ISSN: 1303 – 0035 ABANT ZZET BAYSAL ÜNVERSTES SOSYAL
Transkript
ISSN: 1303 – 0035 ABANT ZZET BAYSAL ÜNVERSTES SOSYAL
ISSN: 1303 – 0035 ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DERGİSİ Journal of Social Sciences Cilt / Volume: 2010-1 Sayı / Issue: 20 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt/Volume: 20 Yıl /Year: 10 Sayı/Issue: 1 Bahar/Spring 2010 ISSN: 1303 – 0035 http://www.sbe.ibu.edu.tr Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Journal of Social Sciences İmtiyaz Sahibi / Published By Prof. Dr. Gönül ÜLKER Müdür / Manager Editor / Editor Yrd. Doç. Dr. Altay EREN Dergi Sekreteri / Secretary Arş. Gör. Aylin ÇELEN Yazışma Adresi Yrd. Doç. Dr. Altay EREN Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 14280 Gölköy / BOLU Submission Address Asist. Prof. Dr. Altay EREN Journal of Social Sciences Abant Izzet Baysal University Institute of Social Sciences 14280 BOLU / TURKIYE Tel: (0374) 254 10 00 – 1497 – 1484 Faks: (0374) 253 49 65 E-posta: editorsbedergisi@gmail.com Sayfa Düzenleme Uzman M. Süalp GÜLER Basım Yeri ve Tarihi AİBÜ Basımevi – Mart / 2011 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi * AİBÜ – Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü’nce yılda iki kez yayımlanan hakemli bir dergidir. * Dergide yayımlanmak üzere gönderilen yazılar, belirtilen kurallara uygun olarak hazırlanmalıdır. * Dergide yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yazarlara ait olup, AİBÜ – Sosyal Bilimler Enstitüsü’nü bağlamaz. * AİBÜ – Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi’nde yer alan yazılardan kaynak gösterilerek aktarma ve alıntı yapılabilir. Cilt/Volume: 20 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl /Year: 10 Sayı/Issue: 1 Bahar/Spring 2010 Bu Sayının Bilimsel Danışma Kurulu Prof. Dr. Behçet Kemal YEŞİLBURSA Prof. Dr. Mehmet Ali BEYHAN Prof. Dr. Musa EKEN Prof. Dr. Mustafa CEMİLOĞLU Prof. Dr. Sabri ÇAKLI Prof. Dr. Selahattin TURAN Prof. Dr. Sibel GÜNEYSU Prof. Dr. Uğur DEMİRAY Doç. Dr. Levent KAYAPINAR Doç. Dr. Mihriban ŞENGÜL Doç. Dr. Zeki ARSAL Yrd. Doç. Dr. Aynur Bostancı BOZKURT Yrd. Doç. Dr. Aynur Eren GÜMÜŞ Yrd. Doç. Dr. Berrin Eylen ÖZYURT Yrd. Doç. Dr. Cengiz EKİZ Yrd. Doç. Dr. Fethi KILIÇ Yrd. Doç. Dr. Müberra ÇELEBİ Abant İzzet Baysal Üniversitesi İstanbul Üniversitesi Sakarya Üniversitesi Uludağ Üniversitesi Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Başkent Üniversitesi Eskişehir Anadolu Üniversitesi Abant İzzet Baysal Üniversitesi İnönü Üniversitesi Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sakarya Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Uludağ Üniversitesi Abant İzzet Baysal Üniversitesi Abant İzzet Baysal Üniversitesi Abant İzzet Baysal Üniversitesi Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt/Volume: 20 Yıl /Year: 10 Sayı/Issue: 2 Bahar/Spring 2010 ISSN: 1303 – 0035 http://www.sbe.ibu.edu.tr İÇİNDEKİLER ÇAKMAK, Özlem Çamlıbel Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Aile Katılımı …………………………………………………….......... 1 ALAN, Selami Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul ………………………………………………………....... 19 GÜZELSARI, Selime – AYDIN, Saadet Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: Siyasal ve Yönetsel Süreçlerin Biçimlenmesinde TÜSİAD ……………………………………………………….................................................................... 43 ARGON, Türkan – MENEP, İsmail – BAYRAM, T. Yalçın Üniversitede Bilgi Kültürü -AİBÜ Eğitim Fakültesi Örneği- ………………………………….......... 69 KÖKSAL, Tunay Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC İnşaat İşleri Sözleşme Şartları ………………………………………………………………………………………………….…. 85 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yazım ve Yayım Kuralları ……………….......... 111 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi – Journal of Social Sciences Cilt / Volume: 2010-1 Sayı / Issue: 20 OKUL ÖNCESİ EĞİTİM KURUMLARINDA AİLE KATILIMI Özlem ÇAMLIBEL ÇAKMAK∗ ÖZET Aileler çocukların ilk öğretmenleridir ve okula başlayana kadar çocuklarının gelişim ve eğitimlerinden birinci derecede sorumludurlar. Çocuklar okula başladığında bu sorumlulukları sona ermez sadece öğretmenlerle paylaşılır. Ailelerin çocuklarının eğitimi konusunda sahip oldukları sorumluluk ve güç, okulöncesi eğitimde planlı aile katılımı etkinlikleriyle sürekli ve etkin hale getirilebilir. Bu çalışmada okul öncesi eğitimde aile katılımı; planlama, öğretmenin rolü, program- öğrenci-aile ve öğretmen açısından katkıları, aile katılımında yapılan yanlış uygulamalar ve aile katılımı etkinlik türleri çerçevesinde ele alınmıştır. Anahtar sözcükler: Okul öncesi eğitim, aile katılımı PARENT INVOLVEMENT in PRE-SCHOOL ABSTRACT Parents are the first teachers of their children. They are foremost responsible for their children’s growth and education until they start school. Their responsibilities do not end and are just shared with the teachers after their children start school. Parents’ responsibilities and powers over their children’s education could be utilized and extended during preschool education by the help of planned educational activities that require active involvement of parents. In this study, parental involvement in preschool education are investigated under the framework of planning, the role of the teachers, its contributions to curriculum, children, teachers and parents, types of parental involvement activities and some incorrect implementations of parental involvement. Keywords: Pre-school education, parent involvement GİRİŞ Çocuğun ilk toplumsal çevresi olan aile çocuğun kişiliğinin şekillenmesinde, sosyal etkileşiminin oluşmasında olumlu veya olumsuz etkileri olan önemli ortamlardır. Çocukların gelişimlerinin ve eğitimlerinin şekillendiği bu ortamlar aynı zaman da ilk öğrenme yaşantılarının gerçekleştiği çevredir. Aileler çocukların ilk öğretmenleri olarak çocukları okula başlayana ∗ Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Okul Öncesi Öğretmenliği ABD – E-Posta: ocamlibel@yahoo.com 2 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) kadar çocuklarının gelişim ve eğitimlerinden birinci derecede sorumludurlar. Ebeveynlerin bu sorumlulukları çocukları okula başladığında sona ermez sadece öğretmenlerle paylaşılır. Ailelerin çocuklarının eğitimleri konusunda yaşam boyu sorumlulukları ve imkânları olduğunu belirten araştırmacılar (Mc Bride ve Rane, 1996; Eliason ve Jenkins, 2003; Morrison, 2003) birçok ailenin sahip oldukları bu önemli ve etkin rolün farkında olmadıklarını belirtmektedirler. Bununla birlikte aileler ve öğretmenler birlikte bir takım çalışması yaparak çocukların eğitimsel gelişimlerine önemli katkı sağlayacakları vurgulanmıştır. Çocukların eğitim sürecinde ailenin rolünü atletizmdeki bir bayrak yarışı (koşusu) metaforuyla açıklamak istersek; bu yarışta bayrak ilk olarak ailelerin elindedir, daha sonra bayrak okulöncesi eğitimi öğretmeninin eline ve ardından da diğer öğretmenlerin sorumluluk eline verilir. Ancak bu bayrak değişimlerinde aile bayrağı teslim etse de çocuklarının eğitimleri konusundaki sorumluluklarını sürekli taşırlar ve bu eğitim koşusunda sürekli koşmaya devam ederler. İşte bu sorumluluk ve katkı aile katılımı çalışmalarıyla programlı şekilde sürdürülmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır Aile Katılımı Nedir? Aile yaşantısı, çocuğun zamanının büyük bölümünü geçirdiği ve gelişimi açısından doğal yaşantıların paylaşıldığı temel etkileşim ortamıdır. Her çocuk, okula başladığı zaman, yetiştiği aile ortamında belirgin izler taşır. Okul, eğitim-öğretim görevini yerine getirirken aile ortamının çocuk üzerindeki etkisine dayanmak ve onlardan yola çıkarak hareket etmek zorundadır (Gürşimşek, 2003). Bu zorunluluk eğitime ailelerin katılımının önemini vurgulamaktadır. Okulöncesi eğitimin amaçları belirlenirken, çocuk tek basına düşünülmemeli, başarılı bir okulöncesi eğitim için aile katılımı sağlanarak annebaba da eğitim süreci içine alınmalıdır. Bu bağlamda aile katılımı, çocukların sağlıklı gelişimlerini sürdürebilmesi ve okula hazırlanması amacı ile düzenlenen eğitim etkinliklerini gerçekleştirmek için, okul personeli ve aile bireylerinin birlikte çaba göstermesi (Cavkaytar, 2000) olarak tanımlanabilir. Aile katılımı; anne-babaların ve diğer aile üyelerinin, çocukların eğitimi ve gelişimlerine katkıda bulunmaları için erken çocukluk eğitimi programına katıldıkları bir süreçtir (Morrison, 2003). Aile katılımında amaç; okul ile ev arasındaki koordinasyonu sağlayarak çocukların gelişimlerinde ve eğitimlerinde birlikte hareket etmeyi sağlamak ve bu sayede bu süreci desteklemektir. Ayrıca aile katılımı ile özellikle alt sosyo-ekonomik düzeyden gelen çocuklar üzerinde çevrenin neden olduğu olumsuz etkileri en aza indirmek de bir çok araştırmacı tarafından (örn., Green, 2003; Decker ve Decker, 2005; Meyer ve Mann, 2006; Christine ve Waanders, 2007) diğer önemli bir amaç olarak gösterilmektedir. Aile katılımının sadece çocuklara değil, ailelere de sağladığı katkıya Ö. Ç. ÇAKMAK Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Aile Katılımı 3 dikkat çeken Zembat ve Unutkan (1999) aile katılımını, ailelerin kendilerine ve çocuklarına yararlı olacak biçimde yeteneklerini ortaya koyma süreci olarak tanımlamışlardır. Buna göre aile katılım programlarının sadece çocukların okul öncesi etkinliklerinde davranış değişikliği ve becerilerini geliştirmelerini kazandırmakla kalmayıp aynı zamanda onların ailelerinin gelişimlerine de katkı sağlayacağı söylenebilir. Bu konuda Beaty (2000); okul öncesi programlarına katılan ailelerin çocuklarına evde eğitimsel anlamda daha zengin bir öğrenme ortamı sağlayarak gelişim ve eğitimlerini daha fazla desteklemelerinin yanında, çocuklarının özgüven geliştirmelerine katkı sağlayacakları, ayrıca ev ve okul ortamındaki disiplin problemlerinin azalmasına da yardımcı olacaklarını belirtmektedir. Dolayısıyla aile katılımı çalışmaları çocukların eğitimine sağladığı yararlarla, sosyal ilişkiler ve mesleki gelişim anlamında ebeveynler ve öğretmenlere önemli katkılar sağlayabileceği söylenebilir. Bunun yanı sıra aile katılımı programda öğrencilere kazandırılması amaçlanan hedef ya da kazanımların gerçekleşmesi anlamında da büyük öneme sahiptir. Okul Öncesi Eğitim Programında Aile Katılımı ve Planlanması Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2006 yılında 36–72 aylık çocuklar için hazırladığı Okul Öncesi Eğitim Programı’nda aile katılımının öneminin ve bunun planlı yapılması gerektiğinin gerekliliği açık olarak belirtilmiştir. Programda; aile katılımını sağlayan programlarda yetişen çocukların gelişimindeki olumlu etkinin “kalıcı” olduğu belirtilmektedir. Aile katılımının sağlandığı programlarda çocuğun okulda kazandığı becerileri günlük hayata aktarmaları daha kolaydır. Bu nedenle okul öncesi eğitimde en iyi yaklaşım, çocuğu tek başına birey olarak değil, ailesi ile birlikte ele alan yaklaşımdır (MEB, 2006) denilmektedir. Programlar aile katılım çalışmalarına verdiği önem bakımında farklılık göstermektedir, (kimi programlarda aile katılımı daha geniş kapsamlıyken kimilerinde daha sınırlı olabilmektedir), ancak her durumda okulların çalışmalarını ailelerden izole ettikleri söylenemez. Okul öncesi eğitim programlarının başarısında aile katılımı ve aile desteği önemli iki faktördür. Ayrıca çocuklar başarılarını sürdürebilmek için sürekli aile desteğine ihtiyaç duyarlar diyen Eliason ve Jenkins (2003), aile katılımında tanımlanması gereken ilkeleri şu şekilde sıralanmışlardır. - Tüm ebeveynler belirli bir etkililik gücüne sahiptirler ve katkı 4 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) sağlayabilirler. - Her ebeveyn çocuğunun eğitimi açısından önemli ve anlamlı bir bakış açısına sahiptir. - Tüm ebeveynler çocuklarını önemserler. - Ebeveynlerin gelmemelidir. yokluğu çocukların önemsenmeyeceği anlamına Elbette bu ilkelerin öğretmenler tarafından bilindiğini ve öğretmenlerin eğitim sürecinde ailelerin rolünün farkında olduğunu söylemek mümkündür. Ancak burada asıl sorulması gereken “Anne-babalar çocukların eğitim sürecine etkin bir şekilde nasıl ve ne şekilde dahil edilecektir” sorusudur. Bu noktada aile katılımı çalışmalarının baştan sona etkin ve ayrıntılı planlanmasının önemi öne çıkmaktadır. Programda; aile katılımı, okulöncesi eğitim programının önemli bir parçasını oluşturmalı ve aile katılımı mutlaka planlı olarak yapılması gerektiği belirtilmektedir. Aile katılımının planlı olarak yapılmasını gerektiren nedenler, Milli Eğitim Bakanlığı 36-72 Aylık çocuklar için Okulöncesi Eğitim Programı’nda: Kurumda verilen eğitimim devamlılığı, ailenin çocuğunu daha iyi tanıması, ailenin program konusunda bilgi sahibi olabilmesi şeklinde belirtilmiştir (MEB, 2006). Programda aile katılım çalışmalarının planlı yapılması gerektiğinin önemi vurgulanmıştır. Bu planlanmanın nasıl yapılacağı Kandır (2002) tarafından şu şekilde açıklanmıştır; öğretmen, yıllık planda eğitim programına; yeni eğitim yılında gelecek çocukların ve ailelerinin özellikleri ve gereksinimlerinin ortalama olarak neler olabileceğini tahmin ederek ona göre aile katılımının nasıl sağlanacağı (aile katılım etkinliğinin adı, tarihi, konusu, varsa çağrılması düşünülen uzman konuk ve onunla ilgili hazırlıklar, ebeveynin sınıfa katılımı ile ilgili yapılması gerekenler, veli toplantıları, bülten tahtası, broşür, afiş hazırlıkları vb.) ile ilgili hazırlıklara ilişkin açıklamalara yer vermelidir. Bunun yanı sıra Kandır, öğretmenin eğitim yılı içinde yapacağı değişiklikleri değerlendirmede belirterek bunlara yıllık planında yer verebileceğini belirtmekle birlikte, çalışmaların detaylandırılması ihtiyaç belirleme çalışmalarının (ihtiyaç analizi) sonuçlarına göre yapılmasının gerekliliğini vurgulamıştır. Ailelerin Katılımında Öğretmenin Rolü Çoğu ebeveyn başlangıçta aile katılımı çalışmalarına hemen katılmak istemeyebilirler. Bu konuda öğretmenin rolü çok önemlidir. Öğretmen öncelikle ailelere çocuklarının sınıf içi başarıları üzerinde ne denli etkili ve önemli bir role sahip olduklarını açıklamalıdır. Çünkü birçok aile bu önemli görevin farkında olmayabilir. Okul öncesi dönemi çocukları için aileleri çok önemli Ö. Ç. ÇAKMAK Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Aile Katılımı 5 birer modeldirler ve her yönüyle taklit edilmeleri söz konusudur. Dolayısıyla eğer aileler çocuklarının okulda kazandıkları deneyimlerini önemsemeyip, desteklemezlerse çocuklar da bu deneyimleri ciddiye almamaktadırlar (Beaty, 2000; Eliason ve Jenkins, 2003). Dahası çocuklarının okul öncesi eğitim kurumlarında gördükleri eğitim konusunda yeterli bilgiye sahip olmayan ebeveynlerin evde çocuklarının eğitimlerini desteklemeleri zorlaşmaktadır. Bu açıdan ele alındığında tüm ebeveynlerin katılımını sağlamak için öğretmenin programı tüm yönleriyle değerlendirerek aile katılımını mümkün kılacak fırsatlar belirlemesi çok önemlidir. Ailelerin eğitim çalışmalarına katılmaya ikna edilmesindeki zorluklarına dikkat çeken Beaty (2000), özellikle öğrencilik dönemlerinden getirdikleri olumsuz okul tecrübeleri, dersler ve öğretmenler hakkında olumsuz duygu ve tutumlara sahip olan ailelerin desteğini kazanmanın ve eğitim sürecine katılımlarını sağlamanın kolay olmayacağına dikkat çekmiştir. Ancak bu olumsuz durumun öğretmenin ailelerin katılımı konusundaki istekli ve kararlı çabasıyla aşılabileceğini belirten Beaty, öğretmenlerin programda eğitim sürecine ailelerin katılımını sağlayacak birçok fırsat bulabileceğini belirtmiştir. Öğretmen okula karşı olumsuz deneyim ve tutumlara sahip ebeveynlerin de var olabileceğini de göz önünde bulundurarak istekli ve kararlı uygulamalarla ailelerin eğitim sürecine katılımlarını sağlaması önemlidir. Ancak öğretmenlerinde bu süreçte ailelerle sağlıklı iletişim ve ilişkilerin kurulabilmesi için bir takım yeterliliklere sahip olması da gereklidir. Öğretmenlerin aile katılımı çalışmaları için geliştirmeleri gereken beceriler Eliason ve Jenkins (2003) tarafında şu şekilde sıralanmıştır; - Ailelerin düşüncelerine, kararlarına, değerlerine saygı göstermek - Empati kurabilme ve aileye saygılı olmak - Ev ve okul arasında güçlü bir iletişim kurmak - Aileye karşı önyargılı davranmamak - Aileyi çocuklarının gelişim ve eğitimleri konusunda yararlanabilecekleri diğer kaynaklar (kişi, kurum, yayınlar.vb) hakkında bilgilendirmek. - Farklı iletişim tekniklerini kullanmak - Gerektiği zaman diğer topluluklarla iş birliği yapmak Öğretmenlerin geliştirdikleri bu beceriler aileler ile sağlıklı ve olumlu bir işbirliği kurulmasına önemli katkı sağlayacaktır. Ancak bununla birlikte, aile katılımı çalışmalarını sürekli hale getirebilmek için öğretmenlerin bu alandaki güncel gelişmeleri izlemesi ve araştırması diğer önemli bir etkendir diyebiliriz. Eliason ve Jenkins (2003) etkin ve verimli bir aile katılımı için 6 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) öğretmenlerin sahip olması gereken becerilerin yanı sıra bu konuda öğretmenlere bir takım önerilerde de bulunmuşlardır. Bunlar: 1. Ailelerin dinlenilmesi. Ailelerin öğretmene danışabileceği onunla iletişim kurabileceği uygun bir zaman belirlenmelidir. Ebeveynlerin çocukları ile ilgili birçok konuda öğretmenin desteğine, rehberliğine, önerilerine ihtiyaç duyabileceğini göz önünde bulundurarak, öğretmen bu konularda onları dinlemeye açık olduğunu göstermelidir. Bu zaman dilimi öğlen araları, okul sonrası, ev ziyaretleri, akşamları telefon görüşmesi şeklinde olabilir. 2. Öğretmenin anne babalara çocuklarını önemsediğini ve saygı duyduğunu göstermesi. Ailelerin okulda çocuklarına gerekli ilgi ve özenin gösterildiğini bilmesi kurulacak iletişimi olumlu etkileyecektir. Bu konuda gün içinde karşılaşabilecek fırsatlar değerlendirilmelidir. Örneğin çocuğun o gün sergilediği güzel bir davranıştan ötürü aileye çocuklarını öven küçük bir not yazılması, ya da çocuk okula gelmediğinde aileye açılacak bir telefon onlara okulda çocuklarına gereken ilgi ve önemin gösterildiğini hissettirir. 3. Aileler ile paylaşacağınız konu, fikir veya gözlemleri için kayıt tutulması. Kayıt tutmak çok önemli bir detaydır. Aile ile ilgili konuşmak istenilen konuların not edilmesi öğretmene yardımcı olacaktır. Bu bilgilerle anekdot yada diğer gözlem notlarını destekleyecektir. Belli aralıklarla anne babalara çocuklarının çalışmalarından bazı örnekler verilebilir. 4. Anne- babalar okulda çocuklarına sıcak ve olumlu yaklaşıldığına inanmalıdır. Ailelerin çocuklarının gelişimi ve eğitimi konusundan öğretmenin yeterince çaba harcadığından emin olmaları, öğretmene güven duymaları açısından önemlidir. 5. Öğretmenlerin aile katılımı çalışmalarında nesnel ve gerçekçi amaçlar belirlemesi önemlidir. 6. Ebeveynlere çocukların gelişimlerine uygun kitap seçiminde, evde yapabilecekleri etkinliklerde, oyuncak seçiminde, rehberlik konusunda, eğitici materyaller edinme gibi konularda ihtiyaç duyulan rehberliğin yapılması gereklidir. 7. Anne babalarla olumlu ve destekleyici toplantılar düzenlenmelidir. Aile Katılımının Yararları Okul öncesi eğitimde amaçlanan aile katılımının sağladığı yararlar tek boyutlu değildir. Okul ve aile arasında sürdürülen bu işbirliğinin başta çocuğa, ardından doğrudan ve dolaylı olarak aileye, öğretmene ve programa önemli Ö. Ç. ÇAKMAK Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Aile Katılımı 7 katkılar sağladığı söylenebilir. Bu katkılar okul öncesi eğitimde aile katılımının program açısından, çocuk açısından, aile açısından ve öğretmen açısından olmak üzere dört boyutlu olarak değerlendirmek mümkündür. Aile Katılımın Program Açısından Yararları Aile katılımının eğitim programlarının amaçlarının gerçekleştirilmesi, etkililiğinin sağlanması yönüyle önemli katkılar sağladığı belirtilmektedir. Bu konuda Decker ve Decker (2005), aile katılımının, programa farklı yararlar sağladığını belirtmişlerdir. Bunlardan ilki, aile katılımıyla, aileler öğretmenlerle iletişim halinde olmaları, öğretmenlerin aileler hakkında daha fazla bilgi sahibi olmalarına imkan verecektir. Böylece öğretmen, aileler ve kültürleri konusunda empati kurarak onlar için en uygun aile katılımı etkinliklerini planlayabileceklerdir. Ayrıca aile katılım programına katılan aile üyeleri, okul programının mantığını, müfredatın içeriğini ve öğretim stratejilerini daha iyi anlayarak, okulun ve programın amaçları konusunda bilgi sahibi olabileceklerdir. Dolayısıyla programın etkililiği ve işlerliğine katkı sağlamaları mümkün olacaktır. Ayrıca aileler gerek meslekleri, profesyonel uğraşları gerekse hobileri ve ilgileri yönüyle de programa katkı sağlayarak programın belirlenmesinde de rol almalarına imkan doğacaktır. Aile Katılımının Çocuklar Açısından Yararları Aile katılımının eğitim programına sağladığı yararlar yanında, çocuklara da önemli katkılar sağlamaktadır. Aile katılımının odak noktası olan çocuğa katkılarından biri çocukların psikolojik gelişimlerinin olumlu yönde desteklemesidir. Yapılan araştırmalarda, aile katılımı programları içeren eğitim uygulamalarının çocukların gelişimleri üzerindeki olumlu etkileri çeşitli çalışmalarda ortaya koyulmuştur (Şahin ve Turla, 1996; Nezahat ve Koç, 1997; Can Yasar, 2001; Temel, 2001; Gürşimşek, 2003). Bunun yanı sıra kaliteli aile katılım programı ile çocukların bilişsel gelişimleri, dil becerileri, akademik başarıları ve problem çözme yetenekleri olumlu yönde desteklediğini belirten Decker ve Decker (2005) ayrıca aile katılımı çalışmalarında çocukların aileleri ile öğretmenleri arasındaki işbirliğini görmeleri, onların okula olan tutumlarını olumlu yönde etkileyeceğini belirtmişlerdir. Eliason ve Jenkins (2003), aile katılım çalışmalarının çocuklara katkılarını; çocukların okuma faaliyetlerinde daha çok kazanım sağlaması, çocukların okulla ilgili daha olumlu tutuma sahip olacakları, çocukların okula daha çok devam edecekleri, daha iyi ödev yapma alışkanlıkları geliştirecekleri, okul ve ev arasındaki iletişimin daha güçlü olacağı ve son olarak çocukların kendi anne-babalarını eğitimlerinin önemli bir parçası olarak görmelerine imkan sağlayacağı şeklinde altı madde olarak sıralamışlardır. 8 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) Aile Katılımının Aileler Açısından Yararları Aile katılımı programa ve çocuklara önemli katkılar sağladığı gibi aileler açısından da önemli katkılar sağlamaktadır. Öncelikle aile katılımı ebeveynlere eğitim ve öğretim rollerini geliştirmeleri sağlayarak, ailelerin çocuklarının eğitimlerini daha iyi anlamalarına imkân verir (Decker ve Decker, 2005). Ayrıca aileler çocuklarının ev ödevlerine daha fazla yardımcı olup, okuldaki etkinliklere katılmaya karşı daha olumlu tutum geliştirir ve öğretmenlere daha çok değer vererek, onları bu eğitim sürecinde daha çok desteklerler. Bunların yanı sıra aile Eliason ve Jenkins (2003) tarafından belirtilen diğer bir fayda ise ailelerin aile katılım programları sayesinde çocuklarına öğretilen konulara daha aşina olmaları ve de okulun ve eğitim programının fonksiyonunu daha iyi anlayabilmeleridir. Dolayısıyla ebeveynleri olarak çocuklarının eğitim sürecinde daha bilinçli ve özgüvenli bireyler olabilirler. Aile Katılımının Öğretmenler Açısından Yararları Aile katılımı uygulamalarının en önemli bileşenlerinden biri de öğretmenlerdir. Aile katılım uygulamaları sayesinde öğretmenler çocuklara daha fazla bireysel zaman ayırabilirler. Öğretmenler de aile katılımının önemini daha iyi anlarlar. Anne- babalar öğretmenlerin emeklerine ve yeteneklerine daha fazla saygı duyarlar. Bunların yanı sıra kurulan etkili iletişim sayesinde öğretmenler ailelerce daha çok desteklenir ve saygı duyulurlar. Bu ilişki ve işbirliği sayesinde velilerin okulda bulundukları zamanlarda öğretmen kendilerini daha rahat hissedebilirler (Eliason ve Jenkins, 2003). Dolayısıyla aile ve öğretmen arasında kurulan sağlıklı iletişim, işbirliği ve güven ilişkisi sayesinde öğretmenlerin mesleki motivasyon ve iş doyumları daha da artacaktır diyebiliriz. Tabiî ki aile katılımının programa, çocuğa ve öğretmene katkı sağlayabilmesi bu çalışmaların etkin ve verimli bir şekilde yürütülmesiyle mümkündür. Bu süreçte aile katılım çalışmalarını olumsuz etkileyebilecek bir takım engellerde mevcuttur. Aile Katılımında Yapılan Bazı Yanlış Uygulamalar Aile katılımının amacına uygun olarak planlanması uygulanması büyük önem taşımaktadır. Engeller kadar yapılan yanlışlarda aile katılımlarını olumsuz etkilemektedir. Wherry (2003) aile katılımında yapılan bazı yanlış uygulamaları; (1) Aileler karşı kayıtsız kalmak, (2) Aile katılımında bir müdürmüş gibi davranmak., (3) Ailelerin sadece okulda yapılan etkinliklere katılmasını aile katılımı olarak kabul etmek, (4) Ailelerin çocukları hakkındaki Ö. Ç. ÇAKMAK Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Aile Katılımı 9 bilgileri önemsememek, (5) Ailelere yapacakları etkinlikleri açık ve anlaşılır şekilde anlatmamak, (6) Planlamayı ailelerin uygun zamanlarına göre yapmamak, şeklinde açıklamıştır. Çocuğun eğitiminde ve gelişiminde ailenin rolü çok önemlidir. Ailenin bu önemli rollerinin farkında olmak gerekir, eğitim sürecinde ailelere karşı kayıtsız kalıp onları göz ardı etmek amaçlanan düzeyde bir eğitim sağlanması açısından zor görülmektedir. Ayrıca aile katılımında, aileleri yönetmek değil yönlendirmek gereklidir. Bu ayırımın farkında olarak aile katılımı çalışmalarında ailelerin de fikirleri ve düşünceleri dikkate alınmalıdır. Ailelerin çocukları en iyi tanıyan ve onların hakkında en doğru bilgiye sahip oldukları unutulmamalıdır. Bunu göz önünde bulunduran öğretmen, aile katılım çalışmalarını ailelere uygun zamanlara göre planlamalıdır. Aile katılımında yapılan diğer bir yanlış uygulama da ailelerin sadece okulda yapılan etkinliklere katılmasını aile katılımı olarak kabul edilmesidir. Aile katılımı etkinlikleri sadece okulda yapılan etkinlikleri kapsamaz, aynı zamanda evde yapılan etkinliklerde aile katılımı çalışmasının bir parçasıdır. Bu süreçte önemli diğer bir etken öğretmenin gerek okulda gerekse evde sürdürülecek etkinliklerde ailelere yeterince açıklama yaparak, ailelerin yapmaları gerekenleri açık ve anlaşılır şekilde anlatılmasıdır. Aile Katılım Etkinlikleri Aile Katılım etkinlikleri okul genelindeki etkinlikler, iletişim etkinlikleri, eğitim etkinlikleri, servis etkinlikleri ve karar verme etkinlikleri olmak üzere beş genel başlık altında ele alınabilir. Okul Genelindeki Etkinlikler Bilgilendirme toplantılarının düzenlenmesi, ailenin kurum programına katılması, aile geceleri düzenlenmesi, kültürel yemekler organize edilmesi, yetişkin eğitim sınıfları oluşturulması, sınıfta aile günü düzenleme ve fuarkermes organizasyonları gibi etkinlikler okul genelinde yapılan etkinliklere örnek gösterilebilir. Bilgilendirme Toplantıları: Düzenlenen toplantılar, okulun politikası, kuralları ve programlarının anlatılması yanında, ailelere merak ettikleri soruları sorma fırsatı sağladığı gibi, aileler ve okul olarak neler yapılabilecekleri hakkında konuşma fırsatı da sağlar (Morrison, 2003; Eliason ve Jenkins, 2003). Bununla birlikte ailelerin çocuk 10 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) gelişimi ve eğitimi konusundaki bilgilerinin artırılması, ayrıca anne-babalık yeteneklerinin geliştirilmesi ve desteklenmesi sağlanabilir. Aile üyeleri, okul olayları, toplantılara ve faaliyetlere katılmaları için teşvik edilmelidir (Blazer, 2005). Ailenin Kurum Programına Katılması: Ailelerin sınıfa gelerek etkinliklere katılmaları ve gözlemlemeleri istenir. Ailelerin sınıfta hangi etkinliklere katılabilecekleri önceden aile ile birlikte planlanması önemlidir. Aileler kitap okuma, şarkı söyleme, kurabiye yapımı. vb. etkinliklerle katılabilirler (Morrison, 2003). Katılımlarını sağlamak ve onlara etkinlikleri tanıtmak amacıyla yılın başında aileler davet edilerek bir toplantı yapılır. Örneğin aile ayda bir kere kendi çocuğuyla birlikte okulda yemek yiyebilir ya da haftanın belli bir günü hikaye okuma zamanında küçük bir guruba hikaye okuyabilir. Ayrıca herhangi bir zaman diliminde birlikte parka giderek yürüyüşler yapabilirler ya da aile gurubu olarak kütüphaneye giderek çocuk bakımı ve eğitimi ile ilgili dergi ve kitapları takip edebilirler, bunların dışında telefon ağı kurularak ayda bir kere ailelerle görüşmeler ayarlanabilir (Beaty, 2000; Eliason ve Jenkins, 2003 ). Aile katılım çalışmaları konusunda öğretmenler programı tüm boyutlarıyla gözden geçirerek ailelerin katılım gösterebileceği etkinlikleri belirleyerek, oluşturdukları bu etkinlik havuzundan ailelere uygun zengin etkinlikler hazırlayabilir. Ailenin programa katılabileceği bazı etkinlikler şu şekilde sıralanabilir; 1. Sınıfı ziyaret etmek 2. Gönüllü öğretmen yardımcısı olmak 3. Alan gezilerinde yardımcı olmak 4. Çocuklara şarkı söylemek, şarkı öğretmek, hikâye okumak gibi sınıf içi etkinliklere katılmak 5. Çocuklar için gerekli olan araç-gereçleri yapmak 6. Kendi kültürüne özgü yöresel bilgiler sunan etkinlikler yapmak (hikâye, şarkı, dans, yiyecek ya da kelime ) 7. Kendi meslek ya da çalışma alanları hakkında bilgi vermek 8. Diğer ailelerle birlikte karşılıklı bilgi alışverişinde bulunmak 9. Diğer ailelere ulaşmada ve onlarında katılım sağlanmasında öğretmene yardımcı olmak 10. Okulda yapılan bazı etkinlikleri evde de çocukla birlikte yapmak Ö. Ç. ÇAKMAK Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Aile Katılımı 11 11. Sınıf içi etkinliklerde kesme, dikme ve onarma gerektiren materyallerde yardımcı olmak. 12. Sınıfa evcil ya da başka bir hayvan getirmek Aile geceleri, kültürel yemekler düzenlemek Bu etkinlikler ailelerin okulun dışında okulla ilgili iletişim kurmasını sağlayan sosyal ortamlardır (Morrison, 2003). Yetişkin Eğitim Sınıfları Yetişkin eğitim sınıfları, birçok konu hakkında toplum olanaklarını, okul içinde neler yapabilecekleri hakkında tartışma fırsatı bulabilecekleri ortamlardır (Morrison, 2003). Sınıfta Aile Günü Düzenleme “Sınıfta aile günü düzenleme bilgilendirici ve en eğlenceli buluşma ailelerin sınıfta akşamları bir araya gelmesidir” diyen Beaty (2000) bu sürecin planlama ve uygulamasını şu şekilde açıklar: Burada aileler kendi çocuklarının rolünü üstlenirler. Öğretmen ve yardımcısı sınıfı günlük etkinlikler için hazırlarlar. Aileler önce kendilerini tanıtırlar, daha sonra kısa bir gezi yapmak için kendilerine bir öğrenme merkezi seçerler. Öğretmen her bir öğrenme merkezini tanıtarak çocukların gelişimlerindeki yeri, hangi akademik ve gelişimsel becerilerini desteklediğini söyleyerek bu merkezleri tanıtır. Aileler gezmek ve küçük bir çalışma yapmak için merkez seçerler, geziden sonra diğer öğrenme merkezine geçerler, böylece her bir aile her öğrenme merkezi hakkında bilgi edinmiş olur. Bütün merkezler gezildikten sonra aileler merkezlerde neler yaptıklarını paylaşmak üzere tekrar bir araya gelirler. Öğretmenler bu öğrenme merkezlerinde yapılabilecek etkinlikleri bir liste şeklinde ailelere dağıtarak, evde bu öğrenme merkezlerine benzer merkezleri nasıl düzenleyecekleri hakkında bilgiler verilir. Böylece hem aileler sınıf içinde var olan bu öğrenme merkezlerinin amaçları, yararları hakkında bilgi sahibi oldular, hem de çocuklarını evde nasıl destekleyecekleri konusunda bilgilendiler. Fuar ve Kermes Bu tür sosyal etkinliklerle aile katılımın sağlanması hem ailelerle iletişimin geliştirilmesine hem de onların ekonomik katkıda bulunması da sağlanabilir. 12 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) İletişim Etkinlikleri Ev Ziyaretleri Aileler hakkında en iyi bilgi alma yeri, ailelerin evidir. Ev ziyaretlerinde hem çocuğun bulunduğu ortamı görmek, hem de aile hakkında bilgi edinmek açısından büyük önem taşır (Beaty, 2000; Morrison, 2003; Eliason ve Jenkins, 2003). Bu ev ziyaretlerinde ailelere çocuklarıyla evde uygulayabilecekleri etkinlikler ve zengin uyarıcı çevre düzenlenmesi konusunda bilgiler verilebilir. Öğretmenlerin ev ziyaretlerinde bulunması ailelerin daha rahat ve arkadaşça iletişim kurmalarına ve yakınlaşmalarına imkan sağlar. Bunların gerçekleşebilmesi için öğretmenin ev ziyaretlerini planlı bir şekilde yapması gerekmektedir. Aksi takdirde aileler kendi evlerine yapılan ziyareti yanlış anlayıp huzursuz olabilir ve bu iletişimi kurma konusunda rahat olmayabilirler. Bunun için öncelikle ailelere ev ziyaretine gideceğini önceden bildirmelidir. Bu bir telefon görüşmesiyle yoluyla olabileceği gibi bir haber mektubu ile de olabilir. Aileyi rahatlatmak amacıyla bu görüşmede ailelere; - Bu ziyaretin sadece onlarla sınırlı olmadığını, bütün çocukların evlerine ziyarette bulunulduğunu söylenmeli - Ziyaretin 15–30 dakika süreceğini bildirmeli - Çocukları ile ilgili bir şeyler paylaşacağını bildirilebilir 2003). (Morrison, Ev ziyaretleri en fazla bir saat sürmelidir. Bu sürenin 5–10 dakikası aile- öğretmen selamlaşmasına, 20–30 dakika da çocuğun odasında ya da bir başka alanda aileler ve çocuklarla etkileşim halinde geçer. Kalan süre ise birkaç fotoğraf çekmek, okulla ilgili öneriler üzerine konuşmak gibi bazı rutin etkinliklerle geçebilir. Ez ziyaretinden sonra öğretmen memnuniyetini bildirerek ayrılır. Öğretmenin ev ziyaretinde edindiği bilgileri sadece çocuğun eğitimini desteklemek için kullanılması gerektiği göz ardı edilmemelidir (Decker ve Decker, 2005). Telefon ve İnternet Aracılığıyla Görüşmeler Ailelerle telefonla ya da internet aracılığıyla görüşme hızlı ve açık olan bir iletişim yoludur. Bu görüşmeler ailelerin öğretmenle, öğretmenlerin ailelerle görüşmelerinde özgür hissetmelerini sağlar. Aynı zamanda telefonla ya da internet yoluyla iletişim kurma aileler açısından memnuniyetle karşılanmaktadır (Eliason ve Jenkins, 2003). Ailelerin öğretmenlerle hızlı bir iletişim kurması onların çocukları ile ilgili bazı soruları direk olarak sorup meraklarını gidermeleri açısından da önem taşımaktadır. Ö. Ç. ÇAKMAK Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Aile Katılımı 13 Haber Mektupları Haber mektupları aile üyeleri ile program etkinlikleri arasında iletişim kurmaya, evde çocuklarının gelişimleri ve eğitim ihtiyaçlarına yardımcı olabilmeleri amacıyla, ailelere öğretmenler tarafından gönderilen mektuplardır (Decker ve Decker, 2005). Bu mektuplarla öğretmen; - Ailelerin program etkinlikleri, müfredat hakkında merak ettikleri konularda bilgi verilebilir (Morrison, 2003; Decker ve Decker, 2005). - Haber mektupları evde yapılabilecek basit oyuncak yapımı, gün içinde üzerinde durulan kavramın evde pekiştirilmesini sağlayacak etkinliklerin bildirilmesi gibi bilgilerde bilgi vermek amacıyla yazabilir (Decker ve Decker, 2005; Eliason ve Jenkins, 2003). - Çocuklar için yeni çıkmış kitap, oyun materyalleri, internet siteleri ve televizyon programlarını bildirilebilir. - Ailelerin ihtiyacı olan bazı konular hakkında güncel makaleleri gönderebilir. - Çocuklarla birlikte eğlenceli ve eğitici bir yaz geçirmek için yapabilecek önerileri bildirebilir. - Gelecek program hakkında bilgilendirebilir. - Personel ya da okuldaki değişiklikleri bildirebilir (Decker ve Decker, 2005). - Ailelere aynı zamanda çocuğun okuldaki olumlu bir gelişmesi de ailelere bildirilebilir (Eliason ve Jenkins, 2003). - Haber mektupları iki sayfadan uzun olmamalıdır. Tüm ailelerin anlayabileceği bir dil kullanılmalıdır. Ev ve program etkinlikleri kısa ve açık olmalıdır. Haber mektupları iki haftada bir ya da ayda bir gönderilmelidir (Decker ve Decker, 2005). Ev Etkinlikleri ve Materyal Yapımı Öğretimi Bu etkinlikte ailelere çocukları ile birlikte evde yapabilecekleri basit etkinlikleri yazılı bir şekilde verilerek çocukların eğitimlerinin evde desteklenmesi amaçlanmaktadır (Morrison, 2003; Eliason ve Jenkins, 2003). Bu etkinlik ailelerin çocuklarıyla birlikte daha verimli zaman geçirmelerinin yanında sağlıklı iletişim kurmalarına da imkan vermektedir. Eğitim Etkinlikleri Ailelerin çocuklarının gelişimleri ve eğitimleri konusunda bilgi 14 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) düzeylerinin arttırılmasının ve destekleyici eğitimin verilmesinin amaçlandığı eğitim etkinlikleridir. Bu etkinliklere çocukların özel ihtiyaçlarına uygun eğitim programları planlaması (Morrison, 2003) ve konferanslar düzenleme (Eliason ve Jenkins, 2003) örnek olarak verilebilir Çocukların özel ihtiyaçlarına uygun eğitim programları planlama Ailelerin kendi çocuklarının özel ihtiyaçlarının farkına varmasını sağlayarak, program yardımıyla bu ihtiyaçlarını desteklemelerinin amaçlandığı bir etkinliktir. Konferanslar Düzenleme Ailelerin ihtiyaç duydukları konular hakkında uzman kişiler çağırılarak konferanslar düzenlenebilir. Konferanslar ailelerin çocuk gelişimi ve eğitiminde yüz-yüze eğitim görüp, merak ettikleri soruları sorarak eksik oldukları konular hakkında bilgi edinmelerine olanak sağlar. Ailelerin bu konulardaki görüşleri alınarak, kendi çocukları ile yaşadıkları tecrübeleri veya problemleri anlatmalarına fırsat verilerek daha fazla katılım sağlanabilir (Eliason ve Jenkins, 2003). Konferansların belirli bir plan çerçevesinde olması gerekir. Öncelikle ailelerin ihtiyaç duydukları konulardan başlanarak amaçlar belirlenmelidir. Konferansın kim tarafından verileceği, hangi konuda olduğu, ne zaman yapılacağı gibi konularda ailelere önceden bilgi verilmelidir. Servis Etkinlikleri Sınıfta ve Okulda Materyal ve Kütüphane Merkezleri Oluşturma Okul ortamındaki küçük bir odaya çocuk gelişimi ve eğitimi ile ilgili kaynak kitapların, dergilerin ve uygun öykü kitaplarının bulunduğu bir bölüm hazırlanarak bir kütüphane oluşturulabilir. Anne babalar bu kaynaklardan yararlanmaları için teşvik edilebilir (Ömeroğlu ve ark., 2003). Ailelerin bu kaynakları öğretmenlerin rehberliğinde ve istedikleri zaman kullanarak bilgi edinmelerine olanak sağlayacak kütüphanelerin oluşturulması büyük önem taşımaktadır (Morrison, 2003) Aile Destek Grubu Ailelerin anne- babalık rollerinde desteklemeye ihtiyaçları vardır. Bu desteği sağlamak için diğer ailelerin ve uzaman kişilerin yer aldığı destek grupları ailelere yönelik bilgilendirme, rehberlik hizmetleri vb verilebilir (Morrison, 2003). Ö. Ç. ÇAKMAK Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Aile Katılımı 15 Karşılama Ailelerin programa ilk katılımlarında uyumlarını sağlamak, diğer ailelerle iletişim kurmak, ayrıca ailelerin çocuklarını bırakıp alırken birkaç dakika da olsa onları okulda bulunmaya teşvik etmesi açısından önemli bir yoldur (Morrison, 2003). Ailelerin binaya girdiği zaman okulla ilgili olumlu mesaj almaları açısından aileler için bir hoş bir geliş ortamı hazırlama büyük önem taşımaktadır (Dodge ve ark.,2002). Karar Verme Etkinlikleri Ailenin programa gönüllü ve verimli bir katılım göstermeleri hedefleniyorsa kurumun amaçları, politikası ve etkinlikleri hakkında karar verirken ailenin de katılımı gerekmektedir (Morrison, 2003; Blazer. 