turizm coğrafyası
Transkript
turizm coğrafyası
Cihan Altun TURİZM COĞRAFYASI BÖLÜM 1: TURİZM VE REKREASYON COĞRAFYASI Uzun yıllardır gösterdiği gelişme hızı nedeniyle turizmin 21. yüzyılın en büyük ekonomik faaliyeti olacağı şeklinde tahminler yapılmaktaydı. Dünya Turizm ve Seyahat Konseyi’nin (WTTC) “dünyanın en büyük endüstrisi, refah ve istihdam yaratan en büyük işvereni” şeklinde değerlendirdiği turizm, bir hesaba göre, “her üç saniyede bir yeni iş olanağı” yaratmaktadır. Dünya turizm gelirleri ve turist sayısındaki artış 2001 yılına kadar tahminleri hep doğru çıkarmıştır: Uluslararası turizm 1950’den 2000’e kadar yüzde 2692 oranında büyümüş; 1950’de dünyada uluslararası turizme katılanlar sayısı yalnızca 25.3 milyon, turizm gelirleri de 2 milyar $ iken, 2000'de uluslararası turist sayısı 698 milyon, turizm gelirleri de 476 milyar $ dolayına yükselmiştir. Hatta 11 Eylül olayları nedeniyle hem turist sayısı hem de gelirlerinde bir azalmanın yaşandığı 2001’de bile bu gelirler 462.2 milyar $, bir başka hesaba göre de günde 1.3 milyar $ olmuştur. Uluslararası turizmde büyüme 2001’den sonra da süregelmiş ve 2008 yılında toplam turist sayısı 919 milyona kadar çıkmış, gelirler de 941 milyar $’ı aşmıştır. Ancak, 2010’a doğru küresel ölçekte kriz olarak anılan ekonomik sorunlar dönemi, genel eğilimin uzun vadede yükselme olacağı beklense de, turizmi olumsuz etkilemiştir: 2009’da bir önceki yıla göre yüzde 4’ün üzerinde bir azalmayla turist sayısı 880 milyona inmiştir. 2012 yılında tekrar düzelmeyle 1 milyar eşiği geçilerek turist sayısı 1.035 milyara, turizm gelirleri de 1.075 trilyon $’a çıkmıştır (2014 yılı içinse tahminler gelişmelerin yükselme şeklinde olacağıdır). Turizm örgütleri turizmin ekonomi üzerindeki doğrudan ve dolaylı etkilerinin dünya ekonomisinin yüzde 11’ine eriştiğini, halen toplam istihdamın %8’i (200 milyon Kişi) tuttuğunu ancak yakın bir gelecekte 250 milyon istihdama erişileceğini (dünya toplamının %9’u) ve ekonomideki payının da yüzde 11.6 olacağını da tahmin etmektedirler. İç turizm ise, Dünya Turizm Örgütü’ne göre, uluslararası turizmden on misli daha büyük bir hacme sahiptir ama istatistik elde etmenin güçlüğü yüzünden bu hacmi belirlemek çok zordur. Örneğin Çin’de iç turizme katılım sayısının yaklaşık 1.2 milyara eriştiği ve bu bakımdan Çin’in dünyanın en büyük iç pazarı haline geldiği sanılmaktadır. Dünyada ulusal ve uluslararası turizme, bir başka deyişle iç ve dış turizme harcanan paranın da 4 trilyon $'ı aştığı hesaplanmaktadır. Bir karşılaştırma yapılırsa, bu harcamalar yine bütün dünyadaki askeri harcamaların 1980’lerde iki, 1990’larda da dört katından fazla olmuştur (2009’da askeri harcamalar 1.5 trilyon $ idi). Dünya tüketici harcamalarının yüzde 15'e yaklaşan bir bölümünü tutan turizme 1985’de yapılan harcamalar bile bu faaliyet için yapılan geleceğe yönelik tahminlerin 14 yıl önce gerçekleştiğini ortaya koymuştu. 1 Cihan Altun Bununla birlikte, 2001 yılında önceden tahmin edilemeyen bir terslik, 11 Eylül 2001’de Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Dünya Ticaret Merkezi olan ikiz binalara ve Pentagon’a yapılan saldırı, dolaylı ve dolaysız yollarla, belki de en çok turizmi etkiledi. Hava yolculuğuna karşı doğan kuşkular, insanların evlerinden ya da en azından ülkelerinden ayrılma korkusu yolculukların sayısını azaltırken, doğal olarak, konaklama tesislerine olan talepleri de düşürmüş ve turizm bu durumdan büyük zarar görmüştür. 2000’li yıllarda turizmi en azından bölgesel ölçekte etkileyen başka olaylar da olmuştur: örneğin İngiltere’de başlayıp yayılan koyunlardaki şap hastalığı bölgeye gelen turist sayısını azaltmış, güneydoğu Asya’da 2004’de meydana gelen büyük deprem ve tsunami turist ölümlerine yol açarken bölge turizmini de kitlesel ölçekte etkilemişti. Kuş gribi SARS ise Asya ve Pasifik’te başlangıçta daha çok turist sayısını azaltan sonuçlar yaratmıştır (2007 Nisanında olduğu gibi). Domuz gribi de daha kısa süreli fakat daha yaygın olarak turizm üzerinde olumsuz bir etken olmuştu. Son olarak da 2008’den itibaren içine girilen küresel kriz dönemi ve Ortadoğu’da meydana gelen toplumsal ayaklanmalar turizm üzerinde bölgesel olumsuz bir etki yaratmıştır. Bununla birlikte, uluslararası turist sayısındaki uzun dönemli artış trendinin belirtildiği gibi sürmesi beklenmektedir. Turizm, küreselleşmeyi toplumsal ve ekonomik açılardan kolaylaştıran ve önemli bir uluslararası mali yanı da olan faaliyettir. Büyük boyutlara varan dünya dış turizm harcamaları birçok ülke bütçesinin dengelenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Örneğin 1991’den itibaren, turizm, dünyanın ekonomik bakımdan en gelişmiş ülkesi A.B.D.’nin bile döviz girdisi sağlayan en büyük faaliyeti haline gelmiş ve bu ülkeyi turizm gelirlerinde dünyada ilk sıraya yükseltmiştir. Bazı küçük ülkelerde bu durum daha da belirginleşmektedir: Örneğin Florida açıklarındaki adalar ülkesi Bahamalar, turizmin yalnızca 313 bin nüfusa sahip küçük bir Karayip ülkesine nasıl zenginlik getirebileceğine iyi bir örnek oluşturur: 1950’lerde ancak 100 bin kişinin ziyaret ettiği Bahamaları günümüzde nüfusunun beş mislinden, 1.5 milyon dolayında turist ziyaret etmekte ve bunlar 2.4 milyar $’ın üzerinde bir gelir getirmektedirler. Turizm, artık çok büyük ölçüde küreselleşmiş konaklama tesislerine (özellikle oteller ve tatil köyleri) yapılan yabancı yatırımlarla da üç boyutta birden (toplumsal-mekânsal ekonomik) küreselleşmeye katkıda bulunur. Bu katkının her zaman olumlu olduğunu söylemeye, doğal olarak, olanak yoktur. Turizmin üç grupta toplanan bu etkileri çok çeşitlidir ve genelde de toplumsal bakımdan olumsuz yanı daha ağır basmaktadır: Turizm döviz getirip ödemeler dengesine katkıda bulunurken, bir yandan da kişi başına ortalama geliri günde 2 $’ın altında olan Haiti (650 $), Nepal (490 $), Nijer (360 $) ve Liberya (190 $) gibi ülkelerin insanları ile kişi başına ortalama geliri 85,380 $ olan Norveçli, 70,350 $ olan İsviçreli, 42,150 $ olan Japon ya da 47,140 $ olan Amerikalıyı karşı karşıya getirmektedir. Turizm, başka hiçbir faaliyetin yapamayacağı şekilde, Birinci ve Üçüncü Dünyaları, geçici bir süre de olsa birleştirmekte; bu durum da her iki tarafta -ev sahibi ve misafirler- çoğu kez kültür şokuna yol açabilmektedir. 2 Cihan Altun Gelişmekte olan Ülkelerin çoğunda bu iki farklı düşünce yapısının (Birinci ve Üçüncü Dünyalılık) taleplerinin karşılanması gibi büyük bir güçlük de ortadadır: Bir yanda, yerel halkın yoksulluk kısır döngüsünden kurtulmak yolundaki haklı istekleri vardır; bunu yapabilmenin yollarını görür fakat deneyim ve kaynak eksikliğinden dolayı başarılı olamaz. Diğer yanda ise, gidilen ülkenin sahip olduğu coğrafi kaynağı (çöl ya da dağ ya da kabile) sanki oraya ayak basan ilk insanlar kendileriymiş gibi gezip-dolaşıp, görmek isteyen, bir dereceye kadar seçkin sayılabilecek bir ziyaretçi grubunun o alanın sahip olduğu fakat kabul etmeye yanaşmadıkları rahatsızlık veren koşullarını kendi talepleri doğrultusunda ortadan kaldıracak kolaylıkların getirilmesi şeklindeki talepleri vardır. Her iki grubun beklentilerini karşılayacak çözümün bulunması mümkün olabilecek mi? sorusunun yanıtı zor görünüyor. 1.2.REKREASYON Günümüzün dünyada en önemli faaliyetlerinden birisi haline gelen turizm birçok faktörün karşılıklı etkileşimi sonucu ortaya çıkmıştır. Bu faktörlere geçmeden önce turizmi meydana getiren seyahat olgusunun, çok geniş kapsamlı bir faaliyetler çeşitliliği oluşturan rekreasyonun bir yönü olduğunu belirtmek gerekir. Rekreasyon, çok kısaca, insanların “varoluş (uyuma-yeme-içme vb.) ve geçim (çalışma, işe gidiş-geliş, çocuklar için okul, kadınlar için ev işleri vb.) için gerekli olanın dışındaki tüm zamanlar” olarak tanımlanan boş zamanlarında yaptıkları faaliyetleri ifade eden bir kavramdır. Gerek rekreasyona duyulan ihtiyaç gerekse bu ihtiyacın giderilmesi için yaratılan kolaylıklar sanayileşme ve şehirleşmenin ortaya çıkardığı sonuçlardır. “Rekreasyon”, tam anlamıyla tanımlanamasa da, turizm ve rekreasyon coğrafyasındaki en temel kavramdır. İçinde bulunduğumuz yüzyıl boyunca araştırıcılar ve filozoflar birbiri ardına çeşitli tanımlar ileri sürerek “rekreasyonu açıklamaya çalışmışlarsa da hiç birisi geniş bir kabul görmemiştir. Bununla birlikte, uygulamada “rekreasyon” gözle görülebilir çok çeşitli belirli arazi kullanılış şekillerini ve yine çok sayıda belirli faaliyet gruplarını ifade eder. Rekreasyon dar anlamda da alınmamalıdır: “Turizm”, “boş zaman”, “spor”, “oyun” ve bir ölçüde de “kültür” ile iç içe geçmiştir; birçok şekli olan tek bir olgu da değildir rekreasyon. Farklı katılımcıların farklı lokasyonlarda kendilerine farklı doyumlar sağlayacak her biri farklı kaynakların kullanımına talep gösterdiği on binlerce farklı olgudur. Rekreasyon kaynaklarını ve kullanımlarını adlandırmak, tasvir etmek ve sınıflandırmak hem çok karmaşık ve güçtür hem de önemlidir. Rekreasyon, coğrafyacı Jean Gottmann’ın (1975) da dediği gibi, “insanın beden ve zihnini dinlendirmek, tazelemek ihtiyacı”dır. Böylece de, rekreasyon, “kendisine bağlı hiç bir zorunluluk olmayan herhangi bir faaliyet” olarak kabul edilebilir. 3 Cihan Altun Rekreasyonu farklılaştıran faaliyetin kendisi değil, onunla birlikte olduğu kabul edilen “davranışlar” dır. Yani, bazıları için dinlenme olan bir faaliyet başka bazıları içinse meslek ya da iş olabilmektedir. Rekreasyonda coğrafi farklılıklar önem taşır. Donmuş bir dağ gölü de tropikal bir plaj da rekreasyon kaynağı olabilirken, hava kirliliğinin bulunmadığı dağlık alanlar kadar hava kirliliğinin yüksek düzeyde olduğu ama çok çeşitli çekiciliklere sahip bazı büyük şehirler de aynı derecede arzulanan mekânlar olabilmektedir. İnsanlar doğal ortamların sessizliğini istedikleri kadar, kalabalıkları ya da arkadaş gruplarını da ararlar. Yani, insanın kendisini “tazelemesi bunu gerçekleştireceği ortam ile de sıkı sıkıya ilişkilidir. Son olarak, hem rekreasyonu hem de gerçekleştirildiği alanları içine alan Glikson’ın (1956) tanımıyla bitirelim: “Rekreasyon, nasıl olursa olsun, insan yaşamının canlandırılması demektir; aynı zamanda insanın biyotik ve fiziksel çevresindeki yaşamın da iyileştirilmesini ifade eder. Canlandırmak ve canlanmak rekreasyonun gerçek anlamı içinde görülmelidir ve rekreasyon da ancak bu çift anlamıyla gerçekleşebilir”. Buna göre, yalnızca insanın değil, insanla birlikte çevresinin de canlandırılması ya da yeniden yaratılması gerekliliği üzerinde durulmaktadır ki bu da ancak insanın yaşam yerini bir süre değiştirmesiyle -rekreasyonel seyahat ya da turizmle- çok daha iyi bir şekilde gerçekleşebilecektir. İnsanı canlandıran rekreasyonel seyahat, aynı zamanda onun varış yerinde de iyileştirmeler gerektirdiği için farklılık yaratacak, fiziksel çevre ve sonuçta da toplumsal çevre üzerinde etkili olacaktır. 1.2.1.Rekreasyon Faaliyetlerinin Özellikleri Rekreasyon faaliyetleri çeşitli şekillerde ayrılabilmektedir. Genellikle “kapalı” ve “açık” mekânlarda sürdürülmelerine göre ayrılabildikleri gibi, “katılımcı” ve “izleyici” olarak gerçekleştirilmelerine göre “aktif” ve “pasif” olarak da ayrılabilmektedir. Aslında rekreasyon faaliyetleri için yapılan ve daha sık kullanılan ayırım “şehirsel” ve “kırsal” şeklinde olandır. Ancak, hemen belirtmek gerekir ki günümüzde artık açık havada yapılabilen birçok rekreasyon faaliyeti kapalı mekânlarda da sürdürülebildiği gibi, daha önce kapalı mekânda yapılan birçok faaliyet artık açık mekânlara da taşınmıştır. Örneğin futbol, tenis, buz pateni vb. faaliyetler kapalı mekânlarda da aynı ilgiyi çekmekte, senfoni orkestrası konserleri açık havada bile verilebilmektedir; hatta kumsallar ve deniz dalgaları kapalı mekânlarda yapay olarak yaratılabilmektedir. Ayrıca da, bunlar hem şehirsel alanlarda hem kırsal alanlarda yer alabildiklerinden, aslında, rekreasyon faaliyetleri arasında mekânsal açıdan kesin bir ayırım yapmak giderek güçleşmektedir. 4 Cihan Altun 1.2.1.1.