Mizanpaj 1 - Özel Kalem Müdürleri Yardımlaşma ve Dayanışma
Transkript
Mizanpaj 1 - Özel Kalem Müdürleri Yardımlaşma ve Dayanışma
Y I L : 5 I zelkalemler S A Y I : 1 4 I 3 A Y L I K Y A Y I N O R G A N I I S A D E C E A N A H TA R L A R I 2 0 D E V E Y Ü K Ü www.ozelkalem.org Y A Z 2 0 1 4 İÇİNDEKİLER İmtiyaz Sahibi Özel Kalem Müdürleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Adına Ünal Kaya Yazişleri Müdürü Arzu Efilti Yayın Kurulu Tarkan Alpay Mustafa Aydınalp Mustafa Bayrak Yasin Erdoğan Mehmet Karasu Mustafa Orhan Hikmet Özkan Cihan Pektaş Cemil Yalman Berrin Yolsal 06 Hedefimiz Sağlıklı Nesiller Yetiştirmek Türkiye, Sağlık Bakanlığı öncülüğünde sağlıkta büyük değişimler geçiriyor. Şehir hastanelerinin kurulması, anne ve bebek sağlığı konusunda atılan adımlar, aile hekimliği uygulaması, tütünle mücadele ve daha birçok konuda Sağlık Bakanlığı’nın çok önemli çalışmaları bulunuyor. Genel Koordinatör Ali Akgün 20 Reklam Rezervasyon Tel: 0312 433 2725 Yönetim Yeri Ziya Gökalp Cad 28/10 Kızılay, Çankaya/Ankara Tel : 0312 430 2222 Fax : 0312 430 2122 Y A P I M ara group M E D I A Ataç 1 Sk. 25/11 Kızılay/Ankara Tel : 0312 433 2725 Fax: 0312 434 2725 vakıf YUNUS EMRE 30 Genel Yayın Yönetmeni Arzu Akgün Editör Fatoş Dervişoğlu Basım Yeri TDV Basım Yayın ve Ticaret İşletmeleri Alınteri Bulvarı 1256. Sk. No: 4 Ostim/Ankara Tel: 0312 354 9131 Okur önerileri ve yorumlar için e-mail: ozelkalemler@gmail.com Dernek üyelerine ücretsiz dağıtılmaktadır. Yazıların hukuki mesuliyeti röportaj sahiplerine ve yazarlarına aittir. Yıl: 5 Sayı: 14 Basım Tarihi: 15.6.2014 gezi malezya Üstün Zekalı Çocuklar Bir çok ailenin hayalidir, yaşıtlarından farklı, üstün zekalı bir çocuğa sahip olmak. Doğduğu andan itibaren hareketlerinde, davranışlarında, konuşmalarında farklılık ararlar. Aslında bu çok doğru bir davranıştır. Çünkü bir çok üstün zekaya sahip çocuk ilk yıllarda farkedilip, uygun eğitim almadığından maalesef toplum içinde kaybolup gitmektedirler. Üstün zekalı çocukların fark edilmesi ve doğru eğitim görebilmeleri için, ailelere... 46 YAZ 12 maden i t e m kuru 16 2014 24 14 ilik tı çinic a n a s el i azineler h n u r a tarih k 50 l ur yüce n n e vizörd www.ozelkalem.org 3 başyazı PROTOKOL Çinlilerin milattan 2500 yıl önce, (günümüzde Büyükelçi denilen) delegeleri tam yetki ile donatarak diğer devletlere gönderdikleri ve Çin devleti adına müzakerelerde bulundukları bilinmektedir. M.Ö. 1280 yılında Mısır’da II. Ramses ile Hititler arasında imzalanan anlaşmanın arabuluculuğunu da üst düzeyde bir sefir yapmıştır. Devlet büyüklerinin denkliği, karşılama, görüşme ve uğurlama konusunda Osmanlı İmparatorluğu’ndaki uygulamaların bu günkü protokol kurallarının oluşumu ve gelişmesine kaynak oluşturduğu bilinmektedir. Protokol kurallarının uygulanmaması, aynı ülkenin fertlerinden çok devletler arasında ciddi uyuşmazlıklara ve çatışmalara sebebiyet vermiştir. Osmanlı’da ilk kez Fatih Sultan Mehmet döneminde düzenlenen Kanunname-i Al-i Osman ile protokol (teşrifat) kuralları belirlenmiştir. Osmanlı Devleti’nde protokole büyük önem verilmiş protokol kuralları “Teşrifat Dersi” adıyla Osmanlı’ya devlet adamı yetiştiren “Mekteb-i Enderun”da yüzyıllarca okutulmuş; tanzimattan sonra Teşrifat Nazırlığı (Protokol Bakanlığı) kurulmuş; Devletin Protokol işlerinden Teşrifat Nazırı (Protokol Bakanı) sorumlu olmuştur. Protokol Osmanlılarda resmi alanda “teşrifat” sosyal alanda “adab-ı muaşeret” deyimi ile kullanılmıştır. Türkçe de resmi alanda “protokol” sosyal alanda “Saygı ve Nezaket kuralları” yada “Görgü kuralları” terimi kullanılmaktadır. Yönetimde protokol “Resmi görgü kuralları”dır. Geniş anlamda protokol, kamusal alan ve yaşamdaki törenlerde ve törensel etkinliklerde, resmi ilişki ve görüşmelerde, resmi yazışmalarda ve toplantılarda, kabul ve ziyaretlerde, davet ve ziyafetlerde yöntem ve biçim yönünden uyulması ve uygulanması gereken kurallar bütünü olarak ifade edilir. Türkiye Cumhuriyeti’nde devlet protokolünü düzenleme ve yürütme görevi 09.01.1927 tarihli ve 4511 sayılı Atatürk’ün imzaladığı Kararname ile Dışişleri Bakanlığına verilmiştir. Ayrıca 24.06.1994 tarihli ve 4009 sayılı Dışişleri Bakanlığının kuruluş ve görevleri hakkında kanunun 1/j maddesi gereğince “Türkiye Cumhuriyeti’nin Devlet ve Dışişleri protokolünü düzenlemek ve yürütmek görevi Dışişleri Bakanlığına aittir. Türkiye’de (Başkentte) uygulanmakta olan Devlet protokol listesi 4009 sayılı yasa gereğince Dışişleri Bakanlığı Protokol Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanmaktadır. Resmi protokol kurallarına uymama hiyerarşiye riayet etmeme, resmi ortamlarda davranışlara dikkat etmeme, protokol listelerinde yapılan düzenlemeler kimi kişi ve kuruluşları rahatsız etmekte, resmi törenlerde ve törensel etkinliklerde, resmi davet ve ziyafetlerde, kabullerde, giriş ve oturma düzenlerinde sorunlar oluşmakta, kamuda huzursuzluklara ve sıkıntılara yol açmaktadır. Günümüzde bu kuralların uygulayıcıları olan kamu kurum ve kuruluşlarındaki protokolden sorumlu protokol müdürleri, protokol uzmanları veya makamların Özel Kalem müdürlerinin bu alanda kendilerini yetiştirmiş olmaları meslektaşlarımız açısından önem arz etmektedir. Bütün bu konuları ihtiva eden ve kamuoyunu bilgilendirmek için Üniversitelerimizin sahasında uzman olan değerli bilim adamlarının da katkıları ile bir panel yapmayı ve sonuçlarını kamuoyu ile paylaşmayı planlamaktayız. Mesleğimizle ilgili konularda bir nebze de olsa katkı sağlayabilirsek bizim için büyük mutluluk vesilesi olacağı inancıyla selam ve saygılarımı sunarım. Ünal KAYA Özel Kalem Müdürleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı www.ozelkalem.org 5 Hedefimiz Sağlıklı Nesiller Yetiştirmek Dr. Mehmet Müezzinoğlu Sağlık Bakanı Türkiye, Sağlık Bakanlığı öncülüğünde sağlıkta büyük değişimler geçiriyor. Şehir hastanelerinin kurulması, anne ve bebek sağlığı konusunda atılan adımlar, aile hekimliği uygulaması, tütünle mücadele ve daha birçok konuda Sağlık Bakanlığı’nın çok önemli çalışmaları bulunuyor. Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, Türkiye’de bugüne kadar sağlıkta atılan adımlar, halen devam eden projeleri ve yapılması planlanan çalışmaları dergimiz için kaleme aldı. 6 YAZ2014 BAKANLIK Bütün kutsal inançlara göre insan, yaratılanların içinde en güzeli ve en şereflisidir. Onu, bu denli iltifatlara mazhar kılan ise hiç şüphesiz irade/akıl sahibi olmasıdır. Olaylar arasında neden sonuç ilişkilerini, edindiği birikim ve değer yargıları doğrultusunda yorumlayabilmesi, başka bir deyişle sorguluyor olması onu farklı kılmaktadır. Kendisini ve yaşadığı çevreyi anlamlandırmaya çalışırken, zamanla doğa karşısında yaşama tutunabilmek için salt aklın yeterli olmadığı gerçeğini fark edip, kolektif yaşamdan doğan güce yönelmiştir. Ancak güdüleri ve duygularıyla da hareket eden insanların bir arada yaşayabilmesinin belirli kurallarının olması gerekmektedir. Bu bağlamda, yerleşik düzenle birlikte ortaya çıkan toplumsal yaşam arzusu, kimi normların oluşmasına kaynaklık etmiştir. İn- sanların menfaatleri için birlikte yaşama zorunluluğundan doğan bu değişim, “yönetim” olgusunun yolunu açmıştır. Bu süreç, günümüz dünyasında modern ve kurumsal bir tarzda arz eden “devlet” yapısıyla bütünleşmiştir. Yasal dayanakları olan, meşruiyetini varlık sebebi olan milletten alan devlet, kendisine ayrıca yaptırım gücü imkânı da vermiştir. Ancak birlikte yaşama kültürünün ortaya çıkardığı ve kimi bilim insanları tarafından soyut olarak tanımlanan bu kült, çağın koşullarına uygun bir dönüşüm ortaya koymasının gerekliliğini fark etmiştir. Başka bir ifadeyle devlet, içinde bulunduğu çağın koşullarına cevap verirken aynı zamanda gelecek vizyonu belirleyecektir. Yani 50 yıl, 100 yıl ya da daha uzun bir süre öngörülerek, ülkenin sosyal, siyasal, ekonomik, eğitim ve sağlık alanlarında dünyada en iyisi olmanın mücadelesini şimdiden masaya ya- tırabilmelidir. İnce elenip sık dokunması gereken bu “gelecek vizyonu” tartışması aynı zamanda ciddi bir motivasyon ve artı değer sağlamanın da kaynağı olacaktır. Somutlaştırmak gerekirse, gelecek vizyonunu ortaya koyamayan bir ülke, gideceği limanda kendisini ne tür sürprizlerin beklediğini bilmeyen rotasız bir gemiden farklı olmayacaktır. Bahşedilen en büyük hazine: Sağlık Hayatın her alanında hazırlanan bu projelerin Sağlık Bakanlığı yönünü değerlendireceğim. Dünya Sağlık Örgütü, (DSÖ) “sağlık” için “insanın hem ruhen hem bedenen tam bir iyilik halinde olmasıdır” tanımı yapmaktadır. Aslında sağlığın kavramsal olarak izahı için binlerce tanım bulunabilir. Bu noktada yapılacak bir çalışmanın sonunda, “sağlığın” Yüce Ya- ratıcı tarafından insanlara bahşedilen en büyük hazine olduğu noktasında hemfikir olunacaktır. Bu gerçeklik salt öznel bir değerlendirmenin ötesinde evrensel bir değer olarak karşımızda durmaktadır. Sağlık insanlık için vazgeçilmezdir. “Dünyada bir nefes sıhhatten daha değerli hiçbir şeyin olmayacağı” ifadesi bunun en iyi izahıdır. Sağlıklı bir ruh ve beden taşıyan bireyler ülkeleri için her zaman artı değerdir. Bu gerçeğin bilinciyle sağlık hizmeti sunan devlete büyük bir titizlik isteyen sorumluluk düşmektedir. Zira kaybedilince yeniden kazanılması oldukça zahmetli olan bir fizyolojik değişim söz konusudur. Modern tıbbın geldiği nokta itibariyle en etkili tedavi yöntemi, hastalanmadan önce gerekli tedbirleri almak ve bunun gereğini yapmaktır. Tedavi, vücudun hastalanmaya başladığında onu eski haline getirebilmek için gösterilen çaba olsa da hastalıklara karşı önceden ko- runmak aslında ilk basamak tedavi yöntemi olarak kabul edilebilir. Bu noktada en kıymetli hazine olarak tanımladığımız sağlığın korunması iki taraflı bir sorumluluğu beraberinde getirmektedir. Hazinenin sahibi olan bireye başta sağlık olmak üzere bütün sosyal ve ekonomik imkânları tanıyan devlet bu sorumluluğu aynı oranda paylaşırlar. Bu kapsamda devlet, elindeki imkânları kullanarak, bireyin sağlıklı bir hayatı nasıl yaşayacağını aşılarken bir taraftan da gerekli fiziki ve teknolojik donanım olanaklarını sunar. Bu aşamadan sonra birey de kendi sağlığını korumaya yönelik sorumluluğunu yerine getirmek için gerekli duyarlığı göstermelidir. Bu durumu, koruyucu sağlık hizmetlerinin kamunun bireyle birlikte yürüteceği bir sağlık politikası şeklinde özetleyebiliriz. Sağlıkta yeni bir sayfa Hükümetimizle birlikte yaşanan değişim ve dönüşümü anlatmadan önce bizden önce Türkiye’nin sağlık tablosunun hangi boyutta olduğunu hatırlatmanın yerinde olacağı kanısındayım. 12 yıl önce mevcut sağlık sistemine göz attığımızda, bugünkü sistemle karşılaştırmanın bile mümkün olmadığını görüyoruz. Aslında herkesin yaşadığı ve çok iyi bildiği bir tablo vardı: Muayene için sabah ezanıyla sıra almaya gidenlerin, günün yarısını ilaç kuyruğunda geçirenlerin, boş yatak olmadığı için serumuyla hastane bahçesinde iyileşmeyi umut edenlerin olduğu bir tablo… Hastane masrafları ödenemediği için hayatını kaybedenlerin morglarda rehin alındığı, yeteri kadar ambulans olmadığı için hastaların elden ele taşındığı bir sağlık gerçeği vardı. Hiçbir zaman ülkemize yakıştıramadığımız bir sağlık anlayışı söz konusuydu. www.ozelkalem.org 7 BAKANLIK İktidara geldiğimiz gün buna son vermemiz gerekiyordu. Zira milletimize verilmiş sözümüz, ilklerin kaynağı olacak projelerimiz vardı. İnsanımıza hakkaniyetli, erişebilir ve sürdürülebilir bir sağlık hizmetinin lütuf olmadığını, en temel hak olduğunu göstermeliydik. Şükürler olsun ki o gün verdiğimiz sözleri bugün yerine getirmenin mutluluğunu yaşıyoruz. 12 yıl önce, sağlıktan eğitime, ulaşımdan enerjiye kadar bugün gerçekleştirdiğimiz projeleri tek tek sıraladığımızda kimseyi inandıramazdık. Örneğin inşaatı devam eden 3 bin 600 yatak kapasitesiyle Avrupa’nın en büyük hastanesi olan Etlik kampüsünün yapılacağını söyleseydik bize, hayal diyeceklerdi. Hayal bile edilmeyecekleri bugün bir bir hayata geçiriyoruz. Bununla da yetinmiyor, eserler zincirimize her gün bir yenisini ekliyoruz. Avrupa’nın en büyük sağlık merkezinin inşa edilmesi, koruyucu sağlık hizmetlerinin en üst seviyeye çıkartılması, kara, hava ve deniz ambulanslarından oluşan büyük ulaşım filosu, ücretsiz acil sağlık hizmetleri, yüz binlerce kişiye evde sağlık hizmeti, mobil eczaneler, 81 ilde kanser tarama merkezleri, Türkök çalışmaları, yine Avrupa'nın en büyük Ulusal Medikal Kurtarma Ekibi ve daha nicesi… İnsan sağlığını merkeze alan bu hizmetlerimizin sonucunda sağlıktaki memnuniyet oranı yüzde 39,5'ten 75'e çıktı. Bu da doğru yolda olduğumuzun en iyi göstergesi olarak bize güç verdi. Temel hedefimiz, halkımızın sağlık hizmetlerine erişimini daha da kolaylaştırmak, önleyici ve koruyucu sağlık hizmetlerinde yepyeni bir dönem yürütmektir. Bu hedefler doğrultusunda, Türkiye’nin sağlık alanındaki 2023 hedeflerini adım adım ele almak, kat ettiği yolu başlıklar halinde özetlemek istiyorum. Kamu Hastaneleri Birliği Kurumu Reformlarımızın bir parçası olan Kamu Hastane Birlikleri, Türkiye’nin sosyo-ekonomik şartları, bölgedeki dağılım ve ihtiyaçlarına göre şekillenen yerinde bir örgütlenme biçimi olarak da tanımlayabiliriz. Bu sistemin ilk adımını aslında Bölge Hastaneleri projesi ile atmıştık. Devamını ise Kamu Hastaneleri Kurumu ve bağlı birlikler ile getirdik. Bu sistem ile 8 YAZ2014 kamu hastanelerimizi tek çatı altına alarak kamu kaynaklarını daha verimli ve etkin kullanmayı hedefledik. Bu modelimiz, daha yeni olmasına rağmen öngörülerimizi boşa çıkarmadığı gibi gelecek adına da ciddi bir motivasyon sağladı. Şehir Hastaneleri Edirne’den Kars’a; İstanbul’dan Diyarbakır’a, Trabzon’a; Aydın’dan Van’a kadar her bölgede 35 dev şehir hastanesi inşa edeceğiz. Kamu Özel İşbirliği modelinin sağladığı finansman avantajlarıyla devlete yük olmadan çok kısa bir zamanda tamamlayarak vatandaşımızın hizmetine sunacağız. En ileri teknolojiye sahip şehir hastaneleri etkili uzman attık. Başka illerimiz için ise gerekli çalışmalar devam ediyor. Söz konusu sağlık yerleşkeleri tamamlandığında Türkiye adeta bir yaşam merkezi üssü olacaktır. Acil Sağlık Hizmetleri Vatandaşlarımıza acil sağlık hizmetlerini ücretsiz bir şekilde sunuyoruz. Birçok ülkeyi şaşırtan bu uygulamadan vatandaşlarımızın en iyi şekilde yararlanabilmesi için kara, deniz ve hava ambulans filomuzu genişlettik. Bu kapsamda 4 bin 59 kara ambulansı, 17 helikopter ambulansı, 3 uçak ambulansı, 316 kar paletli ambulansı, 64 aynı anda dört yaralı taşıyabilen ambulansı ve 60 obez-yoğun bakım ambulansı 7/24 hizmet vermektedir. 2002’deki ambulansların toplamı, şu an hizmet veren sadece kara ambulanslarımızın üçte biri kadardı. Bu gerçek, yaşanan değişimin rakamsal izahı adına güzel bir örnek olduğunu düşünüyorum. Koruyucu Hekimlik ve Sağlıklı Yaşam Koruyucu sağlık hizmetleri kapsamını her geçen gün genişletiyoruz. Suçiçeği aşısını da aşı takvimine alarak, aşısı yapılan hastalık sayısını 13’e çıkardık. Biraz önce de belirttim, acil sağlık hizmetleri gibi birinci basamaktaki bütün koruyucu hekimlik hizmetlerini ücretsiz sunuyoruz. Dünyada ilk kez karekod destekli elektronik aşı takip ve soğuk zincir izleme sistemini uygulamaya başladık. Anne ve Çocuk Sağlığı kadrolarıyla, modern konforlu ve verimli entegre sağlık hizmetlerini ülke geneline yaygınlaştırarak herkes için erişebilir kılacak. Genel hastaneler, kadın doğum ve çocuk hastaneleri, rehabilitasyon hastaneleri, ruh sağlığı hastaneleri, yüksek güvenlikli adli psikiyatri hastanesi, onkoloji hastanesi, KVC hastaneleriyle hizmet sunacağız. Bu proje ile 20 milyar TL yeni yatırım yapmış olacağız. 44 bin yeni yatak ve 100 bin yeni istihdam sağlayacağız. Sayın Başbakanımız Ankara Bilkent, Ankara Etlik ve İstanbul’da Başakşehir şehir hastanelerimizin temel atma törenlerine bizzat teşrif ederek bu proje için siyasi kararlılık göstermiştir. Öte yandan Yozgat, Adana, Manisa, Elâzığ, Gaziantep, Mersin, İzmir ve Isparta Şehir Hastanelerimizin de temellerini Yenidoğan taramalarının kapsamını genişlettik. Artık Kistik Fibroz hastalığı tarama programımızda koruyucu ağız ve diş sağlığı hizmetlerini de alıyoruz. İşitme taramasını okul çağı çocuklarında da başlatıyoruz. Okul öncesi çocuklarda görme taraması yapıyoruz. Ergen Sağlığı Danışma Merkezlerimizi yaygınlaştırıyoruz. 55 ilde, 85 sağlık tesisinde 600 yataklı Anne Oteli hizmeti sunuyoruz. Aile Hekimliği uygulaması Aile Hekimliği sayımız 2013 itibariyle 21 bin 200’e ulaştı. Aile Hekimi başına düşen nüfusu 2017’ye kadar 3 binin altına düşüreceğiz. Aile Hekimliğinde yaşa özel periyodik muayeneleri başlatıyoruz. Aile Hekimlerini; diyetisyen, psikolog, sosyal çalışmacı ve çocuk gelişimciden oluşan bir ekiple desteklemeyi planlıyoruz. 2014 Hareket Yılı 2017’ye kadar obez nüfus oranını yüzde 25’e, egzersiz yapmayan nüfus oranını yüzde 50’ye indireceğiz. Türkiye Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Programı dâhilinde 2013 Ekim ayında Dünya Yürüyüş günüyle başlattığımız etkinliklerimizi 2014 Hareket Yılı ilanı ile taçlandırdık. Aile hekimlerimiz aracılığı ile halkımızın daha hareketli bir yaşam tercihine teşviki anlamında 2 milyon adımsayarın dağıtık. Vatandaşlarımıza sağlıklı beslenme alışkanlığının kazandırılması, uygun çevre koşullarının hazırlanması amacıyla bir dizi program başlattık. Ekmekte kepek oranının artırılması, yüksek enerjili gıdaların ve tuzun azaltılması, toplu yemek tüketilen yerlerde sağlıklı menü uygulamaları, okullarımızda sağlıklı beslenme bilinci kazandırma faaliyetlerine hız verdik. Tütünle Mücadelede Zirvedeyiz Türkiye tütünle mücadelede DSÖ tarafından belirlenen bütün kriterleri yerine getiren ilk ve tek ülke olma başarısını yakaladı. Türkiye’nin bu başarısı, DSÖ tarafından dünyaya örnek olarak gösteriliyor. Türkiye’nin tütün ürünlerine karşı yaptığı başarılı çalışmalar dolayısıyla DSÖ Genel Direktörü Margaret Chan, Dünya Tütünsüz Günü’nde Başbakanımız Recep Tayip Erdoğan’a "Küresel Tütün Kontrolü Özel Prestij Ödülü" verdi. Bu ödül, 10 Temmuz 2013 tarihinde Panama’da belgelendirilerek dünyaya ilan edildi. Bu konudaki mücadelemize aynı kararlılıkla devam ediyoruz. Tütünle mücadele kapsamında yaptığımız yasal düzenlemelere nargileyi de dahil ettik. Buna göre 18 yaşından küçüklere nargile servisi yapılamayacağı gibi tütün dışında diğer bitkisel ürünlerin kullanıldığı nargilelerin kapalı mekânlarda içilmesinin önüne geçtik. Sigara paketleri ve alkol şişlerinin üze- rinde yer alan “sağlığa zararlıdır” uyarıcı yazı ve simgeler bundan böyle nargilelerin üzerinde de yer alacak. Bununla birlikte nargilenin sigaradan daha fazla zararlı etkilerinin olduğuna dikkat çekmek için önümüzdeki günlerde Yeşilay’ın ev sahipliğinde Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’yla bir araya gelerek geniş kapsamlı bir lansman yapacağız. Amacımız daha önce olduğu yine geniş kitlelere ulaşarak nargilenin sigaradan daha zararlı olduğuna dikkat çekmek. Zira bir nargiledeki zararlı madde oranı 50 paket sigaradaki orana tekabül ediyor. Ancak bazı mecralarda ticari kaygıyla nargilenin daha masum gösterilmeye çalışıldığını görüyoruz. Her şeye rağmen Bakanlık olarak tütün ve tütün ürünlerine karşı göstermiş olduğumuz mücadeleyi paydaşlarımızla birlikte aynı kararlıkla devam ettireceğiz. Akılcı İlaç Kullanımı Kimi durumlarda yapılması gereken tıbbi bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini evlerde veriyoruz. 2013’te yaklaşık 383 bin kişiye bu hizmeti sunduk. İhtiyacı olan herkese bu hizmeti ücretsiz vermeye devam edeceğiz. Sağlık hizmet felsefemiz; adil, kaliteli, erişebilir ve sürdürülebilir bir model üzerine kurulmuştur. Bunun gereği Türkiye’nin en ücra köşesindeki vatandaşlarımızın sağlık hizmetlerine ulaşması bizim için son derece önemlidir. 2017 yılını kapsayan Akılcı İlaç Kullanımı Ulusal Eylem Planını hazırladık. 2014’ün sonuna kadar bütün hekimlerimiz bu sisteme dâhil olacak. Bunun yanında Mobil İlaç Takip Uygulaması ile piyasaya sahte ilaç sürümünün önüne geçmiş olduk. Vatandaşlarımız cep telefonlarına yükleyecekleri uygulama ile ilaç kutularının karekodunu okutarak ilaçla ilgili her türlü bilgiye ulaşabilecektir. Organ Bağışı, Nakli ve TÜRKÖK Projesi Tedavisi, organ ve doku nakli ile mümkün olan hastalıklar, dünyada olduğu gibi ülkemizde de ciddi bir sağlık sorunu halini almaktadır. Bu sorunu önüne geçmek için Sağlık Bakanlığı olarak yoğun bir çalışma içindeyiz. Bu yıl Organ Bağışı ve Nakli konusundaki etkinliklere Sağlık Bakanlığı olarak proaktif katılım sağladık. Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığımız ile birlikte dinimizde organ bağışının meşruiyetini ve faziletini ortaya koyan çalışmalar yapıyor ve insanımızı aydınlatıyoruz. Bir başka önemli projemiz olan TÜRKÖK için gerekli teknik çalışmaları tamamladık. Türk Kızılayı ile bir protokol imzalayarak, Ulusal Kemik İliği Bankası’nın kurulması için ilk adımı attık. Kemik İliği Bankası’na gönüllü olarak kemik iliği veya periferik kök hücre bağışlamak isteyen bağışçı adayları bulmak amacıyla Türkiye çapında 12 gönüllü verici merkezi kuracağız. Merkezi Hastane Randevu Sistemi Erken Uyarı ve Cevap Sistemi Evde Sağlık Hizmetleri Hastanelerdeki kuyruklara son vermek için Merkezi Hekim Randevu Sistemi Alo 182’yi kurduk. Vatandaşlarımızın kısa bir sürede uyum sağladığı bu yeni sistem üzerinden günlük 300 bin işlem gerçekleşiyor. Randevu alarak muayene olma oranı yüzde 45’lere ulaştı. 2014 hedefimiz yüzde 65’tir. Halk sağlığı tehditlerini izlemek ve yönetmek üzere 7/24 esaslı çalışan erken uyarı ve cevap sistemini hayata geçirdik. Halk Sağlığı tehdidini erken tespit ederek kaynağında kontrol etmeyi hedefliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı olarak 2013 yılında yalnızca ülkemizde değil uluslararası toplantılar www.ozelkalem.org 9 BAKANLIK ve ziyaretlerde de Sağlıkta Dönüşüm Programı ve Gelecek Vizyonunu paylaştık. Özet başlıklar halinde anlattığım sağlık sistemimizde yaşanan gelişmeleri, yeni sağlık tablosunun başlangıcı sayıyoruz ve bu tablo hiç şüphesiz “2023 Türkiye Sağlık Vizyonu” olacaktır. Bugünün koşulları gereği en modern ve etkili sağlık hizmetini sunarken geleceği de göz ardı etmedik. Zira böyle bir durum büyük Türkiye idealine giden yolda büyük bir gedik olarak kalacaktı. Böyle bir sistemi kurgularken, günü kurtarma adına ucuz bir politikanın içine girmedik. Ciddi bir fizibilite çalışması, yoğun bir emek sarf edilen bu modelin gelecekte sağlık hizmeti alanında nasıl bir yer edineceğinin de hesaplarını yaparak 2023 vizyonunu belirledik. Kamu sağlık tesislerinin altyapısını, kapasitesini, kalitesini, dağılımını daha da geliştireceğiz. Aile Hekimliği sistemine bütün nüfusa ulaşılması sağlanarak, birinci basamak hizmetine daha fazla insanımızın yararlanacaktır. Anne ve bebek ölümleri analiz edilerek, bu süreçte yaşanan sorunların öncelikli olarak çözülmesi sağlanacaktır. Bu bağlamda illerimizde Gebe Okullarının açılması koordine edilecektir. Ayrıca şu an 55 ilde 85 merkezde 600 yatak kapasitesine ulaşmış olan Anne Misafirhanelerinin sayısı arttırılacaktır. Hastanelerimizde doğan her bebek için gerekli temel ihtiyaçlar Bakanlığımız tarafından karşılanacaktır. 