Türk siyasetinde yeni bir dönüm noktası: 7 Haziran 2015...20
Transkript
Türk siyasetinde yeni bir dönüm noktası: 7 Haziran 2015...20
Parlamento TPB Hakimiyet Milletindir Haziran 2015 Sayı: 26 Ayl ı k sürel i yay ı n Türk siyasetinde yeni bir dönüm noktası: 7 Haziran 2015...20 Maneviyatı, rahmeti ve bereketiyle hayatı saran Ramazan...44 TBMM Çevre Komisyonu Başkanı Erol Kaya: Çevreye hassasiyet gösterilmesi geleceğimiz açısından önemli ve gereklidir...56 Türk-İslam sanatının nadide eseri: Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası...50 Parlamento TPB Hakimiyet Milletindir Haziran 2015 Sayı: 26 Fiyatı: 20 TL/Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL Yerel süreli yayın ISSN 2147-6616 Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Eren Safi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet Editör Songül Baş Yazı İşleri Çağla Taşkın Enver Uygun Gökçe Doru İrem Coşkunseven Nehir Öztürk Nil Özben Pınar Ünsal Zeynep Yiğit TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ GENEL BAŞKAN Nevzat PAKDİL Kahramanmaraş Milletvekili YAYIN KURULU Yahya AKMAN Şanlıurfa Milletvekili Cahit BAĞCI Çorum Milletvekili Kadir Ramazan COŞKUN Genel Sekreter 19. Dönem İstanbul Milletvekili İlknur İNCEÖZ Aksaray Milletvekili Katkıda Bulunanlar Dr. Ahmet Tetik Hakan Arslanbenzer Dr. Polat Safi Alpaslan KAVAKLIOĞLU Niğde Milletvekili Tasarım Evrim Uluçay Sinan Günçiner Nuri USLU Genel Sekreter Yardımcısı 23. Dönem Uşak Milletvekili Genel Koordinatör İsmail Demir Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz. YAPIM Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82 www.buyukharf.com.tr BASKI Özel Matbaası Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6 İvedik/Ostim/ANKARA T: 0312 395 06 08 Basım Tarihi: 01.06.2015 HAZIRAN 2015 İÇİNDEKİLER 20 TÜRK SIYASETINDE YENI BIR DÖNÜM NOKTASI: 7 HAZIRAN 2015 32 Türkiye, Avrupa Ali Ilıksoy: Birliği normlarına uygun yeni bir anayasaya kavuşmalıdır 56 Çevreye hassasiyet TBMM Çevre Komisyonu Başkanı Erol Kaya: gösterilmesi geleceğimiz açısından önemli ve gereklidir DR. ABDULHEKIM KOÇIN: 36 DOÇ. TBMM Başkanlığı, 95 yıldır arşivinde muhafaza ettiği İstiklal Mahkemeleri belgelerini araştırmacıların hizmetine sunarak çok önemli bir çalışmaya imza atmıştır 60 Siyasette başarı, Halil Ürün: halkın gönlüne girmek ve yaptığınız hizmetlerle anılmaktır 50 TÜRK-İSLAM SANATININ NADIDE ESERI: DIVRIĞI ULU CAMII VE DARÜŞŞIFASI 66 TÜRKIYE-PORTEKIZ PARLAMENTOLARARASI DOSTLUK GRUBU BAŞKANI ÖMER SELVI ILE SÖYLEŞI 74 MAHMUT GÖKSU ILE YENI DÜNYA VAKFI ÜZERINE 4 BAŞKAN’IN MESAJI 5 BIRLIK’TEN 9 HABERLER 16 DÜNYADAN 64 TARIHÎ VESIKALAR: BALTALIMANI TICARET ANTLAŞMASI 70 MILLÎ DEĞERLERIN ATEŞLI SAVUNUCUSU MEHMET EMIN YURDAKUL 78 TARIH SAHNESI 86 ERBAY KÜCET: MISKETSIZ DÜĞÜN OLMAZ! 88 KITAP 90 MÜZIK 91 FILM 92 VEKILLER NE OKUYOR / NE IZLIYOR 94 SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERI 95 CHP ISTANBUL MILLETVEKILI KADIR GÖKMEN ÖĞÜT ILE SOSYAL MEDYA SÖYLEŞISI 96 UNUTMAYACAĞIZ 26 YÜZYILLAR ÖNCESINDEN GÜNÜMÜZE ROMANYA’NIN SIYASI TARIHI 44 MANEVIYATI, RAHMETI VE BEREKETIYLE HAYATI SARAN RAMAZAN 82 HALK EZGILERINI ÖZ MUSIKIMIZLE HARMANLAYAN BESTEKAR SADETTİN KAYNAK BAŞKAN’IN MESAJI SIYASAL KÜLTÜR VE SEÇIMLERIMIZ D emokrasinin olmazsa olmazı seçimler, bu yönetim biçiminin insana verdiği önemin bir göstergesidir. Vatandaşların oy kullandığı seçimlerin ne zaman ve nasıl yapılacağı, hangi kurallara tabi olacağı ve kimler tarafından denetleneceği önemlidir. Demokratik hukuk devleti olan ülkemizde seçimlerle ilgili kurallar Anayasa’da ve bu konuda çıkarılmış yasalarda açık şekilde düzenlenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk çok partili genel seçim 1946 yılında yapılmıştır. 14 Mayıs 1950 tarihindeki seçimlerle hız kazanan demokratik sürecimiz 1960 darbesiyle darp edilmiştir. 1971’deki askerî muhtıra ve 1980’deki darbe dönemleri de demokrasimizi ağır hasara uğratmıştır. 12 Eylül askerî darbesi sonrasında 1983’te “eh işte” kabilinden demokratik görüntüler oluşsa da sıkıntılar vesayetçi sistemle devam etmiştir. Ciddi sorunlarla 2002 yılına gelinmesinden sonra ise demokrasi konusunda gözle görülür gelişmelere şahit olunmuştur. Bilindiği gibi 7 Haziran 2015 tarihinde Milletvekili Genel Seçimleri yapılacaktır. Genel seçimler neticesinde seçilecek milletvekilleri parlamentoda halkı temsil edecek kişilerdir. 550 milletvekilinin yer aldığı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin görev ve yetkileri Anayasa’da belirtilmiştir. Bunlar, zihin dünyamızda şöyle bir sıralayacak olursak, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulu’nu ve bakanları denetlemek; Bakanlar Kurulu’na belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek; bütçe ve kesinhesap kanun tasarılarını görüşüp kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilanına karar vermek; uluslararası antlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak; genel ve özel af ilanına karar vermek ve Anayasa’nın diğer maddelerinde öngörülen salahiyetleri kullanmak ve görevleri yerine getirmektir. TBMM’nin üyesi olarak Meclis’te görev yapan milletvekilleri, seçildikleri bölgeyi veya kendilerini seçenleri değil, bütün milleti temsil ederler. Vatandaşlar, milletvekillerinden seçimler öncesinde kendilerine verdikleri sözleri tutmalarını beklerler. Bu nedenle milletvekili adaylarının yerine getiremeyecekleri konularda vaatte bulunmamaları gerektiğini hatırlatmakta yarar vardır. Bir milletvekili görevde bulunduğu süre içerisinde yaşam biçimi, söylemleri ve davranışlarıyla topluma örnek olmalıdır. Halkın ihtiyaç duyduğu hizmetleri yerine getirebilecek ve sorunlara gerek ulusal, gerekse yerel düzeyde çözüm üretebilecek bilgi ve beceriyi ortaya koymalıdır. Ayrıca her attığı adımda kamu yararını ön planda tutmalıdır. Bir başka önemli husus ise milletvekilinin tüm faaliyetlerinde, temsil ettiği millete karşı açık ve şeffaf olmasıdır. Bu nedenle, yapılan çalışmalarla ilgili bilgilerin çeşitli iletişim araçları kanalıyla sürekli olarak halka ve sivil toplum kuruluşlarına aktarılması ihmal edilmemelidir. Tüm bunların yanı sıra milletvekilleri her konuda demokratik kurallara uygun hareket etmeli, kişisel davranışlarından dolayı ortaya çıkabilecek ve suç teşkil edebilecek durumlarda soruşturmaya ve yargılanmaya daima açık olmalı, TBMM’de kararlarını verirken hür iradelerini kullanmalı ve ettikleri yemine sadakat göstermelidirler. Huzur ve barış ortamında birlikte yaşama kültürümüze katkı sağlayacağından emin olduğum seçimlerin hayırlı olmasını diler, selam ve saygılarımı sunarım. 4 Nevzat Pakdil Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Kahramanmaraş Milletvekili BIR MILLETVEKILI HALKIN IHTIYAÇ DUYDUĞU HIZMETLERI YERINE GETIREBILMELI VE SORUNLARA GEREK ULUSAL, GEREKSE YEREL DÜZEYDE ÇÖZÜM ÜRETEBILMELIDIR. BİRLİK’TEN TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI’NDE 17. OLAĞAN GENEL KURUL 2012 YILINDAN BU YANA KAHRAMANMARAŞ MILLETVEKILI NEVZAT PAKDIL’IN GENEL BAŞKANLIĞINDA ÖNEMLI FAALIYETLERE IMZA ATAN TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI, 25 HAZIRAN’DA 17. OLAĞAN GENEL KURUL’A HAZIRLANIYOR. 39 yılı geride bırakan Türk Parlamenterler Birliği’nin (TPB) 17. Olağan Genel Kurulu, 25 Haziran 2015 tarihinde yapılacak. Saat 14:00’te TBMM Grup Salonu’nda gerçekleşecek Genel Kurul toplantısının gündeminde, açılış, saygı duruşu, İstiklal Marşı’nın okunması, Başkanlık Divanı seçimi, 2012-2015 yılları Genel Yönetim ve Denetleme Kurulları raporlarının ayrı ayrı okunması, görüşülmesi ve kurulların ayrı ayrı ibrası, 2015-2018 yıllarına ait tahmini bütçenin görüşülmesi ve onaylanması, Genel Yönetim Kurulu, Denetleme Kurulu, Disiplin Kurulu ve Yüksek Danışma Kurulu asil ve yedek üyelerinin seçimi, tüzük değişikliklerinin görüşülmesi, dilekler ve kapanış yer alacak. Türk Parlamenterler Birliği’nin 16. Olağan Genel Kurulu 2012 yılında yapılmış ve Yönetim Kurulu şu isimlerden oluşmuştu: Genel Başkan: Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil, Genel Başkan Yardımcısı: Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel, Genel Sekreter: 19. Dönem İstanbul Milletvekili Kadir Ramazan Coş- 5 kun, Genel Sekreter Yardımcısı: 23. Dönem Uşak Milletvekili Nuri Uslu, Sayman: Malatya Milletvekili Ömer Faruk Öz, Yönetim Kurulu Üyeleri: Niğde Milletvekili Alpaslan Kavaklıoğlu, Çorum Milletvekili Cahit Bağcı, 20. Dönem Kastamonu Milletvekili Haluk Yıldız, 21. ve 23. Dönem Karaman Milletvekili Hasan Çalış, Aksaray Milletvekili İlknur İnceöz, Gaziantep Milletvekili Mehmet Sarı, İstanbul Milletvekili Mustafa Ataş, 22. ve 23. Dönem Konya Milletvekili, Millî Eğitim Bakan Yardımcısı Orhan Erdem, Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan, Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman. TBMM Üyeliği Kanunu için önemli çalışmalar yapıldı Türk Parlamenterler Birliği son üç yıllık dönemde yoğun faaliyetler gerçekleştirdi. Bu faaliyetler arasında ön plana çıkanlardan biri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeliği Kanunu Teklifi’nin hazırlanmasına ve Genel Kurul gündemine alınmasına yönelik çalışmalar oldu. Milletvekillerinin kendilerine ait bir kanuna kavuşması amacıyla gerçekleştirilen girişimler çerçevesinde siyasi partilerin genel başkanları ziyaret edilirken grup başkanvekilleriyle de temaslarda bulunuldu. Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülerek kabul edilen kanun teklifinin yasalaşmasına yönelik girişimler 25. Dönem’de de sürdürülecek. Türk Parlamenterler Birliği’nin üzerinde önemle durduğu konular arasında milletvekilleri ve bakmakla yükümlü oldukları kişilere yönelik sağlık hizmetleri de yer 6 BIRLIK’TEN aldı. TBMM’nin çeşitli illerdeki üniversite hastaneleriyle sağlık protokolü imzalaması sürecinde Türk Parlamenterler Birliği’nin de önemli katkıları oldu. Bugüne kadar 20’ye yakın üniversite hastanesiyle imzalanan sağlık protokolleri, milletvekilleri ve bakmakla yükümlü oldukları kişilere kaliteli sağlık hizmetine kolay ve hızlı erişme imkanı sağlıyor. Son üç yıl içinde gerçekleştirilen çeşitli ziyaretler de önemli faaliyet programları arasında yer aldı. 2012 yılında Türk Parlamenterler Birliği’nde yeni yönetimin göreve başlamasının ardından dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in yanı sıra hükümet üyeleri de ziyaret edildi. Ayrıca sivil toplum kuruluşlarıyla yakın ilişki içinde olunarak dernek, vakıf ve sendikalarla karşılıklı ziyaretler gerçekleştirildi. Bu ziyaretlerde ülke gündemindeki konulara değinilerek çeşitli sorunlara yönelik çözüm önerileri ifade edildi. SON ÜÇ YILLIK DÖNEMDE ÇEŞITLI ZIYARETLER VE KÜLTÜREL AMAÇLI GEZILER DE GERÇEKLEŞTIREN TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI’NIN AYLIK YAYIN ORGANI TPB PARLAMENTO ISE 2013 YILININ MART AYINDAN ITIBAREN YEPYENI BIR IÇERIK VE TASARIMLA YAYIMLANMAYA BAŞLADI. Türk Parlamenterler Birliği Yönetim Kurulu üyeleri, önemli gün ve haftalarda da çeşitli ziyaret ve faaliyetlerde bulundu. Örneğin “Yaşlılara Saygı Haftası” vesilesiyle huzurevi ziyareti gerçekleştirilirken, “Çocuk Hakları Günü”nde öğrenciler Meclis’te ağırlanarak onlara çeşitli hediyeler verildi. Aylık dergi: TPB Parlamento Türk Parlamenterler Birliği’nin aylık yayın organı TPB Parlamento dergisi, 2013 yılının Mart ayından itibaren yepyeni bir içerik ve tasarımla yayımlanmaya başladı. Her ay Türkiye ve dünya siyasetiyle ilgili yazı, haber ve röportajlarla okurun karşısına çıkan TPB Parlamento dergisi, geçmiş dönemlerde milletvekilliği ve bakanlık yapmış siyasetçilerin düne ve bugüne dair değerlendirmeleri ile anılarının yer aldığı söyleşilerle zenginlik kazanıyor. “Dostluk Grupları”, “Siyasetten Sivil Topluma”, “Tarihî Vesikalar”, “Portreler”, “Kültür Varlıkları”, “Tarih Sahnesi”, “Vekiller Ne Okuyor, Ne İzliyor”, “Sosyal Medya Söyleşisi” gibi köşeler derginin dikkat çeken sayfaları arasında yer alıyor. Kitap, film ve müzik albümü tanıtımlarının da bulunduğu TPB Parlamento dergisi, hayata veda eden milletvekillerini ise “Unutmayacağız” köşesinde saygıyla anıyor. Türk Parlamenterler Birliği 2012 yılından bu yana üyelerine yönelik önemli faaliyetler gerçekleştirdi. Sağlık hizmetlerinden bankacılık işlemlerine, konaklamadan kültürel faaliyetlere kadar pek çok alanda çeşitli kurum ve kuruluşlarla yapılan anlaşmalar, üyelere özel indirim ve kolay- lıklar sağladı. Türk Parlamenterler Birliği Ankara Konukevi, yeniden dizayn edilmiş haliyle 21 Kasım 2013 tarihinde açılarak hizmetlerine devam etti. Türk Parlamenterler Birliği, üyeler arasındaki iletişim, birlik ve beraberlik ile dayanışmaya katkıda bulunmak amacıyla geziler de düzenledi. Bu çerçevede 23-29 Mayıs 2014 tarihleri arasında Balkan ülkelerine seyahat gerçekleştirilirken, 13-17 Kasım 2014 tarihleri arasında Endülüs Turu yapıldı. 25 Aralık 2014-3 Ocak 2015 tarihleri arasında ise kutsal topraklarda umre ziyareti gerçekleştirildi. Son üç yıllık dönemde panel, konferans gibi etkinlikler de düzenlendi. Obezite ile mücadele ve sağlıklı beslenmenin önemi dikkate alınarak Prof. Dr. Canan Karatay’ın davet edildiği bir konferans gerçekleştirildi. TBMM Grup Salonu’ndaki konferansta Canan Karatay’ın konuşması katılımcılar tarafından ilgiyle dinlendi. Türk Parlamenterler Birliği ve Zihinsel Özürlüler Federasyonu’nun ortaklaşa düzenlediği “Engellilik ve Eğitim” panelinde ise engellilerin eğitim alanında karşılaştıkları sorunlar ve çözüm önerileri ele alındı. Panelin sonunda engelli milletvekillerine plaket takdim edildi. 7 Türkiye, uluslararası toplantılarda başarıyla temsil edildi Türk Parlamenterler Birliği, uluslararası ilişkilere de önem vererek çeşitli toplantılarda ülkemizi başarıyla temsil etti. Ayrıca yabancı heyetler ağırlanarak misafirperverliğimizin güzel örnekleri sergilendi. Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, 11 Nisan 2013 tarihinde Jim Kolbe başkanlığındaki ABD Kongresi Eski Üyeleri Derneği heyetini TBMM’de ağırladı. KİT Komisyonu Salonu’nda gerçekleşen görüşmeye TPB Yönetim Kurulu üyeleri ile konuk heyet katıldı. Toplantıda birlik ile dernek arasında ortak çalışma, işbirliği ve dayanışma için alanlar belirlenmesi ve projeler üretilmesine yönelik görüş alışverişinde bulunuldu. Ayrıca Türk Parlamenterler Birliği’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyine Üye Ülkeler Eski Parlamenterleri Avrupa Derneği (FP-AP) benzeri bir yapılanmanın ABD’yi de kapsayacak şekilde Kuzey Amerika’da hayata geçirilmesinin önemi vurgulandı. ABD Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Avrasya Masası Özel Danışmanı ve Amerikan-Türk Konseyi Başkanı James Howard Holmes, Nevzat Pakdil’i TBMM’deki makamında ziyaret etti. Türkiye-ABD ilişkilerinin etraflıca değerlendirildiği görüşmede, başta Suriye’deki gelişmeler olmak üzere bölgesel ve küresel meseleler hakkında fikir alışverişinde bulunuldu. Pat Cox başkanlığındaki Avrupa Parlamentosu Eski Üyeleri Derneği, 6-14 Ekim 2012 tarihleri arasında Türkiye’ye çalışma ziyareti gerçekleştirdi. Bu ziyaret kapsamında Nevzat Pakdil, dernek üyeleri ile TBMM’de bir görüşme yaptı ve heyet onuruna öğle yemeği verdi. Avrupa Konseyine Üye Ülkeler Eski Parlamenterleri Avrupa Derneği’nin (FPAP) Divan ve Genel Kurul toplantısı 15 Mart 2013 tarihinde Paris’te parlamento binasında gerçekleştirildi. Toplantıda 8 BIRLIK’TEN Türk Parlamenterler Birliği’ni Millî Eğitim eski Bakanı M. Vehbi Dinçerler temsil etti. FPAP, 13 Kasım 2014 tarihinde Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu’nda yapılan görüşmeler sonrasında bir deklarasyon yayımladı. Yaklaşık iki yıllık çalışmanın ürünü olan deklarasyon, Türk Parlamenterler Birliği yönetimi ve FP-AP’deki TPB temsilcilerinin katkılarıyla hazırlandı. Brüksel’deki toplantıya hazırlık amacıyla “Küreselleşme Çağında Demokrasiye Tehditler-Demokratik Kurumları ve Halkın Katılımını Nasıl Güçlendirebiliriz?” konulu bir çalıştay düzenleyen Türk Parlamenterler Birliği, hazırlanan raporu FP-AP üyelerine gönderdi. Şubeler önemli etkinliklere imza attı Genel Merkez’in yanı sıra Türk Parlamenterler Birliği’nin İstanbul, İzmir ve Bursa şubeleri de önemli faaliyetler gerçekleştirdi. Ülke ve dünya gündemindeki konularla ilgili olarak siyasetçiler ve uzmanların katılımıyla seminer, panel, konferans gibi etkinliklere imza atan şubeler, sosyal ve kültürel faaliyetlere de önem verdi. Çeşitli gezi ve yemek organizasyonları üyeler arasındaki birlik ve beraberlik ile dayanışmaya katkı sağladı. HABERLER TÜRKİYE’NİN İLK UYDU MERKEZİ AÇILDI ve gözlem merkezi, stratejik bir altyapıdır. Bu tür tesisler uzay çalışmaları alanında söz sahibi az sayıda ülkede bulunuyor. Türkiye’nin uzay çalışmaları konusunda iddia sahibi ülkeler arasına girdiğini artık ifade edebiliriz. Bu merkez TUSAŞ tarafından işletilecek. Uyduların fırlatma esnasında ve uzayda maruz kalacağı tüm etkilerle ilgili testler yapılabilecek. Göktürk-1 uydumuz da Fransa’dan buraya getirildi. Hemen ardından da Göktürk-3 uydusuyla ilgili çalışmalar başlayacak. Burada diğer ülkelerin projeleri için de hizmet verilebilecek.” TÜRKIYE’NIN ilk Uzay Sistemleri Entegrasyon ve Test (USET) Merkezi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı törenle açıldı. Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TUSAŞ) bünyesinde Göktürk-1 Uydu Programı kapsamında kurulan merkezin açılış töreninde Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Feridun Bilgin, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hulusi Akar, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Abdullah Atay, Savunma Sanayii Müsteşarı İsmail Demir, TÜBİTAK Başkanvekili Mehmet Çelik, TAI Genel Müdürü Muharrem Dörtkaşlı, TÜRKSAT Genel Müdürü Ensar Gül, bazı milletvekilleri, bürokratlar ve büyükelçiler yer aldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin havacılık sektöründe son yıllarda yakaladığı başarıya değindiği konuşmasında, “Hürkuş uçağımız Avrupa’da sertifika alma aşamasına geldi. Anka insansız hava aracımız hedeflediğimiz düzeye yaklaştı. Göktürk-2 uydumuzu 2012’de uzaya fırlatmıştık. TUSAŞ sivil havacılık sektörünün dev firmalarıyla işbirliği içinde büyümesini sürdürüyor. TUSAŞ’ın hikayesi Türkiye’nin hikayesinin özetidir. Bu kuruluşumuz 2000 yılında 90 milyon dolarlık cirosu ve 2 bin çalışanıyla neredeyse kapanma durumuna gelmişti. Bugün ise TUSAŞ 1 milyar doları aşan cirosu ve 5 bin çalışanıyla kendi alanında dünyanın en büyük 80’inci şirketi olarak karşımızda duruyor” dedi. TUSAŞ’ın küçük ve orta ölçekli sanayi kuruluşlarına sağladığı iş hacmiyle ülke ekonomisine yaptığı katkıları vurgulayan Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bugün açılışını yapmak üzere bir araya geldiğimiz uzay sistemleri entegrasyon Uydunun maketi takdim edildi Konuşmanın ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, merkezde incelemelerde bulundu. Törende, Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, Göktürk-1 uydusunun maketini takdim etti. Uluslararası projelerde de kullanılacak merkezde, Göktürk-1 uydusu ile Türkiye’nin ilk yerli haberleşme uydusu Türksat 6A’nın montajı ile ileri entegrasyon ve çevresel testleri gerçekleştirilecek. Merkezin yatırım maliyetini Savunma Sanayii Müsteşarlığı ve TÜRKSAT AŞ karşılarken işletmesi TUSAŞ tarafından yapılacak. Yaklaşık 3 bin 800 metrekarelik merkezde, kütlesi 5 tona kadar olan birden fazla uydunun aynı anda montaj, entegrasyon ve test faaliyetleri gerçekleştirilebilecek. Askerî havaalanına doğrudan bağlantısı sayesinde uydunun karayoluyla taşınması gerekliliğini ortadan kaldıracak olan merkezdeki uydu testleri, oluşabilecek elektromanyetik etkileşimlerin saptanabilmesi ve uydu üzerindeki ekipmanın elektromanyetik açıdan birbiriyle uyum içinde çalıştığının doğrulanması amacıyla dış ortamdan yalıtılmış odada yapılacak. 9 YASSIADA VE SİVRİADA ARTIK “DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK ADALARI” OLARAK ANILACAK bulunuyor. Orayı geliştireceğiz. Peyzaj düzenlemesi, açık alan ve iç mekan kullanımları birbirlerini destekleyecek. Kongre merkezi, demokrasi müzesi, demokrasi feneri olacak. Demokrasi feneri de projede çok önemli. Karanlıktan aydınlığa geçiş olarak nitelendiriyoruz bu projeyi” diyor. “Millî iradenin savunucusu oldular” 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’in yanı sıra dönemin bakan ve milletvekillerinin de yargılandığı ve hapis tutulduğu Yassıada ve Sivriada, yeniden düzenlenerek “Demokrasi ve Özgürlük Adaları” haline getiriliyor. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun katıldığı törenle temeli atılan projenin tarihi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu günlere kadar uzanıyor. Projenin mimarı Çiğdem Karaaslan, temel atma aşamasına gelinmeden önce üç yıl boyunca Cumhurbaşkanı Erdoğan ile proje üzerinde çalıştıklarını dile getirdi. Kongre merkezi inşa edilecek Seçimle işbaşına gelmiş 600’e yakın ismin yargılandığı, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idam edildiği Yassıada’nın Türk siyasi tarihinde bıraktığı derin izler artık adil hafızaya emanet edilecek. Proje kapsamında adaların tarihî dokusu olduğu gibi korunurken, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin üstlendiği yatırımla, yaklaşık 104 bin metrekarelik alana dört yıldızlı otel ve uluslararası kongre merkezi inşa edilecek. Kongre turizmi kapsamında adaya gelecek misafirleri ağırlayacak olan otelde eğlence etkinlikleri yapılmayacak. Yassıada ve Sivriada için yeni bir kimlik getirme amacı taşımadıklarını, var olan ve acılarla oluşmuş kimliğe umut eklemeyi, umutla birlikte geleceğe bir mesaj vermeyi hedeflediklerini vurgulayan mimar Çiğdem Karaaslan, “Adanın içinde geçmişten itibaren kullanılan bir karşılama meydanı 10 HABERLER Temel atma töreninde konuşan Başbakan Ahmet Davutoğlu, Fatin Rüştü Zorlu’nun Dışişleri Bakanı, Adnan Menderes’in Başbakan olarak selefi olduğunu dile getirdi. Konuşması sırasında katılımcıların alkışlama ihtiyacı hissederlerse alkışlamamalarını, demokrasi şehitlerinin ruhuna Fatiha okumalarını rica eden Davutoğlu şunları söyledi: “Şehit Başbakanımız Adnan Menderes, şehit bakanlarımız, başta Celal Bayar olmak üzere bütün Demokrat Parti kadrosu, millî iradenin sözcüsü oldular, tavizsiz savunucusu oldular ve hep öyle anılacaklar. Biz de şimdi ve gelecekte ne zaman seçime doğru gidiyorsak hep 14 Mayıs 1950’yi hatırlayacağız. Eğer o seçim kazanılmamış olsaydı emin olun ondan sonra bir daha millî irade egemen olmayabilirdi. Burada dört hususa dikkati çekmek isterim. Birincisi, Yassıada ve Sivriada burada yaşanan hatıralarıyla tarih içinde muhafaza edilecek. İkinci husus, tarihî doku itibarıyla Bizans’tan kalan bazı tarihî kalıntılar da muhafaza edilecek ve tarihî dokuya hiçbir zarar verilmeyecek. Üçüncüsü, yeşil alan konusunda. Burada bir tek ağaç eksilirse yerine ağaç dikilecek. Dördüncüsü de bu alanın kullanılması, kesinlikle demokrasi ve özgürlük kavramlarıyla uyumlu şekilde olacak. Mekan, barış görüşmeleri için kullanılacak, kongre merkezi olarak kullanılacak, demokrasi çalıştayları yapılacak. Buraya otel şeklinde yapılan düzenleme kesinlikle eğlence maksatlı kullanılmayacak.” Davutoğlu, muhalefet partilerinin liderlerine seslenerek, “İnşallah bu yapı tamamlandığında, 27 Mayıs’ta Türkiye Büyük Millet Meclisi sembolik olarak Yassıada’da toplansın. Nasıl 23 Nisan’da sembolik olarak toplanıyoruz, bir daha Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne kimsenin kilit vuramayacağını cümle aleme ve tarihe göstermek için her 27 Mayıs’ta burada bir celse yapalım” dedi. VAKIFLAR HAFTASI TBMM’DE KUTLANDI HER yıl mayıs ayının ikinci haftası kutlanan Vakıf Haftası etkinliklerinin açılışı Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında gerçekleştirildi. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın himayesinde TBMM Tören Salonu’nda düzenlenen törene Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ile çok sayıda bürokrat ve büyükelçi de katıldı. Vakıflar Haftası Açılış Töreni’nde vakıf eserlerinin restorasyonuna katkıda bulunan iş adamlarına plaket verildi. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, törende yaptığı konuşmada, 2003 yılından bu yana yaklaşık 4 bin vakıf eserinin restore edildiğini, 2015 yılında da 305 vakıf eserinin onarım ve restorasyonu için çalışmaların devam ettiğini açıkladı. Bu yılki Vakıflar Haftası etkinliklerinin “Vakıf ve Sanat” başlığı altında gerçekleştirildiğini hatırlatan Arınç, vakıfların bulundukları coğrafyaya hizmetin yanı sıra sanat anlayışı da götürdüğünü, Türk-İslam sanatının en seçkin örneklerinin vakıflar sayesinde ortaya çıktığını söyledi. Ülkemizde bulunan, dünyanın hayranlıkla yaklaştığı birçok eserin vakıf eseri olduğunun altını çizen Bülent Arınç konuşmasına şöyle devam etti: “Elimizdeki kültürel mirasın değerinin bilinmesi en önemli meselemiz olmalıdır. Zira bir millet sanatı ile varlığını ispat eder. Atatürk’ün dediği gibi ‘Bir millet sanattan ve sanatkardan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş sayılır’. Hal böyle iken bizzat sahibi olduğumuz sanat anlayışımızı her daim hatırlamayı ve geliştirmeyi, sanat eserlerimizi korumayı bütün insanlığa borcumuz gibi sürdürmek mecburiyetindeyiz. Bu doğrultuda yeni Türkiye’nin de sanatına ve sanatçısına sahip çıkıp yüceltmesi gerekir. Bu anlayışın bir parçası olarak ecdattan miras aldığımız sanat anlayışına, sanat eserlerine ve sanatçılarımıza sahip çıkıyoruz. Yeni Türkiye’nin sonsuza kadar yaşamasında milletimizin maneviyatını besleyecek sanat anlayışına da büyük önem vermekteyiz. ‘Vakıf ve Sanat’ yılının bu şuurun daha iyi anlatılmasına ve anlaşılmasına vesile olmasını diliyorum.” Bülent Arınç, 2003 yılına kadar vakıf eserlerine ilgi gösterilmediğini ifade ederek, o yıldan itibaren Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün gerçekleştirdiği faaliyetler üzerinde durdu. Genel Müdürlüğün bölge, şehir farkı gözetmediğini, ırk ve inanç ayrımı yapmadığını belirten Arınç, Büyük Edirne Sinagogu’nun bunun en güzel örneği olduğuna dikkat çekti. Bir Vakıf Katılım Bankası kurma aşamasına gelindiğini kaydeden Bülent Arınç, konuşmasının sonunda, 7 yıldır birlikte çalıştığı Vakıflar Genel Müdürlüğü yöneticilerine ve personeline veda etti. 11 KOCAELİ ŞEHİR HASTANESİ’NİN TEMELİ ATILDI KOCAELI’NIN İzmit ilçesinde yapılacak Kocaeli Şehir Hastanesi’nin temeli, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık’ın katılımıyla atıldı. Törene ayrıca Millî Savunma eski Bakanı Vecdi Gönül, Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Eyüp Gümüş, Kocaeli Valisi Hasan Basri Güzeloğlu, Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanvekili Zekeriya Özak, İl Sağlık Müdürü Mürsel Durmaz ile çok sayıda davetli ve vatandaşlar katıldı. 