ortadoğu coğrafyası
Transkript
ortadoğu coğrafyası
Cihan Altun ORTADOĞU COĞRAFYASI Ortadoğu Diye Bir Yer Var mı? Coğrafi ya da siyasi anlamda bölgeler ortak ve yakın özelliklerine göre sınıflandırılırlar. Örneğin kıtalar, denizlerle çevrili geniş toprak parçalarıdır. Yarımadalar, dağlar, nehirler vs. bölgelerin sınırlarını belirler. Dinler, mezhepler veya konuşulan dil ve lehçeler vs. de bölgelerin tanımlanmasında kullanılabilir (İslam Dünyası, Latin Amerika örneklerinde olduğu gibi). Gelir düzeyi de bölgelendirmede yararlı olabilir (Kuzey-Güney gibi). Kısacası bir toprak parçasının diğerlerinden ayrılabilmesi için anlamlı özelliklerinin olması ve en azından bir yönden ortak özelliklere sahip olması gerekir. Bu kriterler çerçevesinde ele alındığında Ortadoğu diye bir bölge yoktur. 20. yüzyıla kadar da böyle bir isim dahi mevcut olmamıştır. Dikkatli inceleyecek olur isek, özellikle son yıllarda ‘’Genişletilmiş Ortadoğu’’ olarak sunulan bölge birbirinden oldukça farklı bölgelerden oluşmaktadır ve bölge ülkeleri ve halkları arasındaki ortak yönler sanılanın aksine oldukça azdır. Bu sözde bölge iki ayrı Okyanus (Hint ve Atlas Okyanusu), altı ayrı deniz (Akdeniz, Kızıldeniz, Basra Körfezi, Karadeniz, Ege Denizi, Hazar Denizi) kıyılarında bulunmaktadır. Üç ayrı kıtaya (Afrika, Asya ve Avrupa) yayılmıştır. 10 ayrı alt bölgeden (Güney ve Kuzey Kafkasya, Kuzey Afrika, Arabistan, Büyük Filistin ve Suriye, Mezopotamya, Hazar Havzası, Orta Asya (Türkistan), Hint Yarımadası) oluşmaktadır. Üç tek tanrılı din (Müslümanlık, Hıristiyanlık ve Yahudilik) ve neredeyse sayısız mezhebi ve yorumuyla bu bölgede yaşamaktadır. Dinsizlik ve pagan dini yorumlar da dâhil olmak üzere binlerce dini ve ahlaki inanış adı geçen geniş coğrafyada halen yaşanmaktadır ve bu anlamda dünyanın en büyük laboratuvarlarından biridir. Batı’da hepsi Arap sansa da bölge başta Türkler, Araplar ve Farsiler olmak üzere onlarca farklı etnik-dilsel gruptan oluşmaktadır. Diğer bir deyişle ‘Genişletilmiş Ortadoğu’ diye adlandırılan ‘bölge’, yeryüzünde homojenlik açısından bölge olabilecek belki de en son coğrafyadır. Nitekim Sudan’ın Afrika-Arap kültürü ile Tunus’un Fransız-Afrika-Arap kültürü karşılaştırıldığında ne kadar farklı ülkelerden bahsettiğimiz kendiliğinden anlaşılacaktır. Veya Türkiye ile Afganistan karşılaştırıldığında, iki ülkenin ne kadar farklı olduğu kolayca görülecektir. Aynı şekilde Azerbaycan ile Mısır’ı karşılaştırmak, aynı bölge içinde zikretmek de tuhaftır. Bir Suudi Arabistan ile Kırgızistan, bir Kıbrıs ile Katar da aynı bölge içinde olamayacak kadar farklıdırlar. Peki, nedir bu ısrar? Neden herkes bir Ortadoğu’dur tutturmaktadır? Nereden çıktı bu, bölge olamayan bölge. Ortadoğu bölge olamazken, ‘Genişletilmiş Ortadoğu’ da nereden çıktı? 1 Cihan Altun Ortadoğu: Bir İngiliz-Amerikan İcadı ‘Ortadoğu’ kavramı tarih boyunca 20. yüzyıla kadar kullanılmamış bir kavramdır. Anadolu, Mezopotamya veya Kafkasya isimleri ile kıyaslandığında ‘Ortadoğu’nun yapay, üretilmiş, hatta icat edilmiş bir kavram olduğu söylenebilir. Her icat gibi, bu icattan beklentiler vardır. Onun da bir işlevi vardır ve bu açıdan bakıldığında ‘Ortadoğu’ denen bölge aslında önce İngiliz, ardından da Amerikan Çıkar Bölgesi anlamına gelir. 20. yüzyılın başlarına kadar Fransızlar Osmanlı toprakları için ‘Yakın Doğu’ kavramını icat etmişlerdir. Bu kavram Osmanlı’nın başladığı yerde başlar, fakat nerede bittiği tam olarak belirlenmemiştir. Çin, Japonya gibi bölgelerin Uzak Doğu olduğu konusunda ise mutabakat vardır. Özellikle 19. yüzyılda Britanya İmparatorluğu’nun Çin ve çevresindeki ekonomik ve askeri yayılması Yakın Doğu (Near East) ve Uzak Doğu (Far East) ayırımının daha sık kullanılmasına yol açtı. ‘Ortadoğu’ (Middle East) kelimesi ise ilk olarak Eylül 1902’de Londra’da yayınlanmakta olan National Review’da görülmüştür. Kelimenin ‘mucidi’ Amerikalı bir deniz subayı ve öğretim üyesi olan Alfred Thayer Mahan’dır. (1840-1914). Mahan dünyaya hâkim olacak gücün, denizlere hâkim olan güç olduğu kuramının sahibidir. Özellikle Britanya (İngiliz) İmparatorluğu’nun deniz gücü üzerine uzman olan Mahan sıradan bir akademisyen değildir. Mahan’ın National Review’daki makalesinin adı ‘Pers-Basra Körfezi ve Uluslararası İlişkiler’dir (The Persian Gulf and International Relations). Mahan’a göre Hindistan ve Uzak Doğu’nun güvenliğini temin etmesi gereken Britanya’nın bu bölgelere giden yolu da güvenli tutması gerekir. Bu da Basra Körfezi’nin güvenli olmasından geçer. Özellikle Rusya’nın trans-Sibirya hattı ve Orta Asya’daki ilerlemeleri, Rusları Hindistan’a ve Pasifik’e tehlikeli bir şekilde çok yaklaştırmıştır. Bu ortamda Basra Körfezi, Süveyş Kanal’ından sonra Hindistan’a geçişte en önemli ‘atlama taşı’ dır. Britanya, Rusya’yı engellemek için gerekirse Almanlarla da işbirliği yapmalı ve Rusları gözaltında tutmalıdır. İşte Mahan’a göre ‘Ortadoğu’ bu bölgedir, yani Basra Körfezi ve çevresi. Bu bakış açısına göre ‘Ortadoğu’ en çok Rusları Hindistan ve Pasifik’ten uzak tutmada işe yarayacaktır. Ayrıca denizlerdeki üstünlüğün korunmasında stratejik bir konuma sahiptir. Mahan’ın ‘Ortadoğu’ kavramı yoğun bir ilgi görmüş, önce The Times makaleyi yeniden basmış, ardından da Vanatine Iganitius Chirol’un (1852-1929) ‘Ortadoğu Sorunu’ (The Middle Eastern Question) adlı makalelerini basmıştır. Daha sonra bu seri yazılar 1903’te ‘Ortadoğu Sorunu veya Hindistan’ın Savunması Sorunları’ (The Middle East Question or Some Problems of Indi an Defence) adı altında kitaplaştı. Chirol’un ‘Ortadoğu’ terimi, Mahan’ın terimine göre daha genişletilmiştir. Chirol, ‘Ortadoğu’ dediği zaman sadece Basra Körfezi’ni değil, Hindistan’a giden yoldaki tüm toprakları, Irak, Doğu Arabistan, Afganistan, Tibet ve Asya’nın diğer bölgelerini de kapsıyordu. 2 Cihan Altun Yani, hem ‘daha genişletilmiş bir Ortadoğu kavramı’ vardı, hem de Chirol’un ‘Ortadoğu’su yeni genişletmelere de müsaitti. Chirol’a göre Anadolu ve Balkanlar ise ‘Yakın Doğu’ (Near East) idi. Chirol için Ortadoğu’nun en önemli işlevi Hindistan’ın korunması olacaktı. Fakat Rusların Kafkaslarda, Bakü’de işlettikleri petrol de önemli bir faktördü. Rusları petrol zenginliği önemli bir üstünlüktü ve Britanya kısa sürede Kafkaslar ile ‘ilgilenmek’ zorundaydı. Yine Almanlar Yakın Doğu’da, yani Anadolu ve Balkanlar’da güçleniyordu ve Ortadoğu bu ‘saldırı’ için de önemli bir kazanım olurdu. Son olarak Chirol, Japonların Uzak Doğu’da yükselişi açısından da Ortadoğu’nun önemine değiniyordu. Büyük Ortadoğu Çıkar Bölgesi Kısacası, Ortadoğu ‘İngiliz Çıkar Bölgesi’ idi. Bunun dışında coğrafi veya siyasi olarak kendisinden kaynaklanan ayırıcı bir özelliği yoktu. ‘Bölge’ dışı bir güç, kendi çıkarları için önemsediği bir toprak parçasına isim ve görev veriyordu. İngiltere’nin Ortadoğu kavramı bilindiği üzere Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında Mısır’a kadar genişledi. Petrolün önemindeki artış ve dünya savaşı bölgenin genişlemesinde önemli bir rol oynadı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ‘Yakın Doğu’ ve ‘Ortadoğu’ kavramlarını bir arada kullandı. Fakat temelde İngiltere’nin ‘çıkar bölgesi’ bundan sonra ABD’ye geçiyordu. Artık Ortadoğu’nun ne olduğunu tanımlayacak olan ve kavramı genişletecek olan ABD’ydi. Özetleyecek olur isek, gerçekte Ortadoğu diye bir bölge yoktur. Ortadoğu ne ‘Doğu’nun ortasıdır, ne de homojen özellikleri olan bir bölgenin adı. Ortadoğu ‘Çıkar Bölgesi'ne verilen bir addır ve doymak bilmeyen bir iştahı anlatmaktadır. İştahlar arttıkça bölge de genişletilmektedir. ORTADOĞU COĞRAFYASI Orta Doğu'nun Adı ve Yeri Dünyanın veya belli bir parçasının coğrafya bakımından araştırması yapılırken genelde bölgesel coğrafya yöntemlerine göre konu ele alınarak incelenir. Dolayısıyla böyle çalışmalar belli bir coğrafi birlikteliğe bağlı olur. Daha genel ifadeyle incelemeye alınan sahanın coğrafya bakımından ortak özelliklere sahip olması dikkate alınır. Bu tür ortak özelliklere sahip olan alanlara da orayı hemen akla getirebilecek bir ad verilir ki bu da bölgesel coğrafyanın görevidir. 3 Cihan Altun Ancak, çoğu kez verilen adlar değişik açılardan araştırılan sahanın tümünü kapsamadığından değişik adlar altında, bazen daralan bazen genişleyen özellikler de taşır. Orta Doğu da aynı özelliktedir. İnsanlık tarihinin ve insanın oluşturduğu uygarlıkların beşiği durumundaki Orta Doğu'ya, Eskiçağ'dan zamanımıza kadar değişik isimler verilmiştir. Bu bakımdan sahaya verilen adları bir ölçüde kronolojik olarak aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür. 1- Akdeniz Dünyası 2- Ön Asya 3- Ön Batı Asya 4- Batı Asya 5- Güneybatı Asya 6- Arap Asyası 7- Yakın Doğu 8- Orta Doğu Bu isimlere bakıldığında bugün de sınırlarının kesin olarak belirlenmiş olanına rastlanmaz. Farklı adlar, bu sahalar için ilgisi olan farklı ülkeler tarafından kullanılır. Eskiçağ'ın "Akdeniz Dünyası" günümüzdeki Orta Doğu'nun batısında genel hatlarıyla Doğu Akdeniz kıyılarını ifade etmektedir. Hatta bazen Akdeniz'in doğu kısımlarına "Mezopotamya" da ekleniyordu. Böylece Akdeniz Dünyası Anadolu yarımadasını ifade eden "Küçük Asya", Akdeniz'in doğu kıyısındaki ülkeler ile "Mezopotamya" ve "Mısır"dan oluşuyordu. Mezopotamya dışındaki alanlar coğrafi yönden ortak özelliklere sahip bir alan olduğundan bu ad coğrafidir. Daha sonra, özellikle tarihçiler tarafından uzun süre kullanılan "Ön Asya" ve "Ön Batı Asya" adlarının ön plana çıktığı görülür. Ön Asya Anadolu yarımadası, Kafkaslar, İran'ın batısı ve Arabistan yarımadasının kuzeyini içme almaktadır. Buna karşılık "Ön Batı Asya", yukarıda Ön Asya için verilen alanlara İran'ın tümü ve Afganistan ile Pakistan'ın da katıldığı bir alan olarak ortaya çıkmaktadır. Görüldüğü üzere bu adlar da sınırları kesin olmayan alanları ifade etmektedir. Bu bakımdan coğrafi bir özellik taşımazlar. Bu arada bazı coğrafyacılar da "Batı Asya" adını kullanmaya başladılar. Bu ismin kapsadığı alanlar, genel olarak Himalaya dağlarından batıya doğru uzanarak Akdeniz kıyılarında son buluyordu. Sahaya XIX. Yüzyılın sonu ile XX. Yüzyılda yapılan araştırmalarda çoğunlukla coğrafi özelliklere sahip bulunan "Güneybatı Asya" adı verilmiştir. Güneybatı Asya doğal olarak Asya kıtasının güneybatısına olduğundan özellikle coğrafyacılar tarafından bu ad sık olarak kullanılmıştır. 