ras‹m özdenören
Transkript
ras‹m özdenören
B‹R B‹YOGRAF‹ DENEMES‹ ÇOK SESL‹ B‹R YAZAR RAS‹M ÖZDENÖREN ÇOK SESL‹ B‹R YAZAR RAS‹M ÖZDENÖREN SEMPOZYUM 19 KASIM 2011 SEMPOZYUM DÜZENLEME KURULU Cevdet KABAKCI Kahramanmaraş Belediyesi Başkan Yardımcısı Mustafa SEMERCİ Kahramanmaraş Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdür V. İbrahim ÖZDEMİR Kahramanmaraş Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü Duran BOZ Mehmet Gümüşer Anadolu Lisesi Müdür Yardımcısı Ahmet TÜRK Kahramanmaraş Anadolu İmam-Hatip Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni HAZIRLAYAN Ömer ERİNÇ GÖRSEL TASARIM Bekir KARADEN‹Z Hangar Marka ‹letiflimi Tel: 0 312 425 07 34 BASKI Öncü Basımevi Tel: 0 312 384 31 20 Kahramanmarafl Belediyesi Bas›n Yay›n ve Halkla ‹liflkiler Müdürlüğü Tel : 0 344 228 46 00 Belgegeçer : 0 344 228 46 99 E-Posta: basinyayin@kahramanmarafl.bel.tr B‹R B‹YOGRAF‹ DENEMES‹ ÇOK SESL‹ B‹R YAZAR RAS‹M ÖZDENÖREN Rasim Özdenören, 20 Mayıs 1940’ta Maraş’ta doğar. Annesi Ayşe Nezahat Hanım, babası ise fen memuru Hakkı Bey’dir. Annesi aslen Maraşlı olup Necip Fazıl’la akrabadır. Babası Hakkı Bey ise İstanbul Eyüp’tendir. Mühendis Hakkı Özdenören’in ikiz kızları ve ikiz erkek çocukları olur. İkizlerden Rasim, hikâyeler anlatırken Alâeddin de şiirler söyler. Özdenören kardeşler, 1947’de Ahır Dağı eteklerindeki Sakarya İlkokulunda öğrenime başlarlar. Ancak buradaki öğrenimleri iki yılla sınırlı kalır. İlkokul ikinci sınıftayken anne tarafından bir akrabaları ikizlere bir hikâye kitabı hediye eder. Böylelikle ikizler, ders kitaplarının dışında kitaplar da bulunduğunu keşfetmiş olurlar. Rasim Özdenören o günleri anlatırken; “ilk hediye aldığım kitap bir öykü kitabıydı. O sıralar ilkokul ikideydim. Bu öykü kitabını ben pekâlâ okumayabi- lirdim ya da ilgi çekici bulmayabilirdim. Ama öyle olmadı. Öykü beni cezbetti. Kardeşim Alâeddin’le beraber okuyorduk. Kitabın bir sayfası benim dizimin üstünde, bir sayfası onun dizinin üstünde dururdu. O benden hızlı okurdu. Ben isterdim ki okuduğum satırı bir kere daha okuyayım, okuduğum cümleyi bir de aklımdan geçireyim sindire sindire...” der. 1949’da Hakkı Bey’in tayini Malatya’ya çıkar. İkizler, ilkokul üçüncü sınıftayken Malatya’da okudukları; ‘Deniz Suyu Neden Tuzludur?’, ‘Kırmızı Şapkalı Kız’ adlı kitapları unutamazlar… 3 B‹R B‹YOGRAF‹ DENEMES‹ ÇOK SESL‹ B‹R YAZAR RAS‹M ÖZDENÖREN Özdenören kardeşler, Maraş’ta başladıkları ilkokulun üç ve dördüncü sınıflarını Malatya Cumhuriyet İlkokulunda, beşinci sınıfını ise Malatya Gazi İlkokulunda okuyarak bitirirler. Malatya’daki öğrencilik yıllarında; ninelerinden dinledikleri masallar ve Hz. Ali cenklerinin yanı sıra Abdullah Ziya Kozanoğlu, Feridun Fazıl Tülbentçi, Esat Mahmut Karakurt, Kerime Nadir ve Muazzez Tahsin Berkant’ın romanları başta olmak üzere ne bulurlarsa okurlar. 1954’te Özdenören ailesinin Tunceli’deki hayatları başlar. Hakkı Bey, Ulus gazetesi okuduğu için bayındırlık müdürü olarak Tunceli’ye sürgün edilir. Malatya Ortaokulunda öğrenimlerini sürdüren Özdenören kardeşler de, Tunceli Ortaokuluna nakledilir. Günlük gazete okuma alışkanlığını burada kazanan Rasim Özdenören, ilk yazısını da Tunceli’de yazar. Türkçe defterine yazdığı ilk yazısında Maraş’ı tasvir eder. Ömer Seyfettin hikâyeleriyle Tunceli’de tanışan Özdenören, Ömer Seyfettin’in bütün külliyatını burada bitirir. 