1,1 milyar TL yatırımla, 322 bin metrekare alanda, 6 ayrı bina içinde 1180 oda kapasiteli olarak planlanan Şehir Hastanesi’nin Marmara Bölgesi’nin sağlık üssü olması hedefleniyor. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, törende yaptığı konuşmada, “Şu anda 95 bin yatak kapasiteli hastaneleri yapıyoruz, bir taraftan şehir hastaneleri, bir taraftan kamu hastaneleri. Önümüzdeki 3 yılda 95 bin yatak kapasiteli, ileri teknolojiyle donatılan, son derece modern ve konforlu hastaneler yapacak dünyada bir başka ülke yok. Buraların tıbbi donanımları var, tıbbi cihazları var, binlerce ameliyathane lambası, binlerce ameliyathane masası, binlerce ameliyathanenin kullanım cihazları, yoğun bakım ünitelerine binlerce ürün ve cihaza ihtiyaç olacak. O nedenle Sağlık Bakanlığı olarak Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı kurduk. Biyoteknoloji Başkanlığı’yla sağlık endüstrisinde sadece tüketen değil, tükettiklerini üreten, ürettiklerini dünyaya pazarlayan bir ülke olacağız” dedi. 29 Ekim 2017’de açılması planlanan Şehir Hastanesi, 494 yataklı genel hastane, 124 yataklı kalp-damar hastalıkları hastanesi, 246 yataklı kadın doğum hastanesi, 116 yataklı onkoloji hastanesi, 100 yataklı rehabilitasyon hastanesi ve 100 yataklı yüksek güvenlikli adli psikiyatri hastanesi olmak üzere 6 farklı ünite ile hizmet verecek. “MECLIS YERLEŞKESININ HER YERI ENGELLILER IÇIN ERIŞILEBILIR HALE GETIRILDI” “DÜNYA Engelliler Haftası” dolayısıyla TBMM’de “Engelsiz Meclis Bilgilendirme ve Tanıtım Toplantısı” düzenlendi. Toplantıya AK Parti İstanbul Milletvekili Gürsoy Erol, TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu, Genel Sekreter Yardımcıları Kemal Kaya ve Haydar Çiftçi’nin yanı sıra Ampute Futbol Millî Takımı oyuncuları ve öğrencilerin de aralarında yer aldığı çok sayıda davetli katıldı. AK Parti İstanbul Milletvekili Gürsoy Erol, toplantıda yaptığı konuşmada, TBMM Başkanı Cemil Çiçek ve TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu başta olmak üzere tüm çalışanlara teşekkür ederek, “Engelliler 12 HABERLER adına ne zaman bir teklif götürsek, o kadar seri, o kadar kısa bir zamanda karşılık alıyoruz ki hakikaten bu diğer kamu kurum ve kuruluşlarında da örnek oluyor” dedi. İrfan Neziroğlu ise TBMM İdari Teşkilatı’nın son üç yılda “Engelsiz Meclis” adı altında birçok proje gerçekleştirdiğini ve ilkleri hayata geçirdiğini belirterek, binalardan otoparka kadar Meclis yerleşkesinin her yerinin engelliler için erişilebilir hale getirildiğini söyledi. TBMM Konferans Salonu’nun en son düzenleme yapılan yerlerden biri olduğunu, hem merdiven hem de asansör görevi gören engelsiz erişim sisteminin bu salona yerleştirildiğini ifade eden Neziroğlu, Özel Hizmet Bankosu’nun ise gaziler, yaşlılar, hamileler, şehit yakınları ve engelli vatandaşlara hizmet verdiğini kaydetti. Neziroğlu, “Yaşlı, engelli ziyaretçilerimize refakat hizmeti başlattık. Bir ziyaretçimiz geldiğinde tekerlekli sandalyeye ihtiyacı varsa tahsis ediliyor ve vatandaşımız Meclis’te refakatçi desteğiyle gezebiliyor” diye konuştu. Toplantı sonrasında TBMM’nin düzenlediği İşaret Dili Eğitim Programı’na katılanlara sertifikaları verildi. GÜNEYDOĞU AVRUPA İŞBİRLİĞİ SÜRECİ PARLAMENTER ASAMBLESİ GENEL KURULU TİRAN’IN EVSAHIPLIĞINDE YAPILDI sağlanması ortak vazifemizdir. Bu itibarla, geçmişteki çatışmalardan ve bölünmelerden gerekli dersleri çıkarmamız, aramızdaki işbirliğini ve dayanışmayı geliştirmemiz gerektiğine inanıyorum” diye konuştu. Çiçek, Balkan ülkelerinin Avrupa ve Avrupa-Atlantik kurumlarına yöneliminin, bölge barışı ve istikrarı bakımından önemine dikkat çekerken, Türkiye’nin de bu çerçevede Balkan ülkelerinin AB ve NATO ile bütünleşme perspektifini desteklediğini dile getirdi. Türkiye iki kez dönem başkanı oldu GÜNEYDOĞU Avrupa İşbirliği Süreci Parlamenter Asamblesi 2’nci Genel Kurulu, Arnavutluk’un başkenti Tiran’da yapıldı. Toplantıya TBMM Başkanı Cemil Çiçek ve Avrupa Parlamentosu Başkan Yardımcısı Ioan Mircea Paşcu da katıldı. Toplantının açılış konuşmasını yapan Arnavutluk Meclisi Başkanı Ilir Meta, Asamble’nin özellikle organize suç ve terörle mücadelenin pekiştirilmesine katkı sağlamaya devam edeceğini belirterek, üye ülkeler arasında karşılıklı ticaretin güçlenmesi ve serbest ticaret anlaşmalarının gerçek anlamda uygulanması için çalışacağının altını çizdi. Meta, “Şunu iyi bilmemiz gerekir ki şayet demokratikleşme süreçlerinin ilerlemesi ve ülkelerimizin kurumsal anlamda güçlenmesi noktasında çalışmazsak ne ekonomik ya da istikrarlı bir gelişme ne de vatandaşlarımız için gerçek bir refah söz konusu olabilir” dedi. “İstikrar ve barış ortamı sağlamak ortak vazifemiz” Avrupa Parlamentosu Başkan Yardımcısı Ioan Mircea Paşcu ise Avrupa Birliği’nin, Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci’ne (GDAÜ) ve Asamble’ye destek verdiğini belirttiği konuşmasında, bölgenin AB entegrasyonu yolunda birlik ve beraberlik içerisinde ilerlemesi gerektiğini vurguladı. TBMM Başkanı Cemil Çiçek, “Parlamentoların Entegrasyon Süreçlerindeki Rolü ve Bu Çerçevede Tecrübe ve Katkı Paylaşımı” ana başlıklı genel kurulda söz aldı. Çiçek, GDAÜ’nün Balkan ülkelerinin ortak iradesini ve özgün sesini yansıtan, Balkanlar’daki yegane bölgesel sahiplenme örneği olduğunu belirtti. Çiçek, “Her alanda büyük bir potansiyel barındıran Balkanlar’da kalıcı güvenliğin, istikrar, barış ve refah ortamının Cemil Çiçek, GDAÜ Parlamenter Asamblesi’ne üye ülkelerin tamamının, birbirleriyle çok yakın siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel bağlara sahip olduğunu belirterek, bu ülkelerin parlamentoları arasındaki işbirliğinin, entegrasyon süreçlerine önemli katkılar sunacağını söyledi. “Terörizmle mücadele; yabancı terörist savaşçılar sorunu, yabancı düşmanlığı ve İslamofobinin önünün alınması gibi modern küresel sınamalar karşısında evrensel liberal değerler temelinde tesis edilmiş ortak duruşların önemini bugün daha iyi anlıyoruz” diyen TBMM Başkanı, bu süreçte GDAÜ gibi bölgesel diyalog ve işbirliği mekanizmalarından azami derecede istifade edilmesi gerektiğini vurguladı. Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci, Balkanlar’da barış ve istikrarın tesis edilmesi, iyi komşuluk ilişkilerinin oluşturulması ve bölgesel işbirliğinin sağlanması amacıyla 1996 yılında Bulgaristan’da kuruldu. Oluşumun kurucu üyelerinden Türkiye, 1998-1999 ve 20092010 yıllarında dönem başkanlığını yürüttü. GDAÜ’nün dönem başkanlığını geçen yıldan bu yana Arnavutluk üstleniyor. 13 TÜRKIYE’NIN EN BÜYÜK ARKEOLOJI VE MOZAIK MÜZESI ŞANLIURFA’DA ŞANLIURFA, Türkiye’nin en büyük arkeoloji ve mozaik müzesine kavuştu. Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi, Arkeopark ve Edessa Mozaik Müzesi’nin açılışı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, açılışı yapılan müzeyle kentin Türkiye’nin en büyük müzesine sahip olma özelliğini kazandığını söyledi. Müzenin mimarisiyle de çok farklı özellik taşıdığına işaret eden Erdoğan, “Temenni ediyorum ki gerek ulusal gerekse uluslararası bazda bir çekim alanı haline gelen Şanlıurfamız artık sadece Balıklıgöl’ü ile değil, burayla da dünyaya nam salacaktır” diye konuştu. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik ise müzede sadece Şanlıurfa’da görülebilecek çok sayıda benzersiz eser bulunduğunu belirterek, “Burası 34 bin metrekare kapalı alanıyla Türkiye’nin en büyük müzesi oldu. Sadece Şanlıurfa’da görülebilecek pek çok esere sahip olması itibarıyla da Avrupa’nın sayılı müzelerinden biri haline geldi” dedi. Müzede dünyanın insan boyutlarında yapılmış en eski heykelinin de aralarında yer aldığı birçok ünik eser bulunuyor. Paleolitik Çağ’dan İslamiyet dönemine kadar binlerce tarihî eserin görülebildiği müze, aynı zamanda Türkiye’nin en çok canlandırma yapılan müzesi olma özelliği taşıyor. Müzede Göbeklitepe de oldukça geniş bir şekilde sergileniyor. SAĞLIK BAKANLIĞI 1 MİLYON BİSİKLET DAĞITIYOR SAĞLIK Bakanlığı, “Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Programı” kapsamında, bisiklet kullanımının teşvik edilmesi amacıyla Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun talimatı ile 1 milyon bisikletin dağıtımına başladı. Çocuklar, okullar, üniversiteler ve belediyeleri hedef kitle olarak seçen “Fiziksel Aktiviteyi Teşvik Projesi 20152018” dahilinde ilk olarak 19 Mayıs 2015 tarihinde 5, 6 ve 7. sınıflarda seçmeli “spor ve fiziki etkinlik” dersini programa alan okullara 10 bin 589 bisiklet verildi. Bakanlık’tan yapılan açıklamada 3 bin 220 bisikletin ise üniversitelere dağıtılmak üzere ilgili birimlere gönderildiği bildirildi. Sağlık Bakanlığı, büyükşehir belediyelerine sağlayacağı bisiklet desteği için “bisiklet yolu kriterleri”ni de yayımladı. Bu kriterlerde, bisiklet yollarının güvenliği için uyulması zorunlu kuralların yanı sıra çocuklara trafik eğitimi verilmesi için başvurulacak yollar belirtildi. 14 HABERLER KONYA OVASI PROJESİ EYLEM PLANI AÇIKLANDI duklarını ifade eden Yılmaz, şunları kaydetti: “Konya, Karaman, Niğde ve Aksaray’ın sosyal ve ekonomik dezavantajlarını azaltmayı, bu şekilde nihai olarak bölgenin rekabet gücünü ve yaşam kalitesini artırmayı hedefliyoruz. KOP Eylem Planı’nın temel amacı kapsamlı bir dönüşümü gerçekleştirmektir. Bu çerçevede tarımsal yapıda değişimi ve sürdürülebilirliği sağlamak, sanayi, ticaret, ulaşım, enerji gibi sektörleri güçlendirmek, eğitim, sağlık, kültür ve diğer sosyal hizmetlere erişilebilirliği ve bunlarda kaliteyi artırmak temel önceliklerdir.” İşsizliği önleyecek TÜRKIYE’NIN büyük bölgesel kalkınma hamlelerinden Konya Ovası Projesi (KOP) için hazırlanan Eylem Planı, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz tarafından tanıtıldı. GAP’tan sonraki en büyük sulama işi niteliğini taşıyan ve ilk çalışmaları II. Abdülhamid döneminde başlayan proje ile Türkiye’nin en geniş yüzeyli suni gölü oluşacak. Bakan Yılmaz, Niğde Üniversitesi konferans salonunda, Konya Valisi Muammer Erol, Niğde Valisi Necmeddin Kılıç, Karaman Valisi Murat Koca ve rektörlerin katılımıyla gerçekleştirilen Konya Ovası Projesi Eylem Planı toplantısında yaptığı konuşmada, bölgesel gelişmeye dair ulusal vizyonun, gelir düzeyi düşük bölgelerin refah düzeyi yüksek bölgelerle daha dengeli hale getirilmesi ve topyekûn kalkınmış Türkiye’nin inşa edilmesi olduğunu söyledi. Yeni bölgesel gelişme politikasının, gelişmişlik farklarının azaltılması hedefini koruduğunu ve her bölgenin rekabet gücünü ayrı ayrı artırmayı benimsediğini belirten Yılmaz, “Yeni bölgesel gelişme anlayışımızın temelinde bölgelerimizi ve coğrafyamızı yük olarak değil, varlık ve zenginlik olarak görmek vardır. Gelir düzeyi düşük bölgelerimizin şartlarını iyileştirerek, onların ulusal kalkınma sürecine ve rekabet gücümüze katkı sağlamalarını hedefliyoruz. Bu amaçla, sahip oldukları değerleri ve mevcut potansiyellerini harekete geçirmek üzere bölgelerimize özgü, farklı nitelikte politikalar geliştiriyoruz. İnsan odaklı ve bütüncül programlar ile yol haritamızı oluşturuyoruz” diye konuştu. KOP’un ilk olarak Konya Kapalı Havzası’nda su ve tarım altyapısının yetersizliği nedeniyle tasarruflu su kullanımını amaçlayan bir çalışma olarak başladığını ifade eden Bakan Yılmaz, Konya Ovası Projesi Bölge Kalkınma İdaresi’nin kurulmasıyla KOP’un bir bölgesel kalkınma programına dönüştürüldüğünü anlattı. KOP bölgesinin potansiyelini tam anlamıyla harekete geçirmek ve bölgenin sürdürülebilir kalkınmasını sağlamak amacıyla Bölgesel Gelişme Ulusal Stratejisi kapsamında 2014-2018 dönemini içeren KOP Eylem Planı’nı uygulamaya koy- Cevdet Yılmaz, KOP Eylem Planı’nın beş ana eksenden oluştuğuna işaret ederek, “Bunlar, toprak ve su kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı, ekonomik yapının güçlendirilmesi, altyapının geliştirilmesi ve kentleşme, beşeri ve sosyal yapının güçlendirilmesi, kurumsal kapasitenin geliştirilmesidir. Eylem Planı’nın hayata geçirilmesiyle bölgenin sosyal ve ekonomik göstergelerinde önemli ilerlemeler kaydedilecektir. Bölgemizde, 2013 yılında yüzde 4,9 olan işsizlik oranının 2018 yılında yüzde 2,9 seviyesine düşmesini öngörüyoruz. 2013 yılında 1,8 milyar dolar, 2014 yılında 2 milyar dolar olan bölge ihracatının ise 2018 yılında asgari 3,5 milyar dolar seviyesine yükseltilmesini hedefliyoruz” dedi. Bakan Yılmaz, KOP Bölgesi’nde güneş enerjisi potansiyelinin daha verimli değerlendirileceğini ve Karapınar Enerji İhtisas Endüstri Bölgesi’nin yatırıma açılacağını aktardı. Yılmaz, ayrıca KOP Bölgesi Turizm Master Planı hazırlayarak turizm altyapısını iyileştireceklerini, turizmi çeşitlendireceklerini ve bu plan sonucunda oluşturulacak yol haritasına göre turizm yatırımlarını destekleyeceklerini belirtti. Eylem Planı ile KOP’un tarımdan ulaştırmaya, eğitimden sağlığa bölge halkının hayatında büyük değişikliklere vesile olacağını müjdeleyen Yılmaz, bu hedeflere ulaşmak için kamu kaynaklarından yaklaşık 10 milyar TL’lik yatırım öngörüldüğünü vurguladı. 15 DÜNYADAN İSPANYA SENATOSU “SOYKIRIM”A GEÇİT VERMEDİ İSPANYA Senatosu, 1915 Olayları’nın “soykırım” olarak anılması yönündeki tasarıyı büyük çoğunlukla reddetti. İktidardaki Halk Partisi senatörü Jose Maria Chiquillo, “soykırım”ı kabul eden 22 ülke olduğunun hatırlatılması üzerine, 168 ülkenin de bunu kabul etmediğini vurguladı. 130 ret, 68 çekimser ve 14 kabul oyunun kullanıldığı oylamada Halk Partisi önergenin karşısında yer aldı. Görüşmeler sırasında kürsüye çıkan Jose Maria Chiquillo, “Biz parlamento olarak 16 kendimizi tarihçilerin veya mahkemenin yerine koyamayız” dedi. Senatör Chiquillo, ülke olarak yapabileceklerinin Türkiye ve Ermenistan arasında karşılıklı diyalog ve anlayışa destek vermek olduğunun altını çizerek, “Soykırım öyle kolay ağza alınacak bir kelime değildir” ifadesini kullandı. Geçtiğimiz aylarda İsveç Parlamentosu da parlamentoların tarih yapma mercii olmadığını belirterek, 2010 yılında kabul edilen ve 1915 Olayları’nın “soykırım” olarak anılmasını öngören kararın rafa kaldırıldığını açıklamıştı. MURSİ DAHİL 479 KİŞİYE İDAM CEZASI VERİLDİ MISIR’DA darbeyle iktidara gelen Sisi yönetiminin mahkemelerinde geçmiş döneme ilişkin sürdürülen siyasi davalarda toplam 479 kişi için idam kararı alındı. Kamuoyunda “hapishaneler baskını” olarak bilinen davada, Mısır’ın halk oyuyla seçilen cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, Müslüman Kardeşler Teşkilatı Rehberlik Konseyi Başkanı Muhammed Bedii ve Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı Yusuf el-Karadavi’nin de aralarında bulunduğu 106 kişinin dosyası, idam kararıyla ilgili görüş alınması için müftülüğe gönderildi. Mısır’daki yasalara göre, idam dosyaları karara bağlanmadan önce devlet müftüsüne sevk ediliyor. Mahkeme, müftünün görüşü alındıktan sonra nihai kararını veriyor. Mahkeme salonunda Muhammed Mursi ile görüşen oğlu, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada babasının moralinin yerinde olduğunu duyurdu. Öte yandan, Türkiye’den idam kararına karşı resmî kınama gelirken dünyanın dört bir yanında yapılan sokak eylemleriyle karar protesto edildi. POLONYA’NIN YENİ CUMHURBAŞKANI DUDA ETİYOPYA’DA İKTİDAR YÜZDE 70’LE SEÇİLDİ POLONYA’DA halkın oylarıyla yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini Hukuk ve Adalet Partisi’nin adayı Andrzej Duda kazandı. Polonya Seçim Komisyonu, Duda’nın seçimin ikinci turunda oyların yüzde 51,55’ini aldığını açıkladı. Mevcut cumhurbaşkanı Bronislaw Komorowski ise yüzde 48,45’te kaldı. Katılımın yüzde 55,34 gibi düşük bir oranda olduğu seçimlerin ilk turunda Duda yüzde 34,76, Komorowski ise yüzde 32,2 oy almıştı. Andrzej Duda, beş yıllık görevine Ağustos’ta başlayacak. ETIYOPYA’DAKI seçimlerde 1991’den bu yana iktidarda bulunan Etiyopya Halkın Devrimci Demokratik Cephesi (EPRDF) oyların yüzde 70’ini alarak tekrar seçildi. Yaklaşık 37 milyon seçmenin bulunduğu ülkede meclisteki 547 sandalye için 58 parti ve 5 bin 819 aday yarıştı. Etiyopya’da 5’incisi gerçekleştirilen ve olumlu bir atmosferde geçen genel seçimin demokratikleşme sürecini güçlendireceğine değinen Cumhurbaşkanı ve EPRDF Genel Başkanı Hailemariam Desalegn, “Seçim sonuçlarını akıl ve vicdan doğrultusunda ele alacağız. Muhalifleri parlamento çatısı altında görmekten mutluluk duyarız” dedi. 17 BARSELONA’YA ILK KADIN BELEDİYE BAŞKANI İSPANYA’DA yerel seçimler yapıldı. Ülkede geçmişten bu yana en yüksek oy oranına sahip iki parti, Halk Partisi (PP) ve Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) ekonomik krizin etkisiyle büyük oranda oy kaybetti. İlk kez seçimlere katılan “Podemos” ile 2006 yılında Katalonya’da faaliyet gösteren ve ilk defa ülke genelinde seçimlere giren “Ciudadanos” partileri İspanya’da artık yeni bir siyasi ortam oluşacağının işaretlerini verdi. 2011 yılındaki yerel seçimlerde PP ve PSOE’nin aldığı oyların toplamı yüzde 65 dolayındayken, bu seçimlerde yüzde 51’e geriledi. İspanya’nın en önemli kentlerinden Barselona’da ise tarihî bir sonuç çıktı. Podemos’un desteklediği “Barcelona en Comu” adlı grubun adayı Ada Colau birinci oldu. Bu sonuca göre Colau, Barselona kentinin ilk kadın belediye başkanı seçildi. Ada Colau seçim sonuçlarının açıklanmasından sonra yaptığı konuşmada, “Davud’un Calut’a karşı zaferi oldu. Korku kampanyasına karşı umut ve heyecan kazandı” dedi. FRANSA’DA İÇ GÜVENLİK PAKETİ CHARLIE Hebdo dergisine düzenlenen saldırıyla başlayıp üç gün art arda meydana gelen olaylarda 17 kişinin hayatını kaybettiği Fransa’da, terör tehdidinin önlenmesi amacıyla yasal düzenlemeler yapıldı. Cumhurbaşkanı François Hollande, terörle mücadelede yeni ey- 18 DÜNYADAN lem planı uygulayacaklarını, Savunma Bakanlığı’na yaklaşık 4 milyar avro ek bütçe vereceklerini, ordudaki asker sayısını artıracaklarını ve 7 bin askerin özel operasyon eğitimi alacağını açıkladı. Öte yandan Fransa Parlamentosu, terörle mücadele için istihbarat tedbirlerini sıkılaştıran yasa tasarısını onayladı. 86 ret oyuna karşı 438 oyla kabul edilen yasaya göre, Fransız istihbarat servisinin daha verimli çalışması için teknolojik imkanlar güçlendirilecek. İnternet ve telefon ağlarının analiziyle tespit edilen terör şüphelilerini izlemek için gelişmiş coğrafi konumlandırma sistemleri kullanılacak. Ayrıca devlet bünyesinde Ulusal İstihbarat Kontrol Komisyonu adlı yeni bir idari mekanizma kurulacak. ÇİN ASKERÎ STRATEJİSİNİ AÇIKLADI SON aylarda Çin ile komşu devletler arasında yaşanan ve Amerika Birleşik Devletleri’nin de müdahil olduğu Güney Çin Denizi’nde egemenlik hakları ile ilgili tartışmalar sürerken Çin Devlet Konseyi Enformasyon İdaresi, Çin’in yeni askerî stratejisini ilan etti. “Beyaz belge” olarak adlandırılan “Çin’in Askerî Stratejisi” başlıklı belgede Çin donanmasının artık kendi karasularını savunmaktan çok, açık denizleri korumaya, hava kuvvetlerinin de taarruza yöneleceği belirtildi. Çin ordusunun geçmişten bu yana savunma temelli stratejiler geliştirirken bu kez saldırıyı öne çıkarması dikkat çekti. Belgede, uluslararası güvenlik alanında daha fazla işbirliği sözü verildi. Okyanus, uzay, nükleer güç ve siber uzayın önemine dikkat çekilen belgede, Çin’in siber güvenlik tehditleri ile mücadele için siber güçlerini hızla geliştireceği açıklandı. Çin, hegemonya ve genişleme peşinde olmadığının altını özenle çizerken, diğer ülkelerle nükleer silah yarışına girmeyeceğini de duyurdu. İNGİLTERE SEÇİMİNİ YAPTI İNGILIZ Parlamentosu’nun alt kanadı Avam Kamarası’ndaki 650 milletvekilini belirlemek için seçim yapıldı. Seçimin galibi 331 milletvekili ile Muhafazakar Parti oldu. Başbakan Ahmet Davutoğlu, kabineyi oluşturarak göreve başlayan Muhafazakar Parti Genel Başkanı ve Başbakan David Cameron’ı telefonla arayarak tebrik etti. İşçi Partisi’nden dokuz, Muhafazakar Parti’den üç ve İskoç Ulusal Partisi’nden bir Müslüman adayın milletvekili olduğu seçimler sonucunda iktidar partisinden milletvekili seçilen Türk kökenli Londra Belediye Başkanı Boris Johnson’ın ise bakanlık görevi almaksızın kabinede bulunacağı ve toplantılara katılacağı belirtildi. Jonhson’ın belediye başkanlığı görevi sona erince bakan olması bekleniyor. Seçimin, iktidar partisi dışındaki bir diğer kazananının da İskoç Ulusal Partisi olduğu kaydedildi. Parti, 6 olan sandalye sayısını bu seçimde 56’ya yükseltti. Öte yandan bir önceki seçime göre çok ciddi oy kaybı yaşayan İşçi Partisi, Liberal Demokrat Parti ve Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin genel başkanları görevlerinden istifa etti. 19 TÜRK SIYASETINDE YENI BIR DÖNÜM NOKTASI: 7 HAZIRAN 2015 20 TBMM 25. DÖNEM’DE GÖREV YAPACAK MILLETVEKILLERININ BELIRLENECEĞI GENEL SEÇIME SAYILI GÜNLER KALDI. 7 HAZIRAN’DA YURT IÇINDE 53 MILYON 765 BIN 231 SEÇMEN SANDIK BAŞINA GITMEYE HAZIRLANIRKEN, YURT DIŞINDA 2 MILYON 867 BIN 658 SEÇMEN BULUNUYOR. NEHIR ÖZTÜRK 21 21 Temmuz 1946 tarihi, Türkiye’nin siyasi hayatındaki dönüm noktalarından biri. İlk çok partili genel seçimin yapıldığı bu tarihte sandık başına gidenler TBMM 8. Dönem milletvekillerini belirledi. Aradan geçen 69 yılda Türkiye 16 genel seçim yaşadı ve TBMM 24. Dönem’e ulaştı. 1946 yılından sonra 1950, 1954, 1957, 1961, 1965, 1969, 1973, 1977, 1983, 1987, 1991, 1995, 1999, 2002, 2007 ve 2011’de genel seçimlerin yapıldığı Türkiye, 7 Haziran 2015 tarihinde bir kez daha sandık heyecanını yaşamaya hazırlanıyor. Yurt içinde 53 milyon 765 bin 231, yurt dışında ise 2 milyon 867 bin 658 seçmenin kullanacağı oylar, 25. Yasama Dönemi’nde TBMM’de temsil edilecek siyasi partileri ve görev yapacak milletvekillerini belirleyecek. 7 Haziran’daki seçimlerde 20 siyasi parti yer alacak. Adalet ve Kalkınma Partisi, Anadolu Partisi, Bağımsız Türkiye Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti, Demokratik Sol Parti, Halkın Kurtuluş Partisi, Halkların Demokratik Partisi, Komünist Parti, Milliyetçi Hareket Partisi, Millet Partisi, Saadet Partisi ve Vatan Partisi 85 seçim çevresinde, Hak ve Özgürlükler Partisi 75 seçim çevresinde, Merkez Parti 73 seçim çevresinde, Liberal Demokrat Parti 58 seçim çevresinde, Doğru Yol Partisi ve Yurt Partisi 56 seçim çevresinde, Toplumsal Uzlaşma Reform ve Kalkınma Partisi 55 seçim çevresinde, Hak ve Adalet Partisi 22 43 seçim çevresinde seçime katılacak. Türkiye genelinde 165 bağımsız milletvekili adayı bulunuyor. Kadın milletvekili adayı sayısı arttı Türkiye’de bir önceki genel seçim 12 Haziran 2011 tarihinde yapıldı. 15 siyasi parti ve 203 bağımsız milletvekili adayının katıldığı seçimde, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) yüzde 49,95, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yüzde 25,94, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) yüzde 12,98 oy aldı. Bu sonuçla AK Parti 327, CHP 135, MHP 53 milletvekili ile Meclis’te yer aldı. Seçime bağımsız adaylarla giren Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ise 35 milletvekili çıkardı. 24. Dönem’de 78 kadın milletvekili Meclis’te görev yaptı. Siyasi partilerin 2011 yılında 268 olan kadın milletvekili adayı sayısı ise 2015 genel seçiminde 531’e yükseldi. 28 Haziran 2011 tarihinden itibaren TBMM 24. Dönem’de görev yapan milletvekillerinin bir kısmı yeni yasama döneminde Meclis çatısı altında olamayacak. Adalet ve Kalkınma Partisi’nde 127 milletvekili tekrar aday gösterilirken, 185 milletvekili liste dışı kaldı. 185 milletvekilinden 68’i AK Parti’deki üç dönem kuralı nedeniyle aday olamadı. Cumhuriyet Halk Partisi 125 milletvekilinden 66’sını, Milliyetçi Hareket Partisi 52 milletvekilinden 20’sini, Halkların Demokratik Partisi ise 29 milletvekilinden 15’ini tekrar aday göstermedi. SEÇIM KAMPANYALARI SIRASINDA HALKLA BIR ARAYA GELEN LIDERLER VE MILLETVEKILI ADAYLARI, SORUNLARA YÖNELIK ÇÖZÜM ÖNERILERININ YANI SIRA BAŞTA EKONOMI OLMAK ÜZERE ÇEŞITLI ALANLARDAKI VAATLERINI DE DILE GETIRIYOR. Siyasi partiler seçim kampanyalarını özellikle son bir aydır yoğunlaştırmış durumda. Türkiye’nin dört bir yanını dolaşan liderler ve milletvekili adayları 8 Haziran sabahı “gülen taraf” olabilmek için gece-gündüz çalışıyor. Halkla bir araya gelen siyasetçiler, ülke gündemini değerlendiriyor, sorunlara yönelik çözüm önerilerini dile getiriyor. Türkiye’yi geleceğe hazırlarken hangi adımları atacakları konusunda vatandaşları bilgilendiren siyasi partiler, başta ekonomi olmak üzere çeşitli alanlardaki vaatlerini de ifade ediyor. Siyasetçilerin en çok üzerinde durduğu konular arasında yeni bir anayasanın hazırlanması yer alıyor. Türkiye’de bugüne kadar yapılan anayasalar savaş yılları, askerî darbeler, muhtıralar gibi olağanüstü dönemlerin izlerini taşıyor. Herkesin kendini bulabileceği, topluma ne “bol” ne “dar” gelecek bir anayasaya kavuşulması siyasi partilerin ortak vaatleri arasında yer alıyor. 33 yıldır yürürlükte bulunan 1982 Anayasası’nın yerine yeni ve sivil bir anayasa hazırlanması konusu TBMM 24. Dönem’in de en önemli gündem maddelerinden birini oluşturdu. 12 Haziran 2011 tarihindeki genel seçimin ardından TBMM B aşkanı Cemil Çiçek , y eni anayasa konusundaki kararlılığı, “Türkiye’ye ve milletimize yakışır yeni bir anayasa yapabilmeliyiz. Ülkemizi geleceğe taşıyacak, hepimizin içinde kendisini bulacağı, ‘İşte benim anayasam’ diyebileceği bir toplumsal sözleşmeyi hayata geçirmeliyiz. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak birey odaklı, özgürlükçü ve demokratik temsil esasına dayanan bir anayasa yapmak istiyoruz” sözleriyle ifade etti. Bu amaçla, Meclis’teki dört siyasi partinin eşit temsiliyle TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu oluşturuldu. Komisyonun yaklaşık iki buçuk yıl süren çalışmaları sırasında altmış madde üzerinde mutabakata varılsa da yeni bir anayasa hazırlanamadı. Siyasi partilerin 7 Haziran’daki genel seçime yönelik vaatleri, yeni anayasa konusunun TBMM 25. Dönem’de de öncelikli gündem maddeleri arasında yer alacağını gösteriyor. Geçen döneme göre illerin milletvekili sayılarında değişiklik oldu Genel seçim sonucunda TBMM’de görev yapacak 550 milletvekilinin illere göre dağılımı şöyle: Adana 14, Adıyaman 5, Afyonkarahisar 5, Ağrı 4, Amasya 3, Ankara 32, Antalya 14, Artvin 2, Aydın 7, Balıkesir 8, Bilecik 2, Bingöl 3, Bitlis 3, Bolu 3, Burdur 3, Bursa 18, Çanakkale 4, Çankırı 2, Çorum 4, Denizli 7, Diyarbakır 11, Edirne 3, Elazığ 4, Erzincan 2, Erzurum 6, Eskişehir 6, Gaziantep 12, Giresun 4, Gümüşhane 2, Hakkari 3, Hatay 10, Isparta 4, Mersin 11, İstanbul 88, İzmir 26, Kars 3, Kastamonu 3, Kayseri 9, Kırklareli 3, Kırşehir 2, Kocaeli 11, Konya 14, Kütahya 4, Malatya 6, Manisa 9, Kahramanmaraş 8, Mardin 6, Muğla 6, Muş 3, Nevşehir 3, Niğde 3, Ordu 5, Rize 3, Sakarya 7, Samsun 9, Siirt 3, Sinop 2, Sivas 5, Tekirdağ 6, Tokat 5, Trabzon 6, Tunceli 2, Şanlıurfa 12, Uşak 3, Van 8, Yozgat 4, Zonguldak 5, Aksaray 3, Bayburt 2, Karaman 2, Kırıkkale 3, Batman 4, Şırnak 4, Bartın 2, Ardahan 2, Iğdır 2, Yalova 2, Karabük 2, Kilis 2, Osmaniye 4, Düzce 3. Yüksek Seçim Kurulu’nun ( Y SK ), Tür ki y e İs tatis tik Kurumu Başkanlığı’nın Adrese 23 MILLETVEKILI SAYISI 18’E KADAR OLAN ILLER BIR, 19’DAN 35’E KADAR OLAN ILLER IKI, 36 VE DAHA FAZLA OLAN ILLER ÜÇ SEÇIM ÇEVRESINE BÖLÜNDÜ. ANKARA’NIN MILLETVEKILI SAYISI 31’DEN 32’YE, İSTANBUL’UN MILLETVEKILI SAYISI 85’TEN 88’E, BAYBURT’UN MILLETVEKILI SAYISI ISE 2’YE YÜKSELDI. Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2014 yılı verilerine göre yaptığı değerlendirme sonucunda, milletvekili sayısı 18’e kadar olan iller bir, 19’dan 35’e kadar olan iller iki, 36 ve daha fazla olan iller üç seçim çevresine bölündü. Ankara’nın milletvekili sayısı 31’den 32’ye, İstanbul’un milletvekili sayısı 85’ten 88’e, Bayburt’un milletvekili sayısı ise 2’ye yükseldi. 12 Haziran 2011 tarihindeki genel seçimde 5’er milletvekili çıkaran Elazığ ve Kütahya’nın milletvekili sayısı 4’e, Manisa’nın 10 milletvekili 9’a, Muş’un 4 milletvekili 3’e, Ordu’nun 6 milletvekili ise 5’e düştü. Oy kullanımı 08:00-17:00 arasında Genel seçimde 18 yaşını doldurmuş ve seçmen kütüğünde kaydı bulunan her Türk vatandaşı oy kullanabilecek. MERNİS Adres Kayıt Sistemi’nde yer almayanlar, haklarında kısıtlama kararı kesinleşenler (Türk Medeni Kanunu’nun 405, 406. maddeleri), kamu hizmetlerinden yasaklı olanlar, silâhaltında bulunan erler, 24 onbaşılar ve kıta çavuşları ile askerî öğrenciler, taksirli suçlar dışında, kasıtlı suçlardan cezaevinde bulunan hükümlüler oy kullanamayacak. Oy verme günü seçmenin yanında Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasını taşıyan; nüfus cüzdanı, resmî dairelerce verilen soğuk damgalı kimlik kartı, pasaport, evlenme cüzdanı, askerlik belgesi, sürücü belgesi, hakim ve savcılar ile yüksek yargı organı mensuplarına verilen mesleki kimlik kartı, avukat, noter ve askerî kimlik kartı gibi kimliği tereddütsüz ortaya koyan fotoğraflı, resmî nitelikteki belgenin bulunması gerekiyor. Seçmenler 7 Haziran Pazar günü saat 08:00-17:00 arasında sandık başına gidecek. Oy verme işlemi sırasında Yüksek Seçim Kurulu tarafından özel imal ettirilen ve “Türkiye Yüksek Seçim Kurulu” filigranı bulunan birleşik oy pusulası ile YSK’nın hazırladığı filigranlı sarı renkli zarflar, “tercih” veya “evet” mührü kullanılacak. Türk Parlamenterler Birliği’nden Üye aidatlarımız 16. Olağan Genel Kurul kararıyla 2015 yılında yıllık 120 TL’dir. Bankalar tarafından müşterilerine Uluslararası Banka Hesap Numarası (IBAN) verilmektedir. Üyelerimizin aidatlarını yatırırken problem yaşamamaları için Birliğin IBAN Numarası aşağıda belirtilmiştir. Bilindiği gibi 2002’de yıllık 30 TL olan üye aidatları 2004 yılından beri 60 TL ve 2013 yılından itibaren 120 TL’dir. Geriye doğru aidat borçlarının buna göre hesaplanması ve Birliğimizin aşağıdaki hesap numarasına yatırılması, 5253 sayılı Dernekler Kanunu’na göre, alınan aidatların belgesine üyelerin TC Kimlik Numaralarının yazılması gerekmektedir. Üyelerimizin TC Kimlik Numaralarını mektup veya telefonla Birliğe bildirmeleri rica olunur. TPB Haber Portalı www.tpb.org.tr Fax Hattı: 0312 420 66 24 Sayın Üyelerimiz her konuda bize ulaşabilirsiniz. Türk Parlamenterler Birliği Ankara Konukevi: Ankara Hotel Pino - Bayraktar Mahallesi Vedat Dalokay Caddesi Bayraklı Sokak No: 35 GOP/ANKARA Tel: 0312 446 36 86 Türk Parlamenterler Birliği TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 50-51 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 25 YÜZYILLAR ÖNCESINDEN GÜNÜMÜZE ROMANYA’NIN SIYASI TARIHI 26 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI 1989 YILINDAKI DEVRIMLE BIRLIKTE YENI BIR DÖNEMIN BAŞLADIĞI ROMANYA, KRALLIKLAR, IMPARATORLUKLAR VE MODERN DEVLETLERIN EGEMENLIK SAVAŞLARINI IÇEREN BIR SIYASI TARIHE SAHIP. YÜZYILLAR ÖNCESINDEN GÜNÜMÜZE UZANAN BU TARIHIN DÖNÜM NOKTALARINDA OSMANLI’NIN DA ÖNEMLI IZLERI BULUNUYOR. HASAN ERKANAR 27 D oğu Avrupa’nın en uç ülkelerinden Romanya, tarih öncesi döneme uzanan bir geçmişe sahiptir. 2002 yılında yapılan bir çalışma, bugün Romanya’nın yer aldığı topraklarda yaklaşık 35 bin yıllık insan kalıntıları bulunduğunu gösteriyor. Takip eden çalışmalardaki bulgular ise bu tarihi on bin yıl kadar geriye götürüyor. Söz konusu fosiller Romanya’yı Avrupa kıtasındaki en eski yerleşim yerlerinden biri yapıyor. Romanya, daha yakın zamanlara geldiğimizde ise krallıklar, imparatorluklar ve modern devletlerin egemenlik savaşlarını içeren bir siyasi tarihe sahip. Yazılı kaynaklarda bölge tarihinden ve insanından ilk kez bahseden kişi, Yunan tarihçi Herodot’tur. Herodot, Trakların Pers İmparatoru Darius ile savaşını anlatır ve Romanya topraklarında bulunan Trak halkının kurduğu Daçya Krallığı hakkında bilgi verir. Herodot’un bahsettiği Daçyalılar, MS 2. yüzyılın başında Roma İmparatoru Trajan tarafından yenilgiye uğratılır ve toprakları imparatorluğun eyaleti olur. Altın, gümüş gibi yer altı kaynakları açısından zengin olan bölge, Roma döneminde önemli bir merkez haline gelir. Birçok Romalının bölgeye yerleşmesiyle Latince eski Rumenceye büyük ölçüde şekil vermeye başlar. 3. yüzyıla gelindiğinde barbar istilaları sonucu dağılmaya başlayan Roma İmparatorluğu coğrafi zorluk nedeniyle Daçya eyaletini koruyamaz ve Daçya, imparatorluğun terk ettiği ilk toprağı olur. Erken Dönem Orta Çağ boyunca Gotlar, Hunlar, Avarlar, ardından Macar, Peçenek, Kuman ve Tatarlar gibi birçok kavmin istila ettiği topraklar ancak Orta Çağ’da tekrar bir araya getirilir. İlk kez 14. yüzyılda iki güçlü prenslik kurulur: Eflak ve Boğdan. Osmanlıların Trakya’da ilerlemesi sonucunda Eflak Prensliği 15. yüzyıldan itibaren Osmanlı egemenliğine girer. Eflak’ın en büyük prenslerinden Kazıklı Voyvoda lakabıyla bilinen III. Vlad, Osmanlılarla uzun süre mücadele eder. III. Vlad’ın kanlı dönemi 19. yüzyılda Bram Stoker’ın Drakula romanına ve onun popüler kültürdeki birçok temsiline ilham kaynağı olmuştur. 28 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI Diğer beylik olan Boğdan’ın en ünlü prensi ise Büyük Ştefan olarak da bilinen III. Ştefan’dır. Osmanlılara karşı birçok savaşta başarı gösteren Boğdan Prensi, 47 yıl boyunca hüküm sürer. Ancak onun ölümünden sonra 16. yüzyılda Boğdan toprakları Osmanlı egemenliğine girer. Modern Moldova’da ulusal kahraman kabul edilen III. Ştefan, hâlâ en çok saygı duyulan tarihî figürlerden biridir. Bugün Transilvanya veya Erdel de denilen, Romanya’nın kuzey batısında yer alan topraklar ise 16. yüzyıla kadar Macar egemenliği altındaydı. Mohaç Savaşı sonrası Romanya topraklarındaki diğer iki prenslik gibi Erdel Prensliği de Osmanlı hakimiyetine girdi. Osmanlılar döneminde Eflak ve Boğdan büyük ölçüde idarede serbest bırakılır. Beyliklerin voyvodaları padişah tarafından atanmasına rağmen vergi, askerî yardım ve tarımsal ürün ithali dışında yönetime karışılmaz. Bu açıdan Romanya’da, Rumeli’de olduğu gibi Osmanlı izlerinin görülebileceği Üsküp, Belgrad, Sofya ya da Selanik muadili bir şehre rastlamak mümkün değildir. Osmanlılar bölgeye yerleşmediği için kayda değer kültürel bir etkiden de bahsedemiyoruz. EFLAK’IN EN BÜYÜK PRENSLERINDEN “KAZIKLI VOYVODA” LAKAPLI III. VLAD, OSMANLILARLA UZUN SÜRE MÜCADELE EDER. III. VLAD’IN KANLI DÖNEMI 19. YÜZYILDA BRAM STOKER’IN DRAKULA ROMANINA VE ONUN POPÜLER KÜLTÜRDEKI BIRÇOK TEMSILINE ILHAM KAYNAĞI OLMUŞTUR. 1859’da Birleşik Prenslikler oluşuyor 18. yüzyıldan itibaren güçlenen Çarlık Rusyası’nın Balkanlar’daki siyasetinin bir parçası olarak Romanya toprakları Türk-Rus çekişmesine sahne olur. Osmanlı’nın atadığı Fenerli Rumlardan biri olan Boğdan Beyi Dimitri Kantemiroğlu’nun Rus Çarı Büyük Petro ile ittifak kurmasıyla Rumen prensler ve Osmanlı arasındaki ilişki bozulmaya başlar. Osmanlılar her ne kadar 1710’daki Prut Savaşı’nda Boğdan-Rus ittifakını mağlup etse de 19. yüzyılın başında bölgede toprak kaybetmeye başlarlar. Avrupa’yı ve kolonileri kasıp kavuran Napolyon Savaşları’nın bir uzantısı olarak Rusya ve Osmanlı 1806-1812 yılları arasında karşı karşıya gelir. Rus zaferi ile sonuçlanan bu muharebelerin ardından imzalanan Bükreş Anlaşması’yla Osmanlılar Besarabya bölgesini Ruslara bırakırlar. 1828-1829 yıllarında bir kez daha karşı karşıya gelen kuvvetlerin imzaladıkları Edirne Anlaşması gereğince Eflak ve Boğdan iki sene süreyle Osmanlı’ya vergi vermeyecek ve eskiden Osmanlı’ya gönderdikleri hububat, kereste gibi mamulleri yollamayacaklardır. Osmanlıların egemenliğini ciddi anlamda sınırlayan bu anlaşmanın ardından Eflak ve Boğdan Rusya tarafından işgal edilir. III. Vlad Kırım Savaşı’nda bir kez daha karşı karşıya gelen Rusya ve Osmanlı, savaşın ardından imzalanan 1856 Paris Anlaşması’nın hükümlerine bağlı olarak her iki beyliğe de birer millî meclis kurulmasını kabul eder. Aynı anlaşma hiçbir ülkenin beyliklerin iç işlerine karışmayacağını taahhüt eder. Bu özerklik atmosferi kısa sürede iki beyliğin parlamentolarında birleşme yanlısı fikirlerin baskınlık kazanmasına ortam sağlar. 1859 yılında Alexandru Cuza önderliğinde iki beylik birleşerek Birleşik Prenslikler’i oluşturur. 93 Harbi’ne kadar Osmanlı egemenliği altında kalan Romanya Prensliği, 1878 Berlin Anlaşması’yla bağımsızlığını kazanır. Rusya ise Bükreş Anlaşması ile elde ettiği Besarabya bölgesini Prenslik’e devretmez. III. Ştefan 29 ROMANYA, VERSAY BARIŞ ANLAŞMASI’NDA BUKOVINA VE TRANSILVANYA BÖLGESINI DE HAKIMIYETI ALTINA ALARAK BIR KEZ DAHA DEVLETIN TOPRAKLARINI GENIŞLETIR. İKI SAVAŞ ARASI DÖNEMDE ROMANYA’NIN GENIŞLEMESINE ATFEN “BÜYÜK ROMANYA” ISMI DE KULLANILMAKTADIR. 20. yüzyıla yaklaşırken ilan edilen Romanya Krallığı, Balkan Savaşları sonunda Bulgaristan’dan Güney Dobruca bölgesini alarak sınırlarını genişletti. Birinci Dünya Savaşı’nda önce Almanya tarafından işgal edilmesine rağmen savaşın akıbeti Almanların aleyhine gelişince Romanya, Versay Barış Anlaşması’nda Bukovina ve Transilvanya bölgesini de hakimiyeti altına alarak bir kez daha devletin topraklarını genişletmiş oldu. İki savaş arası dönemde Romanya’nın genişlemesine atfen “Büyük Romanya” ismi de kullanılmaktadır. Reform hareketleri ve Çavuşesku döneminin sonu Kral II. Carol 30 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kalmak isteyen Romanya, 1940 yılında Sovyetler Birliği’nden aldığı bir ültimatom gereği Besarabya ve Kuzey Bukovina topraklarını SSCB’ye teslim etti. Kral II. Carol’un bu hamlesi ülkesinde diplomatik bir başarısızlık olarak algılandı ve çok tepki çekti. İtibarını yitiren kral, General Ion Antonescu önderliğindeki askerî darbeyle devrildi. Yönetime el koyan Ion Antonescu, hedef tahtasında bulunan II. Carol’un kaybettiği toprakları geri almak için Nazi Almanyası safında İkinci Dünya Savaşı’na katılma kararı aldı. General Ion Antonescu’nun Nazi müttefiki faşist rejimi 1944 yılında Kızıl Ordu’nun Romanya’ya girmesiyle son buldu. 1989 YILINDA ROMANYA’NIN TEMEŞVAR KENTINDE MUHALIF GÖSTERILER BAŞLADI. GÖSTERILERI ŞIDDETLE BASTIRMAYA ÇALIŞAN ÇAVUŞESKU YÖNETIMI ORDUNUN MUHALIFLERI DESTEKLEMESIYLE TAMAMEN YIKILDI. ÇAVUŞESKU VE EŞI ISE KAÇMAYA ÇALIŞIRKEN YAKALANIP YARGILANARAK KURŞUNA DIZILDI. Gheorghe Gheorghiu-Dej Savaşın ardından 1947 yılında Romanya Sosyalist Cumhuriyeti ilan edildi. Gheorghe Gheorghiu-Dej yönetimindeki Sosyalist Cumhuriyet başta iktisadi saha olmak üzere Sovyetler’le sıkı ilişkiler içerisine girdi. Romanya, 1955 yılında da Varşova Paktı’na katıldı. Sovyetler’de Stalin döneminin sona ermesinin ardından Romanya Devlet Başkanı Gheorghiu-Dej, Yugoslavya ile yeniden ilişki kurdu ve ülkesindeki Sovyet kuvvetlerini çekilmeye zorladı. Gheorghiu-Dej’in ölümünden sonra parti genel sekreterliğine getirilen Nikolay Çavuşesku, yeni bir anayasa hazırladı. 1967 yılında devlet başkanı da olan Çavuşesku bu dönemde devlette ve parti içinde konumunu gitgide pekiştirdi. Nihayet 1974 yılında bir anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanlığı makamı oluşturan Çavuşesku, parlamento tarafından cumhurbaşkanlığına seçildi. Bu tarihten itibaren devlete dair tüm yetkileri elinde bulunduran lider, muhalefete ve reformcu kitlelere karşı katı politikalar izledi. 80’li yıllarda Doğu Bloku ülkelerinde başlayan reform hareketleri etkisini Romanya’da da gösterdi. En sonunda 1989 yılında Romanya’nın Temeşvar kentinde muhalif gösteriler başladı. Gösterileri şiddetle bastırmaya çalışan Çavuşesku yönetimi ordunun Nikolay Çavuşesku muhalifleri desteklemesiyle tamamen yıkıldı. Çavuşesku ve eşi ise kaçmaya çalışırken yakalanıp yargılanarak kurşuna dizildi. Doğu Bloku sosyalist rejimlerinin dağılma sürecindeki tek kanlı değişimin yaşandığı Romanya Devrimi’nin ardından modern Romanya Cumhuriyeti ilan edildi. Eski bir Sovyet müttefiki olan ülke, devrimden sonra hızla Batı dünyası ile entegre olmaya başladı. 2004 yılında NATO’ya katılan Romanya Cumhuriyeti, 2007’de ise Avrupa Birliği üyesi oldu. 31 ALI ILIKSOY: TÜRKIYE, AVRUPA BIRLIĞI NORMLARINA UYGUN YENI BIR ANAYASAYA KAVUŞMALIDIR RÖPORTAJ VE FOTOĞRAFLAR: SONGÜL BAŞ TBMM ESKI BAŞKANVEKILI ALI ILIKSOY, FARKLI DÜŞÜNCELERIN ÖZGÜRCE IFADE EDILEBILMESININ DEMOKRASININ BIR GEREĞI OLDUĞUNU BELIRTEREK, “TOPLUMSAL GERGINLIK YAŞANMAMASI VE MECLIS ÇALIŞMALARI SIRASINDA ÜZÜCÜ OLAYLARLA KARŞILAŞILMAMASI IÇIN DEMOKRASI KÜLTÜRÜMÜZÜN GELIŞMESI GEREKIYOR” DIYOR. 32 RÖPORTAJ “B ir devir kapandı” diye yazıyordu gazeteler. “12 Eylül darbesinin mimarı” Kenan Evren’in vefat ettiğini duyuruyordu haberler. Demokrasinin 35 yıl önce uğradığı ağır hasarın bilançosunu çıkarıyordu televizyon ekranında yorumcular... 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in vefatının konuşulduğu bir günde buluştuk Ali Ilıksoy’la. Meclis’teki televizyonda 12 Eylül dönemine ait görüntüler birbiri ardına akıp giderken başladı sohbetimiz. Tecrübeli siyasetçi, Türkiye’nin demokrasi serüveni ve ülke gündemine dair değerlendirmelerde bulunduğu röportajımız sırasında hayat ve siyaset yolculuğunun dönüm noktalarını da paylaştı. Ali Ilıksoy 1954 Pazarcık doğumlu. Çocukluk ve ilk gençlik yılları “Edeler Diyarı” Kahramanmaraş’ta geçiyor. 1970’lerde Türkiye’deki devrimci gençlik hareketleri, siyasi görüşünün şekillenmesinde etkili oluyor. Kahramanmaraş Lisesi’ni bitirdiği günlerde Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam edildiğini belirten Ali Ilıksoy, “O yıllarda üzerimizde gençlik heyecanı ve ülkedeki sol dalganın etkisi vardı. Ben aşırı uçta değil, sosyal demokrat siyaset anlayışına yakın bir yerde duruyordum. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okurken 1977 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin sandık temsilcisi olarak görev yapmıştım” diyor. Gençlik yılları 1980 öncesi döneme denk gelen Ilıksoy, o günleri şu sözlerle anlatıyor: “12 Eylül öncesinde Türkiye’de yoğun bir anarşi ortamı vardı. Her gün birkaç gencin öldürüldüğü haberi duyuluyordu. Anne-babalar ‘çocuğum sağ salim eve gelecek mi?’ diye endişe ediyordu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okurken cenaze eylemlerinden birine katılmıştım; yüz binler sokaktaydı, bu kadar büyük kitle eylemini ilk defa orada görmüştüm. Bir gün Aksaray’daki kıraathanede otururken gözümüzün önünde öldürülen gençleri hatırlıyorum. Aynı silahla öğleden önce bir ülkücünün, öğleden sonra bir devrimcinin öldürüldüğü günleri yaşadık. Ülkedeki bu atmosferi kim veya kimlerin yarattığı, elbette sorgulanması gereken ayrı bir konu.” Ali Ilıksoy, üniversiteden mezun olduktan sonra hakimlik mesleğine adım atıyor. 1984 yılında bu görevden ayrılarak avukatlık yapmaya başlıyor ve 1986’da Sosyaldemokrat Halkçı Parti’ye (SHP) üye oluyor. Siyaset yolculuğunu 1995 yılından itibaren Demokratik Sol Parti’de sürdüren Ilıksoy, DSP ile yollarının nasıl kesiştiğini şöyle anlatıyor: “Bir gün Sayın Mustafa Yılmaz ofisime geldi. Kendisi SHP’den ayrılıp DSP’ye katılmış ve Parti Meclisi üyesi olmuştu. DSP’li bazı yöneticilerin de bulunduğu görüşme sırasında Sayın Yılmaz benimle birlikte siyaset yapmayı istediklerini söyledi. Seçimlerde aday olması halinde kendisini destekleyeceğimi, ama tekrar siyasete girmeyi düşünmediğimi söylesem de ısrarları neticesinde DSP’ye üye oldum. Birkaç ay sonra seçim kararı alındı ve Sayın Yılmaz’la birlikte 1995 seçimlerinde Gaziantep’ten milletvekili adayı olduk. O dönemde DSP’nin oyu Gaziantep’te bir milletvekili bile çıkarmaya yetmezken biz Sayın Yılmaz’la beraber sıkı bir çalışma yürüterek iki milletvekilliği alma başarısı elde ettik.” “Farklı görüşlere saygı ve hoşgörüyle yaklaşabilmeliyiz” Tecrübeli siyasetçi, 24 Aralık 1995 ve 18 Nisan 1999 tarihlerindeki genel seçimlerin ardından DSP Gaziantep Milletvekili olarak Meclis çatısı altında yer alıyor. Ali Ilıksoy, Türkiye’nin koalisyon dönemlerini yaşadığı o yıllarda ANAYOL, REFAHYOL, ANASOL-D hükümetlerinin ardından DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit tarafından kurulan azınlık hükümetinde Bayındırlık ve İskan Bakanı olarak görev alıyor. Ilıksoy o günleri konuşurken “Meclis’te çok parçalı bir yapı vardı. Bu duruma siyasi partilerin kendi içlerindeki birtakım sıkıntıları da eklenince hükümetlerin güvenoyu alıp alamamasında birkaç oy belirleyici olabiliyordu” diyor. Tecrübeli siyasetçi, bakanlık görevinde bulunduğu 56. Hükümet’in kuruluş süreciyle ilgili bir anısını ise şöyle anlatıyor: “O dönemde DSP Grup Başkanvekiliydim. Rahmetli Bülent Ecevit, bir gün Sayın Hüsamettin Özkan vasıtasıyla grup başkanvekillerini makam odasında toplantıya çağırdı. Konu azınlık hükümetiyle ilgiliydi. Sayın Bülent Ecevit, Sayın Tansu Çiller’in kendisini ziyarete geleceğini ve 33 “BIZIM DÖNEMIMIZDE MECLIS’TEKI ÇOK PARÇALI YAPI IÇERISINDE ELBETTE GÖRÜŞ FARKLILIKLARI ÖN PLANA ÇIKIYORDU, BIRTAKIM OLUMSUZLUKLAR YAŞANIYORDU, AMA KARŞILIKLI DIYALOG VE ANLAYIŞ SAYESINDE SORUNLAR BUGÜNKÜNE GÖRE DAHA KOLAY AŞILABILIYORDU.” muhtemelen partimizin bir azınlık hükümeti kuracağını söyledi. Nitekim Sayın Çiller ve arkadaşları, ziyaret sırasında Sayın Ecevit’in başkanlığında kurulacak bir azınlık hükümetine destek vereceklerini, tek şartlarının ise daha önceden belirlendiği gibi 18 Nisan 1999 tarihinde erken genel seçimlerin yapılması olduğunu söylediler. Bu mutabakatın ardından Ocak 1999’da DSP azınlık hükümeti kurularak güvenoyu aldı.” Ali Ilıksoy, yaklaşık dört buçuk ay görev yapan 56. Hükümet dönemiyle ilgili değerlendirmelerini sorduğumuzda, “Hükümetimizin yaptığı en önemli düzenlemelerden biri devlet memuriyetine girişte sınav ve liyakatin esas alınmasıydı. Hiç kimseye karşı kayırmacı bir anlayış içinde olunmadı. Mevcut bürokratların istihdam edilmesinde kararlılık gösterildi” yanıtını veriyor. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı görevini üstlendiği sırada İzmit Körfez Geçişi Projesi’nin gündemde olduğunu ve üç büyük firmanın bu konuda verdiği teklifler bulunduğunu belirten Ilıksoy, “Bakanlığa geldiğimde proje ihalesiyle ilgili çalışmaların durması gerektiğini ifade ettim. Çünkü ülkeyi birkaç ay sonra erken seçime götürecek bir azınlık hükümetinde yer alıyordum ve kısa bir süre için bakanlık görevini üstlenmiştim. Bu nedenle bu önemli projeyle ilgili kararın seçimlerin ardından kurulacak hükümet döneminde verilmesinin daha doğru olacağını düşündüm. Neticede ihaleyi onaylayıp onaylamamaktansa askıya almayı uygun gördüm” diyor. Tecrübeli siyasetçi, 1999 seçimlerinin ardından 21. Dönem’de TBMM Başkanvekilliği yapıyor. Bu önemli görevi üstlendiği dönemde Meclis’te beş siyasi partinin temsil edildiğini anımsatan Ali Ilıksoy, “Bu çok parçalı yapı içerisinde elbette görüş farklılıkları ön plana çıkıyordu, birtakım olumsuzluklar yaşanıyordu, ama karşılıklı diyalog ve anlayış sayesinde sorunlar bugünküne göre daha kolay aşılabiliyordu. 24. Yasama Dönemi’nin son zamanlarında Genel Kurul’da ne kadar gergin bir süreç yaşandığını hepimiz hatırlıyoruz. Bu tür üzücü olaylar karşımızdaki kişinin düşüncesine saygı ve hoşgörüyle yaklaşamadığımızın bir göstergesi. Demokrasi kültürünün geliştiği ülkelerde herkes düşüncesini rahatlıkla ifade edebiliyor. Gönül ister ki biz de demokrasisi gelişmiş ülkeler arasındaki yerimizi alalım ve bir daha bu tür olumsuzluklar yaşamayalım. İnşallah 34 RÖPORTAJ 25. Yasama Dönemi’nde topluma ve diğer ülke parlamentolarına örnek olacak bir çalışma ortamı içerisinde olunur” yorumunu yapıyor. Ilıksoy, TBMM Başkanvekilliği döneminden unutamadığı bir olayı sorduğumuzda ise 2001 yılında DYP Şanlıurfa Milletvekili Fevzi Şıhanlıoğlu’nun Genel Kurul’daki kavga sonrasında kalp krizi geçirip hayatını kaybettiğini anımsatarak şunları söylüyor: “İçtüzük değişikliği görüşmeleri tartışmalı geçiyordu. Başkanlık kürsüsünün önünde milletvekilleri arasında gerilimli anlar yaşanıyordu. O sırada yumruklaşmalar oldu, rahmetli Fevzi Şıhanlıoğlu’nun yere düştüğünü gördük. Arkadaşlar kendisini dışarı çıkardılar, daha sonra maalesef o acı haberi aldık. Hatırlayacağınız gibi 24. Yasama Dönemi’nin son günlerinde Meclis’teki tartışmalar sırasında yere düşerek yaralanan milletvekilleri oldu, çok daha kötü sonuçlar doğabilirdi. Birbirimizin düşüncesine tahammül göstermeyi öğrenemediğimiz sürece bu tür üzücü olaylar yaşanmaya devam eder. O nedenle zihinsel yapımızın değişmesi ve demokrasi kültürümüzün gelişmesi gerekiyor.” “GEÇMIŞTE YAŞANANLARDAN DERS ÇIKARARAK GELECEĞE YÜRÜMEK GEREKIYOR. İNŞALLAH TÜRKIYE’YI DEMOKRASISI GÜÇLENEN ÜLKELER STATÜSÜNE ULAŞTIRACAK ADIMLAR ATILIR, GELECEĞI EN IYI ŞEKILDE INŞA EDECEK PROJELER ORTAYA KONULUR.” “Bizim dönemimizde çok önemli anayasa değişiklikleri yapıldı” Ali Ilıksoy’la röportajımız sırasında “siyasetin olmazsa olmazları”nı da konuşuyoruz. Siyaset hayatı boyunca ilkeli ve dürüst olmayı ön planda tuttuğunu ifade eden Ilıksoy, “Biz Demokratik Sol Parti’de siyaset yaptık. Genel Başkanımız rahmetli Bülent Ecevit dürüstlüğe, tutarlılığa, kimseye zarar vermemeye özen gösterilmesine büyük önem verirdi. Eğer dürüstlüğünüzle ilgili bir şüphe söz konusu olursa Sayın Ecevit’le birlikte siyaset yapma şansınız kalmazdı. 1995’ten itibaren yer aldığım Demokratik Sol Parti’de milletvekilliği, grup başkanvekilliği, bakanlık, TBMM Başkanvekilliği gibi çok önemli görevler üstlendim. Bu görev ve makamların gereğini yerine getirmek için çok çaba harcadım. O yoğun çalışma dönemlerinde çoluğumdan çocuğumdan ayrı kaldım, ama ülkeye hizmet etme konusunda üzerime düşeni bihakkın yerine getirmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum” diye konuşuyor. Tecrübeli siyasetçiye ülke gündemindeki konularla ilgili değerlendirmelerini de soruyoruz. Öncelikle geçen yasama döneminde siyasi partilerin üzerinde uzlaşma sağlayamadığı yeni anayasa çalışmalarına değinen Ali Ilıksoy, “İktidar partisi, koalisyon dönemlerini çeşitli gerekçelerle eleştiriyor, ama bunu yaparken göz ardı ettiği bir konu var. Son 13 yıldır Türkiye’de bir parti tek başına iktidar olmasına rağmen anayasa değişikliği konusunda bizim dönemimizde yapılan çalışmalara henüz ulaşılamamıştır. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin çokça eleştirdiği koalisyon döneminde Demokratik Sol Parti’nin öncülüğüyle siyasi partiler arasında uzlaşma temin edilerek çok ciddi anayasa değişiklikleri yapılmıştır. O günkü çok parçalı Meclis yapısında, dönemin zor koşullarında bir uzlaşma sağlayabilmiş olmak ayrı bir önem taşımaktadır. 24. Yasama Dönemi’ndeki yeni anayasa hazırlık çalışmaları sırasında iktidar partisi başkanlık sisteminde ısrarcı olmasaydı Avrupa Birliği normlarına yakın değişiklikler yapılabilirdi. 25. Yasama Dönemi’nde bu konunun tekrar gündeme alınması gerekiyor. Bugün hem 12 Eylül dönemini eleştirip Kenan Evren’in cenaze törenine katılmamak hem de darbe anayasasıyla ülkeyi yönetmek bir tenakuzdur. Yeni anayasa konusunda toplumun da desteği ve beklentisi bulunuyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği normlarına uygun yeni bir anayasaya kavuşması benim de en büyük özlemim. Şunu da ifade etmek isterim ki, hiçbir iktidar öfke ve tepkiyle hareket ederek yasal düzenleme yapmamalıdır. Çünkü bu tür düzenlemeler toplumda kutuplaşmaya yol açıyor ve maalesef ülkenin gelişmesine zarar veriyor” diyor. Ilıksoy, yüzde 10 seçim barajına da değinerek “Biz Demokratik Sol Parti olarak seçim barajıyla ilgili bir değişiklik girişiminde bulunduğumuz dönemde ‘Siz barajdan korkuyorsunuz’ dediler. Elbette baraj korkumuz yoktu, biz farklı toplum kesimlerinin, farklı düşüncelerin ve siyasi görüşlerin parlamentoda temsil edilebilmesini arzu etmiştik. Bugün yüzde 10 seçim barajı üzerindeki tartışmalar haklılığımızı ve o günkü girişimimizin doğruluğunu ortaya koyuyor” değerlendirmesinde bulunuyor. Türkiye’nin zor dönemlerden geçerek bugünlere geldiğini ifade eden tecrübeli siyasetçi, “Geçmişte yaşananlardan ders çıkararak geleceğe yürümek gerekiyor. İnşallah Türkiye’yi demokrasisi güçlenen ülkeler statüsüne ulaştıracak adımlar atılır, geleceği en iyi şekilde inşa edecek projeler ortaya konulur” diyor. Ali Ilıksoy 2002 yılından bu yana Meclis çatısı altında yer almıyor. Aktif siyaset hayatının ardından zamanını nasıl geçirdiğini sorduğumuz Ilıksoy, “Hem emeklilik dönemimi yaşıyorum hem de Kahramanmaraş’ta babadan kalma tarlamızda elma ve erik yetiştiriciliği yapıyorum. Ağaçla, toprakla, doğayla iç içe olmak, temiz hava solumak insanı rahatlatıyor, huzur veriyor” diye konuşuyor. 