BİR DEVRİN MUHASEBESİ: MENDERES NİYE ASILDI? Prof. Dr. Ali
Transkript
BİR DEVRİN MUHASEBESİ: MENDERES NİYE ASILDI? Prof. Dr. Ali
1 BİR DEVRİN MUHASEBESİ: MENDERES NİYE ASILDI? Prof. Dr. Ali Demirsoy Bu gün çağdaş dünyada suç ne olursa olsun idam kaldırıldı. İdamın insancıl bir ceza olmadığı konusunda büyük bir kesim hemfikir oldu. Ancak 1900 yılların ortalarına kadar idamın bir ceza çeşidi olarak ülkelerin yasalarında yer aldığı bilinmektedir. Eğer bir yasada idam cezası varsa idamları kınama yerine o yasaların doğru olup olmadıkları üzerinde tartışılabilir. Eğer bir ülkenin yasasında bazı suçların idam ile cezalandırılması öngörülmüş ise, yıllar sonra suçu sabit görerek o cezayı veren mahkemeleri ve idari sistemleri suçlamak olsa boş boğazlıktan öte bir değer taşıyamaz. Tekrar söylemek gerekiyorsa idamı savunma günümüzde insanlık dışıdır; ancak yasalarda bu ceza varsa, bu suçtan verilen idamlarda olsa olsa suçun sabit olup olmaması tartışılabilir. Bu suça o ceza verilmezdi sözü, yasaların uygulanış ını bilmemekten kaynaklanıyor olabilir ya da hukukun zaman içinde nasıl uygulandığınd a n habersiz olduğu anlamına gelir. Biz dünyanın her yerinde geçmiş dönemlerde yargı önüne çıkmış, usulüne göre yargılanmış ve idam edilmiş vakaları, yererek değil, belki eleştirerek konuşabiliriz. Yargı önüne çıkmadan birilerinin fermanı ve emri ile öldürülen her olayı da lanetleyebiliriz; lanetleyebilmeliyiz (bu emirleri verenlerin adını köprülere, yollara üniversitelere koymamalıyız). Bu durumda sapla samanı birbirine karıştırmamak gerekir. DP ile bu ülke çok partili demokrasiye geçmiştir. Menderes bu halkın gözünün açılması ve siyasete (doğrusuyla yanlışıyla) katılması için çok şey yapmıştır. Bunu unutamayız. Ancak halkın yanında yer alan ve halkın hakkını savunan bu kadro unutmamak gerekir ki, 1945 yılında toprak reformu yasasına tepki gösteren ve Menderes’in istifasıyla sonlanan bir kadrodur. Türkiye’nin o günlerde en büyük sorunu olan ve belki bu günkü yaşanan acı olayların nedenlerinden birini oluşturan topraksız köylü, toprak ağa çıkmazını karabilmek, topraksız köylüye toprak verilmesini öngören bu yasaya en çok tepki gösteren, Celal Bayar ve toprak ağları olan Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Hasan Polatkan (!) olmuştur. 1950 yılında 420 (CHP 63), 1954 seçimlerinde 505 (CHP 31) milletvekili ile gelen, anayasayı değiştirme çoğunluğunu elinde bulunduran Menderes Hükümeti, idama bir ceza olarak bakmayı doğru olarak bulmuş olmalı ki değiştirmeye bile yanaşmamıştı; Anayasayı İhlal cezasının idam olarak kalmasını yeğlemiştir. Bununla da kalmayıp 2 Menderes galiba 160 küsur idam cezasından 43’nü bizzat imzalayarak, onların idam edilmesine onay vermiştir. Suçu tam sabit görülmeyen, Rusya için casusluk yaptığı varsayılarak asılan biri (Hayati Karaşahin) de buna dâhildir (14 Nisan 1955). Yani Menderes Hükümetleri için idam bir ceza şekli olarak kabul edilmiş ve uygulanmış tı r. Menderes Hükümeti de, kendi yasalarına göre yargılanmıştır; devrim yasalarına göre değil. İnsani açıdan idam edilip edilmemesi tartışılabilir; eleştirilebilir. Ancak günümüzde bütün bunları oy toplamak için durumu tam açıklamadan, çarpıtarak, aktarmak ahlaki değildir. O günkü koşullarda yasaların öngördüğü idam cezası Menderes Hükümeti için de geçerliydi; o cezayı işlediği suç sabit görülmesi halinde bu ceza alması da yasa gereğiydi. O günkü yargı da o günkü yasalara göre eylemleri Anayasayı ihlal sonucuna varmış olmalı ki denk gelen cezayı vermiş olmalı. Eğer bu gün hayır Anayasayı çiğneyen bir eylemde bulunmamıştır diyorsak ve bunu kanıtlıyorsak; mahkeme sonuçlarını kınayabiliriz, eleştirebiliriz. Ancak evet Anayasa ihlali olmuştur diyebiliyorsak, bu dönemin yargısını eleştirme hakkımızın olmadığını düşünüyorum. Bu kronik suçlamaya çare: Uluslararası bir mahkeme kurar, o günkü yasalar ve eylemler masaya yatırılır; suçlama ile ceza arasında yasalara uygunluk bulunursa ses kesilir; aksi durumda o dönemin suçluları yasal olarak aklanır. Birilerinin kürsüden bağırarak bu dönemi aklaması ya da eleştirmesi, olsa olsa politik bir yatırımdan öte gidemez. Bu yazı bir araştırma yazısı değildir. Gazetelerdeki yazılardan, yazılmış kitaplardan ve internette dolaşan yazılardan derlenmiş, bir kısmına da bizzat tanık olduğumuz olaylardan derlenmiş bir yazıdır. Amacımız bir devri yargılama ya da kötüleme değildir. Menderes’in bu ülkenin insanın kalbinde çok farklı bir yeri olduğunu biliyoruz. Ancak, bu, onun yaptığı hataları görmemezlikten gelmeyi gerektirmemelidir. Eğer tarihten ders alınamaz ise yenilerini aynı acıyla yaşamak kaçınılmaz oluyor. Ne yazık ki şu andaki gençliğimiz, tarihteki olaylarla