tıklayarak - Meb.k12.tr
Transkript
tıklayarak - Meb.k12.tr
içindekiler 2013 EĞİTİM! AMA NASIL? EĞİTİMDE BAŞARI Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Abit ARVAS İkram ÖZDEMİR KARDEŞLİK ÜZERİNE NİSYANDAN ALINAN İNSAN Erdoğan ÖZDEMİR Ertan DEMİR Ahmet AYDIN FİZİK HAYATIMIZIN NERESİNDE? ONLAR DA KİMMİŞ? TÜRKİYE’DE GENÇ OLMAK EDİTÖRDEN Yasin YILMAZ 3 Hizan Lisesi Müdür Baş Yardımcısı 7 Mehmet ÖZEN Fizik Öğretmeni 11 İDRİS-İ BİTLİSİ Hizan İlçe Milli Eğitim Müdürü Hizan Lisesi Müdür Yardımcısı 4 8 15 SİZDEN GELENLER 24 26 GÜLMECE GÜLDÜRMECE İSTİKLAL MARŞI ÖDÜLÜMÜZ 33 Hizan Lisesi Müdür Yardımcısı 10 Yasin YILMAZ Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni 19 23 MÜZİK; İNSAN VE EVREN ARASINDAKİ KÖPRÜ Müzik Öğretmeni HİZAN LİSESİ’NDE ÖĞRETMEN YA DA ÖĞRENCİ OLMAK 21 Rehber Öğretmen ve Psikolojik Danışman Güliz KARAGÖNLÜ 5 Mehmet Ş. ERCİK Tarih Öğretmeni 20 Okul Müdürü OKUL MÜDÜRÜMÜZ VELİLERLE ETKİLİ İLETİŞİMDE DİNLEMENİN ÖNEMİ Mehmet İBO Tasarım Editör Baskı GÜLİZAR-I HİZAN 35 19 MAYIS COŞKUSU 32 VEDA YEMEĞİ 36 : Özge KUTLU - Vedat ÖZDEMİR : Yasin YILMAZ : Vedat ÖZDEMİR - ANKARA (0530 6092281) Başta Müdürümüz İkram Özdemir, Müdür Başyardımcısı Erdoğan Özdemir olmak üzere tüm emeği geçenlere de teşekkür ederiz.. Resimlerin telif hakkı Mahmut Özdemire aittir. ŞİMSEK ULUCAN MARKET TEL PASTANE TEL GİYİM-KUNDURA FIRIN : 0(434) 611 20 72 : 0(434) 611 16 61 : 0(434) 611 21 29 : 0(434) 611 25 88 (Tatvan cad.Yeni öğretmenevi karşısı No: 1-2-3) (Tatvan cad. Tatvan durağı karşısı No:2) (Cumhuriyet cad. Belediye İngeç Pasajı No: 1-2-3) (Cumhuriyet cad. PTT karşısı No:1) GÜLİZAR-I HİZAN EDİTÖRDEN Adını uzun yıllar yaşatmayı düşündüğümüz “GÜLİZAR-I HİZAN”ın ikinci sayısının heyecanını hep beraber yaşıyoruz. Taze bir toprağa pırıl pırıl bir tohum atmak gibidir yeni bir dergi heyecanı yaşamak. Ne kadar fakir görünen ne kadar zengin bir mahallede, bir kültür harmanında yaşadığınızı biliyor musunuz? Türkiye’nin belki de en çok hasret duyduğu güler yüzün kimseden esirgenmediği, içteki sıkıntıların dışarı kahkahalar halinde çıkıp etrafa neşe saçtığı bir diyardasınız. Bu diyarda size bir şeyler öğretip hayatın fırtınalarında sağlam durabilmeniz için çırpınan öğretmenleriniz, can sıkıcı her şeye karşı o neşenizden feyz alıyorlar. Hani bir hikaye vardır ya: Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesini sağladı. Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı. Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada o gün garsona yüklü bir bahşiş bıraktı. Garson, ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı. Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnını iki günden beri ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki odasının yolunu ıslık çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titreyen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi. Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman kalktı. Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar. Bütün bunların hepsi, bir TEBESSÜM’ün sonucuydu Bize tebessümü hatırlatan öğrencilerimize bizden bir tebessümlük hediye… Keyifle okumanız dileğiyle… Yasin YILMAZ Hizan Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni 3 HİZAN LİSESİ EĞİTİM! AMA NASIL? Abit ARVAS Hizan İlçe Milli Eğitim Müdürü Bundan önceki sayımızda eğitimin, hayatın her alanında şart olduğunu vurgulayan bir yazıya yer vermiştik. Günümüzde bazı ileri memleketlerde çobanların dahi eğitime tabi tutulduğu gerçeği karşısında Türk halkının eğitime uzak duruşu kabullenecek bir durum olamaz. O halde fert fert herkesin mutlak surette eğitim sistemi içindeki yerini alması kaçınılmazdır. İyi de öteden beri eğitimle arasına mesafe koyan halkımızı bu konuda nasıl ikna edeceğiz? Aslında iş halkımızdan ziyade devletimizi, eğitim siyasetini elinde bulunduran yönetici gücü ilgilendirmektedir. Eğitimi merkezden idare edip onu memleketin şartlarına adapte edemeyen politika adamı halkımızdan şikâyet etme hakkına sahip değildir. Ülkenin coğrafi, sosyal, ekonomik, kültürel farklılıklarını göz önünde bulundurmadan eğitimle ilgili plan, program, müfredat, ekipman ve diğer unsurları merkezden hazırlamak, bütün öğrencileri aynı kulvarda yarışmaya davet etmek eşitlik olarak kabul edilebilse de adil bir davranış olarak görülemez. Ağrı Dağı eteklerindeki bir köy çocuğu ile İstanbul ‘un Şişli ilçesindeki bir aristokrat çocuğunu aynı şartlarda eğitime sevk etmek her şeyden önce eğitim mantığına aykırıdır. Eğitim birliği adına herkesi eşit şartlarda yarıştırmak için Şişlideki aristokrat çocuğu Ağrı Dağındaki çobanın seviyesine indirmek lazım? Yoksa aksini mi yapmak gerekir? Ne o, ne bu! Yapılacak iş, her bölgeyi kendi şartları içinde değerlendirerek eğitim imkânlarını adil bir şekilde memleket sathına yaymak için gerekli tedbirleri almaktır. Bunun yollarından biri eğitimin yerelleştirilmesidir. Böyle bir sistemde eğitimin üst politikası yine merkezden sevk ve idare edilmekle, yani iskelet merkezden teşekkül ettirilmekle beraber mahalli yönetimler (il özel idareleri, belediyeler, vakıflar vb.) bu iskelete et ve deri giydirirler. Daha açık bir ifade ile programlar ana hatlarıyla merkezden tespit edilir, mahalli idareler program doğrultusunda eğitim-öğretim hizmetini yürütür. Bugün Avrupa’nın birçok devletinde uygulanan sistem budur. Birçok alanda Avrupa’yı yakalamış bulunan, hatta FATİH projesi ile eğitimde Avrupa’nın önüne geçmiş olan devletimizin bu teklifimizden gocunmayacağını zannetmiyorum. Önemli gördüğüm ve dikkate alınmasına inandığım bir husus daha var:Türkçede bilginin aktarılmasına öğretim, bilginin icra edilmesine de eğitim deniyor. Eskiden birinci kavrama talim, ikincisine de terbiye denirdi. Bakanlığımızın faaliyetleri de genel manada bu iki kavram çerçevesinde vücut bulmaktadır. Bu kavramları bir misalle desteklemeye çalışırsak karşımıza şöyle bir disiplin çıkar: Öğretim; kişiye balığın nasıl avlandığını teorik olarak anlatmak, eğitim ise kişiye balık tutmayı pratik olarak göstermek ve onu bu faaliyette yetiştirmektir. Ancak; okullarımızdaki faaliyeti tanımlayan kelime öğretimden ziyade eğitimdir. Her iki kelimeyi beraberce kullandığımız da eğitim tabirini öğretim tabirinden önce söyleriz: “Eğitim-Öğretim faaliyetleri” gibi. Bu ne yaman çelişkidir ki öğretmeden önce eğitiyoruz. Yani talim etmeden terbiye ediyoruz. Teoriden önce pratiği gösteriyoruz. Biz öğrencileri öncelikle müspet bilgilerle donatmak ve bu bilgileri hayata geçirmelerini sağlamak için okullar açar, öğretmenler görevlendirir, bunca harcamalarda bulunuruz. İlim sahibi olunmadan amel sahibi olunmaz. Aksini ancak ayı oynatıcısından bekleriz. Malum ayı oynatıcısı ayıyı bir sacın üzerine çıkarır, sonra sacın altında ateş yakar. Isınan sac ayının ayağını yaktıkça ayı bir ayağını kaldırıp diğerini basmak suretiyle adeta dans eder. O arada ayı oynatıcısı zurnada peşrev çeker. Böylece ayı oynatıcısı ne zaman zurna çalsa ayıda ayağının altında sıcak sac olduğu vehmine kapılır ve yanıyor zannettiği ayaklarını değiştirmek üzere kızgın sac üzerindeyken yaptığı hareketleri yapar. Bu misaldeki olayda ayı eğitilmiştir ama ayıya sac ateş zurna öğretilmemiştir. Bu örneği vermemizdeki niyet şu ki; ameli, pratik, davranışsal anlam belirten, bakanlığımızın da ad olan (Milli Eğitim Bakanlığı) eğitim anlayışını öne çıkarıp öğretim faaliyetini ikinci planda tutmak gibi bir yanlışa düşülmesini engellemektir. “Eğitim şart” diyoruz. Elbette şart; ama nasıl? Ulusal bir dava olan öğretim-eğitim faaliyetinden söz ederken göz önünde bulundurmamız gereken binlerce maddeden sadece iki tanesi üzerinde bu kadar laf etmiş olmam, konunun ciddiyetine verdiğim ehemmiyetten kaynaklanmaktadır. Hastasına ilaç veren hekimin doz ayarlamada gösterdiği hassasiyeti biz de mesleğimizde gösterdiğimiz sürece problemler kartopunun çığa dönüşmesi gibi katlanarak büyüyecektir. 4 Sorunlarımızı ve sorumluluklarımızı idrak etmek ve çözüm bulmak dileğiyle. GÜLİZAR-I HİZAN EĞİTİMDE BAŞARI İkram ÖZDEMİR Hizan Lisesi Okul Müdürü Eğitimde kalite ve başarıyı yakalamak için çabalayacağımıza, ilgili ilgisiz hepimiz sadece eleştirme makamındayız. İçinde okul, öğretmen, öğrenci, kısaca eğitim olan her sohbette ilk sorumuz neden öğrencilerimizin başarısız olduğudur. Elbette bu soruyu sormalıyız. Ama bu sorudan sonra durup kendimize ait sorumlulukları yapıp yapmadığımızı değerlendirmek dururken öğrenci başarısızlığını kendimizin dışında arıyoruz. Öğrencilerimizin başarılı olması için gerekli alt yapı çalışmalarına çok da önem vermiyoruz. Eğitimdeki başarısızlığı Okul veya öğretmen velinin ve öğrencinin ilgisizliğine yükler. Veli, başarısızlığı öğrencisinde ve öğretmenin yeterince ilgilenmediğinde arar. Öğrenci ise her durumda haklıdır ve kendisi dışındaki tüm unsurlar onun başarısız olması için ittifak ettiklerine inanır. Bu kısır döngü yıllardır sürüp gidiyor. Netice itibariyle bundan en zararlı çıkan taraf ise şüphesiz öğrencidir. Ciddi bir planlama ile başarıyı yakalamak elbette mümkün. Okul veli ve tabi merkezde duran öğrenciyle işbirliği yaparak başarı yakalanır. Toplum olarak eğitime gerekli önemi ve desteği vermediğimiz ortada. Kaldı ki velilerimizden bunu beklemek henüz çok erken olsa gerek. Velilerimizin eğitime bakış açısında ciddi bir değişiklik yapılması isteniyorsa öncelikli olarak eğitim sürecine onların da dahil edilmesi şart. Öğrenci başarısı veli ayağı eksik olduğu sürece tam manasıyla gerçekleşmez. Günümüzde dahi öğrencilerimizin ebeveynlerinden okuma yazma bilmeyenler var. Hala öğrencilerin zorla ders çalışmaya yönlendirilmeleri, ısrarla kabiliyetlerine değil kendi isteklerine göre öğrenciyi şekillendirmeler mevcut. Halbuki veli bakış açısında küçük düzeltmeler yapılıp okula yönlendirilirse, öğretmeni, okul idaresi ile işbirliği içinde okul dışındaki zamanlarının planlanması ve değerlendirilmesi yapılırsa veli açısından en makul, öğrenci açısından ise başarının adımları atılmış olur. Günümüz öğrencilerini hep kendi zamanımızla karşılaştırmayı pek seviyoruz. Hiç empati kurup acaba bizde bu dönemde öğrenci olsaydık nasıl olurduk diye? Düşündük mü? Bizim zamanımızdaki şartlar ile şu andaki şartların aynı olmadığı gerçek bir şekilde ortada. Bizim zamanımızda ki öğrencilerinin imkânları ile şu andaki imkânların aynı olmadığı ayrı bir gerçek. Biz öğrenciye öğrenci olduğumuz dönemdeki gibi davranıp ilgilenemeyiz. Yeni metotlar bulup yeni davranışlar sergilemeliyiz. Öğrencinin neye ihtiyaç duyduğu neleri istediği ve nerede ne eksiği varsa bunu en iyi yöntemle vermenin yoluna vakıf olmalı ve vermeliyiz. Eski klasik öğretmen profilinden çıkıp, öğrencilerimizin durumlarına göre davranışlarını yenileyenler olmalıyız. Eğitimi ön planda tutan bir anlayış sergilemeliyiz. Hayata hazırladığımız öğrencilerimize her yönüyle örnek insan olmalıyız. Öğrencilere yaklaşımlarımızı değiştirmeli, öğrencilerin zorla derse girmediği isteyerek ders dinlediği birer fert haline getirmenin yollarını araştırmalıyız. 