DAYANILMAZ DEHŞET KAÇINILMAZ SON: ÖLÜM Konuşmacı
Transkript
DAYANILMAZ DEHŞET KAÇINILMAZ SON: ÖLÜM Konuşmacı
DAYANILMAZ DEHŞET KAÇINILMAZ SON: ÖLÜM Konuşmacı: Assoc. Prof. Dr. Doğan Kökdemir Yer: Atılım Üniversitesi Seyhan Cengiz Turhan Konferans Salonu Tarih: 17. 03. 2009 Assoc. Prof. Dr. Doğan Kökdemir: Konu ölüm olunca anlatacak şeylerin hem sayısı çok, hem de takdir edersiniz ki biraz garip bir konu. Kolay kolay pek çok kişinin anlatmak istediği bir konu da değil. Burada çoğunluğu psikoloji öğrencileri mi oluşturuyor? Şimdiden yaşıyorsunuzdur ama mezun olduğunuzda daha çok yaşayacaksınız. Psikoloji bölümünden mezun olmak, psikolog olmak problemli bir iş çalıştığınız alanı söylemeniz açısından problemli bir iş. Mesela dolmuşa ya da taksiye bindiğinizde aracı kullanan kişi sizinle sohbet ettiğinde ne iş yaptığınızı nereden mezun olduğunuzu sorduğunuzda ya da hangi bölümde okuduğunuzu sorduğunda bilmiyorum bir sıkıntı yaşıyor musunuz, ben öğrenciyken yaşıyordum. Psikoloji bölümünde okuyorum demek istemezdim, çünkü arkasından bir sürü saçma şey gelirdi. Mezun olunca bu değişmedi. Şimdi daha kötü. Şimdi soruyorlar; akademisyenim, öğretim üyesiyim diyorum. Hangi bölümdesin; psikoloji. Hocam bir şey soracağım, benim bir eltim var şöyle şöyle konularda stres yaşıyor acaba ne yapabilirim? Ben ne yapabilirim, yani hiçbir fikrim yok. Klinikçi olsaydım da bir fikrim olmazdı yani klinikçiler belki bu sorunu daha fazla yaşıyor. Fakat benim bir avantajım var, bugün de bu avantajla buradayım. Çalıştığım alan ölüm olduğu için bana soruldu hangi konuda çalışıyorsunuz; ölüm. Muhabbet bitiyor. Başka hiçbir soru yok. Yani şunu bile sormuyorlar; ölümün nesini çalışıyorsun be adam. Tamam, eninde sonunda hepimiz öleceğiz onu biliyoruz. Ben öleceğim ömrümüm sonuna kadar konferans verecek halim yok. Siz çok genç görünmenize rağmen öleceksiniz. Bundan kurtulma şansımız yok ama bunun üzerine çalışma şansımız var. Dolayısıyla ben kendi çalıştığım konudan memnunum tabii bu benim büyük bir korkumun konusu. Psikologlar, psikoloji öğrencileri, özellikle doktora dönemine geldikleri zaman kendi sorunlarını çalışırlar. Bizim alanımız diğer alanlardan biri benim yüksek lisans tezim insan ilişkileriyle ilgiliydi. Çünkü tuhaf bir öğrenciydim. Yani kolay kolay iletişim kuramayan, arkadaşlık ilişkilerinde çok radikal ya da sert olabilen grileri olmayan siyah ve beyaz arasında gidip-gelen birisi olduğum için arkadaş sayım da azdı, kavgalarım da çoktu ve belki bunların nedenini anlamak için olabilir arkadaşlık üzerine insan ilişkileri üzerine yüksek lisans tezimi çok sıkılarak yaptım. Doktora döneminde ne çalışacağım konusunda hiçbir bilgim yoktu, acaba dedim bu konuya mı devam etsem, kendime yeni bir konu mu versem, başka bir şey mi bulsam karar veremiyorum. Kendimi karar verme süreçlerine çalışırken buldum, doktora tezi de öyle oldu. En son artık her şeyden kurtulunca bunlar hakikaten bazen bir kurtuluş oluyor, çünkü bir şeyleri elde etme ile çalışma yapmanızla kendi istediğiniz konuyu çalışmanız arasında ciddi bir fark var. Burada görmüş olduğunuz konu benim çalışmayı istediğim bir konu, hep öyleydi, çünkü ölmekten herkes korkuyor. Herkes bunu belki itiraf etmiyor. Bazı insanlara sorulduğunda şunu diyorlar; hayır biz ölümden korkmuyoruz. Bunu diyebilirsiniz yani bilinç düzeyinde bu her zaman mümkündür ama herkes ölümden korkar. Bu normal bir şeydir zaten ve ben de bu korkunun nasıl ortaya çıktığını, ne tür parametreleri olduğunu, ölümü nasıl anladığımızı, ölüm korkusunun başka davranışlarımızı belirleyip belirlemeyeceği üzerine son beş altı yıldır çalışıyorum, okuyorum, yazıyorum. Yani ölümle ilgili bir şeyler okumak durumundayım kısacası. Bugünkü konumuz ölüm sorusunun farklı bir boyutuna bakıyor, yani biraz daha giriş düzeyine bakıyor. Pek çok konu konuşabiliriz ama biraz bu konular nereden çıktı, neler yapıldı, neler yapılabilir neler tartışılabilir, sizlerle onu paylaşmak istiyorum. Ölüm dediğimiz kavram sadece psikolojide çalışılan bir kavram değil, yani ölüm dediğinizde ilk aklınıza sanat geliyor. Ben sanatçı 1 olmadığım için özellikle bilgiye sahip olmadığım için teknik kısımlarını bilemem ama ölümün sanatla resmedilişi çok enteresan ve çok güzel çoğu zaman hakikaten güzel. Örneğin size göre sol tarafta Gustav Klimt‟in Ölüm ve Yaşam resmi ölümü güzel tasvir eden resimlerden bir tanesi ressamın tam olarak ne düşündüğünü bilemiyorum, bunu anlayabilir miyiz bir fikrim yok. Ölümle yaşamın birbiri içerisine nasıl geçmiş olduğunu, yaşamın renkli doğal olarak da ölümün biraz karanlık olduğu orada yaşamı çevreleyen karaltıdır aslında bakarsanız bunu resmetmiş. Sağdaki ise daha klasik bir ölüm şeklidir. Hayat sona erdikten sonra yükseliyoruz ve bizi yargılayacak birileri var bu yargılamada eğer negatif puanlarımız çok ise cezayı kesecek de orada siyah cüppeleri giymiş bizi bekliyor. Çok bildik ilahi bir resmediliş. Hans Baldung‟un 16. yy.dan İnsanın Üç Çağı ve Ölüm başlığı taşıyor. Beni en çok etkileyen resimlerden bir tanesi çünkü çok gerçek anlatıyor ölümü. Yani ölümün daha iyi bir tasviri olamazdı diye düşünüyorum. Hakikaten orada da üç çağdan bahsediyor bebeklik, gençlik ve yaşlılık ve yaşlılıkla kol kola giden ölüm. Bu üçlü hepimizin yaşamının bir parçası her şey yolunda giderse eğer her şey doğal olursa, bu üç çağı geçirip ölüme ulaşıyoruz. Bazen orta yaşta, genç yaşta ya da çocuklukta tabii bunu yaşama riskimiz var ama her şey yolunda giderse bizimle kol kola gelecek ölümle de tanışma şansımız olacak ama bu resimde dikkatimi çeken bir iki nokta var sizinle paylaşmak isterim. Bir tanesi oradaki bebek bununla başlıyor ve bebeğin yanında hemen o dairenin dışında bıraktığım bir hayvan var gördüğünüz gibi karga; ölümle çok bağdaştırılır. Amerikan filmlerinde çoğunlukla baykuş kullanılır ama ölümü çağrıştırması açısından karga