yeterince ilgilenmiyor, dolayısıyla gelecekte yaşanabilecekleri yeterince tahmin edemiyor. Moda söylemle “günlük yaşıyor”. Bugün yaşananların geçmişte hangi versiyonu ile yaşandığını ve bunun bu ülkeye ve ilgili kişilere nelere mal olduğunu da bu nedenle anlayamıyor. Günlük sığ politika yapanların ağzından çıkanları evrensel doğru olarak kabul edip, önündeki çıkmazları göremiyor. Benzerleri yaşanmasın, buna fırsat verilmesin, benzer film oynadığında geçmişten ders alarak, filmin sonu gelmeden kendi irademizle yeni acılara neden olmadan filmi 3 durdurmayı sağlayabilmek için bu yazı kaleme alınmıştır. Burada yazılı olanların hepsini cümlesi cümlesine geçmişteki gazetelerin arşivinde ve bu konuda çıkmış yayınlarda aynen bulabilirsiniz. 1950-1960 yıllara arasında basına ve çeşitli kaynaklara göre mahkeme önüne çıkarılmış suçlar vardı; çıkarılamayan suçlar vardı. Yargılanmadan suç isnadı nasıl yapılabiliniyor diyorsanız, haklısınız; ancak bunlar hem o devirde hem bu devirde suç ya da kabahat kabul edilebilecek eylemler olarak verilmiş olanlardır. MAHKEMEYE ÇIKARILAMAYAN SUÇLAR NELERDİ? Aslında Menderes'in suçları mahkemelerde gündeme getirilmeyenlerdir. Bunların bir kısmı halkın tepkisinden çekinildiği için gündeme getirilmemiştir. Büyük bir kısmı da ABD'nin tepkisinden çekinen Cemal Gürsel hükümeti tarafından gündeme getirilmemiştir Önce şunu bilmemiz gerekiyor. NATO’ya girişimiz sırasında olduğu söylenen, ayrıntısı açıklanmamış olan ve Menderes Hükümeti dönemindeki bir anlaşma (karar), 27 Mayıs darbesini yapan cuntanın elini ayağını bağlıyordu. Anlaşma, Türkiye’de demokrasi tehlikeye girerse, Amerika Birleşik Devletlerine müdahale hakkı veriyordu. Bu anlaşmaya dayanarak müdahale söz konusu olabilirdi. Bu nedenle Menderes’in fincancı katırlarını ürkütecek suçları (doğrudan ya da dolaylı ABD ilgilendirenleri) mahkeme önüne çıkarılmamalıydı. Dolasıyla Menderes Hükümetinin çok daha ağır bir şekilde suçlanacağı birçok eylem, Amerika ve başka mülahazalarla hukuk önüne çıkarılmadan tarih sayfalarının arasına itildi. Bugün bile çoğumuzun sıcak bakmadığı, milli çıkarlarımıza aykırı olarak alınan, bugün yaşadığımız birçok belanın nedeni olan kararlar önemliydi. Biz ilk olarak bunları vermeyle başlayalım: 1. Yurt dışına asker gönderme ya da savaş açma sadece Millet meclisinin yetkisinde olmasına karşın, Menderes Meclise danışmadan Amerika için Kore Savaşına asker gönderdi ve 1951 yılında savaşa girdi. Bine yakın askerimizi bu savaşta yitirdik; binlercesi yaralandı. 2. 1952'de NATO'nun (aslında ABD’lerinin) isteği üzerine komünizme karşı gayri nizamı harp yapacak Seferberlik Tetkik Kurulu'nu, daha sonraki adıyla Özel Harp Dairesi'ni kurdu. Çoğunluk bir Amerikan örgütü gibi çalıştığı yazıldı, söylendi. Türkiye’deki birçok gizli kapaklı suçların bu daire tarafından işlendiğine ilişkin çok 4 sayıda yayın yapıldı. Türkiye’de emperyalistlerin oyunlarını önceden sezinleyip tehlikeyi halka bildirenleri başta komünist olmak üzere çeşitli sıfatlarla yaftalayıp şu ya da bu şekilde etkisiz hale getirmede önemli rol oynadığı yazıldı ve söylendi. 3. 1954 yılında yabancılara yok pahasına, petrol arama ve çıkarma izni verildi. 4. Tek parti döneminde kurulan bazı traktör ve basma fabrikaları (basına göre dış baskıyla) Menderes döneminde özelleştirildi veya ekonomik olmadıkları söylenerek kapatıldı. 5. Nuri Demirağ tarafından kurulduktan sonra İsmet İnönü tarafından devletleştirme kapsamına alınan, bugün yapacağız ya da yaptık diye övündüğümüz uçak ve uçak motoru fabrikaları, Eskişehir tank fabrikası ve Kırıkkale silah fabrikası Menderes döneminde NATO standartlarına uymadıkları gerekçisiyle kapatıldı. Askerimiz dışa bağımlı kılındı. 6. Cezayir Kurtuluş Savaşı sırasında Fransa'yı destekledi. Cezayir’in Fransa’nın sömürgesi olarak kalmasına oylarımızla destek sağladık ve böylece tüm Arap devletlerinin nefretini kazandık. Fas ve Tunus’un bağımsızlığında Türkiye, sömürgeci Batı'nın yanında yer aldı. 7. 1954-1958 yılları arasında 238 gazeteciyi, iktidara karşı yazılar yazmak suçundan mahkûm ettirdi. 8. İsmet İnönü'ye 12 oturum meclisten men cezası verildi. 9. Menderes hükümeti, hükümet olur olmaz, gerçek bir kanıt bulunamamasına karşın, ordu darbe yapacak gerekçesiyle 6 Haziran 1950'de, başta Genelkurmay Başkanı Nafiz Gürman olmak üzere bütün üst komuta kademesini, 15 general ve 150 albayı re'sen emekliye sevk etti. Ben bu orduyu yedek subaylarla bile idare ederim diyerek, subayların şevkini kırdı; aşağıladı. 10. Millet Partisi Başkanı Osman Bölükbaşı yaptığı bir konuşma dolayısıyla hapis cezasına çarptırılırken (1959), hükûmet muhalefetin vatandaşları isyan ve ihtilale teşvik ettiğini iddia ediyordu. Buna mukabil muhalefet de hükûmeti dini siyasete alet etmekle suçluyordu. 