5 5 HİZAN LİSESİ OKUL MÜDÜRÜMÜZ SAYIN İKRAM ÖZDEMİR BİR DÖNEM BOYUNCA SINIFLARDA SÖYLEŞİLERE KATILIP BİRİNCİ AĞIZDAN DERTLERİMİZİ SIKINTILARIMIZI DİNLEDİ. YAPILAN ÇALIŞMALAR VE 12. SINIF ÖĞRENCİLERİNE YÖNELİK ÜNİVERSİTE HAZIRLIK FAALİYETLERİ HAKKINDA BİLGİ VERDİ. BU SÖYLEŞİLER SONUCUNDA OKULUMUZ TÜM SINIFLARDA KİTAPLIĞA VE YÜZLERCE KİTABA SAHİP OLDU. TÜM DESTEKLERİNDEN DOLAYI YÖNETİMİMİZE SONSUZ TEŞEKKÜRLERİMİZİ SUNUYORUZ. 6 GÜLİZAR-I HİZAN KARDEŞLİK ÜZERİNE Erdoğan ÖZDEMİR Hizan Lisesi Müdür Baş Yardımcısı Değerlerimizden çok uzaklaştık sanırım. Şu zamanlarda en çok bahsedilen kardeşlik vurgusunu kendi öz değerlerimizden örnekler vererek aktaracağım. Bu makaleyi Kürtçe yazmak istiyordum fakat akademik olarak Kürtçeyi bilmediğimden Türkçe yazmak zorunda kaldım. İnşallah bir dahaki makalemi Kürtçe yazmaya gayret edeceğim. Derlediğim bu yazının kardeşliğimizin pekiştirmesini Allahtan dilerim. “Mü’minler ancak kardeştirler; siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin.” (Hucurat Sûresi: 49:10.) “Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver. Bir de bakarsın, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluvermiştir.” (Fussilet Sûresi: 41:34.) “Onlar, bollukta ve darlıkta infak ederler, kızdıklarında öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını affedenlerAllah ise iyilik yapanları sever.” (Âl-i İmrân Sûresi: 3:134.)” “Hep birlikte Allah’ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun (bu) nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz. Al-i İmran / 103.” “ Hz. Zübeyr (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Size ümem-i kadime hastalığı sirayet etti: Bu, hased ve buğzdur. Bu kazıyıcıdır. Bilesiniz; kazıyıcı derken saçı kazır demiyorum. O dini kazıyıcıdır. Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e yemin ederim, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmeye yardımcı olacak şeyi haber vereyim mi: Aranızda selâmı yaygınlaştırın.” “Mü’minlerde nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve inat ve haset, hakikatçe ve hikmetçe ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı mâneviyece çirkin ve merduttur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir. Şu hakikatin gayet çok vücuhundan altı veçhini beyan ederiz.” Said-i Nursi “Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir-bir, bir, bine kadar bir, bir.Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir-bir, bir, yüze kadar bir bir.Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir-ona kadar bir, bir. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları hâlde, şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın.” Said-i Nursi “ Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı kale-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz. Yoksa, ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz. Malûmdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı muvazenede bulunsa, bir küçük taş, muvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte, ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârâne tarafgirliklerinizden, kuvvetiniz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. “ Said-i Nursi 7 7 HİZAN LİSESİ NİSYANDAN ALINAN İNSAN Nisyan unutmak anlamına gelen Arapça bir kelimedir. İnsan kelimesinin kökü ile nisyan kelimesinin kökü aynı fiilden alınmıştır. Nisyan unutmak olduğu gibi, insan da verdiği sözü unuttuğundan aynı manaya kaymıştır.Peki insanın unuttuğu nedir? Ruhlar aleminde Allah ruhlara ‘’Elestu bi rebbikum ( Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) sözüne ruhlar: Kalu bela (Evet sen bizin Rabbimizsin.) diye cevap vermişlerdi. Fakat şu anda görünen o ki biz bu sözümüzü unutmuş gibiyiz. Çünkü Rabbimizin emir ve yasaklarına karşı ki lakaytlığımız bize bu kanaati veriyor. Takdir edersiniz ki insanın asıl memleketi babasının veya dedesinin olduğu memlekettir. Öyleyse bizim de asıl memleketimiz Âdem babamızın veya dedemizin memleketi olan cennettir. Bütün kuvvetimizle asıl memleketimiz olan cennete gitmek için çalışmamız gerekirken, neden geçici olduğumuz ve geçici olan memleketi, daimi görüp ve daimi kalacakmışız gibi telakki edip kendimize memleket asıl memleket görüyoruz. Fani, geçici olan bu hayatı; baki, sonsuz olan ahret hayatına tercih etmemizin sebebi nedir? Acaba ömrünün son iki ayını yaşayacağını bilen bir insan, dünyanın zevklerinden nasıl tat alabiliyor? Zira her an ölmeyi düşünen insanı saraylar da bile yaşatsanız, bu onun o korkusunu hafifletip zevk almasına yardımcı olamaz. Biliyoruz ki iki ay bile kesin yaşama senedimiz yokken dünyanın fani zevklerine nasıl bu kadar kendimizi kaptırabiliyoruz, aldanabiliyoruz. Misafir olarak bulunduğumuz bu dünyadan ayrılacağımızın ve misafir gibi davranmamız gerektiğinin farkında olmalıyız diyor ve sözü hakikat kahramanı, zamanın eşsizi, büyük İslam mütefekkiri Bediiüzzaman Said Nursi Hazretlerine bırakayım. Eyvah! Aldandık. Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zâyi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat (geçici hayat), bir uykudur; bir rüyâ gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider. Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır. Hem madem * sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır. Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin. Bu dünya, bir misâfirhânedir. Ebedî hayati isteyenler, misâfirhânedeki vazifelerine dikkat gösterdikleri nisbette memnun edilirler. Demek ki, şimdi en esaslı vazifemiz, bataklıktan kurtulmak isteyen ehl-i dînin, karanlıktan usanmış, gıdâsız kalmış kalplerin yardımına koşmak, kendimizden başlayarak Nurun dellâllığını yapmaktır. Programımız budur ki: Dünya bir misafirhânedir. İnsan ise, onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lâzım olan levâzımâtı tedârik etmekle mükelleftir. En ehem ve en elzem işler takdim edilecektir. Hâlbuki siz ekseriyet itibâriyle şu fânî dünyayı bir makarr-ı ebedî nokta-i nazarında ve gaflet perdesi altında, dünyaperestlik hissiyle işlenmiş bir sûret sizde görülüyor. Anlarsın ki, bu dünya dahi kendi için değil; kendi kendine de bu sûreti alması muhâldir. Belki, kafile-i mahlûkatın gelip konmak ve göçmek için dolup boşanan, hikmetle yapılmış bir misafirhânesidir. Hem, anlarsın ki, şu hanın içinde oturanlar, misafirlerdir. Onların Rabb-i Kerîmi onları Dârü’s-Selâma dâvet eder. Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? Otuz İkinci Sözün âhirinde denildiği gibi, dünyanın bin sene mesudâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Bütün bunlara rağmen insan Rabbini hatırlayıp memur olduğunu düşünmezse ve sadece dünya için yaratıldığını düşünüp nefis ve hevasına tabi olacaksa ona da şu deriz:(Bu cümle bana ait) Cennet ucuz olmadığı gibi,cehennem dahi luzumsuz değildir. (Said Nursi) Cennet adam istediği gibi cehennem dahi adam ister. (Said Nursi) Ertan DEMİR Hizan Lisesi Müdür Yardımcısı 8 GÜLİZAR-I HİZAN YAVUZ TİCARET İŞ TEL : 0434 611 24 36 GSM: 0532 789 74 46 9 HİZAN LİSESİ HİZAN LİSESİNDE ÖĞRETMEN YA DA ÖĞRENCİ OLMAK Hizan Lisesi bilindiği gibi ilçenin en eski orta öğretim kurumlarından biridir. Bu öğretim kurumundan yüzlerce insan eğitim almıştır. Kimileri üniversitelere yerleşmiş kimileri de eğitimini bitirdikten sonra hayatın çeşitli alanlarında hayatlarına devam etmektedir. Hizan Lisesinde öğretmen ya da öğrenci olmak beraberinde bazen güzellikler bazen de sıkıntılar getirmektedir. İşte Hizan Lisesi’nde öğretmen ya da öğrenci olmanın beraberinde getirdiği güzellikler ve sıkıntıları hem öğretmen hem de öğrenci gözüyle gözlemlerimi anlatmaya çalışacağım. Evvela öğretmen bakış açısıyla bakmaya çalışalım. Okulumuza atanan öğretmen Hizan Lisesinin bahçesine giriş yaptığında Okulun küçük ve eski yapısı öğretmende ilk karamsarlığı oluşturur. Öğretmen içeriye girdiğinde onu karşılayanlar Hizan Lisesinin başarılarından bahseder ve öğretmene çok şanslı olduğunu söyleyenler çoğalır. Okul idaresinin sıcak karşılamasından sonra öğretmende umut artar. Öğretmen ilk derslerine girer, Öğrencilerin istekli tutumu öğretmeni daha da umutlandırır. Bu durum öğretmeni harekete geçirir öğretmen öğrencileri için projeler üretmeye başlar. ciddi bir şekilde katılır. Öğrencilerimizin büyük bir kısmı öğretmenleriyle sağlam bağlarla oluşturulmuş ilişkiler oluşturulmuştur. Artık öğretmen öğrencimiz için bir aile bireyi olmuştur. Maalesef bu güzel tespitlerden sonra öğrencilerimizin bir kısmını memnun etmek nerede ise imkânsızdır. Öğrencimiz okulun tüm çalışmalarını kendisine karşı bir komplo olarak algılar. Örneğin nöbetini tam anlamıyla tutan öğretmenleri sevmez, bazı olumsuz davranışların ortadan kaldırılması için mücadele edenleri sevmezler. Okulun eğitim