Sayı No : 69 PDF İndir
Transkript
Sayı No : 69 PDF İndir
Dosya: MADENCİLİK İstanbul Teknik Üniversitesi Vakfı Yayını TEMMUZ - EYLÜL 2015 SAYI 69 Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Y. Müh. Tuğrul Erkin Prof. Dr. Güven Önal Kerim Tuncer Sarıkavak Besim Şişman Prof. Dr. Şebnem Düzgün Dr. Fatih Birol Ali Kâhyaoğlu Prof. Dr. Sezai Kırıkoğlu Dr. Caner Zanbak Y. Müh. Necati Yıldız Prof. Dr. Fatma Arslan Y. Müh. Ayduk Koray Prof. Dr. Mete Tapan Prof. Dr. Tuncay Zorlu/Prof. Dr. Aydan Turanlı Doç. Dr. Deniz Mazlum TEMMUZ-EYLÜL 2015 | SAYI 69 İmtiyaz Sahibi: İTÜ Vakfı adına Prof. Dr. Mehmet Karaca Yayın Kurulu: Prof. Dr. Yıldız Sey Y. Müh. Naci Endem Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol Prof. Dr. Mete Tapan Kenan Çolpan Hatice Yazıcı Şahinli Kenan Mete Yazı İşleri Müdürü: Hatice Yazıcı Şahinli Yayın Koordinatörü: Kenan Mete Reklam ve Halkla İlişkiler: Fahri Sarrafoğlu Grafik Uygulama: Murat Beşiktaş Katkıda Bulunanlar: Zeynep Şahin Tutuk, Gülşah Seyhan, Osman Keskin, Altan Bal, Arzu Eryılmaz, Gözde Çalışır, Yavuz Dürüst, Engin Yıldırım Gizem Çinik Yönetim Yeri: İTÜ Vakfı Merkezi İTÜ Maçka Yerleşkesi 80394 Teşvikiye / İSTANBUL Tel: 0212 291 34 75 – 230 73 71 Faks: 0212 231 46 33 Baskı: Azra Matbaacılık Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi E Blok 1. Bodrum No.11 Topkapı Zeytinburnu / İSTANBUL Tel: 0212 674 10 51 – 612 79 27 Yayın Türü: Yaygın, Süreli E-posta: basin@ituvakif.org.tr www.ituvakif.org.tr Bu dergide yayımlanan imzalı yazılar yazarlarının görüşünü yansıtmaktadır. Dergiyi ve Yayın Kurulu'nu bağlayıcı nitelik taşımaz. İTÜ Vakıf Dergisi’nde yayımlanan yazı ve fotoğraflardan kaynak belirtilmek koşulu ile alıntı yapılabilir. ........................................................................................................................................................................................................................................... VAKFI DERGİSİ 13 Değerli Mezunumuz 9. Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel’in Anısına 16 Kazma ve Kürekten Uzay Madenciliğine 18 Türkiye’nin Maden Kaynakları ve Ekonomiye Katkısı 22 Türkiye’de Maden Aramaları, Maden Rezervleri ve Ekonomik Değeri 28 Türkiye’de Petrolün Bugünü ve Geleceği 32 Türkiye Madencilik Politikaları Değerlendirmesi 37 Türkiye İçin Enerji Stratejisi Önerileri Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Y. Müh. Tuğrul Erkin Prof. Dr. Güven Önal Kerim Tuncer Sarıkavak Besim Şişman Prof. Dr. H. Şebnem Düzgün Dr. Fatih Birol 39 Türkiye’de Mermer Madenciliği: Rezerv, İşletme, Ekonomiye Katkısı, Çevre Etkileri 43 Türkiye’nin Kıymetli Taşları 47 “Altın Madenciliği ve Çevre” Üzerine 55 Cumhuriyet Döneminde Madencilikte Mevzuat 59 62 Ali Kâhyaoğlu Prof. Dr. M. Sezai Kırıkoğlu Dr. Caner Zanbak Maden Y. Müh. Necati Yıldız İTÜ’de Maden Mühendisliği Eğitimi Prof.Dr. Fatma Arslan İTÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü Prof. Dr. Tuncay Zorlu Prof. Dr. Aydan Turanlı 66 'Ailemi mutlu edeyim diye inşaat mühendisi oldum' 72 İstanbul’da Şiddetli Depremler Yılı: 1766 76 82 84 110 114 118 123 Ayduk Koray Doç. Dr. Deniz Mazlum Aydınlanma Felsefesi ve Mimarlıkta Bilinçli Değerlendirme Prof. Dr. Mete Tapan Teknokent Dosyası İTÜ'den Haberler İTÜ Vakfı’ndan Haberler Spor Yayınlar Briç Yazıları ve Rölöveleriyle Sedat Çetintaş Yazar: Prof. Dr. Ayla Ödekan ISBN: 975-561-252-1 Basım Yılı: 2004 Boyutlar: 27 x 39 cm Cilbent kutu içinde 79 sayfa metin + 108 sayfa rölöve föyleri. 2005 “Yunus al sy Nadi So r Bilimle sı a Araştırm Ödülü” İTÜ Vakfı Yayınları Genel Dağıtım: İTÜ Vakfı Yayınları İtuyayinlari.com.tr Online Sipariş: www.1773itu.com Satış:0212 230 73 71 – 246 64 05 ituvakif@ituvakif.org.tr Sedat Çetintaş, mimarlık tarihimizde sanatsal ve mimari değeri güçlü rölöve ve restitüsyonların yaratıcısı, 19. yüzyıl kültürü ile beslenmiş 20. yüzyılın ilk yarısında yaşayan bir Cumhuriyet aydını. O, Selçuklu dönemi ile Erken ve Klasik Dönem Osmanlı mimarlığı tutkunu bir ‘Ülkügüder’. Sedat Çetintaş, anıtsal yapıtları çizimleriyle günümüze taşımakla kalmamış, yazılarıyla da mimar olarak toplumsal duyarlılığı sürekli diri tutmuş bir aydın. Ülküsü bir ‘Corpus’ oluşturmak. Amacı doğrultusunda yaklaşık 200 adet rölöve ve restitüsyon üretmiş. Bu ürünlerden 108’i İTÜ Mimarlık Fakültesi Arşivi’nde bulunmaktadır. Bu kitap da, Sedat Çetintaş’ın bu arşivde yer alan yapıtlarını toplu olarak okuyucuya ulaştırmayı ve araştırmaya açmayı hedefliyor. Buna ek olarak, çizimleriyle tanıdığımız Sedat Çetintaş’ı yazılarından da okuyarak ‘ülkügider’liğinin insancıl boyutlarına da erişme olanağı veriyor. Bu nedenle, kitapta yazar sık sık Çetintaş’ın kendi anlatımlarına yer veriyor. Böylece kendi sözcük ve anlatım dilini okuyucuyla paylaşarak Çetintaş’ın özellikle eski yapıları koruma konusundaki savaşçı kişiliğini açığa çıkarıyor. ‘Sedat Çetintaş’ın inanılmaz rölöveleri karşısısnda insan şaşırıyor. Şaşırmamız rölövelerin insan emeğinin ürünleri oluşundan. Hele bilgisayara dayalı bir tasarım kuşağı içinde olduğumuz günümüzde, bu çizimler doğal olarak inanılmaz geliyor’ diyor, Prof. Dr. Ayla Ödekan. Website: www.enka.com Industry: Construction Company Size: 10,001+employees Founded: 1957 Type: Privately Held Headquarters: Balmumcu Mah., Zincirlikuyu Yolu No:10 Beşiktaş Istanbul, 34349 Turkey Engineering for a better future engıneerıng procurement constructıon ENKA is a global operating and construction company that is concentrating on engineering and project management activities, comprising general contracting, civil works, power plants, industrial plants, infrastructural projects, real estate investment, manufacturing and trading. ENKA took 52nd place on the "Top 250 International Contractors" list of Engineering News-Record (ENR) Magazine, published in August 26, 2014. Additionally, ENKA took the first place among the 42 Turkish Contractors involved on the list. ENKA has been in the forefront of the engineering and contracting world for 58 years. With its hundreds of accomplished signature projects around the world, ENKA has been improving the quality of life of communities and contributing to Turkey's economy. Tengiz Oilfield Development, Kazakhstan OUR FIELDS OF ACTIVITY Oil and Gas Facilities, Petrochemical Plants, Power Plants Motorways, Bridges, Tunnels, New Towns&Housing Complexes Business and Cultural Centers, Administrative Centers Airports, Harbors, Industrial Plants, Offshore Construction Shopping Malls, Hotels, Hospitals and Health Centers. For More Information please visit www.enka.com MAIN BUSINESS LINES Oil, Gas & Petrochemicals Power Plants Infrastructure Civil Mühendislik “Best Seller’ı” Cisimlerin Mukavemeti Yenilenmiş 9. Baskı Çıktı... Prof. Dr. Mustafa İnan İTÜ Vakfı Yayınları ISBN: 978-975-7463-05-4 618 sayfa, 16.5x23.5 cm Şubat 2015 İTÜ Vakfı, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin efsane hocalarından Prof. Dr. Mustafa İnan’ın İTÜ’ye ve Türkiye’de mühendislik dünyasına son armağanı olan CİSİMLERİN MUKAVEMETİ kitabının 9. Baskısını yayımlamaktan dolayı onur duymaktadır. YENİ BASKI İTÜ Vakfı Yayınları Genel Dağıtım: İTÜ Vakfı Yayınları İtuyayinlari.com.tr Online Sipariş: www.1773itu.com Satış:0212 230 73 71 – 246 64 05 ituvakif@ituvakif.org.tr Lansman Fiyatı: 35 TL İlk baskısı 1967 yılında yapılan ve tüm mühendislik dallarının temel dersleri arasında yer alan “mukavemet” konusundaki bu eserin, gerek öğrencilerin ve gerekse mühendislerin göstermiş olduğu ilgi ile aranılırlığı gün geçtikçe artmıştır. Konuları ele alışı ve işleyişi açısından alanındaki yeri tartışılmaz olan bu eserin, öğrenci açısından tek kullanım zorluğu yazım dili idi. Doğal olarak 1960’ların “Türkçesi” ile günümüz Türkçesi arasındaki farklar öğrenciyi zorlamaya başladığı için bu baskıda kitabın bütünlüğü bozulmadan diline günümüz Türkçesi uyarlandı ve buna ek olarak birim sistemi bugün uluslararası birim sistemi olarak kabul edilen (SI) sistemine çevrildi. Bundan sonraki baskılarında son yıllarda “mukavemet” dersi kapsamına alınan birkaç konuyu daha katarak ve uygulamaları çoğaltarak bu eseri iki cilt halinde basmayı tasarlıyoruz. Dileğimiz Mustafa Hoca’nın dileği olan, bu kitabın tüm mühendislere ve mühendislik öğrencilerine ışık tutması ve yol gösterici olmasıdır. Mustafa İnan, akademik hayatı boyunca yayınlamış olduğu makale, bildiri ve kitaplar ile birlikte İTÜ’de mühendislik alanında doktora çalışmalarını başlatmış ve çok sayıda doktora öğrencisi yetiştirmiştir. Bugün mekanik dalındaki çalışmaları ile tüm bilim dünyasında tanınan bilim insanları yetiştiren Mustafa İnan’a bu çalışmaları nedeniyle vefatının ardında TÜBİTAK tarafından “HİZMET ÖDÜLÜ” verilmiştir. Bilimsel yaşamının yanı sıra, edebiyattan sanat ve müziğe, tarihten dilbilgisine kadar geniş bir alanı kapsayan genel kültürü ve bu konuda verdiği çeşitli konferanslarla Prof.Dr. Mustafa İnan’ın ünü bilim alanının dışına da taşmıştır. Tüm yaşamı ve başarıları ile gençlere yüreklendirici örnek olması için TÜBİTAK, Mustafa İnan’ın vefatının ardından yaşamının roman şeklinde yazılması için bir proje önermiştir. Bu proje Prof. Dr. Mustafa İnan’ın eşi Prof.Dr Jale İnan’ın yürütücülüğünde, usta yazarımız Oğuz Atay’ın kalemi ile gerçekleştirilmiş ve “Bir Bilim Adamının Romanı, Mustafa İnan” adı altında basılarak yıllar boyu gençlere yol gösteren bir eser olmuştur. Bu ürünleri satın alarak, İTÜ öğrencilerine BURS sağladığınız için teşekkür ederiz. Merkez : Ayazağa Kampüsü İTÜ Merkezi Derslik Binası giriş katı Maslak 212 276 58 92 Şube : Taşkışla cad. İTÜ Mimarlık Fakültesi No: 2 Taksim 212 244 22 02 İTÜ Vakfı kuruluşu olan 3M ARGE A.Ş. tarafından işletilmektedir. Bu sayıda Sevgili Okurlar, Dergimiz 69. Sayısı ile sizlere ulaşıyor. Daha önce de duyurduğumuz gibi bu sayımızda Madencilik konusu kapak dosyası olarak ele alındı. Hazırlık çalışmalarımız sürerken, Türkiye’yi sarsan ve gündemi değiştiren bir olay, 9. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’in vefatı haberi üzerine önümüzdeki Sayımızı Sayın Demirel’e ithaf edilmek üzere ‘Su Mühendisliği’ konusuna ayırmaya karar verdik. Ancak, bu sayımızın girişini de onu anmak üzere kısa bir hayat hikayesi ve rektörlük dönemlerindeki çalışmaları ile kendisini yakından tanıma fırsatına bulan Prof. Dr. Gülsün Sağlamer’in anılarıyla sunmayı düşündük. İTÜ’lü olmakla onur duyan, Üniversitemizin gelişimi için çok önemli katkılarda bulunan değerli mezunumuz Sayın Süleyman Demirel'i gelecek sayımızda daha geniş bir şekilde anma yapmayı planlıyoruz. Bu sayımızda madenciliği, çeşitli açılardan anlatan geniş bir dosya ile sunmaya çalıştık. Öğretim üyeleri , İTÜ mezunları, madencilik alanındaki kurumların üst düzey yöneticileri açıklayıcı, tanımlayıcı yazılarıyla bizlere ışık tuttular. Böylece maden olarak adlandırılan, bu tükenen kaynakların nasıl arandığı, nasıl kazanıldığı, ekonomiye katkısı, çevre ile ilişkisi konularında değerli yazıları dergimizde toplamış olduk. Farklı görüşlerin bir araya getirilmesinin güzelliğini gördük. başlıklı yazısıyla, devletin doğal kaynak yönetimi politikalarını sürdürülebilirlik esaslarına göre gözden geçirmesi ve uygun bir mevzuatın geliştirilmesi konusunu örnekler üzerinden açıklıyor. Uluslararası Enerji Ajansı direktörü Fatih Birol “Türkiye İçin Enerji Stratejisi Önerileri” başlıklı yazısında enerji kaynaklarının verimli kullanımı, yerli kaynak kullanımına önem verilmesi ve enerji diplomasisi konusunda ciddi adımlar atılmasının önemine dikkat çekiyor. Ayrıca iş güvenliğinin birinci koşul olması gerektiğini vurguluyor; çevre bilinci ve küresel ısınmanın enerji politikalarına etkisinin önemi üzerinde duruyor. Türkiye’de madenciliğin üç önemli alanı mermer, altın ve kıymetli doğal taşlardır. Prof. Dr. Sezai Kırıkoğlu “Türkiye’nin Kıymetli Taşları” adlı yazısında kıymetli taşların Türkiye’nin dünya mücevherat ticaretinde ilk sıralarda yer aldığını , pek çok kıymetli taşın önemli potansiyeline sahip olunduğunu açıklayarak bu sektörün yeni bir bakış açısıyla ele alınması gerektiğini belirtiyor. İstanbul Maden İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Ali Kahyaoğlu tarafından hazırlanan “Türkiye’de Mermer Madenciliği: Rezerv , işletme, Ekonomiye Katkısı, Çevre Etkileri” başlıklı yazı Anadolu’da binlerce yıldır kullanılan mermerin çıkarılması ve kullanımı ile ilgili tüm bilgileri içeriyor. Maden Y. Müh. Tuğrul Erkin “Kazma Kürekten Uzay Madenciliğine” başlıklı yazısında bilinen rezervlerin tükenmekte olduğunu, yeni rezervlerin ise daha derinlerde olduğunu ve giderek daha ince yataklara inmeyi gerektirdiğini bunun için de çok büyük bilimsel ve teknolojik yeniliklerin geliştirildiğine işaret ederek deniz altı ve uzay madenciliğini örnek olarak gösteriyor. “Altın Madenciliği son yıllarda en çok üzerinde durulan ve çevreye olan etkileri tartışılan bir alan. Dr. Caner Zanbak “Altın Madenciliği ve Çevre Üzerine” adlı yazısında, önce konunun teknik yönlerini anlatıyor ve daha sonra çevre duyarlılığı ve çevrecilik hareketlerini değerlendirerek bilgi kirliliğinin olumsuz etkilerinin oluşumuna yer veriyor. Teknolojik araştırmaların hızla ilerlediği bu ortamda Türkiye’de madenciliğin durumunu Prof. Dr. Güven Önal “Türkiye’de Maden Kaynakları ve Ekonomiye Katkısı” başlıklı yazısında anlatarak, Türkiye’de madenciliğin olması gereken yerden oldukça uzakta bulunduğunu, ancak iyi bir stratejik planlama ve özendirme ile çok ileri noktalara taşınabileceğini belirtiyor. Yazı, Türkiye’nin maden potansiyeli maden üretimi ve tüketimi, ülke ekonomisi içindeki yeri gibi konularda bilgilerle devam ediyor. Maden Y. Müh. Necati Yıldız “ Cumhuriyet Döneminde Madencilikte Mevzuat” adlı yazısı ile, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana çıkarılan madencilikle ilgili kanunları ve uygulamaları ayrıntılı bir şekilde ve bazı örnekler üzerinden anlattıktan sonra, sorunların çözümünün tarafların katılımının sağlandığı, görüşlerinin dikkate alındığı yeni bir maden kanunu olduğunu vurguluyor; bu kanunun temel ilkelerini tanımlıyor. Türkiye’de madencilik alanında önemli iki kurumun üst düzey yöneticilerinin yazıları konuyla ilgili bilgileri içeriyor. MTA Genel Müdür Yardımcısı Kerim Tuncer Sarıkavak “Türkiye’de Maden Aramaları, Maden Rezervleri ve Ekonomik Değeri” yazısı ile maden rezervleri , maden arama faaliyetleri ve ekonomi açısından önemli bazı madenlere ilişkin verilerle konuyu tanıtıyor. TPAO Genel Müdürü Besim Şişman, “Türkiye’de Petrolün Bugünü ve Geleceği” konulu yazısında petrol ve doğal gaz konusunda halen büyük oranda dışa bağımlı bir ülke olduğumuzu belirtiyor. Ancak 2004-2011 yılları arasında yürütülen yoğun sismik program sayesinde %40’ı Türkiye’ye ait olan Karadeniz’de ciddi bir potansiyelin bulunduğunun anlaşıldığını ve bu durumun umut verici olduğunu vurguluyor. Madencilik çalışmalarının çevreye yaptığı etkiler yazarların çoğu tarafından üstünde durulan bir konu olarak ortaya çıkmakta. Tuğrul Erkin, konuya “Şüphesiz madenler ülkemizin önemli bir değeridir. Ancak ormanlar da akarsular da öyle” diyerek yaklaşmakta; Caner Zanbak, “tüm dünya toplumlarında artan çevre duyarlığı gerekli ve yeterli çevresel önlemler alınmadan işletilmekte olan maden işletmelerini çevre hareketlerinin kolay hedefi haline getirmiştir” demekte; Şebnem Düzgün de görüşünüW, “benimsenen doğal kaynak yönetimi sürdürülebilirlik açısından uygulanabilir görünmemektedir” şeklinde belirtmekte. Prof. Dr. Şebnem Düzgün “Sürdürülebilir Doğal Kaynak Yönetimi Çerçevesinde Türkiye Madencilik Politikaları Değerlendirmesi“ 10 itü vakfı dergisi Kapak dosyası Prof. Dr. Fatma Arslan’ın “İTÜ’de Maden Mühendisliği Eğitimi”ni anlatan yazısı ile son buluyor. 1 Mart 1953 tarihinde eğitime başlayan Maden Fakültesi’nin kuruluşundan bu yana gelişmesi etraflıca sunuluyor. 69. sayımızda, İTÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nü tanıtan bir yazıya yer veriyoruz. 1997 yılında Fen-Edebiyat Fakültesi içinde kurulan ve İTÜ’nün tüm öğrencilerine sosyal bilimler alanında eğitim vermekte olan Bölüm, ayrıntılı şekilde tanıtılıyor. 68. sayımızda başlattığımız mezunlarla söyleşiye bu sayımızda İnşaat Fakültesi 1950 mezunu Ayduk Koray ile devam ediyoruz. Mimarlık dosyasında Prof. Dr. Mete Tapan’ın “Aydınlanma Felsefesi ve Mimarlıkta Bilinçli Değerlendirme” konulu yazısı yer alıyor. Tapan, mimarlıkla ilgili sorunların akılla ve rasyonel yöntemlerle çözümlenmesi ve bilinçli değerlendirmelerin yapılması konusunu aydınlanma felsefesi üzerinden tartışıyor. Deprem dosyasında Doç. Dr. Deniz Mazlum “İstanbul’da Şiddetli Depremler Yılı: 1766” konulu yazısında 2.5 ay arayla yaşanan iki büyük depremin yarattığı hasarları ve bu hasarların nasıl onarıldığını arşivlerde yaptığı araştırmalara dayanarak anlatıyor. İTÜ’den Haberler dosyamız İTÜ’lülerin yaptığı çalışmalar ve başarılarla giderek daha büyüyor. Öğrencilerin ve öğretim üyelerinin çok çeşitli alanlardaki etkinliklerini bu sayımızda da mutlulukla sunuyoruz. Saygılarımızla, Prof. Dr. Yıldız Sey D O S YA MADENCİLİK itü vakfı dergisi 11 ANMA İ TÜ İnşaat Fakültesi’den 1949 yılında İnşaat Yüksek Mühendisi unvanı ile mezun olan Süleyman Demirel, 1962 yılına kadar mühendislik mesleğini sürdürdü. Ardından, Türk siyasetinin son 50 yılına Başbakan olarak, ana muhalefet partisi lideri olarak, yasaklı dönemde “Bir bilen” olarak ve 1993’te Cumhurbaşkanı olarak damga vurdu. İTÜ Vakfı Mütevelli Heyeti Onur Üyesi, İTÜ Fahri Doktorası ve İTÜ Üstün Hizmet Madalyası sahibi olan 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, üniversitemize büyük katkılar sağlamıştır. Süleyman Demirel kimdir? Isparta'nın Atabey ilçesine bağlı İslamköy'de doğdu. İlköğrenimini doğduğu köyde, ortaokul ve liseyi Isparta ve Afyon'da bitirdi. Şubat 1949'da İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Su Bölümü’nden İnşaat Yüksek Mühendisi unvanı ile mezun oldu. Aynı yıl Elektrik İşleri Etüd İdaresi' nde göreve başladı. Devlet tarafından Amerika Birleşik Devletleri’nin “Bureau of Reclamation” kuruluşuna gönderildi ve orada 19491950 yılları arasında görev yaptı. 19541955 yıllarında yine ABD’de “Eisenhower Exchange Fellow Ship” bursiyeri olarak barajlar, sulama ve elektrifikasyon konularında ihtisas yaptı. 1954 yılında Barajlar Dairesi Başkanı, 1955 yılında da Devlet Su İşleri Genel Müdürü oldu ve bu görevi 1960 yılına kadar sürdürdü. 1960-61 yıllarında Devlet Planlama Teşkilatı’nda yaptığı askerlik hizmetinin ardından, 1962-1964 yılları arasında serbest müşavir-mühendis olarak çalıştı. Aynı yıllarda Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde su mühendisliği konusunda dersler verdi. Siyasî yaşamına, 1962 yılında, Adalet Partisi Genel İdare Kurulu üyeliği ile başladı. 28 Kasım 1964 tarihinde bu partiye 12 itü vakfı dergisi İTÜ Çok Değerli Bir Mezununu Kaybetti Türkiye’de demokrasinin önemli ismi 9. Cumhurbaşkanı, İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu Yüksek Mühendis Süleyman Demirel, 17 Haziran 2015 tarihinde 91 yaşında hayata veda etti. genel başkan seçilmesinin ardından, kurulmasını sağladığı ve Şubat-Ekim 1965 tarihleri arasında görev yapan koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı. 10 Ekim 1965'de yapılan genel seçimlerde başında bulunduğu AP, yüzde 53 oy alarak tek başına iktidar oldu. Bu seçimlerde Isparta Milletvekili olarak Parlamento'ya girdi ve Türkiye'nin 12. Başbakanı olarak hükümeti kurdu. Bu hükümet 4 yıl sürdü. 10 Ekim 1969 tarihindeki genel seçimlerde de Adalet Partisi yine tek başına iktidar oldu. Böylece, 31. T.C. Hükümeti’ni kurdu. Daha sonra, parti içi bir kriz dolayısı ile, 32. T.C. Hükümeti’ni kurmak durumunda kaldı. 12 Mart 1971 muhtırası üzerine, başbakanlık görevini bıraktı. 1971 ile 1980 arasında, 1975, 1977 ve 1979'da 3 defa daha hükümet kurdu. 12 Eylül 1980 müdahalesi üzerine görevi bıraktı ve 7 sene yasaklı olarak siyaset dışı kaldı. 6 Eylül 1987'de yapılan halk oylaması ile yasaklar kaldırıldı ve 24 Eylül 1987 tarihinde, Doğru Yol Partisi Genel Başkanlığı'na seçildi. 40 Yaşında Başbakan Oldu 29 Kasım 1987'de yapılan genel seçim- lerde Isparta Milletvekili olarak tekrar TBMM'ne girdi. 20 Ekim 1991 tarihinde yapılan genel seçimler sonrasında, DYP ile Sosyal demokrat Halkçı Parti'nin bir araya gelerek kurduğu 49. T.C. Hükümeti’nde Başbakan olarak görev aldı. 30 yaşında genel müdür, 40 yaşında önce parti genel başkanı, sonra başbakan olmuş; 12 seneye yaklaşan başbakanlık görevinde, Türkiye'nin kalkınması ve gelişmesine büyük hizmetlerde bulunmuştur. Türkiye'nin en genç genel müdürü, en genç başbakanı ve İsmet İnönü'den sonra en uzun başbakanlık yapmış kişisidir. 6 dönem I 6 dönem Isparta Milletvekilliği yapmış, 7 sene yasaklı kalmış, 6 defa hükümetten gitmiş, 7 defa hükümet kurmuştur. 16 Mayıs 1993 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye'nin 9. Cumhurbaşkanı olarak seçilen Demirel bu görevi 16 Mayıs 2000 tarihine kadar sürdürmüştür. Not: Dergimizin, Su İşleri-Su Yapıları teması ile yayımlayacağımız gelecek sayımızı Süleyman Demirel’e ithaf ederek, 9. Cumhurbaşkanı Demirel’in, mühendislikten siyasete uzanan serüvenini de geniş bir dosya olarak okurlarımıza sunacağız. Değerli Mezunumuz 9. Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel’in Anısına İstanbul Teknik Üniversitesi’ne kol kanat geren, ilk Başbakanlığı döneminde Maslak Kampüs arazisinin kamulaştırılarak İTÜ’ye verilmesini, son Başbakanlığı döneminde ise 1990’ların başında tahsisleri kaldırılan İTÜ Taşkışla, Gümüşsuyu ve Maçka Kampüsleri’nin tekrar İTÜ’ye tahsislerini sağlayan; Cumhurbaşkanlığı döneminde ise yalnız İstanbul Teknik Üniversitesi’nin tarihinde değil Türkiye üniversiteler tarihinde gerçekleştirilen en büyük bağış projelerinden birini başlatan ve sonuna kadar izleyen Sayın Süleyman Demirel’i biz İstanbul Teknik Üniversiteliler nasıl unutabiliriz ki?.. Prof. Dr. Gülsün Sağlamer İTÜ, 1996-2000/2000-2004 Dönemleri Rektörü B ir yere, bir kuruma, bir ülkeye, bir topluma ait olmak ve ona güçlü bir aidiyet duygusu ile bağlanmak, hizmet etmek ve onu yüceltmek için çaba harcamak… İstanbul Teknik Üniversitesi’nin biz mezunları üzerinde yarattığı en güçlü duygu bu olsa gerek. Bu duygunun özellikle 1940’lı yıllardan başlayarak üniversite yıllarını Gümüşsuyu Erkek Öğrenci Yurdu’nda geçirenlerde inanılmaz boyutlara ulaştığını gördüm ve yaşadım. Hiç tanımadığım, ilk defa karşılaştığım birçok İTÜ mezunu ile ilk andan itibaren sanki kendilerini yıllardır tanıyormuşum hissine kapılmamın nedeni de bence yüreğimize yerleşmiş, bizi birleştiren aidiyet duygusudur. İşte bu aidiyet duygusunu en üst düzeyde yaşamış olan değerli 9. Cumhurbaşkanımızı, yakasından İTÜ rozetini eksik etmeyen değerli mezunumuzu kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşamaktayız. Sayın Demirel, her zaman Cumhuriyet’in kendilerine sunduğu olanakları anlatmayı, İslamköy’den Cumhurbaşkanlığına uzanan yaşamında İstanbul Teknik Üniversitesi’nin rolünü ve devletin İTÜ’ de mühendislik öğrenimini görürken öğrencilere sağladığı yatılı ve parasız okuma olanaklarının önemini vurgular ve üniversitesine olan sevgisini ve şükran hislerini bizlerle paylaşırdı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Beyoğlu’nda yürürken burunlarına gelen taze ekmek kokusunu, o günü yaşarmışcasına bize anlatan Sayın Demirel, Gümüşsuyu’na geri geldiklerinde yemekhanede hazır olan yemek ve ekmeğin onlar için ne ifade ettiğini ve kendilerini nasıl güvende hissettiklerini gözleri buğulanarak anlatırdı ve “ işte Türkiye Cumhuriyeti ve Teknik Üniversite bize bu imkânları cömertce sağlamıştır” derdi. Sayın Demirel’in İTÜ’ye duyduğu sevgi ve şükran hislerini mezunlarımıza inanılmaz bir pozitif enerji ile nasıl aktardığını ve herkesi İTÜ’ye daha fazla emek ve destek vermeye nasıl yönlendirdiğini gördüm ve yaşadım. itü vakfı dergisi 13 ANMA Sayın Demirel, İTÜ 2001 Atılım Projesini başlattığımız 1997 yılında tüm mezunları İTÜ’ye yardıma davet ederken aynen şunları söylemişti; “Değerli Mezunlar, İstanbul Teknik Üniversitesi’ni yeniden en başta tercih edilen üniversite yapabilmemiz için önemli reformlara ve bu reformları da gerçekleştirebilmek için yeni finans kaynaklarına ihtiyacımız var. Rektörümüz Gülsün Hanım’ın başlattığı bağış programı sizin için büyük fırsattır bu fırsatı kaçırmayıp değerlendirmelisiniz.” 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i ziyaret, 1996. İstanbul Teknik Üniversitesi’ne kol kanat geren, ilk başbakanlığı döneminde Maslak Kampüs arazisinin kamulaştırılarak İTÜ’ye verilmesini, son başbakanlığı döneminde ise 1990’ların başında tahsisleri kaldırılan İTÜ Taşkışla, Gümüşsuyu ve Maçka Kampüsleri’nin tekrar İTÜ’ye tahsislerini sağlayan; Cumhurbaşkanlığı döneminde ise yalnız İstanbul Teknik Üniversitesi’nin tarihinde değil Türkiye üniversiteler tarihinde gerçekleştirilen en büyük bağış projelerinden birini başlatan ve sonuna kadar izleyen Sayın Süleyman Demirel’i biz İstanbul Teknik Üniversiteliler nasıl unutabiliriz ki?.. İTÜ Maslak Kampüsü’nü Cumhurbaşkanlığı döneminde ve sonrasında açılış törenleri ve Mezunlar Günü’nde her yıl onurlandıran Sayın Demirel’in yaşadığı mutluluğa o törenlere katılan mezunlarımız şahittir. Beni rektörlüğe atadığı 6 Ağustos 1996 Süleyman Demirel’in İTÜ’yü ziyareti, Ağustos 1996. 14 itü vakfı dergisi tarihinde Sayın Demirel’in kendisi bizzat telefonla aramış, kutlamış ve üniversiteyi iki hafta içinde ziyaret etmek ve projelerimizi dinlemek istediğini söylemişti. Gerçekten de, verdiği tarihte İTÜ Maslak Kampüsü’nü onurlandırmış ve projelerimiz hakkında bilgi almış ve sormuştu: “Bu projeleri gerçekleştirmek için ne kadar kaynak lazım?” Ben de en az 20 Milyon USD demiştim. O zaman ufkumuz daha dar, cesaretimiz daha azdı; ancak 20 Milyon USD diyebilmiştim. Ortak projemiz işte böyle başlamış ve 2004 yılını bitirdiğimizde ayni ve nakdi bağış projemiz 80 Milyon USD’ı aşmıştı. Bu bağışlar altyapı, yurt, burs, laboratuvar, öğrenci merkezi, derslik, kitap, ekipman, akademik ödül, yurtdışı görevlendirme ödeneği, yabancı öğretim elemanlarının daveti için kaynak olmuş ve reformlar bu sayede hayata geçirilebilmiştir. Sayın Demirel, İTÜ 2001 Atılım Pro- jesini başlattığımız 1997 yılında bütün mezunları İTÜ’ye yardıma davet ederken aynen şunları söylemişti; “Değerli Mezunlar, İstanbul Teknik Üniversitesi’ni yeniden en başta tercih edilen üniversite yapabilmemiz için önemli reformlara ve bu reformları da gerçekleştirebilmek için yeni finans kaynaklarına ihtiyacımız var. Rektörümüz Gülsün Hanım’ın başlattığı bağış programı sizin için büyük fırsattır, bu fırsatı kaçırmayıp değerlendirmelisiniz.” Bağışın mezunlar için bir fırsat olarak algılanabileceğini ilk defa o zaman duymuş ve biraz da hayret etmiştim. Ne kastettiğini daha sonra olayları yaşadıkça anlayacaktım. Bir kuruma, bir insana yardım etme olasılığını fırsat olarak gören Sayın Demirel’in bu cümlesi benim hayata bakış açıma da yeni bir boyut kazandırmıştı. Karşılıklı güvenin ne kadar önemli olduğunu ve bu güvenin nasıl aşılamaz zorlukları aşmamızı sağladığını gördüm ve yaşadım. Bu bağış projesi sürecinde, Üniversitelerine gönülden bağlı değerli İTÜ mezunlarının, tüm İTÜ akademik ve idari kadrolarının ve öğrencilerinin katkıları ile hayallerimiz gerçek oldu. Bu sürecin başından sonuna kadar Ankara’daki çalışmaları yapılandıran Sayın Necdet Seçkinöz, Sayın Ekrem Göksu, Sayın Mustafa Babür ve Sayın Yelman Gazimihal’i rahmetle anıyorum. Gümüşsuyu Yurdu’nun restorasyonunu başlatmak için 1998 yılında Gümüşsuyu Kampüsümüzde Orhan Öcalgiray Konferans Salonu’nda yapılan toplantıda başta Sayın Demirel olmak üzere katılan tüm mezunların nasıl duygulandıklarını, gözlerinin dolduğunu hatta bir süre önce kaybettiğimiz Sayın Uğurhan Tunçata’nın nasıl ağladığını hatırlıyorum. Sayın Demirel’in teşvikleri ile, Sayın Demirel’i Ankara’da son ziyaret ettiğimde yine üniversitede neler olup bittiğini öğrenmek istedi. Yapılan reformların devam edip etmediğini, yaptığımız yatırımlar ve kurduğumuz vakıf şirketlerinin üniversiteye yeterli destek sağlayıp sağlamadığını, üniversite sıralamalarındaki yerimizi sordu. İTÜ’nün eski güzel günlerdeki gibi başta olması için harcadığımız çabaların ve başarıların sürdürülebilirliğini her zaman yakından izledi. kullanılamaz duruma gelmiş olan yurdun hiç vakit kaybetmeden yenilenmesi için başta Sayın Erol Üçer olmak üzere,değerli mezunlarımız Atilla Doğan, Mehmet Aydıner, Bülent Kuyumcu, Cevdet Kösemen, Atilla Şenol, Atilla Önen ve Zeynep Bodur’un katkıları ile restorasyon kısa sürede tamamlandı. İTÜ Gümüşsuyu Öğrenci Yurdu İstanbul Teknik Üniversitesi’nin ilk defa kız ve erkek öğrencileri aynı binada üst düzeyde mekân standartlarında misafir ettiği öğrenci yurdu oldu. Sayın Demirel’i Ankara’da son ziyaret ettiğimde yine üniversitede neler olup bittiğini öğrenmek istedi. Yapılan reformların devam edip etmediğini, yaptığımız yatırımlar ve kurduğumuz vakıf şirketlerinin üniversiteye yeterli destek sağlayıp sağlamadığını, üniversite sıralamalarındaki yerimizi sordu. İTÜ’nün eski güzel günlerdeki gibi başta olması için harcadığımız çabaların ve başarıların sürdürülebilirliğini her zaman yakından izledi. Görüşmemiz bittiğinde ayağa kalkıp beni yola koymak istedi. Ben “Sayın Cumhurbaşkanım lütfen rahatsız olmayın” dediğimde “İstanbul Teknik Üniversitesi’nin değerli Rektörü gelmiş nasıl kendisini uğurlamam” dedi ve sağlık sorunları olmasına rağmen beni oturduğumuz odanın kapısına kadar gelerek uğurladı. Sayın Demirel’in en sevdiği İTÜ toplantıları şüphesiz ki Mezunlar Günü toplantılarıydı. Keyifle gelir, arakadaşları ve mezunlarla buluşmaktan büyük mutluluk duyardı. Biz 40 ve 50 yıllarını kutlayan mezunlarımıza plaket verirken bize “Neden 60.yıl -70.yıl yok” dedi. Biz de hemen uygulamaya geçtik. 1998 yılında kendisinin 50. yıl plaketini özel olarak tasarlamıştık. 60.Yılını kutlayan değerli Cumhurbaşkanımızın 70.yılına da ulaşacağını 1997-98 Öğretim Yılı Açılışı, İTÜ Maçka Kampüsü. ümit ediyorduk ama maalesef bu olamadı. Bu yazıyı Sayın Demirel’in vefatı dolayısıyla verdiğim ilandaki sözlerle bitirmek istiyorum: “Kurulduğu 1773 yılından beri İstanbul Teknik Üniversitesi’ne 1996 yılında ilk defa kadın rektör atayan, İTÜ’ye verdiği büyük destek, gösterdiği güven ve sevgi ile çağ atlatan, Cumhurbaşkanımız olarak Cumhuriyetimizin ‘Üniversiteler Projesi’ne öncelik veren, Türk üniversitelerinin dertlerini dinleyen ve çözen, üstün zekâ ve belleği ile bizleri her zaman kendisine hayran bırakan, kendilerini dinleme fırsatı bulduğumuzda, bizi geleceğin parlak olduğuna inandıran ve mücadele gücü veren büyük insan Sayın Demirel’i İTÜ camiası her zaman büyük bir sevgi ve saygı ile anacak ve anıları İTÜ Kampüsleri’nde yaşayacaktır. Sayın Süleyman Demirel’i rahmetle anıyor, kederli ailesine ve İTÜ camiasına başsağlığı diliyorum. itü vakfı dergisi 15 MADENCİLİK DOSYASI Maden Y. Müh. Tuğrul Erkin İTÜ Maden Fakültesi ’61 Madencilik mesleğini diğer meslek dallarından ayıran bariz fark, maden (yataklarının) rezervlerinin tükenir olmasındandır. Pompaladığınız petrol veya kazdığınız kömür, bilinen rezervlerinizi tüketmek pahasınadır. Yeni rezervler ise daha derinde ve çokça daha fakir damarlar içindedir. Böyle bir oluşum da, önümüzdeki yıllar daha derinlere, daha ince yataklara inmenizi gerekli kılar… 16 itü vakfı dergisi Kazma ve Kürekten Uzay Madenciliğine İ nsanlık tarihinin en eski mesleği olan madencilik, son yarım yüzyıl içinde çok büyük bilimsel ve teknolojik yenilikler geçiriyor. Artık maden yataklarının varlığı dağda hayvan otlatan çobanlar tarafından saptanmıyor. Bu hizmet satelitler tarafından yapılıyor. Artık deniz dibi madenciliği bir yenilik olmaktan çıktı. Uzay madenciliği gündeme geldi. Uzay seyahatlerinin önde gelen amaçlarından birisi de budur. Nitekim aya inen uzay aracı aydan ilk numuneyi kazmasıyla aldı, daha sonra numuneyi öğüterek analiz etti ve sonra uzay üstüne bildirdi. İste bu tam tamamına bir madencilik faaliyetidir. Aynı şaşırtıcı değişiklikler, yenilikler dünyamızda da hayret verici, sınır dışı uygulamalar olarak sürüyor. Deniz dibi madenciliği deniz seviyesinin 2000m altında robotlarla sürdürülüyor. Yüksek basınçlı su, kazı amacıyla kullanılıyor. Suyla kazılan kömür güçlü pompalarla yeryüzüne çıkarılıyor, öğütülüyor ve pipelınelarla 400-500 km uzaklıktaki enerji santrallerine taşınıyor. Bugün bu metot Çin’de sıkça kullanılıyor. Nitekim yılda 4 milyar ton üretim yapmak nasıl mümkün olurdu. Bu olağanüstü üretim değerlerine erişmek için başta jeoloji makine, elektrik mühendisliklerinin ciddi desteğine ihtiyaç var. Bütün bu çabalar daha çok, daha temiz daha ucuz hammadde üretimi içindir. Aksi taktirde, oluşagelen sanayiyi beslemek, doyurmak mümkün olmaz. İnsanlığın geleceği bu çabalara bağlıdır. Kaldı ki; madencilik mesleğini diğer meslek dallarından ayıran bariz fark, maden (yataklarının) rezervlerinin tükenir olmasındandır. Pompaladığınız petrol veya kazdığınız kömür, bilinen rezervlerinizi tüketmek pahasınadır. Yeni rezervler ise daha derinde ve çokça daha fakir damarlar içindedir. Böyle bir oluşum da, önümüzdeki yıllar daha derinlere, daha ince yataklara inmenizi gerekli kılar. Bu da daha fazla havalandırma, taşıma, tahkimat gibi masrafları karşınıza çıkartır. Bu yeni şartlar üretim maliyetlerinizi etkiler. Değişen maliyetleri kontrol altında tutarak olumlu sonuçlar elde etmek mümkündür. Bir kere daha tekrar etmek isteriz ki burada hüner tamamen mühendise aittir. Ancak elemanlarınız yeterli değilse önerdikleri çözüm yolları çok kez: - Üretim maliyetlerini düşürmez arttırır. - Ocak kazalarını düşürmez arttırır. Öte yandan tükenen ve fakirleşen maden yataklarınızı cevher zenginleştirme ve metalürji gibi teknolojilerle zenginleştirerek, atıklardan arındırılarak sanayinin kullanacağı değerlere erişilmesi Artık deniz dibi madenciliği bir yenilik olmaktan çıktı. Uzay madenciliği gündeme geldi. Uzay seyahatlerinin önde gelen amaçlarından birisi de budur. de mümkündür. Rakipleriniz ile rekabet edebilmeniz gerekir. Bunun için de pazarlama tekniklerini ve ürün çeşitlerini geliştirmeniz şarttır. Rakiplerinizle sürdürebileceğiniz zorunlu rekabet için iki yol vardır. 1- Maliyeti artıracak her türlü masrafı kesmek, maden yatağınızın en düşük maliyetli bölgelerine program-plan dışı girmekteki bu yol sizi “MADEN KAZALARINA” götürür. Bizdeki durum budur. 2- Maliyeti düşürecek yeni teknolojiler ve daha önemlisi bilgi, görgü ve becerinizi kullanmak. Bu ciddi bir mühendislik altyapısı gerektirir, daha çok da eğitim kurumlarını ilgilendirir. Nitekim Bergama’daki altın içeren kumlardan yıllardır Altın Cevheri üretilmektedir; tıpkı Nevada’daki gibi. Ülkemizin büyük enerji talebini karşılamak için yaklaşık 1000-1200 kalorili Elbistan linyitlerinden yeni kazan teknolojileri vasıtasıyla ülke elektriğinin %25’i karşılanmaktadır. Son olarak maden çevre ilişkisine değinmek istiyorum. Şüphesiz ki madenler ülkemizin önemli bir değeridir. Ancak ormanlar da akarsular da öyle. Maden işleme projeleri her ne şekilde olursa olsun, çevre zenginlikleri ile beraber değerlendirilmelidir. Sonsöz: Maden Mühendisliği en gelişmiş teknolojilerle ve bilgisayar desteğiyle hizmet veren ve diğer mühendislik dallarıyla yakın ilişki içinde yürütülmelidir. Ancak çok iyi yetişmiş mühendislerle başarılı sonuçlara ulaşılabilir. İTÜ, kalitatif (seçkin) bir eğitim ile ülkeye örnek olabilir. Bu konuda yöneticileriniz kadar memurlarınız da görevli ve sorumludur. itü vakfı dergisi 17 MADENCİLİK DOSYASI Türkiye’nin Maden Kaynakları ve Ekonomiye Katkısı Prof. Dr. Güven Önal İTÜ Maden Fakültesi Türkiye'de madencilik, olması gereken yerden oldukça uzaktadır. Iyi bir stratejik planlama ve özendirme ile bugünkünden çok ileri noktalara taşınabilir. Ülkemizin gerçekten kalkınması, cari açığın ortadan kaldırılması ve refahın tüm ülke düzeyine yayılması, ülke madenlerinin işletilmesi ve metal üretim endüstrinin kurulmasına bağlıdır… 18 itü vakfı dergisi Giriş D oğal kaynakların insan ve toplum yaşamındaki önemi bilinmektedir. Yaşamı fonksiyonel hale getiren araç ve gereçlerin % 90’ı doğal kaynaklardan, özellikle de madenlerden sağlanmaktadır. Toplumların refah ve gelişmişlik düzeyleri ile madencilik faaliyetleri arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır. İnsanlar ilk çağlardan itibaren madencilik faaliyetlerine ve madenlerden yararlanmaya başlamışlar, bu faaliyetlerin sonucunda da medeniyetin doğuşunu sağlamışlardır. Günümüzün gelişmiş ülkeleri, madenlerini, 16. yüzyıldan itibaren etkin şekilde üretmişler ve sonucunda 18. yüzyılda endüstri devrimini gerçekleştirmişlerdir. Türkiye gibi madenlerini yeterince üretemeyip, endüstrisini geliştiremeyen ülkeler ise, gelişmiş ülkelerin pazarı konumunda kalmışlardır. Uzay çağı ve sanayi ötesi bilgi toplumunun doğuşu da, maden ürünlerinden sağlanan özel metal, alaşım ve malzemeler sayesinde gerçekleşmiştir. Ülkelerin kalkınma ve ekonomik geli- şiminde önemli yeri olan madencilik ve entegre üretim sanayii, en büyük katma değeri yaratmaktadır. Gelişmiş ülkelerde halen, GSMH’da madenciliğin payı; ABD’de % 4.5, Federal Almanya’da % 4.0, Kanada’da % 7.6, Avustralya’da % 8.7, BDT’da % 14, Çin’de % 15, Hindistan’da % 15, Türkiye’de hammadde olarak % 1,5, entegre ürünlerle birlikte % 3.5 düzeyindedir. Görüldüğü gibi, Türkiye`de madencilik, olması gereken yerden oldukça uzaktadır. Iyi bir stratejik planlama ve özendirme ile bugünkünden çok ileri noktalara taşınabilir. Ülkemizin gerçekten kalkınması, cari açığın ortadan kaldırılması ve refahın tüm ülke düzeyine yayılması, ülke madenlerinin işletilmesi ve metal üretim endüstrinin kurulmasına bağlıdır. Türkiye’nin Maden Potansiyeli Türkiye bor, zeolit, pomza, selestit gibi madenlerde dünyanın en büyük rezervlerine sahip bulunmakta, krom, manyezit, toryum, nadir topraklar, barit, kil, kömür, feldspat ve bazı endüstriyel hammaddeler ile doğal taş rezerv varlığında, dün- Tablo 1: Türkiye’nin Bilinen Başlıca Maden Rezervleri Maden Mermer ve Yapı Taşları Kömür Linyit Tablo 3: 2014 Yılı Türkiye Entegre Maden Üretim Değerleri Rezerv (Ton) Entegre Üretim 25.000.000.000 14.500.000.000 Taş Kömürü 1.100.000.000 Bor 3.066.300.000 Kuvars Kumu ve Kuvarsit 5.000.000.000 Trona 800.000.000 Feldspat 836.000.000 Aluminyum 240.000.000 Kromit 300.000.000 Demir (ton metal) Kil Barit Manyezit 85.000.000 575.000.000 35.000.000 110.000.000 Çinko (Zn ton metal) 5.149.600 Kurşun (Pb ton metal) 3.252.000 Bakır (Cu ton metal) 1.800.000 Selestit Tungsten (ton metal) Gümüş (Ag metal) Antimuan (Sb metal) Altın (Au metal) Tablo 2: Türkiye’nin Son 5 Yıllık Maden İhracat Miktarı ve Değerleri Yıllar İhracat Miktarı, Ton Demir Çelik 8.000.000.000 Kömürden Enerji 8.000.000.000 Çimento 6.000.000.000 Seramik+Cam 1.200.000.000 Bor 950.000.000 Bakır 350.000.000 Alüminyum 200.000.000 Ferro Krom 150.000.000 Tabii Soda 200.000.000 TOPLAM 25.050.000.000 Kaynak: Muhtelif İhracat Değeri, ABD $ 300.000 2010 18.987.557 3.468.890.334 60.000 2011 19.719.723 3.876.465.022 6.800 2012 20.556.303 4.181.381 125.000 2013 22.314.245 5.034.905 700 2014 21.236.853 4.646.933 Kaynak: MTA ve Diğer Envanter Yayınları İhracat Değeri, ABD $ Kaynak: İstanbul Maden İhracatçıları Birliği (2015) yanın söz sahibi ülkeleri arasında yer almaktadır. Ülkemizde 70’in üzerinde maden çeşidi bulunmaktadır. Anadolu’ya Küçük Asya isminin verilmesi ve çok sayıda medeniyetin bu topraklar üzerinde kurulması, doğal kaynaklarla yakından ilgilidir. Türkiye’nin bugünkü verilerle, 4 trilyon doların üzerinde maden varlığına sahip olduğu hesaplanmaktadır. 2014 yılında, ülkemizde madenciliğin GSMH’daki payı, %1,5 düzeyindedir. Türkiye’de 2014 yılı sonu itibarı ile, 7.500 civarı arama, 13.500 civarı işletme olmak üzere, 21.000 civarında maden ruhsatı, 8.400 civarında üretim yapan maden işletmesi bulunmaktadır. Türkiye’nin Maden Üretim ve Tüketimi Türkiye’nin 2014 yılı toplam maden üretimi, kırmataş ve çimento hammaddeleri dahil 500.000.000 ton civarında olup, değeri, 17 milyar dolar düzeyindedir. Bunun 4.647 milyar doları dış satım olarak gerçekleşmiştir. Kırmataş, çimento hammaddeleri ve kömürün tamamı, mermer ve doğaltaş’ın yarısı yurt içinde tüketilmektedir. itü vakfı dergisi 19 MADENCİLİK DOSYASI Tablo 4: 2013 Yılı Türkiye Maden ve Yarı Mamul Ürünleri İle Enerji Hammaddeleri İthalatı Maden Adı Demir-Çelik İthalat, ABD $ 20.282.470.075 Bakır 3.709.973.179 Alüminyum 3.236.691.108 Kurşun 221.661.507 Çinko 520.796.571 Nikel 172.925.827 Kalay 58.165.959 Altın 15.127.241.246 Gümüş Diğer Metal Cevherleri Taşkömürü Diğer Ham Mineraller ARA TOPLAM 208.637.663 128.952.078 3.512.030.885 428.160.901 47.607.706.999 Kok-Semikok, Rafine Edilmiş Petrol Ürünleri 18.896.090.030 Ham Petrol, Doğalgaz 33.220.046.980 GENEL TOPLAM 99.723.844.009 Kaynak: TUİK Türkiye bor, zeolit, ponza, selestit gibi madenlerde dünyanın en büyük rezervlerine sahip bulunmakta, krom, manyezit, toryum, nadir topraklar, barit, kil, kömür, feldspat ve bazı endüstriyel hammaddeler ile doğaltaş rezerv varlığında, dünyanın söz sahibi ülkeleri arasında yer almaktadır. Diğer madenler ise, büyük ölçüde ihraç edilmektedir. İç tüketimin toplam değeri 12 milyar dolar civarındadır. Entegre demir çelik, bakır, alüminyum, seramik, şişecam, çimento, ferrokrom, krom kimyasalları, bor kimyasalları, doğal soda tamamen maden ürünlerinden üretilmektedir. Bu ürünler maden ihracatı ve üretimi içinde yer almamakta, başka sanayi dallarında gösterilmektedir. Entegre ürünlerle birlikte, 2014 yılı maden ürünleri değeri, 25 milyar dolar civarında olmuştur. İthal Edilen Maden Ürünleri ve Enerjinin Cari Açıktaki Payı Büyük bir bölümünün ülkemizde üretimi mümkün iken, ithal edilerek karşılanan 20 itü vakfı dergisi maden ürünleri ve enerji hammaddeleri için, 2013 yılında toplam olarak yaklaşık 100 milyar dolar ödenmiştir. Bu meblağ, cari açığın tamamından fazla olup, ithalattaki payı ise % 40 civarındadır. Bilindiği gibi, ülkemizin enerjideki dışa bağımlılığı %75 civarında olup, 2013 yılındaki enerji ithalatı cari açıkta, %86 gibi önemli bir yer tutmaktadır. Türkiye’nin bilinen kömür rezervleri 14.5 milyar tonu linyit, 1 milyar tonu taşkömürü olmak üzere, 15.5 milyar ton civarındadır. Yeterli aramalar yapıldığında bu rezerv daha da artacaktır. Buna karşın ülkenin bilinen doğalgaz ve petrol rezervleri çok küçük boyutlardadır. Enerjide dışa bağımlılığın azaltılması, cari açığın da azalmasına neden olacaktır. Madenciliğin Ülke Ekonomisine Daha Fazla Katkı Sağlaması İçin Alınması Gereken Önlemler • Maden Bakanlığı’nın kurulması, • Mevzuattaki boşlukların doldurulma- Ülkemizin enerjideki dışa bağımlılığı %75 civarında olup, 2013 yılındaki enerji ithalatı cari açıkta, %86 gibi önemli bir yer tutmaktadır. Türkiye’nin bilinen kömür rezervleri 14.5 milyar tonu linyit, 1 milyar tonu taşkömürü olmak üzere, 15.5 milyar ton civarındadır. Yeterli aramalar yapıldığında bu rezerv daha da artacaktır. Tablo 5: Türkiye’de, Yıllara Göre Elektrik Üretiminde Kaynak Payları 1998 % 2002 % 2006 % 2010 % Yerli Kömür 39.7 23.3 20.0 İthal Kömür 0 1.5 6.3 Kaynaklar 2011 % 2012 % 2013 % 17.1 18.1 14.9 17.1 9.0 10.0 8.1 11.6 Doğal gaz +LPG 14.9 40.8 44.0 46.5 44.7 35.8 42.0 Hidrolik 38.3 26.0 25.1 24.5 23.2 34.3 24.2 Petrol 7.0 8.3 4.2 1.0 1.6 2.4 2.4 Diğer (Jeotermal+Rüzgar Güneş v.s) 0.1 0.1 0.4 1.9 2.4 4.5 2.7 100.0 100.0 100.0 100.0 100.0 100.0 100.0 TOPLAM Kaynak: ETKB • • • • sı ve tıkanıklıkların giderilmesi, 2012 yılında yayımlanan Başbakanlık genelgesinin madencilik faaliyetlerine uygulanmaması, Entegre maden endüstrisinin özendirilmesi ve ithal yolu ile sağlanan ham, yarımamul ve mamul maddelerin yerli olarak üretilmesi, Her türlü maden arama faaliyetinin teşvik edilmesi, sondaj metre maliyetinin yarısının devletçe karşılanması, Yerli kömür yakan termik santrallere ve kömür üretimine özel teşvikler sağlanması, elektrik alım garantisinin 100 MW’a kadar verilmesi, Kömürden gaz ve akaryakıt üretimi yatırımlarının özel olarak teşvik edilmesi. 