4 1955’te Hakkı Bey, Tunceli Bayındırlık Müdürlüğünden emekli olur. Aile yeniden Maraş’a döner. Rasim Özdenören ise ortaokul bitirme sınavlarına girebilmek için Tunceli’de kalır. Ortaokulu orada bitirerek diplomasını alır. Sonra da Maraş Lisesine kaydolur. Maraş Lisesine kaydını yaptırırken müdür yardımcısı tarafından elli kuruşa satılan Hamle dergisiyle tanışır. Hamle’yle tanışması onun hayatının dönüm noktalarından biridir. Çünkü Hamle’nin o sayısı, ‘Sait Faik’e saygı…’ başlığıyla çıkmıştır. Rasim Özdenören için Hamle’nin o sayısının derin bir anlamı vardır. Çünkü bu sayı onun Sait Faik öyküsüyle karşılaşmasını beraberinde getirir. Sait Faik’i, Ömer Seyfettin’in gelenekçi tavrının ötesinde bir öykücü olarak değerlendirir. Modern anlatı imkânlarını yoklamaya başlar. Bu arayış onun Sait Faik öyküsüyle karşılaşmasıyla perçinlenir. Böylelikle Rasim Özdenören hikâyeciliğinin ufku genişler. Maraş Lisesinde öğrenciyken Nuri Pakdil’in tek başına çıkardığı Hamle’yi Rasim Bey’in de içinde bulunduğu bir ekip devralır. Derginin yazarları arasında Cahit Zarifoğlu, Alâeddin Özdenören, Erdem Bayazıt, Ali Kutlay gibi isimler görülür. Ancak Rasim Özdenören ve Ali Kutlay bununla yetinmez. Maraş’ta yayınlanmakta olan Gençlik Gazetesinde birlikte sanat edebiyat sayfaları hazırlarlar. Özdenören, Nuri Pakdil’le de bu yıllarda tanışır. Ondan günlük Gençlik gazetesinde 15 günde bir hazırladıkları sanat edebiyat sayfası için yazı ister. O da yazı B‹R B‹YOGRAF‹ DENEMES‹ ÇOK SESL‹ B‹R YAZAR RAS‹M ÖZDENÖREN vermenin ötesinde sayfaların düzenlenişine de katkıda bulunur. Bu dönemdeki Maraş insanı ve Maraş’ın dokusu Rasim Özdenören öykülerinin başat unsurları olarak öne çıkar. Onun öykülerinde kimi insanlar vardır ki bu insanlara -gerçekte- yalnızca Maraş’ta rastlanır. Rasim Özdenören; ilk öyküsünü, arkadaşı Ali Kutlay’ın yazdığı öyküyü okumasının karşılığı olarak yazar. Öyküsünü yazmaya başladığında ise anlatılacak birçok hikâyesi olduğunu fark eder. Ali Kutlay’la birlikte yazma temrinleri uzunca bir süre devam eder. 1957 yılının Ocak ayında Akar Su adındaki ilk hikâyesini Varlık dergisinde yayınlar. 1958’de liseyi bitirir. Öğretmen olmamak için İstanbul Hukuk Fakültesine kaydını yaptırır. Fakültedeyken Dostoyevski’nin dünyası ile tanışır. Erdem Bayazıt’ın ısrarları sonucu, Dostoyevski’nin Beyaz Geceler romanından aynı adla sinemaya uyarlanan filme gider. Bu filmle birlikte, Özdenören’in Dostoyevski tutkusu başlar. Öğrencilik döneminde Suç ve Ceza’yı, Ceza Hukuku dersine tercih eder. Giderek ileride yazacağı öykülerinde, deneme ve eleştirilerinde Dostoyevski, onun vazgeçemeyeceği bir kaynak olur. Bir söyleşisinde; “Yazdıklarım ne olursa olsun; ister bir çöplükten bahsedeyim ister bir fahişeden bahsedeyim, yazılıp bitirildikten sonra yücelmiş bir dünyada olma hissini vermeli. Mesela ben bunu Goethe’de, Tolstoy’da göremiyorum. Dostoyevski’de görüyorum. Bana göre o büyük bir yazardır.” diyerek Dostoyevski tutkusunu ve kendi yazıları için Dostoyevski’nin önemini açıklar. Bu yıllarda bahsi geçen Gençlik gazetesinin kendi hazırladıkları Fikir ve Sanat Ekinde yazıları yayımlanır. On sekiz yaşındayken yazdığı Sanatı Düşünmek başlıklı denemesi yazarlığı boyunca izleyeceği yolun işaretlerini açıklar niteliktedir. Söz konusu yazıdaki üslubu, yazıyı kuruşu, fikirleri ve akıl yürütme biçimi sonraki yazdıklarının adeta bir prototipidir. 1962’de Nuri Pakdil’in ısrarlı çabaları sonucu Sezai Karakoç’la tanışır. İlk görüşmelerinde Alâeddin Özdenören’le birlikte Cahit Zarifoğlu da vardır. Bu ilk görüşmede uzun uzun konuşurlar. Mesai bitiminde işyerinin merdivenlerinden inerken Sezai Karakoç, “Keşke bir dergimiz olsaydı da burada konuştuklarımızı bu dergide yazsaydık.” der. Bu durum karşısında Özdenören Karakoç’a; “Ağabey, Abidin Mümtaz Kısakürek, bize geçen sene Türk Sanatı dergisini siz çıkarın diye 5 B‹R B‹YOGRAF‹ DENEMES‹ ÇOK SESL‹ B‹R YAZAR RAS‹M ÖZDENÖREN bir teklifte bulunmuştu.” der. Bunu duyan Sezai Karakoç; “Ama biz Müslümanız.” yanıtını verir. Bu cümle, Rasim Özdenören’in -fikirlerinin bir anda yerli yerine oturmasını- sağlar. Sezai Karakoç, 1962 Martında Özdenören kardeşleri Necip Fazıl’ın Kızıltoprak’taki evine götürür. İkizlerin, anne tarafından Necip Fazıl’la akrabalıkları orada gündeme gelir. Lise yıllarından tanıdıkları Büyük Doğu dergisinin müdavimi olurlar. Hayata ve dünyaya bakışları Diriliş dergisi kanalından Büyük Doğu’ya bağlanabilir. Daha sonra Necip Fazıl’ı oldukça sık aralıklarla ziyaret ederler. Rasim Özdenören, Sezai Karakoç’la 1967’ye kadar sık sık bir araya gelir. Onun eylemini paylaşır. Onun yazdığı bir yerde kendisinin yazacağı şeylere gerek kalmayacağını düşünecek kadar Sezai Karakoç’a bağlıdır. Yazmanın ona karşı edepsizlik olacağını düşünerek yazıyı bırakır. Bunu öğrenen Sezai Bey, “İstemeden sana kötülük etmişiz.” der. Onu yeniden yazmaya, öyküye yöneltir. 