2005). Aileler, çocuklarının eğitimini etkileyen politikaların belirlenmesine, geliştirilmesine ve yerleştirilmesine, ayrıca malî desteğin sağlanmasına, eğitim materyalleri ve kaynaklarının temin edilmesine de yardımcı olabilirler (Nezahat ve Koç, 1997). Program Geliştirme ve Düzeltme Aile programın kalitesinin artırılması ve geliştirilmesin de karar vermeye katılmalılardır (Morrison, 2003). SONUÇ Okul öncesi eğitim kurumlarında eğitim programının amaçlarına ulaşılabilmesi ve eğitim faaliyetlerinin en verimli şekilde sürdürülebilmesi ailelerin eğitim sürecine etkin katılımlarıyla mümkün görülmektedir. Ailelerin bu sürece etkin ve sürekli katılımının ancak planlı ve programlı aile katılımı çalışmalarıyla gerçekleşebileceği hem okulöncesi eğitim programında hem de araştırmacılarla vurgulanmaktadır. Ev ile okul arasındaki koordinasyonu sağlayarak çocukların gelişimlerinde ve eğitimlerinde birlikte hareket etmenin ve bu sayede bu süreci desteklemenin amaçlandığı aile katılımı çalışmalarının çocuğunun eğitimsel ve gelişimsel anlamda desteklenmesine, ailelerin çocuklarının eğitimi konusunda daha bilinçli ve etkin olabilmelerine, öğretmenlerin mesleki doyum ve verimlilik anlamında gelişimlerine ve ayrıca programın daha etkili uygulanmasına önemli katkılar sağladığı söylenebilir. Dolayısıyla çok boyutlu katkılar sağlayan aile katılımı çalışmalarının okul öncesi dönemde zengin etkinliklerle hem okulda hem de evde eğitimin devamlılığının sağlanması için çok önemlidir. 16 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) KAYNAKÇA Beaty, Janice J. (2000). Skills For Preschool Teachers. Upper Saddle River, N.J.: Merrill. Blazer, C. (2005). Literature Review on Family Involvement: The Home-School Partnership. Research Services Office of Accountability and Systemwide Performance Miami-Dade County Public Schools, Florida Can Yasar, M. (2001). Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Ailenin Eğitime Katılımı. Gazi Üniversitesi Anaokulu-Anasınıfı Öğretmen El Kitabı. İstanbul: Ya-pa. Cavkaytar, Atilla (2000). “Okulöncesi Egitimde Okul, Aile, Çevre İsbirligi” Okulöncesi Eğitimin İlke ve Yöntemleri. (Edt: Sefik Yasar) Eskisehir: Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları, ss.133–143, Christine Waanders, Julia L. Mendez, Downer, J.T.(2007). “Parent Characteristics, Economic Stress and Neighborhood Context as Predictors of Parent Involvement in Preschool Children's Education”, Journal of School Psychology, 45 , 619–636. İndirilme tarihi : 20 Mart 2008 Decker,C.A. ve Decker J.R.(2005). Planning and Administering Early Childhood Programs. Upper Saddle River; New Jersey, Columbus, Ohio Dodge D.T., Colker, L.J., Heroman, C. (2002). The Creative Curriculum For Preschool, Teaching Strategies, Washington,DC Eliason, C. Ve Jenkins, L.(2003). A Practical Guide to Early Childhood Curriculum, Upper Saddle River, N.J. : Merrill Green, S.(2003). “Reaching Out to Fathers: An Examination of Staff Efforts That Lead to Greater Father Involvement in Early Childhood Programs”, Early Childhood Research Practice, Vol. 5 No. 2 Gürşimşek, I. “Okulöncesi Eğitime Aile Katılımı ve Psiko-sosyal Gelişim,” Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri Dergisi,Yayın yılı: 5, 2003, Cilt 3, Sayı 1, S. 125–144, Mayıs. Kandır, Adalet (2002). 36-72 Aylık Çocuklar İçin Okul Öncesi Eğitim Programlarının Hazırlanması, Kök Yayıncılık, Ankara Mc Bride, B.R ve Rane, T.R. (1996). “Father/Mather Involvement Early Childhood Programs”, ERIC Digest. İndirilme tarihi: 20 mart 2008, ED 400123 MEB (2006), Okul Öncesi Eğitim Programı (36-72 Aylık çocuklar için). Ankara: MEB Basımevi. Meyer, James A.ve Mann, Mary Beth (2006). “Teachers’ Perceptions of the Benefits of Home Visits for Early Elementary Children”, Early Childhood Education Journal, Vol. 34, No.1. s.93-97. İndirilme tarihi: 20 Mart 2008. Morrison, G.S. (2003). Fundamentals of Early Childhood Education, Upper Saddle River; New Jersey, Columbus, Ohio Nezahat Seçkin, Koç, G., “Okul Öncesi Eğitimde Okul-aile İşbirliği”, Yaşadıkça Eğitim. Yayın yılı: 11, 1997, No:51, s.5–10. Ömeroğlu, E., Yazıcı, Z. ve Dere, H. (2003). Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Ebeveynin Eğitime Katılımı, Erken Çocuklukta Gelişim ve Eğitimde Yeni Yaklaşımlar (Yayıma Hazırlayan: Doç. Dr. Müzeyyen Sevinç), Morpa Kültür Yayınları, İstanbul Şahin T.F.; Turla, A. (1996). Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Yapılan Anne-baba Eğitim Çalışmalarının İncelenmesi, II. Ulusal Eğitim Sempozyumu Bildirileri. Marmara Ö. Ç. ÇAKMAK Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Aile Katılımı 17 Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi, İstanbul Temel, Z. F. (2001). Okul öncesi eğitime aile katılımı. Gazi Üniversitesi Anaokulu- Anasınıfı Öğretmen El Kitabı. İstanbul:Ya-pa. Wherry, J.H. (2003). Selected Parent Involvement Research. Retrieved. İndirilme tarihi:15 mayıs 2008, http://www.parentinstitute.com/educator/resources/research/researh.php Zembat, Rengin ve Özgül Polat Unutkan (1999). “Okulöncesinde Çocuğun Sosyal Gelişiminde Aile Katılımının Önemi”, Marmara Üniversitesi Anaokulu Öğretmeni El Kitabı. YA-PA Yayınları Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi – Journal of Social Sciences Cilt / Volume: 2010-1 Sayı / Issue: 20 SAMİHA AYVERDİ’NİN ESERLERİNDE YAŞAYAN İSTANBUL Selami ALAN∗ ÖZET İstanbul, Türk topraklarına dâhil olduğu 1453 yılından beri, coğrafi güzelliği, tarihi birikimi ve zengin mimarisiyle her dönemde birçok sanatçıyı etkilemiş ve birçok esere konu olmuştur. Uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapan, bir ilim ve kültür merkezi olarak kendini kabul ettiren bu güzel şehir; her eseriyle idealize ettiği Osmanlı Medeniyetini anlatma, övme gayretinde olan Ayverdi için haklılığını belgeleyen somut bir kanıt olmuştur. Bu nedenden ötürü, Yazar’ın her eserinde İstanbul’u görmek mümkündür. Yaptığımız bu çalışmada, hem Samiha Ayverdi’nin eserlerine yansıması verilerek İstanbul’un edebiyatçılarımız üzerindeki etkisine bir örnek hem de her semtiyle bir medeniyetin farklı bir yönünü yaşatan bir şehir sunulacaktır. Anahtar Kelimeler: Samiha Ayverdi, İstanbul, Türk Edebiyatı. ABSTRACT Istanbul has affected many artists and became a subject for many books with its geographical beauty, historical background and its richness in architecture since 1453 when it became a part of Turkish land. This beautiful city which had been the capital city of Otoman Empire for many years and was accepted as a cultural and scientific center had been a clear proof documenting the rightness of Ayverdi who tried to express and praise the idealized Otoman Civilization in her books. Because of this, it is possible to see Istanbul, in her every book. In this work, both an example to the impression of Istanbul on writers by giving the reflection of Samiha Ayverdi’s books and a city which represents a different aspect of a civilization by its each neigborhood will be presented. Key Words: Samiha Ayverdi, İstanbul, Turkish Literature. GİRİŞ İstanbul’da doğan, orada yaşayan –daha doğrusu İstanbul’u yaşayan- ve tarihiyle, kültürüyle, mimarisiyle, her yönüyle şehri çok iyi tanıyan, çok seven Samiha Ayverdi eserlerinde İstanbul’a çokça yer vermiştir. Onun niyeti İstanbul’u anlatmak, yaşatmaktır. Her semtinde, her sokağında geçmiş bir adet, ∗ Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni, Kaman Anadolu Lis., Kaman, Kırşehir, e-posta: alanselami@hotmail.com 20 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) kaybolmuş bir an’ane, göçmüş bir nizam barındıran İstanbul, yazar için ayrı bir önem taşımaktadır. İstanbul Geceleri kitabının giriş kısmında yazar: “Bu eserin bünyeleşip meydana gelmesindeki psikolojik amil, zerreleri, cüzüleri, duyuş ve duyuruşlarının yekpare şiiri içinde yaşadığı eski İstanbul'u, onu yazan kadının, ta ilk çocukluğundan itibaren içinde uzun uzun demlendirmiş olmasının ve nihayet günün birinde de, bu ağır ağır hazırlanmış keyfiyetin, inkişafını yapıp, şuuraltını aşarak satha fışkırmasından ibarettir.”1 der. Bu ifade yazarın, diğer kitaplarında yer alan İstanbul bölümlerinin de ana felsefesini açıklamaktadır. Samiha Ayverdi’ye göre, İstanbul’un Türk tarihinde çok önemli bir yeri vardır. Onun için İstanbul: “Türklüğün Anadolu’da; Konya, Bursa ve Edirne’yi merhale merhale aşıp kendisinde karar kılınarak meydana getirilmiş bir medeniyetin zirveye doğru çıkışına ve sonra yavaş yavaş düşüşüne şahit olmuş, bu şehadetin pek çok örneğini bağrında barındırmış bir beldedir.”2 Yazar, bu beldenin semtlerini gezerek dünle hesaplaşmış, aynı zamanda gününün aksayan taraflarına dikkatimizi çekmiştir. İstanbul’da kurulan medeniyet, insanların asırlardır uğraşarak kurdukları bir medeniyettir. Bir şiir ahengiyle İstanbul’a birbirinden güzel mimari eserler kazandıran sanatkârların yanında, atasından gördüğünü yaşatmaya çalışan sıradan her insanın da emeği vardır bu şehirde. “İstanbul medeniyet tezgâhını dokurken, ona her el bir türlü malzeme taşıdı. Sanatkârı vardı ki, mermeri balmumu gibi kolaylıkla işler, ona bir devrin zevkini kazır, dilini konuştururdu. Ustası vardı ki, dağlardan yuvarlanıp gelen bir ağaç kütüğünü bir sanat bilmecesi haline sokar, keser oyar nakışlayıp bezerdi. Demirden, tunçtan, pirinçten, bakırdan yaptığı eşyaların ileniş sırrını hâlâ bir muâmma olmakta bırakan mütevazı zenaatkarından, gergef önünde bir ibadet huşuu ile kendinden geçmiş, kumaşın üstünde çalışan sağ eli ile altında çalışan sol eli, bir fidanın dalları ve kökü kadar birbiriyle anlaşmış, bu mühürsüz imzâsız andlaşmanın semeresini veren genç kızına kadar her biri, o medeniyetin bir işçisi idi. Bu devirde zevk, nasıl bir ahenk bulmuştu ki gene o kız, anasının dokuduğu bezin üstüne fırçasını müşkülatsız tasarruf eden bir ressam mehareti ile, renk ve şekil terkibinin en harikuladesini nakşederdi. Evinin her köşesine kendi zevkinin damgasını vuran bu kız, giydiği terlikten, ilerde kocasına kullandıracağı uçkura, para ve mühür kesesine kadar her el süreceği eşyada, akla şaşkınlık ve saygı veren bir maharet, zevki mucizeleştiren bir hüner göstermekte çağdaşlarıyla hep yarışta kaldı; buluşlarına, ilerleyişlerine attırdığı perendelerle zevk ve hüner meydanının en muzaffer koşucusu oldu.”3 Bu muhteşem medeniyetin varlığı, aile kurumunun bütünlüğüyle paralel yaşamıştır. Her neslin yeni bir halka ilave ederek başka nesle teslim ettiği bu müstesna aile zinciri dağılmaya başladığında, İstanbul medeniyeti de göçüp 1 Samiha Ayverdi, İstanbul Geceleri, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul 1977, s. 2. Kazım Yetiş, Samiha Ayverdi Hayatı ve Eserleri, Kültür Bakanlığı Yay, Ankara 1993, s. 43. 3 Samiha Ayverdi, a.g.e., s. 7. 2 S. ALAN Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul 21 gitmiştir. Asırların birikimiyle devasa bir yapıya ulaşan, sokaklarındaki her taşın bile ayrı bir hikâyesi olan İstanbul’u anlatmak o kadar kolay değildir. Ve bu işin zorluğunun farkında olan Ayverdi, mütevazı yapısıyla: “Amma Asya ile Avrupa'nın ortasında, boşluğa kurulmuş muazzam bir örümcek ağı gibi, her telini bir kıt'aya iliştirmiş olan bu şehrin manevî fezasında dolaşmak, onun kıldan ince tellerini koparmadan, örselemeden bir taraftan öbür tarafa geçmek mahareti nerede?”4 ifadesini kullanmaktadır. Zorluğunu bilse de, İstanbul sevdasını kitaplaştırarak, İstanbul Geceleri’ni yazan ve kitabın sonunda çok konuştuğunu düşünerek kitabını sonlandıran Samiha Ayverdi için, kendisi sussa bile İstanbul susmayacaktır: “Ne olacak, susarım. Amma ben söylemesem de, İstanbul geceleri, ayak sesleri duyulmayan bir sevgili gibi, her fırsatta gene bizi adım adım takip edip kollarına alacak, zevkler, ıstıraplar, dertler devalar, sevinçler kederler, hasretler vuslatlar dolu lezîz çeşnisini yudum yudum dudaklarımıza damlatacak.. Ta ki gece, saçlarımıza dolanan esmer parmaklarını yavaş yavaş çekinceye kadar, kulaklarımız, bu hülyalı gecelerin kara tahtasına yazılan İstanbul masalını gene ve gene dinleyecek..”5 İstanbul’un cazibesinden kurtulamayan Samiha Ayverdi, her ne kadar susmaya çalışsa da susamaz. Her eserinde İstanbul’un farklı bir yanını görür ve anlatır. Onun için İstanbul bir hayal şehirdir. Bu duygu romanlarındaki kahramanlara da geçmiştir: “Uzaktan görünen ışıklı İstanbul, bir hülya kadar cazip; sanki bu bir şehir değil de gökyüzünün yere inmiş bir parçası. Seneler, uzun seneler var ki Çengelköy’ünün şu yüksek sırtından aynı manzarayı seyrederim; fakat ne hayretim eksilir, ne de zevkim tükenir. Sofrada yerim hiç değişmez; köşkün cenup istikametindeki iç bahçesinde daima şehri en iyi gören çamın altında otururum. Bahçenin bu kısmı köşkün yan cephesini baştan başa tutan büyük bir settir. Ben, siyah ve beyaz çakıl taşlarıyla işlenmiş olan bu iç bahçeyi çok severim ve ekseri akşamlar İstanbul'un dumanlı çehresini buradan seyrederim.”6 İstanbul’un büyüleyici güzelliğini anlatan Samiha Ayverdi, şehrin tarihine de değinmiştir. Genelde eserlerinde değişen toplum yapısını aktarmaya çalışması onun tarihi süreci anlatmasını, bir bakıma, zorunlu kılmıştır. Memleketin yaşadığı karışıklıklar, siyasi ve kanlı hadiseler yazarın eserlerindeki kahramanları da etkiler: “Sinan'ın gidişi, Jale için de büyük bir darbe olmuştu. Arkadaşımın ona 4 A.g.e., s. 3. A.g.e., s. 196. 6 Samiha Ayverdi, İnsan ve Şeytan, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2001, s. 26. 5 22 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) küçük bir ümit, bir bekleme tesellîsi bırakmadan gitmiş olduğunu, Jale'nin tekrar benden yüz çevirmesinden anlıyordum. Fakat belki de yeni bir kinin temelleri üstünde akla gelmedik oyunlara hazırlanıyordu ki, onu da beni de, bütün milleti de şaşırtan siyasî ve kanlı bir hadise patlak verdi: Meşrutiyet! Memleket, uzun süren fakat her şeye rağmen istikrarlı bir rejimin bu birden bire alt üst oluşunu hazmetme hafakanlarıyla çılgın bir hale gelmişti. Adı unutulan "Meclis-i Mebusan’ın açılması, "Kanun-ı Esasî"ye yemin, "Avcı Taburu"nun İstanbul'a gelişi.. Artık kimsenin kimseyi görmediği, tanımadığı, saymadığı bir yıkılma ve kurulma kıyameti içinde şaşkın, kararsız, başı boş günler birbiri ardınca gidip geliyor, halk, inkılapların kan kokan havasıyla sarhoş, çılgın ve maalesef şuursuz bir zevk ve intikam dalgası üstünde çalkanıp duruyordu. Sorulsa, neye sevindiğinin, kimden, ne için intikam almak istediğinin cevabını vermekten aciz bulunuyordu. Üst üste yığılan hadiselere güya serin, sakin ve uzak bir duyuşla arkasını çevirmiş görünen evimiz, beklediği bu inkılâba, fazla olarak en kıymetli uzvunu karıştırmış olmaktan gelen hususî bir alaka ve dikkatle, tetik ve uyanıktı.”7 Yaz ve kış dönemlerine mahsus ayrı hayat tarzı olan İstanbullu, yaz mevsimlerinde Boğaziçi veya Haydarpaşa-Pendik arasında bulunan sayfiye köylerine akın ederdi. Kış aylarında ise şehir toplanarak bir araya gelir ve masum olduğu kadar basit de olan eğlenceler, bilhassa uzun kış gecelerini renklendirirdi. Nöbet adı verilen gece misafirliklerinde İstanbullu, sıra ile civar komşu ve akrabalar arasında dönüp dolaşır, fincan ve domino oyunları ile de zevkli saatler geçirirdi. Fakat bu saadet Trablusgarp ve Balkan Savaşlarıyla yerini çaresizliğe, yokluğa ve ıstıraba bırakır: “Kısa süren bu muharebenin, Garp Ocakları denen ve Osmanlı'ya bağlı bir ülke olan Trablus'un kaybını İstanbul münevveri yüreğinde duymuşsa da günlük hayatında bir değişiklik olmadığı için, halk pek fazla farkında olmamıştı. Ama Balkan Harbi öyle miydi? Sokaklara, kaldırımlara kadar dökülüp kalmış yaralı, hasta muhacir kafileleri, izbelere, ardiyelere, cami avlularına, hatta ahırlara yerleşmeyi bile nimet sayacak bir çaresizlik içinde kıvranırken, İstanbullunun yüreği yanıyor, elinden gelen ve gelmeyen her türlü yardıma koşmak istediği halde, bu derin yaranın onarılması için çare bulamadığından ancak evinin dört duvarı arasında dertleşip sızlanmaktan fazla bir şey yapamıyordu. İki sene sonra gelen 1914-18 Birinci Cihan Harbi ise, artık bir zamanların cihan devleti olan Osmanlı'nın sonunu getireceğe benziyordu. 7 Samiha Ayverdi, Yolcu Nereye Gidiyorsun, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1997, s. 331. S. ALAN Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul 23 Nitekim öyle de oldu.”8 Gecesi, gündüzü farklı güzel olan İstanbul, tarih yönünden bitmeyecek hikâyelere sahiptir. Önemli olanın, büyüleyici bir güzelliğin arkasına saklanmış maziyi görebilmek olduğunu bilen yazar, eserlerinde bu uğraş içindedir. “Çamlıca'daki küçücük evimizin çatı katında, İstanbul'u çepeçevre gözleyen bir pencere vardı. Gündüz başka kaftanlar içinde bir kat daha güzelleşen dilberler gibi, boylu boyuna uzayıp yatmış olan şehir, geceleri de, bakışlarınız arasında adeta hicabından eriyip gidiverirdi. Amma sade siz mi onlara bakardınız? Asıl göz süzerek onlar sizi gözler, yalnız gözleriyle değil, gönlü ile de muaşaka etmenin sırrını keşfetmişçesine kendisine hayran bakanlardan gözlerini ayırmazdı. Yalnız, bakışmakla iş biter miydi sanki? Onun asıl yapacağı, size geçmişten de, halinden de hikâyeler, kıssalar, efsaneler nakletmekti. Öyle ki, söylemeğe doymaz, hele deve yükü kitaplara sığmayacak mazîsinden açacağı sahneleri okumaya dalsanız, kıyamete kadar tüketip bitiremeyeceğinizi de bilirdi.”9 diyen yazar, bu bitmeyecek kadar çok tarihi olaydan aktarabildiği kadarını kitaplarında vermiştir. Samiha Ayverdi’nin eserlerinde İstanbul’un her beldesi, karşımıza kelimelerle resim yapan bir san’atkarın sihirli fırça darbeleri, renkleri, ışıkları ve gölgeleri ile şekillenerek çıkar. Ayverdi, her sahil beldesinde iz bırakmış bir tarih hatırası ve bir tarih düşüncesi ile bizi kendine çeker.10 Ve eserlerinde çoğunlukla mekân olarak İstanbul’u seçen Samiha Ayverdi, gördüğü ve yaşadığı İstanbul’u semt semt, sokak sokak bize anlatır. Kazım Yetiş’in ifadesiyle, içine girildikçe zenginleşen, derinleştikçe binbir kıvrımından binbir güzelliğin açıldığı bir terkip olan İstanbul, Samiha Ayverdi’nin eserlerinde de aynı yapıyla karşımıza çıkmaktadır.11 Çok geniş bir yelpazeye sahip bu bütünün, önemli unsurları olan semtlerden başlıcalarını, esasiyle romanlara da geniş şekilde yansıyanları, Samiha Ayverdi’nin bakış açısıyla ve ana çizgileriyle kısaca tanıtmaya çalışacağız. Samiha Ayverdi’nin Bakışıyla İstanbul’un Semtleri İstanbul kültürünü yaşatma gayreti içine giren Samiha Ayverdi, 8 Samiha Ayverdi, Küplüce’deki Köşk, Hülbe Yay., Ankara 1989, s. 12-13. A.g.e., s. 84. Nihat Sami Banarlı, “Samiha Ayverdi”, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C. II., M.E.B. Yay., İstanbul 1998, s. 1234. 11 Kazım Yetiş, Samiha Ayverdi’nin İstanbul’a bakışını şu şekilde anlatır: “İstanbul bir terkiptir; içine girildikçe zenginleşen, derinleştikçe binbir kıvrımından binbir güzelliğin açıldığı bir terkip. Yazar gezindiği semtlerde bu terkibin içine, parçalarına girmekte, dünle hesaplaşırken gününün aksayan taraflarına dikkatimizi çekmekte, geleceğin harcını hazırlamaktadır.” Kazım Yetiş, a.g.e., s. 43. 9 10 24 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) eserlerinin birçoğunda değişik vesilelerle İstanbul’un semtlerine değinmiştir. Hatta, “İstanbul Geceleri” adlı eserinde, baştan sona İstanbul’un semtlerini anlatmıştır. İstanbul’u çok iyi tanıyan Ayverdi, semtlerin kendilerine has yönlerini, kültürel yapı içerisindeki konumlarını detaylarıyla vermeye çalışmıştır. Samiha Ayverdi’nin eserlerinde İstanbul’un semtleri, kimi zaman yazarın çocukluk anılarının mekânı olarak, kimi zaman tabiat güzellikleriyle, kimi zaman ise tarihi ve kültürel fonksiyonlarıyla yer bulur. Bazı semtler ise, bozulan düzenin, kaybolan kültürün, çoğu kişinin kendini kaptırdığı Batı’nın sembolü olarak ele alınır. Ayverdi, dolaştığı semtlerin tarihi özelliklerinden bahsederek, geçmişle günümüz arasında bir köprü kurar. “Yitirilmiş zamanın arayışı içinde olan Yazar, dünü bugüne taşımaya çalışır.”12 Böylece, “elimizden tutar ve bizi tarihle hesaplaşmaya götürürken, günümüzün muhasebesini yaptırır. Coğrafyası, tarihi köşeleri, semte ruh ve mana veren şahsiyet ve hadiseleriyle, camii, sebil, tekke, köşk, meyhaneleri ile devir devir, safha safha İstanbul’u tanırız, üzerinde düşünürüz, hayıflanırız veya ibret alırız.”13 İstanbul semtlerinin bazıları, Samiha Ayverdi’nin romanlarında sadece isim olarak kullanılmıştır. Biz, bu çalışmamızda, İstanbul’un bütün semtlerini değil, Ayverdi’nin eserlerinde mekân olarak tasvir ettiği, özelliklerini verdiği başlıca semtleri inceleyeceğiz. Şehzâdebaşı Samiha Ayverdi’nin doğduğu semt olan Şehzadebaşı, yazarın eserlerinde İstanbul’un karakteristik semtlerinden biri olarak anlatılır.14 Yazar, “Rahmet Kapısı” adlı hatıralar kitabında doğduğu evden ve çocukluk döneminden bahsederken Şehzadebaşı’nı da tanıtmış olur: “Ben, Şehzadebaşı’ndaki evimizde doğdum. Yaz mevsimleri hariç, on dört yaşına kadar olan bütün bir çocukluk devremi, hep aynı evde geçirdim. Taşlıklar, taş odalar, kilerler, mutbaklar, yükler, dolaplar, sandık odalarının arasını bir örümcek ağı gibi ören hareketli ve tasasız günlerim, sevinçlerim, 12 Banıçiçek Kırzıoğlu, “Samiha Ayverdi’nin İstanbul’u”, Samiha Ayverdi’nin Hayatı ve Eserleri, C. 1, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum 1990, s. 150. 13 Kazım Yetiş, a.g.e., s. 45. 14 Ayverdi, kendi evlerinden ve dayısının evinden bahsederken Şehzadebaşı semtini şöyle anlatır: “ Dayımın evi ile babamın evi arasında ancak iki sokak vardı. Her ikisi de İstanbul’un karakteristik semtlerinden biri olan Şehazadebaşı’nda idi. Bekçi Ömer Ağa, ramazan geceleri mahallesine ve başka semtlerden gelen dinleyicilerine, ahenkdar davulunu her iki evin önünden de çalarak geçer. O ev de, bu ev de ama dilencinin günlük melodisini gene beraber dinler. Lokmacı, kuş lokumcu, tel kadayıfcı, oranın da buranın da esnafıdır. Çeşmemeydanlı köşklü, şehirdeki yangınları soluk soluğa, döne döne her iki kapının önünde de bağırarak haber verir. Donanmalarda her iki ev de fenerler asar; bayramlarda her iki evde de hususi kabul merasimi olur. Aynı kanunlar, aynı örf, aynı mukaddes mefhumlar ve ölçüler, görünüşte her iki binanın da hayat temellerini teşkil eder. Fakat bütün bu müşterek cemiyet kuşaklarına rağmen, babamla dayımın evleri, tamamen ayrı birer ruhun mümessilidir.” Samiha Ayverdi, Yolcu Nereye Gidiyorsun, s. 89. S. ALAN Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul 25 üzüntülerim gene hep aynı çatının altında geçti. … Sokağımız sanki bir halının çözgüleri, atkıları ve renkleri gibi, aynı ustanın elinden çıkan, ayrı ayrı ipliklerden dokunmuş olmasına rağmen, yekpare bir manzara arz eden sanki tek kaliçe idi.”15 Şehzadebaşı, orta halli mahalle evlerinin yanı sıra, paşa ve bey konaklarının yer aldığı bir semttir. Samiha Ayverdi’nin kendi yaşamından yola çıkarak anlattığı İbrahim Efendi Konağı da, Şehzadebaşı’ndadır ve Kalenderhane Camii’nin önündeki meydana bakar. Bu konağın çevresinde yine ünlü paşa ve beylerin konakları vardır: “O zamanlar Şehzadebaşı’nın Kalenderhane semtinde kimler yoktu ki? Şam Valisi Nâşid Paşa, Jandarma Kumandanı İbrahim Paşa, Ferik Sami Paşa, Viyana Sefiri Galib Bey, Maliye Müsteşarı Ragıb Bey ve konağının yeri koca bir mahalle olan Mısır Vekili Hacı Süleyman Ağa…”16 İstanbul’un merkezi noktalarından biri olan Şehzadebaşı, aynı zamanda zevk ve safa mekânı özelliğini de gösterir. Şehzadebaşı, halkın eğlence merkezlerinden birisidir. Çayhaneleri, tiyatroları, iş yerleri ve sohbet mekânlarıyla İstanbul halkı için cazip semtlerden birisi olmuştur. Şehzadebaşı bu özelliğini çok uzun zaman muhafaza etmiştir. “İki sıralı çayhaneleri, hem iş hem keyif yeri olan berberleri, sağlı sollu tiyatroları, aynı ipliğe dizilmiş tesbih taneleri gibi, tek bakışta, tek hattın üstünde bir bütün oldukları halde, her biri içlerine topladığı muayyen zümrelerle dolup boşalan başlı başına birer müstakil varlık idiler. Bu yekpare ahenk, bu dizili olduğu nizama sadakat ve itaati borç bilen tesbih, zamanın eli o ipliği aşındırıp koparıncaya kadar böyle kaldı.”17 Batılı tarzdaki tiyatro kumpanyalarının bulunduğu Şehzadebaşı, Ramazan aylarında Orta Oyunu, Karagöz ve Meddah gibi Geleneksel Türk Tiyatrosuna da mekân olur.18 Geceleri eşleri dostlarıyla sohbet, muhabbet ve saz âlemleri yaparak geçirdikleri halde erkekler, yine de ramazan eğlencelerini kaçırmamak için Şehzadebaşı gibi, eğlencelerin yapıldığı semtlere akın ederler. “…Divanyolu, Çarşıkapı, Şehzadebaşı gibi eğlencelerin harman olup savrulduğu belli başlı semtler, onları adeta büyüsüne yakalayıp, kendine çekerdi. Teravihten sonra önceden kestirdiği bir eğlence yerine yollananları buralarda neler beklemezdi ki? Orta oyununda Kavuklu Hamdi’yi, Ali Bey’i, 15 Samiha Ayverdi, “Doğduğum Ev”, Rahmet Kapısı, Hülbe Yay., İstanbul 1985, s. 125-126. Samiha Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1999, s. 148. Samiha Ayverdi, İstanbul Geceleri, s. 20. 18 Samiha Ayverdi, Mesihpaşa İmamı, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2000, s. 84. 16 17 26 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) Zenne Tevfik’i, Kurban Oseb’i, Küçük İsmail’i, Pişekâr Asım’ı seyretmeye doyum mu olurdu? Ya Karagöz’ün Kâtip Salih’leri, Cerrah Salih’leri, Yorgancı Abdullah’ları, Hayal Küpü Emin Ağa’ları ve dost meclislerine revnak veren Çaylak Tevfik’leri, ihmale gelir san’atkarlar mıydı?”19 Şehzadebaşı, çayhanelerinde oluşan ortamlarıyla fikre, edebiyata, musikiye kucak açarak çeşitli insanların bir araya toplandıkları mekânlardan biri olur.20 Fakat, Şehzadebaşı’nın bu eğlenceli hali süreklilik göstermez. “Yolcu Nereye Gidiyorsun” romanının kahramanı olan Adli, sonbahar yağmurlarıyla ıslanan penceresinden Şehzadebaşı’nı sıkıcı olarak görür. Karanlık içine gömülmüş olan evlere kendini yabancı hisseder: “Yerimden kalkıp sokağa bakıyorum. Eğlendirecek hiç bir şey yok. Kasvetli, karanlık bir gün. Şehzadebaşı, adeta büsbütün çökmüş, çukurlaşmış gibi kapkaranlık. Bütün bu sıra sıra evler, feerik bir el ayası içine oturtulmuş hayali mevcutlar kadar benden uzak, bana yabancı. Hatta onlardan biri olan bizimki bile.”21 Beyoğlu Beyoğlu’nun Bizans dönemindeki adı “karşı yaka” anlamına gelen “Pera” iken, Fatih İstanbul’u aldıktan sonra, buraları Galata bağları olarak adlandırılmıştır.22 Bir görüşe göre “Beyoğlu” adının, Trabzon Rum Pontus İmparatorluğu’nun son prenslerinden, İslam dinini kabul ederek buraya yerleşen ve yaşayan Aleksios Komninos’dan dolayı bu yöreye verildiği ileri sürülür.23 Bir diğer görüş, Kanuni çağında İbrahim Paşa’nın adamlarından olan ve Taksim’de büyük bir konakta yaşayan Venedik Balyosu (elçi, temsilci) Alvario Griti’nin “Beyoğlu” adıyla anıldığı, Beyoğlu semtinin adının da buradan geldiği şeklindedir.24 Samiha Ayverdi ise, Pera adının Kanuni Sultan Süleyman döneminde Beyoğlu şeklinde değiştiğini aktarır: “Zamanla bir Türk mahallesi ve ticaret merkezi olan Galata’nın arkasında taşıdığı tepe, ilk zamanlar, “karşı yaka” manasına gelen Pera ismiyle anılırken, Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra ad değiştirerek Beyoğlu 19 Samiha Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı, s. 113. “Şehzadebaşı çayhanelerinin herbiri, müstakil vasıfları ve çeşnileri içinde, ayrı ayrı zümrelerin karargahı idi. Bunların bazısı en ağır meclislere, fikre, edebiyata, musikiye kucak açıp, çeşitli maksat adamlarını başbaşa getirirken, bir başkası, küçük devlet memurlarının buluşmalarına zemin hazırlar, bir diğerinde, halli vakitli esnaf ve halk tabakası birleşerek yarenlik eder, bir diğeri ise, işi gücü mahalle sınırını aşmayan irat sahipleri ve mirasyedilerle dolup boşalırdı.” Samiha Ayverdi, İstanbul Geceleri, s. 20-21. 21 Samiha Ayverdi, Yolcu Nereye Gidiyorsun, s. 56. 22 Ahmet Refik, “Eski Beyoğlu”, Tahir Yücel (Haz.), Kafes ve Ferace Devrinde İstanbul, Kitabevi Yay., İstanbul 1998, s. 44. 23 Özdemir (Arkan) Kaptan, “Beyoğlu Neresidir?”, Beyoğlu, İletişim Yay., İstanbul 1989, s. 40. 24 Salah Birsel, “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu”, Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu, Sel Yayıncılık, İstanbul 2002, s. 10 20 S. ALAN Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul 27 oldu. Yerli Hıristiyanlar ile yabancıların bağları ve köşkleri olan bu ıssız tepede, saraya benzeyen bir malikâne vardı ki, günün birinde bu muhteşem binada Venedik Doju Andre Gritti’nin bir oğlu dünyaya gelmişti. Gerek Kanuni Sultan Süleyman’ın gerek Veziriazam İbrahim Paşa’nın dostuğunun kazanmış olan Gritti, siyasi entrikalara girmiş kurnaz bir prensti. O devrilerde Türklerin prenslerine “bey” demeleri adetti. Bey’in oğluna da “bey oğlu” dendiği için, semt de böylece künyelenip kaldı.”25 Beyoğlu, batılılaşma hareketiyle birlikte İstanbul’da Avrupa’nın temsilcisi ve numunesi olmuş bir semttir. Avrupalı yaşayış tarzı, 19. asrın başından itibaren bilhassa ekalliyetler arasına, Beyoğlu’na yayılmıştır.26 Beyoğlu’nun batılılaşmaya öncülük etmesinin temelinde, bu asırdan önce de, bu semtte oturanların çoğunlukla Rum, Yahudi, Ermeni, Leh, Slav, Alman, Felemenk, Fransız, İngiliz, İtalyan, Levanten yabancı milletlerden olmasıdır.27 Beyoğlu’nu oluşturanlar arasında, yabancıların yanı sıra, azad edilmiş eski kürek mahkûmlarının soyundan gelenler de bulunur: “Pera, yabancı uyrukların, ‘frenkler’in, iyisinin de kötüsünün de yeğlendiği mahalleydi. Boğaza bakan yamaçlarında da, Kasımpaşa’ya bakan yamaçlarında da hemen-hemen sadece Türkler otururken, Kurtuluş (eski Tatavla) ve Yenişehir mahalleleri geniş ölçüde, azad edilmiş eski kürek mahkûmlarının soyundan gelenleri barındırıyordu. Bunların en güzel kadınları da, Pera’nın pek çok kentsoylu ailesinin soyağacını oluşturmuştur.”28 “Beyoğlu hayatının batılı manada canlılık kazanması Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonradır. 1838 yılında İngilizlerle yapılan ticaret anlaşmasından sonra bu ülkenin malları Osmanlı Devleti’ni istila eder.”29 Bu durum İstanbul’un, özellikle Beyoğlu’nun, açık pazar haline gelmesine sebep olur. Gelen yabancılarla birlikte, sosyal hayatımızda değişik kültürlerin etkisi hissedilmeye başlanır. Kırım Harbi’nden sonra ise, Beyoğlu’nda ahlaki çöküntü başlar. Türk toplumu için 19. yüzyılda kozmopolitliğin ve alafrangalığın sembol mekânı olan Beyoğlu, alafranga yaşama özenenlerin semti olur.30 Batı özlemi içinde olan kişiler için, Taksim’den Tünel’e dek uzayan bu cadde, bir tramvay parasına Avrupa’da yaşamanın bir çaresidir.31 25 Samiha Ayverdi, “Galata’dan Boğaz’a Doğru”, Boğaziçi’nde Tarih, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2002, s. 80. Orhan Okay, “Osmanlı Hayatının Batılılaşması”, Batı Medeniyeti Karşısında Ahmed Midhat Efendi, M.E.B. Yay., İstanbul 1991, s. 62. 27 M. Fatih Andı, “Cumhuriyet Devri Türk Romanında Beyoğlu”, İnsan Toplum Edebiyat, Kitabevi Yay., İstanbul 1996, s. 159-160. 28 Said Naum Duhani, Beyoğlu’nun Adı Pera İken, Çev: Nihal Önol, Çelik Gülersoy Vakfı İstanbul Kütüphanesi Yay., İstanbul 1990, s. 21. 29 Ali Şükrü Çoruk, Cumhuriyet Devri Türk Romanında Beyoğlu, Kitabevi Yay., İstanbul 1995, s. 26. 30 M. Fatih Andı, a.g.e., s. 162. 31 Sabahattin Kudret AKSAL, “Beyoğlu”, Geçmişle Gelecek, Çağdaş Yay., İstanbul 1987, s. 86. 26 28 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) Beyoğlu, Avrupai lokanta ve cafeleriyle, her türlü malı Avrupa’dan getirten lüks mağazalarıyla, gece hayatı ve eğlence yerleriyle Avrupa kentlerine benzemeye çalışmıştır.32 Beyoğlu, “eğlence hayatının daha çarpıcı ve ortamın müsait oluşu yönüyle mirasyedilerin, paşa çocuklarının, yeni yetişen genç neslin günlerini geçirdikleri biricik mekândır. Özellikle kış mevsimi gelen tiyatro kumpanyaları, lokantaları, Avrupa malı satan mağazalarıyla herkesi kendine çeker.”33 Böylece Beyoğlu, Mısır hanedanlarını taklide çalışan saray ve konak kadınlarının uğrak yeri olduğu gibi; işsiz güçsüz, ayak takımının da mekânı olur. Ayrıca burada başlayan yeni hayat felsefesi zamanla bütün İstanbul’a yayılır. Beyoğlu’nun Türk romanlarında mekân olarak kullanılmaya başlanması, Türk romanının yeni yeni oluşmaya başladığı zamanlara, 1870’lerden sonraya denk gelir. Yanlış batılılaşmanın ve sosyal hayattaki değişikliklerin merkezi olarak edebiyatımıza giren Beyoğlu, bu yönüyle her dönem edebiyatımızın sembol mekânlarından biri olmuştur. Beyoğlu’ndaki bu yaşam tarzı ile, eski İstanbul sayılan Eminönü yakası ve Üsküdar’daki yaşam arasındaki farklılık, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e romanlarımızın vazgeçilmez konularından biri olmuştur. “Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı’nın en çok kullanılan malzemesi bu iki dünya arasındaki uçurumdur. Bu uçurumla birlikte köksüz, moda ve Batılılaşmanın getirdiği ahlak düşüklükleri, ailenin ve insanımızın çürümesi romanlarımızda uzun uzun anlatılır.”34 Beyoğlu’nun devletin içinde bulunduğu durumdan habersizmişçesine yaşayanların semti olması, Samiha Ayverdi’nin bu semte bakış açısını olumsuzlaştırır. Asırlarca işlenmiş kültürlerine sahip çıkmayan bu semtin müdavimlerini sert bir dille eleştirir: “İstanbul’un karşısında divan durdurduğu için şöyle bir göz atmaya değen, fakat efendisinin malını çala çala çift çubuk sahibi olup eski kapısına ihanet eden zorba bir uşak, nankör bir kâhya, açıkgöz bir yanaşma gibi kurnaz Beyoğlu. Kaçak eğlence âlemleri kurulan gizli evler misillu, kelbî iştihaların harman olduğu müptezel, yıkıcı, ikiyüzlü Beyoğlu. Görünüşün ve gösterişin tam bir maharet ve ustalıkla inkişaf zemîni bulduğu şımarık, yapmacıklı, sahte Beyoğlu. Nikâhlanması düşünülmeyen keyif kadınları gibi, yoldaşlık, haldaşlık vefa ve dostluk bilmeyen kahpe Beyoğlu. 32 33 34 Köksal Alver, “Züppeliğin Sosyolojisi: Türk Romanında Züppe Tipler Örneği”, Hece Aylık Edebiyat Dergisi Türk Romanı Özel Sayısı, s. 256. Mehmet Törenek, “Eğlence Yerleri – Beyoğlu”, Hikaye ve Romanlarıyla Mehmet Rauf, Kitabevi Yay., İstanbul 1999, s. 276. Alemdar Yalçın, “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin / Fırkası’nın Faaliyetlerini Anlatan Romanlar”, Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı, Günce Yay., Ankara 1992, s. 40. S. ALAN Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul 29 Şahsiyetsizliğin zavallı çehresini riya düzgünleriyle kapatan gülünç Beyoğlu. Ne iftihar edilecek bir mazîsi, ne öğünülecek bir sıra tarihi olan bu üreme ve türeme koskoca semt, bugün, sanki İstanbul şehrini temsîl etme sâlâhiyetine mâlikmiş ve sanki İstanbul’un yüzünü ağartmak vazifesini başarabilirmiş gibi, el birliği ile süsleniyor, bezeniyor, bahçeler, gazinolar, yollar, abideler, tiyatrolar, kulüpler, bu mesuliyeti üzerine almış bir gururla her gün biraz daha çoğalıyor.”35 Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, “hamlesi yarı yolda kalmış Paris taklidi”36 olarak değerlendirdiği Beyoğlu, pek çok yönden Paris’ten bile “yaman” bir yerdir. Beyoğlu’nda yaşanan ve anlatılan her olay bir roman gibidir.37 Hiç de ahlaki olmayan bu hayat tarzları, bu hikâyeler, batıya yönelen Türk gençlerinin hayallerine şekil vermeye başlar. İstanbul’un diğer semtlerinde yaşayan, yetişen gençler artık buraları beğenmez olur; Beyoğlu’ndaki hayata gıpta ile bakarlar. Beyoğlu’na yerleşebilmenin bir fırsat olduğunu düşünürler: “Salim, bu kaba şakaları kendi söyleyip kendi dinledikten sonra bu sefer de sözü semtlerinin sapalığına, eğlencesizliğine getirdi. İstanbul denen, köprünün bu tarafı kötü bir yerdi. Yaşamak için Beyoğlu’nu seçenler doğrusu akıllılık ediyorlardı. Kendisi de Şişli taraflarında bir arsa almıştı, üstüne şöyle birkaç kat bina yapıverse hem mesken hem de irad olacaktı. Elde fırsat varken, ne diye böyle işleri geciktirmeli idi?”38 Samiha Ayverdi, Beyoğlu hayranlığının Türk gençleri arasında yayılmasının sebeplerinden biri olarak, Türk evlerine, konaklarına gelen yabancı uyruklu kişilerin anlattıkları Avrupa hikâyelerini görür. Konaklara mürebbiye, terzi, öğretmen gibi değişik vasıflarla gelen bu yabancılar, her fırsatta Avrupa’dan, Avrupa hayatının türlü zevk ve eğlencelerinden söz açarak dinleyenleri hayran bırakırlar. Halkın üst tabakasında bulunan konakların hemen hepsinde, yabancı uyruklu kişilerin hayranlık uyandıran hikâyeleri dinlenir: “Acaba İbrahim Efendi, bu Olga’ların, bu Fani’lerin, bu Raşel’lerin Garb’a açılan birer arka kapı olduklarını biliyor muydu? Biliyorsa, evinin içine, Beyoğlu ile Paris’in bu kapılardan girmesi hoşuna gidiyor muydu? Ne ki, gitmese de yapacak başka bir şey yoktu. Zira hem-seviye bulunduğu ailelerin 35 Samiha Ayverdi, “Beyoğlu”, İstanbul Geceleri, s. 121. Ahmet Hamdi Tanpınar, “İstanbul”, Beş Şehir, Dergah Yay., İstanbul 1995, s. 16. 