11. Bu ülkeye büyük zarar veren, suç kapsamına sokulmayan eylemler: Vatan Cephesi gibi bir cephe kurarak; vatandaşları ikiye ayırdı. Muhalefetin faaliyetleri bir düşmanlık gösterisi olarak nitelendi. Devlet memurlarının da üye olabileceği 5 “vatan cephesi” kurulması çağrısı yapıldı; hâlbuki memurların siyaset yapması yasalara göre yasaklanmıştı. Bazı olanaklardan (örneğin gazyağı, tuz, pil, araba lastiği ve özellikle ithal benzer şeylerden) yararlanabilmek için resmi olmasa da Vatan Cephesine girmesi isteniyordu. Halk camisini, kahvehanesini hatta mahallelerini ayırmaya başladı. 12. Süveyş Kanalını millileştiren Mısır lideri Nasır'a karşı İngiltere'yi destekleme. Hâlbuki ki Nasır Süveyş’i kapattığı zaman, bu kanal sadece Türkiye’ye açıktır diyerek bize olan bağlılığını dile getirmişti. Biz buna karşılık Fransa ve İngiltere’ye Süveyş’i bombalamak ve asker indirmek için İncirliği kullandırdık. 13. Arap dünyasının tüm diretmesine karşın, 28 Mart 1949 tarihinde ABD ve Rusya’dan sonra Türkiye İsrail’i resmen tanıyan ilk ülkelerden biri oldu. İsrail Askeri Ataşeliğinin, Washington, Paris ve Londra’dan sonra Ankara’da açmasına izin verdi. İstihbarat anlaşması yapılır. 14. Güdeme hiç getirilmeyen suçlar da bulunmaktadır: Ankara Etimesgut 12. Hava Üs Komutanlığı’nda Yüzbaşı olarak görevli Türker Ertürk Mukaddesatçı adlı yazısında bakın ne diyor: Bu üsten C-47 Dakota uçakları ile Lübnan’a yedi sefer uçtum. Oradaki Hıristiyanlara Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun zaman zaman denetiminde 85 uçak dolusu silah yardımı yaptık. Daha sonra Araplar kısa süre Beyrut Havaalanını eli geçirince bizi yakaladılar ve tutukladılar. Ancak gönderdiğimiz silahlar binlerce Müslümanın ölümüne neden olmuştu (Menderes ayrıca 1957’de de emperyalistler istedi diye Suriye’yi işgale yeltenmişti). 15. Aynı Menderes yurt içinde Müslümanların oyunu almak için dini siyasete alet ederek, 1955 de DP meclis grubunda “Siz öyle güçlüsünüz ki, hilafeti bile getirebilirsiniz“, 1956’de Konya’da “ortaokullara din dersi koyacağı”, 1957’de genel seçimler öncesinde “İstanbul’u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii’ni ikinci bir Kâbe yapacağız” diyordu. Aynı yıl Kayseri’de DP’nin iktidarda olduğu 7 yıl içinde 15 bin Camii inşa edildiğini müjdeliyordu. İSTENMEYEN SONA NASIL GİDİLDİ… Adnan Menderes, 17 Eylül 1961'de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden sağlam raporu alındıktan sonra öğlen 13: 21'de idam edildi. 6 1951-1960 yılları arasında idam edilen 43 kişinin idam kararına o günkü yasalar çerçevesinde imza atan Menderes (idamların en tartışmalısı ise, 14 Nisan 1955'te Rusya adına casusluk yaptığı söylenen Hayati Karaşahin'in infazıydı. İnfaz, Ankara Samanpazarı'nda halka açık olarak yapıldı); o gün geçerli olan yasalarla idama mahkum edilmişti. Menderes’in idam edilme kararı, temel olarak şu suça dayandırılmıştı: “Yargı bağımsızlığının ihlal etmek”. Aslında Menderes’e çok çeşitli suçlamalarla davalar açılmıştı. Bunlardan birkaçı: 1. Örtülü ödenek paralarını zimmetine geçirmek, 2. 6-7 (1955) Eylül Olaylarına önceden haberi olduğu halde müdahale etmemek. Bu konuda da çok şey yazıldı. Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atılmasının tarafımızdan organize edildiği (Atatürk'ün Selanik'teki evine bomba attığı iddia edilen Selanik Üniversitesi Siyasal Bilgileri öğrencisi Oktay Engin daha sonra gıyabında mahkûm edilmiştir1. Oktay Engin, 22 Şubat 1992 - 18 Eylül 1993 tarihleri arasında Nevşehir Valiliği'ne getirilmiştir) ve böylece 6-7 Eylül olaylarını hükümetin bilgisi dâhilinde başladığı yargılama sırasında açığa çıktı. Ancak hükümet sorumlu ararken, önce ölmüş komünistlerin adlarının de içinde bulunduğu bir grubu suçladı ve yaşayanlardan önemli kişileri tutuklattırdı. Daha sonra Kıbrıs Türk Cemiyeti üyelerine suçu yıkmak için onları tutuklattırınca, cezaevinde, Cemiyet Başkanı Hikmet Bil: Ya bizi serbest bırakırsınız ya da biz bazı şeyleri ifşa ederiz deyince serbest bırakıldılar. Böylece suç, illerden getirtilen birçok ipsiz sapsız bazı insan ile İstanbul’un çapulcularına yıkıldı. 15-17 kişi öldü, en az 400 kadına tecavüz edildi, 4.214 ev, 1004 iş yeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul, çoğu iş yeri olan 5.314 yer tahrip edildi. Kadıköy kilisesindeki yaşlı papaz efendinin sünnet edilmesine müdahale edilmedi. Dünyada bu olay etnik temizlik olarak kayda geçti. Bu çapulculuk bir yana onun izleyen 24 Ekim 1955 günü olanlar daha utanç vericiydi. Yunan Hükümeti olayı protesto etmiş ve İzmir’de Yunan Bayrağının Menderes Hükümeti tarafından selamlanarak özür dilenmesini talep etmişti. 