Ortaçağ Mimarisine Giriş
Transkript
Ortaçağ Mimarisine Giriş
Ortaçağ Mimarisine Giriş Tarihçiler ortaçağõ, Roma İmparatoru Konstantin’in MS 392’de Hristiyanlõğõ resmen tanõmasõyla başlatõr, Bizans devletine 1453’de Osmanlõlar tarafõndan son verilmesi; 1492’de Amerika’nõn keşfi gibi bağlamõna göre değişen fakat mutlaka on beşinci yüzyõla ait tarihlerde sona erdirir. Hristiyan coğrafya çerçevesinde ortaçağ mimarlõk tarihi dört başlõk altõnda ele alõnõr: 1. 2. 3. 4. Erken Hristiyan Mimari Bizans Mimarisi Romanesk Mimari Gotik Mimari Erken Hristiyan Mimari (Early Christian Architecture) dönemi, üçüncü yüzyõldan yedinci yüzyõla uzanõr. Başlõca örnekleri, İtalya’da Milano, Roma, Ravenna kentleri ile İstanbul’da yer alõr. Bu dönemde İstanbul, henüz Konstantinopolis’dir, yani Bizans’õn başkenti. Erken kilise mimarisinin İstanbul dõşõnda bu İtalyan kentlerinde odaklanmasõnõn başlõca nedeni, siyasal ve kültürel açõdan söz konusu yörelerin yoğun Bizans etkisi altõnda kalmõş olmalarõdõr. Sonra göreceğimiz gibi, çok daha geç bir dönemde batõ Avrupa’da kilise tasarõm, yapõm ve tezyinatõ için hâlâ Bizans örnek alõnmakta, büyük kiliseler İstanbul’dan ustalar getirtilerek gerçekleştirilmektedir. Bizans bu derste konumuz dõşõ olduğu için, Bizans egemenliğindeyken İtalya’da yapõlan tek bir örneğe göz atacağõz. Bu örneği kõsaca da olsa ele almamõzõn nedeni—yerel geleneğin arz ettiği antik Roma tapõnağõnõn etkisi bir yana—batõ kilisesinin prototipini oluşturmasõ, daha sonra, Romanesk dönemde, Avrupa’da geniş çaplõ, sistematik kilise yapõmõna girişildiğinde, bu prototiğe göre yapõlmõş olan kiliselerin revizyon, restorasyon ve yeniden yapõma tabi kõlõnmasõdõr. Dolayõsõyla, söz konusu erken kiliseler (bunlara ‘Geç Antikite’ eserleri de denilir), Romanesk kilisenin ayrõlmaz parçasõdõr. Sekiz ilâ onuncu yüzyõlda gelişen Romanesk tarz, eskiyi asimile etme zorunluluğunu üslûplaştõrmõş, gerçekten eski olan öğeyi bünyesine devşirmenin yanõ sõra, eskiyi alõntõlamõştõr da. Romanesk estetik, ‘tamamlayõcõ estetik’tir—mimarlõk ve sanat tarihçilerinin augmentative aesthetic ya da cumulative aesthetic dediği şey. Var olanõn, eskiden kalanõn korunmasõ, bugün, arkeoloji ve restorasyon bilimlerini olağan sayan bizlere belki normal gelecektir. Fakat arkeolojinin on sekizinci yüzyõlda, bilimsel restorasyonun on dokuzuncu yüzyõlõn sonuna doğru doğduğunu hatõrlarsak, Romanesk de dahil olmak üzere erken ortaçağ kültürünün eskiyi devşirme, asimile etme, tamamlama eğiliminin açõklanmasõ gereken, ‘garip’ bir olgu olduğu daha iyi anlaşõlacaktõr. Aşağõda göreceğimiz gibi, bunun nedenleri ilâhiyattan (teoloji, tanrõbilim) kaynaklanõr. Romanesk öncesinden bakabileceğimiz bir kilise, Milanodaki San Lorenzo Maggiore kilisesi olup, MS 370-480’de yapõlmõştõr ve mimarõ bilinmemektedir. Tabii, kilise yaklaşõk bin beş yüz yõlda epey değişime uğramõş, orijinal haliyle belgelemek veya