37 Ali Şükrü Çoruk, Ahmet Midhat Efendi’nin Beyoğlu semtine bakışını tespitle verir: “...Ona göre Beyoğlu Batı medeniyetinin bütün kötü taraflarını bünyesinde barındırmaktadır. Beyoğlu’nda “murdarlıktan, hastalıktan, bataklıktan başka” hiçbir eğlence çeşidi yoktur. Bu yüzden özellikle mirasyediler için ciddi bir tehlikedir. Avrupalı romancılar Paris’i merkez almışlardır. Ancak Beyoğlu pek çok yönden Paris’ten “yaman” bir yerdir. Beyoğlu’nda yaşanan ve anlatılan her şey bir roman gibidir.” Ali Şükrü Çoruk, a.g.e., s. 32. 38 Samiha Ayverdi, Mesihpaşa İmamı, s. 230. 36 30 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) hepsinde bu Olga’lar, Fani’ler, Raşel’ler vardı. Ve Garp, Türk aristokrasisinin kapılarını bu Avrupalı taslaklarının eli, dili ve zevkiyle zorluyordu.”39 Samiha Ayverdi, “İbrahim Efendi Konağı” adlı eserinde, yabancı öğretmenlerden ders alan Mebru’da oluşan Beyoğlu sevgisini anlatır. Onun için Beyoğlu, Kâbe hükmündedir. Geleneksel yapıya uygun bayram yerleri Mebru’nun hoşuna gitmez. Bulduğu her fırsatta Beyoğlu’na gezmeye giden Mebru, kendisi için uygun olmayan yerleri de dolaşır: “Hâlbuki Şevkiye Hanımefendi’nin evlatlığı Mebru, konağa girip çıkan, kâh Fransızca ders veren kâh piyano öğreten hocalar sayesinde bir lövanten olup çıkmıştı. Onun için de Beyoğlu, adeta Mebru’nun kâbesi idi. Faik Ağa arabayı bir köşeye çeker, o da, ya terzi Fani ya da evin kendine uydurduğu gediklilerinden biriyle, girilmesi veya girilmemesi icap eden her tarafında dolaşırdı. Çocuk diye, bir şey anlamaz diye de küçük Ratibe’yi hiçe sayarak yanında olur olmaz her şeyi konuşurlardı.”40 Samiha Ayverdi, “Yolcu, Nereye Gidiyorsun..” romanında ise, Ziver Paşa’nın tek oğlu olan Rami’nin eğlence mekanlarında servet harcadığı Beyoğlu’nun farklı bir yüzünü ortaya koyar: İstanbul’un yönetim kargaşası yaşadığı dönemde Beyoğlu, memlekette her türlü suçu işleyen yabancıların sığınağıdır. Elçilik binalarına sığınan yabancılar, cinayet işlemiş olsalar bile ceza almamaktadırlar: “Bir gündü, mektepten eve gelirken, yolda sütbabama rast gelmiştim. Atıf Bey, vatani duygulardaki hassasiyetimi bildiği için, şahidi olduğu bir kapitülasyon imtiyazının acı örneğini anlatmaya başladı. Az evvel Beyoğlu’ndan geçerken, katil suçu ile aranan bir ecnebinin, tam yakalanacağı zaman bir sefarethaneye iltica ettiğini, kah ayaklarını yere vurarak, kah ağlar gibi, sesini yavaşlatarak uzun uzun söyledi. - Bu olur mu Adli, buna tahammül edilir mi? Düşün bir kere devlet içinde devlet…”41 Batı’nın İstanbul’a açılan kapısı olma özelliğini senelerce muhafaza eden Beyoğlu, Samiha Ayverdi’ye göre, hiçbir zaman Türk olmamıştır. Beyoğlu, her zaman, “Garp taklitçiliğine yaslanarak İstanbul’a istihfafla tepeden bakan bir semt olmuştur.”42 Beyoğlu’nu bir İstanbul’un çıbanı olarak gören Ayverdi, romanlarında da Beyoğlu’na bu düşüncesini destekleyen bir görev vermiştir. Boğaziçi Doğal güzellikleriyle ve mesire yerleriyle tanınan Boğaziçi, iki kıta ve 39 Samiha Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı, s. 64. A.g.e., s. 132-133. Samiha Ayverdi, Yolcu Nereye Gidiyorsun, s. 116-117. 42 Samiha Ayverdi, “Beyoğlu”, İstanbul Geceleri, s. 125. 40 41 S. ALAN Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul 31 denizin buluştuğu istisnai yerlerden biridir. İstanbul’u, dünyanın en önemli noktalarından biri yapan Boğaziçi, yöre olarak güneyde Tophane-Salacak hattı ve kuzeyde Rumeli ve Anadolu fenerleri hattı arasındaki kısımdır.43 Boğaziçi; Beşiktaş, Fındıklı, Ortaköy, Arnavutköy, Bebek, Rumeli Hisarı, Büyükdere, Beykoz, Sultaniye, Çubuklu, Kandilli, Çengelköy ve Beylerbeyi gibi birçok semti içine alan oldukça geniş bir mekândır. İstanbul’un fethinden sonra Türklerin dikkatini çeken Boğaziçi, “Bizans devrinde, bir medeniyet ve san’at mahalli, bir safa ve sayfiye yeri değil, itibarsız, şöhretsiz, solgun dirliksiz, yer yer manastırlar, kurban ve adak yerleri olan balıkçı köylerden ibarettir.”44 Yahya Kemal’in görüşüyle Boğaziçi, Türklerin İstanbul’u fethettikten sonra milli yönlerini, yaratıcı kudretlerini gösterdikleri bir semttir. Boğaziçi, fetihten sonra, iki sahil boyunca, Kavaklar’dan Marmara’ya kadar, yalı mimarisiyle süslenmiş, yeryüzünde, yalnız kendine benzer, başka bir şehir olmuştur.45 Hatta Boğaziçi, iki yakasına kondurulmuş çok güzel köşk ve yalılarıyla yabancıların dahi ayrılmak istemedikleri bir semt olmuştur.46 Boğaziçi, Türk Edebiyatı’nda en çok konu edilen İstanbul mekânlarından birisidir. 19. yüzyılda saray ve çevresinin, Boğaziçi’nin her iki sahilinde sahilsaraylar, sahilhaneler, köşkler ve yalılar yaptırmaya başlamalarıyla semt, edebiyatımızda daha fazla yer almaya başlamıştır. Günümüze kadar genellikle görünümü ve güzelliğiyle bir tablo olarak sunulan Boğaziçi, günümüzde şairler, romancılar ve hikâyeciler için bir doğa harikası olmaktan çıkarak, geçmiş zamanın bugüne taşındığı ekinsel bir ocak niteliğiyle anılmıştır.47 Samiha Ayverdi’ye göre “Boğaz demek, bir bakıma saz söz ve eğlence demektir.”48 İki sahilinde de yalıların yer aldığı Boğaziçi, mehtaplı gecelerde yüzlerce sandalın katılımıyla düzenlenen saz fasıllarının mekânıdır. Saz fasılları, çevre muhitlerdekilerin ve yalı sakinlerinin iştirakiyle, Boğaz sularında belli bir seyir takip edilerek gece yarılarına kadar devam eder. Bu saz fasıllarına katılmış olan bir İstanbul şairi Enderunlu Vasıf, geceleri kürek çekilen koyları, 43 Mehmet Çubuk, Boğaziçi, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 2, İstanbul 1994, Kültür Bakanlığı Ortak Yay., s. 266. Samiha Ayverdi, “Nehr-i Aziz”, Boğaziçi’nde Tarih, s. 43. 45 Yahya Kemal Beyatlı, “Türk İstanbul II”, Aziz İstanbul, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul 1999, s. 50. 46 Lamartine İstanbul’a ilk gelişindeki izlenimleri anlatırken, şehri gördüğü anda hissettiği üzüntülü bir şaşkınlık ve ve hayal kırıklığının sonradan büyük bir hayranlığa dönüşünden bahseder. Bu hayranlık, Boğaziçi yalılarını anlatırken artık son seviyesine ulaşmış şekildedir: “Sonra o ünlü Boğaziçi yalıları... Devlet ilerigelenlerinin ömürleri boyunca içlerinde yaşadıkları zengin, aydınlık, refahlı, süslü barınaklar. Her iki kıyı da bu yalılarla tıklım tıklım dolu. Boğaziçi öyle bir yer ki, çevreleri birbirinden güzel villalarla dolu otuz kilometrelik sudan bir cadde. İnanınız ki eğer talihiniz size bunlardan herhangi birini nasip etmiş olsaydı, ömrübillâh, oradan ayrılmayı aklınıza bile getirmezdiniz.” Lamartine, “İstanbul’a İlk Geliş”, Şemsettin Kutlu (Haz.), Bu Şehr-i İstanbul Ki, Milliyet Yay., İstanbul 1972, s. 75-76. 47 Selim İleri, “Edebiyatta Boğaziçi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 2, s. 286. 48 Samiha Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı, s. 227. 44 32 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) Boğaziçi’nin iki yakasındaki iki köşeyi: “Bahrin bu şeb emvâc-ı safâ aştı boyundan Vasıf, gidelim Göksu’ya İstinye koyundan”49 mısralarıyla dile getirmiştir. Boğaziçi’nde yaşayanların, diğer semtlere oranla, kendilerine has bir incelikleri vardır. “Boğaziçi, her şeyden önce bir zevk ve üsluptur.”50 Bu yöre halkının zevki, duyguları, hayat görüşü Boğaz’ın lacivert ve yaldız parıltılı sularının kenarında, saatle, aydınlıkla değişen manzarayı seyrederek olgunlaşmıştır. “Bir bütün arzeden, zevkleriyle kültürüyle çok köklü bir medeniyetin muhassalası olan bu yaşayış tarzı, uzun asırların içinden süzülerek gelmektedir.”51 Yapılan mehtap gecelerinde veya mesirelerde Nedim gibi, Enderunlu Vasıf gibi birbirinden usta sanatçıların iştirakiyle şiirlerin, şarkıların söylendiği; musikinin ruhlara işlediği seviyeli eğlenceler tertiplenirdi. Yazlıkların çoğunun mekânı olan Boğaziçi52, yaz akşamlarında birbirinden eğlenceli mehtap sefalarına ev sahipliği yapar. Boğaziçi’nin kendine has kültürüyle yetişmiş olanların vazgeçemediği bu âlemler, yeni neslin pek itibarını görmez. Genelde saygın kişilerin düzenledikleri bu gecelerde, davetlilerin katılımıyla yüzlerce sandal Boğaz sularında buluşur. “Yolcu Nereye Gidiyorsun?” romanında bu gecelere yer veren Samiha Ayverdi, bu sanat ve muhabbet dolu âlemlerin unutulmasından duyduğu rahatsızlığı da hissettirmektedir: “Bir vakitler, Anadolu Hisarı'nda aşı boyalı eski bir meşruta yalıda oturmuştuk. Büyükannemin bizde sayılı misafirlik günleri, benim de sayılı zevk günlerimdendi. Zira o bizde oldukça, neş'enin, eğlencenin benim de hakkım olduğunu hissettiren bir himayede olduğumu fark ederdim. Bilhassa diyebilirim ki Boğaz'ın o eşsiz mehtap âlemlerine yalnız onunla çıkmışımdır. Henüz çocukluk çağında sayıldığım için, kadınların sandalında bulunmama da bir mani yoktu. O zamanlar henüz orta yaşlı bir hanımefendi olan büyükannem, saz geceleri, Boğaz'ın ıslak bir tül gibi insanın derisine yapışan rutubetinden korunmak için dizinde örtü ve maşlahının üstüne almak üzere yanında bir atkı ile kayığa binerdi. Ne annemin ne de babamın bu saz ve mehtap âlemlerine iştirak ettiklerini ve ne de kardeşlerimin, benim gibi mehtaba çıkmak isteğiyle delicesine büyükannemin peşinde gezdiklerini hatırlıyorum. Mehtap gecelerine karşı babam kayıtsız, annem, pek açığa vuramadığı bir küçümseyişle daima 49 Yahya Kemal Beyatlı, “Fetihten Sonra İstanbul – Semtler”, Şemsettin Kutlu (Haz.), Bu Şehr-i İstanbul Ki, s. 290. Ahmet Hamdi Tanpınar, “Boğaziçi Mehtapları”, Zeynep Kerman (Haz.), Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergah Yayınları, İstanbul 1998, s. 411. 51 Necmettin Türinay, “Hatıra”, Abdülhak Şinasi Hisar, M.E.B. Yay., İstanbul 1993, s. 271. 52 Ayverdi, Boğaziçi semtini yazlıkların bulunduğu semt olarak anlatır: “...O devirde İstanbul, taht şehri olduğundan sefaretlerin hepsi Beyoğlu’nda ve yazlıkların çoğu da Boğaziçi’nde bulunmakta idi.” Samiha Ayverdi, “Sefir ve At Cambazı”, Hey Gidi Günler Hey, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2002, s. 83. 50 S. ALAN Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul 33 uzaktılar. Hatta annem, misafirlerinin hatırı için bile olsa bir bahane bulur ve evde kalıp piyano çalardı. Şurası tuhaftı ki amcam, babamın ve annemin hayatlarında hemen hiç bir iz yapmadan geçen bu gecelerin hayranı idi. Ancak mevkiinin îcap ettirdiği yasak yüzünden, onlara uzaktan imrenir ve bu âlemi, yalısının karanlık penceresinden -o da gizlice- seyrederdi. Fakat büyükannemin bize geldiğini haber aldığı geceler, ya kendi gelir yahut da haber göndererek: - Yarın akşam filanın mehtabı varmış, hanımefendi Nedîm'in sesini sever, acele edip de İstanbul'a gidivermesin.. Dedirtir ve biz de böylece, peşinden bir kaç yüz mehtapçıyı, bir gelin duvağı gibi sürükleyen saz kafilesine takılırdık.”53 Boğaz’ın mehtapları kadar ünlü olan ve ilgi çeken bir yönü de mesireleridir. “Boğaz’ın suları kadar, mesirelerini de güzel sesleri güzel sazları ile adeta kesime almış hanende ve sazendelerin peşlerinden gitmek, ya da arkalarından methiyeler söylemek, tercihler yapmak, o devrin en revaçta meselelerindendi.”54 Boğaziçi, mesirelerin yanı sıra meyhane ve gazino gibi eğlence mekânlarını da barındırır. İçki âlemleri düzenleyenlerin, meyhaneleri mesken tutanların Boğaziçi’nde kendilerine has köşeleri vardır.55 Boğaz’ın tabiat güzelliklerini tercih ederek buraya gelen âlemcilerin görüşleri zamanla değişikliğe uğrar. Samiha Ayverdi, “Yaşayan Ölü” romanında, medeni eğlencelere düşkün olan Macit’in Boğaz’da eğlence mekânı olarak gazinoları tercih ediş sebebini şöyle anlatır: “- Macit Ağabey beni bir yere götür, içim sıkılıyor... dedim. Meşhur spor otomobili kapıda duruyordu. - Boğaz’a gidelim! dedi. -Ama sen şık gazinoları tercih edersin; halbuki ben bir kır kahvesine gitmek, yahut doğrudan doğruya kırlarda, dağlarda gezmek istiyorum, dedim. Müstehzi ve bol kahkahasıyle bir hayli güldü. - Zavallı kardeşim, bırak şu budala zevkleri… tabiat, cahil ve görgüsüz bir kadın gibidir; vereceği haz da şüphesiz iptidai, kaba saba bir zevkten ibarettir. Medeni eğlencelerin çeşitleri dururken, dilsiz tabiatla baş başa kalmakta ne mana var? Bana bir çayırın yeşilliğinden, bir poker masasının yeşil çuhası daha caziptir, dedi.”56 53 Samiha Ayverdi, Yolcu Nereye Gidiyorsun, s. 180. Samiha Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı, s. 228-229. Samiha Ayverdi, “Boğaziçi”, İstanbul Geceleri, s. 140-141. 56 Samiha Ayverdi, Yaşayan Ölü, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2001, s. 62. 54 55 34 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) Samiha Ayverdi, romanlarında Boğaziçi’ni genellikle manzarası yönüyle ele almıştır. Yazarın romanlarında, Boğaz manzarasını seyreden kahramanlar önce karşılarında duran manzaranın büyüsüne kapılır, sonra hayallere dalarlar. Boğaz’ı, “bir manada orman, koru ve bahçe”57 olarak yorumlayan Ayverdi, romanlarındaki kahramanlara da bu yeşillik ortasında denizin büyüleyici maviliğini seyrettirir: İrfan Paşa Korusu, Boğaz’ın en meşhur korularındandı. Genç kız, buranın çok müstesna parçaları arasında, çınar altını her bir köşesine tercih ederdi. Çınar yapraklarının yekpâre kesâfetiyle gölgelenmiş olan bu düzlükte eskiden beri, fındık ağacından yapılmış bahçe koltukları vardı. Aliye burada oturur, ağaçların ve dalların arasından Boğaz’ın kopuk kopuk görünüşüne, kanmadan, doymadan bakardı. Nitekim şimdi de, dünyanın hiçbir köşesinde eşi olmayan, bu güzellik mahşerine aynı hayran gözlerle bakıyordu. Dağ, deniz, koru, vâdi, renk, çiçek hâsılı tabiattan aranan bütün vasıflar Boğaz’da baş başa omuz omuza yarış etmekte idi. Boğaziçi, gönüle seslenen coşkun bir şiir, Boğaziçi güler yüzlü bir âşinâ, Boğaziçi konuşulan ve cevap alınan bir arkadaştı. Hem munis ve yakın, hem vahşi güzelliği ile çok okunmuş ama bıkılıp usanılmamış kitap, tabiat sergüzeştlerinin baş başa verdiği bir meşveret mahalliydi.”58 Samiha Ayverdi, Boğaziçi’ni güzelliğine doyulamayacak bir mekân olarak sunar. Yazar, “Son Menzil” romanında, Boğaz’ın diğer yerlere oranla güzellikteki üstünlüğünü, Kafkasya kökenli olan Şöhret Dadı’ya bile kabul ettirir.59 Dünyanın hiçbir köşesinde eşi olmayan Boğaz’daki görüntü, seyredenin gün geçtikçe daha fazla müptelası olacağı bir güzelliktedir. “Aliye’nin içeri girmemekte hakkı vardı. Senelerden beri doya doya içinde yaşayamadıkları Boğaz, doyulacak, bakılacak bir yer miydi? Baba kız, gözlerinin bütün emici kabiliyetiyle bu eşiz ve hayali güzelliği içiyorlardı. Yazla sonbaharın diz dize bulunduğu içli, sessiz bir gün başlıyordu. Ürperen, heyecanlı bir güzellik, bir kaftan gibi bütün bu manzaranın üstüne geçmişti. Henüz güneşin kaldıramadığı hafif bir sis, ıslak bir tül gibi genç kızın yüzüne, çıplak kollarına yapışıyor, sanki bütün mesânelerinden içeri girerek tatlı bir üşüme veriyordu. 57 58 59 Samiha Ayverdi, “Boğaz’a Doğru”, Boğaziçi’nde Tarih, s. 74. Samiha Ayverdi, Batmayan Gün, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2001, s. 20. Ayverdi, Son Menzil romanında Şöhret Dadı karakterini, küçük bir kız çocuğu iken Kafkasya’dan getirilerek yetiştirilen bir halayık olarak tanıtır. Ve hep memleketinin hasretiyle yanan ve oraların güzelliğini anlatan bir karakter olarak tanıttığı Şöhret Dadı’ya bile Boğaziçi’nin güzelliği karşısında pes ettirir: “Hele bu denizin, bu gençliğinin ateşli günlerini görmüş, tel tel parlayan kumral saçlarını taraken bir ayna gibi gözünün takılıp kaldığı bu oynak suların aşinalığını hiçbir yerde bulmak mümkün değildi. Ne dağlar bu derece hisli, ne vadiler, yamaçlar bu kadar fasih konuşucu idi. Hatta kendi memleketinin buzlu dereleri, gökyüzüne doğru bir hamlede fırlamış gibi sivrilen dağları ve kılıçla ikiye kesilmiş gibi çatlak kayalardan soğuk suları bile şu Boğaziçi denen cennetin güzellikleri ile boy ölçüşemezdi...” Samiha Ayverdi, Son Menzil, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2002, s. 148-149. S. ALAN Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul 35 Boğaziçi… her çizgisi ile kıvrılıp bükülen bu oymalı, zinetli, ihtişamlı tabiat köşesi, dağlarda, tepelerde bu renk renk nakışlı örtüler, kaftanlar Aliye’nin çocukluğundan beri hasretini çektiği bu cennet ne doyulmaz bir diyardı. İnsan, şu görünüşe gün geçtikçe alışıp ilk duygular hızını kaybederek lâubalî olacağı yerde, aksine, her geçen günle, ona karşı daha taze bir iştiyak duyuyordu.”60 Samiha Ayverdi’nin romanlarında Boğaziçi’nin karşımıza çıkan bir yönü ise, Boğaz’ın iki kıyısında bulunan yalılardır. Genelde paşaların ve beylerin yazları ikamet ettikleri büyük yalılar, yapılarıyla ve barındırdıkları insan kadrosuyla; şehir ve muhitleriyle münasebeti kesmiş tavırlarıyla imparatorluk minyatürü idiler. Bu yalılara karşılık, Boğaz’da bulunan rical, memur ve tacir yalıları ise birbirleriyle kurdukları diyalogla asıl Boğaziçi hayatını yaşatan yerlerdir.61 Boğaz güzelliğinin bütün haşmetiyle seyredilebildiği yalılar, romanlardaki kahramanların bu manzara karşısında seyre daldıkları mekânlardır: “Çoğu zaman Hacı Süleyman Ağa ile genç karısı, Boğaz'ın şafakla dirildiği, gurupla alev aldığı ve mehtapla vuslata vardığı sularına karşı yalılarının penceresinde otururlardı. Bazan konuşup halleşir, bazan da karşılarında el pençe duran tabiatın büyüsüyle büyülenip kalırlardı. Akşam vakitleri, karşı sahillerin hülyalı gözler gibi bakan, bakarken de güneşin rengine boyanan pencereleri, kısacık saltanatıyla yere göğe sığmayan devletliler misali, varlıklarına ne de mağrur görünürdü. Ya sular; bir renk cümbüşüne dalmış sular da öyle değil miydi? Üç beş dakika sürecek ihtişamlarının sarhoşluğu ile adeta mest, mahmur ve dalgın durulur; Nihayet yaklaşan gece, dalgalarda bir kartal gibi çırpınan ışıkları birden uçurup yok ediverirdi. O zaman da bu kırılan kıvrılan, yanıp tutuşan dalgacıkların beti benzi atar ve artık karanlığın saltanatı hükmünü sürmeğe hazırlanırdı.”62 Boğaziçi’nin sahip olduğu tarihi değerleri, coğrafi güzellikleri, mimari eserleri birçok eserinde anlatan Ayverdi, bununla yetinmemiş, bu semtin her yönüne ışık tutan “Boğaziçi’nde Tarih” adlı eserini kaleme almıştır. Çamlıca Çamlıca, Anadolu yakasında, Üsküdar yerleşmesinin dört kilometre doğusunda, İstanbul’un iki ünlü tepesinin bulunduğu semttir.63 Doğal güzelliği, 60 Samiha Ayverdi, Batmayan Gün, s. 4-5. Samiha Ayverdi, “Boğaziçi”, İstanbul Geceleri, s. 138-139. Samiha Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı, s. 26. 63 Çiğdem Aysu, “Çamlıca”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 2, s. 464. 61 62 36 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) İstanbul ve Boğaziçi manzarasının buradan bütün ihtişamıyla seyredilmesi Çamlıca’nın artı özellikleridir. Şehre olan uzaklığı nedeniyle burası, uzun yıllar bağlık bahçelik olarak kullanılmıştır. Mesire yerleri, bahçeleri, yapılan köşk ve kasırlarla sayfiye olarak kullanılan Çamlıca’nın, Osmanlı döneminde rağbet görmeye başlaması 18. yüzyılın başlarından itibarendir. Tanzimat dönemi devlet adamlarının ve zenginlerinin gözde semti olan Çamlıca, bu yönüyle, Tanzimat dönemi edebiyatçılarının da eserlerinde en çok sözünü ettikleri semt olmuştur. Bu dönemde Çamlıca, pitoresk bir görüntü içerisinde tasvir edilmiştir. Namık Kemal’in, “Cenneti-âlâ’nın yeryüzüne inmiş bir parçası”64 ve “Bolluk veren Allah, âlemde âb-ı hayâtı yaratmak isteseydi, bu özelliği Çamlıca suyuna verirdi.”65 sözleriyle nitelendirdiği Çamlıca, edebiyatımızın diğer dönemlerinde de kendisinden sıkça bahsettirmiştir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifadesiyle, “her saat istirahat ve hayatın keyfinin duyulduğu” semt olan Çamlıca, Samiha Ayverdi de ise, “İstanbul gecelerini tek bakışta seyreden tek göz”66 unvanını yüklenir. Burası, Boğaz’ı ve İstanbul’u hâkim bir noktadan seyretmek isteyenlerin tercih ettikleri bir semt olmuştur. Çamlıca, Samiha Ayverdi’nin romanlarında, “Yolcu, Nereye Gidiyorsun...” romanı haricinde, sadece isim olarak telaffuz edilir. Bu romanlarda Çamlıca’nın mesire yerlerinin ve köşklerinin adı geçer. “Yolcu, Nereye Gidiyorsun..” romanında ise, Çamlıca’da bulunan bir arkadaşın köşküne yapılan ziyaretten, Küçük Çamlıca kırlarındaki gezintiden ve donanma gecesindeki eğlenceden bahsedilir: “Gece, tekrar sokağa çıktık. Büyük Çamlıca dağı yekpare bir ateş gibi fenerlerle donatılmıştı. Halk, deniz üstünde çalkanan çerçöp avareliği içinde durmadan bir yerden bir yere gidiyor, eğlenmeyi aklına koymuş ve sırf bu telkinden gelme bir neş'enin buyruğu ile gülmeye, zevklenmeye çabalıyordu. Birbirine meydan okumak ister gibi sağdan soldan gökyüzüne fırlayan havaî fişenkleri, dahmeler, necm-i sabitler, kısacık ömürlerinin kısacık ihtişamından sonra, renk renk kandillerini dökerek sönerken, bir başka köşeden bir başkası, sanki kendisi hiç düşmeyecek hiç sönmeyecekmiş gibi gururla yükseliyordu. Ben, bu göz alıcı yarışı seyrederken, bir gurur sarhoşunun, karşısındakinin hazin akıbetini görmeden yükselişini ve bir daha inmeyeceğini sandığı yüksekliklerden tepe aşağı kayıp yok oluşunu düşünmekten kurtulamıyordum. Nihayet biz de bu zevk selinin arasına katıldık. Gecenin en güzel eğlencesi, şüphesiz ki fişenklerdi. Bu gökyüzü şenliğini seyrederken, onları îcat eden, hazırlayan Tophane ustalarının hayret verici maharetlerine şaşmaktan 64 Namık Kemal, “Çamlıca”, Şemsettin Kutlu (Haz.), Bu Şehr-i İstanbul Ki, s. 387. Namık Kemal, İntibah, Aydıncan Yay., Mersin 2004, s. 11. 66 Samiha Ayverdi, “Çamlıca”, İstanbul Geceleri, s. 190. 65 S. ALAN Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul 37 kurtulamıyorduk.”67 Samiha Ayverdi, Çamlıca Tepesi’nden, bir baştan bir başa uzanıp yatmış İstanbul’u seyretmenin, bıkılıp usanılmaz bir manzara olduğunu söyler. Fakat eski Çamlıca Tepesi’nin yerinde artık medeni ve bambaşka bir Çamlıca Tepesi’nin olduğunu da üzülerek ekler.68 Yazar, belki de bu durumun üzüntüsünü hafifletmek için, romanlarındaki kahramanlarını, hatıralarında kalan Çamlıca’da dolaştırmıştır. Eyüp Eyüp, İstanbul’un fethi ile birlikte kurulan ilk Osmanlı Türk sur dışı yerleşmesidir. Boğaz suyoluna göre İstanbul’un batı yakasında ve Haliç suyolunun güney kıyısında yer alan bir semttir. Engebeli bir yapıya sahip olan Eyüp, birçok vadi ve tepeden oluşmaktadır. Bu tepelerden en ünlüsü, Fransız yazar Pierre Loti’nin İstanbul’a geldikçe ziyaret ettiği, kahvehanede oturup, buradan Haliç ve İstanbul manzarasını seyrettiği ve halk tarafından da Piyer Loti Tepesi olarak adlandırılan tepedir. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde de yer alan bu tepe, Pierre Loti sayesinde yabancıların kaynaklarında ve seyahatnamelerinde yer almıştır.69 Eyüp, kendi kendine yetecek bir semttir. Her türlü ihtiyacın karşılanabildiği bir yapıya sahip Eyüp Semti’nin, bir diğer özelliği ise ziyaretçilerinin eksik olmamasıdır. Pierre Loti’nin bile fırsat buldukça uğradığı ünlü kahvehanelerinin yanı sıra, Eyüp Sultan Hazretlerinin Türbesi de ziyaretçi toplayan bir merkezdir. Eyüp, hem şehir havası taşıyan hem de köylü yapısını koruyan, daha çok bir kasaba havasında olan bir semttir: “Eyüp, merkezden muhite doğru yelpaze gibi açılan şehrin içinde, yarı müstakil ve karakteristik hayatı ortasında, her şeyi kendi çatısı altında arayıp bulan kimselerin merdümgirizliği içinde, kendi kendine yeten bir semt sayılırdı. Avlusunda, kışın bile bir topal leyleği, durup dinlenmeden yağan bir güvercin sağanağı bulunan camiinden ve memleketin dört köşesinden ziyaretçi toplayan türbesinden, sükût işareti veren zenci parmakları gibi, havaya kalkmış hesapsız servilerinden başka, oyuncakçıları, kebapçıları, kaymakçıları, taşçıları, bahçeli bahçesiz sıra sıra kahvehaneleriyle nam almış bir çarşısı da vardı. İstanbul şehrinin bu katışıksız semtini, sınırları kırlara ve dağlara dayandığı için biraz da köy saymak mümkündü. Belki de kaymağının dillere destan oluşu, civar köylerin mandıralarından indirilen köpüklü ve halis sütler yüzündendi. Oyuncakçı ise, göbeğine ayna kırığı yerleştirip üstünü kırmızıya 67 Samiha Ayverdi, Yolcu Nereye Gidiyorsun, s. 321. Samiha Ayverdi, “Bir Çamlıca Tepesi Vardı”, Bağ Bozumu, Hülbe Yay., İstanbul 1987, s. 120-121. 69 Fahrünnisa KARA, “Eyüp”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 3, s. 245. 68 38 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) boyadığı minicik testileri saksıları, komşu tuğla harmanlarının ağdalı çamurundan yoğururdu.”70 Eyüp Semti, Samiha Ayverdi’nin romanlarından, sadece “İbrahim Efendi Konağı” adlı eserinde geçmektedir. Yazar, konaktan, hizmet müddetini doldurarak evlenme suretiyle ayrılarak kendi evine taşınan Teranedil Kalfa’nın oturduğu bu semti detaylı olarak tanıtır. Bu tanıtım sırasında ise, mütevazı ve muhafazakâr yapısıyla Eyüp Semti’nin, Batı hayranı olan ve Beyoğlu’ndan başka bir yerden alışveriş yapmayı gurur meselesi yapan konak halkının yaşam felsefesini de yansıtır: “... Hele Eyüp gibi şehir hayatının bir çeşit körfezi denebilecek olan bu kuytu inziva köşesi için, mukadder alın yazısını seçmek daha güçtü. Ratibe Hanım, servisi, türbesi, kabristanı, çeşmesi, sebili her yerden daha bol olan bu semtten, oldu olası çok hoşlanırdı. Kökçü Halil Efendi’nin evi ise, çarşıya yakın dar bir sokağın geniş bahçeli ferah evlerinden biriydi. Ratibe Hanım daha küçük bir çocukken, İskele Caddesi’ne iki keçeli sıralanmış oyuncakçı dükkânlarının önünden aklı kalmadan geçemezdi. Tepeleri renk renk tüylerle hotozlanmış hacıyatmazlar, karınlarına ayna kırıkları yerleştirilmiş kırmızı boyalı ufacık testiler, kursak düdükler, fırıldaklar, beşikler, çekçek arabaları, defler, davullar, tahta kılıçlar, çarkıfelekler, dönme dolaplar ne de çok, ne de güzeldi. Fakat istediği kadar imrensin ona bunlardan almak adeta yasaktı. “Sana layık mı, o bayağı şeyler!..” denir ve Beyoğlu’na her çıkışta kurgulu, makineli türlü oyuncaklar, sarışın kumral boy boy bebekler alınırdı. Çocuk bunlara da sevinir, fakat gene de gönlü o “bayağı” oyuncaklarda kalırdı.”71 Eyüp semtinin tasvirini yapan Samiha Ayverdi, bu semtin sahip olduğu değerlerin zamanla unutulmasından ve bir kısım halk için yabancılara teşhir edilecek bir mekân olarak görülmesinden rahatsızdır.72 Milli kültürün, milli değerlerin yaşandığı bir yer olarak gördüğü Eyüp’ün, “artık fakir halkın sığınmasından öte karı kalmamış köhne bir yer, harap türap olmasından kimsenin mes’ul tutulmadığı ve tutulmayacağı bir kenar mahalle”73 şeklinde anılmasından şikâyetçidir. SONUÇ Samiha Ayverdi’nin eserlerinde, neredeyse, İstanbul’un bütün semtlerinin adı geçmektedir. Çeşitli vesilelerle Aksaray, Beşiktaş, Eminönü, Üsküdar gibi daha birçok semtten bahsedilmiştir. Fakat Yazar’ın en çok 70 Samiha AYVERDİ, “Çamlıca”, İstanbul Geceleri, s. 113-114. Samiha AYVERDİ, İbrahim Efendi Konağı, s. 310. 72 Samiha AYVERDİ, “Açık Hava Müzesi Eyüp’ten Çizgiler”, Hatıralarla Başbaşa, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1998, s. 215. 73 Samiha AYVERDİ, İbrahim Efendi Konağı, s. 312. 71 S. ALAN Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul 39 üzerinde durduğu, tanıttığı mekânlar; ya kendi çocukluk hatıralarının mekânı olan ya da tabiat güzellikleriyle, tarihi ve kültürel yönleri ile daha fazla ön plana çıkan semtler olmuştur. Buna göre Samiha Ayverdi’nin eserlerinde geçen semtleri, bahsedilen ve tanıtılan semtler olarak gruplandırmak mümkündür. Biz de yaptığımız çalışmada, bu gruplandırmadan hareketle, Ayverdi’nin eserlerinde tanıttığı İstanbul’un başlıca semtlerini inceledik. İstanbul sevdalısı sanatçılarımız arasında önemli bir yeri olan Samiha Ayverdi; 1453’ten bu yana hem Türk milletini geliştiren hem de Türk milletiyle gelişen bu güzel şehri semt semt tanıtmıştır. Bu tanıtımda ise; semtlerin sadece coğrafi niteliklerini vermemiş, fırsat buldukça farklı noktalarındaki tarihi olaylarına, hikâyelerine de değinmiştir. Böylece İstanbul’un bu semtlerine farklı bir kimlik kazandırmış, buraları Türk medeniyetinin değişik bir yönüyle özdeşleştirmiştir. Gördüğü, yaşadığı İstanbul’u geleceğe aktarma düşüncesi ve gayretinde olan Ayverdi, İstanbul’u tanıtırken kendini, hatıralarını anlattığı eserlerle sınırlamamıştır. Hatıralarında ve diğer eserlerinde yaşattığı gerçek İstanbul’u, romanlarının kurgusal dünyasına da yansıtmıştır. Bu yansıtma sırasında semtlerin kültürel özelliklerinden istifade etmeyi ihmal etmemiştir. Zira romanlarındaki kahramanların hayat felsefelerini, karakterlerini; yaşadıkları veya sevdikleri semtlerin kültürel yapıda yüklendikleri imajlarla bütünleştirerek vermiştir. Samiha Ayverdi’nin eserlerinde karakteristik özellikleriyle tanıtılan semtlerin başında Şehzadebaşı gelmektedir. Yazarın çocukluk döneminin geçtiği Şehzadebaşı, orta halli mahalle evleri ve bey konaklarıyla ekonomik ve siyasi yönleriyle her konumdan insanın bulunduğu bir semttir. Bu semt; konaklarıyla siyasete yön verdiği kadar; çayhaneleri, tiyatroları ve sohbet mekanlarıyla İstanbul’un kültür yapısını da şekillendiren önemli mekanlardan biridir. Batılılaşma hareketiyle birlikte İstanbul’da Avrupa’nın temsilcisi konumuna gelen Beyoğlu, Samiha Ayverdi’nin asla tasvip etmediği ve asla sevmediği bir semt olmuştur. Bunun temel sebebi, çoğunluğu mürebbiyeler ve yabancı öğretmenler gibi Avrupa’dan gelen insanların elinde Batı hayranı olarak büyümüş semt sakinlerinin, kendi kültürlerini aşağılayıcı tavır ve davranışlara meyletmeleridir. Ayverdi, İstanbul için bir çıban olarak nitelendirdiği bu semti bütün eserlerinde hep bu olumsuz yönüyle işlemiştir. İstanbul’un fethinden hemen sonra yapılmaya başlanılan köşk ve yalılarıyla Boğaziçi, doğal güzelliklerle Türk mimari zerafetinin buluştuğu semt olarak tanıtılır. Bu semt, saz ve eğlencenin, mehtap safalarının mekânıdır. Fakat zamanla bu semtin eğlence anlayışı Beyoğlu eğlencesine yenik düşer. Bu durum Ayverdi’nin eserlerine, bu güzel kültür ve edebiyat ortamına olan özlem; sanat ve muhabbet dolu bu âlemlerin unutulmasından duyulan rahatsızlık olarak 40 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) yansır. Ayverdi’nin geçmişe duyduğu hasreti yansıtan semtler arasında Çamlıca ve Eyüp de bulunur. Yazarın eserlerinde, İstanbul’u bir baştan bir başa seyredebilmenin mekânı olan Çamlıca ile hem şehir havası taşıyan hem de köylü yapısını koruyan Eyüp’ün eski değerlerinden uzaklaşmasına duyulan üzüntü vardır. Fethedildiği zamandan itibaren toplumumuzu siyasi ve sosyal yönden şekillendiren İstanbul’un; Samiha Ayverdi örneğinde olduğu gibi, kültür ve edebiyat dünyamıza da her daim yön verdiği aşikârdır. Sonuç itibariyle, her yönüyle Türk insanı ile bütünleşmiş bu kara parçasını, toplumun sesi olan edebiyatımızdan koparmak mümkün değildir. KAYNAKÇA AKSAL Sabahattin Kudret, “Beyoğlu”, Geçmişle Gelecek, Çağdaş Yay., İstanbul 1987. ALVER Köksal, “Züppeliğin Sosyolojisi: Türk Romanında Züppe Tipler Örneği”, Hece Aylık Edebiyat Dergisi Türk Romanı Özel Sayısı. ANDI M. Fatih, “Cumhuriyet Devri Türk Romanında Beyoğlu”, İnsan Toplum Edebiyat, Kitabevi Yay. İstanbul 1996. AYSU Çiğdem, “Çamlıca”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 2, İstanbul 1994, Kültür Bakanlığı Ortak Yay. AYVERDİ Samiha, “Bir Çamlıca Tepesi Vardı”, Bağ Bozumu, Hülbe Yay., İstanbul 1987. AYVERDİ Samiha, Batmayan Gün, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2001. AYVERDİ Samiha, “Galata’dan Boğaz’a Doğru”, Boğaziçi’nde Tarih, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2002. AYVERDİ Samiha, “Açık Hava Müzesi Eyüp’ten Çizgiler”, Hatıralarla Başbaşa, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1998. AYVERDİ Samiha, “Sefir ve At Cambazı”, Hey Gidi Günler Hey, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2002. AYVERDİ Samiha, İbrahim Efendi Konağı, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1999. AYVERDİ Samiha, İnsan ve Şeytan, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2001. AYVERDİ Samiha, İstanbul Geceleri, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul 1977. AYVERDİ Samiha, Küplüce’deki Köşk, Hülbe Yay., Ankara 1989. AYVERDİ Samiha, Mesihpaşa İmamı, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2000. AYVERDİ Samiha, “Doğduğum Ev”, Rahmet Kapısı, Hülbe Yay., İstanbul 1985. AYVERDİ Samiha, Son Menzil, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2002. AYVERDİ Samiha, Yaşayan Ölü, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2001. AYVERDİ Samiha, Yolcu Nereye Gidiyorsun, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1997. BANARLI Nihat Sami, “Samiha Ayverdi”, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C. II., M.E.B. Yay., İstanbul 1998. BEYATLI Yahya Kemal, “Türk İstanbul II”, Aziz İstanbul, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul 1999. BEYATLI Yahya Kemal, “Fetihten Sonra İstanbul – Semtler”, Şemsettin Kutlu (Haz.), Bu Şehr-i S. ALAN Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul 41 İstanbul Ki, Milliyet Yay., İstanbul 1972. BİRSEL Salah, “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu”, Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu, Sel Yayıncılık, İstanbul 2002. ÇORUK Ali Şükrü, Cumhuriyet Devri Türk Romanında Beyoğlu, Kitabevi Yay., İstanbul 1995. ÇUBUK Mehmet, Boğaziçi, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 2, İstanbul 1994, Kültür Bakanlığı Ortak Yay. DUHANİ Said Naum, Beyoğlu’nun Adı Pera İken, Çev: Nihal Önol, Çelik Gülersoy Vakfı İstanbul Kütüphanesi Yay., İstanbul 1990. İLERİ Selim, “Edebiyatta Boğaziçi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 2, İstanbul 1994, Kültür Bakanlığı Ortak Yay. KARA Fahrünnisa, “Eyüp”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 3, İstanbul 1994, Kültür Bakanlığı Ortak Yay. KAPTAN Özdemir (Arkan), “Beyoğlu Neresidir?”, Beyoğlu, İletişim Yay., İstanbul 1989. KEMAL Namık, “Çamlıca”, Şemsettin Kutlu (Haz.), Bu Şehr-i İstanbul Ki, Milliyet Yay., İstanbul 1972. KEMAL Namık, İntibah, Aydıncan Yay., Mersin 2004. KIRZIOĞLU Banıçiçek, “Samiha Ayverdi’nin İstanbul’u”, Samiha Ayverdi’nin Hayatı ve Eserleri, C. 1, (Basılmamış Doktora Tezi), Atatürk Ünv., Sosyal Bilimler Ens., Erzurum 1990. LAMARTINE, “İstanbul’a İlk Geliş”, Şemsettin Kutlu (Haz.), Bu Şehr-i İstanbul Ki, Milliyet Yay., İstanbul 1972. OKAY Orhan, “Osmanlı Hayatının Batılılaşması”, Batı Medeniyeti Karşısında Ahmed Midhat Efendi, M.E.B. Yay., İstanbul 1991. REFİK Ahmet, “Eski Beyoğlu”, Tahir Yücel (Haz.), Kafes ve Ferace Devrinde İstanbul, Kitabevi Yay., İstanbul 1998. TANPINAR Ahmet Hamdi, “İstanbul”, Beş Şehir, Dergah Yay., İstanbul 1995. TANPINAR Ahmet Hamdi, “Boğaziçi Mehtapları”, Zeynep Kerman (Haz.), Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergah Yayınları, İstanbul 1998. TÖRENEK Mehmet, “Eğlence Yerleri – Beyoğlu”, Hikaye ve Romanlarıyla Mehmet Rauf, Kitabevi Yay., İstanbul 1999. TÜRİNAY Necmettin, “Hatıra”, Abdülhak Şinasi Hisar, M.E.B. Yay., İstanbul 1993. YALÇIN Alemdar, “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin / Fırkası’nın Faaliyetlerini Anlatan Romanlar”, Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı, Günce Yay., Ankara 1992. YETİŞ Kazım, Samiha Ayverdi Hayatı ve Eserleri, Kültür Bakanlığı Yay, Ankara 1993. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi – Journal of Social Sciences Cilt / Volume: 2010-1 Sayı / Issue: 20 TÜRKİYE’DE BÜYÜK BURJUVAZİNİN ÖRGÜTLÜ YÜKSELİŞİ: SİYASAL VE YÖNETSEL SÜREÇLERİN BİÇİMLENMESİNDE TÜSİAD Selime GÜZELSARI∗, Saadet AYDIN∗ ÖZET Bu yazıda Türkiye’nin büyük sermaye örgütü TÜSİAD (Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği) ve bununla özdeşleşmiş burjuvazinin siyasal-yönetsel süreçlere ve dolayısıyla kamu politikalarına etkisi incelenmektedir. Kuruluşundan itibaren kendi çıkarlarını genelleştirerek kamu politikalarına müdahil olan TÜSİAD’ın siyasal iktidarlarla ilişkileri, Derneğin hedeflediği toplumsal projenin kurucu retorikleri merkeze alınarak 1970’ler, 1980’ler ve 1990’lı yıllar olmak üzere üç dönem temelinde analiz edilmektedir. Anahtar Kelimeler: Kapitalizm, Türkiye, Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği, burjuvazi, kamu politikaları. THE RISING OF THE ORGANIZED BIG BOURGEOISIE IN TURKEY: THE ROLE OF THE TUSIAD IN THE FORMATION OF POLITICAL AND ADMINISTRATIVE PROCESSES ABSTRACT In this article, Turkey’s big capital organization TUSIAD (Turkish Industry and Business Association) and the bourgeoisie’s effect on political-administrative processes and thereby on public policies is being examined. TUSIAD, which appropriates its interest by intervening public policies, and its political relations with political power are analyzed in three terms by taking into consideration the constitutive rhetoric of social projects the association have in mind during the 1970’s, 1980’s and 1990’s. Key Words: Capitalism, Turkey, Turkish Industry and Business Association, bourgeoisie, public policies. ∗ AİBÜ, İİBF Kamu Yönetimi Bölümü. 