaştırabileceği düşüncesindeyim. Kendi klinik pratiğimde, kalp damar hastalığının gelişimini kolaylaştıran risk faktörlerini hastalarıma anlatırken, bir tarla ya da bahçenin bir çiftçi tarafından bakımının yapılması eylemine benzeterek söze başlarım. Birçok nun yeşermesi için kolaylaştırıcı bakım işlemlerinin yapılmaması yani risk faktörlerinin ortadan kaldırılması hastalık tohumlarının çimlenmesinin önüne geçecektir. Hastalık tarlası çorak kalacaktır. Peki, nelerdir kalp damar hastalığı tarlasının bakım işleri, gübreleri vb... Hipertansiyon, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği, sigara içilmesi, şişmanlık, kötü diyet alışkanlıkları, hareketsizlik... Kısaca özetlediğimiz bu risk faktörlerinin var olması durumunda, risk faktörlerinin ortadan kaldırılması için yılmadan savaşılmalıdır. Ancak işte ger- çek hayatta bu savaş çoğu kez verilememektedir. Ama hekimler yüzünden, ama sağlık sistemi yüzünden ve belki en acısı ama hastaların bu konuda yeterince gayret sarf etmemeleri yüzünden birçok hastalık tarlası hem gübrelenmeye, hem sulanmaya ve hem de çapalanmaya devam etmektedir. Birçok kişi bir kalp doktoruna gidelim, check up yaptıralım; mesela efor testi vb tarama testlerine tabi tutulalım da, doktor bunların temiz olduğunu söyleyiversin, ama alınması gereken koruyucu hekimlik önlemlerini pek de umursamayalım yönünde hareket etmekte. İşte bunun sonucunda elinde sayfalarca tetkik sonucu olan hastalar poliklinikleri doldurmakta; yani defalarca yapılan tahlillerde kolesterol yüksekliği vb. sorunların var olduğu görülmekte ama çözüm eylemine geçilemeden adeta nafile namaz kılar gibi doktora gelinip gidilmekte; içimiz rahatlamakta ama aslında hiç yol alınamamakta. Günlük hayattan verdiğim örneklerle, görünürde sağlıklı kişilere veya kalp hastalarına, hasta olmamak veya var olan hastalığın ilerlemesinin önlenmesi adına, durumun sadece ortaya çıkarılmasının yetmediğinin (hastalık olmadığının söylenmesi veya hastalığın teşhisinin konulmasının); asıl önemli olanın tedavi ya da koruyucu yaşam değişikliği önlemlerinin kararlı biçimde devreye sokulması ve ısrarla sürdürülmesi olduğunun altını çizmek istedim. Tüm insanların sağlıklı bir yaşam sürmeleri temel dileğimdir. Eczacınız sizi dinliyor Siz sordunuz, eczacınız yanıtladı... n Kimler vitamin kullanmalı? • 65 yaşın üzerindeki kişiler Folik Asit veb1, B6 B12 ve D vitamini almalıdır. • Menopozdaki kişiler • Diyet yapan kişiler • Öğün atlayanlar • Sigara içenler, • Aşırı alkol tüketenler • Bağırsak rahatsızlığı olup bağırsaktan besinlerin emilimi yapılamadığı durumlarda ihtiyaç olan vitaminler kullanılmalıdır. Bahar yorgunluğunu atlatmak için neler yapılmalı? Bahar yorgunluğu havadaki negatife ve pozitif iyonların dengesizliğinden kaynaklanmaktadır, bu durumda antioksidan alımını artırmak, her gün yarım saat yürüyüş, bol vitamin ve mineral alımı bu duyguyu azaltmaya yardımcı olmaktadır. Yeni doğanda göbek bakımı Yeni doğanın göbek bölgesi mikropların giriş kapısı olacağından mutlaka çok iyi temizlenmelidir. Anneler göbek temizliği yapmadan elleri çok iyi yıkayıp daha sonra alkol ile temizleyip steril bezler ile sarmalıdırlar. Normal şartlarda göbek 7-8 gün içinde düşer. n Adet sancılarının nedenleri ve önlemleri Adet sancısı kadınların regl dönemindeki rahmin kasılıp, gevşeme hareketlerinden kaynaklanır. Adet döneminde rahim hareketinin yanı sıra prostaglandin denilen kimyasalların salımı artar ve bu da ağrının şiddeti artırır. Nasıl azaltılır? • Stresten uzak durarak • Egzersiz yaparak • Masaj yaparak • Sıcak uygulayarak azaltılabilir Kramp nedir? Neden oluşur? Kas krampları kasları ağrılı olarak istemsiz kasılmasıdır. Çoğu zaman hareketsizlik, vitamin eksikliği, hamilelik dolaşım bozukluğu, vücudun susuz kalması gibi nedenlerle oluşur eğer mineral desteği magnezyum, potasyum gibi geçmiyorsa mutlaka bir hekime başvurulması gerekmektedir. 2015 mart•nisan edaktüel 21 edaktüel gündem Çocuklarda ev kazalarında boğulma tehlikesi Ele avuca sığmayan dünya tatlısı çocuklarımızı evde bekleyen tehlikeleri bir önceki sayımızda incelemiştik. Bu sayı da boğulma tehlikelerini, önlemleri ve ilk yardımı anlatmak istiyorum. Çünkü maalesef bu kazalar arasında en çok ölümle sonuçlanan grup boğulma tehlikeleri oluyor. 0-6 yaş grubu çocuklarda boğulmalar; • Suda boğulma • Yanlış yatış, duruş sebebiyle havasız kalarak boğulma • Yabancı cisim yutmalarından boğulmalar olarak gruplandırabiliriz. Amerika’da yılda ortalama 8 bin boğulma olayı meydana gelirken bunun yüzde 40’ının 6 yaş altı çocuklarda meydana geldiği görülmüştür. Bu yüzden alınacak tedbirler çok önemli… Yanlış yatış-duruş boğulmaları Bebeğinizi hiçbir zaman yumuşak bir zeminde yüzüstü yatırmayın. Bebeğin yatağında peluş oyuncaklar, battaniye, yastık, yumuşak örtü bırakılmamalıdır. Şilte karyolaya uygun ölçüde olmalı ve sıkı sıkıya gergin yerleştirilmelidir. Bebek yetişkin yatağında da yatırılmamalıdır. Yabancı cisim yutmaları-küçük objeler, oyuncaklar Yeni doğan ve küçük bebeklerde gırtlak kasları henüz gelişmemiştir, küçük soluk borusuna sahiplerdir. Bu yüzden yüksek boğulma riskine sahiptirler. 1 yaş üstü bebekler de ellerine ne geçirirlerse önce ağızlarına ala22 edaktüel mart•nisan 2015 • Eczacı Meltem Kortel • Havasız kalma sebebiyle boğulmalar rak cismi tanımaya çalıştıklarından boğulma riski yüksektir. Bu refleks onların doğal gelişimlerinin bir parçasıdır ve engellenmelidir, çünkü 6 yaşına kadar çocuklarda kendini koruma kavramı oluşmamaktadır. Boğulmalara gıda maddelerinin dışında, bilye, küpe, madeni para, saat pili, patlamış balonlar gibi objeler sebep olmaktadır. Yabancı cisim soluk borusunu tıkayarak boğulmaya sebebiyet vermektedir. Amerika’da yılda 2800 kişi yabancı cisim yutmalarından boğularak hayatını kaybetmektedir. Bu sayının 2/3’ü 3 yaş altı çocuklardır. Alınacak önlemler; bebeğin üzerinde bulunduğu zemin sürekli olarak temizlenmeli, toplanmalı, küçük cisimler bebeğin ulaşabileceği her yerden kaldırılmalıdır. Oyuncak bebeklerin aksesuarları, bozuk para, çengelli iğne, ataç, zımba teli, takılar vb. bebeğin ulaşamayacağı yerlere kaldırılmalıdır. Küçük çocukların oyuncaklarını seçerken “3 yaş altı çocuklar için uygundur” uyarısının olup olmadığına dikkat edin. Küçük parçalar içeren oyuncaklar kesinlikle alınmamalı, uygun yaşa göre uygun oyuncak seçimi yapılmalıdır. Patlamış balon parçacıkları da boğulma vakalarında sık rastlanır bir objedir, dikkat edilmeli. Çocuk için tehlikeli olabilecek kibrit, elektrik aletleri, kumandalar, cep telefonları gibi çıkarılabilen parçaları olan aletler çocuktan uzak tutulmalı. Ebeveyn çantasında anahtar, tükenmez kalem, bozuk para, ruj gibi objeler olabilir. Büyük risk oluşturur, dikkat edilmeli. Bu tür objeleri çocuğunuzun erişebileceği masa üstü, tezgâh üstü, çekmece gibi yerlerde de bulundurmayın. Pişmemiş nohut, fasulye, bilye, draje gibi şeylerle oynamasına izin vermeyin. Çengelli iğne çocuğun erişemeyeceği bir şekilde uygulanmalıdır. Emziğin yumuşak kısmı, sert kısmına sağlam tutmalıdır, peluş oyuncakların burun, göz ve diğer parçaları sağlam dikilmiş olmalıdır. Kesinlikle 1 yaş altı çocuklarda yastık kullanılmamalıdır, daha büyük çocuklarda sıkı ve çok ince bir yastık olabilir. Şiltenin ve yastığın ambalajları çıkarılmalıdır. Yatmadan önce çocuğun içindeki önlük, kurdela, bağcıklı giysiler üzerinden çıkarılmalıdır. Çocuğun yatağında uzanabileceği bütün sarkan materyaller uzak olmalıdır. Çocuğun karyolasındaki parmaklık aralığı 5-6 cm’den büyük olmamalıdır. Plastik poşetler düğümlenip kaldırılmalı çünkü küçük çocuklar sıkça oyun olsun diye kafalarını geçirebiliyorlar. Pudra serpme işlemi dikkatli yapılmalı çünkü pudra çocuğun nefesini tıkayabilir. Taneli gıda boğulmaları Küçük çocuklar tüm dişleri henüz çıkmadığından dolayı büyük parçalı yiyecekleri çiğneyemezler, bu da boğulma riskini çoğaltır. Öncelikle; çocuğunuza oturarak yemek yeme alışkanlığı kazandırın. Arabada şeker ve sakıza izin vermeyin, elinde yiyecek bir şeyler olmasın. 4 yaş altı çocuklarda risk oluşturacak, soluk borusunu tıkayabilecek sert besinler; kuruyemişler, çekirdekli vişne, çiğ havuç, kereviz, bezelye, patlamış mısır, sert şeker, elma, armut parçacıkları. Bu besinlerin rendelenip yedirilmesi gerekir yumuşak besinlerden; peynir, sosis, yumurta, üzüm vb. ince ince kesilerek, dilimlenerek verilmelidir. Suda boğulmalar Banyo küvetleri, evde kullanım için biriktirilen suların doldurulduğu kaplar, tuvalet klozetleri, bahçe de sokakta oluşan su birikintileri ve yüzme havuzları çocuklarımız için boğulma riskinin olduğu alanlardır. Çocuklarımız 4-5 yaşına kadar tehlike içgüdüleri gelişmediğinden sudan da korkmazlar. 5 cm’nin üzerindeki su seviyelerinde boğulma riski meydana HEİMLİCH MANEVRASI Acil durumlarda gerekli çocuk doktoru, zehir danışma merkezi, telefon numaraları yakınınızda olmalı. Boğulma vakalarında hayat kurtaran HEİMLİCH manevrasının tüm aile bireylerince bilinmesi de önemli gelmektedir. Banyoda bebekler bir an bile yalnız bırakılmamalıdır, başka çocuklara emanet edilmemelidir. Birikmiş su kovasının yakınında çocuk yalnız bırakılmamalıdır. Bebeğinizin içine düşmemesi için klozet kilidi kullanın. Boğulmaların yüzde 90’ı evlerin havuzlarında meydana gelmektedir. 3 yaşından itibaren çocuklarınıza yüzmeyi öğretseniz bile, kontrolsüz bir düşme hareketi kaç yaşında olursa olsun çocuğunuzu boğulma riskiyle baş başa bırakır. Denize girerken de çocuğunuzu gözünüzün önünden ayırmayın. Sudaki kuralları sıkı sıkıya öğretmeye çalışın, arkadaşlarıyla birbirlerini itmeleri en tehlikeli hareketlerdendir. Bütün bu boğulma olasılıklarına karşı alınacak önlemleri belirttik, kaza gerçekleştikten sonrası daha zordur, önlem almak daha kolaydır. . Tüm ailelere sağlıklı, mutlu, güvenli, kazasız günler dilerim. Bilinci açık kişilerde Heimlich manevrası: • Hasta ayakta ya da oturur pozisyonda olabilir, • Arkadan sarılarak gövdesi kavranır, • Bir elin başparmağı midenin üst kısmına, göğüs kemiği altına gelecek şekilde yumruk yaparak konur. • Diğer el ile yumruk yapılan el kavranır, • Arkaya ve yukarı bastırılır, • Hareket yabancı cisim çıkıncaya kadar tekrarlanır, • Şah damarından nabız ve solunum değerlendirilir, • Tıbbi yardım istenir (112). Bilinci kapalı kişilerde Heimlich Manevrası • Hasta yatırılır, yan pozisyonda sırta 5 kez vurulur, • Tıkanma açılmadığı taktirde hasta düz bir zeminde başı yana çevrilir, • Hastanın bacakları üzerine ata biner şekilde oturulur, • Bir elin topuğunu göbek ile göğüs kemiği arasına yerleştirilir, diğer el üzerine konur, • Göbeğin üzerinden kürek kemiklerine doğru eğik bir baskı uygulanır, • Şah damarından nabız ve solunum değerlendirilir, • İşleme yabancı cisim çıkıncaya kadar devam edilir, • Tıbbi yardım istenir (112), • Bu hareketi 5-7 kez yabancı cisim çıkıncaya kadar ya da yardım gelinceye kadar devam edin, Bu tür olgularda havayolu tıkanıklığından şüphelenildiğinde, ilkyardımcılar Temel Yaşam Desteği uygulamalarını yapacaklardır. Kurtarıcı nefes verdikten sonra hava gitmiyorsa tıkanıklık olduğu düşünülür, ilkyardımcı ağız içinde yabancı cisim olup olmadığını kontrol etmeli, yabancı cisim görüyorsa çıkarmalıdır. Havayolu tıkanıklığı varsa havayolunu açacak manevraları profesyonel acil yardım ekibi uygular. Bebeklerde tam tıkanıklık olan hava yolunun açılması: • Bebek ilkyardımcının bir kolu üzerine ters olarak yatırılır, • Başparmak ve diğer parmakların yardımıyla bebeğin çenesi kavranarak boynundan tutulur ve yüzüstü pozisyonda öne doğru eğilir, • Baş gergin ve gövdesinden aşağıda bir pozisyonda tutulur, • 5 kez el bileğinin iç kısmı ile bebeğin sırtına kürek kemiklerinin arasına hafifçe vurulur, • Diğer kolun üzerine başı elle kavranarak sırtüstü çevrilir, • Yabancı cismin çıkıp çıkmadığına bakılır, • Çıkmadıysa başı gövdesinden aşağıda olacak sırtüstü şekilde tutulur, • 5 kez iki parmakla göğüs kemiğinin alt kısmından karnın üs kısmına baskı uygulanır, • Yabancı cisim çıkana kadar devam edilir, • Tıbbi yardım istenir (112). 2015 mart•nisan edaktüel 23 edaktüel gezi Suuçtu’dan Su Uçuran’a • Işık Teoman • Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesindeki Suuçtu Şelalesi’ne gitmiş ve tadına doyamamıştık. Bu kez yolu İzmir’e düşen veya bu bölgeye gezi planlayan doğa severlerin de ilgisini çekeceğini düşündüğüm Suuçtu Şelalesi ile adaş bir şelaleye Aliağa Su Uçuran Şelalesi’ne götüreceğim sizi... Umarım santral falan kurmaya kalkmazlar Birçok insan bu ismi ilk defa duymuş olabilir, çok yakınlarda keşfedilmiş bir doğal güzellik, umarım başına bir iş gelmez, santral falan kurmaya kalkmazlar. Şelale yakın olunca günübirlik program yaptım. Ama gittiğimde gördüm; kamp kurmak için öyle uygun, öyle güzel yerleri gözüme kestirdim ki… Bizim ekip ile önümüzdeki süreçte bir plan yapabiliriz. Bu kez ailece kalkıştık. Hava kapalı, bulutlu, sıkıcı ve yağmurlu gibi göründüğü için sabah gidip gitmemekte kararsız kaldık. Öğlene doğru bulutlar çekilip güneş biraz yüzünü gösterince bilgisayarın başına oturdum ve güzergahı belirledim. Menemen üzerinden Çukur Köy yoluyla bir gidiş var. Ayrıca 24 edaktüel mart•nisan 2015 Aliağa’dan Türkmen Köyü yolundan da ulaşılıyor. Menemen’in Buruncuk mevkine varmadan önce, Çukur Köy yoluna giriş yaptık. Eski Gediz köprüsünü geçtikten sonra Çukur Köy’e yöneldik. Ancak bilgi almak için yolda durdurduğumuz köylüler bu yoldan şelaleye gitmenin çok zor olduğunu ve yola çok erken çıkmak gerektiğini söyleyince güzergah otomatik olarak değişti ve Aliağa’ya yöneldik. kestirdiğimiz asırlık meşe ağacının altına otomobilimizi park ettik. Yemyeşil otların arasında ve hayvan sulağının hemen önünde küçük taşlardan yaptığım ocakta, odun ateşinin üzerinde sucuklar cızırtılar arasında pişerken, Ayşe gazete okuyor; Ezgi de etrafı keşfetmeye ve börtü böceklerden uzak durmaya çalışıyordu. Karnımızı doyurduktan sonra yine köylülerden tarif aldık ve yola koyulduk. Horoz sesleri, tezek kokuları Uzun bir yürüyüş yaptık Aliağa’ya varmadan önce yağmur atıştırmaya ve hava kapanmaya başlayınca biraz tadımız kaçtı. Merkezde alışveriş yaptıktan sonra Aliağa girişinin tam karşısındaki yolu takip ederek aracımızla zirveye tırmanmaya başladık. Karakuzu Köyü’ne vardıktan sonra kahvede biraz nefes aldık. Karakuzu Köyü’nden sonra Otmanlar Köyü’ne ulaştığımızda güneşin yüzünü göstermesini fırsat bilen köyün genç kızlarının rengarenk yerel giysiler içinde çimlerin üzerindeki sohbeti görülmeye değerdi. Otmanlar Köyü’nden sonra yaklaşık on dakikalık yolculuğun ardından kırmızı kiremitleri, horoz sesleri ve tezek kokularıyla Türkmen Köyü karşımıza çıktı. Köye girmeden önce asfalt yolun sağından toprak yola yöneldik. Gözümüze Yer yer çamur ve toprak yolu takip ederek taş ocağına ulaşmaya çalışırken, yolda park etmiş üç-beş araç sahibi otomobil ile devam etmenin mümkün olmadığını söyleyince biz de park ederek yürümeye başladık. Çam ormanlarının arasında kuş sesleri ve yol kenarında akan derenin şırıltısını dinleyerek yaklaşık 20 dakika sonra tarif üzerine terk edilmiş taş ocağını bulduk. Ancak her hangi bir işaret ve yol levhası bulunmadığından serseri mayın gibi bir oraya bir buraya çıkış yolu aramaya başladık. Yardımımıza geri dönüş yapan doğa severler yetişti. Onlardan aldığımız tarifle derenin karşı yakasına geçerek zirveye tırmanmaya başladık. Tekrar bulutlanan ve kararan hava nedeniyle sıcaklık artınca biraz sıkıntılı bir yolculuk yaptık. Ancak asırlık ağaçlar, rengarenk çiçekler, zeytin ağaçları, erguvanlar, binbir çeşit otların yaydığı mis gibi kokular arasında yolumuzu tekrar kaybettik. Yeni keşfedilen yerlerde yaşanan bildik sıkıntılardı bunlar. Yanlış yol şelaleye ulaştırdı Şansımıza dönüş yapan birinin yardımıyla ağaçların arasından, kayaların üzerinden, dar yollardan geçerek o muhteşem şelalenin gözesine ulaştık. Minicik bir suyun yarattığı görkemli görüntü hemen altımızdaydı, sesini duyuyor ama biz onu yine göremiyorduk. Büyük şelaleye ulaşmak isterken kaynağı bulmuştuk. Yön levhaları olmadığı için bulmakta oldukça zorlandığımız şelaleden havanın kararması nedeniyle tam umudumuzu kesmişken yanlış girdiğimiz bir yoldan o muhteşem görüntüye ulaştık ve derin bir nefes aldık. Yaklaşık 40 metreden süzülen şelalenin zemine ulaştığında çıkardığı ürkütücü sesi dinledik, bize ulaşan serinliğin keyfini çıkardık. Dinlendik,yorgunluk çıkardık,şelaleyi hayranlıkla izledik. Akşam karanlığı çökmeden dönüşe geçtiğimizde Su Uçuran Şelalesi’nin tadını çıkarmak için erken yola çıkmanın su, bağ bıçağı ve aperitif yiyecek gibi malzemeleri almanın gerekliliğini düşündük. Yarım gün de olsa İzmir’den ulaşmanın çok kolay olduğu bu doğal güzelliğin doyumsuz keyfini çıkarmanın mutluluğunu yaşadık. 