6 Hukuk fakültesine devam ederken İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü sınavını kazanır. Oraya da kayıt yaptırır. 1964’te İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsünü bitirir. Tercüme eserlerinin ilki George Orwel’ın Hayvan Çiftliği o yıl yayınlanır. Editörlüğünü Nuri Pakdil’in yaptığı Yeni İstiklal Gazetesinde Celil Kahvecioğlu ve Mahmut Çukuroba adlarıyla yazılarını yayımlar. Nuri Pakdil’in Yeni İstiklal Gazetesi’ndeki sanat-edebiyat sayfası editörlüğünü bırakmasıyla da 1964-1965 yılları arasında Ahmet Kutlay’la birlikte Celil Kahvecioğlu adını kullanarak Yeni İstiklal’in sanat-edebiyat sayfasını yönetir. 1965’te Refik Durbaş, Eser Gürson, Süreyya Berfe ve Egemen Berköz gibi kimi yazarlar; “Bizler aynı nesildeniz, kendi neslimize hitap eden bir dergi çıkaralım.” teklifinde bulunurlar. Rasim Özdenören de onlara: “Siz Mazdek neslindensiniz, bizse müslümanız. Biz aynı dönemde yaşıyoruz, ama aynı nesilden değiliz.” yanıtını verir. Sonrasında da Cahit Zarifoğlu ile Mağara adında bir dergi çıkarma girişiminde bulunurlar. Derginin çıkarılmasına dair görüşmeler yapılır. Görüştükleri kişilerden olumlu yanıtlar alınır. Derginin çıkışını duyurmak amacıyla el ilanları ve broşürler dağıtılır. Çıkış hazırlıkları tamamlanmışken Sezai Karakoç’un dergi çıkarmaktan vazgeçilmesini istemesi üzerine Mağara yayın hayatına başlamadan bitmiş olur. B‹R B‹YOGRAF‹ DENEMES‹ ÇOK SESL‹ B‹R YAZAR RAS‹M ÖZDENÖREN 1966’da Diriliş dergisi yeniden yayımlanmaya başlar. Karakoç, dergiye Özdenören’in de katkılarını ister. O da ilk sayısından itibaren öyküleriyle dergide yer alır. Yıkıntı, Dönüş, Profil, Yankı, Kundak öykülerinin yanı sıra Romanın Çıkmazı adlı denemesini de Diriliş’te yayımlar. Karakoç’un önerdiği yazıları Türkçeye çevirir. Dergide fiilen çalışarak dizgi, baskı ve punto seçimine katkı sağlar. Sezai Karakoç, Rasim Özdenören’in hikâyelerinin kitap olarak toplanması için bir yayınevi ile anlaşır. Ondan hikâyelerini hemen göndermesini ister. İlk öykü kitabı Hastalar ve Işıklar’ın yayımlanması böylelikle gerçekleşmiş olur. Hastalar ve Işıklar’daki öyküler; 1964-1966 yılları arasında Yeni İstiklal gazetesi ile Soyut ve Diriliş dergilerinde yayınlanır. Yazar, ilk telif ücretini de bu kitabın yayımlanışıyla alır. Söz konusu kitap yazarın tasarlamadığı bir içerikle okura ulaşır. Aslında Özdenören kitaptaki öyküleri yazarken ileride bu öykülerin kendi başına bir bütün oluşturması düşüncesini taşır. Ancak bunu gerçekleştiremez. Onun içindir ki, Hastalar ve Işıklar’daki bazı öykülerin uzantılarına ‘İmkânsız Öyküler’de rastlamak mümkündür. Özdenören, daha yolun başındayken bu hikâye kitabıyla yeni bir hikâye dili ortaya koyar. Hastalar ve Işıklar’da ana eksen olarak birey ele alınır. Kitapta anlatılanlar bireyin içinde olup biter. Bireyin bilinçaltı derinliğine eğilerek, ruhsal çözümlemelerde bulunulur. Susturulmuş, bastırılmış duyguların dış dünyanın gerçekliği ile aynı yerde çakışmasından kaynaklanan “hastalıklı” hâller anlatılır. Sezai Karakoç’a göre “1950 kuşağı öykücülüğünün tıkandığı, son sınırlarına vardığı ve gideceği bir alanın kalmadığı dönemde Hastalar ve Işıklar çıkmış ve öykücülüğümüze yeni bir yön ve alan açmıştır.” 1967’de Ebu’l A’la El-Mevdûdi’nin İslam’da Devlet Nizamı adlı eserini Türkçeye çevirir. 