44 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) GİRİŞ Sosyal bilimler alanında anaakım tartışmalarda devlet ve sermaye genellikle birbirine dışsal, iki ayrı varlık, iki ayrı kategori olarak ele alınmaktadır. Devletin bir şey ya da özne olarak tanımlanması devletin sermayeye dışsal olarak görülmesini, bu ikisinin iki ayrı olgu olarak ele alınmasını beraberinde getirmektedir. Bu yaklaşımdan hareket edildiğinde “kamu politikaları” da bir özne olarak devletin aldığı kararlar olarak analize dâhil edilebilmektedir. Dolayısıyla kamu politikaları ve siyasal karar alma süreçleri sermayenin ve genel olarak burjuvazinin belirleyicilik ve etkinlik alanından soyutlanmaktadır.74 Dolayısıyla hem devletin sınıf karakteri hem de kamu politikalarının biçimlenmesinde sınıflara arası ve sınıf içi çıkar ve çatışmaların oynadığı rol görmezlikten gelinmektedir. Devlet-sermaye ikilemi dolayında biçimlenen bu türden analizlerin açmazlarına işaret etmek için öncelikle kapitalist devleti nasıl tanımlayacağımızı ortaya koymalıyız.75 Bu çalışmada Marksist devlet analizi çerçevesinde, devleti sınıflar ve sınıf içi çatışmaların bir mecrası ve yoğunlaşma alanı olarak tanımlayacağız. Bu anlamda devlet, sermayeden ayrışmış kuruluşlardan oluşan bir toplam, yekpare, homojen bir “şey” değildir. Devlet kendi içinde sınıf çelişkilerini taşır ve yeniden üretir. Egemen sınıf veya sermaye fraksiyonlarının çıkarlarını temsil etmesi anlamında devlet gücünün bölünmezliğinden söz edilebilse bile, bu devleti yekpare, homojen bir blok yapmaz. Sermaye yanlısı kamusal işlevler de devletler tarafından içselleştirilerek karşılanmak zorundadır.76 Kapitalist devletin temel özelliği birden çok egemen sınıf ya da sınıf kesimine dayanıyor olmasıdır. Bu nedenle kapitalizmde devlet politikalarının oluşumu ve uygulanması her zaman için çelişkili bir süreç olarak açığa çıkar. Bu çelişkili süreç kapitalist devlete egemen sınıf ya da sınıf kesimlerinden oluşan ve diğerleri üzerinde hegemonya kuran “iktidar bloğu” biçiminde yansır. Devlet, kapitalist sınıfın çelişkili birliğini egemen sermaye kesimlerini kollayacak şekilde örgütlemeye çalışır. Devletin bu çabası, hegemonik sermaye kesiminin çıkarlarını temsil eden devlet kurumlarının bunun dışında kalanlar üzerinde egemenlik kurmasıyla gerçekleşir. Kapitalist devlet sistemi, çeşitli kurumlardan ya da aygıtlardan oluşur. Devletin bu şekilde parçalı bir yapıya sahip olması ise sermayenin devlet içinde bir iktidar bloğu olarak örgütlenmesini mümkün kılar.77 Bu nedenle sınıf mücadelesi ve devlet aygıtları arasındaki karmaşık ilişkide, sınıf mücadelesinin rolü yadsınamaz. Devlet 74 Bu yaklaşımın eleştirildiği bir çalışma için bkz. Ayrıntılı bir inceleme için bkz. Fuat Ercan, “Çelişkili bir Süreklilik Olarak Sermaye Birikimi”, Praksis, Sayı 5, 2002, s. 25-75; “Türkiye’de Kapitalizmin Süreklilik İçinde Değişimi (1980-2004)”, Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi, (Haz. Demet Yılmaz vd.), Dipnot Kitabevi, Ankara. 76 Nicos Poulantzas, Classes in Contemporary Capitalism, Lowe and Brydone Printers Ltd, Thetfort, Nortfolk, 1978, s. 80-82. 77 Şebnem Oğuz, “Sermayenin Uluslararasılaşması Sürecinde Mekânsal Farklılaşmalar ve Devletin Dönüşümü”, Kapitalizmi Anlamak, (Haz. Demet Yılmaz vd.), Dipnot Yayınları, Ankara, 2006, s. 203. 75 S. GÜZELSARI – S. AYDIN Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: … 45 aygıtlarının birincil rolü, sınıf egemenliğinin yoğunlaşması ile toplumsal formasyonun bütünlüğünün sürdürülmesidir. Bu şekilde toplumsal (sınıf) ilişkiler yeniden üretilir. Siyasal ve ideolojik ilişkiler devlet aygıtları içerisinde maddi pratikler olarak cisimleşirler. Bu aygıtlar, hem baskıcı devlet aygıtlarını (yani hükümet, ordu, polis, mahkemeler) hem de ideolojik aygıtları (kilise, siyasi partiler, dernekler, okullar, kitle iletişim araçları ve bir bakıma aile) içerir. Bunların dışında siyasi-ideolojik ilişkilerle eklemlenen ekonomik ilişkiler ise ekonomik aygıtlarda cisimleşir ve somutlaşır. 78 Kapitalist devlet çözümlemesinde devleti bir sınıfın aracı konumuna indirgemek kadar devletin kurumlarına bağımsız güç atfetmek de aynı derecede yanıltıcıdır. Devlet ve sınıf, birbirlerine indirgenemeyeceği gibi bunlar iktidar için rakip ya da ortak iki ayrı olgu olarak da ele alınamaz.79 Toplumsal sınıflar ve onların yeniden üretimi ancak onları devlet aygıtlarına ve ekonomik aygıtlara bağlayan ilişki kanalıyla varolabilir. Bu aygıtlar sınıf mücadelesine basitçe eklenmezler aksine sınıf mücadelesi içinde kurucu bir rol oynarlar. Dolayısıyla devlet aygıtları hiçbir zaman sınıf ilişkilerinin yoğunlaşmasından çıkan bir “şey” olarak tanımlanamaz. Kendilerinden menkul bir “güce” sahip olmayan kurumlar sınıf ilişkilerini ve sınıf iktidarını kristalize ederler ve bu ilişkiler “iktidar” kavramına içkinleşir. Bu anlamda devlet bir “varlık” olarak değil aksine devletin kendisi bir ilişki, sınıf ilişkilerinin yoğunlaşma alanı olarak tanımlanmalıdır.80 Kapitalizm başından bu yana toplumsal düzenlemelerinde daha fazla istikrara ve öngörülebilirliğe gereksinim duymakta; devlet ise kapitalizmin mülkiyet ilişkilerini, sözleşme mekanizmalarını ve karmaşık finansal işlemlerini sürdürmek için zor gücüyle destekli kurumsal bir yapılanma oluşturarak bu gereksinimi karşılamaktadır. Sermaye birikimini güvence altına alan ve kolaylaştıran uygun ve istikrarlı kurumsal düzenlemelerin devlet tarafından yapılması gerekir. Sermaye birikimi, hukuk, özel mülkiyet ve sözleşme özgürlüğü gibi bazı kurumsal yapılarla fiyat istikrarının temin edildiği bir ortamda sağlanır. Devlet, bu tür bir kurumsal çerçeveye, güç tekelinin yanı sıra anayasal düzenlemelerle de cevap verir. Piyasa kurumlarının ve sözleşme kurallarının güvence altına alındığı; sınıf mücadelelerinin önlenmeye ve farklı sermaye kesimlerinin farklı çıkarlarını uzlaştırmaya dönük düzenlemelerin yapıldığı bir burjuva devleti, kapitalist faaliyet için en uygun aygıtı oluşturmaktadır.81 Bir yapı olarak devletin ekonomiden ve sınıf mücadelesinden göreli 78 Nicos Poulantzas, Classes in Contemporary Capitalism, Lowe and Brydone Printers Ltd, Thetfort, Nortfolk, 1978, s. 24-25. 79 Haldun Gülalp, Kapitalizm, Sınıflar ve Devlet, (Çev. Osman Akınhay), Belge Yayınları, İstanbul 1993, s. 21-22. 80 Nicos Poulantzas, a.g.k., s. 25-26. 81 David Harvey, Yeni Emperyalizm, (Çev. Hür Güldü), Everest Yayınları, İstanbul 2004, s. 77-78. 46 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) özerkliği günümüzde büyük sermaye kesimlerinin lehine olacak şekilde aşınmakta, erozyona uğramaktadır. Gerek ulusal gerekse uluslararası alanda devlet, uluslararası sermayenin talep ve beklentilerine yanıt üretmekte; neredeyse büyük şirketlerin uluslararası iş takipçiliğini üstlenen büroları gibi iş görmektedir. Örneğin, finansal ve ekonomik krizler karşısında güç duruma düşen büyük şirketlerin kurtarılmasından ve yatırımcıların korumasından; uluslararası ticari rekabet karşısında şirketlere sübvansiyonlar ve vergi kolaylıkları sağlanmasına kadar devlet sermayenin birçok talebi için seferber olmaktadır.82 Son yirmi yıldır geç kapitalistleşmiş ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de “ulusal ekonominin uluslararası rekabet gücü” ya da “küresel rekabete uyum” gibi ideolojik açıklamaların hâkim söylem olarak öne çıkmasıyla 1960’lı ve 1970’li yılların içe dönük ulusal kalkınma temalarının yerini küresel “verimlilik ve rekabet” gibi temalar aldı. Bu açıklamaların her biri kamusal rasyonelleştirme stratejisini içermektedir.83 Bu stratejiyle piyasanın “egemenlik haklarının” yeniden kurulması amaçlanıyor. Bu amaç doğrultusunda devletler, egemen sermayenin gelişimini gerekli mekanizmaları sağlamaya girişerek üstüne almaktadır. Deregülasyon, işgücünün parçalanması, verimlilik ve kâr artışı gibi temel mekanizmalar hukuki olarak tanımlı mekânsal bir bağlamda gerçekleştirilecek şeylerdir. Bütün bunlar devletin piyasanın “egemenlik haklarının” kurulmasına dönük yerine getireceği işlevleri daha da önemli hale getirmektedir. Zira uluslararası sermaye birikiminin daha yaygın olarak yeniden üretiminin gerçekleşmesi, devletin bu yöndeki müdahalesine doğrudan bağlıdır. Kamusal rasyonelleştirme stratejileri bağlamında tüm kamusal işlevlere “verimlilik” doktrini uygulandığı ölçüde bu işlevlere yönelik “evrensel” olduğu varsayılan bir teknik-ekonomik değer ölçütü de ağırlık kazanmaktadır. Kamusal işlevlerin değerlendirilmesine “piyasa mantığı” ve “fayda-maliyet” analizi temel ölçüt olarak alındığı zaman toplumsal yeniden üretimin bölüşüm ilkesi tüm kamusal hizmetlerin, hizmet alanlarının ve işleyiş mekanizmaların “doğal” olarak kârlılık ve rekabetçilik ilkesine uyması gerektiği düşüncesiyle geri planda bırakılmaktadır.84 Sınıflı her toplumda, egemen sınıfı oluşturan bireyler ve gruplar ile siyasi iktidar arasında hem ayrılık hem de bütünlükten oluşan diyalektik ilişkiler kümesinin bulunduğunu vurgulayan Boratav, kapitalist toplumda ekonomiye egemen olan burjuvazinin genel olarak siyasi iktidarın işleyişine ve dahası kaderine hâkim olabildiğini söyler. Fakat yukarıda da belirttiğimiz gibi, devlet ve sınıf kavramları özdeş kavramlar olmadığından, sözü edilen ilişkiler genel ile 82 Aykut Çoban, “Küreselleşmeye Karşı Olmak: Olanaklar ve Sınırlılıklar”, Praksis, Sayı 7 (Yaz 2002), s.158159. 83 Konstantinos Tsoukalas, “Küreselleşme ve ‘İcra Komitesi’: Çağdaş Kapitalist Devlet Üzerine Düşünceler”, (Çev. Suat Ertüzün), Mürekkep, Sayı 17, 2001, s. 91-92. 84 Konstantinos Tsoukalas, “Küreselleşme ve ‘İcra Komitesi’: Çağdaş Kapitalist Devlet Üzerine Düşünceler”, (Çev. Suat Ertüzün), Mürekkep, Sayı 17, 2001, s. 95; Ayrıca bkz. Selime Güzelsarı, Küresel Kapitalizm ve Devletin Dönüşümü, Sosyal Araştırmalar Vakfı, İstanbul, 2008. S. GÜZELSARI – S. AYDIN Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: … 47 tekil; uzun dönemli ile gündelik çıkarlar arasındaki çelişkileri içerdiğinden, sınıfın siyasi iktidarı denetlemesi de kendiliğinden gerçekleşmez. Her siyasi dönüşümden sonra devletin yeni baştan düzenlenmesi ve iktidar mevzilerinin korunması için mücadele verilmesi gerekir. Bu mücadele, Türkiye’de burjuvazinin ana gruplarının birleşik olduğu dönemlerde daha kolay olurken; çıkar çatışmalarının ve içsel çelişkilerin başat olduğu dönemlerde siyasi iktidar üzerindeki egemen sınıf denetimi zorlaşmıştır.85 Boratav, 1970’lerin sonlarından 1980’lerin sonlarına kadar geçen sürede Türkiye’de siyasi iktidarla ilişkileri açısından burjuvazinin üç kez birlik; iki kez de bölünme öğelerinin ağır bastığını belirtmektedir. Bu çerçeveden bakıldığında burjuvazi 1979 yılında Ecevit iktidarını yıkmak, 1980-1982’de askeri rejimi, 1984-1987’de ise Özal iktidarını desteklemek üzere birleşmiştir. Buna karşılık 1983 yılında “sivil” rejime geçişte izlenecek siyaset ve 19881989’da Özal iktidarına karşı alınacak tavır konusunda sermaye kesimleri arasında bölünmenin hâkim olduğu görülmektedir.86 1970’lerin ekonomik, siyasal ve toplumsal çalkantılarının derinleştiği bir dönemde kurulan ve büyük sermaye kesiminin en üst örgütü olan Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), kurulduğu tarihten bu yana hem siyasal ve yönetsel süreçlerin biçimlenmesine müdahil olmakta hem de ekonomik ve siyasi tartışmaların merkezinde yer almaktadır. Bu yazıda Türkiye’nin büyük sermaye kesimlerinin şemsiye örgütü olan TÜSİAD ve bununla özdeşleşmiş burjuvazinin siyasal ve yönetsel süreçlere ve dolayısıyla kamu politikalarına etkisi incelenmektedir. Kuruluşundan itibaren kendi çıkarlarını genelleştirerek kamu politikalarına müdahil olan TÜSİAD’ın siyasal iktidarlarla ilişkileri, hedeflediği toplumsal projenin kurucu söylemleri merkeze alınarak 1970’ler, 1980’ler ve 1990’lı yıllar olmak üzere üç dönem temelinde analiz edilmektedir. 1971–1980: Büyük Burjuvazinin Örgütlenmesi ve Siyasal Mücadele İçinde Artan Rolü Cumhuriyetin kuruluşundan 1970’li yılların başlarına kadar geçen sürede önemli sermaye örgütleri ya devlet eliyle ya da devlet desteği ile örgütlendiler.87 Osmanlı İmparatorluğun son yıllarında şekillenen işadamı örgütü oluşturma politikasını devralan Cumhuriyet kadroları, oda örgütlerini zorunlu üyeliğe dayalı milli kuruluşlar olarak yapılandırdı. Bu yıllar boyunca Türkiye’deki girişimcilerin çıkarları Ticaret ve Sanayi Odaları’na zorunlu 85 Korkut Boratav, “Türkiye’de Burjuvazinin Yapısı ve Siyasi İktidarla İlişkileri”, Marksizm ve Gelecek, Sayı 1 Haziran, 1989, s. 138. 86 A.k., s. 138. 87 Bkz. Kemali Saybaşılı, “Türkiye’de Özel Teşebbüs ve Ekonomi Politikası”, METU Studies in Development, Ankara, Sayı 13, Güz, 1976, s. 83-98. 48 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) üyelikleri vasıtasıyla temsil edildi.88 Odalar, 1920-1970 dönemi boyunca ekonominin nabzını yansıtan kurumlar olarak etkinliklerini sürdürdü.89 1940’lı yılların sonlarına kadar ticaret sermayesinin, özellikle de sanayi sermayesinin, odalar dışında seslerini duyurabildikleri etkin bir örgütlenmeye gitmedikleri görülmektedir. İkinci dünya savaşı sonrasında iktidar bloğu içinde yer alan sanayi sermayesi ile ticaret sermayesi kesimleri arasındaki çıkar çatışmaları, özelikle dönemin sanayileşme politikalarının belirlenmesi başta olmak üzere dış ticaret politikası, döviz tahsisleri ve kredilerin paylaşımı gibi konularda belirginlik kazandı. 1950 yılında çıkarılan 5590 sayılı yasa ile ülke çapında örgütlü tüm odaların temsili hukuki bir zemin kazandı ve tüm odalar Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) çatısı altında merkezi bir biçimde yeniden yapılandırıldı. Böylelikle sanayicilerin ticaret ve sanayi odalarından ayrı olarak bağımsız sanayi odaları bünyesinde temsil edilmeleri olanağı doğdu.90 1960’ların sonlarına kadar sermaye kesimlerini temsil eden tek mekanizmayı, odalar birliği hiyerarşisi oluşturdu. Ne var ki odalar birliğinin kurulması sermaye içi çatışmaları ve çelişen çıkarları ortadan kaldırmaya yetmedi. 1967’de odalar birliğinin yeniden yapılandırılmasını talep eden sanayiciler Sanayi Odaları Birliğini kurdular. İstanbul merkezli sanayi sermayesi sanayide korumacılıktan vazgeçilerek dışa açılma politikalarını desteklemekte ve dolayısıyla ileri teknolojili ama düşük maliyetli üretime geçilmesini talep etmektedir. Buna karşılık Anadolu’daki diğer sermaye kesimleri böyle bir politika izlenecek olursa varlıklarının tehdit altında olacağını öngörmekte ve ithal ikameci politikaların devamını istemektedir. Bu nedenle Sanayi Odaları Birliği TOBB içerisinde beklenilen etkiyi gösteremedi.91 1970’lere doğru, ticari çıkarların temsil edildiği odalar ile kendilerinden sonra gelişme gösteren sanayiciler arasındaki çatışmalar daha da keskinleşmiştir.92 Bu çatışmalar sonucunda, büyük sanayiciler farklı bir organizasyon çatısı altında çıkarlarının temsil edilmesi yolunu seçtiler. Bundan sonra sermaye kesiminin, özellikle sanayicilerin odalar dışındaki en etkin örgütlenme girişimi Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği kısa adıyla TÜSİAD oldu.93 TÜSİAD 12 Mart askeri müdahalesinin hemen ardından büyük sermaye gruplarının başında bulunan bir grup işadamı tarafından 1971 yılında 88 Örneğin, 1962’de kurulan Ekonomik ve Sosyal Etütler Konferans Heyeti, ayrıntı için bkz. Şebnem Gülfidan, Big Business and State in Turkey: The Case of TÜSİAD, Boğaziçi Üniversitesi Press, İstanbul 1993, s. 30-31. 89 Cumhuriyet öncesi ve sonrasının Odaları üzerine geniş bilgi için bkz. Murat Koraltürk, “İmparatorluktan Cumhuriyet’e Türkiye’de Sanayi Sermayesinin Örgütlenmesi”, 75 Yılda Çarkları Döndürenler; Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999, s. 291-298; Ayşe Öncü, “Cumhuriyet Döneminde Odalar”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt. 5 (1984). 90 Kemali Saybaşılı, a.g.k., s. 83-84. 91 Ayrıntılı açıklama için bkz. Robert Bianchi, Interest Groups and Political Development in Turkey, Princeton University, Princeton, 1984, s. 260-261. 92 Haluk Alkan, “Türkiye’de İşadamı Örgütleri ve Devlet”, Birikim, Sayı 114, 1998, s. 43-44. 93 Murat Koraltürk, a.g.k., s. 298; . S. GÜZELSARI – S. AYDIN Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: … 49 açıklanan bir protokol ile kuruldu.94 Burjuvazinin siyasal mücadele içinde belirginleşen rolü TÜSİAD’ın kurulmasının ardından hız kazanmıştır. Bu yıllar boyunca derinleşen ve ağırlaşan ekonomik ve siyasal kriz koşullarında burjuvazinin sınıf çıkarlarını temsil edecek açıktan örgütlenmelere yönelmesi tesadüf değildir.95 Gerek TÜSİAD’ın kurulmasına gerek TÜSİAD’da örgütlü burjuvazi ile hükümet ilişkisine, sınıf içi ve sınıflar arası mücadele yön vermiştir.96 İthal ikameci sanayileşme stratejisinin kapitalist gelişmenin belirleyici özelliği haline geldiği 1960’lı yıllarda, kendi çıkarlarından taviz vermeden hegemonyasını oluşturma arzusunda olan burjuvazi, sınıf mücadelelerinin yoğunlaşmasına bağlı olarak bu arzusunu gerçekleştirememiş; 1970’lerin sonlarında daha da belirginlik kazanacak olan bir hegemonya kriziyle karşı karşıya kalmıştır. Burjuvazinin hegemonik bir sınıf olamayışı esas olarak örgütlü sınıf hareketinin yükselmesi ve yeni bir toplumsal düzen arayışının burjuvazide yarattığı tahammülsüzlükle ilişkilidir.97 1970’lerde büyük sanayicileri özerk bir derneğin çatısı altında toplanmaya iten belli başlı nedenleri şöyle sıralayabiliriz: Siyasal ve ekonomik istikrarsızlığın sürmesi, sendikal gelişmeler ve işçi hareketlerinin güçlenmesi; aydınlar arasında sosyalizm düşüncesinin giderek yaygınlaşması, işçi ve işveren ilişkilerinin giderek çatışmacı bir görünüm alması; bu çatışmanın radikal sağ ve sol oluşumları güçlendireceğinden duyulan kaygılar; bürokrasinin giderek siyasallaşması ve bürokratik işleyişin ekonomi yönetimini tıkayan bir boyut kazanması ve birbirleriyle çatışan sağ ve sol grupların içinde sermaye sınıfına yönelik karşıt söylemlerin yükselmesi vb. gelişmeler.98 Türkiye’nin Batı ile bütünleşmesi için gerekli ekonomik ve sosyal altyapının inşasında kendisine öncülük misyonu yüklenen ve bu bağlamda mevcut sanayi kuruluşlarının dış pazarlara yönelik olarak yeniden yapılandırılmasından yana olan büyük sanayiciler, bu yönleriyle diğer 94 TÜSİAD Kurucular Bildirgesi’ni imzalayan oniki işadamı büyük şirket gruplarının sermayedar yöneticileridir: Vehbi Koç (Koç grubu), Nejat Eczacıbaşı (Eczacıbaşı), Sakıp Sabancı (Sabancı), Selçuk Yaşar (Yaşar), Raşit Özsaruhan (Özsaruhan), Ahmet Sapmaz (Güney sanayi), Feyyaz Berker (Tekfen), Özakat (Özakat), İbrahim Bodur (Bodur), Hikmet Erenyol (Joint Stock Co. Electro-Metalurgy), Osman Boyner (Altınyıldız), Muzaffer Gazioğlu (Çimento Sanayii A.Ş.). Derneğin kurulduğu dönemde örgüt yapısında en üst organ olarak bulunan Yüksek İstişare Konseyi’nin başına Vehbi Koç, yönetim kurulunun başkanlığına ise Feyyaz Berker getirilmiştir. Bkz. Ayşe Buğra, Devlet ve İşadamları, İletişim Yayınları, İstanbul 1997, s. 336. 95 TÜSİAD’ın dışında Türk Hür Teşebbüs Konseyi ve TİSK’e bağlı Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası (MESS) da bu dönemde öne çıkan örgütlenmelerdir. Galip Yalman, “Türkiye’de Devlet ve Burjuvazi: Alternatif Bir Okuma Denemesi”, Sürekli Kriz Politikaları-2000’li Yıllarda Türkiye I, (Der.) Neşecan Balkan ve Sungur Savran, Metis Yayınları, İstanbul, 2004, s. 61. 96 Ebru Deniz Ozan ve Gökten Doğangün, “Devlet-Sivil Toplum: ‘Dikotomik’ Yaklaşım Versus EkonomiPolitik Yaklaşım”, Yapı, Pratik, Özne Kapitalizmin Dönüşüm Süreçlerinin Ekonomi Politik Eleştirisi (Der.) Mustafa Kemal Coşkun, Dipnot Yayınları, Ankara, 2009, s. 69. 97 Bkz. Galip Yalman, a.g.k., s. 57-60. 98 Haluk Alkan, a.g.k., s. 46; Şebnem Gülfidan, a.g.k., s. 39; Ayşe Buğra, a.g.k., s. 333-338. 50 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) sanayicilerden ayrılıyordu. 1970’lerin tarihsel toplumsal koşulları altında dönemin görece daha küçük olan ticaret burjuvazisi ile ona göre daha gelişkin olan sanayi burjuvazisi, çıkarlarının gerektirdiği yasal düzenlemelerin gerçekleşmesini talep ettiler. İktidar bloğunun içinde gücü oranında etkin olmak isteyen asıl olarak sanayi burjuvazisiydi. Sanayi burjuvazisinin kamusal alanda kendi sesini duyurması ve çıkarlarını savunması bakımından TÜSİAD önemli bir yerde duruyordu. Nitekim derneğin kurulma girişimlerinin somutlaştığı yıllarda dernek çevresinde Türkiye burjuvazisinin örgütlenerek çıkarları için gerekirse meydanlara inmesi ve mücadele etmesi gerektiği düşüncesi yaygındı. TÜSİAD’ın kurucu üyelerinden Selçuk Yaşar’a göre TÜSİAD, Türkiye’de sol hareket güçlendiği, servet yanlısı olmak vatan hainliği sayıldığı ve ülke kaosa sürüklendiği için “özel teşebbüsü ve hür düşünceyi korumak isteyen” işadamları tarafından kurulmuştur.99 TÜSİAD’ın kurucuları, ithal ikameci ekonomi politikalarının sonucu olarak gelişme gösteren sanayi sektörünün önde gelen temsilcileridir. Bunlar özellikle 1960’lı yılların ortalarından itibaren Odalar Birliği içerisindeki ticari gruplarla yaşanan çatışmaların içinden süzülerek çıkan ve Odalar Birliği çatısı altında özerk bir statünün arayışına giden sermayedarlardı. Bu dönemde özel girişim, küçük ve orta boy işletmeler ile genişleyen çok işlevli holding şirketleri arasında bölünmüştü. Yukarıda da belirttiğimiz gibi holding şirketleri yerel ticaret ve sanayi odalarında ve “şemsiye” kuruluş olan TOBB’da yeterince temsil edilmediklerini düşünüyorlardı.100 Kurucu üyeleri tarafından TÜSİAD’ın kuruluş amacı “bir sosyal sınıf olarak iş adamlarının toplumsal statülerini sağlamlaştırmak” olarak ifade edilmektedir. Bu amacın gerçekleşmesi, küçük ve orta ölçekli işletme sahiplerinin oluşturduğu odalardan ayrı bir örgütlenmeyle mümkün olacaktı. Bu nedenle TÜSİAD’ı oluşturan büyük sermayedarlar zorunlu üyelik esasına dayanan ticaret ve sanayi odaları gibi meslek birliklerinden ayrı bir örgütlenmeyi tercih ettiler.101 Kuruluşunun ardından sosyo-ekonomik arka planına uygun olarak elitist bir örgütlenme stratejisi benimseyen TÜSİAD, zamanla merkezin güçlendirilmesine yönelik örgütsel bir evrim geçirdi.102 1998 yılında yaklaşık 450 üyeye sahip olan TÜSİAD’ın üyelerinin daha çok İstanbul, Marmara Bölgesi, İzmir ve Ankara’da yoğunlaştığı görülmektedir. Her ne kadar, üyelik kompozisyonunda bir kayma görülse de, büyümelerini erken cumhuriyet dönemindeki iktisat politikalarına borçlu olan İstanbullu iş çevrelerinin bu 99 Oğuzhan Erdoğan, “TÜSİAD, MÜSİAD ve Devlet”, Star Gazetesi, 23 Eylül 2010. Ayşe Buğra, a.g.k., s. 192-193. 101 Oğuzhan Erdoğan, a.g.k. 102 Örgüte üyelik için belirli kriterler aranmaktadır. Üyelerinden alınan iki referans belgesi derneğe kabul edilmenin sadece şekli yanıdır. Standart olmayan yüksek üyelik aidatları, üyelik seçiminde ölçüt olarak alınabilir. Bu dönemde şube açma düşüncesinden vazgeçilerek, üyeliğe kabul koşulları sıkılaştırılmıştır. 100 S. GÜZELSARI – S. AYDIN Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: … 51 kompozisyonda hâlâ baskın oldukları söylenebilir.103 2010 yılı başı itibariyle örgütün üye sayısı 600’e ulaşmıştır ve bunların sadece 20’si İstanbul dışındadır. Kuruluş yıllarında olduğu gibi bugün de üye sayısını sınırlı tutarak elitist konumlanışını devam ettiren TÜSİAD’ın siyaset üzerindeki etkisi ise üye sayısının azlığının aksine her zaman fazla olmuştur. Derneğin her yıl sadece 2530 yeni üyeye kapılarını açtığı görülmektedir. Üyelerinin gerçekleştirdikleri ihracatın toplam ihracatı içindeki payı yaklaşık yüzde 40, ithalatı içindeki payı ise yüzde 25’dir.104 Büyük Burjuvazi Ecevit İktidarına Karşı Kurulduğu tarihten günümüze TÜSİAD’ın hükümetlerle ilişkisi, dönemlere göre farklılık göstermiştir. İktidardaki partilerin ideolojik tercihleri (gerek sosyal demokrat, gerek muhafazakâr veya İslamcı-muhafazakâr) ve buna bağlı olarak hükümetin sermaye kesimlerine yönelik eğilimleri, siyasi yapı ve hükümetlerin ekonomi politikaları, TÜSİAD’ın temsil ettiği büyük burjuvazinin devletle ilişkilerinde belirleyici olabilmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi 1970’lerde TÜSİAD ve hükümet ilişkisine sınıf içi ve sınıflar arası mücadele yön vermiştir. Sınıf hareketinin ve işçi sınıfı muhalefetinin yükseldiği bu dönemde TÜSİAD’ın temel endişesi işadamlarının sosyal konumlarını korumaktı. Başlangıçta işçi sınıfını karşısına almak yerine uzlaşma yolunu seçen burjuvazi, sosyal demokrasi, sosyal barış, gelir dağılımda eşitlik ve karma ekonomi gibi konularda farklı sosyal kesimleri destekleyici bir pozisyon almıştır. Öyle ki 1974 ve 1977 seçimlerinde özel sektör yanlısı Adalet Partisi yerine sosyal demokrat Cumhuriyet Halk Partisi’ni desteklemesinin gerisinde de bu eğilim yatıyordu.105 Kuruluşunun ardından CHP-MSP koalisyonuna açıktan cephe alan TÜSİAD, daha sonra CHP ile koalisyona yanaşmayarak küçük sağ partilerle hükümet kuran AP yönetimine karşı mücadele etmiştir.106 1970’lerin ortalarından itibaren yükselen siyasal ve ekonomik istikrarsızlık karşısında, dönemin işadamlarının siyasal tercihleri, toplumsal huzursuzluğu ve şiddet eylemlerini kontrol edebilecek bir siyasal oluşum etrafında şekillendi. Başka bir deyişle, sermaye kesimleri, çıkarları için ekonomik istikrardan yana tavır aldılar. 1974-80 döneminde bir yandan Türkiye 103 Karin Vorhoff, “Türkiye’de İşadamı Dernekleri: İşlevsel Dayanışma, Kültürel Farklılık ve Devlet Arasında”, (ed.) Stefanos Yerasimos et. al., Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik içinde, Çev. Simten Coşar, İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s. 317. 104 Oğuzhan Erdoğan, a.g.k. 105 Ebru Deniz Ozan ve Gökten Doğangün, a.g.k., s. 69. 106 Örneğin, TÜSİAD yönetimi, AP’den ayrılan milletvekillerinin 1978 yılı Ocak ayında Ecevit azınlık hükümetine destek vermelerini olumlu karşılamıştır. Aydın Uğur ve Haluk Alkan, “Türkiye’de İşadamıDevlet İlişkileri Perspektifinden MÜSİAD”, Toplum ve Bilim, Sayı 85, Sayı 85, Yaz 2000, s. 137; Ayşe Buğra, a.g.k., s. 204. 52 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) ekonomisinin yeniden yapılandırılması yönünde çalışmalar yapan, diğer yandan özel sektör lehine güç dengelerini kurmaya çalışan TÜSİAD, büyük sanayici kesimin çıkarlarını kollamaya ve geliştirmeye ağırlık verdi.107 Ancak başlangıçta sosyal demokrasiyi kendisine “yedek oyuncu” seçen büyük burjuvazi ve genel olarak sermaye kesimi, 1978-79 yıllarında hükümetten umudunu kesti ve siyasi iktidara karşı (Ecevit hükümeti) yoğun bir kampanya başlattı.108 Gerek bu karşıt kampanyanın gerekse burjuvazinin 12 Eylül darbesini desteklemesinin gerisinde yatan asıl neden, 1970’lerin sonlarında ortaya çıkan sermaye birikim sürecidir.109 1970’lerin sonlarına doğru sermaye sınıfı, iç pazara dayanan birikim tarzının yeniden üretimi için gereken koşulların artık sağlanamayacağının bilincindeydi. Bunun bilinciyle, 24 Ocak 1980’e giden yolda burjuvazinin ana örgütleri dışa dönük bir sermaye birikimini savundular. Diğer yandan, 1974 krizi ile birlikte Dünya Bankası ve IMF bu dönüşümü destekliyor, hatta dayatıyordu. Bu bakımdan büyük sermayenin, zor dönemlerinde geleceğini dünya sermayesine bağladığı söylenebilir.110 TÜSİAD’ın 1979’da Ecevit hükümetine karşı başlattığı kampanyada hükümetle IMF ve ABD arasındaki uyumsuzlukların derinleşmesinin yanı sıra hükümetin işçi hareketlerindeki radikalleşme sürecini sermayenin istediği düzeyde önleyememesi de önemli bir rol oynamıştır. Başlangıçta, sosyal demokrat bir partiden yana tavır koyan TÜSİAD’ın, Ecevit hükümetine karşı çıkışının nedenlerini eski TÜSİAD yöneticileriyle yaptığı görüşmelere dayanarak açıklayan Ayşe Buğra, bu değişimin üç temel nedeni olduğunu belirtmektedir:111 Birinci neden, Ecevit’in iki dönemde de bir sosyal demokrat olarak değil bir popülist olarak davranmış olmasıdır. İkincisi, 1978’de Ecevit’in IMF’nin önerdiği istikrar politikasını uygulamada isteksiz görünmesidir. Ayrıca, Ecevit hükümeti dış ödemeler dengesi, yüksek enflasyon ve artan işsizlik sorunlarını çözmek için alternatif bir program önerememiştir. Üçüncü neden ise, Türkiye’deki iş ortamının temel sorunu olarak hükümetin aldığı kararlardan döviz kurlarıyla ilgili olan kararıdır. 1978 yılında Ecevit hükümetinin kur garantisi kararını geriye dönük olarak kaldırması, ithal kredisi kullanan işadamlarını yük altına sokmuştur. Buğra’nın işadamlarının düşüncelerine dayanarak sıraladığı bu nedenlerin yanı sıra sermayenin siyasi iktidara karşı tavır alışında, siyasi iktidarın işçi sınıfına yönelik tutumunun ve genel olarak sermayeyi ilgilendiren 107 Şebnem Gülfidan, a.g.k., s. 109. Bkz. Yeşim Arat, “Politics and Big Business: Janus Faced Link to the State”, Metin Heper (ed.), Strong State and Economic Interest Groups: The Post-1980 Turkish Experience içinde, Walter de Gruyter, New York 1991. 109 Ebru Deniz Ozan ve Gökten Doğangün, a.g.k., s. 69-70. 110 Sungur Savran, Türkiye Ekonomisinde Yapısal Değişim- Türkiye’de Egemen Sınıflar, Toplumsal Araştırmalar Vakfı Panel Dizisi, İstanbul 1994, s. 62. 111 Ayşe Buğra, a.g.k., s. 205. 108 S. GÜZELSARI – S. AYDIN Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: … 53 politikalarının önemli bir rol oynadığını vurgulamak gereklidir.112 Bu bağlamda 1979 yılı içinde Ecevit hükümetinin gitmesi gerektiği konusunda bir fikir birliğine ulaşan burjuvazinin çeşitli katmaları hükümet karşıtı kampanyalarını harekete geçirdiler. TÜSİAD’ın hükümet aleyhtarı ünlü basın bildirileri sözkonusu saldırının en üst aşamasını temsil etmektedir.113 Kuşkusuz TÜSİAD, bu saldırılarında yalnız değildi. Sermayenin TİSK, TOBB ve Ege Bölgesi Sanayi Odası, Hür Teşebbüs Konseyi gibi resmi ve gayrı-resmi organları, TÜSİAD’ın ağır ve yıkıcı eleştirilerine ve siyasi iktidarı yıpratma kampanyalarına tam destek verdiler. TÜSİAD’ın kurucularından Vehbi Koç, bu dönemi “kâbus yılları” olarak tanımlarken,114 oğlu Rahmi Koç da Batılı finans çevrelerinin yayın organlarında iktidara karşı ağır eleştiriler yöneltiyordu.115 Bu yılları bir “kâbus” haline getiren olgu ise esasen, sermayedarlar açısından işyerlerinin yönetilemez hale gelmesi, işverenin işciler üzerindeki otoritesini ve dolayısıyla denetimini yitirmesi ve/veya yitirme tehlikesiydi. Ecevit hükümetinin karşısında yer alan ve hükümetin düşmesinde önemli rol oynayacak yoğun bir kamuoyu oluşturma kampanyasını başlatan TÜSİAD’a göre, ekonomik krizin en önemli nedenlerinden biri aşırı müdahalecilikti. Daha fazla üretim ve refaha ulaşmanın yolunun rekabet sistemi içinde bireylerin teşvik ve destek bulmasından geçtiğini dile getiren TÜSİAD, özel sektörün güçsüzleştirilmesinin demokrasinin ve demokratik tüm kurumların güçsüzleştirilmesi anlamına geldiğini, kamuoyuna medya kanalıyla duyurmayı başardı. 1978 yılında başlatılan bu kampanya, 1979 CHP hükümeti döneminde daha da artacaktı.116 CHP 1979 yılında bir istikrar paketi hazırladı fakat TÜSİAD bu önlemler paketini “yetersiz, geç, etkisiz, yavaş ve tereddütlü” buldu. TÜSİAD’a göre, istikrar paketinin en önemli eksikliği, politikaların gönülsüz olarak uygulamaya sokulması ve sadece IMF’yi geçici olarak memnun etmek amacını taşımasıydı.117 Bir yandan dış açıklar veren (1946’dan itibaren) bir yandan da Batı ittifakının sadık bir üyesi olan Türkiye gibi geç kapitalistleşen bir ülkede, iktisat politikalarında ve siyasi dönüşümlerde yalnızca içsel değil dışsal dinamiklerin de belirleyici olduğunu kabul etmek gerekir. Nitekim 1979’da Ecevit Hükümeti’nin çöküşünde dış dünya ile sürdürülen pazarlıkların istenilen sonucu vermemesi oldukça önemliydi. Bir yandan Ecevit, Avrupa sosyal demokrasisi üzerinde belli bir gücü olduğu varsayımından hareketle, Avrupalıların ABD’yi ve IMF’yi “önce taze para, sonra IMF programı” formülünde ikna edebileceğini umarak, IMF heyetlerinin baskılarına karşı koymaya çalışıyordu. Diğer yandan 112 Korkut Boratav, a.g.k., s. 146. TÜSİAD basın bildirilerinde daha çok krizin nedenleri, sorumluları ve çözüm yollarına ilişkin görüşlerini aktarmış ve kamuoyu yaratmaya çalışmıştır. Bkz. Şebnem Gülfidan, a.g.k., s. 91. 114 Korkut Boratav, a.g.k., s. 138. 115 Bkz. Anka Günlük Ekonomik Bülten, 20.11.1978, aktaran Korkut Boratav, a.g.k., s. 139. 116 Şebnem Gülfidan, a.g.k., s. 91. 117 Bkz. The Turkish Economy 1980, TÜSİAD, İstanbul, 1980. 113 54 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) ise 1979’un ikinci yarısında bir TÜSİAD heyeti, ABD’ye giderek, IMF, Dünya Bankası, bankacılık ve hükümet çevreleri ile Ecevit hükümetinin yürüttüğü politikalar üzerinde görüşmeler yapıyordu. Ecevit, sonradan bu görüşmelere atıfla “bize IMF ya da ABD değil, işadamlarımız oyun oynadı”118 diyecektir. TÜSİAD’ın üst düzey temsilcilerinden oluşan bu heyette, derneğin o zamanki başkanı Feyyaz Berker’ın yanı sıra, Şakir Eczacıbaşı, Melih Özakat, Jak Kamhi, Ali Koçman ve Güngör Uras gibi önde gelen sanayici ve iktisatçılar bulunuyordu. Heyet, Türkiye’ye dönüşünün ardından IMF’nin taleplerinin açık ve kesin olarak yansıtıldığı bir rapor hazırlayarak hükümete sundu. Raporda, Türkiye’de iş çevrelerinin birinci amacının sınaî ihracatı artırmak olacağı belirtiliyordu. Bunu gerçekleştirmek için, iç talep kısılarak sanayiciler için ihracat cazip hale getirilmeli, borç ödemelerinde denge sağlanmalı, vergiler yükseltilmeli, ücretlerin yükselmesi önlenmeliydi.119 Bu gelişmelerin ardından kısa sürede OECD bünyesinde “büyük çaplı bir yardımın ön koşulu olarak IMF ile anlaşma” formülü kesinlik kazandı. Bu gelişme Ecevit iktidarının sonunu hazırlayan darbelerden biri oldu. CHP iktidarı, bunlara ek olarak yerli ve yabancı sermayenin saldırısı karşısında tek dayanağı olan halk desteğinden de yoksun kalmıştı.120 Ancak, buradaki sorunun yalnızca iş çevrelerinin, özellikle de TÜSİAD’ın temsil ettiği kesimin, hükümet aleyhinde içte ve dışta bir “kamuoyu yaratma” kampanyasından ibaret olmadığını belirtmemiz gerekir. Kapitalist bir ekonomide “kriz yönetimi”, burjuvazinin belirgin ve aktif işbirliği gerçekleşmediği sürece mümkün olmaz. Dolayısıyla, 1979 yılında hükümetin tüm çabalarına rağmen sermaye sınıfı, bu tür bir işbirliğini reddederek, krizin derinleşmesini sağladı ve hükümetin devrilmesinde de oldukça önemli bir rol oynadı.121 TÜSİAD 1979’da tercihini Adalet Partisi’nden yana kullandı. Bu tercihte Süleyman Demirel’in ithal ikameci sanayileşme modelinden ihracata dönük sanayileşme modeline geçiş vaadinde bulunması önemli bir rol oynadı. 1979 yılında kurulan Demirel’in azınlık hükümetinin piyasaya ağırlık veren yeni ekonomi politikaları, bir anlamda dünya ekonomisi ile bütünleşme ve mümkün olduğu kadar doğrudan devlet müdahalesinden uzaklaşma sinyallerini veriyordu. Bu kapsamda önerilen önlemler, fiyatların kontrolü, esnek döviz kuru, dış ticaretin liberalizasyonu ve ödemelerin düzenlenmesi, yabancı sermaye yatırımlarının başlatılması ve kurumsal değişimleri içermektedir. Bütün bunlar, TÜSİAD’ın talepleri ile paralellik gösteriyordu.122 Ocak 1980 tarihinde AP, IMF’nin istikrar paketini kabul etmişti fakat uygulama fırsatı bulamadı.123 Çünkü Eylül 1980’de askeri cuntanın işbaşına geçmesiyle, Türk 118 Cüneyt Arcayürek, Cüneyt Arcayürek Anlatıyor, Cilt 8, Karacan Yayınları, Ankara 1986, s. 320-374. Şebnem Gülfidan, a.g.k., s. 88. 120 Korkut Boratav, a.g.k., s. 143. 121 Korkut Boratav, a.g.k., s. s. 139. 122 Şebnem Gülfidan, a.g.k., s. 92-93. 123 Ayşe Buğra, a.g.k., s. 206. 119 S. GÜZELSARI – S. AYDIN Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: … 55 siyasi hayatının en karanlık dönemi başladı. 1980’lerde Büyük Burjuvazi -Siyasal İktidar İlişkileri Büyük Burjuvazi 12 Eylül Askeri Rejiminden Yana 1980 sonrası sermaye sınıfı ile askeri rejim arasında kurulan ittifak ilişkilerini anlamak için öncelikle dönemin iktisat politikalarına ve siyasetine ağırlığını koymuş olan Turgut Özal’ın rolü ve işlevlerine bakmalıyız. Özal’ın sermaye çevreleri ile ilişkilerinin kökleri DPT müsteşarlığı sırasında (19671971) özel sektöre sağlanan çeşitli teşviklerin DPT’nin onayından geçme uygulamasının başlamasıyla atılmıştır. 1970’lerin ortalarında Özal, Sabancı’nın genel koordinatörü, kendisine ait birkaç şirketin yöneticisi ve TÜSİAD’ın “fikir ve yeni görüşler üretebilen” üyelerinden biri olarak sermaye kesimleri arasında saygınlık kazanmış biridir. 1979 yılı sonunda, Demirel’in Özal’ı ekonomiden sorumlu Başbakanlık Müsteşarı olarak görevlendirmesinin ardından, Özal’ın sermaye çevrelerindeki itibarı daha da arttı. Ecevit hükümetine karşı kampanyalar örgütleyen ve finanse eden sermaye çevrelerinin, Özal’ın atanmasını “işte, bizden biri” düşüncesiyle alkışlamaları bu itibarın bir yansımasıdır. 12 Eylül sonrasında Turgut Özal, askeri rejim bakımından da vazgeçilmez bir kişi olarak MGK tarafından kabul edildi. Bu durumun farkında olan Özal, kendi pazarlık gücünü, 12 Eylül rejimi hükümetinin bileşiminin oluşmasında iyi kullandı.124 Nitekim TÜSİAD kurucularından Vehbi Koç 3 Ekim 1980’de Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e yazdığı ve askeri müdahaleye minnettarlığını dile getirdiği bir mektupta şu uyarıda bulunmaktadır: “Turgut Özal… bu nazik dönemde mevcudun içinde meselelerimizi en iyi bilen insandır ve dedikodulara bakmadan kendisini tutmakta fayda var.”125 Devlet ve burjuvazi arasındaki bağlantıların, tekil sermayedarın günlük çıkarlarıyla, sınıf olarak burjuvazinin genel ve uzun dönemli çıkarları arasındaki bütünlüğün ve karşıtlığın birlikte içerildiği diyalektik bir ilişki biçiminde kavranabileceğini vurgulayan Boratav, burjuvazi-devlet ilişkileri incelenirken, üç düzeyin -tekil, kısmi ve genel- birlikte ele alınması gerektiğini belirtmektedir. Bu bağlamda değerlendirildiğinde 1980’de askeri darbenin hemen ardından Rahmi Koç’un Kenan Evren’e yazdığı mektupta Özal’a güvenilmesini tavsiye etmesi, esas olarak temsil ettiği sınıfın genel çıkarlarını yansıtmaktadır.126 Sermaye kesimi, önceki askeri müdahaleler sırasında ve ara rejim dönemlerinde yaşanan düzen değişikliği korkusunu 1980’de yaşamadı. Bu 124 Korkut Boratav, a.g.k., s. 140. Mustafa Sönmez, Kırk Haramiler: Türkiye’de Holdingler, Gözlem Yayıncılık, İstanbul 1987, s. 346. 126 Korkut Boratav, a.g.k., s. 132. 