Ocak 2016 Sayfa 24-25 PDF
Transkript
Ocak 2016 Sayfa 24-25 PDF
DİYANET AYLIK DERGİ’NİN ÜCRETSİZ EKİDİR HOŞGELDİN Bebek Piramitlere Sığmayan Ülke Prof. Dr. Sefa Saygılı ile Söyleşi Çocuklar Anlar Nezaket OCAK 2016 “Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama;onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.” (İsrâ Suresi, 23,24.) Aileye yeni biri geliyor: Bir bebek… ileye yeni biri geliyor: Bir bebek… Aciz, masum bir yavru… Rabbin yeni müjdesiyle ansızın hayatımız farklılaşıyor. Herkesin rolleri değişiyor. Herkes yeni sorumluluklar yükleniyor. Dünya hayatının süsü, göz aydınlığı olan yavrularımız doğduğunda hissettiklerimizi, evimize sürur getiren bebeklerimizin bizlere Allah’ın bir emaneti olduğunu, anne baba olduğumuzda üstlenmemiz gereken vazifeleri ve bebeğin haklarını uzman görüşleriyle Dr. Fatma Bayraktar Karahan “Hoş geldin Bebek” yazısında anlattı. Biz Bize köşemizde gündelik hayatta sıklıkla ihmâl edilen nezaket konusunu Dr. Serpil Başar “Ailede Değişmeyen Bir Değer: Nezaket” yazısında ele aldı. Ailece köşemizde yazar-psikoterapist Serhat Yabancı, insanları mutsuz eden yanlış düşünce şekillerini ve bu düşünce biçiminden kurtulmak için yapılması gerekenleri hatırlatırken; uzman Psikolog Betül Baltacı “Çocuklar Anlar” başlıklı yazısında çocukların ebeveynlerinin duygularını hissettiğine ve bunu bilerek davranmanın gerekliliğine işaret ediyor. Dr. Hatice Koç Kanca “Evimiz” köşesindeki yazısında sahip olma duygusunun ve satın Büyük bir aile alma isteğinin kontrolden çıktığı günümüzde sahip olduklarımızın olduğumuz gerçeğinden düzenlenmesi ihtiyacının zorunluluk olarak karşımıza çıktığını aktardı hareketle her ay bizlere yazısında. Prof. Dr. Sefa Saygılı söyleşisi bu ayın dikkat farklı bir ülkeden çekici bölümlerinden. Türkiye’de çocuk psikiyatri alanında önemli Müslüman bir isim olan Saygılı, aileyi güçlendirmeye dair ipuçları verdi bizlere. kardeşlerimizi bize Uygulanabilecek tavsiyeleri ve ailelerin dikkatini çekecek hususlara anlatan “Misafirimiz da işaret etti. “Kısa Kısa”, “Serbest Kürsü”, “Geçmiş Zaman Olur Ki”, Var” da 2016 yılının en önemli “Sahabe Hayatları”, Bir Nefes Sıhhat” gibi pek çok bölüm de sizler için yeniliklerinden. Ocak hazırlandı bu ay. Dergimize yeni eklenen, unutulmaz yazıların ve her sayımızda Mısırlı ay farklı bir kitap kritiğinin yer aldığı “Kültür-Sanat” sayfamız; görüş bir misafirimizi ve önerilerinizi paylaşacağımız “Sizden Gelenler”, okurlarımızdan ağırlıyoruz sizler için gelen “Fotoğrafın Anlattıkları” ve dergimizi renklendiren bulmacalar bu yeni köşemizde. bu yıl karşınıza çıkacak yeni bölümlerden. Büyük bir aile olduğumuz gerçeğinden hareketle her ay farklı bir ülkeden Müslüman kardeşlerimizi bize anlatan “Misafirimiz Var” da 2016 yılının en önemli yeniliklerinden.Ocak sayımızda Mısırlı bir misafirimizi ağırlıyoruz sizler için bu yeni köşemizde. Daha güçlü ve mutlu aileler olmak duasıyla… TAKDİM A Dr. Faruk Görgülü AİLE 2016 OCAK 1 DİYANET AYLIK DERGİ’NİN ÜCRETSİZ EKİDİR ocak 2016 DİBAiledergisi diyanetailedergisi OCAK 2016 50 Müslüman Saati Ahmet Haşim 51 Göğü Delen Adam Papalagi Halil İbrahim Uzun 52 Kırkambar Diyanet İşleri Başkanı Adına Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Dr. Yüksel Salman Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Dr. Faruk Görgülü Mali İşler ve Dağıtım Sorumlusu Mustafa Bayraktar 53 Sizden Gelenler 54 Bulmaca 4 Kısa Kısa Sümeyye Özçelik Yayın Koordinatörleri Dr. Fatma Bayraktar Karahan Sümeyye Özçelik Sevde Nur Özkan 12 Ailede Değişmeyen Bir Tashih Mustafa Bektaşoğlu 16 Prof. Dr. Sefa Saygılı Arşiv Ali Duran Demircioğlu Tasarım aral.org Abone İşleri Tel : 0312 295 71 96-97 Faks: 0312 285 18 54 e-mail : dosim@diyanet.gov.tr İletişim Dini Yayınlar Genel Müdürlüğü Üniversiteler Mah. Dumlupınar Blv. No: 147/A 06800, Çankaya/Ankara Tel: 0.312 295 8661-62 Faks: 0.312 295 6192 Değer Nezaket Dr. Serpil Başar ile Söyleşi Dr. Fatma Bayraktar Karahan 30 Serbest Kürsü 34 Piramitlere Sığmayan Ülke Deniz Güner Misafirimiz var... Öyle bir yerden geliyor ki anlatmak için binlerce papirüse ihtiyaç duyulur. Sevde Nur Özkan 56 Fotoğrafın Anlattıkları 32 Yeni Yıl Hasan Karaca 38 Allah Rasulü’nün Evladı: Zeyd B.Hârise Elif Erdem 40 Çiceklerin Sırrı Selim Gündüzalp 6 Hoşgeldin Bebek 44 Cihanı Değiştiren Bir Vuslât Hikayesi Bekir Erdem 46 Deve ile Fare Dr. Lamia Levent Abul Dr. Fatma Bayraktar Karahan İlk ağlayışı sadece ciğerlerinin hava ile doluşundan mıdır, bu zor dünyaya gelişin feryadı mıdır kim bilir... 20 Çocuklar Anlar Betül Baltacı 48 Çocuklarda Romatizmal Hastalıklar Doç. Dr. H. Ahmet Demir 2 AİLE 2016 OCAK Hasan Yıldırım mısır Birçok bilimsel çalışma 8 -10 yaşındaki çocukların imalı konuşmaları ve abartılı ifadeleri anladığını göstermiştir. 24 Mutsuzluğa Neden Olan Yanlış Düşünce Şekilleri Serhat Yabancı Kendini, gücünü ve potansiyelini tanırsan, elde edebileceğin şeyleri düşünür ve hayal etmeye başlarsın. 26 Hayatımızın Düzenleyicileri Dr. Hatice Koç Kanca Sahipliğimiz arttıkça artan karmaşıklığımızı düzenlemek için bu kez de raf düzenleyiciler, çekmece içi düzenleme aletleri üretildi. AİLE 2016 OCAK 3 Sümeyye ÖZÇELİK K I S A Ahmet Hamdi Akseki’yi Rahmetle Anıyoruz Ispanağın Zenginliği 4 AİLE 2016 OCAK Verem ile Mücadele Kış aylarının vazgeçilmez lezzeti olan ıspanak vitaminler açısından inanılmaz zengindir. Bu yüzden hem alternatif tıp hem de modern tıp tarafından hastalıkların tedavisinde yaygın olarak kullanılır. A, C, E, K vitaminleri içeren ıspanak, bol miktarda potasyum, sodyum, kalsiyum, bakır, demir, magnezyum, manganez, çinko içermektedir. Ispanak hem sinirlerin gevşemesine hem de hipertansiyonun sağlıklı seviyede tutulmasına yardımcı olur. Düzenli olarak ıspanak tüketmek, beynin ve zihnin sürekli genç ve aktif kalmasını sağlar. Kemik sağlığını korur. Sindirim sistemi ve mide sağlığını destekler. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Kalori ve yağ oranı çok düşük olan ıspanak, kilo vermeyi kolaylaştırır. Ispanak suyu, kan hücrelerinin sağlığını korumaya yardımcı olur, anemi hastalığına yakalanma riskini azaltır. Fakat aşırı tüketiminde yan etkiler görülebilir. Böbrek hastaları ıspanak tüketiminde doktorlarına danışmalıdır. Bilinen en eski ve tehlikeli hastalıklardan olan ince hastalık yani verem, tıp dilinde tüberküloz adını alır ve hava yolu ile bulaşır. Erken tanı ile uygun tedaviye başlanır, hasta yeterli süre tedavi edilirse iyileşmeler görülür. Verem belirtileri; iki haftadan uzun süren öksürük, ateş, gece terlemesi, göğüs ağrıları, iştahsızlık, zayıflama (kilo kaybı), hâlsizlik, kan tükürme şeklindedir. Belirtiler görüldüğünde gecikmeden verem savaşı dispanseri ya da göğüs hastalıkları uzmanına başvurmak gerekir. Hastalar, düzensiz tedavi gördüğünde tümüyle şifa sağlanacak bir hastalık ilaca dirençli hâle gelir ve tedavisi güçleşir. Verem hastasının güneş gören ve bol havalandırılan odalarda kalması gerekir. Korunmak için verem aşısı (BCG) yaptırılmalı, veremli hastanın eşyaları kullanılmamalıdır. Son yıllarda verem ile yapılan savaş başarıya ulaşmış, hastalık önemli ölçüde azalmıştır. 1 9 1 O AL esiyle genelg ılık lı n a k da kat Başba lanan şlarının ın lu cek y u a r y u da n vere mk ö ın y y lu a p a o t ın r asım sivil dı. Plan litikala 2014 K anlıklar ve ele po lanı” hazırlan ştud a c k ü a b m P ce uyu çeşitli cu ile Eylem üçlerin plumsal uşturu le Acil g y e u t d e a la c iy mıy emn la Mü ıra; to yanı s urucuy sürede osyal in in r “Uyuşt da bir yıllık le vileri, s ir a b d d e t e t ın rın le rucu kapsam ıyla mücade ası, bağımlıla tıldı. Uyuştu 7 a atış cıyla azaltılm rarlı adımlar rucu s k ama e alebin a t , m k r k a e lı t v a ti ttı devşlık farkınd hizme çok ba 191 ha gelik ir lı O b n L i a A ib g ocuk danışm izmet veren uyum g ve ç h elede d lo e r a o c ö ünya y ü g s g, so ile m riyor. D asına lo e s v o e t t ik e a s lar sa t, p izm ı sonuç ıl gün 24 r tsiz ha personelle h a e r ş c a Ü irdi. şan elede b reye g dan olu cu ile mücad ın n a m u erdi. şim uz ütü, uyuştur k göst e n r g ö r e Ö yelerin Sağlık iye’yi ü k r ü T alan Karbonmonoksit Zehirlenmelerine Dikkat Son dönem İslam âlimlerinden olan Akseki, Antalya Akseki ilçesi Güzelsu nahiyesinde 1886 yılında dünyaya gelmiş olup, 9 Ocak 1951 tarihinde Diyanet İşleri Başkanı iken vefat etti. Arapça, Farsça, akaid, tefsir, fıkıh ve hadis gibi temel İslami ilimlerin derslerini aldı. 1924 yılında İlahiyat Fakültesi hadis ve hadis tarihi müderrisliğine atandı. 1947’de başkanlığa getirildi. Akseki, Saltanat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini görüp yaşamakla birlikte hizmetlerini daha çok Cumhuriyet döneminde gerçekleştirdi. İslam Dini, Askere Din Kitabı, Peygamberimiz Hz. Muhammed ve Müslümanlık en çok bilinen ve okunan eserlerinden bazılarıdır. 3.000 ciltlik özel kitaplığı DİB Kütüphanesi’nde okuyucuların istifadesine sunulmaktadır. İslam’a hizmet etmiş bu büyük âlimi vefatının yıl dönümünde rahmetle anıyoruz. CO K I S A soğuk kış günlerinde gizli bir tehlikeyle karşı karşıyayız; ‘sessiz katil’ denilen karbonmonoksit gazı. Tadı, kokusu ve rengi olmayan bu gaz fark edilemiyor. Zehirlenme anındaki ilk belirtiler; baş ağrısı, yorgunluk ve bitkinlik hissi, nefes darlığı, mide bulantısı, baş dönmesi şeklinde. Durum fark edildiğinde hemen camlar açılmalı, açılamıyorsa kırılmalıdır. Hasta hızla ortamdan uzaklaştırılmalı, 112 aranmalıdır. Ev ve işyerlerinde doğal gaz ile kullanılan cihazların her yıl bakımı ve baca temizliği yaptırılmalıdır. Karbonmonotsit gazını algılayan sensörler kullanılmalı (bu cihaz odada gaz bulunduğu sürece uyarı sesi verir ve devreden çıkmaz), doğalgaz cihazları için pencereden içeri oksijen girmesini sağlayacak havalandırma olmalı ve bunlar hiçbir zaman kapatılmamalıdır. Soba kullanılan evlerde sık sık baca tepmesi oluyorsa baca deliğinin uygun olup olmadığı kontrol edilmelidir. Şofbenler standartlara uygun olmalı, oksijen yetersizliği olduğunda kendiliğinden sönen tipte olanları seçilmelidir. AİLE 2016 OCAK 5 Yüce Allah’ın yaratılmışların en şereflisi olarak taltif ettiği yeryüzünü imar görevine memur kıldığı küçük bir âlemdir bebek. P E N C E R E HOŞGELDİN Bebek S abırsızlık, pek çok zorluk ve sayısız endişeler yerlerine yenilerini bırakırken doğum ile başlar yeni bir insanın yaşam serüveni. Her yeni doğan hem ailesine hem dünyaya yeni bir umuttur. Göz aydınlığıdır, dünya süsüdür. Yüce Allah’ın yaratılmışların en şereflisi olarak taltif ettiği yeryüzünü imar görevine memur kıldığı küçük bir âlemdir bebek. Küçücük elleri, ayakları, henüz net göremeyen gözleri, dile dökemediği sözleriyle kendisinden beklenilenden çok daha güçlü ve etkilidir. Misakı yenidir Rab ile. Ve belki de bu sebepten teninde cennet kokusu alır fark edebilenler. Yaradılış mucizesine şahitlik etmek, ayrılışa sevinip ağlayışa gülmek bir aradadır her doğumda. Bir bedende atan iki kalp ayrılırken, bebeğin 6 AİLE 2016 OCAK Dr. Fatma Bayraktar KARAHAN Diyanet İşleri Uzmanı ilk ağlayışı sadece ciğerlerinin hava ile doluşundan mıdır, bu zor dünyaya gelişin feryadı mıdır kim bilir... Doğumu mutluluk verirken etrafındakilere, ölümleri yürek yangını olur bebeklerin. Doğmadan ölenler, öldürülenler, isimleri olmasa da anne kucağından uzaklara sahillere vuranlar unutulmazlar. Utançla, pişmanlıkla bir gönül yangını olurlar. Şairin dediği gibi “Büyümez ölü çocuklar”. Oysa bu dünyayı onlar kurtaracaklar. AİLE 2016 OCAK 7 P E N C E R E Hem nimet hem emanet Bebekler geldikleri eve de sürur getirirler. Sadece mutluluk değildir getirdikleri. Evin yeni misafiri bebek verdiği sevinç kadar büyük bir sorumluluk da hissettirir. Ağır ve kıymetli bir misafirdir. Layıkıyla hazırlık gerektirir. Zannedildiği gibi sadece doğumdan önce özenle dayanıp döşenen odalar, alınan eşyalar ve ikramlar değildir hazırlanacak olan. Daha az yalan, daha az riya, daha az kötülük olsun diye bu dünyayı güzelleştirmektir belki de esas hazırlık. Evler bebeğe hazırlanır da dünya nasıl hazırlanmaz? İşte bu yönüyle bir imtihana ve büyük bir emanete dönüşür bebek ve insana taşınması emek gerektiren, bazen beli bazen boynu büktüren bir sorumluluk yükler. Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı Dr. Ülfet Görgülü “Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihandır; Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.” (Teğabûn 64/15) ayetini hatırlatarak “Dünya hayatının süsü ve göz aydınlığı olan çocuklar paha biçilmez değerde bir nimet ve imtihan vesilesidir. Rabbimiz katından bir lütuf ve emanet olarak armağan ettiği her çocuğu yaradanıyla tanıştırmak, Varoluşunun haberini sevinçle karşılamamak ve Kur’an-ı Kerim’in kınadığı (Nahl, 16/58-59) cinsiyetinden ötürü ayrımcılık yapmak çocuk nimetine şükrün gereğince yapılamaması, nankörce davranılmasıdır bir anlamda. 