1967 Martında Diriliş’in yayınına ara vermesiyle dergideki aktif görevi de sona erer. İstanbul Hukuk Fakültesinden mezun olur ve avukatlık stajına başlar. Sezai Karakoç’un önerisiyle Ankara’ya giderek iş başvurularında bulunur. Nuri Pakdil ve Erdem Bayazıt’la birkaç gün aynı evde kaldıktan sonra Ulus’taki Cihan Palas Otelinin 274 numaralı odasına yerleşir. Oradan da kiraladığı eve taşınır. Uzman yardımcısı olarak Devlet Planlama Teşkilatında işe başlar. Böylelikle İstanbul’dan ve çok sevdiği Sezai Bey’den ayrılmış olur. 7 B‹R B‹YOGRAF‹ DENEMES‹ ÇOK SESL‹ B‹R YAZAR RAS‹M ÖZDENÖREN 1968 yılı; Rasim Özdenören, Nuri Pakdil, Akif İnan ve Erdem Bayazıt’ın mesai bitimlerinde Türk Ocağı’nda veya Gençlik Parkı’ndaki çay bahçesinde bir araya gelerek kendi aralarında edebî tartışmalar yaptıkları bir dönemdir. Bu hararetli sohbetler her yönüyle yeni bir dergi gereksinimini de ortaya koyar. 1969 Şubatında Edebiyat dergisi yayımlanmaya başlar. Derginin omurgasını Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Akif İnan ve Erdem Bayazıt oluşturur. Nuri Pakdil, Edebiyat dergisinin çıkış gerekçesini; “1969’da M. Akif İnan, Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt’la birlikte Edebiyat dergisini çıkarmaya karar verdiğimizde, bizi bu girişime zorlayan etken aslında tekti: Ülkü olarak Batıcılığı seçmediğimizi, yalnızca yerli düşünceye bunun tüm değer yargılarına bağlı olduğumuzu söylemek. 8 Bir ulusu, olumlu ya da olumsuz yönde oluşturan gücün, o ulusun edebiyatı olduğuna inanıyoruz. (…) Çağdaş Türk Edebiyatı, yerli düşüncenin kaynaklarına yönelinmeden, özgün eserler koyamamıştır ortaya. Son elli yılın özgün eserleri, yerli düşünceyle canlı bir alışverişe giren sanatçıların eserleridir. M. Akif İnan’ın denemeleri, Rasim Özdenören’in hikâyeleri, Erdem Bayazıt’ın şiirleri, benim yazdıklarım, arkadaşlarımızın şiirleri, hikâyeleri, denemeleri; yani Edebiyat dergisi bütüncek, bu yaklaşım içinde değerlendirilmelidir. “Birbirimize ters düşmek yok, bütünleme var birbirimizi.” sözleriyle özetler. İlk sayıda Nuri Pakdil “Kalemin Yükü”, Rasim Özdenören de “Yeni Dönemle” başlıklı yazılarıyla Edebiyat’ın çıkış gerekçesini ele verirler. 1969’da annesinin rüyasına binaen kısa bir görüşme sonucunda Ayşe Hanım’la gıyabında nişanlanır. Yazar, çalıştığı kurumdan nişan için izin alamamıştır çünkü. Rasim Özdenören, 1970 Şubat’ında Devlet Planlama Teşkilatındaki görevini yürütürken Kalkınma Ekonomisi üzerine yüksek lisans yapmak üzere Amerika’ya gider. ABD’nin çeşitli eyaletlerinde iki yıl iktisadi konularda araştırma yapar. B‹R B‹YOGRAF‹ DENEMES‹ ÇOK SESL‹ B‹R YAZAR RAS‹M ÖZDENÖREN 1971 Eylülünde ise, III. Beş Yıllık Kalkınma Planının hazırlık çalışmalarına katılmak üzere Türkiye’ye döner. 28 Eylül 1971’de aile içi sade bir nikâh töreni ile Ayşe Hanım’la evlenir. Aynı günün akşamında eşiyle birlikte Ankara’ya döner. Ev bomboştur. Pencerelerdeki perdeler kâğıttandır. Maraş’tan dönüşleri Üstat Necip Fazıl’ın da Ankara’da bulunduğu bir güne rastlar. Akif İnan, Rasim Özdenören’e Üstad’ın Ankara’da olduğunu haber verir. Gece geç vakte kadar Akif İnan’larda birlikte otururlar. Özdenören’in o gün evlendiğinin bir tek Nuri Pakdil farkındadır. Pakdil; “Üstadım Rasim bugün evlendi, nikâhı bugün oldu, ona müsaade eder misiniz?” der. Üstat: “Ya, bugün senin düğünün var ve sen buradasın, öyle mi?” diyerek Özdenören’i tebrik eder. O da “Üstadım, size her şey feda olsun.” sözleriyle Necip Fazıl’a teşekkür eder. 1972’de Dr. S. A. Sıddıkî’den tercüme ettiği İslâm Devletinde Malî Yapı’yı yayımlar. Ekimde asker olur. Bursa Personel Okulunda altı ay yedek subay eğitimi alır. 1973’te Bursa Personel Okulunda yedek subaylık eğitimi aldığı günlerde Ankara’dan sürpriz bir paket gelir. Özdenören’in öykülerini toplayan Nuri Pakdil, kitaba Çözülme –ki kitaptaki öykülerden birinin başlığıdır- adını vererek Edebiyat Dergisi Yayınları’ndan çıkarmıştır. Yazar, ikinci hikâye kitabı olan Çözülme’de; “ülkedeki kültürel sosyal değişimin bireyde, ailede meydana getirdiği çarpıklıkları, çelişkileri, açmazları irdelerken yeni yapılanmanın (batılılaşmanın/yabancılaşmanın) ailedeki çözülmeye kadar varan sarsıcı etkisini usta bir dil işçiliği ve şairane bir üslûpla anlatır.” Çözülme aynı zamanda TV filmi de yapılır. 