Vecihi Journal-2
Transkript
Vecihi Journal-2
BÜLTENİ 2016 İLKBAHAR SAYI: 2 ÜCRETSİZDİR dekorasyon teknolojİ kültür sanat EKONOMİK SİSTEMLER çİZGİ DİLİ NASIL ÇALIŞIR? NURİ DEMİRAĞ NÜRNBERG moda cumalıkızık DÜNYA MUTFAKLARI BULMACA VENTILATION TECHNIC 1 Cumalıkızık 22 Cvsair Bülteni Vecihi İstanbul’a Adını Verenler SAYI 02 - İLKBAHAR SAHİBİ CVS HAVALANDIRMA SİSTEMLERİ SAN. TİC. A.Ş ADINA Tolga YOLCU İçindekiler 12 Nürnberg 37 YAYIN KURULU Tayfun DİNÇ Leyla CİVELEK Alev KAHRAMAN Murat PARLAK Eski Türklerde Spor 29 SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Tayfun DİNÇ pazarlama@cvsair.com.tr YÖNETİM YERİ Cumhuriyet Mah. Kartal Cad No: 101/1 Kartal İstanbul YAYINA HAZIRLIK Safran Yayıncılık A.Ş. 0212 290 33 44 info@termo-klima.net Beybi Giz Plaza, Dereboyu Cad. Meydan Sk. No: 28 Kat: 2 34398 Maslak / İSTANBUL 2016 Dekorasyon Trendleri 43 Dünyanın en iyi 5 mutfağı BASKI YERİ Portakal Baskı İt. İh. San ve Tic. A.Ş. Huzur Mh. Tomurcuk Sk. No: 5/1 Sarıyer / İSTANBUL 0212 332 28 01 pbx 46 Dergide yer alan makalelerdeki fikirler yazarlarına aittir. Yazılar kaynak gösterilerek yayınlanabilir. Vecihi Cvsair’in şirket içi bültenidir. Ücretsizdir, para ile satılmaz. Nuri Demirağ 04 Moda 26 ÇİZGİ DİLİ 3 Bu topraklarda Vecihi karakteri bir tane değil “Ekip olarak her birimizde ‘Doğru bildiğine ve doğru yaptığına inanan insanın azmini’ gördüğümüzden VECİHİ ismini kendimize kılavuz olarak aldık.” demiştik. Ve eklemiştik; “İçinde bulunduğumuz gerilimli rekabet yarışında Vecihi Hürkuş’un hayatındaki kesitleri her zora düştüğümüzde, her yeni adımı atmaya niyetlendiğimizde, hatırlamak için siz değerli müşteri dostlarımızla iletişim amaçlı hayata geçirdiğimiz dergiye VECİHİ ismini koymaktan başka yolumuz kalmadığını anladık ve mutlu olduk.” Bu düşüncemizin ne kadar doğru olduğunu ilk sayımıza gelen tepkilerle gördük. Bizdeki duyguların karşılığını bulması daha da mutlu etti bizleri. Bize beğenilerini ileten tüm müşterilerimize ayrı ayrı teşekkür ederiz. Ve ikinci sayı Vecihi’nin ikinci sayısının da beğenileceğini umut ediyoruz. Bu beğenilerin artacağına inancımız da tamdır. (Tıpkı CVSair olarak piyasaya sunduğumuz ürünlere yönelik beğenilerin her geçen gün artması gibi…) Bu topraklarda Vecihi karakteri bir tane değil, farklı alanlarda farklı ve belki de daha çetin mücadeleler veren nice insan var. Vecihiler hiç azalmadı, ülkemizin kalkınması için nice Vecihiler sessiz sedasız, iletişim kanallarından uzak bir şekilde mücadelelerine devam ediyorlar. Vecihi dergisi olarak bu isimleri hayırla yad ediyoruz. İkinci sayımızda da böyle bir isme yer veriyoruz. Bu isim; “Türkiye Cumhuriyeti demiryolları inşaatının ilk müteahhitlerinden ve cumhuriyet devrinin ilk sayılı milyonerlerinden, kardeşi ile birlikte servetlerini Türkiye’nin sanayi kalkınmasına yatırmış ve iş hayatının yanında geniş ölçüde hayırsever insan olarak tanınmış, Türkiye’nin 10 bin km’lik demiryolu ağının 1.250 km’lik bölümünün inşasını gerçekleştirmiş ve bu nedenle kendisine Mustafa Kemal Atatürk tarafından “Demirağ” soyadı verilmiş.” Vecihi ikinci sayısında Nuri Demirağ ile huzurlarınızda… NURİ DEMİRAĞ "Türk; insan kudretinin yaratabileceği her faydalı şeyİ memleket için düşünmeye, düşündüğünü yapmağa ve başarmağa kadirdir. Yapamamak "yapamadım, yapamam demek; benliğinden, varlığından geçtim... Aczi, zaafı kabul ettim" demektir." 5 TÜRKİYE Cumhuriyeti demiryolları inşaatının ilk müteahhitlerinden ve cumhuriyet devrinin ilk sayılı milyonerlerinden, kardeşi Abdurrahman Naci Demirağ ile birlikte servetlerini Türkiye’nin sanayi kalkınmasında büyük işlere yatırmış ve iş hayatının yanında geniş ölçüde hayırsever insan olarak tanınmış, Türkiye’nin 10 bin km’lik demiryolu ağının 1250 km’lik bölümünün inşasını gerçekleştirmiş ve bu nedenle kendisine Mustafa Kemal Atatürk tarafından “Demirağ” soyadı verilmiştir. DEVLET MEMURU DEMİRAĞ 1886 yılında Sivas’ın Divriği kasabasında doğdu. Bu kasabanın eşrafından Mühürdarzade Ömer Bey’in oğludur, annesinin adı Ayşe Hanımdır. Rüşdiye tahsilini memleketinde yapmış ve aynı rüştiyeye muallim tayin edilmiş, Ziraat Bankasının açtığı imtihanı kazanarak, Kangal, sonra Koçgiri şubelerinde çalışmıştır. Maliye Bakanlığının açtığı bir imtihanı da kazanarak, bankacılıktan maliye hizmetine geçmiş, İstanbul’a gelerek Maliye’nin her kademesinde seçkin bir memur olarak çalışmış ve 19181919 arasında 32-33 yaşlarında iken Maliye Müfettişi olmuştur. GİRİŞİMCİ DEMİRAĞ Kendi kaydına göre 56 altın (252 kâğıt lira) birikmiş parası ile sigara kâğıtçılığına başlamış ve “Türk Zaferi” adını verdiği bir sigara kâğıdı çıkarmıştır. O günlerde “ Türk Zaferi Sigara Kağıdı” fevkalade rağbet görmüştür. Daha sonra, Cumhuriyet Hükümeti’nin Türkiye Demiryolları ve şoseleri ile başladığı büyük imar işini en uygun tekliflerle müteahhitlik hayatına atılmıştır.(1) İLK TÜRK DEMİRYOLU MÜTEAHHİDİ “Nuri Demirağ Kimdir?” kitabında Ziya Şakir şunları yazıyor: “İlk Türk Demiryolu Müteahhidi, ilk kazmayı vurduğu yerden itibaren azminin ve imanın bütün kuvvetiyle ilerlemeye ve bütün geçtiği yerleri, demir ağlarla örmeye başladı.” Fakat Nuri Bey’in muvaffakiyeti, Samsun’dan Erzurum’a kadar geçtiği yerleri demir ağlarla örmekten ibaret kalmadı. O büyük iddiasının tahakkukuna çalıştı. Samsun’dan başlayan ilk tahakkukuna müteakip (Fevzipaşa-Diyarbakır) (Afyon-Antalya) (Sivas-Erzurum) (Irmak-Filyos) hatlarında 1012 kilometrelik demiryolu yaparken, diğer büyük inşaat işlerine de atıldı. Bursa’da Sümerbank’in Merinos, Karabük’te Demir ve Çelik, Izmit’te Selüloz, Sivas’ta Çimento fabrikalarıyla, Istanbul’da Hal binasını ve Eceabad - Hava soşesini de yaptı. Şunu da ilave etmek lazımdır ki Nuri Bey, bütün bu büyük eserlerinin önünde ve muhitlerinde, hayrat çeşmeler yapmayı unutmamıştı, nitekim bu çeşmelerin âdeti kırk sekizi aşmıştır” (2) için parayla satın alıyoruz. Devletin bütçesi de o zaman 200 milyon lira. Diyorlar ki bir kampanya açalım. Milletin himmetine başvurup para toplansın, bu paralarla uçak alalım. ...Abdurrahman Naci Bey’e geliyorlar. Durumu izah ediyorlar. Abdurahman Naci Bey’de 120 bin TL veriyor. Sonra da Nuri Demirağ’a geliyorlar ve durumu izah ediyorlar. Nuri Bey de ‘Siz ne diyorsunuz? Benden bu millet için bir şey istiyorsanız, en mükemmelini istemelisiniz. Mademki bir millet teyyaresiz yaşayamaz, öyleyse bu yaşama vasıtasını başkalarının lütfundan beklememeliyiz. Ben bu uçakların fabrikasını yapmaya talibim’ diyor. Sonra da hazırlıklara başlıyor.” 1930’lu yıllara gelindiğinde dünyada ve Türkiye’de ekonomik sıkıntı had safhadaydı. Bu yüzden orduya uçak ve benzeri ihtiyaçlar ancak halkın himmetleriyle alınabiliyordu. O yıllarda ilginç bir kampanya düzenleniyor ve her ilden toplanan paralar ile bir uçak alınıyor ve alınan uçağın kuyruğuna da o ilin ismi yazılıyordu. Bunun yanında zengin işadamları da tek başlarına uçak alarak devlete hibe ediyorlardı. O zaman da uçağın kuyruğuna o işadamının ismi yazılıyordu. Yine böyle bir himmete başvurulmuştu ve büyük işadamlarından yardım talep ediliyordu. Nuri Demirağ’ın ilk damadı Mansur Azak anlatıyor: “ 1932 senesinde gazetelerde bir havadis var. Diyor ki havadiste, bu memlekette uçağa ihtiyacımız var. Uçak fabrikamız olmadığı Nuri Bey, yanına aldığı mühendis ve teknisyenlerle seyahatlere çıkarak incelemelerde bulunmaya başladı. Almanya, Çekoslovakya ve İngiltere’deki uçak fabrikalarını gezdi. “Avrupa’dan, Amerika’dan lisanslar alıp tayyare yapmak kopyacılıktan ibarettir. Demode tipler için lisans verilmektedir. Yeni icat edilenler ise bir sır gibi, büyük bir kıskançlıkla saklanmaktadır. Binaenaleyh kopyacılıkla devam edilirse, demode şeylerle beyhude yere vakit geçirilecektir. Şu halde Avrupa ve Amerika’nın son sistem teyyarelerine mukabil, yepyeni bir Türk tipi vücuda getirilmelidir” diyen Nuri Demirağ, 1936 senesinde uçak fabrikası için hazırlıklara başlamış ve ilk etapta on senelik bir program yapmıştı. 17 Eylül 1936’da da fiilen teşebbüse geçti ve bir Çekoslovak firması ile anlaşarak Beşiktaş’ta HAVACILIK SERÜVENİ İLK YERLİ TÜRK UÇAĞI Genç izcilerin Nuri Demirağ Havaalanına olan ziyareti. Hayrettin İskelesi’nde, bugün Deniz Müzesi olarak kullanılan, o zamana göre modern bir bina yaptırdı. Programa göre burası etüt atölyesi olacak, asıl büyük fabrika da memleketi olan Sivas Divriği’de kurulacaktı. Bu tayyare atölyesi kısa bir sürede dev bir fabrika haline geldi. Yeşilköy’de Elmas Paşa çiftliğini tayyare meydanı yapmak için satın aldı. 1000 X 1300 metre boyutlarında düz bir tayyare alanı yaptırdı. Bunun bir örneği de o sıralar Avrupa’nın en modern havaalanı olan Amsterdam’da vardı. 1937-1938 yılı içinde Türk Hava Kurumu 10 okul uçağı ve 65 planör siparişinde bulundu. İstanbul fabrikalarında yapılan ilk yerli Türk uçağı, 1941 yılı ağustosunda Nuri Bey’in doğduğu yer olan Divriği’ye uçarak gidip gelmişti. BARIŞTA YOLCU SAVAŞTA BOMBARDIMAN UÇAĞI: NU. D. 38 Nuri Demirağ ve ekibi, bir yandan bu siparişleri yapmak için tüm gayretlerini sarf ederken, bir yandan da yepyeni bir model geliştirmişlerdi. Bu Nu. D. 38 ismini taşıyacak olan altı kişilik, çift motorlu, gövdesi alüminyum kaplama bir yolcu uçağı idi. Nu. D. 38 tipi yolcu uçağı, tamamen Türk mühendis ve işçilerinin ortaya çıkardıkları Türk tipi bir uçaktır. 6 kişilik yolcu uçağının çift pilot kumandası bulunmaktadır. Saatte 325 kilometre hız yapabilmekte ve 1000 KM uçabilmektedir. Türk Hava Kurumu, Nuri Demirağ’ın fabrikalarına sipariş vermiş olduğu bu uçakları almaktan vazgeçmiştir. (3) Çift motorlu, barışta yolcu uçağı, savaşta istenildiği zaman eksiksiz bir bombardıman uçağı görevini görecek şekilde yapılan ve saatte 270 kilometre hıza ulaşan, 5 bin 500 metre yükseğe çıkabilen ‘Nu.D.38’in yapılması, dünya uçak sanayicilerinin dikkatini birden Türkiye’ye ve Nuri Demirağ’ın uçak fabrikasının üzerine çekmişti. Nuri Demirağ’ın Beşiktaş’taki fabrikada yapılan ve hiç bir bozukluk göstermeden başarılı uçuşlarına devam eden uçakları, Türkiye’de olduğu kadar yurtdışında da büyük yankılar uyandırmıştı. Türklerin kendi uçaklarını kendilerinin yapması belli başlı uçak fabrikalarını endişelendiriyordu. Özellikle İngiliz ve Almanlardan başka Amerika’nın endişeleri daha büyüktü. Gerçi Türklerin bu işin altından kalkabileceklerine inanmıyorlardı; fakat bu iş gerçekleşirse, ileride bir pazar kaybetmenin endişesi içerisindeydiler. Bu düşüncedeki Amerikan Uçak İmalatçıları Birliği, Türkiye’ye incelemelerde bulunmak üzere birliğin başkanı Bay Todd’u göndermişti. (4) DEMİRAĞ GÖK OKULU Atölyede yapılan uçakların testleri için bir piste ihtiyaç vardı. Bu yüzden Yeşilköy’de, şu anda Atatürk Hava Limanı olarak kullanılan, Elmas Paşa Çiftliği’ni satın alarak, orada 1559 dönümlük geniş arazi üzerinde, 1000x1300 metre ölçülerinde bir uçuş sahası yaptırdı. Bu sahanın üzerine bir de, Nuri Demirağ Gök Okulu, uçak tamir atölyesi ve hangarlar yapıldı. Bu tesisleri yaptıran Nuri Demirağ, “Türk’ün yaptığı uçakları elbette Türkiye’de yetişen pilotlar uçuracaktır” düşüncesiyle hareket ediyordu. Bu yüzden havacılık üzerine eğitim verecek 150 yataklı bir yurdu da bulunan ‘Gök Okulu’na, üniversitede okuyan veya mezun olmuş öğrenciler alınıyor ve uçuş eğitiminin yanı sıra uçağın teknik yapısıyla ilgili eğitimler de verilerek pilot yetiştiriliyordu. Yeşilköy’deki okuldan önce, doğduğu yer olan Divriği’nde de bir Gök Ortaokulu açan Nuri Demirağ, Türk gençlerine havacılığın zevkini aşılıyordu. Öğrencilerin yemek, içmek, yatmak, öğrenim gibi bütün masraflarını karşılıyordu. Başarılı olan öğrencileri yaz tatillerinde İstanbul’a getiriyor ve uçmaya özensinler diye onlara uçuş dersleri verdiriyordu. Bu yüzden içlerinden 7 Nuri Demirağ Havaalanında bulunan 150 kişilik öğrenci yurdu. Gök Okulu öğrencileri pilotluk eğitimlerini bu okulda yaparlardı. Nuri Demirağ Gök Okulu mezununa diplomasını veriyor. birçoğu pilot olmuştu. Hepsi ile ayrı ayrı ilgileniyor, her birine ayrıca ayda 150 lira aylık veriyordu. Gök Okulu öğretmenlerinin aylığı ise 350 liraydı. Nuri Bey’in Gök Ortaokulu’nda okuttuğu öğrencilerinden Dr. Rahmi Karahasan o günleri şöyle anlatıyor: “Nuri Demirağ Divriği’ne okul yaptırdığı zaman Sivas’ın hiçbir ilçesinde ortaokul yoktu. Bize ortaokulu sağladığı zaman diğer ilçelerden de Divriği ‘ne ortaokul tahsili yapmaya gelen birçok arkadaşımız olmuştur. Her kaydolan öğrenciye birer takım elbise, ayakkabı ve kasket verilirdi. Ortaokul tahsilini yaptıktan sonra da, lise ve yüksekokul tahsili yaptırmak için İstanbul’a götürür; bizlere kalacak yer, okuyacak okul ayarlardı. Biz onun sayesinde 0kuduk ve meslek sahibi olduk. Nuri Demirağ bizim velinimetimizdi. “ Hepsini birer çocuğu gibi sevdiği Gök Okulu öğrencilerine, 6 şeyden sakınmalarını nasihat ediyordu: İşretten, kumardan, iffetsizlikten, eğrilikten, tembellikten, zulmetmekten. Zamanın cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün oğulları Ömer İnönü ve Erdal İnönü de Nuri Demirağ’ın Yeşilköy’deki Gök Okulu’na kaydolmuş ama bir hafta kadar öğrenim gördükten sonra okulu bırakmışlardı. Gök Okulu, kurulduğundan kısa bir süre sonra her biri birer değerli pilot olan 9 kişiyi mezun etmişti; Galip Demirağ, Mehmet Kum, Osman Doğan, İbrahim Uras, Mustafa Turman, Sabri Mağara, İhsan Anıl, Mustafa Engül, Hüseyin Danacı. Bu pilotları ise daha sonra yüzlerce genç pilot izlemiş ve Nuri Demirağ Gök Okulu, tam anlamıyla bir pilot okulu niteliğini kazanmıştı. Zaman zaman yapılan gösterilerde bu okulda yetişen öğrenciler, Türk uçaklarıyla havada çeşitli akrobasi hareketleri yapıyorlar, daha önceden belirtilen yerlere paraşütle erzak çuvalları atıyorlardı. Bu gösterileri binlerce İstanbullu izliyor ve 19-20 yaşlarındaki gençlerin başarısını çılgınca alkışlıyorlardı.