8 AİLE 2016 OCAK yaradılış gayesine uygun bir anlayışla yetiştirmek anne babanın sorumluluğu olduğu kadar çocuğun ebeveyni üzerindeki hakkıdır” demektedir. “Çocuğun senin üzerinde hakkın var” (Müslim, Sıyâm, 183) hadisi şerifiyle ebeveynlik görevleri bebeğin dünyaya gelişinin çok öncesinde başlar aslında. Çünkü ebeveyn, yediği, içtiği, gördüğü, konuştuğu ile doğmadan etkileyebilmektedir bebeği. Özellikle anne karnında aşama aşama oluşurken bebek her yeni gelişen uzvu ile dış dünyanın etkilerine daha açık hâle gelmektedir. Anne karnında işitmeye başlaması ile ebeveyn daha bir dikkat etmelidir konuşup, dinlediklerine. Bebeğe daha dünyaya gelmeden kimsenin kavga, hakaret, kötü söz duyurmaya hakkı yoktur. Kötü alışkanlıklar ile kanını zehirlemeye, helal olmayanla hücrelerini kirletmeye de hakkı yoktur hiçbir ebeveynin. Dr. Ülfet Görgülü, çocukları olacağını öğrendikleri andan itibaren ebeveynin bu müjdeye karşı müteşekkir olmasının, kız ya da erkek hangi cinsiyetten olursa olsun doğan yavruyu sevinçle kabullenmesinin de bir hak olduğunu belirtmektedir. Varoluşunun haberini sevinçle karşılamamak ve Kur’an-ı Kerim’in kınadığı (Nahl, 16/58-59) cinsiyetinden ötürü ayrımcılık yapmak çocuk nimetine şükrün gereğince yapılamaması, nankörce davranılmasıdır bir anlamda. Böylesi büyük bir nimetin şükrü bununla sınırlı değildir elbette. Bebeğe bir ömür boyu onunla tanınıp kıyamet gününde çağırılacağı anlamı güzel bir isim verilmesi (Ebû Dâvûd, Edeb, 61), imkânı olanın akika kurbanı kesmesi de (Tirmizî, Edeb, 63, Edâhî, 19) şükrün birer nişanesidir. Diğer yandan seçilecek isim de ismin verilmesi de birer eğitim vesilesi olacaktır. Görgülü, bunu şöyle ifade etmektedir: “Sevgili Peygamberimizin yaptığı gibi bebeğin sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunarak ismi verilir. Böylece doğar doğmaz çocuk Allah’ın ve O’nun yüce elçisinin ismiyle tanışıp ilk tebliğe muhatap olur. İsmi kulağına seslenilirken ezan-ı Muhammedî ile tanıştırılan bu minik canın her beslenme saati besmele ve dua ile buluşması, her uyku vakti “La ilâhe illallah” ve “Hû” zikri eşliğinde söylenen ninnilerle ruhunun teskin edilmesi için bir fırsata dönüştürülür.” Annelik babalık makamı Bu minik can henüz bakıma, ilgiye ve dikkate alabildiğine muhtaçtır ancak büyük bir değiştirici güce de sahiptir. Bir kadını, anne; bir adamı baba yapar. Onun varlığı ile dede, nine olur insan. Ve bir evi bütünüyle değiştirir. Bu değişim sadece sevinç, neşe ve mutluluk değil; yorgunluk, telaş, endişe ve korku bile içerebilir. Yaşam biçimini etkileyen, geceyi gündüze, gündüzü geceye çevirebilen bir değişimdir bu. Aile ilişkileri de etkilenir bu yeni üyenin varlığından. Bir çocuk, yeni bir bebek doğduğunda büyür mesela; abla ya da abi oluverir hemen. Ailenin ilgisi, sevgisi, dikkati farklılaşır, bebeğin sevgisi odak noktası olur. Ancak bu büyük sevgide de ölçü esas olmalıdır ki aile dengeleri bozulmasın, ilişkiler örselenmesin. Psikoterapist Uzm. Dr. Timur Harzadın bu ölçüyü ve ailenin bu yeni üyesinin gelişiyle abi ya da abla olan çocuklara nasıl davranması gerektiğini şöyle ifade etmektedir: “Ailenin, yeni bebeğin aileye katılmasının öncesinde ve sonrasında yaşanacak değişimlere çocuğunu hazırlaması gerekir. Kardeşi olacağını öğrenen çocukta bir süre kıskançlık görülmesi normal bir duygudur. AİLE 2016 OCAK 9 P E N C E R E Böyle bir durumda çocuğa kızılmaması ve alay edilmemesi gerekir. Zaten küçük çocuklar hislerini çok iyi ifade edemez. Bu yüzden altını ıslatma, yaramazlık yapma gibi olumsuz davranışlar sergileyebilirler. Bu sorunlar çoğunlukla kısa sürelidir. Anne babanın yapacağı ön hazırlık bu süreci kolaylaştırır. Eşler diğer çocuğa da zaman ayırma- açıdan tanışmalarını sağlar. Bu durum hem bebek, hem kardeş, hem de baba açısından yararlı bir hareket olacaktır.” Uzman Dr. Harzadın, sadece ailedeki diğer çocuk için değil ailenin diğer üyeleri için de “Tüm hayatın yeni gelen bebek üzerine kurulması ailede temel bazı duygusal ihtiyaçların karşılanmamasına neden olur. Aksi durumda ise çiftler Aileye yeni bir bireyin katılması süreci hiç şüphesiz en fazla anneyi yorar ve zorlar. Hamilelik ve doğum, doğumun ardından ara vermeden üstlenilecek yeni görevler bu yorgunluğu daha da artırır. yı unutmamalılar. Birlikte kitap okumak, oyun oynamak, alışverişe gitmek çocuğa iyi gelen faaliyetler olabilir. Bebek ile hem kardeşin hem de babanın yeterince zaman geçirmesi ruhsal 10 AİLE 2016 OCAK arasında çatışmalar başlayabilir. Bu durumda ise bebek giderek istenmeyen bir bebek hâline dönüşebilir” demektedir. Çoğu ailede bu süreçler kolayca ve tabi akışında atlatılır. Kazanılan yeni rollerin benimsenmesi, görev dağılımında düzenlemelerin yapılması elbette zaman alacaktır ancak karşılıklı anlayış, sevgi ve özen ile bu süreç güzel şekilde geçirilebilecektir. Aileye yeni bir bireyin katılması süreci hiç şüphesiz en fazla anneyi yorar ve zorlar. Hamilelik ve doğum, doğumun ardından ara vermeden üstlenilecek yeni görevler bu yorgunluğu daha da artırır. İslam fıkhında “lohusalık” olarak isimlendirilen bu süreçte bebek gibi anne de özel bakım ve dikkate ihtiyaç duyar. Dr. Ülfet Görgülü’ye göre “fiziki bünye, kalıtım ve çevre şartlarına göre değişkenlik gösterebilen ancak genellikle azami kırk gün civarında seyreden lohusalık -dini literatürde nifas- sürecinde kadın bir yandan kan kaybetmekte, diğer yandan hayata yeni katılan yavrunun maddi, manevi ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmakta, bu yoğun temponun üstesinden gelmeye çabalamaktadır. Kadının biyolojik ve psikolojik olarak önemli değişiklikler yaşadığı bu dönemde başta eşi olmak üzere yakınlarının ilgi ve desteğine ihtiyacı olduğu unutulmamalı, imkân ölçüsünde yükünü hafifletmeye gayret göstermelidir” demektedir. Psikoterapist Uzm. Dr. Harzadın da “Diğer aile bireylerinin anneye yardımcı olması, gerekmektedir. Bu sürecin en az sorunla atlatılması için babanın aktif rol alması önerilir. Eğer erkek eşi, bebek ve diğer bireylerle yeterince yakınlık kurarsa kadının bu dönemi geçirmesi daha kolay olacaktır” diyerek erkeğin bu süreçteki rolüne işaret etmektedir. Kadın ve erkek üzerlerine düşen bu yeni görevleri hakkıyla yerine getirdiklerinde henüz dünyaya gözlerini açan bebekleri ile anne baba olmak makamını kazanabileceklerdir. Bu makam hakkı verildiğinde memnuniyetleri evlatlarına cennet kazandıracak bir kapı olur. Allah Rasulü’nün ifadesi ile “Anne baba, kişinin cennete girmesine vesile olacak en yüce kapılardan birisidir…” (Tirmizi, Birr, 3) Kadına ve erkeğe böylesi bir makamı kazandıran bebek böyle büyük bir nimet, böyle ağır bir emanettir. Ve tam da bu sebeple her doğum bir müjde, ziyadesiyle şükrü gerektiren ve “hoş geldin bebek” dedirten bir hadisedir. Bebek ile hem kardeşin hem de babanın yeterince zaman geçirmesi ruhsal açıdan tanışmalarını sağlar. AİLE 2016 OCAK 11 B İ Z B İ Z E “İyi” olma yolunda incelik sahibi olmak, bir eğitim ve emek ister. Bu yüzden ilk muallim olan anne ve babalar, nezaket sahibi nesil yetiştirmede sorumludur. E “ Dr. Serpil BAŞAR Uzman Vaiz nezaket Ailede Değişmeyen Bir Değer 12 AİLE 2016 OCAK fendim kızım” dedi kadın kısık bir sesle telefonda… Kızı boyama defterinin nerede olduğunu soruyordu annesine. Annesi aynı kısık sesle cevap verdi telefonda ve tarif etti yerini. Hayret, etrafta rahatsız edecek bir kalabalık da olamamasına rağmen, zor duyulabilir bir ses tonuyla telefonda konuştu kadın. Sebebi sorulunca şöyle cevap verdi: “Çocuklarım evde de bu ses tonuna alışıklar, daha yüksek sesle konuşursam endişelenebilirler. Biz evde eşimle de bu ses tonunda konuşuyoruz. Başka türlü çocuklarımıza incelikleri nasıl öğretebiliriz ki?” Güzel bir soru, güzel bir davranış biçimi. Giderek artan kavga, gürültü, şiddet ortamında kısık sesle konuşmayı tercih eden ebeveynler görmek sevindirici. Daha ses tonumuzdan iletişimin başladığına dikkat çeken Hz. Lokman’ın evladına “alçak sesle konuş.” nasihatinde olduğu gibi. (Lokman, 31/19.) çoktan “senden de” diyemeyecek kadar din dilinden ve nezaketten uzak! “Evladım elimde alışveriş poşetlerim var, karşıdan karşıya geçmeme yardım eder misin?” diye bir lise öğrencisine sordu yaşlı kadın. “Elbette” cevabını alınca sevindi. Birlikte karşıdan karşıya geçtiler akan trafik içinde telaşla. “Sağol evladım Allah razı olsun” dedi yaşlı kadın gülümseyerek. “Sorun değil teyze” diyerek arkasını dönüp gitti genç liseli delikanlı. Kadın aldığı cevabın etkisiyle şaşkın ama karşıya geçebilmekten de memnun. Allah razı olsun duasının karşılığının, nice zamandır “not a problem/ sorun yok” olduğunu öğrenmiş oldu elbette. Bu da bir başka an işte, şehir hayatından. Şükür, yardım çağrısına kulak vermiş bir genç diyoruz içimizden. Ancak kullandığı dil, “Ahlakın yanına nezaketi, maneviyatın yanına samimiyeti koymamız gerek, öyle daha güzel olacak” diyor yazar İbrahim Tenekeci. O hâlde nezaket güzel ahlakın görünür, hissedilir önemli bir işaretidir. Güzel bir huy olan nezaket, insan tanımada geçerli ve önemli bir ölçümüzdür. Nezaket, bir zayıflık belirtisi de değildir. “Beden-ruh” arasında şekil bulan insanoğlunda duyguların, düşüncelerin, davranışların kötülükten arınmışlık ve duruluk ifadesidir. İnce ve zarif insandan, kötülük umulmaz olur. Ne de olsa uygun dış görünüm ya da giysiler, insana bir kapıdan geçmeyi sağlayabilir. Ancak, bilgi ve görgü, kapının ardındaki dünyaya ait olmayı sağlayacak ve devamlılık AİLE 2016 OCAK 13 B İ Z B İ Z E işçiliğidir ve topluma ferahlık veren, yüzleri gülümseten, kalpleri diri tutan ve onaran bir inceliktir. “Ey iman edenler (rastgele) peygamberin evlerine girmeyin…” (Ahzap, 33/53.) ayet-i kerimesi misafirlikte ölçüye, nezakete başka bir açıdan dikkat çekmektedir. Daha bir çocukken aldığımız misafir olma ve misafir karşılama adabından örnek vereceksek “müsait misiniz?” sorusuna aldığımız “buyurun gelin” cevabıyla varırız dostları- getirecektir. O hâlde tüm ilişkilerde nezaket, bozulmayı, kırılmayı önleyip, devamlılık ve sağlamlık getiren bir özelliktir. Bu ahlaka sahip kişilerin oluşturduğu aileler, huzurun ve mutluluğun doğal rüzgârında varlık bulur ve topluma da örnek olurlar; birbirini dikkate alıp, bir amaç etrafında toplanabilmeyi sağlayan bir uzlaşı zemini oluşturabilir, kopmayan ve değişmeyen değerleri bir bir inşa edebilirler. İslam dünyası da böylesi aileler sayesinde tevhide dayalı bu değişmeyen değerler ışığında, yaşamı tecrübe etmekte ve var olmaya, yol bulmaya devam edebilmektedir. Yaşam tecrübesinde aile, insanın birbirini var ettiği ilk top- 14 AİLE 2016 OCAK lumsal birlik olarak, “şefkatin, saygının, nezaketin” öğrenildiği, hücrelere kaydedildiği yerdir. Aile, her şeyin aslına uygun olduğu, tevhidin solunduğu, hakikatin yaşandığı bir kurum olarak, saygı, sevgi, incelik tohumlarını ekerken yüreklere, insanı hayata hazırlamakta, sorunlara karşı güçlendirip kıyam ettirmektedir. Aile içinde yaşama dair ne varsa biriktirilirken bir yandan, aile üyeleri de önce birbirlerini görmekte ve dikkate alıp varlıklarına var olmaya devam etmelerine özen göstermektedirler. O hâlde kulun ne Rabbi olan ilişkisinde ne de toplumsal hayatta iyi bir yer edinmesi ve iyi bilinmesi rastlantı değildir. “İyi” olma yolunda incelik sahibi olmak, bir eğitim ve emek ister. Bu yüzden ilk muallim olan anne ve babalar, nezaket sahibi nesil yetiştirmede sorumludur. Çocuğun hamurundaki incelik ve nezaket mayası, önce ailesinde tutmalıdır. Günlük hayatımızda yolda yürürken, sırada beklerken, alışveriş yaparken, evde bir sofra başında ailece toplanmışken, akraba ziyaretinde ve bayram tebriğinde iken, komşunun hâl hatrını sorarken, selam verirken konuşanı saygıyla dinlemek, insanları zor durumda bırakmaktan kaçınmak, ihtiyacı olana onuruna zarar vermeden yardım etmek, azlıklarıyla alay etmemek, kırmamak, dökmemek, üzmemek… Hepsi bir nezaket istemek de kabalık kabul edilir yaşımız kaç olsa da. Kâinatın Efendisi (s.a.s.), ümmetine: “Allah Refiktir, bütün işlerde rıfkı sever. (Buhari, İstitabe, 4.)” demiştir. Yumuşak huylu bir tabiat, insana Rabbin rızasını alacak işleri yapabilecek bir yetenek de sağlamaktadır. “Yumuşak huydan yoksun olan, iyilikten de yoksun olur.” (Müslim, Birr, 23.) derken de ümmetine iyi olmanın yolunu tarif etmiştir elbette. Nezaket hâl dilidir. Ne- “Yumuşak huydan yoksun olan, iyilikten de yoksun olur.” (Müslim, Birr, 23.) mızın kapısına. O anda bize uzatılan terlikler, eve güzelce buyur edilmenin bir göstergesidir. Hatırlar sorulsa da cevaplar sabırla beklenir muhataptan. Dualar karşılıklı edilir, kalpler ısınır, tatlı bir muhabbet devşirilir sunulan çaylar arasında. İkramlar tatlı bir ısrar ile sunulurken edilmesini zaket, çocukken hücrelerine işlemediyse kolay kolay öğrenilmez. Bu ölçülülüğü öğrenmesini beklemekle ömürler boşa geçirilir. O hâlde aile, saygının, sevginin, merhametin ve nezaketin yaşanıp, tohumlarının atıldığı bir bahçedir ve öyle olmaya da devam etmelidir. ...Nezaket, öncelikle bir saygı, sevgi, dikkat, özen, duyarlılık, sorumluluk, mesafe sarmalıdır ve insan ilişkilerinde mesafe ihtiyacı önemlidir. Çünkü adab-ı muaşeret önce bir mesafe meselesidir. Mesafeye göre ilişkiler şekillenir, duygu düşünce iletilir ve karşılanır. İnsan da kendini buna göre iyi ya da kötü hisseder. Nezaketli insan, nerede nasıl duracağını bilen, bulunduğu mesafeden “ne yaparsam, karşımdaki ne hisseder” diye düşünebilme yeteneğine sahip olandır. Bunun için, inceliği, ölçülülüğü, hoşgörüyü ve insan severliği içselleştirmiş olmak gerekir. Bunları ahlakında barındıran insan etrafında, ilişkilerinde latif bir iklim oluşturur, ezilmeden teşekkür eder, cümlelerine çekinmeden lütfenler ekler… AİLE 2016 OCAK 15 S ÖY L E Ş İ Hastalıkların Tedavisinde de Sıcak, Sevgi ve Şefkat Dolu Bir Aile Önemli Bir Faktör Dr. Fatma Bayraktar KARAHAN Diyanet İşleri Uzmanı İçinde yaşadığımız dünyada hız ve hırsların egemenliğini çok yoğun hissediyoruz. Pek çok değişimle karşı karşıyayız. Bütün bunlar size gelen vakaları ve ailenin sorunları değiştirdi mi? B u çağ kalabalıklar içinde insanların kendini yalnız hissettiği bir çağ, iletişim alanları ve ulaşım alanlarının tüm fazlalığına rağmen. İnsanlar önceleri doğdukları yerde büyüyorlardı. Günümüzde doğdukları yerden uzakta büyüyen insanlar kendi yakınları ve akrabalarıyla bile görüşemiyor. Tamamen yalıtılmış bir şekilde, tamamen kozmopolit ortamlarda yaşanıyor. Bu sahici derin dostlukları engelliyor. Eskiden dayanışmaya, paylaşmaya önem verilirken şimdilerde yüzeysel ve çıkara dayalı ilişkiler hâkim hâle gelmiş durumda. Diğer yandan aile değerleri zayıflıyor. Ailenin strese karşı bir kalkan olma etkisi azalıyor. İnsanlar kıyasıya maddi yarış içerisindeler. Ekmek aslanın ağzında, deniliyor. İnsanlar devamlı zenginliklere koşturuyorlar. Böyle olunca tabi insanlar psikolojik olarak zorlanıyor, ruh sağlığı problemleri artıyor. Âdeta medeniyetin, teknolojik gelişmelerin bedelini ödüyorlar. Ve maalesef eskiye göre daha huzurlu, mutlu değil insanlar. İmkânlar, teknoloji gelişmiş, herkesle görüşülebiliyor, konuşulabiliyor ama bunun bedeli olarak mutluluklar ve kalbi duygular kaybedilmiş. Prof. Dr. Sefa SAYGILI 16 AİLE 2016 OCAK insanlar doğdukları, büyüdükleri yerlerde yaşıyor; oradan huyunu suyunu bildikleri bir insanla evleniyorlardı. Ve ailelerin desteği oluyordu. Şimdiye göre daha sağlıklı ve köklü aileler kuruluyordu. Günümüzde insanlar evlenmemeyi veya çok daha geç evlenmeyi tercih edebiliyorlar. Bu da aralarındaki uyum sağlamayı zorlaştırıyor. Diğer yandan ailelerin çocuk sayısı da çok azaldı. Bu da aile bağlarını zayıflatan bir unsur… Eskiden ailenin dört veya beş çocuğu olurdu. Ailede daha bir sıcak hava olurdu. Aileyi zayıflatan başka bir unsur da eskiden koruyucu kanatlarını evlatları üzerine geren ya aile içinde idi ya da yakın yerlerde olan aile büyüklerinin şimdilerde evlerinden uzak kalmış durumda. Çekirdek aile ile geleneksel aileyi kaybettik. Bu da problem oluşturuyor tabii. Yine eskisi gibi aile bir araya gelip sohbet edemiyor. Anne çalışıyor, baba çalışıyor, iş saatleri uzamış. Çocuklar okula gidiyor. Bir araya geldikleri vakitler dar. Eskiden bir odada