10 milyon ton/yıl 2000 kalorilik kömür kullanılarak, 12.250.000 varil/ yıl petrol, petrokimya ürünleri, ayrıca, 500 Megawatt elektrik üretimi mümkündür. Böyle bir tesisin yatırım maliyeti 3 milyar dolar, 1 varil petrolün maliyeti ise 65 $ civarında olmaktadır. • Yıllık kömür üretiminin en az 200 milyon ton/yıl düzeyine yükseltilmesi. • Şehirlerin ısıtılmasında kömür yakan merkezi buhar santrallerine teşvik verilmesi. Sonuç • Maden ürünleri katma değeri en yüksek olan ürünlerdir. Bu nedenle ma- dencilik kaynak yaratmada birinci sırada gelen bir sektördür. Uç ürünlere gidildikçe katma değeri büyük oranlarda artma gösterir. Örneğin: hurdadan üretilen demir-çeliğin katma değeri % 30’lar civarında iken, demir cevherinden entegre tesislerde üretilen demir-çelik’in katma değeri % 150 düzeyine yükselmektedir. • Madencilik, genellikle kırsal alanlarda sürdürülen bir faaliyettir. Ülkemizde yaşanan çeşitli olumsuzlukların temel nedenlerinden biri, bölgeler arasındaki gelişmişlik farkıdır. Geri kalmış yörelerde yapılacak madencilik yatırımları, arama döneminden başlayarak bölgeye dinamizm getirecek, aramaların olumlu sonuçlanması halinde açılacak işletmeler, yeni çekim alanlarının çekirdeğini oluşturacaktır. Üretilecek ham veya yarımamül maddeler, yine bu bölgelerde, ilgili sanayinin kurulmasına katkıda bulunacaktır. Böylece, oluşturulan istihdam alanları, iç göçü engelleyecektir. • Yurt Madenciliğini Geliştirme Vakfı’nca, yapılan stratejik çalışmaya göre, madenciliğin GSMH içindeki payının, 10 yılda % 4’e yükselmesi ve kalkınma hızının % 5 olması varsayıldığında, on yılda 30 milyar dolar yatırım yapılarak, madencilik geliri 10 milyar dolar/yıl dış satım olmak üzere, 40 milyar dolar/yıl düzeyine yükselecektir. • Madencilikte yukarıda özetlenen stratejik önlemler alındığı taktirde Türkiye’nin enerjideki dışa bağımlılığı 2023 yılına kadar yarıya inecek, sanayinin ihtiyacı maden girdilerinin yerli üretimi ile de cari açıkta büyük bir azalma görülecektir. itü vakfı dergisi 21 MADENCİLİK DOSYASI Türkiye’de Maden Aramaları, Maden Rezervleri ve Ekonomik Değeri Kerim Tuncer Sarıkavak MTA Genel Müdür Yardımcısı Maden kaynakları ve çeşitliliği bakımından kendi kendine kısmen yeterli olan ülkeler arasında bulunan Türkiye’nin zengin olduğu madenler arasında ilk sırayı dünya rezervlerinin % 72 sini oluşturan bor mineralleri almaktadır. Trona (doğal soda), kayatuzu, sodyum sülfat, perlit, ponza, feldspat, bentonit, barit, manyezit, alçıtaşı, stronsiyum tuzları, zeolit, sepiyolit, mermer ve doğal taşlar, kuvars, kuvarsit, zımpara taşı gibi endüstriyel hammaddeler ile boksit ve krom gibi metalik madenler ve linyit gibi enerji hammaddeleri ise önemli rezervlere sahip olduğumuz başlıca madenlerdir. Giriş M adencilik tarımla birlikte, toplumların çeşitli alanlardaki hammadde ihtiyaçlarını karşılanmasını sağlayarak, tarih boyunca medeniyetlerin gelişmesinde ve teknolojinin bugünkü düzeyine ulaşmasında rol oynayan önemli bir faktör olmuştur. 22 itü vakfı dergisi Yapılan araştırmalarda Türkiye’de madencilik tarihinin M.Ö. 7000 yıllarına dayandığı tespit edilmiştir. Ülkemizde madencilik faaliyetleri 1810'lu yıllarda başlamış olup, Cumhuriyet döneminin ilk yılların kadar maden yataklarımız batılı şirketler tarafından işletilmiştir. 1935 yılında 2804 sayılı kanunla kurulan Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü (MTA), kurulduğu tarihten günümüze kadar ülkemizde maden arama çalışmalarının çok önemli sayılabilecek bir kısmını yürütmüştür. MTA’nın Türkiye’deki Maden Arama Çalışmalarındaki Önemli Rolü Bu yıl kuruluşunun 80. yılını kutlayan MTA, kuruluş kanunu gereği, ülkenin jeolojik haritalarını yapmak, her türlü maden yataklarını aramak, halen üretimde olan maden yataklarında mevcut jeoloji ve rezerv problem- lerine çözüm bulmak, maden yatakları ile ilgili ön fizibilite ve/veya fizibilite etüdlerini gerçekleştirmek ve madencilik sektöründe ihtiyaç duyulan teknik elemanlar ile diğer kalifiye elemanları yetiştirmekle görevlendirilmiştir. Genel Müdürlüğümüz, madencilik sektörünün gereksinim duyduğu jeolojik alt yapı bilgilerini yaptığ arazi çalışmaları ile üretmek, bu bilgilere dayanarak çeşitli ölçekli jeolojik harita ve dokümanları hazırlamak işlevi yanında, cevherleşme içermesi umutlu olan bölgelerde ve bilinen maden yataklarına sahip havzalarda çoğunlukla endüktif, kısmen de dedüktif prospeksiyon çalışmaları yapmaktadır. Bu ön arama çalışmalarının sonucunda saptanan cevher oluşumu yönünden müspet sahalar için ruhsat başvurusunda bulunulmakta ve maden hakkı elde edilen sahalarda detay etütlere geçilmektedir. Gerektiğinde jeofizik ve jeokimyasal arama metotlarının eşlik ettiği söz konusu detay etütlerin ve yapılacak yeterli sayıda ve derinlikte keşif sondajlarının madencilik yönünden olumlu bulunması sonucu bu sahalar, MTA’nın maden işletme hakkı olmadığından, Maden İşleri Genel Müdürlüğü (MİGEM)’ne devredilmektedir. Günümüzde maden arama faaliyetleri büyük oranda bir kamu kurumu olan MTA tarafından yürütülmekteyse de, yerli ve yabancı özel madencilik şirketleri de sektörde arama faaliyetleri yürütmektedirler. Ancak, madencilik sektörü, aramalar sonucunda ortaya çıkarılacak varlığın nicelik ve niteliklerinin tahmin edilmesindeki zorluklar ve yatırım maliyetinin yüksek olması nedeniyle risk taşıyan bir sektördür. Bu riskin azaltılması, aramaların her aşamasında ve aramalardan sonra yapılacak bilimsel ve teknolojik çalışmalara bağlıdır. Bu kapsamda, MTA’nın 80 yıllık bilgi birikimi ve tecrübesiyle yürüttüğü projeler ve ürettiği alt yapı bilgileriyle bu riskin azaltılması yönünde faaliyetlerin sürdürülmesinin ve desteklenmesinin, ülkemiz madenciliği açısından gittikçe artan bir öneme sahip olduğu çok açıktır. Türkiye’nin maden potansiyeli genel olarak “çeşitlilik açısından zengin, ancak birkaç örnek dışında dünya ölçeğinde sınırlı” olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde dünyada üretimi yapılan yaklaşık 90 çeşit maden türünden 60 tanesinin ülkemizde üretimi yapılmakla birlikte, 13 tanesinin ekonomik anlamda varlığı tespit edilememiştir. Maden üretim değeri itibariyle Dünya’da 132 ülke içerisinde 28’ci sırada yer alan ülkemiz, maden çeşitliliği açısından ise 10. sırada bulunmaktadır. Türkiye, başta endüstriyel hammaddeler olmak üzere, bazı metalik madenler, linyit ve jeotermal kaynaklar gibi enerji hammaddeleri açısından zengindir. Ülkemiz 50 çeşit madende kısmen yeterli kaynaklara sahipken 27 maden ve mineralin günümüzde bilinen rezervleri ve kaliteleri ekonomik madencilik için yetersizdir. Maden kaynakları ve çeşitliliği bakımından kendi kendine kısmen yeterli olan ülkeler arasında bulunan Türkiye’nin zengin olduğu madenler arasında ilk sırayı dünya rezervlerinin % 72'sini oluşturan bor mineralleri almaktadır. Trona (doğal soda), Günümüzde maden arama faaliyetleri büyük oranda bir kamu kurumu olan MTA tarafından yürütülmekteyse de, yerli ve yabancı özel madencilik şirketleri de sektörde arama faaliyetleri yürütmektedirler. kayatuzu, sodyum sülfat, perlit, pomza, feldspat, bentonit, barit, manyezit, alçıtaşı, stronsiyum tuzları, zeolit, sepiyolit, mermer ve doğal taşlar, kuvars, kuvarsit, zımpara taşı gibi endüstriyel hammaddeler ile boksit ve krom gibi metalik madenler ve linyit gibi enerji hammaddeleri ise önemli rezervlere sahip olduğumuz başlıca madenlerdir. Diğer yandan, sahip olduğumuz bakır, kurşun, çinko, demir, nikel, manganez, arsenik, kükürt, fosfat, grafit, talk, asbest, mika, boya toprakları ve maden kömürü kaynaklarımız yetersiz miktarda ve/veya düşük kalitelidir. Ülkemizde, ekonomik olarak işletilebilir nitelik ve nicelikte elmas, platin grubu metaller, kalay, zirkon, potasyum tuzları, lityum mineralleri, magnezyum tuzları, bromin ve iyodin kaynakları bulunmamaktadır. Dünya maden üretiminde miktar ve değer itibariyle en önemli grubu; petrol, doğalgaz ve kömür gibi enerji hammaddeleri, demir, manganez, nikel gibi demir-çelik sanayi hammaddeleri bakır, kurşun, çinko, kalay, alüminyum gibi baz metaller ve fosfat, potas, kükürt gibi endüstriyel mineraller oluşturmaktadır. Değer itibariyle altın da bu gruba zaman zaman katılmaktadır. Ülkemizin bu grupta yer alan madenlerde, petrol ve doğalgaz hariç, dünyadaki payı rezerv itibariyle % 0,5 civarındadır. Dolayısıyla üretim maliyetleri yüksek olup, demir cevherlerinde olduğu gibi dünya fiyatlarıyla rekabette zorlanmaktadır. Türkiye'nin Maden Rezervleri Alp- Himalaya tektonik kuşağında yer alan ülkemizin sahip olduğu karmaşık jeolojik ve tektonik yapı, mevcut maden yataklarının çok çeşitli olmasının yanında, bu maden yataklarının küçük boyutlu ve parçalı olmasının da ana nedenidir. itü vakfı dergisi 23 MADENCİLİK DOSYASI Tablo 1: Türkiye Maden Rezervleri (2015). Maden Cinsi Rezerv (Gör+Muh) (Ton) Alçıtaşı Altın Alünit Antimuan Asfaltit Asbest Bakır Barit Bitümlü Şist Bentonit Boksit Bor Civa Çinko Demir Diatomit Disten Dolomit Feldspat Fosfat Fluorit Grafit Gümüş Kaya Tuzu Kil (Ser+Ref ) Kireçtaşı Krom Kurşun Kuvars Kumu Kuvarsit Kükürt Linyit Lületaşı Manganez Manyezit Mermer Nikel-Kobalt NTE Olivin Perlit Pomza Profillit Selestit Sepiolit Sodyum Sülfat Stronsiyum Talk Taşkömürü Titan Toryum Trona Tungsten Uranyum Wolfram Zeolit Zımpara 46.297.000 700 3.974.860 99.306 82.000.000 29.646.379 3.066.810 34.222.792 1.641.381.000 241.519.504 68.910.000 3.066.300.000 3.820 1.962.235 124.686.080 44.001.040 3.840.000 19.817.124.196 428.981.991 70.500.000 2.530.694 86.736 5.740 5.157.036.177 420.647.806 1.006.275.743 26.637.873 995.079 1.884.208.585 7.673.726.934 625.700 13.300.000.000 1.483.670 (sandık) 3.200.000 106.673.833 5.137.342.751 m3 39.500.000 30.360.000 190.000.000 5.688.021.716 1.397.786.725 m3 6.644.000 347.101 13.535.374 11.050.467 347.101 427.574 1.126.548.000 161.348.413 380.000 836.283.891 36.719 9.129 36.719 344.217.073 3.607.564 Açıklamalar 1. ve 2. Sınıf Alçı kalitesi Au İçeriği %7.54 K2O Sb içeriği AİD.2896-5536 Kcal/kg Değişik lif boylarında, lif yüzdesi %4 ' un üzerinde Metal Cu %71-99 BaSO4 içerikli OrAID.541-1390 Kcal/kg Sondaj+Döküm+Ağartma %55Al2O3 (25 667 000 ton metal Al) % 24.4-35B2O3 içeriği Metal Hg Metal Zn %55Fe ( 84 008 750 ton metal demir) İyi kalite % 21-52 Al2O3 % 15 MgO ve üzeri Albit ve Ortoklaz % 19 P2O5 % 40-80 CaF2 İçeriği % 2-17 Sabit karbon içerikli, zenginleşebilir Metal Ag % 88,5 üzeri NaCl ( 200 000 000 tonu göl rezervi) Seramik+Refrakter %90-95 CaCO3 % 20 üzeri Cr2O3 Pb İçeriği % 90 Üzerinde SiO2 % 90 Üzerinde SiO2 % 32 S içeriği AID.868-5000 Kcal/kg İyi, orta kalite karışık % 34.54 Mn (Metal Mn içeriği 1 576 000 ) % 41-48 MgO içeriği Toplam Potansiyel Rezerv %1,34 Ni, %4,2-6 Co %39,23 CaF2, %28,92 BaSO4, %3,67 NTE İyi Kalite Değişik genleşme oranlarında İyi Kalite Seramik+refrakter+ çimento %72 Üzeri SrSO4 % 50 üzeri Sepiolit % 81 NaSO4 (13.040.000 ton göl suyu rezervi) % 72 Üzeri SrSO4 içerikli İyi kalite İyi kalite %0,87-0,98 Tio2 % 0.24 ThO2 % 56 ve üzeri Trona Metal W % 0.05-0.1 U3O8 Metal W Klinopitilolit+ Höylandit İyi kalite Kaynak: MTA Genel Müdürlüğü, Mart 2015. (MTA Genel Müdürlüğü aramaları sonucu bulunan rezervler eklenmiştir. Ancak özel sektöre ait bilgiler eklenmemiş olup üretimler düşülmemiştir. Özel ve kamu kuruluşlarının rezerv bilgileri yasa gereği her yılın Nisan ayı sonu itibarıyla MİGEM’e rapor olarak sunulmakta olup güncelleme kurumumuzca yapılamamaktadır.) 24 itü vakfı dergisi Gelişmiş ülkelerde GSMH'da madenciliğin payı % 4, dünya ortalaması % 2 civarında olup, Türkiye’de bu oran % 1.45 civarındadır. Türkiye’de hammadde girdisi yoğun sanayi dallarında gelişmiş ve büyük ölçüde dışa açılmıştır. Seramik, çimento, alüminyum, demir-çelik, gübre, yapı malzemeleri bunların başında gelmektedir. Linyit, bor, manyezit, barit, sölestin, bakır, kurşun, çinko, krom, kaolin, feldispat, bentonit, mermer, perlit, pomza, tuz, sodyum sülfat, zımpara ve lületaşı madenciliğimiz ile Dünya’da söz sahibi olup, bu kaynakların rasyonel bir şekilde değerlendirilmesi gerekir. İlgili sanayi dallarının yurt içinde kurulması ve geliştirilmesinin desteklenmesinin yanı sıra, maden ürünlerinin tüketim alanlarının geliştirilmesine yönelik AR-GE çalışmalarının teşvik ve desteklenmesi sektör için büyük önem taşımaktadır. Diğer yandan, ülkemizde madencilik sektörü yeniden yapılandırılarak, mevcut işletmelerde iyileştirmelerle kapasite artımına gidilmesi, bazı önemli yataklarda teknolojik problemlerin çözülerek ve gerekli arama araştırma ve hazırlık yatırımları için kaynak ayrılarak üretime geçirilmesi ilk planda uygulanması gereken tedbirler olarak görülmektedir. Türkiye’nin bilinen maden rezervleri miktar ve ortalama tenör değerleri itibariyle Tablo.1’de sunulmaktadır. Türkiye Ekonomisi Açısından Önemli Olan Bazı Madenler Demir MTA kayıtlarına göre ülkemizde bugünkü durumda işletilen ya da işletilebilir nitelikte toplam 140 milyon ton civarında demir 2015). Türkiye’nin işletilebilir ve potansiyel altın yatakları ile yan ürün olarak metal yataklarından elde edilen altın sahalarının toplam metal altın rezervi yaklaşık 700 tondur. Altın tüketimi ortalama yılda 150 ton dolayındadır. Petrol ve doğalgazdan sonra en büyük ithal kalemi olan altın ithalatı için her yıl önemli miktarlarda döviz ödenmektedir. 2013 yılı itibariyle işlenmiş ve işlenmemiş olarak altın ihracatımız 10.907 milyon dolar karşılığı 219 ton olup, ithalatımız ise aynı şekilde işlenmiş ve işlenmemiş olarak 6.542 milyon dolar kar- cevheri rezervi vardır. Mevcut rezervler, ülke talebini uzun süre karşılayamayacak düzeydedir. 2009-2013 yılları arasında MTA tarafından bulunan % 14 Fe ortalama tenörlü 1,320 milyar ton görünür-muhtemel rezervli Malatya-Kuluncak-Sofular sahası düşük tenör ve dekapaj sorunuyla sorunlu yataklarımız içerisinde en büyüğüdür. Bakır Türkiye toplam metal bakır rezervi 1.546.532 ton’dur. Düşük tenörlu bakır yataklarının da rezervi eklendiğinde metal bakır rezervi 3.5 milyon tona ulaşır. Ülkemizin blister bakır ihtiyacı ortalama 250 bin ton/yıl’dır. Bakır üretimi 35 bin ton/yıl civarındadır. Yılda toplam 60 bin ton metal bakır eşdeğeri, 350 bin ton cevher yaklaşık 10 bin tonu ise geçici ihraç edilen cevherden karşılanmaktadır. Ülkemizde farklı kökenlerde ve farklı bölgelerde yaklaşık 600’den fazla kurşun-çinko cevherleşmesi bilinmektedir. Bu cevherleşmelere çoğunlukla bakır ve gümüş eşlik etmektedir. Fakat, ülkemizdeki kurşun-çinko-bakır yataklarının genellikle küçük-orta ölçekli yataklar olması nedeniyle, yurtiçi sanayi tüketimi yurtiçi üretimden karşılanamamak- şılığı 126 ton olarak gerçekleşmiştir. Genel Müdürlüğümüzün son yıllarda keşfettiği altın cevherleşmelerinin rezerv belirleme çalışmalarının tamamlanması ile ülkemiz altın rezervlerinde önemli bir artış olacaktır. konsantresi üretilmektedir. Yıllık bakır üretiminin 35 bin ton kadarı kurulu izabe tesislerimizde yerli cevher konsantrelerinden üretilmektedir. Ülkemizin ihtiyacını karşılamak için yılda 300-350 bin ton metal bakır ithal etmek gerekmektedir. Kurşun-Çinko Türkiye toplam metal kurşun rezervi 795.201 tondur. 2012 yılı tüvenan kurşun cevheri üretimi 1.086.288 ton’dur. 2013 yılında kurşun cevheri ihracatımız 130 bin ton karşılığı 200,4 milyon dolar olarak gerçekleştirilmiştir. Türkiye toplam çinko rezervi ise 1.666.792 ton olup, Türkiye’nin yıllık toplam çinko tüketimi ise 60 bin ton civarındadır. Toplam tüketimin bir bölümü hurdadan, Krom Ülkemiz kalitesiyle dünyada önde gelen kromit üreticisi ülkelerden birisi olmanın yanında, ofiyolitik kayaçların daha sonraki tadır. Bu nedenle, sanayisi hızlı bir şekilde büyüyen ülkemizin kurşun-çinko ihtiyacına paralel olarak yeni yatakların aranması-bulunması, mevcut cevherleşmelerin tekrar değerlendirilmesi oldukça önemlidir. Altın-Gümüş Türkiye’de bilinen altın kaynaklarından işletilebilirliği fizibilite veya ön fizibilite çalışmalarıyla ortaya konan 11 ayrı yataktaki toplam rezerv yaklaşık 700 ton, gümüş rezervi ise 5.740 tondur (MTA Gen.Müd. itü vakfı dergisi 25 MADENCİLİK DOSYASI süreçlerde yaygın deformasyon etkisinde kalmaları nedeniyle, ortaya çıkarılan rezerv miktarı sınırlıdır. MTA Genel Müdürlüğü’nün kayıtlarına göre Türkiye’de % 20 Cr2O3’ün üzerindeki tenörlerde krom rezervi toplam 26 milyon tondur. Bununla birlikte Genel Müdürlüğümüz tarafından, Adana (Aladağ) Yataardıç sahasında ortalama % 5.36 Cr2O3 tenörlü yaklaşık 200 milyon ton rezerv belirlenmiştir. Dünya piyasa koşullarına göre, Türkiye maden ihracatında krom önemli bir yer tutmakta ve önemli miktarlarda döviz girdisi sağlamaktadır. Ülkemiz, yaklaşık 150 yıldır dünyanın ilk 6 krom üreticisi arasında yer almaktadır. Nadir Toprak Elementleri Dünyada gelişen endüstrilere paralel olarak, hızla gelişen ve büyüyen ülkemizin de sanayide kullanmış olduğu maden çeşitliliğinin arttırması, yer altı kaynaklarımızın daha etkin bir şekilde belirlenmesi ve or- taya çıkarılmasını zorunlu hale getirmektedir. Türkiye’de bilinen ve keşfi yapılan tek nadir toprak elementi (NTE) kaynağı; Eskişehir ilinde bulunan Sivrihisar-Kızılcaören kompleks cevher yatağıdır. Bu yatak florit, barit ve NTE mineralizasyonu içermektedir. Nadir toprakların birçoğu bastnazit mineralinin bünyesindedir. Fakat başlıca lantanyum, seryum ve neodyumbastnaziti oluşturmaktadır. Kızılcaören (Eskişehir) florit-barit ve nadir toprak element yatağı Triyas yaşlı alteremetakumtaşları ve alkali trakit ve fonolitlerin yakınlarındaki Oligosen-Miyosen piroklastik kayaçlarında epitermal damarlar ve breş dolguları şeklinde gelişmiştir. Bu yatak Türkiye’deki tek ekonomik NTE ve toryum kaynağıdır. Genel 26 itü vakfı dergisi Müdürlüğümüz son yıllarda nadir toprak elementlerinin aranmasına önem vermiştir. Bu bağlamda Malatya-Kuluncak’ta Güney Kore ile ortak proje yürütülmüştür. Diğer yandan Sivas-Karaçayır ve Kayseri-Felahiye’de son yıllarda keşfedilen NTE anomalilerine yönelik çeşitli ölçeklerde maden jeolojisi etütleri ve laboratuvar çalışmaları yürütülmektedir. Bor Bilindiği gibi zengin olduğumuz madenler arasında ilk sırayı, dünya rezervlerinin % 72’sine sahip olduğumuz bor yatakları almaktadır. Ülkemiz ABD’den sonra dünyadaki en büyük bor üreticisidir. Son MİGEM verilerine göre ülkemizin 2011 yılı bor üretimi 6.348.487 tondur. 2012 yılı bor üretimi ise düşerek 4.220.291 ton olarak gerçekleşmiştir. 2.066 milyar ton olarak bi- linen ülkemiz bor rezervi 2002 yılında Genel Müdürlüğümüz ve Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü arasında imzalanan protokol çerçevesinde başlayan ve 2013 yılında sonlanan proje kapsamında rezervlerimiz % 50 artarak 3.066 milyar tona çıkmıştır. Bu çalışma kapsamında Eskişehir-Kırka, Kütahya-Emet, Balıkesir-Bigadiç bor yataklarımızdaki rezervler büyük ölçekte görünür hale gelmiştir. Bor madenlerinin stratejik önem taşıması ve ülkemiz jeolojisinin bor yataklarının oluşumuna uygun evaporitik ortamlara sahip olması nedeniyle bor arama projelerine devam edilecektir. Protokol gereği 2014 yılında çalışmalar sonlandırılmıştır. Ülkemizin tek bor üreticisi olan Eti Maden Genel Müdürlüğü, 2013 yılında 738.593 ton tabi borat ve konsantreleri ihracatı gerçekleştirmiş olup karşılığında 233.028701 dolar gelir elde etmiştir (TÜİK-2013). Trona Ülkemizde Ankara-Beypazarı’nda Genel Müdürlüğümüz tarafından, diğeri ise Ankara-Kazan’da yabancı bir şirket tarafından bulunmuş iki doğal soda (trona) yatağı bulunmaktadır. Beypazarı yatağında, % 56 ve üzeri trona içeren 235 milyon ton, Ankara-Kazan yatağında % 31 trona içerikli 607 milyon ton olmak üzere toplam 842 milyon ton trona rezervimiz vardır. Ülkemizi trona yataklarının Avrupa pazarlarına yakınlığı, kalitesi ve işletme kolaylığı çok önemli bir avantajdır. MİGEM verilerine göre 2012 yılı trona üretimi 1.852.817 ton dur. Ülkemiz Dünya’nın en büyük trona yataklarına sahip ikinci ülkesi konumuna gelmiştir. Türkiye doğal soda yataklarına sahip olmanın yanında, yüksek sentetik soda üretim kapasitesine de sahiptir. Mevcut yatakların üretime geçmesiyle ülkemiz doğal ve sentetik soda üretiminde günümüzde dünyada söz sahibidir. Mermer ve Doğal Taşlar Ülkemizin jeolojik yapısı, mermer ve doğal taş çeşitliliği bakımından önemli avantajlar sağlamaktadır. Son yıllarda sektörel anlamda önemli gelişmeler kaydedilmiş ve özellikle ihracata yönelik üretim kapasitesinde dikkate değer gelişmeler sağlanmıştır. Genel maden ihracatımız içinde değer olarak mermer ve doğaltaşlar ilk sırada yer almaktadır. 2013 yılı ihracatımız yaklaşık 9,065 milyon ton (ham ve işlenmiş mermer, oniks, traverten, sert taş, kayrak ve diğer doğal taşlar) olarak gerçekleşmiştir. İthalatımız ise yaklaşık 246 milyon dolardır. MİGEM-2012 verilerine göre ülkemizin 2012 yılı ham ve işlenmiş mermer üretimi 5,4 milyon m3, doğaltaş (andezit-bazalt, mozaik, kayrak) üretimi ise 24 milyon tondur. 2005-2014 Yılları Arasında Bulunan Linyit Rezerv Miktarları Seramik ve Cam Hammaddeleri Üretim kapasitesi olarak Avrupa’da 3. Dünyada ise 5. sıraya ulaşan ülkemiz sera- mik sanayinde yıllık ortalama 1 milyar dolar civarında bir üretim gerçekleştirmektedir. Cam sanayinde yıllık hammadde tüketimi 2 milyar tona, üretim değeri ise 2 milyar dolar/yıl’a ulaşmaktadır. Genel Müdürlüğümüz tarafından 197080’li yıllarda ağırlık verilen seramik ve cam hammaddeleri arama çalışmaları sonucunda ortaya konulmuş olan rezervler sektörlere güvence sağlamış, üretim girdilerinde maliyet azalmış ve bugünkü gelişmiş seramik sanayi ortaya çıkmıştır. Genel Müdürlüğümüz tarafından son yıllarda yapılan çalışmalarla Yozgat, Zonguldak, Kastamonu ve Malatya yörelerinde yeni seramik ve cam hammadde yatakları ortaya çıkarılmıştır. Grafit Yapısındaki Karbon nedeniyle tıpkı elmas gibi kristal bir yapıda olan grafit, endüstriyel anlamda çok geniş bir kullanım alanına sahiptir. Genel Müdürlüğümüzce Bitlis-Pütürge Masifi ve Malatya Metamorfikleri Endüstriyel Hammadde Aramaları projesi kapsamında Kahramanmaraş-Göksun-Fındıklıkoyak-Grafit Sahası tespit edilmiş ve MTA adına ruhsatlandırılmıştır. Kömür Türkiye’de Genel Müdürlüğümüz tarafından kömür aramacılığına 1938 yılında başlanmış ve 1984 yılına kadar 40.000 km2 alanın detay jeolojik etüdü yapılmıştır. Bu dönemde toplam 1.459.000 m sondaj yapılarak 117 adet linyit sahası saptanmış, toplamda 8,3 milyar ton linyit rezervi tespit edilmiştir. 1984 - 2004 yılları arasında girilen durağan dönemden sonra, Bakanlığımızın Enerjide yerli kaynaklarının kullanımını arttırma poli- tikası çerçevesinde 2005 yılında yoğun kömür arama çalışmalarına başlanılmış ve bu tarihten sonra 2014 yılı sonuna kadar Genel Müdürlüğümüze ait ruhsatlı sahalarda ve işbirliği kapsamında TKİ ve EÜAŞ’a ait sahalarda toplam 1.490.686 metre sondaj yapılarak 7,21 milyar ton yeni linyit rezervi tespit edilmiştir. Bu kömürlerin kalorileri 1200-3000 kcal/kg olup, 18.500 MW güce sahip yeni termik santral yapımına uygun sahalardır. Kaynaklar -DPT, 2007.9. Kalkınma Planı (2009-2013), Madencilik Özel İhtisas Komisyonu Raporu - Mineral Potential of Turkey, 2012. (http://www.fenimining.com). -MTA Genel Müdürlüğü, 2015. Türkiye Maden Rezervleri itü vakfı dergisi 27 MADENCİLİK DOSYASI Akçakoca Doğalgaz Üretim Platformu Türkiye’de Petrolün Bugünü ve Geleceği Besim ŞİŞMAN Türkiye Petrolleri / Genel Müdür Yönetim Kurulu Başkanı Kamuoyunda Türkiye’nin zengin bir petrol ve doğalgaz ülkesi olduğuna dair yayılan yanlış algının aksine, Türkiye sınırlı hidrokarbon kaynakları nedeniyle petrolde yaklaşık %92, doğalgazda ise %98 oranında dışa bağımlı bir ülkedir. Ülkemizin 2014 yılı petrol tüketimi 724.000 v/gün iken, doğalgaz tüketimi yaklaşık 49 milyar m3/yıl olarak gerçekleşmiştir. Buna karşın Türkiye’nin 2014 yılı günlük petrol üretimi yaklaşık 47.000 varil olup, doğalgaz üretimi ise ancak yılda 0,6 milyar m3 olarak gerçekleşmiştir… 28 itü vakfı dergisi Ü lkelerin refahı ve kalkınmasında, petrol ve doğalgaz potansiyellerinin belirlenmesi ve çağdaş teknoloji ile bu kaynakların ülke yararına kullanılmasının stratejik önemi her geçen gün biraz daha artmaktadır. Dünyada birincil enerji kaynakları arasında %57 ile ilk sırada yer alan hidrokarbon kaynakları önümüzdeki 50 yıl boyunca da küresel tüketimde ilk sıradaki yerini koruyacaktır. Benzer şekilde ülkemizde de birincil enerji kaynakları arasında %58 ile ilk sırada yer alan hidrokarbon kaynakları tüketimi, bu anlamda dünya ortalaması ile büyük oranda paralellik göstermektedir. Kamuoyunda Türkiye’nin zengin bir petrol ve doğalgaz ülkesi olduğuna dair yayılan yanlış algının aksine, Türkiye sınırlı hidrokarbon kaynakları nede- niyle petrolde yaklaşık %92, doğalgazda ise %98 oranında dışa bağımlı bir ülkedir. Ülkemizin 2014 yılı petrol tüketimi 724.000 v/gün iken, doğalgaz tüketimi yaklaşık 49 milyar m3/yıl olarak gerçekleşmiştir. Buna karşın Türkiye’nin 2014 yılı günlük petrol üretimi yaklaşık 47.000 varil olup, doğal gaz üretimi ise ancak yılda 0,6 milyar m3 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’nin toplam rezervi 1,4 milyar varil olarak hesaplanmaktadır. Bu rakam küresel petrol rezervlerinin yaklaşık % 0,8’ine denk gelmektedir. Suudi Arabistan’ın 264,3 milyar varille dünya rezervlerinin % 22’sine, İran’ın 137,5 milyar varille % 11,5’ine, Irak’ın 115 milyar varille % 9,6’sına, Kuveyt’in 101,5 milyar varille % 8,5’ine sahip olduğu düşünüldüğünde Türkiye’nin sanıldığının aksine petrol ülkesi olmadığı gerçeği daha net anlaşılacaktır. Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığı ekonomimizin en kırılgan noktasıdır. Enerji ithalatı ülkemizin toplam ithalatı içerisinde yaklaşık %23’lük bir pay almaktadır. Son 10 yıla baktığımızda ise enerji ithalatına ödediğimiz rakam 385 milyar dolara ulaşmıştır. 2013 yılı net rakamlarında Türkiye doğalgaz ithalatında dünya beşincisi, petrol ithalatında dünya on üçüncüsü, enerji ithalatı sıralamasında ise dünya on birincisi olmuştur. 1954 yılından 2014 yılına kadar ülkemizde Türkiye Petrolleri (TP) de dâhil olmak üzere toplam 302 şirket arama ve işletme faaliyetinde bulunmuştur. Maden Tetkik Arama’nın kurulduğu 1935’den 2013 yılına kadar açılan toplam 4.438 kuyunun 1.181’i yabancı şirketler tarafından açılırken, 305 kuyu yerli ve yabancı ortaklıklar aracılığıyla açılmıştır. 2013 yılı itibariyle Petrol İşleri Genel Müdürlüğü tarafından açıklanan “Türkiye’deki Ruhsat Sahibi Şirketler” listesinde ülkemizde Avustralya, Bahama, Cayman Adaları, Hollanda, Jersey, Kanada, Lüksemburg, Norveç ve Amerika Birleşik Devletleri menşeili olmak üzere 17 yabancı, 58 Türk toplam 75 şirket faaliyetlerini sürdürmektedir. Bugün yurtiçi petrol üretiminin yaklaşık %75’i, doğal gaz üretiminin ise %55’lik kısmı TP tarafından yapılmaktadır. TP’nin günlük 100 bin varillik üretiminin yaklaşık %40’lık kısmı da yurtiçinde gerçekleştirilmektedir. 2000’li yılların başlarında 50 milyon dolar yurtiçi yatırım bütçesine sahip TP, 2014 yılı sonu itibariyle yurtiçi 490 milyon dolara ulaşan yatırım gerçekleşmesi Batman Üretim Sahası ile petrol ve doğalgaz kaynaklarımızı ülke ekonomisine kazandırmak adına önemli projelere imza atmıştır. Yine aynı dönemde TP yurtdışında yaptığı 2,8 milyar dolar yatırımla Türkiye’nin yurtdışında en çok yatırım yapan şirketi unvanını kazanmıştır. Önceliği yerel kaynaklara vererek ülkemizin hidrokarbon potansiyelini gün ışığına çıkarmaya çalışan TP’nin son 10 yılda ürettiği petrol toplamda 264 milyon varil petrol eşdeğerindedir. 2014 yılında yurtiçinde toplam 33 milyon varil petrol eşdeğeri üretimi gerçekleştirilmiştir. Halen toplam 1200 kuyu ile üretim faaliyetlerimiz devam etmektedir. 2023 yılındaki hedefimiz ise mevcut üretimimizi günlük 175 bin varile çıkarmaktır. Petrol ve doğalgaz gibi stratejik bir Son 10 yıla baktığımızda enerji ithalatına ödediğimiz rakam 385 milyar dolara ulaşmıştır. 2013 yılı net rakamlarında Türkiye doğalgaz ithalatında dünya beşincisi, petrol ithalatında dünya on üçüncüsü, enerji ithalatı sıralamasında ise dünya onbirincisi olmuştur. alanda faaliyet gösteren TP, ülkemizin enerji kaynağının çeşitlenmesi ve enerji arzı güvenliğinin sağlanması için var gücüyle çalışmakta; ülkemizin menfaatleri doğrultusunda üstlendiği bu ağır sorumluluğu layıkıyla yerine getirebilmek için gerekli bütün adımları atmaktadır. Cumhuriyetimizin 100. yılı hedefleri doğrultusunda ülkemizin artan enerji ihtiyacını büyük oranda karşılamayı hedefleyen TP, yurtiçi kara ve deniz alanlarında arama ve üretim faaliyetlerinin yanı sıra, tek başına ve/veya ortaklarla dünyanın birçok yerinde konvansiyonel ve ankonvansiyonel faaliyetler gösteren, rezervlerini sürekli artıran, dünyanın her noktasında iş geliştirme fırsatlarını kollayan hamleci tavrıyla ülkemizin enerji arz güvenliğinin sağlanması ve enerji kaynağının çeşitlendirilmesine büyük katkılar sağlamaktadır. Karalarının %15’i, denizlerinin ise henüz %5’i aranan ülkemiz bu manada yüksek bir hidrokarbon potansiyeline sahiptir. Bu manada ülke olarak keşfedilecek alanların çokluğu ve bu alanlardaki potansiyel, yatırımcıların dikkatini çekmektedir. TP bu anlamda Karadeniz ve Akdeniz’de uluslararası dev enerji şirketleri ile ortaklıklar kurarak derin deniz aramacılığı faaliyetlerine hız vermiştir. 2004-2011 yılları arasında yürüttüğümüz yoğun sismik program itü vakfı dergisi 29 MADENCİLİK DOSYASI 2004-2011 yılları arasında yürüttüğümüz yoğun sismik program sayesinde Karadeniz’de ciddi bir potansiyelin olduğu ispatlandı. 436.400 km2’lik Karadeniz’in %40’lık bölümü Türkiye’ye ait ve bu durum bizim katıldığımız ve katılacağımız konsorsiyumlarda elimizdeki en büyük kozumuz. sayesinde Karadeniz’de ciddi bir potansiyelin olduğu ispatlandı. 436.400 km2’lik Karadeniz’in %40’lık bölümü Türkiye’ye ait ve bu durum bizim katıldığımız ve katılacağımız konsorsiyumlarda elimizdeki en büyük kozumuz. Karadeniz’de beş adet derin deniz ve çok sayıda 12 mil içi ruhsat TP arama portföyü içerisinde yer almaktadır. Son 10 yılda TP tarafından bölgede 110.000 km’nin üzerinde 2 boyutlu ve 15.000 km2’nin üzerinde 3 boyutlu sismik veri toplama çalışması yapılmıştır. Bu süre zarfında, TP farklı zamanlarda yapılan anlaşmalarla dünyanın önde gelen beş petrol şirketi (BP, Petrobras, ExxonMobil, Chevron ve Shell) ile ortaklıklar yaparak derin deniz ruhsatlarında çalışmalar yürütmüştür. Bu çalışmaların sonucunda, altı ultra derin deniz kuyusu (Hopa-1, Sinop-1, Yassıhöyük-1, Kastamonu-1, Sürmene-1 ve Şile-1) ve bir adet sığ deniz kuyusu (Istranca-1) açılmıştır. Son dönemde Karadeniz, Tuna prospektinin değerlendirilmesi için büyük petrol şirketleri ile görüşmeler devam etmekte olup Akdeniz’de ise yoğun sismik veri alımı çalışmaları yürütülmektedir. Hidrokarbon arama ve üretim sektöründe son zamanlarda geleneksel iş yapış biçiminden geleneksel olmayan/yenilikçi iş yapış biçimlerine doğru bir değişim dönüşüm yaşanmakta ve bu süreçte ankonvansiyonel kaynaklar ön plana çıkmaktadır. Ülkemizin ankonvansiyonel potansiyelini ortaya çıkarmak adına çalışmalarımızı bu kaynaklar yönünden zengin Trakya ve Güney Doğu Anadolu Bölgesi’nde yoğunlaş- 30 itü vakfı dergisi tırmış bulunmaktayız. Daha önce Shell ile Güney Doğu Anadolu Bölgesi’nde yaptığımız başarılı işbirliğinin benzerini hâlihazırda ExxonMobil ve Halliburton şirketleri ile de sürdürüyoruz. Tek başına ve/veya ortaklarla sürdürdüğümüz bu faaliyetlerde bizim için önemli olan petrol ve gazın ankonvansiyonel yöntemlerle çıkarılması ve üretiminin ortaya konmasıdır. Son 10 yılda yurtdışına 5,74 milyar dolar yatırım yaparak toplam petrol rezervini iki katına çıkaran TP, hâlihazırda Afganistan, Azerbaycan, Irak, Kırgızistan, Libya ve Rusya’da faaliyetlerine devam etmektedir. İş geliştirme faaliyetleri bünyesinde yeni coğrafyalara açılan şirketimiz son yıllarda yatırım portföyünü Rusya, Orta Doğu, Latin Amerika ve Afrika’yı kapsayacak şekilde genişletme çalışmalarını sürdürmektedir. Özellikle Afrika’yı odak noktası olarak belirleyerek çalışmalarımızı bu yönde sürdürüyoruz. Önümüzdeki dönemde yurtdışında oldukça aktif ve agresif bir genişleme politikası takip edeceğiz. Türkiye Petrolleri’nin yeni dönemdeki hedefi iş geliştirme faaliyetlerine daha fazla önem vererek ve devletimizin gücünü de arkasına alarak yerli/ yabancı konsorsiyumlarla yeni projelere girmek ve yeni coğrafyalara açılmaktır. TP bu anlamda tarihinde ilk defa saha satın alması gerçekleştirmiş ve Rusya’da Macar MOL şirketine ait Baituganskoye sahası ve Yerilkinsky bloklarının %49 hissesini satın alarak yaklaşık 100 milyon varil rezerve sahip bu sahada 50 milyon varillik rezerve sahip olmuştur. Yine benzer şekilde Fransız enerji şirketi Total’in Azerbaycan’ın Şah Deniz Doğalgaz Sahası ve Güney Kafkasya Boru Hattındaki % 10 hisselerini satın Silivri Doğalgaz Depolama Tesisi Türkiye Petrolleri’nin Yurtdışında Faaliyet Gösterdiği Ülkeler alan TP her iki projedeki toplam payını %9’dan %19’a çıkarmıştır. Yakın dönemde hayata geçirdiğimiz bu dev bütçeli projeler uzun vadeli stratejik hedeflerimizin ilk somut göstergeleri olmuştur. Ülkemizin enerji kaynağının çeşitlenmesi ve enerji arz güvenliğinin sağlanması için gerek tek başımıza gerekse ortaklıklar yoluyla Trakya ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi başta olmak üzere ülkemizin kaya gazı potansiyelinin ortaya çıkarılması için yoğun bir çalışma içerisindeyiz. Bunun yanı sıra Türkiye Kömür İşletmeleri ile Bolu Göynük ve Ankara Nallıhan'da bitümlü şeyllerden sentetik petrol, sentetik gaz elde edilmesi ve/veya bitümlü şeyl yakıtlı termik santraller kurularak elektrik enerjisi üretimi için birlikte çalışmalar yürütüyoruz. Türkiye’nin önde gelen üniversiteleriyle birlikte yürüttüğümüz gaz hidrat projemizde ise Batı Karadeniz karasularında deniz tabanından alınan örneklerin incelenerek olası rezervlerin belirlenmesi üzerine çalışıyoruz. TÜBİTAK ile petrol kuyularında düşük akışkanlıkta bulunan petrolün, mikrodalga enerji etkileşimi ile akışkanlığının artırılması ve dolaylı olarak üretimin artırılmasına dönük yürüttüğümüz projede fizibilite anlaşması imzalayarak çalışmalarımıza hız verdik. Mevcut yürüttüğümüz arama ve üretim projelerimizin yanı sıra Ar-Ge ve inovasyon yatırımlarımızı artırarak sadece ülkemizin petrol ve doğalgaz endüstrisinin gelişimi için ön ayak olmuyor, sektörün dinamiklerinden kaynaklı değişim ve dönüşümleri şirketimiz bünyesinde uygulayarak teknik ve yönetsel manada küresel standartlara uyum sağlayan bir yapıyı meydana getiriyoruz. Jeopolitik konumunun avantajı sayesinde uluslararası petrol ve doğalgaz boru hattı projelerinin odak noktası haline gelen Türkiye, bu sayede enerjide bölgesel ve küresel etkinliğini artırırken uluslararası enerji arenasında da hatırı sayılır bir aktör haline gelmiştir. Uluslararası enerji işbirlikleri çerçevesinde özellikle son dönemde hayata geçirilen yeni boru hattı projeleri ile önemli bir enerji koridoru ve terminali haline gelen 2000’li yılların başlarında 50 milyon dolar yurtiçi yatırım bütçesine sahip TP, 2014 yılı sonu itibariyle yurtiçi 490 milyon dolara ulaşan yatırım gerçekleşmesi ile petrol ve doğalgaz kaynaklarımızı ülke ekonomisine kazandırmak adına önemli projelere imza atmıştır. Türkiye, bu sayede kaynak ülke çeşitliliğini artırırken diğer taraftan da ithalattan kaynaklı riskleri en aza indirme imkânına kavuşacaktır. Dünya ham petrol rezervlerinin yaklaşık %70’i ve doğalgaz rezervlerinin %76’sı yakın coğrafyasında bulunan Türkiye, hem bu kaynaklarda söz sahibi olmak hem de bölgenin doğal kaynaklarının uluslararası pazarlara ulaştırılması konusunda yoğun bir enerji diplomasisi yürütmektedir. 2023 yılında dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olmayı ulusal hedefi olarak belirleyen Türkiye Cumhuriyeti’ni bu ülküye ulaştıracak en önemli husus bütçedeki açığın neredeyse yarısına yakınını oluşturan enerjide ithalat kaleminin minimuma indirilmesidir. Türkiye’nin enerjiden kaynaklı sorununun büyük oranda çözülmesi, 2023 ve sonrası hedefleri çok daha kolay yakalanabilir hale getirmek demektir. Bu görev bilinciyle Türkiye Petrolleri olarak Türkiye’nin refahı ve büyümesi adına bugüne kadar sürdürdüğümüz çalışmalara gelecek dönemde de büyük bir azim ve kararlılıkla devam edeceğiz. Bütün amacımız bölgesinde lider, dünyada etkin, uluslararası rekabet düzeyi yüksek, en geniş coğrafyada faaliyet gösteren, uluslararası kurumsal yönetim ilkeleriyle uyumlu, dünya çapında tanınan 10 küresel Türk markasından biri olacak bir TP vücuda getirmektir. itü vakfı dergisi 31 MADENCİLİK DOSYASI Prof. Dr. H. Şebnem Düzgün ODTÜ Maden Mühendisliği Bölümü Ülkemiz her ne kadar enerji açığını yerli kaynaklara dayalı olarak karşılamaya çalışacak bir enerji politikasına sahip olsa da, özellikle kömür madenciliği için benimsenen doğal kaynak yönetimi sürdürülebilirk açısından uygulanabilir görünmemektedir. Ülkemiz yeraltı kaynaklarının sürdürülebilirlik ilkelerine uygun şekilde işletilmesi için sektördeki işletmelerin uzlaşmaları, devletin doğal kaynak yönetimi politikalarını sürdürülebilirlik esaslarına göre yeniden gözden geçirmesi ve tüm bunlara uygun bir mevzuatın geliştirilmesi gerekmektedir… K alkınmada deniz, su, orman, yeraltı, vb. doğal kaynaklar önemli rol oynamaktadır. Maden yatakları, petrol, doğalgaz vb.doğal kaynaklar ise tükenen doğal kaynaklardır ve bunların kalkınmaya katkısını yönetmek için sürdürülebilir doğal kaynak yönetimi yaklaşımları gerekmektedir. Madencilik tükenen doğal kaynakların işletilmesine dayandığından, sektörün sürdürülebilir kalkınmaya olan katkısını maksimize edecek doğal kaynak yönetimi yaklaşımları kritik öneme sahiptir. Sürdürülebilir Doğal Kaynak Yönetimi Çerçevesinde Sürdürülebilir Tükenen Doğal Kaynak Yönetimi Nedir? Tükenen doğal kanak yönetimininde sürdürülebilirliğin ana ilkesi şudur: Gelecek nesillerin ihtiyaç duyacağı kaynak potansiyellerini azaltmadan, günümüz neslinin yaşam standardını, maliyet ve menfaatleri eşit şekilde dağıtarak, maksimize etmek. Bu ilke madencilik özelinde yorumlandığında ise temel prensip şudur: Bir maden işletmesi, günümüz neslinin ve gelecek nesillerin tükenen kaynağını işletmektedir; işletme bu kaynağın sürdürülebilir kalkınmaya en çok katkı sağlayacak şekilde işletilmesini sağlamak zorundadır. Devlet de işletmenin bu cevheri kaynak 32 itü vakfı dergisi Türkiye Madencilik Politikaları Değerlendirmesi yönetimi açısından en iyi şekilde çıkarmasını ve elde edilen gelirin yeni kaynaklara dönüştürülmesini sağlayacak madencilik politikaları üretmek, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini sağlamak zorundadır. Sürdürülebilir Madencilik Ne Demektir? Madenciliğin sürdürülebilirliği maden işlet- Bugün dünyada ICMM’nin on ilkesi sürdürülebilirlik için yeterli bulunmamakta, bu ilkelerde güvenli ve verimli rezerv yönetiminin eksikliği vurgulanmaktadır. Ülkemizde ise maalesef madencilik sektöründe bu on ilke bile tam olarak benimsenmemiştir. melerinin devamlı madencilik yapabilmelerini sağlayacak koşulların oluşması demektir. Dolayısıyla ancak sürdürülebilir bir doğal kaynak yönetimiyle madencilik sektörü sürdürülebilir olacaktır. Bu nedenle sektörün de uzun vadede devletin sürdürülebilir bir doğal kaynak yönetimi politikası izlemesini desteklemesi gerekmektedir. Sürdürülebilirlik esasına göre bir cevherin ekonomik olarak çıkartılmasını denetlemek devletin asli görevidir. Bir cevherin ekonomik olarak işletilebilirliği hesabında üretim maliyetlerinin yanında güvenlik, riskleri azaltma, madenciliğin sosyal ve çevresel etkilerinin azaltılması maliyetleri de vardır. Genellikle kamuoyunda madenciliğin sosyal etkilerinin madencilik disiplinin içinde olmadığı, hatta maden mühendisliğinin bu konuya kafa yormasının mühendislik değil de siyasi kaygılar olduğu gibi bir kanı mevcuttur ki sürdürülebilir madencilik yaklaşımları geliş- tirmekle yükümlü olan maden mühendisliği disiplini ile bağdaşmamaktadır. Dünyada madenciliğin giderek yapılmasında yaşanan sıkıntılardan, sürdürülebilirliğinin tehlikeye girmesi nedeniyle International Council of Mining and Metals (ICMM) 2003’te madencilik endüstrisinin sürdürülebilir kalkınmaya olan taahhütlerini on ilkeyle belirlemiştir: (http://www. icmm.com/our-work/sustainable-development-framework/10-principles, Düzgün, H.S.B., 2009): 1. Etik madencilik uygulamaları gerçekleştirmek ve bunların paydaşları olan maden işletmesi, devlet, endüstri, toplum vb. kurumlar arasında etkin paylaşımların olduğu sağlıklı işletmelerle madencilik yapmak. 2. Sürdürülebilir kalkınma politikalarını, paylaşımcı bir karar verme sürecine dahil etmek. 3. Temel insan haklarının önde olduğu ve kültürlere, gelenek ve göreneklere saygılı madencilik uygulamaları yapmak. 4. Doğru verilere ve bilimsel temellere dayalı risk yönetimi stratejilerini uygulamak 5. İşletmelerin sağlık ve güvenlik koşullarını sürekli iyileştirecek yöntemler arayışında olmak. 6. Çevresel koşulların sürekli iyileşmesine yönelik arayışlar içinde olmak. 7. Biyo çeşitliliğin korunmasına ve entegre arazi planlamasına katkıda bulunmak. 8. İşletmelerde ürün tasarımı, ürün kullanımı, tekrar kullanım ve geridönüşüm gibi konulara duyarlı ve bunlara imkân sağlayıp teşvik eden modeller geliştirerek atıkların en uygun şekilde yönetilmesini sağlamak. 9. Madenciliğin yapıldığı alandaki toplulukların sosyal, ekonomik ve kurumsal alandaki gelişmelerine katkıda bulunmak. 10. Paydaşlara etkili ve şeffaf taahhütler verme ve iletişim içinde olma ile taahhütlerin yerine getirildiğini kanıtlayan bağımsız kurumlarca onaylanmış raporlamalarla bir uyum içinde olmak. On ilkenin madencilik projelerinde uygulandığının kanıtlarını içeren bir iş modeli, özellikle projelerin finansmanına destek veren uluslararası finansal kurumlarca da aranan şartlar arasındadır. Mason (2008) birçok bankanın Dow Jones Sürdürebilirlik Dünya Indeksleri (Dow Jones Sustainablity World Indexes, DJSWI) aracı ile şirketlerin sürdürebilirlik performanslarını izlediğini ve buna göre finansal desteklerin sağladığını belirtmiştir. Birçok finansal kurum Ekvator Prensiplerini (Equator Principles) benimseyerek, projelerin sosyal sorumluluk bakışı ve sağlam çevre yönetimi pratiklerine sahip olup olmadığını izlemektedir (Mason, 2008). Bugün dünyada ICMM’nin on ilkesi sürdürülebilirlik için yeterli bulunmamakta, bu ilkelerde güvenli ve verimli rezerv yönetiminin eksikliği vurgulanmaktadır (Laurance, 2011). Ülkemizde ise maalesef madencilik sektöründe bu on ilke bile tam olarak benimsenmemiştir. Bu durum sektörün sürdürülebilirliği açısından da önemli bir tehlike oluşturmaktadır. Söz gelimi bir yeraltı kömür ocağında güvenli madencilik (sürdürülebilirliğin güvenlik boyutu) yapabilmek ancak yeraltında minimum insan gücü ile üretim yapmayı gerektirir. Yeraltı kömür madenciliğinin yüksek üretim miktarlarına (sürdürülebilirliğin ekonomik boyutu) düşük iş gücü ile erişimi için ise ocakların mekanizasyonu şarttır. Mekanizasyon başlangıçta çok yüksek yatırım maliyeti demektir. Ülkemiz yeraltı kömür madenciliği sektöründe mekanizasyon ile çalışan ocaklar olmasına rağmen bunların kömür madenciliğindeki oranı oldukça düşüktür. Sektörün yüksek yatırım maliyeti ile güvenli madencilik yapması yerine düşük yatırım maliyetli yüksek iş gücüne dayalı riskli madencilik yaklaşımlarını tercih ettiği ortadadır. Soma’da olduğu gibi yaklaşık bir vardiyada 800 kişi ile madencilik faaliyeti gösteren tüm ocakların yüksek riskle madencilik yaptığı bir sektörün sürdürülebilir olması mümkün görünmemektedir. Bu durum yukarıda listelenen on ilkeden madde 3, 4 ve 5’e doğrudan aykırıdır ve diğer maddeler ile dolaylı aykırılıklar göstermektedir. Yüksek işgücüne dayalı yeraltı kömür madenciliğinde insan haklarının önde olduğu (madde 3), bilimsel temellere dayalı risk yönetiminin yapıldığı (madde 4) ve sağlık ve güvenlik koşullarının sürekli iyileştirildiği (madde 5) bir madencilik çalışması yapmak yöntemin doğası gereği itü vakfı dergisi 33 MADENCİLİK DOSYASI zaten mümkün olamamaktadır. Yüksek iş gücüne dayalı ve dolayısı ile yüksek riskli madencilik yaklaşımı, madenlerin kaza ya da başka nedenlerle kapanması durumunda ortaya çıkardığı çevresel, sosyal ve ekonomik sorunlar nedeni ile madenciliğin yerel kalkınmaya getirmesi beklenen katkıyı da en aza indirmektedir. Çünkü madenin kapanması halinde birden yüksek düzeyde bir işsizlik yerelde oluşmakta ve ilgili tüm alt sektörler bundan etkilenmektedir. Bu da yukarıda listelenen on ilkeden madde 9’da belirtilen madenciliğin yapıldığı alandaki toplulukların sosyal, ekonomik ve kurumsal alandaki gelişmelerine katkıda bulunmak ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Sürdürülebilir bir madencilik yaklaşımında bir maden işletmesinin, bulunduğu yöredeki refah düzeyini artırması beklenir. İşletme uygun kapatılmadığı taktirde, işletmenin kapatılmasından kaynaklı istihdam azalması ve diğer ilgili sorunlara bağlı olarak yerel halkın refah düzeyinde bir düşüş meydana gelebilir. Bu nedenle madencilik ile oluşan refah düzeyinin kötüleşmemesi için, maden işletmesinin birtakım sosyal yatırımlar yapması zorunludur. Bu yatırımlar, madenin kapanmasına yakın yapıldığında çok maliyetli ve etkin olmadığından, madencilik yapıldığı sürece işletme maliyetlerine katılarak yapılmak durumundadır. Ayrıca maden ocakları, Soma, Ermenek ve geçmişte meydana gelen kazaların yaşandığı diğer madenlerde olduğu gibi geçici 34 itü vakfı dergisi Sektörün yüksek yatırım maliyeti ile güvenli madencilik yapması yerine düşük yatırım maliyetli yüksek iş gücüne dayalı riskli madencilik yaklaşımlarını tercih ettiği ortadadır. Soma’da olduğu gibi yaklaşık bir vardiyada 800 kişi ile madencilik faaliyeti gösteren tüm ocakların yüksek riskle madencilik yaptığı bir sektörün sürdürülebilir olması mümkün görünmemektedir. olarak ya da tamamen kapatılmak durumunda kalabilmektedir. Bu tür durumlarda da madenciliğin yapıldığı bölgede refahın azalmamasını sağlayacak sosyal yatırımların yapılması kaçınılmazdır. Söz konusu yatırımların ne olacağı yine yerel halkın istek ve tercihlerine göre planlanırken, bu yatırımların maliyeti cevher üretim maliyetleri ile birlikte değerlendirilerek cevherin karlılığı hesaplanır. Laurence (2011), Laurence (2006) ve Laurance (2009)’da yapılan çalışmalara atıfta bulunarak, 1981-2009 yılları arasında kapanmış yaklaşık 1000 adet madeni incelemiştir. Kabaca 30 yıllık bir sürede incelenen bu madenlerin yaklaşık % 75’i planlanmamış nedenlerle, erken kapatılmak zorunda kalan madenlerdir. Bu madenlerin sadece %25’i rezerv tükenmesi nedeni ile kapatılmışlardır. Kısaca, bir maden işletmesinin planlanmayan nedenlerle kapa- tılma olasılığının, rezerv tükenmesi nedeni ile kapatılma olasılığına göre daha yüksek olduğu soylenebilir. Bu nedenle madenciliğin sürdürülebilir doğal kaynak yönetimi ilkeleriyle yapılabilmesi için işletmenin sosyal, ekonomik, çevresel, güvenlik