öğretim projeleri bu tarz öğrencilerimiz için son derece inciticidir. Bu öğrencilerimiz okul idarecileri ve ders öğretmenleri ile sıkıntılar yaşamaya başlar. Bu durum zaman içinde öğretmenlerde olumsuz bir düşünceye kadar varabiliyor. Durum ‘Kendi rızasıyla zarara girene merhamet edilmez’ halini alabiliyor. Saygıya değer öğretmen arkadaşlarım. Unutmayalım ki Eğitim öğrenciye sevgiyle başlar. Biz öğrencimizi sevgiye değer bulacağız ki ona bir şeyler verebilelim. Çocuklarımızın fikirlerine destek sunalım. Farklılıkları zenginlik sayalım bireysel farklılıkları esas alalım. Öğrencilerimizin Zaman içerisinde bazı öğrenciler ideallerinden kendi cümleleriyle edindiği her fikir sunduğu her bilgi desuzaklaşmaya başlasa da öğretmenlerin büyük bir kısmı teklenmeli ve bir şekilde öğrenciye bu hissettirilmelidir. çalışmalarını devam ettirir. Öğrencisiyle sıkı ve sağlam bir bağ oluşturur. Bütün bunların yanında maalesef birde şa- Çok sevdiğim öğrencilerim okuldaki amaç sizlersifak sayan öğretmenler vardır. Doğu hizmetini bitirip mem- niz. Öğretmende, idarede, velide ve diğer tüm unsurlar sizleketlerine gitmek isteyenlerden bahsediyorum. Maalesef ler için oluşturulmuştur. Sizler kendiniz istemediğiniz zaman dilim varmıyor ama güzellikleri anlattığımız gibi olumsuz- araçlar ne kadar iyi olursa olsun başarmanız mümkün ollukları da yazmamız gerekiyor. Şafak mantığıyla yani gün mayacaktır. Amacı hedefi, misyonu ve vizyonu olan bireyler sayma mantığıyla hareket eden öğretmen, okuldaki her olmalıyız. Amaçlarınıza ulaşmanız için sürekli sizleri uyarauygulamadan şikâyetçi olurlar. Öğrencinin öğrenip öğren- cağız zorlayacağız. Öğretmenlerinizin çalışmalarına destekmemesi onlar için önemli değildir. Bu durum öğretmenle çi olun sizlere olan uyarılarını art niyet olarak algılamayın. öğrencinin arasını açar zaman içinde duygusal bir gerilime Size sunulan bir deste gülü size verenin suratına fırlatmayıyol açar. Artık öğrencinin tüm söylemleri ve tüm düşünce- nız gülün kokusundan yararlanmayı seçiniz.Hizan Lisesinde leri öğretmen için olumsuzdur, sabotajdır. Üzülerek söyle- öğrencilik ve öğretmenlik yapan biri olarak gözlemlerimi yeyim ki öğretmen artık öğrenci için bir model olma gibi bir basit cümlelerle dile getirdim. Hizan Lisesinin başarılarına derdin içinde değildir. başarılar eklemesi dileğiyle. 10 Hizan Lisesinde öğrencilik hallerinden bahsetmek isterim. Hizan Lisesinin öğrencisi gururludur, vizyon sahibidir. Kayıt kabulde Hizan Lisesiyle tanışır. Okula geldiği ilk günlerde kural ve kaidelere dikkat eder. Öğrencimiz, Okul öğretmenleri ve idarecilerinin eğitim ve öğretim hakkındaki tüm projelere destek sunar. Okulumuzun en önemli ayaklarından biri olan üniversiteye hazırlık çalışmalarına Ahmet AYDIN Hizan Lisesi Müdür Yardımcısı GÜLİZAR-I HİZAN FİZİK HAYATIMIZIN NERESİNDE? Her derste olduğu gibi fizik dersinde de verim ve başarı öğretmene, öğrenciye ve ortama bağlıdır. Okulun fiziksel durumu ve imkanları bir tarafa bırakıldığında, öğrencinin fizik dersinde başarılı olması öğretmen ve öğrenciye yarı yarıya bağlıdır. Fizik dersinin öğrenciler tarafından, önceden zor bir ders olarak duyulması, fizik derslerinde matematiğin çok kullanılması ve konuların işlenmesinde mantığın yürütülmesi, fiziği zorlaştıran başlıca etkenlerdir. Öğretmenin öğrencinin seviyesine inmesini bilmesi, konunun anlaşılmasında en önemli rolü oynar. Günlük hayattan örneklerle işe başlamak, öğrencinin önceden bilim dışı yollarla edindiği ön yargılarını yok etmek, öğrencinin önceden öğrendiği şeylerin yanında yeni ve ilginç konuların işleneceği ip ucunu vermek derse merakı artırır. Fizik derslerinde problem çözme, geleneksel öğretme metotlarımızdan biridir. Bu yöntemde, öğrenci her şeyi öğretmenin anlatmasıyla öğrenmektedir. Öğrencinin kendisinden bir katkı yoktur. Öğrenci uygun bir formül kullanarak ve kritik düşünmeden, dikkatsiz bir şekilde problemi çözmeye çalışır. Her şeyden öte öğrenci, önceden yanlış olarak bildiği şeyler tarafından avlanır. Fizik problemleri her zaman bir kaç adımda çözülür. Bu adımların her konu için sıraya konulması öğrencilerin anlamasını kolaylaştırır. Yani her konunun kendisine göre bir öğrenme stratejisinin belirlenmesi gerekiyor. Öğrenciyi ince düşünmeye sevk etmeliyiz. Bunu başarmanın yollarından biri de ters köşeye yatırma yöntemidir. Bu yöntemde, soracağımız problemin cevabı, öğrencinin beklediğinin dışında çıkmaktadır. Bu tür problemler öğrenciyi, problemi çözmeden önce düşünmeye sevk etmektedir. Ezbere çözüme gitme fırsatını engellemektedir. Böylece öğrenci bildikleriyle, bulunan sonuç arasındaki ayrıcalığın farkına varmış olur. Bu tür problemlerin her konunun içinde kullanılması faydayı artırır. Fizik derslerinde görsel eğitimin verilmesi, problemleri büyük ölçüde ortadan kaldırır. Basit bilimsel gösterilerle, önce öğrencinin merakını artırıp, sonra gerekli formülleri anlatım eşliğinde öğretip, öğrenilen konun la- boratuarda pekiştirilmesi, fizik dersi için takip edilecek en uygun adımlardır. Fizik derslerinde karşılaştığımız en büyük engellerden bir tanesi öğrencilerin matematik yönlerinin zayıf olmasıdır. Bir öğrenci fizik olarak konuyu öğrendikten sonra, belli bir seviyenin ötesine geçemiyorsa bu öğrenci matematik olarak eksiktir. O da, matematik derslerin halledilmesi gereken bir meseledir. Örneğin bir problemde iki bilinmeyenli denklemin çözümüne kalkışırsanız harcayacağınız zaman, toplam zamanın yarısını almaktadır. Her öğrencinin zeka seviyesinin eşit olmadığı hepimizin bildiği bir şeydir. Kimi öğrencinin bir defada öğrendiğini bir çok öğrenci birkaç anlatmadan sonra öğrenmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur. Geç de olsa herkes konuyu öğrenmektedir. Öğrencilerimizin ders çalışma ve öğrenme konusunda yeterince bilgiye sahip olmaması, çeşitli psikolojik sıkıntılara sebep olmaktadır. Bundan dolayı geç öğrenen öğrencilerin moral olarak takviye edilmesi ve anlamadıklarında veya yapamadıklarında kesinlikle hoşnutsuzluk belli etmemek gerekmektedir. Öğrenciler ilgi alanları nispetinde her derse farklı ilgi duymaktadır. Fiziğin öğrencilerin ilgi alanlarına en rahat girmesi gereken bir mesele iken, yanlış yönlendirme sonucu bu başarılamamaktadır. Günlük hayatta en çok fiziğin kullanılması fizik için büyük bir avantajdır. Fakat bunlar öğrencilere yeterince ulaştırılmadığından, öğrenciler fizik derslerine karşı soğuk durmaktadırlar. Öğrencinin motive olması istenilen başarının elde edilmesinde en büyük rolü oynar. Motivenin öğrenci üzerindeki etkisini bir fıkra ile anlatalım. Meşhur ağalardan birinin kızı evlenme yaşına geldiğinde, ağa çevredeki bütün gençleri toplayıp içlerinden en cesaretlisini seçip kızıyla evlendirmek istiyor. Bunun için büyük hazırlıklar yapıp gençleri bir akşam yemeğine davet ediyor. Yenilip, içilip eğlendikten sonra, ağa gençleri havuzun başına toplayıp konuşma yapıyor. Konuşmasında, önünde bulunan büyükçe havuzu gösterip, içinde timsahların bulunduğu bu havuza kim atlarsa ona istediği üç şeyi 11 HİZAN LİSESİ eğitim sistemimizin getirdiği bir takım çarpıklıklardan ötürü, öğretmen ve öğrencilerimiz okul-dershane-üniversite giriş sınavları arasına sıkıştırılmış durumdalar. Bu gerçeklerin her biri ayrı ayrı düşünüldüğünde kimilerine göre öğretmen ve öğrencilerimiz bu kısır döngüyü yaşamaya mecburlar. Çünkü ‘ülkemiz gerçekleri’ yöneticilerimize başka bir çözüm yolu bırakmıyor! Peki, mevcut sistemle yetiştirmeye çalıştığımız öğrencilerimiz, ne kadar özgür düşünebiliyor, korkmadan ve bir takım endişelere kapılmadan, merak ederek, soru sorarak, tartışarak, araştırarak yetişiyor derseniz, cevabı: çok az. Hatta bu öğrenciler biraz inatçı ve birazda ‘çatlak’ değilse hemen hemen hiç de diyebiliriz. Öğretmenlerimiz konularını yetiştirme kaygısı içerisinde, öğrencilerimiz konuları bir an önce öğrenip testleri yiyip-yutma telaşında olduğundan, merak etmeye, soru sormaya, uzun uzun tartışmaya, araştırıp sorulara cevap bulmaya ayıracak vakit yok. Bu anlamda bu yazıda belki her ders için genişletilebilecek bir-iki vereceğinim diyor. Havuzu geçen genç isterse ağanın bü- fizik problemi dersi özelinde paylaşmak istedim. yük bir arazisini, isterse bol miktarda parasını, isterse kızını alacak. Ağa konuşmasını bitirir bitirmez suya atlama sesi geliyor. Gençlerden bir tanesi hızlıca yüzerek diğer taraftan havuzdan çıkıyor. Ağa genci yanına çağırıp cesaretini güzelce övdükten sonra, arazisini teklif ediyor, genç kabul etmiyor, parayı teklif ediyor, genç yine ret ediyor. ‘O zaman kızımla evlenmek istiyorsun her halde’ diyor. Genç yine kabul etmiyor. ‘Peki ne istiyorsun’ deyince ‘beni suya iten züppenin ismini öğrenmek istiyorum’ diyor. Bizlerde öğrencilerimizi motive adına içinde timsahların bulunduğu bir havuza atmalıyız. Öğrenciler kazandıkları motiveyle istediğimiz havuzu geçerler. Fizik derslerinin derste öğrenilmesi gerekmektedir. Öğrencinin sonradan evinde oturup başaracağı bir okuma dersi değildir. Bundan dolayı bütün bir dersin yoğun ama sıkıcı olmadan anlatılması gerekir. Bunun için öğretmenin ses tonu, sınıf içinde farklı zamanlarda farklı konumlarda bulunması, fıkra anlatması, bir ara ders dışına çıkması, belli yerleri tekrar etmesi, öğrenciyi dersin içine çekmesi önemli faktörlerdir. Fizik derslerinde ödev verilmesi ve bu ödevlerin kontrol edilmesi dersin anlaşılmasında önemli bir faktördür. Ödev konusunda çektiğimiz en büyük sıkıntı, öğrencilerin birbirinden ödevleri kopya etmesidir. Bunun için ödevi yapan öğrencilerden rast gele seçip tahtada bir soru çözmesini istemek, bu problemin önünü bir miktar tıkamaktadır. Sonuç olarak fizik gerçekten zordur, fakat anlaşıldığında en kolay ders seviyesine düşmektedir. Öğrencilerimize fizik öğretirken, başta çekilecek bir miktar zahmet sonradan büyük avantaj sağlamaktadır. Burada şunu belirtmekte fayda vardır. Yukarıda anlatılanlar eğitim sistemimizin bozukluğundan dolayı öğretmenler tarafında uygulanmamaktadır. Sistemin gerektirdiği şartlarda ders işlenmektedir. 