35 DOÇ. DR. ABDULHEKIM KOÇIN: TBMM BAŞKANLIĞI, 95 YILDIR ARŞIVINDE MUHAFAZA ETTIĞI İSTIKLAL MAHKEMELERI BELGELERINI ARAŞTIRMACILARIN HIZMETINE SUNARAK ÇOK ÖNEMLI BIR ÇALIŞMAYA IMZA ATMIŞTIR SÖYLEŞI: ZEYNEP YIĞIT KÜTÜPHANE VE ARŞIV HIZMETLERI BAŞKAN YARDIMCISI VE İSTIKLAL MAHKEMELERI PROJE KOORDINATÖRÜ DOÇ. DR. ABDULHEKIM KOÇIN ILE TBMM ARŞIVINDE YER ALAN İSTIKLAL MAHKEMELERI BELGELERINI VE BU BELGELERIN KAMUOYUNA AÇILMA SÜRECINI KONUŞTUK. 36 SÖYLEŞI TBMM arşivinde İstiklal Mahkemeleri ile ilgili ne tür belgeler bulunuyor? Türkiye Büyük Millet Meclisi arşivinde evrakı bulunan İstiklal Mahkemeleri alfabetik olarak şu şekilde sıralanabilir: Amasya, Ankara-1, Ankara-2, Elcezire, Eskişehir, Isparta, İstanbul, Kastamonu, Konya, Pozantı, Şark ve Yozgat İstiklal Mahkemeleri. Arşivimizde bu 12 mahkemeye ait, 874 klasör, 1471 dosya, 159 defter olmak üzere toplam 914 bin 695 sayfa evrak yer almaktadır. Bu rakama Osmanlıca, Rumca, Ermenice, Fransızca, İngilizce, Arapça dillerinde defter, kitap, gazete, telgraf, mecmua, mektup ve belgeler dahildir. Evrakın önemli bir kısmı mahkeme karar ve zabıtlarıdır. Bunların dışındakiler ise mahkemelerle ilgili yazışmalar, jandarma ve polis karakollarında alınan ifadeler, şahitlerin ifadeleri, mahkemenin beyannamesi gibi çeşitli belgeler ve kayıt defteridir. Bu belgeler mahkemeler bittikten sonra TBMM’ye teslim edilmiştir. Dolayısıyla başka yerlerden derlenmiş belgeler değildir. TBMM arşivindeki İstiklal Mahkemeleri belgelerinin kamuoyuna açılmasına yönelik çalışmalar hangi amaçlarla ve ne zaman başlatıldı? Malumunuz olduğu üzere, tarih uzun bir yürüyüştür. Tarihî belgeler ise bir milletin tarihindeki yürüyüşünü gösterir. Yaklaşık beş yıldır üzerinde dikkatle çalıştığımız İstiklal Mahkemeleri’ne ait belgeler, bu yürüyüşün çok önemli bir dönemine aittir. Söz konusu bu belgeler, işleme girdiği dönemden bugüne kadar 100 yıla yakın bir süredir arşivimizde özenle muhafaza edilmektedir. İstiklal Mahkemeleri’ne ait bu belgeler üzerinde daha önceki dönemlerde kimi zaman verilen izinlerle bazı incelemeler yapılmış, ancak bunlar çok sınırlı kalmıştır. Aynı şekilde söz konusu evrakın çalışmaya başladığımız tarihe kadar bir indeksi, bilimsel metotlara uygun, doğru dürüst bir tasnifi de yapılamamıştır. Biz bugüne kadar gerçekleştirilmeyen bu çalışmaları büyük bir özveriyle yaptık. Amacımız, araştırmacıların önüne doğru belgeler koymak, bundan sonra bu konuda konuşacak ya da yazacak olan araştırmacıların bu bilgiler ışığında değerlendirme yapmalarını sağlamaktır. İstiklal Mahkemeleri Dosyaları üzerinde bu anlamda bir çalışmaya 11 Mart 2010 tarihinde dönemin TBMM Başkanı Sayın Mehmet Ali Şahin’in Olur’uyla başlandı. Başkanlığı İdari Teşkilat Kanunu ile Genel Evrak ve Arşiv Müdürlüğü ile Kütüphane Müdürlüğü birleştirildi. Yapılanma çerçevesinde oluşturulan Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı, İstiklal Mahkemeleri ile ilgili çalışmaları hızlandırdı. Arşivden Sorumlu Başkan Yardımcılığı olarak tarafımızdan “İstiklal Mahkemeleri Tasnif, İndeks ve Elektronik Ortama Aktarma” işi müstakil bir projeye dönüştürüldü ve proje TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek’in onayıyla uygulamaya konuldu. Bu kapsamda öncelikle projenin sağlıklı yürütülebilmesi için iş tanımları ve iş bölümü yapıldı. Kurum içerisinde lisans eğitiminde Osmanlı Türkçesi dersleri alan personel ve düzenlenen Osmanlıca eğitiminde başarılı olan çalışanlar da oluşturulan proje ekibine katıldı. Çalışmaların ilk safhasında İstiklal Mahkemeleri’ne ait dosya içerikleri açılmadan defter ve klasörlerin envanteri çıkarıldı, evrak sayımı yapıldı. Envanter çıkarma ve evrak sayımı yaklaşık 15 ayda tamamlanabildi. Envanter çalışmaları sırasında 12 İstiklal Mahkemesi’ne ait toplam 1471 dosya incelendi. Dosyalar içerisinde 914 bin 695 İzmir İstiklal Mahkemesi Heyeti Çalışmalar kapsamında nasıl bir süreç yürütüldü? İlk iş olarak yapılması gereken işler planlandı. Bu kapsamda 24 Aralık 2010 tarihinde dosyaların içerik envanterini tespit amacıyla sayım çalışmaları başlatılarak 6 Eylül 2011 tarihinde tamamlandı. 18 Aralık 2011’de yürürlüğe giren Türkiye Büyük Millet Meclisi İzmir İstiklal Mahkemesi-Elhamra Sineması Salonu 37 “İSTIKLAL MAHKEMELERI ILE ILGILI KITAP ÇALIŞMASININ ILK ÜÇ CILDI TAMAMLANDI VE TBMM BAŞKANI SAYIN CEMIL ÇIÇEK TARAFINDAN 17 NISAN 2015 TARIHINDE BASINA TANITILDI. BU KITAPLAR VE IŞLEMLERI TAMAMLANAN MAHKEMELERE AIT BÜTÜN BELGE VE OBJELER AYNI ZAMANDA INTERNET ORTAMINDA ERIŞIME AÇILARAK ARAŞTIRMACILARIN HIZMETINE SUNULDU.” sayfadan oluşan 874 klasörün olduğu tespit edildi. Ayrıca çok sayıda Osmanlıca, Rumca, Ermenice, Fransızca, İngilizce, Arapça dillerinde defter, kitap, gazete, telgraf, mecmua, mektup ve çeşitli belgeler de tasnif edildi. Araştırmalar sırasında İstiklal Mahkemeleri’ne ait, Esas, Karar, Varide, Sadıra, Zimmet, Şifre, Müsvedde, Dosya, Bordro, Hesap, Mevkuf, Talik, Aza İntihap, Muhabere, Eşya-yı Cürmüye gibi belgelerin bulunduğu 159 kayıt defteri de tek tek sınıflandırıldı. Tarih açısından çok kıymetli olan bu defterlerin toplam sayfa sayısı 21 bin 13’tür. Envanter çalışmaları tamamlandıktan sonra karar defterlerinin günümüz alfabesine aktarımına başlandı. A3 ebatlı ve 5 bin 182 sayfa olan 26 adet karar defterinin 12 bin 818 word sayfasından oluşan çevirisi Temmuz 2012 tarihinde tamamlandı. 38 SÖYLEŞI İçerisinde İstiklal Mahkemeleri’ne ait yargı kararlarının özetinin yer aldığı Osmanlıca karar defterlerinin yeni Türk harflerine aktarımının tamamlanmasını müteakip defterlerin kontrolü ve çapraz okumalarının yapılması için yine aynı çalışma grubu içerisinden ikişer kişilik dört ayrı kontrol ekibi oluşturuldu. İstiklal Mahkemeleri’nin karar defterlerinin çapraz okumaları kontrol ekibi tarafından 31 Mayıs 2013 tarihinde tamamlandı. Mahkemelerin dosya muhteviyatının bilimsel tasnif, kataloglama ve elektronik ortama aktarılma aşamalarını doğru planlamak ve bir yol haritası çıkarmak için Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı Cumhuriyet Arşivi Daire Başkanlığı ile İstanbul’da bulunan Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı’nda incelemeler yapıldı ve buralarda iş akış şemaları çerçevesinde uygulamalı olarak çalışmalarda bulunuldu. Osmanlıca çeviri ekibi Bu çerçevede bugüne kadar İstanbul İstiklal Mahkemesi’ne ait 8, Elcezire Mahkemesi’ne ait 77, Eskişehir İstiklal Mahkemesi’ne ait 230 ve Isparta İstiklal Mahkemeleri’ne ait 140 dosyanın tasnif, dijitalleştirilme, indeks çalışmaları ve kontrolleri tamamlanmıştır. Halen Şark İstiklal Mahkemesi’nin tasnif, dijitalleştirme ve indeks çalışmaları devam etmektedir. TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in düzenlediği basın toplantısında İstiklal Mahkemeleri belgeleriyle ilgili olarak yayımlanan ilk üç cilt kamuoyuyla paylaşıldı. Öncelikle bu üç ciltle ilgili bilgi verebilir misiniz? Belgelerin tasnif edilmeden önceki hali Sizin de belirttiğiniz gibi bugüne kadar İstiklal Mahkemeleri’ne ait kitap çalışmasının ilk üç cildi tamamlandı ve bu kitaplar TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek tarafından 17 Nisan 2015 tarihinde basına tanıtıldı. Söz konusu kitaplar ve içerisinde yer alan mahkemelere ait bütün belge ve objeler aynı zamanda internet ortamında erişime açıldı. Bunlar tabii ki TBMM Başkanı’nın yazılı Olur’larıyla oldu. Bu belgeler kitap olarak basılmadan ve internetten erişime açılmadan önce bu konuda Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’ndan uzman görüşü de alındı. Sözü edilen kitapların birinci cildinde, İstiklal Mahkemeleri’nin kuruluş gerekçeleri, bu mahkemelerde görev yapacak milletvekili Belgelerin tasnif edildikten sonra korunduğu compact raflar 39 “HER NE KADAR ZAMAN ZAMAN TBMM BAŞKANLIĞI TARAFINDAN VERILEN ÖZEL IZINLERLE KIMI ARAŞTIRMACILAR BU BELGELERIN BIR KISMIYLA ILGILI ÇALIŞMALARDA BULUNMUŞLARSA DA BU ÇOK SINIRLI KALMIŞTIR.” Kamuoyuyla paylaşılan belgeler arasında ön plana çıkanlar, tarihe ışık tutması bakımından özellikle dikkat çekenler hangileridir? Bu belgelerin tamamı bizim için önemlidir. Bu sebeple bunların önem sıralamasını tarihçilere bırakıyoruz. Belgeler yayımlanırken herhangi bir süzgeçten geçirildi mi, olduğu gibi mi kamuoyuna sunuldu? Yukarıda belirttiğim gibi, yayımladığımız ciltlerde İstanbul İstiklal Mahkemesi ile Elcezire İstiklal Mahkemesi’nin belgeleri yer almaktadır. Biz mahkemelerin belgelerini yayımlarken hiçbir ayrıma gitmedik. Bütün belge ve objeleri olduğu gibi yayımladık. üyelerin seçimi ve kısa biyografileri, yasal dayanaklarına göre İstiklal Mahkemeleri’nin karakteristik özellikleri, mahkemelerin görev alanları ve işleyiş tarzlarıyla ilgili bilgiler verildi. Ayrıca İstiklal Mahkemeleri’nin kuruluşuna dayanak teşkil eden kanunlar ve Meclis tutanakları da birinci ciltte yer aldı. İkinci ciltte İstanbul İstiklal Mahkemesi ile ilgili kısa bilgiler aktarıldıktan sonra mahkemenin karar defterinin orijinali ve çevirisi ile mahkeme zabıtlarının orijinallerine yer verildi. Ayrıca mahkemeye ait 8 dosya içerisindeki belgeler de DVD halinde ek olarak sunuldu. Üçüncü ciltte ise Elcezire İstiklal Mahkemesi’ne dair kısa bilgilerden sonra mahkemenin karar defterinin orijinali ve çevirisi ile mahkeme zabıtlarının orijinallerine yer verildi. Hacim olarak fazla olduğu için bu kitapta yer almayan belgelerin tamamı internetten erişime açıldı. Bundan sonra yayını tamamlanacak mahkemelerin dosyalarında bulunan evrak da yine hacim bakımından fazla olduğu için DVD olarak değil, internet ortamında hizmete sunulacaktır. 40 SÖYLEŞI İlk aşamada kamuoyuyla paylaşılacak mahkemelere ait belgeler belirlenirken nasıl bir yöntem izlendi? Kronolojik bir sıranın takip edilmesi veya özel bir tercihte bulunulması gibi durumlar söz konusu oldu mu? Kronolojik bir sıralama olmadı. İstiklal Mahkemeleri belgeleri üzerinde bu tarz bir çalışmanın daha önce gerçekleştirilmemiş olması nedeniyle hata yapmamak için hassasiyet gösterdik. Bu sebeple kısa süreli çalışan ve belgeleri daha az olan mahkemelerden başladık. Amacımız, çalışmanın bir yerinde hata yaptığımızda dönüp yeni baştan gözden geçirme imkanını bulmak ve daha az zaman harcamaktı. Okumada, tasnifte ve indeks çıkarmada artık uzmanlaştık. Bundan “İSTIKLAL MAHKEMELERI BELGELERI DENILDIĞINDE 914 BIN 695 SAYFA AKLIMIZA GELMELIDIR. BIZ BELGELERI TITIZ BIR ŞEKILDE TASNIF EDIP INDEKSLERINI YAPTIKTAN SONRA ERIŞIME AÇMAYA HAZIR HALE GETIRECEĞIZ.” sonra evrakın azlığı ya da fazlalığı çok önemli değil. Plan çerçevesinde çalışmalarımıza devam ediyoruz. İstiklal Mahkemeleri ile ilgili çalışma kamuoyunda nasıl yankı buldu? Bu belgeler, ilk kurulan mahkemeleri dikkate alacak olursak 95 yıldır TBMM arşivinde özenle muhafaza edilmektedir. Her ne kadar zaman zaman TBMM Başkanlığı tarafından verilen özel izinlerle kimi araştırmacılar bu belgelerin bir kısmıyla ilgili çalışmalarda bulunmuşlar ise de bu çok sınırlı kalmıştır. Bu sebeple yakın tarihimizin çok önemli bir sürecine ait olan bu belgeler kamuoyu tarafından en çok merak edilen belgelerdir. Dolayısıyla bu belgelerle, daha doğrusu bu çalışmalarımızla ilgili haberler basında sık sık yer aldı. Tanıtımın yapıldığı 17 Nisan 2015 tarihinden sonra da hemen hemen bütün görsel-basılı medyada detaylı bir şekilde yer verildi. Öyle ümit ediyorum ki bu çalışma, yakın tarihimizin aydınlatılmasına büyük bir katkı sağlayacaktır. Bu durum da bizi fazlasıyla memnun edecek, çektiğimiz sıkıntıları, yorgunlukları unutturacaktır. İstiklal Mahkemeleri belgeleriyle ilgili çalışmaların devam ettiğini biliyoruz. Yayımlanan ilk üç cilt, yürütülen çalışmaların ne kadarlık bir bölümünü oluşturuyor? Bu tabii ki bir başlangıç. Söyleşinin başında da belirttiğim gibi, TBMM arşivinde 12 İstiklal Mahkemesi’nin evrakı bulunmaktadır. Genel bilgilerin yer aldığı birinci cildin dışında yayımladığımız belgeler, İstanbul ve Elcezire mahkemelerine aittir. Daha 10 mahkemenin belgeleri yayımlanmadı. Kalanlardan ise iki tanesinin işlemleri tamamlanmış ve basım aşamasındadır. İlk üç cildi edinmek isteyenler ne tür bir yol izlemeli? TBMM yayınları malum olduğu üzere Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı’na bağlı Kültür ve Sanat Birimi tarafından satılmaktadır. İlgili birimden ücreti mukabilinde temin edilebilir. İstiklal Mahkemeleri ile ilgili çalışmaların ne zaman tamamlanması öngörülüyor? İstiklal Mahkemeleri belgeleri denildiğinde 914 bin 695 sayfa aklımıza gelmelidir. Bu kadar evrakın basılması ve erişime açılması tabii ki uzun süre alacaktır. Biz bunları titiz bir şekilde tasnif edip indekslerini yaptıktan sonra erişime açmaya çalışıyoruz. Öyle sanıyorum ki ne kadar fedakarlıkta bulunursak bulunalım projenin tamamlanması için yine de en az bir yasama dönemine ihtiyacımız var. Projede kaç kişi görev yapıyor? Proje Koordinatörü olarak beni saymazsanız, bu belgelerin tasnifi, Osmanlı Türkçesinden günümüz alfabesine çevirisi ve indeksi dokuz personel tarafından yapılmaktadır. Tamamı üniversite mezunu olan, bir kısmı da yüksek lisans ve doktora yapan bu arkadaşlarımız Mehmet Şahin, Kerim Akar, Hanefi Erkul, Ömer Kesikbaş, Eyüp Ertüren, Mustafa Çakmakçı, Özgür Yaydemir, Sebile Yıldız Aybak ve Ayfer Coşkun Tören’dir. Bu proje ekibinin dışında kitapların basım aşamasında teknik destek aldığımız arkadaşlarımız da oldu. Kitapların redaksiyonunu Dr. Necati Sungur, mizanpajını Işık Arslan ve Uğur Saçı yaptı. Bu isimlerin dışında Arşiv ve Dijital İşler birimlerindeki arkadaşlarımız, basım aşamasında başta Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler 41 “BUNDAN SONRA ISTIKLAL MAHKEMELERI KONUSUNDA KONUŞACAK YA DA YAZACAK OLANLAR BU BELGELER IŞIĞINDA DEĞERLENDIRME YAPACAKLARDIR. BU DA DOĞAL OLARAK TARIHIMIZI DOĞRU ÖĞRENMEMIZE VESILE OLACAKTIR.” Başkan Yardımcısı Musa Keskin olmak üzere matbaada çalışan arkadaşlarımız ve tanıtım filmlerinin hazırlanmasında TBMM TV’de görevli arkadaşlarımızdan destek aldık. Ayrıca idari büroda çalışan arkadaşlarımızın da katkılarını unutmamak gerekir. Bu arkadaşlarımızın her birine bu vesileyle emekleri için ayrı ayrı teşekkür ederim. Ayrıca 2010 yılında bu çalışmayı başlatan dönemin TBMM Başkanı Sayın Mehmet Ali Şahin’e, çalışmanın basımına ve internetten erişime açılmasına onay veren TBMM Başkanımız Sayın Cemil Çiçek’e, Genel Sekreterimiz Dr. İrfan Neziroğlu’na, ilgili Genel Sekreter Yardımcımız Dr. Kemal Kaya’ya, Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanımız Mehmet Toprak’a da teşekkür ederiz. Son olarak, bu çalışmanın başlatıldığı sırada Genel Evrak ve Arşiv Müdür Yardımcılığı görevinde bulunan ve projeye katkı veren Dr. Necmettin Yurtseven’e de emeklerinden dolayı teşekkür ederiz. Projenin koordinatörlüğünü yürüten kişi olarak, İstiklal Mahkemeleri ile ilgili arşiv çalışmalarının önemine ilişkin neler söylemek istersiniz? HAKİMİYET-İ MİLLİYE: 9 Kanunievvel 1339 (9 Aralık 1923) Numara:988 İstanbul’a Bir İstiklal Mahkemesi Gidiyor 42 SÖYLEŞI AKŞAM: 11 Kanunievvel 1339 (11 Aralık 1923) Numara:1860 İstiklal Mahkemesi Bugün İstanbul’a Geldi, Mahkeme İstanbul Ahalisine Beyanname Neşredecektir Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, İstiklal Mahkemeleri ile ilgili 95 yıldır arşivde muhafaza edilen belgeleri araştırmacılara açmaya karar vererek Cumhuriyet tarihi açısından çok önemli bir çalışmaya imza atmıştır. Bu çalışma ile birlikte yüzlerce araştırmacıya orijinal belge sunulmuş olacaktır. Bundan sonra bu konuda konuşacak ya da yazacak olanlar dedikodular üzerinden değil, belgeler ışığında konuşacak ve yazacaklardır. Bu, tarihimizi doğru öğrenmemize vesile olacaktır. Türk Parlamenterler Birliği’nden Sağlık protokolü imzalanan hastanelerdeki TBMM Hattı Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi: Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi : Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: İstanbul Bezmialem Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi (Pendik Devlet Hastanesi): Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 202 44 91 0312 305 32 62-63 0312 508 30 03 0232 390 41 06 0242 249 65 91 0342 360 95 05 0212 534 86 86, 0212 631 20 50/4029, 0212 440 10 00/1212 0212 414 22 27 0212 414 34 54 0332 224 49 70 0462 377 54 22 0332 223 79 79 0312 291 27 01 0272 246 33 36 0212 453 18 58 0216 625 47 16 0432 216 05 16 Sağlık Hattı: Sağlık uygulamaları, hastaneler ve anlaşmalı eczanelere ilişkin her türlü bilgi için 0312 420 0 112 ve 0312 420 72 24 numaralı telefonu arayabilirsiniz. Türk Parlamenterler Birliği TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 50-51 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 43 MANEVIYATI, RAHMETI VE BEREKETIYLE HAYATI SARAN RAMAZAN 44 YEDIDEN YETMIŞE HERKES IÇIN AYRI BIR ÖNEM TAŞIYAN RAMAZAN AYI, HAYATIMIZI BÜTÜNÜYLE SARIP BIZI MADDI VE MANEVI OLARAK YENIDEN ŞEKILLENDIRIYOR. BU MÜBAREK AYDA GÖNÜLLER IBADET ETMENIN HUZURUYLA DOLARKEN RAMAZAN’A ÖZGÜ ÂDETLER TOPLUMUN BIRLIK VE BERABERLIĞINE KATKIDA BULUNUYOR. FAZIL BAŞ “H oş geldin on bir ayın sultanı, ya şehr-i Ramazan!” Kavuşmanın sevincini yansıtan bu cümle ile oruç ayı Ramazan’ı bir kez daha hayatımıza buyur edeceğiz. Yediden yetmişe herkes için ayrı bir anlam ifade eden, her yıl taze bir heyecanla gönlümüze kurulan Ramazan ayı, hayatımızı bütünüyle sarıp bizi maddi ve manevi olarak yeniden şekillendirecek. Ramazan ayının bizim için önemi yalnızca bir ay boyunca oruç ibadetini yerine getirmekten ibaret değil şüphesiz. Kur’an-ı Kerim’in bu ayda Peygamber Efendimize (s.a.v) indirilmeye başlaması, Ramazan’ın aynı zamanda Kur’an ayı vasfını taşımasını da sağlıyor. Ramazan boyunca müminlerin hayatı her alanda oruç ve Kur’an’ın belirlediği bir atmosfere kavuşuyor. Regaib Kandili’nden Kadir Gecesi’ne Ramazan’ın heyecanı aslında aylar öncesinden başlamaktadır. Ramazan “üç aylar”ın sonuncusudur. Recep, Şaban ve Ramazan ayları Peygamber Efendimizin (s.a.v) “Ey Allah’ım! Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl, bizi Ramazan’a kavuştur” hadis-i şerifinin izinde fazilet ve bağışlanma ayları olarak kabul edilmiştir. Bilindiği üzere bugün kandil geceleri olarak kabul edilen Regaip, Miraç ve Berat geceleri Recep ve Şaban ayı içindedir. Müminler Recep ve Şaban aylarını, içinde barındırdığı mübarek geceleri de vesile kılarak adeta Ramazan ayı için bir manevi hazırlık olarak görürler. Ramazan ayı ve bu ayın sonundaki Kadir Gecesi ise üç aylardaki manevi havanın zirvesini oluşturur. Ramazan ayı uğurlanırken, ertesi yıl tekrar bu aya ulaştırması için Allah’a dualar edilir. Ramazan’ın bir ay boyunca hayatımızı bütünüyle sardığını söyledik. Bunda şüphesiz imsak vaktinden iftara kadar tuttuğumuz orucun rolü en başta gelir. Kur’an’da orucun İslam’dan önce de birçok kavme farz kılındığı ve müminlerin oruç tutmalarının onların hayrına olacağı belirtilmiştir. Hadis-i şeriflerde ise orucun ahlakı güzelleştirici bir ibadet olduğu üzerinde durulmuştur. İslam alimleri, 45 ORUÇ ILE ALLAH’IN VERDIĞI NIMETLERIN DEĞERI BILINMEKTE, MUHTAÇ DURUMDAKILERIN HALI DAHA IYI ANLAŞILABILMEKTEDIR. ORUÇ, INSANIN HEM KENDISINE HEM DE ÇEVRESINE OLAN SORUMLULUĞUNUN FARKINA VARMASINI SAĞLAMAKTADIR. oruç sırasında yeme-içme ve bedeni arzulardan uzak durulması sayesinde insanın kendi iradesi ve nefsini terbiye ettiğini söylemişlerdir. Oruç ile Allah’ın verdiği nimetlerin değeri bilinmekte, muhtaç durumdakilerin hali daha iyi anlaşılabilmektedir. Oruç, insanın hem kendisine hem de çevresine olan sorumluluğunun farkına varmasını sağlamaktadır. Bir hadis-i şerifte geçtiğine göre oruç, müminler için bir kalkandır. Oruçlu kimse başka birisiyle kavga edecek bir duruma geldiğinde ona iki defa “Ben oruçluyum” demesi tavsiye edilmiştir. Hadise göre oruç doğrudan doğruya yalnızca Allah için yapılan bir ibadettir. Peygamberimizin (s.a.v) bildirdiğine göre hakkıyla tutulan oruç mutlaka kişinin davranışlarına olumlu yansıyacaktır. Orucun haricinde Ramazan’a özgü diğer ibadetler de bu ayın kıymetini artırmaktadır. Peygamber Efendimizin (s.a.v) sünneti 46 olan teravih namazı bu ay içinde yatsı namazını müteakip kılınır. Müminlerin teravihi cemaat ile kılma konusunda gösterdiği titizlik bu ayda camilerin dolup taşmasını sağlamaktadır. Yine fitre sadakasının da, gücü yetenlerce Ramazan Bayramı girmeden önce bu ay içinde verilmesi gerekmektedir. Hatta çoğu zaman İslam’ın beş şartından biri olan zekâtın verilmesi için bile Ramazan ayı beklenir. Ramazan’ın Kur’an ayı olması sebebiyle, Kur’an’ın karşılıklı olarak okunması anlamına gelen mukabele gerçekleştirilir. Mukabele de aslında Peygamberimizin (s.a.v) kendisine vahyedilen ayetleri vahiy meleği Cebrail ile karşılıklı olarak okumasına dayanmaktadır. Yine Ramazan’ın son on günü bir mescitte ibadet etmek üzere bulunmak suretiyle gerçekleştirilen itikâf ve Ramazan’da yapıldığında hac sevabı kazandıracağı bildirilen umre de bu ayı değerli kılan diğer ibadetlerdir. Tabii Ramazan’ın sonunda adeta bir ödül olarak Müslümanlara verilmiş olan Ramazan Bayramı da bu ayın rastlanabilecek bir gelenek Batı’da bulunmamakta ya da farklı bir sonuna doğru ayrı bir heyecan sunmaktadır. şekle bürünmektedir. Bölgeden bölgeye değişen insan ilişkileri, Farklı Ramazan âdetleri Ramazan ayı, ibadetlerin yanı sıra oruç ve Kur’an’ın etrafında özel yemekler, eğlenceler Ramazan ayında yapılan ibadetlerin yanı sıra söz konusu bölgelerin Ramazan’a kattıkları güzellikler olarak değerlendirilebilir. oluşturduğu kültürel hayatla da bizleri içine çeker. Yeme-içme- Ülkemizdeki farklı bölgelerde görülen Ramazan geleneklerine den komşuluk ve akrabalık ilişkilerine kadar her yere yansıyan bu bakmadan önce belirtmemiz gereken bir nokta daha var. Her yıl kültürel hayat, çocuklardan yaşlılara herkes için bir neşe kaynağı yarı şaka yarı ciddi olarak ülkemizde “Nerede o eski Ramazanlar!” olmaktadır. Sahur ve iftar telaşları, Ramazan’a özel çıkan pideler, lafzı dile getirilir. Bununla aslında Ramazan ayının manevi hava- camilere asılan mahyalar, çocukların oruç heyecanı, Ramazan sının ve bu ayda görülen geleneklerin kaybolmaya yüz tuttuğu davulcuları, bayram hazırlıkları… Bunlar ve daha nicesi Ramazan’ı kastedilir. Şüphesiz bir dönemde ortaya çıkan geleneklerin aynen herkes için özel kılmaya yeten detaylardır. farklı dönemlerde muhafaza edilmesinden söz edilemez. Devirlerle Şüphesiz bütün İslam âleminde aynı anda teneffüs edilen Ra- birlikte o gelenekleri besleyen ilişkiler ve mekanlar da değişmek- mazan ayı, farklı zamanlarda ve coğrafyalarda farklı âdetleri de te, bu ise söz konusu geleneklerin farklılaşmasına veya ortadan beraberinde getirmektedir. Ülkemizdeki birçok Ramazan âdeti, kaybolmasına yol açmaktadır. Çoğu zaman nostalji arzusu ile dile Mısır, Endonezya, Pakistan gibi farklı İslam beldelerinde bulun- getirilen “eski Ramazanlar” lafzını bir kenara koyarsak, hemen fark mamakla beraber onlar da bu ayı kendilerine has âdetlerle birlikte ederiz ki hayat tarzlarımız ya da ilişkilerimizde görülen iyi-kötü yaşamaktadırlar. Müslümanların bu kültürel zenginliği aslında değişimlere rağmen Ramazan kendi manevi atmosferinden hiçbir ülkemizdeki farklı bölgelerde de bulunmaktadır. Doğu Anadolu’da şey kaybetmemektedir. 