daha iyi bir temsilidir, çünkü nedenini bilmemekle birlikte kendi leşlerini kendi ölülerinin üzerine toprak örtmeye çalışan ikinci yaratıktır. Birisi biziz insanlar, diğeri de kargalar. Niye yaptığını bilmiyoruz en azından o konuda benim bir bilgim yok. Belki de o yüzden resimlerde fazlasıyla kullanılıyor ama asıl bu resimde dikkat çekici olan üst taraftaki yaşlı kadın ve genç kadın. Burada da gördüğünüz gibi yaşlı kadının genç olana direk bir bakışı söz konusu Orson Walse‟nin ünlü bir şarkısı vardır “ben gençliğin ne olduğunu biliyorum ama sen yaşlanmanın ne olduğunu bilmiyorsun” der. Bu bölüm onu temsil eden bir kısım yaşınız ilerledikçe yıllandıkça öyle diyelim geçmişe dair anılarınız durur, gençliğin ne olduğunu, genç olmanın ne olduğunu tabii ki bilirsiniz ama gençken şu yaştayken çoğunluğunuz bundan 20 sene 40 sene sonra ne olacağınız konusunda hiç fikriniz olmayabilir çok normal. Resimde de dikkat 2 ederseniz genç olanın olan bitenden haberi yok tamamen boşluğa bakıyor, yaşlı olan ona bakıyor. Bir özlem var geçmişe yönelik, gençliğe yönelik bir özlem var ve maalesef kolunda da ölümün ta kendisi. Hans Baldung‟un iki resmi daha var bunların da isimleri ve resmedilişleri ilginç olduğu için size sunmak istedim birisi “genç kız ve ölüm” başlığı taşıyor öbürü “kadın ve ölüm” buradaki genç kızlık ve kadınlık yaşı da temsil ettiği için Ölüm ve Kadın sınıflandırılmış diye düşünüyorum. Genç kız ve ölümde bakıyorsunuz arkadan yaklaşan ve modelimizi saçından tutan ölüm öyle bir yaklaşıma sessizliğe sahip ki ölmek üzere olan genç kızın bundan haberi yok. Farkında olmadığı bir ölüm söz konusu ama kadın ve ölümde kadının ölümle yüz yüze geldiğini görüyorsunuz. Yine yaşa bir vurgu var çok büyük ihtimalle tabii ölüm ve kadın denildiğinde Kleopatra‟yı hiçbir zaman unutmamamız gerekiyor. Kleopatra‟nın ölümü en çok resmedilen görüntülerden bir tanesi zannedersem. Bu resimlerde dikkat ederseniz ortak bir şey var. Ölüm ve ölümün yanında mutlaka kadın ve kadınlar mutlaka çıplak. „Ölüm, kadın ve çıplaklık‟. Bu konuda sanat konusunda benden daha iyi olanlarla konuştuğumda onların şöyle bir teorileri var diyorlar ki; birincisi estetik olarak kadın vücudunu resmetmek istemiş olabilirler bu çok mantıklı. İkinci olarak o dönemlerde 16. ve 17. yüzyıldan bahsediyoruz kadınların toplum içerisindeki konumunun çok da iyi olduğunu söyleyemeyiz ve ölüm gibi çok kötü bir kavramın bir erkeğe değil de bir kadına daha çok yakışacağını düşünmüş olabilirler. Ben bu görüşte değilim onların görüşünü yansıtıyorum. Ve üçüncüsü de ölüm diye tasvir ettiğimiz o soyut kavram çoğunlukla maskülen bir kavram bir erkekle temsil ediliyor. Meleklerin cinsiyetinin olmadığı söylenir hep ama azrail dediğimizde aklımıza kadın değil erkek geliyor. Dolayısıyla bir erkeğin kurbanı da burada kadın oluyor. Tabii kadınların kurban olması ve kurban edenin erkek olması sadece resimlerde olan bir şeydir. Gerçek hayatta olay bunun tam tersidir. Bu başka bir tartışma konusudur. Erkek ressamlar biraz kendilerini rahatlatmak için böyle bir yöntem bulmuş gibi görünüyorlar. Birazda kelimelerden söz edebiliriz tabii ölüm söz konusu olduğunda, bu konunun edebiyatı var; şiirler var, romanlar var, hikayeler var, denemeler var tonlarca örnek sıralamamız mümkün. Ben iki örnek getirdim ikisi de Türk olsun istedim biri Yaşar Kemal‟den biri Orhan Veli‟den. Hans Baldung Grien (1517) Geç Kız ve Ölüm Giampietrino Kleopatra’nın Ölümü Hans Baldung Grien (15xx) Kadın ve Ölüm Orhan Veli‟de ölümün korkusu var. Kişinin çoğunda ölüm korkusunu hissedersiniz. Kelimeler Arasında Ölüm Ne kötüdür ki Orhan Veli‟yi çok genç yaşta kaybettik. 34 yaşında; o zaman ... Ölüm karşısında insanın şaşkınlığı, belediyenin açtığı bir çukura düşüp beyin Biliyorum, kolay değil yaşamak; korkusu, inanamazlığı... Ölüm, insan soyu Ama işte bilinçlendiğinden bu yana ölümsüzlüğü kanamasından öldü. Çok traji-komik bir Bir ölünün hala yatağı sıcak, aramış, ölümü yenmek için yapmadığı ölüm. Ölümden bu kadar korkan ölüm Birinin saati işliyor kolunda. etmediği kalmamıştır. İnsan ölümü yenmek Yaşamak kolay değil ya kardeşler, için öylesine çok şey yaratmıştır ki, üzerine bu kadar yazan bir insanın bu Ölmek de değil; inanmak güç. Tanrılar, ölümde tanrılara kadar genç yaşta ölmesi oldukça üzücü. sığınma, dünyamızdan başka dünyalar Kolay değil bu dünyadan yaratarak o dünyalara sığınma, destanlara, ayrılmak. Yaşar Kemal‟in yazdıkları biraz daha ağıtlara, şiirlere sığınma... Orhan Veli (1951). Yaşamak. farklı, bugünkü benim sunumumun ana Yaşar Kemal (1943/1993). Ağıtlar üstüne. Ağıtlar. İstanbul: YKY. fikrini oluşturuyor. Ölüm var ve ölüm korkusu da var. Bu ölüm korkusunun yol açtığı bazı kavramlar var diyor Yaşar Her benlik ölümü tadacaktır. Kur-an’ı Kerim (Ali İmran Suresi, 185. Ayet) Kemal. Din bunlardan bir tanesi, diyor. Dini inanışların kökeninde bizim ölümü yenmeye olan isteğimiz var, çünkü hangi dini inançtan olursanız olun ölüme karşı bir cevap vardır mutlaka ya cennet ya cehennem vardır, ya reenkarnasyon benzeri bir kavram vardır, ya da sonsuzluğa doğru bir yükseliş söz konusudur. Hangi dini inançta olursanız olun karşınıza ölüm sonrası ile ilgili bir bilgi çıkar. Bazı kutsal kitaplarda ölümün kaçınılmazlığı çok 3 net temsil edilse de Kuran bunlardan bir tanesi pek çok yerde geçer burada gördüğünüz ayet mezarlıkların başında yazar “her benlik ölümü tadacaktır”. Kutsal kitapları incelediğinizde ölüm kelimesi yaşam kelimesinden kat ve kat daha fazla temsil ediliyor. Bu belki normal karşılanabilir; kutsal kitaplar özü sonrası gereği çok bilgi veriyorlar bu nedenle ölümün çok anlatılıyor olması çok doğal olabilir. Çok da doğaldır tabii ki. Eğer herhangi bir dini inancınız yoksa eğer o zaman başka bir şey bulmanız gerekir diyor Yaşar Kemal ya da ondan biz çıkarırız bunu. Ölümden korkuyorsak ki din de çözüm