1939 yılına kadar dar ve kapalı bir anlam taşıyan Ortadoğu (The Middle East) deyimi bundan sonra İngiltere Hükümetinin resmi kaynaklarında kullanılmaya başlanmıştır. Aynı yıllarda, Ortadoğu bölgesi toplam 24 ülkeden oluşan Eski Dünya Karalarının (Avrupa-Asya ve Afrika) birleştiği orta bölümünü oluşturmaktadır. Ortadoğu ülkelerini oluşturan 24 ülkeden, Malta, Libya, Sudan, Eritre, Habeşistan ve Somali, daha sonraları bölge sınırları dışına çıkarılmıştır; Bu arada zaman zaman Afganistan ve Pakistan gibi ülkeler de, Ortadoğu Bölgesi içinde varsayıldığı görülmektedir. Bugün için, Malta, Libya, Sudan, Eritre, Habeşistan (Etiyopya), Somali, Afganistan ve Pakistan gibi ülkeler, Ortadoğu Bölgesi'nin yakın çevresi olarak kabul edilmekte ve zaman zaman siyasi bakımdan bu ülkelerden biri veya birkaçı bölge içinde sayılabilmektedir. 4 Cihan Altun Öte yandan Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve diğer Kafkasya ülkelerini de Ortadoğu ülkeleri arasında olduğunu iddia edenler de vardır. Bu görüş son derece yanlıştır. Çünkü Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve diğer Kafkasya ülkeleri, çok farklı bir siyasi oluşum içindedirler. Eski Sovyetlerin dağılmasından sonra bile, bu ülkeler eskisine benzer bir siyasi oluşum olan Bağımsız-Devletler Topluluğu (BDT) içinde yerlerini almışlardır. Zaten, coğrafyacılar bu bölgeye Kafkasya adını vermekte ve bu ad hem fiziki ve hem de siyasi anlam taşımaktadır. Birinci ve İkici Dünya Savaşları arasında bu sahaya Yakın Doğu ve Orta Doğu adlarının verildiği görülmektedir. Yakın Doğu (Near East) Balkan Yarımadası ile Asya'nın Akdeniz kıyıları ve Mısır'ı içine alan bir sahadır. Avrupa'ya en yakın olan Asya toprakları ile Avrupa'nın doğusunu ve Kuzey Afrika ülkelerinden yine Akdeniz kıyısındaki Mısırı içine almakta olan bu ad İngilizler tarafından verilmiştir. Çünkü konum itibariyle burası Asya kıtasının, kendilerine en yakın olan kısımlarıdır. Bütün bunlardan da anlaşılıyor ki Orta Doğu'nun yeri ve sınırları ile bu sınırlar içine giren ülkeler henüz tam olarak kesinlik kazanmamıştır. Bu da, söz konusu Orta Doğu adının tamamen politik olduğunu ve gelişen politik olaylara bağlı olarak sınırların ve içindeki ülkelerin de zamana bağlı, politik koşullar doğrultusunda değişeceğini göstermektedir. Genel hatlarıyla I. Dünya Savaşı öncesinde bu kavramların İngilizler, Fransızlar ve Almanlar tarafından kullanılmaya başladığı görülür. Çok azda olsa kullanılan bu kavramlar iki dünya savaşı arasında yerini bulmuş ve özellikle II. Dünya Savaşı'ndan sonra oturmuştur. Bu arada Yakın Doğu kavramı etkisini zamana bağlı olarak yitirirken Orta Doğu yerini sağlamlaştırmıştır. 5 Cihan Altun ORTADOĞU'NUN TARİHİNE GENEL BİR BAKIŞ Yeryüzünde insanın yaşamaya başladığı sahaların doğal özelliği coğrafya bakımından uygun iklim, su, besin ve korunaktan oluşan dört koşula bağlıdır. Bu uygun coğrafi koşulların hüküm sürdüğü alanlar ekvator kuşağında olmalıdır. İşte buradan insanların kuzey ve güneye doğru yayıldıkları düşünülür. Bu durumda kuzeye doğru yayılan insanlar, konumuz olan Orta Doğu ülkelerinden Mısır'a önce ulaşacaklardır. Buradan Sina üzerinden Arabistan yarımadasına özellikle Akdeniz kıyıları ile Mezopotamya'ya oradan da Anadolu yarımadası ile İran'a geçeceklerdir. Böylece Orta Doğu Prehistorik devirlerden günümüze insanın yaşam alanı olmuştur. Orta Doğu'nun önemi her şeyden önce onun coğrafya konumundan ileri gelmektedir. İnsanlık tarihinin en eski ve yüce uygarlıkları Orta Doğu üzerindeki Mısır, Mezopotamya, Anadolu ve İran'da ortaya çıkmıştır. Devlet geleneği, bilim ve kültürün temelleri burada atılmış olup, yazı ve para da burada icat edilmiş, üretim ve ticaret burada gelişmiştir. İlkçağ devletlerinden firavunlar ülkesi olan Mısır, Doğu Akdeniz kıyıları ile Mezopotamya'yı da içine alacak şekilde genişlemiş ve Hititlere komşu olmuştur. Sümerler ve Asurlar, Basra körfezinden Doğu Akdeniz kıyılarına kadar uzanan sahayı egemenlikleri altına almışlardır. Anadolu'da ise Hititler büyük bir imparatorluk kurmuşlardır. Daha sonra Persler, doğuda Amu Derya nehri ile batıda Ege denizi, kuzeyde Aras Nehri ile güneyde Yukarı Nil vadisi arasında kalan çok geniş bir sahayı yönetmişlerdir. Bu durumuyla Persler Hazar denizi, Karadeniz, Ege denizi, Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu ile çevrelenen alana sahip bulunuyorlardı. Büyük İskender'in doğuya doğru olan istila hareketi ile bugünkü Orta Doğu'nun büyük bir bölümü bütünüyle Makedonyalılar tarafından zapt edilmiştir. Bu imparatorluğun sınırları batıda Yunanistan'dan başlayarak Mısır'ın güneyine, doğuda Türkistan'a ve İndus nehrine kadar genişlemiştir. Orta Doğu toprakları üzerinde Mısırlılar, Hititler, Sümerler, Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar gibi birçok önemli devlet ve imparatorluk kurulmuş ve tarihe karışmışlardır. Milattan sonra ise Doğu ve Batı Roma olarak ikiye ayrılan Roma İmparatorluğunun doğu kısmına genellikle Bizans adı verilmektedir. Ortaçağ'da da doğu ile batı arasındaki bu istila hareketleri sürmüştür. Ancak, İslamiyet'in yayılmaya başlamasına bağlı olarak doğu ile batı arasında bu defa da dini boyutlu seferler yaygın hale gelmiştir. Emeviler Arabistan yarımadası, Anadolu'nun güneydoğusu, İran üzerinden Horasana ve güneyinde İndüs ovasına kadar uzanan saha, Kuzey Afrika’nın Akdeniz kıyılarındaki toprakları ile Fransa’ya dayanacak şekilde İber yarımadasını egemenliği altına almıştır. 6 Cihan Altun Abbasiler ise Mezopotamya merkez olacak şekilde Arabistan yarımadasının tümü, Anadolu’nun doğu ve güneydoğusu, doğuda Horasan'a kadar İran, Kuzey Afrika'da Mısır ve Libya'nın Akdeniz kıyılarına kadar hâkimiyet sahalarını genişletmişlerdir. Selçuklular Anadolu'ya 1071'de girdikten sonra, bugünkü Orta Doğu'dan batılılar tümüyle çıkarılmış oldular. İşte bundan sonra Orta Doğu Hristiyanlık ve Müslümanlık dinlerine bağlı insanların uzun süren çatışma sahası olmuştur. Uzun süren Haçlı seferlerine rağmen, İslam dünyasının tümüyle kontrolü altına girmiş olan Orta Doğu, Müslüman Arapların, Türklerin ve İranlıların egemenliği altında kalmıştır. Osmanlı devletinin güçlü olduğu dönemde uzun bir süre batı ile doğu arasında büyük bir hareket olmamıştır. Avrupa devletlerinin eski çağlardan beri doğuyu elde etme ve egemenlikleri altına alma güdüleri, birden bire Orta Doğu'yu siyasî ve ekonomik yönden kontrolleri altına alma girişimi halini almaya başlamış ve bu amaçları günümüze kadar kesintisiz sürmüştür. Bunda da, özellikle Arap ülkelerini I. Dünya Savaşı'ndan sonra siyasi ve ekonomik yönlerden etkileri altına alarak başarılı olmuşlardır. Türkiye Cumhuriyeti, İran, İsrail ve Kıbrıs hariç tutulacak olursa, Ortadoğu'nun geniş bir kısmında yer tutan diğer ülkeler, Arap devletlerini oluşturur. Arap Ortadoğu'su adı da verilen bu bölge, Osmanlı Devleti hâkimiyetinin sona ermesinden günümüze kadar geçen devrelerde, dünyanın siyasi bakımından en hareketli bölgesi olmuştur. Bu hareketliliğini, bugün de devam ettirmektedir. Arap Ortadoğu'sunun büyük bir kısmı, 16. yüzyıldan Birinci Dünya Savaşı'na (1913-1914) kadar, Osmanlı İmparatorluğunun idaresinde kalmıştır. İmparatorluk bu kadar geniş ve büyük sahada, büyük kısmı göçebe olan halkı idare etmekte zaman zaman güçlük çekmiştir. Bu güçlük, zaman zaman baş gösteren, göçebe halkın başkaldırışlarıdır. Sürekli hareket halinde olan bu toplumları, bir düzen altında tutmak, bugün de mümkün olamamaktadır. Osmanlı hâkimiyetinde iken, Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin topraklarını içeren bölge; İmparatorluğun doğrudan doğruya merkeze bağlı vilayetlerini kapsıyordu. Asıl Arap yarımadasında ise, İmparatorluk kadrosu içinde bir takım Şeyhlikler ve Emirlikler bulunuyordu. Bunlar arasında Necid ve Hicaz Emirlikleri en önemlileridir. 19. yüzyılın ilk yarısından sonra Ortadoğu'da Batılı devletlerin müdahaleleri başlamıştır. Bu müdahalelerde en büyük rolü, İngiltere ve A.B.D. oynamıştır. A.B.D, İngiltere, Fransa gibi Batılı devletler, Ortadoğu'da, misyonerlik çalışmalarının ardından, ticari, siyasi ve askeri harekâtlara giriştiler. Hint ve İran körfezine ulaşan denizyolu ticaretini kontrol altına almak için, Osmanlı sınırları dışında kalan Arap yarımadasının kıyılarına yerleşmeye başladılar. Osmanlı İmparatorluğunun zayıflamasını fırsat bilen İngilizler; 1878'de Mısır'ı, 1887'de Kıbrıs adasını ele geçirdiler. İngiltere, Birinci Dünya Savaşı'ndan önce ve özellikle savaş yıllarında, Arap Ortadoğu'sunda yaptığı bu askeri harekâtın yanında, geniş ölçüde siyasi 7 Cihan Altun manevralar da yapmıştır. Bu manevralar daha sonra meydana gelecek hadiseler üzerinde çok derin tesirler yapmıştır. Bu faaliyetlerin en önemlileri şunlardır; 1. Osmanlı İmparatorluğu içinde, Hicaz'da hüküm süren Haşimi ailesine mensup Şerif Hüseyin bin Abdullah vasıtasıyla, Kahire'de İngiltere Yüksek Komiseri Lord Kidsener ile temasa geçilmiştir. Savaşlar sırasında, İngilizlerle Arapların, Türklere karşı bir isyana girişmelerini ve böylece de İngiliz kuvvetlerine yardımcı olmaları şartıyla, Hüseyin bin Abdullah'a Büyük Arap Krallığı'nın tahtını vaat etmişlerdir. 2. 1916'da İngiltere, müttefiki olan Fransa ile bir antlaşma imzaladı. Buna göre Ortadoğu'nun merkezi kısımları, bazı bölgelere ayrılıyordu. Lübnan ve Suriye'yi oluşturan Mavi Bölge; Fransa'ya, Filistin, Ürdün ve Irak'ı (Musul hariç) içine alan Kırmızı Bölge; İngiltere'ye veriliyordu. Rusya, bu antlaşmayı, Anadolu'da bazı isteklerinin gerçekleşmesi şartıyla destekliyordu. Bu antlaşma, İngiltere'nin Şerif Hüseyin bin Abdullah'a yaptığı vaadin tam zıddı idi. Yukarda işaret edilen bölgenin İngiltere ve Fransa arasında bu şartlar altında taksim edilmesi, Büyük Arabistan projesini pratik olarak yok etmiştir. 3. Doğu Akdeniz ve Ortadoğu üzerine çeşitli antlaşmalar yapan İngiltere, Fransa ve İtalya'nın, aslında politikalar ve amaçlar üzerinde birbirleriyle ayrılığa düştükleri görülür. Birinci Dünya Savaşı'ndan önce T. H. Lawrence, Ocak 1915'de, ülkesine yazdığı özel mektupta; "Suriye açısından esas düşman Türkiye değil, Fransa'dır." diye yazmıştır. Öte yandan İngiltere'nin, savaşın son günlerinde, Musul'u hızla ele geçirmesi, Fransızları kızdırmıştır. Çünkü antlaşma gereğince, Fransızlar; Musul bölgesinin zengin petrol yataklarının kendilerinde kalmasını ümit ediyorlardı. Yine İtalya, İngiltere'nin Yunanistan'a büyük destek vermesini ve Yunanlıların Batı Anadolu'ya asker çıkarmalarını istememiş ve karşı çıkmıştır. Ancak, çıkar çatışmaları ile birbirlerine düşen bu üç müttefik ülkeyi, yine üstün menfaatler birleştirmiş ve Ortadoğu'daki işgaller gerçekleşmiştir. 