soba varken şimdi kalorifer var ve herkes kendi odasına çekiliyor. Bilgisayar, cep telefonu… Birlikte otururken bile mesaj atılıyor veya internete giriliyor. İnsani ilişkiler kaybolmuş durumda. İnsani ilişkiler kayboldukça, ailenin bir arada geçirdiği vakit azaldıkça aile birliğinin o sevgi dolu ortamı ve ailenin koruyucu yönü zayıflıyor. Oysa aile gerçekten günümüzde korunması, geliştirilmesi, sağlamlaştırılması, önem verilmesi gereken bir konu… Çünkü aile strese karşı bireyleri koruyan bir kurum. Psikiyatri de biliyoruz ki sadece psikolojik hastalıklar için değil bedensel hastalıklarda bile sıcak, sevgi dolu bir ailesinin olması mutlak koruyucu bir faktör. Yine hastalıkların tedavisinde de sıcak, sevgi ve şefkat dolu bir aile önemli bir faktör. muhakkak sofraya önem vermeliler. İnsan yediği zaman endorfin denilen hormon salgılanır. Bu mutluluk hormonu salgılanırken insanlar telkine, ikna olmaya yatkındır. Zaten bütün iş görüşmeleri, anlaşmaları yemekte olur, dikkat ederseniz. Günümüzde bu sofra geleneğini canlandırmamız lazım. Annenin, babanın, çocukların bir arada olduğu vakitleri kestirmek mümkün değil. Hafta sonu da aile sofra başında buluşmuyorsa… Gelen hastalardan biliyorum aylarca birlikte sofraya oturmamış aileler var. Bu sadece ailede sıcaklığı birbirine bağlamak için değil. Çocuğun başarısı için de sosyalleşmesi için de gerekli. Diğer yandan sofra kültürü işlenmiş ve rafine gıdaların tüketiminin azaltılmasını da sağlayacak. Sofraya oturulmadığında çocuklar cipsler, patates kızartmasıyla, gofretle, Aile bireyleri daha çok bir araya gelmeliler. Piknikler, geziler, beraber çay, kahve sohbetleri bir de muhakkak sofraya önem vermeliler. şekerli içeceklerle doyuyor. Sağlıklı gıdalara karşı yabancılık çekiyor. Bol yağlı, tuzlu insanı lezzet bakımından tahrik eden ama sağlığını bozan yiyeceklere alışıyor, bağımlı hâle geliyor. Hâlbuki sofra başında evde yapılmış yemekler yenilse, çocuklar farklı tatlara alışır. Yani sofra kültürünü yeniden canlandırmak zorundayız. Ve aileyi güçlendirecek bir önemli husus da anne babanın çocuklarına kaliteli vakit ayırması, onlarla ilgilenmesi. Bugün artık “ailenin kalkan” olmasından da söz edemiyoruz maalesef. Toplumsal değişimin önüne geçmek mümkün değil. Ancak bu şartlara ve içinde bulunduğumuz duruma rağmen aileleri güçlendirmek için neler önerebilirsiniz? Sağlıksız ve işlenmiş gıdalarla beslenmenin çocuğun psikolojinde de etkisinden söz edebilir miyiz? Çünkü günümüzde maalesef aile kavramı zayıflamış durumda. Eskisi kadar önem verilmiyor. Dediğim gibi eskiden Bir şeyler yapabiliriz. Mesela aile bireyleri daha çok bir araya gelmeliler. Piknikler, geziler, beraber çay, kahve sohbetleri bir de Kesinlikle. Çocuğu şekerle ve işlenmiş gıdayla büyütmemek lazım. O şeker bağımlılık yapıyor. Şimdilerde çok daha ucuza mal AİLE 2016 OCAK 17 S ÖY L E Ş İ S ÖY L E Ş İ edilen glikoz ve früktoz şurupları çıktı. Daha fazla tatlılık veriyorlar. Ama bütün bünyemizi tahrip ediyorlar. Beyindeki doyma hissini bile bozuyor. Çocuklarda bile obezite ve diyabeti artırıyor. İşin üzücü yanı böyle giderse bugün doğan çocukların yüzde ellisi 40 yaşına geldiklerinde şeker hastası olacak. Bunların oluşturduğu psikolojik etkilere gelince kişilik problemleri, dikkat eksikliği ile de bu gıdaların yakından ilgisi var. Şekeri devamlı yüksek tuttuğu için beynin yeterli gıda almasını engelliyorlar. Çocuk dikkatini toparlayamıyor. Bu dönemde çok karşılaşılan bir sorun, dikkat eksikliği… Ayrıca yüksek şeker doyumsuzluk hissi veriyor. Doyum ve tatmin eşiği yükseliyor. Sürekli hâlinden şikâyetçi, hiçbir şey ile memnun olamıyor çocuklar bugün. Yine şekerli gıdalar çok fazla enerji veriyorlar. Çocuk o enerjiyi harcayacak yer bulamıyor. Eskiden çocuklar geniş alanlarda koşarak, top oynayarak enerjisini harcayabiliyordu. Şimdi çocuklar bir dairede büyüyor. Daire demek de yanıltıcı. Çünkü her odaya girmeleri yasak çocukların… Mutfağa çocukları sokmuyorlar aileler. Salona misafir geliyor, vitrinde eşyalarım var deniliyor. Odalar zaten dar. Çocuk sosyalleşemiyor. Bugün çocuk psikiyatristleri en çok hastası olan hekimler hâline geldiler. Bunun gıdalarla da çocuğun egzersiz ve hareket ortamını engelleyen ortamla da yakın ilgisi var. Bu nedenle çocukları sağlıklı gıdalarla beslemek lazım... Her annenin çocuğunu en az Eskisi gibi aile bir araya gelip sohbet edemiyor. Anne çalışıyor baba çalışıyor iş saatleri uzamış. Çocuklar okula gidiyor. Bir araya geldikleri vakitler dar. Eskiden bir odada soba varken şimdi kalorifer var ve herkes kendi odasına çekiliyor. Bilgisayar, cep telefonu… Birlikte otururken bile mesaj atılıyor veya internete giriliyor. 18 AİLE 2016 OCAK altı ay kendi sütüyle beslemesinin çocuğun büyümesinde, şahsiyetinin gelişmesinde büyük etkisi var. Kur’an-ı Kerim’de geçtiği gibi iki yıla kadar gıdalarla bunu uzatmak lazım. Dediğim gibi çoluk çocuk sofraya oturmalı, mutfak yemeklerinden yemeli, tatlıya alıştırılmamalı. Yemek çeşitleri değiştirerek çok çeşitli yemekler yerine tek veya iki çeşitle ama doğal gıdalarla çocuk beslenmeli. Ailenin güçlenmesinde kaliteli zaman geçirmekten bahsettiniz. Buna dönecek olursak anne babalar olarak bu zamanları çocuğuna nasihat etme gibi algılıyoruz bazen. Biz ona bir arada vakit geçirmek diyoruz. Bir de nasihatle çocuk davranışlarını değiştirmez. İyi örnekle, uygun model olmakla ancak davranışlarını değiştirir. Anne baba iyi rol model oluyorsa çocuk için en iyi eğitim odur. Bu da çocukla birlikte daha çok vakit geçirmeyi gerektirir. Ancak burada önemli bir nokta çocuğun her isteğinin gerçekleştirildiği bir durum değil bu. Maalesef artık aileler çocuk erkil hâle geldiler. Yani çocuk sayısı azaldı. Anne ve babalar çocukların üzerine aşırı düşüyorlar. Her şey çocuğa göre hazırlanıyor, çocuk ekseninde dönüyor. Aşırı derece de evetle yetiştiriliyorlar. Bu ise çocukları mutsuz ve tatminsiz yapıyor. Anne, ben merhametli bir anneyim zannediyor. Oysa aşırı merhamet merhametsizlik getiriyor. Çocuğa hayır demek; güçlükleri, zorlukları göstermek gerekiyor. Ve bazı şeylerin olmayacağını bilmesi anlaması önemli. Bir de internet ve televizyon karşısında geçirilen vakitler var ki özellikle bilgisayar oyunlarıyla… Maalesef bu da çocukları günümüzde olumsuz etkileyen bir durum. Çocuğun en çok savunma mekanizması bilgisayardan ödevimi yapıyorum. Araştı- rılmadan, kaynaklara, ansiklopedilere bakılmadan yapılan ödev zaten amacına tam anlamıyla ulaşmış olmayacak. Ayrıca bilgisayar oyunları karşısında uzun süreler geçirildiğinde birtakım davranış problemleri de giderilemez. Kesinlikle zararın neresinden dönersen kârdır. Hiçbir zaman geç değildir. Ergenlikte de esas olan çocuk ile iletişim kurmak, onunla yakından ilgilenmek, problemlerini konuşabilmek… Burada görev daha çok babalara düşüyor. Ergenlik problemleri anneyi biraz aşabiliyor. Bir de çocuğa baskıyla, nasihat ederek, zoraki yaptırmak yerine çok hissettirmeden yardımcı olmak lazım. Çocuk şunu hissetmeli: “Annem, babam benim yanımda ben ne zaman zor duruma düşsem onlar bana destek olur.” Gidip çocuğa kuru kuru nasihat edersek faydası olmuyor, ters tepiyor. Çocuğun bir kulağından giriyor diğer kulağından çıkıyor. Ama çocuktan bir talep gelirse, bir sorum var derse işte burada devreye girip konuşmak lazım. Burada çocuğun hazır olduğu konumu ve zamanı da kollamak gerekiyor. Özellikle ergenlik döneminde çocuk anne babayı artık devre dışı bırakıyor. Arkadaşlarına daha çok önem veriyor. Bir takım sahte kahramanlara, popüler kimselere, şöhretlere daha fazla ilgi gösteriyor. Ancak anne babaların yeri elbette farklı… Onları yalnız bırakmamak lazım. Özellikle babaların maalesef yeteri kadar devrede olmayışından bazı sorunlar çözülemiyor. Türkiye’de şöyle bir anlayış var. Baba diyor ki; dışardan bunların parasını getiriyorum, masrafını karşılıyorum. Anne de çocuğun eğitimi ile ilgilensin. Öyle bir şey doğru değil. Anne ile babanın çocuk eğitimindeki katkısı yüzde ellidir. Ergenliğe kadar annenin görevi daha fazla, ergenlikte babanın görevi daha ağır basıyor. Bir kuş nasıl iki kanadı ile uçarsa anne baba ile birlikte çocuk var olur. Yetişkin hâline gelir. Çocuk kişiliğini, cinsiyetini anne ve babası ile birlikte öğrenir, böyle geliştirir. Onları örnek alır, taklit eder. Çocuk, biz farkında olmadan bizim davranışlarımızı takip eder, kişiliğini oluşturmaya çalışır. Bu sebeple ergenlik çağında babanın daha çok devrede olması, her dönemden çok daha fazla çocuk ile ilgilenmesi lazım. Bilgisayar oyunlarını çocukların hayatından tamamen çıkarmak mümkün mü? Tamamen değil ancak sınırlamak lazım… Haftanın belli günleri ödevleri yaptıktan sonra izin verilebilir. Ancak bazı ailelerde görüyorum dersten yorulduktan sonra bilgisayar oyunu oynanıyor. Bu da doğru değil. Çünkü ders de, bilgisayar oyunu da görsel, işitsel mekanizmaya dayanıyor. Birinden yorulan öbüründe dinlenemez, daha çok yorulur. Alternatif bir şey bulmak lazım… Çocuğun koşması, arkadaşları ile hareket edecek fiziksel ortam bulması gerekli. Hobileri olacak. Koleksiyonlar yapacak. Spor yapacak. Bunlar ders sonrası dinlenme alternatifleri olabilir. Yoksa bilgisayar oyunu çocuğu daha çok yorar. Zihnini dağıtır, meşgul eder. Derse konsantre olmasını zorlaştırır. Bilgisayarın rengârenk ekranından sonra siyah beyaz yazıların karşısına geçmesi ve öğrenmesi çok zorlaşır. AİLE 2016 OCAK 19 A İ L E - C E Çocuklar Anlar Betül BALTACI Uzman Psikolog Fotoğraf: Ayşe Öztürk Her ne kadar gizlemeye çalışsak da çocuklarımız bizim o anki duygusal hâlimizi (sevinçli, üzgün, kızgın vs.) hissederler. Fakat çoğu zaman algıladıkları bu durumlara bir anlam veremezler. 20 AİLE 2016 OCAK G ünümüzde insanlar arasındaki iletişim hakkında elimizde birçok bilgi olmasına rağmen, bu bilgi çocuk yetiştirmede maalesef yeterince kullanılamamaktadır. Çevremize baktığımızda ebeveynlerin çocuklarıyla konuşmalarında ciddi yanlışlar yapabildiklerini ya da “zaten anlamıyor” düşüncesiyle yanlarında konuşulmaması gereken konuları konuştuklarını görmemiz mümkün. Bu zannın aksine, çocuklar daha küçük yaşlardan itibaren yanlarında konuşulanları anlamaya başlarlar. Bebekler kelimelerin anlamlarını tam bilmeseler bile, anne babalarının konuşma sırasındaki duygu ve davranışlarını fark edebilirler. Çocuk gelişimi ve psikolojisi üzerine yapılan çalışmaların ortaya koyduğu sonuçlara göre, çocuklar daha 4 aylık olduklarında kendi isimlerini algılayabiliyorlar. 7 aylık olduklarında ise çoğu zaman hareketleriyle isteklerini belli edebiliyorlar (kollarını uzatarak kucaklanmak istemek veya “gel gel” işareti yapmak gibi). Gelişimin ileriki dönemlerinde 9 aylık olduklarında ise isimleri söylendiğinde tepki gösterebilen çocuklar, 12-15 aylık olduklarında “hayır” ya da “dokunma” gibi kelimeleri anlayabilmektedirler. 36 aya ulaştıklarında ise bir çocuk iki parçadan oluşan “Odana git ve çantanı al” gibi bir cümleyi rahatlıkla anlayabilmekte ve doğru tepki verebilmektedir Her ne kadar gizlemeye çalışsak da çocuklarımız bizim o anki duygusal hâlimizi (sevinçli, üzgün, kızgın vs.) hissederler. Fakat çoğu zaman algıladıkları bu durumlara bir anlam veremezler. Bu da onlarda duygusal karışıklığa ve güvensizliğe yol açabilir. Anne babaların çocukların ya- AİLE 2016 OCAK 21 A İ L E-C E meni istemiyorum” şeklinde bir ifadeyle yanlış yaptığını anlatmamız gerekir. Anne babalar her konuda olduğu gibi öfke kontrolü ve tartışma ahlakı konusunda da çocuklarına örnek olmalıdırlar. Aralarındaki anlaşmazlıkları mümkün olduğu kadar çocukların olmadığı yerlerde gidermeye çalışmalıdırlar. 22 AİLE 2016 OCAK nında sert tartışmalara girmeleri ya da kavga etmeleri çocuklarda agresiflik ve içine kapanıklık gibi ciddi psikolojik sorunlara yol açabilmektedir. Tartışma esnasında yetişkinlerin birbirlerine söyledikleri sözler çocuklar tarafından algılanmakta ve o anki duygusal durum ile ilişkilendirilmektedir. Karşı tarafı rencide edecek ve küçük düşürecek sözler küçük yaşlarda çocukların hafızalarında yer eder. Ebeveynler bu sözleri çocuklarından beklenmedik bir anda duyduklarında kısa bir şaşkınlık yaşarlar ve hemen tepki göste- rirler. Bu çocuk için çok ilginç bir deneyim olur, çünkü sadece bir kelime kendisinden daha büyük insanları harekete geçirmiş ve ilgilerini çekmiştir. Bu deneyimden hoşlanan çocuk daha fazla bu tür kelimeler kullanma eğilimine girebilir ve ileriki yaşlarda böylesi bir konuşma şekli geliştirebilir. Çocukların yanında başka insanlar için de rencide edici kelimeler kullanmamak gerekiyor. (şişman komşu, aptal patron, gıcık iş arkadaşı vb.) Birçok bilimsel çalışma 8-10 yaşındaki çocukların imalı konuşmaları ve abartılı ifadeleri anladığını göstermiştir. Demek ki, bu yaşlardan itibaren çocuklarımızın yanında konuşurken daha da dikkatli olmamız, özellikle cinsellik, şiddet ve hakaret içeren konuşmaları ima ederek dahi olsa konuşmamamız gerekiyor. “Kullandığı kötü kelimenin anlamını çocuğuma söylemeli miyim?” Argo veya kaba sözcüklerin anlamını çocuğunuza anlatmanız veya anlatmamanız tamamen çocuğun yaşına bağlı. 