1 6-7 Eylül Olaylarının önemli ismi Oktay Engin'in 21-22 Ocak 2001 tarihli Yeni Şafak gazetesi söyleşisi. 2 Ağustos 2009] 7 Menderes, hükümetinde bu özrü dilemeye hiç kimseyi ikna edemedi. Bir kişi hariç: Başörtülü vekili koltuğuna alarak Millet Meclisine sokan Nazlı Ilıcak’ın babası Bayındırlık Bakanı Muammer Çavuşoğlu. İzmir’de Yunan Konsolosluğunun önünde göndere çekilen Yunan bayrağını selamlayarak Menderes Hükümeti’nin demokratik özrünü sunmuştu. 6-7 Eylül 1955’in özrü, tarihin tozlu sayfaları arasına, bu selamla barbarlık ve büyük bir utançla olarak girmiş oldu. 3. Yasalara aykırı olarak üniversite basmak ve halka ateş açtırtmak. İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıdık Sami’nin polis Bumin Yamanoğlu tarafından saçlarından çekilip sürüklenerek üniversite dışına itilmesine seyirci kalmak. 4. Turan Emeksiz hükümete karşı İstanbul Üniversitesinde düzenlenen bir protesto mitinginde polisin açtığı ateş sonucu öldü. Hüseyin Onur ise sol bacağı kesilerek kurtarıldı. 5. Bazı muhalefet milletvekillerinin ve muhalefet liderinin seyahat özgürlüğünü kısıtlamak. İnönü’nün Anadolu’daki seyahatini kısıtladı. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün Kayseri’ye girişinde yolunun kesilmesi ve taşlanmasına yol açmak ya da göz yummak. Ayrıca İnönü’nün Uşak’ta taşlanarak başında yaralanması (geziden önce 15 DP milletvekilinin bu ilin yöneticilerini gizlice ziyaret ettikleri sonradan anlaşıldı); Afyon’da savaşı idare ettiği yerlere ziyaretinin engellenmesi. Bununla ilgili Millet Meclisi tutanaklarının gazetelerde yayınlanmasını yasaklamak. İnönü’ye suikast tertipleme (Sonar Yalçın’dan): Tarih: 3 Mayıs 1959. CHP lideri İsmet Paşa İzmir’den İstanbul’a geçecek. İstanbul Belediye Başkanı ve DP İl Başkanı Kemal Aygün, DP Beykoz İlçe Başkanı Mehmet Kaptan’a telefon ederek Beykoz’daki resmi ve hususi fabrikaların işçilerinden ertesi gün Topkapı’da CHP lideri İnönü’yü “karşılamak” için hazır bulundurulmasını ister! Mehmet Kaptan yanına Sebahattin Genç’i alarak Şişe Cam Fabrikası ve Beykoz’daki bazı fabrika müdürleriyle görüşerek 300-400 kadar işçinin, saat 09.30-12.00 arasında Topkapı’da olmasını sağlar. İşçilerin giriş ve çıkış kartları bu saat iş yerinde olmadıkları ve o güne ait izin tezkerelerinin bulunduğu sonra ortaya çıkacaktı. CHP liderini taşıyan THY İzmir uçağı İstanbul Yeşilköy Havaalanı’na iner. Topkapı surlarına geldiğinde trafik polis müdürü tarafından otomobili durduruldu. DP’li Mehmet Kaptan’ın işareti üzerine surlarda saklanan yandaşlar arabaya hücum ederek taşlamaya başlar. Ellerinde şöyle pankartlar vardı: “Paşa hayatın palavra”, “Paşa kulağın sağır, gözün de mi görmüyor”, “Paşa başına taş değil, 8 Allah’ın gazabı çarpsaydı”, “İçimizde yerin yok”… Yandaşlar taş attıktan sonra “geber”, “defol” diye bağırarak otomobilin üzerine çıkarlar; kapıları açmaya çalışırlar. 6-7 Eylül olaylarından bildikleri sloganı tekrarlarlar: “Vurun Makarios’a!..” İnönü’yü linç etmek isterler. Polisler tüm bu olanları sadece seyreder. Tesadüfen orada bulunan bir askeri birliğin başındaki Binbaşı Kenan Bayraktar’ın emriyle askerler olaya müdahale ederek İnönü’yü kurtarırlar. İnönü kurtulur; ama saldırganlar için DP kılını kıpırdatmaz. Tek yaptıkları Topkapı saldırısıyla ilgili yayın yasağı getirmek olur! Olaylarla ilgili CHP’nin, Başbakan Menderes hakkında Meclis Tahkikatı açılması için verdiği önerge Meclis’te reddedildi. 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinden sonra, olaylar Yassıad a yargılamalarına taşındı. 60 sanık yargılandı. Suç iddiası… CHP lideri İnönü’ye suikast düzenlemek amacıyla halkı kışkırtmak idi. 2 Aralık 1960-17 Nisan 1961 tarihlerinde yapılan duruşmalarda; aralarında Celal Bayar ve Adnan Menderes’in de bulunduğu 17 sanık mahkûm oldu, 43 sanık beraat etti. 6. Devlet radyosunu siyasi çıkarları için kullanmak. Devlet radyosu (zaten başkası yoktu) sabahtan akşama kadar Vatan Partisine girenleri sayardı. Ölüler bile bu listelerin içinde yer alırdı. 1945’de çok partili yaşama geçmeyle başlayan sürtüşme ve çatışma, özellikle DP döneminde iyice körüklendi. Camiler, kahveler, mahalleler ayrıldı. Vatan Cephesi diye bir şer cephesi kurularak, DP’ye biat edenler devlet olanaklarından yararlandı, diğerleri ezildi; en gerekli ihtiyaçlarının (gazyağı, lastik, pil, şeker vs) alınması bile Vatan Cephesine girilmeden elde edilemez oldu. 7. Halkı Demokrat İzmir gazetesinin matbaasını tahrip etmeye teşvik etmek. Gazeteye DP yandaşları saldırmıştı; haklarında hiçbir işlem yapılmadı. Ancak 16 ay ceza alan gazetenin sahibi Adnan Düvenci ve yazıişleri müdürü Şeref Bakşık olmuştu. Menderes Yassıada’da bu davada suçlu bulunmuştu. 