Şehirsel Alanlar Şehirlerde yer alan rekreasyon faaliyetleri kısa süreli boş zamanlarda ve insanların kendi yakın çevrelerinde bulabilecekleri faaliyetlerdir. Bunların lokasyonları, aynen perakende ticaret faaliyetlerinde olduğu gibi, müşterilerinin konut ya da işyerlerine yakın olmayı gerektirir. Bu grup içinde yer alan sinemalar, tiyatrolar, eğlence yerleri, kapalı ya da açık spor tesisleri, müzeler, sanat galerileri, çeşitli nitelikteki parklar, hayvanat bahçeleri vb. gibi çok çeşitli kolaylıklar “açık” ve “kapalı mekân” rekreasyon faaliyetleri için seçenekleri arttırmaktadırlar. Şehirsel rekreasyon alanlarının eğlenme ve kültürel faaliyetlerle iç içe olan ve kapalı mekânlarda gerçekleştirilenleri özellikle ülkelerin gelişmişlik dereceleriyle orantılı olarak “büyük iş yatırımları” halinde örgütlenmekte ve şehrin belirli bir kesim ya da kesimlerinde toplanma eğilimine girmektedir: Örneğin İstanbul’un Beyoğlu, Londra’nın West End semtleri gibi, hemen her büyük şehrin eğlence kolaylıklarının toplandığı en az bir semti bulunur. Bir tür “eğlendirme ticareti” olan bu faaliyetler, her ülkenin ekonomik düzeyine ve şehrin büyüklüğüne göre değişen ölçek ve çeşitliliktedirler. Söz konusu faaliyetler az nüfuslu ve satın alma gücü düşük halkın yaşadığı yerlerde ise daha basit şekilde olurlar. Bu tür rekreasyon alışkanlıklarının basit biçimlerine en iyi örnek Batı ülkelerinden örneğin İngiltere’de “pub”, Almanya’da “bierhaus” olarak da anılan birahaneler, Fransızların “café”leri ile 16. yüzyıldan beri ülkemizde halkın en önemli ve çoğu kez de tek rekreasyon kaynağı olan ama artık önemini yitiren ve değişime uğrayan “kahvehane”lerdir. Kahvehanelerimiz artık kaybolmaya yüz tutmuşken, dünyanın modern büyük şehirlerinde olduğu gibi küresel markalardaki “café”ler yaygınlaşmıştır. Geçmişte kahvehanelerde sürdürülen geleneksel bazı kumar oyunlarına at yarışları vb. gibi yenileri de eklenmiş, hatta bunlarla ilgili özel mekânlar yaratılmıştır. Büyük kumarhanelerde (casino) büyük ölçekli kumar oyunları yanında, küçük çaplı ve gelir düzeyi çok yüksek olmayan nüfus arasında da kumar tutkusunun artması, şehirsel alanlarda bunların toplu olarak oyun oynayabilecekleri özel büyük mekânlar yapılmasına yol açmıştır. A.B.D.’de, dar gelirliler için özellikle Kızılderililerin tekelinde olan “bingo” salonları, Avrupa’da da yeni tür kart oyunları meraklılarının bir araya geldikleri ayrı mekânlar iyice yaygınlaşmıştır. Ülke geliştikçe ve şehir büyüdükçe, miktar ve çeşitleri de artan rekreasyon faaliyetleri metropoliten alanlarda sinemalar, tiyatrolar, gece kulüpleri yanında, sanat galerileri, kaliteli müzik ve tiyatro olayları, hayvanat bahçeleri-akvaryumlar gibi yerlerin de eklenmesiyle rekreasyon faaliyetlerinde büyük bir çeşitlenme ve bunlara karşı talep artışı gözlenmektedir; hatta birçok metropoliten alanda nüfus artış hızına paralel bir gelişme gösteremediklerinden, yetersiz bile kalmaktadırlar. Aslında talep şehirsel rekreasyonun türünü de belirlemektedir. Şehirlerde de bahçe ya da çiçeklerle uğraşmak önemli bir boş zaman faaliyeti halini aldığından, Garden Center denilen özelleşmiş mağazaların ya da büyük alışveriş ünitelerinde (süper ve hipermarketlerde) bahçe donanımları reyonlarının sayısı da hızla artmaktadır. 5 Cihan Altun Şehirlerdeki değişik seçenekler halinde fastfood’dan başlayıp lüks lokantalara kadar uzanan yemeiçme kolaylıkları da talep tarafından teşvik edilmektedir. Yeme-içmenin rekreasyon içindeki payı hem zaman hem de harcamalar bakımından gittikçe artmaktadır. Örneğin, Fransız İstatistik Enstitüsü’nün (INSEE) yaptığı bir araştırmaya göre, Fransızlar 1987’den itibaren rekreasyon amaçlı yemeğe 13 dakika daha fazla zaman ayırarak bu süreyi günde 2 saat 13 dakikaya çıkarırken, dışarıda yemek yeme alışkanlığını da arttırmış bulunmaktadırlar. Bazı rekreasyon türlerinde ise talep bazen de arz tarafından yaratılır: Örneğin opera ve bale büyük ölçüde arzın yarattığı bir taleptir; özellikle de verilen hizmetin düzenli ve kaliteli olması durumunda talep bir çığ gibi büyüyebilmektedir. Bu gibi hizmetlerde potansiyel talep okullar/üniversiteler, televizyon ya da diğer kitle iletişim araçlarıyla da arttırılabilmektedir. Bu tür faaliyetler, o faaliyetten elde edilebilecek gelirle karşılanamaz. Birahaneler, kulüpler, pop konserleri, futbol maçları ticari bakımdan başarı sağlarken, tiyatrolar, halk spor merkezleri aynı başarıyı elde edemezler. Sanat gösterilerinden elde edilecek gelirin de maliyeti karşılaması olanaksızdır; örneğin bir senfoni orkestrasının konseri büyük bir salon, çok sayıda becerili müzisyen ve bunların çalgıları ile başka bazı pahalı donanımları gerektirir. Bunun anlamı da, faaliyetin maliyetinin halkın bir koltuk için ödeyeceği bedel düzeyinde olamayacağıdır; bu nedenle devlet ya da özel kurumlardan destek gerekir. Zaten bu yüzden de sanat ve spor gösterileri yirminci yüzyılın neredeyse ortalarına kadar yalnızca “seçkin” sınıfa hitap etmişti. Bununla birlikte, şehirlerde ve daha büyük metropollerde bu tür rekreasyon kolaylıklarının önce yaratılması, sonra sayılarının arttırılma ve desteklenmeleri, söz konusu şehirsel alanın kalitesinin artmasını da sağlayacaktır. Şehir içi kapalı ya da açık mekânlarda kültür ve eğlenceye yönelik rekreasyon faaliyetleri özellikle Merkezi İş Alanları’ndaki arazi kullanımında ve şehir nüfusunun hareketliliğinde büyük rol oynadığı ve dev bir endüstri haline geldikleri için şehir coğrafyası açısından da önem taşırlar. Şehirsel rekreasyon alanlarında yapılan harcamalar da çok büyük toplamlara ulaşmıştır. Örneğin A.B.D.’nde kişi başına ortalama 2,816 $ olduğu sanılan (toplam harcamaların yüzde 8.7’si) bu tür rekreasyon harcamalarının, kitap-dergi vb. alımı dahil, 2007 yılında toplam 841 milyar $’ı bulduğu ve bu harcamalardan eğlence sektörüne 120 milyar $ gittiği hesaplanmıştır. Yine aynı şekilde, harcamalar yanında katılımlar da ülkelerin gelişmişlik düzeyiyle paralel bir durum göstermektedir. Örneğin 2003-2004’de Avustralya’da müzeleri ve sanat galerilerini ziyaret sayısı 31.2 milyonu bulmuştu. Bu ülkede film izlemek için toplam 79.4 milyon sinema girişi yapılmış (kişi başına 4.1), 14.6 milyon kişi konserlere ve tiyatrolar giderken, diğer sanat festivalleri de 1.5 kişinin ilgisini çekmişti –Avustralya nüfusunun yalnızca 20 milyon olduğunu unutmamak gerekir! 6 Cihan Altun Buna karşılık, gelişmekte olan bir ülke olan Türkiye’de 1984-1985 sezonunda tiyatroya gidenlerin sayısı 777 binden 1993-1994 sezonunda 360 bine; Sinemaya gidenlerin sayısı 20.3 milyondan 11.1 milyona düşmüştü –üstelik de Türkiye nüfusu 10 milyona yakın bir artış gösterdiği halde! Nüfus miktarıyla orantılı olmasa da, yapılan çeşitli düzenlemelerle (festival ve turnelerle) bu tür faaliyetlere katılanların sayısında yakın yıllarda bir artış ve biraz da değişim gözlenmektedir: TUİK verilerine göre 2007-2008 sezonunda gösterilen yabancı ve yerli filmleri izleyenler sayısı 31 milyon, devlet ve özel tiyatrolarda yerli ve çeviri oyunları izleyenler sayısı da 3.3 milyonun üzerinde gerçekleşmiştir. Opera ve bale seyirci sayısı (325,364) hâlâ çok düşük düzeydedir. “Açık hava” rekreasyon talebini karşılayan yeşil ve açık alanlar da aynı derecede önemli şehirsel rekreasyon mekânlarını oluştururlar. Şehirlerin hızla betonlaşması ve dolayısıyla da arazi fiyatlarının artmasının bu tür alanları geriletmesi ve iyice azaltması konuya çevresel açıdan yaklaşımı da gerekli kılar. Açık hava rekreasyon talebini karşılayacak ister boş olsun, ister spor talebini karşılamaya yönelik ya da isterse yeşil alan şeklinde ayrılmış olsun şehirlerdeki bu tür alanlar “şehirsel açık alanlar” olarak anılır ve çeşitli mekân ölçeklerinde değişik büyüklük ve niteliklerde olabilirler. Örneğin sokak ölçeğindeki açık alanlar evlerin bahçeleri ve binaların terasları gibi kullanımlardır. Avlular, yol kenarlarındaki -çoğu kez çiçeklendirilmiş- boşluklar semt ölçeğindeki açık alanlardır ve küçük çaplı eğlenme/dinlenmeye yöneliktirler. Bunlar arasında okul bahçeleri, küçük oyun alanları da yer alırken, sık sık 4 hektardan küçük parklar da eklenmektedir. Şehir düzeyindeki açık alanlar koruma fonksiyonunu da üstlenirler; 4-40 hektar arasındaki parklar, spor sahaları, varsa göl ve akarsu kıyıları bu kapsamdadır. Bölgesel ölçekte açık alanlar ise artık kırsal alan sayılırlar; çoğu kez de bunlar şehirsel büyümeyi durdurmak amacıyla tasarlanmışlardır (örneğin “yeşil kuşak”lar). Şehirsel açık alanların kişi başına büyüklükleri ve taşıma kapasiteleri ise değişiktir: Yerel açık alanlar: Semt parkı: kişi başına olması gereken en az büyüklük 0.8 ha; Oyun alanı: 800 kişiye olması gereken en az büyüklük 4.12 ha. Bölgesel açık alanlar: Stadyum: 10,000 kişiye 1 adet; Doğal park/orman: 40,000 nüfusa 1 adet (en az büyüklük 40 ha); Panayır (fuar): Her şehirde bulunmalı; Botanik ve hayvanat bahçesi: Her metropoliten alanda bulunmalı. 7 Cihan Altun KAMU AÇIK MEKÂNLARININ HİYERARŞİK DÜZENİ Uluslararası ölçütlere göre, şehirlerde kişi başına 6.4 m2 spor alanı bulunması, tüm açık alanların da kişi başına 12 m2 olması gerektiği hesaplanmıştır –bu ise şehirsel alanın üçte bire yakın bir kısmı kadar tutmaktadır (yalnızca şehir parkı yüzde 10 ya da 100 kişiye 1 ha). Ancak bu ortalamanın tutturulduğu yerlerin sayısı çok azdır. Şehirsel açık alan talebini karşılamada en büyük yük şehir parklarındadır. Bir şehrin tüm nüfusunun bunlara erişebilmesi, bu tür parkların önemle korunmasını zorunlu hale getirmektedir. Dünyanın büyük şehirlerinin, örneğin İstanbul’un Gülhane Parkı, Emirgân Parkı gibi ün kazanmış bir ya da daha çok parkı vardır: Central Park New Yorkluların, Grant Park Chicagoluların, Hyde Park (ve başka çok sayıda park) Londralıların, özellikle de şehrin baskısı altındaki yoksul, özürlü ya da şanssız insanlarının rahatlayabilecekleri; kapalı işyerlerinde çalışanların, kısa süre de olsa, temiz hava alabilecekleri yerlerdir. Bununla birlikte, şehirsel alanlardaki arazi fiyatlarının artması bu tür alanların sayılarının azalmasına yol açmaktadır. A.B.D. ve İngiltere gibi bazı ülkelerde ise “özelleştirme”den dolayı parkların kötü zarar görmesinden kaygılanılmaktadır. Dünyanın değişik yerlerinde parkların popülariteleri aslında hızla artmakta; ancak, mekân darlığı çeşitli çözüm arayışlarına götürmektedir. Örneğin Barselona’da yeni bir “ring road” (çevre yolu) yerin altına inşa edilmiş ve üzeri daha sonra bir park yaratılmak üzere platformlarla kaplanmıştır; benzer uygulamalara örneğin Amsterdam gibi başka şehirlerde de geçilmiştir. Yolun, toplumu bölmek yerine, aslında, onları birbirine bağlamaya hizmet vermesi gerektiği üzerinde durulmuştur. 8 Cihan Altun Birkaç m2’lik minicik parkların bile şehirlerin her tarafına yayılmaları durumunda, hızla çekim merkezleri olmaya başladıkları gözlenmiştir. Fransa’da, 1950’lerde dünyanın diğer büyük şehirlerinden daha az parka sahip olan başkent Paris’te de şimdi yeşil alanların önemi daha iyi anlaşılmıştır: Örneğin Seine nehrine komşu eski bir otomobil fabrikasının yerinde “Parc Citroën” yaratılmıştır. Bu parkta manolya ağaçları, egzotik seralar ve mevsimlik renk temaları halinde ayrı ayrı bahçeler oluşturulmuştur. Almanya’da da Freiburg’un Weingarten’i gibi, eğitim fonksiyonları da ağır basan, parklar “ecostation” denilen alanlar yoluyla birçok faaliyeti bir arada sürdürmektedirler. “Singapur Modeli” ise, Asya’nın küçük kaplanlarından birisi olan Singapur’un modern bir serbest pazar ekonomisiyle açık kamu mekânlarının nasıl bağdaştırdığına ilginç bir örnek oluşturur. Bu şehirdevlette yakın zamanlara kadar 1000 kişiye ancak 0.8 ha park düşmekteydi; bu yüzden de parklara büyük miktarda harcama yapılmaya başlandı. Singapur, çok küçük sayısız “mahalle” parkı ile, akarsular ve koruluklar gibi özellikler üzerinde merkezileşen daha büyük bazı “bölgesel” parklara sahiptir; birçok yatırımcı da tenis kortları, yemeiçme kolaylıkları, bisiklet kiralama yerleri gibi işletmelerle bu parkları desteklemektedirler. Aynı zamanda, parklar periyodik olarak gözden geçirilmekte; buna gerekçe olarak da “halkın zevki zaman içinde değişime uğradıkça, bu değişime ayak uydurmak gerektiği” gösterilmektedir. 1.2.1.2.Kırsal Alanlar Kırsal (ya da açık hava) rekreasyon faaliyetleri, aslında kırsal kökenli değil, tersine şehirden çıkmışsa da, geniş arazi kullanımı ve bazı doğal özellikler gerektirdiklerinden, ancak kırsal alanda yapılabilen rekreasyon faaliyetleridir. Yukarıda sözü edilen bölgesel ölçekteki (genelde 400 hektardan büyük) parklar, özel çiftlikler, koruluklar, boş kıyılar, hayvanat bahçeleri, botanik bahçeleri, hatta bu kapsamların hiçbirisine girmeyen boş kırsal alanlar, yapay kanallar, baraj gölleri vb. bunlar arasında yer alırlar. Böylece, yine açık alanda yapılabilen, fakat doğal ortamdan ayrılarak insan-yapısı mekânlar gerektiren futbol, tenis, kriket vb. türde şehir içinde de yapılabilen rekreasyon faaliyetleriyle aralarındaki temel farkı kırsal rekreasyon faaliyetlerinin en önemli özelliklerinin “doğal ortam” gerektirmeleri oluşturur. Mekân üzerinde yarattıkları büyük değişimler ve bunlarla uğraşmak için büyük nüfus kitlelerini harekete geçirmeleri yüzünden, kırsal ya da şehir dışı açık hava rekreasyon faaliyetleri coğrafyacılar için giderek gelişen bir ilgi alanı haline gelmiştir. Bu faaliyetler: (a)Şehirlerde ya da yakınında, rekreasyona ayrılmış -örneğin parklardaki piknik yerleri, balık tutulacak yerler ya da büyük spor alanları gibi- geniş açık alanlarda kısa süreli boş zamanlarda yapılabilecek rekreasyon faaliyetleri; (b)hem kısa hem de uzun süreli tatillerde şehir dışı alanlarda yapılabilecek her tür dinlenme faaliyetini içine almaktadır. 