(4) Nuri Demirağ ve yakın dostları Neyzen Tevfik ve Filozof Ali Rıza Bölükbaşı. Nuri Demirağ sık sık edebiyatçı ve düşünürlerle biraraya gelir, fikirlerini paylaşırdı. DEMİRAĞ SİYASETE GİRİYOR “Nuri Demirağ, Cumhuriyet Tarihinde üçüncü kez çok partili hayata geçişte (1945) ilk muhalefet partisi olan Milli Kalkınma Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı ve genel başkanlığını üstlendi.”(6) Partinin resmi muamelesi 26/8/1945’te ikmal edilmiş olmakla birlikte, Nuri Demirağ ‘artık yeter’ sloganı ile 6/7/1945’te ortaya atılmış ve bir siyasi parti kurma teşebbüsüne fiilen o tarihte geçilmiştir. “Böylece Nuri Demirağ sadece memleketin iktisadi Nuri Demirağ makam arabasıyla MKP mitingine vardığında MKP sempatizanları başkanlarının etrafını sarmış durumda. Uçak, Demirağ havaalanına hangarlarından çıkarken. kalkınmasında değil, siyasi hayatta tek partili rejimi yıkım işinde de öncü ve liderdir (5)” 1946 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi ile Demokrat Parti’nin çetin seçim mücadelesinde Nuri Demirağ’ın Partisi seçimde kazanamadı ve Milli Kalkınma Partisi günden güne eriyerek siyasi sahadan tamamen silindi; fakat 1954 seçimlerinde Nuri Demirağ Demokrat Parti’den Sivas’ta müstakil aday gösterildi ve Nuri Demirağ bu suretle Sivas Mensubu olarak Büyük Millet Meclisine girdi. Meclisteki hayatı uzun sürmedi, 13 Kasım 1957’de vefat etti (1) ve İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığında defnedildi. Kaynaklar: (1) “İstanbul Ansiklopedisi”, Reşat Ekrem Koçu, Sayfa 4736, (2) “Nuri Demirağ Kimdir?”, Ziya Şakir, Sayfa 50, (3) “Anadolu Üniversitesi Sivil Havacılık Bülteni”, Yıl:1 sayı: 4 sayfa: 27, (4) Aksiyon Dergisi, Sayı: 80 (15.06.1996) / Semih İnceöz (5)”Büyük Larousse Sözluk ve Ansiklopedisi, sayfa 2994 (6) “Nuri Demirağ’ın Hayat ve Mücadeleleri, N.Necmettin Deliorman, sayfa 68, Saatte 325 KM yapabilen 5000 fite kadar yükselebilen 1000 KM uçabilen çift pilot kumandası bulunan Nu.D 38. Nuri Demirağ, çoçukları ve karısı Mesude hanımla Üsküdar Sultantepedeki Demirağ korusunda poz veriyor. 9 BİR ÇİÇEKTİR İSTANBUL Ahmet Rasim Akdağ Dünyanın hiçbir şehri İstanbul kadar şairleri kendine hayran bırakmadı. Dünyaya hakim olmak isteyen herkes İstanbul'a da hakim olmak istedi. Uğruna binlerce can verildi. O hep kendine özgü, biricik olarak kaldı. AKTÜEL Komutanlar uğrunda taktikler yapsın, askerler savaşadursun, şairler de akla hayale gelmedik benzetmelerle İstanbul’u anlatmışlardır. Kimi aziz bir tepeden bakmıştır, kimi gözlerini kapatıp dinlemiş kimi de koca bir ülkeyi, medeniyeti İstanbul’un bir taşına denk görmüştür. “Bu şehr-i Sitanbul ki bi misl ü behâdır Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedadır” beytini duymuşsunuzdur elbet Nedim’in. Divan edebiyatında daha nice İstanbul’a yazılmış kaside, şehrengiz vardır. Sayılan bütün örneklerde askerleri, şairleri, yazarları etkileyen farklı şeyler olmuştur elbette ama bugün ben İstanbul’un çiçeklerini yazacağım size. İstanbul’a Has Çiçekler Her şeyin sahtesinin yapılabildiği, neredeyse imkânsız diye bir şeyin kalmadığı bir devirde yaşıyoruz. Başlığa bakarak birazdan sizlerle paylaşacağım çiçekleri başka yerlerde de gördüm diye düşünürseniz diye böyle bir açıklamayla başladım paragrafa. Betonların arasında bu çiçekleri bugüne kadar da onlara rastlamamış olabilirsiniz. Yine de bilin ki birazdan sizlere anlatacağım çiçekler İstanbul çiçekleri diye bilinir. Tülbent Değil Lale İstanbul Büyükşehir Belediyesinin her yıl nisan ayında görsel şölen hazırladığı bu çiçeği herkes biliyordur. Belki başlığa takılmış olabilirsiniz. Onun da ayrı bir hikâyesi var. Rivayet edilir ki; bir Fransız diplomat bizim topraklarımızda dolaşırken bir hanımefendinin tülbentinde lale görüp çiçeğin ismini sorar. Soruyu sorduğu kimse de çiçeği değil de tülbenti sorduğunu zanneder. Cevaben tülbent manasında “tulip” der. Bu Fransız diplomat sayesinde veya yüzünden de diyebiliriz, lale Avrupa’da tülbent manasındaki “tulip” kelimesiyle anılır olmuş. Bu rivayetin hanımefendi değil de dervişin sarığındaki tülbent versiyonu da vardır ki bu daha büyük bir ihtimaldir. Lalenin Pers mitolojisinde de ilginç anlatımı vardır. Lale isminin de zaten Farsça lal (kırmızı) kelimesinden geldiği de söylenir. Lalenin mitolojik hikâyesine gelirsek; lale yaprağının üstünde bulunan bir çiğ tanesine yıldırım düşer. Düşen bu yıldırımdan sonra çiğ tanesi ve lalenin yaprağı alev alır. Daha sonra bu çiy tanesi il yaprak donar ve lale halini alır. Bu mitolojik hikâyeye gönderme yapılarak da lalenin ortasındaki koyuluğun bu yanma sırasında oluştuğu söylenir. Bir Devre İsmini Veren Çiçek Lale Devri’ni hepimiz lise tarih derslerimizden hatırlarız. Bir devre ismini veren çiçeğin Osmanlı Devleti’nde ne kadar hürmet gördüğünü tahmin edebilirsiniz sanırım. Lale, Osmanlı’dan önce de süsleme sanatında kullanılan bir çiçektir. On ikinci yüzyıldan itibaren Selçuklu mimarisinde, özellikle de yazma kitap ve ciltlerde karşımıza çıkar. On altıncı yüzyıldan itibaren de bahçe kültürünün oluşmaya başlamasıyla birlikte süs bitkisi olarak da yetiştirilmiştir. Ayrıca mimaride, çinide, kumaş ve elbiselerde de bol miktarda kullanılmıştır. Klasik edebiyat dediğimiz Divan edebiyatında da lale motifine çok miktarda rastlarız. Kökeni itibariyle Doğu kültürünün çiçeği olan lale, Türklerle birlikte Anadolu’ya gelmiş, buradan da Avrupa’ya yayılmıştır. 11 Boğaz’ın Mor Rengini Veren Çiçek Erguvan, anavatanı İstanbul olmasa da İstanbul’un incisi Boğaz’a bahar aylarında kendine has bir mor renk verir. Bahar aylarında Avrupa yakasında oturanlar Yıldız Parkı, Rumeli Hisarı ve Emirgan Korusu’na, Anadolu yakasında oturanlar ise Fenerbahçe Burnu, Fethipaşa Korusu, Vaniköy Papaz Korusu ve Kanlıca’ya uğrarsa bu eşsiz güzelliği görme fırsatı yakalayabilir. Erguvan, Bizans döneminde de önemli bir çiçekti. Kendine has bir mor renge sahip olan bu çiçek, Hristiyanlık dininde de ayrı bir yere sahipti. Doğal yollarla üretilen zor bir renk olduğu için Bizans döneminde sadece kralların pelerininde kullanılıyordu. Yani erguvan, bir zenginlik ve güç belirtisiydi. İmparator dışında kimse mor pelerin takamazdı. Hristiyanlığın bazı mezheplerinde de Hazreti İsa’nın kendisine ihanet eden havarisi Yahuda’nın kendisini bu ağaca astığına inanılır. Yahuda kendisini bu ağaca asmadan önce ağacın çiçeklerinin beyaz olduğunu, Yahuda’nın utancında dolayı da renklerini mor ya da kırmızıya çevirdiği kabul edilir. Bu yüzden İngilizcede bu ağacın adı “Judas Tree (Yahuda’nın Ağacı)” olarak anılır. Erguvan için İstanbul çiçeği dedik ama uzun yıllar Bursa için de önemli bir bitki olmuştur. Emir Sultan Hazretleri her yıl erguvanların açma mevsiminde Bursa’daki müritleriyle buluşması, bu günlerin şenlik olarak kutlanılmasına neden olmuştur. Şehrin İsmini Taşıyan Çiçek Yukarıda bahsi geçen çiçekler İstanbul ile özdeşleşmiş, İstanbul’un güzelliğine güzellik katan çiçeklerdir. İstanbul’da ayrı bir güzelliğe büründükleri için İstanbul çiçekleri denilmiştir onlara. Her ne kadar İstanbul çiçeği dense de dünyanın farklı yerlerinde yetişebilmektedir bu çiçekler. Fakat öyle bir çiçek var ki bu çiçek dünyada sadece İstanbul’da yetişmektedir. Bu yüzden Latince isim olarak kendisine “Crocus olivieri İstanbulensis” ismi verilmiş, kısaca da “İstanbulensis” diye anılmaktadır. İstanbulensis, isminde yaşadığı şehrin ismini taşıyan dünyadaki tek çiçektir. Her yıl şubat aylarının ortalarında Aydos Ormanları’nda açan çiçek, baharın habercisi olarak kabul edilmektedir. Aydos Ormanları’nda 2030 kök sayılan çiçek, az olması ve dünyada tek olması nedeniyle özenle korunmaktadır. Ayrıca Sultanbeyli Belediyesi İstanbulensis çiçeğini logosunda kullanmaktadır. AKTÜEL İstanbul’a adlarını verenler Harf sırası gözeterek isimlerini dönemlerinin önemli şahıslarından alan istanbul’un semtlerinin hikâyelerini ilk sayımızda yazmıştık. Yine harf sırasına göre semtlerin tarihçelerine devam ediyoruz. CİBALİ: Cibali, İstanbul, Fatih İlçesi’nde, Unkapanı’ndan Eyüp’e doğru Haliç’in batı kıyısında bir semttir. Bizans döneminde, Cibali semtine “Porta Puteae” veya “Porta del Pozzo” denildiği söylenir. Pierre Gilles, aynı kapıya “Porta Jubalica” dendiğini yazar. Bu adlar 18. yy’a kadar semtte oturmuş olan İspanya kökenli Yahudilerden aldığı varsayılır. Porto del Pozzo adında küçük bir liman olduğu da söylenenler arasındadır. İstanbul’un, II. Mehmed tarafından 29 Mayıs 1453’te fethedildiği gün, Bursa Subaşısı Cebe Ali Bey bu semtteki sur kapısını kırıp şehre girmiş, bu kapı ve çevresindeki semt, daha sonra bu kişinin adı ile anıla gelmiş, sonradan halk arasında Cibali şeklinde değişmiştir. 13 CİHANGİR Kanuni Sultan Süleyman oğlu Cihangir için burada bir cami yaptırmıştır. Cami zamanla çevredeki yerleşmenin merkezi olunca, semt de Cihangir olarak adlandırılmıştır. Rivayete göre Şehzade Cihangir, üvey abisi Mustafa’nın, annesi Hürrem Sultan tarafından düzenlenen bir komplo sonucu öldürülmesinden sonra üzüntüsünden, 22 yaşında intihar etmiştir. 1559 yılında Mimar Sinan’ın inşaa ettiği cami, Hadikat-ül Cavami’ye ve Evliya Çelebi’nin verdiği bilgiye göre, eski bir Bizans manastırı kalıntısı üzerine, kırma çatılı, tek minareli olarak yapılmış küçük bir yapıdır. Fındıklı’dan dik bir merdivenle çıkılan camiyi, Evliya Çelebi “cihannüma” olarak nitelemiştir. Cami’nin yanına bir de sıbyan mektebi yapılmış, altmış yıl sonra da bir Halveti tekkesi kurulmuştur. CERRAHPAŞA: Hasoda ağalarından biri iken Şehzade Mehmet’i sünnet etmekteki mahareti sebebiyle isim yapmış Cerrah Mehmet Paşa, yeniçeri ağalığı, kubbe vezirliği ve sadrazamlık görevlerini yapmış bir Osmanlı Paşasıdır. Bugünkü adıyla 16’ncı yüzyılda Cerrahpaşa semtinde yaptırdığı külliye semte isim olmuştur. Cerrah Mehmet Paşa Cami ve külliyesi, medrese, mektep, sebil, çeşme, şadırvan, dershane ve çifte hamamdan oluşur. Cerrah Mehmet Paşa’nın türbesi de camii avlusunda bulunur. Semtin Türkiye çapında bilinmesi ise Cerrahpaşa Tıp Fakültesi sayesindedir. CAĞALOĞLU Cağaloğlu, Evliya Çelebi’nin belirttiğine göre, dönemin paşalarının saraylarının bulunduğu bir semttir. Osmanlı Devleti’nin sadaret makamı ve devletin yönetim merkezi olan Babıali’nin varlığı semte daha 18. yüzyıldan itibaren özellik kazandırmış ve burası Osmanlı bürokrasisinin, sadaret mensuplarının, paşaların yaşadığı bir bölge halini almıştır. 16. yüzyılın son çeyreğinde sadrazamlık yapan Çiğalazade Yusuf Sinan Paşa’nın burada yaptırmış olduğu konak ve hamama nispetle bu adı alır. Paşa’nın babasının adı “Çiğala” idi. Bu sebeple bu aile “Cigaloğlu” olarak anılırdı. Zamanla, “Cigaloğlu”, “Cağaloğlu”na dönüşmüştür. 