görüntülemek imkânsõz hale gelmiştir. Ostialõ Leo (Leo of Ostia) gibi erken ortaçağ yazarlarõndan okuyacağõmõz betimlemelerde göreceğimiz gibi, San Lorenzo Maggiore türü en eski kiliseler yõkõlõp yeniden yapõlmõş, ancak kutsal olduğuna inanõlan ya da bir başka yoldan andaç teşkil eden bölümleri yüzyõllar boyu muhafaza edilmiş, her ne kadar kendi kültürü içerisinde ‘restorasyon’ olarak görülmese de, bizim açõmõzdan ilk kapsamlõ mimarî restorasyon çalõşmalarõ bu yoldan başlamõştõr. Kilisenin, daire içerisinde tam bir kare şeklinden oluşan ve sekizgen yan şapellere sahip orijinal zemin planõ muhafaza edilmiştir. Aşağõdaki iki San Lorenzo Maggiore dõş fotoğraflarõ bu tarihsel katmanlardan bazõlarõnõ göstermektedir: 1 San Lorenzo Maggiore’nin aşağõdaki fotoğraftaki sütunlarõ, MS ikinci yüzyõl Roma yapõsõdõr: San Lorenzo Maggiore içerisinde yer alan Aziz Aquiline şapelinin (Chapel of St. Aquiline) bazõ taşlarõ ise MÖ dördüncü yüzyõldan kalma bir yapõya aittir: 2 Aşağõdaki iki fotoğraf, 530 yõlõ dolaylarõnda yapõlmõş olan İtalya, Ravenna cõvarõndaki Sant’ Apollinare kilisesine aittir: Fotoğraflar Shoji Hiramatsu Ravenna üzerinde durmamõzõn yalõn bir nedeni bulunmaktadõr: Ravenna uzun süre Bizans egemenliğindeydi. Bugün önde gelen mimarlõk ve sanat tarihçileri çoğunlukla Batõ Avrupalõ olduklarndan kolaylõkla göz ardõ ettikleri bir tarihsel gerçek, Batõ Avrupa’nõn kilise mimarisini de resim yapmasõnõ da Doğu Avrupa’dan, Ortodoks Bizans Kilisesinden öğrendiğidir. Örneğin aşağõdaki kilise, 528-547 yõllarõnda Ravenna’da inşa edilmiş San Vitale’dir. Yukarõda gördüğümüz Sant’ Apollinare göbek (kilisenin ana giriş kapõsõndan altara uzanan merkezî koridor) ve altar görünümü ile aşağõdaki San Vitale göbek ve altarõyla karşõlaştõrdõğõmõzda paradeigma belirginlik kazanacaktõr (San Vitale’de solda görünen, Rektörlük bölümüdür): 3 Bu fotoğraf, yine San Vitale göbeğinin bir kõsmõ ile oktogonal (sekizgen) planõ göstermektedir. Sekizgen kubbenin çapõ 17 m, kubbenin tepe noktasõna yükseklik 30 m’dir. Fotoğraflar Shoji Hiramitsu Tarihte bu noktada Doğu ve Batõ kiliselerinin mukayese bağlamlarõ sona erse de, San Vitale’nin bir iki görüntüsüne daha bakmakta yarar var. Nedeni, aşağõda göreceğimiz, San Vitale’den beş yüzyõl sonra yapõlmõş kiliselerde bile Batõ mimarisinin Doğunun sofistikasyonuna ulaşamadõğõnõ anlama gereğidir. Göreceğimiz gibi, on birinci yüzyõlda, batõlõ kilise adamlarõ bu mukayeseyi yapmakta ve kendilerini tali bulmaktaydõlar. San Vitale’nin zemin planõ, aynõ merkezi paylaşan iç içe geçmiş daire düzenine dayanõr: 4 Apsis (İng. apse): bir binada, çoğunlukla bir kilisede, yarõm daire şeklindeki çõkõntõ kõsõm. San Vitale’de, göbek (nave) denilen ana koridor dõşõndaki her geçitte bir apsis yer alõr: 5 Ortaçağ Kültüründe Mimarõn Statüsü Mimar ve mimari, kavramsal bir düzeyde, tüm kültür tarihi boyunca önemli olmuştur. Kuramsal metinlerde en yüksek mertebeye çõkarõlmõş, mimarlõk bilgi ve pratiğine, en önemli insanî faaliyetler arasõnda yer verilmiştir. M.