ve verimli rezerv yönetimi boyutlarını dikkate alması kaçınılmazdır. Bir maden işletmesinin planlanmayan bir nedenle (yangın, göçük, grizu patlaması, su basması vb.) kapanması hem işletmenin yeryüzündeki ayak izinden kaynaklı çevresel sorunları hem de işsizlik, madenciliği destekleyen yan sektörlerin küçülmesi ve/veya yok olmasından kaynaklı sosyal sorunları ortaya çıkaracaktır. Söz konusu sorunlar hem doğal kaynakların hem de madencilik sektörünün sürdürülebilirliğini engelleyecek niteliktedir. Bu durumun en tipik örneği Soma ve Ermenek facialarıdır. Bu facialarda meydana gelen kayıpların ortaya çıkardığı toplumsal sorunların yanında ocakların uzun süreli kapanmasından kaynaklı daha büyük sorunlar ortaya çıkmıştır. Kömür ocakları güvenlik nedeni ile sürekli çalışma ve hızlı ilerleme prensibi ile işletilir. Çünkü birkaç gün bile çalışılmamış bir ocakta gaz ve/veya su birikmeleri, galerilerdeki ve ayaklardaki tahkimatlarda artan gerilmelerden kaynaklı olası yenilmeler, kendiliğinden yanma riskleri artar. Dolayısı ile kapatılan bir ocağın yeniden çalışmaya başlaması sürekli çalışan bir ocaktan daha fazla riskli ve maliyetlidir. Kapatılan ocaklarda, yangın, kendiliğinden yanma ya da güvenlik nedeni ile bir daha üretim yapılamaması da yeraltında üretilemeyerek bırakılan rezervin kaybına neden olur ki aslında kayıp ulusal bir kayıptır. Ocakların kapanması, maliyetleri ve güvenlik sorunları nedeni ile sürdürülebilirliğin en önemli tehdididir. Reservin en iyi şekilde işletilmesine olanak veren projelendirme, planlama ve uygulama olmadan ocakların işletilmesi ve gerçekleşen risklerle uzun süreli ya da tamamen kapatılmaları, hatta her büyük kazadan sonra ocakların kapatılmasının gündeme gelmesi malesef çözüm değildir. Öte yandan ülkemizde halen işetilmekte olan ve işletmeye açılması planlanan rezervlerin büyük bir bölümü fizibilite, maden planlama ve işletme koşulları dikkate alındığında sürdürülebilirlik prensiplerinin hemen çoğundan yoksundur. Yeraltı kaynaklarımızın sürdürülebilir şekilde işletilmesinin tek çözümü, rezervlerin modern mühendislik prensiplerine göre işletilebilirliğinin analizi, planlanması ve uygulanmasıdır. Bir Rezerv Kâr Etmiyorsa İşletilmesi Sürdürülebilirlik Açısından Uygun mudur? Maden, petrol, doğalgaz vb. tükenen yeraltı kaynakları sadece üretimin yapıldığı dönemin nesillerine ait değildir. Bu kaynaklar gelecek nesillerin de kaynağıdır. Bu nedenle rezervlerin maksimum kârla işletilmesi ve elde edilen kârla gelecek nesillerin kullanacağı yeni kaynakların oluşturulması sürdürülebilir tükenen doğal kaynak yönetiminin esasıdır. Dolayısı ile maden ocaklarının maksimum kar ile çalışması temel prensip iken bu kar sadece üretime odaklı bir maliyet hesabına dayanmamaktadır. Maden işlemesinin karlılığında, işletmenin güvenlik, sosyal ve çevresel etkilerin azaltılması, vb. maliyetlerin üretim maliyetine eklenmesi ile elde edilen giderler hesaba katılır. Bir başka deyişle kârlılık, modern madencilikte, cevherin satış fiyatından sadece üretim maliyetinin çıkarılması ile hesaplanmaz. Ülkemiz madencilik sektöründe güvenlik, risk azaltma, sosyal ve çevresel etkilerin azaltılması, vb. maliyetlerin, üretim maliyetlerine tam olarak yansıtılmasına dayalı bir yaklaşım benimsenmemekte, mevzuatın buna zorlayıcı düzenlemeleri yetersiz kalmaktadır. Tükenen yeraltı kaynaklarının yönetiminde bir yeraltı kaynağının üretimi kârlı değil ise o kaynak işletilmez. Çünkü kârlı olarak üretilmeyen bir kaynak hem gelecek nesillerin gelişen teknoloji ile daha kârlı olarak üretebileceği bir kaynağın tükenmesine hem de şimdiki neslin kaynaklarının kullanılarak (özellikle devletin işlettiği madenlerde) zararın kapatılmasına neden olmaktadır ki ortaya çıkan zarar madenciliğin oluşturduğu katmadeğerden çok daha fazladır. Bu açıdan TKİ işletmelerinde üretilen kömürlerin yoksul halka dağıtılması, sürdürülebilirlik açısından kabul edilebilir değildir. Yapılması gereken kömürün maksimum karla üretilmesi ve elde edilen gelirden hem yoksul halkın desteklenmesi hem de gelecek nesiller için yeni kaynaklar oluşturulmasıdır. Kısaca bir maden işletmesi ister devlet tarafından ister özel sektör tarafından işletiliyor olsun, kar etmiyorsa kapatılmalıdır. Karlılık hesabında ise hem üretim maliyetleri hem de güvenlik, çevresel ve sosyal etkilerin azaltılması maliyetleri dikkate alınmalıdır. Ne Yapılmalı? Ülkemizdeki maden işletmelerinin büyük bir bölümünde, karlılık hesabında güvenlik, risk azaltma, sosyal ve çevresel etkilerin azaltılması, vb. maliyet kalemleri çok düşük olduğundan maden ocakları kârlı imiş gibi görülmektedir. Zaten bu tür maliyetlerin hesaba katıldığı maden itü vakfı dergisi 35 MADENCİLİK DOSYASI işletmelerinde halihazırdaki madencilik sistemlerinin uygulanması mümkün olmayacak,düşük iş gücü ve yüksek yatırım maliyetli mekanize sistemler karlılık için zorunlu hale gelecektir. Öte yandan yeraltı kaynaklarının karlılığı büyüyen işletme ölçeği (olası en yüksek üretim) ile artmakta bu da yeraltında minimum rezerv bırakma ve büyük miktarlarda rezerv işleme ile sağlanabilmektedir. Ülkemizde özellikle büyük kömür havzalarında rezervin parçalara bölünerek farklı işletmelerce üretime açılması hem ölçeği küçültmekte hem de farklı işletmelerin güvenli çalışması için topuk (cevherin iki yeraltı açıklığının güvenliği açısından üretilmeden yeraltında bırakılması) olarak yeraltında rezerv bırakılması zorunluluğunu doğurmaktadır. Sözgelimi Soma havzasında ruhsatlar o kadar parçalıdır ki birbirine komşu olan ruhsat sahalarındaki işletmelerin güvenli çalışması için bırakacakları kömür miktarları parçalanma nedeni ile oldukça fazladır. Afşin - Elbistan havzasında havzanın büyüklüğüne göre oluşturulan kömür sektörleri oldukça büyük olmasına ragmen her sektörün farklı işletme tarafından işletilmesi yine büyük miktarlarda rezerv kaybına neden olmaktadır. Söz konusu rezerv kayıpları, havza madenciliği yaklaşımını esas alan mevzuat değişiklikleri ile engellenmeye çalışılsa da TTK, TKİ, EÜAŞ gibi kamu kurumlarının sahip oldukları ruhsat sahalarının hizmet alımı ya da rödevans ile işletilmesi yaklaşımından vazgeçilmediği müddetçe en aza indirilemeyecektir. Sözgelimi Afşin- Elbistan havzasının Park Teknik tarafından işletilen Çöllolar sektöründe, EUAŞ tarafından işletilen ve yakın zamanda bir özel sektör firmasına devredilen A sektöründe ve özleştirilmeye açılmaya çalışılan C ve D sektörlerinde farklı işletmelerce üretim yapılması rezerv kayıplarını en aza indirecek bir yaklaşım değildir. Ülkemizde Soma, Afşin-Elbistan, Zonguldak gibi büyük kömür havzalarında hala ruhsatların büyük bölümü kamu elindedir ve kamu, madencilik işletmesini kendi yapmak yerine ruhsatları rödovans ya da hizmet alımı yolu ile işletmeye açma eğilimindedir ki yukarıda irdelenen nedenlerden dolayı kesinlikle sürdürülebilir bir doğal kaynak yönetimi politikası değildir. Tüm bunlara ek olarak özellikle rödovans ya da hizmet alımı yolu ile işletmeye açılan kamu ruhsat sahalarının mücbir nedenlerle kapatılması koşulları için yasal düzenle- 36 itü vakfı dergisi Yüksek iş gücüne dayalı ve dolayısı ise yüksek riskli madencilik yaklaşımı, madenlerin kaza ya da başka nedenlerle kapanması durumunda ortaya çıkardığı çevresel, sosyal ve ekonomik sorunlar nedeni ile madenciliğin yerel kalkınmaya getirmesi beklenen katkıyı da en aza indirmektedir. melere ihtiyaç vardır. Bu açıdan, 23 Ocak 2010 Tarihli ve 27471 sayılı Madencilik Faaliyetleri ile Bozulan Arazilerin Doğaya Yeniden Kazandırma Yönetmeliği, sadece doğaya yeniden kazandırma ilkelerini düzenlemektedir ve bu yönetmeliğin maden kapatma ilkelerini da düzenleyecek şekilde genişletilmesi ile söz konusu ihtiyaç giderilebilecektir. Sonuç Maden işletmeleri, çalışanlarının ve madencilik faaliyetlerinden etkilenerek yaşam kalitesinde düşüş olan her bireyin hayat kalitesinden sorumludur. Bu nedenle, madenciliğin sosyal ve çevresel etkilerinden ve maliyetlerinden uzak duramaz. Hem sektörün hem de doğal kaynakların sürdürülebilirliği açısından bu husus kritik bir öneme sahiptir. Ülkemiz her ne kadar enerji açığını yerli kaynaklara dayalı olarak karşılamaya çalı- şacak bir enerji politikasına sahip olsa da, özellikle kömür madenciliği için benimsenen doğal kaynak yönetimi sürdürülebilirk açısından uygulanabilir görünmemektedir. Ülkemiz yeraltı kaynaklarının sürdürülebilirlik ilkelerine uygun şekilde işletilmesi için sektördeki işletmelerin uzlaşmaları, devletin doğal kaynak yönetimi politikalarını sürdürülebilirlik esaslarına göre yeniden gözden geçirmesi ve tüm bunlara uygun bir mevzuatın geliştirilmesi gerekmektedir. Özellikle Soma ve Ermenek faciaları sonrasında kamuoyunda meydana gelen hassasiyetin yönetilmesi ancak sürdürülebilirlik esaslarına dayalı olarak madenciliğin yapılması ile mümkün olabilecektir. Kaynakça 1. Laurence, D., 2011. Establishing a sustainable mining operation: an overview,Journal of Cleaner Production, Vol. 19: 278-284 . 2. Düzgün, H.S.B., 2009. Maden Kapatma Planlaması ve Doğaya Yeniden Kazandırmanın Temel İlkeleri, 3. Madencilik ve Çevre Sempozyumu, Ankara, 11-12 Haziran: 1-16. 3. Mason, A., 2008. Sustainable mining, Equities, Vol. 57-4:90-92. 4. Laurence, D.C., 2006. Why do mines close. In: Proceedings First International Seminar on Mine Closure. Australian Centre for Geomechanics, Perth, ISBN0 975675664: 83-94. 5. Laurence, D.C., 2009. Premature mine closures and the global financial crisis e have we learnt anything from the recent past? In: Proc. International Mine Closure Conference Perth, ISBN 9780980418590. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Direktörü Fatih Birol’dan Türkiye İçin Enerji Stratejisi Önerileri Birçok açıdan enerji alanındaki olumsuz gelişmeler Türkiye’deki gelişmeleri etkileyecek. Dünya enerji fiyatlarındaki değişmelerin Türkiye’nin ekonomisi üzerinde, cari açık dahil olmak üzere ciddi etkileri olacak. Enerji ile jeopolitikanın birbirine geçtiği gerçeği en fazla Ortadoğu’da kendisini hissettirecek. Bu durum Türkiye’nin bulunduğu konum nedeniyle oldukça önemli. Bu bakımdan, bizim Türkiye olarak birkaç şeye önem vermemiz gerekiyor: Birincisi, mümkün olduğu kadar yerli kaynaklarımızı kullanmamız lazım. Burada öncelikle yenilenebilir enerji kaynakları yani hidroelektrik, güneş, rüzgâr, jeotermal kaynaklar önemli. İkincisi, kömür madenlerimizden mümkün olduğu kadar fazla faydalanıp, kömürü temiz olarak kullanmanın yollarını aramalıyız. Üçüncüsü, enerjiyi çok daha verimli olarak kullanma şartımız var… Dışa Bağımlılığı Azaltmak İçin Yerli Kaynak 1. yüzyılda enerji ve enerjinin bir çarpanı olan iklim değişikliği konularının çok daha önem kazanacağını, enerji ve jeopolitikanın çok daha fazla iç içe geçeceğini düşünüyorum. Bu da enerji güvenliğinin çok önemli bir konu olacağını bize hatırlatıyor. Enerjinin, iklim değişikliğine yol açan sera gazı emisyonlarındaki payının yüzde 80 olduğunu düşünürsek, enerjinin nasıl kullanılacağı ve hangi teknolojik araçların kullanılacağı da dünyada ciddi bir tartışma konusu olacak. Giderek yenilenebilir enerjilere, sera gazı emisyonlarını daha az çıkartan teknolojilere karşı artan bir eğilim var. Türkiye de dünyadaki enerji gelişmelerinden tamamiyle etkilenecek bir ülke. Birçok açıdan enerji alanındaki olumsuz gelişmelerin Türkiye’deki gelişmeleri etkilemesi kaçınılmaz. Dünya enerji fiyatlarındaki değişmelerin Türkiye’nin ekonomisi üzerinde, cari açık dahil olmak üzere ciddi etkileri olacak. 2 Enerji ile jeopolitikanın birbirine geçtiği gerçeği en fazla Ortadoğu’da kendisini hissettirecek. Bu durum, Türkiye’nin bulunduğu konum nedeniyle oldukça önemli. Bu bakımdan bizim Türkiye olarak birkaç şeye önem vermemiz gerekiyor: Birincisi, mümkün olduğu kadar yerli kaynaklarımızı kullanmamız lazım. Burada öncelikle yenilenebilir enerji kaynakları yani hidroelektrik, güneş, rüzgar, jeotermal kaynaklar önemli. İkincisi, kömür madenlerimizden mümkün olduğu kadar fazla faydalanıp, kömürü temiz olarak kullanmanın yollarını aramalıyız. Üçüncüsü, enerjiyi çok daha verimli olarak kullanma şartımız var. Enerjiyi daha verimli kullanmamız halinde enerji tüketimimizdeki artış yavaşlayacak ve bu da dışa olan bağımlılığımızın azalmasını sağlayacaktır. Döndüncüsü de, nükleer enerjinin Türkiye için olmazsa olmaz bir teknoloji olduğunu düşünüyorum. Ancak, nükleer enerjinin önünde bizim için üç tane önemli bariyer, daha doğrusu engel var. Birincisi, nükleer enerji maliyeti çok yüksek olan bir yatırım. Bu bakımdan, bu yatırımların nasıl karşılanacağı, hangi ülkelerle nasıl anlaşmalar yapılacağı konusunda dikkatli olmamız gerekiyor. İkincisi, güvenlik açısından gerekli tedbirlerin en iyi şekilde alınıp alınmadığı hükümetler tarafından yani hem Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, hem projede taraf ülkelerin hükümetleri hem de bağımsız kuruluşlar tarafından kesinlikle denetlenmeli. Üçüncüsü de, nükleer enerji konusu önemli bir knowhow, önemli bir bilgi birikimi gerektiriyor. O bakımdan, yetişmiş teknolojik eleman kadrosunun zamanında planlanmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Enerji Diplomasisi Konusunda Ciddi Adımlar Türkiye’nin çevresindeki ülkelere bakarsak, bunlar dünyanın petrol ve doğal gaz rezervlerinin yüzde 70’i civarında potansiyele sahip. Türkiye’nin burada şimdiye kadar zaten olumlu olarak kullandığı şartları daha ciddi olarak takip etmesi gerekir. Türkiye’nin bu ülkelerden sadece enerji nakline yardımcı olan bir transit ülke olarak değil de, aynı zamanda bu birkaç ülkede üretimde pay sahibi olabileceğini düşünüyorum. Bu bakımdan Türkiye'nin enerji diplomasisi konusunda ciddi atılımlar içinde olması ve gerekli adımları atması lazım. Petrol Piyasaları ile Jeopolitika İç İçe Şu anda dünya petrol piyasalarında ciddi bir sorun yok. Çünkü Amerika’da, Brezilya’da ciddi petrol üretim artışı görüyoruz. Ama dört - beş sene sonrasına bakarsak, dünyanın Ortadoğu petrollerine olan bağımlılığında ciddi bir artış olacak. Çünkü Amerika’daki petrol üretim artışı yavaşlayacak. Zaten dünyanın en büyük petrol yataklarına sahip olan Ortadoğu, hem zenginlik açısından hem de en ucuzu olması açısından dünya petrolünün kalbi olarak kalmaya devam edecek. Tamam, şu anda Ortadoğu’ya baktığımızda çok ciddi sorunlar görüyoruz; Suriye’de yaşananlar, Libya’da ve Irak’taki durum, İran’la uluslararası camia arasındaki sorunlar, bana önümüzdeki yıllarda petrol piyasaları ile jeopolitikanın çok iç içe geçeceğini ve piyasalardaki dalgalanmaların daha da artabileceğini gösteriyor. O bakımdan, Ortadoğu’da günümüzdeki siyasi gelişmeler petrol piyasalarında da çok ciddi itü vakfı dergisi 37 MADENCİLİK DOSYASI "İTÜ adı beni onurlandırıyor, duygulandırıyor..." Enerji konusunda dünyanın en etkili isimlerinden biri olan ve geçtiğimiz aylarda Uluslararası Enerji Ajansı İcra Direktörlüğü görevine atanan İTÜ mezunu Fatih Birol'a telefonla bağlanarak Türkiye'nin enerji stratejisi için önerilerini sorduk. Bu çok kısa görüşmede Birol, İTÜ ile ilgili duygularını da dile getirdi: "İTÜ benim mezun olduğum, ama sedece mezun olmakla kalmayıp, mezun olduğum için iftihar ettiğim bir okul. Şu anda İTÜ ile olan ilişkim sadece CV’mde yazılı olmakla birlikte, mezunu olmaktan her zaman gurur duyduğum, ismini duyunca çok onurlandığım, duygulandığım bir okul. Ben kariyerimde belli bir başarı kazanmışsam, bu başarıdaki en önemli faktörlerden biri İTÜ’dür ve bana verdikleridir. Bu bakımdan, şu andaki ve geçmişteki tüm hocalarıma İTÜ Vakfı Dergisi aracılığıyla bir kez daha şükranlarımı bildirmek isterim." sonuçlar doğurabilecektir, şu anda olmasa bile önümüzdeki birkaç yıl içerisinde… Temiz Kömür İçin Teknolojik Atılımlar Dünyadaki tüm ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’nin de çevre konusundaki hassasiyetini artırması gerekiyor. Bu konuda bazı adımlar atıyoruz ancak, şu da önemli; çevre ile ekonomi arasındaki birçok konuda uzlaşma ve optimal noktayı bulmak gerekiyor. Özellikle Türkiye gibi kalkınmakta olan ülkelerde elektrik üretiminin maliyetinin düşük olması önemli. Tabii bazen de en uygun olan şey her zaman için temiz olan şey anlamına gelmiyor, bu konuda da optimumu bulmak gekeriyor. Türkiye’nin dünyadaki birçok ülkede olduğu gibi kömürü temiz olarak kullanmak için teknolojik atılımlar yapmasında yarar görüyorum. Bugün birçok ülkede kömür santrallerindeki verimi artıracak, kömürü minimum çevre etkisiyle kullanacak teknolojiler geliştiriliyor. Türkiye’nin de bu teknolojileri kullanması gerektiğini düşünüyorum. İthal kömür mü, yoksa yerli kömür mü kullanılmalı konusuna gelince, tabii ki dışa olan bağımlılığın azaltılması açısından yerli kömürün kullanılması önemli. Burada elbette hem maliyet hem kalite faktörlerine dikkat edilmesi gerekiyor. 38 itü vakfı dergisi İş Güvenliğinin Sağlanması Tüm Dünyada Birinci Koşuldur İş güvenliği ve bu kapsamdaki konular enerji programı dışında olsa bile insan hakları açısından olmazsa olmaz, yani tüm dünyada birinci koşuldur. Gelişen Çevre Bilinci ve Küresel Isınmanın Enerji Politikalarına Etkisi İklim değişikliği bütün dünyayı etkileyecek bir konu. Sadece gelişmiş ülkeler değil, gelişmekte olan ülkeler de dahil, herkes bir şekilde iklim değişikliğinin olumsuz sonuçlarından etkilenecek. Çok kısa sürede göreceğimiz meteorolojik olaylar, kuraklık, aşırı sıcaklık ve kasırgalar dünyadaki dengeleri değiştirecek. Bu bakımdan hiç kimse dünyada iklim değişikliğinin sonuçlarından bağımsız, ya da muaf değil. İklim değişikliğinin en büyük sorumlusu enerji sektörü. Çünkü İklim değişikliğine neden olan emisyonların üçte ikisinden çoğu enerji sektöründen kaynaklanıyor. Artık enerji sektörü de bu sonuca varıyor. Bu nedenle de, dünyadaki ülkeler giderek iklim değişikliği konusunda ciddi adımlar atıyorlar. Şu anda birçok ülke bu sene sonunda Paris’te yapılacak İklim Değişikliği Liderler Zirvesi için taahhütlerde bulundu. Bu taahhütlerde bulunanlar arasında başta Amerikalılar, Çinliler, Japonlar, Avrupalılar geliyor. Artık bu konuda önemli ve ciddi küresel adımların Paris’te bu tabloyla başlayacağını düşünüyorum. Bu adımlar, hem tüketici ve çevre bilincinin gelişmesiyle hem de alınacak önlemler, uygulanacak yaptırımlar neticesinde, -çünkü burada uluslararası bir anlaşma imzalanması bekleniyor- dünyada, iklim değişikliğiyle ve iklim değişikliği mücadelesiyle uyumlu enerji teknolojilerine olan ilgide artış bekliyoruz. Nelerdir bunlar? Yenilenebilir enerji, enerji verimliliği ve karbondioksit emisyonu çıkarmayan nadir enerji türlerinden nükleer enerji de buna dahil. Bunlara karşı bir eğilim olurken, enerji sektörü bazı konularda ciddi yaralar alabilecek. Yani, Paris İklim Değişikliği Liderler Zirvesi, kartların yeniden karıştırıldığı bir uluslararası zirve olabilecek. Dr. Fatih Birol Kimdir? Fatih Birol, 1958’de Ankara’da doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümü'nden mezun olduktan sonra Viyana Teknik Üniversitesi’nde enerji ekonomisi dalında lisansüstü ve doktora çalışmalarını tamamladı. Fatih Birol, altı yıl süreyle Viyana’da Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) bünyesinde görev yaptı. 1995 yılında Uluslararası Enerji Ajansı (IEA)’na katılan ve Başekonomist olarak görev yapan Birol, 2015’te IEA İcra Direktörü oldu. Fatih Birol, enerji tartışmalarına yaptığı katkılardan dolayı kariyeri boyunca pek çok ödül aldı. Son olarak, Forbes dergisi tarafından dünyanın enerji konusundaki en nüfuzlu dördüncü kişisi se- çildi. 2009 yılında, Hollanda Ekonomik İlişkiler Bakanlığı ve Polonya Ekonomi Bakanlığı’ndan aldığı ödüllerin yanında, Almanya Federal Liyakat Nişanı ile ödüllendirildi. 2007 yılında Avusturya Cumhuriyeti Altın Onur Madalyası’na, 2006 yılında ise Fransa Akademik Şövalyelik unvanına layık görüldü. 2005 yılında Uluslararası Enerji Ekonomisi Birliği’nin “Mesleğe Olağanüstü Katkı” ödülünü kazanan Fatih Birol, 2004 yılında ABD Enerji Bakanlığı’ndan ve 2002 yılında Rusya Bilimler Akademisi’nden de ödüller aldı. Birol son olarak 2015’te, Katar eski Petrol Bakanı Abdullah bin Hamed Al Atiyye adına verilen “Ömür Boyu Başarı Ödülü’ne değer görüldü. Türkiye’de Mermer Madenciliği: Rezerv, İşletme, Ekonomiye Katkısı, Çevre Etkileri Ali Kâhyaoğlu İstanbul Maden İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Hammadde bolluğu, yani zengin rezervleri Türkiye’nin dünya mermer piyasasındaki en büyük artısıdır. Buna çeşit ve renk zenginliğini eklediğimizde uzun yıllar Türkiye’nin dünya pazarlarında söz sahibi olacağını söylemek hayal değildir. Günümüze kadar, 80’in üzerinde değişik yapıda ve 400’ün üzerinde değişik renk ve desende mermer rezervine sahip olduğumuz öngörülmektedir. Evet, zengin rezervlere, ürün çeşitliliğine sahibiz ancak, dünya pazarlarında söz sahibi olabilmek için sadece bunların olması yeterli değil..! B ilindiği gibi madenler yer kabuğunda bulunan, çıkarıldıkları haliyle veya zenginleştirme işlemleri uygulanarak ekonomik değer kazanan doğal oluşumlardır. Madenlerin, yenilenemez olmalarının yanı sıra bulunduğu yerde üretilmesi gibi sektöre özgü bir zorunluluğu bulunmaktadır. Madenlerin üretilmesi için yer seçme tercihi yoktur. Madenlerin bu özellikleri de göz önünde tutularak, korunmalarından çok ekonomik olarak işletilmeleri esası geliştirilmiştir. Madencilik sektörü sanayileşmenin temel girdilerini üretmektedir. İnsanlık tarihi içerisinde, üretimin ve ihracatın zamanla tarımdan sanayiye kayması, sanayi için kaliteli hammaddelerin ekonomik olarak elde edilmesini gerekli kılmıştır. Gelişmiş sanayi ülkelerinin hemen hepsinde de bu gelişmeyi sağlayan öncü faktör madencilik olmuştur. Madencilik sektörünün istihdam yoğun bir sektör olması, hizmet ve ana-yan sanayi sektörlerini teşvik etmesi, bölgesel-yerel kalkınmayı ön plana çıkararak hem işsizliği önlemesi hem de göçü azaltması ve yüksek katma değer sağlaması gibi özellikler nedeniyle ülke kalkınmasında büyük rol oynamaktadır. Türkiye'nin kalkınma ve ekonomik gelişmesi için madenciliğin sağlayacağı bu büyük katma değeri kullanabilmesi şarttır. itü vakfı dergisi 39 MADENCİLİK DOSYASI Yüzyıllar boyunca insan topluluklarının yaşadığı mekanlarda kullanılarak uygarlığın simgesi olan doğal taşlar, günümüzde yapı ve inşaat sektörünün gelişmesi, tüketim alışkanlıklarının değişmesi sonucu kullanım alanlarının artması ile birlikte ülke ekonomileri açısından önemli sektörlerin başında gelmektedir. Türkiye, içinde bulunduğu jeolojik yapı nedeniyle çok çeşitli doğal taş oluşumlarına sahiptir. Bu da ülkemizi doğal taş konusunda farklı bir yerde konumlandırmaktadır. Doğal taş rezervleri ve çeşitliliği açısından oldukça şanslı konumda bulunan Türkiye’nin 81 ilinde mermer yatakları bulunmakla birlikte dünya üzerinde en kabul gören ve en önemlileri Afyon, Antalya, Balıkesir, Bilecik, Burdur, Bursa, Çanakkale, Denizli, Elazığ, Eskişehir, İzmir, Kayseri, Konya, Mersin, Muğla’dır. Hammadde bolluğu, yani zengin rezervleri Türkiye’nin dünya mermer piyasasındaki en büyük artısıdır. Buna çeşit ve renk zenginliğini eklediğimizde uzun yıllar Türkiye’nin dünya pazarlarında söz sahibi olacağını söylemek hayal değildir. Günümüze kadar, 80’in üzerinde değişik yapıda ve 400’ün üzerinde değişik renk ve desende mermer rezervine sahip olduğumuz öngörülmektedir. Evet, zengin rezervlere, ürün çeşitliliğine sahibiz ancak, dünya pazarlarında söz sahibi olabilmek için sadece bunların olması yeterli değil. Bu fırsatları değerlendirme potansiyelimiz var mı? Firmalarımız gelişmeleri takip ederek çağa ayak uydurabiliyor mu? Üretimde son teknolojileri kullanarak rekabette avantaj sağlıyor mu? Hepsinden önemlisi, devletin madenciliğe bakışı nasıl? Madencilik gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, yerli kaynakların akılcı değerlendirilerek, yüksek katma değer elde etmesi nedeniyle desteklenen bir sektör mü? Bu soruların cevabını verebilmek için sektörün yapısına göz atmakta fayda var. Öncelikle mermer rezervleri açısından değerlendirdiğimizde Türkiye’nin, dünya genelinde kayda değer rezervleri topraklarında barındırmakta olduğu görülmektedir. Toplam doğal taş bakımından rezervimizin ise 8 milyar metreküpe yakın olduğu tahmin edilmektedir. Sektörde yaklaşık 2500 tane doğal taş ocağı (yaklaşık 1700’ü faal), 2000’in üzerinde fabrika büyüklüğünde tesis ve 10 bine yakın küçük ve orta ölçekli atölyelerde önemli istihdam yaratılmaktadır. Türkiye, doğal taş üretiminde dünyada üçüncü sırada yer almaktadır. 