9 Cihan Altun Kırsal rekreasyon faaliyetleri gelişmekte olan ülkelerde toplumun gelir düzeyi yüksek olan kesiminin kırsal alanlarda inşa ettirdikleri ve daha çok yakın mesafe içinde yer alan ve kısa süreli boş zamanlarda kullandıkları ikinci evler-tatil evleri çevresinde gerçekleştirdikleri, denize-göle girmek, balık tutmak ve benzeri gibi küçük çaptaki faaliyetlerden oluştukları halde, gelişmiş ülkelerde çok sayıda insanın katılabildiği, çok çeşitli türlerden oluşan ve büyük harcamaların gerçekleştirildiği dev bir endüstri haline gelmiştir. Örneğin Avrupa’daki turizm faaliyetleri içinde kırsal alanlarda geçirilen tatillerdeki rekreasyon faaliyetleri önemli bir yer tutmaya başlamıştır. Bazı ülkelerde bu oran oldukça yüksektir: Örneğin Fransa’da kış tatillerinin yüzde 30’u, yaz tatillerinin de yüzde 24’ü kırsal alanlarda geçirilmekte; ülkeye gelen yabancı turistlerin de üçte biri kırsal alanları tercih etmektedir. Bu yüzden de kırsal alanlardan daha iyi yararlanma yönünde çeşitli kurumların işbirliğine gidilip kırsal çevrenin kalitesinin yükseltilmesine çalışılırken, aynı zamanda, korunmasının da sağlanması üzerinde epey zamandır durulmaktadır. 10 Cihan Altun Kırsal alanlarda geçirilen boş zamanlarda kırsal rekreasyon faaliyetlerinden birisiyle faal olarak uğraşma da önemli bir yer tutar: Örneğin İngilizlerin yaklaşık 1,5 milyonu ciddi bir yürüyüş türüyle (hiking ya da yamaç yürüyüşü); her bir kategoride yaklaşık yarım milyon kişi olmak üzere, bisiklet, balık tutma, ata binme, dağa tırmanma gibi diğer önemli kırsal rekreasyon faaliyetleriyle geçici olarak değil, sürekli uğraşmakta; buna karşılık, mağaracılık ve paraşütle atlama gibi macera türü rekreasyon faaliyetleri daha az kişiyi kendilerine çekmektedir. A.B.D.’nde de açık alan gerektiren herhangi bir sporu yapanların sayısı 2007’de yaklaşık 265 milyon kişi olmuş ve kadınların sayısı erkekleri geçmişti (129 milyon erkek, 136 milyon kadın). Bu faaliyetlerin gerektirdiği araç-gereç, giyim eşyaları, spor malzemeleri yapımının doğurduğu dev bir endüstri ve bunlarla uğraşan dev küresel firmalar ortaya çıkmış ve yapılan harcamaların boyutları da çok artmıştır: Örneğin Amerikalılar 2008’de spor malzemelerine 87.3 milyar $ harcama yapmışlardı. 1.2.2.Rekreasyon-Mesafe İlişkisi Kırsal rekreasyon faaliyetleri gerek tatil süresi gerekse rekreasyon alanlarının yakınlık ya da uzaklığına, yani mesafesine göre değişmektedir. Hafta ve yıl içinde rekreasyona ayrılabilir zamanın değişik uzunlukta olması, farklı hareket tiplerinin yarattığı farklı kalıpların birbirinden ayırt edilmesini kolaylaştırır. Günlük, hafta sonu ve yıllık tatillerde gidilecek yerlere karşı olan eğilimler de böylece belirlenebilir. Rekreasyon planlamasında da gidilecek yere olan yolculuk önem taşır. Rekreasyon, bir anlamda da, bir yerden başka bir yere gitmek ya da yer değiştirmek demektir. İster bir cadde karşıdan karşıya geçilsin isterse dünyanın her hangi bir uzak yerine tatile gidilmek istensin, rekreasyonun birçok türüne erişmek için belirli bir mesafe içinde hareket etme zorunluluğu vardır. Aslında durağan sayılan diğer rekreasyon türlerinde de belli bir mesafe kat etmek gerekir: Evde kitap okumak için bile ya kitaplıktan ya da bir kitapçıdan kitap almak; televizyon seyretmek için de önce onu edinecek yere gitmek gerekir. Rekreasyonda hareketin ya da mesafenin merkezi önemi olduğu ortaya konulmuştur. Kısa süreli tatillerde yolculukta fazla zaman harcanmak istenmemesi nedeniyle, genellikle şehre yakın günlük gidilip-gelinecek yerler tercih edilir. Yolculukta birkaç saatten çok zaman harcamaya istekli olmak ise hafta sonu tatilleri için mesafe sınırını daha genişletirken, ev dışında bir-iki gece geçirecek olanlar ise daha da uzağa gitmektedirler. Bir coğrafi kaynağın çekiciliğine göre -örneğin kıyının uzun ve geniş ya da karayolunun hızlı gidiş-gelişi kolaylaştıracak nitelikte olması gibi- bu kuşak daha da genişleyebilmektedir. Hafta sonu kuşağının genişliği şehirsel merkezin büyüklüğüyle de ilişkilidir; geçilmesi gereken şehirsel alan çok genişse, zorunlu olarak metropoliten alan içinde ya da yakınında kalmak gerekebilmektedir. Ancak, günümüzde ulaşım araçlarındaki gelişmeler ve yollardaki iyileştirmeler yanında, mesafe algılama kavramı da oldukça değişmiştir. 11 Cihan Altun Gerçekten de, araştırmalara göre genellikle, zaman mesafe olarak 2 saate kadar olan bir araba kullanma mesafesi (160-200 km) göze alınmakta, daha fazlası arzu edilmemekteyse de, günümüzde bazı rekreasyonistler bunun çok ötesindeki mesafeleri bile kat edebilmektedirler. Bu mesafe şehirlerin büyük kısmında göze alınırken, bazen farklılıklar da gözlenmektedir; örneğin Torontolular ve Almanya’da birçok şehirde yaşayanlar 50-100 km arasını tercih etmektedirler. Bu mesafenin ötesi artık ülkenin içinde bir başka yer ya da uzaklarda, örneğin, Avrupa, Asya ya da Afrika’da bir başka yer olabilmekte; böylece “rekreasyonel seyahat” de denilen “turizm” olayı meydana gelmektedir. “Tatil yapma”, “seyahat”, “rekreasyonel seyahat” genellikle “turizm” ile eş anlamlı olmadıkları halde ayırım yapmak kolay olmadığı için- bir kabul edilirler. Seyahatin ne şekilde olacağı da tatil gezisine çıkanın -turistin- kendi tercihine, gelir düzeyine, eğitim durumuna, tatilden ne beklediğine ve boş zamanın uzunluğuna bağlı olacaktır. 1.3.REKREASYONEL SEYAHAT: TURİZM “Turizm” sözcüğü İngilizcenin sözcük dağarcığına ilk kez 1800'lerde girdi; ancak Latince kökeninin geçmişi çok daha eskilere gitmektedir; 1830'larda Almancada da yaygın olarak kullanılmaya başladı. Ünlü yazar Stendhal'in Memoires d'un Touriste (Bir Turistin Anıları, 1838) adlı eserinden sonra "turist” sözcüğünün de yaygınlaştığı söylenir. Ama faaliyet olarak turizm, tıpkı rekreasyon gibi, çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. En basit anlamıyla “dinlenmek ve tatil geçirmek amacıyla yolculuğa çıkmak”tır. Ancak, dinlenmek ve tatil geçirmek dışındaki amaçlarla yapılan seyahatlerin de turizmin kapsamı içinde kalması daha karmaşık tanımlara da götürmüştür: “Yabancıların geçici ya da sürekli olarak iş tutma ve para kazanma amacına bağlı olmayan konaklama ve yolculuklarından doğan ilişkiler bütünüdür” şeklindeki tanım bunlardan birisidir. Turizm coğrafyası da söz konusu olay ve ilişkilerin mekânsal açıklaması ile ilgili bilim dalıdır. Turizm olayının meydana gelebilmesi için (a) seyahatin devamlı oturulan, çalışılan ve günlük ihtiyaçların sağlandığı yerler dışına yapılması; (b) konaklama sırasında genellikle turizm işletmelerinin ürettiği mal ve hizmetlerin talep edilmesi; c) gidilen yerdeki konaklamanın geçici olması gerekir. Gerek turist tanımı (kimlerin turist sayılacağı) gerekse konaklama süresinin tanımı (ne kadar kalınabileceği) farklılıklar gösterir. Kimlerin turist sayılabileceğiyle ilgili tanımlama ilk kez 1937’de Birleşmiş Milletler tarafından “24 saat ve daha fazla bir süre kalmak üzere oturduğu ülkeden başka bir ülkeye seyahat eden herhangi bir kişi” olarak benimsenmişti. 12 Cihan Altun Turist tanımının bir ülkeden başka bir ülkeye geçenleri, yani dış seyahatleri esas alması turizmin hacminin hesaplanmasında sürekli olarak bazı sorunlar yaratmıştır. Bu nedenle, ülke içi seyahat yapanların da turizm olayına katıldıkları ve turist olarak nitelenebilecekleri de tartışılmıştır. Gerçekten de, Dünya Turizm Örgütü (World Tourism Organization) 1981’de turizmin yukarıda sıralanan amaçlarına uygun olarak, en az 24 saat kalmak ama bu sürenin 1 yılı da geçmemesi koşuluyla bulunduğu yerden bir başka yere gidenlerin turist, 24 saatin altında kalacak olanların da ziyaretçi olarak tanımlanmasını benimsemişti. Nitekim WTO’nun 1991’de yaptığı ve yayınladığı turizm tanımı da çok genel bir niteliğe bürünmüştür: “Kendi olağan çevresinin dışında bir yere, belirlenmiş bir süreden daha az kalmak üzere giden ve ana amacı ziyaret ettiği yerde para kazanılan bir faaliyetin denenmesi dışında seyahat etmek olan bir kişinin faaliyetleri”. Bazı ülkeler ise iç seyahatler için, bu tür seyahati turizm olarak kabul etmekle birlikte, değişik tanımlar kullanmaktadırlar. Örneğin, A.B.D.'nde turizmle ilgili komisyon tatil amacıyla evinden 80 km'den uzağa gidenleri turist olarak nitelerken, A.B.D. Sayım Bürosu, en az 160 km uzağa seyahat edenleri ziyaretçi olarak nitelemekteydi. Ancak, turist ve ziyaretçi terimlerinin birbiri karşılığı olarak kullanıldığı da açıkça anlaşılmaktadır. Kanada'da da değişik eyaletlerde, A.B.D.'ndekine benzer tanımlamalara gidilmiştir. Aslında “iç turizm”, turizm faaliyetinin temel taşı olma özelliğini sürdürmekte ve dünyada -veri elde etme olanağı çok kısıtlıysa- da toplam turist hacminin yüzde 90'ının iç turizm hareketinden doğduğu da hesaplanmaktadır. Dünya Turizm Örgütü, bu bağlamda, iç ve dış turizmle ilgili terimleri hem çeşitlendirmeye hem de açıklığa kavuşturmaya çalışmıştır. Buna göre: Uluslararası turizm; bir ülkenin ülke dışıyla bağlantılı turizmini ifade eder. Bir ülkeye bir başka ülkede oturanlar tarafından yapılan ziyaretler ile o ülkede yaşayanların ülkeleri dışına yaptıkları ziyaretleri kapsar. İç turizm; bir ülkede yaşayanların kendi ülkelerinde başka yerlere yaptıkları ziyaretlerdir. Ülke-içi turizm; iç turizm ile ülkeye dışarıdan yapılan ziyaretleri birlikte kapsayan kavramdır (bir ülke içindeki konaklama kolaylıkları ve çekiciliklerin oluşturduğu turizm pazarı da denilebilir). Ulusal turizm; iç turizmle birlikte o ülkeden dışarıya yapılan turizm ziyaretlerini kapsar (ülke halkının seyahat acenteleri ve havayolları için oluşturduğu pazar). Birleşmiş Milletler İstatistik Komisyonu, Dünya Turizm Örgütü’nün Ottawa International Conference on Travel and Tourism Statistics adlı toplantısının ardından “Recommendations on Tourism Statistics” başlığı altında hazırladığı bir dizi öneriyi Mart 1993’de kabul ederek turizmin dünya ekonomisi üzerindeki etkisinin incelenmesinde yeni bir adım daha atmıştır. Kabul edilen tanıma göre turizme katılarak seyahate çıkan herkes, Dünya Turizm Örgütü’nün (WTO) önerisine uygun olarak, “ziyaretçi” şeklinde anılacaktır; bu bakımdan “ziyaretçi” terimi bütün turizm istatistikleri sisteminin temel kavramı haline gelmektedir. 13 Cihan Altun Ziyaretçiler “uluslararası ziyaretçiler” ya da “iç ziyaretçiler” olarak gruplanabilecektir. Uluslararası ziyaretçiler de 24 saatten çok kalanlar ve ziyaret ettikleri ülkede bir gece geçirmeden aynı gün geri dönenler (günübirlikçi) olarak ayrılabilirler. İç ziyaretçiler ise kendi ülkesi içinde bir başka yere 12 ayı geçmeyecek bir süre için giden, seyahat amacı ziyaret olan kişileri ifade etmektedir. Bunlar da, aynen uluslararası ziyaretçiler gibi, geceleyen ziyaretçiler ve günübirlikçiler olarak ayrılabilmektedir. Seyahat eden birisinin “ziyaretçi” ya da “turist” ve “günübirlikçi” olarak nitelenebilmesi için bazı özelliklere sahip olması gerekir. Buna göre: (1) Ziyaretçiler (ya da turistler): Ziyaret edilen ülkeye aşağıdaki nedenlerden birisiyle gelip, 24 saatten çok kalan ziyaretçilerdir: (a) rekreasyon, tatil, spor, sağlık, inceleme, din; (b) iş, aile, arkadaş, misyon, toplantı gibi amaçlardan bir ya da daha çoğuyla yolculuk yapanlar. (2) Günübirlikçiler (ekskürsiyonistler): Ziyaret edilen ülkede 24 saatten az kalanlardır; bunlara yolcu gemisiyle gelenler dahildir. Turist sayılamayacak olanlar ise; (a)bir yabancı ülkede oturmak üzere göçmen ya da mülteci olarak o ülkeye giden kişiler; (b)bir işte çalışmak için –anlaşmalı ya da anlaşmasız- bir ülkeye giriş yapanlar; diplomat ya da ordu mensubu niteliğinde bir başka ülkeye gidenler; (c)okumak üzere başka ülkeye giden gençler ve öğrenciler; (d)sınır bölgelerinde yaşayıp da çalışmak üzere komşu ülkeye gitmek için sınır geçenler; (e)bir ülkeden, yolculuk 24 saatten uzun sürse bile, durmaksızın geçenler; (f)bir yıldan uzun süreli kalmak üzere bir ülkeye gidenler. Görüldüğü gibi, hangi tür seyahatin turizm sayılabileceği ve kime turist ya da ziyaretçi denilebileceği hususu, sıralanan koşullar arasında ayırım yapmanın güçlüğü karşısında, oldukça esnek kalmaktadır. 