OTOBÜSTE Otobüsteyim. Sağımda solumda insanlar. Ayaktayım
Transkript
OTOBÜSTE Otobüsteyim. Sağımda solumda insanlar. Ayaktayım
OTOBÜSTE Otobüsteyim. Sağımda solumda insanlar. Ayaktayım. Yine karşımda duruyor. Aslında nerede dursa hep karşıma geliyor çünkü ben ona doğru dönüyorum, ayçiçeği misali. Boşluğa bakıyor sanki. Aklından geçenleri hayal etmeye çalışıyorum ama mümkün değil, hakkında hiçbir şey bilmiyorum, müşterek bir tanıdığımız da yok. Her sabah aynı saatte, aynı otobüste yolculuk yapıyoruz ve ben onu çok beğeniyorum. Beğeniyorum da ne yapıyorum? Hiçbir şey. Yalnızca korkuyorum; ağzımdan çıkacak sözcüklerden korkuyorum; o sözcüklerin çıkmaya çalışıp çıkamamasından korkuyorum; eğer kazara çıkarlarsa reddedilmekten, rezil olmaktan, etrafımdaki diğer insanların duymasından, bir daha bu otobüse binememekten korkuyorum; onunla birarada olma hayallerimin bir anda yerle bir olmasından korkuyorum. Daha önce çok az sayıda kız arkadaşım oldu ve olanlarla arkadaşlarımın aracılığıyla tanıştım, tanımadığım bir insana yanaşıp bir şey söylemişliğim hiç olmadı. Deneyimsizim ve öz güvenim yerlerde sürünüyor. Ona bakmaya devam ediyorum. O ise belirgin bir noktaya bakmıyor, başı hafif aşağı doğru eğilmiş, yer çekimine kapılmış kızıla çalan kumral saçları otobüsün sallantısıyla kâh yüzünün tamamını kâh yarısını kapatıyor. Anlaşılabileceği gibi yüzü tam olarak bana dönük değil, şu anda onu profilden görüyorum. Her sabah gördüğüm o mükemmel yüzün şu an için saklı kalan taraflarını çok iyi biliyorum ama yine de bakmaktan, tekrar tekrar görmekten sıkılmıyorum. Hipnotize olmuş gibiyim, yalnızca onu görüyorum, etrafımdaki kalabalığın farkında bile değilim. Bu sıcak bahar gününde kimsenin ter kokusu bile burnuma gelmiyor. Koku yok. Otobüsün içinde hafif bir esinti var. Acaba ona baktığımın farkında mı? Eğer farkındaysa bundan rahatsız oluyor mu? Bu yüzden mi hep yere doğru bakıyor, hiç göz göze gelmedik? Cevabını bilmediğim bir sürü soru… Otobüs sallanarak yol almaya devam ediyor. Ben de, O da, ayakta duran tüm diğer yolcular gibi bu sallantıya ayak uydurmaya çalışıyoruz. Tek ortak yönümüz otobüsün içinde aynı frekansta salınıyor olmamız. En azından şu ana kadar bildiğim tek ortak yön bu. Hoplayıp zıplayan otobüs sağa doğru viraj alıyor. İlerlemekte olduğumuz bu yeni yönde sabah saatlerinin eğik güneş ışıkları onun arkasındaki camdan süzülerek gözlerime giriyor. Saçlarının etrafında altın sarısı bir çerçeve oluşuyor ve yüzü neredeyse hiç gözükmüyor. Kokularla birlikte sesler de yok oluyor ve güneş hüzmelerinin derinlere doğru süzüldüğü, gerçek üstü, deniz dibi gibi bir ortamda hissediyorum kendimi. Dipten yukarı çıkarcasına etrafımdaki insanlara çarpa çarpa, ağır ağır ona doğru ilerliyorum. Mesafe çok fazla olmadığı için birden bire karşısında buluyorum kendimi. Güneş hâlâ gözlerimin içinde ama yakınına geldiğim için yüzünü daha iyi görebiliyorum. Kafasının hafif öne eğik açısını değiştirmeden gözlerini kaldırıp gözlerimin içine bakıyor sorgulayan bir ifadeyle. Kalbim, oyunun bir parçası olmak istercesine, içimden dışarı çıkmak isteyen davulcu bir bebek gibi ritmik darbelerle göğüs kafesimi sarsmaya başlıyor. Dudağımın sağ yarısı beceriksiz bir tebessüm teşebbüsüyle çok belirsiz bir şekilde hafif sağ üste doğru uzuyor. Ağzımın içi, dilim, gırtlağım, beynimden gelecek emirlere hazır bir şekilde dökülecek lakırtıların akışını kolaylaştırmak için yutkunma egzersizleri yapıyor. Tek çalışmayan tarafımsa beynim, hiç beklemediği anda mat olmuş acemi satranççının şaşkınlığıyla, damalı tahtaya bakıyor aval aval. Tam bu bocalama anımda otobüs bir çukura