1870’lerden sonra ise Cağaloğlu, Türk basının merkezi haline gelmeye başlamıştır. ÇENGELKÖY: Rivayete göre Bizans dönemindeki adı “Sophianae”dir ve adının İmparator Justinien`in karısı Sophia için yaptırdığı saraydan geldiği söylenir. Çengelköy ismi hakkında birkaç rivayet vardır. Bölgenin 15. yüzyıldaki durumu ile ilgili fazla bilgi bulunmamasına rağmen, İstanbul’un fethi hazırlıkları sırasında Fatih’in Çengelköy sahillerine geldiği ve gördüğü Bizans’tan kalma gemi çengelleri (çıpalar) nedeniyle buralara önceleri “Gemi Çengeli” şeklinde isim verildiği, daha sonraları sadece “Çengelköy” olarak anılmaya başlandığı söylenir. Fakat bazı tarihçilere göre Çengelköy’ün ismi, köyde bulunan çengeller ve çengel ustaları sebebinden değil; köye yerleşerek cami yaptıran Çengeloğlu Tahir Paşa’nın adından ileri geldiğidir. Çengeloğlu Tahir Paşa XIX. Yüzyılda Kaptan-ı deryalıklarda, valiliklerde bulunmuş. AKTÜEL DUDULLU: Ümraniye ilçesine bağlı merkez mahallelerinden Dudullu, Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethi için çağırdığı Duduoğulları aşiretine, fetih sırasında yaptıkları hizmetlerden dolayı hediye edilmiştir. Duduoğlu aşireti, küçük bir köy olan yerleşim yeri ve çevresine yerleşmiş fakat zamanla buradan göçmüşlerdir. Bu aşiret sebebiyle bölgenin adı Dudulu olarak benimsenmiştir. 1730 yılında II. Mahmud’un kızı Adile Sultan babası adına çeşme yaptırmış. EMİRGAN: 17.yy, da IV. Murat’ın Revan Seferi sırasında, Revan Kalesi kumandanı olan Emir Mirgünoğlu, Osmanlı saflarına geçer ve kaleyi hiç savaşmadan teslim eder. Sultan IV. Murat, Emir Mirgünoğlu’na vezirlik rütbesi verir ve Emirgan’ı bağışlar. Bir konak yaptıran Emir Mirgünoğlu burada yaşamış ve semt Emirgün ya da Mirgün olarak anılmış. Zamanla Emircan, daha sonraları Emirgan’a dönüşmüştür. ERENKÖY: 1331’de, Orhan Gazi’nin komutanlarından Konuralp, Kayışdağı’nın batı eteklerini ve bugünkü İçerenköy bölgesini fethetmiş. Konuralp’in savaşçı dervişlerinden Geyikli Baba’nın müritlerinden olan erenlerin öncülüğünde bölgeye gelenler, başta Merdivenköy olmak üzere Erenköy-Göztepe bölgesine yerleştirilirler. 1335’te Tekkebağ Köyü adıyla kurulan ilk yerleşim yeri Eren Baba ile Ali Gazi’nin yönetimindedir. 1465’ten sonra bölgenin adı, tapu kayıtlarında Eren Baba’dan dolayı “Erenköy” olarak geçer. Eren Baba’nın mezarı 1871’deki Bağdat demiryolu yapımı sırasında bilinmeyen bir yere götürülür. Halk, uzun yıllar çocuk ve ev sahibi olmak için bu eski mezar yerini ziyarete devam eder. EYÜP: Eyup el Ensari Hz. Muhammed’in bayraktarlığını yapmış bir sahabedir. 7 yy. Emevilerin İstanbul’u kuşatması esnasında burada ölmüş ve surlara yakın bu bölgeye defnedilmiştir. İstanbul’un kuşatılmasından önce Fatih’in hocası Akşemseddin tarafından mezarı keşfedilir. Mezarın keşfinin ardından türbe ve şehrin ilk camisi buraya yapılır. Ebu Eyyub el Ensari’nin türbesi semte ismini vermiştir. Önceleri Eyupsultan olan ilçe sonraları Eyüp olarak değişmiştir. 15 KİBARLIK BUDALASI Tarih: 28 Mart 2016 Kadıköy Halk E.M. 8 Nisan 2016 Trump Kültür ve Gösteri Merkezi 17 Nisan 2061 KKM Gazanfer Özcan Sahnesi 17. yüzyıl Fransa’sında, cahil, saf ama çok zengin bir adam olan Mösyö Jourdain’in bir tek amacı vardır: Asilzade olmak... Bunu gerçekleştirebilmek için her şeyi göze alır, anlamlı-anlamsız, yararlı-yararsız ama mutlaka masraflı her çabayı gösterir. Gülünç duruma düşer, alay konusu olur ama hiç yılmaz. Hedefi bellidir: Soylu sınıfa girebilmek, soylu bir Markiz’i baştan çıkarabilmek için her şeyi yapmak ve biricik kızını da mutlaka bir “soylu” ile evlendirmek. Oysa kızı bir başka gence aşıktır. Moilere, yarattığı bu olağanüstü tiplemenin etrafını, onu sömürmeye çalışan Kont, ayakları yere basan karısı, sağduyunun ve samimiyetin temsilcileri hizmetçi ve uşak ile bir dantel gibi örer. Türk tiyatrosunun büyük ustası Haldun Dormen’in yıllar sonra yeniden sahnelere döndüğü Kibarlık Budalası’nın uyarlamasını İpek Kadılar yaptı. Hakan Altıner’in sahneye koyduğu oyunun koreografisi Mikel N. Vidhi, kostüm tasarımı Türkan Kafadar, dekor tasarımı Gizem Gürsel ile Sedef Kermen, ışık tasarımı ise Cengiz Özdemir’e ait... Oyunda Haldun Dormen, Göksel Kortay, Hakan Altıner, Damla Cercisoğlu, Hilmi Özçelik, Bahadır Vatanoğlu, Efe Deprem, Aslı Şahin ve Işık Selin Kuyumcu rol alıyorlar. KÜLTÜR SANAT AJANDASI 23. İSTANBUL CAZ FESTİVALİ 27 HAZİRAN-25 TEMMUZ 2016 İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından, 19 yıldır Garanti Bankası’nın sponsorluğunda düzenlenen İstanbul Caz Festivali 23. kez, 27 Haziran-25 Temmuztarihleri arasında gerçekleştirilecek. Festival bu yıl da cazın önde gelen isimlerini ve güncel müziğin yıldızlarını İstanbul’un farklı mekânlarında ağırlayacak. 23. İstanbul Caz Festivali, 20’nin üzerinde mekânda 200’ü aşkın yerli ve yabancı sanatçının katılımıyla gerçekleştirilecek yaklaşık 50 konserle, bu yaz da İstanbulluları caz müziğinin efsaneleriyle buluşturacak. Başta müziğin efsane ismi Nile Rodgers ve grubu Chic olmak üzere, aralarında Damon Albarn & Suriye Ulusal Arap Müziği Orkestrası (The Syrian National Orchestra for Arabic Music), Kamasi Washington, Ernest Ranglin, Hugh Coltman, Joss Stone & Vintage Trouble ve Gregory Porter gibi caz, funk, dünya müziği, blues ve rock’ın farklı seslerini ağırlayacak olan 23. İstanbul Caz Festivali, bu yıl da Anadolu yakasında “Parklarda Caz” ve “Gece Gezmesi” etkinliklerini gerçekleştirecek. Festival programında bu yıl ayrıca ilk kez çocuklara yönelik bir etkinlik de yer alıyor. “Çocukça Bir Gün” başlıklı programda tüm gün boyunca konserler ve çeşitli atölyeler düzenlenecek. 23. İstanbul Caz Festivali’nin programı 28 Mart Pazartesi akşamı Nola İstanbul’da düzenlenen bir basın buluşmasıyla açıklandı. Buluşmaya, İKSV Genel Müdürü Görgün Taner, Garanti Bankası Genel Müdür Yardımcısı Nafiz Karadere ve İstanbul Caz Festivali Direktörü Pelin Opcin konuşmacı olarak katıldı. Ayrıca, Türkiye’den sanatçılar ve caz sahnesinin tanınmış isimleri de toplantıda bulundu. 17 Yer: İş Sanat Konser Salonu Tarih: 22 Nisan 2016 Saat: 20.30 Bilet Kategorileri 120 TL. 80 TL. 70 TL. İndirim 60 TL. Öğrenci 20 TL. LUZERN SENFONİ ORKESTRASI JAMES GAFFIGAN şef TRULS MORK çello VILDE FRANG keman J. Brahms Keman ve Çello için Konçerto, La minör Op. 102 A. Dvořák Senfoni No. 8, Sol Majör Op. 88 LUZERN SENFONİ ORKESTRASI & JAMES GAFFIGAN & TRULS MORK & VILDE FRANG Sezonun öne çıkan konserlerinden biri daha… İki yüz yıllık geçmişiyle İsviçre’nin en köklü senfonik topluluğu Luzern Senfoni Orkestrası yaylı çalgıların iki seçkin yorumcusuyla aynı sahnede buluşuyor. Doymak bilmeyen bir iştahla icra ettiği klasik ve romantik repertuarıyla ülkesinin sınırlarını aşan bir uluslararası saygınlığa sahip olan LSO, 2004 Sir Georg Solti Uluslararası Şeflik Yarışması’nın birincisi ve 2011/12 sezonundan itibaren daimi şefi olan James Gaffigan yönetiminde sahne alacak. Konserin solistleri ise 2012 yılında Münih Oda Orkestrası eşliğinde İş Sanat’a konuk olan ve aynı yıl Credit Suisse Genç Sanatçı Ödülü’nü oybirliği ile kazanarak Viyana Filarmoni çıkışını başarıyla yapan Vilde Frang ile ateşli yoğunluğu, bütünselliği ve zarafeti birleştirdiği performanslarıyla günümüzün önde gelen çellistleri arsında yer alan Truls Mørk. KÜLTÜR SANAT AJANDASI JACK DEJOHNETTE / RETURN Yer: İş Sanat Konser Salonu Tarih: 28 Nisan 2016 Saat: 20.30 Bilet Kategorileri 75 TL. 60 TL. 50 TL. İndirim 40 TL. Öğrenci 20 TL. Caz tarihinin en büyük davulculardan birini piyanoda dinlemeye ne dersiniz? Elli yıla yayılan ve modern cazın ikonik figürleriyle gerçekleştirdiği konser ve kayıtlarla bugün caz davulunun tartışmasız en büyük isimlerinden biri olan Jack DeJohnette, Nisan 2016’da piyasaya çıkacak solo piyano albümü Return için piyanonun başına geçiyor. Piyano ile yolculuğu kariyerini davula döndürmeden çok önce başlayan DeJohnette, 1960’lı yılların ortasında girdiği Chicago caz sahnesinde band liderliğinin yanı sıra profesyonel piyanist olarak da yer aldı. Grammy ödüllü sanatçı, hard bop, R&B, dünya müziği, avant-garde ve neredeyse geçtiğimiz yarım asırda ortaya çıkan diğer tüm stillere de yer açan bir çeşitliliğe sahip çalışmalarıyla tüm dünyada tanınıyor. Bu kez kendisine ilham veren sanatçılara adadığı besteleri, sofistike doğaçlamaları ve tıpkı davulda olduğu gibi zengin renk paletiyle piyanoda karşımıza çıkan De Johnette, caz severlere taptaze ve sımsıcak melodilerden oluşan bir dinleti sunacak. 19 LEYLA GENCER’İN ANISINA: NORMA • VİNCENZO BELLİNİ İki perdelik opera. İtalyanca; Türkçe üst yazılı. Konser versiyonu. Tarih: 12 MAYIS 2016 PERŞEMBE Saat: 20.00 Yer: İSTANBUL LÜTFİ KIRDAR ICEC SASCHA GOETZEL şef MACARİSTAN ULUSAL FİLARMONİ KOROSU MÁTYÁS ANTAL koro şefi Norma MARIA PIA PISCITELLI soprano Adalgisa EKATERINA GUBANOVA mezzosoprano Pollione MASSIMO GIORDANO tenor Oroveso DAN PAUL DUMITRESCU bas Clotilde ANA PUCHE soprano Flavio PAUL O’NEILL tenor BİFO’nun her sezon heyecanla beklenen Leyla Gencer’in anısına düzenlenen konserleri, bu yıl Vincenzo Bellini’nin başyapıtı ve bel canto’nun zirvesindeki operalardan biri olan Norma’yı tam kırk yıl sonra İstanbul’a getiriyor. Leyla Gencer’in altın imzasını taşıyan karakterler arasında belki de akla ilk gelenlerden biri olan Norma rolünü, bu konser versiyonunda Maria Pia Piscitelli seslendirecek. 2013–2014 sezonunda Viyana Devlet Operası’ndaki konser performanslarıyla seslendirdiği Norma ile büyük beğeni toplayan Piscitelli, özellikle İtalyan operalarındaki başarısı ile büyük opera sahnelerinin favori solistlerinden biri. Operanın ikinci kadın başrolü olan Adalgisa’yı da Mariinski, Metropolitan, Covent Garden, Bavyera, Viyana ve Berlin devlet operalarının sevilen mezzosopranosu Ekaterina Gubanova seslendiriyor. Norma’nın aşkı Pollione rolünde izleme fırsatını bulacağımız tenor Massimo Giordano, İtalya’dan New York’a uzanan kariyerinin basamaklarını Carmen, Don Carlo, La traviata ve Tosca’daki başarılarıyla perçinlemiş. Oroveso’yu yani Norma’nın babasını seslendirecek olan bas Dan Paul Dumitrescu, Viyana Devlet Operası’nın solistlerinden ve repertuvarında altmışın üzerinde rol biriktirmiş usta bir sanatçı. Her dramatik aşk öyküsünde olduğu gibi başrollerin en yakın dostları, yoldaşları da gerek teknik açıdan, gerekse librettonun bütünlüğü açısından büyük önem taşıyor. Norma’da bu görev Norma’nın arkadaşı Clotilde rolünde soprano Ana Puche ve Pollione’nin en yakın dostu Flavio rolündeki Paul O’Neill’a düşüyor. İspanyol soprano Ana Puche, Avusturya ve Almanya’da yarışma birincilikleri ve gerek opera gerekse oratoryo solistliğinde kariyerinin zirvesinde bir isim. Avustralyalı tenor Paul O’Neill ise Daniel Barenboim’in yönetiminde Wagner söyleyip çok başarılı olmasına rağmen özellikle İtalyan operasının başrolleri için angajmanı yapılan parlak sanatçılardan biri. BİFO ve birbirinden ünlü konuk solistleri, opera performansı tarihinde Norma denince akla gelen en büyük isimlerden biri olan Leyla Gencer’in anısına bir araya gelerek muhteşem bir geceye imza atacaklar. SİNEMA SİNEMA VİZYON Somuncu Baba: Aşkın Sırrı DelİormanlI Vizyon Tarihi: 1 Nisan 2016 Yapım : 2016 - Türkiye Tür: Dram, Tarihi Yönetmen: Kürşat Kızbaz Oyuncular: Furkan Palalı, Gürkan Uygun, Saruhan Hünel, Sinan Albayrak, Kenan Bal, Emin Olcay, Haldun Boysan, Tuvana Türkay Vizyon Tarihi: 1 Nisan 2016 Yapım: Türkiye 2016 Tür: Dövüş, Dram Yönetmen: Murat Şeker Oyuncular: Sarp Levendoğlu, Birce Akalay, Gürkan Uygun Senaryo: Murat Şeker, Ali Tanrıverdi Hamid, daha henüz gençken babasını kaybetmesinin travması ile sarsılır. Yaşadığı acı sonucu kendisini bulma yoluna girer ve bir dergaha sığınır. Buradaki diğer müritler gibi dergahın günlük işlerine yardımcı olur ve ekmek pişirmeye başlar. Bir yandan da ilim derslerini sıkı sıkıya takip eder. Kısa sürede hocasının gözdesi halir; yine hocasının isteği ile Hamid sürpriz bir evliliği kabul etmek zorunda kalır. Fakat onun içinde adını koyamadığı İlahi Aşk’ı arama arzusu çoktan yeşermiştir... “Deliormanlı” lakabıyla bilinen Savaş Türkyılmaz, Avrupa şampiyonluğu olan milli bir boksördür. Eşini kaybettikten sonra ringleri terk eden Deliormanlı, gerçekten sırra kadem basar. Fakat annesinin geçirdiği rahatsızlık nedeniyle tedavi masrafları kabarmıştır. Para bulmak adına ringlere geri dönme kararı alır. Hülya Yiğit ile Deliormanlı’nın arkasındaki hikâyeyi merak ederek Savaş’ın peşine düşen bir televizyon gazetecisidir. Deliormanlı büyük final maçına hazırlanırken onun ve Hülya’nın bu yoldaki en büyük engeli ise ünlü menajer ve mafya babası Tahsin Kara’dır... The Angry Birds Movie Vizyon Tarihi: 13 Mayıs 2016 Yapım: ABD, Finlandiya Tür: Animasyon, Aile, Komedi Yönetmen: Clay Kaytis, Fergal Reilly Sevilen bilgisayar oyunundan beyazperdeye uyarlanan Angry Birds filmi,nimasyon departmanlarının iki gedikli ismi Clay Kaytis ve Fergak Reilly ikilisinin ilk yönetmenlik deneyimi olacak. Filmin senaryosuna ise Simpsonlar başta olmak üzere pek çok animasyon projesinde kalem oynatmış olan Jon Vitti imza atıyor! X-Men: Apocalypse Vizyon Tarihi: 27 Mayıs 2016 Yapım : 2016 - ABD Tür: Fantastik Yönetmen: Bryan Singer Oyuncular: James McAvoy, Michael Fassbender, Jennifer Lawrence, Oscar Isaac, Nicholas Hoult, Rose Byrne, Olivia Munn Senaryo: Simon Kinberg X-Men: Apocalypse, 2014’te vizyona giren X-Men: Geçmiş Günler Gelecek filminin devam filmi ve X-Men serisinin 9. filmi olma özelliğini taşıyor. Filmin yönetmenliğini ise yine Bryan Singer üstleniyor. Jean Grey’in (Sophie Turner) karanlık günlerin geleceği kehaneti ile başlayan macerada, Marvel’in X-Men evreninin en güçlü ve yenilmez mutantı haline gelen Apocalypse’e (Oscar Isaac) karşı insanlığı kurtarma görevini Professor X’in (James McAvoy) yardımıyla Raven (Jennifer Lawrence) ve genç X-Men ekibi üstleniyor. 