2015 mart•nisan edaktüel 25 edaktüel sağlık M ide hastalıkları günümüzde oldukça sık görülmektedir, toplumda görülme sıklığı bir yıl içinde yüzde 25-30'lara varmaktadır. Başka bir deyişle her 4 kişiden biri bir yıl içinde mide şikayeti ve rahatsızlığına maruz kalmaktadır. Gastroenteroloji polikliniklerine başvuran hastaların da yaklaşık yüzde 60'ı mide problemi yaşayan hastalardır. En sık karşılaştığımız mide hastalıkları “fonksiyonel dispepsi” ve “gastroözofageal reflü hastalığı”dır. Bunun yanında polikliniğe mide yakınması ile başvuran hastalarda, halk dilinde mide ülseri olarak bilinen peptik ülser, safra yolu taşları, • Dr. Göktuğ Faik Önder • Gastroenteroloji Uzmanı Buca Tıp Merkezi psikiatristin yardımı belirgin fayda sağlar. Bir de peptik ülsere bağlı dispepsi dediğimiz grup vardır, bu hastalarda bulgular daha şiddetlidir, genellikle akuttur ve endoskopi yapılarak ülserin görülmesi ile tanıya gidilir. Genellikle ağrı kesici ilaç kullanımı ve midede varlığını sürdüren Helikobakter pylori bakterisinin sebep olduğu gastrit en önemli sebebidir. içinde de mide kanserine neden olduğu bildirilmiştir. Neyse ki mide kanseri çok sık değildir ve herkeste ortaya çıkmamaktadır. Endoskopi ile Helikobakter bakterisine bağlı gastrit saptandığında antibiyotik tedavisi ile ortadan kaldırılabilmektedir. Günümüzde çok sık duyduğumuz Reflü Hastalığı da toplumda çok sık görülür ve batı tipi beslenme dediğimiz hazır gıdaların, kola ve hamburger tüketiminin artması, obezitenin yaygınlaşması bu hastalığı ülkemizde de sık görülür hale getirmiştir. Reflü kelime anlamı itibariyle mide Mideniz rahat mı? Değilse, yapmanız gerekenler... pankreas hastalıkları, mide polip ve kanser hastalığı, kalp hastalıkları da sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Dispepsi halk arasında karnın üst kısımında belirgin, dolgunluk, sişkinlik, erken doygunluk, hazımsızlık, bulantı kısacası rahatsızlık hissi şeklinde ifade edilen bulguların tümünü içeren tıbbi bir terimdir. Bunun yanında mide bölgesinde ağrı, ekşime ve yanma da sıklıkla görülür. Bu şikayetlerle polikliniğe başvuran hastaların yarıdan fazlası fonksiyonel dispepsidir, yani bu hastalara endoskopi yapıldığında gastrit dışında bir bulgu yoktur, ülser eşlik etmez. Bu şikayetler de genellikle tekrarlayabilir ve benzer şikayetlerle sık doktora başvuru görülür. Hastalığın etyolojisinde, mide beyin arasında iletişimi sağlayan sinirlerde aşırı uyarı, midenin spazm yapması ve çeşitli nedenlerle midenin aşırı asit salgısı suçlanmaktadır ve doktor kontrolünde ilaçlarla genellikle bulgular yatışır. Psikososyal faktörler, yoğun stres bu hastalığı tetikleyebilir, gereğinde bir 26 edaktüel mart•nisan 2015 Günümüzde Helikobakter pylori bakterisinin sebep olduğu gastrit ve buna bağlı gelişen peptik ülser oldukça yaygındır. Bu bakteri Türk toplumunda hastaların yüzde 70-80'inde vardır, mideye genellikle çocukluk çağında bulaşır, kötü hijyen, yediğimiz-içtiğimiz şeylerle bulaştığı düşünülmektedir, midede gastrite, yani mide çeperinin yangısına neden olur ve hayatımızın bir döneminde mide-oniki bağırsak ülserlerine ve nadiren uzun yıllar içeriğinin, en sık da asitin geriye yani yemek borusuna kaçması, bazen boğaza da gelerek buralarda tahrişe neden olmasıdır. En sık bulgu göğüste yanma-ağrı, boğaz yakınmaları, daha az olarak da yutma güçlüğü, öksürük, ses kısıklığıdır. Endoskopi yapıldığında yemek borusunda reflüye bağlı değişiklikler, varsa mide fıtığı görülmektedir. Günümüzde medikal tedavi ile kontrol altına alınabilmektedir. Diyet ve kilo verilmesi de öneril- edaktüel yeni ürünler mektedir. Özellikle gece ağır yemeklerden kaçınılması, yemek sonrası hemen yatılmaması gece reflüsünü önlemede önemlidir. Çeşitli kardiyak hastalıkları, hatta kalp krizini taklit edebilmekte ve karışabilmektedir. Elbette göğüs ağrısı olduğunda öncelikle bir kalp doktorunun kontrolünden geçmek gereği vardır. Bazı hastalarda reflü şiddetli ve tekrarlayıcıdır ve bu durumda sürekli ilaç kullanımı önerilir. Bu durumda bazı seçilmiş hasta grubuna reflü cerrahisi ya da endoskopik reflü tedavileri önerilebilir. Gastroenteroloji polikliniklerine mide şikayetleri ile başvuran hastaların bir bölümünde safra kesesi taşı sıklıkla karşımıza çıkmakta ve mide hastalıkları ile karışmaktadır. Tanıda karın ultrasonografisi kolay ve çabuk uygulanır bir yöntemdir ve tanı konulduğunda yakınmalar safra kesesi taşına bağlı ise tedavi cerrahi olarak kesenin alınmasıdır. Bir de mide hastalıklarında alarm semptomları dediğimiz şikayetler vardır, yani ağızdan ya da dışkıda kan gelmesi, şiddetli kusmalar, kilo kaybı, açıklanamayan şiddetli karın ağrısı, kan tetkiklerinde kansızlık saptanması durumunda en kısa sürede bir uzmana başvurmak zorunluluğu vardır. Bu tür hastaların endoskopi ile tetkiki uygun olacaktır. Günümüzde endoskopi sedoanaljezi yöntemi ile uygulanmakta olup hastanın konforu ön plandadır. Hastalar damar yolu açıldıktan sonra verilen ilaçlarla uyutulmakta ve işlem uygulanmaktadır. İşlem bize yararlı bilgiler vermekte, mide anatomisi ve mide çeperinin değerlendirilmesini, biyopsi alınarak Helikobakter pylori gastriti ve olası tehlikeli mide hastalıklarının erken tanı ve tedavisine olanak sağlamaktadır. Mide hastalıklarının tanı ve tedavisinin bir uzman tarafından yapılması uygun olacaktır. Uzun zamandır olan ve sık tekrarlayan şikayetler ya da ani başlayan mide yakınmalarının olması durumunda bir uzmana başvurulması önerilir. 2,50 TL 8,25 TL Golden Rose Tırnak Sertleştirici Black Diamond Hardener, mikro siyah elmas tozu ve sertleştirici bileşenlerle zenginleştirilmiş çift patentli formülü ile tırnak üzerinde parlak, sert ve koruyucu bir tabaka oluşturarak kolay kırılan, yumuşak ve güçsüz tırnaklar anında kuvvetlenir. Çabuk kuruyan sertleştirici film tabakası ile tırnaklarınızın soyulma, kırılma ve kat kat ayrılmasını önlemeye yardımcı olur. İçeriğindeki UV filtresi ile tırnaklarınızı güneşin zararlı ışınlarına karşı korur. Golden Rose Oje 01 Color Expert Golden Rose'dan yepyeni Color Expert oje serisi, tek katta kapatıcılık özelliği ve ekstra geniş fırçası ile kolay uygulama sağlar. 105 trendy renk seçeneği , parlak ve kalıcı formülasyonu ile göz alıcı tırnaklar yaratmanızı sağlar. 49 TL Kelo-Cote Yara izi jeli 15 Yaralarla ilgili kaşıntı ve rahatsızlıkları giderir. 29,50 TL Dr. Nemo Omega 200 ml Çocuklarda hafıza ve konsantrasyon desteği sağlar. 59,90TL Şişedeki Eldiven 240ml Şişedeki Eldiven (Gloves in a bottle) koruyucu losyon egzama ve cilt kuruluğu tedavisine yardımcı olup nemlendirme işlemini başarıyla gerçekleştirir çünkü yapay nemlendiricilerin tersine Şişedeki Eldiven cildin üst tabakasındaki hücrelere tutunarak görünmez bir eldiven gibi cildi kaplayan bir kalkan oluşturur. 25,90 TL Dynabelle Çocuk Kavanoz Arı Sütü ve Çam Balı karışımı 2015 mart•nisan edaktüel 27 edaktüel sağlık • Doç. Dr. Dilşah Çoğulu • EÜ Diş Hekimliği Fakültesi Pedodonti Anabilim Dalı Diş çürükleri, çocuklarda görülen en yaygın hastalıklardan birisidir. Erken çocukluk dönemi çürüğü, 71 aylık (6 yaş) ve daha küçük çocuklarda çürük diş ya da çürük nedeniyle dolgu yapılmış, çekilmiş diş varlığı olarak tanımlanmaktadır. Küçük yaş grubunda sütün biberon ile içilmesi, özellikle geceleri bal, pekmez ya da şeker ilave edilerek hazırlanan süt ile uykuya dalınması nedeni ile ilk olarak 1960’lı yıllarda bu çürükler “biberon çürüğü” olarak adlandırılmıştır. Günümüzde biberonla alınan gıdaların diş çürüklerinin oluşmasında tek etken olmadığı, birçok faktörün çürük gelişiminde etkisinin olduğu düşünülerek bu çürükler için “Erken çocukluk dönemi çürüğü” terimi kullanılmaktadır. Diş çürüğünü önlemeye yönelik koruyucu uygulamalara rağmen, erken çocukluk dönemi çürüğü, tüm dünyayı ilgilendiren bir sağlık sorunu olmaya devam etmektedir. Erken çocukluk dönemi çürüğü, çürük yapıcı mikroplar ve uygun olmayan beslenme alışkanlıklarının sebep olduğu çok faktörlü bir hastalıktır. Çürüğe neden olan faktörler arasında, ailelerin sosyoekonomik seviyeleri ve eğitim düzeylerinin yanı sıra flor alım sıklığı ve ağız bakım alışkanlıkları gibi faktörler de yer almaktadır. Çürük yapan mikroplar özellikle anneden bebeğe kolaylıkla geçmektedir. Bebek ile aynı kaşığın kullanılması, dudaktan öpme ve annenin bebeğinin emziğini temizlemek amacıyla kendi ağzına götürmesi bu geçişi kolaylaştırmaktadır. Annenin geceleri emzirmesi, biberonla verilen süt ya da mama, uykuya geçtikten sonra dişlerin üzerine birikmektedir. Uyku sırasında tükürük salgısı da azaldığı için dişler 30 edaktüel mart•nisan 2015 Erken çocukluk dönemi çürükleri temizlenememekte ve ağızda daha önceden var olan çürük yapıcı mikropların asit oluşturmasına elverişli ortam meydana gelmektedir. Bu asitler diş minesinin mineral yapısını bozarak, önce tebeşirimsi beyaz renkte lekelerin görülmesine, daha sonra da sarı kahverengi çürük oluşmasına neden olmaktadır. Bu çürükler, önce üst çenedeki kesici dişlerin ön yüzlerinden başlar, daha sonra diğer dişlere yayılır. Erken çocukluk dönemi çürüklerine neden olan faktörler arasında, hazır meyve suları, bisküvi, çikolata gibi hazır gıdalar, şekerli sakızlar, tadı kabul edilebilir olsun diye özellikle şurup formundaki ilaçlara ilave edilen şekerler sayılabilmektedir. Bunların yanında dişin mineral yapısının zayıf olması, diş yapısının gıda birikimine elverişli olması, tükürük ile ilgili bir takım faktörler de bu çürüklerin gelişiminde etkili olabilmektedir. Süt dişlerinin değişecek olması nedeniyle bu dişlerde oluşan problemlerin ciddiye alınmaması en büyük hatadır. Çünkü süt dişleri çiğneme ve beslenmeyi sağlayarak büyüme ve gelişime yardımcı olmaktadır. Süt dişlerinde meydana gelen sorunlar; büyüme ve gelişimin olumsuz etkilenmesine sebep olmaktadır. Süt dişleri alttan gelecek olan daimi dişlerin yerlerini korumaktadır. Aynı zamanda özellikle ön dişlerdeki problemler konuşmayı da etkilemektedir. Bunun yanında çocuklarda dişlerin çürük olması ve diş kayıpları estetik kaygı oluşturarak psikolojik soruna neden olabilmektedir. Yine zamanından önce çürük nedeni ile kaybedilen dişler ileride yer kayıplarına neden olarak ortodontik tedavi gereksinimini ortaya çıkaracaktır. Tedavi edilmeyen erken çocukluk dönemi çürükleri, ağrı ve enfeksiyon sonucu öğrenme ve yeme sorunlarına da neden olabilmektedir. Buna bağlı olarak çocuğun hem okul başarısı düşecek, hem de gelişimi diğer arkadaşlarına göre daha yavaş olacaktır. Erken çocukluk dönemi çürüklerinin tedavisinde dolgu ya da çürüğün sinire kadar ilerlediği durumlarda kanal tedavisi uygulanabilmektedir. Tedavisi mümkün olmayan durumlarda dişin çekimi gerekmektedir. Başlangıç düzeyindeki çürüklerin ilerlemesi, beslenmenin düzenlenmesi, yanlış alışkanlığın durdurulması, ağız bakımının yeterli düzeyde sağlanması ve çürük önleyici yöntemler ile kontrol altına alınabilmektedir. Erken Çocukluk Dönemi Çürükleri Nasıl Önlenir? n Bebeğin biberon ile uyumasına izin verilmemelidir. n Bir yaşından sonra gece beslenmesi bırakılmalıdır. n İlk diş sürdüğü andan itibaren dişler, beslenme sonrası ya diş fırçası ve macun ile ya da işaret parmağına sarılan nemli gazlı bez, parmak fırçaları ile temizlenmelidir. Her ikisinin de yapılamadığı durumlarda çocuğa su içirilmelidir. n Çocuk ile ortak kaşık, çatal, diş fırçası vs kullanımı engellenmelidir. n Dişler üzerine yapışıp kalan, şekerli gıdalar yerine sebze ve meyve ağırlıklı lifli besinler tercih edilmelidir. n İçeriğinde şeker bulunan özellikle şurup formundaki ilaçların kullanımı sonrasında dişler temizlenmelidir. n Çocuk bir yaşından itibaren düzenli olarak diş hekimine muayeneye götürülmelidir. Üç yaşından itibaren 6 ayda bir diş hekimi tarafından koruyucu flor uygulamaları yapılmalıdır. eczanede alışveriş NEUTROGENA VISIBLY CLEAR • SİYAH NOKTA TEMİZLEME PEALING JEL 150 ml WEEWELL 14,90 TL GÖĞÜS UCU KREMİ 10 gr 14,50 TL Siyah noktaların oluşmasını engellemeye yardımcı olur: İçeriğindeki siyah noktalarla savaşan bileşenler sayesinde gözenekleri derinlemesine temizler, 3 hafta boyunca siyah noktaları uzak tutar. Siyah noktaları uzun süreli azalttığı klinik olarak kanıtlanmıştır. Meme ve cilt tahrişlerini giderir. Antioksidan ve koruyucu içermez. %100 doğaldır. Yumuşaktır ve rahatça sürülür. NEXCARE KORUYUCU SPREY YARA BANDI 26,00 TL Küçük çizik ve yaralanmalar için ideal. Alkol içermez. Yakmayan özel formülü ile cilde zarar vermez. Suya dayanıklıdır. 24 saat boyunca koruma etkisini gösterir. 90 kullanımlıktır. Pompa uygulaması ile ekonomiktir, bir pompalama ile yara tamamen kapatılabilir. 30 saniyede kurur. GOLDEN GOAT 14,50 TL Bebek Bakım Kremi 60 Sudocream’in koruyucu bir bariyer oluşturan su itici tabanı vardır, bu taban cilt ile temas eden herhangi bir tahriş edici etkeni durdurmak için yardımcı olur. Sudocrem, yumuşatıcı etkisi ile cildi yumuşak bırakarak acıyan iltihaplı bölümü yatıştırmaya yardımcı olur. LANSİNOH LANOLİN KREM 32,50 TL Lansinoh HPA® Lanolin meme uçlarınızın ağrısını dindirmeye ve korumaya yardımcı olur. Lansinoh HPA® Lanolin en güvenli ve en saf meme ucu kremidir ve tamamen hipoalerjeniktir. Lansinoh HPA® Lanolin, İngiliz Alerji Vakfının onayını almayı başarmış tek lanolin ürünüdür. KEÇİ SÜTÜ BAZLI DEVAM SÜTÜ NEUTROGENA 38,90 TL VISIBLY CLEAR PORE SHINE GOLDEN GOAT®2, büyüyen bebeğinizin 6.ayından itibaren ihtiyaç duyacağı beslenme değerlerini karşılayacak şekilde geliştirilmiş olup, bu dönemde diğer besinlerle beraber güvenle kullanabileceğiniz keçi sütü bazlı bir üründür. 14,90 TL Tıkalı gözenekleri temizlemeye yardımcı olur. Duru bir görünüm için cildi derinlemesine temizler. Parlaklığı gözle görünür bir şekilde azaltır. LEAFY PAPATYA BEBE ÇAYI 3.50 TL LEAFY Papatya Bebe Çayı İçindekiler: Glikoz, Maltodekstrin, Papatya 34 edaktüel mart•nisan 2015 Sudocream ZADEVİTAL HİNDİSTAN CEVİZİ YAĞI 69 TL Soğuk pres Hindistan cevizi yağı içeriğinde yüksek miktarda MCT (orta zincirli trigliserid) bulunmaktadır. eczanede alışveriş MAYBELİNE BABY LIPS GARNIER 6,25 TL Bebeksi yumuşaklıkta dudaklar için yoğun dudak bakımı sağlar. Özel formülüyle dudaklarını tam 8 saat nemlendirir. Şeffaf formları SPF20 ile güneşin zararlı etkilerine karşı korur. SAF & TEMİZ 3’Ü 1 ARADA TEMİZLEYİCİ, PEELING, MASKE 14 TL Karma ve yağlı ciltler için yağlanma ve pürüzlere karşı 3'ü 1 arada çözüm: • Temizleyici: Cildi arındırır. • Peeling: Tıkanmış gözenekleri açar. • Maske: Cildi matlaştırır ve dengeler. LANOLİNE GÖĞÜS UCU KREMİ 24,90 TL Ürün % 100 doğal lanolin içerir ve kokusuzdur. Doğal olduğu emzirmeden önce silinmesine gerek yoktur. Emzirmeden sonra uygulanılması önerilir. DURA NYT BİT LOSYONU SPREY 100 ml 19,95 TL Duranyt, saça yerleşmiş olan bit ve yumurtalarından kurtulmaya yardımcı olmak için kullanılır. Bitleri ve yumurtaları kaplayarak kapsülleşme yoluyla ölmelerini sağlar. Böcek ilacı içermez. Kokusuz ve renksizdir. Kolayca sürülür ve saç kremi gibi hissedilir. Çift taraflı ince dişli tarak ile birlikte. REDSMAC KRİLL YAĞI 90 KAPSÜL 112,90 TL Klasik balık yağlarından farklı olarak dha-epa yağ asitleri fosfolipid formunda omega 3 yağ asitlerini içeren özel formüldedir. OZON THERAPY ŞAMPUAN 17,50 TL Ozon (O3) ile zeytinyağının müthiş uyumu ve şifa gücünü ışıldayan saçlarınızda hissedeceksiniz. Saçınızı ve saç derinizi hiç olmadığı kadar temiz ve kuvvetlenmiş hissedeceksiniz. Ozon ve zeytinyağı saçlarınızı dipten uca temizleyip saç derisini besler. PEDİLUX 4 AYAK KOKUSU ÖNLEYİCİ KREM 48,50 TL Ayak kokusu önleyici bir kremdir, özel çorabı ile birlikte sunulmaktadır. Dermatologlar ve doktorlar tarafından önerilen, reçetesiz kullanılabilen OTC ürünüdür. Tek kullanımda 90 gün etkisini korur. FDA onaylı, Amerika’da satışa sunulmuş, konusundaki ilk Türk ürünüdür. Doğal, güvenli ve etkilidir. SYNCHROLİNE AKNİCARE GENTLE CLEANİNG GEL 75 TL Aktif aknelerin hızla iyileşmesini sağlarken yeni oluşumları azaltır. Cilt yağını dengeler, komedonları giderir porlu görüntüyü azaltır. Rahat ve güvenli kullanım sağlar. 