2014 yılından itibaren sağlık hizmetinin kalitesi ve etkinliğini artıracak çalışmalar periyodik olarak kamuoyu ile paylaşılacaktır. Kalite ve verimliliğini artırmak, sürdürülebilirliğini sağlamak, hasta ve çalışan memnuniyetini üst seviyede tutmak için bütün imkanlar seferber edilecektir. Bedensel, zihinsel ve sosyal şartları sebebiyle destek ihtiyacı olan kişilerin uygun sağlık hizmetlerine daha kolay erişimini sağlamak adına ilk etapta ülke genelinde “işaret dili iletişim ağı” kurulacaktır. Yanık Merkezleri ve Robotik Cerrahi gibi özellikli sağlık hizmetlerinin 29 sağlık bölgesine yaygınlaştırılması ve kapasitelerinin geliştirilmesini sağlanacaktır. Sağlık tesislerinin bütün fonksiyonlarını bünyesinde barındıran "Dijital Hastane" konseptinin kurulması, geliştirilmesi ve yaygınlaştırıl- 10 YAZ2014 ması projelerimiz arasındaki yeri aldı. İnsanımızın temel sağlık sorularına en kolay ve güvenilir cevabı alabilmesine imkan tanıyan web tabanlı bilgilendirme sistemimiz de hizmete girecektir. Ayrıca aile hekimlerimizin sunduğu hizmetin daha kaliteli ve bilimsel verilerle sunulmasına imkân tanıyacak “Kanıta Dayalı Tıp Rehberi” tamamlanmış ve yakın bir zaman sonra uygulanacaktır. Türkiye’deki modern sağlık hizmetlerinden yararlanabilmesi için dünya insanlığına da kapımızı açıyoruz. Bu kapsamda, sağlık turizminden elde edilen ge- lirlere vergi muafiyeti getirdik. 6 dilde hizmet veren yurtdışı Hasta Danışma Hattını kurduk. Konaklama tesislerinde sağlık birimleri işletme imkânı tanıdık. Türkiye’nin sağlık potansiyelini geliştirme, katma değere dönüştürme ve hizmet sunumunu iyileştirme çalışmalarımız hızla devam ediyor. Bu gelişmeler doğrultusunda sağlık turizmi kapsamında Türkiye milyonlarca turist için yaşam merkezi olacaktır. Bu sürece ivme kazandıracak olan Sağlık Bölgelerinin kurulabilmesinin önünü açtık. Sağlık alanında bölgesel cazibe merkezi olma yolunda emin adımlarla ilerliyoruz. Yabancı sermaye ve yüksek teknoloji girişi, geçmiş yıllara göre daha hızlanacaktır. Bununla birlikte yerli sanayi katıklılarıyla ilaç ihraç edebilen bir sağlık sektörünün temellerini atıyoruz. AR-GE Teknolojik işbirliği Off–set uygulamalarını hızlandırıyoruz. Sağlık hizmetlerine ulaşımda her türlü kolaylığı sağlayan Bakanlığımız, “gemi hastane projesini” de gelecek vizyonu kapsamında uygulayacaktır. Bu gemi, 200 yatak kapasiteli, her türlü ameliyatın yapılabildiği tam teşekküllü bir hastane niteliğinde olacaktır. Türkiye’nin son 12 yılda sağlık alanında elde ettiği başarılar, vatandaşlarımız başta olmak üzere bütün dünyanın takdirini kazanmıştır. Öyle ki sağlık alanında söz sahibi uluslararası kurumlar tarafından örnek ülke olarak gösterilmekteyiz ve sağlık politikalarımız merak konusu edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü ve OECD gibi kuruluşlar, Türkiye’deki sağlık reformlarının diğer ülkeler için “ders kitabı” vasfı taşıdığını vurgulamaktadır. Bugün dünya çapında bize özgün bir model olan bu gelişmeler ile Türkiye, küresel sağlık gündeminde söz sahibi bir ülkedir. Hiçbir zaman kendimizi yaptıklarımızla sınırlamadık. Bilakis kaliteli ve adil bir hizmet sunumu için sınırları zorladık. Sağlık gibi hayati bir alanda istenileni verebilmeniz için uzun vadeli projelerinizin olması gerekiyor. Bu bağlamda, Türkiye’nin 2023 Vizyonu’na yakışan bir sağlık misyonunun alt yapısını oluşturduk. Bu süreçte, “önce insan, önce sağlık” diyerek, birey odaklı sağlık politikalarının geliştirilmesine öncelik veren Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliği ve siyasi kararlılığı en güçlü desteğimiz oldu. Bu güç ve destek ile son 12 yılda sağlıkta önemli gelişmeler kaydettik. Bundan sonra da alanında ilk olacak projelere imza atacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın. Sağlık hizmetini lüks ve ayrıcalıklı olmaktan çıkardığımız gibi bütün vatandaşlarımıza zengin fakir ayrımı gözetilmeden adil ve kaliteli bir sağlık sistemi geliştirdik. Vatandaşlarımızın güçlü bir sağlık sistemine sahip olmanın ayrıcalığını bundan sonra da yaşayacaktır. KURUM Borda Dünya Lideri ETİ MADEN Dr. Orhan Yılmaz Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürü Dünya bor sektörünün lider kuruluşu Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü, üretiminde ithal girdi kullanmadığında Türkiye’nin en büyük net ihracatçısı konumunda. Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürü Dr. Orhan Yılmaz, “Eti Maden, bora dayalı sanayinin ülkemizde kurulup gelişmesi için yoğun çaba sarf etmektedir. Bu kapsamda, gelecekte otomobillerde yakıt olarak kullanılması tasarlanan sodyum bor hidrür gibi potansiyel alanlara dönük laboratuvar ve pilot tesis çalışmaları yürütülmektedir.” diyor. 12 YAZ2014 KURUM Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Orhan Yılmaz, Eti Matik Borlu deterjandan AR-GE çalışmaları, ihracat rakamları, maden sahalarının durumu ve daha birçok bilgiyi bizlerle paylaştı… Kurumunuzun tarihçesinden kısaca bahseder misiniz? Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü; 1935 yılında ülkemiz madenlerini (kömür, demir-çelik, alüminyum, bakır, krom, gümüş vs.) ekonomiye kazandırmak amacıyla Etibank adı ile kurulmuş, 1998 yılının başında Eti Holding A.Ş. adını almış, 2004 yılından itibaren Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü (ETİ MADEN) adıyla, ana faaliyet alanı olarak belirlenen bor sektöründe faaliyetlerini sürdüren bir İktisadi Devlet Teşekkülüdür. Kuruluşundan günümüze kadar kendisine verilen “Madencilik Sektöründe Öncü” misyonu doğrultusunda, ülkenin madencilik altyapısının kurulmasında çok önemli roller üstlenerek ekonomiye önemli katkılar sağlamıştır. Eti Maden; sermayesi 600 milyon TL ve bor kimyasalı üretim kapasitesi 2,1 milyon ton olan, ürün portföyünde 16 farklı bor kimyasalı bulunan, 2005 yılından itibaren Dünya Bor Sektöründe lider olan, ürettiği ürünlerin %97’sini 80’den fazla ülkeye ihraç eden, 4000 civarında kadrolu çalışanı bulunan bir kuruluştur. ETİ Maden’in faaliyet gösterdiği maden sahaları hakkında bilgi verir misiniz? Doğada yaklaşık 230’dan fazla bor minerali mevcut olup bunların ticari öneme sahip olan başlıcaları; tinkal, kolemanit, kernit, üleksit, pandermit, borasit, szaybelit ve hidroborasit’tir. Eti Maden bor madeni üretim faaliyetlerini Balıkesir (Bigadiç), Bursa (Kestelek), Kü- tahya (Emet) ve Eskişehir (Kırka)’daki sahalarında yürütmektedir. Bigadiç Bor İşletme Müdürlüğü; Balıkesir iline bağlı Bigadiç ilçesinde bulunmaktadır. 1976 yılında faaliyete başlamış olup, halen üç adet açık işletme maden ocağından çıkarılan tüvenan kolemanit ve üleksit cevheri konsantratör tesisinde zenginleştirilerek konsantre kolemanit, konsantre üleksit, öğütülmüş kolemanit ve öğütülmüş üleksit üretilmektedir. Emet Bor İşletme Müdürlüğü; Kütahya’nın Emet ilçesinde 1958 yılından bu yana faaliyette bulunmaktadır. İşletmenin Hisarcık ve Espey Açık ocaklarından tüvenan kolemanit cevheri üretilmektedir. Üretilen kolemanit cevherinin büyük kısmı işletme bünyesinde Borik Asit üretiminde kullanılmaktadır. Ayrıca, Bandırma Bor ve Asit Fabrikaları İşletme Müdürlüğü’ne sevk edilerek buradaki tesislerde de borik asit üretimi gerçekleştirilmektedir. Kırka Bor İşletme Müdürlüğü; Eskişehir ili Seyitgazi ilçesi, Kırka beldesinde bulunmaktadır. 1970 yılında şantiye faaliyetine geçilen işletmede; 1975 yılından beri konsantratör tesisinde Konsantre Tinkal üretilmekte olup, 1984 yılında devreye alınan Bor Türevleri Tesisi ile katma değeri yüksek bor kimyasalları üretimine geçilmiştir. Ayrıca uhdemizde Eskişehir ili Sivrihisar ilçesinde bulunan İR-3360 sayılı ruhsat alanı var. Saha, 1959 yıllarından itibaren MTA tarafından yürütülen arama çalışmaları sonrasında Toryum sahası olarak belirlenmiş ve ilgili yasa uyarınca 1990 yılında Teşekkülümüze devredilmiştir. Sahada Barit+Florit+NTE (Nadir Toprak Elementleri) ve Toryum içeren bir kompleks cevherleşme belirlenmiştir. Son yıllarda tarafımızca sahadaki maden varlığının BOR REZEVRLERİMİZ HAVZA ADI Görünür + Mümkün Muhtemel Toplam EMET (Kolemanit+Probertit+Üleksit) 1.173.868.913 644.395.096 1.818.264.009 KIRKA (Tinkal) 549.103.991 289.048.741 838.152.732 BİGADİÇ (Kolemanit+Üleksit) 364.445.086 271.842.392 636.287.478 KESTELEK (Kolemanit) 5.420.009 - 5.420.009 TOPLAM 2.092.837.999 1.205.286.229 3.298.124.228 ekonomiye kazandırılması için çalışma başlatılmıştır. ETİ Maden Türkiye’nin en büyük ihracatçıları arasında yer alıyor. Bu bağlamda yurt dışı faaliyetlerinizden bahseder misiniz? Daha önce de belirtildiği üzere, Eti Maden; 2005 yılından itibaren Dünya Bor Sektöründe lider olan, ürettiği ürünlerin %97’sini 80’den fazla ülkeye ihraç eden bir kuruluştur. Kuruluşumuz, 2012 yılında Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin yapmış olduğu “Türkiye’nin En Büyük 1000 İhracatçı Firma” sıralamasında; İhracatta 15. sırada, Karlılıkta ise 3. sırada yer almıştır. Eti Maden üretiminde ithal girdi kullanmadığından Türkiye’nin en büyük net ihracatçısı konumundadır. Üretimin yanı sıra, yatırımlarda da yurtdışından makine-ekipman ithalatı yerine yerli sanayinin oluşmasına ve gelişmesine ciddi katkılar sağlanmıştır. Bugün tesislerimizin ana ekipmanlarının tamamına yakını, ülkemizde tasarlanmakta ve üretimi gerçekleştirilmektedir. 2013 yılında ihracatımız bölgesel olarak: %58,5 Asya, %27,1 Avrupa, %12,5 Amerika, %1,6 Orta Doğu ve %0,3 Afrika’ya yapılmıştır. 2004 yılında 252 milyon ABD$ olan ihracatı 2013 yılında 800 milyon ABD$ mertebesine ulaşmış, 2014 yılında ise 1 milyar ABD$ ihracat yapılması hedeflenmektedir. Maden sektöründe ön önemli çalışmalardan birisi de AR-GE’dir. ETİ Maden’in ARGE çalışmaları hakkında neler söylemek istersiniz? Ar-Ge bizim en fazla odaklandığımız alanlardan birisidir. Hatta biz sadece Ar-Ge yapmıyoruz, aynı zamanda teknoloji geliştiriyoruz. Ancak, felsefe olarak ticarileştirme potansiyeli olmayan konularla enerjimizi harcamak istemiyoruz. Bu noktada, kamuoyunda yanlış bilinen bazı gerçeklerden söz etmek istiyorum. Kamuoyunda, “borları yabancılara ham olarak satıp işlenmiş olarak geri alıyoruz” diye bir şehir efsanesini sıkça duyarsınız. Bu husus gerçeği yansıtmamaktadır. Borla ilgili olarak; borun stratejik bir maden olduğu ve “bor uç ürünü” diye bir kavramdan söz edilmektedir. Bu kavram ne yazık ki yanlış bir şekilde değerlendirilmektedir. Zira, ürün niteliği kullanılan alana göre değişiklik göstermektedir. Bir ürün ne kadar işlem görürse görsün kullanıcısı için hammadde, üreticisi için ise nihai üründür. Bor kimyasallarının tüketildiği alanlarda nihai ürün fiberglasstır, seramiktir, borlu gübredir, borlu camdır. Bu sektörlerin kendi içinde arz-talep den- www.ozelkalem.org 13 KURUM geleri, pazar şartları vardır. Ayrıca, ülkemizde bu sektörlerde de üretimler yapılmaktadır. Bu nedenle; tekrar etmekte yarar var, bor sektöründe yapılması gereken bizim ürettiğimiz ve lideri olduğumuz temel bor kimyasalları tüketimini artıracak yeni tüketim alanları bulmaktır. Borun daha az kullanıldığı ileri teknoloji ürünlerinde ise esas olan bor içeriği değil, o ürünün teknolojik bilgisi (know-how)’dir. Eti Maden, bora dayalı sanayinin ülkemizde kurulup gelişmesi için yoğun çaba sarf etmektedir. Bu kapsamda, gelecekte otomobillerde yakıt olarak kullanılması tasarlanan sodyum bor hidrür gibi potansiyel alanlara dönük laboratuvar ve pilot tesis çalışmaları yürütül- 14 YAZ2014 mektedir. “Gelişmek için İnovasyon” anlayışı benimsenerek yeni bor ürünleri ve/veya yeni tüketim alanları geliştirmek üzere Ar-Ge faaliyetlerine ağırlık verilmektedir. Eti Maden, tamamen kendi personel bilgi birikimi ve teknolojik altyapısını kullanarak son 10 yılda kalsine tinkal, bor oksit, zirai bor, çinko borat, susuz boraks gibi ürünleri geliştirmiş ve üretimine başlamıştır. Son 5 yılda kurum adına 5 adet patent alınmıştır. Demir-çelik sektöründe tozlaşan cürufa kolemanit ilave edilerek kompakt yapıda cüruf elde edilmesi amacıyla endüstride deneme çalışmaları gerçekleştirilmiş ve sanayide uygulanması sağlanmıştır. Yine Ar-Ge çalış- malarımız sonucu bor esaslı temizlik ürünü Eti Matik Borlu deterjan üretilmiştir. Ürünün pazara giriş stratejileri üzerinde çalışmalarımız sürmektedir. Bu üründen büyük beklentilerimiz bulunmakta olup, daha şimdiden önemli siparişler almaktayız. 2014 yılında 7 ana başlıkta 48 Ar-Ge projesi yürütülmekte olup, bazı önemli projelerimiz şunlardır: - Üretilen tüvenan kolemanitin başka herhangi bir işleme tabi tutulmaksızın ısıl işlem ile zenginleştirilmesi amacıyla Kolemanit Kalsinasyon tesisi kurulması, - Proses fazlası zayıf çözelti ve barajlardaki değişik sebeplerle toplanan çözeltilerdeki lityumun kazanılarak ürün portföyüne katma değeri yüksek yeni satılabilir ürün ilavesi amacıyla Lityum Karbonat pilot tesisi kurulması, - Kömüre dayalı enerji santralindeki baca gazı kullanılarak Borlu Soda üretimi, - Tinkal Cevherlerinden Boraks Pentahidrat Üretimi İçin Tane Boyutu ve Çözme Optimizasyonu İle Uygun Kimyasalların Tespiti, - Baryum Metaborat Üretim Prosesinin Araştırılması, - Sodyum Borat Bileşiklerinden Sodyum Nitrat Üretimi, - Borlu Nanokompozit Üretimi, - Mekanokimyasal Yöntemle Kalsiyum Borhidrür Üretilmesi ve Katalitik Desorpsiyonla Hidrojen Eldesi, - Susuz Çinko Borat, - Metal Borür Üretimi ve Metal Yüzeylerin Kaplanması, - Düşük Alkali ve Düşük Sülfat İçeren Borik Asit Üretim Teknolojisinin Geliştirilmesi, - Üleksitten CO2 Gazı Geçirilmesi İle Sodyum Pentaborat Üretimi, - Tarımda Borlu Gübre Kullanım Alanlarının Yaygınlaştırılması, - Borik Asit ve Pentahidratın Kristalizasyon Mekanizmasının İncelenmesi, - Borun İnsan Sağlığına Etkilerinin Belirlenmesi ETİ Maden içinde bor madeninin de bulunduğu deterjan üretimini gerçekleştirdi. Bu çalışma hakkında bilgi verir misiniz? Kuruluş bünyesinde 2012 yılında alınan karar ile “Bor Katkılı Deterjan Geliştirilmesi” çalışması için Teknoloji Geliştirme Dairesi Proses Laboratuvarında denemeler başlatılmıştır. Yapılan çalışmalar neticesinde; leke çıkarma ve hijyen açısından piyasadaki çamaşır deterjanlarıyla rekabet edebilen, insan KURUM sağlığı ve çevreye hassas bor esaslı doğal bir temizlik ürünü ortaya çıkmıştır. Bağımsız laboratuvarlarda yaptırılan deneme test çalışmaları ve analizler sonucunda, Eti Matik Borlu temizlik ürünü performans test ve analizlerinin olumlu çıkmasına istinaden “Eti Matik Borlu Deterjan” için Türk Patent Enstitüsü’ne “Patent”, Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Kurumu’na ise piyasaya arz edilmesi kapsamında “Tescil” başvurusunda bulunulmuş, gerekli işlem ve prosedürler tamamlanarak 28 Ekim 2013 tarihinde Sağlık Bakanlığından Bildirim Kayıt Belgesi alınarak tescili yaptırılmıştır. Piyasadaki diğer deterjanların içeriklerinde %5-15 anyonik ve %<5 noniyonik yüzey aktif madde ve petrol türevi fosfat bulunurken, yapılan analizde doğal deterjan olarak üretilen Eti Matik Borlu Deterjan içerisinde noniyonik madde tespit edilmemiş, anyonik madde ise %1 olarak tespit edilmiştir. Ayrıca herhangi bir petrol türevi ve katkı maddesi içermeyen Eti Matik Borlu Deterjanın biyolojik parçalanabilirliği %84 olarak tespit edilmiştir. Bu durum Eti Matik Borlu Deterjanın TS 518’e uygun olduğunun göstergesidir. Deterjanlar insan ve çevre açısından zararları bilinen yaklaşık 10 farklı kimyasalın bileşiminden oluşmaktadır. Deterjanların içerisindeki bu kimyasallar insan vücudunda tamiri imkânsız hastalıklara yol açarlar. Eti Matik Borlu deterjan kimyasal katkı maddesi içermemesi ve doğal bir deterjan olmasıyla beraber içerdiği çok az miktardaki yüzey aktif madde sebebiyle doğada kolaylıkla bozunabildiği için sağlıklı ve çevre dostu bir üründür. Bor madeninin kullanımının insan sağlığı üzerinde herhangi bir etkisi bulunuyor mu? Avrupa Birliği tarafından borik asit ve sodyum boratlar yeterli bilimsel çalışma ve araştırmalar yapılmadan “üremeye toksik etkili maddeler” olarak sınıflandırılmıştır. Toksikolojinin temellerini atan meşhur bilim adamı Paraselsus “Her şey toksiktir. Önemli olan miktar ve maruz kalınan süredir” der. Bu bağlamda normal şartlarda, insanların hiçbir zaman deney hayvanlarının aldığı miktarlarda bora maruz kalması mümkün değildir. Çünkü laboratuvar deneylerinde hayvanlara ağız yoluyla, çok yüksek miktarlarda ve uzun sürelerde bor verilmektedir (hatta bir çalışmada doğrudan vücuda enjekte edilmiştir). Oysa insanlar bora ağız yoluyla (yani yiyerek) değil solunum yoluyla veya deri te- masıyla maruz kalmakta ve kasti veya hatalı kullanımlar dışında hiçbir zaman deney hayvanlarına uygulanan dozlarda bora maruz kalmamaktadırlar. Kuruluşumuz ve Ulusal Bor Araştırma Enstitüsü (BOREN) eşgüdümünde Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden Prof. Nurşen Başaran ve Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden Prof. Yalçın Duydu tarafından “Bor Maruziyetinin İnsanların Üreme Fonksiyonu Üzerindeki Toksik Etkilerinin Araştırılması” konulu proje başlatılmıştır. Bu grubun başında Dortmund Üniversitesinden Prof. Dr. Hermann Bolt bulunmaktadır. Söz konusu bilimsel çalışma 2010 yılı içinde tamamlanmış olup, proje neticeleri borların insan üremesi üzerinde olumsuz bir etkisinin olmadığını göstermektedir. lerin makine ve ekipmanlarını ülkemizde kamu ve yerli özel kuruluşlardan temin ederek döviz tasarrufu sağlamak”; yatırım stratejisini, “pazarda oluşacak fırsatları değerlendirebilmek için, yeni ve modern teknoloji ile büyük ölçekli yatırımlar yapmak” ve yatırım metodunu, “tesis yatırımlarını anahtar teslimi yapmak” olarak belirlemiştir. Eti Maden, uygulamaya koyduğu stratejik yönetim anlayışının bir gereği olarak kısa, orta ve uzun vadeli yatırım hedeflerini belirlemiştir. 2014-2017 döneminde toplam tutarı yaklaşık 1,4 milyar TL olan projelerin gerçekleştirilmesi programlanmıştır. Ürün çeşitliliğinin artırılmasına odaklanılarak gerçekleştirilecek olan söz konusu yatırımların yanı sıra, çevrenin korunması ve sürdürülebilir olmasını sağlayacak yatırımlar da Önümüzdeki dönemde üzerine çalıştığınız projeleriniz var mı? Bor zenginliğimizden daha fazla katma değer yaratabilmek için bor pazarının büyümesini beklemek yerine yeni bor ürünleri ve yeni kullanım alanlarının bulunması yönünde Ar-Ge faaliyetlerine daha fazla ağırlık verilmektedir. Ayrıca; borla ilgili yeni vizyonumuz endüstriye hammadde sağlamanın yanı sıra, bor içeren nihai ürünleri üretmek ve kendi pazarını oluşturmaktır. Bu süreçte, borun nihai ürün haline getirileceği nihai ürün (cam, cam elyafı, deterjan vb.) üretimine yönelik çalışmalara ağırlık verilmesi hedeflenmektedir. Eti Maden yatırımlarda önceliğini, “tesis- Eti Maden’in öncelikleri arasında yer almaktadır. Bu kapsamda; Bandırma Bor ve Asit Fabrikaları İşletme Müdürlüğü’ndeki kömüre dayalı enerji santralinde atmosfere düşük emisyonlu baca gazı salınımının sağlanacağı; küresel ısınma, toprak ve yer altı su kirliliği gibi büyük çevre sorunlarına yol açan çevre kirliliğinin ekonomik bir yöntemle önleneceği “Borlu Soda Üretimi” projesi önem verdiğimiz projelerden birisidir. Bu proje ile çevresel kazanımların yanı sıra endüstride önemli değişimlere yol açabilecek yeni bir ürün geliştirilmesi de söz konusudur. Projenin gerçekleştirilmesi için çalışmalara başlanmıştır. www.ozelkalem.org 15 TARİH Sadece Anahtarları 40 Deve Yükü Karun Hazineleri Parayı icat ederek insanlık tarihinde önemli bir yere sahip olan Lidya İmparatorluğu’nun akıl almaz zenginliği ile tanınan son Kralı Kroisos’dan, yani Karun’dan (2500 yıl öncesinden) geriye kalanlar… Yüzlerce altın sikkeden oluşan Karun Hazineleri’nin en değerli parçalarından birisi ise kanatlı denizatı broşu. 16 YAZ2014 TARİH Günümüzde halen parası, malı çok olan kişiler için “Karun kadar zengin” deyimi kullanılır. Bu sözün yaratıcısı, kutsal kitaplarda da adından söz edilen Lidya İmparatorluğu’nun son kralı Karun’dur. Karun’un hazineleri o kadar çoktur ki, bu hazinelerin anahtarlarını taşımak bile hayli güçtür. Bu zenginliği ile böbürlenen Karun’a hazinesi ne yazık ki mutluluk getirmez. Hiç bir zaman aradığı huzuru bulamayan Karun acılar içinde kıvranarak ölür. Anadolu’nun batısında yer alan, tarihçi Heredot’a göre üç sülalenin yönettiği Lidya İmparatorluğu’nun son sülalesi Mermnadlar, ülkeye yaklaşık 141 yıl egemen olmuşlar, Lidya’nın bölgede siyasi ve ekonomik yönden en önemli ülke olmasını sağlamışlardır. M.Ö. 7. yy başında parayı icat ederek insanlık tarihindeki en önemli buluşlardan birini gerçekleştiren Lidya’nın, devrinin en zengin ülkesi olmasının önemli nedeni, Tmolos (Bozdağlar) dağlarından çıkan ve Hermos (Gediz) nehrine karışan Sart Deresi’nin alüviyonları içerisindeki altındır. Birtakım entrikalarla ülkeyi ele geçiren üçüncü sülalenin son kralı Kroisos, M.Ö 560 yılında tahta geçmiş ve akıl almaz zenginliği ile ‘Karun kadar zengin’ deyimi ile ününü günümüze kadar taşımıştır. Karun Hazineleri, M.