Ö. birinci yüzyõlda Romalõ Vitruvius mimarlõk üzerine ilk kapsamlõ kitabõ yazmadan çok önce, gemi yapõmõndan dokumacõlõğa, fizikve metafizikten şiir ve siyaset bilimine, var olan tüm insanî bilgi alanlarõnõn tanõmõnõ yapan ve bilim ile bilim dõşõnõ birbirinden ayrõştõran Yunanlõ filozof Aristoteles, mimarlõğõn bir bilgi türü olduğunu ifade etmiştir. Yaygõn antik Yunan geleneğini izleyen Aristoteles, sonucunda bir nesne üretilen bilgi alanlarõna tekhne adõnõ verirken mimarlõğõn tekhne’den ‘fazla’ bir şey olduğunu söylüyordu. Bu fazlalõk, mimarõn işini yaparken metod (method) kullanmasõndan—yani elin değil, aklõn (reason) ürettiği türden bilgi kullanmasõndan—kaynaklanõyordu. Kõsacasõ mimarlõk, tekhne oluşturmakla kalmayõp, en yüksek bilgi türlerinin, örneğin felsefenin, dahil olduğu episteme kategorisiyle de ilişkiliydi. Aristoteles’in bilimleri sõnõflandõrõp aralarõndaki hiyerarşik ilişkileri belirlerken kullandõğõ bir başka ölçüt, belli bir alanõn, işini yapar, nesnesini üretirken, yapanda niyet (intention) gerektirip gerektirmediğiydi. Bir başka deyişle, bilimin ürettiği nesne, üreticinin niyeti doğrultusunda meydana gelebileceği gibi, nesnenin kendi tabiatõndan ötürü, o nesneyi inceleyenin niyetinin dõşõnda da var olabiliyordu. Bir alanõn niyet içermesi demek metod ve akõl kullanõlmasõ demekti. Nitekim Vitruvius da mimarlõk risalesine başlarken, öncelikle mimarinin nasõl olup da bilimsel inceleme konusu—yani kuramsal bir kitabõn nesnesi—olduğunu anlatmak zorundaydõ1 ve dayanağõnõ, mimarõn asal işinin ratiocinatio olduğunda buluyordu—sistematik düşünce. Antikiteden söz ettiğimizde, Akdeniz havzasõndan söz ediyoruz. Bu havzada, antikite öncesinden beri, yani arkaik çağdan beri, mimarlõkla ilgili bir düşünce daha dolaşõmdaydõ ki iki kaynağõnõ anmakla yetineceğiz; açõklamasõna girmeyeceğiz: Tevrat’ta Tanrõ, Musa’ya On Emri, yani yasak olan on şeyi, bildirdikten sonra yapõlmasõ gereken şeylerin anlatõmõna geçer. Tanrõ’nõn insanlara verdiği ilk pozitif emir, mimarî bir emirdir; ayrõntõsõyla, tapõnağõn nasõl inşa edileceği anlatõlõr orada. Aynõ şekilde, Tevrat ile aynõ yörede, aynõ arkaik kültürde meydana gelmiş Gõlgamõş destanõnda Uruk kentini, kentin surlarõnõ ve tapõnağõ bina eden ustalara ayrõlan övgü dolu dizeler hiç de az değildir örneğin, bu web sitesinde AR 325-326 dersinin metinlerinden Gõlgamõş 1’e bkz.). Aristoteles ve Vitruvius gibi yazarlar, sõrtlarõnõ binlerce yõl geriye giden bu köklü arkaik geleneğe yaslayarak mimarlõkla ilgili var olan düşünceleri ve bu yüksek değeri, yeni felsefî ve teknik bir dilde kodifiye ediyorlardõ. Kõsacasõ, ortaçağlara gelindiğinde mimarlõkla ilgili böyle bir yüksek düşünce vardõ. Fakat ortaçağlarda bundan eser bulamayacağõz. Romayla birlikte bu düşünce geleneği de yok olmuştu. Roma İmparatorluğu