36 edaktüel mart•nisan 2015 EQUİLİBRA ALOE DERMO-GEL EXTRA 32 TL Ciltte oluşan her türlü tahriş, güneş ve diğer yanıklar, iltihaplanmalar, su toplanması, kızarıklıklar, terleme ve sürtünmeye bağlı tahriş, epilasyon ve traş nedeniyle oluşan kızarıklık ve tahrişleri iyileştirmeye yardımcıdır. %100 doğaldır, hiçbir sentetik ve katkı maddesi içermez. edaktüel spor Yoksa siz hala uçmayanlardan mısınız? • Deniz Çaba • Yamaç paraşütü ile hayatına yeni bir yön vermiş olan eczacı Ali Es, Richard Bach’ın bir sözüyle sesleniyor: “Bach, ‘Uzak diye bir yer yoktur’ derken ışınlanmaktan bahsetmiyordu. Yoksa siz hala uçmayanlardan mısınız?” Herkesin bir hobisi olmalı... Rahatladığını hissettiği, hayatın rutininden ve sorunlarından uzaklaştığı bir alan… Fethiye’de eczacılık yapan Ali Es, bunu başarabilmiş isimlerden. Lise yıllarından beri tutkuyla sevdiği yamaç paraşütünü hayatının önemli bir parçası haline getirmiş. 1989’da Türk Hava Kurumu’nun amatör paraşütçülük kurslarına katılmış ve gerisi gelmiş: “1991 yılında Eczacılık Fakültesi’ni kazandım ve aynı yıl Ege Üniversitesi Havacılık Kolu’nun (EHAVK) temellerini attık. Sadece bir avuç 38 edaktüel mart•nisan 2015 öğrenciydik o zamanlar. Şu an EHAVK üniversiteler arasında yamaç paraşütü konusunda en hatırı sayılır kulüp.” Uçak ve yamaç paraşütü Es, 1991’den beri yamaç paraşütü yapıyor. 5 bin saat üzerinde uçuş tecrübesi var. Ancak, “Uçak paraşütü ve yamaç paraşütünü birbiriyle karıştırmamak gerek” diyor: “Birbirinden tamamen farklı sporlar. Uçak paraşütünde serbest düşüş sonrası açılan paraşüt uçmaz, süzülerek inişe geçer. Fakat Eczacı Ali Es yamaç paraşütü sizi saatlerce havada tutabilir; çok alçak irtifadan termik adı verilen sıcak hava akımlarını yakalayarak saatler süren uçuşlar gerçekleştirebilirsiniz. En popüler yamaç paraşütü yarışma branşı da bu esasa dayalıdır. Yükselerek uzak mesafeler-rotalar gerçekleştirmek.” Paramotor uçuş ayrı bir deneyim uçuşlar yapamazsınız. Ancak yüksek irtifa uçuşlarınızı ve SIV eğitiminizi tamamladıktan sonra orta seviye bir pilot unvanını elde edersiniz.” Es, 1996 yılından beri de paramotorla uçuyor. Bu da ona göre apayrı bir deneyim: “Paramotorda eğimden yamaç paraşütü ile koşarak kazanılan hız ile paraşütün üst ve alt yüzeyinde oluşan basınç farkıyla meydana gelen kaldırma kuvveti sonucu uçuş gerçekleşiyor. Paramotor sistemli yamaç paraşütünde prensip, aynı kaldırma kuvvetinin motor gücü ile itiş sonucu kazanılmasıyla uçuşun gerçekleşmesi. Paramotor ile uçuş için koşu yapılabilecek uygun bir kalkış pisti yeterli. Hafif eğim kalkışı kolaylaştırıyor. Ancak Paramotor eğitimi için ileri düzey yamaç paraşütü pilotu olunması gerek.” Bir çift kanat takmak gibi SIV, stabil olmayan uçuş teknikleri anlamına geliyor. Uçuş esnasında bir pilotun olumsuz etkenlerden dolayı başına gelebilecek acil durumları kendi manevraları ile yapması ve bunlardan kurtulma çalışmaları. Es’in söylediğine göre, dünyada en çok SIV eğitimi verilen yer Ölüdeniz. Stabil bir rüzgar ve yedek paraşütün güvenle açılabileceği, altında deniz olan oldukça yeterli bir irtifa var. Dünyanın en çok uçuş yapan pilotları Ölüdeniz’de Es, aynı zamanda Ölüdeniz Yamaç Paraşütü Derneği Başkanı. Anlattığına göre Hava Sporları Federasyonu iki yıl önce feshedildi. Sivil havacılık, THK ve diğer havacılık dernekleri yeni ve daha sağlam temellere dayanan federasyon için çalışma içinde. Bu konuda onlar da çaba sarf ediyorlar. “Çünkü” diyor Es: “Ölüdeniz dünyanın en çok uçuş yapılan bölgesi ve dolayısıyla Ölüdeniz’deki pilotlar dünyanın en çok uçuş yapan pilotları. Turistik ve ticari yamaç paraşütü faaliyetleri il/ilçe idari amirlikleri bünyesinde kurulan Sportif Faaliyet Kurulları tarafından denetleniyor ama amatör uçuşlarda ciddi bir denetleme mekanizması yok. O nedenle yamaç paraşütü sporunu yapmak isteyenlere tavsiyem ilk önce bir tandem uçuşu, yani profesyonel pilotlar eşliğinde Babadağ’dan bir uçuş yapmaları; böylece bu sporun kimyalarına uyup uymadığına karar verebilirler.” Tandem uçuş görüntüleri. “Eğitim hafife alınamaz” Es’in anlattığına göre eğitim aşaması ciddi bir süreç; en az aralıksız bir haftanızı vermeniz gerekiyor. Başlangıç aşaması için en önce öğrenilmesi gereken de kalkış ve iniş pratiği: “Başlangıç eğitimi 100 metrelik tepelerden kalkış ve iniş çalışmasıdır aslında. Tabii ki teorik eğitim işin vazgeçilmezi. Teorisine hâkim olmadığınız her manevra istenmeyen sonuçlara neden olabilir... Bütün doğa sporları için geçerlidir bu felsefe. Başlangıç eğitimi sonrası eğitmen kontrolsüz ve telsizsiz Es, “Yamaç paraşütü bir çift kanat takmak gibi. Ancak kanatlarınıza hükmetmeniz lazım” diyor: “Tüm doğa sporlarında olduğu gibi yamaç paraşütü sporunda da kurallara uyulmadığı zaman, uygulamada sorun yaşamak olası. Eczacılık için de benzer bir durum söz konusu. Bizler fakültede eczacılık işletmesi ve muhasebesi eğitimini eksik aldık. Ne oldu? Pratik uygulamada kayıplar verdik, zararlar ettik. Bu yüzden EDAK tarafından verilen eczane finansı eğitimleri çok önemli. Her serbest eczacının katılması lazım.” Tandem için teorik eğitim gerekli değil Tandem uçuşa gelince... Es, bunun için hiçbir teorik bilgiye ihtiyaç olmadığını söylüyor. Pilotun komutuyla beraber rüzgâr durumuna göre sadece birkaç adım atarak uçuşa geçiyorsunuz ve eşsiz manzara ayaklarınızın altında. Es, o görüntüyü ve hissi şöyle anlatıyor: “Dünyaya kuşbakışı bakmanın zevkini çıkarın, kalkış sonrası hava açık ve bulutsuz 2015 mart•nisan edaktüel 39 edaktüel spor 1978’den bugüne 1978 yılında üç Fransız dağcı ve aynı zamanda serbest paraşütçü, paraşütleriyle tepelerden koşarak kalkış fikrini geliştirdiler. Bundan bir yıl sonra da dünyanın ilk yamaç paraşütü okulu 1979 yılında Fransız Alplerinde kuruldu. İlk yamaç paraşütleri, uçaktan yapılan serbest atlayış paraşütlerinin açılışı sırasındaki basınca dayanıklılığına göre dizayn edildi. Daha sonra buna gerek olmadığı görüldü ve kubbeler hava geçirmez kumaştan üretilmeye başlandı. Bu sporun kitlelerin yapabileceği kadar düzenli hale gelmesi ise 1986’yı buldu. İlk Yamaç Paraşütü Dünya Şampiyonası da Avusturya’da yapıldı. 1987 yılında yamaç paraşütü üreticileri çift kişilik, yani tandem yamaç paraşütleri yapmaya başladılar ve kısa bir süre içinde alternatif turizm sektörüne giren bu uçuşlar, birçok ülkenin turizm posterlerinde yer almaya başladı. Ölüdeniz’in yükselişi ise tam karşı istikamette Rodos’u göreceksiniz. Belcekız Plajı boyunca uzanan otellerin havuzları çok farklı bir görüntü veriyor. Metrelerce yüksekten, Bild Dergisi tarafından dünyanın en güzel plajı seçilen Ölüdeniz Plajı üzerinden terkedilmiş tarihi Rum evlerinin bulunduğu Kayaköy’e doğru uzanan uçuş, Gemiler Koyu’nun ve Saint Nicholas Adası’nın güzel görüntüsüyle devam ediyor. Bu, 30-45 dakika arası süren, belki hayatınızın en güzel anları.” “Karar alma sürecinizi bile olumlu yönde etkiliyor” Es’in yamaç paraşütü tutkusu, iş hayatında da olumlu sonuçlar doğurmuş. “Macera sporlarına bir şekilde bulaşmak insana rutin/iş hayatında daha hızlı-isabetli ve cesur kararlar vermesini sağlıyor” diyor: “Birçok büyük kurumsal şirket, üst düzey yöneticilerine paraşüt-kayak-dalış gibi doğa sporlarını yapması için imkân sağlıyor. Bunun bilimsel açıklamasında vücudun salgıladığı endorfin hormonu var bence. Belki 40 edaktüel mart•nisan 2015 Babadağ denize yakın ve yüksek bir dağ olmasından dolayı yamaç paraşütünün dünyadaki gelişimine paralel bir hızda keşfedildi. 1989 yılında Stephan adında Alman bir pilot ilk uçuşu bölgede gerçekleştirdi, aynı yıl Murat Öneş tarafından Pink Team adıyla ticari tandem uçuşları yapılmaya başlandı. 1991’de Dominic adında Fransız bir pilot bölgede bir süre kalarak uçuşlar gerçekleştirdi. Babadağ pistinden kalkış, 1700 metre. de risk faktörünün başarı ile doğru orantılı olması.” Ölüdeniz’de her yıl 50 bin üzerinde tandem uçuşu gerçekleşiyor. Yerli katılımcı sayısı her geçen yıl artıyor ama Es’e göre hala olması gerekenden çok daha az: “Bölgeye Teleferik yapılacağına dair şehir efsanesi her geçen yıl bir adım yaklaşıyor gerçeğe. Teleferik yapılmasının yamaç paraşütü sektörüne ne kadar faydası olur konusu da apayrı bir münazara. Sonuçta Türkiye’den daha çok insanın gelmesi lazım. Dünyanın çok uzak bölgelerinden Babadağ’a sadece yamaç paraşütü için gelenler var.” Bu gelişmelere paralel olarak yamaç paraşütü 1990’lı yılların başında yine serbest paraşütçü öğrencilerin başını çektiği üniversite havacılık kolları bünyesinde bir havacılık faaliyeti olarak başladı. Üniversite havacılık kollarından ilk yetişen pilotların yolları Ölüdeniz’de ticari tandem faaliyeti bünyesinde birleşti; aynı zamanda bölgeyi keşfeden birkaç Avrupa kökenli okul tarafından eğitim alan lokal turizm personelleri kendini sektörün içinde buldu. Alpler, Nepal, Brezilya, Yeni Zelanda, Peru, Lima ve tabii ki Ölüdeniz-Babadağ ticari tandem yamaç paraşütü uçuşlarının yapıldığı bölgeler olarak ön plana çıkıyorlar. Bu bölgelere daha sonraki yıllarda Hawai-Bali-Hindistan ve ülkemizde Kaş-Assos ve Antalya Tahtalı Dağı eklenecek... edaktüel söyleşi Cemal Hünal: "İnsanlar hızlı tüketilen, çabuk kavranan karakterleri seyretmek istiyorlar." O na herkes “Issız Adam” diyor. Oysa bu film, onun hayatının ve oyunculuğunun sadece bir bölümü. Cemal Hünal onca romantik rolden sonra şimdilerde Paramparça dizisinde bir kötü adamı oynuyor. Onunla “Aşk Kokusu” oyunu için geldiği İzmir’de söyleştik. Çağan Irmak'ın yönetmenliğini yaptığı Ulak filminde Ali İbrahim’i, Issız Adam’da Alper’i, Romantik Komedi’de ise Mert’i, Kırmızı'da Umut'u canlandırdı. Asi dizisinde Kerim, Kış Masalı’nda Ali Murat, Adanalı’da ise 44 edaktüel mart•nisan 2015 Alex’ti. Ardından “8 Ülke, 8 Yönetmen ve Sinan” projesinde Mimar Sinan oldu. İlk tiyatro deneyimi olan “Aşk Kokusu” ile turneye çıktı. Oyun çeşitli aralıklarla sahne almaya devam ediyor. Hünal, bir yandan da senaryo yazıyor ve yeni projelere hazırlanıyor. Ancak Cemal Hünal’ın hayatı bunlardan ibaret değil; çok daha fazlası var. Tam bir doğa tutkunu; tüketim toplumunun köleleştirdiği kentli bireylerden değil. Ok, yay, mızrak, kama, bıçak, kılıç, cirit ve topuz koleksiyonu yapıyor; atlara da tutkun. Cemal Hünal, İstanbul’da yaşıyor ama baba- annesi İzmir’de oturduğu için çocukluğunun büyük kısmı İzmir’de, Alsancak’ta geçmiş. O yüzden “İzmir’i çok seviyorum” diyor: “Dünyanın en güzel şehirlerinden biri. Burada tiyatro oynayabilmek benim için çok büyük nimet.” İngiltere ve ABD Cemal Hünal’ın hayatına dair her şey, biraz geçmişinden getirdikleri, biraz da sonradan üstüne eklenenler. Öncelikle aileden gelen bir sanat ruhu var. Erkek kardeşi çizgi film "Issız Adam" ile yıldızı parladı yapıyor; annesi tasarımcı ve iç mimar; babası yarış için yelkenli tekne tasarlıyor, klasik gitar çalıyor, şarkı söylüyor, yağlı boya tablo yapıyor ve Himalaya’ya tırmanmış. Entelektüel birikimin ardında ise elbette eğitim var. Hünal, liseyi Saint Benoit Fransız Lisesi ve İskoçya’daki Gordonstoun’da okumuş; İngiltere’de tasarım, ABD’de oyunculuk eğitimi almış. London Film School'da, Los Angeles Ucla Extension'da, Santa Monica Collage'da tiyatro ve sinema üzerinde uzmanlaşmış. ABD'de çeşitli kısa filmlerde rol almış. Kültür Başkenti olması nedeniyle çekilen "8 Ülke, 8 Yönetmen ve Sinan" drama belgeselinde Hürrem Sultan’ı Hülya Avşar, Mimar Sinan'ı ise Hünal canlandırmış. Osmanlı İmparatorluğu'nun hüküm sürdüğü 8 ayrı ülkede (Türkiye, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Yunanistan, Ukrayna, Suriye, İsrail-Filistin, Macaristan) ve sekiz yönetmen tarafından çekilen belgesel, Hünal için ayrıca önem taşıyor. “Çünkü” diyor: “Belgesel sinemaya Bir Zamanlar Osmanlı Kıyam dizisi "Kırmızı" filminde Hayatı, atları Londra ve Los Angeles gibi büyük kentler, onun doğaya olan tutkusunu körükleyen deneyimler. Şehir hayatının samimiyetsizliğinden dem vuran Hünal’ın doğayla olan ilişkisi o denli güçlü ki, bu, hobilerine, yaşam biçimine ve hatta işine bile sirayet etmiş. Örneğin ateşli silah öncesi silahlara yoğun ilgisi var. Ok, yay, mızrak, kama, bıçak, kılıç, cirit, topuz topluyor, biriktiriyor. Endonezyalıların Kali dövüş tekniğini, Japonların kılıç çekme sanatı Iaido’yu, eskrimi ve Ortaçağ Avrupası’nda kullanılan tek el ve çift el kılıç tekniklerini iyi biliyor. Atları ise hayatı... Dedesi Soma Kömür Madenleri’nin sahibi iken, orada sedir ağaçları ve yarış atlarıyla tanışmış. Amcasının da küçük bir hayvanat bahçesi varmış. Yani çocukluğunun büyük kısmı doğanın içinde geçmiş, onun izleri bugüne taşınmış. Asi dizisi için bulunduğu Antakya’da bile merkezde yaşamamış; köyde 35 metrekare bir dam kiralayıp, yanına ahır yapmış. Amanos dağlarının yamacında, televizyon ve internet olmadan çekimler bitene dek yaşamış. “Makyaj dört saat sürüyor, beş saat dayanıyordu” Hünal’ın dünyası çok renkli. En başından beri öyle olmuş. Örneğin uzun süre aşçılık ve restoran işletmeciliği deneyimi var. İstanbul’da Zaize’yi açarken, yıllarca o mutfakta yemek yapacağını düşlemiş ama beklemediği bir anda gelen oyunculuk teklifi… Ardı sıra da film ve diziler. Issız Adam, elbette kariyerinde dönüm noktası. Orada yükselen eğri Mimar Sinan’ı canlandıracak prestiji getirmiş ona. İstanbul'un 2010 Avrupa “Aşk Kokusu” oyununda başından beri ilgim var. Ancak bu tarz bir belgeselde ilk kez çalışıyorum. Çok yoğun ve zahmetli bir iş. Gerek sanat ekibi, gerek de yönetmen için. Makyaj ekibi, sakal, yaşlılık makyajı gibi farklı türde çok zahmetli makyajlar yaptı. Kostümler özenle hazırlanmıştı. Zaten proje bana geldiğinde ilk önce projenin sanat yönetmeni ile tanışmak istedim. Bir dönem projesinde çalışırken, çalıştığınız malzemenin dokusu, size verdiği his çok önemli. Daha doğrusu buna çok dikkat etmek gerekiyor. Bütüncül bir doku yaratılamıyorsa o işin başarılı olması mümkün değil. Bütündeki fikirler iyi idi. Yönetmeni çok sevdim. İşinde beni bile isyan ettirecek kadar titizdi. Mimar Sinan için bana yapılan yaşlılık makyajı 4 saat sürüyordu, ömrü de 5 saatti. Nefes almak bile zordu. Çok ciddi ter döktüm diyebilirim. Sürekli makyaj desteği isteyen, oyunculuktan çok sabır gerektiren bir projeydi kısacası. Ama tabii bu zahmetin sonunda o sete girdiğiniz zaman çok büyük mutluluk duyuyorsunuz. Bir oyuncu için en önemlisi de o.” Senaryo yazıyor Hünal için Mimar Sinan’ı canlandırmak çok farklı bir deneyim olmuş. Şimdi, “Böyle bir karakteri oynamak büyük bir nimet” diyor: “Oyunculuk adına daha fazla mesai yapabilmiş olmayı dilediğim bir roldü. Bir kişi olmaktan ziyade, üretken bir varlık olabilmeyi başarmış bir kişi, farklı bir ermiş Mimar Sinan. Varoluşun her anında sadece yaptığı işi, yaptıklarını, yarattıklarını yapılandıran hiperaktif bir zeka. Durmayan bir beyin, varoluşunu tamamen üretkenliğe teslim etmiş bir ermiş.” 