Ö. 560-546 yılları arasında ülkesini yöneten bu kralın dönemine ait, Uşak ilinin 25 km. batısında, Uşak-İzmir karayolunun üzerinde bulunan Güre Köyü yakınlarındaki Lidya Tümülüsleri’nden çıkan eserlerdir. Kaçak kazılarda bulunan ve yurtdışına kaçırılan eserler, mahkeme yolu ile ülkemize tekrar geri getirilerek, Uşak Müzesi’nde sergilenir. Lidya döneminin en görkemli eserleri olarak bilinen bu eserler altın, gümüş, bronz ve mermerden meydana geliyor. Halk arasında bu hazineler hakkında o kadar çok efsane dolaşıyor ki, hepsi bir filme konu olacak derecede ilgi çekici. Toprağı kazıp kapalı mezarların içinden altınları çıkaranların başına olmadık şeyler gelmiş. Hava birden değişmiş ve biri orada ölmüş, biri korkudan aklını kaçırmış, birinin gözleri görmez olmuş. Hazinenin laneti yayılmaya başlamış ama başkaları ne olursa olsun altınları çıkarmaya niyetlenmiş. Karun’un hazinesini sata- rak neredeyse Karun kadar zengin olmuşlar ama hayatları boyunca belalardan ve felaketlerden kurtulamamışlar. Amansız hastalıklar sonucunda ölürlerken hiç paraları da kalmamış. Hazineler ABD’ye Satılıyor Hazinelerin ortaya çıkarılma hikâyesi de hayli ilginç. Hazineler Uşak’a 25 kilometre uzaklıkta Güre Köyü’nde 1966 -1968 yılları arasında yapılan üç kaçak kazıyla ortaya çıkarılıyor. İlk kez 1965’te 5 köylü, tünel kazıp, orada bulunan mezara giriyor. Sadece bir tutam saçı kalmış olan prensesin tüm mücevherlerini alıp, 65 bin liraya satıyorlar. Bir yıl sonra aynı bölgede bir soygun daha oluyor. Soyguncular 150 parça altın takı, gümüş kap ve tütsü kabını alıp, gidiyor ve 160 bin liraya satıyorlar. Güre’deki üçüncü soygun ise 1968’de oluyor. Mezar odasında bu kez altın bulunmuyor. Soyguncular 40 bin liraya satacakları “duvar resimlerini” ve diğer “tarihi kalıntıları” çalıyorlar. Bu eserlerden 55 adeti, ABD’de, Metropolitan Müzesi’nde sergilendi. Diğer eserler ise aynı müzenin depolarında saklanıyordu. www.ozelkalem.org 17 TARİH Bu eserlerin kaçırıldığından 1985’te haberi olan Türkiye, Metropolitan Müzesi’nde bulunan eserleri almak için 1987’de uluslararası dava açıyor. Müze, 6 yıl süren davayı kaybedeceğini anlayınca 1993’te Karun Hazineleri’ni iade ediyor. Altın, gümüş, bronz ve mermerden oluşan 450 adet eserden 300’ü Uşak Arkeoloji Müzesi’ne getiriliyor. Kaçak kazıları gerçekleştirenlerin ifadelerine göre; mezar odasına girildiğinde, yerdeki bir gümüş testi ile çok sayıda mermer alabastron tavandan düşen bir hatıl nedeniyle tahrip olmasına karşın, hazinenin büyük bölümü ölünün yatırıldığı kline üzerinde bir tutam saç ve toz haline gelmiş kemiklerle birlikte bulunmuş. Müzede sergilenen parçalardan en önemlilerinden biri sayılan Kanatlı Denizatı Broşu, 2006 yılında sahtesiyle değiştirildi. Mahkeme 8 kişiye 10 ay ile 12 yıl arasında değişen cezalar verdi. Eser 2012’de Almanya’da ortaya çıktı ve Interpol aracılığı ile Türkiye’ye iade edilmesi için çalışma başlatıldı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne teslim edildi. Hazinenin bulunan bazı parçalar şöyle; İnsan kulplu gümüş oinochoe, sfenks ve altın başlı tutamaklı kepçe, tamamı altın sallanınca ses veren makara, altından yapılmış içleri boş iğneli altın küpe, aynı tip ancak daha küçük boyutta iğneli küpe, sallamalı altından yapılmış kanatlı at şeklinde broş, meşe palamutu sallamalı altın ve renkli taştan yapılma kolye, akik ve taştan yapılmış geometrik şekilli kolye, mavi renkli camdan yapılmış uçları, aplike arslanbaşı şeklinde bir çift bilezik, uçları taş boncuklu püskül şeklinde altın gerdanlık.. AB Tarafından Desteklendi Uşak Arkeoloji Müzesi’nde 41 bin 600 tarihi eserden ancak 2 bini sergileniyor. Bu nedenle de tam tanıtımı yapılamayan Karun Hazineleri, AB-Türkiye Kültürlerarası Diyalog bileşeni programı doğrultusunda hazırlanan ‘Karun, Barış ve İşbirliği Yolu’ Projesi ile dünyaya açıldı. İtalya Prato Tekstil Müzesi ve Yunanistan Tragilos Müzesi’nin ortak olarak yer aldığı proje kapsamında Karun Hazineleri’nin en önemli 50 parçasından oluşan fotoğraflar dünya genelinde ziyaret edilen müzelerde sergilendi. 18 YAZ2014 TARİH Karun’un Hazinesi Yerin Dibini Boyladı Bir efsaneye göre ilk parayı kullanarak insanlık tarihinde önemli bir yere sahip olan Lidya İmparatorluğu’nun son Kralı Karun efsaneye göre Musa Peygamber’in akrabası. Allah, Musa Peygamber’e bütün ilimleri öğretmiştir. Bunlara simya ilmi de dahildir. Simya; dokunduğu her şeyi altın yapabilme ilmidir. Karun bu ilmi Musa Peygamber’den öğrenir. Öyle ki dokunduğu her şeyi altın yapmaya başlar. Tabi bu kadar dünyalığa meyledince dinden uzaklaşıp kul olduğunu unutan Karun’un serveti gün geçtikçe artar. Hazinelerinin anahtarları 40 deve yükü oldu. Musa Peygamber Karun’a nasihat verdiyse de dinlemez. Gizliden gizliye Musa Peygamber’e düşmanlık duymaya başlar. Musa Peygamber’i nasıl rezil edebilirim diye çok sinsi bir plan yapan Karun’un planı şöyledir; O civarda oturan zinakâr bir kadın vardı. Bu kadın Musa Peygamber’i kalabalık bir yerde gördüğü zaman hemen bağırmaya başlayacak ve Musa Peygamber’in kendisiyle bera- ber olduğunu söyleyecektir. Karun bunu yaptığı taktirde kendisini altına boğacağını söyler. Musa Peygamber kalabalık içinde dolaşırken kadın birden bağırmaya başlar. “Şu kendisinin peygamber olduğunu söyleyen adam yalancıdır. O benimle zina yaptı. Sahtekarın biridir.” Bu sözler karşısında Musa Peygamber utancından kıpkırmızı olur ve çok sinirlenir. Kadına dönerek der ki; “Yüce yaratan Allah aşkına doğruyu söyle, sen benimle zina yaptın mı? Herkes merakla kadına bakar. Kadın da yaptığından pişman olup söyle der; “Yemin olsun ki Musa ile zina yapmadım. Ben böyle demek için Karun’la anlaşma yaptım. Her şeyi Karun planladı.” Karun da o arada halkın içindeydi. Musa Peygamber Allah'a şöyle yalvardı; “Ya Rabbi, senin peygamberine iftira atan ve haddi aşan bu adamı sana havale ediyorum.” O esnada yer sarsılmaya ve birden Karun yere gömülmeye başlar. Ve tabi bütün altınları, malı mülkü de haddini aşan Karun gibi helak olup yerin dibini boylar. www.ozelkalem.org 19 Prof. Dr. Hayati Develi Yunus Emre Enstitüsü Başkanı 20 YAZ2014 SÖYLEŞİ Yurtdışında 33 Merkezde Türkçe Öğretiyor Yurt dışında 30’un üzerinde kültür merkezi bulunan Yunus Emre Enstitüsü eğitim öğretim çalışmalarının yanı sıra kültürel, sanatsal ve bilimsel faaliyetlere de destek oluyor. Yunus Emre Vakfı’na bağlı olarak kurulan Yunus Emre Enstitüsü, yurt dışındaki merkezlerinde bugüne kadar 15 bine yakın öğrenciye Türkçe eğitimi verdi. Türk Dili ve Türk Kültürü konusunda yurt dışında önemli projelere imza atan Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Hayati Develi, Özel Kalemler Dergisi’ne faaliyetleri hakkında bilgi verdi. Yunus Emre Enstitüsü hakkında bilgi verir misiniz? Yunus Emre Enstitüsü 2007 yılında çıkan bir kanunla oluşturulan Yunus Emre Vakfı’na bağlı olarak kurulmuş bir kurumdur. Biz ‘kültür diplomasisi’ dediğimiz kavramın içeriğine uygun çalışan bir kültür kurumuyuz. Dünyada bunun pek çok benzerleri var; mesela Türkiye'de hepimizin bildiği British Council, Goethe Institute, Cervantes Enstitüsü gibi kurum- lar kültür diplomasisinin birer araçlarıdır. Bu kurumlar kendi ülkelerinin kültürlerinin tanıtımını yaparlar, dillerinin öğretilmesini gerçekleştirirler. Yunus Emre Enstitüsü de bu kurumlar gibi çalışan bir kurumdur. Vakfımızın amaçları yurt dışında Türk dilini öğretmek, Türkiye’nin kültürel tanıtımını yapmaktır. 2009 yılında da bir Enstitü oluşturularak faaliyetlerimize başladık. Yurt dışında Türk Kültür Merkezleri açtık. Biz Türkiye’nin kültürel tanıtımını üstlenmiş bir kurumuz. Bunu da yurt içi ve yurt dışındaki kültür kurumlarıyla ortaklaşa yapıyoruz. Ülke içindeki kültür kurumlarını bir araya getirip, onların ürettiklerini veya muhafaza ettiklerini yurt dışına götürmek ve yurtdışında Türk insanının binlerce yıllık birikimine layık işler ortaya koyabilmek hedefimizdir. 33 Kültür Merkezi Açılışı Yaptık 2007 yılında bu binada faaliyetlerine başlayan vakıf ve enstitü bu güne kadar yurt dışında 33 kültür merkezi açtı. Çalışmalarımız esasen bütünüyle yurt dışındadır. İki temel iş yapıyoruz, bunlardan birincisi Türkçe’nin isteyenlere öğretilmesi. İkincisi ise geniş bir yelpazede Türkiye’nin kültürel tanıtımını gerçekleştirmek. Enstitünün ne tür faaliyetleri oluyor? Kültürel tanıtım için yaptığımız çalışmalar; konserler, sergiler, seminerler, somut olan ve olmayan kültürel mirasın tanıtımına dönük her türlü faaliyeti gerçekleştiriyoruz. Türk mutfağı günleri, Karagöz ve Hacivat’ı tanıtan etkinlikler, öğrenci değişim programları gibi faaliyetleri de yürütüyoruz. 2013 yılı itibariyle kurslarımıza kayıt yaptıran, yüz yüze Türkçe öğret- www.ozelkalem.org 21 SÖYLEŞİ tiğimiz öğrenci sayısı 15 bin civarında. Türkoloji Projesi ile Akademik Destek Sağlıyoruz Bunun dışında eğitim alanında bir takım projelerimiz ve işbirliklerimiz sürüyor. Bunlardan biri de TİKA’dan devraldığımız Türkoloji Projesidir. Bu proje ile yurt dışındaki Türk dili ve Edebiyatı, Türkoloji gibi adlarla çalışan Türkçeyi, edebiyatı, tarihi öğreten bölümlere akademik destek sağlıyoruz. Protokol yaptığımız ki bunların sayısı 30’un üzerinde, yurt dışındaki üniversitelerin talepleri doğrultusunda oralara öğretim elemanı gönderiyoruz. Bunlar doktorasını yapmış alanında uzman üniversite akademisyenleri. Protokol çerçevesinde gönderilen akademisyenlerin o süre içerisinde masraflarını ve maaşlarını Enstitümüz karşılıyor. Protokolümüz olan bölümlere başka akademik destekler de veriyoruz. Ders materyali sağlıyor, kütüphane oluşturuyoruz. Bunun dışında Türkçe çeşitli coğrafyalarda ve ülkelerde ikinci yabancı dil olarak müfredata girmeye başladı, talep gören bir dil oldu. Mesela Bosna Hersek’te 6 bine yakın öğrencimiz var. İngilizceden sonra ikinci bir yabancı dil olarak Türkçeyi tercih etmiş durumdalar. Bu öğrenciler için özel kitap hazırladık. Aynı proje Doğu Romanya’da, Gürcistan’da ve 22 YAZ2014 bazı Arap ülkelerinde pilot olarak uygulanıyor, burada da sayı 7 bine yakın. Bu ülkeler nasıl seçiliyor? Gelen talepler doğrultusunda bu talepleri karşılamaya çalışıyoruz. Bunların başında Saraybosna geliyor. Romanya, Gürcistan ve Ürdün gibi ülkelerde bu talepler oldu. Karadağ’da bu proje başlangıç olarak birkaç okulda başladı. Elbette bizimle tarihsel ortaklığı olan coğrafyalardan ilgi daha fazla oluyor. Bir dile talep sadece dile talep değildir, o ülkenin ürettiği kültür değerlerine, ekonomik gücüne, üretimlerine, diplomatik etkisine olan taleptir. Bugün çok geniş bir coğrafyada Türk dizileri beğenilerek izleniyor. Örneğin tarihi Türk dizilerinin yayınlandığı saatlerde Belgrad sokaklarının tenhalaştığı söyleniyor. Viyana’dan Yemen’e kadar Türk dizileri büyük ilgi görüyor. Bu insanların önemli bir kısmı bu dizileri ana dilinde seyretmek istiyor. Bugün Orta Asya, Balkanlar, Kafkasya, Orta Doğu, Afrika ve hatta Sahra Altı Afrika’sına kadar çok geniş bir alanda Türk şirketleri faaliyet gösteriyor. Bu şirketlerde çalışmak isteyen, Türkiye ile ticari iş yapmak isteyen insanlar da bir şekilde Türkçe ihtiyacı duyuyor. Bu durum da dolaylı olarak genç insanlara yeni iş kapıları açıyor. Böylelikle de Türkçeye talebin bir nebze olsun arttığı görülüyor. Elbette yakın coğrafyamızdaki toplumlar kendi tarihsel hafızalarına ulaşabilmek için Osmanlı arşivlerini ve kendi tarihlerini de öğrenebilmek için Türkçeye ihtiyaç duyuyor. Türkçe İlk 10’da Avrupa'da Türkçeye ilgi ne boyutlarda? British Council bundan 4-5 ay önce yayınladığı bir raporda Birleşik Krallık’ta önümüzdeki 10 ve 20 yıl içerisinde öğrenilmesine en çok ihtiyaç duyulan diller araştırması ve sıralaması yayınladı. Birleşik Krallık ülkelerinin diplomatik, güvenlik, kültürel, bilimsel değişim, turizm ve ekonomik ihtiyaçları göz önüne alınarak belli kıstaslarla yapılmış bir çalışma. Bu raporda Türkçe önümüzdeki yıllarda öğrenilmesine ihtiyaç duyulacak diller sıralamasında 8'inci ve 9'unculuğu Rusça ile paylaştı. Yani Avrupa’nın kültürel açıdan en ileri ülkesinde Türkçe önümüzdeki yıllarda öğrenilmesi gereken ilk 10 dil arasında yer alıyor. Bu bütün Avrupa için hatta Almanya için çok elzem. Çünkü Almanya'da Türkçe konuşan sayısı İngiltere'den kat be kat fazladır. Hollanda, Fransa, Belçika gibi ülkeler aynı şekilde. Ortadoğu ülkelerinin ticari ve kültürel ihtiyaçları, diplomatik gereksinimleri düşünüldü- SÖYLEŞİ ğünde Türkçenin öneminin çok daha fazla olduğu kolayca anlaşılabilir. 33 ayrı merkeziniz olduğunu söylediniz. Bunları kurarken nelere dikkat ediyorsunuz? Türkiye’nin çok dinamik bir dış politikası çok dinamik bir yapısı var, her ihtiyaç duyulan bölgeye de yetişemiyoruz açıkçası. Bu 33 olan sayıyı kolayca 50’ye belki 80’e çıkarabilirdik. Mesela Viyana’yı bir an önce açmak istiyoruz, Almanya’da üç merkez açmak istiyoruz. Amsterdam, Moskova, Pekin, eğer imkân bulursak Kuveyt ve Katar’da birer merkezi hemen faaliyete geçirmek istiyoruz. Türkçe Köyü Projesi hakkında bilgi alabilir miyiz? Bu daha fikir aşamasında, proje demek erken olabilir. Türkçenin doğal yaşam ortamında öğretildiği bir mekân, okul köy gibi düşünün. İngiltere’deki birçok kasaba ve köy aslında birer İngilizce köyü, İngilizce kasabasıdır. Adeta o köyün ekonomisi oradaki kurs- lardan sağlanan gelir üzerine döner. Binlerce öğrenci buralara gider, orada bir ailenin yanında kalır. Böylece sadece kapalı bir kurs ortamında öğretmen ve o dili öğrenmeye çalışan öğrencilerden ibaret bir ortamda dil öğrenmiş olursunuz. O dili doğal hayatın içerisinde onlarla düğüne giderek, kahvede sohbet ederek, belli siyasi, kültürel konuları konuşarak öğrenme sürecine giriyorsunuz. Bu durum dil öğreniminin çok daha hızlı gerçekleşmesini sağlıyor. Biz de böyle köyler oluşturabilirsek yurtdışından getireceğimiz öğrenciler belli bir kurs binası içerisinde değil sürekli hayatın içerisinde 24 saat Türkçe duyarak yaşamış olacaklar. Çünkü üniversitelerimizde görüyoruz; Erasmus’la gelen öğrenciler zaten kendi arkadaşlarıyla geliyorlar. Sonra bir şekilde girişken de değillerse yine arkadaşlarıyla sohbet edip saatlerinin çoğunu kendi anadilleriyle geçiriyorlar. Bütünüyle Türkçe konuşulan bir ortama soktuğumuzda Türkçe öğrenme süreleri çok daha kısalacaktır. Uzaktan Eğitimle Her Yerde Türkçe Öğrenilecek Diğer projelerinizden bahseder misiniz? Türkçe öğretimiyle ilgili önemli projelerimiz var. Bunlardan bir tanesi Uzaktan Türkçe Öğretim Sistemi’dir. Bu çalışmayı İstanbul Üniversitesi ile ortak yürütüyoruz. Daha önce de söylediğim gibi yüz yüze eğitim yaptığımız zaman 3-4 bin öğrenciye hizmet verebiliyoruz. Uzaktan eğitim haline dönüştürdüğünüzde, zamandan ve mekândan bağımsız olarak internetinizin olduğu her yerde Türkçeye ulaşmış olursunuz. Öğrencinin aktif olarak katılacağı bir takım uygulamalar, alıştırmalar, testlerin olacağı bir sistem olacak. Sistem öğrencinin sistem içerisinde ne kadar zaman geçirdiğini, hangi soruya ne cevap verdiğini, ilerleme seviyesini de ölçecek. Bir dönüt oluşturulacak ve belge verilecek. Türkçe öğretimiyle ilgili daha çok materyal geliştirmeye dönük projelerimiz var. 4 yaştan yetişkinlere kadar farklı farklı yaş gruplarına uygun ders materyalleri geliştireceğiz. Bir başka projemiz Türkçe eğitimiyle ilgili; bir tür sit-com (durum komedisi) çalışması yaptık. Komedi tarzı kısa filmlerle Türkçe öğretme amacına yönelik filmler çekeceğiz. Bu filmler TRT Türk veya TRT Avrasya’da daha fazla yayınlanacak. Tabi bu filmleri biz kendi okullarımızda ve kurslarımızda da yayınlayacağız. Bu projemizi de TRT ile birlikte gerçekleştireceğiz. Onun dışında kültürel projelerimiz var; biz her yılın takvimini oluşturup faaliyetlerimizi o takvime uygun olarak gerçekleştiriyoruz. Kanuni Sultan Süleyman ile ilgili bir proje var. Ayrıca “Sufi Müzik Festivali” yapmak istiyoruz. Dünyadaki bütün sufi müzik gruplarının katılacağı bir etkinlik olacak bu. Bir başka projemiz ise Yaz Okulları Projesi. Yaz Okulları süreli de olsa önemli bir projedir. Geçen sene 57 değişik ülkeden 300’e yakın öğrenci geldi. Bu sene gelecek öğrenciler bir ay misafirimiz olacaklar. Bu öğrenciler Türkiye’deki üniversitelerde, aynı dili konuşanların bir arada bulunamayacağı şekilde yerleştiriliyor. Üniversitelerde yarım gün dil öğreniyorlar, yarım gün de şehri gezerek, şehrin içine, çeşitli kültür mekânlarına girerek yakın ve uzaktaki kültürel yerleri, müzeleri, ören yerlerini tabiat alanlarını gezerek Türkiye’yi ve Türk insanını doğrudan tanıma imkânı buluyorlar. www.ozelkalem.org 23 EL SANATI Ateşle Toprağın Dansı Çinicilik 24 YAZ2014 EL “Biz de Zeki Müren’i olduk bu sanatın. Güzeli özleyen güzeli bulur, güzellik yolunda hareket eden mutlaka güzele ulaşır. Ferhat gibi, Kerem gibi, diğerleri gibi.” diyor ‘Yaşayan İnsan Hazinesi’ Mehmet Gürsoy. O ‘Ateşin Oyunu’ diyor çiniye. Bu olağanüstü sanatı anlatırken gözlerinin içi gülüyor. Tam anlamıyla bir çini aşığı. Enerjisi, sanatçı kimliği ve güzel sohbetiyle bir kez daha hayranlık bırakıyor kendisine. İznik, saraya yakın ve etrafında kuvars madenleri var. Ulaşım rahatlığı var. Kütahya saraya daha uzak. Bu nedenle çini İznik’te gelişmiş. Ustaların çizdiği desenler saraya daha kolay ulaştırılmış ve bu Kütahya ve Türkiye için çok önemli bir değersiniz. Kütahya’da değerli sanatçılar var, ama Kütahya hak ettiğinin gerisinde yaşıyor. UNESCO ödülünüz olmasaydı, Türkiye sizi nasıl tanıyacaktı? Sultan Veled’in bir sözüyle başlamak istiyorum. “Kütahya’da bir ay kalana ne mutlu, iki ay kalan ziyadesiyle mutlu ve saadet içinde olur. Cennet Kütahya’nın ya altındadır, ya üstündedir” demiş. Kütahya gerçek bir evliyalar, şairler, ressamlar, müzisyenler yani kısacası sanatkârlar kentidir. Tarih boyunca sanatla yoğrulmuştur bu kent. İznik’te sarayın desteği bittiği zaman çini tarihe gömülmüş. Çini sanatkârları, bir şekilde çiniyi günümüze kadar taşımışlar. Yokluk çekmiş, savaş görmüş, işgali yaşamış Kütahya, ama yine de bu şehirde sanat hiç ölmemiş. Bu değerli ve güzel insanlar olmasaydı bugün biz olmazdık. 16. yüzyılın sonlarına doğru imparatorluk zayıfladığı zaman İznik’te çinicilik tamamen durmuş. Kütahya bu anlamda bilhassa çini sanatına verdiği büyük ödünden dolayı çok önemli bir kent. nedenle İznik çinisi zirveye ulaşmış. Literatürde şöyle deniyor; “İznik saray sanatıdır, Kütahya halk sanatıdır.” Saray sanatı, saray göçünce bitip gitmiş, ama halkın sanatı devam etmiş. Neden çini denince insanların algısında İznik çinisi daha önde? Birçok ülkede sergiler açtınız, kendinize özgü bir tarzınız ve ekolünüz var, bize bun- SANATI Mehmet Gürsoy dan bahseder misiniz? Bu sanata başladığım l975 yıllarında, İznik çinisi tarihe gömülmüştü. Kütahya’da çok ilkel işler yapılıyordu. Kompozisyonlar özünden kopmuş, renkler orijinalinden çıkmış tamamen pastel renklerde üretim yapılıyordu. Ama benim İstanbul’da Topkapı Sarayı’nda, Rüstem Paşa’da, Türk İslam Eserleri Müzesi’nde, Çinili Köşk’te gördüğüm eserler muhteşem ve inanılmaz güzeldi. Dedim ki bu sanat neden geri dönmesin, sanata çıkış yolum bu oldu. Sıradan bir resim öğretmeniydim, hatta yükseköğrenime de gitmemiştim, köy öğretmeniydim o yıllarda. Bu sanat zevkini hocalarımız bize aşılamışlardı. “Çini Bir Göz Musikisidir” Ecdadımız inanılmazı gerçekleştirmiş, imkânsızı başarmış bu sanat dalında. Çini sanatında estetik, zarafet ahenk ve denge var, kompozisyon güzel, kısacası her şey var. Öncelikle bu sanatın adını değiştirmek lazımdı. Çini nedir diye sorduğumuzda, genelde bir seramik türüdür yanıtını alırız. Ama bana göre çini; bir göz musikisidir, bu musikinin notaları da laleler, karanfiller, sümbüller, güllerdir. Hiçbir müzisyen iki notadan beste yapamaz, ama biz sadece mavi ve beyazı kullanarak çok güzel besteler ve kompozisyonlar yaparız. Diğer bir anlamda çinileri incelediğim zaman orijin renkleri mercanı, turkuazı ve zümrüdü gördüm. Bunlar mücevherdi, atalarımı- www.ozelkalem.org 25 EL SANATI zın ufkuna, anlayışına bakar mısınız? Yani kıymetli taşların rengini sırın altına gizlemişler, mücevher renklerinin bulunduğu mekânlarda yaşamayı istemişler. Neden? Çünkü bu kıymetli taşlar insana pozitif enerji yüklüyor ve huzur veriyor. Kanuni Sultan Süleyman ile ilgili bir anekdot aktarmak isterim sizlere: Padişah huzura iki sanat erbabını kabulde tereddüt etmiyor, birisi terzisi, diğeri İznikli ustalar. Araştırıldığında bakıyoruz ve görüyoruz ki, terzisi kendi süsü, çini sarayın süsü. Sanatkârlar padişaha eser sunacağı için heyecanla geliyor huzuruna. “Sizin için yaptım hünkârım” diyor. Padişah da ‘iki kese altın verile’, ‘üç kese altın verile’ diyerek onları ödüllendiriyor. Sanatkârın karnı tok, sırtı pek, mutlu, huzurlu, daha güzel eserler yapmak için heyecan içinde atölyesine dönüyor. 700 Yıllık İmparatorluğun Sanatı: Çini Çini sanatı 700 yıllık imparatorluğun sanatıdır. Dünya üzerinde hiçbir ülkenin böyle bir sanatı yok, çini bizim öz sanatımız, Türk’lerin, koskoca imparatorluğun sanatı. Sarayın sanatçıları Allah’ın yarattığı güzellikleri öylesine güzel irdelemişler, öyle detaya inmişler ki, detaya indikçe güzellikleri görmüşler. Önce kâğıda, ardından toprağa, sonra da fırına göndermişler ve en sonunda bu güzellikler çıkmış ortaya. Çininin renklerinden bahsedelim biraz da, mavi, yeşil, turkuaz ve kırmızı, oldukça kısıtlı. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettiği zaman dünyanın her yerinden hediyeler gelir saraya, Japonya ve Çin’den de porselen hediyeler gelmiş. Bu porselenler sadece mavi ve beyaz renkliymiş. Padişah sanatkârlarına şöyle buyurmuş; “Daha güzeli yapıla!” Mavi ve beyaz renk yok sadece tabiatta. Sarayın bahçesinde laleler, karanfiller, sümbüller, şakayıklar, çiğdemler var. Sarayın sanatkârları, renk arayışına girmişler. Önce turkuazı yani bizim öz rengimizi, sonra zümrüt yeşili, sonra mercanı eserlerine taşımışlar. Mercan, 1550-1575 yılları arasında hayatta kalmış, ondan sonra ise artık üretilmemiş. Çünkü mercan kırmızının sırrını bir usta yakalamış, formülü de hiç kimseye söylemediği için kendisi ile beraber toprağa gömülmüş. 1991 yılına kadar durum böyle. 1991 yılında âcizane bana nasip oldu mercan rengini bulmak. Mercanla ilgili on yıllık bir araştırmam vardı. Her fırında kırmızıyı test ediyordum. 1991 yılında İstanbul Güzel Sanatlar Fakültesi’nde sergi açtığım zaman fakültenin dekanı Prof. Nurhan ATASOY… “Evlat bu iş 26 YAZ2014 tamamdır, ben basını çağırıyorum,” dedi. Hürriyet Gazetesi’ne “İşte tarihteki mercan geri döndü,” dedi. Analizler, uranyum madeninin olduğunu gösteriyor mercanın içinde, demir, selenyum var. Test yapa yapa tekrar hayata geçirdim mercan rengini. İstanbul Güzel Sanatlar Fakültesi’nde çok önemli bir profesör olan rahmetli Prof. Dr. Muhsin Demironat’ın öğrencisisiniz. Mercan çalışmalarınızda Muhsin Bey ile çalıştınız mı? Şuan söyleşi yaptığımız bu odaya da onun adını verdim. 1975 yılında rahmetli Vehbi Koç, Muhsin Hoca, diğer değerli kişiler, bu sanatı yeniden canlandırın demişler. Vehbi Koç’a Kütahya’dan çiniler götürmüşler. Fakat götürülenler daha önceki gibi güzel değilmiş. Bu yıllarda yapılan çiniler son derece ilkel. Vehbi Koç, Ticaret Odası’na bir yazı yazıyor, diyor ki; “Kursiyerlere hem 10 lira yevmiye verin, bu sanat gelişsin.” Ben o yıllarda İstanbul’da Türk çini sanatını geliştirme kursuna gittim. O zaman iki tercihim vardı, ya tatile ya da bu kursa gidecektim, ben kursa gitmeyi seçtim. Muhsin Hoca o zaman 60’lı yaşlardaydı. Bir hatıramı aktarmakta yarar görürüm: Hatai çiçeği; marulun stilizasyonudur. Bunu derste çizdim götürdüm. ‘Olmamış evlat’ dedi. Bir daha, bir daha derken, 8-10 defa çizdim götürdüm. ‘Olmamış evlat’ dedi, ama biliyorum ki olmuş, çizdiğimin farkındayım. Sonra boş bir kâğıdı hocaya götürdüm, ‘çizer misiniz hocam?’ dedim. Çizdi, aldım ve yerime geçtim. Beş-on dakika sonra tekrar götürdüm, ‘nasıl olmuş’ dedim. ‘Olmamış’ dedi. ‘Siz çizdiniz’ dedim. ‘Bak evlat!’ dedi, ‘ben çizdiysem de olmamış, sen çizdiysen de olmamış, çiz evlat, çiz!’ dedi ve ardından ekledi ‘Bu sanat çizgi sanatı, bu bileğin ve sağlığının kıymetini bil, ecdadın yaptıklarını tekrar etmeye ömrünüz yetmez, siz güzeli yeniden yorumlamaya bakın’ dedi. Biz de Zeki Müren’i olduk bu sanatın. Güzeli özleyen güzeli bulur, güzellik yolunda hareket eden mutlaka güzele ulaşır. Ferhat gibi, Kerem gibi, diğerleri gibi. Yurtdışında birçok sergi açtınız? Nasıl karşılıyorlar sizi ve eserlerinizi? Dünyaya tanıtabildik mi çiniyi? Yurtdışında 47 sergi açtım, yakın zamanda İngiltere’deydim. Hiçbir eserim geri gel- medi, hatta 1994 yılında Indiana da 12 dakika gibi kısa bir zaman diliminde tüm eserlerim tükendi. Bizim sanatımızı bizden çok daha iyi tanıyorlar, kısacası bizi bizden daha iyi biliyorlar. Bunun çilesini biliyorlar, incelemişler, okumuşlar, gezmişler, görmüşler, beyinlerine nakşetmişler. Eserlere yaklaşmalarını, sizinle konuşurkenki tavırlarını, gözlerindeki ışıltıyı, o nezaketi görseniz, inanılmaz hadiseler bunlar. Dünyanın birçok yerinde onure edildim. Rektörler, valiler, belediye başkanları, ama en önemlisi ülkemde UNESCO tarafından miras taşıyıcı seçilmemdir. EL Bugünlerde bir modernizasyon akımı var, sizce çininin modernizasyonu mümkün mü? Çiçekler de karakteristik özellikleri bozulmadan yeni uygulamalar yapılabilir. Ama lale lale gibi, karanfil karanfil gibi, gül gül gibi kalmalıdır. Bu çini sanatının özelliğidir. Nasıl alfabenin harflerini değiştiremezsek, çininin de renklerini değiştiremeyiz. Ancak ecdadın yaptığı gibi mücevher rengi ise kullanabiliriz. Örneğin kahverengi ve sarı bu sanatın içinde yoktur. Dört rengimiz var, dördü de mücevher. UNESCO tarafından ‘Yaşayan İnsan Hazinesi’ seçilmeniz size farklı bir misyon yükledi mi? Omzumdaki yük daha da arttı, yolda yürürken bile daha dikkatli oluyorum. Esasen sanatımızın bize yüklediği anlamlar çerçevesinde yaşayan bir insanım. Bundan sonraki günler daha zor, daha güzeli yapmak ve üretmek için. Peki, bu başarı hikâyesi tam olarak nasıl başladı? 1986 yılında Kütahya’da birinci çini sempozyumu düzenlendi, bu sempozyumda üç kategoride yarışma yapıldı. Herkes gibi ben de hazırlandım, yarışmaya daha önceki yılların birincileri de katıldı. Yarışmanın altı yabancı, altı yerli jüri üyesi vardı. Yarışma sonuçları üç kategoride açıklandığında, iki birincilik, bir ikincilik kazandığımda Kütahya’da yer yerinden oynadı. Dediler ki sen nereden çıktın. Bu durum gerek yerel gerekse ulusal basında büyük yankı yaptı. Bu sanatın sizden sonrada var olması için öğrenciler yetiştiriyor musunuz? UNESCO ödülünü aldıktan sonra benim resim öğretmenliğime nokta koyuldu. Fatih Lisesi ve Kütahya Halk Eğitim Müdürlüğü’nde derslere başladım. Sonra Dumlupınar Üniversitesi Rektörü geldi, ‘Zamanın yok biliyorum ama gelmeye, benim öğrencilere ders vermeye mahkûmsun, bu senin görevin’ dedi. Bir tarafta insanlığa hizmet, bir taraftan da geleceğe hizmet var. Sanatın geleceğe çok iyi şekilde ulaştırılabilmesi açısından, bir eğitimci olarak tabi ki üniversiteyi seçtim. 1996-1999 yılları arasında DPÜ’de öğretim görevlisi olarak çalıştım. Hiç unutmam bir öğrencim ‘Hocam bu sanattan ekmek yer miyiz?’ diye sordu. ‘Güzeli yaparsan, doğruyu yaparsan talihlisi bulunur’ dedim. Öğrencilerime nasihatimdir, ‘Sakın bana nikâh davetiyesi göndermeyin, bana sergi davetiyesi gönderin, işte ben o zaman hakkımı helal ederim’ derdim. SANATI sanatçılarını bir araya toplayıp, şehir şehir, liman liman dolaşarak, dünyaya lanse etmelidir. İngiltere’de sergiye giderken, Kütahyalı birçok sanatçının eserlerini de beraberimde götürdüm. Şu hataya asla düşmedim, hani derler ya ne güzel yaratmışsın, haşa öyle bir hadise yoktur sanatta. Biz güzeli yansıtırız sadece, Allah’ın yarattığı güzelliğin yansıtıcısıyız. Bu zevk işidir, gönül işidir, göz işidir. Bir tabak yaparken de bir fincan yaparken de aynı heyecanı yaşıyor musunuz? Sanat değeri açısından eserlerim arasında en büyüğü ile en küçüğü arasında fark yoktur, ancak büyük eser yaptığınız zaman heyecanınız daha büyük oluyor. Bu sanatı yapmak isteyen gençlere tavsiyeleriniz nelerdir? Bu sanata sevdalı herkese kapım açıktır. Bizim zekâtımız öğretmektir, öğretirseniz sanatın zekâtını vermiş, öğretmezseniz öbür dünyaya borçlu gitmiş, ibadetinizi eksik yapmış olursunuz. İnsanlığa borcum var, ne kadar fazla eser üretirsem o kadar borcumu ödemiş sayarım kendimi. Beş binin üzerinde eser yaptım bugüne kadar. Halen öğrenci yetiştiriyorum, kapımı kim çaldıysa, aralanmıştır. Sevdalı olana, hak edene de kendime ait özel formülleri de (mercan haricinde) verebilirim. Mercanın formülünü sadece oğluma verdim. UNESCO ödülünde ‘elini kime verdin’ diye sordular, oğluma verdiğimi belirttim. Kütahya’nın gelişmesi, Kütahya’nın bu sanata katkısının artması anlamında gerek iş dünyasına gerek gençlere yönelik söylemek istedikleriniz var mı? Bu şehir satılmalıdır, bu şehrin değerleri pek çoktur, bu şehrin değerlerini önce ülkemize sonra tüm ülkelere tanıtmak zorundayız. Bu şehri yönetenler, şehrin ileri gelenleri www.ozelkalem.org 27 EĞİTİM Değerler eğitimi; aile, toplum ve devletlerin ayakta kalmalarını sağlar. İnsanoğlunun yaratılışından günümüze kadar değerler hep var olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Ulusal ve uluslararası ölçekte değerler eğitimi hemen hemen bütün ülkeler için önem arz etmektedir. Değerler Eğitimi Dr. Mehmet Karasu MEB Bakan Yardımcısı Danışmanı 28 YAZ2014 Geleceğin bekası için çocuklara ve gençlere millî ve manevi değerler başta olmak üzere evrensel değerlerde kazandırılmalıdır. Temel insani değerleri benimsemiş bireyleri yetiştirmek, aile, toplum ve devletin başlıca görevleri arasında olmalıdır. Değer, bir nesneye, varlığa veya faaliyete, bireysel ve toplumsal açıdan tanınan önem ya da üstünlük demektir. Değerler, sosyal yaşantıyı oluşturan olgulardır. Bu olgular, bir kişinin veya bir grubun kabul ettiği inanç ve ahlâk standartlarıdır. Bireylerin yaşam biçimini gösteren değerler, nesilden nesile aktarılan bir mirastır. Değerler, bireylerin toplum içindeki sosyal rollerini gösterir. Medeniyetlerin oluşumundaki temel taşlardan biri değerler eğitimidir. Değerler eğitimi; hak, hukuk, adalet, eşitlik, birlikte yaşama kültürü, dürüstlük, doğruluk gibi birçok kavramı bünyesinde barındırır. Bu kavramlar, insanlarda tutum ve davranışa dönüşerek toplumsal hayatın oluşumunu sağlar. Eğitim, ailede başlar. Değerler eğitimi de ailede başlar. Ailede başlayan değerler eğitimi okulda devam eder ve sosyal yaşantı içerisinde pekişerek kalıcı hale gelir. Eğitim amacı, iyi vatandaş ve iyi insan yetiştirmektir. İyi vatandaş ve iyi insan yetiş- tirmek için de millî ve manevi değerlerin bireylere kazandırılması gerekmektedir. Değerlerin bireylere kazandırılmasında rol model olma iyi bir yöntemdir. Rol model olan bireylerin tutum ve davranışları diğer bireyler tarafından taklit edilir. Örneğin; çalışkanlık, sorumluluk, yardımseverlik ve arkadaşlık gibi değerlere sahip olan kişiler toplumda rol model olarak gösterilir. Yazılı ve görsel medya, değerler eğitiminde önemli bir role sahiptir. Medyada program yapan kişilerin ve rol model olan sanatçıların değerler eğitimi konusunda gerekli hassasiyeti göstermeleri gerekmektedir. Çünkü çocuklarımız zamanlarının büyük bir kısmını yazılı ve görsel medyayı kullanarak geçirirler. Değerler, çoğunlukla toplum tarafından uygun görülen tutum ve davranışları ifade eder. Paylaşmak, çalışkan ve dürüst olmak gibi değerler toplumun dinamik yapılarını oluşturur. Değerleri özümseyen ve değerlere bağlı olarak hayatını devam ettiren devletler muasır medeniyetlerin üzerinde bir medeniyet oluşturabilirler. Örneğin, ikinci dünya savaşı sonrasında Japonya, değerlerine sahip çıkmış ve günümüzde bilim ve teknolojide dünyada ilk sıralarda yer alma hakkını kazanmıştır. Değerler eğitimine ilişkin bir hatırayı sizlerle paylaşıyoruz. Çanakkale ve Millî Şuur Başbakanımız Turgut Özal millî değerlerine sıkı sıkıya bağlı olan Japonların Batı’ya meydan okuyan ilerleyişi karşısında, 1980’li yıllarda Japon eğitim sistemine ilgi duyar. Bu sebeple inceleme ve araştırma yapmak üzere bir Japon Pedagog (çocuk psikiyatristi) heyetini Türkiye’ ye davet eder. Alanında uzman olan bu heyet ülkemizin çok değişik yerlerinde araştırmalar yapar, görüşme ve temaslarda bulunur. Sonra da bütün bu faaliyetlerin sonuçlarını takdim etmek üzere, zamanın Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler ile birlikte Başbakan Turgut Özal’ın huzuruna çıkarlar. Eğitim alanında uzman olan heyetin kararı kısa ve kesindir. Heyettekiler, “Sizin gençlerinizde milli şuur yok” derler. Bu karar, Başbakanlıkta bulunan Türk yetkililer üzerinde bomba tesiri meydana getirir ve büyük bir şok yaşatır. Biraz şaşkınlık biraz da hayret içinde: “Nasıl yani?” diyerek şu soru sorulur: “Peki siz Japonlar, gençlerinize milli şuur verme adına ne yaparsınız? Hangi programı, nasıl uygularsınız?” Bunun üzerine Japonlar bizim açımızdan düşündürücü olan şu cevabı verirler: “Biz, sizden aldığımız “AMİN ALAYI” (Osmanlılarda çocuğun yaşı 4 yıl, 4 ay, 4 gün olunca Amin Alayı denen bir törenle eğitime başlatılırdı.) ile eğitime giriş yaparız. Ve ilk eğitime şok testler uygulayarak başlarız. Bu çocukları uçak kadar hızlı giden trenlere bindirir ve çok katlı yollardan geçiririz. En üstün teknolojiyle ve robotlarla çalışan dev fabrikalarımızı gezdiririz. Bu baş döndürücü teknoloji karşısında sarsılan ve şok olan çocuklarımıza deriz ki: “Gördüğünüz bu hızlı trenleri ve üstün teknolojiyi sizin atalarınız yaptı. Eğer siz daha çok çalışırsanız, daha hızlı giden ulaşım araçları yapar, daha üstün teknoloji meydana getirir, daha gelişmiş ve modern fabrikalar kurarsınız.” Daha sonra da bu çocukları Hiroşima ve Nagazaki’ye götürüp gezdiririz. İkinci Dünya Savaşı’nda atom bombasıyla yerle bir edilen bu bölgeleri biz, gelecek nesillere ibret olsun diye aynen koruruz. Buraları çeşitli bilgiler vererek onlara gezdirir ve gösteririz. Atom bombasıyla hiçbir canlının ve bitkinin yaşayamaz hale geldiği bu yerleri çocuklarımız büyük bir dikkat ve hayretle seyrederler. Bu gördükleri manzaralar onların taze hafızalarında hiçbir zaman silinmeyecek derin izler bırakır. Ve yine deriz ki: “Eğer siz çalışmazsanız, vatanınızı korumaz, milletinizi sevmezseniz, birlik ve dirlik içinde olmazsanız; işte böyle düşmanlar sizin ülkenizi bombalar, yakar, yıkar ve yaşanmaz bir hale getirirler. Ama çalışırsanız, güçlü olursanız yücelir ve milletiniz yükselir. Dünyadaki bütün insanlar size saygı duyarlar. Artık çalışmak ve çalışmamak konusunda kararınızı siz verin.” Bu ikinci şokla çocuklarımız kendilerine gelerek iyi ve çalışkan bir Japon olmaya doğru ilk adımı atmış olurlar. Böylece ‘Milli Bir Şuur’ kazanırlar.” Tam bu sırada orada bulunan Türk yetkililerden biri: “İyi de bizim Hiroşima ve Nagazaki’miz yok ki” der. Bunun üzerine Japonlar der ki: “Sizin binlerce Hiroşima ve Nagazaki gibi değerleriniz var. Bizimkilerden çok daha etkili ve tesirli tarihi bölgeleriniz var. Birinci Dünya Savaşı içinde meydana gelen ve bir metrekareye altı bin merminin düştüğü Çanakkale Zaferi’nin kazanıldığı bu bölge; çocuklarınız ve gençlerinizin şok olması için yeter de artar bile…” Bu hatıradan yola çıkarak, değerler eğitimi ile ilgili aile eğitimlerinin yapılması, okullarda değerler eğitimine yönelik sosyal çalışmaların gerçekleştirilmesi, yazılı ve görsel medyada değerlerimize yönelik programların arttırılması hususunda başta Millî Eğitim Bakanlığı olmak üzere ilgili diğer bakanlıklardan bir komisyon oluşturularak çalışmalara bir ivme kazandırılmalıdır. www.ozelkalem.org 29 SOSYAL SORUMLULUK Üstün Zekalı Çocuklar TÜZDEV Çatısı Altında Toplanıyor Bir çok ailenin hayalidir, yaşıtlarından farklı, üstün zekalı bir çocuğa sahip olmak. Doğduğu andan itibaren hareketlerinde, davranışlarında, konuşmalarında farklılık ararlar. Aslında bu çok doğru bir davranıştır. Çünkü bir çok üstün zekaya sahip çocuk ilk yıllarda farkedilip, uygun eğitim almadığından maalesef toplum içinde kaybolup gitmektedirler. Üstün zekalı çocukların fark edilmesi ve doğru eğitim görebilmeleri 30 YAZ2014 için, ailelere, eğitmenlere büyük görev düşmektedir. Türkiye Üstün Zekâlı ve Dâhi Çocuklar Eğitim Vakfı (TÜZDEV), yaklaşık 10 yıldan bu yana bu çocukların farkedilip, topluma kazandırılabilmesi için çok önemli çalışmalar yapıyor. Farklı şehirlerde “Dahiler Okulu” açmak için çalışmalarda bulunan Vakfın Genel Başkanı Op. Dr. Kemal Tekden, üstün zekalılık ve vakfın çalışmaları hakkında dergimize bilgi verdi. TÜZDEV’in kuruluş aşamasından ve hedeflerinden bahseder misiniz? Yaklaşık 10 yıldan beri, özel yetenekli ve deha çocuklarla ilgili konuşmalar yapıyor, bu konuya ilgi çekmeye çalışıyorduk. Açtığımız okullarda da (Tekden Kolejleri) bu çocuklarla ilgileniyorduk. Son senelerde bir kısım gönüllü arkadaşlarla bu çalışmalarımızı ilerlettik ve 2012 yılında vakfımızın kuruluşunu resmen gerçekleştirdik. Bu konuya gönül vermiş, SOSYAL SORUMLULUK Türkiye Üstün Zekâlı ve Dâhi Çocuklar Eğitim Vakfı (TÜZDEV), yıllardır dahi ve üstün yetenekli çocuklar için kamuoyunda farkındalığı arttırmak, özel yetenekli çocukları tanıyan ve onlara yaklaşım yöntemlerini bilen eğitimciler yetiştirmek, velileri bilinçli hale getirmek ve bu çocukların zekâ seviyelerine uygun hem millî hem de evrensel ufukla yetişmelerini sağlamak amacıyla çalışmalar yapıyor. başta eğitimciler olmak üzere sanatçılar, psikologlar, rehberlikçiler ve bilim insanı arkadaşların da içinde olduğu yaklaşık yüz kişilik bir uzman kadroyu bir araya getirdik. Maksadımız, en başta bu konuda kamuoyunda farkındalığı arttırmak, özel yetenekli çocuklarımızı tanıyan ve onlara yaklaşım yöntemlerini bilen eğitimciler yetiştirmek, velileri bilinçli hale getirmek ve sonunda da en önemlisi bu çocuklarımızın zekâ seviyelerine uygun hem millî hem de evrensel ufukla yetişmelerini sağlamaktır. Bilindiği gibi bu çocuklar bütün milletlerin yerüstü hazineleridir ve Allah’ın bütün toplumlara bir lütfudur. Bu ilahî hediyeyi en iyi şekilde değerlendirmek bizim vazifemizdir. Vakıf, üstün zekâlı ve dâhi çocukların eğitimi için ne tür çalışmalar yapıyor? Her şeyden önce bu çocukların analiz edilerek bütün yönleriyle tanınmaları, zekâ seviyelerinin tespit edilmeleri, yeteneklerinin ortaya çıkarılması bizim için önemli. Yani her bir özel çocuğu “keşfetmek” ilk aşama. Daha sonra, bu çocukların öncelikle kimlik sahibi olmalarına gayret ediyoruz. Onların bu ülkeye bağlı bireyler olmalarına önem vermekle birlikte, aynı zamanda evrensel ufuk sahibi olmaları için de elimizden ne gelirse yapıyoruz. Çünkü “millî olmadan evrensel olunmaz.” Şu an henüz vakfa ait bir okul olmadığından, şimdilik hafta sonları zenginleştirilmiş eğitim vermeye gayret ediyoruz. Yaptığımız aktif atölye çalışmalarıyla çocukların çok yönlü yetişmelerine çalışıyoruz. Bu yönde bilim insanlarımızın da desteğini almaktayız. Bu çalışmaları, çocukların çocukluklarını da ihmal etmemek için eğlenceli hale getirmeye çalışıyoruz. Çünkü onların akıl yaşları ne olursa olsun her zaman birer çocuk olduklarını da bilmek gerekiyor. Çocuklarımıza yönelik çalışmalarımız ailelerin de destek eğitimleriyle devam ettiriliyor. Üstün zekâ ve dâhilik ne demektir? Örneklerle açıklayabilir misiniz? Zekâ kısaca idrak kabiliyeti olarak açıklanabilir. Olayları ve çevreyi algılamak insanın zekâsıyla mümkündür. Üstün zekâ ise bunun çok daha hızlı ve yüksek seviyede olmasıdır. Mesela eğitimci, bir konuyu anlattığı zaman geçirildikten sonra uygun şartlar oluşmuşsa “Dâhi” olarak ortaya çıkabilir. Çünkü dâhiler orijinal tiplerdir ve toplumların önünü açabilecek lider tabiatlı büyük insanlardır. İyi ve uygun şartlarda eğitim olmazsa bu dehalar kaybolur, hatta bazıları akıl hastası, bazıları da isyankâr birer terörist olabilirler. TÜZDEV tarafından geliştirilen projeler hakkında bilgi verir misiniz? Şu ana kadar, başta İstanbul ve Kayseri’de olmak üzere birkaç ilde öğretmen ve veliler için sertifika programları yaptık. İstanbul Eğitim-Bir-Sen 4 Nolu şube ile de böyle bir çalışmayı İstanbul Kartal ilçesinde gerçekleştirdik. Vakfımızın alt yapı ve tüm hazırlıklarını üstlendiği, İstanbul Üniversitesinin ortak olduğu Ümraniye Belediyesi adına yapılacak olan ‘’Daha Çok Dâhi Çocuk’’ projesi üstün zekâlı ve dâhi çocuklara yönelik zenginleştirilmiş, derinleştirilmiş ve hızlandırılmış müfredat oluşumuna katkı sağlayacak büyük bir projemiz İstanbul Kalkınma Ajansı tarafından kabul edildi, inşallah yakında bu çalışma da başlayacak. TÜZDEV olarak bu projenin saha ve operasyonel yöOp. Dr. Kemal Tekden netimini yapacağız. Şu günlerde, TÜZDEV Başkanı Üsküdar Üniversitesinin mekânını kullanarak bir kısım çocuklarımızın zenginleştirilmiş eğitimlerini devam ettiriyoruz. Bu çalışma normal zekâda bir insan 2-3 defada anlıyorKayseri’de de tekrarlanmaktadır. Geçtiğimiz sa, üstün zekâlı bir çocuk bir seferde anlayayıl içinde strateji geliştirmek gayesiyle eğitimbilir. Yani leb demeden… Bu çocuklar genelci uzman ekibimizle üç günlük “çalıştay” yaplikle erken ve yardımsız okurlar, çevreye kartık ve adeta bir beyin fırtınası oluşturduk. Bu şı çok fazla merak içindedirler. Bu yüzden yıl, başlattığımız üniversitelerle işbirliğine, İsçok sorgularlar etrafı. Zekâ seviyesinin tespit tanbul Üniversitesi, Sabahattin Zaim Üniveredildiği testlerde bu çocukların IQ derecesi siteleriyle devam etmekteyiz. Bunu farklı üni120’nin üzeri bulunur. Bu seviye, 160 ve üzeversitelerle de devam ettirme azmindeyiz. rine çıktığı zaman deha bir zekâdan bahsediAnkara’da ise Türk Hava Kurumu Üniversitelir. Bu çok daha yüksek bir idrak ve algı halisi ile görüşmelerimiz devam etmektedir. Bu dir. Bu çocuk, millî ve evrensel bir eğitimden arada, TÜZDEV Yayınevi kuruldu ve yazdığıwww.ozelkalem.org 31 SOSYAL SORUMLULUK mız “İnsanın Sırrı” kitabıyla vakfımız yayın hayatına başlamış oldu. Şu anda gerek bu çocukların tanınmasını, gerekse onlara yönelik yaklaşım yollarını anlatan ve zekâ oyunlarına yönelik kitaplar çıkarma yönünde gayret içindeyiz. Bu günlerde Millî Eğitim Bakanlığımız ile ortak çalışmalar yapmak için bir protokol yapma çalışmalarımız da devam etmektedir. Bakanlığımızın bu konudaki duyarlılığını görmekten oldukça mutlu olduğumuzu ve Ba- dirler. Böylece bir avantaj, toplum için bir dezavantaja dönebilmektedir. Bu çocuklar için mutlaka bir profesyonel destek gerekli hale gelmiştir artık. Bu yüzden o noktada işte bizim TÜZDEV gibi kuruluşlar devreye girecektir. Öncelikle yapılacak çeşitli testlerle çocukların zekâ seviyeleri ve çeşitleri ortaya koyulmaya çalışılacaktır. Bu analiz sonuçlarına göre çocuğa yaklaşım yöntemleri önemlidir. Daha küçük yaşlardaki çocuklara bu destekler kanımız Sayın Nabi AVCI başta olmak üzere destek ve katkı sağlayan herkese teşekkür etmenin bir borç olduğunu ifade etmek istiyorum. Bu yüzden, çok kısa bir süre içinde bu çalışmamızın sonuçlanacağına inanıyorum. verilebilir, ama henüz Türkiye’de bu alt yapı tam olarak oluşturulamamıştır. Amacımız, bu çocukları küçük yaşlarda alıp, yetişkin hale gelene kadar ilgilenmektir. Bu konuda vakfımız, tamamen gönüllülük esasına göre çalışmaktadır. Çocuklarında yaşıtlarından daha üstün bir zekâya sahip olduğunu hisseden aileler nasıl bir yol izlemeliler? Vakıf olarak hangi aşamada çocuklarla ilgilenmeye başlıyorsunuz? Farklı zekâya sahip çocuğu olduğunu hisseden aileler, her şeyden evvel sevgi ve ilgileriyle onlara daha yakın durmalılar ve bunu da hissettirmeliler. Bu tür çocuklar genellikle kendilerini toplumda yalnız hissederler. Ailelerin onlardan bu yalnızlık duygusunu mümkün olduğunca uzaklaştırmaya çalışmaları gerekmektedir. Onların meraklı sorularına bıkmadan cevap vermeliler. Bu sevgi ve ilgiyi çevreden göremezlerse, maalesef isyankâr olabilmekte veya ruhen hastalanabilmekte- Üstün zekâlı çocuk nasıl bir eğitim almalıdır? Bu eğitim ne zaman başlamalıdır? Üstün bir zekâya sahip olduğu tespit edilen bir çocuk bizce farklı eğitim kurumlarında okutulmalıdır. Bizim düşüncemiz, çocukların zekâ seviyelerine göre ayırt edilip okutulmaları yönündedir. Bu durumda sosyalleşme sıkıntısı yaşanacağı söylenmektedir. Bu kısmen doğru olmakla birlikte, ayrı okutulacak olan bu çocukların bizim kendi kültür değerlerimizle mücehhez hale getirildikleri zaman toplumdan kopacaklarını kimse söyleyemez. Çünkü Müslüman Türk kültürüne ait tevazu, sorumluluk ve diğerkâmlık gibi değerlerin verildiği, bu yönde idealize edilmiş bir çocuk asla kendini diğer çocuklardan üstün görmez, 32 YAZ2014 narsist bir anlayışa kavuşmaz. Aksine bugünkü kapitalist ortam, çocukları kendine hayran, başkalarıyla empati kuramayan çocuklar ortaya çıkarmaktadır. Bu durumdan batılı sosyal psikologlar da şikâyetçidir. Çünkü bütün toplumlar için tehlike içermektedir, sonuçta kural tanımayan, sadece kendi mutluluğunu hedefleyen böyle bir nesil toplumsal bağları yok eder. Bizim anlayışımıza göre, her çocuk kendi zekâ seviyesine ve çeşidine göre eğitim almalıdır. Bunun dünyada örnekleri çoktur. Başta İsrail, ABD, Hollanda ve G. Kore gibi ülkelerde bu çocuklar çok özel eğitimlere tabi tutulmaktadırlar. En iyi şekilde analiz edilen çocuklar zekâ ve yeteneklerine göre eğitilmekte ve yönlendirilmektedirler. Mesela İsrail’deki Ofec Okullarında, görsel zekâsı yüksek, estetik anlayışı güçlü bir çocuk tasarımcı ya da mimar olmaya teşvik edilmekte, matematik zekâsı yüksek, hesap yapmayı seven çocuklar ise genellikle bankacılığa yönlendirilmektedirler. Aslında bilindiği gibi, bu yöndeki dünyadaki ilk örnek Osmanlı’nın Enderun Okullarıdır. Farklı etnik kökenli zeki çocuklar burada eğitilmiş, adeta Osmanlı’nın eğitim üssü gibi çalışmıştır. Enderun’dan Sokullu gibi, Mimar Sinan gibi nice dâhiler yetişmiş ve hiç biri de devlete isyan etmemiştir. Bugün de kendi insanî değerleriyle donatılan çocuklar, dünyanın en ileri bilimsel anlayışıyla orijinal birer birey halinde yetişmelidirler. Dünyaya bilim, sanat ve kültür açısından adeta meydan okuyacak olan bu gençler kendi kimliklerini de asla inkar etmeyeceklerdir. Vakfın ileriki aşamalarında gerçekleştireceği plan ve projelerden bahseder misiniz? Vakfımız, Millî Eğitim Bakanlığı ile yapacağı protokolden sonra “kamu yararına vakıf” statüsü almayı hedeflemiştir. Eğitimlerimizin yanı sıra gerek süreli yayınlarla, gerekse internet ortamından insanlarımızı bu konuda aydınlatmaya gayret edecektir. “Eğitim ve Zekâ” gibi ulusal ve uluslar arası kongreler düzenlenecektir. Türkiye’nin birkaç yerinde “Dâhiler Okulu” açılacaktır. Yeteneklerin ortaya çıkmasına yönelik Türkiye geneli birçok yarışmalar düzenlenecektir. Bu çocukların tanınmasında yerli testler geliştirme ve bize ait bir eğitim müfredatı yapılması programımız dâhilindedir. Her yıl bu alanlarda güçlü stratejik çalışmalar oluşturmak gayesiyle “çalıştaylar” tertip edilmeye devam edilecektir. Açıklamalarınız için teşekkürler. Ben de bu fırsatı verdiğiniz için TÜZDEV adına teşekkür ederim. KURUMSAL Garanti Sonrası Servis Hizmetleri Piyasasının Yeni Lideri 34 YAZ2014 KURUMSAL Garanti sonrası servis hizmetleri piyasasına üretici firmalara karşı rekabet ortamını yaratmak için 2008 yılında yola çıkan Siemed, biyomedikal servis hizmeti konusunda sadece Türkiye’de değil, Dünya genelinde hizmet veriyor. Siemed Tıbbi Sistemler, Cengiz Doğru ve arkadaşları tarafından Türkiye pazarında garanti sonrası servis hizmetleri konusunda eksikliği gidermek, piyasada rekabet ortamını yaratarak hem ucuz hem de kaliteli hizmet anlayışı ile kuruldu. Garanti sonrası servis hizmetleri dünya genelinde büyük bir pazarı oluşturuyor. Bu pazardaki en büyük oyuncular ise yine bu cihazları satan üretici firmalar. Piyasada oluşan bu tekel, 2008 yılında Siemed’in kuruluşu ile kırılmaya başlıyor. Siemed Tıbbi Sistemler Genel Müdürü Cengiz Doğru süreci “Biz yıllarca Siemens teknik hizmetlerde yöneticilik yaptık. Kazandığımız deneyimlerle bu işleri yapabileceğimizi gösterdik. Milyar dolarlar büyüklüğündeki pazar sadece ana üreticilerin tekelinde iken, Siemed kurulduktan sonra rekabet ortamı yaratılmış oldu. Bağımsız servis organizasyonları ile ana üreticilere karşı bir direnç oluştu.” şeklinde yorumluyor. 