125 56 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) durum TÜSİAD’ın temsil ettiği sermaye kesimi için de geçerlidir. Zira 12 Eylül askeri yönetimi, kesin bir biçimde sermayenin ekonomik ve sosyal programını temel almıştır. Askeri müdahalenin emek piyasasını büyük burjuvazinin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden düzenlemeyi hedeflemesi ve bu eksende ilgili yasal düzenlemelerin yapılması, burjuvazi ve ordu arasındaki ittifakın da sınıflararası ilişkiler ekseninde biçimlendiğini işaret etmektedir.127 TÜSİAD dışındaki tüm çıkar grubu örgütlerinin faaliyetlerinin durdurulduğu ve engellendiği bir dönemde, derneklerin en siyasisi olan TÜSİAD yönetimle sıkı ilişkiler kurabildi; askeri darbeyi kaçınılmaz ve gerekli gördü ve her durumda ve her ortamda orduya duyduğu güveni ve minnettarlığı dile getirdi.128 Darbe öncesi ve sonrasını değerlendiren TÜSİAD, yeni dönemin en önemli farkını, askeri düzenleme altında, siyasi yaklaşımların gözardı edilerek doğru kararların zamanında alınmış olması olarak görüyordu. TÜSİAD’a göre 12 Eylül öncesinde tüm kararlar daha demokratik yollardan alınsa da gerekli yasal düzenlemelere geçiş uzun zamana yayılıyordu.129 1980-83 yılları arasında sınaî yatırımlara gidilmedi. Sanayicilerin yerine ihracatçılar korundu ve sübvanse edildi. İhracatı liberalize etmek için yerli üretim rekabete açılınca, güçlü üretici firmalar serbest ithalat politikasını kabul etmediler. Koç ve Sabancı, Özal’ın ekonominin yönetimini ithal ikamesinden uzaklaştıran hızlı değişim politikasına karşı çıktılar.130 Buna karşılık 1983-1987 yılları arasında Anavatan Partisi’nin (ANAP) “alternatifsiz” olduğu ve esas olarak bir “işadamları iktidarı”nı temsil ettiği düşüncesi, sermayenin hemen hemen bütün çevrelerinde kabul edildi. Burjuvazinin, toplumun tüm kesimlerini hedefleyen ve 1980-1983 yıllarında askeri yöntemlerle başlatılan ideolojik saldırısı, bu dönemde zaferle sonuçlandı ve “alternatifsizlik” savı emekçi sınıfların saflarına kadar nüfuz edebildi.131 Ordunun ve onu izleyen ANAP’ın serbest piyasa yanlısı icraatları, sermaye kesiminin 1980’ler boyunca düzen değişikliği kuşkularını gidermeye yetmişti. ANAP dönemiyle birlikte kamuoyunun vitrininde önsıralarda yer almak için birbirleriyle rekabet eden sermaye kesimleri, devletin hantallığından şikâyet ediyor; kârlılık ve verimlilik ilkelerine göre yönetilecek bir Türkiye özlemi duyduklarını sıklıkla dile getiriyorlardı. ANAP iktidarının işadamlarına yakınlığı bu düzeye gelince, kuruluşundan bu yana siyasetteki ağırlığını korumuş olan ve yükselen Türkiye burjuvazisini ve büyük sermaye kesimlerini bünyesinde toplayan TÜSİAD kamuoyunda daha da etkin hale geldi.132 1983 seçimleri öncesinde Milliyetçi Demokrasi Partisi-Halkçı Parti 127 Ebru Deniz Ozan ve Gökten Doğangün, a.g.k.,, s. 70. Bkz. Görüş, TÜSİAD, Cilt. 11, No. 2, 1983, s. 9-18. 129 Bkz. Cumhuriyet, İstanbul, 24 Ocak 1982, aktaran Ş. Gülfidan, s. 94. 130 Şebnem Gülfidan, a.g.k., s. 92-95. 131 Korkut Boratav, a.g.k., s. 142. 132 Rıfat N. Bali, “Sivil Toplum Hareketinin İki Zaafı: İşadamları ve Elitizm”, Birikim, Sayı 130, 2000, s. 3132. 128 S. GÜZELSARI – S. AYDIN Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: … 57 (MDP-HP) formülünü destekleyen TÜSİAD, ANAP’ın seçimden tek parti olarak çıkmasının ardından bu parti ile zaman zaman sorunlar yaşadı. Özellikle, örgüt içinde değişim talebini daha çok öne çıkarma taraftarı olan TÜSİAD’ın genç liderleri döneminde (1987-1999), siyasal alanla çatışmalar görünür hale geldi.133 ANAP iktidarı, sermayenin bazı kesimlerinin yüksek servete kavuşmasını sağlarken, bazı kesimleri için de bir takım zorluklar yaratıyordu.134 Özal’ın izlediği liberalizasyon politikaları ve hükümetin, sanayicilerden daha çok ihracatçıları desteklemesi ihracatçılar ve sanayiciler arasında çatışmaya yol açtı. Liberalizasyon politikaları ve yeni ithalat rejiminin TÜSİAD üyelerini zorlaması sonucunda örgütün hükümete yönelik eleştirileri yeniden basın yoluyla kamuoyunda duyulmaya başladı. Sermayedarların toplumsal konumlarına duydukları güven, devlet ve iş dünyası ilişkilerini değiştirdiğinden siyasi alanda da yeni unsurları ortaya çıkarıyordu. Böylelikle, gerek TÜSİAD üyelerinin kendi içlerinde gerek ihracat-ithalat ve sanayi gruplarının kendi aralarında çıkar çatışmaları yükselmeye başladı. İlginç olan ise bu grupların, talep ve şikâyetlerini TÜSİAD’ı atlayarak dile getirmeleriydi. Özellikle Şahap Kocatopçu’nun başkanlık yaptığı dönemde (1984-1985) TÜSİAD yönetiminin ne hükümetle ne de üyeleriyle tam bir diyalog kurabildiği görülmektedir.135 TÜSİAD’ın liberalizasyon konusuna yaklaşımını açıklayan Şahap Kocatopçu’nun şu ifadeleri durumu özetlemektedir: “Önceki dönemin ithal ikameci sanayileşme rejimine uygun olarak yatırım yapan kimi firmalar, yeni ihracat yönelimli sanayileşme politikalarına kendilerini uyarlamada güçlüklerle karşılaşmışlardır. Dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi, Türkiye’de de devlet, sanayicileri gizli olarak desteklemeli ve korumalıdır.”136 Bu gelişmeler karşısında TÜSİAD, kamuoyundaki imajını yeniden kazanmak ve hükümetle ilişki kurarak üyeleri arasındaki çatışmaları bitirmek için yeni arayışlara girdi. Sakıp Sabancı’nın başkanlığı döneminde (1985-1987) ve sonrasında, her ne kadar hükümetle yakınlaşma olmuş olsa da, bu istenilen etkilemenin gerçekleşmesi anlamına gelmiyordu. TÜSİAD’ın görüşüne göre, Özal’ın izlediği politikalar piyasa ekonomisinin gerekliliklerinden sadece yüksek büyüme oranı ve istihdamı karşılamış; fakat fiyat istikrarı gerçekleştirilememiş, 1987’nin ikinci yarısından sonra enflasyon yükselişe geçmiştir. TÜSİAD yöneticileri bu gelişmenin temel nedeni olarak hükümetin kamu yatırımlarını gösterdiler.137 TÜSİAD’ın hükümete yönelttiği bir başka eleştiri de dış borçlara ilişkindir. TÜSİAD’ın görüşüne göre kamu yatırmları ve kamu harcamalarının kaynağı dış kaynaklara dayandırıldı. Bu koşullar altında 133 1987 Genel Kurulu ile yönetimde yer alan genç ekip, Ömer Dinçkök, Cem Boyner, Bülent Eczacıbaşı, Halis Komili, Güler Sabancı gibi isimlerden oluşmuştur. Aydın Uğur ve Haluk Alkan, a.g.k., s. 136-138. 134 Ayşe Buğra, a.g.k., s. 206-207. 135 Şebnem Gülfidan, a.g.k., s. 97-99. 136 Hergün, İstanbul, 10 Eylül 1985., aktaran Ş.Gülfidan, a.g.k., s. 98. 137 TÜSİAD, Turkish Economy Reports, 1974-1987. 58 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) da Özal hükümeti piyasa ekonomisinin işleyişini sağlayacak yapısal reformları (bankacılık, bütçe ve vergi reformları) gerçekleştiremedi. Bu nedenle Özal, ekonominin yönetimini özel sektöre bırakmaktan ziyade, ekonomide devlet yatırımlarına ağırlık verdi. TÜSİAD’ın bu yöndeki eleştirilerine Özal’ın kısa yanıtı şöyle oldu: “Kendi işleriyle ilgilensinler” ya da “villalarını satsınlar” ya da “şirketlerinin kapasitesini azaltsınlar.”138 Kuşkusuz bu eleştirilere dayanarak Özal’ın politikalarının TÜSİAD’da örgütlü sermayenin genel çıkarlarıyla tamamen ters düştüğü söylenemez. Zira hükümetin genel ekonomik politikaları büyük sermaye sahipleri, sanayiciler ve işadamlarının talepleriyle örtüşmektedir. 1988-89 yıllarında sermayenin alt kesimleri içinde Özal aleyhtarı eğilimlerin yaygınlık kazandığı bir gerçektir. Ancak, büyük sermeye saflarında ANAP’ın hiçbir zaman 1978-79 yıllarının CHP iktidarı ile aynı kefeye konmadığını, etkili ve belirleyici sermaye gruplarının Özal’a destek vermeye devam ettiklerini görmek gerekir. Zira 1980 sonrasının iktisat politikası uygulamaları, sermayenin lehine çok sayıda öge içermekte, bunlar da esasen sermaye ile devletin içiçeliğini yansıtmaktadır. Örneğin, vergi sisteminin sermaye lehine değiştirilmesi, Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu’na bağlı yasakların kaldırılması, siyasi ve ideolojik suçların cezalandırılmasının yanısıra iş adamlarının siyasi karar merkezlerine ulaşmalarını sağlayan yeni ortamların yaratılması vb. gelişmeler sermaye ile devlet ilişkisinin içiçeliğine birkaç örnektir.139 Büyük Sermayenin “Yeni İşadamı Kimliği” ve “Toplumsal Sorumluluk” Anlayışı 1980’lerin başında özel sektör sanayide önemli bir güce erişmişti. Bir yandan büyük firmalar yetkin örgütlenme yapıları kurarken bir yandan da büyük sermaye kesimlerinin toplumsal konumlarında bir gelişme gözleniyordu. Bu dönemde büyük sermaye ile küçük ve orta sermaye kesimleri arasındaki ayrım giderek büyümüştü. Uzun dönemli ekonomik stratejilerin oluşturulmasına önem veren ve kamu politikalarının belirlenmesinde etkin olarak yer almak isteyen sermayedarlar, kendilerini iş dünyasının diğer üyelerinden ayırarak, ülkenin toplumsal ve iktisadi gelişiminde yarı-kamusal nitelikli bir işlev üstlenmek amacını güdüyorlardı.140 TÜSİAD’ın toplumun farklı kesimlerine kendi siyasi ve sosyal projelerini dayatması bu dönemde belirginlik kazandı. Kuruluşundan bu yana siyasetteki ağırlığını daima hissettiren TÜSİAD kamuoyunda giderek daha fazla öne çıkmış; temsil ettiği kesim, iktidar bloğu içinde etkinliğini artırarak siyasete 138 Cumhuriyet, 22 Mayıs 1987, 3 Mart 1988, 2 Mayıs 1988, 20 Ağustos 1988, Ş. Gülfidan, a.g.k., s. 101. Korkut Boratav, a.g.k., s. 147. 140 Ayşe Buğra,a.g.k., s.191-192. 139 S. GÜZELSARI – S. AYDIN Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: … 59 ve devlet politikalarına hâkim olmuştur.141 Örgüt, siyasal temsil ve devletle ilişkiler; devlete göre sermayenin siyasal konumu ve ağırlığı gibi konu başlıklarını esaslı bir biçimde gündemine aldı. Bu yıllara damgasını vuran neoliberalizm ve devleti küçültme politikalarının kurumsal temsilciliğini üstlenen; devletin ülke içinde ve dış piyasalarda kendilerinden yana yönlendirici bir politika izlemesini talep eden TÜSİAD, siyasal alanla ilgili değişim taleplerini hazırladığı raporlarda etraflıca dile getiriyordu.142 1980’lerde “işadamı kimliği”nde de geçmişle kıyaslandığında bir dönüşüm yaşandı.143 Kurulduğu tarihten 1980’lere dek, görece devlete uzak, kişisel özelliklerinden çok kurumsal özellikleri ile tanınan işadamı kimliği, yerini, sınıfsal kimliğin öne çıkarılmadığı, kişisel özelliklerin baskın olduğu, daha “insancıl” bir kimliğe bırakıyordu. 1983 öncesi ile karşılaştırıldığında büyük sermayenin taleplerini kurumsal olarak yansıtan TÜSİAD, bu tarihten sonra hükümet politikalarını etkileme kanallarını değiştirdi. Yeni işadamı kimliği altında büyük burjuvazi, orta yoldan şaşmayan ve hükümet dâhil hiç kimseyi ürkütmeyecek davranış kalıplarına büründü. Örneğin bu dönemde TÜSİAD’ın gerek kendi yayınlarında gerek toplantılarında hükümete yönelik eleştirilerini açıklamaktan geri durmaya veya daha çok kendi savlarını yumuşatmaya çalıştığını görüyoruz. Bireysel olarak yöneticilerin yaptığı açıklamaların veya akademisyenlere yaptırılan araştırmalarda ileri sürülen görüşlerin “derneği bağlamadığı”nın ifade edilmesi de bu temkinliliğin bir göstergesidir.144 Kısacası 1980’lerin sonlarında giderek güçlenen sanayi burjuvazinin temsilcisi olan ve “modern”, “laik”, “çoğulcu” bir ideolojinin savunuculuğunu üstlenen TÜSİAD; uluslararası sermaye ile eklemlenmeye ve onun taşeronu olarak işgörmeye yatkın, daha metropol, kentli bir yüzü olan ve bu anlamda da sermayenin en bilinçli unsurlarını içeren sınıfın, sermaye sınıfının temsilcisidir artık.145 Bilim insanlarına ve uzmanlara hazırlattığı raporlarla da kamuoyundaki varlığını hissettirmeyi başaran TÜSİAD’ın siyasetin tam içinde olma arzusunun bu yıllarda yükseldiğini görüyoruz. Örneğin, seçimlerden önce siyasi parti 141 Mustafa Şen, Türkiye Ekonomisinde Yapısal Değişim-Türkiye’de Egemen Sınıflar, Toplumsal Araştırmalar Vakfı Panel Dizisi, 1994, s. 53. 142 TÜSİAD’ın bu dönemde hazırladığı raporlardan bazıları şunlardır: Özelleştirme, KİT’lerin Halka Satışında Başarı Koşulları, 1986; İş Dünyasının Sorunları, Öncelikler, Beklentiler, Çözümler, 1987; Liberal Çözüm: Dünyada Piyasa Ekonomisi Uygulamaları, 1987; Piyasa Ekonomisi ve Türkiye Uygulaması, 1987. 143 İşadamı kimliğinin popüler bir ikon olarak yükselişini Sakıp Sabancı örneğinde inceleyen bir çalışma için bkz. Gülseren Adaklı, “Popüler İkon Olarak Sermayedar: Sakıp Sabancı” Praksis, Sayı 4, 2001. 144 Örneğin, Cem Boyner 1989 yılındaki ekonomik önlemleri eleştirerek, hükümeti keyfiyetçilikle suçlamış, sanayiciyi korumadığından şikâyet etmiştir. Bu açıklamaları yaptığında bu görüşlerin Derneği bağlayıp bağlamadığı sorulmuştur. Milliyet, 15 Ağustos 1989, Ş. Gülfidan, a.g.k., s. 102; Ayrıca Bülent Tanör’e hazırlatmış olduğu Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri raporunun kamuoyunda yarattığı tepkiler sonucunda TÜSİAD, “rapor yazarını bağlar” diyerek siyaset üstü bir görünüm kazanmayı başaracaktır. 145 Tülin Öngen, “TÜSİAD Raporu Üstüne Tartışma”, Marksizm ve Gelecek, Bahar 1997, s. 35. 60 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) liderlerinin TÜSİAD’ın seçkin üyeleriyle yaptıkları toplantılar, Türk siyasi hayatının alışılagelmiş ritüellerinden biri olmuştur. 1991–2001: Büyük Sermaye Çoğulcu, Uzlaşmacı Bir Toplumsal Düzen Arayışında TÜSİAD’ın kamuoyunda adını en fazla duyurduğu dönem 1990’lı yıllar oldu. Bu dönemde özellikle Gümrük Birliği ve Avrupa Birliği, demokratikleşme, seçim sistemi, sivil toplum, ekonomide ve siyasette istikrar, etkin devlet, çoğulculuk, küresel rekabet ve dünya ekonomisiyle eklemlenme gibi sosyal, siyasal, ekonomik ve yönetsel konularda hazırladığı kapsamlı raporlarla siyasal iktidarlar ve dolayısıyla kamusal politikalar üzerindeki etkisini artırmıştır.146 Bu dönemde örgüt kendisini “demokratikleşmenin” önemli bir savunucusu olarak öne çıkardı. Bu dönemde Türkiye siyasetinin en önemli sorunlarından “Kürt sorunu” ve “siyasal islamın yükselişi”, militarizmin daha görülür hale gelmesine kaynaklık ediyordu. Bu bağlamda TÜSİAD ve temsil ettiği iş çevreleri kamuoyunda demokratik önerileri ile ses getirme yolunu seçtiler. Başka bir ifadeyle ekonomik ve siyasi istikrarsızlığa karşı kendi mücadele hattını çizen TÜSİAD147, bu hattın merkezine “demokratikleşme” ve “sivil toplum” kavramlarını oturttu. Bu kavramlar, 1997 yılında Bülent Tanör’e hazırlatılan Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri raporunun da ana eksenini oluşturdu. Kamuoyunda oldukça tartışılan bu rapor ve raporun sunduğu “radikal” öneriler vesilesiyle TÜSİAD, pek çok kesim tarafından alkışlandı ve toplumun dönüştürülmesinde kendisine öncülük ve kurtarıcılık rolü yüklendi. Demokratikleşmenin önündeki engelleri aşmak için raporda üç sorun üzerinde durulmaktadır: İlki, siyasal partilerle, seçimlerle ve siyasal iktidar kurumlarıyla ilgili hukuksal sorunlar, mevzuatın eksiklikleri ve yanlışları; ikincisi, temel hak ve özgürlüklerin yaşama geçirilmesi; üçüncüsü ise, hukuk devleti ve yargısal denetimdir. Ancak raporun “demokratikleşme” ve “sivil 146 Elvan Sözen, “Devletin Yeniden Yapılandırılması Sürecinde Sermaye Örgütleri-Devlet İlişkisi: TÜSİAD Örneği”, 18. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Kamu Yönetiminde Reform, (Der. Necat Akyıldız vd.), TODAİE, 2009, s.318-319. TÜSİAD’ın, DYP-SHP hükümeti döneminde hükümet ve siyasi parti liderlerine yönelik hazırladığı bazı raporlar şunlardır: 21. Yüzyıla Doğru Türkiye: Geleceğe Dönük Bir Atılım Stratejisi, TÜSİAD, İstanbul, 1991; ayrıca devleti küçültmek için anayasal sınırlamaların önerildiği raporlar mevcuttur. İlki Coşkun Can Aktan tarafından hazırlanan 21. Yüzyıl İçin Yeni Bir Devlet Modeline Doğru: Optimal Devlet- Kamu Ekonomisinin ve Yönetiminin Yeniden Yapılanmasına ve Küçültülmesine Yönelik Öneriler, İstanbul, Eylül 1995 raporu, diğeri ise Faruk Selçuk ve Anjariita Rantenan tarafından hazırlanan Türkiye’de Kamu Harcamaları ve Kamu Borçlanması-Mali Disiplin Gereği Üzerine Gözlem ve Öneriler, İstanbul, Ocak 1996 tarihli raporudur. Son iki rapor “anayasal iktisat” adı verilen ultra liberal serbest piyasacı çözüm önerileri getirmektedir. Bkz. Tülay Arın, “Anayasal İktisat ve Refah Devleti: TİSK ve TÜSİAD’ın Asgari Devlet Raporlarının Eleştirisi”, Ekonomide Durum, (Bahar-Yaz, 3–4) 1997. 147 Bkz. Gülseren Adaklı, a.g.k. S. GÜZELSARI – S. AYDIN Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: … 61 toplum” kavramlarını merkeze almasının altında yatan gerçeği, sözkonusu kavramların sermayenin uzun vadeli çıkarları ile örtüştüğü noktasında aramak gereklidir. Toplumsal uzlaşmadan yana tercihini koyan TÜSİAD gerçekte, daha demokratik bir düzenden yana olduğundan değil, sınıfsal çıkarları toplumsal uzlaşmanın zaman geçirilmeden yeniden kurulmasını gerektirdiği için harekete geçmişti. Zira ilgili raporda ekonomik politikaların, serbest piyasa ekonomisinin, dünya pazarlarıyla eklemlenme stratejilerinin yaşama geçirilmesi için gerekli olan şeyin çoğulcu, uzlaşmacı bir toplumsal düzen olduğu tezi savunulmaktadır. Öngen’in deyişiyle “bir bütün olarak Rapor, burjuvazinin düzenin restorasyonuna yönelik arayışını ve bu arayışın temel saiklerini özlü bir biçimde yansıtmaktadır.”148 Böylelikle TÜSİAD, bir “sivil toplum örgütü” olduğu iddiasıyla kendi misyonlarını kamuoyunda duyurmayı başardı. Ardından, “temiz toplum”, “düşünce özgürlüğü” vb. kavramlarla yakından ilgilendiğini gösteren uygulamalara yöneldi. Örgüt demokratikleşmeye katkı sağlamak, serbest piyasa ekonomisini işlerliğe kavuşturmak ve küresel düzenle bütünleşmek gibi taleplerden hareketle şu hedefleri ön plana çıkardı: Düşünce, inanç, girişim özgürlüğü ve insan haklarına saygılı, demokratik ve laik düzen; güçlü fakat küçük devlet ve serbest piyasa ekonomisi kuralları içinde rekabet gücünün artırılması.149 Bu taleplerin yanı sıra siyasete, devlet ve devlet politikalarına hâkim olma yolundaki büyük burjuvazi mevcut sorunların çözümü için “İkinci Cumhuriyet” veya “sivilleşme” üzerinden giden tartışmalara odaklandı.150 Fakat burada TÜSİAD’ın hedeflediği özgürlükçü, çoğulcu bir siyasal sistemden ziyade toplumsal uzlaşmayı sağlayarak rejimin meşruiyetini yeniden kurmaktı. Kuşkusuz TÜSİAD “demokratikleşme”yi işadamlarının sınıfsal çıkarlarına daha iyi hizmet edecek, dünya ekonomisiyle bütünleşmeye engel oluşturmayacak bir biçimde devleti yeniden yapılandırmanın bir aracı olarak görmektedir. Başka bir ifadeyle sermaye için devlet ve toplumun etkisinin en aza indirildiği, istikrarlı ve öngörülebilir bir pazar ekonomisinin sürekliliği ancak çoğulcu demokrasi ve sosyal uzlaşma ile mümkün olacaktır. Dolayısıyla TÜSİAD’ın demokrasi vurgusunun sınıfsal özünü kaçırmamak gerekir.151 Neo-liberalizmin “güçlü piyasa-küçük devlet” vurgusunun yerini “yönetişimci, etkin devlet” söylemine bıraktığı 1990’larda152, TÜSİAD da bu gelişmeye paralel olarak devlete ilişkin yaklaşımını değiştirmiştir. Optimal Devlet raporunda piyasa aksaklıklarını düzenleyecek, kamusal hizmet sunmak 148 Ayrıntı için bkz. Tülin Öngen, a.g.k., s. 30-31. Görüş, Eylül 1996, s. 16. 150 Mustafa Şen vd. a.g.k., s. 58. 151 Ebru Deniz Ozan ve Gökten Doğangün, a.g.k., s. 74-75. 152 Birgül Ayman Güler, “Yönetişim: Tüm İktidar Sermayeye”, Praksis, Sayı:7, 2003, s. 93–116, Sonay Bayramoğlu, “Küreselleşmenin Yeni Siyasal İktidar Modeli: Yönetişim”, Praksis, Sayı:7, 2002, s. 85-116, Selime Güzelsarı, “Kamu Yönetimi Disiplininde Yeni Kamu İşletmeciliği ve Yönetişim Yaklaşımları”, Kamu Yönetimi Gelişimi ve Güncel Sorunlar (Der.) Öktem, M. Kemal ve Uğur Ömürgönülşen, Ankara: İmaj Yayınevi, 2004, s. 85–137. 149 62 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) yerine hizmetleri yönlendirecek etkin bir devlet anlayışını benimsemiştir. TÜSİAD’ın bu çalışmalarının asıl sonuçları kamu yönetiminde köklü reformların gerçekleştiği 2000’lerde ortaya çıkacaktır. 1990’larda dile getirilen reform ve yeniden yapılanma talepleri, 2000 ve 2001 krizlerin ardından uygulamaya konulan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı, AKP’nin Acil Eylem Planı ve Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı’nda karşılık bulmuş ve hayata geçirilmiştir.153 TÜSİAD’ın üzerinde durduğu bir diğer konu da 1980’lerden bu yana tartışılan merkez-yerel ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi, yerelleşme ve yerel yönetimlerde reformdur. Yerel yönetimlerin mali kaynaklarının yetersizliğine ve merkezi niteliğine işaret eden TÜSİAD yerel yönetimlerin kendi gelir kaynaklarını yaratamadığına sürekli vurgu yapmaktadır. Sermayenin bu sorunlara ilişkin çözüm önerileri arasında ise başta büyük kentler olmak üzere yerel yönetimlerin yaratıcı ve girişken olmaları için gerekli düzenlemelerin yapılması, piyasa koşullarında rekabet yaratabilmeleri için mali ve yapısal yönlerden güçlendirilmeleri ve özerk ve demokratik bir yönetime kavuşturulmaları yer almaktadır.154 Kısacası 1990’larda büyük burjuvazi, siyasete ve devlet politikalarına hâkim olma yolunda önemli adımlar atmıştır. Bu yılların “sivil toplum” rüzgârına ayak uydurmakta zorlanmayan TÜSİAD, adını kamuoyunda bir “sivil toplum” kuruluşu olarak duyurdu ve “sivil toplumun sorumlu bir teşkilatı” havasına bürünmekte gecikmedi. 1970’li yılların “bencilce kâr peşinde koşan” işadamı imajına karşı, özel teşebbüsün etik kodlarını belirlemeyi ve Türkiye ekonomisinde “serbest” girişimi güçlendirmeyi temel hedeflerinden biri olarak belirleyen TÜSİAD155, kendisini “çıkar grubu” olmaktan ziyade bir “baskı grubu” olarak tanımlamayı tercih etti. “Çıkar grubu” bencilce kâr peşinde koşanları ima ederken, “baskı grubu” sivil toplum konusu ile bir ölçüde meşruluk kazanan sivil toplum kuruluşlarını (STK) ima etmektedir.156 Böylelikle büyük sermayedarlar, sadece işadamı kimliği ile değil aynı zamanda “saygın, sorumlu, sivil toplumcu işadamı” kimlikleri ile de tanınmaya başladılar.157 153 Elvan Sözen, a.g.k., s. 319. Bkz. Saadet Aydın, “Yeni Yasal Düzenlemeler Işığında Yerel Yönetimlerde Yeniden Yapılanma”, AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 2005–2, Sayı.11, s. 33–48; Hülya Kendir Özdinç, “Kamu Yönetimi Reformundan beklentiler: Sermaye Kesiminin Yerelleşme Talepleri”, 18. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Kamu Yönetiminde Reform, (Der. Necat Akyıldız vd.), TODAİE, 2009, s. 323–329. TÜSİAD’ın yerelleşme ve yerel yönetimlere ilişkin raporları için bkz. Yerel Yönetimler, Sorunlar, Çözümler, 1995; Yerel Yönetimler Yasa Taslağı, 1997. 155 Karin Vorhoff, a.g.k., s. 318; ayrıca bkz. Gülseren Adaklı, a.g.k.. 156 Karin Vorhoff, a.g.k., s. 317-318. Kendilerini STK olarak tanımlayan sermaye örgütlerinin kamu politikalarını etkileme mekanizmalarını şöyle sıralamak mümkündür: hükümete danışmanlık yapmak, kendi çıkarları ile ilgili siyasal, toplumsal ve yönetsel kurumların kendi lehlerine faaliyet yürütmelerini sağlamak, bu kurumlara kendi görüşlerini destekleyen kişilerin atanmasını sağlamak, devlet bürokrasisini, idarenin soruşturma ve araştırma komisyonlarına temsilci göndermek yoluyla etkilemek, yargı organlarına etki ederek idari işlemlere örnek oluşturabilecek kararların alınmasını sağlamak, kamuoyu yaratarak taleplerinin siyasi yapıya ulaşmasını sağlamak vb. 157 Rıfat N. Bali, a.g.k., s. 34. 154 S. GÜZELSARI – S. AYDIN Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: … 63 Liberalizmin savunuculuğunu yapan sermayedarların sivil toplumu savunmalarının da gerisinde devletin küçültülmesi zihniyeti yatmaktadır. Türkiye’de özelleştirmeden kamu yönetimine, vergi ve sosyal güvenlik sisteminden seçim ve siyasi parti yasasına kadar birçok alanda yapısal reformların yapılması gerektiğini savunan TÜSİAD, bu reformların gerçekleşmesi için toplum kesimlerinin kendilerini temsil eden sivil örgütler aracılığı ile karar süreçlerine katılımını zorunlu görmektedir: “TÜSİAD”ın görevi, dün olduğu gibi bugün de hükümetlere, serbest piyasa ekonomisi, çoğulcu demokrasi ve temiz toplum ilkelerinin, Türkiye’nin geleceği için hayati önem taşıdığını, bu önemin gözardı edilemesinin çok ağır bedelleri olduğunu hatırlatmaktır.”158 1990’larda devlet yönetiminin yozlaşmasından, siyasetin kirlenmesinden ve çetelerden duyduğu rahatsızlığı dile getiren sermaye sınıfı, yükselen sivil toplumcu “muhalefeti” doğrudan desteklemekte, kendisini de bir sivil toplum örgütü olarak tanımlamaktadır. TÜSİAD’ın üzerinde ısrarla durduğu konulardan biri de Türkiye-AB ilişkileridir. 1981 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla “kamu yararına çalışan dernek” statüsünü kazanan TÜSİAD, 1988 yılında Avrupa Sanayicileri ve İşverenleri Konfederasyonu’na (UNICE) üye oldu. 1993 yılında gümrük birliğinin gündeme gelmesiyle birlikte Avrupa nezdinde lobi faaliyetlerine başladı ve Türk özel sektörünü AB ve UNICE’de temsil etmek için 1996 yılında Brüksel’de bir temsilcilik açtı. 18 Kasım 1998 tarihinde Washington’da açılan TÜSİAD USA Inc. adı altındaki temsilciliğin esas amacının “fazla tanınmayan Türkiye’nin ABD’de tanıtımına yardımcı olma” olduğu belirtiliyor.159 Esasen yeni küresel düzenin şekillenmesinde devlet-dışı aktörlerin oynadıkları rolün önemini kavrayan TÜSİAD için Washington’da temsilcilik açmış olmak, uzun vadede bu sürece dâhil olmanın bir yoludur. Nitekim “[s]ivil toplumun gelişmesi ve ulusaşırı niteliğe bürünmesi küreselleşme sürecine hem katkıda bulunmakta hem de küreselleşmeden güç almaktadır”160 açıklamasını yapan dönemin yönetim kurulu başkanı Erkut Yüceloğlu, bu amaçlarının altını çizmektedir. Toparlayacak olursak, 1980’li yıllarda yükselen neo-liberal politikaların temsilciliğini üstlenen ve piyasa ekonomisine geçişin gereklerine uygun faaliyet yürüten TÜSİAD, bu dönemde daha çok ekonomik sorunlar üzerine yoğunlaşmıştır. Ancak, faaliyetleri 1990’lardan itibaren oldukça farklılaşmıştır. Bu tarihe kadar yaptığı ekonomik araştırmalara ek olarak, artık eğitim, enerji, siyasal sistem, siyasal özgürlükler, demokratikleşme süreci, insan hakları, hukuk devleti, düşünce özgürlüğü, serbest girişim özgürlüğü, iş ve yönetim etiği ve dış politika konularınına kadar uzanan geniş bir yelpazede söz sahibi olma 158 Halis Komili, Görüş, Temmuz 1996. 1998’de Washington’da TÜSİAD US şirketinin esas amacının ABD’deki Yunan ve Ermeni lobilerine karşı mücadele etmek ve Türkiye’yi savunmak, tanıtmak olduğu da ileri sürülebilmektedir. Rıfat N. Bali, a.g.k., s. 36. 160 TÜSİAD Yönetim Kurulu Başakanı Erkut Yüceloğlu, Görüş, Mayıs 2000, s. 7. 159 64 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) yolunda adımlar atmıştır. Başka bir ifadeyle TÜSİAD, ekonomik ve siyasi istikrarsızlığa karşı yürüttüğü mücadelede, yukarıda sıralanan kavramlar üzerinden ekonomik alana yönelik projelerini siyasal ve toplumsal alanlara doğru genişletmiştir. Sonuç Yerine Tarih sahnesine çıktığından bu yana kapitalist devlet, maddi ilişkilerin somutlaştığı kurumsal bir gerçeklik olarak sınıf/siyaset ilişkilerinin odağında yer almaktadır. Sınıf mücadelelerinin yoğunlaşma biçimlerine bağlı olarak devletin yeniden yapılanması, bir yandan yeni düzenlemelerden dışlanan ya da çıkarları etkilenen toplumsal kesimleri harekete geçirirken; diğer yandan sermaye kesimlerinin farklılaşan güç ilişkilerini ve çatışmalarını açığa çıkarmaktadır. Bu mücadelelerin hepsi birden devlet biçimleri üzerinde ve çeşitli devlet kurumları arasında ve kurumların kendi içlerindeki güç dengeleri üzerinde belirleyici bir etkiye sahip olmaktadır. 1980’lerden bu yana devletin rolünün nasıl değiştiğini devlet-sermaye ve ekonomi-siyaset ilişkisi temelinde açıklamaya çalıştığımızda sermaye ile devlet arasındaki ilişkiyi bir birlikte varolma ilişkisi olarak düşünmemiz gerekir. Türkiye için neoliberal dönemin başlangıcı anlamına gelen 12 Eylül müdahalesi ve devamındaki askeri yönetimin iktidarı, işçi sınıfına ait tüm örgütlenmeleri yasaklarken (burada HAK-İŞ’i kısmen dışarıda tutabiliriz), TÜSİAD, 12 Eylül yönetiminin açtığı ilk sivil toplum örgütü olmuş ve 1981’de de kamu yararına çalışan dernek statüsüne kavuşturulmuştur. Bu yolla 12 Eylül’ün askeri hükümeti, ABD’de yani küresel kapitalizmin kalbinde TÜSİAD’ı lobicilik faaliyetleri için görevlendirmiş, bir anlamda siyasal erki kısmen de olsa dernekle paylaşmakta bir sakınca görmemiştir. Bu paylaşımda elbette 1979 yılında TÜSİAD’ın Ecevit’e karşı cephede yer almasının, aleyhinde bir dizi gazete ilanı yoluyla propaganda yapmasının da etkisi vardır. Ama bu paylaşım sonraki yıllarda Derneğin yönetimde ve siyasette belirleyici olma konusundaki gücünü perçinlemiş; bir “düşünce fabrikası” olmanın yanı sıra entelektüeller grubu ya da “centilmenler kulübü” veya “patronlar kulübü” gibi adlarla ülke gündeminde hep tepelerde yer almıştır. Ancak, 1980–1984 dönemini TÜSİAD kendi web sayfasında, “uluslararası rekabete açık”, “serbest piyasa ekonomisi” yolunda gerekli adımların atılmasında gecikildiği için, bir çatışma dönemi olarak nitelendirilmiştir. Sivil yönetime geçildikten sonra TÜSİAD’ın Turgut Özal yönetimi ile olan ilişkisi bir dargın bir barışık olarak devam etmiştir. 1974–1979 döneminde kendisi de TÜSİAD üyesi olan Özal, 12 Eylül yönetiminde yer almasını büyük sermayenin desteğine borçludur. Bu borcunu Özal, iktidara geldikten sonra çıktığı tüm yurt dışı gezilerine TÜSİAD üyelerini de yanına alarak kısmen ödemişse de, Anadolu Kaplanları olarak bilinen yeni sanayicileri güçlendirdiği S. GÜZELSARI – S. AYDIN Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: … 65 gerekçesiyle Dernek yönetimine ters düşmeye de başlamıştır. 1980’lerde kuralsızlaştırma (serbestleşme) adına yapılanlar düzenlemelerin yolsuzlukları artırması karşısında TÜSİAD üst yönetimi, dönemin siyasi iktidarını “hırsızlık rejimi” (kleptokrasi) olarak tanımlayarak eleştirmeye başlamıştır. Oysa bu dönemde hız kazanan özelleştirmelerden, köprü, otoyol, baraj gibi büyük yatırımlardan en büyük payı alan da yine büyük sermaye kesimleri olmuştur. Neoliberalizme geçişin sancıları, kısmen TÜSİAD’da da duyulmuştur. KİT fiyatlarının serbestçe belirlenmesi, sanayi elektriğine yapılan zamlar ve faiz oranlarının yüksekliği gibi sanayi sermayesinin maliyetlerini yükselten uygulamalar karşısında Dernek, sonradan başbakan olacak bir ekonomi profesörüne, Tansu Çiller’e ülke yönetiminin karanlığa ve uçuruma sürüklendiğini vurgulayan bir rapor “Ekonomi Raporu” hazırlatmıştır. Özal yönetimine açıktan cephe alınması, Özal ile başlayan kamu işletmeciliği anlayışının (Özal’ın prensleri olarak adlandırılan bir grup genç, iyi eğitimli ve çoğunlukla ABD’den getirilen Türk bürokratlar eliyle yürütülen) ve KİT’ler henüz özelleştirilmemişken yerelde BİT’leşmenin (Belediye İktisadi Teşekkülleri) teşvik edilmesi, sermaye sınıfı için, aslı varken kötü taklitlerin ekonomiye dâhil olması anlamına gelmekteydi. Öte yandan sanayi sermayesinden çok mali sermayeyi, finans sektörünü destekleyici uygulamalar da TÜSİAD çatısı altındaki sermaye kesiminin yeni bir konum almasını gerektirmiştir. Bunun üzerine İstanbul’un zenginler kulübü, yükselen Anadolu sermayesi karşısında kendisini yeniden düzenleme gereği duymuştur. 1990’larda Anadolu Kaplanları, TÜSİAD’a alternatif bir oluşum olan muhafazakâr MÜSİAD çatısı altında toplanırken, TÜSİAD da demokratikleşme ve liberalleşme konularını ülke gündeminde tutmanın yolu olarak raporlar hazırlamak ve kamuoyu oluşturmakla meşguldür. 1995 seçimlerinde 2. ve 3. sırada en çok oy alan ANAP ile DYP’nin koalisyon oluşturmasını desteklemiş ve birinci parti olan Refah Partisi’ne karşı açık bir tavır almıştır. Böylece 1996’da kurulan ANAYOL hükümetine destek vererek, kökten dinci bir partiyi iktidarda istemediğini net bir biçimde ortaya koymuştur. Ancak, aynı yıl Refah Partisi’nin ANAYOL Hükümeti’nin güven oylaması sonucunu, Anayasa Mahkemesi’ne iptal istemi ile taşıması ve Mahkeme’nin güvenoyu kararını iptal etmesi ile yeni hükümet Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi’nin koalisyonunda kurulmuştur. Bu durum karşısında TÜSİAD, seçim sisteminin değiştirilmesini ve erken seçim yapılmasını talep ederek yine gündem oluşturmuştur. TÜSİAD 1996 tarihli Seçim Sistemi Tartışması ve İki Turlu Seçim Sistemi başlıklı raporunu, bu gerilim ortamında hazırlamıştır. 1997’de ise Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri ve yine aynı yıl Ombudsman Kurumu İncelemesi raporları ile Yerel Yönetimler Yasa Taslağı’nı kamuoyu ile paylaşmıştır. 1997’de ise Refah-Yol Koalisyonuna karşı gerçekleştirilen 28 Şubat sürecini desteklemiştir. 1996–2002 yılları arasında Türkiye’de 5 ayrı hükümet kurulduğu 66 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) görülmektedir. Bunlardan ANAP-DYP Hükümeti üç ay; RP-DYP Hükümeti bir yıl; ANAP-DSP-DTP koalisyonu on sekiz ay; Ecevit’in kurduğu 56. Hükümet beş ay ve DSP-MHP-ANAP koalisyonunun kurduğu 57. Hükümet ise iki yıl altı ay görevde kalabilmiştir. Dolayısıyla 1990’lı yıllar, siyasal ve ekonomik istikrarsızlıkların en yoğun yaşandığı on yıl olmuştur. Bir yanda da ekonomide 1994 krizinin yarattığı sorunlarla boğuşmak zorunda kalan TÜSİAD, serbest piyasa ekonomisinin rayında gitmesini sağlayacak en önemli iki unsuru; siyasal istikrar ile ekonomik istikrarı kaybetmiştir. Türk lirasının döviz karşısında sürekli değer yitirdiği ve faizlerin son derece değişken olduğu bu dönemde TÜSİAD, “Dünya Çapında Bir Performansa Doğru” ve “Türkiye İçin Yeni Bir Orta Vadeli İstikrar Programına Doğru” (1995) başlıklı iki rapor ile “1980 Sonrasında Kaynakların Kamu ve Özel Sektör Arasında Paylaşımı ve Sonuçları” ile “Türkiye’de Kamu Harcamaları ve Kamu Borçlanması” (1996) raporlarını yayınlamıştır. Aynı yıl yayınlanan seçim sistemine ilişkin raporla birlikte ele alındığında, bu dönemde TÜSİAD’ın istikrar arayışlarının yoğunlaştığı dikkat çekmektedir. 1990’lar sona ererken TÜSİAD, AB, Gümrük Birliği, rekabet hukuku, şirket birleşmeleri, Türkiye’de demokratik standartların yükseltilmesi, demografik dönüşümler ve iki turlu dar bölge seçim sistemleri gibi geniş bir yelpazede yer alan konularda çok sayıda rapor ile ülke gündemindeki yerini korumaya devam etmiştir. Bundan sonra, TÜSİAD ve genel olarak burjuvazi, dönemin istikrarsızlığını, 3 Kasım 2002 Genel Seçimlerinde AKP iktidarını ve bu iktidarın sunduğu yeni hegemonya projesini destekleyerek, kendi sınıf çıkarları lehine çözecektir. KAYNAKÇA Adaklı, Gülseren, “Popüler İkon Olarak Sermayedar: Sakıp Sabancı”, Praksis, Sayı: 4, 2001, s. 242-266. Aktan, Coşkun Can, 21. Yüzyıl İçin Yeni Bir Devlet Modeline Doğru: Optimal Devlet- Kamu Ekonomisinin ve Yönetiminin Yeniden Yapılanmasına ve Küçültülmesine Yönelik Öneriler, TÜSİAD, İstanbul 1995. Alkan, Haluk, “Türkiye’de İşadamı Örgütleri ve Devlet”, Birikim, Sayı: 114, 1998, s. 43-62. Arat, Yeşim, “Politics and Big Business: Janus Faced Link to the State”, Strong State and Economic Interest Groups: The Post-1980 Turkish Experience, (Ed. Metin Heper), Walter de Gruyter, New York 1991. Arcayürek, Cüneyt, Cüneyt Arcayürek Anlatıyor, Cilt 8, Karacan Yayınları, Ankara 1986. Arın, Tülay, “Anayasal İktisat ve Refah Devleti: TİSK ve TÜSİAD’ın Asgari Devlet Raporlarının Eleştirisi”, Ekonomide Durum, (Bahar-Yaz, 3-4) 1997, s. 91-97. Aydın, Saadet “Yeni Yasal Düzenlemeler Işığında Yerel Yönetimlerde Yeniden Yapılanma”, AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 2005-2, Sayı:11, s. 33-48. Bali, Rıfat N., “Sivil Toplum Hareketinin İki Zaafı: İşadamları ve Elitizm”, Birikim, Sayı: 130, S. GÜZELSARI – S. AYDIN Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: … 67 2000, s. 33-42. Bianchi, Robert, Interest Groups and Political Development in Turkey, Princeton University Press, Princeton 1984. Boratav, Korkut, “Türkiye’de Burjuvazinin Yapısı ve Siyasi İktidarla İlişkileri”, Marksizm ve Gelecek, Sayı 1 (Haziran), 1989. Bayramoğlu, Sonay “Küreselleşmenin Yeni Siyasal İktidar Modeli: Yönetişim”, Praksis, Sayı: 7, 2002, s. 85-116, Buğra, Ayşe, Devlet ve İşadamları, İletişim Yayınları, İstanbul 1997. Çoban, Aykut, “Küreselleşmeye Karşı Olmak: Olanaklar ve Sınırlılıklar”, Praksis, Sayı 7 (Yaz 2002), s.117-164. Erdoğan, Oğuzhan “TÜSİAD, MÜSİAD ve Devlet”, Star Gazetesi, 23 Eylül 2010. Ercan, Fuat, “Çelişkili bir Süreklilik Olarak Sermaye Birikimi”, Praksis, Sayı: 5, 2002, s. 25-75; Ercan, Fuat, “Türkiye’de Kapitalizmin Süreklilik İçinde Değişimi (1980-2004)”, Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi, (Haz. Demet Yılmaz vd.), Dipnot Kitabevi, Ankara. Harvey, David, Yeni Emperyalizm, (Çev. Hür Güldü), Everest Yayınları, İstanbul 2004. Gülalp, Haldun, Kapitalizm, Sınıflar ve Devlet, (Çev. Osman Akınhay), Belge Yayınları, İstanbul 1993 Güler, Birgül Ayman “Yönetişim: Tüm İktidar Sermayeye”, Praksis, Sayı:7, 2003, s. 93–116, Gülfidan, Şebnem, Big Business and State ın Turkey: The Case of TÜSİAD, Boğaziçi Üniversitesi Press, İstanbul 1993. Güzelsarı, Selime “Kamu Yönetimi Disiplininde Yeni Kamu İşletmeciliği ve Yönetişim Yaklaşımları”, Kamu Yönetimi Gelişimi ve Güncel Sorunlar (Der. Öktem, M. Kemal ve Uğur Ömürgönülşen), İmaj Yayınevi, Ankara, 2004, s. 85–137. Güzelsarı, Selime, Küresel Kapitalizm ve Devletin Dönüşümü, Sosyal Araştırmalar Vakfı, İstanbul, 2008. Koraltürk, Murat, “İmparatorluktan Cumhuriyet’e Türkiye’de Sanayi Sermayesinin Örgütlenmesi”, 75 Yılda Çarkları Döndürenler (Der. Oya Baydar), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1999, s. 291-298. Oğuz, Şebnem, “Sermayenin Uluslararasılaşması Sürecinde Mekânsal Farklılaşmalar ve Devletin Dönüşümü”, Kapitalizmi Anlamak, (Haz. Demet Yılmaz ve diğerleri), Dipnot Yayınları, Ankara 2006, s.147-212. Ozan, Ebru Deniz ve Gökten Doğangün, “Devlet-Sivil Toplum: ‘Dikotomik’ Yaklaşım Versus Ekonomi-Politik Yaklaşım”, Yapı, Pratik, Özne Kapitalizmin Dönüşüm Süreçlerinin Ekonomi Politik Eleştirisi (Der. Mustafa Kemal Coşkun), Dipnot Yayınları, Ankara, 2009, s. 74–75. Öncü, Ayşe, “Cumhuriyet Döneminde Odalar”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt. 5, İletişim Yayınları, İstanbul, 1984, s. 1567-1568. Öngen, Tülin, “TÜSİAD Raporu Üstüne Tartışma”, Marksizm ve Gelecek, Bahar 1997. Özdinç, Hülya Kendir, “Kamu Yönetimi Reformundan beklentiler: Sermaye Kesiminin Yerelleşme Talepleri”, 18. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Kamu Yönetiminde Reform, (Der. Necat Akyıldız vd.), TODAİE, 2009, s. 323–329. 