2015 mart•nisan edaktüel 45 edaktüel söyleşi Hünal, “dönem projeleriyle” çok ilgili. Kendi aklında da böyle bir iş var. Çünkü yaklaşık sekiz yıldır düzenli olarak atçılık, atlı okçuluk, geleneksel okçuluk ve diğer egzersizler üzerinde çalışıyor. “Dolayısıyla” diyor: “Bir dönem filmi olursa fırsatı iyi değerlendirebilmek, sahneyi iyi doldurmak isterim. Aslında bir belgesel projem vardı. Ama şu an için rafa kalktı. Şimdi senaryo yazıyorum, tiyatro da çok yoğun.” Rafa kaldırdığı projeyi hemen hayata geçirebilir aslında. Ancak işinde titiz ve iyi bir film çekmek istiyor. Bu nedenle, “Bir belgesel pat diye çekilmiyor” diyor: “Genellikle Türkiye’de prodüksiyon şartları itibariyle takvim de bütçe de dar. Ben de kısa zamanda sıradan bir iş yapmak istemiyorum. Benim için zamanımın olması, malzememin elimde bulunması çok önemli. Ancak bu şekilde yeteri kadar görüntü elde edebilirim. Çünkü montajla filmi kurtarmak iş değil. Önemli olan iyi bir görsel zenginlik sunabilmek. Onun için proje bekleyecek.” Belgesel sinema hem konusu bol bir alan, hem de devlet tarafından destekleniyor. “Yeter ki” diyor Hünal: “Siz tarihinde başvurunuzu yapın. Ve iyi bir proje sunun. Bu çok önemli. Çünkü fikrinizi iyi anlatabilmeniz lazım; o hissi, o bilgiyi verebilmeniz lazım. Projenizi düzgün yazamıyorsanız zaten destek bekleyemezsiniz.” “İnsan bilinci ve ilişkileri kendi farkındalığıyla kısıtlıdır” Hünal’ın sinema ve televizyonda yaptıkları ortada. Tiyatro ise henüz çok yeni. Tiyatro ŞenAy’ın sahneye koyduğu “Aşk Kokusu” 46 edaktüel mart•nisan 2015 adlı oyunda Onur Şenay ve Akasya Asıltürkmen ile birlikte oynamak bu nedenle onun için çok heyecan verici. Hünal, “Bambaşka bir deneyim” diyor: “Sahneye çıkıp iki saat boyunca kesintisiz bir performansı ayakta tutup, arkasında durmanız çok farklı bir şey. Oyuncunun biri kes demeden var olabileceği en uzun mesai.” Televizyon projelerinde rol almayı seviyor Hünal. Ancak, “hızlı tüketim malzemesi” demeyi ihmal etmeden: “Çok iyi bir yönetmen, çok iyi bir yapım ile çalıştığınız zaman o his bambaşka. Ama genellikle hazır gıda sektöründe çalışmaya benziyor.” Televizyonda izlediğimiz diziler için “Hep aynı hikâyeler” diyoruz ya hep; bunda senaryo yazarlarının mı suçu var? Hünal’a göre olay bundan ibaret değil. “Birisi 3500 yıl önce Tevrat’ı yazıp bitirdiğinden yeni hikâye çıkmadı” diyor Hünal: “Yunan mitolojisine de baksanız Türk destanlarına da baksanız, bütün dünyada anlatılan hikâyelerin ortak ögeleri vardır. Çünkü insan bilinci ve ilişkileri kendi farkındalığıyla kısıtlıdır, bunun ötesine de geçemez. Sanatın sınırları da orada zaten. Farklı bir görüşü, değişik bir sunumu anlaşılabilir, hissedilebilir bir hale getirebiliyorsanız o zaman yeni bir şey yapıyorsunuz. Ama onun dışında hikâyelerde temelde gizlide, saklıda kalmış pek bir şey yok. Sonuçta televizyon da sinema da çoğunlukla bir tüketim malzemesi. Dolayısıyla insanlar hızlı tüketilebilecek, çabuk kavranabilecek karakterleri seyretmek istiyorlar. Sektör de onlara bunu veriyor. Belli dönemde belli sanatçılar vardır. Büyük heykeltıraşlar, yazarlar, yönetmenler… Onlar yeni bir görüş sağlarlar ve onlar toplumun talebini değiştirebilirler. Ama o değişim gelene kadar toplum her zaman elindekini aynısını ve tekrarını ister.” Atlı okçuluk merkezi Hünal’a göre bu, modern tüketici toplumun yapısı ile ilgili. Hazır gıdaya alışmış bir toplumu sağlıklı bir hale dönüştürmek için ise çok özverili çalışmak gerekiyor. “Gerçeklik sunmak lazım” diyor Hünal: “Yoksa o çizgiyi kırmak mümkün değil. Cesur işler de yapılmıyor değil. Ancak birçoğu büyük uyanış yaşayamıyor. Belli bir sanat kitlesi tarafından saygı görüyorlar ama seyircinin ilgisini çekmeyi başaramayabiliyorlar. Başarabilenler devrim yapanlar. Onlar zaten bazı şeyleri kökten değiştiriyorlar ve başkalarına ilham veriyorlar. Bir şekilde devinime sebep oluyorlar. Onlar çok kıymetli.” Hünal, İstanbul’da yaşıyor ama doğayla da hep yakın temasta. “Kilyos’ta atlarım var” diyor: “Orada Atlı okçuluk için yeni bir platform yaratıyoruz. Filmler için eğitimli atlar tedarik edeceğiz. Birkaç güzel atımız var; hem güzel resim veren, hem de işlerini bilen. Baharda hizmet vermeye başlayacağız.” edaktüel haber Eczacı Adnan Aygan: “Doğru beslenme rejimini sağlayamadığımız ya da gerekli vitamin, mineral ve yağ asitlerini alamadığımız takdirde yakın gelecekte en basit hastalıkların bile tedavisinin güçleşeceğini artık biliyoruz.” Vitamin, mineral, yağ asidi ve birçok değerli elementi bünyesinde bulunduran bitki türleri ve çekirdeklerinin sağlığımız için ne kadar önemli olduğunu biliyor musunuz? TABİA bu yüzden tohum ve çekirdeklerden yağ üretip bu besin zincirine katılmamızı kolaylaştırıyor. Çekirdeklerden, buğday ruşeym, çörek otu, nar çekirdeği yağı, keten tohumu yağı, kişniş yağı, kayısı yağı, vişne yağı, şeftali yağları üretip, besin değeri yüksek doğal ürünler ortaya çıkartıyor. TEKB Yönetim Kurulu Üyesi, ÇEKOOP 2. Başkanı Ecz. Adnan Aygan ile TABİA ürünleri üzerine konuştuk. Bitkilerin tohum ve çekirdekleri neden bu kadar önemli? Dünyadaki varlığı insanoğlundan eski, insanoğlunun yeryüzüne gelmesi ile ona kollarını uzatan avucundakini ikram eden, oksijen kaynağı bitkilerin tohumlarından elde edilen yağlar sayesinde doğal vitamin, yağ asitleri ve minerallere ulaşabiliyoruz. Günümüzde, gıda hızla çoğalan insan nüfusuna yetersiz gelmekte, buna bağlı olarak gelişen dünya yeni teknolojiler ile bu besinleri hızla bizim önümüze sunmak için gıdanın besin içeriğini bozmaktadır. Yediğimiz birçok yiyecek o an için bizlere enerji verse de besin değerinden yoksundur. Besinlerin içeriklerinin korunması için eklenen koruyucu maddeler ise, insan sistemi tarafından yabancı madde olarak algılanmakta ve vücuttan dışarı atılamamaktadır. Bu yabancı maddelerin dokularda birikmesi birçok kronik hastalığı da beraberinde getirmek50 edaktüel mart•nisan 2015 tedir. Doğru beslenme rejimini sağlayamadığımız ya da gerekli vitamin, mineral ve yağ asitlerini alamadığımız takdirde yakın gelecekte en basit hastalıkların bile tedavisinin güçleşeceğini artık biliyoruz. Yüzyıllar öncesinden bugüne kadar çekirdekleri (tohumları) sayesinde kendisini koruyan bitki türleri, çekirdeklerinin içinde vitamin, mineral, yağ asidi ve birçok değerli elementi bulundurur. İnsan nüfusu bu kadar artmamış, teknoloji bu kadar ilerlememiş iken eski insanlar, bugün bizlerin yaptığı gibi ağacın verdiği meyveyi yiyip, çekirdeğini çöpe atmıyordu. Bu çekirdeklerden yağ çıkarıp, bu doğal kimyasalları çeşitli amaçlar için kullanıyordu. Katkısız, saf yağlara bugün ulaşmamız mümkün mü? Bildiğimiz, tanıdığımız doğal kimyasallara ulaşmak süper kritik karbondioksit (SC-CO2) yöntemiyle, düşük sıcaklık ile üretilen TABİA ürünleri ile bu mümkün. SC-CO2 yöntemi, dünyanın en ileri ekstraksiyon yöntemidir. Çekirdeklerden, buğday ruşeym, çörek otu, nar çekirdeği yağı, keten tohumu yağ, kişniş yağı, kayısı yağı, vişne yağı, şeftali yağları vb. tam saflıkta elde edilmektedir. Buğdayın embriyosu olan ruşeym, sanayide un elde edilmesinde, unun mayalanmasını uzatması, unu acılaştırması ve ekmeğin raf ömrünü azaltması nedenleriyle buğdaydan ayrılmaktadır. Buğdaydan ayrılan ruşeymden elde edilen ruşeym yağında omega 3-6 ve 9, A, D, E vitamini ve diğer moleküller bulunmaktadır. İçeriğindeki oktakasanol maddesi, kas içi glikojen depolarını korur, hücrenin oksijen tutma kapasitesini artırarak, vücudun enerji metabolizması düzenler. Fiziksel ve mental performansın artmasına yardımcı olduğu, yapılan çalışmalar ile ortaya konmuştur. Ruşeym yağı, bağırsak metabolizmasını düzenlemekte ve yararlı bakteri sayısının artmasında prebiyotik olarak metabolize olmaktadır. Dünya sağlık örgütünün son yaptığı açıklamalarda, anne sütünü artırıcı etkisi ile sağlık dünyasında ruşeym kendinden sıkça bahsettirmektedir. Peki, ya diğer yağlar? En çok bilinen bir diğer yağ çörek otu ise içeriğinde bulunan 103 farklı molekül ile araştırmacıların üzerinde birçok çalışma yaptıkları besin takviyesi olarak popülaritesini koruyor. Yapılan son çalışmalar, SC-CO2 yöntemi ile elde edilen çörek otu yağında bulunan timokinon • Eczacı Adnan Aygan • maddesinin, bağışıklık sistemini düzenlediği, kan-şeker regülasyonunu sağladığı, antikonvülsan etkinlik gösterdiği ortaya koymuştur. Alerjik hastalıklarda astım, egzema, alerjik rinit endikasyonlarında tedaviyi desteklemek için önerilmektedir. Keten tohumu yağı, 2015 yılının en çok konuşulan besin takviyelerinden olacak gibi görünüyor. Yapılan araştırmalar, anti inflamatuar etkisi nedeniyle karpal tünel sendromu ve romatoid artritte semptomların hafiflediğini göstermektedir. Türkiye’de ilk ve tek olarak SC-CO2 yöntemini kullanan TABİA, yağlarını eczacıların uzmanlığında halka sunuyor. Eczacılar yönlendirme konusunda önemli bir aktör mü? Eczanelerimiz için önümüzdeki dönemde önemi daha da artacak olan koruyucu eczacılık kavramı yeni bir kazanç kaynağı olacak. Modern tıp insanoğlunu hasta olduktan sonra gerek cerrahi gerekse sentetik kimyasallarla bir şekilde tedavi etmektedir. Sağlıklı kalmak ve doğru beslenme bilinci hızla gelişirken tohumlardan elde edilen sağlık koruyucusu bu yağlar hızla öne çıkıp ciddi bir ilgi çekmektedir. Bilinçli insanlar sağlıklarını korumak adına bu alana bütçelerinden ciddi harcamalar yapmaktadır artık. Endüstri atıklarının çevreyi kirlettiği gibi, serbest radikal dediğimiz, endüstrinin ürettiği gıdaların içinde bulunan sentetik kimyasallar da insan vücudunu kirletmektedir. Bize düşen bu alanı uzmanlığımız ile doldurarak doğru kişiye doğru ürünleri vererek hem halk sağlığına hem de eczanemize katkı koymak... edaktüel haber Çocuk yogası da var 4-12 yaş arasındaki çocuklar için yoga, sağlık problemlerinin önlenmesinden, koordinasyon ve konsantrasyon yeteneğinin gelişmesine, hatta okul başarısının artmasına kadar birçok alanda fayda sağlıyor... • Handan Korhan • M addi dünya içinde, günlük işlerinin hengamesine kapılmış insanların doğadan ve evrenden uzaklaşması birçok soruna neden oluyor. Bu durum sadece yetişkinler için değil, çocuklar üzerinde de ileriye dönük bir takım sıkıntıların doğmasına sebep oluyor. Buna çözüm yolu arayanlar için yoga iyi bir seçenek. 2001 yılında kurulan Yoga Academy'nin antrenörlerinden Dilek İmre ile daha sağlıklı nesiller yetişmesi için çocuk yogasının önemi üzerine konuştuk. Farklı gruplar için yoga Kelime anlamı birleştirmek, bütünleşmek olan yoga, günlük hayatta farkında olmadan yaşadığımız bölünlemeler üzerinden gidiyor. 54 edaktüel mart•nisan 2015 Bedenimizin, duygularımızın, zihnimizin, ruhumuzun bütünleşmesini sağlamak için en etkili yolun yoga olduğunu söyleyen İmre, "Normal yaşam içerisinde, insan gittikçe doğadan uzaklaşıyor ve doğadan uzaklaşması onun bedensel, zihinsel, ruhsal olarak kendinden de uzaklaşmasını getiriyor. Bunun sonucunda da bedendeki hastalıklar ve duygusal-psikolojik rahatsızlıklar gibi sonuçlar ortaya çıkıyor“ diyor: "Hem kendinden hem doğadan hem evrenden uzaklaşmış oluyor insan. Yoga Academy'de çok çeşitli gruplar var; hamileler, anne-bebek, çocuklar, bel-boyun problemleri olanlar, 60 yaş ve üstü, çiftler, sınava yönelik gençler için ayrı yoga programları… Meditasyon ve nefes teknikleri çalışmalarımız da var." Dilek İmre Bebek doğduğu zaman en doğru nefesi alıyor Uzun yıllardır çocuk yogası programının uygulandığını belirten İmre, normal eğitimöğretim düzeni içerisinde pek çok şeyi yok Çocuklar rekabetsiz ortamda kendilerini rahat ifade ediyor, bedenini keşfediyor, koordinasyon ve konsantrasyon yeteneği gelişirken, sosyal gelişimi de sağlanıyor. Yaptığı işlerde başarı, sağlık ve uyum içerisinde yetişen bir birey oluyor. saydığımız için şiddetten uzak ve sevgi dolu bir nesil yetiştiremediğimizi belirtiyor: "Bebek doğduğu zaman aslında en doğru nefesi alıyor. Büyüdükçe hem nefesimiz bozuluyor hem de duruştan kaynaklı omurga sorunları yaşanabiliyor. Bebeklikten çıkıp okul çağına gelen çocukların sürekli oturarak ders çalışması, bilgisayar kullanması sonucunda yanlış duruş ve hareketlerle omurga esnekliğini ve doğal hareketini kaybediyor. Omurganın esnekliğini kaybetmesi zaten ileriki yaşlarda da sorun olabiliyor. Orijinal yoga sisteminde diyoruz ki 'Ne kadar esnek omurgaya sahipseniz o kadar genç bedene sahipsiniz.' Bedenin yaşı omurganın esnekliğiyle doğru orantılı. Özellikle 4-7 yaş arasındaki çocuğun aslında zihinsel ve duygusal olarak gelişme döneminde olduğu çok önemli bir dönem. Anne babasının koşuşturması, hayatın telaşı gibi şeyler çocuğun da fark etmeden strese girdiği ve gerildiği bir dönem yaratıyor." etmiş oluyor. Bizim şu anda kullanamadığımız birçok yeteneğimizi çocuk daha çok küçük yaşlardan itibaren kullanamaya başlıyor. Yaptığı işlerde de başarı, sağlık ve uyum içerisinde yetişen bir birey oluyor. Ayrıca sevgi de çok önemli çocuklar için, bu sevgi ortamını da yaşamış oluyorlar. Örneğin çocuğu sırt üstü yatırıp bir hikayeyle gevşemesini sağlıyoruz. Bu hikayede fantastik bir şey yok, hep gerçek dünyayla bağlantılı hikayeler anlatıyoruz. Anlatılan hikayenin gerçek bir masal gibi olması çok önemli. Örneğin çocuk ormana gidiyor, karşısına ağaç çıkıyor, ağacın üzerindeki çiçeği kokluyor, hepsi gerçek masal. En sonunda da hayal dünyasının gelişmesini sağlamış oluyoruz. Bu yaş çocuklar aşırı stres ve gerilim altında bazen gerçekliklerden kopuyor, tamamen hayal dünyasında yaşayıp gerçekliklere uyum sağlayamıyor. Yoganın bu anlamda da çocuğun anda olması, anda kalabilmesi üzerine bir faydası var." Rekabetsiz ortamda çocuk kendini ifade edebiliyor İfade yeteneği gelişiyor İmre’nin anlattığına göre stres çocuklarda çok fazla artmış vaziyette. 4-7 yaş döneminde çocuğun zihinsel gelişimi ve bedensel farkındalığına ise en büyük katkılardan birini yoga yapıyor. Çocuğun girdiği her ortamda bir rekabet durumu var. Yoga sınıflarındaki en büyük özellik ise rekabetsiz bir ortamda çocuğun kendini ifade edebilmesi. Dersin akışı içerisinde küçük yaş grubunda duruşlar oyun şeklinde yaptırılıyor. Uyumu hiç kaybetmeden hayatına devam ediyor Çocuk yogasında işe nefes teknikleriyle başlanıyor. İmre, "Nefes tekniklerini çok güzel yapıyorlar; çünkü çocuk doğru ve güzel olana karşı uyum sağlıyor“ diyor: "Çocuğun rekabetsiz ortamda kendini ifade edebilmesi, bedenini keşfetmesi, koordinasyon ve konsantrasyon yeteneğinin gelişmesi, sosyal gelişimi sağlanıyor. Bu ortamın içerisinde çocuk farklılıkları da doğal ortamında kabul Yoga sayesinde çocuğun kendini çok güzel ifade edebildiğini söyleyen İmre, çocuğun bedenini fark etmesinin de önemini vurguluyor. Bunların yanı sıra uygulanan duruşlarla kas, eklem gelişimi ve uyumu sağlanırken, uykusuzluk, sindirim gibi problemler azalıyor. "Gerginlik stres gibi rahatsızlıklara, hatta diş sıkma ve gıcırdatmaya kadar giden sorunların da önüne geçiliyor. Çocuk hem egzersiz yapıyor, hem de oyun oynuyor ve kendi iç dünyasıyla bağlantı kurup aynı zamanda dış dünyayla da iletişime geçmiş oluyor. Her çocuğun içerisinde aslında çok harikulade bir ışık var. Bu ışığı ortaya çıkarmış oluyoruz. Böyle çocukların yetiştiği bir dünya düşünün. Yoganın kendi içerisinde evrensel kontrol ve kişisel eylem kontrolü vardır. Bunlar; şiddetsizlik, dürüstlük, çalmama, doğruluk, temizlik, eğitim, alçakgönüllük, hayırseverlik gibi eylem kontrolleridir ve zaten yoganın basamakları içinde yer alır. Bu şekilde yetişmiş çocukların olduğu bir dünya barış ve huzur içerisinde olur." 2015 mart•nisan edaktüel 55 edaktüel sağlık İple yüz estetiği “Örümcek ağı” estetiği veya yöntemi nedir? Cildimiz ve yüzümüz, boynumuz, kaşlarımız yılların geçmesi ile sarkma, kırışıklık, gevşeklik gibi problemlerle karşı karşıya kalmaktadır. Yaşlanma ile beraber cildimizde su kaybı, kollajen ve elastin lifler azalmakta, ciltteki gerginlik azalmaktadır. Zamanla cildimiz mat gözükmeye başlar, parlak görüntüsü azalır. Bahsettiğimiz Ultra V lift yani örümcek ağı yönteminde PDO (polydioxanone) adı verilen ip cilt altına yerleştiriliyor, kolajen ve elastin üretimini artırıyor. Cilde eski gerginliği kazandırılmış oluyor. Kısacası bu işlem ameliyatsız bir yüz germe işlemidir. Cilde uygulanan ipler ciltte kolajen üretimini artırarak yapıştırma etkisini sağlıyor. Bu etki ile cilt toplanmış ve gerginleşmiş oluyor. Bu uygulama krem ile lokal anestezisi sağlanarak yapılabiliyor. Ortalama 20-30 dakika süren işlem sonucunda kullanılan ipler 6 ila 8 ay içerisinde kendiliğinden eriyerek kayboluyor. Kalıcılığı ortalama 2 yıl olan teknik sayesinde uygulanan bölgede mikro kan dolaşımı artıyor ve tamir mekanizmaları harekete geçiyor, ciltte kollajen üretimi uyarısına neden oluyor. Herhangi bir kesi olmadığı gibi uygulamadan hemen sonra denize girmek, güneşlenmek ve duş almakta herhangi bir engel yok. Gerçek sonuç 1 ay sonra ortaya çıkıyor. Bilinen diğer iple askılama tekniklerinden etki mekanizması olarak tamamen farklı bir teknik olan Örümcek Ağı yönteminde iplerin üzerine herhangi bir yük binmez. Bundan dolayı ipin etkisinin kaybolması, kısa süre sonra cildin eski haline dönmesi 58 edaktüel mart•nisan 2015 gibi ihtimal de mevcut değil. Yani ipin kopması mümkün değil, aynı zamanda gevşemez, asimetri gibi bir durum olması mümkün değil. Yani Ultra lift ya da örümcek ağı estetiği uygulamasında öncelikle hastamızı muayene ediyoruz, beklentilerini dinliyoruz. Fotoğrafını çektikten sonra lokal anestezik krem ile uyuşturuyoruz. Gereken bölgelerde işaretlenen noktalara, çok ince iğnelerin içindeki PDO (polydioxanone) ipleri uyguluyoruz. 