21 SAĞLIK Beslenirken yanlış yapmayın! Yrd. Doç. Gülhan Kuzu Coşansu Beslenme, insanın sağlıklı ve üretken olarak yaşamını sürdürmesi için gerekli olan tüm besin öğelerini yeterli miktarlarda alıp vücutta kullanmasıdır. Beslenme yalnızca açlık hissinin giderilmesi yani karın doyurmak değildir. Sağlıksız beslenme alışkanlıkları kanser, obezite, kalp hastalıkları ve diyabet başta olmak üzere pek çok hastalık için çok önemli ancak değiştirilebilir bir risk faktörüdür. Günümüzde modern çağın getirdiği çalışma koşulları ve kent yaşamı insanların beslenme alışkanlıklarını olumsuz etkilemekte ve onların sağlığını tehdit etmektedir. Günlük çalışma temposu içinde insanlar yeterli ve dengeli beslenmeyi gözardı edebilmekte, öğün atlamakta ya da sağlıksız ve yüksek kalorili besinleri tüketmektedir. Sağlıklı beslenme için öneriler; - Günde 3 ana, 2-3 ara öğün olmak üzere sık sık ve az miktarlarda beslenin. Ara öğünlerde özellikle meyve ve çiğ sebze tüketmeye çalışın. - Günde en az 5 farklı çeşit meyve ve sebze tüketmeye çalışın. - Öğün atlamayın, özellikle kahvaltısız güne başlamayın. Eğer evinizde kahvaltı etmiyorsanız, pastane ürünleri yerine evde hazırlanmış sandviç vb. tercih edin. - İçine rafine şeker, yağ ve tuz eklenmiş besinlerin tüketimini sınırlayın. Özellikle; hazır meyve suları, bisküvi, kek, hazır çorbalar, cipsler vb. - Besinlerinizin tadına bakmadan tuz eklemeyin. Fazla tuz tüketimi, başta yüksek tansiyon olmak üzere pek çok hastalık için risk faktörüdür. - Daha çok lifli gıdalar tüketin. Lif sadece bitkisel kaynaklı besinlerde bulunur. Lif içeriği yüksek olan besinler sindirim sisteminin düzenli çalışmasını sağlar. Kabızlık ve kanser başta olmak üzere pek çok hastalığı önler. Ayrıca, posa alımı metabolizmayı düzenleyerek kan şekerinin ve kolesterol seviyesinin kontrol edilmesine yardımcı olur ve kilo alımını engeller. - Rafine unlardan yapılan beyaz ekmek yerine tam tahıllardan yapılan ekmekleri tercih edin. - Fast-food tüketimini sınırlayın. Eğer fast-food yemekten başka seçeneğiniz yoksa daha az yağ ve şeker içeren, kalorisi daha düşük olanlarını tercih edin. Bol salata tüketin ve gazlı içeceklerden uzak durun. Menü seçiminde büyük porsiyonları tercih etmeyin. - Hızlı yemek yemeyin. Yemeklerinizi yavaş yavaş ve keyifle yiyin. Kilo kontrolünün sağlanmasında yemek yeme hızı önemlidir. - Acıktığınızda atıştırmak için yanınızda bisküvi, kek, çikolata vb. yerine meyve ve kuruyemiş bulundurun. - Günlük beslenmenizi düzenlerken beslenme piramidi kullanabilirsiniz. GEZİ CUMALIKIZIK Orda Bir Köy Var Yakında… YAZI VE FOTOĞRAFLAR: MEHMET ÖREN Taşlı yollar sıra ara sokaklarda yürüyorsunuz, taşların arasından sular küçük şırıltılarla akıyor, tam sokakların orta yerinden… alabildiğince huzur, olabildiğince davetkar. Orda bir köy var yakında… O köy, ata yadigarıdır. Gitmesek olmaz, görmesek kaybımız büyük. Cumalıkızık’ı televizyonda oynayan dizi filmlerde keşfettiğimi itiraf etmeliyim. Daracık sokakları, rengarenk boyanmış, cumbalı evleriyle gerçekten dikkat çekiciydi. Cumalıkızık’ı bilmeyen var mı bilemiyorum ama satır arasında geçen kestane kelimesiyle Bursa ile ilgili bir yer olduğu hemen anlaşılmıştır sanıyorum. 23 BİR KIZIK, BİR OSMANLI KÖYÜ Cumalıkızık, yaşayan canlı bir müze köy. Bursa’nın yanı başında Uludağ eteklerinde yer alan Cumalıkızık Köyü, hiç apartmanı olmayan, günümüze dek mimari dokusu bozulmadan gelebilen ender köylerden birisi. Köyün kuruluşu çok eskilere dayanıyor. Oğuzların Yıldızhanoğlu Kızık Boyu’nun Osmanlı Sultanı Orhan Gazi tarafından verilen izinle kurulan 7 köyden birisi. Yani 700 yıllık bir köyden bahsediyoruz. Etraftaki diğer Kızık köylerinde yaşayanlar cuma namazlarını bu köyde kıldıkları için köye Cumalıkızık denildiği rivayet ediliyor. Köyler birbirine yakın mesafedeymiş ki; çok kısa sürede birinden çıkıp diğerine ulaşılıyormuş. Köyler gibi, evler de adeta iç içe inşa edilmiş. Tüm Anadolu köyleri gibi bir zamanlar bozulmadan kalabilen bu köy de, iş-aş kaygısıyla boşalmış. Ama bazı yetkililer imdadına yetişmiş köyün. El birliğiyle köy yeniden yaşanılır kılınmış. Şimdi tamamı sit alanı olan 350 haneli Cumalıkızık Köyü’nün evleri Osmanlı sivil mimarisinin en güzel örnekleri olarak kabul ediliyor. PEYNİRLİ GÖZLEME, İNCE BELLİ BARDAKTA ÇAY Bir yamaca kurulmuş olan Cumalıkızık Köyü’nün sokakları, ancak yaya ve at arabalarının geçebileceği genişlikte. Kaldırımsız olan sokakların tamamı taş döşeli. Evler genellikle üç katlı ve yüksek avlu duvarları ile çevrili. Birbirine yakın ve akraba olan aileler iç içe olan ve birbirine dar geçitlerle bağlanmış evlerde yaşıyor. Çift kanatlı cümle kapıları, demir dövme kapı tokmakları ve kulpları hala geçmişteki işlevlerini sürdürüyor. Genelde kapılar açıktır ama kapalıysa bile siz, çekinmeden kapının tokmağına vurup açabilirsiniz. Kapıyı muhtemelen küçük bir kız çocuğu yada beyaz baş örtülü evin hanımı açacaktır, “geldim, geldim” sesinden sonra… Kapının açılış sesinin ardından, sizi içeri buyur eden yüz, isterseniz evin içini de gösterecek, hatta acıkmışsanız, siz ocağın başında otururken, peynirli yada kıymalı gözlemelerden sunacaktır. Sımsıcak, ince belli bardaktan, tavşan kanı çayla birlikte… Cumbalı evlerin pencereleri, genelde ikinci katta ve kafesli. Pencerelerde dantelli perdeler. Dışarıdan evlerin içinin görünmesi mümkün değil ama kafes arkasından bakanlar sokağı rahatça görebiliyor. GEZİ ÇAMUR SIVALI, MAVİ, MOR, KOYU SARI, AÇIK YEŞİL DUVARLAR Evlerin yapımında güneşte kurutulmuş tuğla, ağaç ve kerpiç kullanılmış. Çamur sıvalı duvarlar, mavi, mor, koyu sarı, açık yeşil gibi renklere boyanırken, ahşap kısımlar kendi rengine bırakılmış. Depreme çok dayanıklı olan evlerin sakinleri “Uyandığınızda herhangi bir ağırlık, halsizlik hissetmez, yattığınız gibi kalkarsınız” diyorlar. Saldede, Köyüstü, Cin Aralığı gibi isimlerin yazıldığı sokak levhalarıysa ahşaptan yapılmış. Köyün sokaklarında dolaşırken, kendinizi bir tiyatro dekoru yada film platosunda sanabilirsiniz. Araç girmeyen bu güzel ve dar sokaklarda dolaşırken fotoğraf makineniz yanınızda olsun yada resim yapmaya meraklıysanız mutlaka bir köşeye tuvalinizi kurmalısınız. 700 yıllık Koca Cami, evlenme törenleri ve bayramlarda kullanılan tarihi hamam, sanat evi, etnografya müzesi, köye gitmişseniz mutlaka görmeniz gereken yerlerin başında geliyor. Eğer yazıyı sonuna kadar okumuşsanız ve bu yazıyla birlikte sokaklarında koşturduğunuz köyünüz aklınıza gelmişse, gitmişseniz geçmiş zamana… Bu yazı görevini yapmış demektir. Tanıtım videomuzu izlediniz mi? video.cvsair.com.tr MODA YAZI VE FOTOĞRAFLAR: HİLAL ŞERİFOĞLU hillserifoglu@gmail.com İYİ HİSSETTİREN RENKLER 27 İnsanın kendini içinde en iyi hissettiği giysi, muhtemelen en iyi görünmesini istediği, içinde rahat ettiği kıyafetlerdir. Fakat renkleri de unutmamak gerekiyor. Bu iyi his, bazı bireylerde renk uyumundan gelir. Her rengin bir enerjisi var. Bazı renkler fizyoloji ve psikolojimizi olumlu veya olumsuz yönde daha çok etkiler. Farkında olmasanız da etrafta gördüğünüz renkler düşüncelerinizi bile yönlendirebilir. Uzmanlar doğru rengin pek çok hastalığı iyileştirici etkisi olduğu görüşünde. Kimi renkler insanı sakinleştirirken kimileri heyecanlandırır, bazı renkler kendine güveni arttırırken bazıları da içe kapanıklığı arttırabilir. Birbirine yakın renklerin etkileri de birbirine benzemektedir. Bir çorap sevdalısı olarak beni, renkli ve dokusu rahat ettiren çoraplar hep iyi hissettirir. O gün çorap ve ayakkabımın rengi uyumlu ise, sadece bu bile günümü keyifli ve konforlu hale getirmeye yetiyor. Aldığım bu keyfi her renkte yakalayamıyorum. Çünkü renklerin üzerimizde büyük bir duygusal rolü var. Sizi iyi hissettiren renkler hangileri? Bir bakın. En iyi hissettiren pantolonunuzla daha önce hangi günlerinizde birlikteydiniz? Neler yaşadınız? Bunlar hep ertesi güne taşıdığımız hisler ve bilgiler. Gözlemleyin bunu, çok şey keşfedeceksiniz. Canlı renkler bizi canlı tutuyor. Siyah ve kahveden biraz izin isteyip daha keyifli renklere el atın derim. Aynı anda dikkat çekici birkaç parçayı kullanmaktansa birine öncelik verin ki çekiciliğini doya doya yaşasın. Desenler konusunda pek iddialı olamadım ben hiçbir zaman. Ya deseni pek sevmiyorum ya da tek bir parça da çanta veya atkı gibi aksesuarlarımda kullanıyorum. Deseni kendinizi göstermek istediğiniz, toplantınızın olduğu veya sunum yaptığınız, ilginin sizde olmasını istediğiniz özel günlerinizde tercih etmekten kaçının. Çünkü sizi gizleyip, kendini ön plana çıkar. Akılda kalmayı da itinayla başarır. Böyle günlerde amacımız deseni göstermek değildir. Vücut tipinize göre giyinmek bir anda tüm algıyı değiştirebilir. Olduğumuz gibi göründüğümüzde her şey harikadır aslında. Bunu sağlamak için olduğunuzdan kilolu ve kısa gösteren şeyleri seçmekten uzak durun yeter. Boyu uzun gösteren bir ipucu da kemerlerdir. Pantolon veya eteklere kemer takıp, üzerinizdeki giysiyi güzelce içine sokup deneyin. Olduğunuzdan uzun duracaksınız ve beliniz de kendini gösterecek. TARİH Tanınmayan Büyük Çağ (Cebir) YAZI: MÜNÜR KUNDURACI Bilimsel çalışmalardan belgelerle haberdar olduğumuz en eski kavim olan Mezopotamlalılar’da(M.Ö.2000) ikinci derece denklemlerin çözümünü biliyorlardı. Ancak iki kökün varlığından haberdar değillerdi ve negatif sayı kavramı da yoktu. Cebir tarihinde karşılaştığımız ikinci önemli toplum Yunanlılardır. Burada, Euclid ve Diophantos’un çalışmalarından matematik tarihi açısından bahsetmek gerekir. Euclid’in geometri kitabında denklemler geometrik olarak çözülmüştür. Diophantos(M.S.250) Aritmatiace adlı kitabında cebir konusunu da incelemiştir. Negatif ve irrasyonel sayı kavramına sahip değildi. Sekizinci yüzyıldan itibaren, İslam Dünyası’nda bilimin her alanında parlak çalışmaların başladığını görmekteyiz. Özellikle cebir biliminin ilk defa bir bilim dalı olarak ortaya çıktığına şahit olmaktayız. Bu bilim dalına katkı sağlayan bilim adamları hakkında araştırma yaptığımızda, Abdülhamid ibn Türk(8. yy), Harezmî (9.yy), Ebu Kamil Şuca (9.yy), Kereci (?-1019 veya1029), Ömer Hayyam (10441123) isimlerine öncelikle rastlamaktayız. Abdulhamid ibn Türk (Abu’l Fazl Abdulhamid ibn Vasi el-Hasib ibn Türk el Cili) Hazar denizinin güney kıyılarından Cil bölgesindendir. İkinci derece denklemlerin çözümünü yapmıştır. Mesela x’+c = bx , x’= bx, x’+bx= c , x’=bx+c denklemlerini geometrik şekiller yöntemini kullanarak çözmüştür. Cebirle ilgili ilk eserin kendisine ait olduğu söylenmekle beraber Harezmî’nin eseri kabul görmüştür. Harezmî (Abu Abdullah Muhammed ibn Musa el Harezmî) Ortaçağ İslam dünyasının en büyük Türk dehalarından biri olup, matematik, astronomi, coğrafya ve tarih ile uğraşmıştır. Aral gölünün güneyinde bulunan Harezm şehrindendir. Abbasi halifesi Memun tarafından Bağdat’a davet edilerek Beyt el- Hikme’nin müdürlüğünü yapmıştır. El-Cebr ve’l Mukabele eseriyle cebir ilminin babası unvanını almıştır. Harezmî cebirsel denklemleri çözerken yapılacak işlemleri ve bu işlemlerin sırasını açık bir biçimde veren ilk matematikçidir. Bu nedenle bilgisayar ilminin temeli olan algoritmanın ve dolayısıyla bilgisayar programcılığının kurucusu olarak kabul edilebilir. Abu Kamil Şuca (Abu Kamil Şuca el-Hasib el-Mısri) Dokuzuncu asırda Mısır’da yaşamıştır. Harezmî’nin kitabına açıklamalar düşmek için cebir kitabı yazmıştır. ax’=bx, ax’=c, bx=c, ax’+bx=c, x’+c=bx, bx+c=x’ denklemlerini geometrik yöntem kullanarak çözmüştür. Kereci 10.yüzyıl sonları ile 11. Yüzyıl başlarında Bağdat’ta yaşamış, İslam Dünyası’nda cebirsel hesap teorisini en gelişmiş olarak öneren ilk matematikçidir. Fahri adlı cebir kitabında ikinci derece denklemleri hem cebirsel hem de geometrik yoldan çözmüştür. Bu ise, cebirin geometriden bağımsız hale gelmesi aritmetikleşmesi doğrultusunda çok önemli bir adım teşkil etmektedir. Ömer Hayyam Rubaileriyle meşhur, aynı zamanda bir matematikçi ve astronomi bilginidir de. 1048’de Nişabur’da doğmuştur. Gençlik yıllarında; aritmetik, cebir ve müzik konularında kitap yazdığı belirtilmektedir. 