14 Cihan Altun 1.3.1.Turist Sayımı Tanımlardaki esneklik turist ya da ziyaretçilerin sayılmalarına da yansımakta ve bu da turizmin incelenmesinde karşılaşılan sorunların başında gelmektedir. Bunun yanında, turistler geçici ve son derece hareketli bir nüfus kitlesi oluşturduklarından, istatistiksel kesinlik ve doğruluk sağlanmaya çalışılmasında istatistiksel örnekleme yöntemlerinin kullanılışını son derece güçleştirmektedirler. Böylece, turizm olayının hacmi, akışı, ölçeği ve etkisi gibi özelliklerinin yerelden küresele kadar farklı coğrafi ölçeklerdeki durumunu ölçmede temel olacak turizm istatistiklerinin elde edilmesi önemli bir sorun olmaktadır. Normal olarak, turist ya da ziyaretçilerin üç özellikleri (a) uluslararası sınır geçmeleri, (b) kendi paralarını gittikleri ülke parasıyla değiştirmeleri ve (c) herhangi bir yerde konaklamaları onların sayısını belirlemede kullanılan yolları oluşturur. Turizm hareketlerindeki sınır varışları turist sayımı için en uygun olandır. Sınır varışları pasaportlar, vizeler, giriş-çıkış kartlarıyla yapılmaktadır. Ancak, bazı ülkeler arasında (örneğin özellikle 1995 Schengen Anlaşması’ndan sonra artık belgesiz dolaşımın başladığı AB ülkeleri (Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Fransa, Almanya, Portekiz ve İspanyaarasında, İskandinav ülkeleri ve A.B.D. Kanada arasında) sınır geçişlerinin serbest olması, bu tür bir sayımın gücünü ortadan kaldırmaktadır. Ayrıca, bu tür sayım yapılan ülkelerde bile sınır geçişlerinin bireylere değil, giriş-çıkışlara göre yapılması, bir ülkeye birden çok giriş yapan ya da kendi ülkesinden birden çok kez çıkmış görünen kişinin (örneğin bir iş adamının) birden çok ziyaretçi ya da turist sayılmasına yol açmaktadır. Ayrıca, iç turizmin hacmini belirlemek de bu sistemle mümkün olamamaktadır. Turist sayımında kullanılan ikinci yöntem olan geceleme miktarının belirlenmesinde de çok çeşitli güçlükler söz konusudur. Birincisi, sınır geçişi yapanlarla, ticari ya da özel konaklama kolaylıklarını kullanarak geceleme yapanların sayıları birbirinden farklıdır. Ülkeye ya da bölgeye gelen ziyaretçilerin tümü ticari konaklama tesislerini kullanmayabilecekleri gibi, birden çok tesiste kalanların ayrı ayrı turist olarak görünmeleri de bir yanlışlığa yol açabilecektir. Geceleme sayısı turizmin hacmi hakkında bir fikir verebilirse de, bir ülke ya da bölgeye gelen turist sayısının belirlenmesine elverişli değildir. Döviz bozdurma işlemleri yoluyla turizmin hacmini ölçmek ise, birçok ülkede bankalar dışında da döviz bozdurulabilmesi ve bunların beyan edilmemesi, bazı ülkelerde karaborsanın işlerliğini koruması -hatta daha önemli olması- gibi nedenlerle hemen hemen mümkün değildir; bu yol ancak ülke ya da bölgeye giren döviz miktarını kabaca gösterebilir. 15 Cihan Altun Turizm istatistikleri tam, doğru ve kesin bir kaynak oluşturmuyorlarsa da, turizm olayının hacim ve ölçeğinin belirlenmesinde, ülke ve bölgeler arasında karşılaştırmalar yapılabilmesinde tek kriter oldukları da bir gerçektir. Bu bakımdan, iç turizmin değil ama uluslararası turizmin incelenmesi için en cesaret verici durumlardan biri, bol miktarda elde edilebilir veri bulunmasıdır. 1.3.2.Turizmde Talep ve Güdüler Genelde seyahat “kişilerin herhangi bir amaçla ve herhangi bir süreyle farklı coğrafi konumlar arasında yer değiştirmesi” olarak anlaşılır. Seyahat, herhangi bir ülke ya da bölge içinde olabileceği gibi bir ya da daha fazla ülkeyi de kapsayabilir (uluslararası). Turizm ise seyahatten daha sınırlı anlamı olan bir harekettir; aşağıda değineceğimiz belirli nedenlerle dinlenmeyi hedefleyerek belirli türde seyahatlerin gerçekleştirilmesi turizm olurken, bu seyahatleri yapanlar da turist olarak nitelendirilmektedirler. Ancak, turizm araştırmalarında yanıtı aranan temel sorulardan birisi “turistler niçin seyahat eder?” sorusudur. Kolaylıkla yanıtlanamayacak bu soruyu daha genişleterek “onları sürekli yaşama alanlarını bırakıp başka yerleri ziyaret etmeye teşvik eden nedir acaba? Seyahat davranışlarını koşullandıran, gidecekleri yer tercihini, izleyecekleri güzergâh ve uğraşacakları etkinlikleri belirleyen faktörler nelerdir?” diye sormaktadır. Bu sorular yalnızca mekânsal etkileşimlerle ilgili konuları ortaya çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda da coğrafyacıları daha fazla soru sormaya götürür: Turistler neden yolculuğa çıkarlar? nereye giderler? ne zaman giderler ve gidecekleri yere nasıl giderler? Bu temel konular turizm olgusunun yer aldığı ya da geliştirileceği yerlerde mekânsal karmaşık ilişkileri de olan konulardır ve bu tür yerlerin “kitlesel turizm”e mi yöneleceği yoksa “bireysel turizm”e dayanan dar tabanlı bir turizm faaliyeti mi geliştireceklerinin belirlenmesinde büyük önem taşır. Kısacası, turizm talebinin anlaşılması turizmin gelişme nedenlerinin, belirli destinasyonlara kimin egemen olduğunun ve müşteri pazarına nelerin çekici gelebileceğinin ortaya konulabilmesi için bir başlangıç noktası oluşturacaktır. Coğrafyacılar talebin genelde mekânsal yanıyla ilgilenmekle birlikte, bireylerin seyahat etme güdüleri ile bunu gerçekleştirme becerileri arasındaki ilişkiler açısından da talep üzerinde durmaları gerekmektedir. Turizm, ister ülke içinde isterse ülke dışında gerçekleştirilsin, belirli bir zamansal ve parasal maliyete yol açar. Bir tatil gezisine karar vermeden önce, kişinin buna ayıracak boş zamanı olması gerekir. Seyahat için yeterli uzunlukta ayrılabilir boş zamanının olması da tatile çıkılmasını tek başına sağlayamaz; kişinin bu seyahati gerçekleştirebilmek için, aynı zamanda, masrafları karşılayabilecek ayrılabilir gelirinin de olması gerekir. Her ikisinin de uygun olması durumunda bile kişinin seyahate çıkma kararı üzerinde eğitim düzeyi ve kültür, ailevi durumu, yaşı, içinde yaşadığı ortam vb. gibi sayısız faktör etki yapacaktır. Turizm ve boş zaman faaliyetlerinin başlıca belirleyicileri olan kişisel gelir ve boş zamandaki artışın her ikisi de sanayileşmiş ülkelerde, özellikle de son 3040 yıl içinde büyük değişimler göstermiştir. 16 Cihan Altun Sanayi Devrimi öncesi “boş zaman” kavramı henüz belirginleşmemişti: Tüm çalışanlar kısa süreli boş zamanlarında ancak yorgunluklarını giderebiliyorlar; buna karşılık, her hangi bir zorunlu işte çalışmayan zengin ve asiller içinse seyahat bugünkü anlamında olduğu gibi boş zamanda gerçekleştirilecek bir olay değil, başlı başına bir “iş” oluyordu. 1900’lerden beri çalışma haftasının sürekli kısalması yanında, ücretli tatillerin süresi de sürekli uzamıştır. Örneğin Batı Avrupa’da yüzyılın başında ortalama 60 saat olan bir çalışma haftası günümüzde 38-40 saat (Almanlar 38, Fransızlar ve İngilizler 39 saat) dolayına kadar inmiştir. 1960'lardan önce, İngiltere'de çalışan nüfusun yarısı bir hafta ya da daha az ücretli tatile sahipti; 1970'lerin sonlarına doğru, Avrupa ülkelerinde çalışan nüfusun tümü, resmi tatillere ek olarak, üç hafta ya da daha uzun bir ücretli tatil hakkı kazanmışlardı (Almanya’da 6 hafta, İngiltere’de 5 hafta, Fransa’da 5 haftadan çok, İsveç’te 5-6 hafta). Dünyanın diğer yerlerinde de insanların işten arta kalan boş zamanları gittikçe uzamaktadır. Örneğin A.B.D.’nde haftada 40 saat çalışan birisinin 11 gün resmi tatil ve 12 gün tatil izni vardır. Japonlar ise iş haftasını 42 saate indirmişlerdir ve ücretli tatil hakları (20 gün bayram, 16 gün ücretli izin) da Amerikalılardan daha fazladır. Ortalama olarak verilen bu boş zaman miktarları, bekleneceği gibi, her meslek grubunda aynı değildir. Özellikle hizmetlerde çalışanlar gittikçe daha az boş zamana sahip olurken, serbest meslek sahipleri (özellikle küçük işyerleri olanlar), araştırmacılar, “beşincil/kuiner faaliyetler” grubunda yer alan karar vericiler vb. boş zamanlarının belirsiz ve sınırlı olması nedeniyle, turizme değişik şekillerde (iş seyahatleriyle) ve daha az katılabilmektedirler. Turistik konaklama tesislerinde çalışanlar ise başkaları için boş zaman olan –akşamları, hafta sonları, yaz ayları ve diğer tatiller- devrelerde çalışırlarken, işçi, memur gibi yasal sınırlarla belirlenmiş tatilleri olanların ise turizme ayrılabilecek daha çok boş zamanları bulunmaktadır. Günümüzde çalışan nüfusun önemli ve giderek büyüyen bir bölümü, bu kez teknoloji sayesinde, geçmişte olduğu gibi, evle işyerini birleştirmiş bulunmaktadırlar. Bu da, boş zaman kavramı ve miktarını değişime uğratacak, turizm olayını da -belki de şeklini değiştirerek- büyük ölçüde etkileyebilecek bir gelişmedir. Var olan boş zamanını turizme ayırabilmesi için insanların ayrılabilir gelirlerinin de olması gerekir. İşsiz birisinin çok bol miktarda boş zamanı olduğu halde, seyahate çıkmaya ekonomik gücü yetmeyecektir. Boş zaman artışı, gelir artışı olmadan bir yarar sağlayamaz; hatta ünlü ekonomist Keynes’in teorisine göre “insanların çoğu gelirlerinin artmasını boş zamanlarının artmasına tercih ederler”. Bazı insanların yıllık izinlerinde de başka bir işte çalışması (Japonların yaptığı gibi) ya da fazla mesailer bunun delilidir. Ancak, gelirler arttıkça rekreasyon ve turizme yapılan harcamalar da artar. Bundan başka, gelir düzeyi yüksek olanlar arasında pahalı rekreasyon harcamaları yapılırken, dış turizme katılım ve birden fazla tatil ya da seyahate çıkma eğilimi de ortaya çıkar. Gelir düzeyi düşük olanlar ise daha çok pasif rekreasyon faaliyetleriyle uğraşırken, iç turizme ve düşük fiyatlı paket turlarla gerçekleştirilen dış turizme katılabilmektedirler. 17 Cihan Altun Turizmde talebi belirleyen diğer faktörler arasında nüfusun yaş, eğitim ve benzeri özelliklerini ifade eden demografik yapısı da yer alır. Örneğin toplumun daha iyi eğitim görmüş kesiminin seyahat eğilimi daha fazladır ve daha sık seyahat eder. Özellikle yüksek eğitimliler arasında yabancı ülkelere karşı ilgi daha fazladır; ekoturizmle de bu grup uğraşır. Uzun mesafelere, daha maceralı yolculuk türlerine katılanlar ise gençler, en çok da 25-34 yaş grubunda yer alanlardır. Ayrıca, gençler uzun mesafeli tatillerinde, daha çok yer görebilmek ve deneyimlerini arttırmak için daha uzun süre kalma eğilimindedirler, Yaşlılar, kısmen güçlerinin kısmen de gelirlerinin azalması nedeniyle daha az seyahat ederler. Yaşlıların zengin olan kesimi (whoopies) için lüks gemi ya da tren yolculukları yapma şeklinde tatil faaliyetleri geliştirilmiştir. Dünya nüfusunun gittikçe yaşlanması ve yaşlıların büyük bir paya sahip olmaya başlamaları, turizm acentelerini bu kesime yönelik düzenlemeler konusunda harekete geçirmiştir: Eskortlu turlar (turistlerin yanlarına yardımcı verilmesi), kış aylarında sıcak bölgelere yolculuklar, sağlık turları düzenlenmesi bunlar arasındadır. Özellikle 50-59 yaş grubunda çocuk sorununun azalması, gelirlerin artması seyahate katılmayı büyük ölçüde teşvik etmektedir. Küçük çocuklu aileler tatilde daha az seyahat etme eğilimi taşırken (bir nedeni de tatilin maliyetidir); bu grup tatile çıktığında da RV (recreational vehicles) denilen karavanları ya da çadırlı tatil kamplarını tercih etmektedir. Çocuklu ailelerin, ayrıca, okul nedeniyle tatile çıkabilecekleri süre de hem kısa olmakta hem de yılın belirli bir kısmıyla sınırlı bulunmaktadır. Ailevi nedenler sık sık seyahati kısıtlayan faktörlere dönüşmektedir. Küçük çocukları olan aileler, evde yaşlı hastası olanlar ve benzeri gibi engelleri olanlar daha seyrek olarak tatile çıkabilirler; hastalık, yetersizlik, yaşlılık gibi kendi sınırlamaları olanlar genelde seyahate çıkamazken, yaşlıların çoğu yemek-yer-yatak değiştirme gibi etkenler nedeniyle sınırlanırlar. Seyahate ilgi duymamak ise evde kalma arzusunun ağır basmasıdır ve çok çeşitli faktörler sonucunda ortaya çıkmaktadır: Alışılmış günlük yaşamı değiştirmek istememek, yolculuktan nefret etmek, insanlarla karşı karşıya gelmekten sıkılmak vb. gibi. Örneğin korku gibi bazı psikolojik faktörler nedeniyle de insanlar seyahat etmede isteksiz davranırlar -kendi evinin güvenliğini terk etme korkusu, yabancı yerlerde bulunma ve onların dillerini anlamama korkusu, suyolu ya da havayoluyla seyahat korkusu bunlar arasındadır. Turizme katılmayı teşvik eden faktörler yerine getirildiğinde, seyahatlerin gerçekleştirebilmesi için ziyaret nedenleri ve yer tercihleri söz konusudur. “Tatil geçirme” dışındaki başka birçok seyahat türü de turizmin içine girmektedir: Din: Kişi, hacı olmak üzere kutsal yerlerden birisine gitmek isteyebilir –Müslümanlar yaşamlarında en az bir kez Mekke’ye gitmek; Hindular Ganj kıyısını (özellikle Benares’i), Hıristiyanlar ve Museviler Kudüs’ü mutlaka ziyaret etmek isterler. İş: İşlerinin bir parçası olarak insanlar uluslararası ilişkileri geliştirmek, konferans, toplantı ve fuarlara katılmak amacıyla seyahat edebilirler. Arkadaş ve akraba ziyareti: Toplumsal bağlarını sürdürmek isteyenler göç ya da iş nedeniyle başka ülkelerde yerleşmiş yakınlarını ya da kendi ana ülkesindeki akrabalarını zaman zaman ziyaret etme isteğiyle seyahat edebilirler. 18 Cihan Altun Spor ve kültürel temaslar: Uluslararası spor olaylarında kültürel organizasyonlarda yer almak ya da seyirci olarak katılmak üzere de seyahat edilebilir –Olimpiyat Oyunları, Dünya Kupası maçları ya da Cannes Film Festivali bunlar arasında en tanınanlarıdır. Tatil geçirme: Evden uzaklaşmak amacıyla bir tatil gezisine çıkmak şeklinde, insanlar güneşli ya da karlı yerlere, merak ettiği gelenek-görenekleri, değişik mutfakları deneyebilecekleri yerlere giderler. İnsanları seyahate çıkmaya zorlayan ve güdüler olarak sınıflandırılan ihtiyaçlar turizme katılacak kişinin yaşam tarzından doğar. Bazı boş zaman ve rekreasyon faaliyetleri bu ihtiyaçlardan bazılarını bir ölçüde karşılayabilir. Turizmin özelliği ise kişinin bu ihtiyaçlarını evden, günlük ortamından uzakta karşılamayı vaat etmesidir. Bu yüzden de, kişi üzerinde eve dayalı boş zaman ve rekreasyon faaliyetlerinden daha etkilidir. Buradan yürüyen bazı araştırıcılar yalnızca iki nedenden ötürü turizme katılma eğilimi doğduğunu ileri sürerler: (1) Kaçma arzusu ve (2) başarma arzusu. Kaçma arzusu; insanların evden uzağa farklı çevrelere gitmesine yol açan “itici” faktörler olarak; “başarma arzusu” da insanları belirli bazı destinasyonları kendi taleplerine göre tercih etmeye götüren “çekici” faktörler olarak alınırlar. Gray (1970) de seyahat güdülerini, bu bağlamda, yalnızca ikiye ayırmaktadır: Yeni ve farklı şeyler görme arzusu olan Wanderlust ve kendi ortamından daha güzel yerlere gitme arzusu olan Sunlust. İtici ve çekici faktörleri belirlediği de söylenebilecek bu ayırımda Wanderlust amacıyla seyahat edenler kültürel turizmi tercih edenler, birden çok destinasyonu ziyaret edenler ve bu yüzden de uzun mesafelere gidebilenlerdir. Buna karşılık, Sunlust olanlar yerel olarak elde edebildiklerinden daha farklı ve daha iyi koşulları arayanlar oldukları için, bu koşullar arasında daha sıcak iklimleri (deniz-güneş-kum turizmi) tercih edenler olduğu gibi, kayak için daha soğuk koşullar, güzel manzaralar ya da tarihsel yerler gibi başka coğrafi kaynaklar da aynı derecede tercih edilebilmektedir. Bunların talepleri iç turizm ve kısa mesafeli yolculuklarla da karşılanabilmektedir. 