20-30 dakikalık işlem sonrası kişi hemen günlük hayatına dönebilir. PDO iplere reaksiyon olarak vücut fibroblast ve büyüme faktörü içeren kollajen üretmektedir. Etkisi 4 hafta sonra başlar ve 24 ay etkisi devam eder. Özellikle bu yöntemi erkeklerde çok fazla uygulamaktayız. Sonucu doğaldır, etkisi yavaş yavaş ortaya çıktığı için erkeklerin beklentilerine uygundur. Aniden şişme, dışarıdan belli olma özelliği yoktur. Cilt dokularının altına yerleştirilen PDO’ lar 6 aylık bir süreden sonra yerini tamamen doğal görünümlü vücudun kendisi tarafından üretilen kolajen yapıya bırakır. Yüz derisinde bulunan hücreler ve dokular yeni fibroblastlar ve kolajen üretmeye başlarlar. Örümcek ağı estetiği herkese uygun olmayabilir. Uygun olup olmaması doktorunuzun muayenesi sonucu ortaya çıkacaktır. Ultra V Lift yöntemi, sonuçta cilt gençleştirmede yeni bir teknolojidir. Farklı isimler altında kullanılmaktadır. Örümcek ağı, ultraskin, altın iğne, iplikli mezoterapi şeklinde farklı adlandırmaları vardır. Diğer klasik iple Op. Dr. Eser Aydoğdu askılama yöntemlerinden tamamen farklı bir mekanizmaya sahiptir. Bu ameliyatsız yüz germe yöntemi, çok ince iğneler içine yerleştirilmiş PDO (polydioxanone) isimli ameliyat ipliğine benzer bir maddenin cilt içine, sarkan ve gevşeyen noktalara konmasına dayanmaktadır. Bu işlemle cilt altında oluşan reaksiyonla bir tür yapıştırma etkisi oluşur. Bu etki mekanizması ile sarkan cilt toplanır. Yan etkisi yoktur. Lokal anestezik kremle uygulama yapılır. İşlem bölgesine göre 30-60 dakika arasında yapılır. İpliğin ömrü normalde 6-8 ayda biterken, kollajen sentezi uyarısı uzun süre devam ettiği için kalıcılığı 1,5- 2 yıl kadardır. Uygulama yapılan bölgede mikro kan dolaşımı artar, tamir mekanizmaları harekete geçer, kolajen üretimi uyarılır. Yüz germe ameliyatı sonrası gibi iyileşme süreci yoktur. İşlem sonrası, banyo, deniz, güneşlenme gibi kısıtlanmalara gerek yoktur. Gerçek yapışma ve sağlıklı, gergin cilt, gevşekliklerde ve sarkmalardaki toparlanma hemen farkedilir., tamamen etkisi 4 hafta sonra ortaya çıkar, Yüzdeki, boyundaki sarkmalarda lifting etkisi yapar. Alın bölgesi, burun, yanaklar, elmacık kemikleri, çene hattı, boyun, nazolabial çizgiler, glabella, kaş, üst dudak uygulama bölgeleridir. Farklı bir yöntem olarak ise iple yüz estetiği ile beraber kombine mezoterapi, kök hücre tedavilerinin bir arada yapılmasıdır. Sonuçta iple estetik ameliyat istemeyen, ameliyata uygun olmayan kişilerde tercih edilmektedir. edaktüel haber Umudun adı tüp bebek • Handan Korhan • Gelişen teknolojiyle birlikte sorunlarımıza çözüm bulmak daha da kolaylaştı. Birçok çiftin bebek hasretini sonlandıracak en iyi çözüm ise tüp bebek. Tıbbi ismi in vitro fertilizationvücut dışı döllenme olan tüp bebek tedavi süreci ile ilgili İrenbe Kadın Hastalıkları ve Doğum Dal Merkezi'nden Operatör Doktor Kaan Bozkurt ile konuştuk. Tüp bebek yöntemini nasıl açıklıyorsunuz? Tüp bebek vücut dışı döllenme anlamına geliyor. Tüp denme sebebi ise; ilk yapıldığında laboratuvar tüpleri içinde sperm ve yumurta yan yana bırakılmış, döllenmesi beklenmiş olmasıdır. Artık son zamanlarda mikroenjeksiyon dediğimiz yöntemle yumurtayı ve spermi ayrı ayrı tutup sperm hücresini yumurta içerisine mikroskop altında direkt enjekte ediyoruz. Yani artık döllenme tüpte değil, bir yatay kapta oluyor. Tüp bebek tedavisinin gerekli olduğu durumlar nelerdir? Vücut içi döllenme sağlanmıyorsa vücut dışı döllenme uygulanır. Bunların başında; anatomik engeller gelir. Kadının ana62 edaktüel mart•nisan 2015 tomik yapısında, tüplerde, doğuştan ya da sonradan gelişmiş sperm ve yumurtanın birleşmesini engelleyen bir problem varsa en iyi adaylar bunlardır. Yani yumurta ve sperm problemi olmayan sadece "kavuşma problemi" olan kadınlarda kullanılmaya başlandı bu yöntem. Daha sonra diğer hasta gruplarına geçildi. Son zamanlarda sperm sayısında ileri bir azalma, erken menopoz ya da yaş ilerlediği için çocuk isteğini geciktirmiş kadınlarda yumurta rezervinin azalması, ayrıca yumurtlama problemi-polikistik yumurtalık gibi hastalıkların bazılarında uygulanıyor. Bir diğer grup da ortada bir engel olmamasına rağmen çocuk sahibi olamayan kişiler. Türkiye'de çocuk isteyen çiftlerin yüzde 15'i bu durumda. Bunlarda da tedaviler kolaydan zora doğru basamak basamak denenir, sonuç alınamayanlara tüp bebek uygulaması yapılır. Tüp bebek tedavisi için çiftler ne zaman başvurmalı? Tüp bebek öncesi tedavileri deneyip sonuç alamadı iseler, gittiği sağlık kuruluşunda tüp bebekten daha basit tedavilerin denenip başarısız olunduğu ve tüp bebek tedavisinin gerek duyulduğu durumlarda ya da ni görürsünüz, hekimle konuşursunuz, yani merkezler arasındaki farkı zaten hissedersiniz. Bir merkezde karar kıldıktan sonra sadece kendi sonucunuza değil, diğer hastaların sonucunu da takip edebilirsiniz. Çok kalabalık merkez iyi sonuç alıyor demek değildir. Operatör Doktor Kaan Bozkurt yaşı ilerlemiş kadınların tüp bebek yapılsın yapılmasın ilk başvuruyu tüp bebek merkezlerine yapmalarını öneririz. Yani "Ben çocuk istiyorum" diyen 35 yaş üstü kadınların ilk görüşmesini tüp bebek merkezlerine yapmasını öneriyoruz. Tüp bebek menopoza kadar yapılabilir ama 40 yaş sonrasında gebelik oranı yüzde 10'lar seviyesinde oluyor. Tedavinin uygulanacağı merkezi seçerken dikkat edilmesi gerekenler nelerdir? Merkezler arasındaki esas fark doğum oranı. Doğum başına ne kadar maliyet ve zaman harcanıyor konusuna bakıp ona göre merkez seçilmeli. Başarı oranı çok önemli, bunu öğrenmek için birkaç merkeze tedavi için başvurmanız yeterli. Yüzyüze görüşürken merkeze gelen gide- Yumurta arttırıcı ilaçların yan etkisi var mı? Bunlar hormonal ilaçlardır. Kadının kendi fizyolojisi içinde beyinde hipofiz bezinden salgılanıp yumurtalığı uyaran hormonlar vardır. Bunları ilaç olarak dışardan veriyoruz. Kadın normalde bir-iki yumurta üretebilecekken bu ilaçlarla çok sayıda yumurtma üretebiliyor. İlaçların dozu ve kadının yanıt yeteneğine bağlı olarak, yani yumurta rezervinin durumuna göre yumurtlama sayısı artıyor. Tüp bebekte de fazla yumurta, fazla embriyo olarak bize döndüğü için gebelik şansı artıyor. Dondurup daha sonra kadının yeniden o zahmetli tedavi sürecine girmesi engelleniyor. Yumurtalıkta aşırı uyarılma durumunu sıfıra indirmek için yumurta çatlatma yöntemi uygulanıyor. Bu ilaçların tek bir yan etkisi var; ovarian hiperstimülasyon sendromu dediğimiz yumurta- lıkta aşırı bir uyarılma durumu. Hastaların küçük bir yüzdesinde ya da yumurta rezervi çok yüksek hasta grubunda bu yan etki görülüyor. Son zamanlarda bu tedaviler ve yumurta çatlatma seçenekleriyle bu risk sıfıra indirildi artık. Bu ilacın yan etkisine aday olduğunu düşündüğümüz hastalarda yumurta çatlatma ilaçlarını farklı kullanıp embriyoları da dondurup daha sonra yerleştirdiğimizde bu hastalarda aşırı uyarılma riski sıfıra düşmüş oluyor. Bu olay aşırı cevap sendromudur, bir grup hastada görülür. Esas sorun aşırı cevap sendromu yaşayan kadının gebe kalması halinde ortaya çıkıyor. Gebelikle birlikte bu aşırı yumurtalık uyarılması artarak devam ediyor. Milyonda bir olsa bile hayati riskler doğabiliyor. O yüzden aşırı uyarılmaya aday kadınlarda embriyo dondurulur, yerleştirilmez. Yumurta çatlatma iğnesi dediğimiz o basamakta kullanılan ilaç, ona sebep olmayacak seçenek kullanılarak tercih edilir. Tedaviye başlangıç ve tedavi süreci nasıl peki? Tüp bebek tedavisinin aceleye getirilmemesi gerekiyor. Ülkemizde 120-140 adet tüp bebek merkezi bulunuyor, rekabet var. Tüp bebek hastaları da yıllarca beklemiş, bir an önce ne olacaksa olsun istiyor. Hastanın baskısı ve rekabet baskısıyla ülkemizde de tüm dünyada da hastalarda tüp bebek tedavisine başlamada biraz acele ediliyor. Yoksa tüp bebekte esas tedavi basamağına geçmeden önce kadında ve erkekte hazırlık yapılması gerek. Hem psikolojik hem de başta antioksidanlar dediğimiz destekleri kadına ve erkeğe kullandırarak başlamak önemli bir nokta. Kilo vermesi gereken hastalar kilo verdiriliyor, sigara kullanan hastaların sigarayı bırakması gerekiyor, ön hazırlık sürecinde. Tüp bebekte kullanacağımız yumurta ve sperm kalitesini önceden arttırıp, kadını da ruhen hazırlayıp transfere geçtiğimizde başarı şansı belirgin olarak artıyor. Tüp bebek tedavisinde hasta adet döneminin başlangıç günlerinde gelir, tedaviye başlanır ve iki haftada biter. Tedavi gören kadın 8-10 gün iğneleri kullanır, yumurta alınır 3-5 gün sonra da döllenmiş yumurta, embriyo transfer edilir. Hepsi 15-20 günlük tedavi. Biz bunu önermiyoruz, bu yöntem başarı şansını düşürüyor. Çiftin problemine bağlı olarak en az 2-3 ay, bazen daha uzun tüp bebek öncesi hazırlık dönemi geçirmesini istiyoruz. Sperm ve yumurta kalitesinin artması, hastanın da kendine gelmesi, tüp bebek hastası olduğunun bilincine varması en önemli adım. Tüp bebekte acele etmek iyi bir şey değil. Taze embriyo transferini tercih etmiyorsunuz sanırım… Evet, çünkü aşırı uyarılma riskini ortadan kaldırmak istiyoruz. Diğer bir neden şu: Yeni yumurta toplanmış, kadın ağrılar sızılar içinde transfere geliyor, bu da anne adayı için zor bir durum. Son olarak; rahim içi tabaka, kullanılan ilaçlardan zaten olumsuz etkilenmiş oluyor, bu da gebelik şansını düşürebiliyor. Bizim tercihimiz hastaların tamamına yakınında embriyoları önce dondurup saklayıp, izleyen adet döneminde rahim içini hazırlayıp, ondan sonra yerleştirmek. Bu tedavinin yan etkilerini azaltıyor, gebelik oranını arttırıyor. Tüp bebekte acele iyi bir şey değil. Tüp bebek tedavisi sonrasında neler yaşanıyor? Gebelik olursa her şey güzel. Gebelik takibine geçiliyor. Gebelik sonucunu aldıktan sonraki ilk haftalar çok önemli, gebeliğin sağlıklı gelişip gelişmeyeceği konusunda. Çünkü gebelik kayıpları en çok ilk birkaç hafta içerisinde oluyor. 5 haftalık dönem sonucunda gebelik ultrasonda görülmeye başlar. Normal gebelikte ne yapılıyorsa tüp bebek gebeliğinde de aynı şeyleri uyguluyoruz. Biyokimyasal gebelik dediğimiz, kan testinde gebe çıkıp ultrasonda görülecek büyüklüğe ulaşmadan kan testindeki bozulmalarla gebeliğin görünür hale gelmediği bir durumla sık karşılaşıyoruz. Tüp bebek uygulamalarının tutmadığı, yani gebelik olmadığı durumlarda tekrar tüp bebek mümkün. İkinci ve üçüncü denemelerde gebelik şansı var hastaların. İlk denemede çok sayıda embriyo elde etmişsek gebelik olmaması halinde tekrar bir sürü ilaç kullanıp yumurta toplama zahmetine girmiyoruz. 35 yaş altında başarı oranı yüzde 50'nin üstündedir. Yaş ilerledikçe bu oran yüzde 50'nin altına düşmeye başlar. Ülkemizde yumurta dondurma serbest bırakıldı. Yumurta rezervi azalan kadınlarda, o sırada çocuk sahibi olmayı istemiyorsa, eğitim hastanesinden heyet raporu alıp yumurta dondurma seçeneği var artık. Laboratuvar ortamında kullanılan teknoloji de başarı şansını etkiliyor. Tüp bebek ekip işidir, hastanın geçireceği bütün süreçlerde belli düzeyde hizmet verecek ekibi ve teknolojiyi bir araya getirmiş olmak lazım. Devlet desteği nasıl oluyor bu konuda? Tüp bebek gerektiğine dair bir heyet raporu alınıyor, kamuya bağlı bir hastaneden. İlk sorun burada başlıyor. Raporu vermekle yükümlü kişiler kendi istediği bir merkezde tedavi olunmazsa sorun çıkarıyor. Örneğin o kamu kuruluşunun kendine ait merkezi varsa oraya zorluyor hastaları ya da raporu veren yerin anlaştığı bir yer varsa oraya yönlendiriyor. İzmir'de heyet raporu alınabilecek 4 hastane var tüp bebek için, bunların üçünde tüp bebek merkezi var. Hasta orada tedavi olmaya mahkum oluyor. Orada tedavi olmazsa vermiyorlar. Bu aslında yasada, yönetmelikte suç ilan edilmiş, hatta ceza davası bile söz konusu olabilecek bir zorlama. Hastalar da haklarını bilmiyor. Raporu alamıyorsun ya da aylar sürüyor rapor almak. Diğer bir sorunsa çok az bir katkısı var maddi olarak. Özel bir merkezde her şeyi kendin ödeyerek tedavi olmakla, rapor alıp tedavi olmak arasında toplam fiyat farkı 1500-2000 lira. 6 ay bunun için uğraşılıyor. 2015 mart•nisan edaktüel 63 edaktüel haber • Handan Korhan • 2013 Haziran ayından beri bağış listesi bilgisayar ortamında tutuluyor ve yeni sisteme dahil olmak için mutlaka yeniden kayıt olmak gerekiyor. Yani 2013 öncesinde organ bağışında bulananlar yeniden bilgilerini güncellemeli. İzmir İl Sağlık Eski Müdürü Uzman Doktor Bediha Türkyılmaz: Organ bağışı konusunda yeterli bilinç olmadığı için hala yeterli nakil sayısına ulaşılamıyor. Türkiye'de organ bekleyen 28.593 hasta var. Peki, "Bağış nasıl yapılıyor?" ya da "Organ kimlere, nasıl ulaştırılıyor?" Sorularımıza yanıt bulmak için İzmir İl Sağlık Eski Müdürü Uzman Doktor Bediha Türkyılmaz ile görüştük. Türkyılmaz, yapılan faaliyetlerle organ bağışının arttığını ama hala büyük oranda organ bağışına ihtiyaç duyulduğunu söyleyerek, atılacak adımlar konusunda da yön gösterdi. Organ bağışı için nasıl başvuru yapıldığına ilişkin bilgi verebilir misiniz? Organlarını bağışlamak isteyen vatandaşlarımız bir kere bu kararı verdilerse her şekilde organlarını bağışlayabilirler. Aile hekimine ya da bir hastaneye, İlçe Sağlık Müdürlüğü'ne gidebilirler. İIçelerde toplum sağlığı merkezleri sorumlularımız var, onlara da başvurabilirler. Hatta internet üzerinden Sağlık Müdürlüğü'nün sitesinden organ bağışı yapabilirler. Fakat bu formun ıslak imzalı olması gerekir, bu süreci de biz tamamlıyoruz. İlçe sağlık müdürlerimiz o 64 edaktüel mart•nisan 2015 "Haziran 2013'ten önce organ bağışı yapanlar sisteme yeniden kayıt olmalı" formu çıkarıp, bağış yapan kişinin bağış kartıyla birlikte evlerine götürüyor ve ıslak imzalarını alıyorlar, bağış kartlarını veriyorlar. Organ bağışı yapmış bir kişinin organlarının alınabilmesi ancak beyin ölümü aşamasında olabiliyor. Bu aşama hastanelerin yoğun bakım ortamlarında gerçekleşen bir durum. Yani bir hastanenin servisinde tedavi görüyorken gerçekleşen bir ölümde organı alınıp bir başka hastaya nakledilemiyor. Yoğun bakım şartlarında, beyin ölümü dediğimiz tıbben ölümün gerçekleştiği ama cihazlara bağlı olarak 24-48 saat daha kan akımının sağlanabildiği, geri dönüşün olmadığı durumlarda organların alınması lazım. Bağış yapmış kişinin organları hangi şartlar altında, nasıl alınıyor? Cerrahi uzmanlarımız tarafından bir canlıya yaklaşır gibi bir hassasiyetle, vücut parçalanmadan, ameliyat kesiğiyle; organ büyük bir özenle alınıyor. Çünkü organın sağlam alınması lazım ki takıldığı kişiye faydası olabilsin. Bu işi yapan organ nakil koordinatörlerinden uzman hekime kadar her çalışan organ bağışının ne kadar kıymetli olduğu- nun bilincinde bir grup. Bağış yapanın vücut bütünlüğü bozulmayacak bir şekilde organları alınıyor. Yüz bağışlandığında yerine maske yapılıyor, kol bacak gibi bağışlarda protez takılıyor bağış yapan kişiye. Kornea bağışı biraz daha farklı. Gözün yerinden çıkarılıp bir başkasına takılması gibi algılanabilir. Korneanın alınması dışarıdan fark edilmeyecek bir operasyon. Gözün üzerindeki saydam tabaka ölüm gerçekleştikten 24 saat içerisinde alınabiliyor. Onun dışındaki bütün organların beyin ölümü aşamasında alınması gerekiyor. Bağışlanan organların hastalara ulaşması nasıl gerçekleşiyor? Çoğu zaman şehirlerarası nakil gerçekleşebildiği için, helikopter ambulansımızla organları ulaştırıyoruz. Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde Ulusal Organ Bankası var. Organ bekleyenleri orası listeliyor. Organ nakilleri pek çok testin yapılmasını ve bu testlerin uyumunu gerektiriyor; doku uyumundan kan uyumuna kadar. Bir hastanın organ beklediğini takipli olduğu hastane talep ediyor ve Ankara'da Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü nakil bekleyen hastayı listeye alıyor, bilgilerini de kaydediyor. Beyin ölümü gerçekleşmiş kişinin testleri yapıldıktan sonra, listede ilk sırada kim varsa ona Organ Bağışı Bölge Koordinasyon Merkezleri Türkiye'de dokuz bölge koordinasyon merkezi var. (Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Erzurum, İstanbul, İzmir, Samsun) • İzmir Bölge Koordinasyon Merkezi‘ne yedi il bağlı. (İzmir, Aydın, Denizli, Kütahya, Manisa, Muğla, Uşak) • İzmir Bölge Koordinasyon Merkezi, Türkiye genelinde 16.245 bağış ile birinci sırada. • 2014 yılında İzmir Bölge Koordinasyon Merkezi olarak, 329 böbrek nakli, 202 karaciğer nakli, 21 kalp nakli, 5 ince barsak nakli, 410 kornea nakli yapılmış. • Türkiye'de organ bekleyen 28.593 hasta bulunuyor. • 2014 yılında İzmir'de organ nakil listesinde kaydedilen hasta sayısı 276 kişi. organ ulaştırılıyor. Hakkaniyetle ve aciliyet gözetilerek nakil işlemi gerçekleşiyor Organ bağışını arttırmak için yürütülen faaliyetler neler? Organ bağışının önemini anlatmak için çalışmalar yürütüyoruz. Başta müftülük olmak üzere, milli eğitim, öğretmenler ve muhtarları bilinçlendirerek paydaşlar oluşturmaya çalışıyoruz. Öğretmenler aracılığıyla 9. sınıf ve üzeri öğrencilere anlatıyoruz. Muhtarların desteğiyle mahalle sakinlerine ulaşmayı hedefliyoruz. Muhtarla birlikte o semtin insanlarına gidip organ bağışı konusunda bilgi almak isteyip istemediklerini soracağız. Çocuklara organ bağışını anlatan tiyatrolar düzenliyoruz. Faydalı olacağına inandığımız her tür projeyi kullanıyoruz. Organ bağışı yapan kişiler sisteme kayıtlı mı? Sistemde kayıtlı olmayan bağışçıların tekrar başvuru yapması ve sisteme girmesinde fayda var. Belki ilerleyen zamanlarda listede olanlara yönelik farklı avantajlı durumlar ortaya çıkabilir. 2013 haziran ayından önce yapılan bağışlar sistemde kayıtlı değil. Bu tarihten itibaren bağışçılar sisteme kayıt oldu. Bakanlığın teminatında bilgiler, kimseyle paylaşılmıyor. Bağış aşamaları Hastanelerin yoğun bakım ünitesinde iki uzman hekim tarafından beyin ölümü tanısı konulduğunda hastane koordinatörü ailenin organ bağışı izninin olup olmadığını öğrenmek için aile ile görüşme yapar. Aile, organ bağışını kabul ederse gerekli olan formlar ve izinler alınarak hastane tarafından İzmir Bölge Koordinasyon Merkezi'ne (BKM) gönderilir. Gelen formlar İzmir İl Sağlık Müdürlüğü Doku ve Organ Nakli BKM tarafından kontrol edilir, eksik varsa donör çıkan hastaneye tamamlattırılır. Bu işlemler tamamlandıktan sonra sisteme beyin ölümü-donör olarak girilir. Gelen bütün evraklar Ulusal Koordinasyon Merkezi'ne faks ile gönderilir. Ulusal Koordinasyon Merkezi (UKM); hastanın yaşına, hastalıklarına, laboratuvar bilgilerine göre hangi organların kullanılıp kullanılmayacağına karar verdikten sonra kullanılabilecek organlar önce Türkiye genelinde acil bekleyen hastaya sunulur. Organ kabul edilirse donör bilgileri hastaneye UKM tarafından fakslanır. UKM, Türkiye genelinde organa uygun acil hasta olmadığına karar verirse organ kullanılmak üzere İzmir Bölge Koordinasyon Merkezi'ne bağlı hastanelere sunmak üzere İzmir BKM'ye verilir. İzmir BKM'ye bağlı dokuz hastaneye, mevzuatta belirlenmiş sıralamaya göre hastane sırasına göre sunum yapar. Bölge Koordinasyon Merkezi BKM; bölgesine bağlı bütün illerin organ ve doku nakil hizmetleri ile ilgili koordinasyonu sağlar. Beyin ölümü ve organ bağışı vakaları bildirildiğinde UKM tarafından gerekli görülen hallerde vericiye ait doku tiplemesinin yaptırılmasını sağlar ve sonucu UKM'ne bildirir. Organ ve doku naklinin gerçekleşmesi ile ilgili verici adayı ve alıcı ile ilgili yapılması gereken tıbbi, idari ve hukuki işlemlerin yürütülmesini sağlar. Organ ve doku alımı ekiplerinin, çıkarılan organların ve nakil yapılacak hastaların nakil merkezlerine ulaşımını organize eder. Organ bağış kampanyaları düzenler. Sağlık personeline ve halka eğitim verir. Bakanlık tarafından organ ve doku nakli konusunda düzenlenecek her tür eğitim ve kampanyalara bölgesinde iştirak edip destek verir. 2015 mart•nisan edaktüel 65 edaktüel haber Doç. Dr Ünal Aydın: "Avusturya'da organlar devletin malı, bağış yapılmasa da alınabiliyor. Türkiye’de ise organlar ölenin mirasçılarına ait" Organ bağışında aile puan sistemi gibi bilmediğimiz, farklı uygulamalar da söz konusu. Örneğin ailenin bir üyesi normal bir dönemde organ bağışı yaptıysa, ilerleyen zamanlarda aynı aileden biri organ yetmezliğine maruz kaldığında iyi niyet puanı olarak listenin üst sırasına ekleniyor. Bunun gibi yeni gelişme ve süreçleri hakkında İzmir Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Doçent Doktor Ünal Aydın'dan bilgi aldık. Farklı ülkelerde farklı sistemlerin olduğunu biliyoruz. Türkiye ile diğer ülke uygulamalarını karşılaştırırsak nasıl bir tablo ortaya çıkıyor? Ülkelerin kanunlarına ve yönetmeliklerine göre organ bağışının nasıl yapılacağı belirlenmiştir. Örneğin Avusturya'da ölen herkesin organları devletin kendi malı sayıldığı için hiç organ bağışlanmadan organlar alınabilmektedir. Bizim ülkemizde ölen kişinin cesedi mirasçılarının malı olduğu için kişinin ölümünden itibaren mirasçılarının ya da birinci derece yakınlarının "ben organları bağışlıyorum" demesiyle ancak bağış gerçekleşebiliyor. Biz organ bağışının önemini sürekli anlatmaktayız. Bu anlamda Sağlık Bakanlığı'nın kuruluşlarında ve Organ Nakli Merkezleri'nin koordinatörleri vasıtasıyla organ bağışı kartı doldurabilmekteyiz. Ülkemiz kanunlarına göre ölen kişinin organları mirasçılarının sahipliğinde olduğu için ölümünden önce doldurulmuş olan organ bağışı kartı tamamen sembolik bir özellik taşıyor. Ölümünüzden önce organlarınızı bağışlasanız da, eğer aileniz kabul etmez ise organ bağışı gerçekleşmemiş oluyor. Bu yüzden her sosyal çalışmamızda organ bağışının öneminden bahsediyoruz. Bundan daha önemlisi ailenize, akrabalarınıza organlarınızı bağışladığınızı deklare edin. "Eğer ölürsem organlarımı bağışlayın" diye vasiyet edin şeklinde ifade ediyoruz. Ülkemizin kültürel alt yapısı göz önüne alındığında, genç kuşaktakiler organ bağışıyla ilgili bilinçlenmede çok daha üst seviyeye 66 edaktüel mart•nisan 2015 gelmiş iken, söz konusu gençlerin ailelerinde bu bilinç yeterli değil. Dolayısıyla ailesi, çocuğu organlarımı bağışlıyorum dediğinde olayı çok dramatik algılıyor. Organ bağışlama konusunda insanların çekinceleri neler? Konuyu bilmemeleri çekincelerinin büyük bir kısmını oluşturuyor. "Biz kaza geçirirsek ölmeden önce organlarımız alınır mı?" korkusu var. Asıl belirleyici, bilinçlenme süreci. Büyük toplum hareketlerinde bilinçlenmenin kişilerin eğitimiyle değil, nesillerin eğitimiyle olabileceğini kabul etmek lazım. Bu anlamda gençler arasında organ bağışı daha yaygın. Organını bağışlamak isteyen kişilerin organlarının ulaşacağı kişiler konusunda da tereddütleri olabilir. Burada toplumsal barışın da sinyallerini görüyoruz. Bazen çok inançlı bir insan "inançsız birine organlarım giderse" gibi düşünebiliyor, bazen toplumdan dışlanmış olan bir grup "ben bugüne kadar toplumdan dışlandım, organlarım toplumun üst kısmından bir yere giderse" diye yorumlarda bulunabiliyor. Organ bağışı Avrupa standartlarına göre hangi seviyede? Avrupa standartlarının oldukça gerisindeyiz. Çünkü Avrupa'ya göre toplumsal barışımız oluşmamış durumda. Toplumsal barış, demokrasi, tıbbi süreçlerdeki bilinçlenmemiz konularındaki geriliğimiz kadar organ bağışında da geriyiz. İspanya'da bir milyon kişilik bir şehirde yıllık bağışlanan organ sayısı 35'lere kadar çıkarken, ülkemizde bir milyon kişilik bir şehirde yıllık bağışlanan organ sayısı 3'lerde. Bağış bekleyen hastaların listeye girmesi ve listede bekleme süresi nedir? Herhangi bir öncelik durumu var mı? Öncelikle hastalığın tanınması ve tanımlanması esasından geçiyor. Hastalığın tanımlanması artık çok kolaylaştı. Hastalar artık çok rahat bir şekilde listeye girebiliyorlar. Türkiye'de hemen hemen her bölgede organ nakil merkezleri kuruldu. Organ nakil merkezleri tarafından ilk değerlendirilmesi yapılan ve organ nakline ihtiyacı olduğu konsey tarafından karar verilen olguların hemen hepsi kolaylıkla organ bekleme listesine kaydediliyor. Türkiye'de organ bağışı yetersiz olduğu için bekleme listesinde uzun süre beklemek durumunda kalıyor hastalar. 1 yıldan fazla olabiliyor, 2 yıl bekleyenler oluyor. Organ bağışıyla ilgili bilinçlenme için insanların gönlüne, ruhuna girip bu işin önemini anlatabilmemizin mecburiyeti var. Çünkü bu orandaki organ bağışıyla biz bu hastaları kurtaramıyoruz. Organ bekleme listesinde öncelik tanınması, bir puantaj sistemine göre oluyor. Amerika ve Avrupa'daki sistemlerin bir benzeri Türkiye'de de kullanılıyor. Özellikle karaciğer naklinde meld sistemi dediğimiz bir puanlama sistemiyle hastalar sıralanıyor. Dolayısıyla hastalık derecesi en ağır olan o yapılanmada hemen gözüküyor ve en öne çıkıyor. Hastalığı daha hafif olan hastalar da listenin arkasına doğru düşüyor. Otomatik ve hakkaniyetli bir sıralama söz konusu oluyor. Ülkemizde organ bağışı konusunda bölgesel farklılıklar var mı? Bölgeler arasında organ bağışlama oranında farklar söz konusu. Tüm dünya coğrafyasındaki entellektüel seviye, bilinçlenme, toplumsal barış, toplumsal huzur gibi konular bu farkları etkiliyor. Ege ve Akdeniz Bölgesi'nde daha çok organ bağışı yapıldığını biliyoruz. İç Anadolu, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu bölgelerinde daha az organ bağışı var ama artık oralarda da yavaş yavaş bilinçlenme artmaya başladı. Organ bağışının önemini daha güçlü olarak nasıl anlatabiliriz? Organ bağışını arttırmak için cezbedici bir takım girişimler yapılıyor. Bunlardan birincisi aile puanı; eğer ailenin bir üyesi herhangi bir dönemde organ bağışı gerçekleştirildiyse ilerleyen zamanlarda o aileden biri organ yetmezliğine maruz kaldığında, aciliyet listesi de göz önünde bulundurularak iyi niyet puanıyla üst sıraya geçebiliyor. O insanların çıkan organlardan daha kolay faydalanması için bu sistem getirildi. İkincisi; bir yakınımızın beyin ölümü söz konusu olduğunda, başka bir yakınımızın organ nakline ihtiyacı var, örneğin "karaciğeri ona verirsek bağışlarız" isteğine karşılık bir yönetmelik söz konusu. Fakat resmiyete geçmedi henüz. edaktüel spor Adrenalin dorukta RAFTİNG • Paşa Tars • Rafting, raft adı verilen botlarla, tepesi yüksek nehirlerde yapılan bir spor. Raftingde asıl hedef içinde bulunduğunuz raftı devirmeden, kürekle yönlendirerek kayalar ve engeller arasından geçirmek. 6 ile 8 kişilik takımlar halinde yapılıyor ve başarılı olabilmenin yolu tek vücut gibi hareket eden bir takım olabilmekten geçiyor. Bu sporda akarsular zorluk derecesine göre altı dereceye ayrılmış. Hangi parkurlar, hangi seviyede? Türkiye'nin her bölgesinde rafting için elverişli nehirler var. Özellikle Köprüçay, Dalaman Çayı, Alara Çayı, Dim Çayı, Çoruh Nehri, Melen Çayı, Eşen Çayı, Manavgat Çayı, Zamantı Çayı, Fırtına Deresi, Maçka, Tortum, Kelkit Çayı ve Barhal Çayı bunların en bilinenleri. Havaların ısınması yakındır. Peki bahardan başlayarak yaz dönemi boyunca yapabileceğiniz bir nehir sporuna ne dersiniz? Türkiye'de müstakil bir rafting federasyonu yok. Rafting “Türkiye Gelişmekte Olan Spor Branşları Federasyonu” bünyesinde. Ancak rafting federasyonu kurulması için kamuoyu oluşturma çalışmaları sürüyor. Şimdi en ünlü parkurlara bir göz atalım... Dalaman Çayı-Muğla: Rafting Ege’nin soğuk sularında daha bir eğlenceli. Muğla’nın Dalaman ilçesinde yer alan Dalaman Çayı özellikle turistlerin gözdesi. Dirmil yakınlarındaki Kocaş Dağı’ndan doğan, antik ismi İndos olan Dalaman Çayı Marmaris ve Fethiye arasında yer alıyor. Toplam uzunluğu 229 kilometre olan çay, Batı Toroslar’ın Göktepe ve Yaylacık dağlarından inen kolların birleşmesiyle büyüyor, dar ve derin bir vadi içinde akarak, Ortaca’nın 8 kilometre güneyinden denize dökülüyor. Dalaman Çayı’ndaki parkur 12 kilometre uzunluğunda. Bu parkur, 2.5-3 saatte tamamlanabiliyor. Hem profesyonel- ler hem de amatörlere uygun; çünkü farklı zorluk dereceleri var. Sezon ise mayıs ayında başlayıp, ağustos sonuna kadar devam ediyor. Dalaman’da rafting yaparken seyredilmeye doyum olmayan manzaralar eşliğinde, tarihi köprüler altından geçiliyor. Fethiye, Marmaris ve Bodrum’a yakın olduğu için turistlerin de uğrak noktası halinde. Bekili Deresi-Denizli: Burada yılın her ayı rafting yapılabiliyor. Toplam uzunluğu 9.5 kilometre olan parkur yaklaşık 2 saatte kat ediliyor. Ancak zorluk derecesi yüksek olduğu için amatör raftingcilere uygun değil. Su debisi saniyede 25 metreküpten fazla olduğu zaman rafting yapmak tehlikeli olabiliyor. Aynı nehir üzerinde Çal Regülatöründen başlayıp Hançalar Köprüsü’ne kadar uzanan 11 kilometrelik ikinci bir parkur daha var. Burada zorluk derecesi 1 ve daha çok amatörler ve turistler bu parkurda rafting yapıyor. Uluslararası Zorluk Dereceleri Derece 1: Küçük kolay geçişler Derece 2: Kolay geçişler, düzenli akış, küçük kayalar ve dalgalar Derece 3: Zor, düzenli büyük dalgalar, kısıtlı görüş mesafesi, küçük düşüşler, etüt edilmesi gerekli Derece 4: Çok zor, büyük dalgalar, anaforlu sular, uzun ve hırçın geçişler, tehlikeli kayalar, büyük düşüşler, etüt edilmesi zorunlu Derece 5: Aşırı zor, yüksek debi ve akıntı, tehlikeli kayalar, dik yamaçlar, arka arkaya gelen düşüşler, ilerlemede sınırlı geçişler, genelde imkânsız. Derece 6: Hemen hemen geçilemeyecek kadar zor. 68 edaktüel mart•nisan 2015 tingciler geliyor. Özellikle İngiliz, İsrail, Avusturya ve Çekoslovakya’dan gelenler var. Düzce Melen Çayı: Sakarya’nın Kocaali ilçesine bağlı Ortaköy beldesinin Melen Köyü’nden geçen nehir, aynı zamanda İstanbul’a yakın olması itibariyle Türkiye’nin en popüler rafting parkuru. Yaklaşık bir ya da bir buçuk saat içinde tamamlanabilen parkurun zorluk derecesi 3 olarak sınıflandırılıyor. Sezon dışı mevsimlerde 2’ye düşebiliyor. Köy çok otantik olduğu için rafting sonrası da keyifli vakit geçirebiliyorsunuz. Manavgat Çayı: Batı Torosların doğu yamaçlarından doğan, 90 kilometre uzunluğundaki Manavgat Çayı, ovaya girmeden önce sert konglomera tabakalarının üzerinden geçip Manavgat şelalesini oluşturarak Akdeniz’e dökülüyor. Köprüçay - Manavgat: Her yıl Türkiye Rafting Şampiyonası’nın da düzenlendiği Antalya’nın Manavgat İlçesi’ne bağlı Taşağıl Beldesi sınırlarında bulunan Köprüçay Rafting Merkezi, Selge Antik Kenti’nin 11 kilometre aşağısında. Parkurun zorluk derecesi 1-2. Yani en az tehlikeli gruplar arasında. Yaklaşık 12 kilometrelik parkur 1 saat sonra Karabük Köprüsü’nde sona eriyor. İsteyen buradan ormanlık araziye çıkıp, dağ safariye katılabiliyor. Alara - Manavgat: Antalya’ya bağlı olan Köprülü beldesindeki dağların eteklerinden şelale yaparak doğan Alara Çayı, Manavgat’ın Boztepe köyü yakınlarından denize dökülüyor. Bahar ayları bu bölgede rafting için en uygun sezon. Alara Çayı’nın zorluk seviyesi 3-4 arası. Dim Çayı - Alanya: Alanya’nın 6 kilometre doğusunda yer alan Dim Çayı, raftin- ge yeni başlayanlar için son derece ideal. Dim Çayı’nda rafting alanı 5,5 kilometre. Akarsuyun zorluk seviyesi 1-2. Rafting parkuru Akköprü’de başlayıp 5,5 kilometre sonra sona eriyor. Dim Çayı Torosların eteklerinden çıkarak 60 kilometre sonra Akdeniz’e dökülüyor. Çoruh Nehri - Bayburt: Rafting denince sadece Türkiye’de değil dünyada ilk 10 arasına giren Çoruh Nehri’nin 169 kilometrelik bir parkuru var. Bu parkur, 10 gün içinde çevresinde kamp yapılarak tamamlanabiliyor. Kaçkar Dağları’ndan inen Çoruh Nehri’nde zorluk derecesine göre 4 parkur var. Mayıs ve haziran ayları en çok ilgi gördüğü dönemler. Özellikle Bayburt/ Yusufeli/Oltu arasında kalan kesiminde uluslararası yarışmalar düzenleniyor. Çevresinde Kaçkar Dağı tırmanışları yapılan nehrin bulunduğu bölgede çok sayıda tarihi Gürcü kilisesi var. Daha çok profesyonel raf- Manavgat Çayı’nda başlangıç yeri için suyun debisi önemli. Suyun debisinin uygun olduğu aylarda İbradı yakınlarındaki Şahap Köprüsü civarından rafting çıkışı yapılabiliyor. Zorluk derecesi yüksek olan Manavgat Çayı, amatör gruplar için tehlikeli olabilir. Bu nedenle profesyonel sporcularla birlikte ve yöreden bir kılavuz alınarak yapılmalı. Raftinge, Şahap Köprüsü ile Sevinç Köyü arasındaki 19 kilometre boyunca yer yer iki tarafı dik ve aşılması güç kanyonlar içinde devam ediliyor. Üç kanyonun yer aldığı bu parkurda, 3-4-5 zorluk derecesindeki çağlayanlar ve bazen de şelalelerden geçiliyor. Çağlayanların uğultusu duyulduğunda kesinlikle kıyıya yanaşarak uygun geçiş noktasını belirlemek gerek. Geçilemeyecek durumlarda kano karadan taşınarak veya sporcu kıyıya çıktıktan sonra nehirdeki kanoya bağlanan bir ip yardımıyla kano yönlendirilip tehlikeli kısım aşıldıktan sonra parkura devam ediliyor. Zamantı Çayı - Yahyalı: Kayseri’nin Yahyalı ilçesi sınırları içinde, 21 kilometrelik bölümü rafting için elverişli. Ancak 13 kilometrelik bölümü kullanılıyor. Zorluk derecelerine göre 8 parkurdan oluşuyor. Daha çok profesyoneller tercih ediyor. Değirmenocağı ve Yerköprü mevkileri en zor parkur olarak biliniyor. Burada kar sularının erimesine bağlı olarak mayıs ve haziran aylarının tamamında ve temmuzun ilk iki haftasında rafting yapılabiliyor. 