4. İngiltere'nin bir başka teşebbüsü, izledikleri Ortadoğu siyasetini daha karmaşık bir hale soktuğu gözlenir. 1897'de bölgede toplanan Siyonist Kongresi'nde, Theodor Herzl tarafından ortaya atılan ve ecdatlarının eski topraklarında bir Yahudi merkezi kurmak fikri, dünya Yahudileri tarafından büyük ilgi ile karşılanmıştır. Dünya Siyonist Konseyinde belirlenen bu siyaset, Haim Weizmann tarafından geniş ölçüde yayılmaya başlanmıştır. 1917 yılında konseyin icra planı, Royd Sid'e verilmiş ve Sid de, planı İngiliz hükümetine sunmuştur. İngiltere, Kasım 1917'de verdiği cevapta, Filistin'de Yahudi merkezinin kurulmasını kabul etmiştir. Balfour Deklarasyonu adı ile bilinen İsrail'in kurulmasında ilk ciddi adım atılmış oluyor. Bu bildirge, daha sonra ortaya çıkacak olan birçok karışık meselelerin bir başlangıcıdır. Çünkü Müslüman topluluğun haklarına zarar vermeden bir Yahudi merkezinin kurulması imkânsızdı. Nitekim Filistin'de cereyan eden kanlı olaylar, 2 milyonu aşkın Filistinli Arap mültecilerin durumu, İsrail devleti ile komşu Arap ülkeleri arasında devam eden anlaşmazlıklar bunun tabii bir sonucudur. 8 Cihan Altun 5. Ortadoğu siyasetinde, önemli rol oynayan bir etken de petroldür. Batılı ülkeler, 1960'lı yıllardan sonra, petrol çıkartmak için, bölge ülkelerini birbirine düşürmeye başladılar. Bunların en önemlileri, İran-Irak Savaşı ve Kuveyt krizidir. 6. Ortadoğu'nun yakın tarihinde, meydana gelen en büyük siyasi ve askeri olay, İran-Irak Savaşı ile Körfez Krizidir. Bu olayların tarihi seyri ise şöyledir; 22 Eylül 1980 tarihinde, Irak Batı Ülkeleri'nden aldığı destekle, İran topraklarına saldırmıştır. Aralıksız sekiz yıl süren ve 20 Ağustos 1988'de bir ateşkes ile sona eren savaşta, sadece maddi kaybın, Türkiye bütçesinin 60 katını aştığı iddia edilmektedir. Hala Irak ve İran halkının; "Bu savaşın amacı neydi? Bu kadar uzun süren savaşın sonunda ne elde ettik?" diye sorguladığı bu savaşın maliyeti gerçekten dehşet vericidir. İran-Irak savaşından sonra, görüldü ki Batılı Ülkeler, her iki ülkeye silah satmıştır. Hatta ABD'yi sık sık sevmediğini dile getiren İran bile, ABD'den silah satın almıştır. O halde, savaşın tek nedeni olmalı. O da, petrol zengini olan bu iki ülkeyi, ekonomik yönden çökertmek ve ellerinde bulundurdukları petrolü kolaylıkla sömürmek. Batının Ortadoğu'yu sömürme düzeni, İran-Irak Savaşı ile yeterli görülmemiş ve bu defa, hedef saptırması yaptırılarak, Irak'ın Kuveyt'i işgali öngörülmüştür. Batılı ülkelere olan borçlarını ödeyebilmek için Irak, 2 Ağustos 1990'da, Kuveyt'i işgal etmiştir. Bunun sonucu olarak, Kuveyt ve Suudi Arabistan, Batılı dostlarından yardım istemiştir. ABD ve müttefiki ülkeler, Kuveyt'i kurtarma harekâtını gerçekleştirmişler ve harekât 26 Şubat 1991'de, Irak askerlerinin Kuveyt'i terk etmesiyle sona ermiştir. Ancak Irak askerleri, Kuveyt'i terk ederken, tüm petrol kuyularını ateşe vermiş, petrol stoklarını Basra körfezine boşaltmış ve Kuveyt şehirlerin yakıp yıkarak, ülkeyi bir harabeye çevirmiştir. Söz konusu bu harekâtın sonucu da bellidir. Kuveyt kurtarılmıştır. Ama aynı zaman da, Ortadoğu'da yer alan İslâm ülkelerinin elindeki zengin petrol rezervleri de, büyük ölçüde ipotek altına alınmıştır. ORTADOĞU'NUN JEOPOLİTİK ÖNEMİ Yeryüzünün çok yönlü araştırılması demek olan jeopolitik, aynı zamanda Siyasi Coğrafya ile büyük ölçüde benzerlik gösterir. Jeopolitiğin kurucusu sayılan, Münih ve Leipzig üniversitelerinde Siyasi Coğrafya hocalığı yapmış bir Alman bilim adamı olan Profesör Friedrich Ratzel (1844 - 1904) diyor ki; "Devlet, bir hücreden meydana gelen bir organizmadır. Devlet, gelişme ve yayılmayı arzu eder. Devletin yayılmacı politikası, ilkel ve küçük devletlere dışarıdan istilâ yoluyla mümkün olur." Hatta Ratzel, daha da ileri giderek; "Bu küçük gezegende, sadece bir büyük devlet için gerekli yer mevcuttur." diyerek siyasi görüşünü ortaya koymuştur. Bu görüş, öncelikle Almanya'da benimsenmiş ve daha sonra bütün Avrupa ülkelerinde kabul görmüştür. Ratzel'in görüşlerinin bir kanaviçe gibi işlendiği o günün Avrupa'sında, dünyaya hâkim olma fikri geniş yankılar uyandırmış ve dünya Birinci Cihan Harbine doğru yol almıştır. Ratzel'in fikirleri, kendisinden sonra gelenleri büyük ölçüde etkilemiş ve çeşitli jeopolitik görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. 9 Cihan Altun Ratzel'den etkilenenlerin başında, Münih Üniversitesi'nde Siyasi Coğrafya ve Askeri Tarih dersleri okutan Karl Haushofer (1869 - 1946) gelir. 1924'de "Zeitscrift Für Geopolitik" dergisini çıkaran Haushofer; "Devletin konum alanını, en önemli güç unsuru" olarak görür. Görüşleri 2. Dünya savaşında, Hitler'in politikasında etkili olmuştur. Haushofer'in çağdaşı olan ve Londra Üniversitesi'nde Coğrafya profesörlüğü ile İngiliz Kraliyet Coğrafya Cemiyeti İkinci Başkanlığını yürüten, Halford Mackinder (1861-1947); dünya savaşlarının çıkışına yol açan ve yaklaşık 12 milyondan fazla insanın öldürülmesine sebep olan "Kara Hâkimiyet Teorisini " ortaya atmıştır. Mackinder, görüşlerini; 1919'da yayımladığı "Demokratik İdealler ve Gerçek" adlı eserinde sunmuştur. Görüş şu şekilde özetlenebilir: Doğu Avrupa ile Sibirya bölgesi, dünyanın "Heartland'ı (Kalp Sahası)"nı oluşturur. Heartland'ın çevresindeki Balkanlardan Çin'e kadar uzanan saha ise "İç veya Kenar Hilâl" ya da "Rimland" kuşağıdır. Bunun dışında kalan Amerika - Afrika Avustralya-Japonya hattı ise "Dış veya Kenar Hilâl" ya da "Dünya Adasının Peykleri" olarak kabul edilir." Mackinder, dünyayı bu şekilde tasnif ettikten sonra, teori oluşturan görüşünü şu şekilde geliştirmiştir; "Doğu Avrupa'ya hükmeden bir devlet Heartland'a hâkim olur. Heartland'a hükmeden ise öncelikle İç-Kenar Hilâl'e ya da Rimland'a hükmeder. Sonra da Dış-kenar Hilâl'e yani bütün dünyaya hâkim olur." Haushafer ve Mackinder'in görüşleri, özellikle Hitler tarafından kabul görmüş ve 2. Dünya Savaşı ile uygulama aşamasına geçirilmiştir. Kara Hakimiyet Teorisi" olarak bilinen bu görüşte, Ortadoğu bölgesinin "İç veya Kenar Hilâl" kuşağı içinde yer aldığını görmekteyiz. Adolf Hitler'i; "Dünyanın anahtarını, Tanrıya teslim edeceğim" dedirten güç, bu teoridir. Sanırız, Almanya'nın Osmanlı İmparatorluğu ile dostane ilişkiler kurması, bu görüşün uygulanmasıyla ilgilidir. Her şeyden önce Almanya, Osmanlı İmparatorluğunun hakimiyeti altında kalan Ortadoğu bölgesinde petrol aramak için bazı imtiyazlar sağlamış olması, bu teorinin uygulamaya konulmasında bir aşamadır. Mackinder'in bu görüşüne karşıt görüşler geliştirilmiş ve bu konuda Amerika Birleşik Devletleri'nde, özellikle; "Kenar Kuşak Teorisi", "Deniz Hakimiyet Teorisi" ve "Hava Hakimiyet Teorisi" ortaya atılmıştır. A.B.D Yale Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler Profesörü Nicholas J. Spykman (1893 - 1943), Mackinder'in görüşlerinden yola çıkarak, karşı bir başka görüş geliştirmiş ve "Kenar Kuşak Teorisini" ileri sürmüştür. Bu görüşte, hakim güç Heartland değil, Dış-Kenar Hilâl üzerindeki ülkelerdir. Bunların başında A.B.D gelir. Ancak Heartland'a ulaşmak için, İç-Kenar Hilâl'in ele geçirilmesi şarttır. İç-Kenar Hilâl'in merkezi kısmında ise, Ortadoğu bölgesinin toprakları bulunmaktadır. Spykman'ın teorisinden başka ileri sürülen görüş, A.B.D'de yaşayan Amiral Mahan (1840 1914) tarafından ortaya atılan "Deniz Hakimiyet Teorisidir". 10 Cihan Altun Bu görüşe göre; Bir milletin dünya hakimiyetini elinde tutabilmesi için, güçlü bir deniz gücüne sahip olması gerekir. Bu görüşün ateşli savunucuları İngiltere ve A.B.D'dir. İngiltere ve A.B.D'nin tüm Ortadoğu'yu kontrol altına alabilmeleri için, Akdeniz'de ve Hint Okyanusunda, askeri deniz filoları bulundurmasında, bu görüşün büyük bir payı vardır. Albay Hausy Scitaklian ve birçok A.B.D'li havacı tarafından ileri sürüle “Hava Hakimiyet Teorisine” göre; havada üstünlük sağlayan ve önemli hava gücüne sahip olan bir millet, tüm dünyaya hakim olur. Genelde Beşeri güç kaynağına dayanan Deniz ve Hava Hakimiyet teorileri, A.B.D ve İngiltere tarafından benimsenmiş ve uygulamaya konmuştur. Uygulama; özellikle 2.Dünya Savaşı ile birlikte başlamış ve günümüzde devam eden ve 3. Dünya Savaşı diyebileceğimiz bölgesel savaşlar ile halen yürürlüktedir. ABD ve yandaşı olan Avrupa ülkeleri, Ortadoğu bölgesinde, Irak-Kuveyt krizi esnasında, Deniz ve Hava Hâkimiyet Teorilerinin uygulamasını yapmışlardır. Yukarda belirtilen siyasi teorilerin özü şudur. Şüphesiz, dünyaya hâkim olmak için, önce Türkiye'nin de içinde bulunduğu Ortadoğu bölgesini (İç Kenar Hilal i) işgal etmek gerekir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları'nın ve bundan sonra çıkan bölgesel savaşların önemli bir bölümünün Ortadoğu bölgesinde cereyan etmesi, hep bölgenin sahip olduğu jeopolitik öneminden kaynaklanmıştır. ORTADOĞU’NUN DOĞAL ÖZELLİKLERİ Asya kıtasında değişik ve kompleks bir yapıya sahip olan Ortadoğu, genelde jeomorfolojik yapı bakımından yüksek saha "kıvrımlı bölge", ara bölge ve alçak saha "eski kıta bloğu" olmak üzere üç büyük üniteye ayrılır. Yüksek saha adını verdiğimiz kıvrımlı bölge, önceleri yerküre üzerinde biri kuzeyde Angora, diğeri güneyde Gondwana olarak bilinen iki büyük eski kıta bloku arasında yer alan geniş ve derin Tethys denizinin dolması sonucunda ortaya çıkan Alp-Himalaya kıvrım sisteminin bir parçasıdır. Fauna ve flora bakımından zengin ve oldukça ılık olan bu deniz, aynı zamanda geniş bir birikim sahası olma özelliğine sahipti. Geçen uzun zaman süresi içinde bu dolgu maddeleri, daha sonra meydana gelen yer hareketleri ve yan basınçlar ile yükselip kıvrılmaya başlamıştır. 