değilse size başka bir şeyler yapmanız lazım ya da dini inancınız olsaydı bu çok önemli olmaya bilirdi bu korkuyla baş edebilmek için, kendinizi daha iyi hissedebilmek için sembolik olarak hiç değilse ölümsüz olabilmeniz için bir şeyler yapmanız lazım. Ne yapabilirsiniz akla gelen ilk örnek çocuk sahibi olmaktır. Bunu soyun devamı olarak söylemiyorum. Sizden bir parçanın size benzeyen bir parçanın sizi temsil eden bir parçanın daha doğrusu sizin gibi kokan başka bir insanın daha hayatını devam ettirmesi demektir. Bu sembolik olarak ölümsüzlük anlamına gelir. Ya da Yaşar Kemal ve Orhan Veli gibi davranabilirsiniz yani üretim yapabilirsiniz. Orhan Veli öldü ama bugün konuşuyoruz. Yaşar Kemal yaşıyor öldükten sonra da konuşacağız ama konuşacağımızı biliyoruz. Sonuçta kendi vücutları yok oluyor ama fiziksel olarak yok oluyorlar, bir gerçeklik olarak ölüyorlar ama sembolik olarak onlar da ölümsüzlüğüne devam ediyorlar. Üçüncüsü de demin söylediğimiz gibi dini inanç; bu da bizi çok korur. Ölümden sonra bir hayat olduğuna inanıyorsanız ve burada bir değerlendirme yapılacağına yaptıklarınıza ya da yapmadıklarınıza göre farklı bir dünyaya gideceğinize inanıyorsanız bu da bizi koruyan bir sistem olarak karşımıza çıkıyor. Bizde ölüm nasıl anlaşılıyor birkaç sene önce ufak bir araştırma yaptık. Ölüm metaforlarını çalıştık, metaforlardan kastettiğimiz ölüm bir gerçeklik ama aynı zamanda çok ciddi soyut da bir kavram. Yani ne olduğunu bilmiyoruz öldüğümüz zaman anlayacağız ya da anlamayacağız, ölümün nasıl gerçekleştiğine göre değişir. Bu metaforları kullanmamızın nedeni acaba dedik insanlar ölüm denildiğinde ne anlıyorlar. Onların akıllarına ne geliyor, nasıl bir aktivasyon söz konusu. Bunun için şöyle bir yöntem uyguladık. Şimdiye kadar literatüre baktığınızda ki ölümle en çok Doğulular çalışmış yani Ortadoğu‟nun da doğusuna gittiğinizde Çin, Japonya, Moğolistan, Hindistan, Pakistan buralarda ölüm konusu daha çok çalışılmış gibi görünüyor. Onlar ikiye ayırıyor iyi ölüm kötü ölüm. İyi ölümden kasıt öldünüz ve mutlu bir sona ulaştınız. Hindistan‟da bu çok geleneksel ya da kötü ölüm öldünüz tamamen yok oldunuz. İki bakış açısı var bizde de böyle mi? Çoğunluğu Müslümanların oluşturduğu bir toplumda da böyle mi hatta bu araştırma için kendini müslüman olarak tanımlayan insanlarda ölümü iyi ya da kötü olarak mı algılıyor bunun üzerine ufak bir çalışma yaptık. Katılımcıların dini inançlarına baktığımızda bizim katılımcılarımızın büyük çoğunluğu %90‟ı kendisini müslüman olarak tanımlıyordu. Bir tek Musevi var farklı bir din olarak, ateistlerin sayısı %7‟i gibi. Sadece kendisini Müslüman olarak tanımlayanlarla çalışma yaptık. Bu arada deneyi yaşayanlarla ilgili bir yan bilgi en azından bizim örneklerimizin %19,5‟i–%20‟si trafik kazasına yakın bir deneyimle ölümü yaşadıklarını rapor etmişler. Bu çok büyük bir orandır. Rastgele seçtiğiniz bir örnekte %20‟sinin trafik kazası geçirmiş olması ve ufak bir kazadan bahsetmiyoruz ölüme yakın bir deneyim yaşanan kazadan bahsediyoruz, ciddi bir oran yani çok ayrı bir 1. Separation | Ayrılık vurgulama ya da tartışma 2. Frustration | olabilir. Kendisini müslüman Engellenme 1 olarak tanımlayan kişilere 3. Retribution | Ceza çeşitli metaforlar sunduk yani 2 4. Stimulation | Uyarım ölümü neye benzetiyorsunuz 7 5. Gratification | Ödül dedim. Ben size bunları tek tek 6. Peacefulness | madde olarak getirmeyeceğim Huzur ama bizim bir madde 7. Existential havuzumuz vardı şuanda Awareness & 3 Transcendence | sadece sayılarla ifade 6 Varoluşsal ettiğimiz. 50 küsur tane madde Farkındalık ve 4 Üstünlük bu maddeleri istatistik 5 4 uzayında fırlatıp attığımızda şunu gördüğümüz şekil oluştu. Bu şekli çeşitli analizler kullanarak kadranlara ayırdığımızda 7 ayrı ölüm kadranı bulduk. Farklı maddelerin farklı yerlerde gruplaşması nedeniyle. Birincisi; ayrılık. En basit örneği bunun; ölüm ayrılıktır bu kadar basit. Ayrılıktan kastettiğimiz ne? Sevdiğimiz insanlardan, yaşadığımız toplumdan hayatımızdan ayrılma. İkincisi; engellenme. Engellenmeden kastettiğimiz şu; yapmak istediğimiz bitirmek istediğimiz işler var, eğer ölürsek bunları gerçekleştiremeyeceğiz. Ölümü bir engelleme olarak görüyoruz. Üçüncüsü; ceza. Klasik anlamda ilahi cezadan bahsediyoruz. Ölüm sonucunda cezalandırılacağına dair bir inanç var, ölümü kötü bir ceza olarak görüyor insanlar. Dördüncüsü; stimulation uyarım. Ölümü farklı bir deneyim olarak algıladığını söyleyenler var. Beşincisi; ödül daha çok cennet kavramı ile bizim tanımladığımız. Ölümün kendisinin bir ödül olduğunu savunanlar tabii ki var. O maddeler bunları ölçmek için. Altıncı madde ölümün huzur olduğuna dair bir inançtır. Yedincisi; anlamakta biraz zorluk çektiğimiz cümleye dökmekte zorluk çektiğimiz bir kavram, varoluşsal farkındalık ve üstünlük. Ölümü diğer her şeyin ötesinde bir üst seviye olarak görmek hayatın farklı bir fonksiyonu ama ödül ya da ceza içermiyor. Tamamen farklı bir yapı her şeyin üstünde her şeyin ötesinde daha varoluşsal daha belki ilahi bir bakış açısından bahsediyoruz. Böyle bir ölümle karşı karşıya kaldığımızda ilk üç tanesi daha önce kötü ölüm diye bilinen faktörler aslına bakarsanız. Diğerleri de iyi ölüm diye bilinen faktörler ama en azından şunu çıkarttık biz, hiç değilse bizim örneklerimizde ya da kendisini müslüman olarak tanımlayan iyi ve kötü kavramları o kadar basit kavramlar değil, bunlar içinde bir sürü şey var. İşin ilginci sizin ölümü nasıl tanımladığınız, nasıl gördüğünüz, diğer pek çok davranışınızı da belirler. Boyutlarla ilgili ortalamaları getirdim 1–5 arasında değişiyor. Bizim örneklerimizdeki kişilerin ölümü tanımlamadaki en yüksek ortalama ayrılığa ait yani 5 üzerinden 3.141 gibi bir ortalaması var. Ölüm denildiğinde akla gelen en kuvvetli boyut ayrılık. İkincisi ilginç olarak varoluş, şu açıdan ilginç diyorum; bizim