23 Şubat 1973’te oğlu Ömer Ümran doğar. Nisan ortalarına kadar Maraş’ta kalan yazar, askerliğini tamamlamak üzere Şırnak’a gider. Burada okur için akıbeti hâlâ belirsiz olan Kefaret romanını yazmaya başlar. 1974’te terhis olur. Askerlik dönüşünde Devlet Planlama Teşkilatındaki görevine uzman statüsüyle devam edecektir. Edebiyat dergisinde yayımlanan öykülerini kitaplaştırmaya başlayan Rasim Özdenören, 1974’te Çok Sesli Bir Ölüm’ü yayınlar. Çok Sesli Bir Ölüm’de; “Keskin ve köklü bir kültür değişiminin yaşandığı ülkede, bu değişimin kuşaklar arası iletişimsizliği nasıl derinleştirdiği, giderek na- 9 B‹R B‹YOGRAF‹ DENEMES‹ ÇOK SESL‹ B‹R YAZAR RAS‹M ÖZDENÖREN sıl kopma noktasına getirdiği işlenirken, insan olgusu sadece dışsal yapısı ve davranışları ile ele alınmaz; onun bilinçaltı boyutu ve zihinsel macerası da ortaya konur.” Çok Sesli Bir Ölüm TV filmi olarak da çekilir. Uluslararası Prag TV filmleri yarışmasında jüri özel ödülünü alır. 1974’te kızı Merve doğar. 1975 Haziranında Kültür Bakanlığına Bakanlık Müşaviri olarak atanır. 1976 yılı Aralık ayından itibaren Mavera yayımlanmaya başlar. Mavera’nın; Büyük Doğu, Diriliş ve Edebiyat gibi solo hareketi olmayıp koro hareketi olması amaçlanır. Derginin kurucu kadrosunda Rasim Özdenören’in yanı sıra Cahit Zarifoğlu, Akif İnan, Nazif Gürdoğan, Alâeddin Özdenören ve Erdem Bayazıt yer alır. 10 Çıkış duyurusunu isimsiz olarak kaleme alan Rasim Özdenören; “Biz, edebiyatı, amacı kendinden ibaret kalan bir çalışma alanı olarak görmüyoruz. Tarihte hiçbir uygarlık, ilkin bir edebiyat hazırlığı geçirmeden, kelam eğitimini tamamlamadan, yani düşünce söze, söz de eyleme dönüşmeden, var olma ortamına kavuşmamıştır. Her uygarlık kendi değer yargılarının, erdem anlayışının ilkin yerleşmesini, sonra da yayılmasını ve yaygınlaşmasını edebiyatın aracılığına borçludur.” açıklamasını yapar. 1984’te Ankara’dan İstanbul’a taşınan Mavera, 1990 Ağustosundaki 163. sayısıyla okura veda eder. Avni Doğan, Alaaddin Soykan, Alim Kahraman, Mehmet Efe, Cahit Yeşilyurt, Ömer Lekesiz, Ramazan Dikmen, Ali Haydar Haksal, Kadir Tanır, Mustafa Özçelik, Mustafa Ruhi Şirin, Seyfettin Ünlü, Şaban Abak gibi daha birçok yazar kalemini sivrilterek Mavera’dan yolculuklar öğrenir. Mavera, bir yandan edebiyat alanını kuşatırken diğer yandan da İslam âleminin sorunlarına eğilen bir çizgiyi benimser. Türk edebiyatına ivme ve hareket kazandırır. 1977’de yayımlanan Çarpılmışlar’da “yanlışa yönlendirilmiş insanların, dinî gerçeklerden de uzaklaşınca nasıl her şeye ve herkese yabancılaştığı, toplumun her ilkesinin onların gözünde küçülürken, bütün bu olumsuzlukların onları nasıl açmazlara sürüklediği usta işi bir biçim yeniliğiyle işlenir.” Doğrularını yitirmiş insanların trajedisi, bu insanların çarpılmış -kişiliksizleşmişhâlleri öykülerin ana mihverini oluşturur. Rasim Özdenören, 25 Nisan 1977’den itibaren Yeni Devir Gazetesinde günlük yazılar yazmaya başlar. Gazetedeki köşesinin adı Notlar’dır. Gazetedeki yazılarında; güncel olay- B‹R B‹YOGRAF‹ DENEMES‹ ÇOK SESL‹ B‹R YAZAR RAS‹M ÖZDENÖREN ların çıkışına, kökenine inmeye çalışır. İlk deneme kitabı İki Dünya, yazarın Yeni Devir Gazetesindeki yazılarından oluşur. İki Dünya’yı gündemine alan Cahit Zarifoğlu; “Kitap tetkik edildiği zaman görülüyor ki, günlük yazılar şeklinde yayımlanmış olmasına rağmen, yazar günübirlik, aktüel konulara değinip geçmiş değildir. Tersine bunlar, Necip Fazıl’ın Çerçeve’leriyle, Sezai Karakoç’un Sütun’ları ve Sur’ları ile yaptığı gibi, birer seri ‘deneme’ özelliğini taşımakta, geçen zamanla birlikte aktüalitesini yitirmemektedir.” değerlendirmesini yapar. İki Dünya, Türk Kültür Vakfının fikir alanında jüri özel ödülünü alır. 1979’da yayımlanan Gül Yetiştiren Adam’da; uğruna savaştıklarının nasıl bir bir yok edildiğini görerek kahrolan bir adamın soylu duruşu merkeze alınarak köklü ve trajik bir değişim yaşayan insanımız anlatılır. 