1070 yılında cebir kitabını kaleme almıştır. Burada, sistemli bir biçimde, bütün üçüncü derece denklem çeşitlerini incelemiş ve bunların çözümlerini koni kesitlerini kullanmak suretiyle bulmuştur. 1070’li yıllarda İsfahan’a gitmiş, orada 18 yıl yaşamış ve Nizam ül-Mülk’ün himayesinde astronomi rasatları yapmıştır. 1077’de Euclid postülaları üzerine eser yazmıştır. Kendisinden beş asır sonra gelen Descartes’tan önce analitik geometrinin öncülerinden olmuştur. 29 Eski Türklerce Yapılan Spor Türleri YAZI: Yrd. Doç. Dr Ali Niyazi İNAL Türkler tarafından tanıtılmış ve yayılmıştır. Türklerin ok ve yaya verdikleri önemin en güzel göstergesi, Oğuz Han’ın üç büyük oğlu olan Gün, Ay ve Yıldız’dan torunu olan sağ kola Bozoklar, Gök, Dağ ve Deniz’den gelen torunu olan sol kola Üçoklar adını vermesinden açıkça anlaşılmaktadır (Turan,1969,s.145). Türklerin her şöleninde ve eğlencesinde yer alan ok atma ve yay germe yarışmalarını, duran ve hareketli hedeflere, at üzerinde, dururken ve giderken yaptıkları görülmektedir. Türklerde ok ve yay yapımı çok önemli bir sanattır. Her ok atıcısının kol boyuna göre oklar, kuvvetine göre ise yayların gerilmesi yapılır ve atışlarında başarılı olmaları sağlanırdı. Hunlular döneminde okun boyu 82 cm, kalınlığı ise, 9 mm. civarında görülmektedir. Türklerde ok, aynı zamanda bir paylaşma aracı olarak ta kullanılmıştır. D.L.T. (Divanı Lügat-ı Türk)’te paylaşılması gereken her hangi bir şey için oklar belirlenir ve herkes çektiği oka göre payına razı olduğundan bahsedilir. Türklerin, Orta Asya’dan dünyanın muhtelif yerlerine yurt edinmek amacıyla yayılmaları boyunca, sürekli savaşlar yapmaları onların kuvvetli olmalarını, yakın mücadelelerde başarılı olmalarını ve at üzerinde maharetli olmaları gerektirmekteydi. Rakiplerine üstünlük sağlayabilmek için kuvvetli, çevik olmak ve savaşçı olmak zorundaydılar. Bu nedenle, birçok spor dalıyla uğraşmışlardır. YIKIŞMA (GÜREŞ): Türkler, her türlü eğlence ve şölende, her vesile ile güreşmişlerdir. Yakın mücadelelerde üstünlük sağlamaları gerektiği için, barış zamanı günler boyunca süren güreşler yapmışlar, savaş hazırlığı amacıyla devamlı olarak muhtelif güreş çeşitlerini yapmışlardır. Dede Korkut destanının muhtelif bölümlerinde, güreşin her türünden bahsedilmektedir. Güreşin, dünyaya yayılışının da Orta Asya’dan olduğundan bahsedilir. Ünlü tarih yazarı Harold Lamp, Cengiz Han adlı eserinde Türklerden “Bu ülkede ata binmeyene ve güreş tutmayana kız vermezlerdi” diye söz eder. Selçuklular döneminde, devlet tarafından tutturulan Şev-i Sicil defterlerinde de Konya’da güreşçiler mahallesinin olduğundan ve güreşçiler tekkesinin varlığından bahsedilir. KILIÇ: Kılıcın tarihi, tunç devriyle başlar. Türlerde ise, ilk kez M.Ö. 6.Y.Y. da Göktürklerde rastlanır. Süvari bir millet olan Türklerin hepsinin doğal olarak yanında taşıdığı bir silahtır. Türkler bir saldırı ve savunma aracı olarak kullandıkları kılıcı, At-Avrat-Silah dizelerinden de anlaşıldığı gibi kutsal saymışlar ve yeminlerini dahi kılıç üzerine yapmışlardır. Kılıç gösterileri de, oyun ve şölenlerin vaz geçilemeyen yarışma ATÇILIK VE AT YARIŞLARI: ve gösteri türleriydi. Kılıç, gösteri ve savaş kılıçları olarak ikiye ayrılır ve üç bölümden oluşur. Bunlar; Kabza, korkuluk ve namludur. Çocuklar, çok küçük yaşlarda tahta kılıçlar ile talim yaparlar ve büyüdükçe ağırlaşan kılıçlar ile çalışarak, her fırsatta yeteneklerini ortaya koymak amacıyla yarışırlardı. OKÇULUK: Ok ve Yay tarih içerisindeki ilk mekanik silahlardır. Ergenekon ve Oğuz destanlarına göre atın eğitimi sonrası Dünya’ya yayılan Türklerle beraber, ok ve yay da Dünya’ya Tarih içerisinde, atı ilk eğiten milletin Türkler olduğuna dair, yüzlerce eser vardır. Ancak, Dünya’nın kabul ettiği tarihçilerden Macar Allfoldin, Avusturyalı Hoopers ve Alman Portriatz’ın kitaplarında, M.Ö. 6,000 yıllarında Türklerin ilk kez atı evcilleştirdiklerinden bahsedilmektedir. At eğitimi, at yetiştirmesi ve ata binmek Türkler için bir sanattır. Günümüzde uygulanan at eğitim tekniklerinden birçoğu, eski Türklerden kalan tekniklerdir. Tarihçi, E. MARCHEL’in kitabında, Türklerin çocuklarını çok küçük yaşlarda hatta beşik çağında, beşik içine konulan tahta parçası ile oynadığı, hatta bu tahta üzerine oturarak oynadığı ve 3 yaşları sonrası çocukların koyunlara binerek at üzerinde durabilme GÖKBÖRÜ Türklerin dini amaçlı ve geleneksel oyunlarından bir tanesidir. Atlı iki grup sınırlı alanda karşılıklı atları üzerinde dururlar. Alanın tam ortasına içi boşaltılarak bırakılmış olan oğlağın, bir işaretle oradan alınıp bacaklarının arasında kaçırılması ve belirlenen alana taşınması esasına dayanan bir oyundur Oyun anında, arkadaşlarının yardımı da söz konusudur. Gene oyunun asıl amacı, at üzerindeki maharetlerin geliştirilmesi ve savaşa hazırlıktır. yeteneğini kazanma talimleri yaptıkları, daha sonraları taylarla ve sonra da 12 yaşları civarında usta birer binici olarak ata bindiklerinden ve böylece bu eğitimlerini tamamladıklarından bahsedilmektedir. Türkler, at ile bütünleşebilecek, atın bir parçası olabilecek ve atı yormadan binebilecek kadar beceriklidirler. Eğersiz ata binmekte de çok mahirdirler. Atı olmayan erkeğe iyi gözle bakmazlardı. Bayanlar da erkekler kadar ata binmekte ustadırlar. Her kentte bir at yarış alanı bulunur ve haftanın her cuma günü düzenlenen yarışmalarda yarışırlardı. Türkler için at ve atla yapılan yarış ve oyunların önemi çok büyüktür. ÇÖĞEN (POLO-ÇUKANYON-BANDAL): Sınırlı bir alan içerisinde at üzerinde yer alan oyuncuların ucu kıvrık olan ve Çöğen denilen sopalar ile Giy denilen topu, rakip kale içine atmak esasını taşıyan bir oyundur. Rakibin atına çarpmamak, vurmamak ve önünü kesmemek oyunun kuralları arasındadır. Kaleye atılan her top bir sayı kazandırır. Belirlenen zaman içinde beraberlik söz konusu olursa, Öçeşme denilen üçüncü bir oyun oynanır. Günümüzdeki Polo oyununun esasıdır. BEYGE (BABİGA) : Oyun ilk kez Kırgız Türkleri zamanında oynanmıştır. Bir köy ya da obada bulunan bir genç kızın birden fazla isteyeninin olduğu durumlarda ve kız tarafının kararsız kalması halinde isteyen tarafların kırılmaması ve gelin adayına da tercih şansının verilmesini sağlayan bir oyundur. Ata binen genç kız ile damat adayları, belirli bir mesafeden gelini belirlenmiş yere doğru kovalamaya başlarlar. Amaç gelin adayını atlarına bindirebilmektir. Elinde kamçı olan gelin adayı istemediği damat adayını kamçısı ile yanına yaklaştırmamaya çalışır ve gönlünün olduğu damat adayının atına binerek kimle evlenmek istediğini de böylece ailesine bildirmiş olur. Gelini atına bindiren damat adayı da, damat olarak kabul edilirdi. CİRİT: Cirit oyunu, Türklerin en eski oyunlarından bir tanesidir. Amacı, beden eğitiminin olması yanında atların savaşa hazır halde tutulması ve savaş eğitimidir. Sınırlı bir alan içinde sayısı 5-20 arasında değişen takımlardan oluşan atlı oyuncularla oynanır. İki takım oyun alanında karşılıklı olarak atları ile dururlar. Oyun elinde cirit bulunan bir oyuncunun rakip atlılardan birisinin önüne ciriti fırlatmasıyla başlar. Ciritin atıldığı oyuncu yerden atılan ciriti alır ve atan oyuncu belirlenen alana ulaşmadan cirit ile onun sırtına, omuzuna ya da atının sağrısına elindeki cirit ile vurmaya çalışır. Bu arada arkadaşları da yardımcı olmaya çalışırlar. AVCILIK Türklerde avcılık zorunlu bir ihtiyaç ve tutkudur. Yaşam ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılan avcılık, aynı zamanda savaşa hazırlık amacı da güderdi. Türklerin av düzenlemeleri son derece görkemli olur ve sürek avları çok sayıda avcının katılması ile gerçekleştirilir, 31 MIZRAK (HARBE-KARGI) Uzunluğu 1,5m-2.m olan ve ucunda madenden yapılmış bir sivri kısmı bulunan günümüz ciritine benzeyen MIZRAK denilen bir savaş aracı ile oynanır. Karşı karşıya mücadele etme, isabet kaydetme ve mızrağı en uzağa fırlatmak esastır. Oyunun amacı savaşa hazırlıktır. COP: Cop, budaksız ağaçtan yapılan ve yaklaşık 80 cm. uzunluğunda iki ucu küt bir sopadır. 3-4m. aralıklı dikilmiş iki direk arasına gerilen ipin üzerinden, 50-60 m. uzaktan atı ile gelen oyuncunun copu yerden sektirterek aşırtması esasına dayanır. İlk sektirterek aşırtan grup galip ilan edilir. sonrasında da muhteşem şölenler düzenlenirdi. Türkler; ok, mızrak, kement ve ağ ile yaptıkları avlanmaların yanında, evcilleştirdikleri yırtıcı av hayvanları vasıtası ile de avlanırlardı. Tazı, zağar, şahin, doğan ve sungur denilen hayvanları da avlanmalarında kullanırlardı. Ava kadınları da katılırdı. Türklerde çocuklarının da ilk defa katıldıkları av partilerine Şeylan veya Ceşn denilirdi. Büyük ve çok kişinin katıldığı uzun süren avlarına Siğir adı verilirdi. Cengiz Han döneminde, Cengiz Han yasası ile hangi mevsimlerde, hangi av hayvanlarının avlanabileceği belirlenmiş ve günümüz av yasaklarının benzeri yasaklar, o dönemlerde bile Türkler tarafından uygulanmıştır. Selçuklular zamanında, avlanması yasak olan av hayvanlarına Ongun adı verilir ve bu hayvanlar kutsal sayıldıkları için avlansalar bile etleri yenilmezdi. TEPÜK (FUTBOL) Günümüz futboluna çok benzeyen Tepük oyununda, iğ arşığı üzerine keçe sararak veya keçilerin sidik torbaları şişirilerek elde edilen topun sınırlı bir alanda, eller harici vücudun her yerinin kullanılarak, belirlenmiş kalelerden geçirilmesi esasına dayanırdı. Kaşgarlı Mahmut’un Divanı Lügat-ı Türk adlı eseri, Hıtay-ı Name, Baybars Tarihi ve Ayasofya müzesindeki birçok eser Tepük oyununu, Türklerin çok eski tarihlerden beri oynadıklarından bahsetmektedir. SEYİRTME (KOŞU) Koşular, Türklerde genellikle dinsel amaçlı yapıl mıştır. İlk uzun mesafe koşusunun Tunguz Türklerinde yapıldığından bahsedilmektedir. Yürüme yarışları yanında, durarak ve hareketli uzun atlamalar tek ve çift ayak sıçramaların yapıldığından bahsedilmektedir. ÇANA (KAYAK) Orta Asya’dan Ural dağları ve Hazar denizinin kuzeyinden Avrupa’ya geçen Türklerinin kayağı ilk kez kullanan milletlerden birisi olduğu Ural dağları ve Baykal Gölü civarında yapılan kazılardan anlaşılmıştır. İsviçreli Prof. J.J. Hees’ in “Kayakçılık Tarihi” notları da açıkça Türklerin kayağı kullanan milletlerden olduklarını belirtmektedir. Göktürklerin sığır kemiğinden yaptıkları kayaklar ile kar ve buz üzerinde kaydıkları anlatılmaktadır. Türk boylarından Tölöz Türklerinin 15 cm. genişliğinde, 160 cm. uzunluğundaki tahtaları ayaklarına takarak kar üzerinde avlandıklarından D.L.T.’te bahsedilmektedir. BOKS (PİJULA) Yakut Türklerinin günümüz boks sporuna benzer ve adına Pijula dedikleri bir sporu sadece ellerini yumruk yaparak kavga biçiminde yaptıklarından günümüze gelen eserlerde söz edilmektedir. Sudi Efendi’nin Hicri 1004 yılında yazmış olduğu “Yumruk Vurucular” isimli eserinde, Osmanlı imparatorluğundaki boks sporundan bahsedilmektedir. KOLBÖRİ (YEŞİL KURT) Gelin ile damat arasında, gerdek gecesinden önceki gündüz, kucağında oğlak bulunan gelin atıyla kaçar ve damat da at üzerinde arkadaşlarının yardımıyla onu yakalamaya çalışır. EKONOMİ EKONOMİK SİSTEMLER NASIL ÇALIŞIR? (1.BÖLÜM) A.Taner Agün Hikâyemiz, insanoğlunun binlerce yıl önce yerleşik hayata geçmesiyle birlikte ortaya çıkan, “kaynakların kıtlığı” sorunuyla başlıyor. O zamanlardan beri eğer herkese yetecek kadar iktisadi kaynağımız (üretim faktörleri) olsaydı arzuladığımız kadar üretim ve tüketim yapacak, kıtlık sorunumuz olmadığı için de iktisatçılara bu kadar ihtiyaç duymayacaktık. O yüzdendir ki bazı iktisatçılar iktisat biliminin tanımı nedir? sorusuna kısaca “kıt kaynakların etkin biçimde dağılımıyla ilgilenen toplum bilimidir” cevabını verirler. İktisatçılar tüm tekil piyasalarda -kıtlıktan kaynaklanan- arz ve talep arasındaki uyumsuzluğu çözme, ve üretim, tüketim, bölüşüm davranışlarını/kararlarını analiz etme gayreti içindedirler. Başka bir deyişle günümüz iktisatçıları, makroekonomik sorunların altında çoğu zaman mikroekonomik unsurların (piyasadaki tüketici-üretici ya da alıcı-satıcı davranışlarının) olduğunu düşünürler. Peki, bu iktisadi