örneklerimizin çoğunluğu üniversite öğrencilerindendi ve varoluşsal bakış açısı daha çok ileri yaştakileri etkiler. Genç yaşlarda gündelik kaygılar daha ön plandadır. Bunun büyük bir boyut olarak çıkması enteresan ama yine de önemli bir boyut olarak ortaya çıktı. Peki, bunların dini inançla bir ilgisi var mı dediğimizde ilginç bir şeyle karşı karşıyayız, uygulama açısından da önemli olacak. Dini inancı biz genelde inanan inanmayan diye ayırma eğilimdeyiz ama inanmayanları tanımlamak daha önemli, inanları sadece inanan olarak tanımlayamayız. Çünkü farklı kavramlar söz konusu. Sütunlarda gördüğünüz faktörler farklı Boyutların Genel Dağılımı inanma şekilleridir. Arayış dediğim Bu sonuçlar, kendisini “Müslüman” olarak tanımlayan 309 katılımcıdan alınmıştır. benim şu tür bir insan modeli; bu tür Ortalama Ortanca Standart Ranj Alfa insanlar inanıyor yani bir yüce Sapma varlığa, yaratıcıya ve bir dine AYRILIK 3.41 3.50 0.94 1–5 .74 inanıyorlar. Bir dine mensup olarak ENGELLENME 2.51 2.50 1.04 1–5 .88 tanımlıyorlar kendilerini. Ancak diğer CEZA 2.21 2.10 0.88 1–5 .88 dinleri de merak ediyor araştırıyorlar. Biraz entelektüel bir seviyeye sahipler UYARIM 2.22 2.20 0.85 1–5 .63 diyebiliriz. Dediğim gibi belirli bir dini ÖDÜL 2.51 2.50 0.93 1–5 .74 inançları var. Yani inançsız değiller ya da hangisine inanacaklarını HUZUR 3.03 3.00 0.93 1–5 .89 bilmiyor değiller. Ancak diğer dinlerin VAROLUŞ 3.28 3.33 0.93 1–5 .76 öğretilerini araştırma gibi motivasyonları var bu arayış grubunda. Ölüm metaforlarının hangisi bu grupla ilgili diye baktığımızda sadece ve sadece iyi olan ölüm metaforları bunlar. Yani bu kişiler ölümü bir uyarı, bir ödül, bir huzur bir varoluş olarak görüyorlar. İlginç bir bulgu. Sosyal inananlar dediğimiz grup sizi bilmem ama benim en çok gördüğüm grup son on senedir. Sosyal inanlar gündem öyle olduğu için inananlar insanlar. Yani bir cemaat ilişkisi nedeniyle ya da bu cemaat ilişkisi nedeniyle bir kar elde edeceğini düşünüyorsa inançlı 5 görünen insanlardan bahsediyoruz. Tek başınayken ibadet yapma konusunda çok niyetli değil ama hep beraber Cuma namazına gitme konusunda motivasyon sahibi. Şimdi bunlara baktığınızda çok enteresan sadece ve sadece iki metafor ön plana çıkıyor; bunlar ceza ve ödül. Cennet ve cehennem yani ödü kopuyor, ölürse ne olacak. Kendisine büyük ihtimalle inançlı diyemiyor. Bir dini inancı var ama hepsinin gereklerini yerine getirmediği konusunda bilgi sahibi. Aslına bakarsanız hem kendini hem de inandığı yaratıcıyı kandırıyor, bir bakıma ve bununda farkında ve öldükten sonra eğer böyle bir şey varsa teraziye bunlar konulursa başıma ne iş gelir korkusuyla birde bakıyorsunuz ki bunlar için ceza ve ölüm çok ön planda. Ne ayrılık, ne engellenme, ne huzur kalmış bunların hükmü okunmuyor bile ilginç bir sosyal grup oldukça büyük bir grup olarak çıktı. Diğerlerinde böyle midir bilmiyorum ama bizde en azından böyle çıktı. Kişisel diye nitelendirdiğimiz grup yine benim kişisel olarak en sevdiğim grup bunlar şunu söylüyor, onların inançları ile ilgili bir şey sorduğunuzda sana ne diyorlar “bu benim inancım beni ilgilendirir, ne seni ne de bir başkasını ilgilendirir.” Yani ibadetini yapıyorsa da kendisi için yapıyor, yapmıyorsa da kendisi için. Bunun için herhangi birine inandığı dinin yaratıcısı dışında hesap vereceği konusu dışında bir inanışı yok, başka birisine hesap vermek gibi bir niyeti yok. Onlara baktığınızda iki gruba ayrılıyor koalisyonlar. Ayrılık ve engellenme ön planda, çünkü bu insanlara inançlı insanlar hayatlarını normal devam ettiriyorlar. Ayrılık engellenme gibi olumsuz yönleri ölümün onlar için üzücü ama aynı zamanda ölümü huzur ve varoluş açısından da değerlendirebiliyorlar. Hani iki arada gidiyormuş gibi gelebilir size ama çok net değillermiş gibi gelebilir ama oldukça barışıklar gibi geliyor bana açıkçası. Son içsel dediğimiz grup, dini konularda bence daha net ama kesinlikle daha radikal çünkü bu grup diyor ki benim inandığım bir inanç sistemi var, bu inanç sisteminin bana söylediği şeyler var en azından ben bunları böyle algılıyorum. O ne derse ben yaparım burada içselleştirmekten kasıt din ile bir barışıklık yaşama anlamında değil, dinin ona söylediği her şeyi tamamen kabul etme anlamına geliyor. Onların ölümle ilgili metaforlarına baktığınız zaman çok enteresan ayrılık, engellenme ve cezada olumsuz koalisyon var yani ölüm, ayrılık, engellenme ya da ceza değildir, bırakın bunlarla ilgisi olmamasını değildir, diyorlar. Asla ve asla ölüm ceza değildir. Peki nedir ölüm? Bir ödüldür, ölüm bir huzurdur, ölüm bir varoluşsal kendini gerçekleştirme çabasıdır. Yani ölüm güzel bir şeydir diyorlar. Burada radikallik nerede diye düşündüğünüzde şöyle bir şey söz konusu; ölüm kaygısına baktığınızda ayrılık, engellenme veya ceza olarak ölümü gören insanların ölüm kaygıları çok yüksek bu insanlar ölmekten korkuyorlar. Yani ölümü bir ceza olarak görürseniz doğal olarak ölümden korkarsınız. Ölümden korkarsanız davranışlarınızda ona göre olur. Fizyolojik olarak bunu garantileyemeyeceğize göre sembolik olarak ölümsüzlüğü yakalamanıza göre bir şeyler yaparsınız. Üretim yaparsınız, hayatınızı yaşarsınız, çocuk sahibi olursunuz bir şey yaparsınız ama eğer korkunuz yoksa ölüm kaygınız yoksa ya da ölümü bir ceza olarak görmüyorsanız tam tersi ölümü bir ödül olarak görüyorsanız gerektiğinde ölüme de koşa koşa gitme konusunda hiç tereddüt etmezsiniz. İşin radikalliği burada yani bu en sonunda içsel diye nitelendirdiğim grup çok net olmasına rağmen bu çok takdir edilesi bir duruştur. Çok net olmasına rağmen ölüme neredeyse romantik bir tarzda yaklaşıyor olmaları tedirginlik verici onlar açısında da herkes açısından da. Şöyle anlaşılmasın böyle bir şey demek istemiyorum yani bu insanlar ölümden korkmadıkları için artı ölümü bir kavuşma gibi gördükleri için her an ölmek isteyecekler gibi bir şey söylemek istemiyorum. Öyle bir şey söz konusu değil. Sembolik olarak ölümsüz olabilmek için böyle bir gayretleri olmayacaktır. Tabii bu onların kendi yaşantısı, kendi değerlendirmesi onlara karışma şansımız yok. Onun dışında kişilerin öz saygılarına yani kendilerine dünya üzerinde ne kadar değerli görüp görmediklerine baktığınızda bunları metaforlarla birleştirdiğinizde ilginç kişilik tipleri karşımıza çıkıyor. 