1.3.3.Turizm Şekilleri ve Turist Tipleri Turizm, çok sayıda birbirinden farklı seyahat şekillerini içine alır. Turizmin şekli turistler tarafından yaşanan deneyimlere katkıda bulunur ve ev sahibi toplumla bunların ortamları üzerindeki etkileri de belirler. Turizm çeşitleri ve şekilleri üzerine çoğunlukça benimsenen hiç bir sınıflandırma olmamakla birlikte, birçok yazar çeşitli turizm tipolojileri için önerilerde bulunmuşlardır. Örneğin aşağıdaki değişkenler kullanılarak bazı turizm şekilleri sıralanmıştır: Cinsiyete göre; turizmin kadın ve erkekler tarafından tercih edilen şekilleri; Ulaşım aracına göre; kara, deniz ya da havayoluyla turizm gibi; Coğrafi konuma göre; uluslararası ve iç turizm; Fiyat ve toplumsal sınıfa göre; lüks ve orta sınıf için; Yaşa göre; gençlik ve yetişkin turizmi. 19 Cihan Altun Mevcut sınıflandırmalar ancak bir fikir verme amacına yöneliktir. Bununla birlikte, Cohen (1972) ise turizm endüstrisine katılma düzeyi ve ev sahibi toplumla ilişkileri açısından turist tiplerini alarak bir ayırıma gitmektedir. Cohen’in tipolojisi bireysel güdüleri önemli kabul etmekte ve turist deneyimleri ve turistlerin rolünü dört grup altında toplamaktadır: 1. Ayrı (Drifter): Kendi gezilerini kendileri planlayan, turizm çekicilikleriyle temastan kaçınan ve ev sahibi toplumun üyeleriyle birlikte yaşayan turistlerdir. Ev sahibi kültürle hemen hemen tümüyle bütünleşirler; onlarla yemeği, barınağı ve alışkanlıkları paylaşırlar. Bu tür turizm türüne, genelde daha önce pek gidilmemiş yerlere ilk kez gidenlerin oluşturduğu “öncü turist” denilenler katılmaktadırlar. 2. Araştırıcı (Explorer): Genellikle kendi gezilerini kendileri planlarlar ve popüler turizm çekiciliklerinden olabildiğince kaçınırlar. Ev sahibi toplumla kaynaşma arzusuna rağmen, hâlâ kendi ülkesindeki ortamının kendi etrafında yarattığı “çevresel köpük” ya da “fanus” içinde kalma durumundadır; bu nedenle turist rahat konaklama tesislerini kullanır; kendi normal hayat tarzının temel özelliklerini sürdürür ve ev sahibi toplumla tam olarak bütünleşemez. Bu grupta kendi belirli amacı nedeniyle seyahat edenler özellikle dikkati çekerler –örneğin bazı iş adamları ya da din ya da sağlık nedeniyle seyahat edenler gibi. 3. Bireysel kitle turisti: Seyahat acentesinin sağladığı birçok hizmeti kullanır; ancak, tur planı tümüyle onlar tarafından hazırlanmamıştır. Turist gidilecek yerler ve zaman üzerinde söz sahibidir. Gerekli büyük rezervasyonların ise tümü seyahat acentesi tarafından ayarlanmıştır. Bu tür turist de kendi “köpük” ya da “fanus”u içinde kalır ve ev sahibi toplumla çok az kaynaşır. Bu gruba rekreasyon amaçlı turistler yanında iş amaçlılar da girer; kültürel ya da eğitsel turizm faaliyet şekilleri daha ağır basar. 4. Organize kitle turisti: En az maceracı olan turist tipidir. Seyahat acentesi tüm tur programını bir paket halinde hazırlar; yolculuk güzergâhını, nerelerde durulacağını ve konaklanacağını planlar ve rehber sağladığı gibi, tüm ana kararlar da acente tarafından alınır. Bu tür turistler ev sahibi toplumdan tamamen ayrı kalırlar; hatta kendi alışık oldukları bazı mal ve hizmetler gidilen yere de taşınır –İngilizlerin çay, bira, fish & chips gibi mal ve hizmetlerinin İspanya’nın Akdeniz kıyısındaki kitle turizm alanlarına taşınması gibi. Kitle turizmi, rekabet edebilir bir fiyatla ve turistin organizasyona minimum düzeyde katılımıyla satılacak bir paket tatil şeklindeki seyahat endüstrisine büyük bir bağımlılık gösterir. Bu sektöre rekreasyon yapan turistler egemendir ve bu tür tatiller seçtikleri destinasyona ilk kez gideceklerin tercihidir. Belirlenen turist tiplerinin mekânsal bakımdan da ayrışma gösterdikleri izlenir; ”araştırıcı”lar daha uzak bölgelerle ilgilenirken, “organize kitle turistleri” en popüler turizm alanlarını ziyaret ederler. Potansiyel turistin gerçek turist haline dönüşmesi ise onların toplumsal ve ekonomik durumlarına bağlıdır. Ayrılabilir gelir, ayrılabilir zaman, ailesel özellikler ve benzerleri de seyahate çıkma güdülerinin gerçekleşmesinde etkili olan faktörlerin başında gelir. 20 Cihan Altun BÖLÜM 2: TURİZMİN TEMEL UNSURLARI: ÇEKİCİLİKLER Herhangi bir yerin (ya da ülkenin) turist çekebilme potansiyeli üç şeye bağlıdır: Turizmin temel unsurları ya da turizmin arz kaynakları denilen bu üç şey çekicilikler, erişim ve konaklamadır. Bunların yeterliliği ve de organizasyon turizmde gelişmenin temellerini oluştururlar. Çekicilikler, turizmin yer seçiminde rol oynayan coğrafi kaynaklardır ve turistin bir alanı ziyaret etme isteğini doğururlar; ulaşım ve iletişim hizmetleri erişimi sağlayarak bu ziyareti gerçekleştirirler; konaklama da, kendisine ekli diğer kolaylıklarla birlikte, turistin gidilen yerde ağırlanmasını sağlar. Bunlara bir de altyapıyı eklemek gerekir ki bu da temel işlevlerin yerine getirileceği garantisini verir. Dünyada turistleri kendisine çekecek coğrafi özelliklerin neler olduğunu belirlemek kolay değildir. Hangi tip iklimler hangi tür turizm faaliyeti için daha uygundur ya da hangi kıyı tipleri ya da hangi coğrafi görünümleri turistler daha çekici bulurlar; turizmin gelecekteki gelişmesi için hangi tarihsel, doğal ve kültürel kaynakların potansiyel önemi vardır ve bunların dünyadaki dağılışları nasıldır? Sorularının cevapları aranır durulur. 2.1.KLİMATİK KAYNAKLAR Turistler, tatillerini iyi geçirebilmek için, gittikleri yerin iklim koşullarında fiziksel bir rahatlık elde edebilmelidirler. İster aktif isterse pasif olsun, tatil süresince yapmayı tasarladıkları rekreasyon faaliyetlerini de rahatsızlık duymadan gerçekleştirebilmelidirler. Aslında, iklim bir tatil destinasyonu için başlı başına bir çekicilik oluşturabilmektedir. İklimin çeşitli unsurlarının turist üzerindeki etkisi de farklı şekillerdedir. Bunlardan bazılarına yakından bakmak, çeşitli iklim faktörlerinin turizm ve turistle ilişkisini değerlendirmede kolaylık sağlayacaktır. Sıcaklık ve nispi nem: İnsan bedeninin 36.5⁰C olan ortalama sıcaklığı fiziki bir zorlanmayla ya da bir ısı gücüyle (örneğin parlak güneş ışığı) karşı karşıya kalındığı zaman, terlenmediği takdirde bir saat içinde 20C daha artar. Havanın nem tutma becerisi onun nispî nemliliğine bağlıdır. Eğer nispî nem çok yüksekse, örneğin yüzde 70’in üzerindeyse, hava derinin üzerinden onu serinletecek miktarda nemi alamayacak ve vücudun gittikçe daha çok ısınmasıyla insan kendisini rahatsız hissedecektir.Nispî nemin fazlalığı ise hava sıcaklığı 26°C iken kalp krizi riskini arttıracaktır; buna karşılık, kuru havada sıcaklık 36°C’ye yaklaşsa bile böyle bir tehlike çok daha düşük kalacaktır. Bu bakımdan, yüksek sıcaklıklarla yüksek nispî nemin birlikte meydana gelmesi turizmin gelişmesine önemli bir iklim engeli oluşturur. Tatil faaliyetleri yalnızca binalar ve ulaşım araçları gibi kapalı mekânlarla sınırlı kalamayacağından, buralardaki air condition sistemleri de bu konuda tam bir çözüm olamayacaktır. Dünyanın ekvatoral bölgeleri, bu yüzden, turizm bakımından fazla gelişme gösterememişlerdir.Sıcak hava koşulları, havanın kuru olması durumunda, doğrudan güneş ışınlarından korunulduğu sürece daha dayanılabilir olmakta ve terle kaybedilen su dışarıdan telafi edilebilmektedir. Çöl iklim koşullarının yarattığı asıl rahatsızlık ve tehlike, vücudun aşırı ısınması kadar, terlemeyle olan su kaybıdır da. Bununla birlikte, gerek macera turları gerekse paket turlar artık sıcak çöllerin erişilebilir durumdaki kenar kısımlarına doğru iyice alansal genişleme kazanmış ve örneğin Büyük Sahra’da tatil Kuzey Afrika’ya düzenlenen paket turlarının bir parçası haline gelmiştir. 21 Cihan Altun Rüzgâr: İnsanların hafif bir giyimle dolaşabilecekleri sıcaklık dereceleri 160C-180C’nin üzerinde kalan sıcaklıklardır (çıplakken sıcaklığın 30 C’nin altına inmesiyle insan üşümeye başlar). Vücut, sıcaklığın 100 C’ye düşmesiyle üşümeye başlar; rüzgârla birlikte sıcaklık kaybı daha da artar. Rüzgâr, nemin cilt üzerinden buharlaşma hızını arttırmakla kalmaz, aynı zamanda da ısının deriden kaybolarak çevredeki havaya karışma hızını da arttırır. Bu yüzden de bir esinti aşırı ısınmayı azalttığı gibi, yüksek sıcaklıklarda rahatlama da sağlar; ancak, vücudun hızla üşümesine ve bu kez düşük sıcaklıklarla bağlantılı rahatsızlıklara yol açar. Kutup bölgelerinde ve yüksek dağlık alanlarda hava sıcaklığı yılın büyük kısmında donma noktasında ya da yakınındadır. Bu tür koşullarda, rüzgârın serinletici etkisi, kış spor faaliyetleri için bu tür alanların elverişliliğini azaltabilir. Kıyılarda ise özellikle sörfçüler için elverişli bir durum yaratır. Turistin seçtiği faaliyet ne olursa olsun, tatil ancak hava güzelse verimli olacaktır. Turistler ziyaret ettikleri yerde olabildiğince iyi bir havayı garanti altına almak isterler; yılın diğer zamanlarında havanın nasıl olduğu onları ilgilendirmez. Bu nedenle de, turizmciler için, güneş ışığı, bulutlu günler ve yağış gibi unsurların yıllık toplam özelliklerinden çok, turizm sezonu boyunca sergiledikleri durum önemlidir. Yağış: Dünyada en çok turist çeken önemli turizm alanlarının büyük kısmı Kuzey Yarıküresi’nde yer alır. Bu yarıküredeki her hangi bir tatil yeri yaz ayları boyunca (haziran-eylül) kurak ve güneşli bir iklime sahip olması durumunda daha çekicilik kazanırken, Güney Yarıküredekilerde ise, aynı çekicilik buranın yaz ayları olan aralık-şubat ayları boyunca söz konusu olmaktadır. Suptropikal ve Akdeniz iklimleri, yaz ayları boyunca hemen hemen hiç yağışın düşmediği kurak ve uzun bir yaz mevsimiyle tanınırlar. Aslında, yağışın miktarı ve mekânsal dağılımı aynı iklim tipinde bile, topografyanın yağış üzerindeki etkisi nedeniyle, yerel değişkenlik gösterir. Bu duruma özellikle dağlık alanlarda daha çok rastlanır; yükseltinin yol açtığı bu yağışlara orografik yağışlar denir. Turizm için yağışın yapısı önemlidir. Turizmde, uzun ve kurak yaz ayları boyunca (yani Akdeniz’de ve suptropikal bölgelerde) düşen kısa süreli sağanak yağışlar, Batı Avrupa’nın ılıman iklimli bölgelerinde sık sık rastlandığı gibi, uzun süreli kapalı hava ve hafif yağışlara her zaman tercih edilirler. Bulutluluk: Turizm faaliyetlerini ilgilendiren ve yağışla da ilişkili olabilen bir durumdur. Bazı yerlerde, örneğin Kaliforniya kıyısı boyunca gözlendiği gibi, serin deniz sularının üzerinden geçen sıcak havayı serinletmesi ve sisli-puslu bir ortam yaratması ama hava akımının karaya varması sırasında çok az yağış meydana gelmesi gibi, yüksek oranda ve uzun süreli bulutluluk ya da sis gözlenebilir. Buna karşılık, bazı ekvatoral iklimler çok yüksek miktarda toplam yağış almalarına rağmen, her gün, gün içinde güzel güneşli dönemlere sahip olabilmektedirler. Güneş ışığı: Bu, ölçülmesi belki de en zor olan iklim özelliğidir. Bazı tatil yerleri güneş ışığıyla ilgili kayıtlarında aşırı iyimser olabilmektedirler; hatta birçok ülke “yılda 3000 saatten fazla güneşli gün” gibi sloganlarla reklâm yaparlar. Güneş ışığının süresini ölçmedeki güçlüğün nedeni de günlük toplam güneşli saatlerin miktarının, değişik enlemlerin özelliklerine göre, gün ışığı saatlerini geçemeyeceğidir. Güneşli saatleri yağış ve bulut örtüsünün olduğu zamanlar da kısaltır. Aynı şekilde, hava kirliliği güneş ışığının netliğini engeller, hatta bazen (örneğin Los Angeles’da olduğu gibi) kirlilik örtüsü smog yaratarak güneş ışığının yeryüzüne tamamen varmasını engeller. Ayrıca, mikroklimatik koşullar da bir yeri bölgesel bütünlük için geçerli olan koşullardan ayırabilir. Bu nedenle, turizmde yer seçiminde güneşlenmeyi sağlamak üzere, özellikle havuzların yüksek binaların gölgesinde kalmayacak şekilde tasarlanması gerekir. 