68 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) Poulantzas, Nicos, Classes in Contemporary Capitalism, Lowe and Brydone Printers Ltd, Thetfort, Nortfolk, 1978. Saybaşılı, Kemali, “Türkiye’de Özel Teşebbüs ve Ekonomi Politikası”, METU Studies in Development, Sayı: 13, Güz, 1976, s. 83-98. Sönmez, Mustafa, Kırk Haramiler: Türkiye’de Holdingler, Gözlem Yayıncılık, İstanbul 1987. Sözen, Elvan, “Devletin Yeniden Yapılandırılması Sürecinde Sermaye Örgütleri-Devlet İlişkisi: TÜSİAD Örneği”, 18. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Kamu Yönetiminde Reform, (Der. Necat Akyıldız vd.), TODAİE, 2009, s. 318–319. Şen, Mustafa vd., Türkiye Ekonomisinde Yapısal Değişim-Türkiye’de Egemen Sınıflar, Toplumsal Araştırmalar Vakfı Panel Dizisi, İstanbul 1994. TÜSİAD, The Turkish Economy 1980, TÜSİAD, İstanbul 1980. TÜSİAD, 21. Yüzyıla Doğru Türkiye: Geleceğe Dönük Bir Atılım Stratejisi, TÜSİAD, İstanbul 1991. TÜSİAD, Turkish Economy Reports 1974–1987. Tsoukalas, Konstantinos, “Küreselleşme ve ‘İcra Komitesi’: Çağdaş Kapitalist Devlet Üzerine Düşünceler”, (Çev. Suat Ertüzün), Mürekkep, Sayı 17, 2001, s. 84-97. Uğur, Aydın ve Haluk Alkan, “Türkiye’de İşadamı-Devlet İlişkileri Perspektifinden MÜSİAD”, Toplum ve Bilim, Sayı: 85, 2000, s.133-155. Vorhoff, Karin, “Türkiye’de İşadamı Dernekleri: İşlevsel Dayanışma, Kültürel Farklılık ve Devlet Arasında”, Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik, (Der. Stefanos Yerasimos vd., Çev. Simten Coşar), İletişim Yayınları, İstanbul 2001. Yalman, Galip, “Türkiye’de Devlet ve Burjuvazi: Alternatif Bir Okuma Denemesi”, Sürekli Kriz Politikaları-2000’li Yıllarda Türkiye I, (Der. Neşecan Balkan ve Sungur Savran), Metis Yayınları, İstanbul, 2004, s. 44-75. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi – Journal of Social Sciences Cilt / Volume: 2010-1 Sayı / Issue: 20 ÜNİVERSİTEDE BİLGİ KÜLTÜRÜ -AİBÜ Eğitim Fakültesi ÖrneğiTürkan ARGON ∗, İsmail MENEP∗∗, T. Yalçın BAYRAM ∗∗∗ ÖZET Bu çalışmada AİBÜ Eğitim Fakültesi’nin bilgiye ulaşma, kullanma, geliştirme ve paylaşma konularında nasıl bir kültür oluşturduğu öğretim elemanlarının algılarına dayanarak belirlenmeye çalışılmış ve öğretim elemanlarının görüşlerinin kişisel değişkenlere göre anlamlı farklılık gösterip göstermediği araştırılmıştır. Bu amaçla 2007–2008 eğitim ve öğretim yılında AİBÜ Eğitim Fakültesi’nde görev yapan 142 öğretim elemanına “Örgütsel Bilgi Kültürü Ölçeği” uygulanmıştır. Araştırma sonucunda öğretim elemanlarının örgütsel bilgi kültürü açısından fakültelerini en olumlu olarak değerlendirdikleri durumlar, fakültedeki öğretim elemanları etik sınırlar içinde istedikleri konuda araştırma ve yayın yapmaları, bilgiye ulaşma sürecinde etik ilkelere uymaları ve alanlarıyla ilgili seminer, konferans, sempozyum, kongre vb bilimsel etkinliklere katılmaları şeklindedir. Fakültenin bilgi kültürü bakımından en zayıf durumları ise fakültede bilgi paylaşımını özendiren bir örgüt kültürü olmaması, ulaşılan bilgilerin fakültedeki diğer birey ve gruplarla paylaşılmamasıdır. Kişisel değişkenler bakımından öğretim elemanlarının görüşlerinde anlamlı fark ortaya çıkmamıştır. Anahtar Kelimeler: Üniversite, kültür, örgütsel kültür ve bilgi kültürü. KNOWLEDGE CULTURE IN A UNIVERSITY -AIBU Education Faculty CaseABSTRACT The aim of the present study is to investigate the nature of the culture established in AIBU Education Faculty in relation to access, use, improve and share knowledge referring to the perceptions of the academic staff and their perceptions were examined whether a significant difference is observed or not with respect to certain variables related to the academic staff of the faculty. For the purpose of the present study, the “Organizational Knowledge Culture Inventory” was completed by (n=142) academic staff of the faculty during the 2007-2008 academic year. The results of the study indicated that the academic staff perceptions had the highest mean scores in the following items, as; the academic staff had an opportunity to do research and to make Yrd.Doç. Dr., AİBÜ Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü BOLU, E-Posta: turkanargon@hotmail.com ∗∗ Öğretmen, MEB ∗∗∗ Öğretmen, MEB ∗ 70 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) publications in any topic area within the limits of ethical values, taking into account the ethical values in accessing knowledge and participating in scientific activities related to their subject areas as; seminars, symposiums and conferences and etc. However, the lowest mean scores were related to the items about an organizational culture that have a stimulating atmosphere to share knowledge and not sharing the knowledge with other individuals and groups in the faculty. Also no significant differences were found between the demographical characteristics of the academic staffs and their perceptions. Keywords: University, Culture, Organizational culture, Knowledge culture. 1. GİRİŞ 1.1. Kültür ve Örgütsel Kültür Yaşanılan etkileyici değişim, toplumların dünya görüşleri, teknolojileri, temel değerleri, siyasal, sosyal ve ekonomik yapıları yeniden düzenlenmektedir. Böylesi bir değişimi kaçınılmaz kılan temel unsur ise bilgidir (Akdemir ve Çukacı, 2007). Toplumlarda değişim görevini üstlenen kurumların başında eğitim kurumları, bunlar içinde de üniversiteler en başta gelmektedir. Üniversitelerin görevlerini yerine getirilebilmelerinde sahip oldukları örgüt kültürünün payı oldukça fazladır. Etkili bir örgütsel kültür, bilginin kullanıldığı, üretildiği ve paylaşıldığı bir örgütsel bilgi kültürünü de beraberinde getirmektedir. Üzerinde en çok konuşulan ve rahatlıkla kullanabilen kavramlardan biri olmasına rağmen kültür kavramının ortak bir tanımı bulunmamaktadır. En genel tanımıyla kültür, insanoğlunun soyut ve somut olarak biriktirebildikleri ile çağlar öncesinden bugüne getirebildikleridir (Murat, Açıkgöz, 2007). Bunun yanında kültür, farklı insan gruplarının sahip olduğu farklı yaşam biçimleri (Terzi, 2000) ile bir toplum tarafından geliştirilmiş inançlar ve paylaşılan temel değerleri de içine alan standart davranış kalıbı olup (Erdoğan, 1991), toplumların sahip oldukları onlara has her şey olarak da tanımlanabilmektedir. Toplumların kendilerine ait, onları diğer toplumlardan ayrılan kültürleri nasıl varsa bireyler tarafından oluşturulan örgütlerin de kendilerine has, onları diğerlerinden farklı kılan kültürleri bulunmaktadır. Hem örgütler ve hem de bireyler kültürel, tarihsel ve psikolojik geleneklere sahiptirler (Ellis ve Maoz, 2003). Kültür kavramında olduğu gibi, örgüt kültürünün yönetim, iletişim, psikoloji, sosyoloji ve antropoloji gibi farklı disiplinler içindeki araştırmacılar tarafından çalışılması sonucu söz konusu olguya ilişkin farklı tanımlar ve görüşler ortaya çıkmıştır (Şişman, 2002; Gizir, 2003; Vural, 2003; Şimşek ve Fidan, 2005). Khatri’nin deyimiyle (1999, akt: Eren, 2004) örgüt kültürü, üyelerinin kendilerini ve davranışlarını yorumlayıp değerlendirdiği normlar, değerler veya kurallar biçiminde ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla örgüt kültürü aynı örgütte yer alanların tutum, inanç, varsayım ve beklentileri ile bireylerin davranışları ve bireyler arası ilişkileri belirleyen, faaliyetlerin nasıl yürütüldüğünü gösteren normlar denetimidir (Erengül, 1997). T. ARGON - İ. MENEP - T. Y. BAYRAM Üniversitede Bilgi Kültürü -AİBÜ Eğitim Fakültesi Örneği- 71 Örgüt kültürünün iki temel unsurdan oluştuğu varsayılmaktadır. İlki, örgüt kültürünün açık belirteçleri olan törenler, öyküler, mitler, seremoniler, ofis yerleşimi, dekoratif görünümü, örgüt şeması vb.; ikincisi ise örgüt aktörlerinin anlam kazandırdığı inançlar, amaçlar, değerler, felsefeler, misyon, vizyon, normlar örgütün anlamı gibi unsurlardır. Örgüte ait inançlar ve temel değerler örgüt aktörleri tarafından yorumlanarak anlam kazanmaktadır (Mahler, 1997, akt: Akdemir ve Çukacı, 2007). Örgüt kültürü kendilerine özgü kültür ve alt kültürlere sahip olan küçük birer toplum (Morgan, 1998) olarak kabul edildiği gibi aynı zamanda toplum kültürünün de bir alt ürünü ya da alt kültürüdür. Bu nedenle kültür, bir organizasyonun içindeki kişilerin ve grupların davranışını yönlendiren normlar, davranışlar, inançlar ve alışkanlıklar sistemi olarak da görülebilmektedir (Eren, 2004). Örgüt kültürü zaman içinde yavaş yavaş gelişmektedir. Kültürü oluşturan ve geliştiren faktör ise örgüte özgü gelenekselleşmiş uygulamalar, farklı ve değişik davranım ve tepki biçimleri, kendine özgü kurallar ve çalışma tarzlarıdır (Bovvditch, 1990). Biçimsel örgüt yapısı, yönetim sistemleri, bilgi sistemleri, karar verme biçimleri, haberleşme sitemleri, fonksiyonel politikalar, ahlaksal faktörler gibi pek çok faktör ve hususlar örgütte kültürlerin oluşması için gerekli olan inançlar, değerler ve varsayımlar bütününü oluşturmaktadır. Değer, inanç ve varsayımların bir araya gelmesi ile davranış kalıplarını oluşturan kültür ortaya çıkar. Bu anlamda örgütsel kültür, örgütün kimliği ve kişiliğini yansıtmaktadır. Şencan’ın (2008) aktardığına göre bir organizasyonda örgütsel kültür güçlü olduğu ölçüde kolay gözlenebilir ve tanımlanabilmekte, zayıf olduğu ölçüde ise varlığından söz etmek zorlaşmaktadır. Bir örgütsel kültürün çalışanların tutum ve davranışları üzerinde ne ölçüde etkili olduğunu belirlemeye yönelik olan üç temel faktör, paylaşılan değer ve inançların yoğunluk derecesi, değer ve inançların personel tarafından benimsenme derecesi ile değer ve inançların açık bir şekilde tanımlanmış olmasıdır (www.hunersencan.com). 1.2. Üniversitede Bilgi Kültürü Üniversiteler çağımızın en önemli kurumlarından biri olup temel olarak eğitim-öğretim işlerinin gerçekleştirildiği, fakat aynı zamanda bilim yapılıp bilginin üretildiği yerlerdir. Hem bireysel hem kurumsal hem de toplumsal anlamda vazgeçilmez kurumlardır. Kendi içlerinde ve birbirlerine olan etkilerinden dolayı günümüzde üzerinde en çok tartışılan kurumlardan biridir. Bir taraftan gelişim ve kalkınma için vazgeçilmez kurumlar olarak nitelendirilip göğe çıkartılırken, diğer yandan amaçlarını gerçekleştiremedikleri, etkili, verimli ve nitelikli çalışmadıkları, ekonominin ihtiyaçlarına cevap veremeyip nitelikli işgücü yetiştiremedikleri, yapısı, işleyişleri gibi pek çok bakımdan sürekli sorgulanmakta ve eleştirilmektedirler. 72 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) Örgütsel kültür açısından ele alındığında, üniversitelerin gelişmesinde oluşturulacak olumlu kültürün etkileri göz ardı edilmemelidir. Çünkü örgütsel kültür, örgütsel davranışa kılavuzluk eden bir itici güç olup (Ott, 1989), üniversitenin etkililiğini artırmak için üniversite içerisindeki kültürün de etkililiğini arttırmak gerekmektedir (Bartell, 2003). Aynı zamanda örgüt içerisindeki kültür ve iklim bir nevi örgütün kişiliğinin de göstergesidir (Butcher, 2007). Üniversite kültürü, kurumun zamanla oluşturduğu bir yaşam tarzı olarak da görülebilir. Üniversitenin tarihi, gelenekleri, personelin birikimleri, karşılıklı etkileşimleri zamanla okulda, o okula ait bir kültürün gelişmesine neden olmaktadır. Oluşan kültür sonucunda, nelere değer ve önem verildiği, nasıl ve neye göre hareket edileceği ortaya çıkmaktadır (Balcı, 2002). Di Tomoso (1987; akt: Balcı, 2002)’nın sınıflandırmasına göre örgütsel kültür iki düzeyden oluşmaktadır. Örgütsel bilgi kültürü açısından ele alındığında bu düzeyler kurumsal ve uygulama düzeyidir. Kuramsal düzey anlamlar, ideolojiler, gelenekleşmiş anlayış sistemleri ve bilinç dışı yapı sistemlerinden; uygulama düzeyi normlar, kurallar, davranış standartları, sosyal ilişkiler ve aktivitelerden oluşmaktadır. Dolayısıyla üniversite içinde oluşturulacak olumlu bilgi kültürü çalışanların davranışlarına yansıyacak, bilgi kullanılacak, paylaşılacak ve topluma faydalı olacak şekilde sunulacaktır. Bu çalışmada da Tunç ve Çelikkaleli (2005)’nin çalışmasın da olduğu gibi üniversitenin kültürel yapısının uygulama düzeyi üzerinde durulmaya çalışılmıştır. Üniversitelerin eğitim-öğretim çalışmalarının yanında yaptıkları çalışma ve araştırmalar ile toplumsal gelişime katkıda bulunarak hizmet işlevini de yerine getirmesi gerekmektedir. Kendilerinden beklenilen işlevleri yerine getirebilmeleri için ise bireysel, çevresel ve toplumsal etkilerin göz önüne alınması gerektiği gibi, nitelik ve nicelik açısından yeterli yapı ve donanıma sahip olmaları da son derece önemlidir. Belirtilen hizmetlerin yerine getirilmesinde üniversite yönetimi ve yöneticileri kilit faktör konumundadırlar. Bu açıdan bakıldığında üniversite yönetiminin bütün kademelerinin iletişime ve etkileşime, öneri ve beklentilere açık olmaları gerekmektedir (Tunç ve Çelikkaleli (2005). Diğer yandan bilginin toplum yararına kullanılabilmesi ve paylaşılması konusunda öğretim elemanlarının tutumları oldukça önemlidir. Clark (1994; akt: Tunç ve Çelikkaleli, 2005) üniversitelerde gerçekleştirilen akademik etkinliğin özünü, araştırma süreçleri ile bilgiye ulaşmak ve bunları yayın ve öğretim yolu ile topluma yaymak oluşturmaktadır. Çünkü öğretim elemanının bilgiye ulaşmanın yanında, ulaştığı bilgileri diğer bireylerle paylaşarak onların da düşüncelerini ve yeterliklerini geliştirmelerine katkıda bulunma sorumluluğu bulunmaktadır (Bourdieu, 1997). Bu açıdan değerlendirildiğinde öğretim elemanlarından beklenen, akademik çalışmalarını etkileşim içinde sürdürmeleri ve gerekli konularda bilgi alışverişi yapmalarıdır. Kurumda paylaşım kültürünün oluşmasında iletişimin ve etkileşimin önemi oldukça büyüktür. Çünkü iletişim ve etkileşim hem kültürün oluşmasına yardımcı olmakta hem de sistemin olumlu şekilde işlemesine katkıda T. ARGON - İ. MENEP - T. Y. BAYRAM Üniversitede Bilgi Kültürü -AİBÜ Eğitim Fakültesi Örneği- 73 bulunmaktadır. Personel ilişkileri, haberleşme ve iletişim sağlayıp programa destek ve kılavuzluk da etmelidir (Anthony, Kritsonis & Herrington, 2007). Diğer yandan üniversite bilgi kültürünün korunup geliştirilmesinde çalışanlar oldukça etkilidir. Bunun en güzel örneği, örgüte yeni katılan bireylerin davranışlarını şekillendirirken kurumda çalışmakta olan bireylerin davranışlarını kendilerine örnek almalarıdır (Anderson, Slattery & Selvarajan, 2006). Üniversitelerde gerçekleştirilmeye çalışılan işletme yönetimi ve rekabetçi kültür anlayışı, bilginin paylaşılması sürecinin önünde önemli bir engel oluşturmaktadır. Başkalarının öne çıkabileceği düşüncesiyle konu sahiplenmeleri, eleştirilerini bilimsel gerekçeler yerine bireysel yargılara dayandırmalar ne yazık ki rekabetçi kültürün uygulamadaki sonuçlarıdır (Tunç ve Çelikkaleli, 2005). Bu durumda üniversitelerdeki rekabetçi anlayış bilginin topluma hizmet etmesini engellemekte, akademisyenlerin bireysel fayda elde edebileceği bir meta haline dönüşmektedir. Kurulacak etkili bir örgütsel bilgi kültürü ile bu sorun aşılabilmektedir. Öte yandan üniversitelerde akademik yükseltme kriterlerinin yapısı ve performans değerlendirmelerin yapılma şekli, paylaşım kültürünün oluşmasına da engel olabilmektedir. Çünkü kriterler ve değerlendirme sistemleri akademisyenleri bireysel fayda elde etmeye yönlendirmekte ve bireysel amaçların örgütsel amaçların üzerinde görülmesine neden olmaktadır. Ayrıca kuruma yeni gelen bireylerin de olumlu bilgi kültürüne sahip olmalarında çalışanlar arasındaki sosyal etkileşimin varlığı göz ardı edilmemelidir. Bu durumda üniversitelerde bilgi kültürünü etkileyen faktörlerin tespit edip, kontrol altında tutmak ve geliştirici etkinliklerde bulunmak büyük önem kazanmaktadır. Belirtilen gerekçeler doğrultusunda yapılan bu araştırma ile Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nin bilgiye ulaşma, kullanma, geliştirme ve paylaşma konularında nasıl bir kültür oluşturduğu öğretim elemanlarının görüşlerine dayanarak belirlenmeye çalışılmıştır. Yapılan araştırma ile fakültedeki öğretim elemanlarının hangi konulara öncelik verdiği, hangi konuları önemsediği, fakültede nelerin yeterli ya da yetersiz olduğu konularında önemli bilgiler edinilecektir. Böylece örgütsel bilgi kültürü ile ilgili eksikliklerin belirlenip giderilmesi ve bu kültürün geliştirilmesi adına neler yapılabileceği konusuna ışık tutabilecektir. 1.3. Araştırmanın Amacı Bu araştırmada Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nin örgütsel bilgi kültürüne ilişkin öğretim elemanlarının görüşleri belirlenmeye çalışılmıştır. Bu genel amaç doğrultusunda araştırmada aşağıdaki sorulara cevap aranmıştır: 1- Eğitim Fakültesi’nin oluşturduğu örgütsel bilgi kültürüne ilişkin 74 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) öğretim elemanlarının algıları nasıldır? 2- Öğretim elemanlarının örgütsel bilgi kültürüne ilişkin algıları cinsiyet, unvan, mesleki kıdem ve üniversitede geçirilen kıdem değişkenlerine göre anlamlı fark göstermekte midir? 2. YÖNTEM 2.1. Araştırma Modeli Öğretim elemanlarının bilgiye ulaşma, kullanma, geliştirme ve paylaşma etkinliklerini ne düzeyde yerine getirdiklerini var olan şekliyle belirlemeyi amaçlayan bu çalışma tarama modelindedir. Tarama modeli, geçmişte ya da halen var olan bir durumu var olduğu şekliyle betimlemeyi amaçlayan araştırma yaklaşımlarına verilen isimdir (Karasar, 2005). 2.2. Araştırma Evreni Araştırma evrenini 2007–2008 öğretim yılında Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde görev yapmakta olan 142 öğretim elemanı (profesör, doçent, yardımcı doçent, araştırma görevlisi, öğretim görevlisi, okutman) oluşturmaktadır. Araştırma evren üzerinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmaya katılan öğretim elemanlarının kişisel özelliklerine ilişkin bilgiler Tablo 1’de verilmiştir. Tablo 1: Öğretim Elemanlarının Kişisel Bilgilerine İlişkin Dağılımlar Kişisel Bilgiler Kadın Cinsiyet Erkek Prof. Dr- Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Unvan Arş. Gör. Öğretim Gör. 1–5 yıl 6–10 yıl Mesleki Kıdem 11–15 yıl 16–20 yıl 20 ve üstü 1–5 yıl 6–10 yıl Üniversitedeki Kıdem 11–15 yıl 16–20 yıl f 43 52 8 59 20 8 17 20 46 7 5 29 41 23 2 % 45.3 54.7 8.4 62.1 21.1 8.4 17.9 21.1 48.4 7.4 5.3 30.5 43.2 24.2 2.1 Tablo 1’e göre öğretim elemanlarının %54,7’si erkek, %45,3’ü kadındır. Unvan açısından bakıldığında araştırmada %62,1 ile yardımcı doçentlerin çoğunlukta olduğu görülmektedir. Yardımcı doçentleri, %21,1 araştırma görevlileri, %8,4’erlik yüzdeliklerle profesör doktor ve doçentler ile öğretim görevlileri izlemektedir. Mesleki kıdem açısından %48,4 ile11-15 yıl arası çalışanlar çoğunluktadır. Onları %21,1 ile 6-10 yıl, %17,9 ile 1-5 yıl, %7,4 T. ARGON - İ. MENEP - T. Y. BAYRAM Üniversitede Bilgi Kültürü -AİBÜ Eğitim Fakültesi Örneği- 75 ile 16-20 yıl, %5,3 ile 20 yıl ve üzeri çalışanlar takip etmiştir. Üniversitedeki kıdem açısından bakıldığında ise %43,2 ile 6-10 yıl arası çalışanlar çoğunlukta olup, bu grubu %30,5 ile 1-5 yıl, %24,2 ile 11-15 yıl arası çalışanlar izlemektedir. 2. 3. Veri Toplama Aracı Araştırmada veri toplama aracı olarak, öğretim elemanlarının örgütsel bilgi kültürü düzeylerini belirleyebilmek için Tunç ve Başaran (2004) tarafından geliştirilen “Örgütsel Bilgi Kültürü Ölçeği” kullanılmıştır. Ölçeğin geçerlik güvenirlik çalışmaları araştırmacılar tarafından yapılmış, yapı geçerliği faktör analizi 0,47 ile 0,86 arasında değiştiği görülmüş, Cronbach alpha güvenirlik katsayısı .96 olarak hesaplanmıştır. 38 maddeden oluşan ölçekten elde edilen toplam puan üzerinden değerlendirme yapılamaktadır. Yüksek puan öğretim elemanlarının çalıştıkları fakültelerin örgütsel bilgi kültürünü olumlu yönde algıladıklarını; puanın düşmesi ise algılamanın olumsuz yönde olduğunu göstermektedir. Ölçekten alınabilecek en yüksek puan 190; en düşük puan ise 38’dir. Ölçek 5’li Likert tipinde hazırlanmıştır. Bu araştırmada ölçeğin Cronbach alpha güvenirlik katsayısı .89 olarak hesaplanmıştır.Araştırmada öğretim elemanlarının kişisel bilgilerini toplamak için kişisel bilgi formu kullanılmıştır. 2. 4. Verilerin Analizi Elde edilen verilen SPSS programı ile analiz edilmiştir. Öğretim elemanlarına ait kişisel bilgilerin analizi için yüzde ve frekans yöntemi kullanılmıştır. Birinci alt problemde öğretim elemanlarının örgütsel bilgi kültürüne ilişkin algıları için ölçek maddelerinin aritmetik ortalama ve standart sapmaları incelenmiştir. İkinci alt problemde öğretim elemanlarının görüşlerinin kişisel değişkenlere göre anlamlı düzeyde farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla cinsiyet değişkeninde t-testi; unvan, mesleki kıdem ve üniversitede geçirilen kıdem değişkenlerine yönelik, üç değişkene göre örgütsel bilgi kültürünün anlamlı düzeyde bir farklılık gösterip göstermediğini belirlemek için ise Kruskall Wallis kullanılmıştır. Araştırmaya katılan profesör unvanına sahip 1 kişi bulunması nedeniyle bu katılımcı doçentlerle birlikte ölçme işlemine tabi tutulmuştur. 76 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) 3. BULGULARI VE TARTIŞMA 3.1. Öğretim Elemanlarının Örgütsel Bilgi Kültürüne İlişkin Görüşleri Öğretim elemanlarının örgütsel bilgi kültürüne ilişkin algıları, ölçek maddeleri bazında her bir maddeden aldıkları puanların aritmetik ortalama ve standart sapma değerleri Tablo 2’de verilmiştir. Tablo 2: Öğretim Elemanlarının Örgütsel Bilgi Kültürü Puanlarının Aritmetik Ortalamaları ve Standart Sapma Değerleri No Ölçek Maddeleri 1. Fakülteye sürekli alınan yayınlar ve kütüphanedeki kaynaklar yeterlidir. 2. Fakültenin bilgi üretme kapasitesi zamanla gelişmektedir 3. Fakültede bilgisayar, internet, laboratuar vb teknolojik altyapı, bilgiye ulaşmak için yeterlidir. 4. Fakültedeki öğretim elemanları, eğitsel etkinliklerde yeni bilgi ve teknolojileri kullanırlar 5. Fakültede varolan bilgiler, amaçlar doğrultusunda etkili biçimde kullanılır 6. Fakültede elde edilen bilgiler yeni çalışmalar ve araştırmalarda kaynak olarak kullanılır 7. Fakültedeki öğretim etkinlikleri, bilgi üretme etkinlikleriyle (araştırmalar) uyumlu olarak sürdürülür 8. Fakültede bilgi paylaşımını özendiren bir örgüt kültürü vardır 9. Fakültede ulaşılan bilgiler fakültedeki diğer birey ve gruplarla paylaşılır 10. Fakülte, tüm çalışanları ve öğrencileriyle bir bütün olarak bilgi toplumu (bilginin sürekli geliştirildiği, kullanıldığı, paylaşıldığı toplum) özelliğine sahiptir 11. Fakültede, öğretim elemanları varolan bilgi birikimini geliştirecek ve yenilerini ekleyecek nitelikte çalışmalar yaparlar 12. Fakültedeki, öğretim elemanları etik sınırlar içinde, istedikleri konuda araştırma ve yayın yapabilirler 13. Fakültede, öğretim elemanları bilgiye ulaşma sürecinde etik ilkelere uyarlar 14. Fakülte öğretim elemanları, kendilerinden daha düşük unvan ya da kıdeme sahip olanların bilgi üretmelerini ve paylaşmalarını kısıtlayıp, engellemez 15. Fakültede, yöneticiler araştırma ve yayın yapmayı özendirir 16. Fakültede yöneticiler, yaratıcı ve yenilikçi olmayı özendirir 17. Fakültede, öğretim elemanlarına, bilgiye yaptıkları katkı oranında değer verilir 18. Fakültede farklı düşünce ve anlayışlara saygı gösterilir 19. Fakültede yeni bilgi ve anlayışlar kolayca benimsenir 20. Fakültenin başarısının, yeni bilgilerin üretimine bağlı olduğu kabul edilir 21. Fakültede, bilgi üreten bireylerin, özgür olmasının gereğine inanılır 22. Fakültede bilimsel bilginin üstünlüğüne inanılır 23. Fakültede entellektüel sermayeye (beyin gücüne) önem verilir 24. Fakültenin bilgi üretme vizyonu (ufuk) idari ve akademik çalışanlarca paylaşılır 25. Fakültenin bilgi üretme misyonu (amaç) tüm idari ve akademik çalışanlarca paylaşılır 26. Fakültede yapılan araştırmaların ve etkinliklerin amacı, varolan bilgilere yenisini eklemektir 27. Fakültenin vizyonu ile öğretim elemanlarının vizyonu birbirine uygundur 28. Fakültede, öğretim elemanlarının yeni bilgiler öğrenmeleri ve kendilerini geliştirmeleri özendirilir 29. Fakültede öğretim elemanları, gelecekte olası bilimsel ve teknolojik gelişmelere göre kendilerini geliştirir 30. Fakültede bilgi üreten bireyler ödüllendirilir 31. Fakülte, alanlarında yeni bilgi ve düşünce üretecek kapasitede öğretim elemanlarına sahiptir 32. Yöneticiler, bilgi üretme sürecini destekleyecek yeterliktedir 33. Fakültede öğretim elemanları ve öğrenciler öğrenme sürecinde aktiftirler 34. Fakültedeki öğretim elemanları, alanlarıyla ilgili seminer, konferans, sempozyum, kongre vb. bilimsel etkinliklere katılır 35. Fakültede, geçmişte örnek alınabilecek başarılı çalışmalar yapılmıştır 36. Fakültede, alanla ilgili diğer fakültelerin ve örgütlerin çalışmaları ve etkinlikleri izlenir 37. Fakültede üretilen bilgi, hedeflenen grupların anlayabileceği biçimde bilimsel yayınlara dönüştürülür 38. Fakültede, alanla ilgili, varolan sorunları çözmeye yönelik araştırmalar yapılır 0 2,41 2,91 2,65 2,72 2,68 2,61 2,62 2,18 2,23 ss ,905 ,912 ,987 ,964 1,01 ,978 ,929 ,983 1,07 2,44 ,968 2,84 ,954 3,23 3,23 ,955 ,955 3,02 2,61 2,49 2,61 2,59 2,66 2,71 2,75 2,74 2,68 2,63 2,54 2,85 2,69 2,64 1,05 1,00 ,985 1,11 1,05 1,06 1,08 1,02 1,09 ,953 ,916 1,01 1,00 ,978 ,866 2,72 2,37 2,87 2,77 2,98 ,955 1,01 1,03 ,921 ,927 3,23 2,97 2,76 ,860 ,933 ,902 2,80 2,59 ,916 ,921 Tablo 2 incelendiğinde öğretim elemanlarının algılarına göre, AİBÜ Eğitim Fakültesi’nde değerlendirilen en olumlu durumlar 0 =3.23 ile aynı ortalamaya sahip m12, m13, m34’dir. Buna göre fakültedeki öğretim T. ARGON - İ. MENEP - T. Y. BAYRAM Üniversitede Bilgi Kültürü -AİBÜ Eğitim Fakültesi Örneği- 77 elemanları, etik sınırlar içinde istedikleri konuda araştırma ve yayın yapabilme; bilgiye ulaşma sürecinde etik ilkelere uyma ve alanlarıyla ilgili seminer, konferans, sempozyum, kongre vb bilimsel etkinliklere katılma maddelerini olumlu olarak değerlendirmişlerdir. Bu durumdan öğretim elemanlarının bilimsel araştırma ve çalışmalara ile bu çalışmalar sürecinde etik olmaya önem ve öncelik verdikleri, ayrıca bu tür çalışmalara katılım düzeylerinin yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum personelin kişisel gelişimlerini önemsediklerinin ve bilimsel çalışmaları yakından takip ettiklerinin de bir göstergesi sayılabilir. Bu üç durumu en yakında 0=3.02 (m14) ile fakülte öğretim elemanları kendilerinden daha düşük unvan ya da kıdeme sahip olanların bilgi üretmelerini ve paylaşmalarını kısıtlayıp, engellemez maddesi takip etmektedir. Bu durumdan hiyerarşik düzende unvan ve kıdem olarak üst düzeyde olan öğretim elemanlarının, fakültede bilgi üretimi ve paylaşımı yönünden alt unvandakileri engellemedikleri anlaşılmaktadır. Öğretim elemanlarının görüşlerine göre, fakültenin bilgi kültürü bakımından en zayıf durumları; fakültede bilgi paylaşımını özendiren bir örgüt kültürü olmaması (m8, 0= 2.18), fakültede ulaşılan bilgilerin fakültedeki diğer birey ve gruplarla paylaşılmaması (m9, 0=2.23) durumlarıdır. Her iki maddenin birbirine yakın değerlerde çıkması fakültede elde edilen bilgilerin paylaşılması ve özendirici bir bilgi kültürünün istenilen düzeyde olmadığını göstermektedir. Ayrıca bu durum fakültede iletişim ve paylaşım ortamının da çok yeterli olmadığının, paylaşım kültürünün zayıflığının göstergesi sayılabilir. Yapılan araştırmalar sonucunda örgütsel kültürün iletişimi etkilediği gibi, örgütteki iletişimin de kültürü inşa etmede ve değiştirmede merkezi bir rol üstlendiğini göstermektedir (Kowalski, 2000). Pacanowsky ve Trujillo-O’Donell (1982) çalışmalarında, örgütsel yaşamda var olan iletişim modeline bakarak örgüt kültürünün anlaşılabileceğini belirtmişlerdir. Ayrıca örgütteki iletişim bilgi kültürü ile ilgili öğelerin örgüt çalışanlarına iletilmesinde ve benimsetilmesinde önemli rolü vardır. Kültür ve iletişim birlikte, çalışanların örgütsel davranışını etkilemekte, iletişim örgüt kültürünün daha derin seviyelerde anlaşılmasını sağlamaktadır (Kowalski, 2000). Diğer yandan bu iki durumun, fakültede en olumlu olarak değerlendirilen maddelerle çelişkili olması ise oldukça dikkat çekicidir. Çünkü fakültedeki öğretim elemanları, hem bilimsel gelişime açık olup bilimsel araştırmaları yakından takip etme durumunu üst düzeyde olumlu değerlendirmekte hem de sahip oldukları bilgiyi paylaşma durumunun daha düşük ortalamaya sahip olduğunu belirtmektedirler. Bu durum fakültedeki bilgi kültürü açısından oldukça düşündürücüdür. Sonucun böyle çıkmasının belki de en önemli nedenlerinden biri üniversitelerde akademik yükseltme kriterlerinin yapısı ve performans değerlendirmelerin yapılış şekli olabilir. Çünkü akademisyenlerin yükselip kariyer yapmaları için hazırlanan kanun çalışanları ne yazık ki çalışanları bireyselliğe yöneltmektedir. 78 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) Bu iki durumu (m30, 0=2.37) bir diğer düşük ortalamayla fakültede bilgi üreten bireylerin ödüllendirilmesi maddesi takip etmektedir. Üretilen bilginin değer bulmaması, ödüllendirilmemesi çalışanların bilgi paylaşımını da olumsuz etkileyecektir. Çünkü akademisyen değer görmeyen, itibar edilemeyen bilgiyi paylaşmak istemeyebilirler. Benzer olumsuzluk (m16, 0=2.49) fakülte yöneticilerinin yenilikçi ve yaratıcı olmayı özendirmesi durumunda da görülmektedir. Çünkü öğretim elemanları fakülte kültürü bakımından ortamlarını, diğer durumlara göre bu madde de düşük düzeyde değerlendirilmişlerdir. Hâlbuki bir eğitim kurumunda başarı için her şeyden önce akademik başarıya değer verilip, yüksek performans beklentileri taşıyan ve işbirlikçi ilişkileri ön planda tutan bir kültürün oluşturulması gerekmektedir (Grenberg ve Baron, 2000). Akademisyenlerin ölçeğe verdikleri cevaplar diğer maddelerde değerlendirildiğinde birbirine yakın ortalamalara sahip olup, orta düzeyde değerlendirildikleri görülmektedir. Örneğin fakültede farklı düşünce ve anlayışlara saygı gösterme (m18, 0=2.59) ve yeni bilgi ve anlayışları kolayca benimseme (m19, 0=2.66) durumları orta düzeyde görülmektedir. Hâlbuki üniversite gibi üst düzey bir öğrenim kademesinde akademisyenlerin farklılıklara açık, değişik düşünce ve anlayışları kabullenmelerinin daha kolay olması beklenilmektedir. Diğer yandan değişim ve gelişim ihtiyacının farklı düşüncelerin olduğu yerde ortaya çıkmasının daha kolay olduğu da unutulmamalıdır. Bu açıdan bakıldığında akademisyenler fakültelerini orta düzeyde değerlendirmektedirler. Diğer maddelere bakıldığında, fakültede yapılan araştırmaların ve etkinliklerin amacı var olan bilgilere yenisini ekleme (m26, 0=2.85) ve fakültenin başarısının yeni bilgilerin üretimine bağlı olduğu kabul etme (m20, 0=2.71) durumlarının da akademisyenlerce orta düzeyde değerlendirildiği görülmektedir. Bu durumdan akademisyenlerin bilgi üretimi konusunda bir miktar bireysel davrandıkları söylenebilir. Zaten akademisyenlere göre yöneticiler hem bilgi üretme sürecini destekleme (m32, 0=2.77) hem de araştırma ve yayın yapmayı özendirme (m15, 0=2.61) durumunda da orta düzeyde yeterlidirler. Bu araştırmada orta düzeyde çıkan durumlar Tunç ve Çelikkaleli (2005)’nin bir başka üniversitede yaptıkları araştırmada ise en olumlu durumlar olarak belirlenmiştir. Belirtilen noktalar çalışma ortamında istenilen bir durumlar değildir. Çünkü çalışanların yöneticileri tarafından desteklenmeleri ve akademik çalışmaları için özendirilmeleri, onların hem güdülenmeleri hem de performanslarının artırılması açısından son derece önemlidir. Akademisyenlerin bilgi kaynakları ve teknolojik alt yapı açısından fakültelerini değerlendirmelerine bakıldığında, fakülteye sürekli alınan yayınların ve kütüphanedeki kaynakların çok yeterli olmadığı (m1, 0=2.41); fakültede bilgisayar, internet, laboratuar vb. teknolojik altyapının bilgiye T. ARGON - İ. MENEP - T. Y. BAYRAM Üniversitede Bilgi Kültürü -AİBÜ Eğitim Fakültesi Örneği- 79 ulaşmak için istenilen yeterlikte olmadığı (m3, 0=2.65) ve öğretim elemanlarının eğitsel etkinliklerde yeni bilgi ve teknolojileri tam olarak kullanmadıkları (m4, 0=2.72) anlaşılmaktadır. Bu durumda fakültenin alınan yayınlar ve teknolojik donanım açısından istenen düzeyde olmadığını göstermektedir. Benzer sonuç, Tunç ve Çelikkaleli (2005)’nin araştırmasında da tespit edilmiştir. Hâlbuki bilgi çağı diye adlandırılan bu çağda bilgiye ulaşmak, bilimsel çalışmaları takip edebilmek ve etkili öğretim sınıfları oluşturabilmek için bilimsel kaynaklar ve teknoloji oldukça önemli yer tutmaktadır. Bu çağda kitle iletişim araçları, telekomünikasyon ve bilgisayar sistemleri iç içe geçmiş durumdadır (Uğur, 2002). Ne yazık ki ülkemizde çoğu eğitim kurumunun, özellikle de üst düzeyde yeterli olması beklenilen üniversitelerin, bu tip fiziksel donanım bakımından çok da yeterli olmadığı bilinen bir gerçektir. Buna rağmen gerekli alt yapı ve kaliteye bakılmaksızın ülkemizde yeni üniversitelerin açılmasına devam edilmesi ise düşündürücü bir gerçektir. Diğer yandan çalışma ortamında yetersizliğinin akademisyenlerin moral ve motivasyonlarını düşüreceği de göz ardı edilmemelidir. Tunç ve Çelikkaleli (2005)’nin de araştırmasında bu çalışmadakine paralel sonuca ulaşılmıştır. 3.2. Öğretim Elemanlarının Örgütsel Bilgi Kültürüne Yönelik Görüşlerinin Kişisel Bilgilere Göre Değerlendirilmesi 3.2.1. Cinsiyet Değişkenine Göre Öğretim elemanlarının cinsiyet değişkenine göre örgütsel bilgi kültürüne yönelik görüşleri Tablo 3’de verilmiştir. Tablo 3: Öğretim Elemanlarının Örgütsel Bilgi Kültürüne Yönelik Görüşlerinin Cinsiyete Göre Karşılaştırılmasına İlişkin t- Testi Sonuçları Cinsiyet Kadın Erkek N 43 52 Ortalama 103.21 100.92 S 26.20302 24.43386 sd t p 93 .439 .661 Tablo.3 incelendiğinde örgütsel bilgi kültürü konusunda öğretim elemanlarının görüşleri cinsiyet değişkenine göre .05 düzeyinde anlamlı farklılık göstermemektedir (p>.05). Bu durumda kadın ve erkek akademisyenlerin, örgütsel bilgi kültürü açısından fakültelerine ait düşüncelerinin benzer olduğu anlaşılmaktadır. Tunç ve Çelikkaleli (2005)’nin araştırmasında ise bu araştırmanın aksine kadın ve erkek akademisyenlerin birbirinden farlık düşündükleri görülmektedir. 3.2.2. Unvan Değişkenine Göre Öğretim elemanlarının unvan değişkenine göre örgütsel bilgi kültürüne yönelik görüşleri Tablo 4’de verilmiştir. 80 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) Tablo 4: Öğretim Elemanlarının Örgütsel Bilgi Kültürüne Yönelik Görüşlerinin Unvana Göre Karşılaştırılmasına İlişkin Kruskal- Wallis H Testi Sonuçları Unvan N Sıra Ortalama Prof. Dr. - Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Arş. Gör. Öğr. Gör. 8 59 20 8 28.62 51.04 48.52 43.62 sd χ2 p 3 4.881 .181 Cinsiyet değişkeninde olduğu gibi unvan değişkeninde de öğretim elemanlarının görüşlerinde .05 düzeyinde anlamlı farklılık görülmemiştir (p>.05). Bu durumdan tüm unvandaki öğretim elamanlarının fakültelerindeki bilgi kültürüne ait algılarının benzer olduğu söylenebilir. Tunç ve Çelikkaleli (2005)’nin araştırmasında da bu araştırmada olduğu gibi, unvan değişkenine göre görüşlerin değişmediği tespit edilmiştir. 3.2.3. Mesleki Kıdem ve Üniversitedeki Mesleki Kıdem Değişkenlerine Göre Öğretim elemanlarının mesleki kıdem ve üniversitedeki kıdem değişkenlerine göre örgütsel bilgi kültürüne yönelik görüşleri Tablo 5’de verilmiştir. Tablo 5: Öğretim Elemanlarının Örgütsel Bilgi Kültürüne Yönelik Görüşlerinin Mesleki Kıdem ve Üniversitedeki Kıdeme Göre Karşılaştırılmasına İlişkin Kruskal- Wallis H Testi Sonuçları Üniversitedeki Kıdem Mesleki Kıdem Değişkenler 1–5 yıl 6–10 yıl 11–15 yıl 16–20 yıl 20 yıl ve üstü 1–5 yıl N 17 20 46 7 5 Sıra Ortalama 34.65 48.82 49.17 38.21 5.3 29 44.14 6–10 yıl 41 48.98 11–15 yıl 23 53.93 16–20 yıl 2 15.75 sd χ2 p 3 4.714 .194 3 4.425 .219 Tablo 5’de Kruskal-Wallis H-testi sonuçları incelendiğinde, öğretim elemanlarının örgütsel bilgi kültürü konusundaki görüşlerinin hem mesleki kıdem (χ2(3)=4.714; p>.05) hem de üniversitedeki kıdem (χ2(3)=4.425; p>.05) düzeylerine göre farklılaşmadığı görülmektedir. Bu bulgular doğrultusunda öğretim elemanlarının örgütsel bilgi kültürü konusundaki görüşlerinin hem mesleki kıdem hem de üniversitedeki kıdem açısından benzer olduğu şeklinde yorumlanabilir. 4. SONUÇ VE ÖNERİLER Araştırmada aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır: T. ARGON - İ. MENEP - T. Y. BAYRAM Üniversitede Bilgi Kültürü -AİBÜ Eğitim Fakültesi Örneği- 81 Fakültedeki öğretim elemanlarının örgütsel bilgi kültürü açısından fakültelerini en olumlu olarak değerlendirdikleri durumlar; fakültedeki öğretim elemanları etik sınırlar içinde istedikleri konuda araştırma ve yayın yapmaları, öğretim elemanlarının bilgiye ulaşma sürecinde etik ilkelere uymaları ve öğretim elemanlarının alanlarıyla ilgili seminer, konferans, sempozyum, kongre vb bilimsel etkinliklere katılmaları şeklindedir. Fakültenin bilgi kültürü bakımından en zayıf durumları ise fakültede bilgi paylaşımını özendiren bir örgüt kültürü olmaması, ulaşılan bilgilerin fakültedeki diğer birey ve gruplarla paylaşılmaması durumlarıdır. Bu iki durumu en yakından fakültede bilgi üreten bireyler ödüllendirilmesi maddesi takip etmektedir. Akademisyenlerin ölçeğe verdikleri diğer maddeler birbirine yakın ortalamalara sahip olup, bu maddelerin orta düzeyde değerlendirildikleri tespit edilmiştir. Örneğin fakültede farklı düşünce ve anlayışlara saygı gösterme, yeni bilgi ve anlayışları kolayca benimseme, fakültenin başarısının yeni bilgilerin üretimine bağlı olduğu kabul etme, bilgi kaynakları ve teknolojik alt yapı açısından fakültelerini değerlendirmelerine bakıldığında, fakültelerini orta düzeyde algıladıkları görülmüştür. Öğretim elemanlarının cinsiyet, unvan, mesleki kıdem ve üniversitedeki kıdem değişkenleri, örgütsel bilgi kültürüne yönelik görüşlerinde anlamlı fark ortaya çıkarmamıştır. Araştırma sonuçları doğrultusunda; fakültede bilginin paylaşılması ve geliştirilmesine yönelik olarak öğretim elemanlarının iletişimlerini geliştirmelerine yönelik etkinliklerin düzenlenmesi, yöneticilerin öğretim elemanlarının çalışmalarını desteklemeleri ve ödüllendirmeleri, fakültenin teknolojik alt yapı olarak zenginleştirilmesi fakültenin örgütsel bilgi kültürünün geliştirilmesine yönelik olumlu katkılar sağlayabilir. KAYNAKÇA Akdemir, B.; Y. C. Cukacı, (2005). “Örgüt Kültürü Değerleriyle Örgütsel Öğrenme Düzeyi Arasındaki İlişkinin Belirlenmesi ve Bir Araştırma”. Sosyal Siyaset Konferansları. İnt. Adr.http://www.calisma.org/index.php?option=com_conten t&task=view&id=2171&Itemid=61, İndirilme tarihi: 14.05.2008 Anderson, J.; T. T. Selvarajan; J. Slattery. (2006). “Influences of New Employee Development Practices on Temporary Employee Work-Related Attitudes”. Human Resource Development Quarterly. 