6 Bu grafiklerin özeti şu; öz saygının yüksek ve ölüme bakışında olumlu olduğu insanları güvenli olarak tanımlayabilirsiniz. Yani o olumlu yaptığımız güvenli olarak çerçeveye aldığımız güvenli grup hem öz saygıları yüksek yani ben bu dünyada güvenli bir insanın diyor aynı zamanda da ölümden korkmuyor diye tercüme edebiliriz bunu. Güveli öz saygınız yüksek ama ölüme olumlu bakmıyorsanız yani ölümden çok korkuyorsanız dünyacı diye tanımlayabiliriz buna daha düzgün bir isim bulamadım açıkçası, kastettiğimiz şey; öleceğim ölmekten çok korkuyorum bu yaşamadan ne alırsam kardır, alırız diye söylediğimiz şey biraz hedonist yaklaşım. Üçüncüsü öz saygı düşük, bu dünyada çokta değerli bir insan değilim, kendimi değerli olarak görmüyorum ama ölümden sonra iyi şeyler beni bekliyor yani umutlu. Nietzsche zamanında umut en büyük kötülüktür demiş. Bu yaşamda kendisiyle ilgili yapacağı hiçbir şey olmadığına inanıyor. Bütün getirilerin ya da bütün ödüllerin ölümle birlikte geleceğine dair inancı var. Kritik bir gruptan bahsediyoruz. Tabii şu aklınıza gelebilir, tırnak içinde söylüyorum bu tür insanlar o zaman terörist olabilirler mi? Hayır olamazlar. Terörist olabilmeniz için öz saygınızın da yüksek olması gerekiyor o ayrı bir şey. İnsanlar genelde teröristlerin ya toplumsal suç işleyenlerin öz saygılarının düşük itilmiş, zavallı insanlar olduğunu düşünür ama bulgular tam tersidir. Amerika‟da seri katillerle yapılan çalışmalarda, tecavüz suçlularıyla yapılan çalışmalarda bulunanlar gösteriyor ki bu adamlar kendilerini yarı tanrı gibi görüyorlar. Tecavüz suçunu düşünün, bunu niye işliyor şunun için işliyor; kendisine biçtiği değer o kadar yüksek ki bir kadın onu red ettiğinde anlamıyor “sen kimsin beni red ediyorsun, ben bu kadar mükemmel bir insanım hayret bir şey, madem isteğinle olmuyor o zaman mecbur zor kullanacağım” diyor. Türkiye‟de niye seri katil olmuyor diye soruyorlar? İlkinde yakalanıyorlar da ondan. Bu büyük ihtimalle G faktör dediğimiz olay. Yakalanmasa o da seri katil olacak. Seri katiller mesela polislerle dalga geçiyor. Delil bırakıyorlar, kendilerinin yakalanması için oyun oynuyorlar. Bunlar zavallı insanlar değil, keşke öyle olsalar. Keşke terörist diye tanımladığımız kişiler de zavallı insanlar olsa onlarla baş etmek daha kolay ama kendisini yarı tanrı zanneden birisiyle baş edemezsiniz, narsist birisiyle baş etmek çok mümkün değil. Depresif; özsaygı düşük gelen vurur giden vurur, öldükten sonra yine değersizim, tamamen kaybetmiş durumda yani kötü bir durumda. Buradaki depresifi klinik anlamda kullanmıyorum. Başka bir isim bulamadığım için kullanıyorum. Umutlu ve depresif olan kişilerin ölüm korkuları örneğin dünyacılardan daha fazla. Çok ilginç bir şekilde daha fazla korkuyorlar. Umutlu ve depresifler özellikle umutlular ölümden daha fazla şey bekliyor olmasına rağmen yine de korkusu dünyacıdan daha fazla. Dünyacı dünya işleriyle çok meşgul olduğu için o arada o korku bir şekilde bastırılıyor. Öz saygı yüksek ve siz ölümü kötü bir şey olarak görüyorsunuz dünyaca onda bir sorunumuz yok. Öz saygınız yüksek ölümü olumsuz bir şey olarak görme olasılığınız da düşük yani daha olumlu görüyorsunuz. Güvenli onda bir sorun yok. Öz saygısı düşük ama ölümü de çok olumsuz bir şey olarak görmüyor. Yaşasam da olur ölsem de olur zaten hayat vurmuş bana ne olursa olsun, tamamen kaygısız rahat mutlu bir insan bu kaygısız mutlu insan profilidir. Hakikaten hiçbir şeyden kaygılanmayan şuandaki yaşamıyla ilgili de pek bir kaygısı yok kabullenmiş çünkü. Öz saygım düşük ben değerli bir insan değilim diyor ve ölümden sonra da pek bir beklentisi yok. Bunların korkusuna baktığımızda bunlarda da dünyacı ve depresif diye nitelendirdiğimiz işler güvenlilerden dünyacı da yine tek başına güvenliden ölüm korkusu açısından daha yüksek. Ölüm kısacası korkutuyor. 7 Frida Kahlo benim bildiğim tek kadın ressam. Frida Kahlo benim etkilendiğim bir ressam sadece resimleri nedeniyle değil. Yaşam tarzı nedeniyle politik duruşu nedeniyle pek çok açıdan sevdiğim birisi. Benim için asıl önemli olan onun ölüme bakışı. Belki bazılarınız onun biyografisini okuma şansına sahip olmuş olabilir, hiç değilse bir kısmınız filmini izleme şansına sahip olmuş olabilirsiniz. Kahlo, Frida isimli bir film çevirmişti, otobiyografisinin bir özetidir, o çok iyi bir filmdir. Filmin ve kitabın sonunda şöyle der Kahlo öyle Frida Kahlo (1940) – Rüya dediği rivayet edilir. Artık ölüm döşeğinde çok acılar “Umarım bir daha dönmem.” çekiyor. Çok küçük yaşta lise çağlarında bir trafik kazası geçiriyor vücudunda kırılmadık bir kemik kalmıyor, çok uzun yıllar yatakta yatmak durumunda, orada yaptığı tek şey resim çizmek, sonra tedaviler cevap veriyor, biraz ayaklanıyor kalkıyor fakat ağrılar devam ediyor. Resim yapmayı sürdürüyor evleniyor. Hamile kalıyor vücudu çocuğu taşıyamıyor. Çocuk anne karnında ölüyor Frida‟yı zor kurtarıyorlar. Onun ayrı bir üzüntüsünü yaşıyor. Yaşlandıkça ağrıları artıyor. Günyüzü görmemiş denir ya öyle bir insandan söz ediyoruz. Benim resimle ilgilenen arkadaşlarımın söylediği; kullandığı fırça tekniği ile çığır açan ressamlardan biri. Sadece o acıları nedeniyle ünlü olmamış tabii ki. En sonunda ölüme yaklaştığı dönemlerde yatağında en son söylediği söz olarak rivayet edilir “bu dünyaya bir daha dönmem” dediği. O kadar bıkmış ki. O kadar acı çekmiş ki yani bir daha hayata yeniden gelmek istemiyor. Kahlo da öldü biz