1980’de Devlet Planlama Teşkilatındaki uzmanlık görevine yeniden döner. Bu yıldan itibaren Yeni Devir’deki köşe yazılarını A. Gaffar Taşkın müstearıyla sürdürür. 1982’de Devlet Planlama Teşkilatında Yayın ve Temsil Dairesi başkanlığına getirilir. Denize Açılan Kapı 1983’te yayımlanır. Yazar, Denize Açılan Kapı’da ağırlıklı olarak tasavvufu işleyerek öyküsünü yeni bir yönelime sokar. Bu öykülerde, mevcut hayat tarzları ile mutluluğu yakalayamayan, yaralı, arayan insanların tasavvufla tanışmaları anlatılır. Özdenören’in ilk öykülerinden beri yakıp yıkan, çevresiyle, ailesiyle çatışan kahramanlar, ruhlarındaki yangını söndürmek için bilinçsizce de olsa ‘bağlanma’yı seçerler. Bu kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliğinin “yılın hikâyecisi” ödülünü alır. 25 Mayıs 1982’de Babası Hakkı Özdenören’in vefatıyla derin bir üzüntü yaşar. 25 Mayıs 1983’te de Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in vefat haberini alır. Bu vefatla; Özdenören, edebiyat dünyasından yakınlık ve dostluk kurduğu önemli kişilerden birini kaybetmiş olur. 1984’te Devlet Planlama Teşkilatı’nda Genel Sekreter Yardımcılığı görevine atanır. 1985’te Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler yayımlanır. Rasim Özdenören; toplumsal hayat gibi düşünce hayatının da karmaşıklaştığı bir ortamda “Müslümanca düşünme”nin imkân ve yöntemi nedir sorusunun da eşlik ettiği bireysel bir sorgulama başlatıp algı kalıplarını kırarak ezberleri bozar. Yine aynı yıl, Yaşadığımız Günler okurun beğenisine sunulur. Yaşadığımız Günler’in ana eksenini, yoğun bir kimlik bunalımı yaşayan insanın kendisiyle ve toplumla hesaplaşması oluşturur. 11 B‹R B‹YOGRAF‹ DENEMES‹ ÇOK SESL‹ B‹R YAZAR RAS‹M ÖZDENÖREN 1986’da değişik dergi ve gazetelerde yayımlanmış edebiyat yazılarının toplandığı kitabı, Ruhun Malzemeleri yayımlanır. Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat ve Mavera ile birlikte açılım kazanan İslâmi edebiyatın ilk kez köklü bir manifestosu ortaya konulur. Bu eseri ona Türkiye Yazarlar Birliğinin öyküden sonra denemede de Yılın Denemecisi ödülünü getirmiştir. 1987’de Rasim Özdenören’in deneme kitapları serisine Yeniden İnanmak eklenir. Kitapta; İslâmî düşünce tarzıyla, İslâmî yaşayış tarzıyla ayarlı hâle gelmek için geçmiş dönemlerden kalan ve kafalarda yer etmiş olan yanlış ve yabancı unsurların zihinlerden sökülüp atılması gerektiği anlatılır. Aynı yıl Özdenören’in, Kafa Karıştıran Kelimeler’i yayınlanır. Kitapta, geçmişinde İslâm’ı yaşamış ve Türkçe konuşulan bir ülkede, Batılılaşma süreciyle anlam kaymalarına uğrayan kelimelerin, kavramların kafa karıştırıcı niteliklerine değinilerek yine bu kelime ve kavramlar İslâmi düşünce açısından irdelenir. 12 Dış politika yazılarını topladığı Çapraz İlişkiler’de ise, toplumumuzdaki entelektüellerin sıklıkla sorup durduğu “Batı’nın kültürünü mü alacağız yoksa teknolojisini mi?’ sorusunun “Yumurtayı hangi ucundan kırmalı?” sorusu kadar safdil bir gerçekliği yansıttığını söyleyerek, Batılılaşma macerasına ironik bir bakış açısı getirdiği kitabı Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı’yı yayımlar. Aynı yıl içinde Yedi Güzel Adam’dan Cahit Zarifoğlu’nun ölümüyle bir daha sarsılır. 1988’de Devlet Planlama Teşkilatındaki görevi artık genel sekreterliktir. Aynı yıl Müslümanca Yaşamak isimli kitabı çıkar. Bu eser Müslümanca düşünme çabasına doğru giden yolda önemli bir duraktır. 1988’in ikinci kitabı Red Yazıları’dır. Yazar bu kitabında İslâm’a ait olmayan kavramlarla düşünmeyi reddeder. Bu bağlamda kitap, soylu ve anlamlı bir ‘Hayır!’ı anlatır. 