2013 yı- 40 itü vakfı dergisi lında dünya doğal taş üretimi 130 milyon ton olup Türkiye, Çin (39,5 milyon ton) ve Hindistan’dan (19,5 milyon ton) sonra 12 milyon ton üretim değeri ile üçüncü sıradadır. Bu değer ile dünya üretiminin %9,2’sini yapmaktadır. Ayrıca 1996 yılında 900 bin ton olan üretim, 2013 yılına kadar 13 kat artarak 12 milyon tona ulaşmıştır.1 Tüm ülkeler içerisinde 1996-2013 yılları arasında üretimini bu kadar fazla arttıran başka bir ülke olmamıştır. (Çin ve Hindistan 5 kat artmıştır) Bu da bize Türkiye Doğal Taş sektörünün son yıllardaki yükseliş trendini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Madencilik sektörünün GSMH içindeki payı yüzde 1,5 - 2 arasında değişmektedir. Ancak GSMH hesaplamasında madencilik ürünleri olan cam, seramik, çimento, demir-çelik ve alüminyum; sanayi ve kimya ürünleri üretimi kapsamında değerlendirildiğinden, sektörümüzün gerçek ekonomik boyutu kayıtlı rakamlarda maalesef görülmüyor. Tüm bunları değerlendirmeye kattığınızda sektörün ulaştığı toplam büyüklük değerinin 25-30 milyar dolar seviyelerinde olduğu söylenebilir. Türkiye, doğal taş üretiminde dünyada üçüncü sırada yer almaktadır. 2013 yılında dünya doğal taş üretimi 130 milyon ton olup Türkiye, Çin (39,5 milyon ton) ve Hindistan’dan (19,5 milyon ton) sonra 12 milyon ton üretim değeri ile üçüncü sıradadır. Daha önce de değindiğimiz gibi, çeşit ve rezerv açısından zengin kaynaklara sahip olan Türk doğal taş sektörü; yüz yıllardır süregelen deneyimlerini gelişen teknolojik üretimle birleştirerek küresel rekabette var olmaya devam ediyor. Türkiye’nin bulunduğu coğrafyadaki lojistik avantajı da Türk mermer sektörünün elini güçlendiren bir unsur olarak öne çıkıyor. Peki bu kadar avantajın arasında sektörümüzün dezavantajları da yok mu? Biraz da ondan söz edelim. Her zaman söylediğim bir şey var. Madenlerimiz bize atalarımızdan kalan miras değil, bizim çocuklarımıza bırakacağımız bir emanettir. Herkesin bu emanete sahip çıkması gerekiyor. Peki, bu nasıl olacak? Bilinmesi gereken kesin bir şey var. Madenler insan hayatının olmazsa olmazı. Günlük hayatta kullanılan ve vazgeçilemeyen hemen her ürünün hammaddesini madenler teşkil ediyor. Örneğin arabaların radyatörlerinde bakır kullanılırken, televizyon yapımında da zirkonyum metali kullanılmaktadır. Ancak Türk maden ve doğal taş sektörü gerek kamunun gerekse halkın gözünde kötü bir imaja sahip. Burada bir tezat var aslında. Herhalde bizler de kamuoyuna kendimizi iyi anlatamadık. Bu nedenle göreve gelirken “Çevreci Madencilik” yapacağımızı söylemiştik. Madenlerle çevreyi barıştırmak için çalışıyoruz. Diğer tüm sektörlerde olduğu gibi doğal taş sektöründe de çevresel etkileşimin göz ardı edilmesi mümkün değildir. Madencilik sektörü yapısı gereği çevrede tahribat yapmaktadır. Öncelikle doğal taş sektöründe artıkların değerlendirilmesi, görüntü kirliliğinin önüne geçilmesi ve çalışılan alanların düzenlenerek doğaya yeniden kazandırılması önemlidir. Bu durum diğer tüm sektörler için de söz konusudur. Bu noktada işini düzgün yapmayan, ruhsatsız çalışan, çevreye gerekli önemi göstermeyen firma ve kişilerin payı büyüktür. Oysa bunların sektör içindeki sayısı o kadar da fazla değildir. Çevreye verdiği zararı en aza indirebilen, hatta üretimin sona ermesinin ardından tekrar rehabilite edilerek doğaya kazandırılan ocak sayısı da az değildir. Bizler gibi sektör örgütleri ve ciddi çalışan firmalar, bu kötü imajı değiştirmek için elinden geleni yapsa da kamuoyundaki bu algıyı değiştirmek maalesef hiç de kolay olmamaktadır. Oysa madencilik sektörü ülke ekonomilerine yaptığı katkı nedeniyle dünyanın birçok ülkesinde özel öneme sahiptir ve devletler tarafından desteklenmekte, halk tarafından bizde olduğu kadar tepki görmemektedir. Sıkı Denetim ve Yaptırımlar Sektörü Disipline Edecektir Aslında bunu başarmanın tek bir yolu vardır. Tüm kesimlerin sorumluluklarını bilmesi ve bunları uygulaması gerekmektedir. Kuralları koyanlardan sektörün beklentisi; dünyada neler yapılıyorsa aynısının Türkiye’de uygulanmasıdır. Zaten farklı bir şey yapmaya da gerek yok. Siz kuralları koyar ve bunu sıkı bir şekilde denetlerseniz, bu sektöre kısa vadeli bakan, ‘ben kazanayım da ne olursa olsun’ düşüncesindeki kişi ve kurumlara fırsat vermemiş olursunuz. Ancak bunu yaparken de sektöre yaşama şansı vermeniz gerekir. Üretim maliyeti içinde başta enerji maliyetleri olmak üzere kamu payının yüksek olması da yanlış yapanları teşvik etmektedir. Bu nedenledir ki, yaklaşık 10 yıldır Türkiye’de bir Maden Bakanlığı’nın kurulmasının ve sektördeki çok başlılığın ortadan kaldırılmasının yerinde olacağını düşünüyoruz. Tasarım Büyük Önem Taşıyor Ülkemiz doğal taş sektöründeki sorunlar bununla da bitmiyor. ABD’de yaşanan mortgage krizi ve Çin’de talepte yaşanan artışla, pazarın ABD’den Çin’e kayması sonucu ihracatın büyük bölümü Çin’e blok olarak yapılmaya başlanmıştır. Oysa bu kaynaklarımızın yurtiçinde işlenerek, yüksek katma değerli olarak ihraç edilmesi Türkiye için ekstra gelir anlamı taşımaktadır. Bu, blok ihracatına ve Çin’e tümüyle karşı olunduğu Madencilik sektörünün GSMH içindeki payı yüzde 1,5 - 2 arasında değişmektedir. Ancak GSMH hesaplamasında madencilik ürünleri olan cam, seramik, çimento, demir-çelik ve alüminyum; sanayi ve kimya ürünleri üretimi kapsamında değerlendirildiğinden, sektörümüzün gerçek ekonomik boyutu kayıtlı rakamlarda maalesef görülmüyor. Tüm bunları değerlendirmeye kattığınızda sektörün ulaştığı toplam büyüklük değerinin 25-30 milyar dolar seviyelerinde olduğu söylenebilir. şeklinde algılanmamalıdır. Katma değeri yüksek ürünler ortaya çıkarmak için Ar-Ge, inovasyon, tasarım ve marka dörtlüsünün sektörün gündeminde devamlı bulunması gerekmektedir. İMİB olarak bu yıl 4. kez düzenlediğimiz Doğal Taş Tasarım Yarışması ile sektörün bu açığını kapatmak için çaba sarf ediyoruz. Genç tasarımcılara ürünü/ sektörü tanıtmayı ve firmalar ile buluşturmayı hedefleyen bu organizasyon ile ileriki yıllarda Türkiye’nin tasarımı, üretimi ve ihracatı ile yerini sağlamlaştırmasını arzu ediyoruz. Ayrıca, fiyatta rekabet yerine kalitede rekabete önem verilmesi bu sektörde ülkemiz yararına olacaktır. Sektör İhracatı Artarak Devam Ediyor Türkiye'de doğal taş endüstrisi yatırım, üretim ve ihracat açısından son yıllarda hızlı bir artış trendine girdi. 2004 yılında toplam 624,9 milyon dolar olan sektör ihracatı, 2010 yılında 1 milyar 560 milyon dolara, 2014 yılında ise 2 milyar 128 milyon dolara yükseldi. Sektör yıllık 10 milyon tonun üzerinde üretim değeri ve 2 milyar doları aşan ihracatı ile dünyada Çin ve İtalya’dan sonra en büyük üçüncü ihracatçı konumundadır. Dünya doğal taş ticareti potansiyelinin büyük bir kısmını oluşturan işlenmiş ürünler doğal taş ihracatından yaklaşık yüzde 53 pay alırken, blok ürünlerin payı yüzde 47 seviyesinde bulunmaktadır. Doğal Taş İhracatı 2,13 Milyar Dolarda Kaldı 2008 yılında ihracatta büyük bir düşüş yaşayan sektör, sonrasında yeniden toparlanarak hızlı bir artış trendine girdi. Özellikle, son yılların büyüme rekorları kıran ülkesi Çin’e yapılan ihracat sektörde yatırımları da beraberinde getirdi. Öyle ki Çinli firmalar bir şekilde Türkiye’deki mermer ocaklarına sahip olmaya bile başladılar. 2013 yılına kadar artış çizgisinde görülen doğal taş ve mermer ihracatımız ne yazık ki 2014 yılında tekrar gerileme gösterdi. Dünya piyasalarındaki gelişmelerin yanı sıra Çin’in kendi içindeki uygulamalarından kaynaklanan bu düşüş sonucunda 2014 yılında toplam doğal taş ihracatımız 2013 yılına oranla miktar bazında yüzde 12,61, değer bazında ise yüzde 4,21 oranında geriledi ve 7,37 milyon ton karşılığı 2,13 milyar dolar olarak gerçekleşti. Söz konusu dönemde, doğal taş ihracatının yapıldığı ülkelerin başında 828 milyon dolarla Çin Halk Cumhuriyeti gelirken, bu ülkeye olan ihracatımızda bir önceki yılın aynı dönemi- itü vakfı dergisi 41 MADENCİLİK DOSYASI ne oranla yüzde 15,57 oranında gerileme gösterdi. Çin’i sırasıyla, 324 milyon dolarla ABD, 112 milyon dolarla Irak, 110 milyon dolarla Suudi Arabistan ve 55 milyon dolarla Hindistan takip etti. Sektör ihracatı içerisinde blok mermer – traverten ihracatı, bir önceki yılın aynı dönemine göre miktar ve değerde yaklaşık yüzde 13 oranında azalış gösterdi ve 4,9 milyon ton karşılığı 977,8 milyon dolar olarak gerçekleşti. Bu kategoride ihracatın en fazla yapıldığı ülkeler arasında Çin Halk Cumhuriyeti 826 milyon dolarla (yüzde 15,58 azalış) ilk sırada yer alırken, bu ülkeyi 51 milyon dolarla Hindistan (yüzde 20,8 artış) ve 19,6 milyon dolarla Tayvan (yüzde 1,96 azalış ) takip etti. Söz konusu dönemde, yüzde 37,5'lik payı ile sektör ihracatı içerisinde ikinci büyük grubu oluşturan işlenmiş mermer ihracatı ise miktarda yüzde 2,28 azalış ve değerde yüzde 5,03 artış göstererek 1,53 milyon ton karşılığı 799,2 milyon dolar olarak gerçekleşti. Bu ürün grubunda ihracat sıralamasında 196 milyon dolar ihracatla ABD birinci (yüzde 16,58 artış), 101 milyon dolar ile Suudi Arabistan ikinci (101 milyon dolar, yüzde 13,54 artış) ve Irak üçüncü (93 milyon dolar, yüzde 12,06 azalış) olarak yer aldı. 2015 yılında ve önümüzdeki dönemde madencilik sektörünün dinamosu olan doğal taşın gerek üretim gerekse ihracat Madencilik sektörü yapısı gereği çevrede tahribat yapmaktadır. Öncelikle doğal taş sektöründe artıkların değerlendirilmesi, görüntü kirliliğinin önüne geçilmesi ve çalışılan alanların düzenlenerek doğaya yeniden kazandırılması önemlidir. Bu durum diğer tüm sektörler için de söz konusudur. Bu noktada işini düzgün yapmayan, ruhsatsız çalışan, çevreye gerekli önemi göstermeyen firma ve kişilerin payı büyüktür. anlamında daha da gelişeceğini düşünmekteyim. Özellikle ABD pazarına dönük işlenmiş doğal taş ihracatının artmasının, Çin hükümetinin inşaat firmalarına yönelik kredileri yeniden açmasının ve Çin’den sonra en önemli ikinci pazar konumunda olan Hindistan’ın 600 bin ton olan doğal taş ithalat kotasını 200 bin ton artırarak 800 bin tona yükseltmesinin Türk mermer sektörünün ihracat rakamlarına yansıyacağını düşünüyorum. Madencilik sektörü açısından dünyanın en şanslı ülkelerinden birisi olan ve yabancıların da ilgisini çeken Türkiye, ne yazık ki bu şansını gerektiği gibi değerlendirebilmiş değil. Ülkemiz çok zengin maden rezervlerine sahip olmasına rağmen, daha doğru düzgün bir madencilik politikasının bulun- maması dikkat çekicidir. Yaklaşık 10 yıldır, madenciliğin bir devlet politikası olmasını ve yeni kurulacak bir Madencilik Bakanlığı’nın şemsiyesi altında hizmet vermesinin hem ülke hem de sektör için daha verimli olacağını savunuyoruz. Ancak bu söylediklerimizin olması için herkesin ekstra çaba göstermesi gerekiyor. Devlet sektörün üzerindeki bürokratik engelleri ve vergisel yükleri kaldırarak sektörün önünü açmalı, sektördeki firmalar da katma değeri yüksek ürünler üreterek, doğal zenginliklerimizi hak ettiği değerden dünya pazarlarına sunmalılar. Son yıllarda yakalanan ihracat başarısını sürdürebilmek amacıyla var gücümüzle çalışıyoruz. Zengin kaynakları, doğru strateji ve yüksek katma değer ile dünya pazarlarına ulaştırabildiğimiz takdirde, ihracatın önümüzdeki yıllarda daha da artacağını söyleyebilirim. Hedefe ulaşmak için önceki yıllarda olduğu gibi gerek yurt içindeki gerekse yurt dışındaki çalışmalarımıza hiç ara vermeden devam edeceğiz. Bu doğrultuda, 2023 yılı için maden ihracatımızı 23 milyar dolara yükseltmeyi amaçlıyoruz. Yeni çıkan Madencilik Yasası, olumlu gelişmelerin yanı sıra, eksiklikleri de barındırıyor. Sektörde yaşama ve çalışma şartlarını neredeyse imkansız hale getiren bu yasa ile ilgili ne yazık ki önceden sektör temsilcilerinin görüşleri hiç alınmadı. Yasa çıktıktan sonra, bu işin içinde olan insanlar olarak endişelerimizi, görüş ve önerilerimizi ilettik. Gelecekte bu sektörde dünyanın en önemli ülkesi olacak, zengin maden kaynaklarına sahip olan Türkiye’nin çok iyi hazırlanmış bir yasa ile çalışması, iyi denetlenmesi, yaptırımların da ona göre uygulanması gerekir. Üretim planını iyi yapan, sektörü doğru ve verimli üretmeye yöneltecek vergisel düzenlemeleri getiren, hepsinden önemlisi insan hayatına önem veren, çevreye, doğaya saygılı üretim yapan firmaları destekleyen, yapmayanları da cezalandıran bir sisteme ihtiyaç var. Bunlar olur ve madencilik sektörü hak ettiği değeri bulursa, ileriki yıllarda cari açığın kapatılmasında lider rol üstlenir. Ülkemiz zenginleşir, mutluluk artar, her yıl acı kayıplar yaşamayız. Dipnot 1) XXV World Marble and Stones Report 2014 Carlo Montani, sf. 78 42 itü vakfı dergisi Türkiye’nin Kıymetli Taşları Sezai Kırıkoğlu İ.T.Ü. Maden Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Türkiye pek çok kıymetli taşın önemli potansiyeline sahiptir. Bunların ivedilikle ele alınması gerektiği açıktır. Kuyumculuk sektörünün gelişmesine önemli katkı sağlayacağı kuşkusuz olan Türkiye kıymetli taşlarının değerlendirilmesine yönelik planlamalara ivedilikle ihtiyaç vardır. Kıymetli taşlardan elmas (pırlanta olarak), zümrüt, yakut, safir, topaz, inci, kehribar, ametist, sitrin gibi çok az sayıda bazılarının sadece ithalatının yapılarak kuyumculuk ve takıda kullanıldığı ülkemizde henüz bu alanda el atılmamış konular bulunmaktadır… Krizokol, 215 gr, Malatya, Koleksiyon - Prof.Dr. M. Sezai Kırıkoğlu H er türlü kıymetli doğal taşlar ile söz konusu bu doğal taşlardan imal edilmiş takı ve mücevherat neredeyse insan yaşamının başlangıcından bu yana ilgi odağı olmuştur. Özellikle Anadolu’da egemen olmuş çeşitli kültürlerde 5000 yıldan beri kıymetli taşların çeşitli şekillerde kullanıldığı bilinmektedir. Ülkemiz kültüründe de çok önemli yere sahip kıymetli taşlardan elmas, yakut, safir, zümrüt ve inci dışındaki pek çoğu son yıllarda unutulmaya yüz tutmuştur. İşte bu yüzden İTÜ Maden Fakültesi bünyesinde tarafımca gerçekleştirilen bir araştırma projesi kapsamında, 1990’lı yılların sonlarından bu yana, Türkiye’de doğal kıymetli taş, kristal ve mineral kültürünün yeniden canlandırılabilmesi için yoğun çaba gösterilmiştir. Dünya mücevher ticaretinde yıllık 200 tona varan mücevherat üretim ve satışı ile ilk sıralarda bulunan Türkiye’nin, özgün mücevherat üretiminde kıymetli taş kullanımı son yıllarda önemli boyutlara ulaşmıştır. Mor Yeşim, Kaboşon, 38 ct, 26 gr 925 kt Ag, Bursa, Koleksiyon - Günfer Kırıkoğlu Mavi Kalsedon Faset Damla, 17 ct, 7gr 18 kt Au, Koleksiyon - Günfer Kırıkoğlu Bu nedenle halen Türk kuyumculuğunun merkezi olan ve dünya kuyumculuğunun da en önemli merkezlerinden biri olma yolunda hızla ilerleyen İstanbul’da Altın Borsası’nın yanı sıra Kıymetli Taş (Süstaşı) Borsası’nın kuruluşu gerçekleştirilmiştir. Elmas ve değerli taş sektörünün pek çok ülkede borsaları, müzeleri, fakülte ve yüksek okulları, araştırma kurumları, vakıfları, tanıtım ve pazarlama şirketleri, fuarları, dergi ve gazeteleri, hatta turizm firmaları tarafından oluşturulmuş özel programları bulunmaktadır. Ülkemizde yeni gelişmekte olan bu sektörün faaliyetlerindeki artış çok hızlıdır. Özellikle İstanbul Kuyumcular Odası, Üniversiteler, İstanbul Değerli Maden ve Mücevherat İhracatçıları Birliği ile Gemoloji Derneği’nin aktiviteleri hükümet ve halkın ilgisini sektör üzerinde yoğunlaştırmıştır. Kuyumcukent projesinin hayata geçmesiyle de sektörel gelişme daha da hızlanmıştır. itü vakfı dergisi 43 MADENCİLİK DOSYASI Dünya mücevher ticaretinde yıllık 200 tona varan mücevherat üretim ve satışı ile ilk sıralarda bulunan Türkiye’nin, özgün mücevherat üretiminde kıymetli taş kullanımı son yıllarda önemli boyutlara ulaşmıştır. Silisleşmiş Ağaç, 330 gr, Ankara, Kütahya, Trakya, Koleksiyon - Prof.Dr. M. Sezai Kırıkoğlu Aşağıda öncelikle kıymetli taşları konu alan gemoloji bilim dalı üzerinde genel bilgilere yer verilecektir. Gemoloji Süs taşları ya da kıymetli taşlar olarak tanımlanan doğal ürünler İngilizce’de precious-stones veya gemstones kelimeleri ile tanımlanmaktadır. Kıymetli taşlar doğada yaygın olarak bulunan karbon, aluminyum, silisyum, kalsiyum, magnezyum gibi elementler tarafından oluşturulur. Bakıldığında çekicilik ve insanlarda olağanüstü güzellik etkisi yaratan minerallerdir. Doğadaki çeşitli fiziksel ve kimyasal koşullar altında, özellikle büyük basınç ve sıcaklık koşulları altında oluşmuşlardır. Sertlikleri 6’nın üzerindedir. Mücevher taşlarının incelenmesi ile uğraşan bilim dalına gemoloji, bilim adamlarına da gemolog denilmektedir. Kıymetli taşların değerlendirilmesinde dört ana özellik aranır. Bunlar: GÜZELLİK DAYANIKLILIK NADİRLİK TAŞINABİLİRLİK gibi özellikler de taşların değerini belirleyen en önemli özelliklerdendir. Toplam sayıları 200’den fazla olan kıymetli taşlardan kehribar ve inci organik, opal ve ametist ise kimyasal kökenli süs taşlarına örnek olarak verilebilir. Elmas, ateş opali, zümrüt, yakut, safir, topaz, turmalin, akuamarin, lapislazuli, türkuaz (firuze), granat (lal taşı), karneol (akik), kristal kuvars (necef taşı), jadeit (yeşim taşı), kalsedon ve agat en çok bilinen ve beğeni ile takılan kıymetli taşlardandır. Kıymetli taşlar sentetik olarak da üretilebilmektedir. Talebin doğal kaynaklardan yapılan üretimle karşılanamaması sonucu son yıllarda kıymetli taşların sentetik yoldan üretimi artmıştır. Ayrıca kimyasal bileşim itibarıyla gerçek ve sentetik kıymetli taşlardan tamamiyle farklı, fakat görünüm itibarıyla kıymetli taşlara benzer ürünlere taklit (imitasyon) denilmektedir. Kıymetli taşların fiyatı ağırlıklarına göre belirlenmektedir. Ağırlıkları da karat olarak ifade edilmektedir. 1 karat 200 miligramlık bir ağırlığa karşılık gelmektedir. Kıymetli taşların fiyatlarının belirlenmesinde büyüklük, kristalin kusursuz olması, rengi ve mükemmel işlenmiş olması fiyatını belirleyen en önemli faktörlerdir. Büyüklüğün önemi şu şekilde vurgulanabilir: BİR KIYMETLİ TAŞIN HER BİRİ BİRER KARATLIK İKİ TANESİNİN FİYATI, AYNI TAŞIN 2 KARATLIK olarak verilebilir. Bunların dışında; KESİLEBİLME PARLATILABİLME IŞIK YANSITMA IŞIK KIRMA Ametist, 1,1 kg, Balıkesir, Koleksiyon - Prof.Dr. M. Sezai Kırıkoğlu 44 itü vakfı dergisi Tablo 1: Bazı kıymetli taşların fiyatı Kıymeti Taş Ametist Akuamarin Sitrin Karat 1 Karatın Fiyat Sınırı ($) 10 14 - 28 5 55 - 300 10 8 - 18 Zümrüt 1 1600 - 5000 Siyah ateş opali 3 350 - 750 Yakut 1 350 - 4500 Safir 1 150 - 2500 Topaz 5 150 - 265 Turmalin 5 40 – 150 opali, Afrika kıtasında elmas, olivin (peridot), türkuaz, turmalin, kaplan gözü, pembe kuvars, krizoberil, koral (mercan) çok önemli kıymetli taş potansiyelleri oluşturmaktadır. Çubuk Agat, LevhaKesim, 0.5 x 5 x 6 cm, Ankara, Koleksiyon - Prof.Dr. M. Sezai Kırıkoğlu BİR TANESİNDEN KARŞILAŞTIRILAMAYACAK KADAR DÜŞÜKTÜR. Bazı önemli kıymetli taşların fiyatı aşağıda verilmiştir. Kıymetli taşlar dünyanın tüm kıtalarında üretilmektedir. Kıymetli taş üretimi şu ülkelerde yapılmaktadır. Asya kıtası ülkelerinden Burma, Seylan ve Çin’de yakut, safir, spinel ve zirkon, Vietnam’da zümrüt, Afganistan’da lapislazuli, Burma ve Çin’de jasp, Hindistan’da elmas ve sitrin, Sibirya’da elmas ve yine Sibirya ve Urallar’da çok çeşitli kıymetli taşlar üretilmektedir. Avrupa kıtası ülkelerinden Baltık Cumhuriyetleri’nde kehribar, Rusya Cumhuriyeti’nde krizoberil, zümrüt, beril ve granat, Fransa ve İtalya’da pirit ve markazit, Çek Türkiye’deki kıymetli taş oluşumlarında üretim, yörede yaşayanlar tarafından son derece ilkel yöntemlerle yapılmakta, üretilen taşlar bu yöreleri dolaşan toplayıcılar tarafından satın alınıp, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere çeşitli işleme merkezlerinde ve özellikle Almanya’da pazara sunulmaktadır. Cumhuriyeti’nde granat ve Alpler’de kristal kuvars elde edilmektedir. Güney Amerika’da Brezilya’nın elmas, turmalin, beril ve akuamarin, Venezuela’nın elmas yatakları en önemli kıymetli taş zenginlikleridir. Meksika’da ateş opali ve pembe kuvars kazanılmaktadır. Avusturalya’da elmas, yakut ve ateş Türkiye'nin Kıymetli Taş Potansiyeli Anadolu’da kıymetli taşlar yaklaşık 5000 yıldan bu yana bilinmekte ve çeşitli takılarda sevilerek kullanılmaktadır. Ancak bu köklü tarihi geçmişine rağmen, Türkiye kıymetli taşlarını konu alan bilimsel çalışmalar yok denecek kadar azdır. Türkiye’de ele almakta çok geç kaldığımız konulardan biri olan kıymetli taşlara ilgi her geçen gün artmaktadır. Pek çok firma işlenmiş elmas ve renkli taşları ithal etmekte ve mücevherat sektörünün hizmetine sunmaktadır. Mavi Kalsedon, Serbest Kesim, 0,3-0,75 ve 1,2 kg, Eskişehir, Koleksiyon - Prof.Dr. M. Sezai Kırıkoğlu itü vakfı dergisi 45 MADENCİLİK DOSYASI Toplam sayıları 200’den fazla olan kıymetli taşlardan kehribar ve inci organik, opal ve ametist ise kimyasal kökenli süs taşlarına örnek olarak verilebilir. Altın, platin ve gümüş kullanılarak takı haline getirilen ithal kıymetli taşlar yine özel sektöre mensup firmalar tarafından ya ülkemiz tüketicilerinin ve ülkemizi ziyarete gelen turistlerin beğenisine sunulmakta, ya da Amerikan, Japon ve Avrupa pazarlarına ihraç