analize göre ekonomik sistemler nasıl çalışır? Ekonomik sistemler çalışırken ne tür aksaklıklar, nasıl ve ne zaman ortaya çıkar? Hükûmetler aksaklıkları/sorunları çözmek ve sistemin işlerliğini sürdürmek için hangi iktisadi politikalara başvurur? Konuya ilk sorunun cevabıyla başlayalım. Aşağıda oluşturmaya çalıştığım şekil, hem mikroekonomik yapıları hem de makroekonomik 33 Şekil 1: Ekonominin İşleyişi: Makro Sektörlerin Piyasalar Yoluyla Karşılıklı İktisadi İlişkileri (Reel ve Finansal Akımlar) aktörleri buluşturarak Ekonomik sistemlerin nasıl çalıştığı hakkında basitleştirilmiş bir resim sunuyor. Burada makro aktörler/karar alıcılar: Kamu sektörü (devlet), hane halkları (tüketiciler) ve iş dünyası sektörüdür (özel sektör). Mikro yapılar ise karar alıcıların buluşma yerleri olan faktör piyasaları, mal-hizmet piyasaları ve finansal piyasalardır. Ekonomik sistemler temel olarak, karar alıcıların bu piyasalarda gerçekleştirdikleri iktisadi iletişimler yoluyla çalışır. Kurumsal iktisat jargonuyla söylersek; makro sektörler iktisadi alandaki oyuncuları; piyasalar oyuncuların buluştuğu yapıları; hukuk kuralları, gelenekler ve normlar gibi kurumlar da oyunun kurallarını oluşturur. (1) Kamu ve iş dünyası sektörü, faktör piyasalarında hane halklarından üretim faktörü talep eder. Hane halkları, üretim faktörlerini arz eder. (2) Hane halkları, faktör satımlarından gelir elde eder. (3) Kamu ve iş dünyası sektörü, faktörleri kullanarak ürettikleri ürünlerini mal ve hizmet piyasalarına arz eder. Firmalar satış geliri elde eder. Dış ticaret firmaları ihracat ve ithalat yapar. Firmalar ve devlet, yatırım ve cari harcamaları için yine bu piyasalardan mal ve hizmet talep eder. Hane halkları, vergi sonrası faktör gelirlerinin bir kısmıyla mal ve hizmet piyasalarında tüketim yapar. (4) Hane halkları, gelirlerinin geriye kalan kısmını tasarruf eder (finansal piyasalara fon arz eder). Firmalar, yatırım harcamalarının büyük bir kısmını bu özel tasarruflardan finanse eder (fon talebi). Her bir makroekonomik sektör, farklı amaçlarla fon arz ve talep eder. Not: Şekil 1’deki ekonomi, yabancı piyasalarla reel ve finansal ilişkiler de kurmaktadır (dışa açıktır). Ancak, şeklin basitliğini bozmamak adına diğer Ekonomik sistemlerle yapılan fon alış-verişi (devlet ve özel sektörün borç-alacak ilişkileri vs.) ve mal alışverişi (X-M) şekilde ayrıca gösterilmemiştir. Bu ilişkilere metin içerisinde yer verilmiştir. Şekil 1’deki piyasaları ve makro sektörlerin piyasalardaki karşılıklı ilişkilerini açıklarsak; Faktör piyasalarında, mal ve hizmetleri üretmek için ihtiyaç duyulan iktisadi kaynaklar (emek, sermaye, doğal kaynaklar) alınıp satılır. İktisadi kaynaklar piyasa mekanizmasının işlediği Ekonomik sistemlerde hane halklarının taleplerindeki değişmelere göre fiyat mekanizması yoluyla yeniden dağıtılmaktadır. Yani iki malın üretildiği bir ekonomi düşünürsek, A malına olan tüketici talebi herhangi bir sebepten artarsa, A malını üretmek için gerekli olan üretim faktörünün talebi (ve fiyatı) artacaktır. B malının talebi (ve fiyatı) düşeceği için B malının üretimi kısılıp bu malı üretme aşamasında kullanılan kaynaklar, artık A malının üretim sürecine aktarılacaktır. Kumanda ya da sosyalist ekonomik sistemlerde ise devlet, kaynak dağılımına dolaysız ya da dolaylı müdahaleler de bulunur. Bu yazıda dışa açık ve piyasa mekanizmasının işlediği Ekonomik sistemlerin nasıl çalıştığını konu edineceğim. Mal ve hizmet piyasaları; mal ve hizmetin niteliği, siyasi otoritenin benimsediği ekonomi ve piyasa sistemi, kaynakların dağılımı, üretim-ticaret koşulları gibi unsurlara bağlı olarak –teorik anlamda- iki uç örnek olan tam rekabet ve monopol (tekel) piyasalar arasında farklı biçimler alırlar. Her bir makro karar alıcı kendi ihtiyaçlarını gidermek ve iktisadi amaçlarını gerçekleştirmek için piyasalarda buluşup karşılıklı alış-verişlerle gelir ve harcama akımları yaratırlar (bir karar alıcının harcaması diğer bir karar alıcının geliridir). Makro sektörlerin, mal-hizmet piyasasında yaptıkları toplam harcama veya üretim, veya faktör piyasalarında ortaya çıkan toplam faktör gelirleri ülkenin GSYH’sini oluşturur. Görüldüğü gibi GSYH, sonuçları birbirine eşit olacak, üç farklı yöntemle hesaplanabilir . Finansal piyasalar, karar alıcıların farklı amaçlarla fon arz ve talep ettikleri; belli bir mekâna ve alıcı-satıcının yüz yüze görüşmesine her zaman ihtiyaç duyulmayan, ileri bilgisayar/internet ağı teknolojilerinin kullanıldığı piyasalardır. Finansal piyasalar birbiriyle iç içe geçmiş; para, bankacılık ve sermaye piyasalarından oluşmakla birlikte günlük dilde genellikle “para piyasaları” olarak anılırlar. Mal ve hizmet piyasaları da kısaca “mal piyasaları” adıyla anılır. İşte bu mal ve para piyasaları (iç denge: IS=LM) ile ödemeler bilançosu (dış denge) birlikte dengeye geldiğinde ekonominin genel dengesi sağlanmış olur. Ekonomideki tüm işlemler aslında hane halklarından oluşan tüketici toplum içindir. Kamu ve iş dünyası sektörleri, hane halklarının ihtiyaçlarını gidermek için çalışırlar. Onların talepleri mal ve hizmet arzının miktarını ve niteliğini büyük ölçüde belirler. Tabii ki hane halkları sadece tüketim yapmazlar. Hane halklarının bir kısmı özel sektörde çalışmak üzere emeklerini faktör piyasalarına arz eder. Bir kısmı da kamu sektöründe memur olarak çalışmayı tercih eder. Teoriye göre, diğer üretim faktörleri de aslında hane halklarının mülkiyetindedir. Hane halkları faktör piyasaları yoluyla bu faktörleri kamu ve özel sektöre arz eder (bkz; Şekil 1, Akım (1)) ve karşılığında faktör geliri elde eder (2). Hane halkları maddi ihtiyaçlarını mal ve hizmet piyasalarından karşılar (3). Hane halklarının yastık altında tutmayıp finansal piyasalardaki; bankalara yatırdıkları mevduatları ile tahvil ve hisse senedi alımları (özel tasarrufları) sayesinde, firmalar yatırımlarını finanse eder. Ayrıca hane halkları devlet tahvili ve bono (devlet iç borçlanma senetleri) alma yoluyla tasarruflarının bir kısmını devlete yönlendirip kamu sektörüne de borç verirler (fon arz ederler). Hane halkları, gelirlerini aşan harcamalarını finanse etmek (işlem ve/veya ihtiyat) amacıyla bankacılık piyasasından ihtiyaç kredisi, evlilik kredisi gibi borçlanmalarda bulunurlar (fon talep ederler) (4). Ayrıca işlem ve/ veya ihtiyat amacıyla para piyasasından altın, döviz gibi enstrümanları, önemli bir finansal hizmet olarak da sigortacılık hizmetlerini satın alırlar. İş dünyası sektörü (yurtiçi firmalar ve ihracat firmaları) ise, yatırımlarını gerçekleştirmek için öncelikle faktör talebinde bulunurlar (bkz; Şekil 1, Akım (1)). Ardından, bu üretim faktörlerini kullanarak ürettikleri mal ve hizmetlerini, diğer firmalara, kamuya ve hane halklarına; ihracatçılar da yabancı piyasalara arz ederler. İthalatçı firmalar ise yurtdışından satın aldıkları ürünleri yine mal ve hizmet piyasalarına arz ederler (3). Günümüzde iktisadi işlemlerin büyük bir kısmı banka kredileriyle yürütülmektedir. Finansal piyasalarda, kredi kanalını -fiziki/sabit sermaye temin etmek amacıyla- çoğunlukla küçük ve orta 35 ŞEKİL 2: Kamu Sektörü’nün Diğer Sektörlerle Piyasa Dışı İlişkileri ölçekli firmalar kullanırlar. Tahvil, hisse senedi vb. enstrümanları satarak faiz ve diğer yükümlülükler karşılığında borç/finansal sermaye temin edenler (fon talep edenler) ise daha çok büyük firmalardır (4). İktisat ders kitaplarındaki “sermaye-faiz ilişkisi” anlatımı biraz kafa karıştırıcıdır. Öncelikle, iktisatçılar sermaye derken sabit sermayeyi (makine, teçhizat, bina, ara mal-hizmetler vs.) kastederler. Teoride, faktörlerin esas sahibinin hane halkları olduğu kabul edilip, firmaların sabit sermayeyi de diğer faktörler gibi hane halklarından satın aldıkları ya da kiraladıkları söylenir. Çünkü hane halklarının aynı zamanda firmaların ortakları oldukları ve buradan temettü (kâr payı) geliri elde ettikleri ifade edilir. Dolayısıyla firmalar sabit sermaye ihtiyacını, dağıtılmamış kârlardan ya da diğer öz kaynaklardan finanse edebilirler. Bu durumda sabit sermayeyi –faktör piyasası yoluyla- hane halklarından finanse etmiş olurlar. Ya da yukarıda değindiğim gibi firmalar genelde başvurulan yöntem olarak finansal piyasalardan talep ettikleri fonlarla/ kredilerle sabit sermayeyi temin edebilirler. Sonuçta, sabit sermayeyi temin etmenin/kullanmanın bedeli olan tahvil ya da kredi faizi gibi maliyetlere katlanırlar. Diğer bir ayrıntı; aslında firmalar ister öz kaynaklarıyla ister borçlanma yoluyla finanse etsin, sabit sermayeyi -bu mallar üretilmiş üretim araçları olduğu için- mal ve hizmet piyasalarındaki diğer üretici firmalardan satın alırlar (yatırım harcamaları) (3). Firmalar aynı zamanda bilançolarındaki finansal varlıklarını büyütmek amacıyla tahvil ve bono gibi enstrümanlar satın alırlar (fon arz ederler) (4). Kamu sektörünün piyasalardaki faaliyetlerine bakarsak, devlet reel üretim yapacaksa öncelikle faktör piyasalarından faktör talep eder (bkz; Şekil 1, Akım (1)). Ürettiği ürünlerin bir kısmını arz etmek ve kendi ihtiyaçlarıyla toplumsal ihtiyaçlar için yatırım ve cari harcamalar (G) yapmak amacıyla da mal ve hizmet piyasalarına girer (3). Kapitalist ekonomik sistemde nihai tüketim mal ve hizmetlerini büyük oranda özel sektör üretir. Kamu İktisadi Teşebbüsleri(KİT) birçok ülkede özelleştirilmiştir. Dolayısıyla kamu sektörü genelde altyapı, eğitim, sağlık, asayiş, adalet ve savunma hizmetleri gibi yarıkamusal/kamusal mal ve hizmetler üretir. Finansal piyasalar ise kamu sektörü (Hazine ve Merkez Bankası) için hem borç kaynağı (fon talebi), hem de Merkez Bankasının para politikası için uygulama alanıdır (fon arz ve talebi) (4). Ayrıca kamu ve iş dünyası sektörleri yabancı finansal piyasalardan da (dış tasarruflar), açıklarını kapatmak ve yatırımlarını finanse etmek için borçlanırlar (fon talep ederler). Makro sektörler piyasa dışında da iletişime geçerler. Şekil 2, bu durumu kısaca özetliyor. Şekil 2’deki, “piyasa dışı” ilişkilerde değişim/ mübadele dolayısıyla bedel/fiyat yoktur; makro sektörler arasında karşılıksız fon aktarımları söz konusudur. Burada etkili olan aktör kamu sektörüdür. Devlet, piyasa içinde ve dışında toplum için yapacağı harcamaların finansmanının büyük bir kısmını hane halkları ve iş dünyası sektöründen elde ettiği fonlarla sağlar. Devlete egemenlik gücü dolayısıyla karşılıksız biçimde aktarılan bu fonlar, birçok dolaylı ve dolaysız vergilerden oluşur. Devlete giden vergilerin bir bölümü yukarıda belirttiğim piyasa içi yatırım ve cari harcamalara giderken, bir kısmı hane halkları için karşılıksız yapılan transfer harcamalarına (emekli maaşları, sosyal yardımlar vs.), bir kısmı da iş dünyasına -yine transfer harcamaları kapsamındaçeşitli sübvansiyonlara/teşviklere, vergi indirimlerine ve fiyat desteklerine gider. Bunlara ek olarak çeşitli sağlık hizmetleri, hâkim-savcılık hizmetleri ve iç-dış güvenlik gibi kamu hizmetleri de devletin –genelde vergi gelirleriyle finanse edip- piyasa dışında topluma sunduğu tam kamusal mal ve hizmetlerdir. — Buraya kadar her şey yolunda görünüyor. Ancak sistem böyle basit biçimde işlerken ne tür iktisadi sorunlar, ne zaman, nerede, neden ve nasıl ortaya çıkıyor? Bu sorunları çözmek için kimler ne yapıyor? Devami ikinci yazida…. DÜNYA ŞEHİRLERİ Ticaret Merkezi, Kongre ve Fuar Şehri NÜRNBERG ….Yarım milyon kişiye evsahipliği yapabilecek büyüklüktedir… ….Noel çarşısı, kavrulmuş sosisleri ve ‘Kulübü’ ile bir kült’tür… YARIM milyonluk nüfusuyla Nürnberg Avrupa’nın çok önemli High-Tech bölgelerinden birinin merkezinde konumlanmış modern bir şehirdir. Dünyaya açık bu Ekonomi Metropol’ü yörede yaşayan 3,5 milyon insan için ekonomi ve kültürün buluştuğu bir merkez olmuştur. Nürnberg, etkin alt yapı, cazip yatırım alanı, yüksek yaşam kalitesi ve Bavyera’nın ikinci büyük şehri olarak dinamik “Ekonomi Mekanı” gibi avantajları bünyesinde barındırmaktadır. Bu şehirde sizi sadece başarılı bir çalışma süreci değil, bu süreçte zevkli ve güzel birkaç günde beklemektedir. ■ Nürnberg Metropol Nüfusu 3,5 milyon’dur. ■ Nürnberg Metropolu’nun gayrisafi yurt içi hasılası 100 milyar Euro’dur. ■ Nürnberg Metropolü’nde çalışan kişi sayısı 1,7 milyon’dur. …1000 yıllık geçmişe sahip olan şehir, tarihle doludur… …yeniliklere açık insanlar için sınırsız fırsatlar sunar… 37 Hiç ‘Lebkuchen’ tattınız mı? Çeşit çeşit baharat kokulu bir kurabiye türü bu. Gerçi Noel zamanı Almanya’nın her köşesinde kapış kapış satılır, ama Nürnberg denilince akla ilk o gelir. Nürnberg’de bu leziz kurabiyenin üretimi ortaçağa kadar dayanıyor. İçerdiği baharatlar nedeniyle ‘refah’ın, ‘bolluğun’, ‘zenginliğin’ kokusunu, tadını taşıyan kurabiye, kentin eski öneminin de bir göstergesi adeta. Nürnberg’e resmi belgelerde ilk kez 1050 yılında rastlanır. O günlerde adı Noremberg olarak geçiyor. III. Heinrich’in yaptırdığı şatonun etrafında gelişen yerleşme, 1219’da kent olarak ilk beratını alır. Bundan kısa süre sonra da özgür bir imparatorluk kentine dönüşür. 