onu burada yeniden konuşuyoruz. Bu tabii ki tek örnek değil pek çok örnek sayabiliriz. Bu ölümle ilgili anlatılan şeylerden sonra kendi duruşumun da nerede olduğunu size söylememde fayda vardır. Dediğim gibi başında da söyledim ben ölümden korkuyorum. Bununla ilgili kendimi bildim bileli cevap arıyorum. Bazı cevaplar beni tatmin etti bazı cevaplar beni tatmin etmedi. Dini cevaplar beni tatmin etmediği için başka cevaplara yöneldim. Benim yapabileceğim iki şey var birisi çocuk sahibi olmak onu yaptım. İkincisi de üretim yapmak onun için de uğraşıyorum. Ben öldükten sonra bunların bir anlamı kalacak mı diye düşünüyor olabilirsiniz, kalmayacak büyük ihtimalle. Ben bunları görebileceğimi düşünmüyorum öldükten sonra ama yinede bu tür bir motivasyona sahibim bu tür motivasyonun fena da bir motivasyon olmadığını düşünüyorum açıkçası. Truva filmini çoğunuz seyretmiştir tahminen. Orada Aşil‟in Truva‟ya sefere çıkmadan önce annesiyle yaptığı bir konuşma vardı, hatırlıyor musunuz? Aşil‟le annesi deniz kenarında şöyle bir konuşma yapıyorlar. Aşil Truva‟ya gitme konusunda çok kararsız. Annesine ne yapayım diye akıl danışıyor. Annesi de ben bir anne olarak senin burada kalmanı isterim, çünkü oraya gidersen büyük ihtimalle öleceksin ve her anne çocuğunun yanında olmasını ister, hiçbir anne çocuğunun ölmesini istemez, o yüzden burada kalmanı isterim, ancak sen beni dinler ve burada kalırsan güzel bir kızla evlenirsin çocukların olur, onların çocukları olur ve sen öldükten sonra seni anmaya devam ederler. Ama senin torunlarının torunları olduktan sonra senin ismini kimse hatırlamaz. Ama hiç değilse hayatın boyunca rahat bir yaşam sürersin ama eğer Truva‟ya gidersen çok büyük ihtimalle öleceksin ama binlerce yıl senin adını konuşacaklar. Annesi ile Aşil arasında böyle bir konuşma oldu mu olmadı mı bunu bilmiyoruz. Aşil diye birisi yaşadı mı onu bile bilmiyoruz. Eğer yaşadıysa yaklaşık olarak 300 yıl sonra Aşil‟den burada bahsediyoruz. Bu tam anlamıyla ölümsüzlüktür. Ölümsüzlüğü yaşayarak yapma şansımız yok yani diyebilirsiniz ki benim yukarıyla anlaşmam var, kazık kakacağım dünyaya bunun için tepinebilirsiniz ama şansınız yok hepiniz öleceksiniz ben de dahil ben biraz durmayı tercih ediyorum ama ben de dahil bu salondaki herkes günün birinde ölecek. Bunu kontrol edemeyeceğimize göre hiç değilse sembolik olarak ölümsüzlüğü yakalama konusunda bir şeyler yapabiliriz diye düşünüyorum. Dediğim gibi bu benim korkum olduğu için ben bu konuda çalışıyorum. Bu korkunun da kolay kolay biteceği yok ömrümün sonuna kadar uğraşacak bir konu buldum bu açıdan da kendimi çok çok avantajlı hissediyorum. Yağlıboya Ölüm Soru: Ölümden sonrası için sizce şansınız var mı? 8 Assoc. Prof. Dr. Doğan Kökdemir: Bu kadar zor bir soru geleceğini tahmin etmemiştim. Zaman zaman karışıyor. İstediklerimle doğru bildiklerim arasında tabii farklılık var. Ölümden sonrası için benim fikrim Yunus Emre‟nin fikriyle aynı öldükten sonra solucanlara yem olacağımı düşünüyorum. Benim fikrim bu, o yüzden bunlarla uğraşıyorum. Yoksa uğraşmazdım. – Ruh olayı. Assoc. Prof. Dr. Doğan Kökdemir: Ben inanmıyorum. Kişisel fikrimi söylüyorum. Doğrusunu bilemem tabii. İnşallah yanılıyorum diye de çok düşünüyorum. Umarım yanılıyorumdur. Umarım öldükten sonra bilinçli bir varlık olarak bir yerlerde olurum ve bir şeylere bakıyor olurum bunu çok istiyorum ama bana çok öyle olacakmışım gibi gelmiyor yani herkes olur ben olmam en azından onu biliyorum. Soru: Siz kaygısızlardansınız o zaman? Assoc. Prof. Dr. Doğan Kökdemir: Yok kaygılıyım. Ölüm sonrasında ödül var derseniz ya da ceza var derseniz kafanız daha net olur ama ölüm sonrası yok diye düşünürseniz ciddi bir kaygı yaşarsınız. O zaman şuna da cevap aramanız gerekiyor, o zaman niye yaşıyorum. Bu dünyanın amacı ne, ben niye varım gibi hiç cevaplayamayacağım sorular. O açıdan kaygım çok yüksek kaygısız değilim. Soru: İnsanların ölümü nasıl gördüğü ve sonrasında ne olacak düşüncesi değil de başka yakınını kaybettiğinde yas konusunu da çalışıyor musunuz? Assoc. Prof. Dr. Doğan Kökdemir: Direk olarak çalışmamakla birlikte şimdi yasa şöyle bakıyoruz; klinikçilerin ve sosyal psikologların yasa bakışı birbirinden farklıdır. Klinik gözle baktığınızda yası yaşayan insanın ya da yaşayan insanların duygusal tepkileri ya da onların zihinsel süreçleri hakkında fazlasını merak edersiniz. Benim çalıştığım alanlarda bakıldığında yasın başka bir anlamı daha var. Yakınınızı kaybetmiş olmanız size ölümlü olduğunuzu hatırlatır. Birinci kötülüğü budur yani size derki “sen de ölebilirsin.” Yası biz onun için tutmuyoruz tabii ki kendimiz ölümden korktuğumuz için tutmuyoruz. Direk olarak çalışmadım çalışmanın çok zor bir alan olduğunu biliyorum. Çünkü bazı şeylere cevap veremiyorsunuz; mesela psikolog olmanız ya da bu konuda çalışıyor olmanızın da bir anlamı yok. Çok yakın bir arkadaşım genç yaşta eşini kaybetti ufak da bir çocuğu var. Cenazesine gittiğimizde beni gördüğünde bana sorduğu ilk şey “bunu oğluma nasıl anlatacağım” oldu. Bir yandan ağlıyor ama bunu da bana çok mantıklı bir soru olarak soruyor. Çığlık atmıyor gerçekten cevap istiyor. Hiçbir şey diyemedim. Yani yas beni geren konuların başında gelir. Mümkün olduğunca uzak durmaya çalışıyorum. Konu ölüm olsa bile. Yakın çevrem özellikle genç insanlar olursa fazlasıyla etkileniyorum. Genç insanları niye örnek veriyorum yas duygusunun en şiddetli yaşandığı insanlar onlar oluyor. Hele çocuk kaybı söz konusuysa diğer her şeyde biz empati kurabiliyoruz ama yüzüklerin efendisinde vardı bir sahne bir komutanın oğlu ölüyordu, “babalar oğullarını gömmemeli” dedi. Çok kötü bir süreç yani yardım etmesi benim uzmanlık alanımın çok dışında. Çok farklı açıdan bakıyorum. Soru: Ölüm sürecine hiç şahit oldunuz mu? Assoc. Prof. Dr. Doğan Kökdemir: Hayır olmadım. Hepimiz dışarıdan izledikleri