21.Asrın ilk çeyreğini yaşadığımız şu yıllarda, 12 Mehmet ÖZEN Fizik Öğretmeni GÜLİZAR-I HİZAN ŞİİR DİNLETİLERİ, TİYATROLAR, RESİM SERGİLERİ…. SOSYAL ETKİNLİKLERDE HIZ KESMEDEN DEVAM EDİYORUZ. GEÇEN YIL YAPTIĞIMIZ “BİR BAHAR AKŞAMI ŞİİR DİNLETİSİ” VE BU DÖNEM DÜZENLEDİĞİMİZ “BEŞİNCİ MEVSİM ŞİİR DİNLETİSİ’’ PROGRAMLARI VE “NELER OLUYOR HAYATTA” ADLI TİYATRO İLE HİZAN HALKININ TAKDİRİNİ VE BEĞENİSİNİ KAZANDIK. AMATÖR RUHLA PROFOSYONEL PROGRAMLAR ÇIKARMAK İÇİN VAR GÜCÜMÜZLE ÇALIŞMAYA DEVAM EDİYORUZ. 13 HİZAN LİSESİ ŞAMPİYONLARIN LİSESİ HİZAN KAYMAKAMLIĞININ DÜZENLEMİŞ OLDUĞU LİSELER ARASI FUTBOL TURNUVASINDA LİSEMİZ 3 MAÇI ARKA ARKAYA KAZANARAK İLÇE BİRİNCİSİ OLMUŞ VE ŞAMPİYONLUK KUPASINI BEDEN EĞİTİMİ ÖĞRETMENİMİZ FERDİ BALÇIK EŞLİĞİNDE HAVAYA KALDIRMIŞTIR. BAŞARILARININ DEVAMINI DİLERİZ... 14 GÜLİZAR-I HİZAN ONLAR KİMMİŞ? Mustafa Kemal ATATÜRK 38 YAŞINDA BİR TOPLANTIDA GİYEBİLECEĞİ TEK BİR SİVİL ELBİSESİ DAHİ YOKTU VE BAŞKASINDAN BİR REDİNGOT ÖDÜNÇ ALMIŞTI. AYRICA CEBİNDE 80 LİRASI VARDI. ATATÜRK’ÜN GEOMETRİ KİTABI VARDI. ÜÇGEN, AÇI, DİKDÖRTGEN GİBİ 48 TANE GEOMETRİ TERİMİNİ DİLİMİZE KAZANDIRARAK İSİM BABALIĞINI YAPMIŞTIR. MİMBER ADINDA BİR GAZETE ÇIKARTTI VE 52 SAYI YAYIMLANDI. ATATÜRK’ÜN ÖZEL KİTAPLIĞINDA 4289 ADET KİTAP BULUNMAKTAYDI VE TAMAMINA YAKININI OKUMUŞTU. TOLSTOY Albert EINSTEIN DAĞINIK SAÇLARI VE ÇORAPSIZ GİYDİĞİ AYAKKABILARI İLE DİKKAT ÇEKERDİ. ALTI YAŞINA KADAR KONUŞAMAMIŞ DOKUZ YAŞINA KADAR OKUYAMAMAŞTIR. 13 ÇOCUĞU VARDIR. Sakıp SABANCI KONFİÇYÜS DÜNYANIN EN ÇOK TANINAN FİLOZOFU ASLINDA BİR BEKÇİYDİ. Orhan VELİ KANIK 7 NİSAN 1933 TARİHİNDE KAYSERİ’NİN AKÇAKAYA KÖYÜNDE FAKİR BİR ÇİFTÇİ AİLENİN ÇOCUĞU OLARAK DÜNYAYA GELDİ. ÇOK GENÇ YAŞLARDA BİR UN FABRİKASINDA VEZNEDAR OLARAK İŞ HAYATINA BAŞLADI. Peyami SAFA ANKARA’DA BELEDİYENİN KAZDIĞI BİR ÇUKURA DÜŞTÜ VE İKİ GÜN SONRA ÖLDÜ. NAPOLYON ORDULARIYLA BÜTÜN AVRUPA’YA BOYUN EĞDİREN İMPARATOR BİR KADININ JOZEF’İN UFACIK KALBİNE HÜKMEDEMEMİŞTİ. Walt DISNEY İKİ YAŞINDA BABASINI KAYBETTİ. ON ÜÇ YAŞINDA İŞ HAYATINA ATILDI. SEKİZİNCİ SINIFTAN SONRA OKUL GÖRMEDİ. KENDİ KENDİNİ YETİŞTİREN NADİR İNSANLARDANDIR. GENÇLİĞİ HASTALIK VE FAKİRLİKLE GEÇMİŞTİR. Mimar SİNAN 1511 DE YAVUZ SULTAN SELİM ZAMANINDA DEVŞİRME OLARAK İSTANBUL’A GELMİŞ VE YENİÇERİ OCAĞINA ALINMIŞTIR. MİMAR SİNAN 92 CAMİ, 52 MESCİT, 57 MEDRESE, 7 DARÜL-KURRA, 22 TÜRBE, 17 İMARET, 3 DARÜSŞİFA(HASTANE) 5 SU YOLU, 8 KÖPRÜ, 20 KERVANSARAY, 36 SARAY, 8 MAHSEN VE 48 HAMAM OLMAK ÜZERE 375 ADET ESER VERMİŞTİR. MOZART DEPODAKİ BİR FAREDEN DÜNYA ÇAPINDA BİR ÇİZGİ KAHRAMAN ÇIKARDI. MOZART HENÜZ BEŞ YAŞINDAYKEN BİR PİYANO KONÇERTOSU BESTELEMİŞ. MOZART’IN TABUTU ŞİDDETLİ BİR YAĞMUR YÜZÜNDEN DİLENCİLER İÇİN AYRILAN MEZARLIĞA GÖMÜLMÜŞ. MOZART’IN CENAZESİNE SADECE ALTI KİŞİ KATILMIŞ. MOZART’IN KULAĞI KEMANDA BİR NOTANIN SEKİZDE BİRİ KADAR AKORD DÜŞÜKLÜĞÜNÜ FARKEDECEK DERECEDE HASSASMIŞ. 15 HİZAN LİSESİ Bediüzzaman Said-i Nursi Said Nursî veya nüfus kaydında geçen hâliyle Said Okur (5 Ocak - 12 Mart 1878 Nurs (Kepirli) Köyü, Hizan, Bitlis, Vilâyet-î Bitlis,Osmanlı İmparatorluğu - 23 Mart 1960, Şanlıurfa), Kürt İslam âlimi ve tefsir yazarı. Risale-i Nur Külliyatı’nın yazarı ve Nur Cemaati’nin ilk lideri olarak ünlüdür. Yaşadığı dönemde hocaları olan bazı islam alimleri tarafından 15 yaşındayken verilen ve zamanın güzelliği anlamına gelenBedî ûz-Zamân lâkabı zamanla ismiyle birlikte anılmıştır. Van’da Medresetü’z-Zehra isimli bir okul kurma fikrini gerçekleştirebilmek için 1907 yılında İstanbul’a geldi.[14] Daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyetiyle irtibata geçmek için Selanik’e gitti. Said Nursî, 31 Mart İsyanı sonrasında tutuklandı, yargılandı ve suçsuz bulunarak serbest bırakıldı. 1916’da Osmanlı-Rus savaşı sırasında esir düştü, bir yıl Rusya’da esir kamplarında kaldıktan sonra kaçarak ülkeye döndü. 1923 yılı başlarında, Mustafa Kemal’in ricası üzerine Ankara’ya giderek kendisiyle görüştü ve bir süre Ankara’da ikamet etti. Daha sonra Van’a yerleşti. Şeyh Said’e isyan etmemesini telkin etmesine rağmen [17] Şeyh Said İsyanı sonrasında takibe alındı ve Barla’ya sürgün edildi. 1925 ile 1952 yılları arasında çeşitli sürgün ve hapis cezaları dolayısıyla Burdur, Isparta, Kastamonu ve Emirdağ’da kaldı. Kitaplarından dolayı yargılandığı dönemlerde aylarca Eskişehir, Denizli, Afyon hapishanelerinde tutuklu kaldı ancak beraat etti. 23 Mart 1960’da Şanlıurfa’da vefat etti. Urfa’daki Halil-ur Rahman Dergahı’na defnedildi. Ancak 12 Temmuz 1960’da 27 Mayıs Darbesi hükümetinin emriyle mezarı yıktırıldı ve bilinmeyen bir yere nakledildi. Seyyid Sıbğatullah el Arvasi (Gavs-ı Hizani) Osmanlı âlim ve velîlerinden. Büyük âlim ve evliyâ Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin talebelerindendir. İsmi Sıbgatullah olup “Gavsü’l-Âzam”, “Gavsu Hizânî” veya “Gavs” lakablarıyla meşhûr olmuştur. “Arvâsî” nisbesiyle bilinir. Peygamber efendimizin neslinden olup seyyiddir. Babası, Seyyid LütfullahEfendi, dedesi SeyyidAbdurrahmân Kutub’dur. Doğum târihi bilinmemektedir. 1870 (H.1287) senesinde vefât etti. Kabri, Hizân’ın Gayda köyündedir. Bediüzzaman’ın babası Sofi Mirza, birgün Bitlis’in Hizan kazasına bağlı Geyda’dan geçerken Gavs-ri Hizan’ın dergahına gelmiş. Gavs, o sırada kendi has halifeleriyle hususî olarak sohbet ediyormuş. Bediüzzaman’ın babası Sofi Mirza Gavs ile mutlaka görüşmek istediğini söylemiş. Müridleri ve talebeleri, “Gavs şu anda kimseyi kabul etmez, hususi sohbettedir” demişlerse de, Sofi Mirza ısrar etmiş, “Eğer siz Gavs’a haber vermezseniz, ben kendim gidip kapıyı çalacağım” demiş. Müridleri, “Öyle ise git çal” demişler. Bunun üzerine Sofi Mirza gitmiş, Şeyhin kapısını çalmış ve içeri girmiş. Gavs Hazretleri onu görür görmez ayağa kalkmış ve hürmetle karşılayıp kucaklamış, koluna girmiş ve getirip kendi yerine oturtmuş. Sofi Mirza onunla birşeyler konuşmuş. Gavs ise devamlı “beli! beli” diyerek onu tasdik etmiş. Nihâyet Sofi Mirza izin istemiş; çıkıp gitmiş. Durumu merakla seyredenlerden ve Gavs’ın* halifelerinden Molla Halid-i Erukî hayretim gidermek için Gavs Hazretlerine “Kurban, bu fakir adamda ne var ki, bu kadar iltifatlarda bulundunuz. Bize göre siz bu fakir Mirzo’ya fazla iltifat ettiniz, yahut bize böyle geldi” demiş. Bunun üzerine gayet ciddileşen Gavs Hazretleri şu cevabı vermiş: “Efendiler! Bu fakir Sofi’nin sulbünden öyle bir çocuk dünyaya gelecektir ki, yüz kutbiyet onun derecesine yetişemez.” Seyyid Sıbğatullah el Arvasi (Gavs-ı Hizani) On dokuzuncu yüzyılda yaamış Şark’ın büyük alimlerindendir. Ömrünün önemli bir kısmı Hizan’ın Tağ Köyünde geçtiği için Tağî (Tahî) nispesiyle anılmıştır. Ayrıca, Nurşinî, Üstad-ı Azam ve Seyda lakaplarıyla tanınıp şöhret olmuştur. Aslen Siirt’in Şirvan ilçesinden olup, daha sonra Nurşin’e yerleşmiş ve büyük hizmetlerde bulunmuştur. Risale-i Nur’da kendisinden övgüyle söz edilmiştir. Yetiştirdiği talebe ve tesis etmiş olduğu hizmet tarzıyla ilim ve irfanın yayılması noktasında büyük hizmeti olmuştur. Ayrıca, ismi Bediüzzaman’ın ders aldığı hocalar arasında da geçmiştir. Abdurrahman, 1831 yılında Şirvan’da doğdu. Babası Molla Mahmud Efendi, annesi Hz. Hüseyin (ra) soyundan geldiği nakledilen Meyâsin hanımdır. Hem annesi hem de babası mütedeyyin olup, Peygamber Efendimizin sünnetine son derece bağlı idiler. Abdurrahman Taği’nin ismi, Bediüzzaman’ın ders aldığı hocaları arasında da zikredilmektedir; “Molla Said Şark’ın büyük ulema ve meşâyihinden olan Seyyid Nur Mehmed, Şeyh Abdurrahman-ı Tâğî, Şeyh Fehim ve Şeyh Mehmed Küfrevî gibi zevat-ı âliyenin her birisinden ilim ve irfan hususunda ayrı ayrı derslere nail olduğundan, onları fevkalâde severdi. Ulemadan Şeyh Emin Efendi, Molla Fethullah ve Şeyh Fethullah Efendilere de ziyade muhabbeti vardı.” (Tarihçe-i Hayat, 1996, s. 41) Meşhur Tağ Medresesinde ders veren Abdurrahman-ı Tağî’den ders almak için gelen Nurs’lu öğrenciler de bulunmaktaydı. Hocanın, öğrencilerine sık sık şu öğüdü verdiği nakledilmektedir. “Bu Nurslu öğrencilere iyi bakın. Bunlardan biri İslâm dinine büyük hizmetler yapacak. Fakat hangisi olduğunu şimdilik bilemiyorum.” (Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, C. I. s. 26; http://www.asyanur.8m.net/ustadim/ canim_ustadim.htm). Aralarında, henüz dokuz on yaşlarında olan Bediüzzaman’ın da bulunduğu Nurs’lu talebelere özel ilgi gösteren Taği, geceleri yatarken bu talebelerin üzerlerini örttüğü ifade edilmiştir. Abdurrahman Taği, yaklaşık yirmi yıl kaldığı Nurşin’de, insanları Hakk’a davet etmek için büyük bir gayret gösterdi. Vefatından evvel ağır bir hastalık geçirdi. Buna rağmen hiçbir sünnet namazını ihmal etmeden hepsini ayakta kıldı. Gece ibadetlerini de ihmal etmedi. 1886 yılında Nurşin’de vefat etti ve buraya defnedildi. 