4 yaşındaki bir çocuk söylediği kötü kelimenin anlamını anlatsanız bile anlamayabilir. O bakımdan aşırı tepki vermeden “bu söylediğin çok kötü bir kelime, beni üzdü, bir daha söyle- Anne babalar her konuda olduğu gibi öfke kontrolü ve tartışma ahlakı konusunda da çocuklarına örnek olmalıdırlar. Aralarındaki anlaşmazlıkları mümkün olduğu kadar çocukların olmadığı yerlerde giderme- tartışma ve kavgaların çocuklar üzerindeki etkisi daha fazla ve derin olacaktır. Araştırmalara göre bu ölçüde bir kavga çocuklar açısından ‘felaket’ anlamına geliyor. Çünkü bu durum çocuk için ait olduğu tek ailesi ve bir anlamda dünyası dağılma tehlikesi yaşıyor anlamına gelecektir. En sevdiği insanlar olan Çocuğunuz küfürlü veya hakaret içeren kelimeler kullanırsa Öncelikle hemen telaşa kapılmamanız çok önemli. Göstereceğiniz aşırı tepkiler karşısında çocuk küçük bir kelime için neden bu kadar büyük tepki gösterdiğinizi anlamakta zorluk çekecektir. Bu kelimeleri kullandığı zaman kesinlikle gülmeyin ve bunu aile içinde eğlence konusu yapmayın. Çünkü o takdirde komik ve güzel bir iş yaptığını, bütün ilgiyi üzerinde topladığını düşünerek bu davranışı tekrarlayacaktır. En doğru tepki “Kızgın olabilirsin ama bu kelimeleri kullanmıyoruz” şeklinde onu uyarmamızdır. Kullandığı bu kelimenin karşıdaki insanı rencide edeceğini ve aynısının kendisine söylenmesi hâlinde neler hissedeceğini hatırlatmak da faydalı olacaktır. ye çalışmalıdırlar. Ebeveynler arasındaki tartışmalar şiddetlerine ve türlerine göre farklılık gösterirler. Günlük işlerle ve görev dağılımı ile ilgili tartışmalar olabileceği gibi daha derin ve evliliğin gidişatını belirleyecek kimin ‘haklı‘ veya ‘kazanan’ olduğunun sorgulandığı ağır tartışma ve kavgalar da yaşanabilir. Sözünü ettiğimiz bu tür ağır anne ve babasından birini veya ikisini birden kaybetme endişesi yaşayan çocuk, kapıların çarpıldığı ve hakaretlerin havada uçtuğu, hatta şiddet uygulanan bu ortamda zaten çok korkmuş olacaktır. Normalde sevgi dolu ve şefkatli davranışlar sergileyen anne babasının neden bu şekilde davrandığına anlam veremeyen çocuklar çoğu zaman suçu farkında olmadan kendilerinde arama eğilimine de girerler. Çocuğun anne baba arasındaki bu tartışmalara hakem olarak dâhil edilmesi ve “kim haklı sen söyle!” ya da “haklı değil miyim?” gibi bir soruya muhatap edilmemesi de gerekir. Gelenek ve kültürümüz gereği bizden büyüklere gösterdiğimiz saygıyı onların yokluğunda da devam ettirmemiz çocuğumuza örnek olacak, aile bağlarının kuvvetlenmesi açısından da önemli bir rol oynayacaktır. Bu sebeple anne babalar eşlerinin aileleri (kayınpeder, kayınvalide, teyze, hala, dayı, amca) hakkında kaba ve hakaretamiz kelimeler kullanmamaya özellikle dikkat etmelidirler. Diğer yandan yapıcı tartışmalar, kendi düşüncesini ifade edebilme yeteneği açısından çocuklar için faydalıdır. Çocuğun anne babasından öğreneceği en önemli davranışlardan biri de kendi istek ve düşüncelerini tartışma kültürüne uygun olarak ifade edebilmek olacaktır. Bu sayede çocuk kendi fikirlerini karşı tarafa kavga etmeden aktarmanın önemini daha erken yaşlarda kavramış olur. Sonuç olarak; çocuklarımızın algıları doğdukları andan itibaren zannettiğimizden çok daha fazla açıktır ve bizler ilk yıllarda örnek alacakları tek yetişkin insanlar olarak gelecek yaşamlarında nasıl bir karaktere sahip olacaklarından sorumluyuz. AİLE 2016 OCAK 23 Kendini bazen güçlü bazen güçsüz hissedeceksin. Unutma ki bu sağlıklı bir durumdur. Hiç kimsenin tüm anı mutlu veya mutsuz olamaz. Senin yapman gereken seni mutsuz eden sorunları çözmektir. A İ L E-C E MUTSUZLUĞA NEDEN OLAN Y anlış D üşünce Ş ekilleri Serhat YABANCI Yazar-Psikoterapist B azen mutlu olabilmek için bir şeyler yapmak değil, yapmamak yetiyor. Gerek düşünce ve gerekse davranış değişiklikleri mutluluğun yolunu bize açmaktadır. Duygu durumumuz, düşünce şeklimizden oluşur. Nasıl düşünürsek öyle hisseder, nasıl hissedersek de öyle davranırız. Düşünce şeklimiz, bizim yaşam tarzımız ve hayata bakış 24 AİLE 2016 OCAK açımızdır. Düşünme şeklimizi gözlük olarak farz edersek, hayatımızdaki her şeyi gözlüğümüzün numarasına göre görürüz. Başa çıkamayacağını düşünerek pes etmek mutsuzluğumuzun önemli nedenidir. En küçük bir streste ya da üst üste gelen sıkıntılardan sonra hayatın yönünü değiştiremeyeceğimizi, bunun kaderimiz olduğunu kabul etmemizdir. Geçmişimizde birçok başarılar elde etmemize rağmen bazen küçücük bir zorlukla baş edemeyebilir, çözümsüz kalabiliriz. Bu durumlarda hem başarılarımızı hatırlamalı hem de güç ve enerjinin doğuştan her insanda olduğunu düşünmeli- yiz. Bizim o an yaşadığımız şey yetersiz olmak değil, çözüm yolu bulamamaktır. Sadece yöntem aramak ve düşünmek yeterlidir. Yıllarca okyanusta yüzüp küçük bir derede zorluk yaşamamız, bizim yetersiz olduğumuz anlamına asla gelmemelidir. Kendini, gücünü ve potansiyelini tanırsan, elde edebileceğin şeyleri düşünür ve hayal etmeye başlarsın. Burada esas olan ulaşmak istediğin noktanın çabayla mı yoksa doğuştan gelen yetenekle mi olduğudur. Mesela iyi bir ses sanatçısı olmak için sadece çabalamak yetmez. Doğuştan gelen bir yeteneğin olması gerekir. Varsa geliştirilebilir. Yani çabaya değer. Ama bizde o yetenek yoksa onun için çabalasak da, hayal ettiğimiz noktaya gelemeyeceğimizden emeğimizi boşa harcamış oluruz. Belki o gayreti başka bir hedef için kullanmış olsaydık çok daha farklı bir başarı elde etmiş olabilirdik. Bazı hedefler için belli bir potansiyel olmalıdır mutlaka. Bunu ayırt etmenin en iyi yolu da o hedeflere ulaşanların oraya nasıl vardıklarıdır; çaba artı yetenekle mi yoksa sadece çabayla mı ulaştığıdır. Ulaşmak istediğimiz hedefler yeteneğimize uygun değilse bunu kabullenmemiz ve yeni hedefler seçmemiz gerekir. Her olayı kendimize yontmamalı ve kendimizi suçlamadan yorumlamalıyız. Şayet özgüven sorunu yaşıyorsak, çocukluğumuzda hep eleştirilmişsek, bağımlı bir anne babamız olduysa, onlar mutlu olmalarını ve iyi hissetmelerini hep bize yükledilerse, bizim çekirdek düşüncelerimizde; suçluluk ve her olumsuzlukta kendinde hata arama düşünceleri olacaktır. Gerek yetişme tarzımız gerekse yanlış düşünme şeklimizden dolayı kendimizi suçlama eğilimimiz zamanla olaylara bakış açımıza dönüşür. Bir kişi bize yanlış bir şey yapsa, biri bizi kırsa, birinden haksızlığa uğrasak otomatik olarak “ben bunu hak edecek ne yaptım, benim ne gibi katkım oldu?” vb. gibi cümlelerle kendimizi suçlarken bulabiliriz. Bu düşünceden kurtulmak biraz zaman alır ve mümkündür. Öncelikle hayata bakış açımızı değiştirmemiz gerekir. Suçluluk duygumuzun doğruluğunu, aynı olayları yaşayan başka insanları gözlemleyerek, başka kişilerin sorumluluklarını fark ederek de tartabiliriz. Temelde suçluluk duygusu, yaşantı sonucu öğrenilmiştir. Nedenlerine baktığımızda; özgüven eksikliği, aşırı eleştirel anne baba tutumu veya içe kapanık olmak gibi nedenler, kişinin kendini suçlu hissetmesine, affedememesine ve hatalarını uzun süre takıntılı olarak gündemde tutmasına neden olur. Suçluluk duygusu çekirdeği olan kişilerin ilişkilerde de eleştirilmeye ve suçlanmaya karşı aşırı hassasiyet geliştirdiklerini fark ederiz. Hatta olağan bir BİZİ MUTSUZ EDEN YANLIŞ DÜŞÜNCE ŞEKİLLERİ Başa çıkamayacağını düşünerek pes etmek Mükemmeliyetçilik Sorunu büyütmek Aşırı genellemek Olumluyu küçümsemek Kendine yontmasuçlamak Geçmişe sığınmak Zihin okumak Ya hep ya da hiç veya ‘siyah - beyaz’ gibi keskin düşünce şekli eleştiriyi hakaret gibi algıladıkları ve bu nedenle de iletişimlerinin bitme noktasına geldiğini görürüz. İçimizdeki suçluluk duygusu ile savaşmak için öncelikle insanların onayından ve herkes tarafından haklı görünmek sevdamızdan vazgeçmemiz gerekir. Aksi takdirde mutsuzluğumuzun kaynağı olan bu suçluluk duygusu, kısır döngüye saplanmamıza neden olur. O hâlde kendimizi neden devamlı suçladığımızı bulmamız gerekir. Aksi takdirde devamlı birilerine “Sence doğru mu yaptım? Sence haklı mıyım?” gibi onaylanma ve emin olamama sorularını yöneltir dururuz.“ “Kendimize vermemiz gereken telkin; Devamlı hayatında sorunlar olacak. Bazen mutsuz bazen mutlu olacaksın. Kendini bazen güçlü bazen güçsüz hissedeceksin. Unutma ki bu sağlıklı bir durumdur. Hiç kimsenin tüm anı mutlu veya mutsuz olamaz. Senin yapman gereken seni mutsuz eden sorunları çözmektir. İnsanlarla sorun yaşamamak için insanlardan kaçamazsın. Trafik sorunu yaşamamak için evden çıkmamazlık yapamazsın. Bunlarla baş etmeyi öğrenmelisin. Unutma her sorunun bir çözümü vardır. Her sorunun altında, onunla ilgili negatif bir düşüncemiz vardır. Hiçbir zaman gücün azaldığı için pes etme. Gerekirse biraz ertele. Ama “başarırım” düşüncesinden vazgeçme. (Serhat Yabancı, Düşündüğün Gibi Değil)” AİLE 2016 OCAK 25 E V İ M İ Z Sahipliğimiz arttıkça artan karmaşıklığımızı düzenlemek için bu kez de raf düzenleyiciler, çekmece içi düzenleme aletleri üretildi. Üretilen bu yeni materyali almak için mi sahip oluyoruz diye soruyorum kendime… Dr. Hatice KOÇ KANCA Diyanet İşleri Uzman Yard. Hayatımızın Düzenleyicileri H ayatımızın düzene ihtiyacı olduğu muhakkak… Muhtaç olduğumuz düzen disiplinin bir sonucu olarak karşımıza çıksa da aslında en çok başarının anahtarıdır. Günlük yaşamımızın akordudur… Evrenin nüvesidir. Hızlıca akıp giden zaman içinde insana en çok da bu akıp giden zamanı kazandıran şeydir. Maddi ve manevi her türlü kazanımımızı düzenin hâkim olduğu gayrete borçluyuz. Nitekim gayretimiz düzenli ise 26 AİLE 2016 OCAK zaman içinde zaman bahşedilir bize… Yetiştiremiyorum, zamanım yetmiyor diye çırpındığımız her an, düzene müteallik olarak bahşedilmiş vakitlere dönüverir. Sahip olma duygusu ve satın alma isteğinin tavan yaptığı çağımızda bu duyguya paralel olarak bir de sahip olduklarımızın düzenlenmesi ihtiyacı büyük bir zorunluluk olarak ortaya çıktı. Eskiden altı tabak, altı çatal, altı kaşıkla ve bir iki takım elbiseyle sürdürdüğümüz hayatı, her kıyafetimize uydurduğumuz aksesuarlar doldurur oldu. Çekmecemizi ya da dolabımızı çekiverdiğimizde içinde saklı birkaç eşyadan ihtiyacımız olanı almak ve onunla işimizi görmek çok kolaydı. Ancak tıka basa dolan evlerde şimdilerde ne aradığımızı bulabiliyor ne de işimizi görebiliyoruz. Gelişen ve geliştikçe kaçınılmaz bir biçimde değişen dünyada ihtiyaçlarımızdaki niteliğin değişimi ne kadar doğalsa sahip olduklarımızın niceliksel artışı da bir o kadar doğal aslında… O doğal bu doğal peki mesele ne? Mesele şu ki sahip olduklarımız dolaplarımızdan taşacak hâle geldiyse yeni bir düzen ve yeni düzenleyiciler hâsıl olmalı acilen. Tam da bu esnada çekmece ve raf düzenleyiciler devreye girdi. Dolu rafları, dolu çekmeceleri bu doluluk işlevsiz hâle getirdi. Rafın ve çekmecenin bizatihi kendisi düzeni sağlamak için varken, aşırı yükleme sonucu karmaşanın bizzat sebebi oldu. Sahipliğimiz arttıkça artan karmaşıklığımızı düzenlemek için bu kez de raf düzenleyiciler, çekmece içi düzenleme aletleri üretildi. Üretilen bu yeni materyali almak için mi sahip oluyoruz diye soruyorum kendime… Cevabım kesinlikle hayır. Aldıkça alma ihtiyacı bir yana, alınan her şeyin yeni bir tüketim alanı oluşturması ve başka bir ürünle tamamlanması söz konusu… Satın aldığımızın hakikaten ihti- yaç olup olmadığı meselesi ne zihnimiz ne de bütçemiz için sorun alanı olmaktan çoktan çıkmış artık… Esas ve önemli olan o anki iştahımızın mümkün olabildiğince hızlı ve çokça doyurulması... Kıyafetlerimize uygun aksesuarları çoğalttıkça onları düzenlemek için bir takı askısına, kravatlarımız arttıkça hepsini kolaylıkla görebileceğimiz çekmece düzenleyiciye, çatal bıçağımız çoğaldıkça onları bir düzene koymak için AİLE 2016 OCAK 27 Doyurulması imkânsız olan iştahın tek çözümü alışkanlıklarımıza yeni bir düzen getirmek ve aşırı olan davranışlarımıza perhiz yaptırmaktır. Fiziksel anlamda vücudumuzu arındıran ve dinç kalmayı sağlayan perhiz, alışkanlıklarımız için de son derece önemli bir haz öteleme mekanizması olabilir. E V İ M İ Z Peki, ne işe yarar bu raf düzenleyiciler… Çekmecelerinizin içinde bulunan alet edevatın hepsini tek seferde görmenizi ve ihtiyacınız olan hangisiyse onu almanızı sağlar en başta… benzer aparatlara sahip olmanız kaçınılmaz… Hepsini ayrı ayrı kutucuklar hâlinde düzenlenmiş olan raflara yerleştirmek önemli. Kocaman kocaman dolapları alıp içini boş bırakmak olmaz. İşte tam da bu sebeple bir üretim diğerine vesile… Pantolon askısı, kravat ve fular askısı, çorap çekmece düzenleyicisi, şeffaf ayakkabı kutusu ya da özellikle beyler için ayakkabı organizeri, kadınlar için ise takı ve aksesuar organizeleri, havlu düzenleyici sepetler, cd saklama kutusu, gazetelik, dosyalık, dolap içi raf düzenleyici ve daha birçok ürün… Peki, ne işe yarar bu raf düzenleyiciler… Çekmecelerinizin içinde bulunan alet edevatın hepsini tek seferde görmenizi ve ihtiyacınız olan hangisiyse onu almanızı sağlar en başta… Bu durum size ne gibi bir katkı sağlar… Menzile ulaşmak kolay ve hızlı hâle gelir, doğal olarak işlerinizi vakitlice tamamlama imkânı bulursunuz. Aramakla kaybedeceğiniz vakti çabucak bulmakla kazanca çevirmiş olursunuz. Çekmecelerinizin içi de dışı gibi pırıl pırıl görünür. Düzeni sağlamak sizin için bir problem alanı olmaktan çıkar. Bu yüzden elbise satın alırken askısını da istemek artık adetten… Zira askının olmayışı büyük bir kaos. Asılmayanın bulunması, bulunmayanın giyilmesi ne mümkün… Çamaşır selesine katlayarak dizmek ve o seleyi demir divanın altına sürmek eskiden düzeni sağlarken, şimdilerde dolap içi düzenleyicilerle bu işi yapıyoruz. Ne çok işe yarıyormuş bu raf düzenleyiciler değil mi? Kesinlikle bu konuda daha fazla üretime ihtiyaç var, zira dünyada çıplak ayağıyla yurt arayan milyonlar varken kat kat çoraplarımızı sıralı ve düzenli bir şekilde görmek ve ihtiyacımız olanı bir çırpıda çekip almak olmazsa olmazımız! Bugün “Aciz olacağına zalim ol” ilkesiyle dünyada hüküm süren muktedirlerin, tüketenlerin tercihleriyle daha da büyüdüklerini görüyoruz. Tüketenler var oldukça üreten her daim üretmeye devam edecek… Üretenlerin kabarık ve doymak bilmeyen iştahı tüketenler tükettikçe daha da büyüyecek. Doyurulması imkânsız olan iştahın tek çözümü alışkanlıklarımıza yeni bir düzen getirmek ve aşırı olan davranışlarımıza perhiz yaptırmaktır. Fiziksel anlamda vücudumuzu arındıran ve dinç kalmayı sağlayan perhiz, alışkanlıklarımız için de son de- rece önemli bir haz öteleme mekanizması olabilir. Anlık heveslerimize erteleme ve doyurmama yoluyla dur deyişimiz zamanla alışkanlığa dönüşerek maddi ve manevi kazanımlara ulaşmamızı sağlayacaktır. İşte bu nedenle tüketici değil kullanıcı olma alışkanlığı geliştirmek zorundayız. İhtiyacımız olanı almak için meşru yollardan kazanç elde etmeye uğraşmalıyız. Ancak çağın onulmaz yarası tüketimi değil, kullanımı hedef edinmeli, aldığımızdan fayda sağlama yetenek ve becerisini geliştirebilmeliyiz. Yenilik eşyaya değer katan bir unsur olsaydı, eski ve kullanılmış antikalar nasıl bu kadar değerli olabilirdi. Sürekli yenisini edinmek, var olanı kullanmayıp tüketmek ve kocaman bir yığına sahip olmaktan başka nedir? Şirazesi kaymış bir satın alma kültürü, ruhun sancısını tetikler. “Ben ve benim” dediğimiz her şeyden imtihan edilecek olan bizler, “ben” olan egomuz ve “benim olan” eşyamızın tertibatında tercihlerimizi gözden geçirmek zorundayız. Düzene ihtiyacımız var. Ama satın aldıklarımızı düzenlemekten çok, satın alma düzenine ihtiyacımız olduğu aşikâr… AİLE 2016 OCAK 29 serbestkÜrsÜ Sevde Nur ÖZKAN Nurselin Semercioğlu Gözde Yansız 18 Üniversite sınavına ciddi bir şekilde hazırlanıyorum. Diş hekimliği bölümünü istiyorum. Ailemin desteğinin her zaman yanımda olduğunu biliyorum. Onlarla beraber istediğim dalla ilgili videolar izliyoruz. 