8. Kırşehir'i haksız olarak ilçe yapmak. Osman Bölükbaşı, Kırşehirliydi ve Kırşehir’den milletvekili seçiliyordu. Meclisteki bir tek muhalefete, bir kişiye bile tahammül edemeyen iktidar, bu ili cezalandırarak ilçe yapmak. 9. Benzer nedenle Kuşadasını İzmir’den alarak Aydın’a bağlamak. 10. Gösteri yapılıyor diye Kızılay Meydanını ve Beyazıt Meydanının adını Hürriyet Meydanı yapmak. 9 11. Yargı bağımsızlığının ihlal etmek. Hukuk'un üstünlüğünü savunan Yargıtay Başkanı Bedri Köker, Yargıtay Başsavcısı Rıfat Alabay, Yargıtay 2. Başkanlarından Haydar Yücekök, Yargıtay Üyeleri Melehat Ruacan, Kamil Çoşkunoğlu, Faik Uras ve İlhan Dizdaroğlu görülen lüzum üzerine emekliye sevk edildiler. 12. Tahkikat Komisyonu'nun kurulup olağanüstü yetkilerle donatmak. -"Tahkikat Komisyonu" nu kurdu. 15 DP Milletvekillinden oluşan komisyon hem suçlama hem yargılama hem de ceza verme hakkına sahipti. İnönü’nün mecliste konuşması yasaklandı. Böylece anayasanın erkler ayırımı ilkesi rafa kaldırıldı. Halkı kışkırtanlar kuşkusu ile bazı insanlar aranmaya başlandı. Komisyon 5 kişiden fazla yan yana yürümeyi bile yasaklamıştı. Komisyonu eleştirenleri meclis çalışmalarından men edilmesi hem anayasa hukukçuları hem muhalefet tarafından tepkiyle karşılandı. Meclis çalışmalarını tamamen hükûmetin denetimi altına alacak düzenlemeler muhalefetin meclis çalışmalarını boykot etmesine rağmen kabul edildi. Anayasa hukukçularının hükûmetin düzenlemelerinin anayasaya aykırı olduğunu iddiasıyla bu tartışmalara katılması, üniversiteyi de sürecin bir parçası haline getirdi. Üniversite hocalarını kara cübbeliler diyerek aşağıladı. 1954 yılında yargıç ve savcılar, üniversite profesörleri 25 yılını doldurduğunda bakanın emri ile emekliye sevk edilebilmesi için yasa çıkarıldı. DP Trabzon milletvekili tarihçi Osman Turan, mecliste yaptığı konuşmada, bu yasa için “aydını çok olan ülkelerde bile bu yasa uygulanabilir değildir” deyip oylamada ret vereceğim deyince disiplin kuruluna verildi. Bu kişi daha sonra AP’sinin kurucusu oldu. 13. CHP'nin mallarına "haksız" yere el koydurmak (15 Aralık 1953 te kanun çıkarılması), gibi nedenler. Halkevleri ve Köy enstitülerini yok etmek. 14. Seçimde suç işlendi (Soner Yalçın’dan): İktidardaki Demokrat Parti genel seçimi 7 ay önceye çekti. 27 Ekim 1957’de sandık başına gittik. Seçim saat 17.00’de bitecekti. Fakat saat 14.30’da devletin tek radyosu; oy verme işlemleri sürerken DP’nin kazandığı illeri açıklamaya başladı. CHP lideri İsmet İnönü, Devlet Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu telefonla aradı, “Sizden bu suçun işlenmesine engel olmanızı talep ediyorum” dedi. 10 Bakan Zorlu, Adnan Menderes’e gitti, İnönü’nün söylediklerini aktarıp radyo yayınının durdurulmasını istedi; Menderes sert çıktı; “Radyo sonuçları açıklamaya devam etsin!”. CHP bu kez Yüksek Seçim Kurulu’na başvurdu. Radyo yayını durduruldu. Fakat DP zaten istediğini almıştı; kimi CHP’liler “DP kazandı” diye sandığa gitmedi. Bu arada radyoevinden yabancı gazetecilere “İsmet İnönü’nün yazılı açıklaması” diye bir kâğıt verildi. Sözde İnönü, “Seçimi kaybettik; en fazla 120 milletvekili çıkarabiliriz” demiş! BBC’den France Press’e kadar yabancı gazeteciler haberi doğrulatmak için İnönü’nün yanına gidince, şaşıran sadece yabancı gazeteciler değildi; İnönü ülkesi adına utandı. Devlet, yalan söylemekle kalmıyor, yalan belge düzenliyordu! 15. Seçime hile karıştırıldı (Soner Yalçın’dan): Seçimden hemen sonra oy usulsüzlükleri bazı şehirlerde olayların çıkmasına neden oldu. Örneğin Gaziantep’te 27 Ekim gecesi seçimi CHP’nin 700 oy farkla kazandığı ilan edildi. Hatta DP’nin gazetesi Zafer bile bu sonucu yazdı. Fakat ertesi gün köylerden “sayılmamış, unutulmuş oylar” getirildi ve bin kadar oyla seçimi bu kez DP’nin kazandığı açıklandı. CHP’liler haklı olarak il seçim kuruluna itiraz etti. İtirazları kabul edildi. Oylar, tutanaklar, gerekli belgeler adliye binasına götürüldü; pazartesi inceleme başlayacaktı. O gece adliye binası yandı! Bütün oylar yok oldu! DP’nin galibiyeti resmiyet kazandı! Şehirde gergin bir hava oluştu. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı töreninde Gaziantepliler belediyeye yürüyüp seçimleri protesto etti. Vali kitlenin üzerine itfaiye araçlarıyla su sıktırınca olaylar çıktı. Belediye tahrip edildi. Polis halkı dağıtmak için ateş açtı, DP binasından da kitleye mermiler yağdırıld ı. Olaylarda bir komiser muavini ile bir çocuk yaşamını yitirdi; çok sayıda kişi yaralandı. Zırhlı askeri birliklerin şehre girmesiyle olaylar yatıştı. Ardından şehirde “CHP’li cadı avı” başladı. Gözaltına alınıp tutuklananlar arasında Mehmet Barlas’ın babası Cemil Sait Barlas, Zeynep Göğüş’ün babası/Hasan Celal Güzel’in dayısı Ali İhsan Göğüş. CHP’liler halkı isyana teşvik iddiasıyla Yozgat Cezaevi’nde beş buçuk ay yattı. Avukatları Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu idi. Oy rezaleti yüzünden sadece Gaziantep’te olaylar çıkmadı. Mersin’de de oy hırsızlığı olaylara neden oldu; cinayet işlendi. DP’nin oy hilekârlığının ortaya çıkması halkın sokağa çıkmasına neden oldu. Olayları askerler bastırdı. Bu arada CHP’li Mahmut Boytunç, DP’liler tarafından öldürüldü. Resmi makamlar “katil” 11 diye, Zeki Budur ve Murat Sevim adlı DP’lileri tutukladı. Ama katilin aslında DP Mersin Milletvekili Hüseyin Fırat olduğu yolunda söylentiler çıktı. Cinayetle ilgili haberlere yayın yasağı getirildi! Sadece Gaziantep ve Mersin’de olaylar çıkmadı. İstanbul, Ankara, Sivas, Giresun, Kütahya, Kayseri, Çanakkale, Samsun gibi birçok şehirde oyların çalındığı iddiası halkı sokağa döktü. Olayları bastırmak için şehirlerin üzerinden uçaklar alçaktan uçuş yaptı. İsmet Paşa, “Savaşta bile askeri uçakların sivil halk üstüne dalış yapmadığını” söyledi. Seçimin üzerinden 5 gün geçti. Fakat Türkiye sakinleşmedi. Bu nedenle 1 Kasım 1957’de TBMM açılışında Ankara’da olağanüstü güvenlik önlemleri alındı. Başkentin caddelerinde tanklar vardı. Yollar asker kordonu altındaydı. Gençlik Parkı’na, Güven Parkı’na askerler yığıldı. Aslında tüm bu gerginliğin nedeni meclis tutanaklarına yansıdı: 1957 seçimlerinde DP bir önceki 1954 seçimlerine göre 9 puanlık büyük oy kaybetti. Bunu bekliyorlardı. Bu nedenle işi sıkı tutmuşlardı. Ne olursa olsun kazanmayı amaçlamışlardı. Sonuçta DP, 1957 seçiminde CHP ile artık başa baştı; CHP’nin yüzde 41’ine karşılık yüzde 47’lik oyu vardı. DP’nin bu oylarının ne kadarında kütük marifeti vardı, bilinmiyor. Bilinen; Türkiye’nin 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesine böyle seçim şaibeleriyle de sürüklendiğidir. Bu gün görsel basına çıkanlar, gazetelerde yazanlar bu konulara hiç değinmiyor. Yalan üzerine iktidar inşa ediyorlar. Dün de öyle… Bugün de öyle. İki paralık çıkarımız için geçmişin yanlışlarını anlatmadığımız, daha doğrusu sakladığımız için, ders alamıyor, her defasında hatayı tekrarlıyor, daha sonra da mazlum rolü oynuyoruz. 16. “Odunu koysam bu millet seçer” diyerek vatandaşlarının idraksiz olduğu imajını bütün dünyaya ilan etti. 17. Atatürk’ün vasiyetine karşın, 10 Kasım 1938 tarihinde başlayan emperyalist hayranlığı ve muhabbeti, 1951 yılında bizden binlerce kilometre uzaklıktaki bir ülkenin, Kore’nin, bölünmesi için asker göndermemiz ile perçinleşti. Ancak Menderes hükümeti kiminle yatağa yattığının farkında değildi. Har vurup harman savurmanın sonunda sıkışan ekonomiye kurtarmak, para dilenmek için Amerika’ya 12 gitti; hava aldı. Son seçimden sonra dolar 2.80’den 9 liraya çıkmıştı. Türkiye’ye gelir gelmez “birçoğuna göre şantaj kokan” bir açıklama ile sonbahar için Moskova’dan randevu alması bu devrin sonunu getirdi. ABD'ye teslimiyet politikasının ülkeyi felakete sürüklediğini görmüş olmalı ki Sovyetler ile ilişkileri geliştirmek üzere orayı ziyaret için gerekli randevuları aldı; ancak ziyaretten 40 gün önce 27 Mayıs Darbesi gerçekleşti. İkili ve üçlü anlaşmaların acısı çıkmaya başlamıştı. 18. 1955 yılında demokrasi adına seçim yasasını değiştirdi. Öyle ki bir ilde tek bir oy farkı ile kazanan parti o ilin tüm milletvekillerini alıyordu. Örneğin İstanbul’dan 30 milletvekili çıkıyorsa, siz bir o daha fazla almışsanız, 30 milletvekilinin 30’u da sizin oluyordu. Böylece yanılmıyorsam o yıllarda yapılan seçimde DP oyların %55’ini, CHP %45’ni aldı; ancak CHP toplam milletvekilinin ancak 1%10’nu çıkarabildi. 19. Basına büyük baskı yapmak. 1954-1958 yılları arasında 238 gazeteciyi iktidara karşı yazılar yazmak suçundan mahkûm ettirdi. Demokrat Partiyi eleştiren yazılar ı nedeniyle tutuklanıp hapse tıkıldılar. Milletvekili ve parti genel başkanı Osman Bölükbaşı da kendisini tutukevinde bulmuştu. Türkiye’de ilk kez bilimsel düzeyde Yapı Teknik dergisini yayımlayan kişi (Ali Nejat Ölçen) bir yatırımın ekonomik olmadığını kanıtlayan yazısı nedeniyle Tahkikat Komisyonunun kurduğu bir alt komite tarafından sorgulandı; çıkardığı sayıların hepsi yaktırıldı. Tutuklananla r öylesine çoğalmıştı ki, hiçbir yere sığmadıkları için, 19 Mayıs stadyumunda yığılmışlardı. Sadece 1959 yılında tutuklanan gazeteciler: Metin Toker, Ülkü Arman, Şinasi Nahit Berker, Fethi Giray, Kurtul Altuğ, Nihat Subaşı, Beyhan Cenkçi, Bedii Faik, Ali İhsan Göğüş, Cüneyt Arcayürek, Şahap Balcıoğlu, Vedat Refiioğlu, Ali Ulvi, 71 yaşındaki Ahmet Emin Yalman ve 79 yaşındaki Hüseyin Cahit Yalçın başta olmak üzere gazeteciler hapse atıldı. Ulus, Vatan, Yenigün gazetesi ile Akis dergisi bir ay; Cumhuriyet ile Yeni Sabah on gün ve Akşam, Öncü, Hür Adam, Zafer süresiz kapatıldı. 