2015 mart•nisan edaktüel 69 edaktüel spor Fırtına Vadisi, İkizdere: Rize Fırtına Vadisi, 57 kilometre uzunluğunda ve 23 kilometrelik bir parkura sahip. Zorluk derecelerine göre 3’e ayrılıyor; mevsime göre değişmekle birlikte 3,4 ve 5 seviyelerinde. Bu anlamda hem profesyonel hem de amatör raftingciler için uygun. Burası mayıs ve haziran aylarında daha çok rağbet görüyor. Fırtına Vadisi, Dünya Doğayı Koruma Vakfı WWF’nin seçtiği, korunması gereken yerlerden biri aynı zamanda. Vadiden bölgenin turizm merkezi sayılan Ayder Yaylası’na ulaşılabiliyor. Çat Yaylası ve tarihi Zil Kale de bu bölgede yer alıyor. Barhal: Artvin’de bulunan Barhal Çayı, 18 kilometre uzunluğa sahip. Zorluk derecelerine göre 4 parkuru var. Mayıs, haziran ve temmuz en çok rağbet gören aylar. Barhal Çayı’nın bulunduğu yer, bölgenin turizm alanlarından biri aynı zamanda. Çayın çevresinde tarihi Gürcü kiliseleri ve kaleleri var. Parkur ortalama iki saatte tamamlanıyor. Rafting tehlikeli midir? Peki, rafting tehlikeli midir? Uzun yıllardır rafting yapan ve bu konuda ders veren Ali Karaca, kolay bir parkur olarak gördüğü için ilk etapta Dalaman Çayı’nı öneriyor: “Dalaman Çayı daha önce hiç rafting yapmamış kişiler için bile gayet güvenli ve eğlenceli bir parkurdur. Zorluk dereceleri 4 üzerinden 1 ve 2'dir. Ayrıca tüm katılımcılarımız suda batmayan özel yapım yelekler ve koruyucu kask kullanır. Bu güven verici ortama rağmen biz yine de profesyonellik gereği tedbiri elden bırakmıyoruz. Her botta profesyonel eğitim almış rehber bulunduruyoruz. Bununla birlikte tüm katılımcılarımız sigortalı.” Peki, kimler rafting yapamaz? Karaca, şöyle açıklıyor: “Kalp rahatsızlığı olanlar, astım hastaları, yüzme bilmeyenler, hamileler, kol ve bacaklarında platin bulunanlar ve 7 yaş altı çocuklar.” Kıyafet seçimi önemli Rafting aktivitesi yaparken mümkün olduğunca rahat kıyafetler giyilmesinde fayda var. Karaca, “Kimi misafirlerimiz şort ve tişört ile kimi misafirlerimiz bikini veya mayo ile katılıyor” derken, suda batmayan özel yelekler giydirildiğini de sözlerine ekliyor: “Raftingden sonra giyebilmek için yedek kıyafet getirilmesini de tavsiye ediyo70 edaktüel mart•nisan 2015 Dalaman Parkur Tur Programı; ruz. Ayakkabı olarak da, suda bozulmayacak bir spor ayakkabı veya ayağınızdan kolay çıkmayacak bir sandalet giyebilirsiniz. Dilerseniz özel deniz ayakkabılarından satın alabilirsiniz. Bir de güneş gözlüğü, kol saati, kolye gibi gibi aktivite esnasında düşüp kaybolabilecek eşyalar getirmemeniz tavsiye edilir.” Fotoğraf ya da video İşin hatıra kısmı es geçilmemiş. Tüm gün boyunca rafting ya da kanyon turu yaparken, köprü üzerinde, yüzme molalarında, adrenalin bölgelerinde sürekli profesyonel fotoğrafçılar tarafından fotoğrafınız ve videonuz çekiliyor. Aktivite bitiminde gidilen açık alandaki mekânda tur esnasında çekilen videonun özel animasyon ve müziklerle renklendirilmiş hali dev ekran televizyonlarda yayınlanıyor. Dileyen bu videoyu satın alabiliyor. 09:00 Dalaman yol kavşağında buluşma, araç değişimi 09:45 Gürlek Köyü'ne varış 09:50 Köy Kahvaltısı, Rafting hakkında brifing, sigorta kağıtlarının imzalanması, Malzeme dağıtımı 10:45 Rafting alanına hareket 11:30 Rafting alanına varış, Bot dağılımı, güvenlik brifingi 12:00 Rafting start 14:30 - 14:45 Rafting bitiş 15:00 Gürlek Köyü'ne varış, Öğle yemeği, fotoğraf ve video görüntülerinin izlenmesi 16:00 Buluşma noktasına hareket 17:00 Dalaman yol kavşağına varış Fiyat : 100 TL Dahil Olanlar: Ferdi kaza sigortası, Transfer, Sabah Kahvaltısı, Öğle Yemeği, Rafting Malzemeleri, Rahberlik Hariç Olanlar: Fotoğraf ve Video Çekimi edaktüel söyleşi Koçak Farma 'biyoteknoloji'de ilerliyor 1971 yılında İstanbul’da kurulmuş olan ve geçen 43 yıllık sürede 300’ü aşan ürün yelpazesi ve teknoloji üreten Ar-Ge merkezi ile Türkiye’nin en büyük öncü kuruluşlarından biri konumuna gelen Koçak Farma Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Hakan Koçak ile ilaç sanayiinde biyoteknoloji üzerine kısa bir söyleşi yaptık Koçak Farma'nın Ar-Ge yapılanmanız ve çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz? İlaç sektörünün geleceğini oluşturan biyoteknoloji dünyada çok yeni. Biyoteknolojik ilaç üretimi güçlü Ar-Ge desteği, yüksek bilgi ve teknoloji, özel altyapı donanımlı tesisi gerektiren zor ve masraflı bir süreç. Biyoteknolojik ilaç üretimi ile ilgili yatırımlarınız neler? Türkiye’de ilk biyoteknolojik ilaç olan “OKSAPAR” firmamız tarafından üretildi. Keza Türkiye’de ilk biyoteknolojik ilaç üretim tesisinin temeli bu yıl firmamız tarafından atıldı. Koçak Farma biyoteknolojik ilaç üretimi konusunda sektörde İlaç sektöründeki teknolojik gelişmeleri öğrenebilir miyiz? İlaç sektöründe teknoloji çok hızlı gelişiyor. Geleceğin ilaçları hücre ve gen tedavisine yönelik, biyoteknoloji ürünü, akıllı “Öncelikli Yatırım Teşviki” almıştır. Alınan 416 milyon TL'lik bu teşvik ile birlikte yatırım teşviki toplamı 1,1 milyar TL’ye ulaşmıştır. Bu yatırım, ülkemizin ekonomisine ve ilaç sektörünün geleceğine olan güvenimizin tezahürüdür. Biyoteknoloji konusunda öncü nitelikteki bu yatırım, ülkemizde biyoteknoloji kültür ve deneyiminin oluşmasına katkı sağlayacak ve yeni yatırımları teşvik edecektir. Kurumsal teknoloji yarışmalarına katıldınız mı, aldığınız ödül var mı? Dr. Hakan Koçak moleküller olacaktır. “İlaç üretiminde Biyoteknoloji” günümüzde özellikle gelişmiş ülkelerde en çok yatırım yapılan bilimsel araştırmaların ön sıralarında yer almakta ve hızla gelişmektedir. Biyoteknoloji ürünleri yenilikçi yapıları ve tedavi etkinlikleri nedeniyle pazar payını gittikçe artırmaktadır. Türkiye’nin ilaç sektöründe küresel rekabetde etkin bir oyuncu olabilmesi için sanayimizin teknolojik yönden yapısal bir değişikliği başarması gerekiyor. Ülkemiz ilaçta büyük oranda ithalata bağımlı. Türkiye’nin katma değeri yüksek teknolojik ilaç üreten yapısal değişikliği gerçekleştirmesi ve küresel rekabet yapabilen Bölgesel ilaç Ar-Ge ve üretim merkezi olarak konumlanması gerekir. 72 edaktüel mart•nisan 2015 "Ülkemiz ilaçta büyük oranda ithalata bağımlı. Türkiye’nin katma değeri yüksek teknolojik ilaç üreten yapısal değişikliği gerçekleştirmesi ve küresel rekabet yapabilen Bölgesel ilaç Ar-Ge ve üretim merkezi olarak konumlanması gerekir. " Ar-Ge çalışmalarımızı Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesi’ndeki tesislerimizde sürdürüyoruz. Ar-Ge merkezimizde 70 civarında uzman ve bilim insanı rekombinant DNA teknolojisi (klonlama) yöntemiyle Analog İnsülinler, Monoklonal Antikorlar (MAB), Bakteriyal ve Viral Aşılarla ilgili araştırmaları yürütüyor. Üniversiteler ve Yabancı araştırma merkezleri ile bilimsel ve teknolojik işbirliği içinde yürüttüğümüz bu çalışmalar biyoteknoloji konusundaki global gelişmeleri yakinen izlememize olanak sağlıyor. öncü konumdadır. Günümüzde biyoteknolojik ilaçlar tedavi üstünlüğü nedeniyle Pazar payını hızla artırmaktadır. Dünya biyoteknolojik ilaç pazarı 2012 yılında 170 milyar USD değere ve toplam ilaç pazarının yüzde 18’ine ulaşmıştır. İlaç sektörünün geleceğini oluşturan katma değeri ve ihracat olanakları yüksek biyoteknolojik ilaca Türkiye’nin kayıtsız kalması düşünülemez. Şirketimiz bu düşüncelerle Çerkezköy OSB’de 684,9 Milyon TL'lik bir sabit yatırım için Ekonomi Bakanlığı’ndan Kuruluşumuz oluşturduğu “Onkoloji İlaçları ve Ham Maddelerinin Yerli Üretimi Projesi” dünyada ilk kez yaklaşık 68 onkoloji ilacının tek çatı altında üretimini gerçekleştirip ilaçta dışa bağımlılığı azaltmış, Avrupa Birliği ülkeleri dahil 40’dan fazla ülkeye ihraç ederek ulusal ekonomimize katkı sağlamıştır. TÜBİTAK- TTGVTÜSİAD tarafından düzenlenen “9.Teknoloji Ödülleri” yarışmasında Büyük Ölçekli şirket “Ürün” kategorisinde “finale kalan” bu proje, 2011 yılı “Altın Havan” yarışmasında “Yılın Sanayi Ürünü” ödülünü almıştır. Halkımızın İnsülin ihtiyacının tamamı ithalatla karşılandığından “Diyabet Tedavisinde Kullanılan Biyobenzer ürün yeni ürünler Wee İnsülin’in Etken Madde ve Bitmiş Ürün Olarak Üretimi Projesi” gerçekleştirilmiştir. Bu proje Diyabet Tedavisinde hayati önemi haiz Analog İnsülinler GLARJIN ve LISPRO’nun Ar-Ge bazında rekombinant DNA teknolojisi ile üretimine ilişkindir. Anılan proje şirketimize, 2013 yılında 3.kez “Altın Havan Yılın Ürünü” ödülünü kazandırmıştır. Proje, “TÜBİTAKTTGV-TÜSİAD 12.Teknoloji Ödülleri” yarışmasında da Büyük ölçekli firma “Ürün” kategorisinde finale kalmıştır. Biyoteknolojinin sağlık sektörünün geleceğini oluşturması, çalışmanın ticarileşme potansiyeli, ulusal ve kurumsal rekabet gücümüze, yenilikçi Ar-Ge ve teknolojimize ve ekonomimize sağlayacağı katma değer, iç ve dış pazar olanakları değerlendirilerek “Akıllı Molekül Biyobenzer Ürün Rituximab’ın Etken Madde ve Bitmiş Ürün Olarak Üretimi Projesi” başlatılmıştır. TÜBİTAK TEYDEB tarafından da desteklenen bu proje şirketimize 4.kez Altın Havan ödülünü kazandırmıştır. İlaç sektöründe yerinizi nerede görüyorsunuz? Koçak Farma inovatif Ar-Ge çalışmaları, ileri teknoloji donanımlı üretim tesisleri, bilgi birikimi ve yenilikçi ürünleri ile dünya standart ve kalitesinde ilaç üretimi yapan öncü bir kuruluş. ISO’nun ilk 500 büyük sanayi kuruluşu arasında yer alan şirketimizin; üretim, ihracat, istihdam ve ciro verileri Türkiye İlaç Sanayindeki öneminin göstergesi. Biz, yüksek katma değerli inovatif ürünler üretmek, halk sağlığını ilgilendiren stratejik önemi haiz ilaçta ithalata bağımlılığı ortadan kaldırmak, ihracatla sektörel dış ticaretin ekonomik büyümeye etkisini negatiften pozitife çevirmek ve ülkemizin vizyon 2023 stratejik planı çerçevesinde bölgesel Ar-Ge ve teknolojik ilaç üretim merkezi olma hedefine kilitlendik ve bu yolda ilerliyoruz. Geniş Ağızlı Cam Biberonlar Isıya Dayanıklı Geniş Ağızlı Cam Biberon Özel olarak saf borosilikat camdan üretilmiştir. Ağır metal ve BPA maddesi içermez. Yüksek ısıya ve ani ısı değişiminden kaynaklanan şok durumuna dayanıklıdır. Güvenle ısıtılabilir ve buzdolabında saklanabilir. Hafif tasarımı sayesinde 120 ml 16,50 TL 180 ml kolayca taşınabilir. 17,75 TL 250 ml 19 TL Wee Mini Cam 8 TL 6,50 TL Alıştırma Bardağı Seti 30 ml Soda kireç camından üretilmiş ve tamamen doğal içeriklidir. Bardak başlığı ve biberon başlığı ile iki fonksiyonlu kullanılabilir. Gıdayla temasında hiçbir sakınca yoktur. Yenidoğan 0-6 ay beslenmesinde kullanılmak üzere mini boyda tasarlanmıştır. Kaynatılıp sterilize edilebilir. Wee Mini Cam Alıştırma Bardağı 30 ml Soda kireç camından üretilmiş ve tamamen doğal içeriklidir. Gıdayla temasında hiçbir sakınca yoktur. Yenidoğan 0-6 ay beslenmesinde kullanılmak üzere mini boyda tasarlanmıştır. Kaynatılıp sterilize edilebilir. 4,50 TL 24,15 TL Similac1 360 gr Doğumdan itibaren 0-6 aylık bebeklerin beslenmesi için formüle edilmiş, bebek sütüdür. Anne sütü yetersizliği veya eksikliği durumunda, Similac 1 bebeğin eksiksiz beslenmesine yardımcı olur. Wee Ateş Düşürücü Bant Bölgesel soğutma etkisi ile ateşi düşürmeye yardımcı olur. Hidrojel içeriğinde doğal bileşen Frescolat ML kristalleri vardır, ilaçlarla birlikte kullanılabilir. Ayrıca, baş ağrısı,diş ağrısı ve kas ağrılarının giderilmesinde de yardımcı olarak kullanılabilir. 2015 mart•nisan edaktüel 73 edaktüel hobi Blog yazarlığına nasıl başlanır? Hem kendi kişisel bloğu olan hem de çok yazarlı bir düşünce platformuna dönüştürdüğü “Beyn.org”da yazan Barış Ünver ile “blog yazarlığı” üzerine konuştuk. Ona göre bu işte başarıya ulaşmanın iki altın kuralı var: Kaliteli içerik ve tanıtım yeteneği. Bir blog açmak ve o bloğun da internet dünyasında kalıcı olmasını istiyorsunuz. Hatta bir adım ileri gidip, para da kazanmayı düşünüyorsunuz. Ancak blog dünyası sandığınız kadar kolay bir mecra değil. Yazan ve üreten çok; aradan sıyrılmak da belli koşulları sağlamayı gerektiriyor. 2008 yılında Blog Ödülleri'nde En İyi Kişisel Blog ödülünü aldıktan sonra "blogosfer"de tanınır hale gelen Barış Ünver’e, blog yazarlığına dair aklımıza takılanları sorduk. Blog yazarlığına nereden ve nasıl başlamak gerekir? Ücretsiz bir blog servisine kayıt olmak, güzel bir başlangıçtır. Daha sonra dilerseniz kendi adresinize geçebilirsiniz. Ben WordPress.com üzerinden başlamıştım, web tasarıma da ilgi duyduğum için birkaç ay içerisinde çok az harcama yapıp Beyn.org adresinde kendi bloğumu kurdum. Web tasarıma ilgi duymayanlar da elbette kendi adreslerinden yayın yapabilirler, blog servisleri bu seçeneği de ücretli olarak sunuyor. Blog yazarı olmak isteyen kişi öncelikle neyi sorgulamalı? İyi yazı yazıpyazamadığı önemli ama o blog nasıl okunur hale gelecek? Şimdi düşününce aklıma üç özellik geliyor, 74 edaktüel mart•nisan 2015 önem sırasına göre yazayım: Kendini ifade etme becerisi, bol bol okuma alışkanlığı ve dil bilgisi konusunda yetkinlik. Bunların dışında elbette kendi okur kitlenizi oluşturmanız için, içeriğinizi nasıl ve nerelerde paylaşmanız gerektiğini bilmelisiniz. Sosyal medyadaki etkinliğiniz bu konuda yine önemli bir etmendir ancak yeni başlayanlar için şart değildir. Hatta yeni başlayanların okur kaygısı olmadan yazarak kendini geliştirmesi bana daha doğru geliyor. Bu arada "SEO" kelimesine çok prim vermeyin. SEO, Arama Motoru Optimizasyonu demek. Arama motorlarında sitelerin veya sayfaların üst sıralara çıkarılmasına yönelik yapılan çalışmaları kapsıyor. Neden buna karşı durmak gerekir? Yani ne olduğunu bilin ama arama motoru optimizasyonu yapmak adına, abuk subuk yazılar yazmaya başlamayın. Bu kadar sert bir cümle kurmamın sebebi şu: Yeni blog yazarlarının en çok düştüğü hata, arama motorlarından gelen ziyaretçi sayısına bakıp daha fazla kişi gelsin diye arama motorlarına uygun ama içi boş içerik üretip durmaktır. Arama motorlarından gelen ziyaretçi geçicidir, kalıcı olan yazılarınızı beğenip sizi takip edecek olan okurlarınızdır. Ziyaretçi sayısı değil, sizi takip eden okurlarınızın sayısıdır önemli olan. Blog yazarı Barış Ünver Son yıllarda çok fazla blog var. Bunların arasından sıyrılmak nasıl mümkün olabilir? Kaliteli içerik üreterek. İstanbul'da Bağdat Caddesi üstündeki onlarca kafeden bir tanesi diğerlerinden daha çok müşteri çekiyorsa veya Ankara'nın ara sokaklarında salaş bir esnaf lokantası, adını elit iş adamları arasında duyurabiliyorsa, bunun sebebi onların ortaya koydukları ürünlerin kaliteleridir. Ama elbette tanıtım konusundaki yeteneğiniz de, kaliteli içeriğinizi insanlara ulaştırmak adına önemlidir. Türkiye'de blog yazarlığına baktığımızda nasıl bir eğri var? Hangi türde bloglar yükselişte? Maalesef Türkiye'de tür ayırt etmeksizin bütün bloglar düşüşte. Bence bunun en büyük sebebi, yukarıda bahsettiğim, arama motorlarından ziyaretçi çekmek adına bütünüyle kalitesiz içerik üretmeye odaklanan eczanede alışveriş PEDİDERM blogların bunaltıcı çokluğu. Bir sektörün geneline bakınca çoğunluk kötü ve kalitesiz ise, kaliteliler aradan sıyrılabilse bile sektör genel olarak düşüşe geçer. Türkiye "blogosferinde" de durum böyle, maalesef. Ama kalite yükseldikçe, kaliteli yazarların sayısı arttıkça, bu durumun da tersine döneceğini ve blogların yükselişe geçeceğini biliyorum. Kendi hikâyenizden söz eder misiniz? Nasıl blog yazmaya başladınız? İnternette düzenli olarak girip sohbet ettiğim forumlardan birinde tanıştım "blog" kavramıyla. Oradan dolduruşa gelip WordPress.com üzerinde açtığım kişisel bloğumu, birkaç ay içerisinde Beyn.org adresine taşıdım ve çok uzun bir süre kişisel bir blog olarak orada yazdım. 