11 Cihan Altun Muhtemelen İkinci Zamanda Kretase içinde başlayan dağ oluşumu, Üçüncü Zamanda devam etmiş ve sonra bir aşınma, peneplen dönemi başlamıştır. Dördüncü Zamanda tekrar başlayan kıvrılma ve yükselme Pliosene kadar sürmüş ve Tethys denizinin bulunduğu yerde bugün için yerkürenin en büyük dağ sistemi olan Alp-Himalaya kıvrımları meydana gelmiştir. İşte, Ortadoğu’nun Anadolu Yarımadası ve İran'dan oluşan yüksek kıvrımlı bölgesi bu sistemin (Alp-Himalaya kıvrım sisteminin) hemen hemen ortalarında bir yerindedir. Genelde tortul kütlelerden meydana gelmiş olan bu sahada başlıca iki büyük kıvrım dizisi yanında yer alan eski kıta çekirdekleri, yer yer volkanizmanın eseri olan volkan konileri, lav akıntılarından meydana gelmiş lav platoları, faylanmalar ile ortaya çıkan kırık sistemleri ve bunlara bağlı olarak metamorfizmaya uğramış alanlar, sahanın morfolojik ünitelerinin birer parçasıdırlar. Alpin hareketler sonucu ortaya çıkan genç bir yapıdan oluşan kıvrımlar, genelde kuzey kesimde kuzeyden güneye, güneyde ise güneyden kuzeye doğru kıvrılmış olup, batı-doğu doğrultusunda kuzeyde ve güneyde olmak üzere iki kol halinde uzanırlar. Kuzeydekiler; Kuzey Anadolu dağları, Kafkaslar, Elbruzlar ve Kopet dağları ile Aladağlardan oluşurken, Güneydekiler; Toroslar, Güneydoğu Toroslar, Zagroslar, Mekran ve Belücistan dağlarından meydana gelirler. Her iki dizi litolojik yapı ve morfolojik yönünden birbirlerinden oldukça farklıdır. Güney sistemi geniş yaylar çizen yapı itibarıyla kalkerlerden oluşan, yer yer de kırıklar boyunca volkan konilerinin ve lav akıntılarının ortaya çıktığı sıkışık bir kıvrım görüntüsü verirken, Kuzey sistemi metamorfik ve volkanik kayaçların fazla olduğu aralarında batı - doğu doğrultulu olukların yer aldığı, iç ve dış bükey yayların fazla geniş, aynı zamanda pek sıkışık olmadığı paralel kıvrımlar halindedir. Yüksek sahada, batı bölümde, Anadolu Yarımadasının batı kıyılarında relief geniş cephe teşkil edecek şekilde Ege denizine açılır. Burada reliefe kalıp vazifesi gören kütle Saruhan-Menteşe eski kütleleridir. Yapısında metamorfik kayaçların fazla bulunduğu bu kütle Tersiyer sonunda meydana gelen yer hareketleri ile kıvrılmayıp kırılmış ve relief bugünkü görünümünü almıştır. 12 Cihan Altun Bütün bunlar bize kıvrımlı bölgenin batı, orta (Doğu Anadolu, Kafkaslar, Kuzeybatı Iran) ve doğusunda (Merkezi ve Doğu İran) jeomorfolojik yapı bakımından çok farklı sahaların var olduğunu gösterir. Orta kesimde (Doğu Anadolu, Kafkaslar, İran'ın kuzeybatısı) kıvrılmanın çok şiddetli olması yanında kuzey ve güneydeki sistemlerin birbirlerine çok yaklaşmış olduğu dikkati çeker. Kıvrımlı bölgenin en yüksek ve arızalı bölümünü oluşturan bu sahada yükseltisi 4000-5000 m'yi geçen (Süphan 4060 m, Cilo 4168 m, Ağrı 5165 m, Alagöz 4100 m, Savalan 4811 m, Demavend 5605 m) doruklara rastlanır. Gene bu sahada arada kalmış eski çekirdekten oluşan kütleler dar alanlara sıkışmışlardır. Buna karşılık Pleistosen' de volkanizma hareketleri sonucunda ortaya çıkan lavlardan meydana gelen lav platoları (Doğu Anadolu, İran' da Tebriz, Sehend ve Savalan dağları çevreleri) geniş sahalar kaplarlar. Bu bakımdan sahada meydana gelen tektonik olaylar neticesinde ortaya çıkan kırıklara yerleşen akarsular vadilerini çok derin kazarlarken plato üzerinde yükseltileri 1500-2000 m'yi bulan yüksek ovalar (Yüksekova 2000 m, Doğu Beyazıt 1950 m, Eleşkirt 1800 m, Erzurum 1850 m, kuzeybatı İran' da Seid Abab, Marage 1550-1600 m) ve çukur alanlar (Iğdır 800 m, Tebriz 900 m) ile içinde göllerin yer aldığı kapalı havzalar (Van, Sevan, Urmiye gölleri ve İsfahan çevresi) dikkati çekerler. Orta bölümde Tersiyer öncesi kıvrımlara uğramış kütlelerin varlığı da söz konusudur. Bitlis kütlesi, Van gölü, Urmiye gölü arasındaki saha Elazığ güneydoğusunda ve Hınıs kuzeyindeki alanlar Birinci Zamanda kıvrılmış eski kütlelerden oluşur ki, işte bu sahalar son hareketler ile kıvrılmayıp kırılmışlar ve kırık hatları boyunca da yüzeye çıkan magma ile irili ufaklı volkan konileri meydana getirmişlerdir. İşte bütün bunlar bize gösterir ki, kıvrımlı bölge, yaşları ne olursa olsun jeolojik devirler içinde gençleşmiş, yükselmiş çeşitli dağ sıralarının geniş sahalar kapladığı bir alandır. Kuzeyde Hazar denizinin güneyinde Savalan ve Elbruzlar, Hazar kıyısında birden yükselen kütleler görünümündedir. Burada çoğunluğu 4000-4200 m'ler arasında değişen zirveler dikkati çeker. Ortadoğu’nun en yüksek tepesi; 5605 m ile Demavend tepesi en yüksek noktadır. Elbruzlar doğu uzantılarında İran'ın kuzeydoğusunda yer alan Kopet dağları ile birleşir, daha sonra iki sıra halinde Meşhed'e doğru uzanan dizi, kuzeybatı-güneydoğu yönünü alarak İran'ın Afganistan ile olan sınırına kadar devam eder ve Hindi Kuş dağlarının batı uzantılarına kavuşur. Güneyde kuzeybatı-güneydoğu doğrultulu uzanan Zagroslar, Mezopotamya ve Basra körfezine paralel olarak hiçbir kesintiye uğramaksızın Hürmüz boğazı kuzeyine kadar devam ederler, sonra batı-doğu yönünü alırlar ve doğuda Pakistan sınırına kadar uzanırlar. Yaklaşık 1650 km uzunluğunda olan silsile, merkezi, doğu ve batı olmak üzere üç dizi halindedir. Dizi üzerinde özellikle merkezi kütlede 3500-4500 m yükseltiyi bulan doruklar dikkati çeker. Bunlar içinde 4548 m ile İsfahan şehri batısındaki Zerd dağı kütlenin en yüksek noktasını oluşturur. Dizinin doğuda Pakistan sınırında sona erdiği, yükseltinin çok azaldığı alanda birden ortaya çıkan kütle (Belücistan dağları) Zahedan-Kerman arasında çok belirgindir. 13 Cihan Altun Plato yüzeyi yer yer taş, çakıl ve kumlardan oluşan çöller (Deşti Lût, Deşti Kebir, Deşti Namakzar) ile çukur, tuzlu bataklık playalar (playalar: çöllük alanların iç kesimleri ile kurak ve yarı kurak bölgelerde kıyılara bitişik alanlarda rastlanan ve periyodik olarak dolan suların yavaş yavaş dibe süzülmesi ya da buharlaşması sonucunda ortaya çıkan tuz, kum ve çamurla örtülü, düz zeminli çöküntü), çorak çanak şekilli depresyonlar ve yer yer de bunlar arasında yükselen eşiklerden meydana gelir. Batıda Tahran güneyinde Kum şehri yakınlarından başlayan bu saha, kuzeydoğuda Meşhed, güneybatıda Zahedan batısına kadar devam eder. Kabaca ikizkenar üçgeni andıran bu saha İran'ın 1/5' ini içerir. Arap platformunu Afrika kıtasından ayıran iki taraflı büyük kırık hattı, yerküre üzerinde Tersiyer'de meydana gelen en önemli grabenlerden biridir. Kuzeyde Türkiye'de Maraş'tan başlayan tektonik hat Suriye, Ürdün, Akabe Körfezi, Kızıldeniz boyunca devam ettikten sonra Afrika kıtasının doğusunda Etiyopya, Sudan, Kenya, Tanzanya, Victoria gölü, Malavi'den Zambezi nehri vadisi boyunca 5000 km'yi geçen mesafede Mozambik'e kadar uzanır. Diğer taraftan burada belirtilmesi gereken önemli jeomorfolojik konu, Arabistan yarımadasında aşınma yüzeyleri ile birlikte bünye şekillerinin de var olması ve bunların sahada görünüme daha da hâkim olmalarıdır. Gerçekten Arap platformunu Afrika kıtasından ayıran Kızıldeniz ortadan kaldırılacak olursa, Atlas Okyanusu kıyılarının hemen gerisinden başlayan Büyük Sahra ile bu alan birleşir ki, böylece birkaç vaha haricinde dünyanın en geniş çöl alanı ortaya çıkmış olur. Bu bakımdan Arabistan yarımadası üzerinde yer alan Suudi Arabistan'ın % 45'i çöller ile kaplıdır. Yarımada kuzeyindeki Büyük ve Küçük Nufud ile güneydeki Rubülhali çölleri yerkürenin en önemli çöl sahalarıdır. Batı bölüm ise doğudan çok farklıdır. Burada reliefin görünümü Oligosen'de başlayan Neojen sonuna kadar devam eden tektonik hareketler ile belirlenmiştir. Bu bölümde zaman zaman şiddetlenen yer hareketleri sonucunda geniş derin kırıklar meydana gelmiş, bölge yer yer yükselmiş, yer yer de alçalmış, geniş çukur alanlar ortaya çıkmıştır. Doğu Afrika Rift sisteminin bir kolunu oluşturan bu alanda kuzeyden güneye doğru Bekaa, Gor ve Araba önemli çöküntü alanlarıdır. 14 Cihan Altun Bekaa vadisi; Lübnan'ın orta kesiminde, Lübnan dağları ile Antilübnan dağları arasında kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda, Litani ve Asi ırmakları boyunca uzanır. Lübnan'ın güneyinde tektonik çukur daha derinleşir ve taban yükseltisi deniz seviyesinin altına iner. Taberiye gölü (-209 m) ile Lût gölü arasındaki depresyon Gor çukuru olarak adlandırılır. Taberiye gölü ile Lût gölünü Şeria (Ürdün) nehri birbirine bağlar. Uzunluğu 110 km' ye ulaşan Gor çukurluğunun en derin yeri Lût gölünün bulunduğu alandır. Lût gölü, yeryüzündeki en alçak su kütlesidir. Deniz seviyesinden 392 m aşağıda yer alan gölün derinliği 400 m'dir. Gölün tabanı (grabenin tabanı) ise deniz seviyesinden 792 m aşağıda bulunur. Lût gölünden sonra, batıda Yehudiye tepeleri, doğuda Ürdün platosu arasında uzanan çukurluk yavaş yavaş yükselir ve Araba vadisi (160 km) boyunca devam eder. Akabe de deniz seviyesine çıkarak Kızıldeniz'e ulaşır. ORTADOĞU’DA HİDROGRAFYA Ortadoğu'da hidrografya, diğer bir deyişle akarsu şebekesi büyük ölçüde jeomorfolojik yapı ve iklim özellikleri tarafından belirlenir. Bu nedenle kuzey (kıvrımlı saha, yüksek saha) ile güney (Arap platformu, alçak saha) ve ara bölge (Mezopotamya, Doğu Akdeniz kıyı şeridi) birbirinden çok farklıdır. Öncelikle Ortadoğu yerkürenin, genel olarak fazla yağış almayan ve buharlaşmanın yüksek olduğu bir kesiminde yer alır. Bu durum akarsuların, birkaçı hariç bol su taşımamalarına neden olur. Ayrıca jeomorfolojik yapı bu sahada yer alan akarsuların bir taraftan fazla uzun olmasını engellerken, diğer taraftan drenaj sisteminin bütünü içinde farklı sahalarının (Ekzoreik, Areik, Andoreik) meydana gelmesine yol açmıştır. Bu bakımdan ekzoreik sahalar, diğer bir deyişle denize ulaşabilen, dış drenaja açılan akarsular genelde Yüksek Sahada (Anadolu Yarımadası, Zagroslar), Ara Bölgede (Doğu Akdeniz kıyı şeridi, Suriye'nin doğusu, Irak), Alçak Sahada (Arap Yarımadasında Kızıldeniz ve Umman Denizi kıyıları, Sina Yarımadası) dikkati çekerler. Bu sahalar içinde özellikle Anadolu Yarımadası ve Zagroslar bol yağış alan alanlardır. Derin vadileri ve yataklarında taşıdıkları bol su ile önem 15 Cihan Altun kazanan burada yer alan akarsular basit vekompleks olmak üzere ikiye ayrılırlar. Genelde basit yapıda olanlar kıyı dağlarının kıyıya bakan yüzlerinde kısa boyları ile tanınırlar. Yüksek Sahada, Kuzey Anadolu dağlarında (Değirmendere, İkizdere, Kızıldere), Toroslarda (Dalaman, Aksu, Köprüsuyu, Manavgat), Zagroslarda (Gagin, Gabrik, Sadaiç, Rabh) oldukça çok sayıdadırlar. Kompleks yapıda olanlar genelde boyları uzun olanlardır. Yüksek sahada Anadolu Yarımadasında yer alırlar. Dağ sıralarını ve farklı bölgeleri aştıktan sonra dış drenaja ulaşırlar. Kızılırmak, Yeşilırmak, Seyhan, Ceyhan, Sakarya, Dicle, Fırat, Büyük