47 Ramazan ve çocuklar Ramazan dendiğinde çocukların ilk oruç tutma heyecanı şüphesiz ayrı bir yerde durmaktadır. Anne ve babasının her gün sahura kalktığını gören, evdeki iftar hazırlıklarına şahit olan çocuklar, kendi yaşlarına bakmaksızın aile büyüklerine oruçta eşlik etmek isterler. Pide kuyruğuna girmek, ezanı ve iftar topunu beklemek onlar için ayrı bir eğlencedir. Anne-babalar ise hem çocukların heves ve heyecanını kırmamayı hem de yavaş yavaş oruca alışmalarını sağ- 48 lamayı istediklerinden onları bu Ramazan atmosferinin içine sokarlar. Çoğu bölgede çocukların oruçla ilk tanışıklığı “tekne orucu” ile olur. Tekne orucu, çocuğun sahurdan iftara değil, oruç süresinin yalnızca bir bölümünde oruç tutması anlamına gelmektedir. Çocuk ya öğleye kadar ya da öğle ile iftar arasındaki süre içinde oruç tutar. Anadolu’da çocukları oruca alıştırmak üzere hâlâ kullanılan bir yöntem olan tekne orucu, farklı adlarla da anılabilmektedir. Örneğin Konya’da oruca dayanamayan çocuklara öğle saatlerinde su verilmesine “oruca direk vurma” denilmektedir. Bunun haricinde “oruç satın alma” âdeti de çocuğu oruca alıştırmak için kullanılan farklı yöntemlerden biridir. Bu âdete göre günün sonunda çocuk tuttuğu orucu belli bir hediye ya da bahşiş karşılığında büyüklerine satmaktadır. İftar ya da teravihten sonra sokaklarda gezerek şeker veya bahşiş toplamak da çocuklar için ayrı bir Ramazan eğlencesidir. Samsun’da “sele sepet” denilen bu geleneğe göre, Ramazan ayının on dördünü on beşine bağlayan gece çocuklar grup halinde sele sepet adı verilen fenerlerle kapı kapı gezer ve maniler söylerler: Sele sepet top kandil Aç kapıyı ben geldim Ayda yılda bir kere Kapınıza ben geldim. Yine buna benzer başka bir gelenek ise Sinop’ta “Helesa” ya da “Sellime çıkmak” adı verilen etkinliktir. Yine Ramazan’ın tam ortasında çocuklar süsledikleri bir kayığı sokak sokak gezdirerek kapılarını çaldıkları evlerden ikram beklerler. Kütahya’da ise çocukların iftardan sonra kapı kapı gezerek söyledikleri manilere “küpecik” adı verilmektedir. Çocukların karşılığında şeker ya da bahşiş beklediği manilerden biri ise şöyledir: Heey! Küpecik, küpecik Yağdan baldan küpecik Yağ olmazsa bal olsun Ev sahibi sağ olsun. Çoğu çocukları eğlendirmek üzerine kurulu bu geleneklerin bir diğeri ise Isparta’da cami ve meydanların “tırtır” adı verilen renkli kağıtlarla süslenmesidir. Mahalledekiler, bu süslemeleri farklı mahallelerden gelenlere kaptırmamak için nöbet dahi tutarlar. Tekirdağ’da ise Ramazan’ın on beşinden sonra sahillerde sandallarla turlar düzenlenir. Bu tür etkinlikler için Ramazan’ın ortasının beklenmesinin sebebi, artık yavaş yavaş bayram havasına girilmesidir. Ramazan’da misafirlik Günün büyük kısmında yemeden-içmeden uzak durmak şüphesiz Ramazan’da hazırlanan yemekleri de özel kılmaktadır. Bu ay RAMAZAN’IN BEREKETINDEN FAYDALANMAK IÇIN MISAFIRLIĞE ÖZEL ÖNEM VERILIR. AKRABALARIN VE KOMŞULARIN BIRBIRLERINI ZIYARETI ARTAR. HATTA MISAFIRLIĞE GIDILMESE BILE KOMŞULARA YEMEK GÖNDERILDIĞI OLUR. içinde sofralara her zamankinden daha fazla ihtimam gösterilir. Bu aya özgü çıkan Ramazan pidelerinin yanı sıra, Şanlıurfa’nın “kehke” adındaki özel simidi veya “külünçe” adlı pastası gibi, yine Gaziantep’in kahkesi ya da yuvalaması gibi, Kilis’in keşkeği veya gerebicisi gibi özel yemekler de mevcuttur. Ramazan’ın bereketinden faydalanmak için misafirliğe özel önem verilir. Akrabaların ve komşuların birbirlerini ziyareti artar. Hatta misafirliğe gidilmese bile komşulara yemek gönderildiği olur. Bugün yaygın olarak rastlanmasa da Osmanlı’dan gelen önemli bir Ramazan geleneği ise “diş kirası”dır. Buna göre ev sahibi misafirlerine verdiği ziyafetin sonunda onlara birer kese hediye eder. Ev sahiplerinin misafirlerine verdiği kadife keselerin içinde altın ya da gümüş gibi kıymetli hediyeler bulunmaktadır. Misafirler de bunun karşılığında ev sahibine “Kesenize bereket” şeklinde mukabele ederler. Diş kirası âdeti yalnızca komşu ya da akraba ziyaretleri sırasında değil, mahallenin veya semtin zenginlerinin muhtaçlara verdikleri iftarlarda da gerçekleştirilmektedir. Böylece Ramazan vesilesiyle muhtaç durumdakilere küçük de olsa bir hediye ulaştırılmış olur. Bütün bunların ötesinde Ramazan eğlencesi olarak bildiğimiz birçok etkinlik, bugün aynı yaygınlıkta olmasa bile farklı bölgelerde görülebilmektedir. Hacivat-Karagöz gölge oyunları, kukla ve meddah gösterileri gibi etkinlikler bunların başında gelmektedir. Örneğin geçmişte Edirne’de Selimiye Camii’nin önündeki meydanda bu etkinliklere sıklıkla rastlanmaktaydı. Bugün de farklı illerde bu faaliyetler nostaljik bir havada da olsa sürdürülmeye çalışılmaktadır. Şüphesiz yukarıda anılan geleneklerin çoğunun hangi zamanda nerede ortaya çıktıklarını tam olarak tespit edebilmek mümkün değildir. Hatta Siirt’te Ramazan’da yakılan “Melede ateşi” gibi bazı geleneklerin İslam öncesi zamandan kaldığı bildirilmektedir. Bu tarz gelenekler daha sonradan İslam ile bağdaşan bir hale getirilmiştir. Kaynağı ne olursa olsun, Ramazan içinde gerçekleştirilen bütün bu gelenekleri anlamlı kılan, sonuç itibarıyla Ramazan’ın kendi manevi havasıdır. Bu manevi hava da şüphesiz bu ayın Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde anılmasının ve bu ayda gerçekleştirilen ibadetlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu gelenekler Ramazan’ın manevi havasını hatırlattıkları ölçüde bir değer kazanmaktadır. 49 TÜRK-İSLAM SANATININ NADIDE ESERI: DIVRIĞI ULU CAMII VE DARÜŞŞIFASI 50 KÜLTÜR VARLIKLARI NICE MEDENIYETIN IZLERINI BARINDIRAN EN KIYMETLI ESERLERE EVSAHIPLIĞI YAPAN ANADOLU TOPRAKLARINDA ÖYLE BIR YAPI VAR KI HEM ARADAN GEÇEN ONLARCA YÜZYILA RAĞMEN SAPASAĞLAM AYAKTA DURMASI HEM DE TÜRK-İSLAM SANATININ GELIŞIM ÇIZGISINI TAKIP ETMEYI MÜMKÜN KILMASIYLA APAYRI BIR ÖNEM TAŞIYOR. SIVAS DIVRIĞI ULU CAMII VE DARÜŞŞIFASI, SADELIK ILE GÖRKEMI BÜTÜNLEŞTIREN DENGELI YAPISIYLA BOZKIRIN ORTASINDA BIR VAHA ADETA. ÇAĞLA TAŞKIN D ünya tarihinde 1071 senesinin özel bir yeri var. Hepimizin çok iyi bildiği bu tarih, “Türklerin Anadolu’ya girmesi”ne tekabül eden, “Türklere Anadolu’nun kapılarını açan” Malazgirt Zaferi’nin tarihi. Türkler, Selçukluların Bizanslılar üzerindeki kesin hakimiyetine işaret eden Malazgirt Zaferi’nden önce de Anadolu’da varlık gösteriyordu elbette. Zafer, esasen bu varlığı sağlamlaştırdı, belki hayal bile edilemeyecek boyutlara taşıdı. Anadolu’nun Malazgirt Zaferi’yle başlayan Türkleşme süreci yüzyıllara yayılıp daha köklü bir hal aldıkça ortaya siyasi sonuçların yanı sıra önemli kültürel ürünler de çıktı. Anadolu toprakları, Türk-İslam sanatının en kıymetli, en incelikli eserlerine evsahipliği yapar oldu. Büyüklü küçüklü bu eserler arasında Anadolu’nun Türkleşme sürecinin ilk safhalarına tekabül eden bir tanesi var ki hem aradan geçen onlarca yüzyıla rağmen sapasağlam ayakta durması hem de Türk- İslam sanatının gelişim çizgisini takip etmeyi mümkün kılmasıyla apayrı bir önem taşıyor. Sivas Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, sebat gerektiren zevkli işlemeleri, mekan ve malzemenin akılcı kullanımı, sadelik ile görkemi bütünleştiren dengeli yapısıyla bozkırın ortasında bir vaha adeta. Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın Mengücek beyi Ahmed Şah tarafından 1228-29 yıllarında inşa ettirildiğini biliyoruz. Mengüçlü Beyliği olarak da anılan bu beyliğin kurucusu Mengücek Gazi, Malazgirt Savaşı’na Selçuklu sultanı Alp Arslan’ın komutanı olarak katılmış. Beylik, 1252 senesinde Selçuklu hakimiyetine girmiş, bu tarihe kadar da iskan ettiği bölgelerde önemli eserler vermiş. Bunlardan şüphesiz en kıymetlisi olan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, Ahlatlı Muhlis oğlu Hürrem Şah isimli bir mimarın imzasını taşıyor. Caminin hamisi Ahmed Şah iken darüşşifanın 51 DIVRIĞI ULU CAMII’NIN ESAS IBADET ALANI ÜZERINDE IKI ANA KUBBE YÜKSELIR. BU KUBBELER MEKANA BIR FERAHLIK VERIRKEN AYNI ZAMANDA INSANA KENDINI ISTER ISTEMEZ DAHA MÜTEVAZI HISSETTIRIR. hamisi de eşi Turan Melek olmuş. Hürrem Şah’ın yanı sıra birçok ustanın emeğiyle ortaya çıkan bu yapı, hem ince ve sabırlı işçiliği hem de taşıdığı sembollerle İslam mimarisinin en önemli eserleri arasında kabul ediliyor. Cami ve darüşşifa, 1985 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edildi. Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, uzaktan bakıldığında yekpare bir dikdörtgen yapı görünümünde olsa da 1243 senesinde tamamlanan eser esasen cami, darüşşifa ve türbeden oluşur. Bu yönüyle de İslam mimarisindeki külliye geleneğinin bir örneğini teşkil eder. Sakladığı cevheri içine girilmedikçe açık etmeyen bu büyüleyici yapıda ağırlıklı malzemenin kesme taş olduğu hemen göze çarpar. Şekillendirmesi ve işlemesi oldukça zahmetli olan bu malzemenin yapının tamamında kullanılmış olması ustaların emeğini açıkça ortaya koyar. Yapının dışında olduğu gibi içinde de hakim malzeme olan taş, kimi zaman incelikle işlenmiş, kimi 52 KÜLTÜR VARLIKLARI zaman da sağlamlığına başvurularak destek amaçlı kullanılmış. Özellikle cami içerisinde kullanılan taş payanda ve tonozlar yapıyı sağlam bir temele oturtarak yüzyıllar sonra bile ayakta kalmasına önemli katkıda bulunmuş. Caminin gözbebeği taçkapılar Divriği Ulu Camii’nin esas ibadet alanı üzerinde iki ana kubbe yükselir. Bu kubbeler mekana bir ferahlık verirken aynı zamanda insana kendini ister istemez daha mütevazı hissettirir. Allah’la hemhâl olunan o kıymetli ibadet anını taçlandırmak istercesine zarif kemerlerle ve geometrik desenlerle süslenmiş bu alan, yalın ve abartısız bir zevkin ürünüdür. Ana ibadet alanını çevreleyen taş sütunlar da benzer şekilde gösterişten uzak biçimde oyulmuştur ve yapının tamamında gözlemlenen dengeli süslemeye katkıda bulunur. Bu dengenin en önemli unsuru caminin taçkapılarıdır. İslam mimarisinde kapı ögesinin kendine has bir önemi vardır. Zira öğrenme azmini temsil ettiğine inanılan kapı, adeta bilinmeyen bir dünyaya, keşfedilmeyi bekleyen bir cihana açılır. Hem ilimirfan vardır bu cihanda hem de yüksek manevi değerler. İşte bu yüzdendir ki erken dönemden itibaren İslam mimarisinde kapılar hep ön planda yer almış, iyilik ve güzelliğin eşiği olduğuna inanılan bu unsur özenle, sabırla işlenmiştir. Divriği Ulu Camii de İslam mimarisinde kapılara atfedilen önemin rahatlıkla gözlemlenebildiği, bu durumun en kıymetli örneklerinin incelenebildiği yerlerdendir. Üç girişli Divriği Ulu Camii’nin her girişi birer taçkapıyla belirlenmiştir. Kuzeydeki esas giriş kapısı Cennet Kapısı olarak da adlandırılır ve üç taçkapının en gösterişlisidir. Adını üzerindeki tasvirlerden alan taçkapıya işlenmiş ağaç dalları Cennet’e uzanırken kapı üzerindeki çeşitli çiçek motiflerinin her biri özel anlam taşır. Nilüfer çiçeği kutsallık ve sonsuzluğa, gül Hz. Muhammed’e (s.a.v) ve bülbül Peygamber’in Allah sevgisine işaret eder. Oyma ve kabartmalardaki ustalığın neredeyse üç boyutlu bir görünüm sağladığı Cennet Kapısı’nda yalnızca süslemeye önem verilmemiş, seçilen bezeme unsurlarıyla hikayeler anlatılmak istenmiş. Bu hikayelerin günümüze ulaşmayı başardığını söylemek yanlış olmaz herhalde. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin bu taçkapıları hayranlıkla izleyenlerin akıllarından geçenler bunun kanıtı olsa gerek… Caminin doğu kapısı şahın giriş için burayı tercih etmesi nedeniyle Şah Kapısı olarak anılır ve İslam sanatlarının en meşakkatlilerinden mukarnasın mükemmel bir örneğini teşkil eder. Geometrik şekillerin hakim olduğu mukarnasta özellikle çokgenlerin sıklıkla kullanıldığı görülür. Bu sanat, şahın yalnızca Allah’ın huzurunda eğileceğini göstermesi için özellikle görece daha küçük yapılmış Şah Kapısı’na da karakteristik özelliğini verir. Şahın 53 dünya üzerindeki yetki ve gücünün sınırlılığına dikkat çeken bu bilinçli tercih, kapı üzerindeki “Mülk, kahhar ve tek olan Allah’a aittir” ayetiyle pekiştirilir. Caminin batı tarafındaki Tekstil Kapı ise adını üzerindeki motiflerin tekstil ürünlerini andıran bezemelerinden alır. Bu taçkapının en önemli özelliği, taşlara iç içe geçmiş görüntüsü veren bir teknikle işlenmiş olması, böylece Türk-İslam sanatının gelişmiş el işçiliğini ortaya koymasıdır. Taçkapı üzerindeki çift başlı kartal Selçuklu Devleti’ni simgelerken yanındaki başı eğik şahin, Mengücek Beyliği’ni ve beyliğin Selçuklular’a olan bağlılığını tasvir eder. Taçkapılarla zirveye çıkan simgesellik ve ince işçilik caminin iç kısımlarında da kendini gösterir. Rumî motiflerle bezeli mihrabın üst tarafındaki lale figürleri ve “Allah” hattının hemen altında yer alan kalplerle Allah’a yaklaştıkça kişinin içinin sevgiyle, nurla dolacağı anlatılmak istenmiş, bunun için de Allah yazısına yakın kalpler içi dolu şekilde nakşedilirken uzakta kalanların içi boş bırakılmıştır. “Selçuklu Sülüsü” adı verilen bir hat türüyle taçlandırılmış abanoz ağacından minber ise sayısız bitki motifi ve yıldız figürü barındırır. Bununla birlikte, camiye asıl ihtişamını verenin taçkapılar olmasının tasarlanmış bir hareket olduğunu 54 KÜLTÜR VARLIKLARI söylemek yanlış olmaz. Zira bu kapılardaki gösteriş ve azamet, cami içerisindeki diğer unsurlarda dozu düşürülerek sürdürülmüş, böylelikle caminin gözü yormayan ve abartıdan uzak bir şatafata sahip olması sağlanmıştır. Şifa dağıtan sanat eseri Külliyelerde sıklıkla yer alan darüşşifanın ise Divriği’de kendine has bir karakter edindiğini, belirli bir işlevi yerine getirmenin ötesine geçerek estetik fonksiyonlar da üstlendiğini görüyoruz. Camiye bitişik inşa edilen darüşşifanın içerisinde odalar, üç eyvan ve bir revaklı avlu yer alır. Etkin olarak hizmet verdiği günlerde her daim bir usta hekim ile birkaç öğrencisinin mevcut olduğu iki katlı darüşşifanın akustiğine ayrı önem atfedildiğini belirtmekte yarar var. Rivayete göre, darüşşifanın akustiği o kadar başarılıymış ki buradaki hastaların tedavisinde şadırvandan akan suyun yankılanan sesi ile Kur’an tilavetine sık sık başvuruluyormuş. Darüşşifanın içinde yapısal özellikler kadar süsleme unsurları da dikkat çekici. Tıpkı camide olduğu gibi burada da en gösterişli öge taçkapı. Mukarnas işlemeli bir konsol üzerinde yükselen kemerlerle desteklenen Darüşşifa Taçkapısı’nın süslemelerindeki çeşitlilikten DIVRIĞI ULU CAMII VE DARÜŞŞIFASI’NIN SOMUT DEĞERINI DE, MANEVI ÖNEMINI DE KELIMELERE DÖKMENIN ZORLUĞUNU MEŞHUR 17. YÜZYIL GEZGINI EVLIYA ÇELEBI “METHINDE DILLER KISIR, KALEM KIRIKTIR” SÖZLERIYLE ORTAYA KOYAR. ayrıca bahsetmek gerekir. Taçkapı üzerindeki beşgen ve altıgen ağırlıklı geometrik motifler, bitki desenleri ve hatta çoğunlukla silinmiş insan yüzleri birçok farklı esin kaynağına işaret eder. Darüşşifanın odalarından biri ise türbe işlevi görür. Bu türbedeki on altı sandukadan birinin Ahmed Şah’a ait olduğu düşünülür. Türk-İslam mimarisinin en tipik örneklerinden olan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın somut değerini de, manevi önemini de kelimelere dökmenin zorluğunu meşhur 17. yüzyıl gezgini Evliya Çelebi “Methinde diller kısır, kalem kırıktır” sözleriyle ortaya koyar. Sözcüklerin kifayetsizliğinden olsa gerek, insanlar bu büyüleyici yapı bütününün hissettirdiklerini ifade edebilmek için yazıya bel bağlamayı bırakmış, hayal güçlerini devreye sokmuş. Dönemin ustalarının binbir emekle işledikleri taştaki zarafetin ışık ve gölgeyle buluşmasının ortaya çıkardığı görüntülerin görenlere namaz kılan insan silüetini hatırlatması bu duruma örnek teşkil ediyor olsa gerek. Güneşin semadaki hareketlerinin taçkapıların detaylı işlemelerindeki yansımasının secde hareketine benzetilmesi caminin manevi değerini, insanlarda uyandırdığı hissiyatı son derece iyi anlatıyor. Fotoğraf katkısı için Sivas Valiliği’ne teşekkür ederiz. 55 TBMM ÇEVRE KOMISYONU BAŞKANI EROL KAYA: ÇEVREYE HASSASIYET GÖSTERILMESI GELECEĞIMIZ AÇISINDAN ÖNEMLI VE GEREKLIDIR SÖYLEŞI: ZEYNEP YIĞIT “5 HAZIRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ” DOLAYISIYLA TPB PARLAMENTO’NUN SORULARINI YANITLAYAN EROL KAYA, TBMM ÇEVRE KOMISYONU’NUN 24. YASAMA DÖNEMI’NDE SIVIL TOPLUM KURULUŞLARININ GÖRÜŞLERINI DE ALARAK ÖNEMLI ÇALIŞMALAR GERÇEKLEŞTIRDIĞINI IFADE EDIYOR. KAYA, “ÇEVRE KOMISYONU’NUN DA BENZER KOMISYONLAR GIBI DENETIM YETKISINE SAHIP OLMASINI DILIYORUZ” DIYOR. 56 SÖYLEŞI TBMM Çevre Komisyonu kaç yıldır, hangi amaç ve hedefler doğrultusunda çalışmalarını sürdürüyor? Çevre Komisyonu hakkında bilgi vermeden önce şu gerçeğe atıfta bulunmakta fayda var. Biz kadim bir medeniyetiz ve tarih boyunca çevreye önem vermiş bir toplumuz. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinin ardından yaptığı ilk icraatlardan biri de Haliç ve çevresini ağaçlandırmak olmuştur. Ayrıca av hayvanları için üreme döneminde avlanma yasağı getirmiştir. Bu örnekleri çoğaltabiliriz, ancak şunu da unutmamak gerekir ki kültürümüzü şekillendiren inancımız da çevre konusunda tavsiyeler vermektedir. Nitekim Peygamber Efendimizin “Kıyamet kopma anında elinde bir ağaç fidanı varsa onu dik” sözü asırlardır hepimize işaret olmuştur. Siz de takdir edersiniz ki bugün bir ağacın bile atmosfere yayılan sera gazlarının etkisini azaltmadaki önemi dikkate alındığında Hz. Muhammed’in ufkunun, çağlar ötesini nasıl aydınlattığını çok daha iyi görürüz. Çevre bilinci ailede başlar, okulda çiçek verir ve sonrasında meyveye dönüşür. İçinde yaşanan ortam bu bilinci geliştirip pekiştirir ya da arka plana iter. Ancak her ne olursa olsun devlet, çevreyi korumak amacıyla önlemlerini alır ve geliştirir. Bu konuda Anayasa’nın 56. maddesi bireye ve devlete ödevler yüklemiştir. Geçmişte çeşitli bakanlıklara bağlı müdürlükler tarafından verilen çevre hizmeti, toplumumuzda çevre hassasiyetinin artmasına binaen 1991’de Çevre Bakanlığı seviyesine çıkarılmıştır. Bu sürecin parlamentodaki yansıması sonucu 20 Şubat 1992 tarihinde Çevre Komisyonu kurulmuştur. 23 yıldır ülkemiz için hizmet veren komisyonumuz çevreyle ilgili konularda kendisine havale edilen tasarı ve teklifleri görüşüyor, çeşitli etkinliklerde yer alıyor, paydaş oluyor, inceleme faaliyetlerinde bulunuyor, görüş bildiriyor. Dileğimiz, Çevre Komisyonu’nun da benzer komisyonlar gibi denetim yetkisine sahip olması. Bu konudaki görüşlerimizi İçtüzük Uzlaşma Komisyonu’na da ilettik. Çevre Komisyonu’nun toplantıları ne zaman gerçekleştiriliyor? Bu toplantılarda karara bağlanan konularla ilgili süreç nasıl işliyor? Tasarı veya teklifler TBMM Başkanlığı tarafından Çevre Komisyonu’na havale edildiği andan itibaren diğer komisyonlarda olduğu gibi İçtüzük’e göre gündem hazırlanarak toplantı tarihi belirlenmektedir. Komisyon toplantılarımızın dışında bilgilendirme toplantıları, istişare toplantıları gibi çeşitli vesilelerle de üyelerimizle bir araya geliyoruz. Komisyonumuz tarafından görüşülecek konuyla ilgili olduğunu düşündüğümüz kurumlara, meslek odalarına, üniversitelere ve sivil toplum kuruluşlarına da davet gönderiyoruz. Bu toplantılar birkaç oturum olabilirken birkaç gün de sürebiliyor. Toplantılarda görüşülen tasarı veya teklif hakkında bir rapor hazırlıyoruz. Bir konuyu eğer esas komisyon sıfatıyla görüşmüşsek Genel Kurul gündeminde yerini almak üzere, tali komisyon sıfatıyla görüşmüşsek esas komisyona bildirilmek üzere TBMM Başkanlığı’na raporumuzu sunuyoruz. Çevre Komisyonu’na sivil toplum kuruluşları veya vatandaşlar başvuruda bulunabiliyor mu? Böyle bir durumda ne tür bir işlem yapılıyor? Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Çevre Komisyonu sivil toplumu en fazla dinleyen, tüm kesimlerin görüşünü alan ve önemseyen çalışmalar yürütüyor. Çünkü toplum, çevrenin ana parçasıdır. Sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler ve meslek odaları komisyonumuza kendi çalışma alanları hakkında yazılı veya yüz yüze görüşmelerle bilgi verebilmekte, karar alma süreçlerine etkin bir şekilde katılabilmektedirler. Tabii biz de zaman zaman sivil toplum kuruluşlarının toplantılarına katılıyor, onların sesini sahada dinliyoruz. Bununla birlikte, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlardan zaman zaman başvurular ve talepler geliyor. Bu başvuruları iki türlü değerlendiriyoruz. Eğer gelen başvurular komisyonumuzun gündemine ilişkin görüşler içeriyorsa bu dilekçeleri görüştüğümüz işler esnasında değerlendiriyoruz. Bunun bir örneği, en son ele almış olduğumuz Hayvanları Koruma Kanunu’nda yapılan değişikliktir. Bu tasarıyı görüşürken Türkiye’nin dört bir yanındaki sivil toplum kuruluşları, meslek odaları ve vatandaşlardan konuyla ilgili görüş ve değerlendirmeler geldi. Bunların tümünü tek tek incelemeye aldık, ortak noktalarını tespit ettik ve bu hususları metnimizi oluştururken kullandık. Çevre Komisyonu’na şikayetler de geliyor, ancak az önce belirttiğim gibi komisyonumuzun denetim yetkisi olmadığı için bu şikayetleri hükümete ve mahalli idarelere iletip ilgili kurumlara gönderiyoruz ve sonucunu takip ediyoruz. TBMM 24. Dönem’i geride bıraktı. Bu yasama döneminde Çevre Komisyonu’nun yürüttüğü faaliyetlere ilişkin bilgi aktarabilir misiniz? 57 “TABIATI VE BIYOLOJIK ÇEŞITLILIĞINI KORUMA KANUNU TASARISI ILE HAYVANLARI KORUMA KANUNUNDA DEĞIŞIKLIK YAPILMASINA DAIR KANUN TASARISI TOPLANTILARDA GÖRÜŞTÜĞÜMÜZ ÖNEMLI KONULARDAN IKI TANESI OLDU.” 24. Dönem’de 17 komisyon toplantısı yaptık. Ayrıca 5 alt komisyon toplantısı gerçekleştirdik. Meclis Başkanlığı’nca komisyonumuza havale edilen Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliğini Koruma Kanunu Tasarısı ile Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı bu toplantılarda görüştüğümüz önemli konulardan iki tanesi oldu. Bu toplantılara ilaveten 9 tane bilgilendirme toplantısı yaparak komisyonumuzu ilgilendiren konularda bakanlıklardan ve STK’lardan bilgi aldık. Ayrıca İçtüzük Uzlaşma Komisyonu’na öneride bulunma amaçlı iki toplantımız oldu. Denetleme yetkimiz yok, ama parlamento adına birtakım inceleme faaliyetlerinde de bulunduk. Daha önce Meclis’te yapılmayan bir şekilde özellikle çevre ile ilgili Meclis Araştırma Komisyonu olarak kurulan araştırma komisyonu çalışmalarının sonuçlarını hükümete sorduk ve tespitleri için mahalline gidip incelemeler yaptık. Biliyorsunuz, sık sık şikayetlerle gündeme gelen Kocaeli-Dilovası Sanayi Bölgesi ve İzmir-Aliağa Sanayi Bölgesi’ne gittik. Raporda yer alan tavsiyelerin ne oranda hayata geçirildiğini yerinde gördük. Ülkemizdeki diğer çevre sorunları ile ilgili de Bakanlık bürokratlarını çağırarak bilgi aldık. Bu dönemde komisyonumuzun görev alanıyla ilgili yurt içi ve yurt dışında pek çok kongre, seminer, panel ve sempozyuma katıldık. 58 SÖYLEŞI Buralarda ülkemizin çevreye yönelik yatırımlarını, mevzuat ve uygulamadaki yenilikleri anlatarak çevre korumada neler yapılması gerektiğini vurguladık. Ayrıca 5 Haziran Dünya Çevre Günü dolayısıyla gerçekleştirilen sergi, ziyaret, ağaç dikimi gibi çeşitli etkinliklerde üyelerimizle birlikte çevre hassasiyetine dikkat çektik. 24. Dönem’de Çevre Komisyonu’nun gündemine gelen konular arasında ön plana çıkanlar hangileri oldu? Türkiye’nin biyolojik çeşitliliğinin korunmasını ve hayvanları koruma düzenlemelerini içeren tasarılar önemli gördüğüm konulardan ikisiydi. Ayrıca ilgili kurumlarla yaptığımız bilgilendirme toplantılarımızda, Elektromanyetik Kirlilik (TEMKODER), AB Çevre Faslı (AB Bakanlığı-Çevre ve Şehircilik Bakanlığı), Nükleer Enerji (Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı-Türkiye Atom Enerjisi Kurumu), İklim Değişikliği ve Türkiye (Çevre ve Şehircilik Bakanlığı), Atık Yönetimi (Çevre ve Şehircilik Bakanlığı), Yenilenebilir Enerji (Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı), Türkiye’nin Enerji Görünümü (Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı), Türkiye’nin Çevre Sorunları (Çevre ve Şehircilik Bakanlığı), Türkiye’de Orman ve Su Çalışmaları (Orman ve Su İşleri Bakanlığı) konularında detaylı bilgi alma imkanımız oldu. tim. Bu sayede konuyu daha samimi bir ortamda değerlendirme imkanı oldu. Neticede tasarıda tartışılan 7 madde ile ilgili, belki de Meclis’te ender rastlanan bir şekilde, iktidar ve muhalefetteki tüm arkadaşlarımızın teklifiyle bir önerge hazırladık. Bu noktada, yapıcı muhalefetin müzakere süreçlerine olumlu yansımalarını da hep beraber görmüş olduk. 5 Haziran’da Dünya Çevre Günü’nü kutlayacağız. Size göre ülkemiz Dünya Çevre Günü’ne nasıl giriyor? Siz ne zamandır Çevre Komisyonu Başkanı olarak görev yapıyorsunuz? Başkanlığınız döneminde özellikle üzerinde durduğunuz, etkilendiğiniz veya unutamadığınız konuları bizimle paylaşabilir misiniz? Bildiğiniz gibi Meclis’te birinci dönemim. Yani 4 yıldır İstanbul Milletvekili ve TBMM Çevre Komisyonu Başkanı olarak görev yapıyorum. Çevre Komisyonu Başkanı sıfatıyla katıldığım her toplantıda çevre hassasiyetinin gerekliliği ve gelecek açısından önemi üzerinde durmaya gayret gösterdim. Bunu yaparken de çevrenin korunmasında mevzuat, uygulama, denetim ve özellikle ahlak boyutuna dikkat çektim. Unutamadığım olaylara gelince… Birçok güzel hatıram olduğunu ifade edebilirim. Bir komisyon toplantımız esnasında muhalefetteki arkadaşlarımızın ve STK temsilcilerimizin harareti yükseltmesi neticesinde ortam gerildi ve toplantıya ara verdim. Daha sonra komisyonumuzun tüm üyelerini çay içmek için odama davet et- Şahsen, 2013 yılının Mayıs ve Haziran aylarına rastlayan, dolayısıyla bir Çevre Günü’nde yaşanan Gezi Parkı olaylarının ülkemizdeki çevre hassasiyeti açısından önemli bir kırılma noktası olduğunu düşünüyorum. Şunun altını kesinlikle çizmeliyiz: Bu olaylar 12 tane ağacın yer değiştirmesiyle ilgili değildi. Arkasında hükümeti devirme çabası vardı ve kullandıkları argüman çevrecilikti. Çevre ve çevrecilikle uzaktan yakından ilgisi olmayan provokatörlerin niyeti çok kısa sürede vatandaşımızca anlaşılmıştır. Gezi Parkı olayları sırasında 58 kamu binası, 337 işyeri tahrip edilirken 117 belediye otobüsü, 259 özel araç, 240 polis aracı ve 45 ambulans kullanılamaz hale geldi. Çok sayıda otobüs durağına, trafik ışık ve levhalarına, MOBESE kameralarına, bankamatiklere ve kaldırımlara zarar verildi. Şimdi soruyorum, çevrecilik bunun neresinde? Bu ve bunun gibi olaylardan ötürü, çevre hassasiyetinde olan insanlar itham altında kalmamak için çalışmalarını ya erteledi ya da kısık bir sesle gündeme getirdi. Gezi Parkı’nda 12 ağacın taşınmasıyla başlayan ve vandalizme varan olaylar yaşanmışken, Yalova’daki asırlık çınarlar, ODTÜ’deki ve Sarıyer Zekeriyaköy’deki ağaçlar katledilirken sessiz kalmak çevreciliğin neresinde? Bu ülke bunları hak etmiyor, gerçek çevrecilerin çalışmalarına ve çevre bilincine hepimizin ihtiyacı var. Diğer taraftan 7 Haziran’da gerçekleştirilecek seçim sürecinde sokaklardaki gürültü ve görüntü kirliliği de kabul edilemez. Siyasi partilerin araçlardan duyuru yapması demokratik bir hak, ancak bunun çevreyi rahatsız etmeyecek düzeyde gerçekleştirilmesi hepimizin ortak arzusudur. Temenni ediyorum ki yeni dönemde Meclisimiz bu görüntü ve gürültü kirliliğine son verecek bir çalışmaya imza atacaktır. Seçimden iki gün önceki 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde umarım çevre konusundaki tüm uyarılar dikkate alınır ve 6 Haziran günü pırıl pırıl bir sabaha uyanırız. Son olarak, 24. Dönem’de Çevre Komisyonu çalışmalarında bize destek veren tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyor, 25. Dönem’de görev yapacak arkadaşlara da şimdiden başarı diliyor ve Allah utandırmasın diyorum. 59 HALIL ÜRÜN: SIYASETTE BAŞARI, HALKIN GÖNLÜNE GIRMEK VE YAPTIĞINIZ HIZMETLERLE ANILMAKTIR RÖPORTAJ VE FOTOĞRAFLAR: SONGÜL BAŞ KONYA BÜYÜKŞEHIR BELEDIYE BAŞKANLIĞI VE MILLETVEKILLIĞI YAPAN HALIL ÜRÜN, YILLAR IÇINDE PEK ÇOK GELIŞME KAYDEDILMESINE RAĞMEN TÜRKIYE’DE DEMOKRASININ HÂL TAM OLARAK YERLEŞEMEDIĞINI BELIRTEREK, “ÜLKEMIZI DEMOKRATIKLEŞME, YERELLEŞME, SIVILLEŞME EKSENINDE VE INSANI MERKEZE ALAN BIR ANLAYIŞLA GELECEĞE TAŞIMALIYIZ” DIYOR. 