var. İngiltere‟de bir genç kızın ölümü televizyonlardan canlı yayınlandı BBG evlerinden. Hayatımda böyle bir saçmalık görmedim. Benim kişisel olarak o anı yaşayan birisiyle bir birlikteliğim olmadı. Tercih eder miydiniz diye soruyorsanız, bunu söylemek tuhaf olur ama ederdim. Soru: Neden ölüm üzerine çalışmayı tercih etiniz? Sadece ölüm korkusu yüzünden mi? 9 Assoc. Prof. Dr. Doğan Kökdemir: Birincisi korku. Korkunun ecele faydası yok denir ya bunun da yok. İkincisi; benim ölüm konusuna geçişim aslında terörizmle başlar. Yani benim çalışma konularım hep terörizm, şiddet üzerineydi. Terörizmle dünya görüşleri dini inançların bağlantısını kurunca insanların ölüme bakışlarının onların radikal davranışlarını nasıl tetikleyeceğine dair kuramlar da ortaya çıkınca kendimi onların ortasında buldum. Asıl çıkış noktası şudur; bir sosyal psikoloji dersinde öğrencilerin beğendikleri filmlerle ilgili tartışıyorduk. Ben şuna inanırım bazı filmlere takıntı yapıyorsanız takıntıdan kasıt şudur; bazı filmleri iki üç kere seyredebilirsiniz çok sevdiğiniz için ama öyle filmler vardır ki otuz, otuz beş kere seyredersiniz. Ben diyorum ki sosyal psikolog olarak o filmlerin size söylediği bir şey vardır sizinle ilgili. Otuz beş kere Recep İvedik seyredilir mi mesela. Seyrediyorsanız bir şey alıyorsunuzdur ondan. Benim seyrettiğim filmler hep vampir filmleridir mesela. Tabii bunu tartışırken öğrencilerden biri “siz ne seyrediyorsunuz” dedi. “Ben vampir filmlerini seyrediyorum” diye cevap verdim. Niye? Diye sordu. Vampirlerin ölümsüzlüğünden kaynaklanıyor. İlk o zaman ölümden korktuğumu fark ettim. Ölümden korktuğumu ben küçükken fark etmedim. Kazık kadar adam olduktan sonra fark ettim, ondan sonra kendimi bu konunun içerisinde buldum. Psikolog olduğumu bilenler soruyor ne çalışıyorsun? Ölüm. Susuyorlar bitti. Çok rahatım. Klinikçi arkadaşlarımız burada da var onlar neler yaşıyordur biliyorum. Ölünce gelin bana size bir şeyler söyleyebilirim ama yaşarken benimle uğraşmayın. Soru: Ölümden sonra ne olacağı belirsizlik değil mi sizce? Assoc. Prof. Dr. Doğan Kökdemir: Belirsizlik tabii herkes için korkutucudur. Tarihteki insanlara bakıyorsunuz, ölümle farklı şekilde mücadele eden insanlara hiçbir zaman hiçbir şeyle yetinmemişler çünkü her zaman daha fazlasına ihtiyaç var. Bazen biz şunu düşünürüz, herhangi bir insan yüz yaşına geldiğinde ne mutlu ona yaşadığını yaşamış ama yüz yaşındaki insana sorun bakalım yaşadığını yaşamış mı? Hala yapması gereken şeyler vardır hala planları vardır. Yani hiçbir zaman zamanın yetmeyeceğini bilmek beni çok korkutuyor. Ufak bir örnek vereyim benim etkilendiğim bir örnektir. Atatürk‟ün hastalığının en yoğun olduğu dönemlerde 36–38 yıları arasında normalde bu kadar hasta olan birisinden beklediğiniz şey dinlenmektir ya da yan gelip yatmaktır açıkçası. Ama belki biliyorsunuzdur o sıralarda Atatürk matematik kitabı yazıyordu. 1936 yılında geometri kitabını yazdı. Ben hep şunu düşünüyorum bir sürü şey yapmış birisi çok hastalandı ölüme doğru yaklaşıyor, yine de yetiştirmesi gerektiği bir şeyleri düşünüyor. Ben henüz hiçbir şey yapmamışım ve her gün ölüme daha çok yaklaşıyorum. Seminerden buyana biraz daha yaklaştık ölüm saatimize. Bir saat daha yaklaştık hala yaptığımız bir şey yok. Bu beni çok korkutuyor. Öldükten sonra ne yaşayacağım değil. Her ölüm erken ölümdür bundan korkuyorum. O yüzden de kazık kakmaya niyetim var. Ama sanmıyorum olabileceğini. Soru: Ben ölüm korkusuna olumlu olarak bakıyorum. Ölüm korkusu insanın yaşamı daha kaliteli yaşamasına sebep oluyor. Siz ne dersiniz? Assoc. Prof. Dr. Doğan Kökdemir: Kesinlikle şöyle bir şey olması gerekiyor bütün ölümlerin ve kaygıların optimum noktası var. Belirli bir seviyeye kadar performansı artırır, ondan sonra baş edemeyeceğiniz düzeyde korku söz konusuysa bunun çok olumlu bir etkisi olmayacaktır. Ama sizin verdiğiniz örneğe istinaden tam tersini düşünelim, hiç ölüm korkunuz yoksa “aman be” diye ortalarda dolaşıyorsanız, ne hayattan zevk alabilirsiniz ne hayatınızın bir anlamı kalır. Korkuyu çok büyütmemek lazım buna da bir felsefecinin sözünü örnek verebiliriz. Shophenhauer şöyle demiş zamanın birinde: “Ölümden sonra doğumdan önce neysem o olacağım, o yüzden korkmuyorum” demiş. Doğumdan önceyi de bilmiyordu ölümden sonrayı da bilmiyor. Şuandaki yaşam bizim için önemli karpediyem diyoruz ona. Onu yaşamak onu tatmak önemli. Ama bu korkuyu da inkar etmemiz ya da red etmemiz gerekmiyor. Bu korku da bizimle beraber olsun, çünkü davranışımızı onlar güdülüyor. Yani ben akademisyensem 10 evet bunun altında ölüm korkusu var, ya da bir müzisyenin, bir sanatçının yahut bir çocuk sahibi olmamızın var demek ki özünde iyi bir şey herkeste aynı etkiyi yaratmaya bilir tabii ki. Soru: Ölünce yok olacağınızı da düşünüyorsunuz. Kendinizi bu kadar değersiz mi görüyorsunuz. Mesela ben ölünce cennete gideceğimi düşünüyorum. Assoc. Prof. Dr. Doğan Kökdemir: Sizin adınıza sevindim garantilediniz mi bunu? Kendimi değersiz görmüyorum. Bir insanın değerli olup olmaması yaşarken ki bir kavram ben öldükten sonra değil, şimdi değerli olmayı kabul ediyorum diyebilirim ama umarım yanılıyorumdur. Umarım farklı formlar söz konusudur. O zaman bunları orada tartışma şansımız olur sizinle. Soru: Diyelim ki yeryüzündeki tüm canlılar öldü karınca ve solucanlar da siz yine de hayatta kalmayı ister miydiniz? Assoc. Prof. Dr. Doğan Kökdemir: Tek başıma mı süper. Ne yiyeceğim ne içeceğim onu bir öğrenebilirsem. Eğer kendi yaşamımı sürdürebileceksem ilginç olurdu denemek isterim. Soru: Hızlı yaşa genç öl lafına ne diyorsunuz? Bakış açınız nedir? Assoc. Prof. Dr. Doğan Kökdemir: Çok saçma buluyorum. Anlamlı yaşa gerektiği zaman yerinde öl daha tercih edilesi bir şey yani. Hızlı yaşayan birisi olmadım en azından on beş senedir hızlı yaşayan birisi değilim ama anlamlı yaşamanın daha