Zap, Karkheh, Karun ve Diyala gibi akarsular Ortadoğu'da bu tipe örnek oluştururlar. Ortadoğu'daki areik sahalar ve buradaki akarsular genelde alçak sahada Arabistan Yarımadasında bulunurlar. Buradaki sistem genelde kuru vadilerden meydana gelmiştir. Akarsuların kaynaklarının yetersiz oluşu yüksek buharlaşma ve vadilerdeki akıma uygun gerekli eğim değerlerinin bulunmaması nedeniyle hemen hemen hiçbiri büyük çölleri aşamaz. Zamanımızda konveksiyonel hareketlere bağlı olarak oraj şeklindeki yağışlarla beslenen bu akarsular muhakkak ki, önceki jeolojik devirler içinde, yağışlı devrelerde vadilerinde yeteri kadar su taşımakta ve Basra Körfezine, Fırat, Dicle vadilerine ulaşmaktaydılar. Bugün bunların izlerine Suriye'nin doğusunda ve Arap Yarımadasında çok yerde rastlanır. Andoreik sahalar ve buna bağlı drenaj şebekesi ise Ortadoğu'da geniş anlamda Hazar Denizi çevresinde Anadolu Yarımadasında, İç Anadolu'da Van gölü çevresinde, Merkezi İran'da (Deşti Lût, Deşti Kebir, İsfahan, Sistan), Urmiye gölü çevresinde, ara bölge geçiş zonunda Doğu Akdeniz kıyı şeridi gerisinde, Gor çukurluğunda Lût gölü havzasında dikkati çeker. Bu sahaların meydana gelişinde büyük ölçüde Pleistosen' deki tektonik hareketler sonucunda ortaya çıkan çanaklaşmalar, faylanmalar, volkanizma olayları rol oynamıştır. Ancak bu sahaların meydana gelişinde, diğer bir faktörde iklim şartlarıdır. Gerçekten bu sahalar, öncelikle çevrelerine göre az yağış alırlar, yüksek sıcaklık ve buharlaşma gösterirler. Bu nedenle tektonik olaylar neticesinde ortaya çıkan bu sahaların klimatik faktörlerin etkisiyle alanını genişlettiğini söyleyebiliriz. Söz konusu alanlarda yer alan akarsular debilerinin zayıf, kuvvetsiz oluşları yanında mevsimlik kısa boylu ve fazla enkaz yüklü olmaları ile dikkat çekerler. Doğu Afrika Rift vadisinin kuzey uzantısı üzerinde yer alan, Gor depresyonunun en alçak kesiminde bulunan Lût gölü, yeryüzünün en alçak su kütlesini oluşturur. Batıda Yahuda tepeleri ile doğudaki Ürdün platoları arasında uzanan Lût gölünün uzunluğu 76 km'ye, en geniş yeri 18 km'ye ulaşır. 16 Cihan Altun Doğusunda bulunan El-Lisan yarımadası ile iki havzaya ayrılan gölün, güneybatısında sarp Sedom dağı yükselir. Gor depresyonun en derin yerinde yer alan Lut gölü deniz seviyesinden 392 m aşağıdadır. Gölün derinliği ise 400 m'dir. Göl sularındaki buharlaşma genellikle yoğun bir sis tabakasının oluşumuna yol açar. Gölün suları aşırı tuzludur. Tuz yoğunluğu dibe doğru artar. Yüzeyden 40 m derinliğe kadar olan kesim sülfatlar ve karbonatlar açısından zengin olup, tuzluluk oranı binde 300'e yaklaşır. Kükürtlü hidrojen gazı yanında yüksek yoğunlukta magnezyum, potasyum, klor ve krom içeren 40-100 m arasındaki geçiş bölgesinin altında, tuzluluk oranı binde 330'u bulur. En alt bölümdeki sular çok tuzlu ve yoğun olmaları, dolayısıyla sürekli dipte kaldıklarından fosilleşmiştirler. Göl yüzeyi son yıllarda oldukça değişimler göstermekte ve göl alanı daralmaktadır. Issız görünümdeki göl çevresinde akarsu boylarında kavak (Populus euphratica) toplulukları dışında daha çok batısındaki alanda akasya (Acacıa raddiana, A. tortilis) ağaçlarına ve dikenli ağaççıklara (Anabasis sp.) rastlanır. Lût gölü önemli bir tuz rezervidir. Tuz yatakları özellikle güneybatı kıyısı boyunca uzanan Sedom dağı eteklerinde bulunur. Bölgede tuz çıkarımının geçmişi eski çağlara kadar uzanır. Lût gölüne kuzeyden dökülen Şeria (Ürdün) nehri, yeryüzünün en alçak akarsuyu olup, kaynağı ile Lût gölü arasındaki uzaklığın 200 km' den az olmasına rağmen, menderesler oluşturarak aktığı için uzunluğu 360 km'yi bulur. Antilübnan dağlarının güney kesiminde yükselen Hermon dağından (2814 m) doğan Şeria, doğu ve batıdaki tepelerden gelen Hasbani, Banyas, Don gibi ufak akarsularla beslenerek çok sığ olan Hule gölüne (70 m) ulaşır. Hule gölünün büyük bölümü 1950'lerde tarım arazisi elde etmek için kurutulmuş olup, kazanılan saha üzerinde tarım yapılmaktadır. Küçük bir bölümü ise doğal bitki örtüsünün ve hayvan varlığının yok olmaması için koruma altına alınmıştır. Hule'nin güneyinde deniz seviyesinden alçakta bulunan Taberiye gölü (Galilee denizi -209m) yer alır. İki göl arasındaki eğim binde 20'ye yaklaşır. Bu yüksek eğim oranı Şeria'nın bazalt lavları içinde dar ve derin bir boğaz meydana getirmesine yol açmıştır. Şeria nehri Taberiye gölünden sonra en büyük kolu olan Yarmuk ile birleşir. Sık sık taşkına uğrayan çevredeki düzlük alanlar, nehrin akışını düzenleyen barajlar inşa edildikten sonra verimli tarım alanlarına dönüşmüştür. Şeria, hafif eğimli bir delta oluşturarak Lût gölüne dökülür. Nehrin sularında tuz oranının oldukça yüksek olması sulama amacıyla kullanılmasında sorunlar yaratmaktadır. 17 Cihan Altun Farklı iklim ve jeomorfolojik özelliklere bağlı olarak Ortadoğu'daki drenaj şebekelerine bağlı olan akarsuların beslenmeleri ve rejimleri de bulundukları bölgelere göre büyük ölçüde değişiklikler gösterir. Kuzeyde "Yüksek Saha" subtropikal kuşakta Akdeniz ikliminin yağış rejiminin etkisi içindeki yeri ile daimi ve mevsimlik akarsuları bünyesinde bulundururken, Güneyde Arap platosunda, "Alçak Saha" da süreksiz akışlı kuru vadilerden oluşan bir sistem ile karşılaşılır. "Yüksek Saha" akarsularında beslenme, yağmur, kar, pınar ve karstik kaynaklarla olur. Bu bakımdan "Yüksek Saha"daki akarsuların akış azamileri kış sonu, ilkbaharda olurken "Alçak Saha"dakiler ise genelde mevsimlik yağışlar yanında oraj şeklindeki yağışlar ile beslenirler. YERALTI SULARI Orta Doğu topraklarının yaklaşık %80’i periyodik ya da mutlak kuraklığın hüküm sürdüğü alanların içinde kalmaktadır. Bu yerler yeterli suyu olmayan dolayısıyla su kıtlığı çeken bölgeler olarak belirirler. Su kaynaklarının yetersiz oluşu, bölge halkını çeşitli yollar ve kaynaklardan su temini hususunda tecrübeli kılmıştır. Bu nedenle, yüzyıllardır yer altı suları ile yakın bir ilişki kurarak pınarlardan yararlanma, kuyular açma, akarsular önünde barajlar yapma gibi çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bölgede alüvyal ovalar ve vadi tabanları, yer altı su seviyesinin yüzeye yakın olması nedeniyle, çok eski tarihlerden beri kullanıma açılmışlardır. Bol sulu alüvyal ovalar dışında kalan yerlerde ise birkaç yüz metre derinliğe inen kuyular kazılarak yer altı sularından yararlanılmıştır. Yer altı suyunun bulunabildiği yerlerin belirlenmesiyle, en ıssız çöllerden büyük şehirlere kadar her yerde yüzyıllardan beri sayısız kuyular açılmıştır. Bu kuyular, özellikle susuzluğun mutlak olduğu kurak bölgelerde, kervan yollarının güzergâhlarını belirlemiş, hayvancılık ekonomisini organize etmiş ve insanların yaşam tarzlarını etkilemişlerdir. Orta Doğu’da, yer altı suyunu yüzeye ulaştıran dikey kuyular yanında, bu bölgeye özgü yatay kuyular sistemi ayrı bir özellik taşımaktadır. Bu sisteme, bölgenin çeşitli yerlerinde farklı isimlerle tanınmakla birlikte, bir bütün olarak kehriz denilmektedir. Orta Doğu’da doğan ve en az 2000 yıllık bir geçmişi olan Kehriz Sistemi, başta İran olmak üzere, Doğu Anadolu, Irak, Suriye, Ürdün ve Arabistan’da mevcuttur. İran ve Doğu Anadolu’da “Kehriz” ya da “Kanat”, Arabistan’da “Kanat”, Güney Arabistan’da “Falec” olarak adlandırılan bu sistem, büyük olasılıkla bu bölgelere İran’dan gelmiştir. Kehrizler bu ülkelerde ancak belirli bir morfolojik yapının bulunduğu kesimlerde yer alırlar. Kehrizlerin yapılabilmesi için dağlık bir saha ile onun yamaçları boyunca dağlardan taşınmış malzemeyle meydana gelmiş birikinti konileri ve bu konilerin birleşmesi ile teşekkül etmiş bir piedmont ovasına ihtiyaç vardır. 18 Cihan Altun Yüksek dağlardan inen ve gevşek dokulu birikinti konilerinin içinde kaybolan suları tekrar yüzeye çıkarmak ancak kehriz sistemi ile mümkün olabilmektedir. Kehriz, depresyon ortasında dağ yamacına doğru birikinti konisi içinde ilerleyen yatay bir tünelden ibarettir. Suyun akışına göre eğimlerin hesap edilmesi ile kazılan tünelin boyu 100-200 m olabildiği gibi 40-60 km uzunlukta olanları da vardır. Kehrizler İran’da büyük bir yoğunluk gösterirler. Örneğin, İran’ın iç bölgelerinde ve özellikle Yezd ve Kirman’da bu sistem o kadar geliştirilmiştir ki, 1970’lere kadar bu iki şehrin tüm suyu kehrizlerden elde edilmiştir. Horasan, Meşed, İsfahan ve Arak’ta da kehriz şebekeleri önemlidir. Yirminci yüzyılın ortalarında, İran’da yaklaşık 50.000 kehrizin kullanımda olduğu tahmin edilmektedir. Bu ülkedeki bilinen en büyük (başlıca kuyunun derinliği 360 m’den fazladır ve uzunluğu 45 km’dir) ve en eski (2.700 yıllık olduğu tahmin edilmektedir) kehriz Gonabad şehrinde (Razavi Horasan Eyaleti) bulunmakta ve hala yaklaşık 40.000 kişiye içme ve tarımsal su sağlamaktadır. Irak’ta kehrizler Zağros Dağları’nın batı etekleri boyunda yer alır. Ülkenin kuzey ve doğu bölümlerinde eski ve yeni birçok kehriz mevcuttur; kehrizlerin çoğunluğu Süleymaniye’de (%84), bir kısmı da Erbil’de (%13)bulunmaktadır. Araştırmalar, tek bir kehrizin yaklaşık 9.000 kişi için yeterli su ve 200 hektarın üzerinde tarım arazisini sulama kapasitesine sahip olduğunu göstermektedir. Ancak günümüzde sayılarında önemli bir düşüş görülmektedir. Bunun başlıca nedenleri 2005 yılına kadar “terk etme ve ilgisizlik” ile “kuyulardan aşırı su çekilmesi”, bu tarihten itibaren de “kuraklık” olmuştur. Su kıtlığı nedeniyle, geçimleri kehriz sistemlerine bağlı olan 100.000’den fazla nüfusun 2005 yılından bu yana evlerini terk etmek zorunda kaldığı ifade edilmektedir. Suriye ve Ürdün’de de çok sayıda kehriz bulunmaktadır. Bu iki ülkede Romalılar devrinde yapılmış olan kehrizler çok dikkat çekicidir. Bunların bir kısmı yıkılmış ve işlemez hale gelmiş olmakla birlikte, o tarihten yakın zamanlara kadar akışı devam edenleri de vardır. Örneğin, Şam vahasının kuzey kısmını sulayan kehrizler bunlardan birisidir. Bununla birlikte, Suriye’de yer altı su pompası sistemlerinin çok yaygın kullanılması taban suyu seviyesini ve kehrizlerdeki suyu düşürmüş, kehrizler kurumuş ve ülke çapında büyük ölçüde terk edilmiştir. Ürdün’ün kuzeyinde Roma döneminden kalan Gadara Su Kemeri ise şimdiye kadar yapılmış en uzun (yer altı bölümleri ile birlikte toplam 170 km) kehrizler arasında yer almaktadır. Anadolu’da Urartular’dan kalma kehrizler, Osmanlı Dönemi’nde bile Van şehrine hem içme suyu sağlamış, hem de bahçe ve tarla sulamasında kullanılmıştır. Bu tür yapılara Gaziantep, Şanlıurfa, Van ve İskilip’te de rastlanmaktadır (hatta bir kısmı günümüzde hala kullanılmaktadır). Birleşik Arap Emirlikleri’nde Al-AynVahası’nda bulunan hurma koruları ve bahçeler hala geleneksel falec (kanat)sistemleri ile sulanmaktadır. 