2008 yılında sadece üç kişi tarafından kurulan Siemed, bugün 60 kişilik bir personelle hizmet veriyor. Gurur Duyuyoruz Üç yılda kat edilen yolu büyük bir başarı olarak gören Doğru,“Cihazlar genellikle karsız, çok düşük maliyetlerle satılıyor. Fakat garanti sonrası bakım onarım hizmetlerinden gelen ciro çok yüksek. Hedef zaten garanti sonrası servis hizmetleri pazarı. Biz piyasaya girerek, üretici firmalara garanti sonrası servis hizmetleri konusunda rakip olduk.” diyor ve ekliyor: “Şu anda Türkiye’de diğer üretici firmalardan ayrılan arkadaşlara öncülük ettiğimizi düşünüyoruz. Çünkü bizden sonrakiler de üretici firmalardan ayrılarak bağımsız servis organizasyonlarını kurdu. Ülke ekonomisine katkıda bulunuyorlar. Bununla da onur ve gurur duyuyoruz.” Hastaneler açısından bu hizmetin hem büyük bir kolaylık hem de maliyetlerin büyük oranda aşağı çekilmesi anlamına geldiğini belirten Doğru, şöyle devam ediyor; “Garanti sonrası servis hizmetlerinde 50-60 firmayla anlaşma yapmak gerekiyordu. Bağımsız hizmet organizasyonu ile bu tek muhataba düşüyor. Hastanelerimizde makine parkuru, laboratuar ve personel bulundurduğumuz için oluşabilecek her türlü sorunda anında hizmet verebiliyoruz. Yani kısaca hastanelere ‘Siz sadece sağlığa odaklanın, gerisi bizim işimiz’ diyoruz.” Siemed yurtiçi ve yurtdışına verdiği eğitimlerle de sektörde yerini sağlamlaştırıyor. “Eğitim konusunda çalışmalarımızı ihmal etmiyoruz. Yurtdışında çok fazla eğitimli insan yok. Bu yüzden oralardan da bize eğitim talepleri gelmeye başladı. Ankara ve İstanbul’da eğitimler düzenledik. Almanya’da cihaz başında Rusya’dan, Ukrayna’dan, Bulgaristan’dan, Amerika’dan ve Brezilya’dan gelen servis mühendislerine eğitimler verdik.” diyen Doğru, kurum içi eğitimlere ise hiç ak- satmadan devam ettiklerini, deneyimlerini genç mühendislerle paylaştıklarını belirtiyor. Yurt dışında özellikle medikal kapsamdaki uluslararası kongre ve fuarlara katıldıklarını belirten Doğru, yabancı cihazların Türkiye pazarına girmeye çalıştıklarını ifade etti. Türkiye’de garanti sonrası servis hizmetlerindeki eksikliğin yurt dışındaki ülkelerde de olduğunun altını çizen Doğru, geliştirdikleri network ile yurt dışına açılma imkanı duyarak, bunu gerçekleştirdiklerini belirtiyor ve şöyle devam ediyor; “Her katıldığımız organizasyonda yeni bir network edindik. Bu network sayesinde ülkelerde uygun parkurlar bularak yurt dışına da servis hizmetlerini ihraç etmeye başladık. Bununla hem Türkiye ekonomisine hem de Türkiye tanıtımına katkı sağlıyoruz.” Özellikle yurtdışındaki ağı genişletmeyi amaçladıklarını belirten Doğru, Kore, Sırbistan, Kosova, Bulgaristan, Rusya, Ukrayna, Kazakistan, Irak, Azerbaycan, Sudan, Yemen, Nijerya gibi ülkelerde de servis hizmetleri ihraç ettiklerini belirterek şöyle devam ediyor. “Özellikle Malezya ve Kore’de büyük işlere imza atarak, yurtdışında yolumuza devam etmek istiyoruz. Yurt içinde ise biyomedikal servis yönetimini kamu hastaneler birliği ya da üniversitelere uyguluyoruz. Türkiye’de yaklaşık olarak 20’den fazla kamu hastaneler birliği yani şehir hastanesi projesi var. Bunlar yap-işlet-devret modeliyle uygulanıyor. Bu aşamada verdiğimiz biyomedikal servis yönetimi hizmetini şehir hastanelerinde yaygınlaştırmak istiyoruz. Çünkü bu hizmet tamamen kamuya yarar sağlıyor.” www.ozelkalem.org 35 SAĞLIK Topraktan Fışkıran Sağlık: Termal 36 YAZ2014 SAĞLIK Türkiye, jeotermal kaynaklar açısından Dünyada ilk yedi ülke arasında yer almakta olup, Avrupa’da kaynak potansiyeli açısından birinci, kaplıca uygulamaları konusunda ise üçüncü sıradadır. Günlük yaşamın sıkıntıları, yorgunlukları, zamana karşı yarışı sonucu insanoğlu mevcut potansiyelini artırmak için farklı yöntemler arayışına girmiştir. Hem ruhsal hem bedensel sıkıntılarını çözme arayışıyla yüzyıllar öncesinden kalma bir tedavi yöntemi yeniden gün yüzüne çıkmış, bu kaynaklara sahip olan bölgeler önem kazanmaya başlamıştır. Birçok rahatsızlığa ilaç olan termal kaynaklar son yıllarda en gözde turizm kaynaklarından biri aynı zamanda. Her yıl verdikleri şifa derecelerine göre bulundukları şehirlere hem yurtiçinden hem yurtdışından yüzlerce turist çeken termal tesisler bölgeye de önemli bir istihdam sağlıyorlar. Ülkemizde özellikle son yıllarda büyük ivme kazanan termal turizmi sadece yurt içi değil yurt dışından da turistleri ülkemize çekmeyi başarıyor. Termal turizmin geliştirilmesi yönünde Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan Türkiye Turizm Stratejisi ve Termal Turizm Master Planı, kapsamında çalışmalar yürütülüyor. Türkiye, termal su kaynakları bakımından büyük bir öneme sahip bir ülke. Ülkemizin termal suları, hem debi ve sıcaklıkları hem de çeşitli fiziksel ve kimyasal özellikleri ile Avrupa’daki termal sulardan daha üstün nitelikler taşıyor. Son yıllarda ülkemizde hızla gelişen sağlık turizmi, termal yatırımları da hızlandırdı. Termal kaynak açısından dünyada 7. sırada olan Türkiye’de birçok termal otel hizmet veriyor. Termomineral su banyosu, içme, inhalasyon, çamur banyosu gibi çeşitli türdeki yöntemlerin yanında iklim kürü, fizik tedavi, rehabilitasyon, egzersiz, psikoterapi, diyet gibi destek tedavilerinin birleştirilmesi ile yapılan kür (tedavi) uygulamaları yanı sıra termal suların eğlence ve rekreasyon amaçlı kullanımı ile meydana gelen turizm türüdür. Termal Kaynak Açısından 7’inci Sıradayız Türkiye’nin genç yapılı yani 3’üncü jeolojik zamanda oluşan bir ülke olmasından dolayı termal kaynakları yaygın olarak görülüyor. Türkiye jeotermal kaynaklar açısından Dünyada ilk yedi ülke arasında yer almakta olup, Avrupa’da kaynak potansiyeli açısından birinci, kaplıca uygulamaları konusunda ise üçüncü sırada yer alıyor. Türkiye’de bulunan termal kaynaklar sıcaklıkları 20 - 110 C arasında, debileri ise 2 – 500 lt/sn arasında değişebilen 1500’den fazla kaynağa sahip bulunuyor. Sağlık ve Termal Turizmin geliştirilmesi amacıyla Sağlık Bakanlığı tarafından başlatılan “Termal Turizm Kentleri Projesi” kapsamında ülkemizdeki jeotermal potansiyeller dikkate alınarak bölgesel olarak yeni alanlar tespit edildi. Bu çalışma kapsamında jeotermal kaynak potansiyelinin belirlenmesi ve buna bağlı olarak belirlenecek öneri alanlarında mülkiyet araştırılması yapılması, altyapı imkânlarının saptanması, alternatif turizm türleriyle ilişkilendirilmesi gibi çalışmalar yapılıyor. Diğer turizm türleri ile entegre olabilecek ve destinasyon oluşturabilecek kapasiteye sahip. Güney Marmara Termal Turizm Kentleri Bölgesi (Çanakkale, Balıkesir. Yalova) Frigya Termal Turizm Kentleri Bölgesi (Afyonkarahisar, Kütahya, Uşak, Eskişehir, Ankara) Güney Ege Termal Turizm Kentleri Bölgesi (İzmir, Manisa, Aydın, Denizli) www.ozelkalem.org 37 SAĞLIK Orta Anadolu Termal Turizm Kentleri Bölgesi (Yozgat, Kırşehir, Nevşehir, Niğde) Kuzey Anadolu Termal Turizm Kentleri Bölgesi: Amasya, Sivas, Tokat, Erzincan Doğu Marmara Termal Turizm Kentleri Bölgesi: Bilecik, Kocaeli Batı Karadeniz Termal Turizm Kentleri Bölgesi : Bolu, Düzce, Sakarya Mineral ve Kükürtün Mucizevi Etkisi Termal sular genellikle 56,3 derecede ve akışkan bir halde bulunurlar. İçerisinde yoğun halde kükürt ve 32 farklı mineral içerir. Termal suların özellikleri araştırmacılar tarafından incelendiğinde eşit oranda bulunan bu minerallerin iyileştirici etkisi kanıtlanmıştır. Normalden faklı olarak daha acımsı olan ve keskin bir kükürt kokusu barındıran termallerin kalitesi bulunduğu bölgeye göre değişkenlik gösterebilir. Tesislerde genellikle havuzlarda; Soğuk (34oC'nin altında) Ilık (34-35oC sıcaklıkta) Sıcak (36-40oC sıcaklıklarda) Aşırı sıcak (40-42oC sıcaklıkta) sınıflandırılır. İçmeler (Maden Suları) Herhangi bir yeraltı suyunun maden suyu yani diğer adıyla içmelerden biri olarak adlandırılması için ilk önce, 1 litresinde; en az 1 gm. mineral veya eşit miktarda Kardondioksit, radon gazlarından en az bir tanesi, hidrojen sülfür bulunmalıdır. Termal Suyun Faydaları Günümüzde 15 milyona yakın kişinin kaplıcalardan yararlandığı biliniyor. Olumlu etkileri kanıtlanan bu yaşam pınarlarının nasıl kullanıldığı ise tesislerin uyguladıkları politikalara bağlıdır. Birden çok kullanım alanı ile kişilere farklı seçenekler sunulabiliyor. Genel olarak havuzlarda kullanılan sular fizik tedavi ve rehabilitasyonla birleştiriliyor. Ayrıca; çamur banyosu, gaz banyosu, içme kürleri, solunum yolu ile kür, masaj, psikoterapi, diyet gibi yan tedavilerle birleştirilerek uygulanabiliyor. Türkiye’de termal turizme hizmet veren en önemli kaplıcalardan bazılarının özellikleri şöyle: Afyon-Gazlıgöl Termal Turizm Merkezi: Afyon-Eskişehir karayolu ve demiryolu güzergahları üzerinde olup Afyon’a 22 km. mesafede. Suyun sıcaklığı: 40-71 derece. Romatizmal, kalp ve dolaşım sistemi, böbrek ve idrar yolları, karaciğer-safrakesesi, sindirim sistemi, metabolizma bozuklukları, kemik ve 38 YAZ2014 SAĞLIK kireçlenme ve cilt hastalıklarına karşı iyi geldiği belirtiliyor. Kütahya/Harlek (Ilıcaköy) Termal Turizm Merkezi: Kütahya-Eskişehir yolu üzerinde ve Kütahya’ya 27 km. uzaklıktadır. Suyun Isısı: 25,2 - 43 derece. Romatizmal hastalıklar, karaciğer, safra yolları ve cilt üzerinde etkili olduğu belirtiliyor. Ankara-Kızılcahamam Termal Turizm Merkezi: Ankara’nın Kızılcahamam İlçesi’ndedir. Suyun sıcaklığı büyük kaplıca kaynağında 47 derecedir. İçme kürleri: Karaciğer, safra kesesi, mide, bağırsak ve metabolizma hastalıkları. Banyo kürleri: Kalp, dolaşım bozuklukları, romatizma. Balıkesir-Gönen Termal Turizm Merkezi: Balıkesir’in Gönen İlçesi’nin hemen yanında, Gönen çayı kenarındadır. Suyun ısısı 52 derecedir. İçme kürleri: Karaciğer, safra yolları, böbrek fonksiyonları. Banyo kürleri: romatizma, kırık sekelleri, ağrılı ve iltihaplı kadın hastalıkları, kalın bağırsakların ağrılı, spastik iltihapları, damar sertliği, nörolojik ve vasküler komplikasyon sekelleleri ve nekahet dönemleri. Bursa-Çekirge Termal Turizm Merkezi: Bursa’nın Çekirge mevkiindedir. Suyun ısısı 47-78 derece. Banyo kürleri: Romatizmal sendromlar, hareket sisteminin diğer ağrılı hastalıkları, kronik iltihaplı ve ağrılı kadın hastalıkları, damar tıkanıkları. İçme-banyo kompoze kürleri: Karaciğer, safra yolları, hafif diabet, kriz devrelerinin dışında gut hastalığı, kanda fazla miktarda yağ birikintileri görülen şişmanlıklar. Çanakkale-Ezine-Kestanbol Termal Turizm Merkezi: Çanakkale’nin Ezine İlçesi’ne 15 km. Marmara Denizi’ne ise 2 km. uzaklıktadır. Suyun ısısı ana kaynakta 67 derece, çamur suyunda 68 derecedir. Banyo, çamur banyosu, inhalasyon, serpinti kürleri ile ltihaplı kadın hastalıkları, romatizma, siyatik, kireçlenme, bazı kemik tüberkülozlarında etkili olduğu belirtiliyor. Denizli-Pamukkale Termal Turizm Merkezi: Ege Bölgesinde, Denizli ilinin 20 km. kuzeyinde, tarihi Hierapolis harabelerinin yanındadır. Suyun Isısı: 33-35,5 derece. İçme kürleri: Sindirim sistemi, özellikle mide, bağırsak, karaciğer, safra yolları fonksiyon bozuklukları, safra kesesi ve safra yollarının kronik iltihapları, taşları, şişmanlık, diyabet, gut. Banyo kürleri: Dolaşım sistemine ait hastalıklar, kalp, beyin ve atar damarlardaki iskemik sendromlar, damar sertliği, tansiyon değişimi, bronşiyal astım vakaları. Eskişehir-Sarıcakaya-Sakar Termal Turizm Merkezi: Eskişehir’in Sarıcakaya İlçesi’nde olup Eskişehir’e 33 km. uzaklıktadır. Suyun Isısı: 35 derece. Diyabet, şişmanlık, gut gibi hastalıklarda kanda birikmiş unsurları, bu arada şeker ve yağları temizlediği, asit ürik fazlalığının idrarla atılmasını sağladığı, böbrek taşlarının büyümesine engel olduğu ileri sürülüyor. İzmir Balçova Termal Turizm Merkezi (Agamemnon Termal Tesisleri): İzmir Adnan Menderes Havalimanına 25 km., kent merkezine ise 8 km. uzaklıktadır. Kaplıcaların bulunduğu sırtlara kurulan bir teleferik ile çıkılan Balçova tepelerinin hem çam ormanları ile kaplı olması hem de rekreatif tesislerinin bulunması çekicilik unsuru yaratmaktadır. Kaynak ve kuyu sularının sıcaklığı 45-140 derece arasında değişmektedir. Romatizmal hastalıklar, sindirim sistemi, göz hastalıkları, metabolizma bozuklukları, karaciğer-safra kesesi hastalıkları, dolaşım ve kalp hastalıkları, sinir sistemi hastalıklarına iyi geldiği ileri sürülüyor. Muğla/Köyceğiz-Sultaniye Termal Turizm Merkezi: Muğla’nın Köyceğiz İlçesi’nin batısındaki Köyceğiz Gölü’nün batı sahilinde ve Ölemez Dağı’nın eteklerindedir. Suyun Isısı: 41,9 derece. Romatizmal hastalıklar, cilt, kan dolaşımı, kalp hastalıkları, solunum yolu, sinir sistemi böbrek ve idrar yolları rahatsızlıkları, kadın hastalıkları, metabolizma bozuklukları ve nekahet dönemlerinde etkili olduğu belirtiliyor. Sivas/Kangal Balıklı (Yılanlı) Çermik: Sivas’a bağlı Kangal İlçesi’nin 17 km. kuzeydoğusundadır. Suyun Isısı: 36 derece. Yararlanma Şekilleri: Sabahları aç karnına 3-5 bardak şifalı su içilecek, günde en az 6-8 saat havuza girilecek, tedavi sırasında alkol alınmayacak, tedavi sırasında yaralı bölgelere ilaç sürülmeyecek, havuzlara aralıklı olarak girilecek. Tedavi müddeti asgari 21 gündür. Vücuttaki yara, sivilce, egzama, sedef gibi cilt hastalıklarına karşı tercih ediliyor. www.ozelkalem.org 39 EL SANATI Devrek’in baston ustaları Yazı: Şebnem Türkoğlu Fotoğraflar: Faruk Akbaş Kesin tarihi bilinmemekle birlikte 19. yüzyıldan bu yana yapılan Devrek bastonu, aslında yün eğirmeye yarayan bir çıkrık vesilesiyle ortaya çıkmış. Günümüzde yapımı hâlâ sürdürülen bu zanaat, Devrek’in geçim kaynaklarından biri hâline gelmiş. Devrek bastonunu görmek üzere Bastoncular Çarşısı’na gittiğimizde kadın ustaların çalıştığını öğreniyoruz. Sıra sıra dükkânların uzandığı çarşıda Fatime Ayvacı ya da Nihal Korun gibi eşine yardım etmek için başlayanlar da var; Devrek Halk Eğitim Merkezi’nde Usta Öğretici olan Ayşegül Yurttadur gibi ustalar da. Erkekler çoğunlukla atölyelerde çalışırlarken 40 YAZ2014 kadınlar boyama ve süslemelerle ilgileniyorlar ama baştan sona tüm aşamaları da biliyorlar. Çarşıda çoğunlukla satışa hazır ya da tamamlanmak üzere olan bastonlar olduğu için tüm yapım aşamalarını görmek üzere bastonlarının kalitesi nedeniyle rehberlerimizin bize övdüğü Işık Bastonculuk’a gidiyoruz. Devrek bastonuyla ilgili tüm sorularımıza yanıt veren Umut Sarı, atölyelerinde baston yapımını da gösteriyor bize. Devrek bastonu, kızılcık ağacından yapılıyor Devrek bastonu kızılcık ve ceviz ağacından yapılıyor ve üç kısımdan oluşuyor: sap, EL SANATI İlçeyle özdeşleşen ve ünü ülke sınırlarını aşan Devrek bastonu, hem modelleriyle hem de üzerlerindeki yılan motifleriyle ilgi çekiyor. gövde ve uç. Karadeniz Bölgesi’nde yoğun olan kızılcık ağacı, ağaç kurdu olmaması için kış aylarında, yaklaşık bir metre uzunluğunda kesiliyor. Kesilen dallar iki sene hava alan bir yerde bekletiliyor. Çok sayıda eğriliği olan bu dallar, işlenmeden hemen önce simit fırınlarında, ateşin ısısına göre 10-20 dakika arasında ısıtılıyor. Lifli bir yapısı olduğu için ısıtıldığında esneyen kızılcık ağacının, bu sayede eğrilikleri düzeltilebiliyor. İşleme hazır hâle gelen dallar, tornada kabuklarından temizlenerek yuvarlak hâle getiriliyor. Gövdenin uç kısmına sapı oturtmak için kavela adı verilen bir yuva açılıyor ve ağaç tutkalıyla birbirine monte ediliyor. Ardından baston, ustanın hayal gücüne göre işlenmeye başlanıyor. Törpünün daha iyi oturması için önce testereyle, verilecek desene göre yivler açılıyor. İsteğe göre birbirine dolanan iki yılan, baklava, çiçek gibi farklı motifler işleniyor. Bastonların sap kısımları ortopedik, asa, kurt, aslan, at, şahin gibi farklı şekillerde yapılıyor. Kızılcık ağacı, işlemeye dayanıklı bir ağaç olduğu için şekillendirme sırasında zarar görmüyor. Eğe ve sistire yardımıyla ortaya çıkan model, daha sonra boyanmaya ya da yakı kalemiyle yakılarak süslenmeye başlanıyor. Eskiden boyanın dayanıklı olması ve ağaç kurdunun işlememesi için kezzap yardımıyla yapılan boyama işlemi, günümüzde ithal boyalarla yapılıyor. Küçük atölyelerde kezzap hâlâ kullanılıyor olsa da insan sağlığına zararlı olması nedeniyle giderek terk ediliyor. Çoban çentiği çok değerli bir baston Baston ustaları nadir olarak yekpare baston da yapıyorlar. Ancak bunun için uygun dalın bulunması gerekiyor ki bulunması da oldukça zor. Bilen kişiler tarafından uygun şekilde kesilen dalların, baston hâline gelme süreci de diğerlerinden farklı. Yekpare olduğu için torna kullanılamıyor. Bu yüzden de kabuklarından temizlenmesi ve işlenmesi zaman alıyor. Yekpare bastonun kendine has bir asilliği olduğu söyleyen Umut Usta, çoban çentiği denilen başka bir bastondan da bahsediyor: “Çoban çentiği çok değerli bir baston modeli. Günümüzde bunlardan pek kalmadı. Ağaç yaşken üzerine bıçakla ufak izler yapıyor çobanlar. Ağaç bu izleri tamir etmeye uğraşırken kabarcıklar meydana geliyor. Yaklaşık iki senede bastonluk hâle geliyor. Çoban çentiği de kızılcıktan olur ama kazıması zordur. Çok ince iştir. Bıçakla yavaş yavaş kazımak gerektiği için bir-iki ayda ancak kazınıyor. Bunu sistireyle yapamazsınız çünkü çentikleri gider. İşi bittiğinde ise bilenler için koleksiyonluk, oldukça değerli bir baston olur.” “Uzun ömürlü olun, sağlıklı günlerde kullanın.” Orijinal Devrek bastonunun sapı karaca ayağından, ucuysa manda boynuzundan yapılıyormuş. Ama artık günümüzde karaca ayağı yerine ceviz ağacı, manda boynuzu yerineyse plastik ya da kauçuk kullanılıyor. Ün- lü Devrek bastonunun gövdesinde ise birbirine dolanan iki yılan figürü bulunuyor. Antik çağlardan bu yana sağlık simgesi olarak kullanılan yılan figürü, “Uzun ömürlü olun, sağlıklı günlerde kullanın.” anlamına geliyor. Karaca ayağından baston yapımının yasaklanmasıyla birlikte de sap kısımları ya ahşap karaca ayağı formunda ya da T şeklinde yapılmaya başlanmış. Bunların dışında çekiç şeklinde, pirinç başlı, madenci bastonu da yapılıyormuş. Zonguldak’taki madenci çavuşları bu pirinç sapları duvara vurarak mesajlaşıyorlarmış. Klasik bir Devrek bastonunun yapımı ortalama iki gün sürüyor ama bazı özel bastonların siparişi bir ayı bulabiliyor. Bu süre, boyasına, verniğine ve modeline göre değişiyor. Genellikle 92-93 santim yapılan bastonların uzunlukları da değişebiliyor. Sekiz-on çeşit yılan modeli kullanılan Devrek bastonlarında, burma, çift yılanlı, baklavalı, çiçekli modeller kullanılıyor. Bunların yanı sıra Antep işi olarak tabir edilen sedef kakmalı ya da gümüş kaplamalı modeller de yapılıyor. Işık Bastonculuk’un satışı yapılmayan özel bir koleksiyonunda gördüğümüz fok, flamingo, alabalık, panter, maymun, kuğu ve papağan figürlü bastonlar da canlı renkleriyle oldukça güzel bir görünüm sergiliyor. Kaynaklar: 1-www.devrek.bel.tr 2-www.devrek.gov.tr www.ozelkalem.org 41 SEKTÖR Türkiye’nin Lokomotifi 42 YAZ2014 Türkiye’de otomotiv sanayinin güçlü sermaye yapısı, yabancı ortaklıklar, güçlü yan sanayinin varlığı, nitelikli işgücü, coğrafi konum, esnek üretim yapabilme yeteneği, kalite sisteminin sağlanmış olması rekabet açısından sektörün güçlü yanlarını oluşturuyor. Türkiye’de otomotiv sektörü özellikle son 10 yılda önemli gelişmeler kat etti. İhracat kalemlerinin de önemli bir bölümünü oluşturan otomotiv endüstrisi Türkiye ekonomisinin lokomotifini oluşturuyor. 1950’li yıllarda montaj olarak başlayan sektör, 1996 yılından itibaren Türkiye’nin AB üyesi ülkelerle Gümrük Birliği’ne dahil olmasıyla önemli gelişmeler kat etti. İlk montaj denemesini 1929 yılında Ford Motor Company İstanbul’da kurduğu montaj fabrikasında yaptığı üretimin bir kısmını Sovyetler Birliği’ne ihraç etmeyi öngördü. Ancak 1930’larda yaşanan kriz nedeniyle ihracat gerçekleştirilememiş ve ilk montaj üretim projesi gerçekleştirilememiştir. Otomobil üretimi anlamında ilk girişim Koç Ticaret Şirketi’nin Ford Motor’un Türkiye Genel Temsilciliği’ni almasıyla başlar. Bunu takiben 1961 yılında Eskişehir’de yerli otomobil üretimi girişimleri başlar. Eskişehir Devlet Demiryolları Fabrikası’nın bir bölümünde Devrim isimli 4 adet prototip otomobil üretilir. Daha sonra Koç Holding’in çabalarıyla 1966 Aralık ayında “Anadol” markasıyla ilk otomobil Otosan’da üretilir. 1984’e kadar geçen sürede 87 bin araç üretilir. Sektör Türkiye’nin Yıldızı Özellikle 2011’de parlak bir yıl geçiren sektör yaklaşık 1 milyon üretim gerçekleştiriyor. Sektör Türkiye’yi ihracat konumu açısından da önemli bir noktaya taşımış durumda. Otomotiv sektörünün 2012 yılı içerisinde yaklaşık 19 milyar $ düzeyinde ihracatı bulunarak Türkiye’nin ilk üç büyük sektörü arasında yer alıyor. Bugün otomotiv sektöründe Anadolu Isuzu, B.M.C, Ford Otosan, Hattat, Honda Türkiye, Hyundai Assan, Karsan, MAN Türkiye, Mercedez Benz Türk, Otokar, Oyak Renault, Temsa Global, Tofaş, Toyota ve Türk Traktör gibi dünyanın önde gelen devleri Türkiye’de faaliyetlerini sürdürüyor. Sektör ÖTV artışı nedeniyle 2013 yılına tedirgin başlamasına rağmen 2012’den çok daha iyi bir yıl geçirdi. Özellikle otomobil pazarındaki yüzde 19’luk artış sektörün lider olmasında büyük bir paya sahip. İhracat %14 Artış Gösterdi 2013 yılı Ocak-Aralık döneminde bir önceki yıla göre, toplam otomotiv ihracatı yüzde 14 oranında artış göstererek Türkiye www.ozelkalem.org 43 SEKTÖR ihracatında birinciliğe oturdu. Otomobil ihracatı ise yüzde 17 oranında arttı. 2013 yılı Ocak-Aralık döneminde toplam ihracat 828 bin adet, otomobil ihracatı ise 485 bin adet düzeyinde gerçekleşti. Bu dönemde, ticari araç ihracatı ise yüzde 9 artış ile 344 bin adet düzeyinde gerçekleşti. 2013 Ocak-Aralık döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre toplam üretim yüzde 5, otomobil üretimi ise yüzde 10 oranında arttı. Bu dönemde, toplam üretim 1 milyon 126 bin adet, otomobil üretimi ise 633 bin adet düzeyinde gerçekleşti. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerine göre 2014 yılı Ocak ve Şubat aylarında gerçekleşen 3,4 milyar $ değerindeki ihracatı ile sektörel sıralamada birinci sırada yer almıştır. Marka Bazında VW Lider Marka bazında bakıldığında Volkswagen (VW) pazar payını bir önceki yıla göre 1,2 puan artırarak yüzde 13,1’e ulaşarak ilk sırada yer aldı. Alman marka, 88 bin 304 adet otomobil ve 23 bin 752 adet de hafif ticari araç sattı. Grubun diğer markası Seat ise 2013’te pazar payını yüzde 0,7’den yüzde 1,3’e artırarak en çok araç satan 19. marka oldu. VW’yi Renault takip etti. 2012’ye göre 1,2 puan artışla pazarın yüzde 12,7’sine sahip olan Fransız marka, 108 bin 311 adet satış gerçekleştirdi. Bir Renault iştiraki olan Dacia da, 28 bin 901 adet otomobil ve 7 bin 494 adet hafif ticari sattı. 