giriyor ve ağzımdan "Hava bugün ne kadar sıcak değil mi?" gibi absürd bir sözcük fışkırıyor. Hemen geri alıp, hepsini yutmak ve daha iyi bir başlangıç yapmak istiyorum ama bu saçma sözcükler kulak zarını sallıyor bile. Şimdi artık o sorgulayan gözler daha kararlı bir şekilde bana bakıyor ve: "Elli dolar!" diyor. Dona kalıyorum. Elli dolar ne demek? Doğru anlıyor olamam, şifreli farklı bir anlamı olmalı diye düşünüyorum. "Afedersiniz pek iyi anlayamadım" diyorum. "Ne istediğinizi biliyorum ve bunun ücreti elli dolar." "Ben yalnızca sizinle tanışmak istemiştim." "Peki sonra?" "Sizi beğeniyorum ve daha iyi tanımak istiyorum, belki siz de zaman içinde beni beğenebilir ve hoş bir birliktelik yaşayabiliriz diye hayal etmiştim." "Tüm diğer romantikler gibi!" "Romantik olduğum doğru." "Peki bütün bu uğraşların gideceği son noktayı düşündünüz mü? Gerçekte istediğiniz şeyin benimle yatağa girmek olduğunu?" "Bir noktada bu da olabilir tabii, ben bunu ilişkinin zirve noktası olarak görüyorum." "Ben de sizi kısa yoldan o zirveye çıkarmaya çalışıyorum. Benim paraya, sizin de benimle yatmaya ihtiyacınız var, hepsi bu!" ************** "Peki ilişkimize ne olacak… peki ilişkimize ne olacak… peki ilişkimize ne olacak?…" diye sayıklarken uyandım. Bu derece gerçekmiş hissi veren bir rüya daha önce hiç görmemiştim! İyi miydi, kötü müydü karar vermek zor. Rüyada bile olsa, aptalca da olsa, cesaret edip konuşmuş olmam hayıra yorulabilir diye düşündüm ama onun söylediklerine ne demeliydi? Sersem bir şekilde kalktım, hâlâ rüyanın etkisindeydim, sabahın sevimsiz gerçekliğiyle, rüyanın fantezi dünyası arasında gidip geliyordum. Tekrar yatağa girip, rüyaya geri dönmeyi ve yarım kalmış konuşmamızı tamamlamayı çok isterdim ama okula yetişmem gerekiyordu. Sürüne sürüne tuvalete gittim. Klozetin önünde yüzüm duvara dönük, tepeleme dolmuş mesanemi boşaltmaya çalışırken karşımdaki bej renkli mermerin üzerindeki desenleri okumaya çalışıyordum. Bir tür kahve falı. Keyifsiz olduğum günlerde, kuru kafalar, kötü bakan suratlar, elinde baltayla saldıran figürler görürken bu sabah çıplak kadın vücutları görüyordum. Mühendislik yerine psikoloji okuyor olsaydım açıklamasını yapmam kolaylaşırdı diye düşündüm. Rüyanın her anını defalarca aklımda çevirerek duş yaptım, traş oldum ve dişlerimi fırçaladım. Biraz kendime gelip canlanınca bazı şeyler kafamda netleşmeye başladı. Saçlarımı birkaç kere taradım, en beğendiğim gömleğimi giydim, çok abartılı kaçmasın diye de jean pantolonumda ısrar ettim, pabuçlarımla kemerimin aynı renkte olmasına dikkat ettim. Çabuk bir kahvaltının ardından hızlıca evden çıktım. Otobüs durağında tam vaktinde olmam çok önemliydi. Bu rüyanın ardından onu mutlaka görmeliydim. Belki de rüyadan aldığım ilhamla ona birkaç kelime söylemeye cesaret edebilirdim. Bu rüya bir işaret, bir uyarı olmalıydı. Evet kesinlikle bir uyarı, hatta bir ültimatom! Bugün mutlaka konuşmalıydım. Peki ama ne diyecektim? Rüyadaki gibi saçma bir şey olmamalıydı. Otobüs de birkaç dakika içinde gelecekti. Günledir bulamadığım o başlangıç cümlesini bu kadar kısa zamanda nasıl bulacaktım? "Nasılsınız?", "Otobüs ne kadar dolu!", "Kundera'yı sever misiniz?", "Murakami okudunuz mu?"