19 Cihan Altun Umman’da günümüzde 3.000’e yakın kehriz (yerel dilde Aflaj; çoğul ve Falaj; tekil)sistemi kullanılmaktadır. Eski başkent Nizva çevresinde günümüzde dahi kullanılan bir Aflaj sistemi yapılmıştır. Bu sulama sistemi, 2006 yılında Dünya Miras Listesi’ne alınmıştır. Sistem 20-30 m aralıkla 3-20 m derinliğinde ve 1 m çapında kuyular açılmakta dikine açılan pek çok kuyunun yatay bir tünel ile birbirine bağlanması şeklindeydi. Açılan kuyular artezyen gibi çalışmaz, dikine kazılan kuyulardan katmanlar boyunca sızan su tabanda birikir ayrıca terleme yoluyla da suyun toplanması sağlanırdı. Kuyuları birbirine bağlayan yeraltı kanallarının uzunluğu binlerce kilometreye ulaşmakla birlikte, pek çoğu bir kaç kilometreden ibaretti. İKLİM Ortadoğu yerküre üzerinde belirlenen genel iklim kuşakları içinde 13°-44° enlemleri arasındaki konumu ile sıcak ve ılıman "mutedil" kuşakta yer alır. Bu bakımdan Ortadoğu kuzeyde Karadeniz kıyıları ve Kafkas dağlarından başlayıp, güneyde Arap Yarımadasında Aden Körfezi kıyılarına kadar 3200 km'lik bir mesafede, Arabistan platosu dışında kısa mesafelerde değişik iklim özellikleri gösteren alanları ile dikkati çeker. Buna göre Ortadoğu'da sıcak kuşak ile ılıman kuşak özellikleri yanında subtropikal özellikler gösteren alanların da ortaya çıktığı görülür. Alçak saha ülkeleri olarak belirlediğimiz Arabistan Yarımadasındaki ülkelerin hemen tamamı kurak tropikal şartların içinde kalır. Ancak bu sahada da iklim bakımdan yer yer birbirinden farklılıklar gösteren bölgeler ile de karşılaşılır. Yarımadanın dağlık güneybatı kesimi, batıda Kızıldeniz kıyıları, doğuda Basra Körfezi kıyıları ile iç kesimdeki geniş çöl sahaları yağış ve sıcaklık şartları yönünden farklı özellikler gösterirler. Burada belirtmemiz gereken diğer önemli bir husus bir bütün olarak Ortadoğu’da sıcak ve kurak şartların ağırlık kazanmış olmasıdır. Pek tabidir ki bu özellik bize geniş alanlarda su yetersizliğinin ve kuvvetli buharlaşmanın var olduğunu ortaya çıkaracaktır. Sahadaki iklim özelliklerini ve iklim tiplerini enlem derecesi "ekvatora yakınlık ve uzaklık", relief "yükselti" ile denizlere olan mesafe "karasallık derecesi" (üç taraftan kuzey, batı, güneyden denizlerle çevrilme, doğudan Asya'nın merkezine girmesi) gibi coğrafi özellikler yanında, jenemik-dinamik faktörler (hava kütleleri ve basınç) belirler. Bunlardan enlem derecesi, genelde güneyden kuzeye doğru sıcaklık şartlarında etkili olur. Bu bakımdan güneyde Arap platosunda "Alçak Saha" da kışı olmayan bir iklim görülürken, kuzeyde "Yüksek Saha" da dört mevsimin yaşandığı bir iklim dikkati çeker. Bu alanda kıyılar deniz seviyesine yakın olan yerler değişik karakterler çizerken, batıda Anadolu Yarımadasında 1000-2000 m, doğuda İran'da 1200-1500 m yüksekliği bulan iç platolar ve onları 2000-3500 m yükseltide çevreleyen dağ dizileri yükselti farkı yanında iç ve dışa bakan yüzleri üzerinde farklı iklim özellikleri gösteren sahaların ortaya çıkmasına neden olur. Denizlerin etkisi ise Ortadoğu'da pek belirgin değildir. "Alçak Saha" da dar bir deniz olan Kızıldeniz ile çok sığ ve sıcak bir yapıya sahip olan Basra Körfezi ve güneydeki Umman Denizinin çevresel etkileri fazla değildir. "Yüksek Saha" da dağların kıyıyı paralel diziler halinde takip etmesi denizel etkilerin bu defa iç kısımlara girmesini engeller. 20 Cihan Altun Ancak Batı Anadolu'da Ege ve Marmara Bölgelerinde reliefe bağlı olarak denizel etkilerin iç kısımlara doğru fazlaca sokulduğu görülür. Bu bakımdan "Yüksek Saha" da batıdan doğuya doğru şiddetlenen karasallık etkileri kısa mesafede kendini belli eder, doğuda İran'da ise bu durum en son noktasına ulaşır. Diğer taraftan Ortadoğu'daki basınç durumu ise kuzeydeki Sibirya yüksek basınç merkezi ile güneydeki Basra alçak basınç merkezi arasında organize olmuş bir durumdadır. Buna göre ortalama değerler kuzeyde' yüksek, güneyde alçaktır. Sahada genel olarak değerlerin yüksek olduğu dönem kış aylarıdır. Kuzeyde kışın 1025-1030 mb arasında değişen değerler, güneyde Basra Körfezi ve Arap platosunda pek fazla değişmeden 1020mb civarında kalır. Yaz döneminde ise sahada değerler genelde düşer. Güneyde 1010-1007 mb olan değerler, kuzeyde Marmara Bölgesinde, Karadeniz kıyılarında 1015-1012 mb arasındadır. Haziran ayında ise en düşük değerler elde edilir (1010-1002 mb). Bu dönemde, kışın güneşin hareketine uyarak güneye inmiş bulunan subtropikal yüksek basınç alanı kuzeye doğru 35° paraleline kadar çıkar, buna bağlı olarak bütün kış mevsimi boyunca Asya içinde yerleşik olan yüksek basınç tamamen ortadan kalkar, bunun yerinde kuvvetli bir alçak basınç merkezi oluşur. Buna bağlı olarak Ortadoğu‘nun güneyinde düşük basınç değerleri ile karşılaşılır. Böylece hava akımı kuzeybatıdaki yüksek basınçtan, güney ve güneydoğudaki alçak basınç merkezine Basra Körfezine doğrudur. Buradaki hareket başlıca iki kolda olur. İlk kol Balkanlardan, Tuna havzasından Marmara ve Karadeniz'e doğru olurken, ikincisi ise Yunanistan Ege kıyılan üzerinden doğu ve güneydoğuya doğrudur. Bu hal Mayıs sonundan Eylül ayına kadar devam eder. Sahadaki basınç sistemleri sıcaklık şartları ile yakından ilgili olup farklı iklim bölgelerinin ortaya çıkmasında büyük değer ifade eder. Ortadoğu'da etkili olan hava kütleleri ise orijin bakımından birbirinden tamamen farklıdır. Bunlar kontinental polar (cP), maritim polar (mP), kontinental tropikal (cT), maritim tropikal (mT) ve muson hava kütleleridir. Kontinental polar hava kütlesi, Sibirya üzerinde oluşan bir kütle olup Ortadoğu‘yu kışın etkiler. Özellikle kuzeyde yüksek sahayı etkileyen bu hava kütlesi nemsiz, kuru ve soğuktur. Bu bakımdan yüksek saha ülkelerinde kontinental polar hava kütlesinin varlığı düşük ısı değerleri yanında yüksek bir basınç ile belirir. Kontinental tropikal hava kütlesi ise genelde alçak saha ülkelerini kış ve bahar mevsimlerinde etkiler. Yüksek basınç şartlarının oluşumuna yol açar. Bu kütlenin merkezi güneyde Büyük Sahra'dır. Kuru, sıcak, tozlu ve nemsiz bir kütle olan kontinental tropikal hava kütlesi Akdeniz' de bir alçak basınç merkezi oluştuğunda Ortadoğu‘yu geniş bir şekilde etkisi altına alır. Bazı hallerde bu hava kütlesi Akdeniz'i geçerken bir miktar aldığı nemi Anadolu Yarımadasının batı ve güney kesimlerine bırakır ki bu dönemlerde Akdeniz, Ege ve hatta Marmara Bölgelerimizde sarı çamur ve tozlardan oluşan yağmurlar dikkati çeker. 21 Cihan Altun İskandinav Yarımadası, Baltık ve Kuzey Denizlerinde oluşan maritim polar hava kütlesi Ortadoğu'ya kuzey, kuzeybatıdan girerek etkili olur. Kuzeyde Avrupa kıtasını, Balkanları, Karadeniz'i geçip sahaya soğuk ve nemli olarak giren bu kütle kış aylarında beraberinde yağış getirir. Bu hava kütlesi genelde yaz devresinde de Ortadoğu‘nun kuzey, kuzeybatı kesiminde kendini belli eder. Bu devrede yazın Avrupa kıtası çok ısınmış olduğundan hava kütlesi de sıcak bir halde Karadeniz ve Anadolu Yarımadasının kuzey sahillerine ulaşır. Alt tabakaları ısındığından, nemliliği artar. Konveksiyonel şekilde yağışlara sebep olur. Bundan başka, Ortadoğu'da genelde kış devresinde etkili olan bir hava kütlesi de maritim tropikal hava kütlesidir. Bu hava kütlesi Atlas Okyanusunun doğu kesiminde oluşur, doğu yönünde hareket ederek Ortadoğu‘ya dahil olur. Özellikle Akdeniz üzerinden sahaya giren maritim tropikal hava kütlesi yağış getirir. Azor antisiklon merkezinin yıl içindeki hareketine bağlı olarak Ortadoğu'yu etkileyen bu hava kütlesi genelde Akdeniz'in bir konverjans (Yeryüzündeki siklon alanlarında çevreden merkeze doğru esen rüzgarların hareketi konverjans olarak ifade edilir) alanı olduğu devrede dikkati çeker. Kış devresinde güneye Büyük Sahra üzerine çekilen Azor antisiklon merkezi, Akdeniz'e Atlas Okyanusunda teşekkül eden alçak basınçların girmesine imkân verir ve bu şekilde doğuya doğru hareket eden alçak basınç adacıkları Ortadoğu'ya ulaşırlar. Maritim tropikal hava kütlesinin Ortadoğu'da en fazla hissedildiği alanlar, yüksek sahanın batı kesimleri ve Doğu Akdeniz kıyı şerididir. Son olarak Ortadoğu'da etkili olan diğer bir hava kütlesi muson hava kütlesidir. Bölgeye güneydoğudan giren kütle İran'ın güney ve güneydoğusu ile Arabistan Yarımadasının güneyini (Yemen, Umman’ın güneyindeki Dofar bölgesi) yaz devresinde etkiler. Güney yarımkürede kış şartlarının bulunduğu dönemde, Avustralya üzerinde oluşan muson hava kütlesi Hint Okyanusunu aşarak bu sahalara gelir ve bir miktar yağış bırakır. Daha sonra iç kısımlara ve Zagroslar boyunca kuzeye doğru yönelen bu kütle buralarda sıcak ve kuru bir özellikte kendini belli ettikten sonra, güneye doğru yönelir. Muson hava kütlesinin Ortadoğu'da etkisi Haziran ayından itibaren görülmeye başlar. Güney kesimde dağların güney yamaçlarına bir miktar yağış bırakan kütlenin hareketi çok hızlıdır. Diğer taraftan Ortadoğu'da iklim bakımdan farklı özellikler gösteren bölgelerin ortaya çıkmasında sıcaklık ve yağış gibi iklim elemanlarının da çok önemli olduğunu belirtmemiz gerekir. Konuya bu açıdan baktığımızda Ortadoğu'da sıcaklık değerlerinin enlem derecesi, yükselti ve denizlerden uzaklığa bağlı olarak değişiklikler gösterdiğini görürüz. Sahanın güneyinde Aden Körfezi ve Kızıldeniz kıyılarında 28-29°C, İran Körfezi güney kıyılarında 26-28°C civarında olan yıllık ortalama sıcaklık, kuzeyde İstanbul ve Karadeniz kıyılarında 14-15°C arasındadır. Ege ve Doğu Akdeniz kıyılarında çoğu yerde, yıllık ortalama sıcaklık değerleri 18-20°C civarında seyrederken, iç kısımlarda; İç Anadolu ve Doğu Anadolu platolarında 6-11°C, İran platolarında 13-16°C arasında değişir. 