13. yüzyılın sonuna doğru imalathaneleri, zanaatkarları ve kazançlı ticaret etkinlikleriyle gelişmiş bir kenttir. Dönelim o yuvarlacık, kahverengi, mis kokulu, hem de bol baharatlı kurabiyelerimize... O baharatlar ki ortaçağ Avrupası’nda altın değerindeydi. Sayılı ailelerin sofralarını süsleyen iştah açıcı, baharatlı yemekler bir zenginlik sembolüydü. Ufacık bir karabiber tanesinin bile mucizevi yetenekleri vardı: Sıradan bir et parçasını leziz bir yemeğe çevirebiliyordu! Üstelik baharatlar yalnızca mutfakta değil, tıpta da kullanılırdı. 1395 yılında Nürnberg’te ilk Lebkuchen fırını açıldı. Fırının burada açılması ve kurabiyelerde bol bol baharat kullanılması hiç de tesadüfi değildi. Kuzey Avrupa’ya baharat getiren yol Nürnberg’den geçiyordu. Bu durum, böyle lüks bir tatlıyı tüketebilmek için gereken refahın kaynağının nereden geldiğini yeterince açıklıyor. Nürnbergliler zenginliklerini yalnızca bol baharatlı kurabiyeler pişirip, keyfine bakmak için kullanmadı elbet... Ortaçağ Nürnberg’i sanatsever bir kentti. Zengin tüccar aileleri yalnızca kendi evleri için değil, aynı zaman da görkemli kiliseler ve manastırlar inşa etmek için de hiçbir masraftan çekinmediler. Uzun bir süre bu kentte yaşayan Almanya İmparatoru Dördüncü Karl (1316-78) da Nürnberg’i çok severdi. Onun zamanında ‘Goldene Bulle’ denilen fermanla, her yeni kral için ilk meclis toplantısının Nürnberg’te yapılması kural haline getirildi. İmparator, devlet simgelerinin burada saklanması için emir de vermişti Ressam Albrecht Dürer’in (1471) doğduğu kent olan Nürnberg, bu dönemde sanat alanında tarihinin en büyük gelişmesini yaşadı. 1525’te Reform Hareketi’nin temel ilkelerinin benimsenmesinden sonra Protestan önder Philipp Melanchthon, kentte kendi adını taşıyan bir ‘Gymnasium’ (lise) kurdu. Kent, Batı dünyasında bir bilim merkezi olarak ün saldı. 17. yüzyılın başlarında ekonomik ve kültürel gelişiminin doruğuna ulaşan Nürnberg, 1806’da özgür imparatorluk kenti olmaktan çıktı ve Bavyera Krallığı’na bağlandı. Kent, ‘Uyuyan Güzel’ misali uzun yıllar boyunca derin bir uykuya daldı. Ta sanayileşme devrine kadar... Nürnberg ile Fürth’ü birbirine bağlayan ilk Alman demiryolunun açılması (7 Aralık 1835) kentin kaderini değiştirdi. Nürnberg, DÜNYA ŞEHİRLERİ modern bir sanayi merkezi olarak gelişmeye başladı. Gene de bugün görülen kent, eskinin Nürnberg’i değil. İkinci Dünya Savaşı sırasındaki bir hava bombardımanı (2 Ocak 1945) kentin yüzde doksanını bir harabeye çevirdi. Kentin 1930’larda Nazi Partisi’nin merkezlerinden biri olması nedeniyle, bu saldırının siyasal bir boyutunun olduğu düşünülüyor. Yahudileri hedef alan ‘Nürnberg Yasaları’ da burada hazırlanmıştı. Kent bu nedenle, İkinci Dünya Savaşı sonrası Alman savaş suçlularının Müttefikler tarafından yargılandığı mahkemelere de sahne oldu. Nürnberg, tarihinin bu kara bölümünü unutmuş değil. Bugün suçluların mahkeme edildiği salon, müze olarak kullanılıyor. Bugünkü Nürnberg’te savaştan kalan izlere rastlanmıyor. Kentin eski merkezi restore edilmiş durumda. Özellikle kale, eski surları ve önemli yapıları yeniden inşa edildi. Çağdaş Nürnberg, gelenekle modernliği uyum içinde yaşatmaya çalışıyor. Bu nedenle sanat etkinliklerine büyük önem veriliyor. Kentteki müze ve tiyatrolar bunun en büyük kanıtı. Yarım milyon nüfuslu Nürnberg, Almanya’nın en zengin eyaleti olan Bavyera’ya bağlı. Yine de ekonomik açıdan zenginliği kendi ekonomisinin gelişmişliğinden kaynaklanıyor. Bavyera’nın ikinci iktisat merkezi olan Nürnberg, aynı zamanda önemli bir hassas mekanik ve optik araçlar, elektrikli aletler üretim merkezi. Motorlu araç, baskı, kimya, ahşap, kâğıt, tekstil ve oyuncak sanayileri de büyük önem taşıyor. 300 bin çalışan nüfusu, özellikle yeni teknoloji sektöründe, finansal hizmetlerde ve Almanya çapında önemli baskı işlerinde çalışıyor. 1997’de Nürnberg ve Antalya arasında bir kardeş şehir antlaşması imzalandı. Belki Nürnberg’e, Antalya’ya geldiği kadar turist gelmiyor, ama buradaki turizm yine de ortalamanın üstünde. Bunun sebebi kentin doğal güzelliklerinin yanı sıra pek çok ulaşım yolunun kavşak noktasında olması. Ama, herkes tatil için gelmiyor. Kentin Kongre Merkezi, geçen yıl tam 126 toplantı ve 23 fuara evsahipliği yaptı. Kentin kültürel yaşamında da yüzyıllara meydan okuyan inanılmaz bir hareketlilik göze çarpıyor: Richard Wagner’in ‘Meistersinger’ operasıyla ortaçağın müzik kültürü bugüne taşınırken, Hermann Kesten ve Friedrich Hagen gibi ünlü yazarlar da Nürnberg’e çağımızın damgasını vuruyor. Stefan Hibbeler (Skylife 2008) Ekonomi ve Ticaret Merkezi Nürnberg Nürnberg, ekonomisi çok güçlü olan Güney Almanya’nın kolay ulaşılabilir bir noktasında bulunmaktadır. Birinci sınıf altyapı ve uluslararası trafik ağının odak noktasında ki konumu ile Nürnberg, dünya pazarlarının da merkezindedir. İdeal fuar ve kongre şehri olmasının en önemli özelliklerinden bir tanesi, şehrin kolay ulaşılabilirliğidir. Ticaret merkezi, kongre ve fuar şehri özellikleriyle de Nürnberg dünyada büyük itibar görmektedir. “Her yıl 1,2 milyon kişi, yaklaşık 100 farklı etkinlik, 39 1- Keiserburg İmparatorluk Kalesi 2- Keiserburg Alman Ulusal Tarihi Müzesi 3- Tucherschloss Müzesi 4- Albrecht Dürer Evi 5- Tarihi Kunstbunker 6- Nürnberg Mahzenleri ve Altstadhof Bira Müzesi 7- Fembo Evi (Beledye Müzesi) 8- St. Sebald Kilisesi 9- Lochgefangnisse 10- Schöner Brunner (Güzel Kuyu) 11- Frauenkirche 50 özel ticari fuar ve kongre için Nürnberg’i ziyaret etmektedir.” “160 bin m2 sergileme alanlı Uluslararası Fuar Merkezi, 11 bin kişilik kapasiteye sahip Avrupa’nın en modern Kongre Merkezlerinden biridir.” Şehir İçi Ulaşım Fuar Merkezi hava alanına ve tren garına metro ile bağlıdır. Fuar Merkezi metrosu öyle dizayn edilmiştir ki fuar ve kongre alanına yağmurlu havalarda ayaklarınız ıslanmadan gidebilirsiniz. Ayrıca üstü kapalı ana girişte taksi durağı da bulunmaktadır. Nürnberg Havaalanı şehre yakındır ve Nürnberg Messe’nin havaalanına, metro ile ulaşımı mevcuttur. Havaalanından fuar alanına gitmek yaklaşık 20 dakika sürmektedir. Gerektiği taktirde daha konforlu olan Fuar Alanı-Havaalanı Express Otobüsleri de kullanılabilmektedir. (Bayan Kilisesi) 12- Spielzeug Müzesi 13- Weinstedal ve Henkersteg 14- Ehekarussell (Atlı Karınca) 15- St. Lawrence Kilisesi 16- Yeni Müze 17- Doğal Tarih Müzesi 18- KunstHalle (Modern Sanatlar Müzesi) 19- Handwerkerhof 20- Alman Milli Tarih ve Ticaret Müzesi 21- Aziz Johannis Mezarlığı 22- Aziz Rochus Mezarlığı 23- Planetarium 24- Trafik Müzesi, DB-Müzesi ve Posta Müzesi 25- Hayvanat Bahçesi 26- Rasathane 27- Endüstri Kültür Müzesi 28- Reichsparteitagsgelande 29- “Faszination ve Gewalt” Sergisi 30- Alteste Kavrulmuş Sosis Mutfağı 31- Kule 32- Karl Gebhardt Saat Müzesi 33- Cinecitta: Sine Şehir ŞEHRİ GEZİYORUZ 1. Keiserburg İmparatorluk Kalesi İmparatorluk Kalesi’nin orijinali, 11. yüzyıla kadar dayanmaktadır. Bu tarihten beri pek çok defa büyütüldü, yok edildi ve yeniden inşa edildi. Kalenin tam ortasında Sinwell Kulesi yer almaktadır. Kale surlarından Nürnberg’in tamamı ayaklarınızın altına serilmektedir. Efsanevi Derin Kuyu 12. Yüzyılda 50 m derine kazılmış ve pek çok yıl boyunca tüm kale için yegâne su kaynağı olarak hizmet etmiştir. 4. Albrecht Dürer Evi Nürnberg vatandaşı Albrecht Dürer (1471-1528) Almanya’nın en ünlü görsel sanatkarıdır ve bu yörenin yenilikçi ruhunu temsil etmektedir. 1420’de inşa edilen ev Abrecht Dürer’in 1509’dan ölüm yılı olan 1528’e kadar hem evi hem de iş yeri olmuştur. Dürer’in ayak izlerinden yürüyebilir ve yaşadığı ve çalıştığı evinde Albrecht Dürer’in yolunu takip edebilirsiniz. 19.Handwerkerhof Ortaçağ döneminden kalma eski yollardan ve mağazalardan oluşan cadde. 24.Trafik Müzesi, DB-Müzesi ve Posta Müzesi Demiryolu ve posta tarihi canlı örnekleri ile tasvir ediyor. Ünlü eski araçlara rastlamak mümkün. 28.Reichsparteitagsgelande Eski Nazi Partisi miting alanı ve kalıntılar: Tamamlanmamış Kongre Holü, Zappelinfeld’teki merkez yol ve Grosse Strasse (Büyük Yol) – yürüyüş yolu – Nasyonel Sosyalist megolomanyası tarihine canlı tanıklık etmiştir. ŞUNLARI YAPMADAN ŞEHİRDEN AYRILMAYIN... DÜNYA ŞEHİRLERİ … meşhur Nürnberg sosisi yemeden… … tam öğleden önce Merkez Çarşı’da FrauenKirche üzerinden “Mannleinlaufen”i (saat düzeneği) izlemeden… … İmparatorluk Kalesinden şehrin çatılarına bakmadan… Nürnberg’te Alışveriş Tarihi Eski Şehir dokusu ile Nürnberg, sadece eşsiz kültürel bir değer sunmaz aynı zamanda alışveriş için de çekici bir ortam oluşturur. İster meyve sebze tezgâhlarının arkasında olsun, ister ihtişamlı alışveriş merkezlerinin cam çerçeveleri arkasında olsun, Nürnberg 500 mağazası ile eşsiz bir alışveriş atmosferi sunmaktadır. Geniş yaya güzergahları eski şehrin çoğunluğuna hakimdir ve ziyaretçilerini gezintilere ve rahat alışverişe davet etmektedir. Mağazalar da her ihtiyaca cevap verebilecek niteliktedir. Hafta boyunca … “Güzellik çeşmesi”ndeki anahtarı çevirip dilek tutmadan… burada saat 8’e kadar alışveriş yapabilirsiniz. Geçici trendler, haute couture, designer mağazalar, sahne mağazaları ve son moda aksesuarlar- Nürnberg’te herkese uygun bir şey bulunur. Çeşitli yaya güzergahlarının yanı sıra Nürnberg ziyaretçilerine, fuar alanına yakın “Franken Center’da” da alışeriş yapma imkanı sunmaktadır. 100’ün üzerinde mağaza, 2 alışveriş merkezi, 3 süpermarket ve A’dan Z’ye tüm hizmetler Franken-Center’da birleşmiştir. Nürnberg’in güneyinde bulunan alışveriş merkezine fuar alanından metro ile veya araba ile 3 dakikada ulaşılabilir. 41 TEKNOLOJİ AKILLI TELEFONLAR Bugünlerde akıllı telefonlarımız olmadan önce nasıl yaşadığımızı hayal etmek güç olsa da, yeni tanıştığımız bu teknolojinin temelleri yaklaşık 20 yıl önce IBM Sımon modeli ile atılmış. Klasik cep telefonlarının yaygınlaşması bile yeterince büyük bir gelişmeyken; kendimizi telefonumuzla internette sörf yaparken, mail/ fax gönderirken, görüntülü konuşma yaparken, fotoğraf 1997-2000 2002 Ericsson GS88 Windows Pocket PC Ericsson GS88, teknik olarak ilk olmasa da, terminolojik olarak literatüre “akıllı telefon (smart phone)“ deyimini kazandıran model... Dönemin en büyük cep telefonu üreticilerinden biri olan Ericsson, GS88 modelini, Nokia’nın 9000 serisine cevap olarak üretti. Fiziksel klavye üretilen ilk model, ilerleyen dönemlerde yerini R380 modeliyle dönemin en başarılı işletim sistemi olan Symbian’a bıraktı. Windows aynı internet tarayıcılarında olduğu gibi pazardaki potansiyelin biraz geç farkına varsa da 2002 yılında Windows işletim sistemiyle çalışan Windows Pocket PC’yi piyasaya sürdü. makinalarını aratmayan kameralarla ve bugün devasa boyutlara ulaşan aplikasyon pazarı ile tanışırken bulduk. Listedeki modellerin bazıları ile hiç tanışmadık, bazılarını da belki de çoktan unuttuk. İşte 1993 yılında geliştirilen IBM Simon’dan, milyarlarca dolarlık satış rakamlarını yakalayan iPhone’a akıllı telefonların gelişim evreleri... 2002 BlackBerry 5810 ENTEGRE KAMERALI iLK CEP TELEFONU Çağrı cihazı ile ünlenen ABD’li RIM, 2002 yılında Blackberry 5810 modeliyle piyasa girdi. İş dünyası için tasarlanan telefon özellikle mail kullanımı için optimize edilmişti. Kyocera VP-210 Japon Kyocera firması Mayıs 1999’da VP-210 Visual Phone modeliyle ile seri üretim kameralı telefonu piyasa sürdü. Aynı model olması şartıyla görüntülü görüşme özelliği bulunan telefon saniyede iki kare görüntü iletebiliyordu. 1993 IBM Simon Bugünkü akıllı telefonların atası kabul edilen, 1993 yılında geliştirilen, IBM Simon dünyanın ilk akıllı telefonu. Çıktığı dönemde 899 dolardan satışa sunulan IBM Simon’a inovasyon kavramının telefon fikrinde vucüt bulmuş hali demek pek de yanlış olmaz. Aynı zamanda küçük bir PDA da sayılabilen IBM Simon’da e-mail, hesap makinesi, takvim ve oyunlar mevcuttu. 