38 12 yaşında bir kızım ve 9 yaşında bir oğlum var. Kızımın yabancı dillere, oğlumun da elektronik aletlere karşı ilgisini keşfettik. Kızımızla kelime anlamları çalışıyoruz ve yabancı filmler izliyoruz. Oğlumuzu elektrik elektronikle ilgili sergilere götürüyoruz. Evde babasıyla tehlike içermeyen düzenekler kuruyorlar. Şerif Ali Sökmen Farklı bir bölümdeyim ama hayalim iç mimarlık. Okuduğum bölümü bırakıp iç mimarlığa hazırlanmak ve bu alanda öncü olmak istiyorum. Ailem de şu an böyle düşünüyor fakat benimle çok ilgilenemediler ve benim de puanım yetmedi. 19 Mehmet Akif Kıbay GENÇLERE sorduk... 21 Hayalinizdeki mesleğe ulaşmak için ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz? Aileniz sizi destekliyor mu? Betül Kaptan Konservatuar 3. sınıf öğrencisiyim. Türk halk müziğinde kendimi yetenekli buluyorum. Konserlere gidiyorum ve önemli isimlerle sürekli irtibat hâlindeyim. Ailem daha farklı meslekleri benim için hayal etmişti ancak benim isteğim bu yönde olunca çok destek olmak istemeseler de karşı da çıkmadılar. Mahmut Candar Ailece ticaretle ilgileniyoruz. Kendimi ticari faaliyetlerde her geçen gün geliştirmeye çalışıyorum. Babam da bu işle meşgul olduğu için bilgi ve tecrübelerini bana aktarıyor, beni yakından takip ediyor. UZMANINA SORDUK Her genç; hayatında rahat bir yaşam süreceği, anlamlı seçimler yapma gereksinimi duyar. Gençliğin en çalkantılı dönemlerine rastlayan meslek seçimi süreci, ciddi rehberlik çalışmalarını ve aile desteğini zorunlu kılmaktadır. Yapılan araştırma sonuçlarına bakıldığında, meslek seçimini kendi yeteneklerine, kişisel ilgilerine göre yapanların sayısı azınlıkta, mesleğinden şikâyet edenlerin sayısı ise çoğunluktadır. 30 AİLE 2016 OCAK Çocuklarımızın bir hedefi ya da çalışmaya karşı pek bir arzuları olmadı. Onlar umursamaz davranınca ben de üzerlerine fazla gitmedim. Gözlerinde bir heves göremeyince ısrarcı davranmadım. 43 ANNE BABALARA sorduk... Çocuklarınızın istediği mesleğe sahip olabilmesi için onlara ne tür teşviklerde bulunuyorsunuz? Nazlı ÖZBURUN Uzman Aile Terapisti Meslek seçiminde ailenin etkisi önemli etkenler arasındadır. Genel olarak bakıldığında kültür ve ekonomik düzeyi yüksek olan ailelerde yetişen çocuklar meslek seçimi sürecinde yetenek ve ilgileri doğrultusunda destek görmektedirler. Ekonomik ve kültürel olanakları yetersiz olan ailelerde yetişen gençler ise kısa zamanda kazanç getirecek mesleklere yönelmektedirler. Aile baskısının önemli ölçüde hissedildiği ailelerde, gence Behiye Karacihan Çocuklarımızla bazı sıkıntılardan dolayı ilgilenemedik. İçlerinde istemediği mesleği seçmek zorunda kalanlar oldu. Hayat şartları bizi bu duruma itti. Keşke daha çok ilgilenseydik… Lütfi Uzunel Herkes işini severek yapmalı diye düşünerek çocuklarımızdan maddi manevi hiçbir desteğimizi esirgemedik. Hangi alana yöneldilerse arkalarında olduk. Biri inşaat mühendisi, biri avukat, diğeri öğretmen oldu. 23 57 baba mesleğini devam ettirmesi için zorlama söz konusu olabilir. Eğer baba mesleği gencin yetenek ve yatkınlıklarına uygun değilse sonuç başarısızlık olarak geri dönecektir. Aileler tarafından yapılan başka bir hatalı davranış ise meslek seçimi aşamasında genci tamamen desteksiz bırakmaktır. Bazen gençler ailelerinin ilgi ve sevgisinden yoksun kalmamak için bireysel özelliklerini yadsıyıp, ailelerinin istediği biçimde davranmaya, toplumda saygın olarak görülen 61 alanlara yönelmeye çalışmaktadırlar. Kişisel özelliklerini keşfetmesi konusunda anne baba ve uzmanlar olarak gence yardımcı olmak gerekir. Anne baba olarak; çocuğunuzun hangi konulara ilgi duyduğunu, hangi alanlarda ve işlerde yetenekli olduğunu öğrenmelisiniz. Kişilik özelliklerini, yaşamdan beklentilerini konuşabilmelisiniz. “Fiziksel özellikleri seçmeyi düşündüğü meslek için bir engel oluşturuyor mu?” gibi sorular üzerinde düşünmesini sağlayabilirsiniz. Yaşamda en çok nelere öncelik ve önem verdiğini tartışabilmelisiniz. AİLE 2016 OCAK 31 YU VA R L A K P E N C E R E KÖ Ş E Aslında son güne kadar bir başlangıca değil P E N C E Rbir E sona doğru ilerliyoruz. En azından yaptığımız işler açısından böyle. Fakat sokak bize bunun bir başlangıç olması gerektiğini salık veriyor. Hasan KARACA YENİYIL S izde nasıldı bilmiyorum ama benim yeni yılı eskitmem yalnızca dört günümü aldı. Beşinci gün uyandığımda kendimi yeni yıldaymışım gibi hissetmemeye başladım. Günlerden salıydı ve bu salının önceki salılardan hiçbir farkı yoktu. Sadece bir yere tarih atacağım zaman geçen yılın tarihini atmamak için gayret sarf etmeliydim. Bu bile salı gününün eskilerine ne kadar benzediğinin göstergesiydi aslında. Bu arada yanlış anlaşılmasın, öyle kalkıp yeni yılı kutlayan, yılbaşı gününe özel bir muamelede ve iltifatta bulunan birisi değilim. Fakat hiç ilgilenmediğinizde bile çevre size mutlu olmanız gerektiğini anlatmaya çalışıyor. Mağazalar süsleniyor, ağaçlar aydınlanıyor, hiç tanımadığınız insanlar size yeni yıl kutlamaları gönderiyor veya yeni yılınızı kutladıklarını afişlerle, ışıklı yazılarla belli ediyorlar. Hasılı bir şekilde bir yenilikle karşı karşıya geliyorsunuz. Bu başlangıçta masumane bir karşılaşma oldu benim için. Hatta sevindirici. Durakta beklerken gözüme ilişen bir yılbaşı kutlama afişi. Sayın muhtarımızdan. Otuza elli ebatında, dikey. Muhtarla orada tanıştım. 32 AİLE 2016 OCAK Yani muhtarın yüzünü ilk kez görüyordum. Muhtemelen o kişi muhtardı, afiş için poz veren bir mankene benzemiyordu çünkü. Daha çok vesikalık fotoğraf çekilmek için oturmuş ama fotoğrafçının birkaç müdahalesiyle ‘biometrisi’ bozulmuş birine benziyordu. Tüm mahallenin yeni yılını kutlayıp, sağlık ve esenlik diliyordu. O anda yeni yılın ne kadar yaklaştığını bir kez daha fark ettim. Daha önce de bu tarz fark edişlerim olmuştu tabii. Fakat bu kez gerçekten yalnızca on gün kalmıştı. Artık afişe bakmadığım hâlde zihnim hâlâ afişle meşguldü. Durağa iki kişi daha geldi. En az birinin mali müşavir olduğundan emindim. Çünkü elindeki çantanın üstünde “Mali Müşavirlik Denetim ve Tasdik Sempozyumu” yazısı vardı. Yazıyı görünce zihnimdeki muhtar afişi silindi. Bunun yerine mali müşavirlik sempozyumunun bana ne kadar uzak bir dünya olduğunu düşünmeye başladım. Derken adamlardan biri, elinde çanta olmayan, “Yılsonuna geldik ve hâlâ raporu teslim etmedik farkındasın değil mi?” dedi. Bu muhtarın söylediğiyle o kadar çelişkili geldi ki bana. Gerçekten de düşününce birçok insan için yılbaşı fiilen bir son. Yıl bitiyor olduğu için yetişmesi gereken bir yığın iş var. Mali raporlar bütçe planlamaları, proje teklifleri, vergi hesaplamaları... Maliyecilerin yanında durunca örnekler de mali alandan geldi. Aslında son güne kadar bir başlangıca değil bir sona doğru ilerliyoruz. En azından yaptığımız işler açısından böyle. Fakat sokak bize bunun bir başlangıç olması gerektiğini salık veriyor. Bu da son derece cazip bir teklif. Sonunda moral bozucu bir sona ilerlemektense umut verici bir başlangıca yaklaşmak arasında tercih yapmak o kadar da zor olmasa gerek. Fakat bir kez bu tercihi kendi mutluluğunuz adına yaptığınızda işler sarpa sarıyor. Çünkü aslında tamamen sanal olan bu başlangıcı gerçekten hissetmek istiyorsunuz. Bu yüzden de kendinize yenilikler bulmaya çalışıyorsunuz. Önce yalnızca yeni hedeflerle yetinecekmişsiniz gibi duruyor fakat bu işin sonu gelmiyor. Ben mesela kendime yeni bir kaban, yeni bir çanta ve yeni bir saat aldım. Yılbaşını önemsediğimden değil. Yalnızca bir yenilik hissetmek için. Ne yalan söyleyeyim, işe yaradı da. Kendimi yenilenmiş hissettim. Fakat tüm bu hisler, tüm bu duygular ve Fakat herkes buna engel olmak için el birliği yapmıştı. Arkadaşlardan duyduğum ‘Yeni yıl da geldi geçti’ cümleleri, hayatın rutin hâline dönmesi ve hazırlanması bile günler süren o parıltıların, ışıltıların eskimesi. Ağaçların eski suskunluklarına dönmesi. Yeşil elbiseli adamların ‘bu ışıklar artık işe yaramaz, eskidi gitti’, diye tüm yılbaşı süslerini yere indirip imha etmesi. Bu son manzara ile yıl benim için eskimişti. Yeni yıla ise daha 360 gün vardı. tüm bu yenilenmeler uzun sürmedi. Beşinci gün her şey eskimişti. Kabanım artık o kadar yeni gelmiyordu bana, çantam eski bile sayılırdı. Bir tek saatim hâlâ yeni hissi veriyordu ama ona da her baktığımda zamanın ilerlediğini ve kendisinin eskidiğini söylüyordu bana. ‘Belki de bir tek ben böyle hissediyorum’, diye düşünmek istiyordum. AİLE 2016 OCAK 33 M P Eİ SN AC FE İRREİ M İ Z Deniz GÜNER VA R M isafirimiz var... Öyle bir yerden geliyor ki anlatmak için binlerce papirüse ihtiyaç duyulur. Uzun ve akıcı bir Nil gibi… Keops kadar gizemli ve görkemli… Hatşepsut gibi aykırı… Teslimiyetçi ve çilekeş Hacer gibi… Hajeer Salah Abdullah Edebiyat anabilim dalında Türkiye burslusu olarak Ankara’ya Kahire’den gelmiş bir Mısırlı. Bir gönüllü elçi, bir medeniyetin sözcüsü, bir dünya insanı… “İlk başta benim hiç aklımda yoktu.” diye başladı söze. “Başka bir ülkeye gideceğim hiç aklıma gelmezdi. Ailemden hiç ayrılmamıştım. Üniversiteden mezun olmadan önce Türkiye burslarını duyduk. Arkadaşlarımın hepsi başvurunca “Ben de başvurayım.” dedim. Mısır’ın gelişmesi için eğitim çok önemli. Önceleri kendimi çok yeterli görüyordum. Bunu düşündüğüm zaman ise çok cahil olduğumu fark ettim. Hz. Şafii’nin dediği gibi ‘öğrendikçe çok cahil olduğumu’ anladım. Başvurduğumda ailemin kesinlikle kabul etmeyeceğinden emindim. Annem Türk kökenli olmasına rağmen, bu kültürden uzak yaşadığı için beni göndermeye biraz korktu, endişelendi. Babam ise anneme, “Onu biz yetiştirdik zaten. Özgür bırakma zamanı geldi.” dedi. Aslında o zamana kadar Mısır’da bile tek başıma dolaşmama izin vermeyen babam beni Türkiye’ye gönderdi. Şimdi ülkeme gittiğim zamanlarda bile bir yere gideceksem ya babam, ya kardeşlerim götürür beni. Türkiye’de ise bazı projeler için çok farklı şehirlere gittim. Babam aradığında bazen Gümüşhane’de, bazen Rize’de, bazen İzmir’deydim. “Çok uzak mı kızım?” diye sorar, uçakla geldiğimi öğrenince sitemkâr bir şekilde “Aferin Hajeer, uçağa da mı bindin?” diye sitemkâr bir şekilde cevap verirdi. Ailemden uzak olmak zor, yine de bu sayede güçlü olmayı, Piramitlere Sığmayan Ülke 34 AİLE 2016 OCAK kendi kararlarımı almayı öğrendim.” İnsan uzaklardayken ne çok özler bir zamanlar yakınında olduklarını. Kimi evindeki kanepeyi, kimi çay içtiği saatleri, kimi… Hajeer neyi özlemişti Türkiye’deyken en çok acaba? Gülümseyerek, biraz çekinerek Arap aksanıyla Türkçe “Bazen Arapça konuşmayı özlüyorum. Kendi anadilimi. Sokaklarda Ümmü Gülsüm’ün sesini duymayı özledim. Biz böyle büyüdük. Babam hep Ümmü Gülsüm çalardı arabada.” Ümmü Gülsüm’ün muhteşem sesi eşliğinde yine çok özlediği Nil’e daldı düşünceleri. En çok sevdiği, en rahat ettiği yerdi Nil kenarı. Antik Çağ’dan gelen bir geleneği hatırladı. Firavunlar zamanından kalan bir bayram: Vefa-i Nil. Nil’e vefa borçlarını ödemek için halk her sene nehre güzel bir genç kızı atardı ki suyu bol olsun. Hz. Ömer Mısır’ı fethedince Nil’e bir mektup yazar. “İnsanların hayatlarını almak peşindeysen o zaman suyunu istemiyoruz.” der ve mektubu nehre atar. Bu mektubu attıktan sonra artık Nil’in suyu hiç eksilmemiştir. “Ama Hz. Ömer bu batıl inanışı değiştirdi.” diyor gururla Hajeer. Aslında mektup Nil’e değil, Mısır halkına yazılmıştı! Ancak son yüzyılda bu gelenek tekrar uygulanmaya başlanmış. Bu defa Firavunlar zamanındaki kızlara benzeyen ahşap ya da taştan yapılmış heykeller atılıyormuş Nil’e. “Bu dinî değil, kültürel bir gelenek, bir festival sadece.” diyor. Başka ne vardı eskilerden kalan geleneklerden, merak etmemek ve sormamak da mümkün değildi. “Şemmi el Nesim!” diye cevaplıyor. “Güzel Kokuları Koklamak” Bahar Bayramı gibi. Yumurtaları alıp renklendiririz bu bayramda.” Tanıdık geliyor sanki yumurta boyamak, desen desen, renk renk. Gözlerimdeki şüpheye aklımdaki soru dile gelmeden cevap veriyor. Hristiyanların Paskalyası. Aynı zamanlara denk geliyor zaten bizim kutladığımız bayramla. Mısırlılar zaten Kıpti’dir. İngilizce Egypt kelimesi Kıpti’den geliyor. Kıpti Hristiyan değil, Mısırlı demek. Mısır halkı sonradan Hristiyanlığı kabul etmiş, daha sonra Müslümanlığı kabul edince Hristiyanlara Kıpti denilmeye devam edilmiş. Biz sonradan Araplaşmış bir milletiz. İslam’ı seçince gelenekler dinî olarak değil ama toplumu bütünleştirici kültürel, toplumsal olarak devam etmiş. Aileler bu bayramlarda bir araya gelir, gezmelere gidilir, Firavunların yemeği olan tuzlu balık yenir.” Bu kadim ülkeye bir gün yolumuz düşerse… “Firavunlardan kalan eserler ise sizi tarihe götürür. Nil Nehri gezisi mutlaka yapılmalı. 3 gün süren Akdeniz’den başlayan bu gezi, Mısır’ın güneyinde biter. Mısır hem Asya, hem Afrika kıtasında bulunur. Burada Süveyş Kanalı önem kazanır. Hurghada, Sharm el Sheikh ve Kızıldeniz mercanları… Mısır’ın en güzel tarafı bütün dinlerin sığdığı bir ülke olmasıdır. Mısır’da Müslüman, Yahudi, Hristiyan minarelerini bir arada görebilirsiniz. Tıpkı Mardin ve Hatay’daki gibi. 25 Ocak 2011 Devrimi’nde radikal unsurlar kiliseye zarar veremesinler diye Müslümanlar kiliselerin etrafında bir zincir oluşturarak kiliseleri korumuştur. Mısır işte budur!” Daha yakın zamana geliyor. “Abbasiler Mısır’a girdiklerinde bu bizim için güzel bir bayram AİLE 2016 OCAK 35 M İ S A F İ R İ M İ Z gibiydi.” diyor. Sanki Abbasiler Mısır’a girdiklerinde Hajeer de oradaymış, o zamanda yaşamış gibi anlatıyor. “Âdeta güzel bir bayramdı Abbasilerin Mısır’a geldiği gece. Ramazan ayının bir gecesiydi. Halk, bu insanları karşılamak için evlerindeki fenerleri yakarak yollara düştü. Ağırlamak istediler gelenleri, yolları aydınlansın, güçleşmesin, kolaylaşsın diye çıktılar ellerindeki fenerlerle. Fenerler yıldızlardan daha parlaktı o gece. O gecenin mirasıdır ki bugü Mısır halkı ramazanı ellerinde fenerlerle, dillerinde ‘Hoş geldin’ tekerlemeleriyle karşılarlar. Ben geçen sene ramazan ayında Türkiye’de yalnızdım ve bir fener çizdim kendime sosyal ortamda paylaşarak hikâyesini anlattım. Uzakta da olsa bir nevi geleneği yerine getirdim. ”Neydi Hajeer’in bu canlılığı, coşkusunun kaynağı? “Ben Hatşepsut, Ümmü Gülsüm ve Hz. Hacer gibi güçlü kadınların olduğu bir ülkenin çocuğuyum. Hatşepsut İÖ 1400’lü yıllarda 22 yıl boyunca Firavun olarak görev yapan ilk kadındır. O zamana kadar hep erkekler Firavunken kocasının ölümünden sonra oğlu büyüyene kadar Firavun olacağını ilan etmiştir. Güçlü bir kadındır ve tek tanrılı bir dine inanmıştır. Ümmü Gülsüm sadece Mısır’da değil, dünyada meşhur olan bir ses efsanesidir. Bugün Mısır’da hâlâ bir radyo kanalında sadece Ümmü Gülsüm’ün seslendirdiği şarkılar çalar. Kendimce her birinden izler taşıdığımı düşünüyorum. En çok da Hz. Ha- 36 AİLE 2016 OCAK “Firavunlardan kalan eserler ise sizi tarihe götürür. Nil Nehri gezisi mutlaka yapılmalı. 