22 Cihan Altun Yıllık ortalama sıcaklık değerleri, Şam'da 17.3°C, Bağdat'ta 22.7°C Riyad'da 25.2°C'dir. Bu bakımdan, Ortadoğu 'da genelde sıcaklık değerlerinin yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Sahada en sıcak ay olan Temmuz-Ağustos ayı ortalamaları İstanbul ve Karadeniz kıyılarında 22-23°C, Ege ve Doğu Akdeniz kıyılarının büyük kesiminde 25-28 °C arasında değişirken, iç kesimlerde; İç Anadolu ve Doğu Anadolu platolarında 17-23°C, İran platolarında 25-30°C civarındadır. En sıcak ayın ortalama sıcaklıkları Şam'da 26.7°C, Bağdat'ta 34.6°C, Riyad'da 34.6°C, Aden'de 32.2°C'dir. En soğuk ay olan Ocak ayı ortalamaları ise, İstanbul ve Karadeniz kıyılarında 5-7°C, Ege ve Doğu Akdeniz kıyılarında 8-12°C, Kızıldeniz ve Aden Körfezi kıyılarında 23-25°C iken, iç kesimlerde; İç Anadolu ve Doğu Anadolu platolarında 0-12°C, İran platolarında 0-5°C arasında değişir. En soğuk ayın ortalama sıcaklık değerleri Şam'da 5.7°C, Bağdat'ta 9.4°C, Riyad'da 14.3°C'dir. Diğer taraftan Ortadoğu'da mutlak maksimum ve minimum değerlerde dikkat çekicidir. Sahada en yüksek sıcaklık İran'da Kuzistan havzasında görülürken (53.9°C), en düşük sıcaklık ise Van'ın Çaldıran ilçesinde kaydedilmiştir (- 46.3°C). Ortadoğu yağış şartları bakımından, genelde yağışların az olduğu bir saha olmak özelliğine sahiptir. Yağışları genellikle kuzeybatı ve batıdan gelen hava kütlelerine bağlı cephelerin hareketinden alan sahada yıllık değerler 100-2500 mm arasındadır. Kuzey kesimde Karadeniz kıyıları, Hazar Denizi kıyıları, Elbruzlar, Zagroslar, Toroslar, Akdeniz kıyıları yüksek yıllık yağış değerleri ile dikkati çekerken, güneyde yağışsızlık ve kuraklık tam anlamı ile hâkimdir. Alçak Saha ülkelerinde, Ara Bölgede, İran'ın merkezi ve doğu kesimlerinde yıllık yağış değerleri çok azdır. Bu değerler yer yer 100 mm altına düşer. Yaz döneminde Arabistan Yarımadasının iç kısımları ile Basra Körfezine yerleşen alçak basınç sistemi kuzeyden akımları çekmesi yanında, ayrıca Hint Okyanusundan da hava akımlarını çeker ki, işte bu dönemde Yemen, Aden, Hadramut (Yemen doğusu) ile Asir'de (Suudi Arabistan’ın güneybatısı) yağışlar görülür. Bu yağışlar genelde akşama doğru şiddetli sağanaklar şeklindedir. Genelde 500 m yükseltiden itibaren dikkat çeken bu sağanak şeklindeki yağışların 1000-1500 m' den sonra değeri daha da artar ve 1000 m’yi bulur. Böylece yarımadanın bu kesimleri gerek yağış, gerekse sıcaklık bakımından farklılıklar gösterir. Ortadoğu'da yağışlar, orografik, frontal ve konveksiyonel olmak üzere üç şekilde karşımıza çıkarlar. Bunlar içinde Ortaadoğu 'da en etkili olanı orografik ve frontal yağışlardır. Cepheler ile gezici alçak basınçların hareketi yanında reliefe bağlı olan bu yağışlar yüksek saha ülkeleri ile ara bölgede görülür. 23 Cihan Altun Ortadoğu ülkelerinde özellikle ara bölge ve alçak saha ülkelerinin Akdeniz ve Kızıldeniz'e kıyısı olanlarda yıllık yağış değerleri ve nem ile yakından ilgili bir konu üzerinde önemle durulması gerekir ki, bu da çiğ olayıdır. Kıyılarda atmosferin alt tabakalarında nisbi nem yüksektir. Bu nemlilik yaz aylarında sıcaklıkla ilgili olarak daha artar ve öğleden sonraları ise meltemlere bağlı olarak maksimum değerlere ulaşır. Bu bakımdan Suriye, Lübnan, İsrail ve Suudi Arabistan'ın Kızıldeniz kıyılarında nisbi nem yüksektir. Bu nem kıyının yüksek kesimlerinde günlük sıcaklık farkı nedeniyle çiğ halinde yoğuşur. Bu olayın yıl içinde yer yer 200-250 gece görülmesi ise o sahaya belli bir oranda yağışı sağlaması ile yakından ilgilidir, işte bu tip yoğuşma neticesinde ortaya çıkan yağışın yer yer 125-150 mm'yi bulan değerlere ulaştığı hesaplanmıştır. Bu bakımdan kurak ve yarıkurak bölgelerde görülen bu olay özellikle tarımsal bakımdan çok önemlidir. Diğer taraftan Ortadoğu'da yağış dağılışında ve yıllık yağış değerlerinde reliefin etkisi çok önemlidir. Doğu Akdeniz kıyılarında, Anadolu Yarımadasında, kuzeyde Karadeniz kıyısında ve güneyde Akdeniz kıyısında kıyıya paralel uzanan dağlar ile onların gerisinde kalan kesimlerde çok kısa mesafede yağış farklılıkları ile karşılaşılır. Lübnan dağlarının Akdeniz'e bakan cephesinde 1500 mm'yi bulan yağış değerleri ile karşılaşılırken Lût çukurluğunda, Bekaa vadisinde bu değer 150-200 mm'ye düşer. Keza, Trabzon'da ve Rize' de 800-2300 mm'yi bulan değerlere karşılık, Gümüşhane ve Artvin'de 500-700 mm yıllık yağış tutarları ile karşılaşılır. Aynı durum Antalya, Alanya, Silifke ile Burdur, Beyşehir, Karaman istasyonları içinde geçerlidir. Ortadoğu ülkelerinde genelde hava kütleleri ve basınç şartlarına bağlı olarak ortaya çıkan rüzgârlar farklı iklim bölgelerinde birbirlerinden çok değişik özelliklerde belirginleşirler. Yaz ve kış devrelerinde ele alabileceğimiz bu rüzgârlardan kış devresinde görülenler kuzey, batı ve güney yönlü olup maritim polar ve tropikal ile kontinental polar ve tropikal hava kütlelerinin hareketleri ile oluşurlar. Kış döneminde Ortadoğu'da etkili olan rüzgârlar kuzeyden gelip Karayel ve Poyraz adı ile anılırlar. Anadolu Yarımadası, Suriye ve Mezopotamya'da kendilerini hissettirler. Güneyde etkili olanlar ise Sirokko ve Lodos olarak bilinir. Maritim tropikal ve kontinental tropikal hava kütlelerinin Akdeniz'de bir alçak basınç merkezi olduğu zamanda bu sahaya hareketi neticesinde görülürler. Ara bölgede, Anadolu Yarımadasının batı ve güney kesimlerinde dikkat çekerler. Yaz devresinde ise genelde ısınmış ve bir alçak basınç sahası olma özelliğine sahip olan sahaya güneydoğu ile batı-kuzeybatıdan bir akım vardır. Bu bakımdan Ortadoğu'da batı kesimlerde Marmara, Ege, Doğu Akdeniz sahillerinde Poyraz ve Etezyen adları ile anılan rüzgârlar görülür. Bunun dışında, Ara Bölgede, Suriye, Ürdün, Irak ile Arap Yarımadası ve İran'ın güneyinde "Şamal" adı ile anılan kuzey yönlü bir rüzgâr daha dikkat çeker. Özellikle gündüz saatlerinde oldukça kuvvetli esen bu rüzgâr aynı zamanda bölgede şiddetli bir aşınmaya neden olur. Zaman zaman hızı 80-100 km'yi bulan Şamal rüzgârı genellikle toz yüklü ve kuru olup, kavurucu karaktere sahiptir. 24 Cihan Altun Bu rüzgârlar dışında Ortadoğu'da İran kıyılarında muson karakterli rüzgarlar ile Arap Yarımadasının kuzeyinde Suriye, Ürdün ve Mısır'da "Yaz Sirikkosu" veya "Hamsin" adında kuru toz yüklü rüzgâr etkilidir. Farklı adlar ile (Lübnan'da Şatur, Irak'ta Şarki, İran'da Zehirli Rüzgâr, Türkiye'de Samyeli) anılan bu rüzgâr fazla toz yüklü olup estiği zamanlarda sıcaklığı çok arttırır. Ayrıca Ortadoğu'da, reliefe bağlı bir takım yerel rüzgârlarda vardır ki bunlar vadi ve dağ meltemleri ile fön rüzgârlarıdır. Bütün bunlardan sonra Ortadoğu'da belirli alanlarda birbirinden farklı kendine özgü iklim özellikleri gösteren sahalar tespit edilebilir. Bu bakımdan " Yüksek Saha" ve "Ara Bölge" çeşitlilik gösterirken, "Alçak Saha" ülkelerinde, diğer bir deyişle Arabistan Yarımadasında bir yeknesaklık görülür. Bütün olarak Ortadoğu'da yer alan farklı iklim bölgeleri ise; Akdeniz, Karadeniz, İç ve Doğu Anadolu ve Hazar Denizi kıyıları, İran, Ege, Marmara geçiş bölgeleri, Güneydoğu Anadolu, Mezopotamya bölgeleri, Doğu Akdeniz kıyısı ve gerisindeki alan ile Arabistan Yarımadası olarak belirlenir. TOPRAK Litolojik yapı ve iklim faktörleri ile doğal bitki örtüsünün etkisi altında, zaman süresi içinde teşekkül eden topraklar Ortadoğu'da farklı bölgelerde değişik özellikler gösterecek şekilde ortaya çıkar. Bu bakımdan Ortadoğu'daki topraklar genel olarak zonal topraklar, azonal topraklar, intrazonal topraklar olmak üzere üç grupta ele alınabilir. Zonal topraklar Ortadoğu'da iklim ve doğal bitki örtüsüne uygunluk gösterecek şekilde, geniş sahalarda özellikle yüksek saha ülkelerinde dağlık, ormanlık ve bitki örtüsünün yoğun olduğu nemli alanlarda görülürler. Bu topraklar genelde asit karakterli, fazla yıkanmış, demir ve alüminyum bileşikleri bakımından zengin topraklardır. Yer yer lateritleşmiş, yer yer de podzolleşmiş olarak ortaya çıkarlar. Bu topraklar Kuzey Anadolu'da, Karadeniz dağları, Zagroslar, Elbruzlar üzerinde nemli karakterli ormanların kahverengi, kızıl kahverengi ve sarı, kırmızı lateritik toprakları ile koyu esmer renkli topraklarıdır. 25 Cihan Altun Yer yer volkanik kayaçlar üzerinde kireçsiz, kalker kayalar üzerinde kireçli yapıdaki bu topraklar Toroslarda, Elbruzlarda ve Subtropikal kserofit orman ve çalı formasyonu alanlarında da yaygındır. Azonal topraklar, Ortadoğu'da genelde alüvyal, hidromorfık alüvyal, tuzlu alüvyal ve kumullar olarak karşımıza çıkarlar. Bu topraklar genellikle horizonlaşmamıştır. Akarsular tarafından farklı orjinli sahalardan taşınmış, yer yer tuzlanmış madensel maddeler ile humus bakımından zengindirler. Alüvyal topraklar Ortadoğu'da en yaygın olarak "Ara Bölge" de Mezopotamya'da Dicle ve Fırat ırmaklarının bulunduğu sahada, Basra Körfezinin kuzey kıyılarında, "Yüksek Saha" da büyük akarsuların delta sahalarında ( Yeşilırmak, Çarşamba, Kızılırmak, Bafra, Ceyhan, Seyhan, Adana ovalarında), oluk şekilli vadiler ile alçak depresyon tabanlarında, bazı göllerin ( Manyas, Ulubat, Akşehir, Tuz, Urmiye gölleri) çevrelerinde görülürler. Kum, kil, mil oranlarının yüksek olduğu bu toprakların su tutma kapasiteleri fazla olup renkleri beyazımtırak, gri, açık ve koyu sarı arasında değişir. Oluşum bakımından genç olan bu topraklar kalın, geniş depolar halinde olup, tarımsal yönden verim bakımından birinci sınıf topraklardır. Bu toprakların hidromorfık ve tuzlu olan tipleri de vardır. Ancak bunlar Ortadoğu'da çok az yer kaplarlar. Bataklık alanlarda, iç bölgelerde tuzlu göllerin kenarlarında, playa tabanlarında, Anadolu Yarımadasında İç Anadolu'da Tuz gölü çevresinde, Karapınar kuzeyinde, İran'ın merkezi kesimlerinde görülürler. Diğer taraftan yine bu tip içinde ele alınabilecek, ancak toprak olarak kabul edilemeyecek kumullar ise geniş sahalar halinde Arap Yarımadasında, İran'da merkezi ve kuzeydoğu kesimde, Suriye ve Irak'ta görülürler. Yapıları yer yer çok değişik olan bu kumullar, büyük ölçüde sabit olmayıp hareketli haldedirler. İntrazonal topraklar ise Ortadoğu'da anakaya ve jeomorfolojik durum ile drenaj şartlarına bağlı olarak gelişme gösteren topraklar olup, kahverengi orman toprakları, grumusollar, rendzinalar, soloncaklar halinde ortaya çıkarlar. Bunlardan rendzinalar,yarınemli ve nemli bölgelerde kalkerler üzerinde, grumusoller (vertisol) killi marnlı sahalarda, kahverengi orman toprakları ise dağlık alanlarda metamorfık ve volkanik kayaçlar üzerinde görülürler. Bu tip topraklar özellikle Anadolu Yarımadası ve İran'ın dağlık kesimlerine dikkati çekerler. Geniş sahalar kaplayan bu topraklar dışında Ortadoğu'da görülen topraklar içinde, en önemli olanı