16 GÜLİZAR-I HİZAN Feqîyê Teyran Feqîyê Teyran veya Fakî-yi Tayran (1590 - 1660), asıl adı Muhamed olan Osmanlı Kürt şair, masal ve destan yazarı. En önemli eseri Hespê Reş’tir (Kara At). Bu eser 1965’te Moskova’daKürtçe-Rusça olarak yayınlandı. Döneminde Van Eyaleti’ne bağlı Müküs’de (şimdilerde Van’a bağlı Bahçesaray ilçesi) doğdu. Medrese eğitimi alan Teyran’a Feqîyê ismi, ilimden/talebe kelimesinden; Teyr/kuş ise (Mantık et-Tayr) adlı eserden gelir. Bu, Ferîdüddîn-i Attâr’ın çokça bilinen eseridir. Anlamı; “Kuşların konuşması”dır. En çok bilinen ismi Feqiyê Teyra(n) olmakla beraber şiirlerinde; Feqê Têra, Feqîyê Gerok, Meksî, Xoce, Mîr Mihê, Mîm û Hê gibi isimler kullandığı saptanmıştır. Bazı rivayetlerde Hizan’ a bağlı Şandis köyünde ile başka bir rivayette Bahçesaray’ da merhumun kabristanı olduğu belirtilmektedir. Eserleri ,Qewlê Hespê Reş (Siyah Atın Ölümü), Şêxê Senan (Senan Şeyhi), Qiseya Bersiyayî (Bersiyay’ın Öyküsü) MELA XELÎLÊ SÊRTÎ (1753-1841) MELA XELÎLÊ SÊRTÎ (1753-1841)Yek ji hozan û nivîskarên kurd ên bi navûdeng, Mele Xelîlê Sêrtî ye û bi esl û azbata xwe ji Hîzanê ye. Navê bavê wî, Mele Hesen e û di sala 1753 an de li Hîzan hatiye dinyayê û di sala 1843 an de jî, li Sêrtê çûye ber dilovaniya Xwedê. Pirtûka bi navê “Osmanlî Muellifleri” nivîsîye ku: Ew, di sala 1257ên Koçê de miriye. Ev tarîx li pêşber ya Zayînû, dike 1841. Mele Xelîlê Sêrtî, li Bakûrê Kurdistanê bi navê “seyda” ango dersdar hatiye binavkirin. Ji ber ku wî pirê jiyana xwe bi dersdana feqiyan re bihurandîye. Ji xeynî wê yekê, wî gelek pirtuk û berhemên giranbiha li paş xwe hiştine. Mele Xelîlê Sêrtî, 24 pirtûk nivîsîne. Piraniya wan bi zimanê erebî ne û naveroka wan jî olî ye, tê gotin ku heşt ji wan bi zimanê kurdî ne. Ji berhemên Mele Xelîl tenê “Nehcilenam” di destên me de heye. Ev pirtûk bi Kurmancîyeka zelal û bi helbestkî hatiye nivîsandin. Di pirtûkê de 22 sernav û 271 malik hene. Hemû bi kêş û qafîye ne, rêz bi yazde kiteyan dikişin û her du rêz jî, bi yek qafîyeyê ne. Herweha qalibê kite û qafiyeyên pirtûkê jî, mînane yên Mewlûda Kurmancî ya Melê Bateyî. Berhem û afirandinên Mela Xelîlê Sêrtî ev in ( Eserleri ): Tebsîret-ul Qulûb, Tefsîretu Axir Îla Sûretî-l Kehf, Mînhacû Sitte, Tesîsu Qewa’îd-ul ‘Eqaîd, Dîyau Qelbî-l ‘Urûfî (menzûm), Şerhu Ela Menzûmetî-l şattîbîyyetî Fît’tecwîd, Mehsûl-ul Mewahîbî, Muxlis- Kîtabu Fî Usûlî-l Fiqhî, Kîtabu Fî Usûlî-l Hedîs, Zubdetu Ma Fîl Fetawa El Hedîsîyye, Muxteser, Nebzetu Mîn-el Mewahîb-îl Medenîye, Nehculenam Fîl ‘Eqaîdî (menzûm), Nehculenam [[1]] Bî Luxet-îl Kurdîye (menzûm), şerhu Elel Qesîdet-îl Mehzîye, Rîsaletu Sexîr, Îzhar-ul ‘Usûn, El Qamûs-ul Sanî, Îsaxocî, Rîsaletu Fîl Mecazî Wel Îstî’are, Rîsaletu Fîl Adab-îl Behsî Wel Munazere (menzûm), Rîsaletu Fîl We’zî, El Mentûq-ul Zumrûdîye, (menzûm), Mewlûd (menzûm) Kamran İnan Kamran İnan (d. 1929, Hizan, Bitlis), Kürt kökenli Türk diplomat ve siyaset adamı. Şeyh Selahattin İnan’ın oğlu olup, Nakşibendi tarikatının Halidî kolunun Doğu Anadolu’daki en büyük temsilcilerinden sayılan ve Gavs-i Hizanî namıyla tanınan Sıbgatullah Arvasî’nin torunudur. 1987 başlarında Anavatan Partisi’ne geçti ve bu sefer bu partiden milletvekili seçilen İnan 1987 - 1991 arasında kurulan ANAP hükümetlerinde devlet bakanı olarak görev aldı. 17.,18.,19. ve 20. dönemlerde Bitlis’ten, 21. dönem’de Van’dan milletvekili seçildi. TBMM Dışişleri Komisyonu başkanlığı görevinde bulundu. Fransa’dan Légion D’Honneur Nişanı (2006’da Ermeni soykırımı yasasını gerekçe göstererek iade etti), Avrupa Parlamentosu Altın Madalyası ile Türkiye-AET Ortaklığı Gümüş Madalyası sahibidir. Feqe Hüseyin Sağnıç 1926 yılında Hizan’a bağlı Xoros köyünde Asım ve Huri’nin 5 çocuğunun 3.sü olarak doğdu. Nüfus kayıtlarında ismi Musa Sağnıç olan Feqi Huseyin, Halk arasında Mamosta Feqi Huseyn veya Mamê Feqi olarak ta bilinirdi. Feqi’nin asıl mesleği; duvar ustalığı, silah tamirciliği, saat tamirciliği ve en son ta meslek olarak marangozluğu seçmişti. Feqi, 1938’de girdiği medresede 4 yıllık medrese eğitimi aldı ve Feqi unvanına ulaştı. Kendi olanakları Latin harfleri ile okuma yazmayı öğrenen Feqi, Kürtçe üzerine çalışmalara başladı. Bölgede çalışmalarıyla ismi ünlenen Feqi, 1964 yılında Ziya Şerefhanoğlu’ nun senato seçimleri için Bitlis’ten bağımsız aday olarak katılmasına aktif destek verdi ve siyasi alanda çalışmalar sürdürdü. Aynı yıl içerisinde kitap ve diğer çalışmalarının ele geçirilmesi üzerine, gıyabında tutuklama kararı çıkartıldı.Uzun bir süre Ankara ve Türkiye’nin başka şehirlerinde Firar kalan Sağnıç burada üniversiteli Kürd gençliği ile tanıştı. Daha sonra yakalanan Sağnıç, Tatvan cezaevinde 6 ay tutuklu kaldı.(1966) Daha sonra T-KDP kurucusu olduğu iddiasıyla tutuksuz olarak yargılanan Feqi, 12 Mart 1971 muhtırasıyla önce Siirt’e 3 kardeşi ile birlikte tutuklanarak 40 gün göz altında kaldı. Salıverildikten 2 ay sonra bölgede Kürtçülük yaptığı gerekçesi ile tekrar tutuklanarak Diyarbakır’da 8 ay hapis yattı. Diyarbakır’da tutuklu kaldığı sürece DDKO davasından siyasi savunma veren Ocak komününde yer aldı. Ocak komününde Kürd dili ile ilgili savunmasında azımsanmayacak katkılarda bulundu. 1974 Af’ı ile salıverilen DDKO ocak komini ile dışarıda buluşarak Önce Komal yayınevini kurdular. Daha sonra Mümtaz Kotan, Orhan Kotan, Kaya Müştakhan, Mahmut Kılınç, Ruşen Arslan Şerafettin Kaya ile Rizgari dergisinin çıkarılmasında çalıştı. Derginin Kürdçe kısmına katkılarda bulundu. 1980 askeri bürokratik darbesine kadar Rizgari’ nin çalışmalarında etkin bir şekilde yer aldı. lk kitabı olan Peşeviya Hevisina Zimane Kurdi 1 ve 2, 1990 yılında bastı. sırasıyla Rezimane Kurdi, Çiroken Kurdi ve Yusuf u Zulexanin ,Portreler ve beyin kanasını geçireceği gün son noktayı koyduğu Diroka Wejaya Kurdi son kitabı oldu. 17 HİZAN LİSESİ Mahmut Baksi Mahmut Baksi (d. 1944, Batman- ö. 19 Aralık 2000, Stockholm) Kürt yazar ve gazeteci. Gazeteci-yazar. Ailesi Hizan’ın Çürünan ( Akça ) köyünden Batmana göç eden Mahmut Baksi 1944 yılında Batman’ın Hezo (Kozluk) ilçesine bağlı Suphi köyünde doğdu. Dicle Öğretmen Okulu’ndaki öğrenimini tamamlayamadan okulu terk etmek zorunda kaldı. Gazeteciliğe 1967 yılında “Batman Gazetesi”nde başladı. 1968 yılında Türkiye İşçi Partisi (TİP) Batman ilçe başkanı oldu. Aynı sene DİSK’te aktif olarak sendikacılık yapmaya başladı. 1969 yılında “Mezra Botan” adlı ilk romanı çıktı. Bir sene sonra da, bir yazısından dolayı 7,5 sene hapis cezasına çarptırılan Türk komünist Şadi Akkılıç’la ilgili “Şadi Akkılıç Davası” adlı kitabı yayınlandı. Her iki kitap da yasaklandı. 1970’lerin başında siyasi çalışmalarından dolayı 15 yıl hapis cezası alan Baksi, bu cezadan dolayı yurtdışına gider. Baksi, 22 yıl boyunca aralıksız olarak İsveç’in saygın gazetesi “Aftonbladet”te gazetecilik ve köşe yazarlığı yaptı. Aynı zamanda İsveç’teki birçok gazete ve dergide haber, röportaj ve köşe yazarlığı yaptı, İsveç televizyonlarına çocuk programları hazırladı. Mahmut Baksi, 56 yıllık yaşamında 22 kitap kaleme aldı. Bu kitapları başta Avrupa dilleri olmak üzere 10 dile çevrildi. 1978 yılında “Zarokên Îhsan” adlı kitabı İsveç’te Kürtçe olarak Kültür Bakanlığı desteğiyle yayınlandı. Bu kitap daha sonra İsveç okullarında Kürtçe eğitim gören Kürt çocukları için tercih edilerek okutulmaya başlandı. Bu kitabı aynı zamanda Kuzey Kürtleri içinde Kürtçe ve latin alfabesiyle yayınlanan ilk çocuk kitabı. İsveç Kültür Bakanlığı desteğiyle bir sene sonra “Keça Kurd Zozan” adlı romanı Kürtçe yayınlanıp, İsveççeye çevrildi ve üç bölüm olarak İsveç televizyonlarında çizgi film olarak gösterildi. Bu, Kürt yayıncılık tarihinde ilk çizgi filmdir. Bu film, 1986 yılında Kürtçe’nin Kurmanci ve Sorani lehçelerinde televizyonlarda gösterildi. Mahmut Baksi 19 Aralık 2000 akşamı 25 yıl boyunca yaşadığı İsveç’in başkenti Stockholm’de böbrek yetmezliğinden dolayı yaşamını yitirdi. 4 Ocak 2001 günü vasiyeti üzerine Diyarbakır’da toprağa verildi. On binlerce insan Baksi’yi son yolculuğuna uğurladı. Vasiyetinde bütün arşivini Stockholm Kürt Enstitüsü’ne bağışladı. Eserleri: Botan (1969),Zarokên Îhsan (1978), Hêlîn (Helin) (1984),Gundikê Dono (Dono’nun Köyü) (1988), Serhildana Mala Eliyê Ûnis (2001), Kürt Gözüyle Yılmaz Güney, Video Gelin, Roma Yürüyüşü (İstanbul 2000), Kürdistan Tarihinde Kamışlı Katliamı (12 Aralık 1980), Teyre Baz ya da Bir Kürt İşadamı Hüseyin Baybaşin, Her Kuş Kendi Sürüsüyle Uçar, Şivan’ın Sevdası GÜZEL SÖZLER Çalış kardeşim çalış! Namerde muhtaç olmak ölmekten beterdir. Gençliğini eğlenmekle geçiren İhtiyarlığını ağlayarak geçirir. Muvaffakiyetin ilk düşmanı tembelliktir Bir diğer düşmanı kötü arkadaştır. Diğer düşmanı da kötü örnektir Muvaffakiyetin ilk şartı iradeli olmaktır. Tohum saç bitmezse toprak utansın Hedefe varmayan mızrak utansın İyi tanımlanmış bir hedef , doğru ve yeterli bir motivasyon ve başarabileceğine olan inançtır. Dış etkenler ve engeller aşılmak içindir. Bu engelleri aşamayacağını düşünen kişinin engeli aslında bu düşüncedir. 18 İlim,ilim bilmektir İlim kendini bilmektir Sen kendini bilmezsen Bu nice okumaktır YUNUS EMRE İnsan eğitilmesi zorunlu olan tek yaratıktır. KANT Eğitimin amacı doğuştan insanda var olan cevheri işlemek ,özü geliştirmektir. GALİONİ Akıllı bir kimse ,düşmanından da akıl öğrenmeyi ihmal etmez. BEYDEBA Akıllılar,zayıf taraflarını bildiklerinden yanılmayacaklarını ileri sürmezler. THOMAS JEFFERSON Akıllı adam ,bulduğundan daha fazla fırsat üreten adamdır. FRANCİS BACON Ben bilmediğimi bildiğim için diğer insanlardan akıllıyım. SOKRATES İnsanlığın büyük ve muhteşem eseri bir amaçla yaşamayı bilmekir. MONTAİGNE GÜLİZAR-I HİZAN TÜRKİYE’DE GENÇ OLMAK Ele alacağımız konunun bu olması açıkçası beni ürkütmedi değil. Çocuk olmanın bile zor olduğu şu güzel ülkemizde nasıl genç olunabilirdi ki... “Başarıya giden yol neydi yada başarılı olmanın ölçütleri nelerdi?”diye düşündüm bir an. Aklıma tek bir ölçüt geldi... YGS Yıllardır Türkiye gencinin olmazsa olmazı haline gelen, başarının tek ölçütü saydığı ve ona ulaşmanın her yolunun mubah olduğuna inanıldığı bir sınavdı aslında. Ve dayatılıyordu fırsat bulundukça benim gencime: “Aman evladım bu sınav senin hayatın, bu sınavı kesinlikle kazanmalısın. Hem ülkenin hali ortada daya sırtını devlete ne krizlerden etkilenirsin ne tatillerden... Yattığın yerden alırsın maaşını nasihatleriyle ( ki bunun nasihatlik derecesi tartışılır) bin bir türlü ruh haline bürünen gencim bu sınava ölüm kalım gözüyle bakıyor elbette ki. Bunca baskının altında ezilen genç artık kendi olmak istediği şeyi bırakıp ülkenin, ailesinin ve sistemin olmasını istediği şeye yöneliyor. Ve o da artık kafasında şartlanmıştır. Bu sınav onun hayatıdır. Bu sınavı kazanamazsa nasıl bakar annesinin babasının yüzüne. Onlar bin bir zorlukla okuturken kendisini, bunca