22 Cihan Altun 2.2.DÜNYA İKLİM BÖLGELERİ VE TURİZME UYGUNLUKLARI Giyim-kuşam, iklimin etkisini hafifleterek mikro-klimatik alanlarda daha rahat yaşanmasını sağlayabilmektedir. Bu hem sıcak hem de soğuk iklim koşullarına sahip alanlar için geçerlidir; Örneğin çöl göçebe halklarının (Bedeviler) ve Nijeryalıların geleneksel giysilerinin onları aşırı güneş ışığından koruyacak ama cildi de serin tutacak bir geçirimliliğe sahip olacak şekilde tasarlanmış olması gibi. Soğuk koşullarda da giyim vücuttan ısı kaybını engelleyerek bu kez ters yönde etkili olur. Dünya iklim bölgeleri de, insanın rahat yaşama koşulları ve bu koşulları sürdürmek için gerekli giyinme miktarı göz önüne alınarak, turizm açısından yeniden gözden geçirilebilirler. Sıcaklık bakımından 5 iklim kuşağı ele alınarak bunların her biriyle belirli bir giyim-kuşam miktarı arasında bağlantı kurulmuştur. 2.2.1.Sıcak İklimler: Minimum Giyinme Kuşağı 2.2.1.1.Ekvatoral İklimler Sıcak iklim bölgeleri sahip oldukları yağış kalıbına göre değişiklikler gösterirler. Bunlardan ekvatoral iklimler 10 kuzey ile 10 güney enlemleri arasında yer alırlar ve sıcak iklim kuşağının tam ortasını oluştururlar. Sıcaklık 26 C’nin üzerinde ve nispî nem yüzde 75’den fazladır; yıl boyunca yoğun yağış vardır –özellikle öğleden sonları şiddetli bir şekilde meydana gelir. Nem ve sıcaklık açık hava rekreasyon faaliyetlerini güçleştirdiği için, turistler açısından çekici olmayan bu iklim koşullarına rağmen, belirli bazı turizm şekillerinin geliştirilmesiyle, ekvatoral bölgelere de turistlerin gelmesi sağlanmaktadır. Ekvatoral bölgelerde yer alan bazı alanlar da turizmde ün kazanmışlardır. Örneğin şehirdevleti Singapur tipik bir ekvatoral bölge ülkesidir. Air-condition olmayan yerlerde neredeyse nefes alınamayan Singapur’da, bölgenin stratejik konumu nedeniyle, İngilizler kurdukları ticaret üssünü 1819-1942 arasında ellerinde tutmuşlardı; liman faaliyetlerinin gelişmesiyle de burası daha sonra Güneydoğu Asya’nın bir iletişim ve ticaret merkezi haline geldi. Şimdi ise yalnızca Güneydoğu Asya’nın değil, dünyanın önemli bir uluslararası havayolu merkezi durumundadır. Gelişmiş olan iş turizmi yanında, kısa süreli kalışlar için de önemli bir düğüm noktasıdır. Air-condition yardımıyla turistlerin bir-iki günlük kalışlara katlanabildiği Singapur’da modern çarşılar bile üstü kapalı ve klimalı inşa edilerek kalış süresi uzatılmaya çalışılmaktadır. 23 Cihan Altun 2.2.1.2.Tropikal İklimler Genellikle 23 C’nin üzerinde, orta yoğunlukta yaz yağışlarına ve daha serin ya da daha kurak denilebilecek bir kış mevsimine sahip sıcak iklimlerdir. 10 - 25 kuzey enlemleri arasında yer alırlar. Doğu ve Güney Asya, Batı Afrika kıyısı, Karayipler, Meksika kıyıları ve Hawaii bu iklim koşullarına sahip bölgelerdir. Güney Yarıküredeki karşıtı (10-24 güney) olan kuşak Avustralya’nın kuzeyi, Mauritius ve Madagaskar, Güney Amerika kıyısının bazı kesimleri ve Güney Pasifik Adaları’nın büyük kısmını içine alır. Okyanus adaları ve kıtaların doğu kıyısı lokasyonları yıl boyunca yağış alma eğilimindedirler; ancak yağışlar yaz maksimumu gösterirler ve en önemlisi de daha çok yaz aylarında meydana gelen ve hurricane, siklon ya da tayfun olarak bilinen çok şiddetli tropikal fırtınalara sahne olurlar. Kuşak içinde kalan kıtaların batı kıyılarında kalan lokasyonlarda daha kurak bir kış mevsimi ve daha yoğun yaz yağışları vardır. Güney ve Doğu Asya’nın muson iklimleri, kış kuraklığının uzadığı ve yazın nemli sağanak yağışlı özellikleriyle daha ekstrem durumlar gösterirler. Muson iklimleri şiddetli siklon fırtınalarının da tehdidi altındadırlar. Bu bölgede yer alan tipik turizm merkezi Jamaika’dır. Bu Karayip adasının doğu kıyısı tipi bir tropikal iklimi vardır. Başkent Kingston’da yağış yıllık ortalama 870 mm dolayındadır (tropikal iklime göre düşük kalan bir değer). Jamaika’da en nemli aylar mayıs-ekim arasıdır. Buna rağmen, ziyaretçilerin çoğu temmuz ve ağustos yaz aylarında gelirler. Nemli mevsimin geri kalan zamanlarında (mayıs/haziran ve eylül/ekim) Jamaika’da turist sayısı son derece düşüktür. Kış ziyareti içinse ocak-nisan arası tercih edilir. Jamaika’da turizm gelişim düzeyi, 1988 Eylül’ünde Hurricane Gilbertın Jamaika’yı vurmasından sonra, yakın zamanlara kadar, oldukça düşük kalmıştır. Saatte 170 km hızla gelen kasırga, Karayipleri geçerek Yucatan Yarımadası’na varıncaya kadar 500 can almış ve milyarlarca $’lık hasara yol açmıştı. Hugo kasırgasının da 1989’da yaklaşık aynı güzergâhı izlemesi ama daha çok Monserrat, Guadalup, Virjin Adaları ve Porto Riko’da San Juan’a zarar vermesi de olumsuz etkinin sürmesine yol açmıştı. Jamaika, kasırga tehlikesini sürekli hesaba katarak turizm tatil yerlerini yeniden inşa etmiştir. Kasırga mevsimi temmuz-ekim arasıdır ama çok büyük olasılıkla turizm sezonuna denk gelecek şekilde, ağustos ve eylülde vuku bulmaktadır. Aynı iklim kuşağı içindeki Avustralya’nın Darwin şehri de, Karayipler’deki kadar çok sık vuku bulmasa da, kasırganın birkaç kez yerle bir ettiği bir yerleşmedir. Kuzey Toprakları’nın başkenti Darwin’de turizm mevsimliktir ve daha çok Kuzey Toprakları’nda kıyıdan içerideki Ulusal Parklara yapılan turlardan oluşmaktadır. Kasım-nisan arasında (Güney Yarımküre yazı) meydana gelen yaz yağışları çok yoğundur ve yolları kapattığı için turistlerin yolculuklarını olanaksızlaştırır. Darwin’den içerilere yapılacak safarilerin ve diğer yolculukların çoğu, bu nedenle, mayıs-ekim arasında düzenlenir. Bu aylarda hava koşulları sıcak ve kurak olduğundan, rahatlık bakımından çok uygun değilse de, nispî nem oranının düşük olması her tür faaliyeti ve macera tatillerini kolaylaştırmaktadır. 1974’de Tracy Siklonunun yerle bir ettiği şehir tümüyle yeniden inşa edilmiştir. Darwin’in tropikal iklimi muson tipine yakınlık göstermekte; ancak, Hindistan Yarımadası’nda olduğu gibi, Kuzey Yarıküredeki kadar ekstrem özellikler taşımamaktadır. 24 Cihan Altun 2.2.1.3.Tropikal İklimin Diğer Tipleri Tropikal iklim kuşağı içinde kalan kıtaların batı kenarlarındaki özellikler bunlardan birisidir. Örneğin Batı Afrika kıyısındaki Banjul (Gambiya) ve Meksika’nın batı kıyısındaki Acapulco birçok benzer iklim özellikleri taşımaktadırlar. Yağışlar yazın daha çok düşmekte (musonlardaki kadar yoğun olmadan); hiç bir bölge siklonlara maruz kalmamakta ve kurak kış mevsimi kışın güneş, deniz ve kum tatili arayanlar için idealdir. Bununla birlikte, 116 yıl aradan sonra 1997’de Meksika’nın bu kesimi ilk kez karla tanışmıştı. Bir başka sıcak kuşak örneği de denizsel (okyanus) tropikal iklimdir. Hawaii ve Cook Adaları gibi Pasifik adaları topografyaya ve mutlak lokasyonlarına bağlı olarak değişik miktarlarda yağış alırlar. Tüm yıl boyunca yağış almalarına ve oldukça yüksek nem oranına rağmen, bu adalar daha gevşek, rahat “deniz-güneş-kum” tatillerine uygun düşmektedirler. Denizden esen rüzgârlar iklimi daha rahat yaşanabilir kılsa da, bu adalarda turizmin gelişmesi, genelde izole durumda oldukları için, daha çok erişilebilirliğe bağlı durumdadır. 2.2.1.4.Sıcak Çöller Ortalama sıcaklığın 33 C’nin üzerinde olduğu, günlük maksimumun 37 C’nin üzerine çıktığı bu bölgelerde sürekli güneş ışığı vardır. Güneşten korunmak için bir miktar giyinme gerekiyorsa da, bu gevşek ve hafif olmalıdır. Sıcak çöller aslında hiç yağış almayan yerlerdir. Kışlar yaz ayları kadar sıcak değildir ama tüm mevsimlerde gece-gündüz farkı çoktur. Geceler kış aylarında donmaya yol açacak kadar soğur; gündüzleriyse sıcaklık hızla yükselir. Yaz aylarında gölgede 45 C maksimum sıcaklık kaydedilir. Nispî nem oldukça düşüktür (yüzde 30, hatta daha az) ve kuru sıcağın verdiği rahatsızlığı sık sık esen güçlü rüzgâr daha da arttırır. Sıcak çöllerde turizm iki açıdan sınırlanır: Yazın gündüz sıcaklıkları çok yüksektir, kışın da gece sıcaklıkları rahatsızlık verecek kadar çok düşer. Her zaman için su kaybı, gözlerde ve burunda rahatsızlıklara yol açarak bir tehlike oluşturur; sık Aralıklarla likit alınmadığı taktirde de gerçek bir tehlikeye dönüşür. Bununla birlikte, turizm çöl koşullarında da mümkündür; örneğin, Nil Vadisi’ndeki eski Mısır sit alanlarına, en sıcak dönemden kaçınılarak (Aswan’da haziran-ağustos arası ortalama sıcaklık 33 C’ye çıkar) gemi yolculukları ve turlar düzenlenmektedir. 2.2.1.5.Kurak Kuşaklar Sıcak çöllerin kenarlarında da sıcak bölgeler yer almaktaysa da, buralarda yıllık yağış 250 mm dolayında meydana gelebilmektedir. Bunlara iyi bir örnek Avustralya’nın ortasındaki, toprakların renginden dolayı “kızıl merkez” denilen alanda yer alan Alice Springs’dir. Avustralya’nın ünlü simgeleri Ayers Rock (ULURU) ve Olgalar Ulusal Parklarına yakınlığı, Alice Springs’in turizmde gelişmesine yol açmıştır. Alice Springs’de aylık sıcaklık ortalaması 28 C’nin üzerine çıkmaz ama günlük sıcaklık değişimleri çok fazladır. Bu da turistlerin güvenliği bakımından sorunlar yaratır. Örneğin Ayers Kayacına tırmanma, sıcak çarpmasından kaçınmak için, havanın nispeten serin olduğu sabahları yapılmalıdır. Yakın yıllara kadar Ayers Kayacına tırmanma sırasında 27 kişinin sıcak çarpması, sıcaktan dolayı kalp krizi ve düşmelerden dolayı öldüğü belirlenmiştir. Safari ya da daha fazla enerji harcanan geziler dışında (bunlar nisan-eylül arasında yapılır) yıl boyunca, klimalı araçlarla turlar düzenlenir. Yağış turistleri ender olarak rahatsız ederse de, kurak bölgelerde arasıra gelen yağışlar tehlikeli olabilmektedir. Hiç yağışın olmadığı birkaç yıllık dönemden sonra ani ve kısa süreli sağanak yağışlar geniş alanlarda su baskınlarına ve yolların zarar görmesine yol açar. 1988’de Paskalya tatili döneminde Alice Springs’de böyle bir durum meydana gelmiş ve turistler otellerin damlarından helikopterlerle kurtarılmıştı. 25 Cihan Altun 2.2.2. Ilıman Orta İklim Kuşağı Bu kuşaktaki iklim koşulları turizm için insanın rahatlığı ve faaliyetin yıl boyunca sürdürülebilirliği bakımından en uygun olanlardır. Ortalama aylık sıcaklıklar kışın 10 C ile yazın 25 C arasında değişirse de, yazın günlük maksimum 30 C’yi sık sık geçer. Nispî nem genellikle faal tatilleri sürdürebilecek kadar düşük olmakla birlikte, maksimum sıcaklıkların yüksekliği gün ortasında bir dinlenme (siesta) arası vermeyi gerektirir. Kışlar yazlardan daha serinse de, hiç bir zaman çok soğuk değildir (kış ortalaması 60C’nin altına düşmez). Bu tür iklimler 25-40 kuzey ve 25-40 güney enlemleri arasında meydana gelirler. Ilıman orta kuşak iklimlerinin özellikleri lokasyonlara göre değişir. Kıtaların batı kıyılarında sıcak, kurak yazları ve kış yağışlarıyla klâsik Akdeniz iklimi görülürken, kıtaların doğu kenarlarında yıl boyunca kıyılardan esen yağış yüklü rüzgârlarla karşılaşılır ve yıl boyunca yağışın daha düzenli dağıldığı daha nemli bir iklim özelliği vardır. 2.2.2.1.Akdeniz İklimi Bu iklimin dünyada görüldüğü yerler arasında en geniş olanı Akdeniz havzasıdır ve burayı çevreleyen kara kitlelerinin etkisi iklimin ekstrem özelliklerini vurgulamaktadır: Yaz aylarında sıcaklık dünyanın diğer Akdeniz iklim bölgelerindekinden çok daha fazla yükselmekte ve kış aylarında da (Akdeniz’in kuzey kesimlerinde) gece sıcaklıkları arada sırada donma meydana gelecek kadar düşebilmektedir. Benzer şekilde, Akdeniz Havzası’nın orta kesimlerinde yaz kuraklığı, yine dünyanın diğer Akdeniz iklim bölgelerindekinden çok daha uzun olabilmektedir. Bu farklılıklar özellikle yazın güneş tatilleri bakımından bölgeyi turizme daha uygun kılmaktadır. Akdeniz iklimi için turizm açısından önem taşıyan birçok yer örnek verilebilir. Ancak biz Antalya’yı alırsak, Antalya, Akdeniz Havzası’nın sıcaklıkların batıdan doğuya doğru gittikçe daha arttığı doğu kesimine yakın yer almaktadır. Temmuz ve ağustosta, turizm sezonunun zirve aylarında, sıcaklık 28.1 C’ye varır ama maksimum 44 C’ı aşabilmektedir. Güneş ışığı yıllık toplam süresi 3022 saattir. En güneşli aydaki toplam süre 377 saattir (kıyaslamak gerekirse, Londra’da 203 saat). Nispî nem oldukça düşük olduğundan (temmuz-ağustos zirve aylarında yüzde 58-59) nemli tropikal bölgelere göre daha katlanılabilir bir ortam bulunmaktadır. Bu nedenle de güneş-deniz-kum paket tatilleri gelişmiştir. Yakın sayılabilecek dönemde, özellikle de Güney Antalya Turizm Projesi kapsamında hızlanan konaklama tesisleri yapımı bölgeyi turizmde en önemli konumlardan birisine getirmiştir. Akdeniz Havzası dışında, dünyanın diğer yerlerinde Akdeniz ikliminin biraz değişikliklerle var olduğu alanlarda da turizm açısından çekicilik olduğu gözlenir. Örneğin Sydney (Avustralya) Akdeniz’e çok benzeyen, biraz daha serin ama daha nemli ve yağışın yıl boyunca daha düzenli dağılım gösterdiği yerlerdendir. Dünyanın önemli turizm merkezlerinden birisi olan Florida ise daha çok ılıman iklimle tropikal iklim arasında bir geçiş kuşağı gibi görünür ama genelde ılıman iklim tipleri arasında kabul edilmektedir. Ancak güney ucuna doğru tropikal iklim özellikleri egemendir; merkezi olan Miami’nin maksimum sıcaklık değerleri ise tropikal bölgelerinkine daha çok yaklaşmaktadır. Tüm yıl boyunca turizme çok uygun olan Florida’nın önemli bir özelliği –onu Akdeniz Havzası’ndan ayıranturizmde zirvenin kış aylarında meydana gelmesidir (A.B.D.’nin kuzeyinden kışı geçirmeye gelenler nedeniyle); yabancı turistler ise nisan-ağustos arasındaki aylarda gelirler. Kış aylarında ortalama sıcaklık 20.5 C ve yağış aylık 50 mm’nin altındadır. Yaz aylarında yüksek yağış miktarı ve nemliliğe rağmen, Miami (ve bütünüyle Florida) mevsimsiz bir turizm destinasyonudur. 