60 RÖPORTAJ B aşarı kolay elde edilmiyor. Yaptığı işe gönül verenler, ilklere imza atmaktan çekinmeyenler, elini taşın altına koyabilenler iz bırakıyor geride. Eğer siyasetçiyseniz en büyük başarı, yıllar boyu hizmetlerinizle anılmak oluyor. Bir de halkın gönlünden hiç çıkmamak… Bu ayki röportaj konuklarımız arasında yer alan Halil Ürün, başarmanın mutluluğunu pek çok kez yaşamış bir siyasetçi. Türkiye’nin yakın tarihindeki nice önemli olayın tanığı Ürün ile belediye başkanlığı ve milletvekilliği döneminin yanı sıra ülke gündemindeki konuları konuştuk. Halil Ürün’ün hayat yolculuğu 1947 yılında Konya’nın Yunak ilçesinde başlıyor. Geçimini çiftçilikle sağlayan yedi çocuklu bir ailenin evladı olarak dünyaya gelen Ürün, ilk ve ortaokulu Yunak’ta, liseyi Adana’da okuduktan sonra İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’ni bitiriyor ve Çevre Bilimleri dalında doktora yapıyor. Halil Ürün’ün siyasete ilgisi üniversite yıllarında başlıyor. 20’li yaşlarındayken milliyetçi kanatta öğrenci hareketlerinin içinde yer alan Ürün’ün hayatında 1969 yılının ayrı bir yeri bulunuyor. “Rahmetli Necmettin Erbakan, 1969 seçimlerinde Konya’dan bağımsız milletvekili adayı olmuştu. Adaylığını açıkladığı dönemde düğün davetime katılmış ve o gün seçim kampanyasını başlatmıştı. Dolayısıyla düğün törenim bir nevi Millî Görüş hareketinin iktidara yürüme serüveninin başladığı gündür” diyen Halil Ürün, Necmettin Erbakan’ın seçim kampanyası sırasında Konya’da iyi bir ekip çalışması yaptıklarına işaret ediyor. O yıllarda siyasetle ilgili olsa da parti üyeliği bulunmadığını ifade eden Ürün, sözlerini şöyle sürdürüyor: “1971 yılında akademisyenlik dönemim başladı. 1982’de Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde görevliyken YÖK Kanunu’nun ilk uygulamasının mağduru olarak üniversiteden atıldım. Uğradığım haksızlık nedeniyle İdare Mahkemesi’nde açtığım davayı kazandım ve kendi isteğim üzerine Trabzon’a dönmeyerek akademisyenlik hayatıma Konya Selçuk Üniversitesi’nde devam ettim. O dönemde Millî Görüş hareketinin çalışmalarına katkıda bulunmayı sürdürdüm, ama siyasete faal olarak girmeyi hiç düşünmedim. Çünkü akademisyenliği çok seviyordum, gençlerle iç içe olmaktan büyük keyif duyuyordum. O dönemde hem akademik çalışmalarım hem de vakıf ve derneklerdeki faaliyetlerim nedeniyle Konya’da ismim ön plana çıkmıştı. 1988 yılına gelindiğinde Konya Belediye Başkanlığı için adım konuşulmaya başladı. Ben akademisyenliği sevdiğimi, adaylığı düşünmediğimi söylesem de bu konuda ısrar edildi ve 1989’daki yerel seçimlerde Refah Partisi’nin Konya Belediye Başkan Adayı oldum. Neticede o seçimlerde Refah Partisi muhalefette olmasına rağmen Konya, Sivas, Şanlıurfa, Kahramanmaraş ve Van olmak üzere beş ilde belediye başkanlığını kazanma başarısı elde etti.” “Bayramlarda otobüslerin ücretsiz olmasının fikir babası ve ilk uygulayıcısıyım” Tecrübeli siyasetçi, 1989’daki yerel seçimler öncesinde çok ciddi bir kampanya yürüttüklerini ifade ederek, “Vatandaşa kendimizi ve projelerimizi anlatabilmek için gece-gündüz çalıştık. Ayaklarımıza kara sular inmesine rağmen hızımızı kesmeden seçim kampanyamızı yürüttük. Neticede biri büyükşehir (Konya) olmak üzere beş ilde belediye başkanlığını kazandık. Güzel bir tevafukla Refah Partili beş belediye başkanının isimlerinin baş harflerinden FATİH kelimesi doğuyordu. 1989’daki seçim zaferinden beş yıl sonra Refah Partisi, Ankara ve İstanbul’un da aralarında bulunduğu 28 ilde belediye başkanlığını kazanarak yerel yönetimlerde iktidar oldu. Bu neticenin elde edilmesinde 1989’daki seçimin ardından göreve gelen Refah Partili belediyelerin başarısının rolü büyüktür” diyor. 1993 yılında dünyanın “Şehir Öncüsü” sekiz belediye başkanı arasına girmesi dolayısıyla Japon Hükümeti tarafından kendisine ödül verildiğini hatırlatan Halil Ürün, “Konya’daki icraatlarımızla hem Türkiye’deki belediyelere hem de tüm dünyaya örnek olduk. Sayın Recep Tayyip Erdoğan 1994’te seçim kampanyasını yürütürken Japonya’da aldığım bu ödülden bahsederek yerel yönetimdeki başarımızı vurgulamıştır” diye konuşuyor. Ürün, Konya’daki icraatlarından bazılarını ise şöyle anlatıyor: “Konyalılarla çok yakın ve sıcak bir ilişkimiz vardı. Kapısı rahatlıkla çalınan bir belediye başkanıydım. On yıllık başkanlık dönemimde sosyal belediyeciliği zirveye ulaştıran icraatlar yaptık. Bayramlarda otobüslerin ücretsiz yolcu taşımasının fikir babası ve ilk uygulayı- 61 “KONYALILARLA ÇOK YAKIN VE SICAK BIR ILIŞKIMIZ VARDI. KAPISI RAHATLIKLA ÇALINAN BIR BELEDIYE BAŞKANIYDIM. ON YILLIK BAŞKANLIK DÖNEMIMDE SOSYAL BELEDIYECILIĞI ZIRVEYE ULAŞTIRAN ICRAATLAR YAPTIK. BUNLAR TÜM TÜRKIYE’YE ÖRNEK OLDU.” cısı benim. Buradaki amaç, bayramlarda daha fazla ziyaret yapma imkanı sağlayarak toplumda birlik ve beraberlik ruhunun güçlendirilmesine katkıda bulunmaktı. Bu uygulama bildiğiniz gibi diğer belediyelere de örnek teşkil etti. Ekmek, su, ulaşım gibi pek çok alanda fiyat indirimi yaparak en ucuz hizmeti sunan belediye olduk. Konya’yı üç ayrı su şebekesine sahip il haline getirdik. O dönemde Konya’nın tüm Türkiye’deki imajını yansıtması bakımından şu anekdotu anlatmak isterim: Bir konuşmamda hükümet tarafından yüzölçümü Konya’dan daha küçük ülkelerden borç alınmasını eleştirmiş ve ‘Hükümetin borç paraya ihtiyacı varsa Konya’ya gelsin, ben borç vereceğim’ demiştim. Tabii borç veremezdik, ama bu iddialı söz, hem millî bir niyet taşıdığımızı hem de Konya’nın o dönemdeki gücünü göstermesi bakımından önemliydi. Bu sözümüz halk nezdinde ciddi karşılık buldu. 1994’te Kayseri Belediye Başkanı seçilen değerli dostum Şükrü Karatepe bir gün bana şöyle dedi: ‘Hocam, göreve geldiğimizde kasada işçinin ve memurun maaşını ödeyecek paramız yoktu. Bu durum şehirde konuşulur oldu. Bir gün bir alacağımızı tahsil ettik ve çalışanların parasını ödedik. Bu kez Kayseri’de ‘Konya yardım etti, paralar ödendi’ diye konuşulmaya başlandı.’ Şükrü Karatepe’nin anlattığı bu olay Konya’nın tüm Türkiye’de nasıl bir etki bıraktığını gösteriyor. Konya’da 1984’te yüzde 20’lerdeki oy oranımız, benimle birlikte 1989’da yüzde 40’a, sonra da yüzde 5060’lara ulaştı. Millî Görüş’ün iktidara yürüyüşünün temelleri ta o dönemlerde atıldı.” “28 Şubat sürecinde trajikomik hadiseler yaşandı” Halil Ürün on yıllık belediye başkanlığının ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde başdanışmanlık yapıyor. 2000’li yıllara gelindiğinde ise Fazilet Partisi’nde Recai Kutan ile Abdullah Gül’ün genel başkan adayı olduğu kongrede “yenilikçi” kanadın MKYK 62 RÖPORTAJ listesinde yer alıyor. Ürün, o günü şöyle anlatıyor: “Sayın Abdullah Gül kongrede konuşma yaparken sağında Sayın Bülent Arınç, solunda ise ben duruyordum. O dönemde hiçbir unvan sahibi olmamama rağmen Sayın Gül’ün yanında durmam rica edilmiş ve MKYK listesinde ismime dördüncü sırada yer verilmişti, çünkü delege üzerindeki etkim biliniyordu. 2001 yılına gelindiğinde ise AK Parti’nin kurucu üyelerinden biri oldum. Dolayısıyla bugünlere gelinmesinde ta 1969’dan başlayarak önemli katkılarım olmuştur.” Tecrübeli siyasetçi, 2002-2007 yılları arasındaki TBMM 22. Dönem’de AK Parti Konya Milletvekili olarak Meclis çatısı altında yer alıyor. Milletvekilliği sırasında üç yıl AK Parti’de genel başkan yardımcılığı görevini üstlendiğini hatırlatan Halil Ürün, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Yerel yönetimler bana bağlıydı. O dönemde hem yerel yönetimlerle ilgili birtakım yasal düzenleme çalışmaları yaptık hem de belediyeleri ziyaret ederek tecrübelerimizi aktardık. Bir belediye başkanının halkla iç içe olması gerekir. Bu konuda bir anımı aktarayım: Bir gün makam aracımın içinde sağa sola selam vererek gidiyordum. Hiç kimsenin mukabelede bulunmadığını fark edince şoföre ‘Selam veriyorum, kimse almıyor. Niye böyle olduğunu anlamış değilim’ dedim. Bunun üzerine şoförüm, ‘Başkanım arabanın camlarına film taktırdım, vatandaş sizi görmüyor’ dedi. Bunu duyunca ‘Filmleri hemen söktür’ dedim. Sürekli halkla selamlaşıp kucaklaşan bir belediye başkanı olarak bu iletişimi hiçbir şeyin engellemesine izin veremezdim. Neticede filmler söküldü. Ben halkın yanına korumayla giden biri de değildim. Çünkü bir belediye baş- “DEMOKRASIMIZIN GELDIĞI NOKTAYI DAHA DA ILERIYE TAŞIYABILMEK IÇIN MUTLAKA YENI VE SIVIL BIR ANAYASANIN YAPILMASI GEREKIYOR. BIR DARBE ANAYASASININ HÂL YÜRÜRLÜKTE OLMASI BANA GÖRE EN BÜYÜK AYIBIMIZDIR.” kanının koruması halktır, eğer kişi bunu sağlayamamışsa başarılı bir yönetici değildir. Siyasette halka en iyi hizmeti götürmek kadar halkın gönlüne girebilmek de önemlidir. Halkın gönlünden çıkarsanız seçim günü geldiğinde gözünüzün yaşına bakmaz.” Tecrübeli siyasetçi, Türkiye’nin yakın tarihindeki nice önemli olayın tanıkları arasında yer alıyor. REFAHYOL Hükümeti zamanındaki 28 Şubat süreci de bunlar arasında bulunuyor. “O dönemde belediye başkanıydım. Millî bayramlarda stadyumdaki törenlerde arabanın üzerinden el sallayarak halkı selamlamam bile 28 Şubat zihniyeti tarafından engellenmeye çalışıldı. Tabii bunun da mücadelesini verdik. Halkın oylarıyla seçilmiş bir belediye başkanı olarak kimsenin baskısına boyun eğmedik ve karşılaştığımız her yerde halkı selamlamaya devam ettik. 28 Şubat, bu tür trajikomik hadiselerle dolu bir süreçtir” diyen Halil Ürün, şu değerlendirmelerde bulunuyor: “Yıllar içinde pek çok gelişme kaydedilmesine rağmen Türkiye’de demokrasinin hâlâ tam olarak yerleştiğini söylemek mümkün değil. Ülkemizi komşularımızla karşılaştırdığımızda elbette iyi durumdayız, ama demokrasi konusunda kendimizi kıyaslayacağımız yer yakın çevremiz değil, Avrupa olmalı. Türk demokrasisi askerî darbeler, muhtıralar nedeniyle hep geriye gitmiştir. Bir vefa borcu olarak şunu söylemek istiyorum: Eğer antidemokratik yöntemlerle yolu kesilmemiş, partileri kapatılmamış olsaydı Millî Görüş hareketi yirmi sene önce Türkiye’de tek başına iktidara gelirdi. Bugün artık halk uyanmış ve demokrasinin güzelliğini görmüş durumdadır. Dolayısıyla bundan sonra kimse antidemokratik uygulamalara geçit vermez. Demokrasimizin geldiği noktayı daha da ileriye taşıyabilmek için mutlaka yeni ve sivil bir anayasanın yapılması gerekiyor. Bir darbe anayasasının hâlâ yürürlükte olması bana göre en büyük ayıbımızdır. Demokratikleşme, yerelleşme, sivilleşme ekseninde ve insanı merkeze alan bir anlayışla Türkiye’yi geleceğe taşımalıyız.” “Çözüm sürecinin olumlu bir neticeye ulaşacağı umudunu taşıyorum” Tecrübeli siyasetçiyle röportajımız sırasında “çözüm süreci”ne de değiniyoruz. İnsanların ana dilde konuşabilme gibi doğuştan kazanılmış hakları olduğunu ifade eden Halil Ürün, “Güneydoğu’da insanlar yıllarca bu haktan mahrum bırakıldı. Yasaklar ve baskılar PKK canavarını ortaya çıkardı. AK Parti terörün kökünü kazımak, anaların gözyaşını dindirmek için çareler arıyor, önemli demokratik adımlar atıyor. Türkiye demokratikleştikçe, bireylerin hangi etnik kökene ve dinî inanca sahip olduğuna bakılmaksızın temel hak ve özgürlük alanları genişletildikçe var olan sorunların aşılacağı, çözüm sürecinin olumlu bir neticeye ulaşacağı umudunu taşıyorum” diye konuşuyor. Halil Ürün 2007 yılından bu yana Meclis çatısı altında yer almıyor. Ürün, zamanını nasıl değerlendirdiğini sorduğumuzda, “Sanat ve Siyaset Üzerine” başlıklı konferanslar verdiğini, bir dergide hatıralarını ve seyahatlerini yazdığını belirterek, “Şairim aynı zamanda. Şiirlerimi henüz kitap haline getirmedim, ama pek çoğu bestelendi” diyor. 63 BALTALIMANI TICARET ANTLAŞMASI 16 AĞUSTOS 1838 BALTALIMANI TICARET ANTLAŞMASI, REFORM SÜRECINDEKI OSMANLI DEVLETI ILE EMPERYAL YÜZYILINI YAŞAYAN İNGILTERE ARASINDAKI ILIŞKILERIN DOĞASINI YANSITMAKLA BERABER 19. YÜZYIL OSMANLI EKONOMISININ DIŞ TICARET VE YABANCI SERMAYEYE HANGI ŞARTLAR ALTINDA AÇILDIĞINI ÖRNEKLENDIRIR. DR. POLAT SAFI 19 . yüzyılın başlangıcından I. Dünya Savaşı’na (1914-1918) kadar geçen süre Britanya’nın emperyal yüzyılı olarak tarafından yönetilmeyen bu bölgelere “gayri-resmi imparator- da bilinir. İngilizler bu süreçte Sanayi Devrimi’ni tamamlamış 19. yüzyıldan itibaren İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında da ve Napolyon’a karşı önemli bir zafer elde etmişlerdir. Böylece, artan bir ticaret hacmi söz konusuydu. Ancak fiyatların 1820’ler- uluslararası arenada Orta Asya’yı kontrolünde tutan Ruslar hariç den itibaren artmaya başlaması, diğer taraftan yeniçeriliğin neredeyse rakipsiz kalmışlardır. Emperyal rekabetin kızışması ve kaldırılarak yerine kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediye’nin Sanayi Devrimi’nin İngiltere’den kıta Avrupa’sına sıçramasıyla ihtiyaçlarının karşılanması, özellikle yabancı tüccarlar açısından birlikte Avrupa’daki kuvvetler bir taraftan üretimde fabrikalaş- birtakım yeni müdahale ve engeller getiriyordu. Bu durum, İngi- ma yoluna giderken diğer taraftan İngiliz mallarının rekabetine lizler başta olmak üzere Osmanlı ülkesindeki yabancı tüccarları karşı yerli sanayilerini korumaya yönelik önlemler almışlardır. Bu huzursuz ediyordu. Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın isyan etme- durum, İngiliz sermayesinin Avrupa dışı pazarlara yönelmesine siyle kendi çıkarlarına uygun bir yasal çerçeve etrafında ticaretini yol açmış ve serbest ticaret anlaşmaları yeni pazarlara açılma- yürütmek isteyen İngiltere’nin beklediği fırsat gelmişti. luk” adı bile yakıştırılmıştır. nın yollarından biri olarak tebarüz etmiştir. Bu süreçte İngilizler, Mehmed Ali Paşa, Mısır’da dış ticareti devlet tekeline almış kolonileri üzerindeki denetime ilaveten Çin, Arjantin ve Tayland ve buradan elde ettiği kaynaklarla ordu ve donanmaya yatırım gibi pek çok ülke ve coğrafyada iktisadi bir kontrol mekanizması yapabilmişti. Bu tehdidi fırsat bilen İngiltere, “yed-i vahit” de- kurmuşlardır. Britanya kolonisi olmayan ve doğrudan Britanya nilen devlet tekelinin kaldırılmasının bir Osmanlı vilayeti olan 64 Mısır’da da tatbik edileceğini ve böylece Mehmed Ali Paşa isyanının kaynaklarının kökünün kurutulacağını öne sürüyordu. Diğer taraftan, Osmanlı Devleti üzerinde artan bir Rus baskısı vardı. Bu çerçevede, Osmanlı yönetici sınıfı da verilecek iktisadi tavizlerle İngiltere’ye yaklaşarak kurtuluş reçetesi arıyor, toprak bütünlüğünü garanti altına almaya çalışıyordu. Bu şartlar altında 16 Ağustos 1838’de Baltalimanı Antlaşması imzalandı. Antlaşma, ilki yedi maddeden ikincisi üç maddeden oluşan iki kısımdan meydana geliyordu. Bu başlıklarda temelde yed-i vahit ve gümrük vergilerine ilişkin düzenlemeler yer alıyordu. Devlet, öncelikle ihraç yasaklarını ve dış ticaretteki tekel düzenini kaldırıyordu. Diğer taraftan ihracata uygulanan vergi %9 olarak belirleniyordu. Bu oran ithalatta %5 olarak belirlenmişti. Transit mallar ise %3 vergiye tabi olacaktı. Bunun yanında iç gümrükleri yerli tüccarlar ödemeye devam ederken yabancı tüccarlar bu yükümlülüğün kaldırılmasıyla ciddi bir ayrıcalık elde etmiş oluyordu. İktisat tarihçisi Şevket Pamuk’a göre, yeni düzenlemelerle birlikte Osmanlı hammaddeleri dış ticarete daha rahat bir şekilde açılırken devlet mali bunalım dönemlerinde başvurduğu ek gelir kaynaklarının önemli bir kaleminden mahrum kalmış oluyordu. O kadar ki Kırım Savaşı (1853-1856) döneminde dış ticaretten ek vergi alınamayışının etkisiyle Avrupa para piyasalarında borçlanmanın önü açılacaktı. Dış ticaretin hızlanması ve iç piyasaların ithal mallar tarafından istila edilmesi diğer taraftan zanaatlara dayalı yerli üretimin önemli ölçüde gerilemeler yaşamasına sebep oluyordu. Buna mukabil yerli imalat faaliyetlerinde ciddi bir direniş yaşandığı da muhakkaktı. Ancak yüksek teknoloji sahibi Avrupa sanayii karşısında bu hayatta kalma mücadelesinin çalışanların düşük ücretleri kabul etmeleri sayesinde sürdürülebildi- ğini de not etmek gerekiyor. Uzun vadeli sonuçları itibarıyla ise Baltalimanı Ticaret Antlaşması’nın Osmanlı Devleti’nin bağımsız dış ticaret politikası geliştirebilmesinin önündeki en mühim engellerden birini teşkil ettiği söylenebilir. İngilizlerden sonra benzer şartları içeren antlaşmaların aralarında Norveç, İspanya, İsveç, Danimarka, Hollanda ve Portekiz’in bulunduğu pek çok ülke ve hükümetle imzalanması ise sadece bu sonucu berkitmiştir. 65 TÜRKIYE-PORTEKIZ PARLAMENTOLARARASI DOSTLUK GRUBU BAŞKANI ÖMER SELVI: DOSTLUK GRUBUMUZUN FAALIYETLERI IKI ÜLKE ARASINDAKI ILIŞKILERIN EN ÜST DÜZEYDE SÜRDÜRÜLMESI VE GELIŞTIRILMESINE KATKI SAĞLIYOR SÖYLEŞI: NEHIR ÖZTÜRK TÜRKIYE ILE PORTEKIZ ARASINDAKI IŞBIRLIĞININ PEK ÇOK ALANDA GELIŞME IMKANININ BULUNDUĞUNU VURGULAYAN ÖMER SELVI, “DOSTLUK GRUBU BAŞKANLIĞIM SÜRESINCE BAŞTA TICARET VE YATIRIM OLMAK ÜZERE EKONOMIK ALANDA DAHA FAZLA IŞBIRLIĞI YAPILMASININ SAĞLAYACAĞI FAYDALAR ÜZERINDE DURDUM” DIYOR. 66 DOSTLUK GRUPLARI Türkiye-Portekiz Parlamentolararası Dostluk Grubu ne zaman kuruldu? Siz hangi tarihte Dostluk Grubu Başkanlığı görevini üstlendiniz? Türkiye-Portekiz Parlamentolararası Dostluk Grubu ilk olarak 18. Yasama Dönemi’nde, 1990 yılında çıkarılan 3620 sayılı kanuna istinaden oluşturulmuştur. Benim Portekiz Dostluk Grubu Başkanlığı’na seçilmem ise 26 Ocak 2012 tarihinde gerçekleşti. Yaklaşık üç buçuk yıldır bu Dostluk Grubu’nun faaliyetlerini yürütmekteyim. Dostluk Grubu’nun gerçekleştirdiği faaliyetler iki ülke arasındaki ilişkilere ne gibi katkılar sağlıyor? Türkiye-Portekiz Parlamentolararası Dostluk Grubu olarak yürüttüğümüz faaliyetler, ülkelerimizin birbirlerini daha iyi tanımaları, anlamaları ve önyargıların yıkılması bakımından büyük bir fırsat vermektedir. Gerek yasama çalışmalarında, gerekse ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetlerimizde karşılıklı görüş alışverişi ve işbirliğinin geliştirilmesini sağlamaktadır. Portekiz Parlamentosu’nda da Türkiye Dostluk Grubu bulunuyor mu? Dostluk Grubu veya iki ülke heyetleri olarak karşılıklı ziyaretler söz konusu mu? Evet, Portekiz Parlamentosu’nda da Türkiye Dostluk Grubu yer alıyor. 24 Ocak 2012 tarihinde oluşturulan Dostluk Grubu’nun başkanlığını Adriano Rafael Moreira yürütüyor. Başkanlığım döneminde Portekiz’le karşılıklı ziyaretlerimiz gerçekleşti. Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Avrupa Birliği (AB) tarafından ortaklaşa yürütülen ve AB ülkeleriyle karşılıklı bilgi ve anlayışın geliştirilmesini hedefleyen “Parlamentolar Arası Değişim ve Diyalog Projesi” kapsamında, 14-18 Ocak 2013 tarihleri arasında Portekiz’in başkenti Lizbon’a bir ziyarette bulunduk. Yine aynı proje çerçevesinde Sayın Adriano Rafael Moreira başkanlığında bazı Dostluk Grubu üyeleri 11-15 Mart 2013 tarihleri arasında Ankara’yı ziyaret etti. Sayın Moreira, aynı yıl içinde İzmir’de gerçekleştirilen gençlik konulu seminere ve Antalya’da düzenlenen terörizm konulu sempozyuma katılmak için de ülkemize geldi. Ayrıca 2013 yılı Mayıs ayında 11. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün Portekiz’e gerçekleştirdikleri ziyaret sırasında yanlarında bulundum. Türkiye ile Portekiz arasındaki ilişkiler hangi düzeyde ve daha çok hangi alanlarda yürütülüyor? Türkiye ile Portekiz arasındaki ilişkiler en üst düzeyde sürdürülmektedir. Özellikle son birkaç yılda üst düzey ziyaretler oldukça hız kazanmıştır. Son olarak 2015 yılı Mart ayında Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu Portekiz’i ziyaret etmiş ve Portekiz Başbakanı Sayın Passos Coelho ile birlikte bir basın toplantısı düzenleyerek Gıda Kontrol Genel Müdürlüğü ile Portekiz Cumhuriyeti Ekonomi ve Gıda Güvenliği Otoritesi arasında işbirliği protokolü, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu ile Portekiz Cumhuriyeti Yatırım ve Dış Ticaret Ajansı arasında mutabakat muhtırası, Türkiye ile Portekiz hükümetleri arasında eğitim alanında mutabakat zaptı ve gizlilik dereceli bilginin karşılıklı korunması anlaşması imzalandığını ifade etmiştir. Bu tarih öncesinde de karşılıklı ziyaretler gerçekleştirilmiştir. Örneğin, Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Büyükelçi Sayın Volkan Bozkır 2014 yılında Portekiz’i ziyaret etmiş, yine aynı yıl Ekonomi Bakanı Sayın Nihat Zeybekci Portekiz’e giderek Birinci JETCO toplantısına katılmıştır. Buna karşılık Portekiz 67 “DOSTLUK GRUPLARININ FAALIYETLERI, ÜLKELERIN BIRBIRLERINI DAHA IYI TANIMALARI, ANLAMALARI VE ÖNYARGILARIN YIKILMASI BAKIMINDAN BÜYÜK BIR FIRSAT VERMEKTE, ÇEŞITLI ALANLARDA KARŞILIKLI GÖRÜŞ ALIŞVERIŞI VE IŞBIRLIĞININ GELIŞTIRILMESINI SAĞLAMAKTADIR.” Eğitim ve Bilim Bakanı Nuno Crato ve Portekiz Millî Savunma Bakanı Pedro Aguiar-Branco ülkemize resmî ziyarette bulunmuşlardır. Ayrıca 2013 yılında 11. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül, Portekiz’e bir ziyaret gerçekleştirmiştir. 2012 yılında ise Portekiz Başbakanı Sayın Passos Coelho ve Dışişleri Bakanı Sayın Paulo Portas ülkemizi ziyaret etmişlerdir. imkanının bulunduğunu vurgulayarak, başta ticaret ve yatırım ol- Dostluk Grubu Başkanlığınız döneminde gerçekleştirilen çalışmalar, özellikle üzerinde durduğunuz konular neler oldu? yasama döneminde de oluşturulması öngörülüyor mu? Başkanlığım süresince, birbirini oldukça iyi anlayan, ortak perspektife sahip bu iki ülkenin işbirliğinin pek çok alanda gelişme yapılacak genel seçimler sonucunda oluşacak parlamentoda da 68 DOSTLUK GRUPLARI mak üzere ekonomik alanda daha fazla işbirliği yapılmasının sağlayacağı faydalar üzerinde durdum. Ülkemizin Avrupa Birliği’ne katılımı sürecinde Portekiz’in sağladığı desteğin sürmesinin ne kadar önemli olduğunu da ifade ettim. Türkiye-Portekiz Parlamentolararası Dostluk Grubu’nun yeni Türkiye-Portekiz Parlamentolararası Dostluk Grubu’nun bu ay çalışmalarını sürdürmesi öngörülüyor. 69 MILLÎ DEĞERLERIN ATEŞLI SAVUNUCUSU MEHMET EMIN YURDAKUL 70 ŞIIRLERINDE MILLÎ TEMALARI IŞLEYEN VE GEREK EDEBI GEREKSE SIYASI YAŞAMI BOYUNCA TÜRK DEĞERLERINI SAVUNAN MEHMET EMIN YURDAKUL, “MILLÎ EDEBIYAT” AKIMININ ÖNCÜSÜ OLMUŞ, CEPHE GERISINDEKI SÖYLEMLERIYLE TÜRK ASKERINE UMUT VERMIŞTIR. SON NEFESINE KADAR IÇINDE YETIŞTIĞI HALKIN HAKKINI ARAYAN YURDAKUL, HEM MECLIS KÜRSÜSÜNDE HEM DE ŞIIRLERINDE MILLETIN SESI OLMUŞTUR. İREM COŞKUNSEVEN 1 9. yüzyılın sonunda Türk Edebiyatı, Tevfik Fikret ve Halid Ziya Uşaklıgil gibi ustaların önderliğinde yeni bir döneme giriyordu. Sanat için sanat yapmayı ilke edinen Servet-i Fünun Edebiyatı öncüleri, Arapça, Farsça ve Fransızcadan dilimize geçen sözcükleri kullanarak ağdalı, ağır, sanatlı bir üslup benimsemişlerdi. Parnasizm ve sembolizm gibi Avrupalı akımlardan ilham alan Edebiyat-ı Cedide, yani Yeni Edebiyat adı verilen bu anlayışın en parlak dönemlerinde halkın içinden doğan bir ses, halk için sesini yükseltmeye başlamıştı. Türkçülük fikrinin ateşli savunucularından Mehmet Emin Yurdakul, Türk ruhunu, Türk gelenek ve göreneklerini canlandırmak için sade bir dille yazılmış şiirleriyle halka yöneliyordu. Mehmet Emin Yurdakul, 1869 yılında İstanbul’da maddi imkanları kısıtlı bir ailede dünyaya gelir. Yurdakul’un babası Salih Bey, okuma-yazma bilmeyen, sade bir yaşantıya sahip, milletine ziyadesiyle bağlı biridir. Yurdakul’un yol arkadaşı Hamdullah Suphi Tanrıöver, Salih Bey’i şöyle anlatır: “Adını dillerimizde her zaman hayırla anmaya mecbur olduğu- muz bu mübarek adam, iliklerine kadar Türk’tü. Okuma-yazma bilmezdi, fakat eski Türklerin, eski gazaların hikayesi ile dolu olan ruhu tarihi sever, oğluna okuttuğu beyitleri, sahifeleri dinledikten sonra ‘Hey gidi günler!’ diye geçmişe hasret çeker, son devir için utanır, yerinirdi.” İlk eğitimini, sözlü edebiyatı ve Türk kültürü bu denli zengin olan bir baba ocağında alan Mehmet Emin Yurdakul, küçük yaşlardan itibaren edindiği birikimi ileride Türk Ocağı’na taşıyacak, ömrü boyunca hem siyasi hem de edebi alanda milleti için çalışacaktı. Eğitim hayatına Sübyan Mektebi’nde başlayan Yurdakul, önce Beşiktaş Askerî Rüştiyesi’ne, ardından Mülkiye İdadisi’ne devam eder. İdadi eğitimini yarıda bırakarak Bâbıali Sadaret Dairesi Evrak Kalemi’ne katip olarak girer. İki yıl çalıştıktan sonra 1889 yılında Hukuk Mektebi’ne kaydolur. Burada tanıştığı Madam Mut isimli Amerikalı hocasının vasıtasıyla bir dönem Amerika’da eğitim almaya heves eder, İngilizce öğrenmeye başlar. Lakin hocasının vefatı üzerine hayallerini gerçekleştiremez. Nihayetinde 71 MEHMET EMIN YURDAKUL, 1899 YILINDA MAARIF NEZARET-I CELILESI’NIN IZNIYLE DILIN SADELEŞMESI IÇIN TÜRKÇE ŞIIRLER ISIMLI KITABINI YAYIMLAR. BU KITAP, YURDAKUL’UN ŞIIRLERINDE HALKI ANLATMA KAYGISININ BIR ÖRNEĞINI TEŞKIL EDER. Hukuk Mektebi’nden de ayrılır. Rüsumat Evrak Dairesi’nde memuriyete başlar ve müdür pozisyonuna kadar yükselir. Mehmet Emin Yurdakul, 1890 yılında ilk mensur eseri olma özelliği taşıyan, ahlak, hukuk ve felsefeyle ilgili Fazilet ve Asalet’i yayımlar. İlerleyen yıllarda memuriyete İstanbul’da devam ettiği sırada Şeyh Cemâleddin ile tanışır. Fikirlerinden dolayı dönemin tartışmalı isimlerinden biri olan Şeyh Cemâleddin, aydınları bir araya getirdiği edebiyat toplantıları düzenler. Kendini bu toplantıların ve camianın içinde bulan Yurdakul, kendine akıl hocası olarak Namık Kemal’i seçer. 1897 yılında Selanik’te yayımlanan bir gazete olan Asır’da, yeni bir ses yükselir. Ben bir Türk’üm; dinim, cinsim uludur / Sinem, özüm ateş ile doludur diyen bu ses, Mehmet Emin Yurdakul’a aittir. “Cenge Giderken” isimli şiiri, Yurdakul’un “millî şair” olarak anılmasının da temelini oluşturacaktır. Mehmet Emin Yurdakul, 1899 yılında Maarif Nezaret-i Celilesi’nin izniyle dilin sadeleşmesi için Türkçe Şiirler isimli kitabını yayımlar. Bu kitap, edebi anlamda çok ses getirecek nitelikte değildir, zaten Yurdakul’un kaygısı şiirlerinde halkı anlatmak, halkın acılarını yansıtmak olmuştur. Bu nedenle şiirlerine millî temalar yön vermiştir. Şairin kitabının kapağını ise II. Abdülhamid zamanında saray ressamlığına getirilen Fausto Zonaro çizmiştir. Halk için halkın içinden bir ses Küçüklüğünden beri halktan biri olarak milliyetçilik fikirleriyle beslenen Mehmet Emin Yurdakul, düşüncelerinin kaynağını şöyle anlatıyordu: “Ben halk çocuğuyum. Halk evladı bir ana ile babanın kucağında büyüdüm. Atalardan kalma halk öğütleriyle, halk ninnileriyle çocukluğumu geçirdim. Biraz yetişkin çağa geldiğim vakit bu halkı çok acıklı bir halde gördüm. Onun kafasını karanlıklar, yüreğini ıstıraplar, hayatını zulüm ve sefaletler içinde buldum ve bize her şeyini veren bu halka bizim hiçbir şey vermediğimizi öğrendim.” 