1954’de 6334 No’lu yeni bir Basın Yasası çıkarıldı. Hoşa gitmeyen yazı çıktığında yazarı hapis cezası yiyebilecekti; gazete sahibi de ağır para cezası ödeyecekti; 13 1956’da bu yasa daha da ağırlaştırıldı. Hâlbuki ki bu dönemde muhalefetin hemen hemen hiç gücü yoktu; meclisteki 500 milletvekilinin ancak 30’u CHP’nindi. ÇIKARILACAK TARİHİ DERS Sonuçta Anayasanın hükümleri olan Basın Hürriyetini, Seyahat Hürriyetini, Toplantı ve Gösteri hürriyetini, Milletvekili dokunulmazlıklarını ihlal gerekçesi ile idamla cezalandırıldılar ve Menderes 17 Eylül 1961'de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden sağlam raporu alındıktan sonra öğlen 13: 21'de idam edildi. Bu sürecin en hatalı tarafı, idam cezasını onama kararını Milli Birlik Komitesinin vermiş olmasıdır. Hâlbuki o sıralarda Kurucu Meclis göreve başlamıştı. Keşke onama yetkisi kurucu meclise verilseydi; idam cezası almış olsalar da büyük ölçüde sürüncemeye bırakılarak idam onanmayacak ve milletin acıma duygusu sürekli kaşınamayacaktı. Başka bir gariplik de, darbeyi yapanların başında Albay Alparslan Türkeş yer almasına ve daha sonra Milliyetçi Partileri kurmasına karşın, darbenin tetikçisi olarak CHP’nin suçlanmasıdır. O gün kamplara ayrılan millet bu gün çeşitli adlar altında bölünmüşlüğünü ne yazık ki hala sürdürmektedir. Menderes Hükümeti, tarihe çok partili demokrasinin kurucusu ya da öncüsü olarak geçmiştir. Bütçeyi savurganca kullansa da, birçok olanağı halkın ayağına götürerek, halkın gözünün açılmasını sağlamıştır. Cumhuriyetin değerlerine sahip çıkmış; içinden geldiği felsefenin hep farkında olmuştur. Ancak her hükümet gibi Türk hükümetlerinin de aldığı oy ne olursa olsun mevcut yasalara saygılı olmasını, oy çoğunluğunun yasaları çiğneme hakkını doğurmayacağını, kendisine oy verenlerin birinci sınıf, vermeyenlerin ikinci sınıf vatandaş görülmesinin son derece yanlış olduğunu, millete ne katkı sağlarsa sağlasın yasaların çiğnenmesinin belirli bir cezayı gerektirdiğini ne yazık ki fark edemedi. Yasalar belirli bir dönemin özelliklerine göre hazırlanır (daha sonra doğruluğu tartışılsa bile) ve ödünsüz uygulanır. Eğer verilen cezalar o günkü yasalara uygun ise, yargılama yapılmış ise ve yargılama adil yapılmışsa, bize sadece o dönemin yasalarını eleştirmek kalır. Aksi davranışlar, böyle bir devri tümüyle masum göstererek, mağduriyet edebiyatı yapılarak, halkın duygusal yönü kaşınarak yapılacak her türlü propaganda ve eylem, insanların yasalara karşı korkusuz ve saygısız olmasına neden 14 olarak devlet düzeninin laçka olmasını sağlar. Bu sonuncusuna hiç kimsenin, halktan ne kadar oy alırsa alsın, hakkı olmadığını söylemeliyiz… Kaldı ki bir yönetici halktan o gün geçerli olan yasalara uyacağım ve uygulayacağım diye oy talep eder ve halk da bu söze güvenerek oyunu kullanır. Eğer siz bu oyu aldıktan sonra yemin ettiğiniz yasalara uymuyorsanız ve uygulamıyorsa nız; gelecekte çıkması gerektiğini savunduğunuz ya da zihninizde tasarladığınız yasalara göre hareket ettiğinizi söylüyorsanız, bunun en basit açıklaması halkı kandırıyors unuz demektir. Menderes’in ve arkadaşlarının idamı günümüzün değerlerine göre tarihin acı olaylarından biri olarak nitelendirilebilir. Ancak tarih ders alınacak en önemli kaynaktır sözünü de anımsatması bakımından önemlidir. Mutlak hâkim yetkileriyle donatılmış Hitit İmparatorluğunda bile Pankuş denen bir meclis, Kral kurallar dışına çıktığında, yasaları çiğnediğinde, onu yargılayıp cezalandırabiliyor; gerektiğinde idam cezası bile verebiliyormuş. Amerika halkının başkanlarını ne kadar yücelttiğini ve değer verdiğini biliyoruz. Ancak başkanlarından Nixon, rakip partinin telefonunu dinletti diye, bir soruşturmada alaşağı edildi. Hiç kimse ve Nixon, halk bana oy verdi, istediğimi yapabilirim demedi. Keşke sözcüğü, bir hatayı, yanlışlığı ve doğru verilmeyen bir kararı ifade eder. Keşke askeri darbelerin hiç biri yapılmasaydı. Türk demokrasisi yara almasaydı. Keşke dediğimizde karşı seçeneğini de irdelememiz gerekir. Bu açıdan baktığımızda, Türk Adaleti Nixon’da olduğu gibi zamanında (yani hükümet iş başında iken) ya da seçim sonunda mahkemelerini kurup yargılasaydı. Adalet ve yargının oydan daha güçlü evrensel bir değer olduğunu bu ülkeye öğretseydiler; daha sonra mağduriyet edebiyatının arkasına sığınarak aynı hataları işleyenlere güçlü bir örnek olsaydılar. Keşke 12 Eylül Darbesinden önce politikacılar bir araya gelip bir Cumhurbaşkanı seçebilseydiler; bu ülkeyi neredeyse bir yıl seçilmiş cumhurbaşkanından yoksun bırakmasaydılar; günde 20 kişinin öldüğü