edilmektedir. Türkiye’nin son yıllarda 200 tona yaklaşan altın tüketiminde, kıymetli taşlar kullanılarak üretilen takıların payı önemli boyutlara ulaşmıştır. Türkiye’deki kıymetli taş oluşumlarında üretim, yörede yaşayanlar tarafından son derece ilkel yöntemlerle yapılmakta, üretilen taşlar bu yöreleri dolaşan toplayıcılar tarafından satın alınıp, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere çeşitli işleme merkezlerinde ve özellikle Almanya’da pazara sunulmaktadır. Kayda değer kıymetli taş üretiminin yapıldığı en önemli Türk kıymetli taşları şunlardır: l Diyaspor, Muğla-Milas l Çubuk agat, Ankara-Çubuk l Ağaç agat, Ankara-Kızılcahamam, Kütahya-Tavşanlı l Dendritliagat, Eskişehir-İnönü Faset Ametist, 19 ct, 23 gr 18 kt Au, Balıkesir, Koleksiyon - Günfer Kırıkoğlu 46 itü vakfı dergisi Dendritli Agat, 4 x 7 x 10 cm, Eskişehir, Koleksiyon - Prof.Dr. M. Sezai Kırıkoğlu Mavi kalsedon, Eskişehir-Sarıcakaya ve Tokat-Zile l Obsidiyen, Kars l Mor jadeit (lila yeşim), BursaHarmancık l Yakut, Malatya-Doğanşehir l Ametist, Balıkesir-Dursunbey l Ateş opali, Kütahya-Simav l Krizopraz, Çanakkale-Yenice l Beril, Manisa-Gördes l Pembe turmalin ve morganit, KırşehirÇiçekdağ l Çeşitli agat, kalsedon ve opaller, Eskişehir-İnönü l Krizokol, Malatya l Dumanlı kuvars, kristal kuvars, Aydın, Muğla, Çanakkale l Sonuç Görüldüğü gibi Türkiye pek çok kıymetli taşın önemli potansiyeline sahiptir. Bunların ivedilikle ele alınması gerektiği açıktır. Kuyumculuk sektörünün gelişmesine önemli katkı sağlayacağı kuşkusuz olan Türkiye kıymetlitaşlarının değerlendirilmesine yönelik planlamalara ihtiyaç vardır. Kıymetli taşlardan elmas (pırlanta olarak), zümrüt, yakut, safir, topaz, inci, kehribar, ametist, sitrin gibi çok az sayıda bazılarının sadece ithalatının yapılarak kuyumculuk ve takıda kullanıldığı ülkemizde henüz bu alanda Diyaspor Kristali, 3 x 7 x 9 cm, Muğla, Koleksiyon - Prof.Dr. M. Sezai Kırıkoğlu el atılmamış konular bulunmaktadır. Kuyumculuk sektöründeki gelişmelerin arzu edilen düzeye ulaşabilmesi ve dünya pazarlarına yüksek rekabet gücüyle girebilmesi için Türkiye’deki tüm kıymetli taş oluşumlarının yeni bir bakış açısıyla ele alınması, taş kesim merkezlerinin kurulması, sentetik ve taklit (imitasyon) üretim tesislerinin açılması gerekmektedir. Bu alanlarda çalışacak personelin yetiştirilmesi için eğitim programlarının yeniden düzenlenmesine ivedilikle ihtiyaç vardır. Borsanın daha işlevsel hale getirilmesi kaçınılmazdır. Moda, basın, sosyal medya, müze, sergi, turizm aktivitelerinin kıymetli taş bilincini artırarak sektörel yapılanmayı sağlayacak biçimde yeniden düzenlenmesine mutlak gereksinim vardır. “Altın Madenciliği ve Çevre” Üzerine Dr. Caner Zanbak Türkiye Kimya Sanayicileri Derneği Çevre Danışmanı Türkiye Madenciler Derneği Çevre Koordinatörü Son yıllarda sosyalekonomik-çevresel fayda ve etkilerinin değerlendirmesinde en fazla sorgulanan ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde çevresel konuların en öne getirildiği sanayi sektörlerinin başında “madencilik” gelmektedir. Tüm dünya toplumlarında artan çevre duyarlılığı, gerekli ve yeterli çevresel önlemler alınmadan işletilmekte olan maden işletmelerini çevre hareketlerinin kolay hedefi haline getirmiştir. Madencilik sektörünün son yirmi yıldaki çevre-dostu işletmecilik yönündeki çabaları, çeşitli nedenlerle topluma yeterince iletilemediğinden dolayı, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki maden aramacılığı ve yeni maden işletme yatırımlarının hızı kesilmiş bulunmaktadır… Giriş İ TÜ Vakfı Dergisi’nin bu sayısındaki “Altın Madenciliği ve Çevre” başlığını ve de yazarının adını gören ve bu konuyu son yirmi yıl içinde takip edenler “gene aynı teknolojik bilgiler”in tekrarlanmış olduğunu düşünmüş olabilirler. Gerçekten de, “Altın Madenciliği ve Çevre” kelimeleri ile internette bir arama yapıldığında, 1993 yılından itibaren, bu temanın işlendiği onlarca bilimsel/teknolojik makaleye, bilimsel çelişkiler içeren yüzlerce görüşe ve binlerce de birbirinden alıntılı sosyo-politik içerikli medyatik haber ve birbiri ile çelişen görüşlere ulaşıldığı görülecektir. Son yıllarda, “Altın madenciliği” denildiğinde, toplumda yaratılmış olan algı nedeniyle, ilk akla gelen “siyanür” ve “çevre felaketi” olmakta; ancak, ülkemizde altın madenciliğinin yaklaşık 15 yıldır yapılmakta olduğu ve bu maden işletmelerinden kaynaklanan, değil ‘çevre felaketi’, herhangi bir olumsuz alıcı ortam sorunu dahi bulunmadığı gerçeği göz ardı edilmektedir. Teknolojik olmaktan çok sosyo-politik yönü ağır basan “Altın Madenciliği ve Çevre” konusu, mevcut hukuk sistemi içinde, hem toplum bireyleri ve hem de madencilik sektörü için bir sorun olarak güncelliğini korumaktadır. Temel eğitimi maden mühendisliği (İTÜ Maden, 1971) ve son 30 yıl içindeki yurtdışı ve yurtiçi meslek deneyimi çevresel yönetim konuları olan ve de bu konuda ülkemizdeki gelişmelerin bilfiil içinde olan bir mühendis olarak, bu tür bir konuyu kısa bir makalede irdelemenin yazar için de kolay olmadığını belirterek makaleye devam etmek isterim. Bu yazıda, özellikle altın madenciliğinde uygulanan “liç (özütleme/çözündürme)” üretim yönteminin ana hatları ve tipik bir maden işletmesi için çevresel etki değerlendirme kavramının temel ilkeleri kısaca özetlenerek, konunun çevre duyarlılığı/çevre koruma yaklaşımı ile ilgili sosyo-politik boyutu irdelenmektedir. Özetle Madencilik Ve Liç (Özütleme) Tekniği Madencilik, yer kabuğunda doğal olarak mevcut cevher yataklarındaki hammaddeleri, ekonomiklik ve çevre koruma ilkeleri altında, mevcut istihsal (kazı) ve cevher (veya kömür) zenginleştirme yöntemlerini kullanarak toplumun kullanımına arzeden bir mühendislik faaliyetidir. Madencilik uygulamalarında, kazılan cevher, türüne göre Şekil 1 - Tipik bir Metalik Maden İşletmesindeki Temel İşlemler itü vakfı dergisi 47 MADENCİLİK DOSYASI sonucunda hidrotermal kökenli belirli fiziksel, kimyasal ve ercevher yatakları oluşmaktadır; gitme işlemlerinden geçirileki bunlar da “basınçlı kaplarda rek, ekonomik değeri bulunan yapılan sülfürik asitli liç uyguürüne dönüştürülür. Yönetim lamalarının” doğal versiyonu açısından bakıldığında, tipik niteliğindedir. bir maden işletmesi “Cevher Kazısı-İstihsal”, “Cevher İşTarihte Liç (Özütleme) leme/İzabe” ve “Su ve Atık Madenciliği Yönetimi” ünitelerinden oluBez ve yün boyama için çeşur (Şekil 1). Bu yazının konu şitli renkteki toprakları suda başlığı olan, altın madencieriterek yapılan toprak boya liğinin diğer madencilik faüretimine, insanlık tarihinin en aliyetlerinden farkı, genelde Şekil 2. Cevher tenörü ile işlenecek cevher kazı miktarı genel ilişkisi eski liç (özütleme) uygulamaŞekil 1’deki “Cevher İşleme” sı diyebiliriz. Yığın liçi tekniği ünitesinde uygulanan metal üzerindeki en eski yazılı kakazanım proseslerindedir. teknolojileri ile işlenmesini ekonomik hale yıtlar, azotlu organik maddelerden güherAltın madenciliği ile ilgili teknolojiler ve getirmiştir. çile (potasyum nitrat) eldesi üzerine V. kullanılan prosesler hakkında çok sayıda Biringuccio tarafından 1540’ta yazılmış Türkçe ve uluslararası literatürde, sadece Doğada Süregelen Liç Prosesleri “Pirotechnica” kitabında, şap (alumünyum referansları verilse sayfalar dolduracak Liç (özütleme) işlemi, yüzey sularının misülfat) eldesi için G. Agricola’nın 1557’de kadar, çok sayıda ve ayrıntılı bilimsel ve neral içeren kaya kütlelerinden aşağıya yayınlanan “De Re Metallica” kitabında teknik kitap ve makale mevcuttur; bu nesüzülürken anyon/katyon reaksiyonları yer almaktadır. 16. yüzyılda, Almanya Harz denle, altın madenciliğinde uygulanan sonucunda eriyiğe geçen metal tuzlarının Dağları ve İspanya’daki Rio Tinto madenLiç (özütleme) yöntemi hakkında, oldukhidrolojik olarak taşınması sonucunda, lerinde yığın liçi tekniğinin bakır üretimi ça yalın bilgiler aşağıda verilmektedir. Bu doğada süregelen fizikokimyasal bir proiçin kullanıldığı bilinmektedir (Habashi, yazıdaki yığın liçi ile ilgili bilgi ve şekiller, sestir. Cevherlerin içinde pirit (FeS) mine2005; Kappes, 2002). Avrupa Metal ve Mineral Madencilik Derralinin bulunması ve uygun nem ve asidik/ Diğer taraftan, alümina üretimi için, neği’nin (EUROMINES), yazar tarafından bazik koşullar altında, doğal liç işlemi bazı basınçlı kaplar içinde yapılan ilk liç uyguhazırlanmış olan bir dokümanından alıntıdoğal bakterilerce de oluşturulabilir. Alülamaları alüminyum cevheri (boksit) üzelardır (Zanbak, 2012). minyum, nikel, platin, kobalt ve hatta alrinde, sülfürik asit çözücü kimyasal olarak Bu faaliyetler kapsamında cevher hatın için önemli cevher türü olan “Lateritik kullanılarak Fransa ve St. Petersburg’da zırlama/işleme teknolojilerinin seçimi, cevcevherler”, liç işleminin doğada süregel19’uncu asır sonlarında geliştirilmiştir. her türü (oksit ve sülfürlü), mineral içeriği mekte olduğunun en açık kanıtıdır. BenAltın ve gümüş cevherleri üzerinde sive matriks yapısı, rezerv büyüklüğü ve zer olarak, yerkabuğunun derinlerinden yanürün çözücü kimyasal olarak kullanımı içerdiği değerli madde yüzdesine (ortalayükselen yüksek sıcaklık ve basınç altınilk kez 1867’de altın ve gümüşlü cevherlema cevher tenörü) bağlı olarak uygulanadaki sıvıların yantaşlarla girdiği reaksiyon rin işlenmesi için ABD’de alınan bir patent cak işlemlerin ekonomik değerlendirilmesi ile yapılmaktadır. Bir cevher yatağında, kazılacak cevherin tenörünün azaltılması, kazılacak ve işlenecek cevher tonajını asimptotik olarak arttırmaktadır (Şekil2). Dolayısı ile, yığın liçi ile basınçlı kap veya tank liçi uygulamalarının seçiminde enerji, belirli tenörlerin altındaki cevherler için kimyasal kullanımı ve depolanması gerekli prosesten çıkan atık miktarı önemli tasarım parametreleri olmaktadır. Cevher tenörü ile cevherin oksit/sülfidli olmasına göre, uygulanan cevher işleme teknolojilerinin genelleştirilmiş bir diyagramı Şekil 3’te verilmektedir. Dünya metal fiyatlarında son yıllardaki hızlı artışlar, önceleri işletilmesi ekonomik olmayan, özellikle düşük tenörlü (<1% bakır, <1g/ton altın, <0.5% nikel) metal Şekil 3. Cevher tenörü ile cevher türüne göre uygulanan cevher işleme teknolojileri ve kıymetli metal cevherlerinin yığın liçi 48 itü vakfı dergisi (a) (b) Madencilik faaliyetlerinde uygulanan liç proseslerinde, genelde, bakır, nikel, alüminyum cevherleri için “sülfürik asit” ve altın/gümüş gibi kıymetli metal cevherleri için ise “siyanür tuzları” kullanılmaktadır. Bu noktada şunu bir kere daha vurgulamakta yarar vardır: “Altın madeni aramalarında siyanür kullanılmaz”. asit” ve altın/gümüş gibi kıymetli metal cevherleri için ise “siyanür tuzları” kullanılmaktadır. Bu noktada şunu bir kere daha vurgulamakta yarar vardır: “Altın madeni aramalarında siyanür kullanılmaz”. Tiyoüre, tiyosülfat ve başka diğer kimyasallar da bakır ve altın cevherleri için bilinen liç çözücüleridir; ancak, siyanür ve sülfürik asit dışındakiler, daha karmaşık kimyasal yönetimleri gerektirmesi ve olası çevresel yönetim sorunları nedeniyle genelde kullanılmamaktadır. Günümüz Madenciliğinde Uygulanan Liç Prosesleri Kısaca özetlenirse, madencilikte kullanılan liç uygulamalarında, ocaktan çıkartılan cevher kırılır ve yığın liçi için geçirimsiz taban üzerine serilir ya da basınçlı veya basınçsız tanklarda işlenmek üzere öğütülür; yığın veya tanklardaki cevher özütleyici liç kimyasalı ile işlenerek içerisindeki metal sıvı faza alınır. Daha sonra, metalle yüklü eriyikten kimyasal ve elektrokimyasal işlemler sonrasında metal elde edilir (Şekil 4). Şekil 4.(a) Madencilikte uygulanan Liç Prosesleri, (b) Yığın Liçi genel proses diyagramı ile ortaya çıkmıştır (Eveleth, 1978). 1887 yılında İskoçya’da, J.S. MacArthur tarafından siyanürleme yöntemiyle cevherden altın ekstraksiyon prosesi tanımlanmıştır. Bu yöntem ilk defa 1890’da G. Afrika Witwatersrand altın madeninde uygulamaya sokulmuş ve maliyetinin yüksek oluşu nedeniyle uygulanamayacağına karar verilmiştir. 1950 yılında, U.S. Bureau of Mines yayımladığı bir raporla, aktif karbona soğurma (adsorbsiyon) tekniğiyle siyanürlemenin düşük tenörlü altın cevherlerinde ekonomik olarak uygulanabileceğini belirtmiştir (Zadra, 1950). 1970’lerin sonlarında, yığın yıkama (heap leaching) tekni- ğinin geliştirilmesiyle birlikte siyanürleme yöntemi etkin bir biçimde düşük tenörlü epitermal altın cevherlerinde de kullanılmaya başlanmıştır. Madencilikte Kullanılan Liç Kimyasalları Liç kimyasalları (liksiviyant), madencilik uygulamalarında, cevher içindeki istenilen metallerin denetim altında sıvı faza geçirilmesi amacıyla kullanılmaktadır ve daha sonra metal yüklü eriyikteki metaller ayrıştırılmaktadır. Madencilik faaliyetlerinde uygulanan liç proseslerinde, genelde bakır, nikel, alüminyum cevherleri için “sülfürik Madencilik Faaliyetleri ve Çevre İlişkileri Hava, su ve toprak, toplumların yaşamlarını sürdürmek için kullandıkları doğal kaynakların ana bileşenleridir. Yiyecek, barınma, toplumsal altyapı gibi temel ihtiyaçların karşılanabilmesi için tarım, hayvancılık, balıkçılığın yanısıra, enerji ve sanayi için gerekli hammaddelerin tümünün kaynağı doğal ortamlardır. Yaşam gereksinimi olan bu faaliyetlerin tümü, ekonomik ve sosyal getirilerin yanısıra, doğal ortamlarda bazı görünür değişikliklere neden olur. Bu bağlamda, madencilik faaliyetlerinde de, ruhsat sahasında ağaç kesiminden başlayarak açık ocak veya kapalı işletmelerden çıkan pasa ve cevher zenginleştirmesin- itü vakfı dergisi 49 MADENCİLİK DOSYASI Şekil 5. – Madencilik Faaliyeti olası ve Çevre Etki Değerlendirmesi den ürün üretimine kadarki süreçte ortaya çıkan atıkların depolanma gereksinimi için arazi kullanımından dolayı yeryüzünde görünür değişiklikler ortaya çıkar. Alıcı ortam kalitesi açısından, madencilik faaliyetlerinin pasa ve işlenmiş cevher atıklarının depolanması ve yapılan kazılar nedeni ile oksitlenebilen bazı tür mineraller nedeni ile ortaya çıkan “asit kaya/maden drenajı” yaratma olasılığı da bulunmaktadır. Ayrıca, kazı işlemleri gereği ortaya gürültü, titreşim ve toz da çıkabilmektedir. Mühendisin (maden, jeoloji, çevre, kimya ve diğer mühendislik branşları) görevi, her tür doğal kaynak kullanımında öngörülen sosyal, ekonomik getirileri artırırken alıcı ortam üzerindeki, yukarıda belirtilen olası çevresel etkileri “en az düzeye” indirmektir. İşte bu noktada, “kabul edilebilir en az düzeydeki etkileri” tanımlayan hukuki kriterler (mevzuat) devreye girmektedir. Bu bağlamda, mühendislik projeleri Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği (ÇED) Madde 4(c)’de tanımlandığı üzere: “Çevresel etki değerlendirmesi (ÇED): Gerçekleştirilmesi planlanan projelerin: • çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, • olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, • seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve • projelerin uygulanmasının izlenmesi 50 itü vakfı dergisi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmalar” sonrasında, ilgili Bakanlıklarca verilen izinlerde belirlenen “kabul edilebilir etki kriterlerine uygun” olarak projelendirilmekte ve uygulanmaktadır. Dolayısı ile, Şekil 1’de grafik olarak tanımlanan herhangi bir madencilik faaliyeti, olası çevresel etkileri faaliyet alanı için tanımlanan bir alıcı ortam sınırı içinde ve “kabul edilebilir etki kriterlerine uygun” olarak ve de faaliyetten beklenen sosyo-ekonomik faydalar da sağlanarak yönetildiğinde (Şekil 5), yürürlükteki hukuk sistemi içinde, mevzuat açısından Çevresel Etki Değerlendirme sonucu “olumlu” olacaktır. Tabii ki, projenin çevresel performansı, ÇED olumlu kararı üzerine kurulu “Çevre İzinleri”nde belirtilen kriterlere uygunluğu, işletme sürecindeki “çevresel izleme” uy- Alıcı ortam kalitesi açısından, madencilik faaliyetlerinin pasa ve işlenmiş cevher atıklarının depolanması ve yapılan kazılar nedeni ile oksitlenebilen bazı tür mineraller nedeni ile ortaya çıkan “asit kaya/maden drenajı” yaratma olasılığı da bulunmaktadır. Ayrıca, kazı işlemleri gereği ortaya gürültü, titreşim ve toz da çıkabilmektedir. gulamaları ile takip edilecektir. Kütahya-Gümüşköy’de 1987 yılında Etibank tarafından işletmeye alınmış ve günümüzde Eti Gümüş A.Ş. olarak faaliyetini 30 yıldır sürdüren bir maden işletmesinde, siyanür kimyasalı kullanılan liç yöntemi ile gümüş üretimi yapılmaktadır. Ülkemizde, liç yöntemi kullanarak işletmeye alınan ilk altın madeni Bergama-Ovacık’tadır. Halen Koza Altın İşletmeleri A.Ş. tarafından faaliyeti “tank liçi” yöntemleri ile sürdürülen bu maden işletmesinde, 2001 yılında başlayan üretime devam edilmektedir. Yığın liçi yönteminin uygulaması, 2006 yılından beri Tüprag şirketi tarafından Kışladağ-Eşme altın madeninde sürdürülmektedir. Ülkemizde, 2009 yılı sonrasında işletmeye alınmış ve halen geliştirilerek madencilik faaliyetinin devam ettiği tesis sayısı 10’a yaklaşmıştır. Siyanür liçi yönteminin uygulandığı, yaklaşık son 30 yıllık gümüş üretimi ve son on yıllık süreçte, ülkemizde yürütülmekte olan altın madenciliği faaliyetlerinde, Çevre ve diğer bakanlıklarca yapılan periyodik çevresel izleme ve denetimleri sonuçlarına göre herhangi bir çevresel sorun ortaya çıkmadığı görülmektedir. Bu tür bir sonuç, altın madenciliği projelerinin ülkemizde de “kabul edilemez çevre etkisi” yaratmadan uygulanabildiğinin açık bir kanıtıdır. Ancak, teknolojik olarak yapılabilirliği yıllarca deneyim ile belirlenmesine rağmen, işlemekte olan altın madenlerinin tümüne yakını ve de proje safhasında olup da ÇED sürecinde olan yeni madencilik projelerinin tümü, bireyler ve/veya çevreci gruplar tarafından şirketler ve/veya izin veren Çevre Bakanlığına karşı açılan davalar nedeniyle sürekli “çevre koruma gerekçeli bir sosyo-politik” hukuk mücadelesi içindedir. Yazının başlığı ile ilgili konunun sosyo-politik yönü aşağıdaki paragraflarda ele alınmaktadır. Çevre Duyarlılığı Ve Çevrecilik Hareketleri Tarih boyunca, insanlar en temel ihtiyaçları olan yiyecek ve barınak temini için büyük çaba harcamıştır. Yiyecek bulamayanlar açlıktan, barınak bulamayanlar ise aşırı iklim koşulları veya yaban hayvanları nedeni ile yaşamlarını kaybetmişlerdir. Binlerce yıl süren, aile-kabile türü yaşamdan toplumsal yaşam düzenine geçiş, insanları, yaşam kalitelerinin arttırılması için doğal kaynaklardan olanaklar elverdikçe daha fazla yararlanmaya yöneltmiştir. Yiyecek ve barınma koşullarının yetersiz kalması durumunda diğerlerinin yaşam alanlarından yararlanmak istenmesi, toplumlar arasında sosyo-ekonomik sorunlar yaratmış ve de sonu savaşa kadar ulaşan sürtüşmelere yol açmıştır. Tarih boyunca toplumlar, “kuşkuya dayalı-korku kaynaklı” risklere karşı alınan önlemlerin uygulanması ilkesi üzerinde yönlendirilmiştir. Toplum bireyleri, korku nedenini ortadan kaldırmayı hedefleyen liderlerin önderliğinde yaşam kalitelerini korumak ve daha da arttırmak üzere çaba harcamaktadırlar. Son kırk yıl içindeki hızlı sanayileşme, toplumun yaşam kalitesini de hızla arttırmış ancak, beraberinde çevre sorunlarını da getirmiştir. Sanayi tesislerinden kaynaklanan atık ve deşarjların insan sağlığı ve diğer canlı ve bitkiler üzerindeki doğrudan ve dolaylı olumsuz etkileri, toplumları “endüstriyel kirlilik” konusunda duyarlı hale getirmiş ve önceleri “tüten bacanın medeniyet sembolü olduğu” şeklindeki toplum düşüncesi, günümüzde anlamını yitirmiştir. Gıda ve barınak sorunlarını büyük ölçüde çözmüş toplumlar, eğitimin sağladığı “ileriyi düşünme olgusu ile, yaşam kalitelerinin sürdürülmesi açısından “çevre sorunlarının” gelecek için en büyük sorunlardan biri olduğunun farkına varmış ve tüm dünya toplumları “çevre kalitesini kaybetme korkusu” içine düşmüştür. Bu tür bir durum, uluslararası düzeyden küçük toplumlar içinde dahi uygulanabilir güç/çıkar amaçlı “kaos yaratmaya” da uygun bir fırsat ortamı oluşturmuştur. Ülkemizde son yıllardaki “görünür” ekonomik gelişme ile birlikte“oldukça politikleşen” sosyal yaşam, toplum bireylerini gelecekleri ile ilgili gördükleri her konuda hassaslaştırmaktadır. Özellikle, görünürlüğü yüksek mühendislik projelerini hızlandırmak amacı ve/veya politik çıkarlara hizmet etme yaklaşımı ile yürürlükteki idari ve yasal düzenlemelerde hızla yapılan “günübirlik” değişiklikler sonrasında, planlanan veya inşa edilmekte olan her yeni mühendislik projesi, “kamu yararı bağlamında” toplum bireylerince şüphe ile karşılanmakta ve bu tür projelere genelde karşı çıkılmaktadır. Toplumun bilgilendirilmesi ve bireylerin görüşlerinin alınması konularındaki uygulamaların yetersiz olduğu algıları da hukuk sisteminin işlemesindeki yavaşlıklarla birleştiğinde, toplum bireylerinde genelde“her toplumsal projeye karşı olma” eğilimi ortaya çıkmakta ve özellikle her yeni kazı işlemi gerektiren inşaat/maden mühendislik projeleri ideolojik/politik anlaşmazlıkların tetikleyicisi durumuna düşmektedir. Günümüz Çevrecilik Yaklaşımı ve Madencilik Benzer çevre duyarlılığı (ya da ilgisizliği) nedeniyle, 1970’li yıllarda, genelde devlet kurumları tarafından yürütülmekte olan büyük ölçekli madencilik faaliyetleri ile ilgili çevre sorunları toplumun gündeminde yer almamakta idi. Ancak, 1990 yılından itibaren, Ovacık Altın Madeni inşaat ve işletme faaliyetleri gündeme geldiğinde bu durum değişmiştir. Daha ÇED yönetmeliği (ilk yürürlüğe giriş 7 Şubat 1993) henüz ülkemizde yok iken 1991 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Çevre Bölümü’ne hazırlatılan ÇED Raporu’ndaki ekonomik ve teknolojik ayrıntılar, projenin üretim getirisi ve özellikle altın kazanım prosesinde “siyanür” kullanılacağı ve de işletmecinin yabancı sermaye şirketi olduğu konuları toplumun bilgisine ulaştığında, “Ovacık Altın Madeni Projesi” toplumun sosyo-politik gündemine yerleşmeye başlamıştır. Başlangıçta yerel küçük kişisel çıkar sürtüşmeleri olarak başlayan ve “siyanür korkusu” üzerine kurulu “altın madeni-çevre felaketi” ilişkilendirmeleri, kısa zamanda politikacılar ve yurtdışı destekli sivil toplum hareketlerinin de katılımlarıyla uluslararası nitelik kazanmış ve ülkemizdeki çevrecilik akımının lokomotifi olmuştur. Ülkemizin ilk altın madeni olan Ovacık Madeni odaklı çevrecilik hareketinin 2001 yılı öncesindeki yerel ve uluslararası boyutu ile ilgili ayrıntılı bilgi, kendisi bir akademisyen cumhuriyet tarihçisi olan Dr. Hablemitoğlu tarafından kitap olarak yayımlanmıştır (Hablemitoğlu, 2001). Son yıllarda sosyal-ekonomik-çevresel fayda ve etkilerinin değerlendirmesinde en fazla sorgulanan ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde çevresel konuların en öne getirildiği sanayi sektörlerinin başında “madencilik” gelmektedir. Tüm dünya toplumlarında artan çevre duyarlılığı, gerekli ve yeterli çevresel önlemler alınmadan işletilmekte