19 yaşında Şebinkarahisarlı bir kızla evlenen Yurdakul, eşinin memleketinde dağ tepe gezerek öz Türkçenin zenginliklerine tanık olmuş, Anadolu lehçesini tanıma fırsatı bulmuş, kendi dilinin özünü ve inceliklerini anlamış, halkın acılarına ortak olmuş, her şey değişirken hep aynı kalan Türk ruhunu ve törelerini gözlemlemiş, kendi deyişiyle Türklük aşkının kevserini içmiştir. 1900’lü yıllarda İttihat ve Terakki Partisi’nin bir üyesi olan Yurdakul, yazdığı şiirlerle hükümeti eleştirince bir anlamda İstanbul’dan sürülür ve Erzurum valisi tayin edilir. 1912 yılında emekliye ayrılan şair, İstanbul’a dönerek fikrini yaymak amacıyla çalışmalar yürütmeye başlar. Türkçülük akımının köşe taşlarından Türk Yurdu dergisinin imtiyaz sahibi olan Mehmet Emin Yurdakul, Türklerin haklarını korumayı, Türk kültürü, dili ve sanatını geliştirmeyi amaçlayan Türk Ocağı derneğinin kurucuları arasında yer alır. 1911 yılında kurulan bu derneğin yöneticiliğini üstlenir. 72 “UNUTMA KI ŞAIRLERI HAYKIRMAYAN BIR MILLET, SEVENLERI TOPRAK OLMUŞ ÖKSÜZ ÇOCUK GIBIDIR” DIYEN ŞAIR, TÜRK SAZI, EY TÜRK UYAN, TAN SESLERI, ZAFER YOLUNDA GIBI PEK ÇOK ESERE IMZA ATTI. 1913 yılına gelindiğinde şair kendini aktif siyasetin içinde bulur. İstanbul’un işgalinden sonra mitinglere katılır, millî heyecanı uyandıracak ateşli konuşmalar yapar, şiirler okur. Millî Mücadele’ye fikirleri ve söylemleriyle destek olur. Muhammed’in kitabını kaldırtmam / Osmancık’ın bayrağını aldırtmam / Düşmanımı vatanıma saldırtmam / Tanrı evi viran olmaz, giderim! dizeleriyle cephe gerisinde mücadelesini sürdüren Mehmet Emin Yurdakul için Ömer Seyfettin şöyle der: Sen dirilttin bu milleti / Sen olmasan bitmiş idi. Mustafa Kemal Atatürk’ün de Yurdakul’a Ankara’ya geldiği dönemlerde bir mektup yazarak Millî Mücadele’ye katkılarından ötürü teşekkür ettiği rivayet edilir. TBMM 2. Dönem’de Karahisar-ı Şark (Giresun); 3. Dönem’de Şebinkarahisar; 4, 5 ve 6. Dönemlerde Urfa milletvekilliği yapan Mehmet Emin Yurdakul, 7. Dönem’de İstanbul milletvekili olmuştur. 5. Dönem’de Meclis’te yaptığı konuşma, Yurdakul’un Türk halkına ne denli güvendiğini, onun kahraman ruhundan ne kadar gururlandığını açıkça ortaya koyar: “Bir serserinin melun kurşunu bir dünya yangını yaptığı zaman Türk 600 yıl süren savaşından sonra kılıç ve kalkanını odasının duvarına asmışken vatan ve istiklalini korumak için atıldığı Balkan muharebesinde yaralı düşmüştü. Henüz yaralarının kanlarını yiğitlerinin yanık bağırlarından ve matem yaşlarını kadınlarının gözlerinden silmediği bir günde idi ki cihan savaşının içine düştü. Ve bu sırada İngiliz ve Fransız donanmalarını Çanakkale Boğazı’nın önünde ve İngiliz ve Fransız ordularını Gelibolu yarımadasının üstünde buldu. Bu savaş düşmanların itiraf ettikleri veçhile Türk’e karşı bir son ehl-i salip harbi idi. Onların fikirlerince bu harple bundan bir asır evvel Türk’ün Asya’ya sürülmesi ve hasta adam denilen Türkiye’nin mirasının taksim edilmesi için Katerin’in ortaya attığı teklif tahakkuk ettirilecek ve bir zamanlar Viyana kapılarından Kudüs’e uzanan eski Osmanlı İmparatorluğu’nun her köşesine kemikleri dağılmış orta çağ şövalyelerinin intikamı alınacaktı. Lakin öyle olmadı. Bu kanlı rüya bir hayalden başka bir varlık gösteremedi. Hasta adam denilen Türkiye bir efsane devi gibi yerinden kalkıp fırladı. ‘Benim çiçekli ovalarımın, yeşil tepelerimin altında, karanlık uçurumlarımın ve sedefli kumsallarımın, lacivert denizlerimin önünde derin girdaplarım da vardır. Düşman geri, zira benim oğullarım ölmeyi bildikleri kadar öldürmeyi de bilirler’ diye haykırdı. Millî ve siyasi varlığını korumak için eli silah tutan çocuklarını topladı. Bunları en kahraman evladı olan Mustafa Kemal’in kumandası altına verdi.” 1944 yılında İstanbul’da vefat eden Yurdakul, geride Türk Sazı, Ey Türk Uyan, Tan Sesleri, Zafer Yolunda, Aydın Kızları, Mustafa Kemal ve Ankara başta olmak üzere birçok eser bıraktı. “Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet, sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir” diyen şair, ömrü yettiğince kendini Türk’ün davasına adadı. Meclis kürsüsünden yükselen sesiyle halkın gerçek temsilcilerinden biri olan şair, millî unsurları kültür, gelenek, görenek ve dinî motifler ile harmanlayarak kalemiyle de halkına hizmet etmeye devam etti. 73 MAHMUT GÖKSU: GENÇLERI VE EĞITIM HIZMETLERINI ÇALIŞMALARININ MERKEZINE ALAN VAKFIMIZ, INSANA YAPILAN YATIRIMI EN KALICI VE EN HAYIRLI HIZMET OLARAK GÖRÜYOR SÖYLEŞI VE FOTOĞRAFLAR: NEHIR ÖZTÜRK “ yeni bir dünya için çalışıyoruz…” 21. VE 22. DÖNEM ADIYAMAN MILLETVEKILI, AK PARTI GENEL MERKEZ TEŞKILAT BAŞKAN YARDIMCISI MAHMUT GÖKSU’NUN GENEL BAŞKANLIĞINI ÜSTLENDIĞI YENI DÜNYA VAKFI, 1996 YILINDAN BU YANA ÖNEMLI FAALIYETLERE IMZA ATIYOR. “VAKIF, IMKANI OLANLA IHTIYACI OLAN ARASINDA KÖPRÜ KURAR” DIYEN GÖKSU, “KAPIMIZ HERKESE AÇIK” ÇAĞRISI YAPIYOR. 74 SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA Söyleşimizin başında vakıf hizmetlerinin önemi ve değerine ilişkin düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Vakıf kültürümüzün merkezinde Peygamber Efendimizin (s.a.v.) “Sizin en hayırlınız insanlara faydalı olanınızdır” hadis-i şerifi vardır. Bu bağlamda vakıflar, Yaratan’dan ötürü yaratılana merhamet, şefkat ve sevginin müesseseleşmiş halidir. İnfakların en güzel tevzi yeridir. Özünde Allah rızası olan her şey, her bağış bir vakıf hizmetidir. Toplumun huzur ve sükûnunu sağlayan merhamet abideleri olan vakıflar, kardeşlik duygularını güçlendirir, başkasının mutluluğu ile mutlu olabilmeyi sağlar, imkanı olanla ihtiyacı olan arasında köprü kurar. Vakıf faaliyetlerinin tamamı bütün canlılara faydalı olmak, onların sevgisini kazanmak ve yapılan hayırlar vasıtasıyla Allah’a yaklaşmaktır. Vakıf empatidir, merhamettir, sahiplenmedir, kardeşliktir, insanlık onurunu kurtarmaktır. Vakıf hizmetlerinde tecrübe ettiğimiz 6 önemli unsuru sizlerle paylaşmak isterim. Bunlar, muhabbet fedaisi olmak, dert edinmek, dost edinmek, disiplinli olmak, veren el olmak, dürüst ve çalışkan olmaktır. Vakıf medeniyetini ortaya çıkaran, onu sürdürecek ve sonraki nesillere taşıyacak olan asıl unsurun insan olduğunu unutmamak gerekir. müştür. Bu sebeple gençleri ve eğitim hizmetlerini çalışmalarının merkezine alan vakfımız önemli faaliyetlere imza atmıştır. Türkiye’nin yarınlarında aydınlık yüzler görebilmenin ön koşulu, çocuklarımızı en iyi şekilde eğitebilmektir. Bu amaçla vakfımız, gençlerin toplumsal sorunlara karşı duyarlılıklarını artıran ve onların enerjisini sosyal sorumluluk projeleriyle toplumsal faydaya dönüştüren faaliyetler düzenlemektedir. Bununla birlikte burslar aracılığıyla üniversite öğrencisi gençlerin eğitimine destek olmaktadır. Vakfımız 2013-2014 eğitim-öğretim yılında Türkiye’de ve yurt dışında okuyan 640 öğrenciye burs vermiş, bu rakam 2014-2015 eğitim-öğretim yılı itibarıyla 1453’e ulaşmıştır. Vakfın yürüttüğü faaliyetler ve projelerle ilgili bilgi verebilir misiniz? Tabii bugüne kadar pek çok faaliyet ve proje yürütüldü. Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın katkılarıyla gerçekleştirdiğimiz 32 haftalık bir programı kapsayan Sağlam Genç, İradeli Lider Projesi (İslam Dünyası Seminerleri), Geleceğine Kayıtsız Kalma-Geliştir Kendini Projesi, Ankara Kalkınma Ajansı’nın desteğiyle gerçekleştirdiğimiz Yeni Dünya Vakfı Ankara Hacı Bayram-ı Veli Eğitim Kültür Merkezi Projesi, 6’şar kişilik öğrenci gruplarıyla yaptığımız Biz Bir Aileyiz Projesi, Yeni Dünyam Çocuk Kütüphanesi Projesi, “Bizim de bir dikili ağacımız olsun” sloganıyla Ankara Gölbaşı’nda Yeni Dünya Vakfı Hatıra Ormanı’nın oluşturulduğu Vakıf Orman Projesi, Kahramanmaraş Anadolu Kız İmam Hatip Lisesi ve Çiçek İlköğretim Okulu’na 1800 kitabın teslim edildiği 1000 Kitap 1 Kütüphane Projesi bugüne kadar tamamlanan ve devam eden projelerimiz arasında yer alıyor. 2011 yılındaki Van depreminin ardından bir tır giysi gönderilmesi, kış aylarında Suriyeli ailelere mont dağıtılması, kütüphanesi yanan Şanlıurfa Ceylanpınar Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde yeni bir kütüphane oluşturulması, geleneksel iftar programları, huzurevi ve kimsesiz çocuklar ziyaretleri, Kutlu Doğum Etkinlikleri, liselerde meslek tanıtımları, mühendislik fakültelerinde okuyan öğrencilere yönelik teknik geziler, Mehmet Akif Ersoy’u Anma Etkinlikleri, sohbet ve imza günleri gibi faaliyetler vakfımızın sosyal sorumluluk amaçlı yardım ve çalışmalarından birkaçını oluşturuyor. Yeni Dünya Vakfı’nın kültürel faaliyetleri ise konferanslar, seminerler, okuma programları, kurslar, değerlendirme ve istişare toplantıları ile kamplar başlıkları altında değerlendi- Yeni Dünya Vakfı kaç yıldır, hangi amaç ve hedeflerle faaliyetlerini sürdürüyor? 1996 yılında yeni bir dünya ideali ve hedefi doğrultusunda, kadim değerlerimizi ve tarihî misyonumuzu kendi iklimimizde yeşertmek, ülkemizin ve dünyanın dört bir yanına dağılmış kardeşlerimizle, gençlerimizle tanışmak, kaynaşmak ve yardımlaşmak gayesiyle inşa ettiğimiz Yeni Dünya Vakfı, geride bıraktığımız 19 yıllık süreçte, insana yapılan yatırımı en kalıcı ve en hayırlı hizmet olarak gör- Japon gençlik heyetinin ziyareti 75 “VAKFIMIZ BURSLAR ARACILIĞIYLA ÜNIVERSITE ÖĞRENCISI GENÇLERIN EĞITIMINE DESTEK OLMAKTADIR. 2013-2014 EĞITIMÖĞRETIM YILINDA TÜRKIYE’DE VE YURT DIŞINDA OKUYAN 640 ÖĞRENCIYE BURS VERILMIŞ, BU RAKAM 2014-2015 EĞITIM-ÖĞRETIM YILI ITIBARIYLA 1453’E ULAŞMIŞTIR.” Yeni Dünya Vakfı Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Toplantısı rilebilir. Bugüne kadar pek çok konferans gerçekleştirildi. Bunlara örnek olarak Prof. Dr. Ali Rıza Abay’ın “Birlikte Yaşama Kültürü”, Hayati İnanç’ın “Edebiyat Penceresinden Hayata Bakış”, Prof. Dr. Bekir Berat Özipek’in “İslam Dünyasının Dönüşümü ve Türkiye’yi Konuşmak”, Prof. Dr. Ayşen Gürcan’ın “Eğitim Nasıl Olmalı? Dünü, Bugünü ve Yarını”, Doç. Dr. Cüneyt Yüksel’in “Türkiye’nin Gelecek Siyasi Sistem Tercihi: Parlamenter, Yarı Başkanlık, Başkanlık Sistemi”, Prof. Dr. Abdullah Topçuoğlu’nun “Yakın Siyasi Tarih”, A. Cihangir İşbilir’in “İslam Dünyası’nın Son Yüzyılı ve Türkiye’nin Sorumlulukları” konulu konferansları verilebilir. Seminerler arasında ise Genel Merkezimizde gerçekleştirilen “Ortadoğu Konuşmaları”, “Helal Gıda”, “İslam Ekonomisi”, “Film Tahlilleri” başlıklı seminerler ile Ankara Şubemizde düzenlenen “Anayasa”, “Anneler Günü”, “Efendimiz”, “Hadis Tahlili”, “Kadınlar Günü”, “Şems ve Mevlana” ile “Sevgi” konulu seminerler yer almaktadır. Kültürel faaliyetlerimiz çerçevesinde İngilizce, Arapça, Boşnakça, Osmanlıca, Fotoğrafçılık ve İnovatif Proje Döngüsü kursları verilmektedir. Vakfımızın “Okuma Programları” faaliyeti “Balkan Okumaları”, “Sezai Karakoç Okumaları”, “Akıl ve Erdem Okumaları”, “Yakın Siyasi Tarih Okumaları”, “Riyazu’s-Salihin 76 SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA Okumaları” başlıklarıyla gerçekleştirilirken, her yıl eylül ayında bursiyerlerimizle birlikte Kefken Kampı düzenlenmektedir. Sizinle Yeni Dünya Vakfı Ankara Şubesi’nde sohbet ediyoruz. Vakfın genel merkezi ve diğer şubeleri hakkında bilgi verebilir misiniz? Genel Merkezi İstanbul Cağaloğlu’nda bulunan vakfımız, tarihî Hadım Hasan Paşa Medresesi’nde hizmet vermektedir. Vakfımıza tahsis edildiği dönemde harap bir haldeki yapı, gayretlerimiz sonucunda uzun bir restorasyon sürecinden geçerek 2012 yılında bugünkü görünümüne kavuşmuştur. Genel Merkezimiz ve Hacı Bayram Camii’nin hemen yanında yer alan Ankara Şubemizin dışında 14 il/ilçede temsilciliğimiz bulunmaktadır. 20’nci kuruluş yıldönümümüz olan 2016’da temsilcilik sayımızı 20’ye çıkarmayı hedeflemekteyiz. Yeni Dünya Vakfı, Yeni Türkiye’nin inşasında gençlerimizin daha bilinçli bir pozisyon alabilmesi için üzerine düşen görev ve sorumluluğunun bilinciyle hareket etmektedir. Kamu yararına çalışan vakıf statüsü için müracaatımız olumlu sonuçlanırsa çalışmalarımız daha verimli ve daha devamlı olacaktır. “BAŞKASININ MUTLULUĞU ILE MUTLU OLABILMEYI SAĞLAYAN VAKIF HIZMETLERI, HANGI YAŞTA OLURSA OLSUN INSANI HAYATA BAĞLAYAN, HAYALLERIYLE YAŞATAN, INSANLIK ADINA YENI PROJELER ÜRETEBILMESINI VEYA BU PROJELERIN IÇINDE YER ALABILMESINI SAĞLAYAN ÇOK GÜZEL BIR SOSYAL ALANDIR.” Tarihî Hadım Hasan Paşa Medresesi’nin Yeni Dünya Vakfı'na tahsis edilmeden önceki ve sonraki hali Geçmiş dönemlerde görev yapmış milletvekillerinin bilgi ve tecrübelerini sivil toplum alanında değerlendirmeleri konusundaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz? Biliyorsunuz, yaşlılar hatıralarıyla, gençler hayalleri ve hülyalarıyla yaşar. Yahya Kemal Beyatlı, yaşlılık yıllarındaki bir beytinde “Hülyası kalmayınca hayatın ne zevki var? / Bitsin, hayırlısıyla, bu beyhude sonbahar!” diyor. Vakıf hizmetleri, hangi yaşta olursa olsun insanı hayata bağlayan, hayalleriyle yaşatan, insanlık adına yeni projeler üretebilmesini veya bu projelerin içinde yer alabilmesini sağlayan çok güzel bir sosyal alandır. Vakfımızın vizyonu, hizmetleri büyütmek, daha çok insana ulaşmaktır. Vakıf hizmetleri dert edinmeyi gerektirir. Ünlü seyyah İbn-i Batuta “Derdi olanın vakti olmaz” demiş. Bence çok doğru bir tespit. Eğer siz insanlığın derdini dert edinmişseniz oturup da hatıraları anlatmaya zaman bulamazsınız, çünkü yapacak çok iş var demektir. Geçmiş dönemlerde görev yapmış milletvekili arkadaşlarımız bilgi ve tecrübelerini vakıf faaliyetlerinde değerlendirerek hem ülkemize hizmet etmeyi sürdürebilirler hem de toplumla iletişimlerinin devam edeceği çok önemli çalışmaların içinde yer alabilirler. Siyasette olduğu gibi vakıfta da insana hizmet esastır. Dolayısıyla milletvekili arkadaşlarımıza şu çağrıda bulunuyoruz: Buyurun, gelin, vakfımızın kapısı herkese açıktır. Vakıf hizmetleri söz konusu olduğunda hiç kimse “Maddi olarak bir katkıda bulunma gücüne sahip değilim” gibi bir düşünceye kapılmamalıdır. Çünkü vakıf hizmetlerinde öncelikli olan insan gücüdür, topluma fayda sağlayacak projelerin içinde olmaktır. Finans daha sonra gelir. Vakıf çalışmalarında başarının 4 temel unsurunu sizlerle paylaşmak isterim. Bunlar, müteşebbis insan gücü, proje, güven ve finanstır. Zaten iyi bir proje ürettiğinizde gerekli desteği görecek ve finansını sağlamak çok zor olmayacaktır. Biz arkadaşlarımızın insanlığa, özellikle gençliğe hizmet etme sevdasının vakfımızda bütünleşmesini arzu ediyoruz. Arkadaşlarımızın vakıf hizmetlerine ilgisini, desteğini ve duasını bekliyoruz. Vakfımızın Ankara Hacı Bayram’daki şubesinin de rahatlıkla gelip gidebilecekleri bir mekan olduğunu belirtmek isterim. Ayrıca vakfımızda çayımız, çorbamız, ikramlarımız eksik olmuyor. 77 11 Haziran 1868 Tıbbiye Nazırı Marko Paşa ile Kırımlı Dr. Aziz Bey’in teşebbüsleriyle Mecruhin ve Marda-yı Askeriyye İmdat ve Muavenet Cemiyeti kurularak Kızılay’ın temelleri atıldı. 9 Haziran 1617 - 19 Haziran 1910 İlk Babalar Günü, Amerikan İç Savaşı gazisinin kızı olan Sonora Smart Dodd’ın girişimleri sonucunda Washington’ın Spokane şehrinde kutlandı. Mavi Camii olarak da bilinen İstanbul’un incisi Sultanahmet Camii ibadete açıldı. Sultan I. Ahmet tarafından Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa’ya yaptırılan caminin inşası 1609-1616 yılları arasında gerçekleşti. HAZIRAN 2 9 11 12 19 12 Haziran 1960 27 Mayıs 1960 askerî darbesinin ardından çıkarılan ve bir nevi “geçici anayasa” niteliği taşıyan kanunla TBMM’nin bütün hak ve yetkileri Millî Birlik Komitesi’ne devredildi. 2 Haziran 1964 Kahire’de gerçekleşen Arap Zirvesi’nde temelleri atılan Filistin Kurtuluş Örgütü resmî olarak kuruldu. 9 Haziran 1942 Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün 1953 yılından beri ebedi istirahatgâhı olan Anıtkabir için düzenlenen yarışmada, Prof. Dr. Emin Onat ve Doç. Dr. Ahmet Orhan Arda’nın projesi birincilik ödülünü aldı. 78 27 Haziran 1998 Adana’ya bağlı Ceyhan ilçesinde gerçekleşen 6,2 şiddetindeki deprem sonucu 144 kişi hayatını kaybetti. 22 Haziran 1919 Millî Mücadele’nin ve ulusal egemenliğin bildirgesi niteliğinde olan Amasya Genelgesi yayımlandı. 29 Haziran 1939 - 26 Haziran 1945 - Hatay Millet Meclisi’nin aldığı karar doğrultusunda Hatay anavatan topraklarına katıldı. Birleşmiş Milletler Antlaşması aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 50 ülke tarafından San Francisco’da imzalandı. 22 25 26 27 28 29 25 Haziran 1993 Tansu Çiller Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın başbakanı oldu. 28 Haziran 1914 Gavrilo Princip adlı bir Sırp milliyetçisinin Avusturya arşidükü Franz Ferdinand ve karısı Sophia’ya düzenlediği suikast sonucu I. Dünya Savaşı başladı. 79 19 HAZİRAN 1910 HAYATIMIZIN KAHRAMANLARINA EN GÜZEL HEDIYE: BABALAR GÜNÜ TÜRKÜ NAZ ALTINAY Ç ocukluğumuzun en heybetli karakteridir babamız. “Benim babam Süpermen!”, “Benim babam seninkini döver!” gibi cümleler sarf etmişizdir hepimiz küçüklüğümüzde. Çünkü biliriz ki babamız yenilmezdir, güçlüdür, her daim dimdik ayaktadır. O var olduğu, yanımızda bulunduğu sürece biz de yenilmezizdir. Hayat karşısında başımız öne düşecek gibi olsa babamız koşar imdadımıza. Elini attı mı omzumuza, iki söz fısıldadı mı kulağımıza her şeyin yoluna gireceğini biliriz. Doğduğumuz andan itibaren hayatın zorlukları karşısında bizi koruyup kollayan da, gün gelip yuvadan uçtuğumuzda ayaklarımızı yere nasıl sağlam basacağımızı öğreten de odur. “Kızlar babalarına, oğullar annelerine düşkün olur” derler. Kimin kime düşkün olduğunun ne önemi var; her ikisi de hayattaki en yakınımız, kendimizi güvende hissettiğimiz sığınağımız, sırtımızı dayadığımız koca çınarlar değil mi? Bir çocuk için anne şefkat ve fedakarlığın, baba ise güven ve istikrarın simgesidir. Gün boyu ekmek parasının peşinde koşan babanın yüzündeki yorgunluk, “Baba bana ne aldın?” sorusuna yanıt verilebildiğinde mutluluğa dönüşür. Onca emek, onca çabanın en güzel karşılığı, çocuğun gözlerindeki sevinçtir. Hayatın yükünü omuzlayan baba, ailesine iyi bir gelecek hazırlayabilmek için en ağır sorumlulukların altına girmekten çekinmez. Fedakar baba örneklerine edebiyatta da sık sık rastlanır. Örneğin Honore de Balzac’ın Goriot Baba’sı kızlarını tek başına yetiştiren, varını yoğunu çocuklarına adayan ve sevgisi uğruna yoksulluk içinde yaşamayı göze alan bir babanın trajedisidir. Baba hasreti bir başka yakar yüreği Sonora Smart Dodd 80 Bir de baba hasreti vardır ki dillere destan... Usta şair Necip Fazıl Kısakürek boşuna dememiş dizelerinde: Eve dönmez bir akşam / Ve gün yüzlü çocuğu / Sorar: Nerede babam?... İster ev geçindirmek için uzak diyarlarda koşturuyor olsun, ister bu dünyadan göçüp gitmiş olsun, baba hasreti bir başka yakar yürekleri. Babanın yokluğunun ne kadar acı verdiği ancak başa geldiğinde anlaşılır. Evladın sırtını yasladığı dağlar yıkılır, ayağının altındaki zemin çekilir babası gittiğinde... BIR ÇOCUK IÇIN ANNE ŞEFKAT VE FEDAKARLIĞIN, BABA ISE GÜVEN VE ISTIKRARIN SIMGESIDIR. GÜN BOYU EKMEK PARASININ PEŞINDE KOŞAN BABANIN YÜZÜNDEKI YORGUNLUK, “BABA BANA NE ALDIN?” SORUSUNA YANIT VERILEBILDIĞINDE MUTLULUĞA DÖNÜŞÜR. ONCA EMEK, ONCA ÇABANIN EN GÜZEL KARŞILIĞI, ÇOCUĞUN GÖZLERINDEKI SEVINÇTIR. Emeği üzerimizden hiç eksik olmayan, bize iyi bir gelecek sunabilmek için hayatını çalışıp çabalayarak geçiren babalarımızı onurlandırma fikri, çok da eski olmayan bir tarihe, 20. yüzyılın başlarına dayanır. “Babalar Günü” fikrini ortaya atan ilk kişi, Amerikan İç Savaşı gazisi William Jackson Smart’ın kızı Sonora Smart Dodd’dır. 16 yaşındayken annesi hayata gözlerini yuman Sonora Smart, altı kardeşini babasıyla birlikte büyütür. Emektar babasını özel bir günle onurlandırmak isteyen Sonora Smart, Episkopal Kilisesi’ne babasının doğum gününün Babalar Günü olarak kutlanmasını önerir. Kilise üyelerinin Babalar Günü için Haziran’ın üçüncü pazarını uygun görmesi sonucu Washington’ın Spokane şehrinde 19 Haziran 1910 tarihinde ilk kutlama yapılır. İlerleyen yıllarda beklenen ilgiyi görmeyen Babalar Günü, 1916’da ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın kutlamalar nedeniyle şehri ziyaret etmesi üzerine tekrar gündeme gelir. 1966 yılında ABD Başkanı Lyndon B. Johnson, Babalar Günü’nün Haziran ayının üçüncü pazarı kutlanacağını açıklayan bir bildirge yayımlar. Bundan altı yıl sonra ise ABD Başkanı Richard Nixon’ın imzasıyla Babalar Günü Amerika Birleşik Devletleri’nde resmî tatil ilan edilir. Başlarda Anneler Günü’ne benzerliği ve ticari bir amaç güttüğü gerekçesiyle halkın pek rağbet göstermediği Babalar Günü, ilerleyen yıllarda ulusal çapta kutlanır hale gelir. Gün aynı, kutlama farklı Günümüzde tüm dünyada önemi hissedilen Babalar Günü, her ülkede farklı tarihlerde ve farklı isimlerle kutlanmaktadır. Örneğin Haiti’de “fête des peres” adıyla Haziran’ın son pazarında kutlanan gün, babaların aileleriyle zaman geçirdikleri, balık tutmak, yürüyüşe çıkmak, denize gitmek gibi aktiviteleri gerçekleştirdikleri bir tatil havasında geçer. Ülkemizde ise Babalar Günü, babamıza sarılarak, elini öperek ve küçük de olsa bir hediye vererek ona sevgimizi gösterebileceğimiz günlerden biridir. Çocuklarını ilmek ilmek işleyen, onlara hayatı öğreten, evin direği olan tüm babalarımızın Babalar Günü kutlu olsun. 81 HALK EZGILERINI ÖZ MUSIKIMIZLE HARMANLAYAN BESTEKAR SADETTİN KAYNAK 82 YAHYA KEMAL, “ÇOK INSAN ANLAYAMAZ ESKI MUSIKIMIZDEN / VE ONDAN ANLAMAYAN BIR ŞEY ANLAMAZ BIZDEN” DIYEREK TÜRK MÜZIĞININ YAŞAMIMIZDAKI YERINI ÖZETLEMIŞTI. “BIZ”E “BIZ” OLDUĞUMUZU HATIRLATAN BAŞLICA UNSURLARDAN BIRI MUSIKIMIZ. HER SANAT GIBI O DA CANLI BIR BÜNYE. TARIH IÇINDE COŞUP ÇAĞLADIĞI DÖNEMLER DE OLMUŞ, YORGUN DÜŞTÜĞÜ DE. BU YORGUNLUK ANLARINDA ONU CANLANDIRMAK IÇIN YAPILAN HAMLELERIN KIMI HASTALIĞI IYICE YAYMIŞ VÜCUDA, KIMI YENIDEN HAYATA BAĞLAMIŞ ONU. İŞTE 20. YÜZYILDA TÜRK MÜZIĞININ ÇEŞITLI ETKILER ARASINDA BOCALADIĞI BIR DÖNEMDE ONA TAZE KAN VEREN BIR ISIM SADETTIN KAYNAK... ENVER UYGUN Y enilik dönemleri toplumun tüm kesimlerini etkilese de meydana gelen değişikliklerin izleri en fazla sanatçıların hayatında ve eserlerinde görülür. Dönüşüm ister sosyal alanda olsun ister sanat konularında olsun, ürünlerini böyle devirlerde veren sanatçıların mesleki kariyerleri de kişisel yaşamları da bu çalkantıdan nasibini alır. Böyle durumları verime dönüştürmek ise ancak ustaların işidir. Bestekar, hanende, güfte yazarı, imam ve müezzin Sadettin Kaynak işte bu soydan ustalardan biridir. Sadettin Kaynak’ın dünyaya geldiği 19. yüzyıl sonu, Osmanlı Devleti’nin ayakta kalmak için askerî, ekonomik, siyasi tedbirlerin yeterli olamayacağının iyiden iyiye dillendirildiği bir dönemdi. Tanzimat’tan itibaren, son iki yüzyılda baş döndürücü biçimde ilerleyen Avrupa’dan geri kalmamak için neler yapılması gerektiği konuşuluyordu. Bu yıllarda orduda yapılan düzenlemeler, hazinenin aldığı kararlar, idaredeki değişiklikler yeterli görülmemiş, Avrupa gibi güçlü olabilmek için, onların kültür alanında başardıklarını başarmaya, hatta Avrupa kültürünü özümsemeye ihtiyaç olduğu gündeme gelmiştir. Bu konu ilerleyen zamanlarda da ele alınacak, Cumhuriyet döneminin önemli tartışmalarına dayanak olacaktır. Konunun Sadettin Kaynak ile ilgili kısmı, onun, müzik alanındaki “reform” denemelerinin ortasında, değişikliğin zorlamayla değil, işin özünün gerektirdiği biçimde yapılması yönündeki yaklaşımında karşımıza çıkacaktır. 1895 yılında, Fatih Camii müderrisi Ali Alaeddin Efendi’nin oğlu olarak doğar Sadettin Kaynak. Ali Alaeddin Efendi, Hacıoğulları diye bilinen Rizeli bir ailenin, 1862’de İstanbul’a gelen bir bireyidir. Fatih Camii dersiamlığı (camilerde ders veren müderrislere verilen unvan), huzur-ı hümayun (padişahın huzurunda verilen dersler) hocalığı ve Tedkikat-ı Şeriyye Ahkam-ı Şahsiyye (temyiz mahkemesi) üyeliği görevlerinde bulunur. Sadettin Kaynak’ın babasının mesleği ve kültürel ortamı dolayısıyla 9 yaşında Kuran’ı hıfzettiği, dinî eğitimini sağlam ellerde aldığı biliniyor. Kaynak’ın müzikle haşır neşir olması da bu yaşlarda yine aynı çevrede, din eğitimiyle iç içedir. Din ile müziğin birlikteliğinden doğan gücü temsil eden son isimlerdendir Kaynak. 10 yaşındayken Hafız Melek Efendi’den ilk musiki derslerini almaya başlar. Sesinin güzelliğinin yanında kavrama gücüyle dikkat çeken Sadettin Kaynak daha sonra Kasımpaşa’daki Küçük Piyale Paşa Camisi’nin imamı Şeyh Cemaleddin Efendi’nin meşklerine devam eder. Klasik Türk Müziği’nin, batılı konservatuvar eğitimindense bu usulle öğretilmesinden rahatsızlık duyulmadığı, meşk yönteminin “geri kalmışlık” addedilmediği yıllardır henüz... Cihan Harbi’nde bir musikişinas Sadettin Kaynak Mercan İdadisi’nde tamamladığı ortaöğreniminin ardından Darülfünun (bugünkü İstanbul Üniversitesi) İlahi- 83 yat Fakültesi’ne kaydolur. Buradaki öğrenciliği sırasında patlak veren 1. Dünya Savaşı, Kaynak’ın eğitim hayatını olumsuz yönde etkileyecek, ancak müzisyenliğine katkı sağlayacaktır. Genel seferberlik kapsamında askere alınan Kaynak, yedek subay olarak Diyarbakır’a gönderilir. Mardin, Elazığ ve Harput’ta görev yapar. Askerliği sırasında, kasabaları ve köyleri ziyaret ederek doğu illerinin halk müziği çalışmalarını yakından tetkik eder. Bu incelemeler, ilerleyen yıllarda Kaynak’ın bestekarlığında ortaya çıkacak özgün bir damarı müjdeleyecektir. Sadettin Kaynak’ın ilk bestesini 1926 yılında yaptığı kaydedilir. Bu bestenin hikayesi ilginçtir: Askerlik dönüşü Mehmet Emin Yazıcı ve Kazım Uz’dan dersler almaya devam eden Kaynak’ın ünü ülke sınırlarını aşmış, genç hanende Almanya’dan plak teklifi almıştır. Berlin’e yaptığı bir tren yolculuğu sırasında gelen ilhamla Ali Şevket Bey’in Hicran-ı elem sine-i pürhunumu dağlar dizesiyle başlayan şiirini Hüzzam makamında besteler. Kaynak bundan sonra sesiyle olduğu kadar bestelerinde ulaştığı ustalıkla da anılacak, müzisyenlikle o güne kadar sürdürdüğü imamlık görevi arasında tercihe zorlanacaktır. Kısa sürede yükseldiği Yavuz Selim Camisi başimamlığını terk eden müzisyen, uzun yıllar bestecilikle geçinecektir. Kaynak’ın 1926-1935 yıllarında solo olarak ve Darütta’lim-i Musiki heyeti veya Hafız Kemal ile birlikte Pathe, Odeon ve Columbia firmalarına doldurduğu taş plaklar, bugün koleksiyoncuların gözdesi konumundadır. Bestekar olarak tanınması ise plak doldurmayı bıraktığı yıllara rastlar. Adının besteci olarak anılmasındaki etkenlerden biri ise film müzikleri olacaktır. Soundtrack sözcüğü henüz yokken... 