… gibi defalarca aklımdan geçirdiğim ve hiç de yaratıcı olmayan, hatta belki de rüyadakinden bile daha kötü olan başlangıç cümleleri aklımda dönüp durdu. Yeni ve özgün bir giriş bulamıyordum. Sanırım yine beceremeyecektim. Ama bugün ne olursa olsun yapmalıydım. Rüya bir anahtardı, astral bir uyarıydı. Otobüsün uzaktan gözükmesiyle, içimdeki endişe ve panik doruğa ulaştı. Endişeliydim çünkü bugün otobüste olmayabilirdi. Bu fırsat bir daha ne zaman elime geçecekti, hazır hissediyordum ama gerçekte hiç de hazır değildim; ne söyleyeceğimi, nasıl söyleyeceğimi hâlâ bilmiyordum ve bu yüzden de paniğe kapılmıştım. Otobüs durağa ulaşamadan trafik sıkıştı ve durdu. Yolun ortasında olmasına rağmen kapılarını açtı ve bekleyen onlarca insanla birlikte kendimi içeriye attım. Nerede duracağıma bile karar vermeden gözlerim telaşla onu aramaya başladı. Yine aynı köşede, rüyamdaki köşede, ayakta duruyordu. Bir an için rahatlar gibi oldum ama aynı anda panik hissi her tarafımı sardı. Çelişkili duygular içindeydim, ağzım kurumuştu ama ne olursa olsun artık yapmalıydım. Okuma alışkanlığı olan bir kıza benziyordu, yazarlardan bahsetmek fena bir fikir olmayabilirdi. Böylece iyi bir ilk izlenim de bırakabilirdim. Acaba Murakami veya Kundera okumuş muydu? Yoksa çok ukalalık etmeden Orhan Pamuk hakkında ne düşünüyorsunuz mu demeliydim? Bu da fazla anket sorusu kokuyordu. Yine çıkmazdaydım. Ona bir kere daha dikkatlice baktım ve gördüğüm rüyadan utandım. Ne derece saf, güzel, gizemli ve büyüleyiciydi! Ne kadar haksızlık etmişim diye düşündüm. Dalgın gözleri yine otobüsün kapısının alt hizasında bir noktaya odaklanmış gibiydi. Hedefe doğru bir iki küçük adım attım, tabii bir iki de omuz atmak zorunda kaldığım için bazı başlar ters ters bana doğru döndü. Umurumda değildi, sınavların en büyüğüne girmek üzereydim, varsın kızsınlardı. Biraz olsun yol katetmiştim ama hâlâ konuşma mesafesinde değildim. Omuzlarımı birbirlerine yaklaştırarak öne doğru biraz daha zorladım, daha sonra da yan yan hareket etmeyi denedim. Birkaç küçük adım daha. Az kalmıştı. Hâlâ ne söyleyeceğimi bilmiyordum. İki kişi arasına sıkışmış olduğumdan göğüs kafesimdeki basınç kalbimdeki hareketliliği şimdi daha da iyi hissettiriyordu ve heyecanlı olduğumun bilincine varmam heyecanımı bir kat daha artırıyordu. Ek bir gayret, biraz itiştirme, birkaç küçük adım daha… ve nihayet istediğim yakınlıktaydım. Ahh, ahhh! Ne yazık ki O, bu çabalarımın farkında değildi, nasıl olsun ki! Şimdi artık fazla oyalanmadan ne olduğunu hâlâ bilmediğim ama vurucu olmasını çok önemsediğim giriş cümlesini söyleme zamanı gelmişti. Derin bir nefes aldım, arkasından kuvvetlice öksürdüm. Dikkatini çekmeyi başarmıştım, kafasını kaldırıp bana bakar bakmaz tamamen doğaçlama bir şekilde sözcükler ağzımdan dökülmeye başladı: "Uzun bir süredir sizinle konuşmaya nasıl başlayacağımı düşünüyordum. Murakami sever misiniz demeyi düşündüm, yoksa Kundera mı desem karar veremedim, Kafka, Paul Auster, Sartre, Camus'den Orhan Pamuk'a kadar geldim. Ukalaca geldi vazgeçtim. Otobüsün ne kadar kalabalık olduğundan, ter kokularından, deodorant firmalarının her otobüs girişinde bedava örnek şişeler dağıtması görüşümden bahsederek ne düşündüğünüzü sormak istedim, vazgeçtim." Gözünü ayırmadan dinliyordu, bundan cesaret alarak tiradıma devam ettim, ipimi koparmıştım bir kere: "Hava durumundan bile bahsetmeyi düşündüm, son derece acemice olacaktı tabii. Çok çekingen bir insan olduğum için güzelliğinizden söz etmeye cesaret edemeyecektim. Güzelsiniz, çekicisiniz, büyüleyicisiniz, bu facia otobüsün içinde eşsiz bir güneşsiniz. Yalnızca bu otobüste değil tabii, tüm evrenin en güzel güneşisiniz. Yüzlerce kara delik bile ışığınızı tutmayı beceremez." Neler söylüyordum, kıpkırmızı olmuştum, konuşmamın ölçüsü tümüyle kaçmıştı. Rezil oldum diye düşündüm önüme doğru baktım ve kekeleyerek: "Çok özür dilerim biraz fazla konuştum" dedim. Kısa bir sessizlikten sonra bana doğru baktı, dudaklarını hafifçe araladı ve fısıldayarak: "Elli dolar" dedi.