emeğe nasıl saygısızlık yapabilirdi ki! Derken o büyük gün gelir çatar. O sabah gencim sapasağlam bir ruh hali, büyük bir bilgi birikimi ve sonsuz bir zindeliğe sahip olarak uyanmalıdır. Hastalık, baş ağrısı, mide bulantısı, moral bozukluğu mu? Kusura bakmayın ama bunları bir günlüğüne ertelemek zorundasınız. Eee kolay mı yıllar sürecek hayatını o üç saatte belirlemek. Ve o büyük savaşa girer çıkar gencim. “ Ooh be buda bitti” diye bir rahatlama mı bekliyorsunuz. Aaa! Olur mu hiç öyle şey daha LYS var, sonuçların açıklanması var, tercihi var, yerleştirmesi var... Şimdide genci iki ayının her günü canından bir parça koparacak olan bekleme süreci bekler. Bu süreçte kahramanımız devamlı komplo teorileri (anne,baba,doktorluğu kazanan amcasının kızı vb.) kurar ve acil eylem planları (evden kaçma,intihar,amelelik vb.) yapar. Ama öyle kolay bir süreç değildir haa. Her an bir baskı vardır üzerinde “ah bir oğlumun/kızımın ölmeden bir meslek sahibi olduğunu görseydim, ah bir doktor olsaydı, ah bir öğretmen olsaydı cümleleri bu baskının en yetkin ve etkin silahlarından biridir. Ve derken ikinci büyük gün gelir. Haber spikeri televizyonda açıklamasını yapar. ”Üniversite sınavı sonuçları açıklandı ve sınava giren yaklaşık iki milyon öğrenciden beş yüz bini üniversiteli oldu.”YALANCININ? Biz aslında üçyüz bine de razıyız ama bu rakamın yarıya yakını 2 yıllık okullar ve açık öğretimlerden oluşuyor. Ve birçoğu da iş bulmakta ciddi sıkıntılar yaşıyor. Anlayacağınız doğru düzgün 5-10 bin öğrenci ancak olanakları daha fazla ve avantajlı bölümlere yerleşebiliyor. Zaten şöyle de bir mantık yürütebiliriz ki üniversite tercihlerinde öğrencilerinin %85’nin ilk tercihleri gelmemektedir ve bu ülkede çok büyük bir kesim ilk istediği mesleği yapamamaktadır. Ve son nokta:Televizyondaki spikerden ikinci haber ”Sonuçların açıklanmasıyla birlikte üzücü bir de olay yaşandı.Sınavı kazanamadığını öğrenen Y.G. adlı bir genç kız bir kutu hap içerek intihar etti.”!!! Oysa ki o çok çalışmıştı sınava. Bunu haketmemişti. Ressamlıktı en büyük hayali. Çokta güzel resim çiziyordu ama onun doktor olmasını gerektiriyordu sistem. O da çaresiz kabul etmişti hayallerini yıkarak. Gecesini gündüzüne katmıştı ailesinin hayalleri için. Belki de doktor olacaktı o kaydırmayı yapmasaydı. Nasıl bakardı ki şimdi babasının yüzüne, hem annesi onu hep beyaz önlüğün içinde hayal etmişti oysa ki. Gel gör ki şimdi yine beyazdı üzerindeki ama kefen ona hiç yakışmamıştı bu genç yaşta. Şimdi kendimize şu soruyu sormalıyız :”Burada suç benim zavallı gencimin mi? O, ailenin, aile de sistemin kurbanı değil mi sizce? Bunca yapılan hayaller sistemin mi yoksa gencimin mi hayaliydi? Kolay mıydı bu ülkede genç olmak? Herkes bu soruyu sorsun kendine ve bize de söyleyecek tek bir söz kalsın. Ah şu ülkemin gençleri Kaybedilmiştir. Hükümsüzdür. Yasin YILMAZ Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni 19 HİZAN LİSESİ İDRİS-İ BİTLİSİ İdrisi Bitlisi, Mevlana Hüsameddin Ali-ül Bitlisi’nin oğlu, Ebul Fadl Mehmet Efendi’nin babasıdır. Bitlis’te doğmuştur. Bundan dolayı kendisine “İdrisi Bitlisi” veya “Bitlisli İdris” denir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, 1452 - 1457 tarihleri arasında doğduğu tahmin edilmektedir. Esas ismi İdris’tir. Tam künyesi; Mevlana Hakimeddin İdris Mevlana Hüsameddin Ali-ül Bitlisi’dir. Kendileri Mevlana - Hakimeddin lakaplarıyla anılmış, bazı kaynaklarda ise Kemaleddin lakabı kullanılmıştır. Babası gibi bir süre Akkoyunlu Devleti’ne hizmet etmiştir. Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın vefatı üzerine Oğlu Yakup Bey, 1478 tarihinde hükümdar olarak Akkoyunlu tahtına oturmuştur. Bu tarihten hemen sonra Mevlana İdris, Yakup Bey’in sarayına divan katibi olarak girmiştir. Yakup Bey’le beraber yanında Azerbaycan’dan Erran’a kadar bir seyahat yapmış ve “Risâle-i Hazâniyye” isimli eserini yazmıştır. Bu eser, bu seyahatle ilgilidir. Mevlana İdris, Akkoyunlu sarayında hükümdar çocuklarına lalalık yapmıştır. Bu durumdan dolayı Hoca Saadettin, İdrisi Bitlisi’yi “Kutlu Müderris” olarak övmüştür. Osmanlı Sultanı II. Bayezid 1485 yılında Memluklulara karşı büyük bir başarı elde etmişti. Bu başarısından dolayı Akkoyunlu Hükümdarı Yakup Bey, II. Bayezid’e bir tebrik-name göndermiş ve İdrisi Bitlisi’nin kaleme almasını istemiştir. Mevlana İdris yazdığı bu tebrik-namede her türlü edebi ve diplomatik hüneri göstermiştir. Bu olaydan sonra İdrisi Bitlisi, hem Yakup Beyin ve hem de II. Bayezid’in sevgi ve büyük teveccühlerini kazanmıştır. Daha önce yazdığı tebrik-nameden etkilenen II. Bayezid, İdrisi Bitlisi’yi sarayına davet etmişti. Şah İsmail’in bu hareketlerinden hoşlanmayan İdris, daha önce aldığı davete icap ederek İstanbul’a, II. Bayezid’in yanına gitmeye karar vermiştir. Tebriz’den ayrılıp Osmanlı sarayına gelen İdris’i, Sultan II. Bayezid çok güzel bir şekilde saygı ve hürmetle karşılamıştır. Kendilerini sarayına almış, hediyeler vererek maaş bağlamıştır. Yavuz Dönemi, İdrisi Bitlisi’nin en çok rağbet gördüğü dönemdir. İdrisi Bitlisi bu dönemde Osmanlı siyasetinde aktif bir rol üstlenmiştir. 1514 yılında Yavuz Sultan Selim ile beraber Şah İsmail’e karşı Çaldıran Savaşına katılmış, hatta savaştan sonra Tebriz’de bir süre daha kalarak halkı Osmanlı yönetimine bağlamaya çalışmıştır. Tebriz’deki Ulu Cami’de halka vaiz ve nasihatlerde bulunmuş, Tebriz’de kurulan karakol ve gözlemci kuvvetlere komutanlık yapmıştır. Çaldıran Savaşı’ndan sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu vilayetlerinin Osmanlı yönetimine geçmesi için görevlendirilmiştir. İdris’in buradaki başarılardan dolayı Yavuz Sultan 20 Selim, Bitlisli İdris’i mükafatlandırmıştır. Kendilerine bir ferman göndererek, Diyarbakır bölgesini kendisine vermiş, ayrıca 1516 yılında Yavuz tarafından ihdas edilen ve merkezi Diyarbakır olan Arap Kazaskerliği rütbesiyle İdrisi Bitlisi’yi ödüllendirmiştir. Böylece Bitlisli İdris, Osmanlı’nın en büyük rütbesi olan Kazaskerlik rütbesi ile taltif edilmiştir. Bununla Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun yönetimi İdrisi Bitlisi’ye verilmiştir. İdrisi Bitlisi bu işlerle de yetinmeyerek, Yavuz Sultan Selim’in Memlûklular’e karşı verdiği siyasette de başarılar elde etmiştir. Öncelikle Musul ve Urfa’nın Memlûklular’dan alınarak Osmanlı topraklarına katılmasını sağlamıştır. Daha sonra Yavuz Sultan Selim’in Suriye ve Mısır seferlerine katılarak 1516 ve 1517 yıllarındaki Ridaniye ve Mercidabık Savaşlarına Sultan ile beraber katılmıştır. Mısır’ın fethinden sonra bu ülkenin nasıl idare edileceği hususunda görüşlerini Yavuz’a anlatmış ve Yavuz tarafından takdirle karşılanmıştır. Nitekim Mısır’ın idare edilmesinde İdris’in görüşleri temel alınmıştır. İdrisi Bitlisi, yirmi yıldan fazla bir süre Osmanlı Devleti’ne hizmet etmiştir. Mevlana İdrisi Bitlisi, ömrünün son yıllarını İstanbul’da ilmi çalışmalara ve eser yazmaya ayırmıştır. 12 Kasım 1520 yılında İstanbul’da, Yavuz Sultan Selim’in vefatından kısa bir süre sonra hakkın rahmetine kavuşmuştur. Bütün kaynaklar ölüm yerinin İstanbul olduğunda birleşmiş, ancak ölüm tarihi hakkında farklı tarihler ileri sürmüşlerdir. Mevlana İdrisi Bitlisi’nin 65 - 70 yıl yaşadığı sanılmaktadır. İdrisi Bitlisi’nin mezarı, bugünkü Eyüp semtinde kendi adıyla anılan “İdris Köşkü” ve İdris Çeşmesi” denilen yerde muhterem hanımları Zeynep Hatun tarafından vakfederek yaptırdığı mescidin bahçesindedir. Mehmet İBO Tarih Öğretmeni GÜLİZAR-I HİZAN ETKİLİ İLETİŞİMDE DİNLEMENİN ÖNEMİ İletişim insanlar arası etkileşimi başlatan insanlar arası ilişkiyi sağlayan önemli bir araçtır. Dinleme ise en önemli iletişim davranışıdır. Genellikle eğitim süreci içinde dinleme göz önüne alınmasa da aslında iletişimin en önemli unsurlarındandır. Epiktetos’un dediği gibi “bir güzel söz söyleme sanatı varsa bir de güzel dinleme ve anlama sanatı vardır”. İletişim karşılıklı bir eylemdir. Başka bir deyişle iletişim eyleminden en az bir gönderen ile bir alıcının bulunması gerekir. Her ne kadar gönderen (konuşan) alıcıdan (dinleyiciden) daha etkin ise de bundan, konuşma eyleminde alıcının (dinleyenin) edilgen bir rol oynadığı sonucunu çıkarmak yanlıştır. İyi bir dinleyici, yaratıcı etkinlik içinde bulunur, aksi halde iletişim tam olmaz. İnsanlar arası bir iletişimin olması için bir alışverişin olması gerekir. Zaten eğer bir alışveriş yoksa bu bir iletişim sayılmaz. Bu enformasyon olur. Örneğin teneffüs bitiminden sonra öğretmenlerin öğrencilere ‘’oğlum sınıflarınıza geçin’’ demesi bir iletişim göstergesi değildir. Çünkü iletişimde anlatma yolu olduğu kadar dinleme de var. çekleşebilir. İletişim, her zaman konuşan ile dinleyen arasında bilgi, beceri, tutum, davranış yönünden bir etkileşimi gerektirir. Eğer bu yönde, konuşanla dinleyenden birinde bir eksiklik, bir yetersizlik kendini gösterirse iletişim sağlanamaz. Bunun sonucu olarak konuşan da, dinleyen de ilişkisiz kalmak yüzünden ilgisiz hale gelir. Oysa, iletişimin etkili ve başarılı olabilmesi için, konuşanın da dinleyenin de kendi benliklerinin üstüne çıkmaları, iletişim sürecinde paydaş olan bu kişilerin olanakları elverdiği ölçüde birbirlerini anlamaları zorunludur. Yani karşılıklı dinleme yapılmadan kurulan ilişkiler ortaya çok büyük hatalar çıkartabiliyor. Çözüm yerine çözümsüzlüğü doğurabiliyor. Sağlıksız bir iletişim sürecine sebep olabiliyor. Tatsızlıklara, verilmek istenen mesajın yerine ulaşmasına engel olabiliyor. Zaten bir kişiye varoluşun beş boyutunu yaşatmanın en etkili yolu o insanı dinlemekten geçer. Örneğin duvarın karşısına geçin konuşmaya çalışın çok çabuk yorulduğunuzu göreceksiniz. Şimdi sizi dinlemeyen bir kitleye veya bir kişiye karşı konuştuğunuzu düşünün ne kadar rahatsız edici olduğunu. Onun için karşımızdaki insanla iyi bir ilişki kurmak istiyorsak onunla iyi bir iletişime geçmemiz lazım. Bu iyi iletişimin