1930’ların sonunda ülkemizde yaygınlaşan Mısır yapımı filmlerin yerli müziklerle vizyona girmesi gündeme gelir. Müzikli filmlerin seyirci tarafından çok tutulması yerli film endüstrisini de bu yöne sevk edecek, o dönemde çekilen filmler, adeta müzikaller gibi bol şarkılı olacaktır. Kaynak da bu filmlerin önemli bir kısmına şarkılar besteler. Her film için ortalama on beş şarkı olmak üzere, seksenin üzerinde filme toplamda bini aşkın beste yapar. “Leyla ile Mecnun”, “Allah’ın Cenneti”, “Vicdan Borcu”, “Binbir Gece”, “Beyaz Zambak”, “Selahaddin Eyyubi”, “Çanakkale Geçilmez” bu filmlerdendir. Film müzisyenliği Sadettin Kaynak’ın tanınırlığını artırsa da ona yöneltilen eleştirilerin de odağını oluşturacaktır. Kaynak’ın Mısır filmlerinin etkisiyle “arabesk” tarzda bestelere imza atarak Türk müziğini dejenere ettiği iddia edilmiştir. Kaynak ise bu görüşü reddetmiş, Arap filmlerinin bir orijinal müziklerine Türkçe söz yazılarak, bir de kendi besteleriyle vizyona girdiğini, bestelerinde Türk müziği usullerine sadık kaldığını belirtmiştir. Karışıklık, iddia sahiplerinin bu farkı göz ardı etmesinden kaynaklanır. Sadettin Kaynak’ın bilinen özelliklerinden biri, bestekarlığında gözettiği tavırdır. Kaynak, batı müziği karşısında devlet katında itibar kaybeden Türk müziğini ihya etmek için kimi çağdaşları gibi batılı formlara yaslanmayı tercih etmez. Hacı Arif Bey’in başlattığı Romantik Dönem’in etkileriyle sınırlamaz kendini, Klasik Dönem’in son temsilcilerine kadar uzanır. Bununla birlikte Türk müziğinin bir dönüşümün eşiğinde olduğunun da farkındadır. Bu dönüşümün halk müziğiyle ilişki kurularak yürütülmesinden yanadır. Askerliği sırasında yaptığı folklor araştırmalarını başarıyla bestelerine taşır. Değişim zorunlu ise... Türkiye’de sanatın dönüşümü dönem dönem devlet etkisiyle, hatta zoruyla olur. Divan şiirinin terk edilmesinde Tanzimat Fermanı’nın etkisi olduğu kuşku götürmez. Öte yandan Divan şiiri imkanlarını tüketmiş, tekrara düşmüş bir şiirdir. Müzik söz 84 SADETTIN KAYNAK HERHANGI BIR ENSTRÜMAN ÇALMADIĞI HALDE ESERLERINDE ÖNE ÇIKAN ÖZGÜN ENSTRÜMANTAL BÖLÜMLER DIKKAT ÇEKER. ALDIĞI KLASIK EĞITIMLE FOLKLORIK ÖGELERI BIR ARAYA GETIRMESINDEKI BAŞARI MÜZIK TARIHÇILERININ ÜSTÜNDE ANLAŞTIĞI BIR HUSUSTUR. konusu olduğunda değişim siyasi cepheden başlar. Batılılaşma adına atılan adımlardan biri olan Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması yalnızca askerî bir değişiklik olarak kalmaz. Padişah II. Mahmut, Yeniçeriliğe dair her şeyi tarihten silmeye azmetmiş, 1826’da Yeniçeri Ocağı’na bağlı Mehterhane’yi de kapatmıştır. Bununla da yetinmemiş, dünya müzik tarihinde eşsiz bir arşive sahip olan Mehterhane’yi top ateşine tutturmuş, enstrümanlardan nota defterlerine her şeyi imha ettirmiştir. Siyasi saiklerle, devletin ayakta kalması amacıyla atılan bu adım çöküşteki imparatorluğun ömrüne ömür katmadığı gibi kültür hayatımız açısından da yaralayıcı olmuştur. Mehter Bölüğü, 1914 yılında Enver Paşa tarafından canlandırılmak istense de kül olan kayıtlara ulaşılamamıştır. Klasik musikimizin meşk geleneği sayesinde müzik tarihimiz bir çırpıda silinmemiş, ancak ciddi yaralar almıştır. Bu değişim rüzgarının hüküm sürdüğü bir or tamda sanat hayatına atılan Sadettin Kaynak, Türk müziğinin gelip dayandığı dönüşüm eşiğini Türk Halk Müziği’nin imkanlarıyla aşmayı dener. Herhangi bir enstrüman çalmadığı halde eserlerinde öne çıkan özgün enstrümantal bölümler dikkat çeker. Aldığı klasik eğitimle folklorik ögeleri bir araya getirmesindeki başarı müzik tarihçilerinin üstünde anlaştığı bir husustur. Yıllardır dilden dile dolaşan Karacaoğlan’ın İncecikten bir kar yağar/ Tozar Elif Elif diye dizeleriyle açılan Segah şarkısı bunun güzel örneklerindendir. Halk müziği biçimlerinden yararlandığı bir diğer bestesi, “Yanık Ömer” yine yıllar geçse de hafızalardan silinmeyen eserlerdendir. Seksene yakın farklı makamda beste yaptığı bilinen Kaynak’ın diğer ünlü eserleri arasında şunları saymak mümkün: “Muhabbet Bağına Girdim Bu Gece”, “Çile Bülbülüm Çile”, “Menekşelendi Sular”, “Dertliyim Ruhuma Hicranımı Sardım Da Yine”, Leyla Bir Özgecandır”. Sadettin Kaynak, müzik çalışmalarıyla bir arada yürütmenin yakışık almayacağını düşünerek ayrıldığı imamlığa ilerleyen yıllarda geri döner. Ömrünün son sekiz yılını hareketsiz geçirmesine neden olan felç, sanatçıyı 1953 yılının Ağustos ayında, Sultanahmet Camisi ikinci imamı olarak atanmasından kısa bir süre sonra yakalar. Kaynak’ın imamlık ve müezzinlik yaptığı döneme ilişkin atlanmaması gereken bir nokta da onun Atatürk’ün emriyle minarelerden ilk kez Türkçe ezan okuyan kişi olduğudur. Kaynak, 1954 yılında kendisi için düzenlenen jübileden sonra evine çekilir. Felçli vücudu giderek tepkilerini yitirir ve sanatçı 1961 yılında hayata gözlerini yumar. Sadettin Kaynak’ın, üzerinde çalıştığı bir müzik tarihi kitabının eskizleri ile el yazısıyla doldurduğu beş nota defterinin Alaaddin Yavaşça’ya teslim edildiği biliniyor. 85 MISKETSIZ DÜĞÜN OLMAZ! DINLEYENLERI ORTAK DUYGU VE HEYECANLARDA BULUŞTURAN TÜRKÜLERIMIZ, YURDUN HER KÖŞESINDE DILDEN DILE DOLAŞIR; BIZI KÂH HÜZÜNLENDIRIR, KÂH NEŞELENDIRIR. ERBAY KÜCET H alk şiirinin müzikle buluştuğu türkülerimiz umut, özlem, gurbet, dostluk, ayrılık, aşk gibi konuları ele alarak bizi bize anlatır, derman aradığımız dert- lere, kırık gönüllere seslenir. Ölüm acısından yaşama sevincine kadar tüm duygularını türkülerle dile getiren toplumumuz, hemen her konuda türkü yaksa da aşkla ilgili olanlar ilk sırada yer alır. Sözü, müziği ve bestesi farklı yörelere özgü nitelikler taşımasına rağmen dinleyenleri ortak duygu ve heyecanlarda buluşturan türkülerimiz, yurdun her köşesinde dilden dile dolaşır; bizi kâh hüzünlendirir, kâh neşelendirir. Ezgilerine, konularına ve yapılarına göre çeşitlilik gösteren türküler, kültürel zenginliğimizi oluşturan en önemli unsurlar arasındadır. Kahramanlık, askerlik, ölüm, aşk, iş, tabiat gibi konulardaki nice türkü hafızalarımızda yer etmiştir. Bu yazıda ise özellikle “oyun türküleri” üzerinde durulacaktır. 86 Muhtelif sazların çalındığı oyun türküleriyle öne çıkan yörelerimizin başında Ankara ve çevresi gelmektedir. Bağlama, davul, zurna, kaval, zil, kaşık ve darbuka Ankara türkülerinin değişmez çalgılarındandır. Türkü, halay, oyun havası, zeybek, semah havası, muhabbet havası, sinsin, bozlak, misket, kalenderî gibi çeşitli ayaklarıyla halk müziğimizde önemli bir yeri bulunan Ankara, sahip olduğu bu kültürel zenginliğe rağmen maalesef son yıllarda müziğindeki yozlaşmayla gündeme gelmektedir. Sadece Ankara müziğinin değil, tüm yörelerimizdeki halk müziğinin çalma ve söyleme özellikleri bozulmadan gelecek nesillere aktarılması amacıyla TRT tarafından gerçekleştirilen “İl İl Türkülerimiz” başlıklı çalışmayı yakından takip ettiğimizi de belirtmek isteriz. Bu türden özgün çalışmalarla alkışı hak eden TRT’nin albümleri kültürel hayatımızda önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Bilindiği gibi bir türkünün sevilmesi ve yaygınlaşması, dinleyicilerin duygu ve düşünceleriyle örtüşmesine bağlıdır. Dün olduğu gibi bugün de insanımız özlemlerini, acılarını, sevinçlerini mısralara döküp bestelemekte, türküler sayesinde başkalarıyla ortak duygularda buluşmaktadır. Örneğin “Bir yiğit gurbete gitse gör başına neler gelir” mısralarını yanık türküye dönüştürenler olduğu gibi sevinçlerini paylaşanlar da mevcuttur. Her türkü farklı bir hikaye anlatarak dinleyenleri çeşitli duygulara sürükler. Türkülerimiz insanları eğlendirme, gelenek-görenek aktarımını sağlama, birlik, beraberlik ve dayanışmayı artırma gibi işlevler üstlenirken halkın sosyal hayatından izler taşır. Kimine göre eğlence aracı olan, kimine göre efkar dağıtma, hatta müsekkin etkisi bulunan türkülerimizin insani duygu ve düşüncenin en rafine ifadesi olduğunu söyleyebiliriz. “Ankara Türküleri” CD’si Yukarıdaki satırlarda Ankara müziğinde özellikle son yıllardaki yozlaşmadan bahsederek bu durumdan duyduğumuz üzüntüyü ifade ettik. Gerçekten de kimi zaman argo, kimi zaman müs- tehcen kelimelerle yazılmış şarkıları Ankara müziği diye sunarak haksız kazanç elde etmeye çalışanlar bulunmaktadır. Ankara kültürü bu tür müziklerle yanlış tanıtılmakta, Başkentimizin öz değerlerine haksızlık yapılmaktadır. Ankara’nın tarihsel süreciyle birlikte insanlarının yaşadıklarını gözler önüne seren “Hüdayda”, “Atım Araptır Benim”, “Su Sızıyor Sızıyor”, “Güvercin Uçuverdi”, “Gayadan Bakan Oğlan”, “Ayaş Yollarından Aştım da Geldim”, “Karpuz Kestim Yiyen Yok”, “Kara Koyun Etli Olur”, “Gökte Yıldız Tekerlendi”, “Oyalı da Yazma Başında” gibi türküleri hatırlarsınız. Veyahut “Ankara’da Yedim Taze Mey veyi”, “Asmalarda Üzüm Yosmalarda Gözüm”, “Ben Sana Yandım Zühtü” dendiğinde hemen Ankara ve civarının türküleri gelmez mi aklınıza? Değişme, gelişme ve yozlaşmanın bir arada yaşandığı Ankara müziğinin gerçek icralarıyla dinleyiciyi buluşturan Ankara Valiliği Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü, “Ankara Türküleri”ni 2 CD halinde müzikseverlere armağan etti. Albümde yer alan “Ankara Zeybeği”, “Yandım Şeker”, “Güvercin Uçuverdi (Misket)”, “Name Gelin”, “Bülbüle Su Verdim”, “Müptelayı Dert Olandan” gibi türküler, aralarında Gülşen Kutlu, Abdullah Gündüz, Emel Taşçıoğlu, Yıldız Çam, Erol Parlak ve Bayram Aracı’nın da bulunduğu sanatçılar tarafından seslendirilmiş. Ankaralıların geçmişten günümüze koruyup getirdikleri gelenek, görenek, inanç gibi değerlerini türkülerinde de yaşattıkları görülüyor. Düğünlerimizin değişmez oyun havası misketin hikayesini ve oyundaki figürlerin anlamını “Angaralıyım” diyen pek çok kişinin bile tam anlamıyla bilmediğini bilenlerdeniz. 87 CAMERA OTTOMANA: OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA FOTOĞRAF VE MODERNİTE, 1840-1914 ZEYNEP ÇELİK, EDHEM ELDEM, BAHATTİN ÖZTUNCAY, FRANCES TERPAK, PETER LOUIS BONFITTO KOÇ ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI İSTANBUL, 2015 256 S. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemini fotoğraflar ve belgeler ışığında mikro ölçekte ele alan kitap, gündelik hayattan kesitlerin yanı sıra fabrikalardaki işçileri konu edinen görsel belgelerle okuyucuya hayatın içinden bir bakış açısı sağlıyor. Yaklaşık 150 sene önce hayatımıza girişiyle birlikte yeni bir görsel kültürün oluşmasını sağlayan fotoğraf makineleri ve fotoğrafların aracılığıyla okuyucuyu geçmişte bir yolculuğa çıkaran kitap, Osmanlı tarihinin belgeler ışığında okunmasına da yeni bir anlayış getiriyor. TÜRKLERİN TARİHİ İLBER ORTAYLI TİMAŞ YAYINLARI İSTANBUL, 2015 320 S. Prof. Dr. İlber Ortaylı son kitabı Türklerin Tarihi’nde bir kavmin Orta Asya’dan Orta Doğu’ya göçü ile başlayan ve üç kıtayı birden etkileyen yolculuğunu soru-cevap şeklinde anlatıyor. “Türklük kavramı son yıllarda milliyetçi eğitim politikalarının bir icadı mıdır yoksa en az bin yıllık bir kimlik midir?” tartışmalarını tarihsel bilgiler ışığında aydınlatan eser, bu coğrafya içinde yer alan herkes için bir başvuru kitabı olacak nitelikte. BİZANS SULTANI SELÇUK ALTUN SEL YAYINCILIK İSTANBUL, 2011 189 S. Galata’da yaşayan İstanbul sevdalısı, satranç ustası baş karakterin hayatı, İstanbul’un fethinin 555. yılında üç gizemli adamın onu ziyaret etmesiyle değişir. Son Bizans İmparatoru XI. Konstantinopolis’in soyundan geldiğini öğrenen ve kitapta uzunca bir süre adı açıklanmayan karakterin hayatına bir anda gizli örgütler, Bizans İmparatoru’nun vasiyeti ve kendini kanıtlaması için geçmesi gereken altı aşamalı bir sınav girer. Galata’nın tarih kokan sokaklarında başlayan macera ile gizemin peşinde Los Angeles’tan Kapadokya’ya, Trabzon’dan Londra’ya dünyanın dört bir yanını dolaşan kitap, Bizans İmparatorluğu’nun başkentliğini yapmış ve yüzyıllar boyu dünyanın ticaret ve kültür merkezi olmuş Konstantiniyye’yi arka plana alarak okuru İstanbul sokakları ve tarihi konusunda aydınlatıyor. 88 ARTA KALAN KÂMIL AYDOĞAN CÜMLE YAYINLARI İSTANBUL, 2015 227 S. Günlük yazmanın ne denli zor olduğunu yazıyla iştigal edenler bilirler. Arta Kalan, Kâmil Aydoğan’ın yetkin kalemi sayesinde bu zorluğu kolay hale getiren bir eser. Yazı hayatına lise yıllarında başlayan yazar, deneme, roman, şiir ve kişisel gelişim türündeki eserlerinin ardından günlüklerini bir araya getiriyor. Kitapta, yazarın entelektüel birikimini bir bürokrat olarak meslek hayatına nasıl yansıttığına tanıklık ediyorsunuz. SANAT VE… ÖMER LEKESIZ ŞULE YAYINLARI İSTANBUL, 2015 343 S. “Sanat ve…” diyerek söze başlayan yazar, yeni kitabında sanatı sadece batı değerleriyle değil, doğunun kadim medeniyeti ışığında yorumluyor. Sanatla birlikte fark, sufilik, rüya, hayal, ahenk kavramlarını ele alan eser, “Sanat ve Arayışlar”, “Sanat ve Edebiyat” olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Kitapta Ömer Lekesiz’in büyütecine Mustafa Kutlu, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Nazım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Fethi Naci takılıyor. RUMELI-BALKAN FIKRALARIMIZ VE İLGINÇ ÖYKÜLERIMIZ KEMAL VATAN KANYILMAZ MATBAACILIK İZMIR, 2015 428 S. 21. Dönem İzmir Milletvekili Kemal Vatan, yaşadığı toprakların kültürel değerlerini yeni nesle aktarma çabasıyla güzel bir derlemeye imza atmış. Anlatılanlar geçmişte yaşanmış olsa da günceli yakalayan Rumeli-Balkan Fıkralarımız ve İlginç Öykülerimiz’de özellikle Balkan ağzıyla anlatılan fıkralara çok gülüyorsunuz. Kemal Vatan, bu eserinin yanı sıra Yugoslavya’dan Türkiye’ye Acı-Tatlı Hâtıralar adlı kitabıyla da okurla buluşuyor. Kitapta, Makedonya’da yaşayan Türklerin hayat mücadeleleri, yazarın 19 yaşına kadarki yaşantısını da içeren hüzünlü örneklerle anlatılıyor. 89 TIME AND THE RIVER DAVID SANBORN SONY MÜZİK Yaklaşık yarım asırlık sanat kariyerine 5 Grammy, 7 Altın Plak ödülü ve sayısız albüm sığdıran efsanevi caz saksafoncusu David Sanborn, 15 yıl aradan sonra bas gitar duayeni Marcus Miller’la stüdyoya girdi ve unutulmaz bir çalışma sundu dinleyiciye. Groove ve funk ritimlerinin cazla harmanlandığı albümde piyanoda Roy Assaf, gitarda Yotam Silberstein ve Nicky Moroch, alto flütte Peter Hess, perküsyonda Javier Diaz ve davulda Marcus Baylor yer alıyor. Birbirinden usta sanatçıların kaçırılmaz bir caz şöleni sunduğu albüm, David Sanborn’un duygusal saksafon sololarıyla da büyülüyor. THREE OF US THE SECRET TRIO KALAN MÜZİK The Secret Trio grubu, yeni albümü “Three Of Us”la müzik marketlerdeki yerini aldı. “Soundscapes”in ardından grubun ikinci albümü olan “Three Of Us” tam anlamıyla bir müzik ziyafeti ve dinleti keyfi sunuyor. Kendine has otantik tarzıyla dikkat çeken grup, yeni albümünde konuk sanatçı olarak Sezen Aksu ve Erkan Oğur’la yaptığı çalışmalara da yer vermiş. Anadolu, Balkanlar ve Orta Doğu kültürünü, Batı konseptleri ve caz nağmeleriyle harmanlayan The Secret Trio, sıra dışı icraları ve özgün armoni yapısına sahip şarkılarıyla müzik tutkunlarına kültürel bir zenginlik sunuyor. ZEKİ MÜREN ANISINA ZEKİ MÜREN YAVUZ & BURÇ PLAK Yürekleri ısıtan birbirinden güzel Türk Sanat Müziği eserleri ve “Sanat Güneşi”nin büyüleyici yorumu “Zeki Müren Anısına” adlı çalışmada buluşuyor. Zeki Müren’in sesiyle can verdiği şarkıların yer aldığı çalışma iki albümden oluşuyor. Toplam 25 eserin dinlenebildiği albümlerde “Gözlerin Doğuyor Gecelerime”, “Biz Ayrılamayız”, “İmkansız”, “Rüyalarda Buluşuruz” gibi unutulmaz şarkılar müzikseverlere sunuluyor. Yıllar boyu dilden dile dolaşan, gönülden gönüle akan muhteşem eserlerin derlendiği çalışma bir klasik niteliğinde. 90 TERKEDİLMİŞ YÖNETMEN: KORHAN UĞUR SENARYO: KORHAN UĞUR OYUNCULAR: MAHMUT GÖKGÖZ, LEVENT ÜLGEN, HAKAN VANLI, SEMA ŞİMŞEK, HAKKI ERGÖK, NERİMAN UĞUR, BURAK SARIMOLA, KONUL NAGIYEVA YAPIM: 2015, TÜRKİYE TÜR: DRAM Yönetmen Korhan Uğur’un ikinci uzun metrajlı filmi, kocasını iç savaşta kaybeden Suriyeli göçmen bir kadının çocuğuna gelecek sağlama uğruna yaşadığı trajediyi konu alıyor. Organ mafyasının eline düşen kadının başından geçenler, sanatoryumda hayatları birbiriyle kesişen dokuz kişinin öyküsüyle birlikte beyazperdeye aktarılıyor. “Mesele iyi biri ya da kötü biri olmak değil. Mesele insan olabilmek” sözleriyle başlayan, iyiliğin ve kötülüğün doğasını sorgulayan film, Suriyeli mültecilerin hayatından bir kesit sunuyor izleyiciye. MAD MAX: FURY ROAD YÖNETMEN: GEORGE MILLER SENARYO: GEORGE MILLER, BRENDAN MCCARTHY, NICK LATHOURIS OYUNCULAR: TOM HARDY, CHARLIZE THERON, NICHOLAS HOULT, HUGH KEAYS- BYRNE, ROSIE HUNTINGTON-WHITELEY, RILEY KEOUGH YAPIM: 2015, AVUSTRALYA-ABD TÜR: AKSİYON, BİLİMKURGU Mad Max serisinin yıllardır beklenen dördüncü filminde izleyici Max’in Avustralya’nın çorak topraklarında hayatta kalma çabasına şahit oluyor. Post-apokaliptik bir dünyada, kızı ve karısının kaybının ardından yalnızlığın hayatta kalmak için tek çözüm yolu olduğuna inanan Max, kendini İmparator Furiosa’nın liderliğinde, zalim kral Immortan Joe’dan kaçan bir çetenin içinde bulur. Heavy metal, kıyamet sonrası ögeler ve bol aksiyonun harmanlandığı filmde, İmparator Furiosa’yı Charlize Theron canlandırıyor. Max karakterine Mel Gibson’ın hayat verdiği serinin ilk filmi 1979 yılında George Miller tarafından çekilmişti. Bir jenerasyonun birlikte büyüdüğü Mad Max serisinin yeni filmi aksiyon sevenlerin hoşuna gidecek türden. 91 NE OKUYOR NE IZLIYOR TAHSIN BORAY BAYCIK - 20. VE 21. DÖNEM ZONGULDAK MILLETVEKILI Son aylarda ağırlıklı olarak siyaset kitaplarını tercih ediyorum. Şu sıralar Merve Kavakçı’nın Başörtüsüz Demokrasi’de Adı Konmamış Darbe adlı kitabını okuyorum. Sinemaya fırsat buldukça gitmeye çalışıyorum. Siyasi konuları ele alan dönem filmlerini ve televizyon dizilerini izlemeyi seviyorum. Türk Hafif Müziği dinliyorum. Nilüfer ile rahmetli Kayahan ve Tanju Okan beğenerek dinlediğim sanatçıların başında geliyor. ZEKERIYA AKINCI - 22. DÖNEM ANKARA MILLETVEKILI En son Orhan Pamuk’un Kafamda Bir Tuhaflık adlı romanını okudum. 1998’de Cumhuriyet gazetesinin yayımladığı Dünya Klasikleri Dizisi’ndeki kitaplardan birkaçını da son dönemde okuma imkanım oldu. Bu zengin içerikli dizideki kitapları sıklıkla okumaya çalışıyorum. Ayrıca fırsat buldukça sabahları Nazım Hikmet’ten birkaç şiir okurum. Sinema sevdiğim bir sanat dalı. Vizyona yeni giren filmleri takip etmeye çalışıyorum. Özellikle bilimkurgu türündeki filmleri seviyorum. Bu türde en son “Yıldızlararası”nı izledim. Geçtiğimiz günlerde ise “Yolunda A.Ş. Çinçin Bağları Hikayesi” adlı filmi seyrettim. Müzik konusundaki tercihim çeşitlilik içeriyor. Klasik Batı Müziği’nden yöresel türkülerimize kadar hoşuma giden her tür müziği keyifle dinliyorum. Bunda çocukluk yıllarımda babamın teşvikiyle aldığım mandolin kursunun da büyük payı olduğunu düşünüyorum. 92 MEHMET ARSLAN - 21. DÖNEM ANKARA MILLETVEKILI Genellikle ekonomi ve tarih kitaplarını tercih ediyorum. En son Bilâl N. Şimşir’in Malta Sürgünleri adlı kitabını okudum. Şu sıralar elimde Ha-Joon Chang’ın Sanayileşmenin Gizli Tarihi adlı kitabı bulunuyor. Sinemaya fırsat buldukça gidiyorum. Daha çok aksiyon-macera filmlerini izlemeyi seviyorum. Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği dinliyorum. ATILA SAV - 20. DÖNEM HATAY MILLETVEKILI Türk Hukuk Kurumu’nun Türk Hukuk Lûgatı’nın yenilenmiş baskısını hazırlayan çalışma grubunun içinde olmam dolayısıyla şu sıralarda çok sayıda hukuk kitabı okuyorum ve hukuk terimleri üzerinde çalışıyorum. Aynı zamanda tiyatro eleştirmenliği yaptığım için çok sayıda tiyatro eseri okuyorum. Bu arada bir yarışmada jüri üyesiyim ve önümdeki 40 civarında oyun metnini okumakla meşgulüm. Sinemada en son “Sibirya Mafyası” adlı filmi izledim. Genellikle konusunu ilginç bulduğum ve tavsiye edilen filmleri izlemek üzere sinemaya gidiyorum. Müzik tercihimin ilk sırasında klasik müzik yer alıyor. Bununla birlikte kulağıma hoş gelen farklı tür müzikleri de dinliyorum. Mesela geçenlerde Neşet Ertaş’ın hayat öyküsünü konu alan “Neşe’Dert’Aşk” adlı oyunu seyrettim ve gençlerin söylediği türküleri beğenerek dinledim. KEMAL ANADOL - 15. VE 16. DÖNEM ZONGULDAK, 18, 22 VE 23. DÖNEM İZMIR MILLETVEKILI Siyasal, tarihsel ve belgesel romanlar yazıyorum. Bu nedenle de daha çok o tür kitaplar okuyorum. Şu sıralar elimde Tanju Cılızoğlu’nun Anılarla Kâmil Kırıkoğlu, Şeref Bakşık’ın CHP ile Bir Ömür, Behiç Sonbay’ın Anılardan Bir Demet ve İsmail Hakkı Birler’in CHP’li Yıllar adlı kitapları bulunuyor. Bir yandan bu kitapları okurken bir yandan da 1950 ile 1980 yılları arasındaki anılarımı yazıyorum. Bu çalışmam bitmek üzere. Sinema sevdiğim bir sanat dalı, ancak birtakım nedenlerle yakın zamanda film izlemeye gidemedim. Alaturka müziğin hastası olduğumu söyleyebilirim. Öteden beri Sadettin Kaynak, Selahattin Pınar, Avni Anıl, Teoman Alpay, Amir Ateş gibi büyük bestecilerin eserlerini zevkle dinliyorum. Günümüzde Umut Akyürek, Alp Arslan ve Gökhan Sezen beğendiğim sanatçılar arasında yer alıyor. 93 SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERİ @resatdogru @TugrulTurkes 19 Mayıs 1919 Yüce Türk Milleti’nin yeniden diriliş günüdür. Milletimizin yiğit insanlarının bu güzel bayramı kutlu olsun! Bir Fenerbahçeli olarak 2014-2015 sezonunu şampiyon olarak tamamlayan Galatasaray’ı tebrik ediyorum. @KorayaydinMHP @nejatkocer @HDPDEMIRCELIK “Biz bir takımız, hizmete hazırız” dedik, bize sıkı rakip çıktı. Hüseyin Örs Hocam’la Pelitli’de destek ve moral bulduk. Memleketimin güzel insanının sıcak, içten ve samimi bir selamı günün en güzel anı oluverir bazen yollarda. Halkla buluşmak, halkla kucaklaşmak başarmanın olmazsa olmazıdır. Halkın gönlünü kazanmak demokratik siyasetin esasıdır. @AvniErdemir @senakaleli Dumanlı’da semaver keyfi. Hemşehrilerimin misafirperverliğine diyecek yok. Seni özleyeceğiz Zeki Alasya. Gençliğimizden anı olarak hep kalacaksın. Mekanın cennet olsun. Başımız sağolsun. @hasan_oren Akhisar Beyoba ziyaretimizin ardından Sazoba’dayız. Çiftçilerimize tarım politikalarımızı anlatmaya devam ediyoruz. 94 Kadir Gökmen Öğüt @KadirGokmenOgut Dişhekimi, CHP PM Üyesi, İstanbul Milletvekili http://www.chp.org.tr/ https://www.facebook.com/kadirgokmenogut kadirgokmen.ogut@tbmm.gov.tr kadirgokmenogut.com Sosyal medyayı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında yer alıyorsunuz. Sosyal paylaşım sitelerini ne zamandır ve gün içinde hangi sıklıkta kullanıyorsunuz? Sosyal medyayı beş yıldır kullanıyorum, ancak milletvekili olarak görev yaptığım son dört yıldır çok daha aktif ve etkin bir şekilde takip etmeye çalışıyorum. Gün içinde kullanım sıklığım etkinlik programıma ve elbette ülke gündeminin yoğunluğuna göre değişiyor. Sohbetin sonunda bu kardeşimizin tüm önyargıları silinmiş ve bildiği yanlışların hepsi değişmişti. Hatta yazışmamızın sonunda seçimlerde CHP’ye oy vereceğini söyledi. Bunu unutamam ve her yerde anlatırım. Anlatırken de sabır ve doğru bilgilendirmeyle değişemeyecek görüşün olmadığını dile getiririm. Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir şekilde kullanması ne bakımdan önemli? Bugün ülkemizde çok büyük bir kesim sosyal paylaşım sitelerini günün hemen her saati kullanıyor. Siyasilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin kullanımı öncelikle düşüncelerini, duruşunu ifade edebilmesi ve en hızlı şekilde halka ulaştırabilmesi için önemli. Sosyal medyanın gündemi doğru takip etme açısından yararlı olduğunu düşünüyor musunuz? Sosyal paylaşım siteleri her ne kadar bilginin en çabuk yayıldığı platform olsa da bu tür sitelerde çok yanlış veya uydurma haberler de bir anda yayılıp bilgi kirliliğine neden olabiliyor. Bu yüzden güvenilirliğinden emin olunan kaynaklardan gündemi takip etmek gerekli. Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu? Mersin’den bir kardeşimiz, şahsıma sosyal paylaşım sitesi üzerinden partimle ilgili son derece önyargılı ve yanlış bilgiler içeren bir mesaj yolladı. Art arda birbirimize gönderdiğimiz mesajlar, sonrasında uzun uzun yazışmalara dönüştü. Bugün “Troll” diye tabir edilen kişilerden çok farklı olduğu sohbetten anlaşılıyordu. 95 UNUTMAYACAĞIZ Hayri Öner Cumhuriyet Senatosu Adana Üyesi Hayri Öner 1935 Adana Saimbeyli doğumludur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren Öner, İçişleri Bakanlığı Mahallî İdareler Genel Müdürlüğü ve Elektrik İşleri Etüt İdaresi’nde çalıştıktan sonra Sulakyurt, Kozan ve Çorum savcı yardımcılığı, Gürün Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı görevlerinde bulundu. Hayri Öner’in cenazesi 20 Mayıs 2015 tarihinde Kocatepe Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından defnedildi. Mustafa Aksoy 14. ve 15. Dönem Kırşehir Milletvekili Mustafa Aksoy 1930 Kırşehir Çiçekdağı doğumludur. Millî Türk Talebe Birliği Yönetim Kurulu Üyeliği ve Çiçekdağı Belediye Başkanlığı görevlerini yürüten Aksoy, Türk Parlamenterler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi ve Halkla İlişkiler Koordinatörü olarak hizmet verdi. Mustafa Aksoy için 21 Mayıs 2015’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde tören düzenlendi. Aksoy’un cenazesi Kırşehir Çiçekdağı Merkez Fatih Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. MAYIS AYINDA ARAMIZDAN AYRILAN ARKADAŞLARIMIZ IÇIN CENAB-I ALLAH’TAN RAHMET DILIYOR, KEDERLI AILELERI IÇIN KALPTEN DUYGULARLA SABR-I CEMÎL NIYAZ EDIYORUZ.
Benzer belgeler
Fikri Işık: Hedefimiz “Yerli, Yenilikçi ve Yeşil Üretim”...28
Dr. Ahmet Tetik Hakan Arslanbenzer Dr. Polat Safi Tasarım Evrim Uluçay Sinan Günçiner
Detaylı