2008 yılında Blog Ödülleri'nde “En İyi Kişisel Blog” ödülünü aldıktan sonra "blogosfer"de tanınmaya başladım. Ama ülke çapında tanınmamı sağlayan şey, sağ olsun, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 2010 yılında şahsıma (hapis istemiyle) açtırdığı dava oldu. Yazdığım yazı, 2010 yılındaki referandum hakkında bir siyasi yazıydı; Erdoğan'ın dava açmasına sebep olan, kendi şahsına "hakaret" olduğunu iddia ettiği söz ise aslında kendi sözünün bire bir aynısıydı. 2011 yılının başında, ilk duruşmamdan önce pek çok gazete ve haber sitesinde haberlerim yayınlandı, ismim duyuldu. 2011 yılında iki, 2012 yılında da bir duruşmaya girip beraat ettim. 2015 yılı ocak ayı itibarıyla dosya hala Yargıtay'da. Bunun haricinde 2014 yılının mart ayında da bir yazım (Berkin Elvan'ın cenazesinin akşamında çıkan olaylarda öldürülen, Burakcan Karamanoğlu hakkında bir araştırma yazısı) bir gün içerisinde çeyrek milyondan fazla kişi tarafından okunarak, bir daha ulaşacağımı zannetmediğim bir rekora imza atmış oldu. Beyn, kişisel bir blog değil. Bunu nasıl tanımlamak gerek? 2013 yılının haziran ayı itibarıyla, Beyn'i kişisel bir blogdan çok yazarlı bir "düşünce platformu"na dönüştürdüm; kişisel yazılarımı da BarisUnver.com adresine taşıdım. Beyn'de siyasi olmayan pek çok yazı olsa da, Erdoğan'ın açtırıp kaybettiği dava sayesinde, Beyn şu anda siyasi bir platform olarak tanınıyor ve anılıyor. Yine de Beyn, her konudan her yazara açık bir platform, hatta yakın zamanda üyelikleri herkese açıp daha otonom bir yapıya kavuşturmayı düşünüyorum. Barış Ünver http://beyn.org/ http://twitter.com/barisunver http://fb.com/beyn.org PİŞİK SPREYİ 39,50 TL Pişik oluşumunu önler. Dünyanın en ince yapılı çinko oksit spreyi, çinko oksitin tüm faydalarını sunarak, bariyer etki (koruma kalkanı) ile bebek derisini dışkı ve idrar temasından korur; yara, kaşıntı ve kızarıklık oluşumunu önler. GOT2B HACİM VEREN PUDRA 14,90 TL Devrim niteliğindeki hafif formül saç köklerinde maksimum hacim elde etmek için saçın her bir tutamına etki eder. Bir miktar pudrayı avucunuza dökün ve ellerinizi ovalayın. Pudranın kaybolduğunu ama hala ellerinizde hissettiğinizi göreceksiniz. REVİTALİFT LAZER X3 YOĞUN YAŞLANMA KARŞITI BAKIM 47,50 TL Bir hafta içerisinde kırışıklıklar azalıyor ve 4 haftada cilt, gözle görülür ölçüde dolgun hale geliyor. Güçlü emülsiyon ve ultra pürüzsüz cilt yüzeyi için yaşlanma karşıtı bakım kremini keşfedin. NEOSTRATA 90 TL KREM İleri düzeyde cildinde kuruluk ve kabuklanma şikayeti (iktiyozis) olanlar için günlük bakım ürünü. İçeriğinde cilt yenileyici AHA - PHA kompleksi yer alır. Yenilenmiş formülü %10 yerine %20 AHA - PHA kompleksi içerir. Cilde nem kazandırır, kabuklanmayı engeller. SKİN MEDİCA TNS GÖZ KREMİ 169 TL İnce çizgilerin ve kırışıklıkların görünümünü azaltmaya yardımcı olur. Göz çevresindeki cilde parlak,pürüzsüz ve canlı görünüm kazandırır.Gözaltı şişliklerinin ve morluklarının giderilmesine yardımcı olur. 2015 mart•nisan edaktüel 75 edaktüel lezzet Hint mutfağını denediniz mi? Hint mutfağını bir türlü sevemedim diyenler kadar “Öff! Ne lezzet ama…” diyenler de var. Şimdi size Hint mutfağının özelliklerinden bir demet sunalım. İster beğenin ister beğenmeyin, değişik tatları denemek her zaman iyidir. Hindistan büyük bir ülke, mutfağı da bu büyük ülkeye yakışır çeşitlilikte ve her bölgenin kendine has mutfağı var. Aslında baharat ve sos kullanımlarındaki farkları ortadan kaldırsak bizim mutfağımıza benzer tatlar Hint mutfağında da var. Ülkenin kuzey bölgelerinde daha çok et kullanılırken, güneye gidildiğinde yemekler Samosa 76 edaktüel mart•nisan 2015 sebze ağırlıklı bir vejetaryen mutfağına dönüyor. Kuzeyde bol baharat, az acı formülü ile birlikte tahıl ürünleri ve ekmek fazla tüketilirken, pirinç daha az kullanılıyor. Güney bölgesinin lezzetlerinde ise acı bol ve pirinç sofraların baş tacı... Güney mutfağının önemli bir özelliği de bazı yemeklerin mutlaka elle yenmesidir. Luvki Channa Dhal Kutsal dana yerine tavuk ya da balık Hint mutfağında dana eti yok. Tavuk veya deniz ürünleri kullanılıyor. En ünlü ve hemen hemen her et yemeği ile birlikte kullanılan Köri Sos Hint mutfağına özel bir ürün. Bizim bildiğimiz köri soslardan değişik. İçine 15’e varan baharat çeşidi konulabiliyor. Soğan, domates, yoğurt, Hindistan cevizi sütü ile birlikte tavuk ya da deniz ürünü eti karışımın yoğunlaşmasını sağlıyor. Genellikle çok acı olan Köri sosların acılığını azaltmak için yemekle birlikte tatlı yoğurtlar ve meyveler kullanılıyor. Yani acıyı azaltmıyor damağınızın en kuytu köşelerinde bile hissediyorsunuz ama dayanamadığınızda da yoğurt ve meyve kullanarak hafifletiyorsunuz. Acılı yemeklerin yanında sunu- Paratha Çapati ekmeği lan garnilerin içinde de çoğunlukla ananas, kuru üzüm gibi tatlı meyveler kullanılıyor. Acı ve tatlı bir arada dayan dayanabilirsen… Hint mutfağında pilav da Basmati adlı tatlımsı bir pirinçten yapılıyor. Unlu mamuller ise “Roti” olarak adlandırılıyor. Örneğin Çapati kepekli un ile tavada yağsız olarak kızartılan bir ekmek. Çapatiyi sıcak sıcak tereyağına veya dana kaymağına batırırsanız adı “Pratha”, kızgın yağda kızartırsanız adı “Puri” oluyor. Kachori, Çapatinin içine sebze karışımları doldurulup kızartılan çeşidi. Size Hint mutfağından mönü örnekleri sayarak yazıyı tamamlayalım. Sebzeli/Tavuklu/Balıklı Köri: Bu üç çeşit köri yemeğinde temelde “ghee” denilen bir tür tereyağı, fıstık yağı veya ayçiçek yağı kullanılır. Genellikle pirinç pilavı (biryani) ile servis edilir. Dhal: Bir tür mercimek yemeği. Yanında mutlaka sebze yemeği bulunur. En basit Hint öğünü; dhal, pirinç pilavı ve çapatiden oluşur. Tandoori Set: Piliç, balık veya sebze tandırda yavaş yavaş pişirilir ve yemeklere birkaç çeşit baharat ve yoğurt eşlik eder. Biryani Pilavı: Sarı-turuncu renkli bu pilavın rengi safran denilen baharattan veya daha ucuz olan zerdeçaldan gelir. Biryani pilavının üzerine yer fıstığı, kuru üzüm ve antep fıstığı gibi kuruyemişler de serpilir. Samosa: Hamurun içine bol acılı patates ağırlıklı sebzenin koyularak yağda kızartılması ile hazırlanır. Chana: Acılı nohut yemeği... Üzerinde baharatlarla ve puri ile birlikte servis edilir. Tekrarlamakta yarar var, bir Hint restoranının önünden geçtiğinizde mutlaka içeri girin. Etrafa yayılan koku sizi etkileyebilir… Mutlaka bu lezzetleri deneyin. Vejetaryen Chana Masala (4 kişilik) Hızlı ve kolay yapılabilen bu nohut yemeği, pilav üstü olarak servis edilir. Yemeği hakkını vererek yapabilmeniz için malzemenin tamamını öncelikle hazırlayın. Gerisi çok kolay… Malzemeler: 1 yemek kaşığı zeytinyağı, 1 ½ çay kaşığı kimyon tohumu, 1 baş soğan, doğranmış, 1 yemek kaşığı kıyılmış taze sarımsak, 1 yemek kaşığı kıyılmış taze zencefil, 1 yeşil biber, 1 ½ çay kaşığı öğütülmüş kişniş, ½ çay kaşığı zerdeçal, ¾ çay kaşığı ince taneli deniz tuzu, ¼ çay kaşığı kırmızı biber, 4 bütün soyulmuş iri domates, 3 su bardağı haşlanmış nohut, 1 su bardağı çiğ pirinç. Yapılışı: Pirinci hazırlayın: Büyük bir tencerede pirinci suyunu çektirerek 30 dakika kadar kaynatın. Suyu çektirdikten sonra 10 dakika tencerenin kapağını kapatarak pirincin buharda demlenmesini sağlayın. Chana masala’yı hazırlayın: Geniş bir sos kabında yağı kızdırın, kimyon tohumlarını yağda altın sarısı oluncaya kadar çevirin. Orta ısıda soğan, sarımsak, zencefil ve biberi ekleyerek 5 dakika karıştırarak pişirin. Daha sonra kişniş, zerdeçal, tuz ve kırmızı biberi de ekleyerek iki dakika daha pişirin. Bütün soyulmuş domatesleri tencereye koyun ve bir tahta kaşık ile ezerek karıştırın. Isıyı biraz yükseltin ve haşlanmış nohutlarınızı ekleyerek 10 -15 dakika pişirin. Bu mükemmel lezzeti hazırladığınız pilav üstünde servis edebilirsiniz. Yemekten sonra, sıra tatlıda... Hint mutfağında sütlü tatlılar oldukça ünlüdür. Hemen her yemeğin sonunda helva ya da sütlü tatlı mutlaka yenir. Sütlü tatlılar temelinde manda sütünün içine herhangi bir katkı maddesi eklemeden uzun süre kaynatılıp elde kalan tortusunun kullanılmasından elde edilir. Elde kalan bu tortunun yani süt özünün toplar halinde gülsuyu şerbetine batırılması ve kaymakla süslenmesinden Rasagulla elde edilir. Dondurmaya Kulfi adını verirler. Bildiğimiz lokma tatlısını gülsuyu ile yaparlar ve adı Gulab jamun’dur. Havuç rendesiyle yaptıkları helvalar arasında en ünlüsü Karachi ve Gajar helvadır. Chhenna poda dedikleri bir tür peynir tatlısı yaparlar. Chenna poda; peyniri şeker, kajun fıstık ve kuru üzümle uzun süre pişirerek elde edilir. 2015 mart•nisan edaktüel 77 edaktüel haber Dijital çevreci projemize İZKA’dan destek! EDAK, 35. yılı nedeniyle başlattığı değişim ve yenilenme hareketine, dijital alanda da devam ediyor. Buna göre; İzmir Kalkınma Ajansı (İZKA)’nın Bilgi İletişim Teknolojileri Mali Destek Programına başvuran EDAK, “E-Dönüşüm ve İzlenebilirlik Projesi” ile İZKA’dan fon almaya hak kazandı. Proje kapsamında EDAK’ın günde 22 bin fatura kesilen günlük iş hacmi ile tükettiği yüksek miktardaki kağıt tüketimine de son verilecek. Ayrıca, 4260 eczacı ortağı ile arasındaki dijital entegrasyonunda sağlanacağı proje ile eczacıların ilaç ve ilaç dışı sağlık ürünleri tedariğinde ihtiyaç duyulan tüm adımlara ve kayıtlara birbirine bağlı ve kesintisiz olarak elektronik ortamda erişim sağlanacak. 384 bin TL’lik proje İZKA’nın İzmir Alsancak’taki merkezinde düzenlenen imza töreninde; “İzmir’in bilgi toplumuna dönüşüm sürecinin hızlandırılmasında, bu süreci destekleyecek uygulamaları yaygınlaştırmayı ve işletmelerin belirlenen öncelikli alanlarda kaliteli bilgi iletişim teknolojileri üretmelerini sağlamayı amaçladıklarını kaydeden İZKA Genel Sekreteri Murat Yılmazçoban, 78 edaktüel mart•nisan 2015 (soldan sağa) İZKA İzleme ve Değerlendirme Birimi Uzmanı Ekrem Alp, EDAK Bilgi Sistemleri Yönetmeni Emine Türkçü, EDAK Genel Müdürü Rüstem Karakaya, İZKA Genel Sekreteri Murat Yılmazçoban, EDAK Yönetim Kurulu Başkanı Emre Bacanak, EDAK Bilgi Sistemleri Müdürü Mustafa Kılıç. son yıllarda gelişen bilgi ve bilgi iletişimi teknolojilerine uyum sağlamanın dünyadaki tüm işletmeler ve kuruluşlar için vazgeçilmez hale geldiğini söyledi. 384 bin TL'lik projenin yüzde 75'inin İZKA tarafından karşılanacağının bilgisini veren Yılmazçoban, projenin teknolojik ve çevreci bir proje olarak ön plana çıktığını ve İZKA olarak kent ekonomisine olan desteklerinin devam edeceğini sözlerine ekledi. Sektörde Bir İlk Hayata geçirilecek projenin sektörde bir ilk olduğuna dikkat çeken EDAK Yönetim Kurulu Başkanı Emre Bacanak ise, “Elektronik kayıt ve takip sistemine geçilmesiyle birlikte, bu işlemler sırasında ortaya çıkan yüksek miktardaki kağıt kullanımı en aza indirilerek sürdürülebilir ve çevreye duyarlı bir sisteme geçilecek” dedi. Kurulması planlanan doküman yönetim ve elektronik arşiv sistemi ile, İzmir’de ilaç ve ilaç dışı sağlık ürünlerinin tedarik sürecinde ihtiyaç duyulan bütün adımlara ve kayıtlara elektronik ortamda birbirine entegre bir şekilde ve kesintisiz olarak ulaşım sağlanabileceğini ifade eden Bacanak sözlerini şöyle sürdürdü: “Proje kapsamında yer alan sipariş teslimat prosedürü uygulaması da, e-dönüşüm kapsamında ortamdaki kağıt çıktıların dijitalleştirilerek saklanmasını ve izlenebilir olmasını sağlayacak.” Dijital entegrasyon sağlanacak "Bu proje ile yılda 8 milyon metreküp’ü aşkın kağıt ve değerli evrak işlemini kağıt kopya yerine dijital ortamda 'soft copy' olarak bakiye edebilecek olan EDAK, operasyonlarını dijital platforma taşımış olacak" sözleriyle konuşmasına başlayan EDAK Genel Müdürü Rüstem Karakaya, sadece günde 22 bin fatura kesilen bir kurum olarak “e-dönüşüm ve izlenebilirlik projesi”nin çok önemli olduğunu ve 4260 eczacı ortağı ile dijital entegrasyon sürecinin de bu kapsamda hayata geçirileceğini ifade etti. Bir yıllık çalışma sürecinin öngörülenden daha hızlı şekilde ilerleyeceğini söyleyen Karakaya sözlerini şöyle sürdürdü: “İnsan ve çevre sağlığı için bu denli özverili çalışan kurumumuzun bu başarısı, sektörümüzde her zaman öncü olduğumuzu bir kez daha gösterdi. Bu projeden dolayı her yıl 460 bin TL’lik kağıt tasarrufu yapılacak. 460 bin TL’lik kağıt tasarrufu demek, binlerce ağaç’ın nefes alması ve 460 bin TL’lik atık masrafının da olmayacağı anlamına da gelir.” edaktüel sinema The Cobbler Hayatın İçinden (2003), The Visitor (2007) ve Kazananlar Kulübü (2011) gibi filmleriyle öne çıkan Amerikalı yönetmen Thomas McCarthy, Nisan ayında yeni filmi The Cobbler (2014) ile beyazperdeye geri dönüyor. Geçtiğimiz yıllarda Pixar şaheseri Yukarı Bak (2009) ile En İyi Orijinal Senaryo dalında Oscar Ödülü’ne aday gösterilen McCarthy’nin yeni filminde, ayakkabı tamircisi Max Simkin’in hikayesi anlatılıyor. The Cobbler’da her şey New York’ta bir ayakkabıcı dükkanında tamir işleri yapan Simkin’in yepyeni bir yeteneğini keşfetmesi ile başlıyor. Hayata dair tüm ümitlerini yitirmiş ve bütün beklentilerini rafa kaldırmış bir insan olan Simkin, tamir ettiği ayakkabıları ayağına geçirdiği anda müşterilerinin kılığına girebildiğini fark ediyor. Bu yeni ve büyülü kabiliyet sayesinde 84 edaktüel mart•nisan 2015 tüm hayallerini gerçekleştirebileceğine ikna olan Simkin, dünyayı görmek ve farklı hayat tarzlarını deneyimlemek için kendisine sunulan bu fırsatı olabildiğince iyi değerlendirmeye çalışıyor. Ancak kendisine bahşedilen bu gücün aynı zamanda tehlikeli sonuçları olabileceğini anlaması da fazla zaman almıyor. Simkin’in farklı insanların hayatlarına gerçekleştirdiği bütün bu yolculukların aslında kendisini tanımak ve hayattan gerçekten ne istediğini anlamak için bir şans olduğunu keşfetmesi ise önünde birçok yeni kapının açılmasını sağlıyor. Başrolünde Evlilik Öpücüğü (1998), Süper Baba (1999), Kazara Zengin (2001), 50 İlk Öpücük (2004), Matrak Adamlar (2008), Büyükler (2010), Hayatım Yalan (2011) ve son olarak da Karışık Aile (2014) gibi unutulmaz filmleriyle aklımıza kazınan ünlü komedyen Adam Sandler’ın yer aldığı The Cobbler’ın oyuncu kadrosunda Steve Buscemi, Eller Barkin ve Dustin Hoffman gibi ünlü isimler de bulunuyor. Senaryosunu Thomas McCarthy ve Paul Sado’nun ortaklaşa yazdığı filmde, ünlü rap yıldızı Method Man de boy gösteriyor. Adam Sandler hayranlarının kaçırmaması gereken bir çalışma olan The Cobbler, 3 Nisan’da sinemalarda...