çökerken, felsefeyi, şiiri, bilimi, retorikayõ, hukuku da beraberinde götürmüştü; bu arada mimarî teori ile pratiği de. Roma’nõn o çok incelmiş, yüksek kültürü, imparatorluğun top yekûn çöküşünden sonra, Boethius, Augustinus gibi ‘Son Romalõlar’ ile bir müddet daha yaşadõ, ardõndan çok uzun bir süre—bin yõl—yok oldu. Fakat Roma kültürü, Augustinus gibi bir düşünürün kişiliğinde geleceğe çok önemli bir değer bõrakmõştõ. Boethius da, Augustinus gibi, bir süre sonra keşfedilecek ve geçmişle hatõrõ sayõlõr köprüler kurulmasõna katkõsõ olacaktõ. Fakat Augustinus, Hristiyanlõğõ kabul etmekle kalmamõş, Aziz mertebesine yükseltilmişti: Aziz Augustinus (St. Augustine). Aşağõda, “Alegori ve Mimari” başlõğõ altõnda, göreceğimiz gibi Augustinus, ilk bakõşta mimarlõkla hiçbir ilgisi olmayan, fakat aslõnda mimarlõk tarihi—özellikle de 1 Bu, mimariye özgü bir zorunluluk değildir; bugün de bir tez ya da kitap veya makalenin başõnda ele aldõğõmõz konunun niçin buna layõk olduğunu anlatmak zorundayõzdõr; bu tür bilimsel kompozisyon gelenekleri antikitede başlamõştõr. Fakat yepyeni bir alan üzerine yazarken, bu tür açõklama yapma zorunululuğu tabii daha bir önem kazanõyordu. 6 Romanesk—için son derece önemli bir kitap yazacaktõ. Ancak, ortaçağlarda mimarõn adõ geçmez. ‘Mimar’ kelimesinin geçtiği ve mimara övgülerin, hattâ mimarõn niyet ve düşüncesinin analizinin yapõldõğõ yerlere ortaçağ metinlerinde mutlaka rastlarõz. Fakat orada söz edilen, bizim anladõğõmõz mânada ‘mimar’ değil, Tanrõ’dõr—yani, Evrenin Mimarõ. Ve hemen tahmin edilebileceği gibi, Evrenin Mimarõ çok yüksek bir yere oturtuluyordu. Bu derste ele alacağõmõz tarih kesiti çerçevesinde bunu unutmamak gerekir, çünkü ortaçağlarõn sonunda, Rönesans kültüründe, bizim anladõğõmõz mânada ‘mimar’ önemli bir konu haline geldiğinde, örneğin Marsilio Ficino gibi düşünürler, mimarõn ortaçağlar boyunca Tanrõyla özdeşleştirilmesini modern mimarõn toplumsal, ontolojik ve bilimsel durumunu betimlemede, o konumu yükseltmede kullanacaktõr. Fakat ortaçağ bünyesinde, her şey gibi mimar da teolojik söylem bağlamõnda kodifiye edilmiştir. Ortaçağlarda mimarî faaliyeti—yani pratiği—belgeleyen metinlerin sayõsõ ise azdõr, ama yine de bunlar mevcuttur. Tabii, ortaçağõn mimarî faaliyetinin belgelenmesinden söz ettiğimizde kilise mimarisinden söz ediyoruz. Ortaçağõn kimliğinin tamamõ dinde tezahür eder; mimarlõk da buna dahildir; hattâ en başta gelir, çünkü din için tapõnak tabii ki asaldõr. Üstelik, tapõnak rasgele inşa edilmez, bölümleri, neyin nerede konumlanacağõ, plandan tezyine tüm özellikleri sõmsõkõ kurallarla sabitlenmiştir. Bunlar, bir dinin daha kuruluş sürecinde, ilâhiyat ilkeleriyle iç içe gelişir. Dolayõsõyla din, sistematik mimarinin gelişmesini bir bakõma zorunlu kõlar. Mimarlõğõn belgelenmiş kuralõ, ilâhiyattan gelir. Çok az şeyin kaydõnõn tutulduğu ortaçağlarda kilise yapõmõnõn kayda geçmesinin