96 bin 761 adetlik otomobil satışının 63 bin 857 adedi yerli üretim olan marka, yerli üretimin iç pazarda satışı dikkate alındığında Fiat’tan sonra 2. sırada yer aldı. Toplam satışı 97 bin 593 adet olan Fiat, yurtiçinde 39 bin 343 adet yerli otomobilin yanı sıra 41 bin 92 adet de yerli hafif ticari araç satışı yaptı. Hafif ticaride ise en çok yerli üretimini iç pazarda satan şirket, 49 bin 93 adetle Ford oldu. En çok satanlar listesinde ilk 4’ün satışları birbirine yakın. Bunları 55 bin 99 adetle yüzde 6,6’lık pazar payına sahip Opel takip ediyor. Markanın lokomotifi ise Astra modeli. Türkiye’de neredeyse sadece otomobil satışı yapan Opel’in bu modeli 31 bin 117 adetlik satışla model bazında en çok satan ikinci araç oldu. 44 YAZ2014 Türkiye’de üretimi olan Toyota’nın pazar payı 0,1 puan artarak yüzde 4,5’a ulaştı. 38 bin 443 adet satış gerçekleştiren şirket, en çok araç satan 7. şirket oldu. Yüzde 0,1 puan pazar kaybetmesine rağmen yüzde 5,8’lik pazara sahip yerli üretim yapan şirketlerden Hyundai de 49 bin 574 adetlik satışla 6. sırayı aldı. 34 bin 34 gibi simetrik bir satış gerçekleştiren Peugeot, pazar payını yüzde 0,2 artırarak yüzde 4 ile 9. sırada yer aldı. En çok satanlar listesin markaları ise Mercedes, Citroen, BMW, Nissan, Honda, Audi, Kia, Skoda, Chevrolet, Seat ve Mitsubishi takip etti. “İhracata Odaklanmalıyız” Otomotiv Sanayii Derneği (OSD) Yönetim Kurulu Başkanı Kudret Önen, yaptığı açıklamada 2013 yılında toplam otomotiv pazarının 2012 yılına kıyasla yüzde 9 oranında artarak 893 bin adet düzeyinde gerçekleştiğini söyledi. Önen, otomotiv sanayinin toplam üretiminin 2013’te bir önceki yıla kıyasla yüzde 5 arttığını ve 1 milyon 126 bin adede yükseldiğini dile getirerek, sektörün ihracatının ise yüzde 13 artışla 828 bin adet olduğunu kaydetti. 2011’e göre zorlu geçen 2012 yılının ardından 2013’te otomotiv sanayinin başarılı bir yılı geride bıraktığını belirten Önen geçen yıl pazar, ihracat ve üretim adetlerinde 2012 yılına göre artış olduğunu söyledi. Türkiye’nin 2013 yılında Avrupa Birliği (AB) pazarında devam eden krize bağlı olarak oluşan daralmayı Ar-Ge ile desteklenen yeni ürünlerle aştığını ve yeni modellerle de ihracatını artırdığına işaret eden Önen, “2014 yılı ise otomotiv sanayimiz açısından özellikle iç pazar için zorlu bir yıl olarak görünüyor. Geçtiğimiz yılki üretim artışının sebebinin öncelikle artan ihracat ve büyüyen iç pazar olduğu unutulmamalıdır. Önümüzdeki yıl iç pazar kaynaklı bir küçülmeye paralel üretimde azalma olabilir. İç pazarın üretim üzerindeki olumsuz etkisini ihracat artışı ile kapatmalıyız. Dolayısıyla 2014 yılında küçülen iç pazar nedeniyle ihracata daha fazla odaklanmalıyız” diye konuştu. 4. Büyük Pazar OSD Başkanı Önen, otomotiv sanayinin ihracattaki gücünün büyük bölümünü iç pazardan aldığına dikkati çekerek, “Sanayimiz için ihraç pazarlarındaki başarı kadar iç pazarın büyüklüğü de önemlidir. İç pazarımızın son 7 yılda beklediğimiz ölçüde büyümediğini görüyoruz. İç pazarda daralan talep 2014'te üretimi daha çok ihracata bağımlı hale getirecek ve bu durum da sanayimiz için risk alanı yaratacaktır. Baskı altında tutulan bir iç pazar ile küresel rekabette istediğimiz başarıyı elde etmemiz ve yatırımcıları ülkemize çekmemiz zor. Güçlü bir iç pazarın büyük yatırımları getirdiğini unutmamalıyız.” yorumunu yaptı. Önen, Türkiye otomotiv sanayinin 2013 yılında küresel üretimde 1 milyon 126 bin adetle 15'inci, AB üretiminde ise 5’inci sırada yer aldığını aktardı. AB otomobil pazarının 2013 yılında yüzde 2,6 azaldı ve 12,1 milyon adet düzeyine gerilediğini belirten Önen, Türkiye'nin ise sıralamada 644 bin adet ile 4. büyük pazar olduğunu kaydetti. 6LPLWoL'XQ\DV×·QD <DW×U×P×Q7DG×%LU%DĀND Simitçi çi Dünyası D y markasına asına ait mağazalar yeni halkası halkası ve ve elde edilen zincirinin yeni zincirinin tağı olmak istiy başarıların str atejik or orsanız, başarıların stratejik ortağı istiyorsanız, doğru yerdesiniz. yerdesiniz. doğru w www.simitcidunyasi.com.tr ww.simitcidunyasi.com.tr Bizi TTakip akip EEdin din | /simitcidunyasiTR /simitcidnys /simitcidunyasi GEZİ 46 YAZ2014 Gerçek Asya GEZİ Malezya Selamat Datang!! Bu ilginç selamlama Malezya’nın ilginç dünyasına atılan ilk adım. Ülkenin resmi dili Bahasa Melayu dilinde “hoş geldiniz” anlamına geliyor. Yüzlere ve hareketlere yansıyan bu karşılama, Malezyalıların sınırsız dostluğu, yürekten gelen sıcaklığı ve eşsiz misafirperverliği şeklinde kendini gösterir. Türkiye’nin uzaktan uzağa ticari ve ülkeler arası ilişkiler üzerinden duyduğu, İkiz kuleleri, Kuala Lumpur’u ve IMF’yi reddetmesiyle ünlü eski Başbakan’ı Mahatir Mohammed ile tanıdığı bir ülke Malezya. Tüm dünyada daha farklı şekillerde de tanınıyor. Mesela Washington Post’un haberine göre “Apple” ürünlerinin ABD dahil en uygun fiyata alınabileceği ülke Malezya. CNN raporuna göre tüm dünyanın en iyi 100 sahili içerisinde 14’üncü, 25’inci ve 44’üncü sıralar Malezya’da bulunan sahiller. Doğal olarak da Dünya Turizm Örgütünün (UNWTO) verilerine göre en çok turist çeken ülkeler arasında 9’uncu sırada. Malezya’ya, Türkiye’den gitmek isterseniz direk uçuş olarak Türk Hava Yolları veya Malezya Havayolları’nı tercih edebilirsiniz. Bunların haricinde Singapur Havayolları ve Emirates Hava Yolları ile İstanbul’dan aktarmalı olarak veya Qatar Hava Yolları ile hem Ankara hem İstanbul’dan aktarmalı olarak Kuala Lumpur’a uçabilirsiniz. Halkının yaklaşık %60’ı Müslüman olan Malezya’da, Budizm, Hinduizm ve Hristiyanlık gibi din ve inançların haricinde, yerel kabilelerin devam ettirdiği Şamanist inançlar da bulunmaktadır. Nüfusun %60 kadarı Malay, %25 civarı Çin, %10 civarı Hint kökenli olan Malezya’da %5 civarında da yerel etnik kabileler vardır. www.ozelkalem.org 47 GEZİ Kuala Lumpur Malezya’ya açılan kapı gibidir Kuala Lumpur. Yerel dilde “Çamurlu Kavşak” anlamına gelen isim, bir ticaret başkentinin tarihini anlatmaktadır aslında. Yaklaşık 180 yıl önce, Kalay madenlerinde çalışan işçilerin çıkarttıkları madenleri alıp, ihtiyaçları olan malzemeleri satan tüccarlar tarafından kurulmuş, iki nehrin kesiştiği noktada bulunan küçük dükkânların olduğu bölgeye verilmiştir bu isim. Bugün aynı noktada Jamek Masjid isminde, İngilizler tarafından Hint-Moğol stilinde inşa edilen şehrin ilk camisi bulunmaktadır. Kuala Lumpur bugün de ticaret üzerine yaşayan bir şehirdir. Uluslararası firmaların ve Dünya Ticaret Merkezinin de bulunduğu Petronas İkiz Kuleleri, ziyaret edilebilecek yerlerden biridir. Günde 1200 kişiye, belirli saatler arasında ve yaklaşık 20 Euro’luk bilet karşılığında 42’inci katta bulunan Gök Köprü (Sky Bridge) ve 86’ıncı katta bulunan gözlem noktasına çıkma izni verilmektedir. Hemen uyaralım. Yükseklik ile ilgili korkusu olanlar çıkmasınlar, zira Kulelerin toplam uzunluğu 451 metre. Kuala Lumpur ticaretin de getirdiği bir modernizmi alabildiğince yaşarken, aynı zamanda doğa ve kültürel yönlerini de korumuştur. Merdeka Bağımsızlık Meydanı, Kuş 48 YAZ2014 Parkı, İslam Sanatları Müzesi, Batu Mağaraları gibi birçok bölge, bugün turistler için ilgi çekici alanlar arasındadır. Neredeyse tüm dünya mutfaklarına ait restoranların bulunduğu Kuala Lumpur’da Türk restoranları da bulunmaktadır. Yemek konusunda Malezya’nın tamamında olduğu gibi Kuala Lumpur’da da helal yemek konusunda sıkıntı çekmezsiniz. Malacca Kuala Lumpur’dan 2,5 saatlik bir sürüş mesafesinde bulunan Malacca (Malaka), Malezya tarihinin başlangıç noktasıdır. Aynı zamanda baharat yolunun da başlangıcı olan bu bölgede bulunan Malacca Sultanlığı, Yavuz Selim Han zamanından bu yana Osmanlı’da tanınır ve bilinirdi. Daha sonrasında Portekizlerin, Hollandalıların ve İngilizlerin sömürgesi olmuş Malacca’da aynı zamanda Yavuz Selim Han zamanında Portekizlilere karşı savunma amacıyla buraya gelen, fakat Muson GEZİ yağmurları nedeniyle gemileri batınca burada kalmak zorunda kalan Leventler de yaşamıştır. Portekizliler halkla karışmış ve Malay – Portekiz kırması bir ırk oluşmuştur. Sonrasında gelen Hollandalılar, Katolik olan Portekizlilerin buradaki saltanatına ve tüm eserlerine son vermiş, Malacca Sultanı’nı ve ailesi öldürmüş, Malacca Sarayını da yerle bir etmiştir. Bugün göreceğiniz Malacca, bu yüzden tipik bir Hollanda şehrini andırmaktadır. İngilizler ise kendileri gibi protestan olan Hollandalıların yaptığı hiçbir şeyi bozmamıştır. Çin’den ticaret için gelen Çinlilerin buradaki Malaylar ile evlenmesi sonucu ortaya çıkan Baba Nyonya kültürü de dünyada sadece bu ğunu söyler halka. Mahkeme kurulur. Köyün şefi kararı verecek kişidir. Şeriata göre ölümüne karar verilir. Halkın önünde bıçakla idam edilir. Ancak kanı beyaz akar. Halk bir anda Mahsuri’nin masum olduğunu anlar ama iş işten geçmiştir. Mahsuri ölmeden önce lanet okur. Benim yedi neslim bu topraklarda yaşadığı müddetçe buranın halkı rahat yüzü görmesin der. Rivayet odur ki Mahsuri’nin neslinden gelen son kişi de 1968 yılında ölünceye kadar, cennet’ten bir parça olarak adlandırılan bu ada, sefalet ve yokluk içinde yaşamıştır. Eski Başbakan Mahatir Mohammad’in doğduğu yer olan Langkawi, bu tarihten itibaren, planlı bölgede bulunmaktadır. İngilizler daha sonraları Güney Hindistan’dan çalışmak üzere Hintli köle getirmiş olsalar da, bu köleler daha çok Kalay madenlerinin olduğu Kuala Lumpur gibi şehirlerde kaldığından, Malacca’da pek önemli bir hint esintisi görmezsiniz. Malezya’nın tüm tarihini bir yerde görebileceğiniz tek yer olan Malacca, fırsatı olanlar için mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yerdir. ve programlı bir şekilde, tamamen turistik bir ortam haline getirilmiştir. “Kartal Yuvası” anlamına gelen Langkawi’de bugün, isterseniz muhteşem sahillerde deniz-kum-güneş tatili yaparsınız, isterseniz de Mangrove ormanlarından sualtı parklarına kadar birçok doğal güzelliğin keyfini çıkartırsınız. Hamile Bakire Gölü olarak adlandırılan krater gölü, teleferik ile en tepe noktasına çıkılan dağı, dünyanın sayılı akvaryumlarından birisi olan ”Underwater World”, deniz ile ilgili aktivitelerin haricinde yapabileceğiniz birkaç aktivedir. Hatırlatmakta fayda var. Langkawi tamamen vergisiz bir adadır. Burada yaptığınız alışverişler gümrük ve alışveriş vergilerinden muaftır. Dünyanın en güzel 25. Kumsalı olan Tanjung Rhu kumsalı Langkawı Mahsuri, köyün en güzel kadınıdır. Evlidir de. Ama köyün şefinin oğlu Mahsuri’ye âşıktır. Eşinden boşanmasını ve kendisi ile evlenmesini ister. Mahsuri bunu reddedince bu sefer dedikodu çıkartır. Herkesle birlikte oldu- da Langkawi’dedir. Karşılaştırma yapmak gerekirse aynı listede Türkiye’den sadece 1 kumsal vardır. O da 75. Sıradaki Fethiye Ölü Deniz kumsalıdır. Genel Olarak Eyalet sistemi ile idare edilen ve İngiliz tarzı bir yönetim şekline sahip Malezya’nın neredeyse her yeri ayrı bir turistik ilgi alanına sahiptir. Burada bahsedemediğimiz ama yağmur ormanları ve kelle avcıları ile ün yapmış, dünyanın en büyük 2. Adası olan Borneo adasındaki Sabah ve Sarawak eyaletlerini; dünyanın en güzel kumsallarına sahip Tioman ve Redang adalarını; Singapur’un hemen kuzeyinde bulunan ve kocaman bir Legoland eğlence parkına sahip olan Johor Bahru’yu; dünyanın en yaşlı yağmur ormanlarından oluşan ve en büyük milli parklardan biri olan Taman Negara’yı içinde barındıran Pahang’ı ve daha nice turistik noktayı bu satırlara sığdıramayız. Ancak tek cümle ile özetlemek gerekirse “Cennetinize hoş geldiniz” Nasıl Gidilir: Türk Hava Yolları ve Malezya Havayolları ile direk İstanbuldan çıkışla, Emirates ve Singapur Havayolları ile bağlantılı olarak İstanbuldan veya Qatar Havayolları ile bağlantı ile Ankara ve İstanbul’dan Vize: Türk vatandaşlarına, 3 aya kadar kalınacak süreler için vize talep edilmez. Konuşulan Dil: Malayca, Mandarince, Hintçe, İngilizce (halkın %90’ı İngilizce konuşur.) www.ozelkalem.org 49 VİZÖRDEN “Bir kadın olarak özellikle fotoğrafın içinde olmak, fotoğraf üretmek ve bir adım öteye geçip eğitmen olarak bu alanda var olmak istiyorum.” 50 YAZ2014 VİZÖRDEN Nur Yücel Fotoğraf Sanatçısı FOTOĞRAF HAYATA FARKLI GÖZLERLE BAKMAMI SAĞLADI www.ozelkalem.org 51 VİZÖRDEN ğum fotoğrafçılığa gerçek anlamda 2006 yılında bir proje ile başladığını söyleyen Yücel, fotoğrafla birlikte belgesel film yapımcılığına da yönelmeyi planlıyor. Fotoğrafın genel tanımını ve sizin için önemini anlatır mısınız? Fotoğraf, doğada çıplak gözle gördüğümüz nesnelerin, varlıkların ve şekillerin ışık ve kimyasal maddeler yardımıyla iki boyutlu yüzey üzerindeki resimleridir. Fotoğraf: Yunanca Photos “ışık” ve Graphos “çizmek” kelimelerinin birleşmesinden oluşmaktadır. Kısaca, fotoğraf ışığa duyarlı bir yüzey olan film üzerine fotoğraf makinesi aracılığıyla nesnelerin görüntüsünü kaydetmektir. Fotoğraf, hayata farklı gözlerle bakmamı sağladı. Daha doğrusu baktığım nesneleri doğru yorumlamayı, doğru biçimde değerlendirmeyi, gözümü düzgün kullanmayı, fotoğrafla geliştirdim. Kısacası fotoğraf, bakmakla görmek arasındaki farkı öğretti. Tam bir Karadeniz aşığı olan Fotoğraf Sanatçısı Nur Yücel, fotoğrafın kendisine dedesinden miras kaldığını söylüyor. Fotoğrafçılık hikayesinin çocukluk yıllarında 52 YAZ2014 kardeşiyle oynadıkları “fotoğraf oyunları”na kadar dayandığını belirten Yücel, fotoğraf tutkusunun adeta genlerinde var olduğunu vurguluyor. Çocukluktan beri tutkulu oldu- Size göre her fotoğrafçı aynı zamanda bir sanatçı mıdır? Fotoğrafın görsel sanatlar içerisinde çok önemli bir yeri vardır. Dolayısıyla bana göre her fotoğraf üreten, sanatçı değildir. Fotoğrafta seçilen konu, nesne, ışık, perspektif, hareket, ifade, grafik vb. gibi yaratıcı seçim- VİZÖRDEN ler önemlidir. Bu detayları göz önünde tutup, estetik kaygıyla fotoğraf üreten kişi bence Fotoğraf Sanatçısıdır. Fotoğrafçılık hikâyeniz nasıl başladı? Fotoğrafçılık hikâyem, çocukluk yıllarımda kardeşlerimle birlikte oynadığımız “fotoğraf çekme” oyunlarıyla başladı diyebilirim. Çocukluğumda, dedemden kalma tripotun üzerine, fotoğraf makinesi varmış gibi yaparak, kardeşlerimin fotoğrafını çekerdim. Fotoğraf çekmeye tutkulu bir insan olan dedem, 1920 -1940’lı yıllarda, çektiği fotoğrafların banyo ve baskı işlemlerini de kendisi yaparmış. Öldüğünde de fotoğraf makinesi amcama, tripotu ise babama miras kalmış, fotoğraf tutkusunu da bana miras bırakmış olmalı. Dedemi hiç tanımamış olmamama rağmen, fotoğrafçılığın dedemden, bana miras kaldığına inanıyorum. Bazen arkadaşlara fotoğraf tutkusunun genlerimde olduğunu söylerim. Çocukluktan beri tutkulu olduğum fotoğrafçılığa gerçek anlamda başlama hikayem ise, 2006 yılında işle ilgili bir proje ile oldu. 2008 yılında Fotoğraf Sanat Kurumunda Tekin Ertuğ’dan Temel Fotoğraf eğitimi, İsmail Haykır’dan Temel Dijital Fotoğraf Semineri dersleri aldım. Still Life Fotoğraf Atölyesinde ise İsmail Haykır’a asistanlık yaptım. Fotoğrafçılık dinamik bir süreç olduğu için sürekli, kendimi geliştirmek ve yetiştirmek adına çaba ve zaman harcıyorum. Bu amaçla 20122013 öğretim yılı, Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesinde fotoğrafçılık ve kameramanlık eğitimine başladım. Karelerinizde daha çok Karadeniz’i ön plana çıkartıyorsunuz. Fotoğrafa olan tutkunuz ile Karadenizli olmanız arasında nasıl bir bağlantı bulunuyor? Memleketimin yaylalarını -Çamlıhemşin, Hemşin, Kaçkarlar ve daha nicesini- yeryüzündeki saklı cennet olarak tanımlıyor, Çamlıhemşin Fırtına Vadisinde dünyaya gelmiş olmayı da Tanrının bana bir lütufu, diye düşünüyorum. Dolayısıyla, böylesine muhteşem bir coğrafyada yaşamış olmanın, fotoğrafçılığa olan tutkumu tetiklemiş olması kaçınılmaz. Kadrajıma takılması da… Ayrıca Fotoğrafçılıkta -yaşanmışlıkların- konuyu anlatmakta daha etkili olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle özellikle memleketimde ürettiğim fotoğraflarda anlatmak istediklerimi daha iyi yansıttığımı düşünüyorum. Bir yerde bir fotoğraf çekeceksem önce o kareyi hissetmeli ve yaşamalıyım. Sanki o zaman anlatmak istediklerimi kadrajıma daha iyi taşıyabiliyormuşum gibi geliyor. Still Life Fotoğraf Atölyesi de çalışmalarınız arasında yer alıyor. Bu çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz? Fotoğrafçılıkta ilgilendiğim türlerden birisi de Still Life’dir. Işığı kontrol etmek, kompozisyon oluşturmak ve etkili fotoğraflar üretmek için atölye çalışmalarında bulundum. Bu alanda üretilen fotoğraflar, yaratıcılık ve kompozisyon yönünden beni etkilemiştir. Still Life’a yönelmemin bir nedeni de kültürümüze ait değerlerin, objelerin fotoğraflanması, gelecek kuşaklara aktarılması ve tanıtılması. O nedenle bu alanda çalışmalarımı sürdürmekteyim. 13. Devlet Fotoğraf Yarışması’nda sergilenen “Bulutların Ülkesi” adlı çalışmanızdan bahseder misiniz? Temel Fotoğrafçılık eğitimimi tamamladıktan sonra, -teorikte öğrendiğim bilgileri pekiştirmek ve uygulama yapmak amacıyla- gittiğim Pokut Yaylasında, çekmiş olduğum karelerden biriydi "Bulutların Ülkesi" adlı fotoğrafım. Temel Fotoğraf Eğitmenim Tekin ERTUĞ, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yarışması var, mutlaka fotoğraf gönder demesi üzerine, kendimce beğendiğim 3 adet fotoğrafımı yarışmaya göndermiştim. “Bulutların Ülkesi” adlı fotoğrafım, sergilemeye değer görülmüştü. Usta fotoğrafçıların arasında fotoğrafımı görmek, beni daha iyisini üretmek için yüreklendirdi. Şu anda üzerinde çalıştığınız proje var mı? Birkaç proje var üzerinde çalışmak istediğim. Ama benim için en anlamlı ve önemlisi memleketimin 4 mevsimini fotoğraflayarak, mezunu olduğum “Atatürk İlköğretim Okulu Konuk ve Kültür Evi” yapımı yararına sergilemek olacak. Okul, 1938 yılında köylünün imece usulü çalışıp, dişinden tırnağından artırdığını ortaya koyarak yaptığı ve arazisi ile birlikte devlete bağışladığı bir “taş mektep” 2004 yılından itibaren Konuk Kültür Evi olarak projelendirilmiş. Proje ile ilgili detaylı bilgi için (http://www.kon-or.com) Geleceğe yönelik hedefleriniz arasında neler yer alıyor? Dedemin kendisinin çekmiş ve banyo etmiş olduğu fotoğraf albümündeki fotoğraflarla birlikte, aileden olmayan kişi, yer ve mekanlara ait derleyebildiğim bilgilerle, belgesel nitelikli bir kitap yazmak hedeflerim arasında. Ayrıca fotoğrafla birlikte belgesel film yapımcılığına da yönelmeyi planlıyorum. Eklemek istedikleriniz var mı? Her alanda olduğu gibi fotoğrafçılığın da ne yazık ki erkek egemenliği altında olduğunu düşünüyorum. Osmanlıdan günümüze nerdeyse kadın fotoğrafçı sayısı o kadar az ki, Yüzyıllardan beri hakları sömürülen, kendileri yok sayılan, sorunları görmezlikten gelinen dünya nüfusunun yarısına, kadınlara; tarihte, tüm dünyada ve tabii ki ülkemizde ne kadar önem gösterildiği hepimizin malumu. Bu nedenle bir kadın olarak özellikle fotoğrafın içinde olmak, fotoğraf üretmek ve bir adım öteye geçip eğitmen olarak bu alanda var olmayı istiyorum. www.ozelkalem.org 53 Ata Sporumuz 54 YAZ2014 SPOR Orta Asya’dan geldiği şekli ile günümüze kadar gelen ata yadigârı sporumuz Cirit, at ile insanın birlikte mücadelesine dayanan ve erliğin bir göstergesi olarak kabul ediliyor… Çavgan olarak da bilinen Cirit, Türklerin yüzyıllardan beri oynadıkları bir ata oyunudur. Türkler bu atlı oyunu Orta Asya’dan günümüze taşımışlardır. Cirit, 1826 yılında II. Mahmut tarafından tehlikeli bir oyun olduğu gerekçesiyle yasaklanmış ancak 19. yüzyılda Osmanlı ülkesi ve sarayının en büyük gösteri sporu haline gelmiştir. Cirit, bugün Anadolu’da pek çok ilimizde özellikle de Erzurum’da yaşatılan ve ilgiyle izlenen bir spordur. Tarihi Cirit Oyunu Alparslan’la beraber Anadolu’ya girmiş daha sonra Avrupa’ya ve Arabistan ülkelerine sıçramıştır. 17.yüzyılda Fransa'da, Almanya'da ve diğer ülkelerde de Cirit Oyunu yayılmıştır. Cirit Oyunu, Türklerin en büyük tören ve bedeni oyunu idi. Daha sonra 16.yüzyılda Osmanlı Türkleri tarafından bir savaş oyunu olarak kabul edildi. 19. yüzyılda bütün Osmanlı ülkesi ve saraylarının en büyük gösteri sporu ve oyunu oldu. Cirit, aynı zaman tehlikeli bir oyun olduğundan 1826 yılında II. Mahmut tarafından yasak edildi. Fakat daha sonra yine Osmanlı ülkesinin başta gelen meydan ve savaş oyunu olarak her tarafa yayıldı. Cirit Oyunu, daha 40–50 yıl öncesine değin Anadolu'da yaygın bir oyun olduğu halde son yıllarda sadece Balıkesir, Söğüt, Konya, Kars, Erzurum ve Bayburt yörelerinde yaşamaya devam etti. 20-25 yıldan beri Konya ve Balıkesir'de tarihe karıştı. Buna rağmen halen Anadolu’nun hemen her köşesinde düğünlerde ve bayramlarda köy delikanlıları ve kasaba halkı Cirit Oyu- nu’nu oynamaktadır. Büyük şehirlere karşı köy ve kasabalarda yaşamaktadır. Sinop köylerinden Gaziantep'e, Bursa’dan dan Antalya’ya kadar Doğu, Batı, Güney ve Kuzey Anadolu’da köylerimizin güreşle beraber başlıca yiğitlik ve savaş oyununu teşkil etmektedir. Halkın ilgisini çekmek için cirit meydanında davullar ve zurnalar çalınır. Ayrıca yurtdışında İran, Afganistan ve Türkistan Türkleri ile Türklerle meskûn diğer Asya yörelerinde de hâlâ canlılığını ve geleneğini sürdürmektedir. Her yıl Ertuğrul Gazi Törenleri dolayısıyla eylül aylarının ikinci Pazar günleri Söğüt'te, çeşitli şenlikler vesilesiyle de Erzurum, Kars ve Bayburt dolaylarında oynanmaktadır. 