3 gün süren Akdeniz’den başlayan bu gezi, Mısır’ın güneyinde biter. Mısır hem Asya, hem Afrika kıtasında bulunur. Burada Süveyş Kanalı önem kazanır. Hurghada, Sharm el Sheikh veKızıldeniz mercanları Mısır’ın en güzel tarafı bütün dinlerin sığdığı bir ülke olmasıdır. Mısır’da Müslüman, Yahudi, Hristiyan minarelerini bir arada görebilirsiniz. Tıpkı Mardin ve Hatay’daki gibi… 25 Ocak 2011 Devrimi’nde radikal unsurlar kiliseye zarar veremesinler diye Müslümanlar kiliselerin etrafında cer’le özdeşleştiririm kendimi. Ben de bir nevi göçteyim onun gibi. İnancım bana, tıpkı onun gibi teslimiyetçi ve aynı zamanda mücadeleci bir hediye sunuyor ve bu muhteşem bir şey. Peki, sıradan bir Mısır kadını nasıldı? Hajeer, Türk kadınını Mısırlı bir kadından pek de farklı görmüyordu. “Bizde de kadın güçlüdür. Ailenin temelidir. Biz “ailenin temel sütunu” deriz. Ailesi için kendini feda edebilir. Vefakârdır. Bunun için kendi hayatını hiçe saymış pek çok kadın gördüm. Son zamanlarda erkekler kadınlarla daha çok anlaşarak, sorumlulukları paylaşarak yaşamaya başladılar. İkisi de çalışmalı, evi ikisi kurmalı bana göre. Artık tek tarafın üstünlüğünden ziyade eşitlik var. Eğitim konusunda da fark kalmadı. Üniversiteye gitmeyen kız sayısı artık çok az. Bizde eğitim paralı değil zaten. Ev ve iş hayatını birlikte başarıyla sürdüren pek çok kadın var. Benim anneannem çok saygın ve güçlü bir kadındır. Zor zamanlarda herkes ondan öğüt bekler ve tavsiyeleri mutlaka dinlenir. Hatta zor zamanlarda erkeklerden çok kadınlara danışılır.Kadın “sırrın sahibidir.” Evin sırrı kadındadır. Herkesin sırrı annededir. Kadın derinliklidir ve bir kadının yüzüne baktığınızda neler çektiğini görebilirsiniz. Söylenmeyen, yansıtılmayan her sır derin bir çizgi olmuştur yüzde. Biz savaş da yaşadık, kıtlık da. Çok refah seviyesinde yaşayan bir halk değiliz. İşte bütün bunların hikâyesi o kadınların yüzünde okunabilir. ”Bu kadim ülkeye bir gün yolumuz düşerse… bir zincir oluşturarak kiliseleri korumuştur. Mısır işte budur!”Hajeer’in Mısır’ı buydu işte. Bir zamanlar Osmanlı eyaleti de olan o güzel ülke yükselen piramitleri, salınan Nil’i ile bir turizm ülkesi; Dr. Jivago’yla tanıdığımız Ömer Şerif’i, Nobel’i kazanan değil de, Nobel’in kendisini kazandığı Necip Mahfuz’u, Cemal Abdulnasır’a “Devrimi yasakladınız ama Ümmü Gülsüm’ü neden yasakladınız?” diye sorduklarında, yanındakine eğilerek “Biz Ümmü Gülsüm’ü yasakladık mı?” diye sorduğunda “Evet!” cevabını alınca “Ümmü Gülsüm’ü dinleyemeyeceksek devrimi neden yaptık?” diyerek VA R hemen onun için radyo kanalı açtırılan Ümmü Gülsüm’ü ile sanatçılar memleketi; hikâyeleri, masalları, efsaneleriyle güzel insanlar memleketi…Ne çok hikâye vardır da anlatmaya ne sayfalar yeter, ne hafızalar, ne zamanlar… Hayat gibi kısadır sayfalar da. Hayat gibidir sayfalar yetmez planlara… ve son soru işte:Mısır’dayken Türkiye’ye özgü neyi özlüyordu en çok? “Türkçeyi! Keşke mümkün olsa da bir günümü Mısır’da bir günümü Türkiye’de yaşayabilsem…” Abbasilerin Mısır’a geldiği gece. Ramazan ayının bir gecesiydi. Halk, bu insanları karşılamak için evlerindeki fenerleri yakarak yollara düştü. Ağırlamak istediler gelenleri, yolları aydınlansın, güçleşmesin, kolaylaşsın diye çıktılar ellerindeki fenerlerle. Fenerler yıldızlardan daha parlaktı o gece. O gecenin mirasıdır ki bugü Mısır halkı ramazanı ellerinde fenerlerle, dillerinde ‘Hoş geldin’ tekerlemeleriyle karşılarlar. Ben geçen sene ramazan ayında Türkiye’de yalnızdım ve bir fener çizdim kendime sosyal ortamda paylaşarak hikâyesini anlattım. Uzakta da olsa bir nevi geleneği yerine getirdim. AİLE 2016 OCAK 37 S A H A B E H AYAT L A R I ALLAH RASULÜ’NÜN MANEVİ EVLADI: ZEYD B.HÂRİSE Elif ERDEM Diyanet İşleri Uzmanı Allah’a yemin olsun ki beni tercih edeni, ben kimseye tercih etmem.” (İbn Sa’d, III, 30). Söz hakkı kendisine verilen Zeyd, “Ben hiç kimseyi sana tercih etmem. Sen benim için baba ve amca yerindesin.” (İbnü’l-Esîr, Üsdü’lgâbe, I, 352) diyerek Allah Rasulü’ne olan bağlılığını dile getirdi. H ârise b. Şerahil her yerde oğlunu arıyor bir türlü bulamıyordu. Henüz sekiz yaşlarındaki oğlu Zeyd, annesiyle birlikte Benî Ma’n’daki akrabalarını ziyarete giderken kaçırılmış, o günden sonra kendisinden hiçbir haber alınamamıştı. Oğlunun hayatta olup olmadığını dahi bilmeyen yüreği yanık baba acısını dizelere döküyor, dertli dertli şiirler okuyordu. Yemen illerinde ailesi onu ararken Zeyd kilometrelerce uzaktaydı. Kendisini kaçıran Benî Kayn sülalesinin mensupları onu Ukaz çarşısında köle olarak dört yüz dirheme satmışlardı. Yaşadığı bu üzücü hadiselerin ardından yeni efendisi Hakîm b. Hizam’la yola düşen Zeyd, hayatının bundan sonrasında Rahman’ın büyük lütuflarıyla rahata ereceğinden habersiz, kutsal belde Mekke’ye geldi. Efendisi Hakîm, bu güzel yüzlü masum köleyi halası Hz. Hatice’ye, Hz. Hatice de biricik eşi Hz. Peygamber’e hediye etti. Böylece Zeyd, âlemlere rahmet olarak gönderilecek bir peygamberin sıcacık yuvasına dâhil olarak sevgi ve şefkat dolu bir yaşantıya kavuştu. Rasulüllah, Zeyd’e çok değer veriyor, ona gerçek bir baba gibi kol kanat geriyordu. Zeyd, Hz. Peygamber’in yanında öylesine huzurluydu ki karşısında öz babasıyla amcasını gördüğünde ne yapacağını bilemedi. Hac için Mekke’ye gelen akrabalarından oğlunun izine ulaşan Hârise, 38 AİLE 2016 OCAK kardeşiyle birlikte Rasulüllah’ın yanına kadar gelmiş, Zeyd’i fidyesi karşılığında geri almak istiyordu. Zeyd’den ayrılma fikri ona da ağır gelmiş olacak ki bu isteği hemen yerine getirmek yerine şu sözlerle karşılık vermeyi tercih etti sevgili Rasul: “Onu çağırın ve istediğini seçmesine izin verin. Eğer sizi tercih ederse o sizindir, fidye vermeniz de gerekmez. Fakat beni tercih ederse Allah’a yemin olsun ki beni tercih edeni, ben kimseye tercih etmem.” (İbn Sa’d, III, 30.) Söz hakkı kendisine verilen Zeyd, “Ben hiç kimseyi sana tercih etmem. Sen benim için baba ve amca yerindesin.” (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-gâbe, I, 352.) diyerek Allah Rasulü’ne olan bağlılığını dile getirdi. Babasıyla amcası “Yazıklar olsun sana!” diyerek Zeyd’in anne babasının yanında hür olmak yerine vatanından çok uzaklarda köle olarak kalmak istemesine hayret ettiklerini belirtirken o, Rasulüllah’a duyduğu sevgiyi sözcüklere sığdıramıyor, “Ben bu adamda öyle bir şey gördüm ki ebediyen ona kimseyi tercih etmem.” (İbn Sa’d, Tabakat, III, 41-42.) demekle yetiniyordu. Bunun üzerine Allah Rasulü Kâbe’nin etrafında bulunan Mekkelileri de şahit tutarak herkesi şaşırtan şu açıklamayı yaptı: “Zeyd, (bugüne kadar benim hizmetçimdi, artık hürdür. Bugünden sonra da benim oğlumdur (evlatlığımdır). O, benim mirasçımdır, ben de onu vârisim kılıyorum. Hepiniz şahit olun.” (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-gâbe, I, 352.) Aralarında yalnızca on yaş bulunmasına rağmen bu olaydan sonra “Zeyd b. Muhammed”, Türkçe ifadesiyle “Muhammed’in oğlu Zeyd” diye şöhret buldu Zeyd. Nasıl ismi her daim Allah Rasulü ile birlikte anılıyorsa kendisi de ondan ömür boyu hiç ayrılmadı. Getirdiği ilahî mesajı ve peygamberliğini ilk kabul edenler arasında yer aldı ve sıkıntılı Mekke döneminde onun hep yanı başında oldu. Hz. Peygamber’in eşi ve amcasını kaybettiği hüzün yılında son bir umutla İslam’a davet için gittiği Taif’te de yegâne yoldaşıydı. Hakaretlere uğrayıp taş yağmuruna tutulan rahmet peygamberinin hayatı boyunca “en ıstıraplı günü” olarak hatırladığı bu günde Zeyd, vücudunu ona siper ederek canı pahasına onu korumaya çalıştı. Medine yıllarında da onunlaydı hep, Allah Rasulü onu ordulara komutan tayin ediyor, bazen de Medine’de kendi yerine vekil bırakıyordu. Yaşadığı müddetçe Rasulüllah’ın yanında olmaya gayret eden vefakâr Zeyd’i Allah Rasulü de çok ama çok seviyordu. Evlatlıkların öz oğullar gibi sayılamayacağını bu nedenle onların kendi babalarına nispet edilmesi gerektiğini bildiren Ahzap Suresi’nin ayetleri indikten sonra “Zeyd b. Hârise” ismiyle çağrılmaya başlasa da o, Allah Rasulü’nün gözdesiydi ve saadet asrının seçkin simaları arasında “Hibbü Rasulillah/Allah Rasulü’nün sevdiği kişi” sıfatıyla meşhur oldu. AİLE 2016 OCAK 39 H AYAT I N Çiçeklerin sırrı Selim GÜNDÜZALP 40 AİLE 2016 OCAK Allah’ım! Biz Senin dünya bahçelerinde görülmeye değer en güzel eserleriniz. Bunu insan kardeşlerimizin de bilmelerini ve görmelerini canıgönülden isteriz. G … ecelerden bir gece. Evin balkonundan sokağa bakan çiçekler. Yine yollara düştüler bu gece. Eski şehrin sokaklarında mahalle mahalle, ev ev dolaştılar. Birilerini arıyorlardı. Kendilerine sevgiyle bakanları, şöyle bir göz atanları… Hatta el edenleri, selam verenleri kesinlikle unutmazlardı. Onları gizliden gizliye ziyaret etmek âdetleriydi. Gecenin bir vaktinde olur biterdi bunlar. Kimse bilmez ve bilemezdi çiçeklerin bu ziyaretinin sebebini. Sessizce gelirler ve yine öyle sessizce giderlerdi. Kim o gün kendilerini görmüş ise. Merhaba demiş, onlara gülümsemiş ise. Hatta gözleriyle olsun, onları şöyle bir okşamış… Nazar etmiş ise. Boşa gitmez bu bakış, hoşa gider meraklanma hiç… Kayda girmiş demektir o talihli insan. Onlara teşekkür etmek için. Kokularının en güzelini sunmak için. Yolculuğa çıkarlardı her gece çiçekler. Yine böyle gecelerden bir geceydi işte. Bugünkü listede kimler vardı acaba? Kayıtları titizlikle gözden geçirdiler. Tamam dercesine bakışıp, anlaştılar. Ziyarete en yakından başlamayı kararlaştırdılar. ... Önce… En yakındaki… Karşı bahçedeki ağaçlara ve yapraklarına… Sonra bisikletli bir gencin evine… Sonra ormandaki kimsesiz bir kuşun yuvasına... Sonra da yaşlı bir ninenin evine gideceklerdi. Bir de… Henüz konuşmasını bile bilmeyen afacan bir küçüğün evine. Hepsi de uykudaydı ziyaret edilecek olanların. İ Ç İ N D E N Çiçekler, kendilerindeki temizliği ve güzelliği süt gibi içirdiler onlara bir bir. Çevrelerine saçtılar kokularını. Kendilerine ilgisiz kalmayan dostlarına, çiçekçe buseler kondurdular. Çiçekçe dualarını ettiler: “Allah’ım! Bizi gören gözlerin nurunu parlat Allah’ım! Bizi yalnız bırakmayan dostlarımızı Sen de yalnız bırakma Allah’ım! Güzelliğimizi Senden bilenleri. Taşıdığımız bu eşsiz renkleri. Ruhları mest eden bu güzel kokuları. Ne varsa bizde, hepsini Senden bilenleri. Cennetindeki ebedî solmaz çiçeklerle buluştur Allah’ım! Duamızı tüm zamanlarda yaşamış ve tüm çiçek kardeşlerimizi sevenler için de kabul eyle. Bizdeki güzelliği Senden bilenlerin kalbini ne dünyada, ne ahirette ebediyen hiç soldurma Allah’ım! Onlara ebedî cennetlerinde, sonsuz baharlar nasip eyle. Allah’ım! Biz Senin dünya bahçelerinde görülmeye değer en güzel eserleriniz. Bunu insan kardeşlerimizin de bilmelerini ve görmelerini canıgönülden isteriz. Bize bakıp; “Ne güzel yapılmışlar, ne güzel süslendirilmişler böyle. Bunlar bu kadar güzelse, bunları Yaratan nasıl bir güzeldir” diyenleri. “Maşallah, Barekallah” diyenleri. Bizde bizi değil, bizde Senin güzel isimlerinin tecellilerini görenleri taltif eyle. Derecelerini yükselt. Onlara en güzel mertebeler, işlerinde başarılar, hayatlarında ilkeli duruşlar nasip eyle. Bizi fark edenleri, bizdeki sanatı Senden bilenleri mükâfatların en güzeliyle mükâfatlandır Allah’ım!” Daha böyle pek çok içten ve güzel dualar ettiler, çiçekçe… Bunların hepsini yazmaya yerimiz yok. AİLE 2016 OCAK 41 H AYAT I N İ Ç İ N D E N “Allah’ım! Ve sonra… Çiçekler geldikleri gibi yine sessizce yerlerine döndüler. ... Ağaçlar bu güzel kokuyla mest oldular Yapraklar o güne kadar hiç böyle kokmamıştı. Çiçeklere imrenir dururlardı ya yıllar yılı. Bu ayrıcalığı ilk defa, yapraklar da yaşadı. Bisikletli genç o sabah neşeyle uyandı. Değişik bir hâl vardı üzerinde. Neşeyle doluydu, sevinç içinde kalktı yatağından. Dilinde çiçekli şiirler, ilahiler ve dualar vardı. “Geçtim yine gül bahçelerinden...” diye mırıldanıyordu. Sahiden de… Her yer gül kokuyordu. Yattığı yerden şöyle bir doğruldu Rüyada mıyım acaba diye düşünüyordu. Yoo... Yaşadıkları gerçekti. Yüzünden bir tatlı tebessüm yayıldı. Tam anlayamasa da işin iç yüzünü. Hissettikleri gerçekti. O kâfiydi. Sevinmişti ya, bu sevinç ona gün boyu yeterdi. ... Yaşlı teyze ise… O sabah başka bir dünyaya uyanmış gibiydi. Ağlıyordu. Yıllar evvel vefat eden muzip eşinin camı tıklatıp, sonra da saklandığı günleri hatırladı. O eski ve tek katlı evin alçacık penceresine bıraktığı çiçeklerin kokusunu hatırladı. “Yine mi sen, yine mi sen!” dedi. “Ah sen yok musun sen” diye söylendi yine. Onu düşündü. Onun nezaketini, inceliğini… Bunlar, yaşadıkları hayal değildi. Söylendi yine kendi kendine. Tatlı bir edayla… “Bu sabah da yaptın yine sürprizini...” diyordu, sevgili eşine. 