1990’da Devlet Planlama Teşkilatında müşavir olur. 1996’da Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti yayımlanır. Kitapta; demokrasi, küreselleşme, liberalizm, insan hakları ve laiklik kavramlarının Müslümanca eleştirisi yapılır. Yazar; yeni dünya düzeni adına insanlığa sunulan bütün kavramların insana hem zihinsel hem de düşünsel sefaletten başka bir şey önermediğini dile getirir. 1997’de Ben ve Hayat ve Ölüm okura sunulur. Ben ve Hayat ve Ölüm, Özdenören’in yazarlık serüveninde önemli bir dönemeçtir. Yazar; artık dil ve B‹R B‹YOGRAF‹ DENEMES‹ ÇOK SESL‹ B‹R YAZAR RAS‹M ÖZDENÖREN anlattığı meseleler bakımından felsefece yoğun bir alana geçer. İnsan, isyanında teslimiyeti; teslimiyetinde aczini; aczinde kudretini ortaya çıkartabilen eşsiz bir varlıktır ona göre. Aynı yıl, insanların aralarında iletişim kurabilmeleri için ortaklaşa tutacakları bir ipe sahip olmaları gerektiğini savunan İpin Ucu’nu yayımlar. Özdenören yer yer kendi yaşantısından örnekler de vererek okura bir okuma şöleni sunar. Acemi Yolcu da 1997’nin ürünlerindendir. Kitap Feridüddin-i Attar’dan bir epigrafla başlar. Hz. Peygamberin ‘Dünyada bir yolcu gibi ol.’ buyruğu kitap boyunca bize varlığını hissettirir. Acemi Yolcu, bu dünyadaki var oluşunu tanımlamak isteyenler için bir başucu kitabıdır. 1998’de Kent İlişkileri yayımlanır. Kent İlişkileri’nde; kente, kent yaşamına yazgılı bir insan olan Özdenören’in sosyolojik bir olgu olarak ‘kent’i irdelediğini görürüz. Özdenören kentin yozlaşmasından, kentte üreyen hastalıklı ‘ur’lardan söz eder. Kentin kendine has bir kokusunun, özelliğinin olması gerektiğini söyler. Çünkü medeniyetleri bütünleyen eskinin ‘şehir’leri, bugünün ‘kent’leridir. 1999’da Yüzler kitapçı raflarındaki yerini alır. Özdenören, keskin gözlemciliğinin bir ürünü olan bu kitabında okura belli başlı ‘yüzler’ çizer. Bozguncunun, büyüklenenin, alaycının, korkağın, küstahın .... yüzleri. Böylece şeytan ve kötülük kavramı edebiyatın teşhis edici gücüyle somutlaşır. Yazarın kalkış noktası Âl-i İmran suresinin 106. ayetidir: “O gün bir takım yüzler ağarır, bir takım yüzler de kararır.” Köpekçe Düşünceler de 1999’da yayımlanan kitaplarındandır. Yazar bir köpeğin dünyada ihraz ettiği yer açısından dünyaya nasıl baktığını değil, çünkü o bir boş bakıştır, fakat sanatçının bakışıyla dünyayı ve sanatı yorumlamaya çalışır. Asıl amaç, edebiyat ve sanat konusuna alışılagelmişin dışında bir yaklaşım sergilemektir. Bu kitap, edebiyat ve fikir dünyamıza özgün kavramlar ve yaklaşımlar sunmaktadır. Aynı yıl Kuyu çıkar ortaya. Kuyu’da -sadece isimleri benzese de- Yusuf ile Züleyha’dan hareketle Yusuf’un kendi ‘ben’iyle, kendi nefsiyle olan hesaplaşma- 13 B‹R B‹YOGRAF‹ DENEMES‹ ÇOK SESL‹ B‹R YAZAR RAS‹M ÖZDENÖREN sı, kuyuya düşüşü, kuyudan çıkışı otuz üç bölümde anlatılır. Özdenören özellikle ‘nefs’ kavramı üzerinde durur. Denize Açılan Kapı ile birlikte tasavvufa açılan Özdenören, Kuyu’da aynı izi sürmeye devam eder. 2000’de Özdenören’in 7. öykü kitabı olan Hışırtı yayımlanır. Yazar, daha çok kadın dünyasının bilinçaltına eğilir. Bu öykülerdeki kadınlar ya bekâr, ya da bir sevgi(li) arayışı içindedir. Öykü kahramanları, sağlam ve temeli iyi atılmış bir aile yapıları olmadığı için başıboş bir hayatın içindedirler. Bu çarpılmışlığın sebebi modern çağın beraberinde getirdiği kültürel ve manevî erozyondur. Hışırtı’nın ardından Ansızın Yola Çıkmak gelir. Bu kitaptaki kahramanlar yola çıkmak için bireysel bir arayışın ve arınışın sancısını çekerler. Bu öykülerde Özdenören’in baştan beri anlattığı ölüm olgusu, insanın içinden çıkmış, insanla birlikte soluk alıp vermeye, konuşmaya başlamıştır. Nerdeyse ölüm, öykülerin en önemli kahramanı durumuna gelmiştir. Yazar, 2000 yılına iki hikâyenin yanında bir de deneme kitabı sığdırır. Eşikte Duran İnsan -özellikle- İslâm maneviyatının temel kavramları üzerine yazılmış denemelerden oluşur. 14 2000 yılında can dostlarından Mehmet Akif İnan’ın vefatıyla sarsılır. 