1972 yılı eylül ayında Konya Turizm Derneğinin teşebbüsüyle Konya’da bir Cirit Oyunları Şenliği düzenlenmiş, bu şenliğe Erzurum ve Bayburt Cirit Takımları katılmış ve büyük başarı sağlanmıştır. Cirit Oyunu Konya'da yeniden geleneksel olarak canlandırılmaya çalışılmaktadır. Erzurum’da Eski Canlılığı ile Yaşatılıyor Geleneksel spor dallarımızdan en heyecanlısı olan cirit Erzurum’da hala eski canlılığı ile yaşatılmaktadır. Atla, insanın birlikte mücadelesine dayanan ve erliğin bir göstergesi olarak kabul edilen cirit için Erzurum’da özel sahalar bulunmaktadır. İlçe ve köylerde geniş çayırlık alanlarda, özellikle hafta sonları düzenlenen karşılaşmalarda oyuncular kadar izleyenler de büyük heyecan duymaktadır. Erzurum’da cirit mevsimi ilkbaharda kar kalkar kalkmaz başlamakta, sonbaharda ise bitmektedir. Ancak hava sıcaklığı -15 C’nin www.ozelkalem.org 55 SPOR altına düştüğünde kışın kar üstünde oynanarak kışın boş zamanlar değerlendirilmektedir. Nasıl Oynanır? Cirit Oyunu’nda iki takım bulunur. Bu takımlar 70 ilâ 120 metre genişliğindeki bir alanda karşılıklı olarak alanın en gerisinde 6’şar, 8’er veya 12’şer kişi olarak dizilirler. Ciritçiler bölgesel giyimleriyle atlarına biner. Sağ ellerine atacakları ilk ciriti, diğer ellerine de yedek ve yetecek miktarda cirit alırlar. İki tarafın birinden bir atlı öne fırlar, karşı dizinin önüne 30-40 metre kadar yaklaşır. Karşı tarafın oyuncularından birisinin adını seslenerek meydana davet eder. Sağ elindeki ciriti ona doğru savurur, sonra geri döner, atını kendi dizisine doğru mahmuzlar. Karşı tarafın davet edilen oyuncusu hızla onu takip eder, elindeki ciriti geri dönüp kaçan karşı taraf elemanına fırlatır. Bu kez ilk oyuncunun çıktığı sıradan diğer bir ciritçi onu karşılar. İkinci diziden çıkan, sırasındaki yerini almak için süratle yerine dönmeye çalışır. Bu defa rakibi onu kovalar ve ciritini atar. Oyun böylece sürer. Cirit isabet ettiren ciritçi takımına bir sayı kazandırır. Eğer ciritçi attığı çavganı rakibine değil de ata isabet ettirmişse bir sayı kaybeder. Ciritçi karşı taraf oyuncusundan kendisini sakınmak için çeşitli hareketler yapar, atın sağına soluna, karnının altına, boynuna ağar. Bazı ciritçiler rakibi kaçıp dizisine ulaşana kadar üç-dört cirit savurarak isabet ettirmek suretiyle sayı toplar. Bu arada başına, gözüne, kulağına cirit isabet eden bazı oyuncuların yaralandığı olur. Bu türlü isabetler neticesinde ölenlerin olduğu bile vakidir. Bu durumda ölen, er meydanında ölmüş sayılır, yakınları şikâyetçi ve davacı olmaz. Babaları ölen çocuklarıyla öğünürler. Öte yandan cirit oyununda ölüm olmaması için, daha evvelle- 56 YAZ2014 ri hurma ve meşe ağacından 70-100 santim uzunluğunda, 2-3 cm. kutrunda yapılan ciritler, daha sonraları kavak ağacından yapılmaya başlanmıştır. Sopaların uçları silindir şeklinde kesilerek yuvarlatılır. Kabukları yontulur. Bu isabet halinde bir yara açılmasını ve ölüm tehlikesini yok etmek için alınan bir tedbirdir. Seyredenler ciritçileri ve atları teşvik için çeşitli şekilde bağırır, onları heyecana getirirler. Ciritçiler arasında birbirine hasım olanlar varsa, bunların karşı tarafta yer almamasına dikkat edilir, aynı dizi içine dahil edilirler. Gençler büyüklerinin bu görüşüne boyun eğer. Büyükler de bu töreye uyarlar. Eski ciritçilerden bir kurul, oyunun sonucunu ilân eder. Cirit sona erince, cirit oyununu düzenleyenler başarılı olanlara ödüller, ziyafet verir. Puan alma: Ciritçiye vuruş isabeti 3 puan, ciriti havada tutmak 3, rakibi yakalayıp bağışlama 3, tehlikeli durumda puandan vazgeçme 3. Puan kaybetme: Rakibi yakalayıp bağışlamama 3, atın rakibe kasten çarptırılması 3, ata cirit kasten vurma 3, at ile karşı alaya girme 1, yan çizgiyi geçme 1, rakip takıma atış sahasından atmama 1, alay atışında cirit'i atamama 1, erken ve çift çıkış 1, attan düşme 3, attan inme 1. Terimler Değnek, Diğnek, Deynek: Çeşitli yörelerde cirit oyununa verilen ad. Cirit Havası: Cirit oynanırken davul ve zurna ile özel ritmlerde çalınan ezgilerin tümü ya da bir tanesi. At Oyunu: Ciritin Tunceli ve Muş yöresindeki adı. At Oynatma Havası: Tunceli ve Muş yörelerinde ciritten önce at oynatma için özel ritmlerde çalınan ezgi ve ritmlere verilen ad. Rahvan: Atın iki ayakla koşar gibi aynı yanda bulunan ayaklarını aynı anda atarak yaptığı, biniciyi sarsmayan bir yürüyüş şeklidir. Rahvan At: Biniciyi sarsmadan yürüyen at. Tırısa Kalkmak: Atın çaprazlama ayak atarak hızlı ve sarsıntılı yürüyüşüne denir. Dörtnal: Atın en hızlı koşuşu. Hücum Dörtnal: Atın en hızlı koşuşunun daha ilerisinde bir süratle hedefe at sürme. Adeta: Atın düz yürüyüşü. Aheste: Atın ağır ağır, arka kalçalara yüklenerek yürüyüşü. At Başı: İki atın bir hizada oluşu. At Cambazı: Ciritte at üzerinde beceri ve hüner gösteren binici. At Oynatmak: Ciritte hüner göstermek. Sipahi, Sipah, İspahi: Eskiden Yeniçeriler zamanında bir sınıf atlı askere denirdi. Fakat iyi at binen kişilere de at oyunlarında becerisi olan oyunculara da çeşitli yörelerde bu adlar kullanılmaktadır. Seymen Olmak: Ulusal giysilerin yöreye ait olanlarının düğün nedeni ile Ankara dolaylarında giyilmesine denir. Osmanlı: Atlı, süvari, anlamında kullanılmaktadır. Menzil: Ciritte at üzerinde sıra biçiminde duranlara verilen ad. Alan: Cirit meydanına verilen ad. Cirit oynanan yer. Şehit: Ciritte isabet alıp ölenlere verilen ad. Acemi: Savurduğu ciriti ata değen oyuncuya denir. ŞİİR Ali COŞKUN Gönül Dilinden Yalın Ayak Şiirler Yalnız Adam Sahilde;* Yalnız bir adam; Saatlerce enginlere daldı, Mazide yarınları aradı. Deniz; Sakin ve durgun. Kayalar; Dimdik ayakta ve gururlu Fırtınalar; Zaman zaman tahrik etmiş denizi. Su; Yumuşak fakat hırçınca Vurmuş kayalara yıllarca. Kayaların gururu kırılmış Parçalanıp kum olmuş. Dalgalar; Sürüklemiş kumları Derinlere sermiş onları Sonra deniz durulmuş, Şimdi sahille oynaşırcasına Kaybettiği sevgiyi bulmuşçasına. Yalnız adam irkildi; Adam kaya, zaman suydu sanki Yıllar gitmiş Hatıralar kalmıştı kum gibi Kırılmıştı gururu kaya misali Kaybettiklerinin hüznü Çökmüştü üstüne dağlar gibi Serilmek istedi yere toprak misali Yalnız adam ürperdi; Yaradanı, ölümü, kaderi düşündü Hıçkırıkları dalgalarla Gözyaşları denizle bütünleşti. Gün batıyordu enginlerde Sabır dedi bir ses derinlerde Adam yalnızdı Sevdikleri, sevenleri ve milyonlar içinde 1994 / AR-KENT *Trafik kazasından önce ailece gidilen Ar-kent Tilki Koyu Sahili… www.ozelkalem.org 57 ÇALIŞMA HAYATI Kadınların Üstünde Cam Tavan mı Var? Temel AKSOY Marka Danışmanı Yönetici pozisyonunda çalışan kadınların, belirli bir aşamadan sonra yükselmelerini engelleyen faktörlerin toplamına "Cam Tavan Sendromu" deniyor. (Glass Ceiling) "Cam Tavan" benzetmesi, kadınların iş hayatında yükselmelerini önleyen "görünmez" engelleri anlatıyor. Kadınlar; güçlü önsezileri, gelişmiş empati güçleri, kolay iletişim kurma becerileri, uzlaşmaya daha yatkın olmaları ve sabırları ile iş hayatında erkeklerden farklılaşıyorlar. Kadınların bu özellikleri, onlara iş dünyasında büyük avantajlar sağlıyor ama maalesef bizim toplumumuzda kadınların iş gücüne katılımı dünya ortalamasının çok altında. Bizim toplumumuzda kadınların çoğu evlerinde oturuyor. Erkek beyni nesnelerin nasıl çalıştıklarını anlamak ve sistemler inşa etmek için evrimleşmişken; kadın beyni daha fazla ilişki, iletişim ve empati kurma üzerine gelişim göstermiştir. Erkekler sol beyinlerini kullanırken kadınlar hem sağ hem de sol beyinlerini kullanabilme şansına sahipler. (Kadınlar Mantıksız! Erkekler Duygusuz!) Türkiye’de kadınların çalışma hayatına katılımı dünya standartlarının çok altında. Dünya Ekonomi Forumu her sene Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi (Global Gender Gap Index) yayınlayarak dünya genelinde kadın ve erkeklerin durumunu değerlendiriyor. Bu endeks hesaplanırken kadınların ekonomiye katılımı; eğitime, sağlık hizmetlerine erişimi ve siyasete katılımları dikkate alınıyor. Küresel Cinsiyet Eşitsizliği 2011 Endeksi'nde Türkiye, 135 ülke arasında 124’üncü sırada. İçinde yer aldığı Avrupa ve Orta Asya bölgesinde ise sonuncu sırada yer alıyor. Kadın-erkek eşitliğinde en iyi ülke İzlanda. Norveç ikinci, Finlandiya üçüncü. Finlandiya'yı İsveç ve Yeni Zelanda izliyor. En sonda yer alan ülkeler ise Yemen, Çad ve Pakistan. Türkiye, en kötü on ülke arasına girerken pek çok yoksul ülkenin de gerisinde kalıyor. (Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bu verilerin 2009 yılına ait olduğunu, şimdi durumun daha iyi olduğunu söylüyor.) Birleşmiş Milletler İnsani Gelişmişlik Endeksi verilerine göre kadınların en yüksek oranda iş hayatına katıldığı ülke, Danimarka. Danimarka’da her yüz kadından 71’i çalışıyor. İkinci sırayı %70 ile İsveç, üçüncü sırayı %66 ile Hollanda, dördüncü sırayı %65 ile Finlandiya, beşinci sırayı %62 ile İngiltere alıyor. Türkiye %22 ile AB ülkeleri içinde kadınların en az oranda çalıştığı ülke konumunda. Üstelik son yıllarda bu oranın artacağı düşünülüyor. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü'nün (KSGM) her yıl yayımladığı rapora göre, 1990'da %34 civarında olan kadınların işgücüne katılım oranı, 1995'te %30’a, 2000'de %27’ye, 2011'de ise %22'ye düşmüş. Türkiye’de tarımın toplam ekonomi içinde payı azaldıkça kadının çalışma hayatına katılım oranı da düşüyor. Türkiye’de çalışan kadınların %42’si tarım sektöründe, %15'i sanayi sektöründe, %43'ü ise hizmetler sektöründe çalışıyor. (Türkiye İstatistik Kurulu hane halkı işgücü istatistikleri, Haziran 2012) Kadınlar iş hayatına girseler bile yükselme şansları erkekler kadar fazla değil. Sadece mecliste (TBMM) değil, şirketlerde de yönetici koltuğunda çok az kadın oturuyor. Sanki bir yere kadar yükseliyor ama oradan sonra “cam bir tavana” çarpıp duruyorlar. Yönetici pozisyonunda çalışan kadınların, belirli bir aşamadan sonra yükselmelerini engelleyen faktörlerin toplamına "Cam Tavan Sendromu" deniyor. (Glass Ceiling) "Cam Tavan" benzetmesi, kadınların iş hayatında yükselmelerini önleyen "görünmez" engelleri anlatıyor. Maalesef bizim toplumumuzda sadece ofiste değil, sosyal alanda da kadınların üzerindeki cam tavanlar onların yükselmesine engel oluyor. Kadın çalışsa da evdeki rolü hala birincil derecede öncelikli. Her durumda kadından iş hayatı ile aile hayatını dengelemesi bekleniyor. Hele işin içine bir de çocuklar girdiğinde kadınların aile sorumluluklarını ikinci plana atmaları neredeyse imkansız. Dolayısıyla kadınlar, çalıştıkları işyerlerinde yükselmek için mücadele ederken aslında erkek meslektaşlarıyla adil olmayan koşullarda yarışıyorlar. Bizim toplumumuzda kadınların iş hayatına atılmalarını kendilerine tehdit olarak algılayan kocaların sayısı da az değil. Erkekler, eşlerin çalışmasını kendi “hükümranlıklarının” sonu olarak algılıyorlar. Bir ülkede kadınların statüleri erkeklerle eşit seviyeye gelmezse o ülke gerçek anlamda medeni bir ülke olamaz. Gerek şirketlerde gerekse kamusal alanda karar verici pozisyonlardaki kadın sayısı artmadıkça toplumun refah düzeyi artmaz. Öte yandan kadınlara fırsat verildiğinde, eğitimi ve mesleği olmayan kadınlar bile “inanılmazı” başaracak güçtedir. Prof. Muhammad Yunus bunu ilk gören öncülerden birisi. Muhammad Yunus, genç bir kadına bambu sepeti yapması için 6 $ kredi vererek başlattığı mikro kredi sistemi ve daha sonra kurduğu Grameen Bank ile elde ettiği başarılarla 2006 yılında Nobel Barış Ödülü'nü kazandı. Sosyal inovasyon niteliği taşıyan bu yenilikçi model sayesinde dünyanın birçok ülkesinde eğitimsiz kadınlar, çok küçük kredilerle kendilerini ve ailelerini geçindirecek işler kurdular. Çocuklarına bakıp onları okutabilme imkanına kavuştular, yaşadıkları toplumun refah seviyesini artırdılar. Son yıllarda Türkiye'de de çok umut veren bir gelişme oldu. Kadınların üretime katılmasını sağlamak amacıyla İsrafı Önleme Vakfı (TISVA), “Ekonomiye Kadın Gücü” hareketini başlattı. Kadınların gelir getirici bir işe başlamalarına, işlerini büyütmelerine destek vermek amacıyla krediler vermeye başladı. Bu girişimin finansmanı, uluslararası fonlardan, devletin sağladığı imkânlardan ve toplumun her kesimden insanın bireysel borç vermesi ya da bağış yapması ile sağlandı. (economiyekadingucu.com) Bugün isteyen herkes ekonomiyekadingucu.com sitesinden Türkiye'nin kadınlarına bireysel borç verebiliyor. Bu program çerçevesinde, 2003 yılından 2012 yılına kadar 58 bin kadına 138 milyon lira kredi dağıtıldı. Bu krediler ihtiyaç sahibi kadınların sözlerine güvenilerek, karşılığında hiçbir teminat istemeden verildi. Kredi kullanan kadınlar, canlarını dişlerine takarak çalıştılar ve kredi borçlarını son kuruşuna kadar geri ödediler. Kadınlara engel olmak aslında erkeğin kendi geleceğine camdan bir set oluşturması demektir. Hepimizin kadınların üzerine koyulan engellerle mücadele etmesi gerekir. Ben kadına toplumda daha fazla yer açmamızın kendi geleceğimize, çocuklarımızın refahına, daha iyi bir ülke yaratma vizyonumuza yatırım yapmak olduğuna inanıyorum. Daha çok kadının çalışması, kadınların yönetici konuma gelebilmeleri, sosyal alanda daha etkin olabilmeleri geleceğimize daha iyimser bakmamızın ön koşuludur. www.ozelkalem.org 59 KONUK KALEM Özel Kalem Müdürlerinin En Önemli Özellikleri Güven, Dikkat ve Sabır Özel kalem müdürleri görevinin gerektirdiği işleyişi en mükemmel anlamda yapabilmek gayesiyle iyi bir sistem kurabilmeli, bu işe en uygun elemanlarla çalışmalı, zamanla yarışılan bir iş yaptığından isabetli ve hızlı karar verebilmesini sağlayacak donanım ve kadroya sahip olmalıdır. Özel kalem müdürlüğü mesleğini yapan kişilerin bir çok özelliği bulunması gerektiğini belirten Sağlık Bakanlığı Özel Kalem Müdürü Tarkan Alpay, “Makamı, hem sürdürülen görev hem de şahsiyet olarak sıkıntıya sokabilecek en küçük bir detayı bile atlamamanız gerekir. Bunun için çok dikkatli ve özenli olmalıyız.” diyor. Aynı zamanda Özel Kalem Müdürleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğinin Yönetim Kurulu üyesi olan Alpay, önümüzdeki dönemlerde dernek olarak çalışmaların sürdüreleceğini belirtti. Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Bulunduğunuz makama hangi aşamalardan geçerek geldiniz? 1967 yılında İstanbul‘da doğdum fakat aslen Artvin Arhaviliyim. İlk, orta ve lise eğitimimi İstanbul’da tamamladım. Karadeniz Teknik Üniversitesi Fizik Bölümü Lisans Eğitimimin ardından THK Üniversitesi İşletme Yüksek Lisans Programını tamamladım. 16 yıllık evliyim ve 15 yaşında Metehan isminde bir oğlum var. İyi derecede İngilizce biliyorum. 2003-2007 yıllarında AK Parti İstanbul İl Başkanlığında 5 yıl boyunca Özel Kalem Müdür Yardımcısı olarak görev yaptım. 20072012 yıllarında milletvekili danışmanlığı ve 24 Ocak 2013’te yapılan kabine değişikliğinde Sağlık Bakanlığı Özel Kalem Müdürü olarak göreve başladım. Halen bu görevime devam ediyorum. Aktif spor hayatıma ortaokul yıllarımda voleybol ile başladım. Üniversite yıllarımda da bir süre devam ettiğim voleybola, üniversite- 60 YAZ2014 Sağlık Bakanlığı Özel Kalem Müdürü Özel Kalem Müdürleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğinin Yönetim Kurulu üyesisiniz. Derneğin önümüzdeki dönemde belirlediği hedeflerden bahseder misiniz? Bildiğiniz gibi, çok yoğun ve stresli bir iş ortamımız var. Deyim yerinde ise özel kalem müdürleri olarak bizlerin başımızı kaşıyacak zamanımız olmuyor çoğunlukla. Kendimize ayıracak zamanımız kısıtlı. Haklarımızın takip edilmesi ve korunması, sosyal imkânlarımızın artırılması gerekiyor. Zaten derneğimiz de bu amaçla kurulmuş bir dernektir. Biz dernek olarak az önce bahsettiğim konularda etkin olmak, çeşitli faaliyetlerle sosyal aktiviteler gerçekleştirmek, üyelerimizin her türlü sosyal imkânlarını artırmak, geliştirmek, üyelerimiz arasında dayanışmayı geliştirmek ve çeşitli etkinliklerle faaliyetlerini sürdürmek amacındadır. Önümüzdeki dönemde de kuruluş amaçlarımız çerçevesinde etkinliklerimizi, sosyal yardımlaşma ve dayanışma faaliyetlerimizi ve yayınlarımızı sürdüreceğiz. nin dağcılık kulübünü kurduktan sonra son verip, dağcılık ile ilgilendim. Son 10 yıldır ise Bisiklete biniyorum. Aynı zamanda da Türkiye Bisiklet Federasyonu Yönetim Kurulu Üyeliği sonrası Disiplin Kurulu Başkanlığı görevine devam ediyorum. “Sağlam Kafa Sağlam Vücutta Bulunur” sözünü hayatın her anında benimsemiş biri olarak spor yapmayı seviyor ve elimden geldiğince de ihmal etmiyorum. Başarılı bir özel kalem müdürünün özellikleri nasıl olmalıdır? Mesleğe yeni başlayanlara neler tavsiye edersiniz? Özel kalem müdürlüğü görevini başarı ile yapabilmek için birçok özelliğin bir arada bulundurulması gerekiyor. Başarılı bir özel kalem müdürü öncelikle çok güvenilir, sabırlı ve dikkatli olmalıdır. Hizmet verdiğiniz bakan, üst düzey kamu görevlisi veya belediye başkanın bütün sorumluluklarını ve hassasiyetlerini sizin de yaşamanız ve paylaşmanız şart. Tarkan Alpay KONUK Makamı, hem sürdürülen görev hem de şahsiyet olarak sıkıntıya sokabilecek en küçük bir detayı bile atlamamanız gerekir. Bunun için çok dikkatli ve özenli olmalıyız. ÖNCE GÜVEN… Özel kalem müdürü Makam’ın her anlamda ilk ve en güvendiği kişidir. En güvenilen kişi olmak bizim için aynı zamanda bir onurdur ve omuzlarımıza da çok büyük bir sorumluluk yükü yüklemektedir. Bizler her an bunun farkında olmalı ve duyulan bu güvenin gereği neyse onu yerine getirmeliyiz. SONRA DİKKAT… Güven konusunda gereken hassasiyeti gösteren biz özel kalem müdürleri için dikkat edilmesi gereken ikinci husus dikkattir. İşimizi titizlik ve dikkatle yapmamız gerekiyor. Atladığımız veya dikkatimizden kaçan en küçük bir detay bazen çok önemli aksamalara, sorunlara ve sıkıntılara sebep olabilir. Bu bakımdan her şeyi ince eleyip sık dokumak ve her gelişmeyi zamanında, bütün nüansları ile doğru okumak zorundayız. Hizmet ettiğimiz Makamın reflekslerini ve sonuçlarını tahmin ederek, birçok hususu önceden bütün çerçevesi ile değerlendirerek görevimizi sürdürmek durumundayız. Randevu talepleri, geziler, toplantılar, görüşmeler, yazışmalar ve daha birçok unsurun her detayını titizlik ve dikkatle değerlendirmeli ve gözden kaçırmamalıyız. SONRA DA SABIR… Özel kalem müdürlerinin belki de olmazsa olmaz özelliklerinden birisi sabırlı olmalarıdır. Bizim görevimiz; kamuda iş yükü en ağır olan, sorumlulukları en fazla olan, zaman mefhumunu her anlamda aşarak çalışmayı gerektiren bir görevdir. Yoğunluğun ve taleplerin aşırı bir yük getirdiği özel kalem müdürleri ilgili-ilgisiz herkesle muhatap olmak, bütün sorunları çözmek, program akışlarını sorunsuz olarak sürdürmek zorundadır. Bu bakımdan da sabırlı olmak her zaman bizim için olmazsa olmazlardandır. Tahammül sınırlarının zorlandığı olay ve durumlarda işte bu sabır devreye girmeli, yapılan hizmetin önemi akıldan çıkarılmamalı ve bize duyulan güvenin hakkını vermek konusunda gayret gösterilmelidir. KALEM Özel kalem müdürleri bu özelliklerle beraber görevinin gerektirdiği işleyişi en mükemmel anlamda yapabilmek gayesiyle iyi bir sistem kurabilmeli, bu işe en uygun elemanlarla çalışmalı, zamanla yarışılan bir iş yaptığından isabetli ve hızlı karar verebilmesini sağlayacak donanım ve kadroya sahip olmalıdır. Özel kalem müdürlerinin genel olarak yaşadığı sorunlar ve çözüm yolları nelerdir? Yaşadığımız en önemli sorun ve çektiğimiz en büyük sıkıntı zamana karşı yarışırken bazen bize yetecek zamanı bulamamaktır diyebilirim. Çok kapsamlı ve çok paydaşlı bir iş yapıyoruz. Herkes her detayın takibini ve her sorunun çözümünü bizden bekliyor. Bu beklenti ve ısrar bazen dikkatimizi dağıtabiliyor. İnsanımız “ilgiliye yönlendirilmek” istemiyor. Özel kalem müdürünün o işi bizzat çözmesini istiyor. Hizmet verdiğimiz makama ulaşmak, taleplerini takip edip sonuçlandırmak isteyen her bireyin yoğun baskısı bazen işlerimizi aksatmakta, çeşitli sıkıntılara sebebiyet verebilmektedir. Bu da toplum olarak her işimizi en tepedeki görevliye yaptırmak veya sorunlarımızı ancak böyle çözebileceğimize inanmakla ilgili. Özel kalem müdürlerinin görev ve sorumlulukları konusunda muhataplarımız tarafından yeterince empati yapılmadığı kanaatindeyim. Bir de telefon konuşmaları çok uzun tutuluyor ve her detay telefonda konuşulmak isteniyor. Bu alışkanlık da bizi sıkıntıya sokan bir husus… Çalışma hayatınızda unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşır mısınız? Elbette bir çok farklı ve renkli hadiseler yaşıyoruz. Görevimiz gereği hepsinin gereğini yerine getiriyoruz. Bazen gülüyoruz, bazen üzülüyoruz, bazen sinirleniyoruz. Ama özel kalem müdürlüğü görevimizi aktif olarak yaparken konumuzla ilgili yaşadıklarımızı paylaşmayı doğrusu şu anda uygun bulmuyorum. Daha önce de belirttiğim gibi bizim görevimiz güvenilir olmayı, sır tutabilmeyi gerektiriyor. Belki bu görevimiz bittiğinde anılarımızı yine usulüne uygun bir biçimde paylaşırız. Bence bu mesleği ve görevi yapmış olan duayen abilerimiz ve eski özel kalem müdürlerimize sorsanız, onların anlatması daha şık olacaktır... Tarkan Alpay, Türkiye Bisiklet Federasyonu Yönetim Kurulu Üyeliği sonrası Disiplin Kurulu Başkanlığı görevini devam ettiriyor. www.ozelkalem.org 61 YENİ YÖNETİMDEN BEKLENTİLERİNİZ NELERDİR? NE TÜR FAALİYETLERİN YAPILMASINI İSTERSİNİZ? Özel Kalemlerin Platformu…. Özel Kalem Müdürleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, önemli bir misyonu ve görevi yerine getirmektedir. Kamu kurum ve kuruluşları ile makamların birebir iletişimlerinin sağlandığı, vatandaşların sorunlarının ilgili makamlara iletildiği ve en kısa çözüme kavuşturulduğu konum özel kalem müdürlüğüdür. Bu amaç doğrultusunda hizmet veren özel kalemlerin ortak platformu ise Özel Kalem Müdürleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’dir. Derneği’n 2014 yılı Mart ayında Olağanüstü Genel Kurul Toplantısı yapılmış ve yeni yönetim Kurulu görevine başlamıştır. Görev dağılımı yapan yeni yönetim, gerçekleştirdiği yeni yol haritasını oluşturdu ve göreve başladı. Yönetim kuruluna başarılar diliyorum. “Birlikten kuvvet doğar” atasözümüzde de vurgulandığı gibi, sorunların çözüme kavuşturulması, iletişimin en üst düzeye çıkarılması, ancak ve ancak iyi organizasyonla mümkün olur. Özel Kalem Müdürleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’mizin yeni dönemde de emin adımlarla yoluna devam edeceğine yürekten inanıyor ve başarılar diliyorum. Bugüne kadar başarılı bir şekilde özel kalem müdürleri arasında mesleki dayanışmayı ve iletişimi sağlayan Dernek yönetim kurulu bundan sonra da başarılarını en üst noktaya taşıyacaktır. Bu çerçevede birlik ve beraberliği güçlendirecek etkinlikler düzenlemek, özel kalem müdürleri arasındaki iletişim ağını genişletmek için yapılacak organizasyonlar, oluşturulacak platformlar sorunların daha kısa sürede çözüme kavuşturulmasını sağlayacak, güçlenen iletişim ağı ile “bugün git, yarın gel” anlayışı ortadan kalkacaktır. Her alanda, her geçen gün güçlenen Türkiye’nin en önemli kurumlarından biri konumunda olan ve kamu yönetiminde ağırlıkları her geçen gün artan özel kalem müdürlerinin en önemli iletişim platformu olan Özel Kalem Müdürleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’mizin yeni yönetimine çalışmalarında başarılar diliyor, saygılarımı sunuyorum. İbrahim Zahit Ceyhan Ekonomi Bakanlığı Özel Kalem Müdürü 62 SONBAHAR2012 YENİ YÖNETİMDEN BEKLENTİLERİNİZ NELERDİR? NE TÜR FAALİYETLERİN YAPILMASINI İSTERSİNİZ? Başarıya Ortak Akılla Ulaşılabilir Özel Kalem Müdürleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’mizin 2014 yılı Mart ayında Olağanüstü Genel Kurul Toplantısı yapılmış ve yeni yönetim Kurulu görevine başlamıştır. Derneğimiz Yönetim Kurulu Başkan ve Yönetim Kurulu Üyeleri geçtiğimiz günlerde yapmış oldukları istişare toplantısında da yeni dönemle ilgili yol haritalarını belirleyip faaliyetlerine başlamış oldular. Derneğimiz üyesi olarak önemli gördüğüm bir iki hususa kısaca değinmek isterim. Hangi konuda hangi hedefe ulaşmak istenirse istensin başarıya ortak akılla, istişare ile ulaşılabilmektedir. Bu anlamda, yeni dönem ve yeni yönetimden beklentim, özel kalem müdürlerinin mesleki aidiyetlerini geliştirecek ve aramızdaki bağı, birlikteliği sağlayacak sosyal ve mesleki projelere ağırlık vermeleridir. Bu sayede oluşturulacak birlik, beraberlik ve mesleki aidiyet duygusu ile yönetim kurulu ve dernek üyelerinin hep birlikte ben merkezli değil biz merkezli hareket ederek, daha önemli ve gerçekçi hedefleri başarı ile gerçekleştirebileceğine inancım tamdır. Bu vesile ile yeni yönetim kurulumuza başarılar diler saygılarımı sunarım. Murat Birol Kayım Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Müsteşar Özel Kalem Müdürü www.ozelkalem.org 63 YÖNETİM KURULU ÜYELERİ ÜNAL KAYA MUSTAFA AYDINALP CİHAN PEKTAŞ YÖNETİM KURULU BAŞKANI BAŞKAN VEKİLİ STRATEJİ BAŞKANI 1957 yılında Manisa Gördes’te doğdu. 