2008 (1996-2000) HTC Dream Nokia 9000 Communicator Bugünlerde akıllı telefon pazarındaki payı rakiplerine göre pek de yüksek sayılmasa da, Nokia akıllı telefon kavramını ilk hayata geçiren şirketlerden biri. Katlanabilen ve fiziksel bir klavyeye sahip olan Nokia 9000 Communicator fax ve mail gönderimi gibi dönemin iş hayatı için gerekli bütün özelliklere sahipti. 2002 PALM Treo 2002’de ABD’li Hand-Spring firması PALM serisiyle pazara giriş yaptı. PALM Treo, farklı tasarımı ve işlevsel klavyesiyle dönemin farklı telefonlarından biri oldu. 2007 Apple iPhone Geldik listenin olmazsa olmazı, fenomen ürün iPhone’a. Steve Jobs’ın tekrar göreve gelmesiyle kötü günleri geride bırakan Apple, iMac, iPod yenilikçi ürünlerin yanı sıra asıl sıçramayı iPhone ile yaptı. Bugün devasa bir pazar olan aplikasyon market kavramını yine bu modelle başladı. Listede yer almasının asıl sebebi Google’ın geliştirdiği ve günümüzün favori işletim sistemlerinden olan Andorid işletim sisteminin serüvenine bu telefon ile başlaması... Aynı şekilde Tayvanlı üretici HTC de dünyaca tanınan ürünleri ve ününü bu modele borçlu. 43 DEKORASYONDA 2016 TRENDLERİ 2016'da evler, "kişiselleşme" kavramı üzerine oturan, esinini yaşamın kendisinden alan bir tarzda dekore edilecek. Türkiye'de özellikle büyük ölçekli projelerin iç mimari tasarım ve projelendirmesi konusunda uzmanlaşmış olan Gönye Proje Tasarım'ın kurucuları Mimar Yelin Evcen ve İç Mimar Gönül Ardal, 2016'nın dekorasyon trendlerini yorumladı. 2016’da evlerimizin dekorasyonunda belirleyici unsur, yaşamın bizzat kendisi olacak. Bu yıl dekorasyona damgasını vuran kavram, kişiselleşme. Bu eğilimin sonuçlarını hayatın her alanında hissedeceğiz. “Kişiselleşme”, bütün bu trendleri ve eğilimleri izlerken, mutlaka kendinizden, hayatınızdan, anılarınızdan veya seyahatlerinizden dekorasyonunuza bir dokunuş katıp, size özgü sonuçlar almayı ifade eden bir kavram. Bu dönem moda olana uyum sağlamak yerine kişisel beğeniler ön plana çıkıyor. Artık mekan tasarımlarında farklı dönem tasarımları iç içe kullanılıyor. Ayrıca yeni yılda günlük ihtiyaçlara cevap veren çözümlere yeni standartlar eklendiğine tanık oluyoruz. Standart malzemelerin yenilikçi tasarımlarla farklı amaçlarda kullanıldığını, alışılmış ölçülerin, konforu arttırmak amacıyla tekrar yorumlanıp belirlendiğini, yaşanmışlık hissiyle dolu mekan tasarımlarının öne çıktığını göreceğiz. Bu yıl ise yaşam alanlarımız, hem dizayn hem de konforuyla bedenimize ve ruhumuza hitap eden ayrıntıları barındıracak. Doğayı sembolize eden detay ve renkler dekorasyonda trend olacak. Evlerin içinde özel spor odaları önem kazanıyor. 2016’nın Renklerİ Bu yıl trend olması düşünülen renklerde natürel pastel tonlar başrolde bulunuyor. Geçen sene kullanılan haki, kahve, lacivert tonlar yerine, pastel renklerin gri ve vizon renkleriyle kombine edilmesi bekleniyor. Ahşap kullanımında ise durum tam tersi. Son 10 yıldır ahşapta moda olan doğal meşe tonlarışimdi yerini koyu renklere bırakıyor. Daha önceki yılların daha açık ve doğal ahşaplarına göre koyultulmuş ya daboyanmış, daha az ışıklı, loş ortamlar yaratan uygulamaları göreceğiz. Her ne kadar tüm trend raporlarında pastel tonlara bir yönelim olacağı söylense de dekorasyonda insanların kişisel tercihleri, renk seçiminde özellikle ön planda olacak. DEKORASYON Aydınlatma Trendlerİ 2016’da Duvarlar Pirinç aydınlatmalar ve bir süredir kullanımı azalan aplikler artık modern mekanlarda da sıkça karşımıza çıkacak. Apliklerde şapkalı klasik ürünler, yerini mermer, pirinç, metal gibi malzemelerle tasarlanmış duvar süsleri gibi görünen tasarımlara bırakıyor. Bir mekandaki bütün duvarlarda tek doku ve tek renk kullanmak artık tercih edilmiyor. Koyu bir duvarın önüne daha açık renklerde mobilya seçerek mekana hareketlilik katılacak. Duvarların üzerine asılacak aksesuarlar yerine, duvarın kendisini dokuyla süslemek bu yıl çok moda. Oluşturan doku ve renk çeşitliği üzerinde, aydınlatma teknikleri ve aplikler kullanarak ışık etkisiyle hareket yaratmak mümkün. Aksesuarlar Aksesuarlarda çok ciddi bir farklılaşma var. Eskiden çerçeve, vazo, süs eşyaları kullanılırken, bugün bunların yerine hobilerimizi evimize aksesuar olarak entegre edeceğiz. Örneğin, bir rafın boyalarla doldurularak güzel bir aksesuar olarak kullanıldığına tanık olacak, sehpaya bırakılmış bir kitabın üzerine bir büyüteç yerleştirilmek suretiyle yaratılmış aksesuarlarla karşılaşacağız. Bir hikayesi olan, bir anlam ifade eden aksesuarlar öne çıkacak.. Diğer bir önemli değişim ise zanaatkar işi aksesuarların muhteşem dönüşü oldu. Bir dönem Çin işi aksesuarlar için terk edilen, değersizleştirilen bu objeler, bugün kişilerin evlerinde tekrar baş köşeye yerleşti. Yerel bir zanaatkarın elinden çıkmış bir vazo, seyahatlerinizin birinde satın aldığınız bir sepet gibi usta işi eşyalar, evinizde kişiliğinizi yansıtmanıza imkan sağlıyor. 2016’nın Banyoları Banyolarda klasik renklerin dışına çıkılacak. Açık renk mobilyalarla birlikte siyah mat lavabolar ve bataryalarla daha çok karşılaşacağız. Seramiklerde, doğal malzeme efekti üzerine farklı desenlerde rölyef uygulamaları revaçta. Bununla birlikte, ahşap görünümlü seramiklerle tasarlanmış, daha sıcak ve yaşam alanları gibi döşenmiş banyolar da göreceğiz. 45 2016’nın Mutfakları Gözde Malzemeler 2016 yılında bazı malzemelerin diğerlerine kıyasla daha fazla rağbet göreceğini düşünüyoruz. Tezgahlarda akriliğe alternatif olarak, kuvars ve mermer gibi doğal içerikli malzemeler daha çok kullanılacak. Zemin malzemelerine duvarlarda da rastlayacağız. Büyük ebatlı, tek parça zemin ve duvar seramiklerini, duvarlarda tablo etkisi yaratan mermer ve ahşap desenli seramikleri daha sık göreceğiz. Metal aksamlarda ise uzun zamandır popülaritesini koruyan krom, yerini pirince devrediyor. Ayrıca boyalı metal aksamlar da tasarımlar üzerinde bütünleyici bir etki yapıyor. Örneğin yeni armatürlerde metalin renklendirilmesi ile oluşturulmuş çok geniş renk skalaları bulunuyor. Bu yıl, tek tip metalin tüm aksamlarda kullanılması yerine, farklı metallerin birlikte kullanıldığını göreceğiz. Tüketicilerin yıllar içerisinde mutfakları ile ilgili beklentilerindeki en önemli değişiklik, mutfakları ile yaşam alanlarının entegre edilmesi oldu. Yapısal olarak, entegre mutfak + yaşam alanı eğilimi artarken, tarz olarak ise çağdaş bir yorum katılarak tasarlanmış, daha geleneksel tasarımların tercih edildiğini söyleyebiliriz. Daha işlevsel mutfaklar için, tezgah üstlerinde ve dolap içlerinde daha fazla entegre aksesuar göreceğiz. Derin tezgahlar, boy dolaplara yerleştirilen bulaşık makineleri ve tezgah arkalarında oluşturulacak setler, mutfakları yeni ihtiyaçlara uygun hale getirecek. 2016 yılında, uzun süredir mutfaklarda çok tercih edilen düz beyaz renge, yumuşak ve hafifletilmiş renk tonlarının alternatif olacağını düşünüyoruz. Beyazın ekru ve griye giden tonları, standart beyazın yerini alabilir. Uygulamada nötr renkler ağırlık kazanırken, mutfak aletlerinin, daha modern bir his yaratan renkli versiyonlarını göreceğiz. Yeni yılda mutfakları tasarlarken, elektronik cihazlar için gizli şarj istasyonları oluşturulacak. Farklı bitişte metal yüzeyler, davlumbaz gibi daha baskın mutfak aletlerinde estetik rolü üstlenecek. Davlumbazları, kroma alternatif olarak siyah ve beyaz renklerde daha sık göreceğiz. Son olarak, mutfaklarda aydınlatmalar da ayrı bir önem kazandı. Bu yıl mutfak aydınlatmak için sadece tavan ışıkları ve masa lambaları yeterli olmayacak. LED ışıkların tezgah üstünde kullanılmasının yanı sıra, dolap içlerinde ve kulp detaylarında da kullanımı yaygınlaşacak. DÜNYA MUTFAKLARI DÜNYANIN 5 EN İYİ MUTFAĞI Dünyanın neresine giderseniz gidin tattığınız lezzetler farklı duygular hissetmenize neden olur. Kimi zaman ayaküstü tattığınız bir sokak lezzetinin verdiği hazla kendinizden geçerken, kimi zaman da kişisel damak zevkinize uygun olmayan bir tatla karşılaşabilirsiniz. Fakat öyle ülkeler var ki mutfağıyla nam salmış ve otoriteler Altı yüzden fazla İçeriğiyle seyahat severlere ilginç seyahat bilgileri veren Prontotourblog'dan dünyanın en lezzetli 5 mutfağı... tarafından en iyiler arasında gösterilmiştir. Farklı coğrafyalar ve farklı kültürler keşfetmek isteyenlerin seyahat pusulası Prontotourblog, ekonomi ve gelişmişlik düzeyi de dahil olmak üzere birçok nesnel faktörden bağımsız olarak dünyaya nam salmış en iyi 5 ülke mutfağını belirledi; Fransız Mutfağı Fransa’da yemek, edebiyat kadar, sanat kadar, politika kadar önemlidir. Yemeğe atfedilen bu önemden kaynaklanıyor olsa gerek, birçok otorite tarafından dünyanın en iyi mutfağı olarak Fransız mutfağı tanınmaktadır. En ünlü yemeklerini unlu lezzetlerin oluşturduğu Fransız mutfağının temelini oluşturan diğer iki öğe ise peynir ve şaraptır. Dünya’nın en iyi şaraplarının da bu ülkede üretildiğini söylemeden geçmeyelim. Ayrıca bir diğer anekdot da restoran sayısına dair. Ülke genelinde restoran sayısı oldukça yüksektir. Sadece Paris’te 5 bin civarı restoranın olduğu düşünülmektedir. 47 Hİnt Mutfağı Yunan Mutfağı Sunum açısından batılı tüketicileri çok memnun etmese de, Hint mutfağı tadıp keşfetme cesaretini gösteren herkesi ülkeye yerleşmeye zorlayacak kadar lezzetli. Hindistan mutfağının en belirgin özelliği kullanılan yüzlerce çeşit baharat. Değişken iklim koşulları nedeniyle tat alma duyusunda oluşan azalma ülke mutfağının baharatlara ağırlık vermesine neden olmuş. Durum böyle olunca baharatın envai çeşidi yüzyıllar içinde keşfedilip tüketilmiş. Kendiliğinden oluşan bu kültür bugün ülke mutfağını en iyiler listesine sokan en önemli unsur. Yunan mutfağını Balkan ve Akdeniz mutfağının birleşimi şeklinde düşünmek mümkün. Tabi ki, tüketilen lezzetler bu iki mutfak kültürünün ürünleriyle sınırlı değil. Yunan mutfağının en belirgin özelliği zeytinyağlılara verilen önem. Günün hemen her öğününde masada en az bir zeytinyağlı görmek mümkün. Komşu Yunanistan yemekleri ile olduğu kadar mezeleri ile de ünlü. Yemek öncesi ve uzun akşam yemeklerinde sıkça tüketilen mezeler Türk mutfağının çok da uzak olmadığı lezzetler arasında. Yunanistan’a Hindistan mutfağında ağırlıklı olarak sebze tüketildiğini söylemek mümkün. Bu yönüyle ülke, vejetaryenler tam bir cennet. İtalyan Mutfağı Dünyanın en lezzetli yemeklerine sahip 2. ülkenin bir Akdeniz ülkesi olması bu konuda ne denli şanslı olduğumuzun bir göstergesi. Pizzası, pastası, sebzeleri, deniz ürünleri ve daha yüzlerce efsane haline gelmiş lezzetiyle İtalyan mutfağı dünya çapında öyle ünlü ki, dünyanın neresine giderseniz gidin bu mutfağın lezzetlerine ulaşmanız mümkün. Dünyanın her yerinde ulaşmak mümkün olsa da, İtalyan yemeklerinin en iyileri haliyle ana vatanında yapılıyor. Özellikle özerk Toskana bölgesinin özgün yemekleri ve muhteşem şarapları sizi kendinizden geçirebilir. gidildiğinde mutlaka tadılması gereken lezzetler ise yahni, yunan salatası, enginar ve tüm deniz ürünleri. Lübnan Mutfağı Genel anlamda Orta doğu mutfağının ne denli zengin olduğunu bilen bilir. Ortadoğu’nun bu konuda en başarılı ülkesi tartışmasız Lübnan. Akdeniz’e özgü sebzelerin muhteşem baharatlarla harmanlanarak yemeğe dönüştürüldüğü bu ülkede yenilen bir tabak yemeğin tadı aylarca unutulmuyor. Diğer Ortadoğu ülkelerine oranla et ürünlerinin biraz daha az tüketildiği Lübnan sofralarında en yaygın bulunan yemekler ise zeytinyağlılar, humus ve ünlü Lübnan köftesi Kıbbeh. BULMACA 3 FARKI BULUN Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar. OTOPARKLAR ARTIK NEFES ALACAK... www.cvsair.com.tr Cvsair, tüm kapalı otopark alanları için araçlardan çıkan kirli gazları ve olası bir yangın durumunda oluşan tehlikeli dumanı tahliye eden optimum sistemleri dizayn eder, bu tasarımlara uygun ürünlerin üretim ve satışını yapar. +90 216 417 12 48 ARMADA ALIŞVERİŞ VE İŞ MERKEZİ, CROWNE PLAZA, ÖNAY GARDEN RECIDENCE, SİNPAŞ İSTANBUL SARAYLARI, ACIBADEM BODRUM HASTANESİ, AIRPORT BLUE BOUTIQUE KONUTLARI REZIDANS, ÖNAY GARDEN REZIDANS, RADISSON BLU HOTEL, SELÇUKLU KONGRE MERKEZİ, SİNPAŞ LİVA REZİDANS, PLAZA OFİS MERKEZİ, ARMADA AVM OTOPARK, ASTAY 16/9 REZİDANS, SİNHAŞ BOSPHORUS CITY, MERİNOS ÇARŞAMBA OTOPARK, TRİO ÖĞRENCİ YURDU, SİNPAŞ AQUACITY 2010, TERRACITY AVM, HAN PLUS, UMA PRESTİJ KONUTLARI, UMİ PLAZA İŞ MERKEZİ, VELEDROM SPOR HANE PLUS REZİDANS, ANADOLU ADLİYE SARAYA, FER YAPI İSTWEST REZİDANS, KENT PLUS CENTRIUM REZIDANS, METROCITY AVM OTOPARK SALONU, YTÜ TEKNOPARK OTOPARK, KENT PLUS NEWPORT REZİDAN, BÜYÜK ARENA SPOR SALONU, MAR G PLUS REZIDANS