17 (3): 279-303. Anthony, D. T.; A.W. Kritsonis, E.D. Herrington. (2007). “An Analysis of Human Resource Management: Involving Administrative Leadership as a Means to Practical Applications: National Focus”, The Lamar University Electronic Journal of Student Research. Spring 2007. 82 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) Awbrey, S.M. (2005). “General Education Reform As Organizational Change: Integrating Cultural and Structural Change”. The Journal Of General Education, 54 (1): 1–21. Balcı, A. (2002). Etkili Okul Okul Geliştirme Kuram Uygulama ve Araştırma. (3. Baskı). Ankara: PegemA Yayınları Bartell, M. (2003). “Internationalization of Universities: A University Culture-Based Framework”. Higher Education, 45: 43–70. Bourdieu, P. (1997). Toplumbilim Sorunları. Çev: I. Ergüden, İstanbul: Kesit Yayıncılık. Bovvditch, J., A.F. Buono (1990). A Primer on Organizational Behavior, Newyork: John Wiley and Sons. Butcher, J. (2007). “Human Resource Management: Managerial Efficacy In Recruiting and Retaining Teachers- National Impications”. The Lamar University Electronic Journal of Student Research. Summer, 2007. Clark, K. (1994). “Knowledge Ethics and the New Academic Culture”. Change, 26(1): 8–15. Doğan, B. (1997). Örgüt Kültürü, İstanbul: Beta Basım Yayın. Ellis, D. G. ve Maoz, I. (2003). “A Communication and Cultural Codes Approach to Ethnonational Conflict”. The International Journal of Conflict Management. 14: 255– 272. Erdoğan, İ. (1991). İşletmelerde Davranış. İstanbul: İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Yayın No: 242. Eren, E. (2004). Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi. İstanbul: Beta Basım Yayın. Erengül, B. (1997). Kültür Sihirbazları. İstanbul: Evrim Yayınevi. Gizir, S. (2003). “Örgüt Kültürü Çalışmalarında Yöntemsel Yaklaşımlar.” Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi. 35: 374–397. Grenberg, J. V. ve R. A. Baron. (2000). Behavior in Organizations. Englewood Cliffs: PrenticeHall. Karasar, N. (2005). Bilimsel Araştırma Yöntemi. Ankara: Nobel Yayınları. Khatri, N. (1999). “ Emerging Issues in Strategic HRM in Singapore” International Journal of Manpwer. 20 (8): 516–529. Kowalski, T. J. (2000). “Cultural Change Paradigms and Administrator Communication”. Contemporary Education. 71 (2): 4–12. Pacanowsky, M. E. ve Trujillo-O’Donell, N. (1982). “Communication and Organizational Culture”. The Western Journal of Speech Communication. 46: 115–130. Morgan, G. (1998). Yönetim ve Örgüt Teorilerinde Metafor. Çev: G.Bulut. İstanbul: BZD Yayıncılık. Murat, G. ve B. Açıkgöz. (2007). “Yöneticilerin Örgüt Kültürü Algılamalarına İlişkin Bir Analiz: Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Örneği.” ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 3 (5): 1-20. Ott, J. S. (1989). “The Organizational Culture Perspective”, (Chapter 3). Organizational Culture: Concepts, Definitions, and a Typology). Chicago: Dorsey Press Şimşek, N., M. Fidan. (2005). Kurum Kültürü ve Liderlik. Konya: Tablet Kitabevi. Şişman, M. (2002). Örgütler ve Kültürler. Ankara: Pegem A Yayıncılık. Terzi, A. R. (2000). Örgüt Kültürü. Ankara: Nobel Yayınları Tunç, B. ve Ö. Çelikkaleli. (2005). “Üniversitede Bilgi Kültürü: Mersin Üniversitesi Eğitim T. ARGON - İ. MENEP - T. Y. BAYRAM Üniversitede Bilgi Kültürü -AİBÜ Eğitim Fakültesi Örneği- 83 Fakültesi Örneği”. Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi. 1 (2): 181-195. Uğur, A. (2002). Kültür Kıtası Atlası. İstanbul: YKY Yayınları. Vural, B. A. (2003). Kurum Kültürü. İstanbul: İletişim Yayınları. www.hunersencan.com/files/orgutsel_kultur_metin.doc indirilme tarihi: 24.05.2008 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi – Journal of Social Sciences Cilt / Volume: 2010-1 Sayı / Issue: 20 ULUSLARARASI İNŞAAT SÖZLEŞMESİ MODELİ OLARAK FIDIC İNŞAAT İŞLERİ SÖZLEŞME ŞARTLARI Yrd. Doç. Dr. Tunay KÖKSAL∗ Özet İnşaat projelerine ilişkin uyuşmazlıkların hızlı, hatta mümkünse çıktığı anda şantiyede çözülebilmesini temin edebilecek alternatif uyuşmazlık çözüm mekanizmalarına, özellikle de uluslararası inşaat projelerinde inşaat sektörünün ihtiyacı bulunmaktadır. Modern bir ihale sistemi, başvuran isteklilerin etkili bir ön yeterlilik değerlendirrnesine alınmasıyla başlamalı ve yüksek kaliteli ihale dökümanlarına dayanan bir ihale prosedürü ve işveren ile müteahhit arasında gelecekteki muhtemel riskleri adil olarak dağıtan dengeli sözleşme şartları ile devam etmelidir. Abstract: Construction Industry needs alternative dispute settlement mechanisms which are able to solve rapidly the disputes relating to especially international construction projects, even in the construction site as far as they emerge. A modern tender system shall begin with an efficient evaluation of the pre-qualification of applicants, and proceed with a tender procedure based on high quality tender documents, and carry on with the balanced conditions of contract which fairly distributes possible risks of future among the employer and the contractor. Giriş Ülkemizde bir şahsın arsasının üzerine bir kaç dairelik apartman yaparak işe başlayan yap-satçı müteahhitler ile halen dünyanın her yerinde en son teknolojileri kullanarak mühendislik şaheseri inşaat eserlerini vücuda getiren uluslararası inşaat firmalarımız bir anlamda aynı kefeye konulmak suretiyle her ikisi de “müteahhit” adı altında değerlendirilmektedir. Bu makalede, FIDIC tip sözleşme ve şartnamelerinin içeriği ayrıntılı biçimde incelendikten sonra, uluslararası inşaat işleri için FIDIC modeline uygun bir genel müteahhitlik sözleşmesi modeli önerisine yer verilmektedir. ∗ Atılım Üniversitesi Uluslararası Ticaret ve Lojistik Hukuku Öğretim Üyesi. 86 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) A. Genel Olarak FIDIC “1913 yılında İsviçrenin Lozan kentinde kurulmuş bulunan “Fédération Internationale des Ingéniurs Conseils” (Müşavir Mühendisler Uluslararası Federasyonu) ve “Fédération Internationale du Bátiment et des Travaux Publics” (Konut ve Bayındırlık İşleri Uluslararsı Federasyonu) adlı iki meslek örgütü, FIDIC Tip Sözleşmelerini müştereken hazırlayarak 1957 yılında ilk baskısını yapmışlardır” (Türegün, a.g.e., s.254). FIDIC’in üyeleri, Türk Müşavir Mühendisler ve Mimarlar Birliği de dahil 67 ülkenin ulusal müşavir mühendis birlikleridir. Federasyon, dünya teknik müşavirlik kurallarını hazırlamakta ve ilgili dökümanları yayınlamaktadır. EFCA (Avrupa Müşavir Mühendis Birlikleri Federasyonu), 1992 yılında kurulmuştur ve 24 Avrupa ülkesinden 25 ulusal müşavir mühendis birliğini çatısı altında toplamaktadır. Bağımsız bir mesleki organizasyon olan EFCA, müşavir mühendislik-mimarlık hizmetlerini etkileyen direktiflerin ve tüzüklerin hazırlanması, meslek ve toplum için adil olabilmesi için Avrupa Birliğini temsil eden organizasyonlarla sürekli iletişim içindedir. “FIDIC Tip Sözleşmeleri, 1969 yılında “Asya ve Batı Pasifik Müteahhitleri Birlikleri Uluslararası Federasyonu” tarafından ve 1971 yılında “Amerika Birleşik Devletleri Genel Müteahhitler Birliği” ve “Uluslararası Amerikan İnşaat Endüstrisi Federasyonu” tarafından kabul ve tasdik protokollerinin imzalanması sonucunda kesin biçimde uluslararası bir hüviyete kavuşmuştur” (Türegün, a.g.e., s.254). FIDIC sözleşmelerinin ilk baskısından sonra, zaman içerisinde uygulamanın getirdiği tecrübeler sonucunda bazı önemli değişiklikleri içeren yeni baskıları yayınlanmıştır. FIDIC, kendi tip sözleşmelerini hazırlarken İngiltere’deki “Institute of Civil Engineers” (ICE) tarafından 1945 yılında ilk baskısı yayınlanmış olan tip sözleşmelerden esinlenmiştir. Benzer biçimde ICE, 1991 yılında 6’ncı baskısını yayınlandığı tip sözleşmelerini hazırlarken, FIDIC’in 1987’de yayınlanan 4’üncü baskı tip sözleşmelerinden esinlenmiştir (Türegün, a.g.e., s.254; bu konuda bkz. Corbett, E.C.: 4’üncü FIDIC Pratik Hukuk Klavuzu). Diğer bir deyişle, İngilizlerin Tip ICE sözleşmeleri ve İsviçrelilerin Tip FIDIC sözleşmeleri, hemen hemen aynı hükümleri içeren inşaat sözleşmeleridir. Teknik şartname ve çizimlerde inşaat işlerinin kapsam ve niteliği açık bir şekilde tanımlandığı gibi, yapım işlerinin hukuki dayanağını oluşturan inşaat projesinin istenen zamanda ve bütçe dahilinde tamamlanabilmesi için her aşamanın nasıl gerçekleştirileceği, risk ve sorumlulukların neler olduğu açık ve kesin bir şekilde tanımlanmalıdır. 1987 yılında yayınlanan ve “Kırmızı Kitap” olarak bilinen FIDIC İnşaat İşleri İdari Şartnamesinin 4’üncü baskısı, uluslararası inşaat işlerinde çok yaygın bir biçimde kullanılmakta olup, T. KÖKSAL Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC … 87 müteahhit ile iş sahibi arasında adil bir risk dengesi kurduğundan dolayı, dünya çapında çok sayıda büyük ölçekli altyapı projesinin başarıyla tamamlanmasına katkı sağlamıştır. FIDIC’in 1987 baskı İnşaat İşleri İdari Şartnamesi, 1996 yılında değişikliğe uğrayarak, yapım işlerinin yürütülmesi sırasında sözleşme tarafları arasında doğan anlaşmazlıkların çözümünde bir araç olarak kullanılacak olan Anlaşmazlık Çözüm Kurulunu düzenleyen bir ek yayınlanmıştır. Zira, son zamanlarda uygulamada gözlemlendiği üzere, işveren idareler sözleşmelere özel koşullar eklemek suretiyle taraflar arasında başlangıçta sağlanmış bulunan risk dengesini müteahhit aleyhine bozacak uygulamalara yaygın biçimde başvurmaya başlamışlardır. Bu türden uygulamalar ise, kaçınılmaz olarak sözleşmenin yürürlüğü süresince işveren idare ile müteahhit arasında uzun süren anlaşmazlıkların doğmasına yol açmaktadır. 1972 yılından beri yurt dışında inşaat projeleri üstlenmekte olan müteahhitlik firmalarımız, gerek katıldıkları uluslararası rekabete açık ihalelerde ve gerekse yabancı bir ülkede işveren idare ile inşaat sözleşmesi aktederlerken, karşılarına çoğu zaman FIDIC Tip Sözleşmeleri ve Şartnameleri çıkmaktadır. Ayrıca, gerek yabancı sermayedarların ülkemizde yapmakta oldukları yatırımın inşaat bölümü ile ilgili yapım sözleşmelerinin, gerekse Dünya Bankası ve benzeri uluslararası kredi kuruluşlarından veya yabancı bankaların kurduğu kredi konsorsiyumlarından sağlanan kredilerle yapılacak inşaat işleri ile ilgili inşaat sözleşmelerinin FIDIC tip sözleşmelerini esas almaları, çoğu zaman yabancı işveren ve uluslararası kredi kuruluşları tarafından talep edilmektedir. “Ayrıca, FIDIC tip sözleşmelerinin uluslararası karakteri, bu sözleşmelerin sadece uluslararası ihalelerde kullanılmasını veya ulusal ihalelerde kullanılmamasını gerektirmemektedir. Nitekim bazen de, uluslararası olarak ihaleye çıkartılarak FIDIC sözleşmelerinin uygulanması öngörülmüş ihalelerde, ihaleyi kazanacak müteahhidin yerli veya yabancı olması durumuna göre, işverenin FIDIC şartları üzerinde oynadığı hallere rastlanmıştır. Bu durumla ilgili bir örnek olay, Erzincan Depremi Rehabilitasyon ve Yeniden Yapılandırma Projesinde yaşanmıştır. Bu projede FIDIC’in “Mühendis Kararları” başlıklı mühendis kararlarına karşı işverenin veya müteahhidin hakeme gitme prosedürünü düzenleyen 67.1’nci maddesi, “ihtilafların halli” başlığı altına sokulmak suretiyle, müteahhit veya sorumlu ortağı yabancı ise ihtilafın Uluslararsı Ticaret Odası (ICC)’nın Tahkim Kurallarına göre hakem mahkemesinde; eğer müteahhit Türk firması ise Ankara mahkemelerinde halledilmesi yolunda değişik bir usul yaratılmıştır. Bu projede, Erzincan’da Türk müteahhitleri, FIDIC şartları dahilinde inşaat işlerini tamamlamışlar ve netice itibariyle FIDIC sözleşmesi uluslararası bir inşaat işinin değil, başlangıçta uluslararası olarak ihaleye çıkmış fakat neticede ulusal ihaleye dönüşmüş bir inşaat projesinin sözleşmesi olarak uygulanmıştır” (Türegün, 88 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) a.g.e., s.255). FIDIC, 1999 yılında İnşaat İşleri İdari Şartnamesinin 5.baskısını yayınlamıştır. FIDIC, 1999 yılında şartnamelerin sistematiğinde bazı değişiklikler yaparak inşaat sözleşmeleri için dört örnek şartname yayınlamıştır. Bu dört şartname de 20’şer madde olarak düzenlenmiştir. Hiçbiri henüz Türkçe’ye çevrilmemiş olan bu kitaplardan en çok bilineni ve kullanılanı 5’inci baskısı yapılan kırmızı kitaptır. FIDIC’in 1999 baskı örnek şartnameleri aşağıdaki gibidir: İnşaat İşleri İçin Sözleşme Şartları 1. İnşaat İşleri İdari Şartnamesi (Conditions of Contract for Construction): “Kırmızı Kitap” da denilen bu şartname, ihale ve inşaat sözleşmesinin temel ilkelerini tespit etmektedir. Bu şartnamede işin projesinin işveren tarafından hazırlanıp veya hazırlatılıp müteahhide inşaat işinin yapıtırılması öngörülmektedir. 2. (Endüstriyel) Tesis ve Tasarla-Yap Modeli İşler için İnşaat Sözleşmesi Şartları (Conditions of Contract for Plant and Design-Build): “Sarı Kitap” da denilen bu şartname, tasarımı ve inşaatı veya montajı müteahhit tarafından yapılacak olan yapım ve mühendislik işlerinde kullanılmak için hazırlanmıştır. 3. Mühendislik, Satın Alma, Yapım/Anahtar Teslimi Projeler için İnşaat Sözleşmesi Şartları (Conditions of Contract for EPC/ Turnkey): “Gümüş Kitap” da denilen bu şartname, enerji santrali, fabrika veya arıtma tesisi gibi anahtar teslimi yapılacak işler için önerilmektedir. 4. Kısa Sözleşme (Short Form of Contract): “Yeşil Kitap” da denilen bu şartname, önceki şartnamelere göre farklı bir düzenleme öngörmektedir. Bu farklı düzenlemeye göre FIDIC, sözleşme bedeli 500.000 ABD Dolarından daha az olan ve 6 ayda bitirilmesi öngörülen bina veya herhangi bir mühendislik işi için kontrolörlük hizmetlerinin işveren idare tarafından yapılabileceğini kabul etmek suretiyle, inşaat işinin kontrolörlüğü için müşavir mühendis istihdamını zorunlu kılmamıştır. Yukarıda kısaca tanıtılan kitaplar (şartnameler) iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısım, sözleşmelerde yer verilmesi gereken genel ilkelere yer verirken; ikinci kısım ise, her ihalede işin özelliği esas alınarak birinci kısma uygun olarak hazırlanacak özel şartların hazırlanmasına rehberlik edecek niteliktedir. Yapılan değişiklikler ile şartnameler sistematik olarak hem birbirlerine daha uyumlu hale getirilerek, birinci kısımları 20 madde olarak düzenlenmiş hem de ikinci kısımları madde ve başlık olarak birinci kısım ile ilişkilendirilmiştir. T. KÖKSAL Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC … 89 Ülkemizdeki yapım işlerinde daha çok Kırmızı Kitap uygulanmaktadır. EIC’ye göre, uluslararası finans kuruluşları ve kalkınma bankaları; yalnızca tasarım, fiziksel engeller, yapılacak işin miktarı, sözleşme teminatlarının tutarı ve geçerlilik süreleri, belgelendirme yöntemleri ve ödeme koşulları gibi anahtar unsurlarda işveren ile müteahhit arasında dengeli bir risk dağılımı sağlamış olan yapım sözleşmelerini kullanmalıdır (EIC, Mavi Kitap, s.29). Uluslararası finans kuruluşlarının standart ihale belgeleri ve FIDIC standart sözleşme belgeleri gibi standart sözleşme koşullarının uygulanmasını talep ettiği durumlarda, ihale kurallarının işveren idareyi genel şartlardan sapmamak hususunda yükümlü tutması çok önemlidir. Çünkü bu genel şartlar büyük ölçüde dengeli bir risk dağılımı sağlamaktadır (EIC, Mavi Kitap, s.29). FIDIC 1999 EPC/Anahtar Teslim Projeler için Sözleşme Şartları (Gümüş Kitap)’nın uygulanması halinde, bu standart sözleşme şekli, geleneksel dengeli risk paylaşımı yaklaşımından farklı olup; bu nedenle çoğu durumda uygulanabilir değildir. FIDIC’in 1999 yılında yayınlanan 5’inci baskı standart sözleşme şekillerini esas alan ve dengeli risk dağılımı sağlayan yapım sözleşmelerinin geliştirilmesi amacıyla EIC, “FIDIC 1999 Yeni Kitapları için EIC Müteahhit Klavuzu” başlıklı bir seri kitap yayınlamıştır. Bu EIC Klavuzları, FIDIC standart sözleşmelerinin belli başlı risklerine ve eksikliklerine değinmek suretiyle, bir sözleşmenin yürürlüğe girmesinden önce kullanılmak üzere müteahhitler ve sözleşmenin diğer tarafları için faydalı bir kontrol listesi sunmaktadır. Ayrıca, sözleşme şartları arasında, taraflarca zorunlu kabul edilecek bağlayıcı bir Anlaşmazlıkların Halli Kurulu ve uluslararası tahkimin kullanılması yönünde hükümler yer almalıdır. Bu hükümler dava sürecinin bertaraf edilebilmesi açısından işveren idareler ve müteahhitler için uygun araçlardır. Uluslararası tahkim yolunun seçilmesi halinde ise, uluslararası tahkim tarafından verilen karar, işveren idarenin bağlı bulunduğu devletin yetkililerinin onayına tabi olmamalıdır. Ancak, bu hususta önemli bir sorun, çok sayıda gelişmekte olan ülkenin halen 1958 tarihli “Yabancı Tahkim Kararlarının Tanınması ve Tenfizine İlişkin New York Sözleşmesi”ni onaylamamış olmasıdır. Kaldı ki, onaylamış olsalar bile kimi zaman bu ülkeler, tahkim kararlarını tanımamaktadırlar. EIC’nin önerisi, krediyi alan ülkenin yaptığı kredi anlaşmalarına, “kredi alan ülkenin, tahkim kararlarını nihai ve geri dönülmez olarak kabul edeceği” hükmünün ilave edilmesidir. Kaldı ki, bu türden özel bir hükmün kredi sözleşmesine konulmasına rağmen “ulusal mevzuatın uluslararası anlaşmalara göre öncelikle geçerli olduğu” ileri sürülerek tahkim kararının tartışılacağı durumlar yine de ortaya çıkabilir. Böyle bir durumun ortaya çıkması halinde, proje kredisini sağlayan uluslararası finans 90 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) kuruluşları, krediyi alan ülkeye doğrudan müdahele etmeye hazırlıklı olmalıdırlar (EIC, a.g.e., s.30). Sözleşme özel şartları, yalnızca projeyi ve ilgili ülkenin özel koşullarını düzenlemek amacıyla kullanılmalı ve bazen uygulamada rastlanıldığı gibi, riskleri yeniden dağıtmak için kullanılmamalıdır. Bu amaçla, proje finansörü uluslararası kuruluşlar tarafından kredi anlaşmalarına “özel şartlara hüküm eklenerek genel şartlarda belirtilen risk dağılımından sapma yapılamayacağı” şartı konulmalıdır. Ayrıca, proje finansörü uluslararası kuruluşlar, bu türden sapmalar içeren ihale belgelerini onaylamamalı ve sonuç olarak işveren idareler, sapmaların meydana gelmeyeceğine dayanarak teklif veren müteahhitleri ihaleden men etmemelidirler (EIC, a.g.e., s.30). Ayrıca, FIDIC şartnameleri ile tanımlanan ihale eki, uluslararası standartlar uyarınca doldurulmalı ve maktu zararlar, kesin teminatlar ve benzeri hususlar için müteahhide ek yük getirilmemelidir (EIC, a.g.e., s.30). B. FIDIC Şartnamelerinin Kısımları ve Öngördükleri İnşaat Sözleşmesi Biçimi “FIDIC Başkanı Julian S.Tritton, şartnamenin 1957 yılında yayınlanan ilk baskısının tanıtımında FIDIC şartnamelerinin amacını, “risklerin iş sahibi ile müteahhit arasında adilane biçimde dağılımını sağlamak” olarak ifade etmiştir. Bu bağlamda, FIDIC şartnamelerininin bir denge kurmayı, hatta ağırlıklı olarak müteahhidin işveren karşısında ezilmesini önlemeyi hedeflediği gözlemlenmektedir” (Türegün, a.g.e., s.256). Bu çalışmada, FIDIC Şartnameleri arasında temel kitap niteliğinde olan “İnşaat İşleri İdari Şartnamesi” (Kırmızı Kitap)’nin gerek yurt dışında Türk müteahhitlerinin katıldığı uluslararası ihalelerde gerekse ülkemizdeki uluslararası ihalelerde ağırlıklı olarak örnek alınan 1987 tarihli 4’üncü baskısı incelemeye esas alınmıştır. Ancak yeri geldikçe, henüz Türkçe’ye çevrilmemiş olan 1999 yılında yayınlanan 5’inci baskı Kırmızı Kitaptaki düzenlemeler hakkında da açıklamalara yer verilmiştir. “Tritton, inşaat sözleşmelerinin dünyadaki tatbikatından edinilen tecrübelerin bir ürünü olan FIDIC şartnamelerinin birçok hükümlerinin istikrarlı şekilde uygulanan genel hükümler olduğunu, bazı hükümlerin ise inşaat işinin bulunduğu mahal ve şartlara göre zaruri olarak değişeceklerini ve bu nedenle FIDIC şartnamelerinin birincisi Genel Şartlar, ikincisi ise Özel Uygulama Şartları olmak üzere iki kısımdan oluştuğunu açıklamıştır” (Türegün, a.g.e., s.256). “Bu iki kısma daha sonra özellikle liman inşaatlarında bahis konusu olacak olan “Tarama ve Dolgu’ işleriyle ilgili olarak bir üçüncü kısım ilave edilmiştir ki, bu kısım bazen de ikinci kısmın sonunda yer almaktadır. Bu T. KÖKSAL Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC … 91 üçüncü kısımda, birinci ve ikinci kısımlarda yer alan ve tarama ve dolgu faaliyetlerinin özellikleri ile bağdaşmayan bazı hükümlerin ne şekilde değiştirileceği ve yerlerine ne gibi hükümler konulabileceği açıklanmıştır” (Türegün, a.g.e., s.256). Ancak, bu üçüncü kısmın tatbikatı nadir olduğu için, içeriğine bu çalışmanın kapsamında yer verilmeyecektir. FIDIC ayrıca teklif (tender) ve ekini, kısa bir standart sözleşme metnini de hazırlamıştır. “FIDIC Şartnamelerinin birinci ve ikinci kısımlarını birbirlerinden ayırmak mümkün değildir. Uluslararası kabul görmüş ana kurallar ile teçhiz edilmiş olan birinci kısım ile, işin yapılacağı yerdeki jeolojik şartların yanısıra o ülkedeki sosyo-ekonomik şartları, işverenin işe müdahale arzusunun sınırlarını, işin tamamının veya kısım kısım teslimi gibi değişken şartları içeren ikinci kısım, birlikte tek bir FIDIC şartnamesini oluşturmaktadır” (Türegün, a.g.e., s.257). “FIDIC, mahalli şartlara uygun hale getirilmeleri için ikinci kısımda yapılacak değişikliklerin hangi birinci kısım maddelerine yönelik olmaları gerektiğini tavsiye mahiyetinde gösteren bir ikinci kısım da yayınlamıştır. Ancak uygulama göstermektedir ki, Kısım II Özel Uygulama Şartları, yerel şartların gerektirdiği özel şartlar olarak değil, işverenin kendi arzu ve iradesi doğrultusunda Kısım I Genel Şartlarda kendisinin lehine yapmak istediği tüm değişiklikleri içeren şartlar olarak karşımıza çıkmaktadır” (Türegün, a.g.e., s.257). Birinci kısım “Genel İdari Şartname” başlığı altında 72 madde ve bu maddelerin 160 alt maddesinden oluşmaktadır. Bu kısımda bir inşaat sözleşmesinin nasıl düzenleneceği hakkında temel ilkeler belirlenmiştir. İkinci kısım ise “Özel İdari Şartname ve Hazırlama İlkeleri” başlığı altında, birinci kısımdaki ilkelerden hareketle, işverenlerin her bir ayrı inşaat sözleşmesinde işin ve yerel şartların gereği nasıl bir düzenleme yapabileceklerini tavsiye niteliğinde örnek olarak açıklamaktadır. FIDIC şartnamelerinin birinci kısmının sonunda açıkça ikinci kısma atıf yapılarak, bazı maddelere ilave yapılabileceği, bazı maddelerde değişiklik yapılabileceği kabul edilmiştir. Buna ilaveten birinci kısmın mühendisin görevleri ve yetkileri ile ilgili “2.1”inci alt maddesi ile sözleşmenin dili ve uygulanacak hukuk hakkındaki “5.1”inci alt maddesinde ikinci kısma açıkça atıf yapılarak, uygulayıcıların bu maddeleri yapılacak işin özelliğine göre düzenlemeleri istenmiştir. Taraflar genel şartlarda dahi çıkartma veya eklemeler yapabilirler. Ancak bu durumda FIDIC genel şartlarında iş sahibi-mühendis-müteahhit üçlüsü arasında oluşturulan hassas dengelerin bozulmamasına çalışılmalıdır. FIDIC genel ve özel şartları, inşaat sözleşmelerinde taraf olacaklara tavsiye niteliğinde olup bağlayıcı hukuki değeri yoktur. 92 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) Yapılacak ilave ve değişiklikleri, işin niteliğine göre işveren tespit edecektir. İşverenin özel hukuk gerçek kişisi veya tüzel kişisi olması halinde bu hususta önemli bir sorun çıkmaz. Ancak, işverenin kamu hukuku tüzel kişisi olması ve yapılacak inşaat işinin finansmanının şartlı kredi olarak temin edilmiş olması halinde, şartnamenin birinci kısmında değişiklik yapılırken göz önünde tutulması gereken iki önemli husus vardır: Bunlardan birincisi, krediyi sağlayan kuruluşun, şartnamede yapılacak değişiklikleri onaylamasıdır. İkincisi ise, yapılacak değişikliğin kamu yararına olması ve yürürlükteki mevzuat tarafından bu değişikliğe cevaz verilmesidir. Uluslararası kredi anlaşmalarında kredi sağlayan kuruluşlar, daha başlangıçta ihale işlemlerinin uluslararası rekabete açık bir şekilde ve FIDIC şartnamelerine uygun olarak yapılmasını şart koşsalar bile, temel ilkelere bağlı kalınmak şartıyla, işveren idarenin yaptığı görüşmeler sonunda şartnamelerde birçok değişiklik yapılmasını kabul etmektedirler. Örneğin ülkemizde Karayolları Genel Müdürlüğünün yaptığı birçok ihalede, şartnamelerde birçok değişiklik yapıldığı ve bu ihalelerin karma özellik gösterdiği gözlenmektedir. FIDIC şartnameleri, temelde bir özel hukuk sözleşmesi olan inşaat sözleşmesinin tabi olacağı hükümleri düzenlediği için tarafların anlaşması şartıyla sözleşme ve şartnamelerde işin her aşamasında değişiklik yapılması söz konusu olabilir. Oysaki kamu adına ihale yapan yetkililer, özel bir işveren değil kamunun temsilcisidirler ve sorumlulukları kamuya karşıdır. FIDIC Genel İdari Şartnamenin (Kırmızı Kitabın) 51-52’nci maddelerinde “iş değişiklikleri” düzenlenmiştir. Bu maddelere göre, mühendis, işe başladıktan sonra önceden öngörülmeyen işle ilgili bir takım yeni imalat ve benzerlerinin yapılmasını müteahhitten isteyebilir. Müteahhit, mühendisin bu taleplerini yerine getirmek zorundadır. Bu hususta müteahhite tanınan itiraz hakkı sınırlıdır. Birinci kısımda yeralan genel hükümlerin, somut bir inşaat sözleşmesi hazırlanırken eldeki bu sözleşmeye, olayın şartlarına göre adapte edilmesini kolaylaştıran ikinci kısım hükümleri, uygulamasını kolaylaştırdıkları birinci kısım hükümleri ile aynı madde numaralarını taşırlar. İkinci kısım hükümlerini, genellikle bir açıklama ve çoğu zaman verilen örnekler izlemektedir. Bu biçimdeki bir sunuş, söz konusu inşaat sözleşmesini hazırlayacak kişiler için, standart formun pratikteki kullanımını artırmaktadır. FIDIC şartnameleri, uluslararası ihale konusu işlerde genel kullanım için tavsiye edilmekle birlikte, ulusal düzeydeki ihalelerde de kullanıma uygundur. FIDIC şartnameleri hazırlanırken, bazı maddelerin genelde uygulanacağı bazılarının ise işlerin özelliğine ve yerine göre değişikliklere uğratılması gerekeceği kabul edilmiştir. Genel İdari Şartnamede yer verilen genelde uygulanacak maddeler, normal olarak hazırlanan inşaat sözleşmesi metinlerine, hazırlandıkları gibi dahil edilebilmelerini kolaylaştıracak bir T. KÖKSAL Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC … 93 şekilde basılmışlardır. Genel İdari Şartname, maddelerin karşılıklı numaralanması suretiyle ikinci kısım özel idari şartnameyle bağlantılandırılmış; böylece birinci ve ikinci kısımların birlikte oluşturdukları idari şartname, tarafların haklarının ve görevlerinin tamamını kapsar bir bütünlük kazanmıştır. İkinci kısım, her özgün sözleşmeye uyacak şekilde özel olarak oluşturulmalıdır. Tarama ve bazı arazi islah işleri söz konusu ise ikinci kısıma özel bir özen gösterilmelidir. FIDIC Genel İdari Şartname (Birinci Kısım) ve Özel İdari Şartname (İkinci Kısım), tarafların haklarının ve görevlerinin tamamını kapsayan bir bütünlük kazanmıştır. Bu nedenle ikinci kısım için standart bir form üretilmemiştir; zira ikinci kısmın her ihale için ayrıca hazırlanması gerekecektir. Bu bağlamda FIDIC’in yayınladığı Özel İdari Şartname Klavuzunun amacı, çeşitli maddeler için gerekirse seçenekler vermek suretiyle bu konuda yardımcı olmaktır. İkinci kısım maddelerine aşağıdaki hallerde gerek duyulabilir: 1) Birinci kısımda, ikinci kısımda daha fazla bilgi verilmesinin özellikle istenilmesi, aksi takdirde idari şartnamenin eksik kalacağının belirtilmesi, 2) Birinci kısımda, ikinci kısımda tamamlayıcı bilgilerin verilebileceğinin yoksa idari şartnamenin eksik kalacağının belirtilmesi, 3) İşlerin türünün, özelliklerinin veya yerinin ek madde yahut fıkraları gerektirmesi, 4) İlgili ülkenin kanunlarının yahut istisnai durumların, birinci kısımda yani genel şartlarda değişiklik yapılmasını gerektirmesi. Bu gibi değişiklikler, ikinci kısımda birinci kısımdaki belli bir maddenin tamamının veya bir bölümünün iptal edileceğini belirtip yerine geçecek maddenin duruma göre tamamını veya o bölümünü vermek suretiyle gerçekleştirilmelidir. Tarama ve bazı arazi islahı işleri söz konusu ise, ikinci kısıma özel bir dikkat gösterilmesi gerekir. Tarayıcılar, yüklenici donanımını oluşturan pek çok kalemden önemli oranda daha pahalıdırlar; öyle ki, bir tarayıcının sermaye değeri, hizmet edeceği sözleşmenin bedelini genellikle aşabilmektedir. Bu nedenle, tarayıcıların işin niteliğine ve daha önemli diğer faktörlere tabi olmak kaydıyla en ekonomik ve verimli şekilde kullanılması, hem işverenin hem yüklenicinin çıkarına olacaktır. Bu bakımdan, yükleniciye, tarama işlerini haftanın yedi günü gece-gündüz sürdürme izni verilmesi gelenek olmuştur. 94 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) Normal inşaat mühendisliğinden bir başka fark da, tarama işlerinde yüklenicinin, Genel İdari Şartnamenin 48’inci maddesine göre onaylanan iş bitirme tarihinden sonra kusurların düzeltilmesinden normal olarak sorumlu tutulmamasıdır. Tarama ile ilgili bu ve benzeri diğer hususları kapsayan açıklamalar ve örnekler, ikinci kısımda yer almaktadır. Belli bazı durumlarda ikinci kısımdaki diğer bazı maddelere de ilaveler gerekebilir. Arazi islahı işleri, nitelikçe büyük değişiklikler gösterir; bu nedenle, arazi islahı işleri için de ikinci kısımda tarama için kabul edilenlere benzer değişikliklere gitmenin yahut standart inşaat mühendisliği formunu aynen korumanın uygun olup olmayacağına karar vermeden önce her özel durum ayrıca düşünülüp değerlendirilmelidir. Bu genel açıklamalardan sonra, FIDIC belgelerinde önerilen model inşaat yapım sözleşmesinin anlaşılması açısından, çalışmamızın bu bölümde FIDIC’in Genel İdari Şartnamesinin önemli maddeleri, halen uygulamada yaygın olarak kullanılan 1987 yılında yayınlanan 4’üncü baskısı esas alınmak suretiyle incelenmekle birlikte, yeri geldikçe 1999 yılında yayınlanan 5’inci baskı ile getirilen değişikliklere de değinilecektir. C. FIDIC Genel İdari Şartnamesinin Uygulamada Sık Başvurulan Maddeleri Hakkında Açıklamalar 1. Denetim ve Kabul Ödeme veya kısmi ödemeler genellikle ona dayanarak yapıldığı için bir inşaat sözleşmesinin yönetim sürecinde işin veya tamamlanmış işin ilerleyen safhalarının kabulü önem arz etmektedir. Bu husus, sözleşmede genellikle özel bir özenle düzenlenmektedir. Çoğu zaman inşaat sözleşmeleri, geçici kabul ve kesin kabul hallerini ayrı ayrı düzenlemektedir. Tarafların düzenlemesine göre, mühendis olurunu verecektir ve böylece paranın bir kısmı daha müteahhide ödenir hale gelecektir. Büyük bir inşaat işini başlangıçtaki orijinal projesine (ve çizimlere) göre gerçekleştirmek çok nadiren mümkün olabildiği için bir inşaat sözleşmesi hükümlerinde sonradan yapılacak değişikliklere, çıkarmalara ve ilavelere ilişkin olarak uygulamada büyük zorluklar doğmaktadır. Bu hususta FIDIC Genel İdari Şartnamesinin 52.1’inci maddesi, oranların ve fiyatların sabit tutulması hakkında detaylı kurallar içermektedir. Bu maddeye göre: “Yukarıdaki 51’inci maddede değinilen tüm değişiklikler ile sözleşme bedeline yapılan ve işbu 52’nci madde uyarınca tespit edilmesi istenilen zamlar (işbu madde kapsamındaki adıyla “miktarı değiştirilen iş”), kontrollükçe de (yani mühendisce de) uygun görülürse sözleşmede verilen fiyatlara ve birim fiyatlara göre değerlendirilir.” T. KÖKSAL Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC … 95 Sözleşmede miktarı değiştirilen işe uygulanabilecek fiyat veya birim fiyat yoksa değerlendirme bazı olarak makul olduğu ölçüde, sözleşmedeki bu fiyat ve birim fiyatlar kullanılır; bu da mümkün değilse kontrollüğün, işveren ve yüklenici ile yaptığı danışmalarından sonra kontrollük ile yüklenici arasında uygun fiyatlar veya birim fiyatlar üzerinde bir anlaşmaya varılır. Anlaşmazlık halinde kontrollük, uygun olduğuna inandığı bu gibi fiyatları veya birim fiyatları saptayarak durumu yükleniciye bildirir, bir kopyasını da işverene iletir. Bu fiyatlar veya birim fiyatlar anlaşma yoluyla kabul edilinceye yahut saptanıncaya kadar kontrollük, mahsuben yapılan ödemelerin 60’ncı madde uyarınca düzenlenen hakedişlere dahil edilebilmesi için, geçici fiyatlar veya birim fiyatlar tespit eder. 2. Alt Müteahhitlik (Taşeronluk) İşverenin icazeti (önceden izni) olmadan müteahhidin sözleşmeyi ve onun bir kısmını başkasına devretmesinin yasak olduğu durumlarda, genellikle müteahhide sözleşmenin belirli bölümlerinin ifasını alt müteahhide (taşerona) devretmesi hususunda izin verilmektedir. Örneğin bir inşaat firması tarafından bir hastane inşaa edilecekse, asıl müteahhidin bu hastanenin röntgen cihazlarının ve diğer klinik ekipmanlarının temini işini bu konuda uzmanlaşmış alt müteahhitlere havale etmesi mümkündür. FIDIC Şartnamesi, işveren veya mühendis tarafından onaylanmış taşeronlardan “atanmış (isimlendirilmiş) taşeronlar” diyerek bahseder ve Genel İdari Şartanemin 59.5’inci maddesine göre, mühendis işin tamamlandığına ilişkin onay belgesini hazırlayıp vermeden önce, müteahhitten tşeronlara ödeme yaptığını kanıtlamasını isteyebilir ve müteahhidin bu hususu kanıtlayamaması halinde, işveren doğrudan doğruya taşeronlara ödeme yapabilir. (Bkz. Herzfeld, Edgar: “Subcontracts in Long-Term Construction Contracts”, [1984] J.B.L, p.226; ayrıca bkz. Herzfeld, Edgar: “Nominated Sub-Contractors”, [1985] J.B.L., p.386). Taraflar, elbette ki, mühendisin veya asıl müteahhidin onay yazısı üzerine, işverenin her zaman taşeronlara doğrudan doğruya ödeme yapacağı hususunda anlaşabilirler. FIDIC Genel İdari Şartnamesinin 4.1’inci maddesine göre, herhangi bir taşeronun, onun vekillerinin, hizmetindeki personelinin veya işçilerinin eylemlerinden, kusurlarından veya ihmallerinden asıl müteahhit sorumlu olacaktır. İşveren bazen inşaat işini tek bir müteahhide vermeyip, bütün işin belirli bir parçasından sorumlu olacak değişik sayıdaki müteahhitler ile doğrudan doğruya sözleşme yaparak onları istihdam edebilir. Ayrıca, işverenin, 96 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) inşaat işinin birbirini izleyen safhaları için ayrı ayrı müteahhitler ile farklı sözleşmeler yapabilir. “Hızlı yol” (fast trak) sözleşmesi denilen bu yöntem, bütün işin tamamlanması gereken zaman süresini kısaltabilir fakat dikkatli planlama gerektirir ve işin çeşitli safhalarının koordinasyonunda teknik güçlüklere yol açabilir. 3. Mühendisin Hukuki Statüsü FIDIC Şartnamesinin tipik özelliği, sözleşme şartlarının ikinci bölümüne ismi dercedilen bir mühendisin işveren tarafından atanmasını gerektirmesidir. Mühendisin teknik bir uzman olarak fonksiyonu; işin ifasında doğabilecek uyuşmazlıklar hakkında karar vermek, inşaat işinin belirli safhalarının veya tamamının tatmin edici biçimde tamamlandığına ilişkin onay belgesi vermek ve özellikle üzerinde taraflarca anlaşılmış olan sözleşmenin değişikliklerine, ilavelerine ilişkin kararlar vermek gibi hususları kapsamaktadır. Sözleşmede işveren ve müteahhit tarafından aksi kararlaştırılmış olmadıkça, mühendis işveren tarafından atanacaktır. Bu nedenle, mühendisin sadece işveren ile akdi bir ilişkisi olup; müteahhit ile böyle bir akdi ilişki içerisinde değildir. Fakat mühendis, sadece işverenin çıkarlarını dikkate almak zorunda olan bir işveren temsilcisi değildir. Ancak, hukuki anlamda mühendis, işverenin ajanı olarak düşünülebilir. Mühendisin işveren ile yaptığı sözleşme, onun işveren ile müteahhit arasında tarafsız bir arabulucu rolünü üstlenmesini gerektirir. Nitekim, FIDIC Genel İdari Şartnamesinin 2.6’ncı maddesine göre, mühendis takdir yetkisini tüm koşulları hesaba katarak ve sözleşme hükümleri çerçevesinde işveren ile müteahhit arasında tarafsız olarak kullanacaktır. Eğer müteahhit, mühendisin bir kararı nedeniyle mutazarrır olursa ve mühendis bir FIDIC Şartnamesine göre atanmışsa, müteahhit için uygun çözüm FIDIC Şartnamesinin 67’nci maddesine göre tahkime başvurmaktır. Zira müteahhit için mühendisin ihmali kanıtlansa bile söz konusu ihmal dolayısıyla açılacak bir davanın kazanılma şansı pek ihtimal dahilinde değildir; zira eğer iddia ekonomik kaybın telafisi için ise, bugün uygulanmakta olan dar anlamda yakınlık testinin geçilmesi ihtimali çok zayıftır. FIDIC şartnameleri dahilinde görev ve sorumlulukları önemli olan mühendis ile ilgili açıklamalara burada kısaca değinilecek ve konu ayrıntılı olarak izleyen bölümde ele alınacaktır. 