yolu da iyi dinleyerek onu kabul ettiğimizi ona değer verdiğimizi göstermekten geçiyor. İşitme-Dinleme Süreci: işitme ile dinleme birbirleriyle ilişkili, ancak birbirlerinden ayrı eylemlerdir. İşitme fizyolojik, dinleme ise psikolojik bir süreçtir. Fizyolojik olarak, işitme; ses dalgalarının dış kulaktan kulak zarına iletildiği, orta kulakta mekanik titreşimlere; iç kulakta da beyine giden sinir akımlarına dönüştüğü bir süreçtir. Dinleme adı verilen psikolojik süreç, bireyin, seslerin ve konuşma örüntülerinin farkında olmasıyla ve onlara dikkatini vermesiyle başlar. Yani buradan da anlaşılan bir şeyi işitmek ayrı dinleyip algılamak ayrıdır. Gerçekte, iletişim eyleminin istenilen sonuçlara ulaşmasındaki çaba ve sorumluluk konuşan ile dinleyen arasındaki ortaklaşa bir temele dayanır. Konuşanın amacına varabilmesi ancak bu ortaklık sağlandığı ölçüde ger- Mehmet Şakir ERCİK Rehber Öğretmen Psikolojik Danışman 21 HİZAN LİSESİ ÖZKAPLANLAR MARKET Cumhuriyet Cad. Tatvan Durağı Karşısı No:58/56 Özcan KAPLAN Cep Tel: 0534 644 44 95 22 GÜLİZAR-I HİZAN OKUL MÜDÜRÜMÜZ İKRAM ÖZDEMİR VELİLERLE… EKİM AYINDA HALK EĞİTİM MERKEZİNDE OKUL MÜDÜRÜMÜZ İKRAM ÖZDEMİR ÖĞRENCİ VELİLERİYLE BİR TOPLANTI DÜZENLEDİ. TOPLANTIDA VELİLERLE ÖĞRENCİ DURUMLARI HAKKINDA GÖRÜŞÜLDÜ. İKRAM ÖZDEMİR TOPLANTIDA ÖĞRENCİ BAŞARISINI ARTIRMAK İÇİN OKUL AİLE İŞBİRLİĞİNİN ÖNEMİNİ VURGULADI. AYRICA REHBER ÖĞRETMENİMİZ ŞAKİR ERCİK VE FİZİK ÖĞRETMENİMİZ MEHMET ÖZEN DE VELİLERE YÖNELİK BİLGİLENDİRİCİ SLÂYT GÖSTERİMİ EŞLİĞİNDE BİRER KONUŞMA YAPTILAR. AYRICA OKUL AİLE BİRLİĞİ GÖRÜŞMELERİ VE OKUL AİLE BİRLİĞİ BAŞKANLIK SEÇİMİ YAPILDI. TOPLANTI SONUNDA VELİLER MEMNUNİYETLERİNİ DİLE GETİREREK AYRILDILAR. 23 HİZAN LİSESİ MÜZİK; İNSAN VE EVREN ARASINDAKİ KÖPRÜ… 24 Müzik insan hayatı içinde vazgeçilmez bir yerdedir… Nedir müzik? Niçin bu kadar severiz? Buna çeşitli cevaplar verilebilir. Ama müziksiz yaşamın tadı olmayacağı kesin. İlk insanlar hayvan kemikleri ile ritimler tutarak başlamışlardır. Şimdi teknolojinin gelişmesiyle ayrı ayrı enstrümanların (çalgı aleti) değişik tattaki seslerini biliyoruz. Müzikle hep iç içe yaşadık ve bebekliğimizden bu yana değişik seslerin tınılarıyla büyüdük. İlk önce annelerimizin o ninni sesleriyle tabi ki! Müzik ruhun gıdasıdır derken ne kadar da doğru söylemişler. Müzik haz verir, mutluluk verir, coşku verir, hüzün taşır sesle anlam bulur çünkü evren… Çok fazla sessizlik insanı korkutur. Ve aslında en büyük ses insan sesidir. En güzel enstrüman da… Evrenin oluşumu bile bir sesle başlamıştır, ‘’OL ‘’ emri ile ses dünyanın frekansı gibidir. Bizim algıladığımız ses farklı boyutlardan geçtikten sonra bize ulaşmaktadır. Doğadan tutunda yaşamımızın her canlının sesi vardır. Ve onları görmeden sesleriyle tanırız. Hatta insanları onca ses tonuna rağmen ayırabiliriz. Yaşamdaki her tını titreşimden meydana gelmektedir. Bu yüzdendir ki canlı cansız her şey konuşur, söyleşir ve anlaşır bu yolla. Yani kısaca her şeyin temelinde ses, ritim, ton ya da ses dediğimiz yani müzik yatar altında. Müzik hayatın tadı değil aslında kendisidir. İranlı Sofi ve Şair Hafız’ın yorumuyla;”Nice insan, ruhun bedende müzikle şekil bulduğunu söyler. Aslında bu eksiktir. Çünkü müzik hayatın tamamıdır.” Bir efsaneye dayanarak söylediği bir sözdür bu. Yaratıcı kilden bir heykel yapar ve ruha bu bedenin içine girmesini söyler. Özgür olmak isteyen ruh bir bedenin içine hapis olmayı istemez bunun üzerine yaratıcı meleklerinden müzik çalmasını ister. Müziğin başlamasıyla kendinden geçen ruh müziği daha iyi yakalayabilmek için heykel badenin içine geçer. Önce müziği insanın Rivayet tabi ki bu! Ruhunda hissetmesi bu şekilde rivayet edilmiştir. Aslında yaşam senfoni gibidir. Bizler bu yüzden kendimizi çok yakın hissederiz. Müzik bedene hükmeden içindeki potansiyeli açığa çıkaran tek olgudur. Düğünler vb. tutunda günlük yaşamdaki her şeye bir ses getirilmiştir. Bedenimizle birlikte resim, oymacılık mimari, heykelcilik ve şiir sanat dallarının tümünde gizli bir ses vardır. Ama o kadar tatlı ahenk gönüllerimize nasılda güzel dolar. O ses bütünlüğü daha başkadır. Apaçık bir kalple dinleriz ve bu genelde mistik ve kutsal yerlerde yoğundur. Bir ilahiden tutun diğer dinlerin müziğine kadar tasavvufa kadar bu böyledir. Mü tuzik yöresel farklılıklar gösterir ki bu insanların aşkından tunda yaşam biçimine kadar onları deşifre eder. Bir milleti tanımak istiyorsan önce müziğine bakacaksın derler. Ve bu gerçekten doğru! Müzik kültür taşlarından biridir; Müzik dans, sözle eşlenerek büyütür kendini… Konuşmalarımıza sesler yükleriz; soru sorarken heyecanlandığımızda korktuğumuzda ses tonumuz değişir. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Yani müzikle her an iç içeyiz. Hatta ses tonundan bir insanın dostumuz olduğunu bile çıkarabiliriz. Şöyle bir düşünün atamızın sesini duyduğumuzda ses tonundan hangimiz tanımaz. Bu da bir müziktir. İçimize yerleşmiştir o ses… Sevdiğimiz insanları sesleriyle söyledikleriyle bütünleştiririz içimizde. Sesten etkilenene nice insan vardır, yüzünü görmeden birbirini seven. Bu da müziğin hayatımızda ki yerinin anlatmıyor mu? Müzikle tedavi edilen insanlardan tutunda uyurken söylenen ninnilere her şey tınıyla bağlantılıdır. Bizler sevincimizi, üzüntümüzü şarkılara dökeriz. Müzikle sevinir müzikle coşarız, oynarız değil mi? Kullandığımız aletten edevata kadar her şeyin bir sesi vardır. Ama önemli olan müzikten doğru bir şekilde faydalanmaktır. Müziği hoş zaman geçiren bir olgu olarak değil, insanı canlı tutun ve kesintisiz akan bir özellik taşımasını sağlamaktır. Hayatımızda nasıl seçici isek aslında müzikte böyledir. Ruhumuzun müziği de bizlerin içindedir. Asıl olan gerçek müziği çözebilmek işte o zaman evren ile aynı frekansta oluruz. Müziği sınırlamak değil onu Özgürlüğüyle yakalamak güzel… Tıpkı yaşamak gibi yormadan tatlı tatlı almak varken. Her şey dozajı unutmadan! Müziksiz bir hayat düşünemiyorum… Ya sizler? YAŞAMIN MÜZİĞİ SİZDE SAKLI… Güliz KARAGÖNLÜ Müzik Öğretmeni Muhittin AYDIN Hükümet Caddesi Yeşilova Mahallesi 65/A Cep Tel: 0536 610 45 40 | İş Tel: 0434 611 19 09 HİZAN LİSESİ SİZDEN GELENLER BENİ ALIKOYUP GİTME Beni alıkoyup gitme Ne olursun Durdurduğun yerde dur Kendini martılarla bir tutma Senin kanatların yok Düşersin incinirsin Beni alıkoyup gitme MUTLULUK Camlarda yağmur damlaları ve hüzün Gözler buğulu kalpler üzgün Kimsecikler yok her taraf sessiz Yine durgun bugün bu koca deniz Durmasın dalgalansın deniz ve uçsun martılar Çözülsün insanların içindeki karartılar Herkes çıksın meydana durmak yok Unutmayın! Mutlu olmak için sebep çok Deniz kıyısında martıları izle Vapurların sesini dinle Ve orda otur düşün Deniz ne kadar derin Tahmin edebilecek misin denizin eşsiz derinliğini Hadi dursun artık yağan bu yağmur Kaybolsun gözlerde var olan mağrur çamur Gülücükler saçılsın çehrelere tek tek Ve gerçek mutluluk işte bu demek. Sanki martılar elimi tutuyor Uçurmaya çalışıyor beni Ama yapamıyor ve gidiyor Beni alıkoyup gitme. ADNAN HATIM 11/C Pınar Aslan 9-B VEDA Günü geçmiş sevdalarım var benim Eskimeyen yürek acıtan Tam ortasındayım sevdanın Sense hep uzağındasın açtığın büyük yaraların Ne kadar uzaksan o kadar yakınsındır sevdama Ama sen var ya sen hep benim ırağımda Bak şimdi bu sana uzaklardan son sözüm Hoşça kal ey sevgili ey güzel insan Hoşça kal bu sana son VEDAM! MUHAMMED EMRAH GÜLERYÜZ 11/B 26 GÜLİZAR-I HİZAN BİLMEDİKLERİMİZ -Köpek balıklarının dişlerinin bir arabayı parçalayacak güçte olduğunu… -Bir kartalın avını 3000m uzaktan gördüğünü… -Dünyada ilk araba vapurunun Osmanlı Devleti tarafından 1870’te şirtek-i hariciye için İngiltere’de yaptırılan ‘suhulet’ olduğunu ve bu araba vapurunun 1960’a kadar boğazda çalıştığını… -Işığın bir saniyede dünyayı 8 defa dolaştığını… -İnsan kulağının 400.000 değişik sesi ayırt ettiğini… -Amerika’da 58.000.000 fazla köpek olduğunu… -Timsahların derine batabilmek için taş yuttuğunu… -Penguenin yüzebilen ancak uçamayan tek kuş oduğunu… -İnsanların ölümüne en fazla yol açan hayvanın sivrisinek olduğunu… -Bilgisayara bakmanın gözü bozmadığını… -Gülmek için 17 adaleye suratı asmak için ise 43 adaleye ihtiyaç olduğunu… -Dünyada en çok kullanılan ismin MUHAMMED olduğunu …. Biliyor muydunuz? BENİ BANA SOR HİZAN Beni dağa değil Beni taşa değil Beni uçan kuşa değil Beni bana sor Eli kalem tutan öğretmene Eli kürek tutan çiftçiye Benimle olan dosta değil Beni bana sor Açan güneşe Geçen aya Dönen dünyaya değil Beni bana sor Lisemin adı Hizan Lisesi İncilerle donatılmış kimileri Sessiz sedasız bir yer Ne ararsam burada var Hasret kaldım ben İncecik nakışlara Zümrüt bakışlara ,kaşlara Allahın rahmetine niceler feda Sensiz kalamam ben Hizan İncecik gülüşünle sen iyilikler kazan Varlığıyla bizi koruyan Rabbime dua ederim senin için her zaman. Zeynep İnal 9-B CEREN KORKMAZ 9/B 27 HİZAN LİSESİ SENSİN Beş yüz yetmiş bir yılının Rebiulevvel ayında İslama hizmet için gönderilen dünyaya Yetim doğdun anadan, hasret kaldın babaya (Sensin)Ya Resülallah, tek umut insanlığa! UMUT Bir umut düşlemiştim kayıp romanlarda Bir ışıltı bir heyecan bir mutlu yüz Bir sevda bu bitmez tükenmez Bir aşk uğruna çıktığımım yola Senin doğumun dünyaya nur saçtı Çünkü mübarek sırtında mübüvvet mührü vardı Senin gelmenle dünyadan zulüm, cehalet kalktı (Sensin)Ya Habiballah ümmetin tek muradı! Ağlayan bir çift göz kaldı bana Yine benden ben kaldı bana Mutluluk kapımı çalmayalı çok zaman oldu Çok zaman oldu dışarı çıkmayalı Senin ümmetin olmakla mutluyuz, umutluyuz biz Çünkü ümmetler arasında en büyük ümmetiz biz Ümmetlerden olduğumuz için sevinçliyiz, çünkü seçilmişiz biz Yollar küskündür şimdi bana Herkes kendi uğraşında Kimseler kalmadı konuşacak Bir ağaçlar dost oldu bana (Sensin)Ya Nebiyyallah mahşerde tek şefaatçimiz! Kırk yaşına girince, peygamberlik verildi İnsanlara İslamı öğreteceksin