26 Cihan Altun 2.2.3. Serin Orta İklimler Daha çok Batı Avrupa ile özdeşleşmiş iklim tipleridir. Aylık ortalama sıcaklıklar kış ortasında 00C’den yaz ortasında 160C’ye kadar değişir ve yalnızca yaz aylarını daha pasif turizm faaliyetlerine uygun kılar. Dünyanın turist gönderen en önemli ülkeleri bu klimatik kuşakta yer alırlar ve buralardan çıkan turistler, kendi içinde bulundukları iklimin tersine, daha rahat, daha sıcak iklimleri ararlar. Bu bölgeyi kapsayan iklimler kesinlikle soğuk geçen bir kış mevsimine sahiptir ve yağış bütün yıl boyunca meydana gelir. Batıda kalan kıyı kesimlerinde yağışlar kışın zirveye varır; yıllık sıcaklık aralıkları oldukça düşüktür. Bu iklimler aynı zamanda da ani sıcaklık değişiklikleri ve bulutluluktaki değişkenlikle de kendilerini belli ederler. Yağış düzeyi ve bulutluluk en batıda kalan kesimlerde en fazladır; içerilerde azalır. Oturmuş bir sıcak havadan yaz ayları boyunca söz edilebilmekle birlikte, bunun zamanı önceden belirli bir kesinlikle tahmin edilemez. Turistler ise, tatillerini planlarken ve rezervasyon yaparken, bekledikleri hava koşulları bakımından belirli bir garanti isterler ve bu yüzden de önceden tahmin edilen, güneşli, sıcak Akdeniz ülkelerininki gibi iklimleri tercih ederler. Serin orta iklim bölgelerinin iç kesimlerinde ise sıcaklık farkları çok yüksektir (300C’ye kadar çıkabilir). Bu iklimin hiç bir varyasyonu, temmuz ve ağustos zirve ayları dışında, iklim bakımından (başka bakımlardan uygun olabilir) turizme elverişli değildir. Bu iklim kuşağı turist çekenden çok turist gönderen önemli alanları içine alır. Eski kıyı turizm merkezleri ise, dünyanın diğer yerlerinde daha çekici iklimlerde yer alan ve sayıları gittikçe artan tatil merkezleriyle rekabette zorlandıkları için ziyaretçi kaybı yaşamakta ve daha kısa süreli rekreasyon ziyaretlerine uğramaktadırlar. 2.2.4. Soğuk İklimler: Maksimum Giyinme Kuşağı Bu kuşakta ortalama sıcaklık, yılın en az yarısında, 6 C’nin altındadır. Kış günleri çok kısa, yaz günleri ise çok uzundur. Yazlar (Haziran-Ağustos) kısa ve serin geçerken, mevsim aniden yazdan kışa geçer. Bu tür alanlar manzara ve doğayla ilgili faaliyetlere meraklı olanlar için uygun olabilir; fakat yine de tatil sezonu son derece kısadır. Bu kuşağın kıtasal iç kesimlerinde iklim koşulları daha da ekstremdir; kış soğuğu daha şiddetli (donma noktasının altında, -30C) meydana gelirken, yazın sıcaklık 19C’ye kadar çıkabilmektedir. 2.2.4.1. Arktik ve Polar İklimler Daima soğuk olan bu iklim kuşağında ortalama 6C sıcaklık bile yalnızca üç ay vuku bulmakta ve diğer zamanlar son derece soğuk iklim koşulları yaşanmaktadır. Tundra kesimlerinde kar örtüsünün bulunmadığı kısa bir zaman dilimi yaşanmakta; fakat daha kuzeyde süreklilik kazanmaktadır. Kuzey Kutbu bölgesine gelecekte özel turizm türleri geliştirilebilecektir; Güney Kutbu’na ise bazı turlar zaten düzenlenmektedir. Ancak potansiyel sınırlıdır ve çevreciler de zaten bu alanların zarar görmesine karşıdırlar. 27 Cihan Altun 2.2.4.2. Dağ İklimleri Dağlık bölgeler genelde yer aldıkları bölgenin klimatik rejimine tabidirler: Kurak bölgelerde yer alan dağlar kurak olurken, tropikal kuşaktakiler yerel mevsimlik kalıba uygun olarak yağış alırlar. Bununla birlikte, yükselti dağlardaki iklimi etkiler; bu da başlıca üç yönden olur: (1)Sıcaklık üzerinde yükseltinin etkisi: Deniz seviyesinden yükseldikçe sıcaklık düşer; Örneğin Alplerde kuzeye bakan yamaçlarda her 100 metrede 0.75C azalma olur. Zirvedeki gerçek sıcaklık ise iki değişkene bağlıdır: Dağın yüksekliği ve dağın alt kesimindeki hava sıcaklığı (enlem tarafından belirlenir). Böylece, Ekvator’da 5500 m’nin üzerinde kalan yerler yıl boyunca karla kaplı olacak kadar soğuktur. Ekvator’dan daha serin iklimlere doğru uzaklaşıldıkça “kar hattı” da daha aşağılara inecektir. (2) Hava basıncı üzerinde yükseltinin etkisi: Yükselti arttıkça hava daha hafifler; örneğin 5500 m’de hava basıncı deniz seviyesindekinin yarısı kadardır ve böyle bir ortamda da daha az oksijen bulunur. Bu yüzden de 2500-3000 m’de insanlar nefes almada zorluk çekerler ve “dağ hastalığı” diye bilinen, enerji gerektiren hiçbir hareketin yapılamadığı letarjik duruma gelirler. Birçok kayak merkezi de bu yükseltilerde yer almışlardır; örneğin 3750 m’de yer alan Colorado’daki Aspen ve 3300 m’deki Veil ile diğer kış sporları merkezlerine gelen 18 milyon ziyaretçinin yüzde 25’i dağ hastalığı (uyuma güçlüğü, su kaybı, baş ağrısı, mide bulantısı, kusma vb. gibi belirtilerle kendini gösterip, bazen felç ve ender olarak da ölüme yol açabilir) çekmektedirler. (3) Yağış üzerine yükseltinin etkisi: Dağlar genelde etraflarındaki düz alanlardan daha çok yağış alır. Bunun nedeni havanın yamaçlar boyunca yükselirken serinlemesi, havadaki nemin yağış meydana getirmek üzere yoğunlaşmasıdır. Özet olarak, dağlar genelde daha serin, daha nemlidir ve yüksek kesimlerde çevredeki düzlüklerden daha az rahattır. Bununla birlikte, birçok dağlık bölge önemli turizm destinasyonları halindedirler. Birincisi, sıcak, nemli, ekvatoral ve tropikal iklimlerde dağlar serinlikleriyle bir çekicilik oluştururlar. İkincisi, dağlardaki manzaralar, uygun olmayan hava koşullarında bile, turistlere çekici gelir. Gerçekten de, Alplerdeki birçok turizm merkezinde yaz ziyaretçilerinin sayısı, dağlar en nemli dönemlerinde oldukları halde, kış ziyaretçilerininkini aşar. Son olarak, dağlar kış sporları için geliştirilebilirler. Kayak sporu özel iklim koşulları gerektirir: iyi bir kar kalitesi (kuru ve gevşek), bol güneş ışığı, az rüzgâr, yeterli uzunlukta bir kış mevsimi (en az 120 gün) ve kayakla ilgili temel yatırımları (liftler, towlar, oteller vb.) ekonomik açıdan haklı kılacak bir kar örtüsü. Ek olarak da, planlanan tatil merkezinin, insanların dağ rahatsızlıklarını hissetmeyecekleri bir yükseltide inşa edilmesi gerekir. Yükseltinin, örneğin 2000 m’nin üzeri gibi fazla olduğu yerlerde kar yağışı yalnızca bol değil, aynı zamanda da sıcaklık düşük olduğundan daha uzun süre yerde kalır. Bu özellikler en çok Avrupa’da Alplerde gözlenir. Burada kar sonbaharda ve kış başında düşer; ancak, daha sonra yüksek basınç dağ sıralarına çok soğuk, güneşli ve oturmuş bir havayı uzun süre kalmak üzere getirir. Çok soğuk olsa da, açık hava güneş ışınlarının yoğunluğundan çok az kaybederek etkili olmasını sağlar ve ziyaretçiler için hoş bir ortam oluşur. 28 Cihan Altun Dağlık bölgelerdeki kayak koşullarında yerel olarak büyük değişkenlikler olabilmektedir: Karın miktarı ve kalitesi ile yerde kalma süresinin uzunluğu yamaçtan yamaca değişecektir. Benzer şekilde, bir vadinin bir kesimi, yerel hava dolaşımına bağlı olarak diğerinden daha fazla rüzgâr alabilir. Bu nedenle, dağlarda kurulacak turizm merkezlerinde tüm bu faktörlerin göz önüne alınması gerekir. Bununla birlikte, teknolojinin gelişmesiyle kayak merkezlerinde “kayak makineleri” yardımıyla +4º derece sıcaklıkta bile kar yağdırmak mümkün olmakta, kış turizm sezonunu açmak için ilk kar yağışını beklemek artık pek gerekmemektedir. “Kar topları” olarak anılan bu makineler pistleri her an kayılabilir durumda tutabilmektedir. Zaman zaman doğan kar sıkıntısı nedeniyle Türkiye’de de Uludağ gibi kış sporları merkezlerinde bu uygulamaya gidilmektedir. Yine de bunların ancak yerel ölçekte, küçük alanlarda gerçekleştirilebilen ve sıcaklığın belirli bir dereceye kadar düşmesini de gerektiren önlemler olduğu, dağlardaki geniş alanlar için ise işlerlikleri bulunmadığını belirtmek gerekir. Fransız Service d’Etude de l’Amenagement de la Montagne’ye (Dağcılık hizmet birimi) göre en ideal kayak alanı, pist çeşitliliğine olanak sağlayan bir sirk vadisidir. Böylece, kayak pistleri konaklama ve diğer kolaylıkların bulunduğu merkezde birleşecekler, bu da kayakçıların kayak alanının her tarafına hemen erişebilmelerini sağlayacaktır. Vadilerdeki pistlere ise büyük yerleşme merkezlerinden ulaşmak daha kolaydır; çünkü sirkler yüksek maliyetli yol yapımı gerektirmekte ve bu maliyet de ancak büyük bir pazar söz konusu olduğunda göze alınabilmektedir. Kayak pistleri için yamaç eğimleri de önemlidir. Yeni başlayanlar için 15 dereceden az, orta derecedekiler için 15-25 derece ve iyi bilenler için de 25 dereceden yüksek eğimler uygun olmaktadır. Bunların dikey uzunlukları da tercihleri belirler; örneğin A.B.D.’nin kuzeydoğusunda 500 m, Batı Avrupa ülkelerinde de 1000-1200 m’dir. 2.3. KIYIYLA BAĞLANTILI KAYNAKLAR VE DENİZ Dünya nüfusunun büyük kısmı için tatil demek deniz kıyısına gitmek demektir. Hem iç hem de dış turizmde geleneksel olarak en popüler yerler kıyılar, en popüler tatil şekli de “güneş-deniz-kum” paket tatilleridir. Bu yüzden, iklimden sonra turizm için en önemli coğrafi kaynakları kıyının yapısı ve kalitesi oluştururken, plajlar da başarılı ve eğlenceli bir tatil geçirmede en önemli rolü oynarlar. Turist, ilk ve her şeyden önce yüzmeye ve güneş banyosu yapmaya uygun temiz, kumsalı olan bir plaj arar. Tehlikeli olabilecek dalgaların, gelgit olayının olmaması da istenir. Birdenbire derinleşen bir deniz de boğulma olaylarını arttırdığı için, tehlikeli sayılır. Buna karşılık, düz (80’den az bir eğim), en az 75 m uzunluk ve 15 m genişlikte bir plaj ideal sayılmakta ve çok sayıda tatilciyi birden konaklatabilmektedir. Ayrıca, plajın gerisinde gölgelik ve tercihen ağaçlık bir kuşak bulunması, insan gürültüsünden uzak, doğal rahatsız edicilerden (zehirli böcekler, sivrisinekler, yılanlar vb.) arınmış olması gerekir. Turist ya da turizm acentesi açısından plaj ya da denize erişebilirlik hayati bir önem de taşır. Olabildiğince plaja yakın, otel yapımına uygun düz arazinin çekiciliği büyüktür. Kıyının uzun dönemli istikrarı da bu tür yatırımlar açısından önemlidir; dalga erozyonu olasılığı arazinin ve yatırımın değerini belirleyecektir. Denize dayalı sörf, dalma, yelkenli tekne kullanma ve benzeri gibi özelleşmiş su sporları, buna ek ya da tamamen tersi özellikler gerektirebilirler. Örneğin sörfe en uygun plajlar kumsala doğru yavaş yavaş ilerleyen, düzenli ve oldukça büyük dalgalara ihtiyaç gösterir. 29 Cihan Altun Küçük yelkenli tekneler, deneyimsiz kullanıcıların da kendilerini güvende hissedebilecekleri korunmalı sakin bir deniz gerektirirler. Deneyimli yatçılar diğer bazı tekne meraklıları gibi yanaşabilecekleri kolaylıkların bulunmasını ya da demir atacakları derin denizleri ararlar. Dalma meraklıları temiz, deniz canlılarının bol olduğu suların peşindedirler. Meraklılar, bu nitelikleri herhangi bir yerde bulmaktan hoşlanmakla birlikte, ideal konum mükemmel bir tatil için en iyi yüzme ve güneş banyosu yapılabilecek plajlar boyunca uzanan kıyılar olmaktadır. Görüldüğü gibi, kıyı ve plajın fiziksel özellikleri turizm açısından yaşamsaldır. Bu özellikler şöyle sıralanabilir: 2.3.1. Plajın Yapısı Kıyılar açısından bu en önemli niteliktir. Kumsal bir plaj en çekicisi olurken, bataklık ya da kumsalı olmayan bir plajın turizm açısından kullanımı çok düşük düzeydedir. Plajın kumsal yapısının meydana gelebilmesi için doğal olarak kayacın da önemi vardır. Yumuşak kumtaşı rüzgâr ve dalganın etkisiyle kolayca kırılabilerek plaj için kum yaratabilirken, kireçtaşı (kalker) da, tersine, arkasında yuvarlak nodüller bırakarak eriyip denize gidecektir. Hırvatistan’ın Dalmaçya kıyılarındaki daha saf kireçtaşları ne kum ne de çakıl üretir; bu yüzden de kıyı, esas olarak, çıplak kayalardan oluşur. Bununla birlikte, olaya dünya ölçeğinde bakıldığında, kumlu, nemli toprak ve çakıllı plajların bölgesel bir kalıp oluşturdukları görülür. Taşlı yapıdaki plajlara daha çok yüksek enlemlerde rastlanır ve bunlar, esas olarak, son on bin yıldan fazla zamandır ya da halen mevcut buzullarla bağlantılıdır. Nemli topraklar ya da bataklık kıyılar daha çok Ekvator’a yakın yer alırlar. Sıcak, nemli ekvatoral iklimin mevcut kayaların hızla kimyasal ayrışmasına izin vermesi, hızla bataklık koşullarının oluşmasına yol açar. Ekvatoral bölgedeki büyük akarsular da (örneğin Amazon ve Kongo gibi) bu duruma büyük katkıda bulunurlar. Her ne kadar bu tür iklimlerin bulunduğu kıyılar turistler için çok çekici olmasa da, sıcak iklim kuşağında da turistler için çekici bazı plajlar bulunmaktadır –mercan kıyıları gibi. Tropiklerde sıcak suların temiz ve sığ olduğu yerlerde mercanlar bol miktarda gelişebilir ve deniz tarafından belirli yerlere yığılarak çok çekici kıyılar meydana getirirler; tropikal mercan adaların beyaz kıyıları bunun tipik örneğidir. Avustralya’nın Queensland kıyısı açıklarındaki Büyük Set Resifi dünyanın en görkemli canlı mercan alanıdır (ikincisi de Karayiplerde Belize kıyılarında); bu yüzden mercanlar, balıklar, süngerler ve başka deniz canlılarını izlemeye, dalış yapmaya gelen turistlere bu olanakları bol bol sunar. Kumsal kıyılara en çok 200-400 Kuzey ve Güney enlemleri arasında rastlanır. Bu kuşak ise yaklaşık olarak turizme en uygun iklim tiplerinin (tropikal ve orta kuşak iklimler) bulunduğu kesime denk düşmektedir. Dünyanın bu kesiminde dalga ve akıntıların özellikleri de kıyıda kumların yığılma eğilimini arttırır. Bununla birlikte, nemliliğin kayacın kimyasal çözümüne izin vermeyecek kadar çok düşük olduğu yarı kurak ve çöl alanların bazı kıyı kesimlerinde çakıl taşlı plajlar oluşabilir. 