bir başka nedeni, mimarinin ve de özellikle tapõnak mimarisinin pahalõ olmasõdõr. Dolayõsõyla malî kayõt tutulmasõnõ zorunlu kõlar. Ders metinleri arasõnda Ostialõ Leo (Leo of Ostia) ve Suger’den (Abbot Suger) kõsa seçmeler bulacaksõnõz. Leo da, Suger gibi, İngilizcesi abbot olan titre sahiptir: manastõrõn başrahibi, yani yöneticisi. Kilise yapõmõna ilişkin bakacağõmõz her iki metin de, bir manastõr-kilise kompleksinin başrahibinin kaleminden çõkmadõr. Bu metinlerde Suger, bizzat kendisinin giriştiği imar faaaliyetini betimlerken, Leo kendisinden önce gelen Desiderius adlõ başrahibin yaptõklarõnõ anlatmaktadõr. Bu metinlere daha yakõndan bakmadan önce şunu önemle, altõnõ defalarca çizerek belirtmek gerekir: Leo ile Suger’in [ve Raul Glaber (c.1002-1003), Clairvaux Manastõrõndan Aziz Bernardus (c.1125), Canterbury’li Gervase (c.1185) gibi nice çağdaşlarõnõn] metinleri vakayyinâme türündeydi; yani, historiografi (historiography), yani tarih yazõmõ. Bu yazarlar, mimarî faaliyeti kayda geçerken, yaptõklarõ işi mimarî betimleme olarak değil, tarihçe yazmak, başõnda bulunduklarõ manastõr-kilise küllesinin vak’anüvisliği olarak görüyorlardõ. Tarihyazõmõnõn ortaçağ kültüründeki önemine aşağõda, alegori konusunu ele alõrken döneceğiz. Şimdilik bu bağlamda anõmsanmasõ gereken şudur: Her ne kadar kilise imarõnõn bir tarih olarak kayda geçmesi ortaçağda başlõ başõna önem taşõyor idiyse de, bu sözel kaydõn bir başka önemli işlevi, bugün projenin, mimarî çizimin, teknik resmin ve giderek mimarî fotoğrafõn yerini tutmasõdõr. Burada saydõğõmõz, bugün mimarlõk eğitim ve pratiğinin ayrõlmaz parçalarõ olan bu öğeler ortaçağda yoktu. Fotoğraf tabii ki yoktu; fakat çizimin (drawing) ve teknik resmin de (draughtsmanship) olmamasõ bu dönemle ilk defa ilgilenen öğrenciye belki garip gelecektir. Fakat çizim, Rönesansla—on beşinci yüzyõlda—ortaya çõkan bir olgudur. Ortaçağda gelişememesinin ve Rönesansda doğmasõnõn nedenlerini aşağõda, on beşinci yüzyõlõ ele aldõğõmõzda tartõşacağõz. Bu durumda, yapõyõ belgelemek için eldeki yegâne yeniden üretim (re-production) veya temsiliyet (representation) teknolojisi yazõ idi. Dolayõsõyla, Ostialõ Leo’nun ayrõntõlõ betimlemelerini, milimetrik ölçüm naklettiği nesir pasajlarõnõ vb. bu bağlamda okumak ve çizim yerine dile başvuran bir kültürde proje oluşturma ve uygulama süreçlerindeki farklõlõklar üzerine düşünmek, bu farklõlõklarõn ortaya çõkan yapõyõ nasõl etkilediği üzerinde durmak gerekir. On üçüncü yüzyõl sonlarõna doğru yapõlmõş, aşağõda görülen Hereford dünya haritasõnõn bize gösterdiği ise, mimaride olmasa bile diğer (komşu) alanlarda Rönesans öncesinde teknik çizim doğduğunda bile bizim varsaydõğõmõzdan çok farklõ bir dünya betimliyor olduğuydu. 7 Richard Haldingham veya Lafford’un yaptõğõ tahmin edilen Hereford dünya haritasõ (İngiltere), ca. 12771289. Parşömen üzerine mürekkep, boya, varak, 1,58 x 1,33 m. 8