denildi Öğrettin Ey Allah’ın Rasülü bize İslam dinin (Sensin)Ya Kerimallah, unutmadık biz seni Miladi altı yüz otuz iki senesi Son buldu peygamberlik vazifesi Azrail(a.s.) gelince son nefesi (Sensin)Ya Şefi,Allah,şefaatinden mahrum etme bizi! NEVZAT DURMAZ 12-C SEN GİDİYORSUN Yine aklımda sen yine yazıyorum Seni seviyorum söylemekten bıkmıyorum Gam,keder,çileye aldırmıyorum Sende beni seviyorsun biliyorum Terk ettin sen beni arkana bakmadan Gözü yaşlı bırakıp hiç aldırmadan Çiğniyorsun tüm sözleri tutmadan Bitiyorsun gözümde farkın yok bir sigaradan Dertliyim efkarlıyım bu gece Sen gitmişsin ya vefasızca Gerisi önemli değil bence Aşkın olmuş çocuklara bir eğlence Enes Yılmaz 11/C 28 Birde sen kaldın karanfil kokulu çiçeğim Senin ile de ancak düşlerde konuşmak mümkün Yabancılaştı herkes,her şey,dünya Yabancılaştı ruhum bana. Çocuklaştım bir an Masumluğumu geri ister gibi ama Değişti zaman,değişti insan,değiştim ben Umudun adı değişti… ÖZLEM UĞUŞ 12/D SOLMAYAN GÜLÜM Baharın olmadığı bir zamanlar sana bakardım Yüzünde güller açardı ona kanardım Resmine bakınca bir hayat bulurdum Çünkü solmayan bir güle aşık olmuştum Dertler bitip tükenmez saya saya Ayrılık acısı yakar beni bakınca aya Gidince farklı bir dünyaya Kavuşuruz elbet solmayan gülüm TEKİN ÇOBAN 12/B GÜLİZAR-I HİZAN KISSADAN HİSSE YÜREKTEKİ YANIK Genç kız aynasında makyajını kontrol etti.’Gayet iyi!’ dedi. Güzelliğinden emindi. Çevresindeki erkeklerin pervane olmasından zaten biliyordu güzel olduğunu. Hayatın tadını çıkaran, rahat yaşayan biriydi. Cep telefonu çaldığında akşam arkadaşlarıyla hangi eğlence yerine gideceğine karar vermeye çalışıyordu. Telefondaki numaraya baktı, arayan annesiydi. “Alo! Kızım, nasılsın?” ‘iyiyim anne, ne oldu ?’ ”sana sürprizim var !” ‘sürpriz mi?’ “Evet. Çok eski bir arkadaşım, Dostum şehrimize gelmiş!” ‘eee, kimmiş?’ “kim olduğu sürpriz. Fakat onu senin almanı istiyorum!” ‘ben mi?’ “evet, senin iş yerine yakın olan parkı biliyormuş. Parka gitmesini ve seninle buluşmasını söyledim. Senin de parka gidip onu almanı istiyorum.” ‘Anne! ben böyle şeyleri sevmem, kendin halletsen!’ “Kızım! 1-2 saatlik işim var. Ayrıca seni bebekliğinden tanıyan bir arkadaşım. Seni görünce mutlaka çok sevinecektir.” ‘Amaaan! Peki peki… nasıl tanıyacağım?’ “evden çıkarken üzerine giydiklerini tarif ettim. O parkta bazı oturaklar var piknik masası şeklinde. Parkın sinema tarafındaki ilk girişindeki ilk masaya otur. O gelince seni bulacak.” ‘Tamam, anne, tamam!’ “Kızım senden her gün mü bir şey istiyorum? Üniversiteyi bitireli, hele de işe gireli bir fatura yatırmaya bile göndermedim!” ‘Hemen darılma, tamam dedim ya !’ “O nasıl tamam demekse! Neyse haydi o zaman izin al da çık, bekletme. Ben de işlerimi bitirip hemen geleceğim.” Genç kız izin alıp çıktı. Kısa yürüyüşten sonra parka vardı. Bu parkta daha önce hiç oturmadığını fark etti. Arkadaşlarıyla hep pahalı lüks eğlence yerlerine giderdi. Annesinin tarif ettiği, girişteki ilk masayı buldu; boş kısmına oturdu. Masanın diğer tarafında bir köylü kadınla küçük kız oturuyordu. Onlarla aynı ortamda bulunmaktan utandığını hissetti. ’annemin arkadaşı çabuk gelse de şunlardan kurtulsam!’ diye düşündü. Köylü kadın çekinerek seslendi : ’Afedersin kızım bir şey sorabilir miyim?’ Köylü kadının ‘kızım !’ diye seslenmesi iyice sinirlerini bozdu. ’Ne var, adres mi soracaksın?’ sert çıkışı karşısında kadın sesini alçalttı: ’Hayır, kızım başka bir şey soracaktım!’ ‘Sizin gibi cahiller ya adres sorar ya para ister.’ dedi kız. Köylü kadının kızaran yüzüne aldırış bile etmedi. O sırada şık ve lüks giyimli, orta yaşlı bir kadının uzaktan yaklaştığını gördü. ’Nihayet !’ diye düşündü. Ayağa kalkıp kadını karşılamaya çalışırken kadın yanlarından geçip gitti. Somurtarak geri oturdu. Yanındaki küçük kıza daha sıkı sarılmış köylü kadının gözünden bir damla yaşın süzüldüğünü gördü. Kadın gözyaşlarını saklamak için diğer tarafa dönünce yüzündeki büyük yanık izi göründü. Genç kız manalı manalı güldü: ’Bak,kolayca gözyaşı dökebiliyorsun,yüzünde de çirkin bir yanık izi var. ‘Burada ne bekliyorsun? Geç bir köşeye, aç bir mendil ,ağla, fakat ağlamayla benden bir şey koparacağını sanma,tamam mı?’ Kadın dayanamadı: ’Cahil deyip duruyorsun. Ne cahilliğimi gördün? Tanımadığım bir kadına torununun yanında hakaret mi ettim.’ ‘Ooo… laf yapmayı da biliyormuş!’ ‘anlaşıldı kızım! Sen üniversite bitirmiş, çok şey öğrenmiş olabilirsin ama insanlıktan sınıfta kalmışsın. Torunumu okutmak için uğraşacaktım. Fakat seni görünce vazgeçtim!’ Yaşlı kadın küçük kızı alıp masadan kalkarken boşalan yere doğru şık giyimli bir kadın yaklaştı. Cevap vermek için hazırlanan genç kız zengin giyimli şık kadını görünce uzaklaşan yaşlı kadına cevap vermekten vazgeçti. Yaşlı kadın geriye bakmaya çalışan küçük kızın başını eliyle engelledi. Az sonra genç kızın annesi parkta yanına geldi. “Merhaba kızım, Zeynep teyzen nerede?” ‘Kimse gelmedi anne, en son bir bayan geldi, yanıma oturdu, o da sadece dinlenmek için gelmiş.’ “Allah Allah! Giyindiklerini çok iyi tarif etmiştim, seni nasıl bulamadı anlamadım. Yanında küçük bir kız olacaktı.’ Genç kız bir an durakladı. ’küçük bir kız mı?’ “evet.” ‘Anne! Biz zengin kültürlü insanlarız. Herhalde arkadaşında zengin kültürlü biridir değil mi?’ “Kültürsüz değil ama zengin değil.’ ‘sakın bana köylü bir kadın olduğunu söyleme.’ ‘köyden gelen kadına ne denir ki?’ ‘oh… iyi iyi köylü kadınları karşılamaya gönderiyorsun beni.’ ‘kızım o kadına teşekkür borcumuz vardı!’ ‘nedenmiş?’ ‘torununu okutmamızı istiyor. baban şimdi arabayla gelip hepimizi alacak, kayıt için okula götürecek .’ ‘anne o köylü kadına ne borcun olabilir ki, anlayamadım?’ annesi kızın öfkeli ses tonuna dayanamadı : ‘kızım sen bebekken biz köydeydik.’ ‘eee…’ ‘ sana yıllar önce bahsetmiştim. köydeyken evimiz yandı bize inekleri atları tarlaları neyimiz varsa hepsini satıp köyden göçtük demiştim.’ ‘evet hatırladım. O yangınla ilgili bir ayrıntıyı üzülürsün veya seni evde yalnız bıraktığımız için darılabilirsin korkusuyla anlatmamıştık.’ ‘şimdi anlatacaksın!’ ‘baban evde yoktu, ben de su doldurmaya köy pınarına gitmiştim. lodos mu ne diyorsunuz, işte o rüzgar bazen ters esiyormuş, yukarıdan aşağıya. sen beşikte uyurken rüzgar bacadan içeri esince közler ocaktan tahtalara sıçramış, yangın başlamış. pınar yerinden dumanları görüp koştuğumda alevler her yeri sarmıştı. birazdan yıkılacak gibi görünen eve yine de girmek için atıldığım anda Zeynep teyzen kucağına seni almış halde dışarı fırladı. o sahneyi hiç unutamam, kucağında seni aldığımda o çığlıklar atıyordu…’ ‘niçin?’ ‘seni kurtarırken sağ tarafı yanmıştı. gelince görürsün, sağ yanağında ağır bir yanık izi var. çok acı çekti çok…’ ‘Dur, ağlama! seni üzeceğini bilmiyordum. Tamam, kızım; bak makyajın akıyor, ağlama! hah! baban da geldi. fakat Zeynep Teyzen hala bizi bulamadı…’ 29 HİZAN LİSESİ HİZAN OKUMA SALONU ÇEVRESİNE VE GELECEĞE IŞIK TUTYOR Hizan ilçemizde bulunan okuma salonu 3 yıldır aralıksız eğitim öğretime devam etmektedir. Şu an 180 öğrencisini bünyesinde barındıran kurumumuz gelecek hedefini 400 öğrenci olarak hedeflemektedir.6.7. ve 8. Sınıf öğrencilerine yönelik 2010-2011 eğitim öğretim döneminde hizmete başlayan okuma salonumuz ücretsiz sbs eğitimi vermektedir. Bunun yanında öğrencilerimize verdiğimiz tüm kaynaklar en son kalitede olup ücretsiz dağıtılmaktadır. Kaynak yoksunluğu çekmeyen öğrencilerimiz öğretmenlerinin de özverili çalışmalarıyla başarılarına başarılar katmıştır. Hizan halkının da bize verdiği desteklerle başarımızın gün geçtikçe daha da artaçağını biliyoruz. Bu başarıların kalıcı olması için kurumumuz özveri ve fedakarlık göstererek yoluna tam gaz devam etmektedir. Geleceğin mimarları olacak olan bu günün küçüklerini hem bilimsel yönden hem de ahlaki yönden eğiten okuma salonumuz geleceğe ışık tutmaya devam etmektedir. Öğrencilerine sadece kuru bilgi vermeyen okuma salonumuz sosyal faliyetlerle, verdiği eğitimin kalitesini her geçen gün artırmaktadır. İlçe genelinde düzenlediğimiz halı saha futbol turnuvaları, kitap okuma yarışmaları ve gezilerle öğrencileri içerisinde bulundukları bu yarış ortamından kurtarıp onları her yönden desteklemekteyiz. Ayrıca masa tenisi, sinema satranç gibi etkinliklerle öğrencilere, kaliteli ve eğlenceli bir eğitim vermektedir. 30 Bunun sonuçlarınıda başarı olarak geri almaktadır. Üç yılda onlarca öğrenciyi Fen Anadolu öğretmen liselerine yerleştiren okuma salonumuz ileride bu sayıyı ikiye katlamak istemektedir. Bunun için çalışmalarına aralıkasız devam eden okuma salonumuz yeni projelerle hedefine adım adım yaklaşmaktadır. GÜLİZAR-I HİZAN 31 HİZAN LİSESİ 19 Mayıs Coşkusu 32 GÜLİZAR-I HİZAN GÜL MECE R Ü D L Ü G MECE 33 HİZAN LİSESİ 34 GÜLİZAR-I HİZAN HİZAN LİSESİ’NİN 2013 BAŞARILARI BİR HİLAL UĞRUNA YA RAB, NE GÜNEŞLER BATIYOR… 12 MART İSTİKLAL MARŞI’NIN KABULÜ MAKSADIYLA DÜZENLENEN “İSTİKLAL MARŞI OKUMA YARIŞMASI” NDA OKULUMUZ 12-D ÖĞRENCİMİZ FATİH ÇETİN İLÇEDE 2. OLARAK ÖDÜLÜNÜ İLÇE MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRÜMÜZ SAYIN ABİT ARVAS’DAN ALDI. HEYECANLI OKUYUŞU VE ÖDÜLÜNDEN DOLAYI ÖĞRENCİMİZİ TEBRİK EDİYORUZ. Turizm haftası dolayısıyla yapılan “Bitlis Turizmi” adlı yarışmada okulumuz öğrencilerinden Kürşat ÇETİN yaptığı çalışmayla Bitlis birincisi oldu. 2013 YGS’ de 430 puan alarak tüm alanlarda Hizan Birincisi, YGS4 ten Bitlis yedincisi oldu. LYS’ de aynı başarıyı göstermesi dileğiyle… 35 VEDA YEMEĞİ OKULUMUZUN EN ESKİ PERSONELLERİNDEN SALİH ŞAHİN EMEKLİ OLURKEN TÜM OKUL PERSONELLERİYLE BİRLİKTE BİR VEDA YEMEĞİ DÜZENLENDİ. OKUL PERSONELLERİNİN YANI SIRA MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRÜMÜZ ABİT BEY DE YEMEĞE İŞTİRAK ETTİ. VEDA YEMEĞİNDE DUYGUSAL BİR KONUŞMA YAPAN SALİH ŞAHİN GÖZYAŞLARINA ENGEL OLAMADI. KENDİSİNE TEKRAR BURDAN TÜM HİZMETLERİ İÇİN TEŞEKKÜR EDİYORUZ. 36