çölümsü sahalar, yarı çöller ile subtropikal çalı ve step alanların serezyum topraklarıdır. Serezyumlar Ortadoğu'da step çöl sınırında olan sahalarda geçiş alanlarında görülürler ve boz renkleri ile tanınırlar. "Ara Bölge" de geniş bir şekilde Doğu Akdeniz kıyı şeridi gerisinden, Akabe Körfezi kuzeyinden başlayıp Suriye, Mezopotamya'da bir hilal gibi uzanıp Zagros eteklerinden Basra Körfezinde son bulurlar. Ayrıca İç Anadolu' da Eskişehir, Kütahya, Afyon, Ankara, Çorum, Sivas çevrelerinde yüksek kesimlerde, İran'da Zagros'ların merkezi kısma bakan yamaçları önünde, doğu kesimde çok 26 Cihan Altun yaygındırlar. Kireç bakımından zengin olan bu topraklar alkali karakterli olup, humus bakımından fakirdirler. Ortadoğu'da tropikal çöl toprakları ile subtropikal çöl toprakları da dikkati çekerler. Bunlardan tropikal çöl toprakları Arabistan Yarımadası üzerinde Umman Denizinden başlayıp kuzeye doğru Kızıldeniz kıyısı boyunca geniş Rubülhali çölünü çevreleyip Mekke, Medine ve Riyad'ı içine alan sahada uzanırlar. Kuaterner ve Tersiyer'de oluşan bu topraklar kil ve mil depoları halindedir. Alkali karakter gösteren söz konusu topraklar madensel tuzlar bakımından zengindirler. Subtropikal çöl toprakları ise Arabistan yarımadasının kuzeyinde Suriye'de, Irak'ın batısında, İran'ın merkezi kesiminde ve güneybatısında Mekran dağlarında görülürler. Kirli beyaz renkleri ve alkali karakterleri ile dikkat çekerler. Tropikal çöl topraklarına oranla biraz yağış aldıklarından üzerlerindeki bitki örtüsüne bağlı olarak çok az humus içerirler. BİTKİ ÖRTÜSÜ Yerküre üzerinde binlerce bitki türü birbirinden farklı vejetasyon bölgeleri içinde yaşamlarını devam ettirirler. Vejetasyon bölgeleri ise yerkürede birbirinden farklı olarak belirlenen ortamlar içindedirler. Bu bakımdan ortaya çıkan farklı ortam şartları veya yaşam koşullan ise iklim, toprak, jeomorfolojik, biyotik ve beşeri yapı ile belirlenir. Ortadoğu'da, bu konuya bu açıdan bakıldığında, ortam şartlarının doğal bitki örtüsü yönünden pek elverişli olmadığı görülür. Gerçekten Ortadoğu'nun büyük bölümünde yüksek sıcaklık ile buharlaşma, kuraklık ve yağış azlığı dikkati çeker. Bu durum ise daha başlangıçta Ortadoğu'da doğal bitki örtüsünde geniş sahalarda bir azlığın, zayıflığın söz konusu olduğunu gösterir. İşte bu nedenle de Ortadoğu'da var olan pek çok bitki türü yaşamlarını devam ettirebilmeleri için değişik yöntemlere başvurmuştur. Ortadoğu'da yer alan bitkilerin büyük çoğunluğu bölgenin yaklaşık 3/4'ünde görülen yüksek sıcaklık ve yağış azlığı nedeniyle yaşamlarını yağışlı, serin kış devresinde gerçekleştirirler. Bunlardan bazıları kurak ve sıcak devrede su kaybını önlemek için gövdelerinin dikenli bir yapıya sokup, kalın kabukla örterken, bazıları da yapraklarını küçültmüş, mumsu bir tabaka ile kaplamış ve tüylendirmiştir. Yine bazı bitkiler topraktaki sudan azami derecede faydalanmak için, bu defa kök sistemini geliştirmiş ve derinlere uzanan geniş, dallı budaklı bir sistem meydana getirirlerken, bazıları da bünyelerinde su depolama yoluna gitmişlerdir. 27 Cihan Altun Ortadoğu'da doğal vejetasyon örtüsünün bugünkü görünümü almasında diğer önemli bir biyotik faktör beşeri şartlardır. Gerçekten Ortadoğu Prehistorya'dan itibaren çok sayıda etnik grup ile insanların yerleşmesine ve onun iktisadi faaliyetlerine sahne olması ile bitki türlerinin yayılış alanları ve karakterleri üzerinde, etkili olarak bazı değişikliklerin meydana gelmesine neden olmuştur. Eski devirlerde ormanlarla kaplı olan pek çok saha tahrip edilmiştir. Bu tahrip sahaları ağaççık veya çalı türlerinin yaşam ortamına dönüşürken, yer yer de bu alanlar tamamen boş kalmışlardır. Bu bakımdan "Yüksek Saha" ülkelerinde değişim çok etkili olmuş, Toroslar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Doğu Akdeniz'de Lübnan ve Antilübnan dağlarındaki ormanlar geniş ölçüde yakacak, kereste ihtiyacı yanında, tarla açmak için tahrip edilerek, adeta yok edilmiştir. Diğer taraftan Ortadoğu'nun morfoklimatik açıdan geniş bir şekilde step sahası olması, uzun yıllar boyunca hayvancılığın bir ekonomik faaliyet olarak yapıldığı saha özelliğine sahip olduğunu gösterir. Ancak, sahada açık mera hayvancılığı şeklinde yapılan faaliyet geçmiş yıllar içinde doğal bitki örtüsünün büyük ölçüde tahribine neden olmuştur. Özellikle dağlık kesimde step alanları dışında, makilik ve ormanlık alan içinde dolaşan hayvan sürüleri içinde keçi sürüleri, yeni sürgünler için büyük bir tahrip unsurudur. Bunlara özellikle son yarım asır içinde "Yüksek Saha" ülkelerinde nüfus artışı, sanayi ve şehirleşmedeki gelişme de eklenirse doğal bitki örtüsünün zamanımızdaki yaşamının ne kadar güç şartlarda olduğu görülür. Nitekim, bütün doğa bilimcilerinin bugün için üzerinde durduğu çevre korunması ve erozyon problemleri bu sahaların ortak olarak üzerinde durulması gereken sorunlarıdır. Ortadoğu'da ekolojik özelliklerin belirlediği başlıca bitki formasyonları, Nemli yayvan yapraklı ve iğne yapraklı orman formasyonu, Kurakçıl (kserofit) orman formasyonu, Maki formasyonu, Step formasyonu ve Çöl formasyonudur. Ortadoğu'da nemli yayvan yapraklı ve iğne yapraklı ormanlar Karadeniz dağlarında, Marmara bölgesindeki dağlarda ve Elbruz dağlarında yayılış gösterir. Türce zengin olan bu ormanlar aşağı seviyelerde yaprak döken, yukarı seviyelerde iğne yapraklı ağaçlardan oluşur. Deniz seviyesinden 1000-1200 m'ye kadar yükselen yayvan yapraklı ormanların başlıca türleri doğu kayını, gürgen, kestane, ıhlamur, akçaağaç, karaağaç, meşe, kızılağaç, gülibrişim, dişbudakdır. Taflan, orman gülü, ayı üzümü, çobanpüskülü gibi ağaççık veya çalı türlerinden meydana gelen sık bir orman altına sahip olan bu ormanlar, üst seviyelerde yerlerini göknar, doğu ladini, sarıçam gibi iğne yapraklı ağaçlara bırakırlar. Yarıkurak iklim özelliklerinin görüldüğü Anadolu dağlarında ve Elbruz dağlarının güney yamaçları ile Zagros dağlarının kuzey yamaçlarında kurakçıl ormanlar yayılış gösterir. Bu ormanların başlıca türlerini Karadeniz dağlarında karaçam, Toros dağlarında kızılçam, karaçam, sedir, ardıç ve çeşitli meşe türleri, Elbruz dağlarında ardıç, Zagros dağlarında meşedir. Orta ve Güney Zagros dağlarında güneye doğru gidildikçe fıstık ve badem türlerinin, Zagros dağlarının güney kesiminde Mekran dağlarında akasya türlerinin topluluklar oluşturdukları görülür. 28 Cihan Altun Ormanın üst sının Karadeniz dağlarında 2000-2100 m, Kafkas dağlarında 2300-2400 m, Elbruz dağlarında 2500 m' de son bulur. Çeşitli ot türlerinden meydana gelen alpin formasyon sahaya hakim olur. Ortadoğu'da diğer vejetasyon alanı kurak ve sıcak çöl sahalarında dikkati çeker ve bu alanlar kendisini bitki örtüsünün yoksunluğu ile belli ederler. Ortadoğu'da bu şekilde olan alanlara Arap Yarımadasının tamamında, Ürdün'de, Irak'ta karşılaşılır. Bu sahada görülen türler ılgınlar, kurakçıl deve dikenleri, kum bitkileri ve bazı kısa ömürlü otlardır. Ortadoğu'da iklim şartlarına bağlı olarak beliren ve geniş sahalar kaplayan diğer bir doğal bitki örtüsü step formasyonudur. Gerçekten step sahaları Ortadoğu'da "Yüksek Saha" ülkeleri ile "Ara Bölge" de geniş alanlar kaplar. Mevsimlik kısa ömürlü çeşitli otsu türlerden meydana gelen step, bazı farklı sahalarda değişik görünümlerde (çalı karakterli türlerle birlikte) olmakla beraber, genelde kurak ve yarıkurak şartlara kendilerini uydurmuş bir ot topluluğu şeklinde karşımıza çıkar. Step alanları ilkbaharda havanın ısınması ve yağışların başlaması ile çimlenir ve adeta renkli bir halı gibi çiçeklenir. Ancak yaz sıcaklıklarının ve kuraklığının başlaması ile yeşil örtü hemen sararır. Çiçekler solar, tohumlar dökülür ve bu defa çevre kahverengi ile sarı karışımı renklerden oluşan bir görüntü kazanır. Ortadoğu'da "Yüksek Saha" (İç Anadolu, Doğu Anadolu yüksek platolarında, İran' da) ve "Ara Bölge" (Yukarı ve Aşağı Mezopotamya, Güneydoğu Anadolu, Orta Suriye) step formasyonunun geniş alanlar kaplaması iklim faktörleri kadar aynı zamanda beşeri faktörlerle de yakından ilgilidir. Daha eski çağlardan itibaren insan topluluklarının yaşam sahası olan bu sahalarda doğal bitki örtüsü olan ormanlar devamlı tahrip edilmiş ve yerine yenileri gelişememiş, aşırı otlatma ile bu alanlar daha da verimsizleşmiş, bozuk meralara dönüşmüşlerdir. Ortadoğu'da görülen diğer farklı bitki formasyonu Akdeniz ikliminin hakim olduğu yerlerde veya tahrip sahalarında gelişme gösteren maki formasyonudur. Ortadoğu'da Anadolu Yarımadasının batı ve güney kıyıları ile Doğu Akdeniz kıyılarının diğer kesimlerinde ortaya çıkan bu ağaççık veya çalı formasyonu kendine özgü türlere sahiptir. Bu türler genellikle kserofit yapıda olup, daimi yeşil karakterdedir. Anadolu Yarımadasının Ege ve Akdeniz kıyıları ile Suriye, Lübnan ve İsrail kıyılarında gerek kızılçam, Halep çamı, fıstık çamı ve ardıç ormanlarının alt katında gerekse tahrip sahalarında yaygın bir şekilde görülen maki formasyonunun başlıca türleri kocayemiş, sandal, mersin, menengiç, sakız, keçi boynuzu, pırnal meşesi, kermez rmeşesi, akçakesme, defne, erguvan, katran ardıcı, katır tırnağı, zakkum, delice, laden ve tesbihdir. Gerçek Akdeniz iklim sahasından uzaklaştıkça maki formasyonu türce azalır ve yükseltisini kaybeder. Akdeniz kıyılarında ortalama 700-800 m'ye yükselen maki formasyonu, Ege kıyılarında 600-700 m'ye, Marmara kıyılarında 300-400 m'ye, Karadeniz kıyılarında ise ancak 150-200 m'ye çıkabilir. Ege ve Akdeniz kıyılarında maki formasyonunun tahrip edildiği sahalarda 0,5-1 m boyunda çalılardan oluşan son derecede kurakçıl bir bitki formasyonu olan garig formasyonu sahaya hakim olurken, Akdeniz iklimi ile Karadeniz iklimi etkilerinin karıştığı Karadeniz kıyılarında 150-200 m'ye kadar daimi yeşil maki türleri ile kışın yapraklarını döken ağaççık veya çalıların bir arada bulunduğu psödomaki formasyonu görülür. 29 Cihan Altun Diğer taraftan burada belirtmemiz gereken bir özellik Akdeniz ikliminin hakim olduğu alanlarda dağların 700-800 m üzerindeki seviyelerinde 1200-1500 m'ye kadar çeşitli meşe türlerinin karıştığı kızılçam, karaçam, ardıç, karışık ormanlar görülürken, 1200-1500 m'nin üzerindeki seviyelerde Toros göknarı, Lübnan sediri ve ardıç dan oluşan ormanlar sahaya hakim olur. Bu ormanlar 2000-2100 m'den sonra yerlerini alpin çayırlara bırakırlar. 30