42 AİLE 2016 OCAK Bizi Gören Gözlerin Nurunu Parlat Allahım! Bizi Yalnız Bırakmayan Dostlarımızı Sen de Yalnız Bırakma Allahım! Güzelliğimizi Senden Bilenleri. Taşıdığımız Bu Eşsiz Renkleri. Ruhları Mest Eden Bu Güzel Kokuları. Ne Varsa Bizde, Hepsini Senden Bilenleri. Cennetindeki Ebedi Solmaz Çiçeklerle Buluştur Allah’ım. Bir yandan gözyaşlarını siliyor, bir yandan da dualar ediyordu ona: “Rabbim, cennet bahçelerinin en güzel kokularını ona da duyur.” ... Ve o afacan küçük çocuk… Onun odasının ve yatağının bu sabah da mis gibi güller koktuğunu önce melekler, sonra da annesi hissetti. Bir de kardeşleri… Zaten bu yaşadıkları da ilk değildi. Ama bir çiçeğin evlerini ziyaret etmiş olabileceğini hiç kimse düşünemedi. Düşünemezdi belki de. Bu çiçeklerin sırrı olarak kalacaktı. ... Bizden söylemesi… Aman dikkat edin. Hiç bir şey karşılıksız kalmaz bu dünyada. Bir çiçeğe Rahman namına bakışınızdaki incelik ve güzellik de… Onu da görenler, kaydedenler var. Merak etmeyin. Sizin her şeyiniz yazılıyor, kaydediliyor. Merak etmeyin. Gönülden gönüle yol gider. Her şey, bir gün size döner. Göz açık değil, gözünüz açık olsun yeter. Gönlünüz de elbette. Bu gece, bir sürpriz yaşayabilirsiniz. Bakın bizden söylemesi… Kimse demedi hiç, demeyiniz. Bakalım, bu gece sizin de ziyaretçileriniz olacak mı? Hem de çok… Bunun cevabını biliyorsunuz artık. Siz gündüz güzel bir gözle ve kalple bakarsanız çiçeklere. Evet… Cevabı, gün boyu yaşadıklarınızda saklı… Onlar da sizi geceleyin ziyarete gelebilirler. Bu geceye ve her geceye aman ha dikkat ediniz. Nasıl anlayacağız derseniz? Neylersiniz işte. Her şeyin bir çaresi var. Hak’tan tecelli böyle… Önce gözlerinizi kapayın. Gönül alıp, gönül onaran nice çiçekler var böyle… Burnunuzu değil, ruhunuzu açın yeter. … AİLE 2016 OCAK 43 GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ Y ıl 10 Ocak 630 idi. Bugün kabul edilen tarihle 1 Ocak 630... Güneş başka türlü parlıyordu. Tabiatın neşesi ve sevinci inançlı gönülleri mutlulukla yıkıyordu. Kurtlar, kuşlar, her türlü mahlukat bir başka sevince uyanmıştı. Kâinat bir başka geleceğin muştusu ile sürur içindeydi. Müslümanların kalbinin attığı yer; Mekke fethedilecekti. Müslüman gönüller özlem ve gururla dopdolu... Cihana damgasını vuracak bir vuslat gerçekleşiyordu. Mekke... Âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili peygamberimizin dünyayı teşrif buyurduğu, çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği, onun ve Müslümanların türlü işkencelere maruz kaldığı şehir… Hz. Âdem’den itibaren İslam’ın merkezi Kâbe’ye bağrını açan şehir... Yeryüzünün bu en şerefli ve faziletli şehri, 630 yılına yaklaşırken, hâlâ müşriklerin C ihanı elinde bulunuyordu ve Kâbe’nin içi bina ediliş gayesinin tam aksine putlarla doluydu. Müslümanların kalp ve vicdanlarını derinden sızlatan bu durumun bir an önce ortadan kaldırılması gerekiyordu. Allah Rasulü beraber yaşadıkları buhranlı yıllardan ve hicretten sonra, Mekke’nin fethi için Mevla’dan gelecek ilahî işareti bekliyordu. Peygamberimiz ve sahabenin hicretinden sonra Mekkeliler yine boş durmadılar. Efendimiz ve Müslümanları yok etmek için uğraştılar; Bedir’de, Uhut’ta, Hendek’te hezimete uğramaları, müşrikleri bir yandan korkutmuş, diğer yandan daha da öfkelendirmişti. Sonra Hudeybiye Antlaşması’yla ortalık sakinleşir gibi oldu. On yıl süreyle iki taraf birbirine saldırmayacaktı. Ancak müşriklerin azgınlıkları birkaç ay geçmeden yine başlamış, Mekke’nin fethi kaçınılmaz hâle gelmişti. Hele müşriklerin himayesindeki Beni Bekr kabilesinin bir provokasyon sonucu Müslüman olan Huzaa kabilesine saldırması, işin tuzu biberi oldu. Ani bir baskında yirmi üç kişi şehit edildi. Kureyş müşrikleri, bu olayı tahrik ve teşvik etmişlerdi. Peygamberimiz tarafından bilinmesinden ise endişe duymuşlardı. Rasul-i Ekrem, müşriklere ültimatom mahiyetinde bir yazı gönderince telaşlandılar ve Ebu Süfyan’ı arabulucu olarak gönderdiler. Ancak Ebu Süfyan bir sonuç alamadı. Daha sonra Mekke’den gelen bir heyet, Rasulüllah’a daha önce fiilen bozdukları antlaşmayı resmen feshettiklerini söyledi. Bu, Müslümanları Mekke’nin Fethi’ne davet demekti. Sonradan müşriklerin akılları başlarına geldiyse de iş işten geçmiş, sözleşme ortadan kalkmıştı. Efendimiz büyük bir gizlilik içinde hareket ediyordu. Mekkeliler en küçük bir haber dahi alamamışlardı. Bu şartlar altında Mekke yakınlarına gelince, gece vakti bir anda on bin ateş yakıldı. Göz kamaştıran bu manzara Mekke artık fethedilmişti. Yüzlerde ve gönüllerde sevinç vardı. Şehirde müstesna bir bayram havası hâkimdi. Mekke’yi aydınlattı. Müşriklere ise korku ve dehşet verdi... Ebu Süfyan tekrar devreye girdi. İki cihan perverinden aman diledi. Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz, Mescid-i Haram’ın, Kâbe’nin ve Ebu Süfyan’ın evine sığınanlarla, kendi evinden çıkmayanlara dokunulmayacağı garantisini verdi. Fetih ordusu, Ebu Süfyan’ın önünden, azamet ve gururla geçiyordu. Telaşlanan Ebu Süfyan, süratle Mekke’ye vardı. Müslüman olduğunu açıkladı; “Ey Kureyşliler! Muhammed karşı koyamayacağınız kadar büyük bir orduyla gelmiş bulunuyor! Müslüman olunuz da selamete eriniz!” dedi. Mekkeliler hiç beklemedikleri bir anda on bin kişilik sahabe ordusunu karşılarında görünce neye uğradıklarını şaşırdılar. Peygamberimiz devesi Kasva’nın üzerinde, kendisine bu mübarek ve muazzam günü gösteren Cenab-ı Hakk’a şükrediyordu. Mekke’ye girmek için dört kola ayırdığı ordusuna ve kumandanlara şu emri verdi: “Size karşı konulup saldırılmadıkça, hiç kimseyle çarpışmaya girmeyeceksiniz, kimseyi öldürmeyeceksiniz!” Muhacirler ve Ensarın etrafını sardığı Rasulüllah Mescid-i Haram’a girdi. Kâbe’nin içinde ve etrafında üç yüz altmış put bulunuyordu. Elindeki yay ile bunlara bir bir dokunuyor ve şöyle diyordu: “Hak geldi, batıl yok olup gitti. Zaten batıl her zaman yok olmaya mahkûmdur.” Müslümanlar da akın akın kutsal mabede doğru aktılar. Rasul-i Kibriya tekbir getirince, Müslümanlar da hep bir ağızdan “Allahü Ekber! Allahü Ekber!” diyerek Mekke ufuklarını çınlattılar. Bu arada öğle namazı vakti girmişti. Nebiyy-i Ekrem’in emriyle Hz. Bilal, Kâbe’nin üzerine çıkarak ezan okumaya başladı. İmanlı gönüllerde sevinç, imansız gönüllerde ise üzüntü ve yıkılış vardı. Rasul-i Kibriya Efendimiz, umumî af ilan ettikten sonra, Safa tepesine çıkıp orada Kureyşlilerin biatını kabul etti. Mekke artık fethedilmişti. Yüzlerde ve gönüllerde sevinç vardı. Şehirde müstesna bir bayram havası hâkimdi. Peygamber Efendimiz, Kâbe ve Mekke’nin içini putlardan temizlediği gibi, şehrin etrafındakileri yok etmek için komutanlarını gönderdi. Mekke’ye girildikten sonra yaşanan önemli olaylardan biri, Efendimiz’in kalpleri fethetmesidir. Bir diğer önemli sonuç ise, asırlar öncesinden, eşitlik, insan hakları ve özgürlük, faizin haram olması, kan davasının kaldırılması, nesebin önemli olduğu gibi hususların ilan edilmesiydi. Bu açıklamalar Veda Haccı hutbesinde en veciz şeklini buldu. Böylelikle tarih değiştiren bir vuslat gerçekleşti… D e ğ iştiren BİR VUSLAT HİKÂYESİ Bekir ERDEM 44 AİLE 2016 OCAK AİLE 2016 OCAK 45 BP İELNG CE EL Rİ K E H İ K AY E L E R İ P E N C E R E DEVE İLE FARE Dr. Lamia Levent Abul Diyanet İşleri Uzmanı C ahil cesur olur derler, elhak doğrudur. Zira etine buduna, bilgisine görgüsüne bakmadan boyunu aşan işlere heves eder, her göreve talip olur, her makamda gözü vardır. Bilgim, görgüm, yeteneğim bu işi yapmaya yeter mi diye düşünmek aklına gelmez. Zira böyle bir kaygısı olmaz onun. Dem kendini gösterme, göze girme demidir, işgüzarlığın zamanıdır vesselam. İşin aslını bilmeyenler de onu ehil sanır ki bu cesaretini artırır cahilin. Aklı olan kırk kez düşünür taşınır, en hassas terazide ölçer tartar, ehline danışır da kendini layık görmezken, cahil semtine uğramaz ne düşünmenin ne de müşaverenin. Hazreti Mevlana ne güzel hikâye eder böyle haddini bilmez cüretkâr cahillerin hâllerini. Efendim hikâye bu ya, bir fare ile bir deve hemhâl 46 AİLE 2016 OCAK Derken efendim, az giderler uz giderler büyük bir ırmağın kıyısına varırlar. Irmak öyle büyük ve öyle derindir ki fare bir adım atamadan olduğu yerde durur, kaskatı kesilir. Bu büyük deryada kaybolmamak içten bile değildir. Deve, fareciğe dersini vermenin zamanı geldi diye düşünür: “Ey yol arkadaşım, niye şaşırdın? Sen kılavuzsun, öncüsün. Irmağa er gibi ayak bas!” der. Fare suyun büyüklüğü karşısında zaten ürkmüş bir hâlde: olup birlikte yola revan olurlar. Fare bir punduna getirip devenin yularını eline alıp önden kurula kurula giderken deve de tabiatındaki yumuşaklık ve mülayimlik sebebiyle ses etmeden onunla yürümeye başlar. Şu minnacık fareciğin kalbi kırılmasın, kendini hor ve hakir hissetmesin diyedir devenin sesini çıkarmamasının asıl sebebi. Amma bizim farecik, devenin bu inceliğini anlamaktan uzak bir hodbinlik içindedir. Öyle ki koskoca devenin yularını tuttuğundan hemen gurura kapılır: “Ben ne adammışım” diye içinden geçirir. Deve gibi boylu poslu, anlı şanlı bir hayvana kılavuzluk yaptığını düşünüp kibirleniverir. Lakin kendi cüssesine bakmak aklına bile gelmez. Deve, farenin gurura kapıldığını anlar ama ses etmez. Vakti zamanı gelince vereceği dersi biliyordur zira. “Bu su pek derin, pek büyük, boğulmaktan korkuyorum.” diye cevap verir. Deve ise: “Bir göreyim hele su ne kadar derinmiş,” diyerek ayağını ırmağa atar. Suyun fazla derin olmadığını görür. Ey kör fare, su diz boyu kadar, neden korktun ki? Diye alayla çıkışır. “Sana karınca gelen bana ejderha” der fare. Dizden dize fark var, sana diz boyu ama benim boyumu yüz kat aşar deyince deve haddini bilmeyen fareye: “Öyleyse bir daha küstahlık etme, kendin gibi farelerle boy ölçüş!” Fare boyunun ölçüsünü alır, şimdi bin pişmanlık içinde ırmağı geçmenin telaşına düşer. Deveye: “Tövbe ettim, pişmanım! Ne olur beni bu helak edici sudan geçir.” diye yalvarmaya başlar. Devenin yufka yüreği dayanamaz farenin bu perişan hâline. Hem farecik bin pişman olmuştur yaptığı densizliğe. Olgunluk gösterir, affeder fareciği: “Haydi, hörgücüme tırman. Seni de senin gibi yüzlercesini de geçiririm.” Evet, fare haddi aşmıştır aşmasına amma her hak ehline hakkını teslim etmesi gerektiğini de anlamıştır. Cehaletin ve haddini bilmezliğin sonu her zaman bu hikâyedeki gibi mutlu sonla bitmeyebilir ancak bilmediği suda yüzmek insanoğluna tahmin ettiğinden de pahalıya mal olabilir. Velhasıl kelam, ehil olmadığı işlere yeltenmemek, işi erbabına bırakmak da bir olgunluk gerektirir. Mevlana’nın deyimiyle: “Sultan değilsen tabi ol! Ticarette iş bilir değilsen yalnız başına dükkân açma, pişinceye dek bir kâmilin hükmü altına gir!” AİLE 2016 OCAK 47 B İ R N E F E S S I H H AT ÇOCUKLARDA Romatizmal HASTALIKLAR Doç. Dr. H. Ahmet DEMİR Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı R omatolojik hastalıklar erişkinlerde olduğu kadar çocuklarda da görülebilmektedir. Bu grup hastalıklar, bağ dokusu hastalıkları veya kollajen vasküler hastalıklar olarak da adlandırılmakta ve geniş bir hastalık grubunu oluşturmaktadır. Hastanelere gelen her beş çocuktan birinin kas iskelet sistemine ait bir bulguyla başvurduğu bilinmektedir. Bu hastalıkların ortaya çıkış mekanizması, temelde vücudumuzu korumaya programlanmış bağışıklık sistemimizin çeşitli nedenlerle kendi vücudumuza karşı yıkıcı ve aşırı bir re- aksiyonda bulunmasıdır. Bunun sonucu olarak romatizmal hastalıklar, çoğunlukla kas iskelet sistemi başta olmak üzere tüm organları ilgilendirebilen belirti ve bulgularla kendini gösterebilmektedir. Hastalıkların farklı klinik özelliklerinin varlığı ve heterojen bir grup hastalık olması nedeni ile çocuklardaki tüm belirti ve bulgular dikkatle gözlenmeli, kaydedilmeli ve doktoruyla konuşulmalıdır. Bu hastalıkların hemen hepsinde fark edildiğinde tanı konulmasını kolaylaştıran bazı bulgular vardır. Bu bulgular, tekrarlayan ateş, eklem ağrısı, kas güçsüzlüğü, yüzde kelebek tarzında kırmızı BÜYÜME AĞRILARININ BELLİ ÖZELLİKLERİ 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. Ağrı genelde eklem dışındadır. Ağrıların 2/3’ü baldır bölgesi, uyluk veya diz arkasındaki boşlukta görülür. Hemen her zaman ağrı simetriktir. Ağrı genelde günün geç saatlerinde veya gece ortaya çıkar. Sıklıkla çocuğu uykudan uyandıran niteliktedir. Ağrının süresi kısadır ancak bazen bir kaç saat sürebilir. Ağrı hafif veya çok şiddetli olabilir. Sabahları çocukta ağrıdan hiçbir eser kalmaz. Muayenede herhangi bir bulguya rastlanmaz. Aralıklı bir seyir gösterir, bazen haftalarca veya aylarca hiç ağrı olmaz. Bu özellikleri bilmek hasta ve aile için önemli olmanın dışında çocuğa gereksiz tetkiklerin yapılmasını da önleyecektir. 48 AİLE 2016 OCAK Bu hastalıklarda ateş, genel olarak bir enfeksiyon olmaksızın tekrarlayan nitelikte olur. Ayrıca ateşe, ciltte döküntü, eklem yakınması, karın veya göğüs ağrısının eşlik edip etmemesi çok önemlidir. döküntü, göğüs ve sırt ağrısıdır. Yüzdeki döküntü, yanaklar ve burun sırtını kaplayan, güneş ışınlarına maruziyet durumunda artış gösteren bir döküntü olarak tanımlanabilir. Çocuklarda en sık görülen bulgulardan birisi olan ateşin genelde en sık neden enfeksiyonlardır. Ancak bu hastalıklarda ateş, genel olarak bir enfeksiyon olmaksızın tekrarlayan nitelikte olur. Ayrıca ateşe, ciltte döküntü, eklem yakınması, karın veya göğüs ağrısının eşlik edip etmemesi çok önemlidir. Bu bakımdan eşlik eden bulguların iyi gözlenmesi gereklidir. Ateş, romatolojik hastalıklarda olduğu gibi lösemi, lenfoma ve nöroblastom gibi bazı çocukluk çağı kanserlerinin belirtisi de olabilir. Bu nedenle ateşin düzeyi, yükselme sıklığı, gün içindeki seyri ve eşlik eden diğer bulgular da dikkatle sorgulanmalıdır. Diğer önemli bir belirti ağrıdır. Bu hastalıklarda ağrı genelde ekle- melerde veya eklem çevresinde olup ağrıya sıklıkla şişlik, kızarıklık, ısı artışı veya eklem hareket açıklığında kısıtlılık eşlik edebilir. Ağrı konusunda dikkat edilmesi gereken nokta, bu ağrıların “büyüme ağrıları”ndan ayrımının yapılmasıdır. Büyüme ağrıları, 3-12 yaş arası çocuklarda görülmekle birlikte, 4-6 yaş arası çocukların %37’sinde görülmektedir. Okul yaşı çocukların ise %15’inde görülmektedir. Ağrının hastanın göğüs veya sırt bölgesinde olması bu hastaların çok dikkatle incelenmesi gerektiğinin habercisidir. Bu durum kalp zarında ve/veya akciğer zarlarında bir inflamasyon (enfeksiyonlar, travma, sıcak gibi faktörlere bağlı olarak çeşitli mikrobik ajanlar, toksinler ve doku harabiyetine karşı hararet artması, kızarıklık ile karakterize iltihabi reaksiyon) ve/veya sıvı birikimine bağlı olabilir. Sırt ağrısı ise omurlardaki kırıklar ve sıvı birikimi veya inflamasyona bağlı olabilir. Kas güçsüzlüğü, hastalığın kas sistemini tutmasına bağlı olarak görülebileceği gibi vücuttaki yangı durumu (inflamasyon) ve kronik hastalık durumunun bir belirtisi olarak da ortaya çıkabilir. Ciltte döküntü ise tüm vücutta veya vücudun belli bölgelerinde kırmızılıklar olarak kendini gösterir. Ateş durumuna göre değişkenlik olabilir. Özellikle yanakları ve burun sırtını kaplayan güneşe maruziyet durumunda artış gösteren kırmızı renkte döküntü çok önemlidir. Bu hastalıkların en önemli özelliklerinden biri de birçok sistemde etkilenme meydana getirmesidir. Baş ağrısı, gözlerde kuruluk, akıntı, kızarıklık ve görme değişiklikleri; ağız mukozasında aft, ağız kuruluğu; gastrointestinal sistemde kanama, reflü, yutma güçlüğü ve ishal; genitoüriner sistemde ülser gibi tutulumlar sadece bir kaç örnek olarak sıralanabilir. TEDAVİ Bu hastalıkların tedavisi günümüzde mümkündür. Yeni ilaçların kullanıma girmesi ile de tedavi başarısı artmıştır. Ancak çok karmaşık ve çoklu organ sistemi tutulumu ile ilerlediğinden hasta, çocuk doktoru, çocuk romatoloji uzmanı, hemşire, psikiyatrist, psikolog, fizik tedavi ve ihtiyaca göre daha birçok branşın işbirliği ile tedavi edilmelidir. AİLE 2016 OCAK 49 K Ü LT Ü R S A N A T K Ü LT Ü R S A N A T Göğü S ö z u ç ar yazı kalır İ stanbul’u yenileştiren ve yerlisini şaşırtan istilaların en gizlisi ve en tesirlisi yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu. “Saat”ten kastımız, zamanı ölçen alet değil, fakat bizzat zamandır. Eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendimize göre, dinden, ırktan