4. Fiyatın Ayarlanması Uzun süreli bir sözleşmede veya bir inşaat sözleşmesinde değişik T. KÖKSAL Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC … 97 fiyatlandırma yöntemleri kullanılabilir. Bu metodlar; götürü usul, maliyet + kâr yöntemi ve birim fiyat yöntemidir. Götürü usul, yaygın olarak tercih edilmektedir zira fiyat mekanizmasında kesinlik sağlamaktadır; fakat uzun süreli sözleşmelerde, fiyat ayarlaması ve revizyonu mekanizmalarının sözleşmeye dahil edilmemesi halinde, işveren ile müteahhit arasındaki menfaat dengesini bozabilir. Maliyet + kâr yöntemi, müteahhidin işverene üretim maliyetlerinin faturasını sunmasını gerektirir zira üzerinde anlaşılan belirli bir (yüzde veya miktardaki) kâr, toplam maliyete eklenecektir. Bu yöntemde kesinlik unsuru eksiktir. Bu yöntem, alıcı olarak işverenin, inşaat maliyetlerindeki artışların bütün riskini taşımayacağı anlamına gelmemektedir. Finansal kuruluşlar bu fiyatlandırma yöntemini pek tercih etmemektedirler. Birim fiyat yönteminde, taraflar birim inşaat maliyeti için bir oran üzerinde anlaştıkları için ödenecek toplam fiyat, inşaatta kullanılacak inşaat birimlerinin sayısına bağlı olacaktır. Bir inşaat birimi için tespit edilecek fiyat, müteahhidin kârını da yansıtan bir fazlalığı da içermelidir. Birim fiyat, bir beton kalıp için kullanılan çimento miktarı gibi maddi bazda veya belirli bir iş için çalışma zamanı gibi emek bazında hesaplanabilir. Açıktır ki, bu fiyatlandırma yöntemi, bütün tip inşaat sözleşmeleri ve uzun dönemli sözleşmeler için uygun değildir. FIDIC Şartnameleri esas alınarak hazırlanacak inşaat sözleşmelerinde fiyat ayarlaması için detaylı bir mekanizmaya yer vermek büyük önem taşımaktadır. Fiyatlardaki bazı değişmeler öngörülebilirken bazı fiyat değişmeleri ise öngörülemez. Öngörülebilir fiyat değişimleri için genellikle izlenen usul, bir endeks bazlı fiyat ayarlama mekanizmasıdır. Uzun dönemli sözleşmelerde bir endeks sepeti kullanılır. Bu endeks sepetinin (örneğin mazotun, işgücünün ve çimentonun) fiyatlarındaki değişmeler düzenli olarak gözden geçirilmek suretiyle temel fiyata ilave yapılmasının gerekip gerekmediği tespit edilir. Fiyatı etkileyen öngörülmeyen olaylar hakkında ise, sözleşmenin yeni fiyat durumuna göre değiştirilmemesi halinde kendisi açısından çok önemli bir güçlüğe neden olunacağını haklı olarak iddia edebilecek bir tarafın gerektiğinde başvurabilmesi için sözleşmeye bir “hardship kloz”un dahil edilmesi gereklidir. 5. Performans Garantisi, Geri Ödeme Garantisi ve Ödeme Garantisi İnşaat sözleşmelerinde müteahhidin, bir banka, sigorta şirketi veya diğer üçüncü bir taraftan temin edeceği bir performans garantisini işverene sunması olağandır. Garantinin amacı, müteahhidin sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ifada başarısız olması ihtimaline karşı işverenin zarara 98 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) uğramasını önlemektir. Performans garantisi, kimi durumlarda bir geri ödeme garantisi ile birlikte verilebilir. Geri ödeme garantisi, eğer işveren sözleşme bedeline mahsuben avans ödemeleri yapmışsa ve müteahhidin sözleşme şartlarını yerine getiremeyeceği hakkında endişesi varsa, bu ihtimale karşı işvereni korumak amacıyla verilir. Kimi zamanda müteahhidin işverene karşı gelecekteki maddi taleplerini garantiye almak için, işverenin İsviçre gibi tarafsız bir ülkedeki bir bankada ödeme garantisi sunması istenebilir. Fakat işverenin bir kamu kuruluşu olduğu veya bir yabancı ülkenin kredisinin söz konusu olduğu durumlarda, işverenden ödeme garantisi nadiren talep edilir. 6. Müteahhitin Parasının Teminat Olarak Alıkonulması Uluslararası inşaat sözleşmelerinde genellikle müteahhidin işi zamanında bitirmemesi tehlikesi karşığında bir miktar parası alıkonulmaktadır. İşveren, bir uluslararası inşaat sözleşmesinin çerçevesinde, inşaatın müteahhitçe söz verildiği gibi yürüdüğünden emin olmak için, 6 veya 12 ay gibi belirli bir süre için toplam sözleşme bedelinin yüzde 5-10 gibi bir oranını alıkoyma hakkına sahiptir. Dünya Bankasının Klavuzunun 2.34’üncü maddesine göre: “Müteahhit tarafından inşaat sözleşmesine tam olarak uymayı garanti altına almak için sözleşmeler, toplam ödemenin bir yüzdesinin alıkoyma parası olarak işverenin uhdesinde tutulmasını öngörebilir. Sözleşmede belirtilen garanti ve bakım süresini kapsaması için teminat, işlerin tamamlanması için öngörülen tahmini zamanın yeterince ötesine yayılmalıdır. Alternatif olarak, bu dönem için ayrı bir teminat elde edilebilir.” FIDIC Şartnamesinde, ihale formlarının ekinde alıkonulacak paranın yüzdesi ve limitleri belirtilmiştir. 7. Döviz Kuru Klozları Asıl müteahhidin ülkesinden farklı ülkelerde iş yapmakta olan taşeronlara veya değişik ülkelerdeki ortak müteahhitlere işveren ödeme yapmak zorundaysa, döviz kuru klozlarına özel olarak dikkat edilmelidir. Hem Dünya Bankası Klavuzları (madde 2.21-2.26) ve hem de FIDIC Genel İdari Şartnamesi (madde 71 ve 72), yabancı döviz kurunda ödeme konusunda ayrıntılı hükümler içermektedir. Uygun durumlarda muhasebe için kullanılan döviz cinsi ile ödemeler için kullanılan döviz cinsinin birbirinden ayrılması, bir çözüm sağlayabilir. T. KÖKSAL Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC … 99 Sözleşme fiyatı, aynı zamanda muhasebe için para birimi olarak kullanılan, işverenin bulunduğu ülkenin döviz kurunda ifade edilebilir. Ödemeler, ortak müteahhitlerin veya asıl müteahhit ile taşeronların değişik döviz kurlarında yapılabilir ve bunlar, ödeme kurlarıdır. Bu sistem kullanıldığında, değişim oranının ne olacağı belirtilmelidir; diğer bir deyişle, değişimi yöneten oran ödeme gününde geçerli olan oran olacaktır. 8. Sigorta ve Tazminat İnşaat sözleşmesi, aynı zamanda sigorta ve tazminat konusunda da hükümler içermelidir. Dünya Bankası Klavuzları (madde 2.36), sigorta türleri ve şartlarının ihale dokümanlarında belirtilmesini gerektirmektedir. FIDIC Şartnamesine göre (madde 23-25), müteahhit işçilerini sigorta ettirmeli ve üçüncü taraf risklerine karşı da sigorta yaptırmalıdır; fakat müteahhit bunu yapmazsa, işveren kendisini müteahhidin hesabına sigortalatabilir (Bkz. FIDIC Genel İdari Şartname, madde 25.3). FIDIC Şartnamesi ayrıca 22’nci ve 24 (1)‘inci maddelerinde, işverenler ve müteahhitler tarafından verilecek tazminatları düzenlemektedir. 9. İnşaat Sözleşmelerinde Risk Dağılımı “Bir inşaat sözleşmesi süresince aşağıdaki nedenlerle taraflar arasında uyuşmazlıklar doğabilir” (Uğur, L. O.: İnşaat Sektöründe Riskler ve Risk Yönetimi, TMB yayını, Ankara, 2006, s.120): “- Yetersiz ve eksik sözleşme dokümantasyonu, - Uygun olmayan tarzda sözleşme düzenlenmesi, - Uygun olmayan ihale tarzları, - Sözleşmeye dahil olan bir tarafın maruz kaldığı makul olmayan risk yükü, - Projenin tipine uygun olmayan personel, - Sözleşmeden doğan riskin o riski taşımak için yetersiz olan bir tarafın üstünde olması, - Taraflardan birinin iflas etmesi, - İkiden fazla taraf olduğunda ortaya çıkan koordinasyon problemleri, - Belirsiz şartların özellikle sözleşmeye yazılması ya da sözleşmenin standart formundaki şartların değiştirilerek sağlıksız yorumlara yol açması, 100 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) - Belirsiz yan cümlelerle kararların değerlendirilmesinin iki tarafa ya da taraflardan birine bırakılması, - Gereken sonuçları sağlamakla yükümlü olan tarafların yerine metotların belirlenmesi, - Mimari ve mühendislik çizimlerinin ya da dizaynlarının yetersiz olması.” “İnşaat sözleşmeleri başlangıçta ne kadar özenle hazırlanmaya çalışılsa da, ileride uyuşmazlıkların çıkması ihtimali her zaman çok yüksektir” (Uğur, a.g.e., s.120). “İnşaat sözleşmesinin amacı, tarafların haklarını, görevlerini, sorumluluklarını ve zorunluluklarını önceden belirleyerek taraflar arasında adil bir risk dağılımını sağlamaktır. Taraflardan birinin görevini ve sorumluluğunu; kendi yetersizliği, dikkatsizliği, hatası ya da dışarıdaki bir olaydan etkilenerek yerine getirememesi bu risk dengesini bozacaktır” (Uğur, a.g.e., s.120). “İnşaat sözleşmesi, sözleşmeyi yapanın bu işi üstlenmek için uygun gördüğü fiyat ile kontrol edilebilir ve kontrol edilemez riskleri kabul etmesi arasında bir dengelemedir. Yapılacak işin ücreti kısmen de olsa, bu işi yapacak olan müteahhidin bu işte gördüğü riski yansıtmaktadır. Sabit fiyatlı götürü usulde sözleşmeler yüklenicinin kaldırabileceği risk bakımından, yüklenici performansı için teşvik edici sözleşmelerdir. Fakat sözleşmeye dayalı anlaşmalar, kimin ne kadar riski taşıyacağı dikkate alınarak yapılmalıdır” (Uğur, a.g.e., s.120). “FIDIC Sözleşmeleri gibi standart formda olan inşaat sözleşmeleri, sözleşmede açıkça ifade olunan şartların yardımıyla, riski taraflar arasında paylaştırır. Fakat bu risk dağılımının yönetimi farklılıklar gösterebilir. İnşaat sektöründe kullanılmakta olan standart formdaki sözleşmeler, genelde risklerin çoğunu kapsarlar ve taraflar arasında bir uzlaşmayı belgelerler” (Uğur, a.g.e., 120). “Resmi işler için hazırlanan resmi formdaki kontratlar, kanuni sorumlulukla ilgili özel isteklere göre hazırlanırlar. Genel olarak kamu görevlileri, finansman nedenleri ve siyasi nedenlerle sözleşmelerdeki fiyat belirsizliğini kabul etmek istemezler. Kamu yöneticileri genelde sabit fiyatlı götürü usulü, yani yüklenicinin çoğu riski aldığı sözleşmeleri tercih ederler. Fakat özel sektörde ise büyük, gelişen firmalar gibi müşteriler finansal olarak yararlarına olmasına ve dizayn ve inşaa kısmının hatırlanacak olmasına bakarak daha fazla risk alırlar. Müşterilerin kontratlarının doğrudan doğruya taşeronlarla yapıldığı durumlarda bu inşaat yönetimi anlaşmaları avantajlar sağlayabilir” (Uğur, a.g.e., s.121). “İnşaat projelerinde yönetimsel ve işlevsel performanslardaki değişiklikler gibi kontrol edilebilir riskler de; kötü hava, enflasyonun maliyetler T. KÖKSAL Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC … 101 üzerine etkisi, belirli bir yerdeki zemin koşulları gibi kontrol edilemez riskler de önemlidir” (Uğur, a.g.e., s.121). 10. Gecikme Tazminatı ve Prim Klozları FIDIC Genel İdari Şartnamesinin 47.1. maddesine göre, yüklenici işlerin tamamını bitirme süresi içerisinde veya varsa işlerin bir bölümünü 43. maddede öngörülen süre içinde tamamlayamazsa, yüklenici, ilgili iş bitirme süresi sonu ile işlerin tamamı veya ilgili bölümü için düzenlenecek geçici kabul belgesinde belirtilen tarih arasında geçecek her gün veya gün bölümü için, teklifin ekinde bu gibi kusurlarla ilgili tazminat olarak belirlenen miktarı, teklifin ekinde belirtilen ilgili sınıra tabi olmak kaydıyla, işverene öder. İşveren, diğer tahsil yolları saklı kalmak, kaydıyla, bu tazminatı yüklenicinin hak ettiği veya edeceği paralardan kesebilir. Bu tazminatın ödenmesi veya kesilmesi, yükleniciyi işleri bitirme vecibesinden veya sözleşmelerden doğan diğer vecibelerinden kurtarmaz. Eğer işi zamanından önce bitirip teslim ederse müteahhide prim ödenmesini öngören hükümlere, inşaat sözleşmelerinde müteahhidin işi geç teslim etmesi halinde gecikme tazminatı öngören hükümlerden daha az sıklıkla yer verilmektedir. Nitekim işi erken bitirip teslim etmesi halinde müteahhide prim ödenmesine ilişkin bir düzenlemeye FIDIC Genel İdari Şartnamesinde (birinci kısımda) yer verilmemiştir; fakat bu tür bir prim klozuna FIDIC Özel Uygulama Şartlarında (ikinci kısımda) veya İhale Eklerinde yer verilmesi mümkündür. 11. Asıl Müteahhit ile Diğer Müteahhitler Arasındaki İlişki “FIDIC Genel İdari Şartnamesinin 31.1’nci maddesi, işverenin o şantiyedeki diğer müteahhitlerine, işçilerine olanaklar sağlamak yükümlülüğünü, mühendisin talimatı ile müteahhide yüklemiştir. Ancak böyle bir durumda müteahhitler arasındaki çalışma senkronizasyonunun mühendis tarafından düzenlenmesi gerektiği hususunda FIDIC tip şartnamesi sessiz kalmıştır” (Türegün, a.g.e., s.265). “Aynı inşaat projesi çerçevesinde birkaç müteahhidin ayrı ayrı sözleşmelerle aynı şantiyede çalışmaları, genellikle projenin yapımında “interface” (işlerin kesişmesi) dediğimiz sorunla karşılaşılmasına neden olmaktadır. Bu hal, özellikle bir müteahhidin işini bitirmeden diğerinin işine devam edemeyeceği hallerde ortaya çıkmaktadır” (Türegün, a.g.e., s.265). Bu sorun, genellikle tali müteahhitlerin arasında görülmektedir. “Tip şartnamenin bu boşluğunun, süre yönünden işverenin kusuru sayılarak, sözleşmenin süre uzatımına yönelik “işveren dolayısıyla herhangi bir 102 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) gecikme, engellenme, veya önlenme” olarak tanımlanan 44.1 (d) maddesinin uygulanması yolu ile; parasal yönden ise, değişikliklere yönelik “işlerin herhangi bir kısmı için belirlenmiş yapım sırasını ve zamanlamasını değiştirmek” şeklinde mühendise yetki tanıyan 51.1 (f) maddesinin uygulanması yolu ile doldurulması gerekecektir” (Türegün, a.g.e., s.265). . “Bir şantiyede tek asıl müteahhit ve onun tali müteahhitleri varsa doğaldır ki, işlerin organizasyonu ve senkronizasyonu görevi o tek asıl müteahhite ait olacaktır” (Türegün, a.g.e., s.266). . “FIDIC Genel İdari Şartnamesinde “onaylanmış tali müteahhit” ve “atanmış tali müteahhit” olmak üzere iki ayrı tür tali müteahhitlik öngörülmüştür” (Türegün, a.g.e., s.266). “Taşeron, işçilik veya parça başı iş yapan ve asıl müteahhit ile aralarındaki akdi ilişki, hizmet sözleşmesi olan bağımlı kişidir. Tali müteahhit ise, asıl müteahhidin üstlendiği işin bir kısmını (bazen de tamamını) yapmayı üstlenen kendi hesabına bağımsız olarak çalışan kişi olup, asıl müteahhit ile ilişkisi istisna (eser) sözleşmesine dayanmaktadır” (Türegün, a.g.e., s.266). “FIDIC Genel Şartnamesinde (4. baskıda) taşeronluk ifadesine yer verilmemiş, onun yerine mühendisin onayına ihtiyaç göstermeyen işçi temin etme, sözleşmede belirtilen standartlara uygun malzemeleri satın alma ve işlerin herhangi bir kısmını, sözleşmede adı belirtilen tali müteahhide verme hususlarına yer verilmiştir. Burada altı çizilmesi gereken husus, FIDIC Şartnamesinin Türkçe çevirilerinde ve hatta inşaat hukuku ile ilgili milli mevzuatımızda “tali müteahhitlik” yerine “taşeronluk” tabirinin kullanılmasının yerinde olmadığıdır” (Türegün, a.g.e., s.266). D. Sözleşme Dökümanlarının Önceliği, Geçerli Lisan ve Uygulanacak Hukuk Meselesi “Genel Şartnamenin 5.2’nci maddesine göre, sözleşmeyi oluşturan çeşitli dokümanlar karşılıklı olarak birbirinin açıklayıcısı kabul edilir; ancak karışıklıklar ve farklılıklar olması halinde bunlar mühendis tarafından açıklanıp uyarlanır ve bu konuda müteahhide talimat verilir; böyle bir durumda sözleşmede tersine bir hüküm yoksa, sözleşmeyi oluşturan dökümanların öncelik sırası şöyle olur” (Güvenç, Celalettin: FIDIC Rapor, 26.04.2002, www.icisleri.gov.tr): (1) “(Tamamlanmışsa) Sözleşme Anlaşması, (2) Kabul Mektubu, (3) Teklif, (4) İdari Şartnamenin ikinci kısmı (FIDIC Özel İdari Şartnamesi), (5) İdari Şartnamenin birinci kısmı (FIDIC Genel İdari Şartnamesi), (6) Sözleşmeyi oluşturan diğer dökümanlar.” T. KÖKSAL Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC … 103 “Sözleşme dökümanlarının arasında her şart altında birinci önceliğe sahip olan ve tarafların imzaladığı sözleşme anlaşması metninin açık, anlaşılır ve sade bir dille yazılmasına dikkat edilmelidir.” (Güvenç, a.g.e.) “FIDIC şartnamelerine göre yapılan ihalelerin genellikle uluslararası nitelikte olması ve tarafların farklı ülke vatandaşları olması nedeniyle, sözleşme ve şartnamelerde kullanılacak lisan ve lisanlar ile uyuşmazlık halinde sözleşme ve şartnamelere hangi ülke kanunlarının uygulanacağı ve bunların hangi ülke kanunlarına göre yorumlanacağı sözleşmede açıkça belirtilmesi gereken meselelerdendir. Genel İdari Şartnamenin 5.1’nci maddesinde bu hususta ikinci kısma (özel idari şartnameye) atıf yapılmış ve konunun ikinci kısımda düzenlenmesi öngörülmüştür.” (Güvenç, a.g.e.) “Eğer bu dökümanlar birden fazla dilde yazılmışsa, sözleşmenin yorumlanıp değerlendirileceği dil, Özel İdari Şartnamede (ikinci kısımda) “amir dil” olarak belirtilmiştir. Uygulamada uluslararası ihalelerde amir dil olarak İngilizce kabul edilmektedir. FIDIC tarafından hazırlanıp özellikle uluslararası inşaat sözleşmeleri için önerilen genel ve özel şartlarda taraflar diledikleri değişiklikleri yapabilirler. Ancak finansmanı bir uluslararası finans kuruluşu tarafından sağlanan inşaat işlerinde bu genel şartlarda yapılacak değişiklik veya eklemelerin ilgili finansal kuruluşu tarafından tasvip edilmesi, finansman açısından gerekli olabilir.” (Güvenç, a.g.e.) “İnşaat sözleşmesi hakkında hangi ülke hukukunun uygulanacağı kabul edilmiş ise, FIDIC genel şartları da o ülke hukukuna göre yorumlanır.” (Güvenç, a.g.e.) E. Teminatlar Genel İdari düzenlenmiştir. Şartnamenin 10’ncu maddesinde teminat konusu “Kesin Teminat” başlıklı 10.1’nci maddeye göre, sözleşme, işin düzgün bir şekilde ifası için müteahhidin teminat vermesini öngörüyorsa müteahhit, kabul mektubunu aldığı tarihi izleyen 28 gün içinde teklifin ekinde belirtilen miktardaki teminatı sağlayıp işverene verir ve durumu mühendise bildirir. Bu teminatın formuna, işveren ile müteahhit arasında karar verilir. Ancak, teminatın alınacağı kuruluşu işveren de onaylamalıdır. Kesin teminatın sağlanmasına yönelik masraflar, sözleşmede tersine bir hüküm yoksa, müteahhit tarafından karşılanır. 10.2’nci maddeye göre, kesin teminatın geçerlilik süresi, müteahhit sözleşme uyarınca işleri gerçekleştirip tamamlayıncaya ve kusurlarını giderinceye kadar devam etmelidir. 62.1’nci madde uyarınca, kesin kabul belgesi düzenlendikten sonra bu 104 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) teminata karşı hiçbir talepte bulunulamaz. Bu teminat, söz konusu kesin kabul belgesinin düzenlenmesini izleyen 14 gün içinde müteahhide iade edilir. 10.3’ncü maddeye göre, işveren, kesin teminat tahtında herhangi bir hak talebinde bulunmadan önce, hak talebine konu olacak kusurun mahiyetini müteahhide bildirir. “FIDIC Genel İdari Şartnamesinde sadece kesin teminat konusu düzenlenmiş olup; geçici teminat konusunda herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır.” (Güvenç, a.g.e.) “FIDIC Genel İdari Şartnamesi, kesin teminatı da ihtiyari olarak düzenlemiş olup; kesin teminat ancak taraflar arasında inşaat sözleşmesinde öngörülmesi halinde talep edilecektir.” (Güvenç, a.g.e.) “Genel şartlar arasında kesin teminatın miktarı ile sözleşme bedeline oranı hakkında bir açıklama yoktur. Sadece şartnamenin ikinci kısmında (özel uygulama şartlarında) kesin teminatın nasıl verileceği konusundaki örnek 10.1. maddeye göre, teminat teklifin ekinde belirtilen para cinslerinde ve oranlarda düzenlenir. Örnek 10.4’ncü maddeye göre ise, kesin teminatın alınacağı kaynaklara kısıtlama getirilecekse aşağıdakiler gibi ek bir fıkraya yer verilebilir” (Güvenç, a.g.e.): “10.4. Kesin Teminatın Kaynağı Müteahhit, 10.1’nci madde uyarınca vereceği kesin teminatı, işlerin yürütüleceği ülkede tescilli yahut iş yapma lisansına sahip bir kuruluştan alacaktır” (veya) “10.4. Kesin Teminatın Kaynağı Kesin teminat bir banka garantisi formunda ise, bu garanti; (a) işverenin ülkesindeki bir banka ya da, (b) işverenin ülkesindeki muhabir bir banka aracılığıyla yabancı bir banka tarafından düzenlenmiş olmalıdır.” F. Müteahhidin Mevzuata Uyma Yükümlülüğü FIDIC Genel İdari Şartnamesinin 26.1’nci maddesi, müteahhitlerin işleri yürütürken işin bulunduğu yerdeki mevzuata uyması zorunluluğunu getirmiştir. “Kanunlara ve Düzenlemelere Uyum” başlıklı 26.1’nci maddeye göre, müteahhit, (a) işlerin gerçekleştirilip tamamlanması ve kusurların giderilmesi ile ilgili ulusal veya bölgesel tüm kanun, kararname ve tebliğler ile yerel veya diğer yasal makamların karar ve düzenlemelerinin hükümlerine ve (b) mülkleri veya hakları işler dolayısıyla etkilenen veya etkilenebilecek tüm kamu kuruluşları ile T. KÖKSAL Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC … 105 şirketlerin tüzük ve yönetmeliklerinin hükümlerine, tüm bildirimlerin verilmesi ve tüm harçların ödenmesi de dahil, her bakımdan uygun hareket eder ve yine müteahhit, bu gibi hükümlerin ihlal edilmesinden ortaya çıkabilecek her türlü ceza ve sorumluluğa karşı işvereni masun tutar. “İşveren, işlerin yürütülebilmesi için gerekli her türlü imar planı, kuşaklama planı ve diğer benzeri izinleri temin etmekten sorumlu olup; müteahhiti 22.3’ncü madde gereğince temin ve tazmin eder” (Güvenç, a.g.e.). G. Keşif Artışları “FIDIC şartnamelerinde keşif artışlarıyla ilgili ayrı bir madde bulunmamaktadır. Sözleşmenin tarafları, keşif artışı konusunu kendi aralarında kararlaştıracaklardır.” (Güvenç, a.g.e.) “FIDIC Genel İdari Şartnamesinin 52.3’ncü maddesinde yer alan yüzde 15’i aşan keşif artışları hakkındaki düzenleme, yüzde 15’e kadar olan keşif artışlarında müteahhide genel gider ödenmeyeceğine ilişkindir. Buradan çıkan sonuç, müteahhide ancak keşif artışının yüzde 15’i geçmesi halinde saha ve genel sabit giderleri gözönüne alınarak belirlenecek oranda ödeme yapılacağıdır. Aksi halde müteahhit bir talepte bulunamayacaktır.” (Güvenç, a.g.e.) FIDIC şartnameleri, işveren idarelerin orana bakılmaksızın keşif artışlarına onay vermesine müsaittir.” (Güvenç, a.g.e.) H. Yedek Akçe “Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesinde ve ülkemizdeki yerel ihalelerde uygulaması bulunmamasına rağmen, FIDIC Şartnamelerine göre hazırlanan inşaat sözleşmelerine, ihale sürecinde gerek görüldüğünde harcanmak üzere “yedek akçe” adı altında belirli bir ödenek konulmaktadır.” (Güvenç, a.g.e.) “FIDIC Genel İdari Şartnamesinin 58.1’nci maddesine göre: “Yedek akçe, sözleşmede yer alan ve keşif cetvelinde, işlerin herhangi bir kısmının yürütülmesi veya eşya, malzeme, demirbaş veya hizmetlerin temin edilmesi, yahut beklenmedik durumlar için belirlenmiş olan, ancak mühendisin talimatıyla tamamen veya kısmen kullanılabilecek veya hiç kullanılamayacak olan bir tutar demektir. Müteahhit, mühendisin işbu maddeye göre tespit edeceği şekilde, söz konusu yedek akçelerle ilgili iş, temin veya beklenmedik durumlar için yalnızca bu tutarlara hak kazanır. Mühendis, işbu fıkraya göre yaptığı tespitleri müteahhide bildirir, bir kopyasını da işverene iletir.” (Güvenç, a.g.e.) 58.3’ncü maddeye göre: “Müteahhit, işin teklifte verilen fiyatlara veya 106 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) birim fiyatlara göre değerlendirildiği durumlar hariç olmak üzere, yedek akçe harcamaları ile bağlantılı her türlü fiyat listesini, faturayı, kasa fişini, pusula veya alındıyı mühendise ibraz eder.” 59’ncu madde ise, yedek akçe kapsamında bazı işlerin taşeronlara (isimlendirilmiş tali müteahhitlere) yaptırılabileceğini öngörmekte ve bunun usulünü düzenlemektedir. 58’nci maddede yedek akçenin miktarı belirtilmemiş ve harcama talimatını verme yetkisi mühendise verilmiştir. Madde metninde yedek akçelerin tamamen veya kısmen kullanılabilecek veya hiç kullanılmayabilecek olması öngörüldüğü için yedek akçe harcamaları, keyfi uygulamalara konu olabilecek niteliktedir. “İşverenin kamu kuruluşu olması durumunda şartnamede yedek akçenin miktarı, harcanma şekli ve benzeri hususlar açıkça düzenlenmelidir. Ayrıca mühendisin yedek akçenin harcanması talimatını verme yetkisini işverenin onayına bağlamak yerinde olacaktır.” (Güvenç, a.g.e.). I. Müteahhidin Kusuru Halinde Başvurulacak Yasal Yollar “FIDIC şartnameleri, müteahhidin sözleşme hükümlerine uymaması halinde işveren ve mühendise çok önemli yetkiler tanımıştır. Bu konuyu düzenleyen Genel İdari Şartnamenin 63.1’nci maddesi, müteahhidin iflasından başlayarak tasfiyeye veya feshe gitmesi, aciz duruma düşmesi, kayyum atanması ve benzeri mali zorluklar nedeniyle yükümlülüklerini yerine getirememesi, ayrıca mühendislikçe müteahhidin sözleşme hükümlerine uymadığı kanaatine varılması, müteahhidin geçerli bir özürü olmadan işlere başlamadığı, işleri yeterince hızlı yürütemediği, kabul edilmeyen malzemeleri 28 gün içinde kaldırmadığı, yazılı uyarılara rağmen yükümlülüklerini sürekli ihmal ettiği ve işleri izinsiz olarak taşerona verdiği durumları ele almaktadır.” (Güvenç, a.g.e.) “Yukarıda zikredilen durumlarda mühendis durumu işverene bildirip bu yazının bir kopyasını da müteahhide iletirse, işveren müteahhide 14 gün süreli bir bildiri verip işyerine ve işlere el koyabilir. Ayrıca; işveren sözleşmeyi feshetmeksizin, müteahhidi sözleşmedeki yükümlülüklerinden affetmeksizin ve sözleşmenin işveren idareye ve mühendise tanıdığı haklara ve yetkilere helal getirmeksizin müteahhidi işyerinden çıkarabilir. Bu durumda işveren, işleri kendisi bitirebileceği gibi başka bir müteahhide de vererek tamamlatabilir. Böyle bir durumda işveren, eski müteahhidin teçhizat ve donanımının, tesis ettiği geçici işlerin ve malzemenin uygun gördüklerini kullandırabilir.” (Güvenç, a.g.e.) T. KÖKSAL Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC … 107 Sonuç Yirmibirinci yüzyılın başında, uluslararası müteahhitlik hizmetleri sektörü, inşaatla ilgili yan servisler ve yardımcılar ve ortaklar aracılığıyla faaliyette bulunan özgün yapısı ile aynı zamanda hem fırsatlar ile hem de zorluklar ile karşı karşıya bulunmaktadır. Uluslararası müteahhitlik hizmetleri sektörünün yurtdışındaki iş olanaklarını etkileyen geniş faktörler yelpazesinde; altyapı projelerinin uluslararası finansmanı, uluslararası ihale prosedürleri ve standart sözleşme formları, uluslararası tahkim ve uyuşmazlıkların alternatif çözüm mekanizmaları, ihracat kredisi sigortası ve yabancı inşaat pazarlarına giriş engellerinin kaldırılması hususları önceliğe sahip meseleler olarak öne çıkmaktadır. Global ölçekte altyapı ihtiyacı her geçen gün artmakla birlikte, dünya çapında altyapı alanında yeni inşaat ve bakım faaliyetleri için gereken fonları bulmakta genel olarak güçlük çekildiği gözlenmektedir. Bu durum karşısında yeni bir finansman yöntemi olarak, altyapı yatırımlarının finansmanında ve alt yapı hizmetlerinin yürütülmesinde kamu-özel sektör ortaklığı (Public-Private Partnership) modeline daha fazla işlerlik kazandırmak güncel bir çözüm yolu olarak ortaya çıkmaktadır. FIDIC tarafından 1999 yılında yayınlanan 5’inci baskı yeni kırmızı, sarı ve gümüş renkli kitapların (genel ve özel şartnamelerin), diğer bir deyişle standart sözleşme formlarının, geçmişte olduğundan daha fazla olarak inşaat riskini müteahhite yüklediği görülmektedir. Ancak Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinin çoğunda halen 1987 yılında yayınlanan 4’üncü baskı kırmızı kitap, inşaat sözleşmelerinin hazırlanmasında ve uluslararası ihalelerde yaygın olarak kullanılmakta olup; yeni baskı FIDIC tip şartnamelerinin bu eski baskı versiyonunun tamamen yerini almasının biraz daha zaman alacağı anlaşılmaktadır. Modern bir ihale sistemi, başvuran isteklilerin etkili bir ön yeterlilik değerlendirrnesine alınmasıyla başlamalı ve yüksek kaliteli ihale dökümanlarına dayanan bir ihale prosedürü ve işveren ile müteahhit arasında gelecekteki muhtemel riskleri adil olarak dağıtan dengeli sözleşme şartları ile devam etmelidir. İnşaat projelerine ilişkin uyuşmazlıkların hızlı, hatta mümkünse çıktığı anda şantiyede çözülebilmesini temin edebilecek alternatif uyuşmazlık çözüm mekanizmalarına, özellikle de uluslararası inşaat projelerinde inşaat sanayinin özel ihtiyacı bulunmaktadır. Günümüzdeki uygulamada ihracat kredisi sigortası şirketlerinin sağladığı sigortaların kapsamı politik ve ticari riskler ile sınırlı olup; çevresel, sosyal ve kültürel riskleri azaltma kapasiteleri ihmal edilebilir düzeydedir. 108 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2010-1 (20) Geleneksel inşaat faaliyeti, işverenlerin ve onların müşavir mühendislerinin belirlediği teknik kriterlere ve şartlara dayanan talimatları yerine getirdiği için, müteahhitin inşaat işinin çevresel boyutlarını etkileme kapasitesi, üçüncü taraflar tarafından hazırlanan ihale dökümanları ve dizaynlar (çizimler) ile inşaatın yapılmakta olduğu yabancı ülkedeki ulusal mevzuat ile sınırlıdır. Haziran 2003’de dünyanın en büyük ve en ünlü özel finans kuruluşlarından bazıları Ekvador Prensiplerini kabul etmişlerdir. Bu yol gösterici prensipler, kredi veren kuruluşların finanse ettikleri inşaat projelerinin sosyal açıdan sorumlu ve çevresel açıdan sakıncasız gelişmesini garanti etmeyi amaçlamaktadır. Nitekim Avrupa Uluslararası Müteahhitler Birliği Genel Kurulu’nun 15 Nisan 2004 tarihinde İstanbul’daki konferansının konusunun “İhracat Kredi Sigortası ve Proje Finansmanında Çevresel ve Sosyal Standartlar” olarak seçilmesi, gelişmekte olan ülkelerdeki altyapı projeleri için uluslararası finansman sağlamada yeni standartların önemini vurgulamaktadır. 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütüne üye olan Çin, taahhütlerinin aksine, kabul ettiği yeni hukuki düzenlemeler ile yabancı müteahhitlerin Çin’in inşaat pazarına girmelerinin önünde yeni giriş engelleri yaratmıştır. Avrupa Komisyonu’nun ve diğer uluslararası kuruluşların işbirliği içinde yürüttükleri Çin Hükümeti nezdindeki ikna çabalarının kısmen başarılı olması sonucunda, Çin inşaat pazarına uluslararası inşaat şirketlerini daha fazla çekebilmek için, Çin’in yeni mevzuatının yabancı müteahhitler için öngördüğü ikamet şartı, yabancı mühendis sayısına getirilmiş olan sınırlamalar, belirli sermaye getirme mecburiyetleri gibi pazara giriş engeli niteliğindeki kısıtlamalar yumuşatılmıştır. Yukarıda uluslararası müteahhitlik sektörünün gündemindeki son gelişmeler böylece değerlendirildikten sonra, konuyu ülkemizin yurtdışı müteahhitlik hizmetleri sektörü açısından ele aldığımızda sektörün gündemindeki başlıca sorunlar olarak başlıca şu hususlar dikkati çekmektedir: Bürokraside daha etkin bir koordinasyon oluşturma gereği, finansman bulma ve teminat mektubu temin etme güçlüğü, sosyal güvenlik, dış pazarlar hakkında bilgi edinme zorluğu, tanıtım eksikliği, sektörün belli bölgelerde yoğunlaşması ve yeni pazarlara açılamaması, iş alınarak faaliyet gösterilen tüm ülkeler ile “Çifte Vergilendirmenin Önlenmesi” ve “Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması” anlaşmalarının henüz tamamlanamamış olması, Türk teknik müşavirlik ve mühendislik firmalarının yurtdışında yeterince etkin olamaması, teknik ve tecrübe bakımından yetersiz Türk inşaat firmalarının yurtdışında iş üstlenmesi nedeniyle sektörün olumlu imajının zedlenmesi. Yukarıda özetlenen sorunlar biran önce halledilerek, ülkemizin halihazırda oldukça yüksek olan mevcut cari açığını kapatabilmek için, geleneksel olarak döviz kazandırıcı ihracat ve turizm sektörlerinin yanısıra, önündeki engellerin kaldırılması ve mümkün olan her türlü hukuki, mali desteğin sağlanması suretiyle acilen yurtdışı müteahhitlik hizmetleri sektörünün T. KÖKSAL Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC … 109 önünün açılması zarureti bulunmaktadır. KAYNAKÇA AVRUPA ULUSLARARASI MÜTEAHHİTLER BİRLİĞİ(EIC): Sürdürülebilir İhale Sistemi Mavi Kitap-, Almanya, Kasım 2004. DAYINLARLI, Kemal: İnşaat Sektöründe Müşavir Mühendislik Sözleşmesi, Ankara,1998. EREN, Fikret: “Borçlar Kanunu Açısından İnşaat Sözleşmeleri”, İnşaat Sözleşmeleri (Ortak Seminer, 18-29 Mart 1996), 2. Tıpkı Basım, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü yayını, Ankara, 2001, s.49-86. FIDIC: Conditions of Contract for Construction for Building and Engineering Works Designed by the Employer, First Edition 1999, Geneva, 1999. FIDIC: Conditions of Contract for Works of Civil Engineering Construction, Fourth Edition 1987, Geneva,1987. FIDIC: Supplement to Fourth Edition 1987 of Conditions of Contract for Works of Civil Engineering Construction, First Edition 1996, Gene-va,1996. FIDIC: Tendering Procedure, Second Edition 1994, Geneva, 1994. FIDIC: The FIDIC Contracts Guide, First Ed., Geneva, 2000. GÜVENÇ, Celalettin: FIDIC Raporu, 26.04.2002, www.icisleri.gov.tr KARAYALÇIN, Yaşar: “FIDIC İnşaat Sözleşmesi Genel Şartlarında Mühendisin Hukuki Durumu”, İnşaat Sözleşmeleri (Ortak Seminer, 18-29 Mart 1996), 2. Tıpkı Basım, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü yayını, Ankara, 2001, s.287-308. TÜREGÜN, Necip: “FIDIC Açısından İnşaat Sözleşmeleri”, İnşaat Sözleşmeleri (Ortak Seminer, 18-29 Mart 1996), 2. Tıpkı Basım, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, Ankara 2001, s.249-285. UĞUR, L. O. / BAYKAN, UN / ERDAL, M.: “FIDIC İnşaat İşleri Genel Şartnamesinde Sorumluluk ve Risk Dağılımının Proje Maliyetine Etkisi”, Selçuk Ü. Tek.Bil.YO., Teknik Online Dergi, Cilt: 5, Sayı:3, 2006, s.111-132. UĞUR, L. O.: ”İnşaat Sektöründe Risklerin Yönetimi”, Şantiye, Sayı:192, Haziran 2004, s.80-83. UĞUR, L. O.: İnşaat Sektöründe Riskler ve Risk Yönetimi, Türkiye Müteahhitler Birliği Yayını, Ankara, 2006. ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DERGİSİ YAZIM VE YAYIM KURALLARI Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (ASBED) daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış özgün, araştırma, derleme ve kuramsal çalışmaların yayımlandığı sosyal bilim alanlarına ilişkin disiplinler arası ve hakemli bir dergidir. Dergi yılda iki kez yayımlanır. Dergiye gönderilen makaleler konu alanıyla ilgili en az iki hakemin önerileri dikkate alınarak yayımlanır. Dergiye gönderilecek makaleler Türkçe ya da İngilizce olarak yazılabilir. Dergiye gönderilen makaleler aşağıda belirtilen biçim ve yazım kurallarına dikkate alınarak gönderilmelidir. Yazım kurallarına uygun olarak hazırlanmamış makaleler yayım için dikkate alınmayacaktır. Biçim ve yazım kuralları 1. Dergiye gönderilecek tüm makaleler Amerikan Psikologlar Derneği 2001 yılı yayım el kitabında belirtilen (APA 2001, http://www.apa.org/books/4200061.html) yazım kurallarına uygun olarak hazırlanmalıdır. Metin içerisinde doğrudan yapılan alıntılar da alıntının yapıldığı sayfa numarası mutlaka verilmelidir. Alıntının kelime sayısı 40 kelimeyi geçtiği takdirde ayrı bir paragraf olarak, normal metnin sağ ve solundan 1 cm. daha içeride kalacak şekilde yazılmalıdır. 2. Makaleler A4 ölçüsüne uygun kâğıtlara yazılmalı ve kâğıtların her yanında 3 cm. boşluk bırakılmalıdır. 3. Makalelerde 160 kelimeyi geçmeyecek şekilde yazılmış Türkçe ve İngilizce özetleri sırasıyla içermelidir. Özetlerde çalışmanın amacı, yöntem ve bulguları kısaca özetlenmeli ve atıflara yer verilmemelidir. Özetin hemen altında yer alacak şekilde en fazla beş kelimeden oluşan anahtar sözcüklere Türkçe özet için “Anahtar sözcükler” İngilizce özet içinse “Keywords” kavramlarından sonra yer verilmelidir. Her bir anahtar sözcük arasına noktalı virgül konmalıdır (öğrenme; öğretim; öğretmen eğitimi; öz-düzenleme). 4. Makaleler Word ofis programı aracılığıyla, Times New Roman yazı karakterinde ve 12 punto büyüklüğü kullanılarak yazılmalıdır. Birinci düzey başlıklar (makalenin başlığı ve bölüm başlıkları kalın karakterle ve 12 punto kullanılarak yazılmalıdır. Bölüm başlıkları kalın karakterle ve numaralandırılarak yazılmalıdır. Alt başlıklar (varsa) bölüm başlıklarına uygun olarak numaralandırılmalı ve italik olarak yazılmalıdır (1–1, 1–1–1, 1–1–2, vs.). 5. Tablolarda dikey çizgiler kullanılmamalı, metin içerisindeki sıraya uygun bir biçimde numaralandırılmalı (Tablo 1, Tablo 2 vs.) ve tablo başlıkları 10 kelimeyi geçmemelidir. Tablo başlıkları tablonun üstünde 112 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 2010-1 (20) yer almalıdır. Şekil ve/veya resim başlıkları ise (Şekil 1, Şekil 2, Resim 1, Resim 2 vs.) şekil ve resimlerin altında yer almalıdır. Makalelerdeki toplam kelime sayısı kaynakça, şekiller ve tablolar vb. dâhil (Türkçe ve İngilizce özet hariç) 6 000 kelimeden az 10 000 kelimeden fazla olmamalıdır. Kelime sayısı metnin sonunda belirtilmelidir. Dergiye gönderilen makalelerin tümü çift satır aralığı kullanılarak yazılmalıdır. Metin içerisinde dipnot göstermekten kaçınılmalı ve eğer gerekliyse bu tip gösterimler “Ek” başlığı altında kaynakçadan hemen sonra yapılmalıdır. Dergide yayımlanan makalelerin telif hakları Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisine aittir. Yazarlar dergiye makalelerini göndermekle etik kurallara uygunluğunu ve makalenin başka bir yerde yayımlanmamış ya da yayımlanmak üzere gönderilmemiş olduğunu kabul etmiş sayılırlar. Dergide yayımlanan makalelerin içeriğinden ve etik kurallara uygunluğundan yazar ya da yazarlar sorumludur. Dergiye gönderilecek makaleler, yazar(lar)ın görev yaptığı kurum ya da kuruluşun açık adreslerinin ve iletişimden sorumlu yazarın elektronik posta adresinin yer aldığı bir kapak sayfası, Türkçe/İngilizce özetlerin yer aldığı özet sayfası ve makale kaynakça ekler vb’nin yer aldığı metin sayfasından oluşmalıdır. Metin ve özet sayfalarından yazar(lar)a ait hiçbir bilgiye yer verilmemelidir. Bu bilgiler yalnızca kapak sayfasında yer almalıdır. Metin içerisinde atıfta bulunulan tüm eserlere “Kaynakça” başlığı altında metin sonunda yer verilmelidir. Kaynakça yazımı APA 2001 standartlarına uygun olmalı ve kaynakça kısmında yer alan tüm eserler 1 cm. girintili tarzda yazılmalıdır. Elektronik ortamda yayımlanan dergilerin tümü basılı materyaller olarak değerlendirilirler. Bu nedenle kaynakça kısmından aşağıda belirtilen yazım formatına uygun olarak yazılmalıdırlar. Ancak, internet üzerinden indirilen diğer kaynaklara yalnızca metin içerisinde ve indirildiği tarih açıkça belirtilerek yer verilmelidir (http://www.sobel test.html, 02.03.2010 tarihinde indirildi). Makaleler Ng, W., Nicholas, H., & Williams, A. (2010). School experience influences on pre-service teachers’ evolving beliefs about effective teaching. Teaching and Teacher Education, 26 (2), 278-289. Kitaplar Dann, R. (2002). Promoting assessment as learning: Improving the learning process. London: Routledge/Falmer. Yazım ve Yayım Kuralları 113 Editörlü kitaplar Patrick, H., & Pintrich, P. R. (2001). Conceptual change in teachers’ intuitive conceptions of learning, motivation, and instruction: The role of motivational and epistemological beliefs. In B. Torff & R. J. Sternberg (Eds.), Understanding and teaching the intuitive mind: Student and teacher learning (pp. 117-143), Mahwah, NJ: Lawrence Erlbaum. 13. Makale yayımlandıktan sonra iletişimden sorumlu yazarın adresine yazarların her birisi için derginin bir kopyası ücretsiz olarak gönderilir. 14. Makalesini değerlendirmeden çekmek isteyen yazarlar, bu kararlarını gönderim tarihinden itibaren en geç 15 gün içerisinde bildirmelidirler. 15. Yayımlanmayan makaleler yazarlara geri gönderilmezler. 16. Makaleler aşağıda belirtilen adrese elektronik posta yoluyla gönderilmelidir. Makale gönderme adresi sbedergisi@ibu.edu.tr AİBÜ BASIMEVİ