sokak kavgalarına izin vermeseydiler. Darbeyle gelen yargılamanın tarafsızlığı her zaman tartışmaya açık olacaktır. Eğer olayları tarafsız bir gözle, adalet penceresinden, geçerli yasalar içerisinde analiz edemezseniz, bu olumsuzlukları hep yaşarsınız ya askeri ya da sivil darbelere maruz kalmaktan kurtulamazsınız. Özellikle darbe sırasında tutuklulara karşı bilerek ya da münferit olarak yaşanan ve uygulanan ahlak dışı, katı, saygısız, insanlık dışı, kindar 15 örnekleri vererek, ön plana çıkararak, kişileri esas yapılması gereken analizden uzaklaştırırsanız, doğruyu hiçbir zaman bulamazsınız. Aklıyla oy kullanamayanların nefretleri de akılsızca olur. 27 Mayısı sokaklarda bayram havası ile kutlayanlar, övgü dizenler; 12 Eylül darbesinin anayasasını %94’li kabul edenler, devir değişince en acımasız eleştirenler oldular. 27 Mayıs’ı sürekli anımsamada şu yarar var: Yasalarla yönetilen bir ülkede hiç kimse, o süreçte geçerli olan yasaların bağlayıcı olduğunu unutmamalıdır; oyların arkasına sığınarak yasaları ihlal etmemelidir. Demokrasi sadece oy çoğunluğu değil, geçerli yasalara ödünsüz uymadır. Keşke bu ülkede idamlar, darbeler, işkenceler, haksız hak ihlalleri, şiddet hiç yaşanmasaydı. Geleceğe temiz bir sicille yürüyebilseydik. Ancak olan olmuş. Şimdi bize düşen bir daha benzerleri yaşanması diye, yaşadığımız kuşağa olanları anlatabilme ve onların ders çıkarabilmesini sağlama olmalıdır. Bu yazı da bu amaçla kaleme alınmıştır. Eğer yazı içinde geçen yaşanmamış bir olay “sehven” anlatılmış ise uygun bir dil ve açıklama ile tarafıma bildirilmesi gelecek kuşağa yanlış bilginin aktarılmasını önleme açısından gerekli olacaktır. Şimdiden katkınıza ve anlayışınıza teşekkür ediyorum. Geçmişin acılarının gelecekteki sorunlarımıza merhem olması dileğiyle, istismar etmeden, hisse çıkararak, bu defteri getirisi-götürüsü ile kapatalım derim. Bu devri tek taraflı sürekli kaşıyanlar eminim bu ülkeye en büyük kötülüğü yapmaktadırlar. Tarih akıllı insanlara yol gösterir… Prof. Dr. Ali Demirsoy, 27.05.2015/27.05.2016 Yararlanılan ya da bilgileri aynen aktarılan kaynaklar Ölçen, Ali Nejat: Menderes demokrasisi Soner Yalçın: http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/soner-yalcin/yandaslari n- gazete-baskini-ilk-degil-demokrat-izmir-baskini-933914/ Banu Avar: Menderes neden idam edildi? (internetten) 16 Ek-1: 1951 yılında 5816 sayılı Atatürk'ü Koruma Kanunu çıkarılır. 1952 yılında NATO'ya üye olur. 1958 yılında dış borçlar ödenemez duruma gelir ve % 320 oranında bir devalüasyon yapılır. 1959 yılında Londra ve Zürih anlaşmaları imzalanarak Kıbrıs Cumhuriyeti kurulur 1959 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu'na üye olmak için başvurur. 1960 yılında OECD'ye üye olur. DİYET Nazım Hikmet’in Kore’de ölen bir yedek subayımıza yazdığı şiir: Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey, iki gözünüzle bakarsınız, iki kurnaz, iki hayın, ve zeytini yağlı iki gözünüzle bakarsınız kürsüden Meclis'e kibirli kibirli ve topraklarına çiftliklerinizin ve çek defterinize. Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey, iki elinizle okşarsınız, iki tombul, iki ak, vıcık vıcık terli iki elinizle okşarsınız pomadalı saçlarınızı, dövizlerinizi ve memelerini metreslerinizin. İki bacağınızın ikisi de yerinde, Adnan Bey, iki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı, iki bacağınızla çıkarsınız huzuruna Eisenhower'in, ve bütün kaygınız iki bacağınızın arkadan birleştiği yeri halkın tekmesinden korumaktır. Benim gözlerimin ikisi de yok. Benim ellerimin ikisi de yok. Benim bacaklarımın ikisi de yok. Ben yokum. Beni, Üniversiteli yedek subayı, 17 Kore'de harcadınız, Adnan Bey. Elleriniz itti beni ölüme, vıcık vıcık terli, tombul elleriniz. Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan ve ben al kan içinde ölürken çığlığımı duymamanız için kaçırdı sizi bacaklarınız arabanıza bindirip. Ama ben peşinizdeyim, Adnan Bey, Ölüler otomobilden hızlı gider, kör gözlerim, kopuk ellerim, kesik bacaklarımla peşinizdeyim. Diyetimi istiyorum, Adnan Bey, Göze göz, ele el, bacağa bacak, Diyetimi istiyorum, alacağım da. Değerli Kardeşim Sapla samanın birbirine karıştırıldığı bir ortamda, doğruyu bulmada zorlanırsınız ve sürekli hata yaparsınız. İdamın uygar bir dünyada savunulur bir tarafı kalmamıştır. Ancak geçmişte yasalarla bu cezayı almışların durumunun doğru, bilimsel ve yansız değerlendirilmesi gelecek kuşakların yapacakları hataları önleme bakımından önem taşımaktadır. Menderes olayı hepimizin ders alacağı önemli bir tarihsel olaydır. Zaman ayırıp okuyabilirseniz, sadece geçmişi değil, şu anı da doğru değerlendirme şansını yakalamış oluruz. Saygılarımla