anlamlı olduğuna inanıyorum. Tabii şu da söylenebilir ona da itirazım yok birisi şunu diyebilir eninde sonunda öleceksek eğer ne gerek vardı diyebilirsiniz o zaman ben de diyorum ki ne bekliyorsunuz. Hızlı yaşamak hız ölüm getirir. Yapmayın yavaş yaşayın acelesi yok günün ve anın tadını çıkartmak lazım. O hızlı yaşamak değil ama siz gençler bazen istediğiniz zaman, istediğiniz yerden alıyorsunuz lafı, o hızlı yaşamak değil. Onun ne kadar değerli bir an olduğunu şuanda arkadaşının yanında oturuyorsan, onu seviyorsan, onunla birlikteysen bu anın tadını çıkartmanız demektir sen veya o olmazsanız bunu çok ararsınız. İkinizden biri önce gider büyük ihtimalle hanginiz bilemiyorum ama sen hızlı yaşama meraklısıysan sen gideceksindir. Soru: Daha önce ölüme hiç yaklaştınız mı? Assoc. Prof. Dr. Doğan Kökdemir: Ölüme yaklaşan insanların anlattığı hikayeler o kadar büyük hikayeler ki onlarla kıyasladığımda hayır. Benim lise dönemim okul çeteleri sokak çeteleri arasında geçti, onlardan bir tanesinde bıçaklı saldırıya maruz kalmıştım, kurtulmuştum. Öyle bir deneyimim oldu ama fiziksel bir zarar almadım. Ama korkuyu yaşadım olayın kendisini yaşamadım. Soru: Teröristlerden söz etmiştiniz. Canlı bombalar ve intihar bombacıları hakkında ne düşünüyorsunuz? Assoc. Prof. Dr. Doğan Kökdemir: Canlı bombacılar biliyorsunuzdur belki genelde 15 -16 yaşlarındaki çocuklar kullanılarak yapılıyor. Özellikle Ortadoğu‟daki canlı intiharlarda bu çocuklar çok kullanılıyor. Nedenleri basit çok rahat ikna edebilirsiniz. Bazen de uyuşturucu ilaçların etkisiyle manipüle etmeniz mümkün. Bir de ismini şuanda hatırlamadığım onların bir de şeyhi var. Bu gençlere bir sözü var. “Öldükten sonra her birinize 22 tane huri.” Bir, iki, üç değil yirmi iki tane bunların yarısı için adam öldürecek arkadaşım var. Bu gençler her tarafına bombayı sarıp paramparça oluyor ama bunların bir kısmı yakalanıyor bu işlemi yapmadan önce ama bazılarının parçaları kalıyor, onlarla ilgili gazetelere yansımayan bir araştırma bulgusu var, o da şu intihar bombacılarının önemli bir çoğunluğu genital organlarını mümkün olduğunca korumaya almış durumdalar. Her tarafım patlıyor ama orası az patlasın lazım olur. Yani bu çok ciddi bir sosyal etkidir. İnsanların buna inandırılıyor olması inanılmaz. Kendi hayatınıza son vermeniz çok büyük bir olaydır. Dışarıdan bakıldığında terörist ama nasıl 11 böyle bir şey yapabiliyor diyebiliriz de orada çok ciddi bir şey yaşanıyor hakikaten çok zor bir şey. Başka biri için başka bir dava için, ne olursa olsun insanın kendisini öldürüyor olması hele böyle bir yolla öldürüyor olması korkunç bir şey. Bunlar üzerinde çok çalışılması lazım ama adı üzerinde intihar bombacısı çok azı sağ yakalanabiliyor. Soru: Diğer intihar konusunda ne düşünüyorsunuz? Assoc. Prof. Dr. Doğan Kökdemir: Normal intihardan bahsediyorsunuz. Onunla ilgili çok bir şey söyleyemem çünkü bu konuda çalışmadım ama şunu söyleyebilirim. Türkiye‟deki kazalarda ilginç vakalar var. Birincisi psikoloji öğrencileri çok rahat biliyordur, sahte intihar dediğimiz bir kavram var. Mesela kadıncağız kocasına kızıyor, kocası diyelim her gün saat altıda eve geliyor, beş buçuk gibi uyku haplarını içiyor, altıda gelince o kurtulacak. Amcanın o gün bir saat geç geleceği tutuyor. Geldiğinde artık çok geç. Eskiden hava gazı yutanlar çok makbuldü. Şimdi doğalgazda olmuyor galiba. Mesela fırına kafasını sokup hava gazıyla kendisini öldüren insanların oturdukları yere minder koyduklarını biliyor muydunuz? Yani ölüme giderken kendi rahatlıkları ile ilgili bir eylemde bulunuyorlar çok enteresan. Bir tiyatro oyununa konu olmuş bir durum mesela ev hayvanı varsa ev hayvanını önceden öldürüyor, intihar etmeden önce. Bunun nedeni gittiği yerde yalnız olmamak sadece onu bırakmak değil. İlginç intihar vakaları var ama benim uzmanlık alanımın dışında. Soru: Nietzsche diyor ya “ölüm varken ben yokum; ben varken ölüm yok” bu sözüne göre ölüm korkusunun olmaması lazım. Bu sözü nasıl yorumlarsınız? Assoc. Prof. Dr. Doğan Kökdemir: Bu aslında gerçeklikten bahsediyor. Nietzsche aslında ölümden deli gibi korkan bir adam hepimiz ölümden nasıl korkuyorsak Nietzsche‟de korkuyor. Ama onun söylediği şeyin şöyle bir doğruluğu var, o bir varsayımla hareket ediyor. Ölüm olduğunda ben yokum diyebilmeniz için ölümden sonra da bir yaşam olmadığını kabul etmeniz lazım. Çünkü ölümden sonra bir yaşam varsa bu söz gerçekliğini yitiriyor. Nietzsche ölümden sonra bir yaşam olmadığını kabul ettiği için yani ölünce nasıl olsa hiçbir şey hissetmeyeceğim ben varken zaten yaşıyorum ölüm yok, dolayısıyla bununla çok uğraşmamak gerekir diyor ama kendisi bununla deli gibi uğraşıyor. Adamın her yazdığından ölüm akıyor zaten ya da ölüm korkusu akıyor. Cümle doğru ama en azından bu beni korkmamak için ikna etmiyor. Ben biliyorum ölüm var. Gitgide de yaklaşıyor. Soru: Bu çalışmalarınızda ölüme yaklaşan insanların ortak tecrübeleri var mıydı? Yani hepsinin beyaz bir ışık görüp oraya gitme durumu gibi. Assoc. Prof. Dr. Doğan Kökdemir: Aslına bakarsanız öyle bir soru yöneltmedik ama bazı çalışmalarda öyle şeyler yaşanıyor. Çok net bilgim olmamakla birlikte sadece ölüme yakın deneyimlerde değil, bazı fizyolojik hastalıklarda da beyindeki bazı bölgelerdeki nöronları uyardığınızda da o beyaz ışık zaten geliyor. Ölüme yakın deneyimde yaşanan neyse fizyolojik olarak yani oksijensiz kalmak ya da her neyse buna yol açıyor olabilir. Birde beyaz ışık dediğimiz o fenomen artık arketip halini almış, tam bir hikaye olmuş bütün kültürlerde hangi inançtan olursa olsun herkes o beyaz ışıktan bahsediyor, bir beyaz ışıkçık var bir de gel buraya diye bir ses. Tavsiyem şu olurda böyle bir şey yaşarsanız gitmeyin yani yapacağınız budur. İnşallah sadece beyaz ışıkla çağırıyorlardır. Bana şöyle geliyor; gelip direk alıyorlar yani çağırma durumu falan yok. 12