30 Cihan Altun 2.3.2.Dalgalar Turistlerin yaz aylarında güvenli ve zevkli bir tatil geçirmeleri için dalga büyüklüğü ve yapısı da önem taşır. Gelgit ve akıntılarla birlikte dalgalar plaj ve kıyı oluşturacak ya da bunları aşındıracak süreçleri belirlemede rol oynarlar. Bununla birlikte, bu süreçleri kontrol eden faktörün yine iklim olduğunun altını çizmek gerekir; çünkü dalgaların kendisi de deniz yüzeyindeki rüzgâr hareketi tarafından yaratılırlar. Bazı iklim tiplerinde rüzgâr diğerlerinden daha fazladır; daha rüzgârlı alanların bazıları ise 40-60 enlemleri arasındaki serin iklim bölgelerinde yer alırlar. Bu enlemler de büyük fırtınaların meydana geldiği kuşaktır. Sık sık meydana gelen fırtınalar ve rüzgârlar kıyılarda tahribat ve erozyon yaratacak şekilde büyük bir gürültüyle düşen büyük enerji yüklü dalgalar yaratırlar. Fırtına dalgaları denilen bu dalgalar falezler, mağaralar ve benzeri gibi dramatik kıyı şekillerini meydana getirirler. Erozyon da plajları yaratacak ve düzeltecek şekilde kumları alır götürür. Fırtına dalgaları kısa, dik ve hızlıdır; birinci dalga devrini tamamlamadan ikincisi kırılarak bunu izler. Bu da sörf alanı içinde yüzmeyi zorlaştırır ve hatta tehlikeli hale getirir. Kış aylarında dalgalar 7 m’nin üzerine çıkabildikleri için en yüksek su seviyesine kadar olan bina ve diğer yapılara büyük zarar verebilirler. Yaz aylarında ise hava koşulları genelde daha sakindir ve yüzme ya da başka kıyı sporlarına uygun koşullar oluşur. Siklon denilen şiddetli fırtınalar da, Karayipler’deki hurricaneler gibi, tropikal kuşakta meydana gelir. Bunlar daha yüksek enlemdekilerden daha fazla zarara yol açmakla birlikte, fazla sık meydana gelmezler ve daha lokalize olurlar. Orta enlemlerde ise şiddetli rüzgârların yarattığı dalgalar okyanuslar üzerinde, havuza atılan bir taş gibi dışarı doğru yayılarak dünyanın daha az rüzgârlı iklimlerine doğru sokulurlar. Bu yayılma, rüzgârların esas doğduğu yerlerden binlerce kilometre uzaklıktaki kıyılarda kırılan dalgalar meydana getirir. Bu çalkantı da, alçak enlemlerde (00-400) çevrede, hiç rüzgâr bulunmadığı zamanlarda bile kıyılarda dalgalara yol açar. Güney Pasifik’te devamlı şiddetli esen batı rüzgârları güney Pasifik’teki merkezden dışarı doğru yayılarak dev dalgalar yaratırlar. İşte bu dalgalar sörf sporunun en iyi koşullarıdır. En popüler sörf plajları kıyıyla dalgaların buluştuğu yerler olan Kaliforniya, Hawaii, Güney Afrika ve Avustralya’nın doğu kıyılarıdır. Ancak, en önemli gelişme alanları Avustralya’nın doğu kıyısında Sydney’deki Bondi Beach ve Brisbane’in güneyinde Gold Coast adını taşıyan 40 km uzunluğunda bir kıyı şerididir; Gold Coast’un merkezi kesimindeki kıyı Sörfçüler Cenneti (Surfer’s Paradies) adını taşımaktadır. Biraz önce de belirtilen, dünyanın 20-40 enlemleri arasında yer alan kıyıları ise deniz kıyısı turizmine en uygun faktörlerin bir araya toplandığı kıyılar olarak ortaya çıkar. En iyi iklimler, bol kum ve bu kumu dünyanın en büyük kumsallarını yaratmak üzere kıyılarda biriktiren düzenli ve yumuşak dalgalar burada yer alırlar. Sert kayaçlar ve falezlere daha az rastlanır. 31 Cihan Altun 2.3.3. Gelgit Denizlerdeki su kütleleri üzerinde ayın çekim etkisi sonucu meydana gelen gelgit sırasında, su seviyesinin en yüksek ve en alçak olduğu zamanlardaki fark dünyanın çeşitli yerlerinde değişik olmaktadır. Okyanuslarda genellikle 2 m kadar olan bu fark, kıyı çizgisinin kıta içine fazla girdiği yerlerde çok daha artar. Örneğin İngiltere’de Avon nehri ağzında ilkbaharda 16.3 m’ye kadar çıkar. Turizm açısından gelgitin önemi, en yüksek ve en düşük seviyeler arasındaki farkın plajın genişliğini de belirlemesidir -fark ne kadar büyükse plaj da o kadar geniş olur. Denizin aşındırıcı gücü gelgit sınırları içinde daha geniş bir alana yayılır ve deniz geniş, çok yumuşak bir eğimi olan bir plaj platformu meydana getirir. Bu durum, plajda daha geniş bir mekân elde edilebilmesi yüzünden, her ne kadar turizm için ilk bakışta bir avantaj gibi görünse de, diğer yandan da denizin en düşük seviyesinde kıyıdan çok fazla geri çekilmesi ve turistlerin denize erişmek için çok uzun bir mesafe yürümek zorunda kalmaları sonucunu doğurur. Ayrıca, denize erişildiğinde de yüzmek için oldukça sığ kalması da söz konusudur. Gelgitin etkili olduğu alanlarda bir sorun da denizin yükselmesinin hızla ve beklenmedik bir zamanda turistleri yakalayabilmesidir. Hızla yükselerek sonra geri çekilen sular çoğu kez tehlikeli gelgit akıntılarıyla bağlantılıdır. Bunlar bazı kıyı kesimlerinde daha da etkili olarak yalnızca yüzme için değil, tekneler için bile tehlike yaratmaktadır. Gelgitin bir yararı sahili temizlemesi, çöpleri alıp götürmesidir. Akdeniz gibi çok düşük bir gelgit olayının yaşandığı kapalı denizlerde bu temizliğin insanlar tarafından yapılması gerekmektedir. 2.3.4. Kapalı Denizler Dünyanın kapalı denizleri “korunmalı denizler” olarak kabul edilirler. Bunlar okyanuslara bağlantısı olan fakat büyük kara kütleleriyle (örneğin Akdeniz gibi) ya da bir adalar grubuyla (Meksika Körfezi gibi) bunlardan ayrılmış su kütleleridir. Bunlar, okyanuslara göre oldukça küçük kaldıkları için ayın etkisinin -gelgit- daha az olduğu denizlerdir. Bu denizler, ayrıca, büyük dalgaların etkisinden de uzaktırlar ve ancak kış aylarında küçük çaplı dalgalar söz konusudur. Bu durum yalnızca yerel hava koşullarının geçici olarak yarattığı daha büyük dalga olaylarıyla bozulur. Aşındırıcı gücü olmayan dalgaların bulunduğu, güvenli, kumsalı olan plajlara –yani mükemmel bir turist ortamına- bu denizlerin kenarlarında sık rastlanır. Kapalı denizler korunmalı yapılarından dolaylı kazançlı çıkıyorlarsa da, biraz önce de belirtilen, sirkülasyonun daha az olması ve suyun okyanuslara kolayca karışamaması nedeniyle kirlenme daha kolaylıkla meydana gelir ve bazı lokasyonlarda kirlilik daha da çok toplanma eğilimine girer. Bu, özellikle Akdeniz için önemli bir sorundur. 1980’lerin sonlarında kuzey Adriyatik kıyılarındaki tatil merkezleri kirlilikten büyük zarar görmüşlerdi. Bir plaj ne kadar çekici olursa olsun, erişilebilirliği sağlanmadıkça ve gerisinde turizm kolaylıklarının alabileceği arazi bulunmadıkça gelişmesi güç olacaktır. Bu da plajın arazi şekillerine göre konumuna bağlıdır. Her şeyden önce alan yeterli genişlikte olmalıdır; plajın gerisinde gölgelik-ağaçlık bir koruyucu alan olması en arzu edilenidir. 32 Cihan Altun 2.4. MANZARA VE DOĞAL YAŞAM KAYNAKLARI Daha çok kırsal alanlarla özdeşleşen bu kaynakları ziyaret etmek isteyenler, kıyı turizmine yönelenlerden daha karmaşık ve çeşitli güdülerle hareket ederler. Bunların başında da “dünyanın doğal harikaları”nı görmek arzusu gelir. Doğanın muhteşem görüntülerinin yaratıldığı büyük şelaleler, volkanik özellikler, mağara ve kaya formasyonları gibi jeolojik şekiller bunlar arasında yer alırlar. İkinci olarak, insanlar kırsal alanları kırsal mekân gerektiren bir rekreasyon faaliyetini sürdürmek için kullanmak isteyebilirler; yelkenli, kano kullanma, atıcılık, dağa tırmanma, kayak vb. gibi faaliyetler ancak kırsal alanda gerçekleştirilebilir ve burada, manzaradan çok, kullanılacak kaynağın niteliği ön plana çıkar. Buna karşılık, ata binme, bisiklet kullanma ve yürüyüş gibi faaliyetler içinse manzara daha ağır basar. Üçüncü olarak, belirli bir destinasyona varmaktan çok, bir tur halindeki turizm yolculuklarında bölgenin kırsal manzaralarını ve yerleşmelerini görmek de çekiciliği arttıracaktır. Dördüncü olarak, şehirsel çevrenin baskısından kurtulup, şehir dışı bir yaşam tarzını denemek de istenebilir (çiftlik tatilleri gibi). Son olarak da, yalnızca zevk için etrafı seyretmek amacıyla da kırsal alanda bulunmak istenebilir. Dünyanın 7 Doğal Harikası Dünyanın 7 Doğal Harikası olarak günümüzde şunlar kabul edilmektedir: (1) Tibetlilere göre Chomolungma ve Nepallilere göre de Sagarmatha olan dünyanın en yüksek dağı EVEREST. (2) 1919’da Grand Canyon National Park olarak koruma altına alınan BÜYÜK KANYON (Arizona, A.B.D.). (3) Yakın jeolojik tarihte önemli bir yeri olan, 1943’de Mexico City’nin 322 km batısında bir mısır tarlasında patlayarak ortaya çıkan ve dünyaya ilk kez bir volkanın doğuşunu gözleme fırsatını veren PARICUTIN (bir yıl içinde 335 m’ye yükselmiş, yavaş yavaş akan lavlarıyla iki yıl içinde de Paricutin kasabasını kaplamıştır). (4) Rio de Janeiro şehrinin üzerine kurulduğu, tepelerle çevrili RIO DE JANEIRO KÖRFEZİ. Buraya gelen ilk İspanyol denizciler Guanabara Körfezi’ni gördüklerinde dev bir akarsu sanmışlar ve geldikleri ayın adını vererek “Ocak Nehri” -Rio de Janeiro- demişler. Günümüzde son derece yapılaştığı halde, Körfezi çevreleyen tepelerin güzelliği hâlâ geçerliliğini korumaktadır. (5) Dünyanın en kolay bozulabilecek ve en uzun alan kaplayan doğal özelliği, Avustralya’nın kuzeydoğu kıyısı boyunca 2,000 km uzantısı olan BÜYÜK SET RESİFİ. Kristal berraklığındaki denizin dibinde onbinlerce yıldır biriken mercanlar ve bağlantılı başka deniz canlılarının yaşama alanı. (6) Zambezi Nehri’nin ağır ağır akarken birdenbire bir kayanın üzerinden 100 m aşağıdaki bazalt havzaya dökülmesiyle meydana gelen VICTORIA ŞELALESİ (ilk kez 1855’de İskoç misyoner David Livingstone tarafından görülmüştü); yerli dilindeki adıyla "Mosi oa Tunya" (“gürüldeyen duman”). (7) Gökyüzünü esrarlı şekillerle bezeyen, palet gibi boyayan “AURORA”lar; daha bilinen adlarıyla kuzey -borealis- ve güney -australis- ışıkları. Geceleri, yerkürenin manyetik alanıyla etkileşime giren güneş rüzgârlarındaki partiküllerin neden olduğu görüntülerdir; İskandinavya’nın en kuzey kesimlerinde muhteşem görüntüleriyle çıplak gözle izlenebilirler. 33 Cihan Altun 2.4.1.Coğrafi Mekân Unsurları 1) Araziyi meydana getiren ve biçimlendiren yer şekli ve jeoloji; yer şekli, aynı zamanda, kırsal turizmin dayandığı birçok özelliğin (mağaralar, tırmanılacak tepeler, kayak için dik yamaçlar vb.) varlığı ya da yokluğunu da belirler. Coğrafi görünümün bir diğer önemli fiziksel elemanı da bu görünümü şekillendiren nehir, göl ve iç deniz biçimindeki sudur. (2) Doğal bitki örtüsü ve bununla bağlantılı hayvanlar. Dünya ölçeğinde bakıldığında, ekvatoral bölgelerdeki tropikal yağmur ormanlarından başlayıp Afrika savanlarına, kutup bölgelerinin arktik ekosistemlerine kadar uzanan bir çeşitlilik söz konusudur. Doğal bitki örtüsü ve hayvan yaşamının (flora ve fauna) dünya iklim kalıplarıyla yakından ilişkili olduğu açıkça ortadadır. İnsanın pek dokunma olanağı bulamadığı yer şekilleri ve bitki örtüsü halen dünyanın yaban yaşamı bölgeleri ve doğal coğrafi görünümlerini oluşturmaktadır. (3) Coğrafi görünümün üçüncü elemanı insanın varlığıdır. Tarım ve ormancılık uygulamalarıyla doğal bitki örtüsünün büyük kısmı insan tarafından değişime uğratılmış; yollar, binalar, enerji hatları ve başka insan yapısı yapay unsurlar coğrafi görünüme eklenmiştir. Bu üç temel coğrafi eleman bazı durumlarda tek başına egemen olabilmektedir. Tropikal yağmur ormanlarında da bitki örtüsü bütün başka elemanları örter. Bununla birlikte, genelde üç elemanın birlikte bileşim oluşturduklarına daha sık rastlanır. Hangisinin daha çekici olduğunu ise belirlemek güçtür; bunu ancak turist ya da ziyaretçinin kendi algıları ve tercihleri yapacaktır. 2.4.1.1.Yer Şekilleri ve Tercihler Turistlerin coğrafi görünüm bakımından tercihlerinin özellikle nispî rölyefi fazla, arızalı bir yapıya dayanan manzaradan yana olduğu anlaşılmaktadır. Nispî rölyefi (bir alandaki, örneğin vadi tabanı gibi, en alçak yerle en yüksek tepe arasındaki fark; mutlak rölyef ise deniz seviyesinden olan yükselti) yüksek olan bir yerin özelliklerine bir başka boyut olarak su da eklenirse bu çekicilik daha da artmaktadır. Örneğin dağların binlerce metreden birdenbire denize indikleri Norveç fiyortları bu tür coğrafi görünümün klâsik örnekleri arasında sayılmaktadırlar; Colorado nehrinin dümdüz Colorado çölünde yaklaşık 1.5 km derinliğinde keserek oluşturduğu boğaz olan Büyük Kanyon (Grand Canyon) yüksek nispî rölyefiyle dünyanın en tanınan görüntülerinden birisidir. Daha düz alanlar uzun mesafelerde manzara oluşturmadıkları için genelde sıkıcı olarak algılanırlarsa da, bazı durum ve zamanlarda bu tür yerleri ziyaret etmekten hoşlananların sayısı da artar. Yer şekilleri açısından, araştırmalara göre, en çok tercih edilenler dağlardır -yükseklik ne kadar fazlaysa manzara çekiciliği de o kadar artmaktadır. Her ne kadar ana ülkenin yer şekilleri de bu tür tercihler üzerinde etkili oluyorsa da (örneğin düz bir ülke olan Hollanda’da halkın en çok biraz daha tepelik olan Limbourg’u tutması gibi), genelde düz alanlar tatilcilerin tercihlerinde en alt sırada yer almaktadır. 34