2002’de Toz yayımlanır. Özdenören; yeni bir anlatım tarzı denediği Toz adlı öykü kitabında, âşıkların hem nasıl yalnız, hem de nasıl sonsuza dek onunla oluşunu, iç burukluğunun ve uçmak için çırpınışların ve tüm bu çelişkilerle dolu dünyanın yakıcı atmosferini anlatır. Kitaptaki pek çok hikâye çağrışımlar nedeniyle, başka hikâyeleri de içinde barındırır. Aynı yıl çok konuşulan, üzerinde çokça eleştiri yazısı yayımlanan Aşkın Diyalektiği isimli eseri yayınlanır. Rasim Özdenören, Aşkın Diyalektiği’nde hikemî gelenekten süzdüklerini, kendi dikkatiyle birleştirerek okurunu aşka dair bir bilinç yolculuğuna çıkarır. Bu eser bize aşkın bir arayış, sürekli bir yolculuk, bitmeyen bir koşu hâli olduğunu söylemektedir. Öyle ki arınma ancak o yolu yürümekle mümkündür. Bu kitap, Rasim Özdenören’in edebiyatçılığı ve düşünce adamlığının, iki ayrı ırmak gibi birbirini besleyip çoğalttığı bir eser olarak görülmeyi hak ediyor. B‹R B‹YOGRAF‹ DENEMES‹ ÇOK SESL‹ B‹R YAZAR RAS‹M ÖZDENÖREN 15 İki bin iki yılının son kitabı: Yazı, İmge, Gerçeklik’tir. Yazar; bu kitabında yazarın sorumluluğunu, bir kuram olarak ‘yazmak’ı sorgular. Edebiyat ve sanat üzerine yazılan bu denemelerde, yazarın ve ‘yazı’nın dayanak noktaları, teorik açılımları, insanın dünyaya olan bakış açıları anlatılır. 2003 yılında bazı arkadaşlarıyla birlikte hac farizasını yerine getirir. Aynı yıl çocukken aynı mekanı paylaştığı, kavga edip barıştığı, bir ızdırap adası dediği, ikizi Alâeddin’i kaybeder. 2004’te Düşünsel Duruş’la okur sorguya çekilir. Rasim Özdenören, Düşünsel Duruş’ta Müslümanların durdukları yeri, zihinsel ve düşünsel alt yapılarını kıyasıya sorgudan geçirir. Profan olana karşı ‘Müslümanca düşünmeyi’ savunan Özdenören, burada, son dönem Müslümanlarına yönelik bir ‘zihinsel devrim’ çağrısı yapar. 2005’te Devlet Planlama Teşkilatından emekli olur. Kendi adlandırmasıyla özgürlüğe ayrılır. 2008 yılında Karaman Belediyesi Özdenören’e Türkçeyi Güzel ve Doğru Kullanan Edebiyatçı Ödülünü verir. Yunus Emre Vakfı Mütevelli Heyeti üyeliğine seçilir. Aynı yıl Yedi Güzel Adam’dan Erdem Bayazıt vefat eder. B‹R B‹YOGRAF‹ DENEMES‹ ÇOK SESL‹ B‹R YAZAR RAS‹M ÖZDENÖREN 2009’da İmkânsız Öyküler’i yayımlayan Özdenören, ân’ın ardı sıra yoluna devam eder. Bir gülüşün, bir susuşun, bir yaşayışın saliselerle ifade edilecek süreçteki fotoğrafını anlatmanın imkânı üzerine yoğunlaşır. Siyasal İstiareleri dokuyan yazar, ülke gerçekliğine odaklaşan kalemiyle olup bitenlerin soruşturmasını yaparak özgür ve özerk yaşamanın imkânlılığı üzerinde düşünmeye yoğunlaşır. RASİM ÖZDENÖREN KAYNAKÇASI A. KİTAPLAR Tosun, Tosun, Türk Öykücülüğünde Rasim Özdenören, İz Yay., İstanbul 1996. Kahraman, Âlim (Ed.), Işıyan Kelimeler Rasim Özdenören, Kaknüs Yay., İstanbul 2007. Haksal, Ali Haydar, Rasim Özdenören Ruh Denizinden Öyküler, İnsan Yay., İstanbul 2008. Eryarsoy, M. Nezir, Rasim Özdenören: Hayatı-Sanatı-Eserleri, İlke Yay., İstanbul 2009. Haksal, Ali Haydar, Rasim Özdenören -Ruh Denizinden Öyküler-, İnsan Yay., İstanbul 2008. Dursun, Ali-Karataş, Turan, Medeniyetin Burçları Rasim Özdenören Kitabı, Memursen Kayseri İl Temsilciliği, Kayseri, 2011. 16 B. TEZLER Eronat, Kamuran, Türk Hikâyeciliği ve Rasim Özdenören, YLT., Fırat Ü. SBE., Elazığ 1995. Sağlık, Şaban, Rasim Özdenören (Eserlerinin Tematik İncelemesi), YLT., Ondokuz Mayıs Ü. SBE., Samsun 1992. Yıldırım, İbrahim, Rasim Özdenören’in Hikâyelerinde Şahıslar Kadrosu, YLT., Selçuk Ü. SBE., Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Konya 1995. Abibulayeva, Lemara, Rasim Özdenören ve Feodor Dostoyevski’ Nin Tahkiye Anlayışı Açısından Bir Karşılaştırma, YLT., Ankara Ü. SBE., Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Ankara 2005. C. DERGİLER Gül Yetiştiren Adam, Yedi İklim, Şubat-Mart 1999, Sayı: 107-108. Rasim Özdenören Yazarlığının 50. Yılında”, Kitap Postası, Nisan 2006, Sayı: 13. Yedi Güzel Adamdan Biri: Rasim Özdenören, Hece, Ocak 2011, Sayı: 169. Kaşgar, Ocak-Şubat 2003, Sayı: 31.