1987 yılında Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisinden mezun oldu. 1984 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Merkez birimlerinde, 1985 yılı sonu itibariyle de özel kalemde yer almaya başladı. 1987 yılında şef oldu. 1993 yılında Eğitim Uzmanı, 1994 yılında da APK Uzmanı oldu. 2003-2010 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı Özel Kalem Müdürlüğü görevini yaptı. Halen burada Sosyal Hizmetler Dairesi Başkanı olarak görevine devam etmektedir. 1 Haziran 1953 yılı Bolu doğumlu olan Aydınalp, 1974 yılında Zonguldak Erkek Sanat Enstitüsünden mezun oldu. İlk kez 1977 yılında Tarım Bakanlığı Müsteşarlığı’nda özel kalem müdürü olarak göreve başladı. Daha sonra 2008 yılına kadar 12 bakan ile özel kalem müdürü olarak çalıştı. Evli ve 2 çocuk babasıdır. 1970 yılında Gümüşhane-Köse’de doğdu. Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat Bölümünden mezun oldu. 1990- 1996 yıllarında Arnavutköy Belediyesi Özel Kalem, 1996-2003 yıllarında İstanbul Büyükşehir Belediyesi-İSKİ Genel Müdürlüğü Özel Kalem Müdürlüğü, 2003-2007 yılları arasında Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Özel Kalem Müdürlüğü, 2007-2008 yıllarında Çevre ve Orman Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü, Halen Orman ve Su İşleri Bakanlığında Strateji Geliştirme Başkanı ve Özel Kalem Müdürü olarak görevini sürdürmektedir. Evli ve 2 çocuk babasıdır. BERRİN YOLSAL TARKAN ALPAY AHMET AKYOL SOSYAL VE KÜLTÜREL İŞL. BŞK. TEŞKİLATLANDIRMA BAŞKANI KOORDİNASYON BAŞKANI Zonguldak’da dogdu. Anadolu Üniversitesi Sekreterlik Bölümü 2. sınıf öğrencisi. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Ersin Faralyalı, Veysel Atasoy ve Ulaştırma Bakanlığı Mehmet Köstepen’in Özel Kalem Müdürlüğünü yaptı. İzmir Milletvekili İ.Turhan Aranç, İzmir Milletvekili Yusuf KIRKPINAR ve TBMM Kahramanmaraş Milletvekili’nin yönetici asistanlık görevlerini yürüttü. TBMM Samsun Milletvekili A.Çağatay Kılıç’ın ikinci danışman görevinde bulundu. Gençlik ve Spor Bakanı A.Çagatay Kılıç’ın Özel Kalem Müdürü Görevini yürüttü. 1967 İstanbul doğumlu. Yükseköğrenimini KTÜ Fizik bölümünde tamamladı.1992-2002 yılları arasında serbest meslek ile iştigal etti. 2002-2007 AK Parti İstanbul İl Başkanlığı Özel Kalem, 2007-2013 Milletvekili Danışmanlığı görevlerini yaptı. 2013 yılından itibaren Sağlık Bakanı Özel Kalem Müdürü görevini yürütmekte. Bir dönem Bisiklet Federasyonu Yönetim Kurulu Üyeliği sonrası Bisiklet Federasyonu Disiplin Kurulu Başkanlığı görevine devam etmekte. İngilizce bilmekte olup. Bir çocuk babasıdır.. 1982’de İzmit’te doğdu. 2010 yılında Anadolu Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümünden mezun oldu. 2002 ve 2003 yıllarında Tüpraş’ta staj yapmıştır 2013 yılında Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Kamu Yönetimi İngilizce yüksek lisansına başladı ve halen yüksek lisansa devam ediyor. 2007 yılında Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nda Bilgisayar Mühendisi olarak göreve başladı. 2014 yılından itibaren Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nda Özel Kalem Müdürü olarak görevini sürdürmektedir. İyi derecede İngilizce bilmektedir. 64 YAZ2014 YÖNETİM KURULU ÜYELERİ CEMİL YALMAN YASİN ERDOĞAN HİKMET ÖZKAN YÖNETİM VE ORGANİZASYON BŞK. DIŞ İLİŞKİLER BAŞKANI MALİ İŞLER BAŞKANI 1973 Yılında Amasya’da doğdu. İlk ve Orta öğrenimini Amasya’da Üniversite eğitimini Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler ve İşletme Fakültesini bitirmiştir. 1995 yılında İstanbul Bakanlığı Müşavirlik görevine atanmıştır. Şuanda Çevre ve Şehircilik bakanı özel kalem müdürü görevini yürütmektedir. Evli ve 3 çocuk babasıdır. 1977 yılında Kızılcahamam’da doğdu. 2000 yılında Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Jeoloji Mühendisliği lisans eğitimini tamamladı. 2012-2013 yılları arasında yüksek lisansını tamamladı. İyi derecede İngilizce bilmekte olup uzmanlık alanı zemin ve kaya mekaniğidir. 2004-2010 yılı Yenimahalle Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü’nde Jeoloji Mühendisi olarak çalıştı. Temmuz 2011-Ocak 2013 arasında Ak Parti Ankara Milletvekili Prof. Dr. Emrullah İşler’in danışmanı olarak görev aldı. Ocak 2014’ten itibaren Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Emrullah İşler ’in Özel Kalem Müdürlüğü görevine devam etmektedir. Evli ve 2 çocuk babasıdır. 1959 yılında Sivas’ta doğdu. A.Ü. İşletme Fakültesi’nden mezun oldu. 1986’da PTT Ulus Telefon Müdürlüğünde memur olarak çalışma hayatına başladı. 1992 yılından beri PTT Özel Kalem Müdürlüğünde Şeflik, Amirlik, Protokol Müdürlüğü ve Özel Kalem Müdürlüğü, Posta Telgraf daire başkanlığı başkan yardımcısı, Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı Başk. Yard., Eğitim Dairesi Başkanlığı yaptı. Halen Değerli Kağıtlar Daire Başk., PTT Biriktirme Yardım Sandığı Yön. Kur. Üyeliği ve PTT Spor Kulübü Başkanı görevini yürütmektedir. Büyükşehir Belediyesinde göreve o dönemin Belediye başkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın ekibinde kariyerine başlamıştır. 2007 yılında dönemin Büyükşehir Belediye Başkan vekili Sn. İdris Güllüce ile birlikte çalışmaya başlamıştır. 2014 yılında Çevre ve Şehircilik ARZU EFİLTİ MUSTAFA ORHAN MUSTAFA BAYRAK BASIN VE HALKLA İLİŞKİLER BŞK. İDARİ İŞLER BAŞKANI GENEL SEKRETER 1974 Ankara doğumlu. 1995 yılında Dokuz Eylül Üni. İİBF İşletme Bölümü’nden mezun oldu. Aynı yıl Devlet Bakanı Sabri Tekir’in Bakan Danışmanı olarak çalışma hayatına başladı. 1996 yılında Vakıflar Bankası T.A.O’da çalışmaya başlamış, 2003-2005 yılları arasında T. Vakıflar Bankası T.A.O Genel Müdürü Aziz Ahmet Kacar’ın Özel Kalem Müdürlüğü görevini yürütmüştür. Halen aynı bankada çalışmaya devam etmektedir. “Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik Belgesi” ve “Bilirkişilik Sertifikası” sahibi olup, evli ve iki çocuk annesidir. 1962 yılında Haymana’da doğdu. 1986 yılında memuriyet hayatına başladı. Çeşitli Sivil Toplum örgütlerinin yönetiminde bulundu. 1999 – 2005 yılları arasında Mamak Zabıta Müdürlüğü, 2006-2009 yılları arasında Özel Kalem Müdürlüğü ve 2009 yılından itibaren Mamak Belediye Başkan Yardımcılığı görevini yürütmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır. 1968’de Erzurum’da doğdu. A.Ü., İşletme Fakültesi’nden mezun oldu. Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde çeşitli görevlerde çalıştıktan sonra 1990’da Rektörlük Personel Daire Başkanlığı’nda memur olarak göreve başladı. 1996 yılında Pamukkale Üni. Müh. Fak.’nde göreve başladı. 1999’da Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na müşavir olarak atandı. 19992003 yılları arasındaÖKM görevini vekaleten yürüttü. 2003 yılından itibaren Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nda Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü’nde uzman olarak görevine devam etmektedir. www.ozelkalem.org 65 ÜYELER FİKRİ ERTÜRK MEHMET KARASU NALAN ÇOKAY DENETİM KURULU ASİL ÜYE DENETİM KURULU ASİL ÜYE DENETİM KURULU ASİL ÜYE 1957 yılında Ankara’da doğdu. Çalışma Bakanı ile Devlet Bakanları İmren Aykut, İbrahim Özdemir, Ersin Koçak ve R.Kazım Yüceler‘in Özel Kalem Müdürlüğü görevini yürüttü. Daha sonra Maliye Bakanı Lütfullah Kayalar’ın Özel Danışmanı olarak görev yaptı. Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü İdari ve Sosyal İşler Başkanlığı, Turizm Bakanlığı İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanlığı, Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü Denetçiliği ve Çinkokurşun İşletmeleri Yönetim Kurulu üyeliklerinde bulundu. 1979 yılında Sivas’ta doğdu. 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden mezun oldu. Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü’nde çalışmıştır. Yüksek lisans ve doktorasını G.Ü. Eğitim Bilimleri Enstitüsü’nde tamamladı. MEB Özel Kalem Müdürlüğü görevini yürütmektedir. Sınıf Öğretmenlerinin Öğrencilerini Bilişsel Yönden Tanıma Yeterliliği, Çocukların Konuşma Becerilerini Geliştirmeye Yönelik Hazırlanmış Bir Oyun Örneği, İlköğretimde Yazma Becerisinin Kazandırılmasında Örneklendirmenin Önemi yayınlanmış bildirilerinden bazılarıdır. 1968’de Ankara’da doğdu. Zübeyde Hanım KML Giyim Bölümü’nü bitirdi. Bolu Milletvekili Seçkin Fırat Yönetici Asistanı, Adana Milletvekili Akgün Albayrak Yönetici Asistanı, Grup Başkan Vekilleri Yönetici Asistanı, Devlet Bakanı Güneş Müftüoğlu, Devlet Bakanı Mehmet Ali Yılmaz, Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez Özel Kalem Müd. yaptı. Türkiye Şeker Fab.Türk Libya A.Ş Yön. Kur. üyeliğinde yer aldı. STB Kosgeb Halkla İlişkiler Müd. olarak çalıştı. Van Milletvekili İkram Dinçer’in Yönetici Asistanı görevinde bulundu. Halen İzmir Milletvekili A.Kenan Tanrıkulu’nun ikinci danışman görevini yürütmektedir. İSMAİL KALYONCU UĞUR YALÇIN MERYEM CANSU HAYSİYET DİVANI KURULU ÜYESİ HAYSİYET DİVANI KURULU ÜYESİ HAYSİYET DİVANI KURULU ÜYESİ 1954’da Trabzon’da doğdu. 1976’da Gıda Tarım Hayvancılık Bakanlığı'na girdi. Aynı yıl ÖKM görevine atandı.1980-1983 yılları arasında Başbakan Yardımcılığında ÖKM görevinde bulundu. 1983’de DPT Müsteşarlığına ÖKM olarak atandı. 1991’de Ulaş. Bak. ÖKM görevine atandı. 1993-1998 yılları arasında MGK Genel Sekreterliği’nde İletişim Müş. olarak görev yaptı. 1999 yılında tekrar Ulaştırma Bak. ÖKM görevine getirildi. 2000’de Yılın En Başarılı Özel Kalem Müdürü seçildi. 2001’de istifa etti. 21. Dönem Milletvekilliği Danış. yaptı. 2002’de Ulaştırma Bakanlığı TBMM Danışmanlığını üstlendi. 1969’da Kastamonu’da doğdu. HÜ. Psik. Bölümü’nden mezun oldu. 1996 yılında Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı İstanbul Metin Sabancı Spastik Çocuklar Reh. Merk.’nde psikolog olarak çalıştı. 1997-1998 yıllarında İçişleri Bakanlığı’nda Bakan Danışmanlığı, 1998-2002 yıllarında TBMM Milletvekili Danışmanlığı, 2002-2007 arasında ÇSGB ÖKM ve 2007-2010 yıllarında Başbakanlık Devlet Bakanlığı’nda Bakan Danışmanlığı görevini üstlendi. 2010 yılından itibaren Tütün ve Alkol Piyasası Düz. Kurumu’nda Başkanlık Müşavirliği görevini devam ettiriyor. 1970 yılında İzmir’de doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini İzmir’de tamamladı. Yüksekokul mezunudur. Memuriyet hayatına Emniyet Teşkilatı’nda başladı. Uzun yıllar, değişik illerde Valilik Özel Kalem Müdürlükleri’nde görev yaptıktan sonra, 2006 yılında Özel Kalem Müdürlüğüne asaleten atandı.. Halen Ankara Üniversitesi Rektörlüğü Özel Kalem Müdürlüğünde görev yapmaktayım. Bir çocuk annesidir. 66 YAZ2014 ÜYELER DAVUT ÖKSÜZ RİFAT AVCI HAYSİYET DİVANI KURULU ÜYESİ HAYSİYET DİVANI KURULU ÜYESİ 1979’da Amasya’da doğdu. 2004 yılında Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. 2008 yılında İstihdam Uzmanı oldu. 2010 yılında Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Anabilim Dalı’nda yüksek lisansını tamamladı. Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Ana Bilim Dalı’nda doktora eğitimine devam etmektedir. 2012-2013 yılları arasında Türkiye İş Kurumu Özel Kalem Müdürlüğü, 2013 yılından beri de Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Özel Kalem Müdürlüğü görevini yürütmektedir. 1957 yılında Mersin’de doğdu. Gazi Üniversitesi Fransızca Bölümü’nden mezun oldu. 1980 yılında Adalet Bakanlığı’nda Özel Kalem Müdürü olarak çalıştı. 1990 yılında Bakanlık Müşavirliği ve Tedviren Özel Kalem Müdürü görevlerini üstlendi. 1996 yılında Başbakan Müşavirliği, Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü Yardımcılığı Devlet Bakanlıkları Danışmanı olarak görev yaptı. Halen Başbakanlık Müşaviri olarak görev yapmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır. AHMET KURTOĞLU ÜNAL YENER HASAN İKİZOĞLU YÜKSEK İSTİŞARE KURULU ÜYESİ YÜKSEK İSTİŞARE KURULU ÜYESİ YÜKSEK İSTİŞARE KURULU ÜYESİ 1940 yılında Malatya’da doğdu. Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Bankacılık Yüksek İhtisas Bölümü mezunudur. Devlet İstatistik Enstitüsü, Sayıştay Başkanlığı Raportörü, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Müşaviri ve Müfettişi olarak çalıştı. Adapazarı Şeker Fabrikası Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Başkanı görevini de üstlendi. Türk Sanayisi ve Bürokrasi Hayatı ile Problemlerin Çözümü ile ilgili bir kitabı bulunmaktadır. KİT’lerin özelleştirilmesi ile ilgili araştırması bulunmakta olup Fransızca bilmektedir. 1948’de Zonguldak’ta doğdu. 1970’de Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde göreve başladı ve Eylül 1971’de Başbakanlık’ta bir göreve naklen atandı. Mart 1979’a kadar çeşitli Bakanlık ve Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğü’nde muhtelif görevlerde bulundu. Ardından sırasıyla, SGB, ÇSGB, Sağlık ve Sosyal Yardım Bak., Ulaştırma Bak., Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nda ÖKM görevlerinde bulundu. 1992’de Anavatan Partisi TBMM Grubu’nda Genel Başkan Özel Kalem Müdürlüğü’ne getirilmiştir. TBMM Başkan Müşavirliği görevini yaptıktan sonra 2001 yılında 32 yılı aşan kamu hizmetinden emekli olmuştur. Niğde, Fertek köyünde doğdu. Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nden mezun olmasının ardından Devlet İstatistik Enstitüsü’nde Uzman Yardımcısı olarak göreve başladı. Başbakanlık Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde Organizasyon ve Metot Uzmanı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nda Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri görevlerinden bulundu. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü ve Bakanlık Müşavirliği görevini on bir yıl sürdürerek 1991 yılı Ekim ayında emekli oldu. www.ozelkalem.org 67 ÜYELER ZEYNEL ABİDİN YEŞİLAY ÖMER MUSTAFAOĞLU ERCAN ŞİMŞEK YÜKSEK İSTİŞARE KURULU ÜYESİ YÜKSEK İSTİŞARE KURULU ÜYESİ YÜKSEK İSTİŞARE KURULU ÜYESİ 1950’de Şanlıurfa’da doğdu. 1970’de Turizm ve Tanıtma Bakanlığı'na girdi. 1993-2002 yıllarında Başbakanlıkta Özel Kalem Müdürlüğü yaptı. Sırasıyla Necmettin Cevheri, Nahit Menteşe, Tansu Çiller ve Başbakan Bülent Ecevit'le Özel Kalem Müdürü olarak çalıştı. 20022007 yıllarında KKTC’de, TC Lefkoşa Büyükelçiliği’nde diplomat olarak görev yaptı. Başbakan ÖKM ve Başbakan Baş müşaviri görevinden emekli oldu. 2007’de Pakistan’da “Türkiye” fotoğraf sergisini açtı. Aralık 2008’de KKTC sergisini Dışişleri Bakanlığı’nda açtı. Belçika’da 2011-2012’de arka arkaya “Sonsuz Bir Şiir Türkiye” fotograf sergisini açtı. 1952 yılında Erzurum’da doğdu. İlkokul, ortaokul ve liseyi Erzurum’da tamamladı. 1976 yılında Ankara M. M. Akademisi Makine Bölümü’nden mezun oldu. 1971-1975 yılları arasında Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nde memur olarak göreve başladı. 1975-1977 yılları arasında Kültür Bakanlığı, Özel Kalem Müdürü görevini yürüttü. 1979-1981 yılları arasında TPO’da mühendis olarak görev yaptı. 1993 yılında Başbakanlık müşavirliğine atandı. 1999 yılında emekli oldu. Evli ve iki çocuk babasıdır. 1973’de Isparta’da doğdu. 1998’de Atatürk Üni. Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 19982001 arasında Erzurum’da Sağlık Bakanlığı’na bağlı çeşitli sağlık kuruluşlarında görev yaptı. 2004-2006 arasında Isparta Devlet Hast. Başhekim Yar. ve aynı zamanda İl Sağlık Müdürlüğü Hasta Hakları İl Koor. görevlerinde bulundu. 2008-2011 arası Sağlık Bakanı Özel Kalem Müdürü olarak görev yaptı. 2011-2013 yılları arasında Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkan Yardımcılığı görevinde bulundu. SEDAT BAYER DURSEN ÖZSOY HAYRETTİN ÖSKİPER YÜKSEK İSTİŞARE KURULU ÜYESİ YÜKSEK İSTİŞARE KURULU ÜYESİ YÜKSEK İSTİŞARE KURULU ÜYESİ 1951 yılında Elazığ’da doğdu. 1975-1977 yıllarında arasında Başbakanlık Müsteşarı Ekrem Ceyhun’un Özel Kalem Müdürü olarak çalıştı. 1977-1978 yıllarında Başbakanlık Müsteşarı Mustafa Ernam’ın Özel Kalem Müdürü oldu. Devlet Bakanı Kazım Oksay, Nihat Kitapçı ‘nın Özel Kalem Müdürü olarak çalıştı. 1990-2000 yıllarında Başbakanlık Müşaviri görevini yürüttü. 2000-2004 yıllarında Başbakan Başmüşaviri olarak görev yaparken 16 Haziran 2004 yılında görevinden kendi isteği ile emekli oldu. AÜ, Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 1978’de Adalet Bakanlığı’nda ilk memuriyet görevine başladı. 1979’da Halk Bankası’na nakil oldu. 1980’de ODÜ Hukuk Müşaviri, 1989’da Roskamp GmbH’de Genel Müdürlük görevlerinde bulundu. 1990 Tarım Orman ve Köy İşleri Bakanlığı, 1991 Tarım Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü yaptı. 1992’de Karapınar A.Ş’de Genel Müdür, 1993’de TBMM Genel Sekreterliğinde danışman, 1995’de DATA Grafik A.Ş’de Ankara Bölge Müd. ve İdari İşler Müd., 1996’da Çevre Bakanlığı’nda Dış İlişkiler Daire Başkanlığı, 1999’da ÇSGB’de Özel Kalem Müd. ve Bakanlık Müşavirliği görevlerinde bulundu. 1943’de Van’da doğdu. Marmara Ün. Gazetecilik ve HİYO.’dan mezun oldu. Askerlik hizmetinden sonra İmar ve İskân Bakanlığı Tanıtma ve Yayın Dairesi’nde göreve başladı. 1984 yılında Tetkik Kurulu Başkanlığı’nda görevlendirildi. 1987 yılında Ulaştırma Bakanı ÖKM olarak ardından Araştırma ve Planlama Dairesi’nde Daire Başkanlığı görevlerini yerine getirdi. 1990 yılında Bayındırlık ve İskân Bakanı, ÖKM yaptı. 2000 yılında emekli olduktan sonra Anavatan Partisi’nin Siyasi İşler ve Koordinasyon Başkanı Danışmanı olarak görev yaptı. Özel Kalem Müdürü ve Müdür Yardımcısı olarak 25 yıl içinde 18 bakanla çalıştı. 68 YAZ2014 BİZİM DÜNYAMIZ Yeni Yönetim Kurulumuz Belirlendi Özel Kalem Müdürleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğimiz Genel Kurul sonrası ilk toplantısını Derneğimiz toplantı salonunda gerçekleştirmiş, Yönetim Kurulu görev dağılımları aşağıdaki şekilde belirlenmiştir. Yönetim Kurulu Üyeleri Üyelerimizden eski özel kalem müdürü ve SİEMED’in yöneticisi Ünal Yıldırım’ın, gönderdiği çiçekler toplantılarımıza renk katıyor. Ünal Kaya Yönetim Kurulu Başkanı (Diyanet İşleri Başkanlığı) Mustafa Aydınalp Başkan Vekili (Sanayi Bak. Emekli Ö.K.M.) Yasin Erdoğan Dış İlişkiler Başkanı (Başbakan Yrd. Emrullah İşler Ö.K.M.) Cihan Pektaş Strateji Başkanı (Orman Ve Su İşleri Bak.Ö.K.M.) Ahmet Akyol Koordinasyon Başkanı (Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bak. Ö.K.M.) Tarkan Alpay Teşkilatlanma Başkanı (Sağlık Bakanlığı Ö.K.M.) Cemil Yalman Yönetim ve Org. Bşk. (Çevre Ve Şehircilik Bak. Ö.K.M.) Berrin Yolsal Sosyal ve Kül. İşleri Bşk. (Gençlik Ve Spor Bak. Ö.K.M.) Mustafa Orhan İdari İşler Başkanı (Mamak Belediye Başkanlığı Bel. Bşk. Yrd.) Hikmet Özkan Mali İşler Başkanı (PTT Genel Müdürlüğü Daire Başkanı) Arzu Efilti Basın ve Halkla İliş. Bşk. (Vakıfbank) Mustafa Bayrak Genel Sekreter (Tarım Eski Ö.K.M.) www.ozelkalem.org 69 BİZİM DÜNYAMIZ Azmin Elinden Hiçbir Şey Kurtulamaz Yıllarını bürokrasiye adamış Eski Özel Kalem Müdürü İsmail Kalyoncu başarının sırrını bizlerle paylaştı. Başarının sadece azim ve ısrara bağlı olduğunu dile getiren Kalyoncu, bir anısını da bize anlattı… ceğim.” diyor. Sayın Müsteşar o an Güçlü olan, yenilmeyen yalnız yoktu. Kendilerine, portakal suyu azimdir. Bu dünyada başarılı ikram ettim. “Buyurun bir arzunuz, olanlarla olmayanlar arasındaki talebiniz var mı?” dedim. “Hayır” temel farklardan biri “azim”dir. Ne dediler, “Biz bizim Yusuf’la görüşekabiliyet, ne eğitim, ne de çevre; cektik.” Kalkmak istediler, içecekbunların hiçbiri azmin yerini alalerinin parasını vermek istediler, maz. Kabiliyetli, eğitilmiş ve iyi bir bende onlara “Kurumlarda böyle çevreye sahip olduğu halde bir şey olmaz, afiyet olsun” dedim. sıradan kalabalıklar arasında kayTekrar “Bir arzunuz var mı?” diye bolup giden nice insan var. sordum, teşekkür edip ayrıldılar. Başarı, sadece azim ve ısrara Takriben 25 dakika sonra Sayın bağlıdır. Başbakan Turgut ÖZAL’ın Özel Herkes yaşamının değişik Kalemi “Sayın Kalyoncu” diye dönemlerinde zorluklarla ve enseslendi. Heyecanlı bir şekilde gellerle karşılaşır. Bu durum “Buyurun efendim” dedim. “Sen inkarşısında sıradan insanlar zihinsanları odana sokmuyormuşsun, lerinde kendilerini çökmüş olarak ikramlarda bulunmuyormuşsun, görürler, ezilmişlik ve bitmişlik olur mu hiç?” Dilim tutuldu, donhissederler. ‘Batsın bu dünya!’, İsmail KALYONCU dum kaldım. Birkaç saniye sonra ‘Neden ben?’, ‘Kaderimse çekerÖzel Kalem Müdürü (Emekli) kahkaha atarak “Seni tebrik ediyoim!’, ‘Acıların çocuğuyum!’ gibi sesler duyarlar. Çünkü onlar şu- kalyoncuismailtbmm61@mynet.com rum. Devlette Özel Kalem Müdürü, devlet adamı böyle olur işte. Vatannun farkındadır: İnsanın karşısına daşın her talebini yapamazsınız, ama vatandaşları çıkan hiçbir zorluk, ‘tamam buraya kadar’ demek için çıkdinleyeceksiniz, güler yüzlü olacaksınız, doğru yöne yönmaz. Her zorluğun bir amacı vardır; bizi daha ileriye lendireceksiniz ve adil davranacaksınız. Sayın Kalyoncu, götürmek. Zaten attan düşmemiş bîr yiğit veya ayağı tekrar tebrik ediyor sizi kutluyorum. O ikram ettiğin kişilsürçmemiş bir at var mıdır? Önemli olan düştükten sonerden biri benim dayım ve komşusu. Tarafınızdan çok alara doğrulup yerden devam etmek değil midir? Başarılı inka ve ikramda bulunduğunuzdan, taleplerini söylemeyi sanların hayatlarını incelediğimizde şunu görürüz: “Başarı bile unuttular, utandıkları için bahsetmediler bile. Devlet sadece azim ve ısrara bağlı.” adamlığınızı gösterdiniz, gözlerinizden öperim.” İnsanı, en üst makamlara, zirveye çıkaran azimdir. “Ya Bu duygularla biz birbirimizi seveceğiz, işimizi sevesevdiğin işi yap, ya da yaptığın işi sev”. ceğiz ve işimizin gereğini yapacağız. Zaten bir işte yükBu konuda bir anımı anlatayım; DPT Müsteşarı Sayın sek performansa ulaşmanın temel gerekliliklerinden birisi Dr. Yusuf Bozkurt ÖZAL’ın Özel Kalem Müdürüyüm. o işi büyük bir sevgi ve tutku ile yapmak değil midir? Makama iki vatandaş geliyor “Bizim Yusuf’la görüşe- 70 YAZ2014 BİZİM DÜNYAMIZ Ziyaretler Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın Özel Kalem Müdürü Mustafa Tarlacı’yı makamında ziyaret ettik Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Nabi AVCI’nın Özel Kalem Müdürü Abdülkerim Taş’ı ziyaret ettik... Başbakan Yardımcısı Prof.Dr. Beşir Atalay’ın Özel Kalem Müdürü Yardımcısı Burak Demiralp’ı ziyaret ettik MEB Müsteşarı Doç. Dr. Yusuf TEKİN’in Özel Kalem Müdürü Bülent Çiftçi’yi ziyaret ettik... 72 YAZ2014 ;á;AAmHB;HåmHA?O;äå ±¯åO`B:`Hå>;Få:7>7å?O?I?å?Ö?DåÖ7B`áJ`A}å I7O;D?P:;åmHA?O;D?DåKHA9;BB?åEB:KAå ;B;9;AJ;å:;åJ;ADEBE@?C?PB;}å 8?HB?AJ;å>;Hå=mDå:7>7å?O?O;