ve ananeden hayat alan bir zevkimiz olduğu gibi, bu üslub-ı hayata göre de “saat”lerimiz ve “gün”lerimiz vardı. Müslüman gününün başlangıcını şafağın parıltıları ve nihayetini akşamın ziyaları tayin ederdi. Madenden sağlam kapaklar altında mahfuz tutulan eski masum saatlerin yelkovanları yorgun böcek ayakları tarzında, güneşin sema üzerindeki seyriyle az çok münasebetdar bir hesaba tebaan, minenin rakamları üzerinde yürürler ve sahiplerini, zamandan takribi bir sıhhatle, haberdar ederlerdi. Zaman namütenahi bahçe ve saatler orada açar, gâh sağa gâh sola mail güneşten rengârenk çiçeklerdi. Ecnebi saati iptilasından evvel bu iklimde, iki ucu gecelerin karanlığıyla simsiyah olan ve sırtı, muhtelif evkatın kırmızı, sarı ve lacivert ateşleriyle yol yol boyalı, azim bir canavar hâlinde, bir gece yarısından diğer bir gece yarısına kadar uzanan yirmi dört saatlik “gün” tanınmazdı. Ziyada başlayıp ziyada biten, on iki saatlik, kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı. Müslüman’ın mesut olduğu günler, işte bu günlerdi; şerefli günlerin vakayiini bu saatler ölçtüler. Gerçi, feleki hesabata göre bu “saat” iptidai ve hatalı bir saatti, Adam Papalagi fakat bu saat hatıratın kudsi saatiydi. Zevali saatin âdat ve muamelatımızda kabulü ve ezani saatin geri safa düşüp camilere, türbelere ve muvakkıthanelere metruk bir “eski saat” hâline gelişi, hayatı tarz-ı rüyetimiz üzerinde vahim bir tesiri haiz sahip olmamış değildir. Giden saatler babalarımızın öldüğü, annelerimizin evlendiği, bizim doğduğumuz, kervanların hareket ettiği ve orduların düşman şehirlerine girdiği saatlerdi. Bunlar, hayatı etrafımızda serbest bırakan geniş lakayt dostlardı. Gelen yabancılar ise hayatımızı bozup onu meçhul bir düstura göre yeniden tanzim ettiler ve ruhlarımız için onu tanılmaz bir hale getirdiler. Yeni “ölçü” bir zelzele gibi, zaman manzaralarını etrafımızda zir ü zeber ederek, eski “gün”ün bütün sedlerini harap etti ve geceyi gündüze katarak saadeti az, meşakkati çok, uzun, bulanık renkte bir yeni “gün” vücuda getirdi. Bu Müslüman’ın eski mesut günü değil, bedmestleri, evsizleri, hırsızları ve katilleri çok ve yeraltında mümkün olduğu kadar fazla çalıştırılacak köleleri sayısız olan büyük medeniyetlerin acı ve nihayetsiz günüdür. Unutulan eski saatler içinde eksikliği en ziyade hasretle tahattur edilen saat akşamın on ikisidir. Artık “on iki” solgun yeşil sema altında, ilk yıldıza karşı müezzinin Müslümanlara hitap ettiği, sokakların lacivert bir sisle kaplandığı, ışıkların yandığı, sinilerin kurulduğu ve yarasaların mahzenlerden çıkıp uçuştuğu o müessir ve titrek saat değildir. … Müslüman Saati - Ahmet Haşİm (Bu yazı Gurabahâne-i Laklakan kitabından alınmıştır. Dergâh Yayınları, c. I, nr. 3, 16 Mayıs 1337/1921.) 50 AİLE 2016 OCAK Delen H a l i l İ b r a h i m U zun B ir kavram olarak “modern” kelimesinin şimdiki zamana ait, güncel gibi anlamlara sahip olduğunu biliyoruz ve aslında bu zaman olarak algılanan kavramın yalnızca vakte ait değil, teknik veya teknoloji konuları açısından bakıldığında mekâna, bölgeye ait bir yaşam modeline de işaret ettiğini görebiliriz. Günümüzü modern veya postmodern gibi isimlerle tanımlasak da 1920’li yılları kendisinden daha erken bir döneme göre veya “modern” diye nitelenen kentlerin aynı çağda Amazon’un derinliklerinde yaşayan bir kabileye göre modern sayıldığına şahit olabiliriz. Ancak toplumların normları ile ilişkili böyle bir “uygar” ve “uygarlık” anlayışının ahlakiliği her zaman tartışılır. Papalagi 1920 yılında Erich Scheurmann tarafından Almanya’da ilk defa yayınlandığında yazarına itibar ve hatırı sayılır bir para kazandıran kitap olarak basının dikkatini üzerinde toplamış ve ancak bundan 68 yıl sonra, 1988 yılında Türkçeye çevrilerek ülkemiz okuruyla buluşmuştur. Scheurmann’ın aslında kendi düşünsel hikâyesini anlattığı bu kitabı, Samoalı bir kabile reisi olan Tuiavii’nin Avrupa’da eğitim görüp, onu tanıdıktan sonra Samoa halkı hakkındaki aktarımları ve tecrübeleri onun bilgisi dışında bastırarak okurla buluşmuştur. Göğü delen adam anlamına gelen Papalagi, yerlilerin ufukta bir delik olarak gördükle- ri beyaz yelkenlinin taşıdığı beyaz misyoneri tanımlamaktadır. Günümüzde beyaz adam kendisine layık görülen bu makamı süratli araçları, yüksek kuleleri ve bulutları aşan binaları ile hakkını vererek sürdürmektedir. Yazar, uygarlığa şiddetli salvolar atan ancak onun ideolojik temelini de oluşturan Hristiyanlığı eleştirmekten geri durmakta Scheurman kitabında Reis Tuiavii’nin dili ile Hristiyanlığı bir kurtuluş ışığı gibi göstermektedir. Ancak ona göre bu ışığı elinde tutan Avrupa’nın, eli dışında tüm vücudu karanlıklar içindedir ve tek amacı aslında Tuiavii bunu “bize, ışığı getireceğinize inandırmıştınız oysa sizin niyetiniz bizi de kendi karanlığınıza çekmekti!” sözleri ile haykırmaktadır. Yazar tabiatla haşir neşir olan, kendini tabiatta bulan bir insanın sahip olduğu yalınlıkla, uygarlık denilen şeye nasıl baktığını bilmenin; beyazlar ve akıl insanları için bir değer taşıyacağına inanmaktadır. Çünkü böylece eşya tutkusunun, ruhsuz ve hissiz makineleşmenin kaybettirdiği bakış açısı yeniden kurulacak ve Avrupa özüne dönerek kendini görme imkânına kavuşacaktır. Bu küllenmiş duyguların yeniden canlandırılmasıdır aslında. Scheurman hikâyesini “gerçek Hristiyanlık bu değil” mesajı ile nihayetlendirmektedir. Söz konusu bu durum çelişkileri ortaya konulduğunda aslında bir hakikat arayışına işaret edecektir. AİLE 2016 OCAK 51 K I R K A M B A R Yaşları doksan civarında ancak altmış yaşlarında gösteren bir çift varmış. Herkes onların genç gözükmelerinin sırrını merak edermiş. Bir gün merak edenler toplanıp doksan yaşındaki bu çifti ziyarete gitmiş. Delikanlı ihtiyara sormuşlar. Delikanlı ihtiyar: “Size açıklayayım ancak önce bir şeyler yiyelim” demiş. Eşine yemekten sonra sofraya bir karpuz getirmesini söylemiş. Eşi de üst kattan bir karpuz alıp getirmiş. Delikanlı ihtiyar, karpuzu beğenmeyip yenisini istemiş. Kadın gidip yine bir karpuzla gelmiş. Bizimki onu da beğenmemiş, tekrar başka bir karpuz getirmesini söylemiş. Genç nine yine bir karpuz getirmiş, ama onu da beğenmemiş. Misafirlere: “Hanım iyisini bilemedi, gelin beraber seçelim karpuzu” demiş. Tavana varınca bakmışlar ki, tek karpuz var. Genç nine hep aynı karpuzu getirmekteymiş. Genç dede misafirlerine: “Şimdi genç kalmamın sırrını anladınız mı?” diye sormuş. Onlar da anlamadık demişler. Dede: “Karpuz tavanda bir tane “ BİR DUA “ İzzet Yıldız DİYARBAKIR ADAN KISS SSE Hİ idi. Eşim beni mahcup etmemek için, her seferinde başka karpuz getiriyor gibi göründü. Tavanda başka karpuz mu var, sadece bir tane demedi. O beni hiç üzmedi ben de onu üzmedim. Aile içindeki hiçbir şeyi dışarıya, yani ne kendi ailemize ne de başkalarına kesinlikle yansıtmadık. Yani birbirimizi, başkalarının önünde zor duruma hiç düşürmedik, mahcup etmedik. Böylece, ikimiz de genç kaldık” diyerek genç kalmanın sırrını açıklamış. “Allah’ım! Fakirlikten sana sığınırım. Darlık ve zilletten sana sığınırım. Zulmetmekten ve zulme uğramaktan da sana sığınırım.” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 236; Nesâî, İstiâze, 14.) “Tevazu, gururun perhizidir.” Voltaire “ 52 AİLE 2016 OCAK BİR İNCİ “ İLGİNÇ BİLGİLER * Stockholm Kraliyet Kütüphanesi’nde muhafaza edilen “Şeytan İncili” kitabının ağırlığı 350 kg’dir. *Taze kakao içerisinde bulunan sıvı, kan plazması yerine kullanılabilir. 2014 Ocak sayısında tanıdık sizi. 2 yıla kadar sadece Diyanet Çocuk Dergisi ile evimize misafir oluyordunuz ama bana göre geç de olsa Aile dergisiyle de takip edeceğiz sizi. Okundukça okunası gelen oldunuz bizim için. İyi ki varsınız ve yolunuz açık olsun diyorum Diyanet Aile Dergisi... Diyanet Aile Dergisi, hayatın farklı alanlarına dair dokunuşlarıyla çalıyor kapımızı her ay. Ve bu dokunuşlar hem gönül dünyamızda hem de fikir dünyamızda yeni ufuklar açıyor. Kaleminize sağlık. Emeği geçen herkesten Allah razı olsun. “ Yücel Çetinkaya I S PA RTA İZMİR BALIKESİR Güller diyarından gül yüzlü hocalarıma selam olsun. Emeğinize, yüreğinize sağlık muhterem hocalarım. Vakit iyilik vakti. Her ay iyilikleri ve güzellikleri vurguladığınız için yürekten teşekkür ediyoruz. Diyanet Aile Dergisi’nin hazırlanmasında emeği ve katkısı olan herkese teşekkür ediyorum. Kalemlerinize sağlık. Ayşe Bulut Zeynep Aslan Hüseyin Sezen ORDU Diyanet Aile Dergisi’ni her ay takip ediyorum. Eğitimden sağlığa, günümüzden tarihe pek çok konuya değiniliyor. Böylesi güzel bir derginin daha çok tanınmasını isterim. Emeği geçenlere teşekkür ediyorum. SİZDEN GELENLER “ GENÇ KALABİLMEK *Sabahları elma yemek, kahveden daha fazla uyku açar. AİLE 2016 OCAK 53 KARE BULMACA 1 2 3 4 5 Hazırlayan: Hasan YILDIRIM 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 1 2 B U L M A C A SUDOKU 1 3 2 8 3 6 4 7 5 5 1 2 9 8 8 4 2 9 9 10 12 3 13 14 15 5 1 8 1 4 1 11 8 3 6 7 7 8 9 2 1 3 6 9 Sudoku Kuralları Sudoku 9x9 boyutunda 3x3 bölümlere bölünmüş şekilde başlar. Amaç Eksik numaraları bütün yatay sıraları, dikey sütunları ve bölgeyi (3x3 boyutundaki kareleri kaplayan) 1 den 9 a kadar numaralar ile her numarayı birden fazla olmamakla beraber doldurmaktır. Sudoku bir kaç numara dolu şekilde ipuçları ile başlar. Bazı 3x3 bölümlerde ipuçları daha az bazılarında ise daha çok verilmiştir. Bu ipuçları kolay orta ve zor bölümler şeklinde tasarlanmıştır. Amaç her seviyeden bulmaca severin ilgisine, zihin jimnastiğine hitap etmektir. 16 SOLDAN SAĞA 1- Temel, esas, asıl. -İlginç, ilgi çekici. 2- Ah çekip ağlamak anlamında Fars kökenli kelime. -(Tersi) Anadolu’nun geleneksel sözlü ve tasavvuf edebiyatında “aşk” anlamına gelir. 3- Şedde’nin ünsüzleri. -Eski dilde “su”. - Arapça’da istek, amaçlanan ve hedeflenen. - Bir bağlaç. 4- (Tersi) Savaş tutuklusu, özgürlüğü olmayan. -(Tersi) Kafası büyük bir balık türü. -Sadece kendisi ve 1 sayısına bölünebilen 1’den büyük pozitif tam sayılar. 5- (Tersi) Yaşlı, büyükbaba, ata. -Bir şeyi dış etkiden korumak, çevresinden ayırmak. - Düşmanın gelmesi beklenebilen yollar üzerinde, askeri önem taşıyan kentlerde, geçit ve darboğazlarda güvenliği sağlamak için yapılan kalın duvarlı, burçlu, yapı. 6- Bir erkek ismi. -Özel veya kamu kuruluşlarında yazışmalardan sorumlu kimse. 7- Dinler tarihinde Musa ve Harun peygamberlerin babası olarak geçer. - Eskiden kırmızıya denirdi. - Bela’nın ünsüzleri 8- Anadolu’da bazı yörelerde babanın kız kardeşi hala anlamında kullanılır. - Bir olaydan çıkarılan ders, pay. 9- İsim. -Dakikanın kısa yazılışı. -(Tersi) En kısa süre. -Bir yüzeyde boy sayılan iki kenar arasındaki uzaklık, genişlik, boy, uzunluk karşıtı. 10- Diyarbakır ilinin bir ilçesidir. -Ramazan’da kandillerde ışıklı yazılarla minare süslemesi. - Bir ünlem. 11- Bir renk, Eflatun. - Peygamberimizin damadı, amcasının oğlu, 4. Halife- Güneydoğu Anadolu’da bir ilimiz.12- Ummak kelimesinden emir. -(Tersi) İlave - 1299-1922 yılları arasında varlığını sürdürmüş bir Türk - İslam devletidir. 13- Türkçe de bir bağlaç. -Serap’ın ünsüzleri. -Ayak değmemiş kum, delinmemiş inci anlamlarına gelen, Hz. Meryem’e ve Medine şehrine verilen adlardan biri.14- Kur’an’da Mülk Suresi’nin …. bu ifade ile başladığı için aldığı diğer adı. (Tersi) Çok karşıtı. 15- Üç tarafı denizlerle çevrili, topraklarının büyük bölümü Asya’da, küçük bir bölümü ise Trakya’yada 783.562 km. alana sahip ülke. Arapça’da ‘beni de’ anlamına gelen bir edat. -Türkçede kelime sonuna eklenen bir soru adatı. 16- Gerçek olarak, hakikaten, sahiden, yaparak çalışarak anlamlarında kullanılan kelime. -Dil yazım kurallarına denir. 54 AİLE 2016 OCAK YUKARIDAN AŞAĞI 1- Kur’an-ı Kerimde: İnsan için, yaratılanların en şereflisi anlamına gelen ifade. 2- Farsça kökenli ‘gözüm gibi sevdiğim’ anlamında bir kız ismi. -Her zaman her vakit, süregiden. İtaatsizliği temsil eden ve ayette anneye babaya denmemesi emredilen ünlem. 3- Kimyada Sodyum’un simgesi. -Eskiden giyilen, düz yakalı, önü ilikli bir cesit ceket. - Hollanda’nın simgesi. Latince tıp dilinde; üç, üçlü, üç defa, üç misli anlamına gelir. 4-Türkiye Cumhuriyeti’nin üçüncü Diyanet İşleri Başkanı olan ve 9 Ocak 1951 tarihinde görevi başındayken vefat eden; yazdığı eserleri ve yaptığı hizmetleri ile yüzyılımızın İslam âlimleri arasında önemli bir yeri olan resimdeki kişi. 5- (Tersi) Kimyada Altın elementinin simgesi -Bir tür havyan, dişi sığır. - Irak’ta bir kent. 6- Ezmek fiilinden emir. -(Tersi) Vilayet. - Eski dilde su. - Hisse pay, Farsçada eskimiş, derece aşama anlamlarına gelir. 7- Müslümanlara günde beş vakit kılmaları emredilen ibadet. Telefonda hitap sözü - Bir geyik türü. 8- Bir elektrik akımının şiddetini gerilimini, şeklini değiştirmeye veya enerji aktarımına yarayan cihaz. -(Tersi) Arapça ileri görüşlülük anlamına gelen ‘basiret’in çoğulu. 9- Saçsız baş veya ağaçsız tepeler için kullanılır. - (Tersi) Herhangi bir cismin, başka bir cismi kendine doğru çekme gücü, cazibe. 10- (Tersi) Eskiden çoğunluk anlamında kullanılan kelime. - Tembellik. 11- İnternet iletişim ağında genelde üniversitelerin kullandığı resmî web alan adı uzantısı. - Eski Türklerde kral yönetici anlamında bir erkek ismi. - Kimyada Nikel’in simgesi. 12- Kur’an okuduktan sonra; “Azim olan Allah doğruyu söyler” anlamında yaptığımız kısa dua cümlesi. 13Farsça’da su. - Satmaktan emir. - Bir cihazın bozulması, aksama, aksaklık, bozulma. 14- Ateşli silahlarda mermi “çekirdeğinin” kalınlığı ya da namlu ağzının iç çapının genişliği, çapıyla ilgili ölçü birimi. -Eski dilde su. 15- Bireylerin istedikleri zaman istedikleri sayıda çocuk sahibi olmaları için devletçe ailelere verilen hizmetlerin tamamı. AİLE 2016 OCAK 55 FOTOĞRAFINANLATTIKLARI İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır. F O T O Ğ R A F: P ı n a r P ınarbaşı 56 AİLE 2016 OCAK “Allah’ım! Beyaz elbiseyi kirden temizlediğin gibi, kalbimi günahlardan arındır, hatalarımı kar ve dolu suyuyla temizle.” (Buhârî, Ezân 89.) Hamd ü Sena ... O büyük Rabb’e şükürler ki, ayak bastığımız Yeri halketti barınsın diyerek varlığımız; Ve yer üstünde hayalin cereyanınca uzun, O büyük Rab ki, ışıklar yakıyor göklerde, Lütfunun feyzini görsün diye insan yerde; En büyük nimete hamd, en küçük ihsana şükür. O büyük Rab ki, ufuklar boyu nimetlerini, Hüsn ü an, reng ü füsun, aşk u cünun mahşerini Gayrı kâfi görerek sevdiği biz kullarına Şimdiden vadediyor başka bir âlem yarına; Mâ-i Tesnim’e şükür, Ravza-i Rıdvan’a şükür. ... Faruk Nafiz ÇAMLIBEL