olan maden işletmelerini çevre hareketlerinin kolay hedefi haline getirmiştir. Madencilik sektörünün son yirmi yıldaki çevre-dostu işletmecilik yönündeki çabaları, çeşitli nedenlerle topluma itü vakfı dergisi 51 MADENCİLİK DOSYASI yeterince iletilemediğinden dolayı, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki maden aramacılığı ve yeni maden işletme yatırımlarının hızı kesilmiş bulunmaktadır. Buna ilaveten, "16.06.2012 tarih ve 28325 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 2012/15 sayılı Başbakanlık Genelgesi” ile kamu kurum ve kuruluşlarının sahip oldukları veya tasarrufunda bulunan taşınmazların kullanımının Başbakanlık iznine bağlanması sonucunda Hazine, Orman ve Tarım arazi tahsisinin çıkmaması; bu çerçevede maden ruhsatları işlemlerinin de Başbakanlık iznine bağlanmış olması ve de ruhsatların kullanım izinlerinin çok uzun sürede çıkması veya çıkmaması, arama sondajlarının dahi yapılamaması nedeniyle, son üç yıl içinde madencilik sektörünün gelişme hızı kesilmiş ve hatta gerileme noktasına gelmiş durumdadır. Son elli yıl içinde dünya nüfüsu hızla artmış ve sanayi de bu hıza paralel olarak gelişmiştir. Bunun sonucu olarak, bilinen doğal kaynak rezervleri artan hızlarda kullanılmakta ve çevre koşullarında görünür olumsuzluklar ortaya çıkmaktadır. Bu çevresel etkileri, sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda en aza indirecek önlemleri almak yerine, kıyamet haberciliği yaparak toplumu korkutarak yeni bir dünya düzeni kurma yaklaşımı da yeni bir ideoloji haline gelmiştir. Globalleşen iletişim olanaklarını çok etkin olarak kullanan bu yeni ideoloji, insanları çevre felaketi senaryoları ile korkutarak çok etkilemekte ve özellikle ülkelerin kalkınması için gerekli doğal kaynak kullanım projelerine karşı politize etmektedir. Proje konusu ne olursa olsun, politize olmuş çevreci hareketlerin ortak noktası, “gerekli çevre koruma önlemleri alınarak proje yapılsın” yerine “bu projede çevresel risk vardır dolayısı ile proje toplum için yararlı değildir; proje gerçekleştirilmesin, halk da bu projeyi istemiyor” olmaktadır. Bergama’daki Ovacık Altın Madeni karşıtlığı ile başlayan ve günümüzde sadece altın madenciliğine değil, her tür madencilik ve hatta enerji ile alt yapı faaliyetine yönelik, politikacıların tutumları sonucunda giderek siyasi bir duruş kazanan bir “madencilik karşıtı olma algısı” toplumumuzda yerleşmiş bulunmaktadır. Altın madenciliğinin bir özelliği de, madencilik ürününün (Doré külçe) elde edildiği anda (dorenin rafinasyonu dışında) daha ileri bir teknoloji ile işlenmesi gerekmeksizin en yüksek katma değerine nakit 52 itü vakfı dergisi olarak ulaşmış olmasıdır. Bu özelliği ile kıymetli metal madenciliği, gelişmemiş ülkeler için dahi, doğal kaynağı topluma en yüksek ekonomik katkı düzeyinde kazandıran bir sanayi sektörüdür. Bu bağlamda, “gelişmekte olan ülkelerde yaratılan altın madeni karşıtı hareketlerin nedeni, başka ülkelerin, bu doğal kaynaktan yeterince katma değer payı alamaması olabilir mi?” sorusunun olası yanıtlarını da irdelemekte yarar vardır. Bu bağlamda, referans listesinde verilen 2001 basım tarihli N. Hablemitoğlu’nun kitabı ile birlikte, 2008 yılında Ankara Barosu Hukuk Gündemi Dergisinde yayımlanmış “Kaz’ıklanıyor muyuz?” başlıklı yazının (Özdemir, 2008) ve İTÜ Vakfı Dergisi’nin 1998 tarihli 27. sayısında yayımlanmış olan “Türkiye Kalkınmasınının Sürdürülebilirliği Açısından Doğal Kaynaklardan Yararlanma Sorunları” (Zanbak, 1998) başlıklı makalenin okunmasını öneririm. Bilindiği üzere, her ne kadar stratejik olarak değerlendirilse de, ileri kimyasal türevlerinin üretimine hala ulaşamamış olmamız nedeni ile, bor madenlerimiz için henüz bu tür bir çevrecilik hareketi mevcut değildir. Şu anda, ülkemizde çevrecilik hareketlerinin henüz hedefi olmayan, toryum, volfram, nadir toprak elementleri ve de ileri bor türevleri ile ilgili mühendislik projelerinin hayata geçirilmesi durumunda, benzer sosyo-politik tartışmaların gündeme gelmesi olasıdır. Bilgi Kirliliği İnternet ortamında “Altın Madenciliği ve Çevre” konusunda çok sayıda bilgi/haberler bulunmakta ve birbiri ile aykırı/zıt yorumlar nedeni ile, toplum bireyleri “bilgi kirliliği” olarak adlandırabilecek bilgi karmaşası içindedir. Bu konuda, Jeoloji Siyanür liçi yönteminin uygulandığı, yaklaşık son otuz yıllık gümüş üretimi ve son on yıllık süreçte, ülkemizde yürütülmekte olan altın madenciliği faaliyetlerinde, Çevre Bakanlığı ve diğer bakanlıklarca yapılan periyodik çevresel izleme ve denetimleri sonuçlarına göre, herhangi bir çevresel sorun ortaya çıkmadığı görülmektedir. Mühendisleri Odası (JMO) Haber Bülteni dergisinde 1996 yılında yayımlanmış olan “Madenciliğin Sonu mu” başlıklı makalenin (Oygür, 1996) okunmasını öneririm; ancak, ayni derginin iki sayı sonrasında yayınlanan bir karşı görüş sonrasında, bu makaleye JMO internet ortamındaki erişim kaldırılmış bulunmaktadır. Bilgi kirliliği, sadece madencilik ve çevre ilişkileri için değil, insan sağlığı ve beslenme konularında da açıkca görülmektedir. Bu bağlamda, "Basında Yayınlanan Beslenme Haberlerinin Değerlendirilmesi" konusunda yazılmış bir akademik makalenin özetindeki aşağıdaki alıntıyı irdelemekte yarar vardır (Demir, 2010): “Sağlıklı yaşam tutkusunun yaygınlaşmasında, bilgiye ulaşmanın kolaylaşması ve bilgi üretenlerin bilgiyi paylaşmaya başlaması,“bilgi kirlenmesi”ne sebep olmaya başlamıştır. İnsanlar hastalıkları ile ilgili istedikleri tüm bilgilere internet üzerinden ulaşabilmektedirler. Ayrıca, dergi ve gazetelerde de sağlık haberlerinin sayısı artmıştır. Ciddi bilimsel dergilerin tümü, yayınladıkları araştırma, makale veya görüşlerin özetlerini internetten servis eder hale gelmiştir. İçinde bulunduğumuz çağın kitle iletişim çağı olarak adlandırıldığı kabul edilecek olursa, kitle iletişim araçlarının insanlar üzerindeki etkinliği ve kişilerin bilgi kazanmasındaki önemi yadsınamamaktadır. Kitle iletişim araçlarının, sağlığın yanı sıra beslenmeyi de ilgilendiren bilgilendirme süreci ile yakından ilişkisi vardır. Diğer kitle iletişim araçlarına oranla gazeteler, özel baskı ve bölümlerle her gün okura hitap ettikleri için daha avantajlı ve tercih edilir olabilmektedirler. Gazetelerde verilen haberlerin, örneğin beslenme ilgili haberlerin, verildiği şekilde birey tarafından yorumlanmaksızın, geçerli bilgi olarak algılanması olasılığı bulunmaktadır. Ancak bir konu hakkında tutum geliştirmede haberin birinci kaynağı yanında aktaran kişinin uzmanlık etkisinin de önemli yer tutacağı sanılmaktadır. Yazılı basının zaman zaman uzmanlara yeterince danışmadan konuları abartarak verdiği, buna bağlı olarak toplumda korku uyandırdığı, hatta insanların sağlığı ile oynayabildiği de bilinmektedir”. Buna ilaveten, Mersin'de diş tedavisi için genel anestezi yapıldıktan sonra sağlık sorunu yaşamış bir çocuk ile ilgili olarak basında çıkan haberler üzerine, Türk Diş Hekimleri Derneği’nin yapmış olduğu basın açıklaması da aşağıdadır (TDB, 2010): “Her tıbbi müdahale bir risk içerir. Hekimin vazifesi bu riskler konusunda kişileri tedavi öncesinde bilgilendirmek ve tedavinin en az risk içerecek uygun koşullarda yapılmasını sağlamaktır." Sağlık konusunda halka bilgi verirken veya bir olumsuzluğu anlatırken haksız ithamlarla bulunmak, sadece sonuç nedeniyle tedavinin gerekliliğini tartışma konusu yapmak; hekimleri riskli hastaların tedavisinden uzaklaştırabileceği gibi hastaları sağlıksız bir geleceğe mahkum etme ihtimalini oluştururken, halkta yarattığı korkunun hekimlere karşı güvensizliğe yol açarak bireylerin sağlığı açısında da olumsuz gelişmelere neden olmaktadır. Sağlık konusunda sansasyonel haberlerden kaçınıp, mümkün olduğunca konunun uzmanına danışılarak bilimsel ve objektif mesajlar verilmelidir. TDB olarak hasta haklarına olan duyarlılığımızı bir kez daha vurgularken zor bir mesleğin uygulayıcıları olan meslekdaşlarımıza karşı söylemlerde, medyayı basın etik kurallarına uymaya çağırıyoruz”. Yukarıdaki alıntılarda altı çizili cümlelerdeki “sağlık”, “hekim”, “beslenme”, “risk”, “bilgi kirliliği”, “halkta yaratılan korku”, “tedavi”, “sansasyonel haber”, “konunun uzmanına danışılarak bilimsel ve objektif mesajlar verilmesi” kavramları “çevre”, “altın madenciliği”ve “mühendislik” kavramları ile eşleştirilirse, çevre konusundaki bilgi karmaşasının sadece altın madenciliğine özgü olmadığı görülebilir. Uzmanın Bilgisine Saygı Altın madenciliği ve çevre konusunda da sansasyonel haberlerden kaçınıp, konunun uzmanlarının verdikleri bilimsel ve objektif bilgiler ile raporlara itibar edilmelidir. 1994-2000 yılları arasında, Ovacık Altın Madeni’nin çalışma izinleri sürecinde, bu madencilik projesinin çevre felaketine neden olacağı gerekçeleri ile çok sayıda dava açılmıştır. 1994 Kasım ayında başlayan ve Ağustos 2004’de Çevre ve Orman Bakanlığı'nın tesise ÇED olumlu kararına kadar süren bu hukuk sürecinin bir kronolojisine referanslarda verilen kaynaktan ulaşılabilir (Akel, 2006). 1997 Mayıs ayı içinde Danıştay, altın madenciliğine izin veren Çevre Bakanlığı işleminin iptali istemi ile açılan davaların Altın madenciliğinin bir özelliği de, madencilik ürününün (Doré külçe) elde edildiği anda (dorenin rafinasyonu dışında) daha ileri bir teknoloji ile işlenmesi gerekmeksizin en yüksek katma değerine nakit olarak ulaşmış olmasıdır. Bu özelliği ile kıymetli metal madenciliği, gelişmemiş ülkeler için dahi, doğal kaynağı topluma en yüksek ekonomik katkı düzeyinde kazandıran bir sanayi sektörüdür. reddi yolunda verilen Bölge İdare Mahkemelerinin kararlarını bozarak dava konusu işlemin yeniden görüşülmesi yönünde bir karar vermiştir. Bu karar sonrasında, uzmanlık konusu madencilik olan ve çeşitli üniversitelerden çok sayıda bilim adamı Ovacık Altın Madeni özelinde “altın madenciliği ve çevre” ilişkisi üzerine, bilimsel görüşlerini belirtmişlerdir. ODTÜ Maden Mühendisliği Bölümünün 12 öğretim üyesi tarafından, hukukun üstünlüğüne inanan kişiler olarak, altın madenciliği ve Danıştay kararları hakkında toplumu bilgilendirmek amacıyla yaptıkları, konuyu irdeleyen 14 maddelik teknik irdeleme içeren açıklamanın sonuç kısmı aşağıda verilmektedir (ODTÜ-MMB, 1997): Danıştay kararlarında 2709 sayılı T.C. Anayasasının kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı ile ilgili 17. Madde, sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması ile ilgili 56.Madde dikkate alınmıştır. Ancak, anayasamız tabii servetlerin ve kaynakların aranması ve işletilmesi ile ilgili 168.Madde ile yeraltı kaynaklarımızı da güvence altına almıştır. "Ya madencilik, ya çevre" gibi bir dayatma ülkemiz çıkarlarına uygun değildir. Yeraltı kaynaklarımızın ekonomiye kazandırılması sırasında, yapılacak işlemlerin bilim ve tekniğe uygunluğu, ilgili kuruluşlarca ve konunun uzmanları tarafından denetlendiği ve izlendiği sürece üzerinde yaşadığımız ve gelecek nesillere bırakacağımız çevremizin zarar görmesi, insan yaşamının riske atılması mümkün değildir. Saygılarımızla; 12 akademisyen... Devam eden hukuk sürecinde, Danıştay 1999 yılında, insan ve çevre sağlığını tehdit ettiği öne sürülen risklerin var oldu- ğu gerekçesi ile, yürütmeyi durdurma kararı da vermiştir. Ancak, bu karardan sonra yetkili idare Çevre Bakanlığı’nın ne gibi işlem yapacağını sorması üzerine Başbakanlık konuya sahip çıkmış ve Ovacık Altın Madeni ile ilgili Danıştay kararındaki“insan ve çevre sağlığını tehdit ettiği öne sürülen risklerin kabul edilir olup olmadığının tesbitini” TÜBİTAK’tan istemiştir. Sözkonusu TÜBİTAK Raporu'nun hazırlanma gerekçesi ve sonuç kısmı aşağıdadır (TÜBİTAK, 1999): Başbakanlık Müsteşarlığı 08.03.1999 tarihli yazılı talimatı ile TÜBİTAK Başkanlığı'ndan Ovacık Altın Madeni ile ilgili Danıştay kararında insan ve çevre sağlığını tehdit ettiği öne sürülen risklerin kabul edilir olup olmadığının tesbitini istemiştir. TÜBİTAK tarafından görevlendirilen 11 bilim adamından oluşan komisyon, incelemeleri sonucunda, aşağıdaki ortak görüş ve kanaate varmıştır: (1) İlgili Danıştay kararında insan ve çevre sağlığını tehdit ettiği öne sürülen risklerin tümüyle giderildiği ya da kabul edilebilir limitlerin çok altına çekilmiştir, (2) Tesisin mevcut özellikleri ile, gerek üretim teknolojisi gerekse sağlanmış olan çevresel koşullar açısından dünyada altın madenciliği için öngörülüp uygulanmakla olan en uygun teknoloji düzeyini ya da daha iyisini yansıtmaktadır, (3) Bu şekilde inceleme konusu tesisin, ve aynı koşullarda benzerlerinin, çevre uyumlu ve duyarlı birer iktisadi faaliyet olarak işletmeye geçirilmeleri, sürdürülebilir kalkınma kavramı çerçevesinde ülkemiz menfaatleri açısından uygun ve yararlı olacaktır. Yukarıda sonuç kısımları verilen, konularında uzman olan bilim adamlarının hazırladığı 1999 tarihli TÜBİTAK Raporu, çevrecilik hareketi taraftarları tarafından şiddetle reddedilmiş ve Ovacık Altın Madeni’nin işletilmesi sonucunda, toplumda “çevre felaketinin kaçınılmaz olduğu” algısı yaratılmıştır. Ancak, ilgili bakanlıkların izin ve denetimleri altında, Ovacık Altın Madeni 2005 yılından beri çalışmakta ve çevre felaketi yaratacağı ileri sürülen atık havuzu ve açık işletme ömrünü sorunsuz tamamlamış ve yeni alınan ÇED raporları sonrasında, işletmede başka üretim üniteleri devreye alınmıştır. Dolayısı ile, 19942004 sürecindeki hukuk mücadelesine konu olan işletmede, davacılar tarafından öne sürülen kararındaki “insan ve çevre itü vakfı dergisi 53 MADENCİLİK DOSYASI sağlığını tehdit ettiği öne sürülen risklerin kabul edilemez olduğu” iddiasının doğru olmadığı; iyi mühendislik uygulamaları ile bu tür olası risklerin yönetilebileceği kanıtlanmıştır. Madencilik ve Çevre Konusunda Bilgi Kirliliği Yukarıdaki Uzman Bilgisine Saygı alt başlığı altında verilen açıklamalardan hareketle, insan sağlığı konusundaki Bilgi Kirliliği için yukarıda başkalarından (Akel, 2006 ve TDB, 2010) aktarılan görüşlerin, benzer cümlelerle “Madencilik ve Çevre” konusundaki bilgi kirliliği için aşağıdaki paragraflardaki gibi uyarlanabileceği görülür: Sağlıklı yaşam ve çevre tutkusunun yaygınlaşmasında, bilgiye ulaşmanın kolaylaşması ve bilgi üretenlerin bilgiyi paylaşması, “bilgi kirlenmesi”ne sebep olmaktadır. İçinde bulunduğumuz çağın kitle iletişim çağı olarak adlandırıldığı kabul edilecek olursa, kitle iletişim araçlarının insanlar üzerindeki etkinliği ve kişilerin bilgi kazanmasındaki önemi yadsınamaz. Kitle iletişim araçlarının, çevre ve insan sağlığının yanı sıra sürdürülebilir kalkınmayı da ilgilendiren bilgilendirme süreci ile yakından ilişkisi vardır. Gazetelerde verilen haberlerin, örneğin çevre ile ilgili ve genelde objektif olmayan haberlerin, birey tarafından yorumlanmaksızın,verildiği şekilde, geçerli bilgi olarak algılanması olasılığı bulunmaktadır. Ancak,madencilikle ilgili bir konu hakkında tutum geliştirmede haberin birinci kaynağı kadar aktaran kişinin uzmanlık alanı da önemli olmaktadır. Yazılı basının zaman zaman uzmanlara yeterince danışmadan konuları abartarak verdiği, buna bağlı olarak toplumda korku uyandırdığı da bilinmektedir. Yaşamın her safhası için geçerli olduğu gibi, her mühendislik projesindeki faaliyetler bir risk içerir. Mühendisin görevi, bu riskler konusunda ilgili devlet kurumları ve toplumu faaliyet öncesinde bilgilendirmek ve mühendislik uygulamalarının insan sağlığı ve çevre kalitesine etkisi açısından en az risk içerecek uygun koşullarda yapılmasını sağlamaktır.” 54 itü vakfı dergisi Yaşamın her safhası için geçerli olduğu gibi, her mühendislik projesindeki faaliyetler bir risk içerir. Mühendisin görevi, bu riskler konusunda ilgili devlet kurumları ve toplumu faaliyet öncesinde bilgilendirmek ve mühendislik uygulamalarının insan sağlığı ve çevre kalitesine etkisi açısından en az risk içerecek uygun koşullarda yapılmasını sağlamaktır. Mühendislik faaliyeti hakkında halka bilgi verirken veya bir olası olumsuzluğu anlatırken sansasyonel ve yanlı iddialarda bulunmak, mühendislik proje yatırımlarını engelleyerek kalkınmanın sürdürülebilirliğini tehlikeye atmaktadır. Türk madencilik sektörü olarak, hepimize ait olan sağlıklı çevre haklarına olan duyarlılığımız bir kez daha vurgulanırken, madencilik gibi zorlu çalışma koşulları ve risk sermayesinin gerektirdiği finansman zorlukları altında çalışan, bu zor meslekle ilgili haber ve görüşler verilirken etik kuralların unutulmaması ve sansasyonel bilgi ve haberlerden kaçınıp, konunun uzmanlarının verdikleri bilimsel ve objektif bilgiler ve raporlara itibar edilmesi gerekir. Sonsöz olarak ... Altın Madenciliği ve Çevre konusu, hakkında onlarca sayfa yazılsa da, “ama, ..... konunun bir de bu açıklaması var” türü görüşlere çok açık olan bir konudur. Bu konuda ülkemizde bir ilk örnek olan Ovacık Altın Madeni üzerinde yürütülen hukuk sürecinde ileri sürülen “insan ve çevre sağlığını tehdit ettiği öne sürülen risklerin kabul edilemez olduğu” iddiasının doğru olmadığı, 2001’den itibaren çalışan ve dava konusu olan atık barajı ve pasa yönetim üniteleri ve diğer işletme faaliyetlerinden kaynaklanan herhangi bir çevre sorunu ortaya çıkmaması ile kanıtlanmıştır. Ancak, konunun sosyo-politik boyutlarının sadece bilimsel ve teknik yaklaşımlarla çözülemeyecek derecede karmaşık olması nedeniyle, altın madenciliği üzerinde odaklanan hukuk mücadelelerinin devam edeceği de gerçekçi bir öngörü olmalıdır. Referanslar – Akel, Y. (2006).Örnek Olay No 10, Bergama Siyanürle Altın Olayı, Koç Üniversitesi Çevre Hukuku Dersi İçin Örnek Olay Sunumu, 14 Aralık,http://www.anayasa.gen.tr/law315-bergama. htm(erişim: 30.06.2015) – Demir, M. (2010).Basında Yayınlanan Beslenme Haberlerinin Değerlendirilmesi, ABMYO Dergisi Sayı 19, sayfa 26-39, Aydın Üniversitesi,http://abmyod.aydin.edu.tr/bilimsel_dergi/ bilimseldergi19.pdf(erişim: 30.06.2015) – Eveleth, R.W. (1978). New methods of working an old mine, The Future of Small-Scale Mining, UNITAR, Mexico: 333-339. – Habashi, F. (2005). A Short History of Hydrometallurgy, Hydrometallurgy, Elsevier BV (doi:10.1016, J..Hydromet.2004.01.008): 15–22. – Hablemitoğlu, N. (2001). Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası, Pozitif Yayıncılık-Otopsi Yayınevi, 1. Baskı, ISBN 9758410210, 304 sayfa (tekrar basım, 2008, ISBN 9756461705). – Kappes, D.W. (2002). Precious Metal Heap Leach Design and Practice, Proc. Mineral Proc. Plant Design, Practice and Control, SME, Littleton, Colorado, USA, ISBN 0-87335-223-8, Vol.2: 1606-1630. – ODTÜ-MMB, (1999). ODTÜ Maden Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyelerinin Altın Madenciliği ve Danıştay Kararları Üzerine Yaptıkları Açıklama, TMOBB-Maden Mühendisleri Odası, Madencilik Bülteni, Mayıs http://www.maden.org.tr/ resimler/ekler/c431fd7ec4437de_ek.pdf(erişim: 30.06.2015) – Oygür, V. (1996). Madenciliğin sonu mu, Jeoloji Mühendisleri Odası Haber Bülteni, sayı: 96/1, sayfa 17-24 (bu makaleye JMO web sayfasından ulaşım bulunmamaktadır, sadece basılı dergide mevcuttur). – Özdemir, F. B. (2008). “Kaz”ıklanıyormuyuz?, Ankara Barosu Hukuk Gündemi Dergisi, sayfa 22-26.http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ ankarabarosu/hgdmakale/2008-1/1.pdf(erişim: 30.06.2015). – TBMM (2010). Türkiye Büyük Millet Meclisi “Madencilik Sektöründeki Sorunların Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu”, Mayıs, 754 sayfa – TDB (2010).‘Sağlık konusunda sansasyonelhaberden kaçınalım’, Türk Dişhekimleri Birliği Dergisi, sayı: 120, Sayfa 18 http://www.tdb.org. tr/tdb/v2/yayinlar/TDBD/120sayi.pdf,(erişim: 30.06.2025) – TUBITAK(1999). Eurogold Ovacık Altın Madeni TÜBİTAK – YDABÇAG Değerlendirme Raporu, Ekim http://www.geocities.ws/siyanurlealtin/ belgeler/tubitak.html (Erişim: 28.06.2015) – Zadra, J.B. (1950). A process for the recovery of gold from activated carbon by leaching and electrolysis, U.S. Bureau of Mines, Rept. Investigation 4672. – Zanbak, C. (1998). Türkiye Kalkınmasınının Sürdürülebilirliliği Açısından Doğal Kaynaklardan Yararlanma Sorunları, İstanbul Teknik Üniversitesi Vakıf Dergisi, Sayı 27, sayfa 21-26 – Zanbak, C. (2012).Heap Leaching Technique in Mining Within the Context of Best Available Techniques (BAT), Euromines, November, 33p. http://www.euromines.org/mining-europe/mining-techniques(Erişim: 30.06.2015) Cumhuriyet Döneminde Madencilikte Mevzuat Maden Y. Müh. Necati Yıldız İTÜ Maden Fakültesi’75 Madencilikte ülkemizin vizyonu; cevher üretip satan hammadde kaynağı bir ülke olmaktan çıkıp, sanayi ile ilişkilenmiş, dünya pazarlarında katma değeri yüksek uç ürünlerde söz sahibi bir ülke konumuna gelmek olmalıdır. Bunun için her madenin üretimi ile bunları uç ürünlere dönüştüren sanayi sektörü bir bütün olarak düşünülmeli, planlamalar bir bütün olarak yapılmalı, bu kapsamda ulusal bir madencilik politikası ve stratejisi oluşturulmalıdır… İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki mühendislik eğitimimizde bizlere Maden Hukuku dersini veren Hocamız Sayın Yavuz Fındıkgil’i saygı ile anıyorum. 1. Giriş "Hukuk bir gün herkese lazım olacaktır." Hukuk nedir? Hukuk, toplumun genel menfaatini veya bireylerin ve toplumun ortak iyiliğini sağlamak amacıyla konulan, kamu gücüyle desteklenen kural, hak ve kanunların bütünüdür. Daha yaygın bir tanımıyla hukuk, adalete yönelmiş toplumsal yaşama düzenidir. Anayasa Mahkemesi'nin 11.10.1963 tarihli 63/124 Esas, 23 Sayılı kararında hukuk devleti ilkesinin tanımı yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi bu kararında; “Hukuk devleti, insan haklarına saygı gösteren ve bu hakları koruyucu, adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini zorunlu sayan ve bütün faaliyetlerinde hukuka ve anayasaya uyan bir devlet olmak gerekir. Hukuk devletinde, kanun koruyucu organ da dâhil olmak üzere, devletin bütün organları üstünde hukukun mutlak bir hâkimiyeti haiz olması, kanun koruyucunun yasama faaliyetlerinde kendisini her zaman anayasa ve hukukun üstün kuralları ile bağlı tutması lazımdır”. itü vakfı dergisi 55 MADENCİLİK DOSYASI Yargı kararlarına uyulması hukuk devletinin olduğu kadar, uygar bir toplum olmanın da gereğidir. Yargı kararlarına uyulmanın idare edenlerin keyfine bağlı olduğu bir toplumda hukuk güvenliği yok demektir. Kuvvetler (erkler) ayrılığı ilkesi, hukuk devleti olabilme ilkesinin en önemli unsurlarından biri olup, yasama fonksiyonunun yürütmeden ayrı bir organın elinde bulunması, diğer yandan da yargı fonksiyonunu yerine getiren organın bağımsız ve tarafsız hakim ve savcılar eliyle yürütülmesi anlamına gelmektedir. Hukuk devletinde bu ilkenin uygulanabilirliği için yargı organının yasama ve yürütmeye karşı bağımsız olması gerekmektedir. Bu nedenle yargı organlarına hükümetlerin müdahale etmemesi, bu organların bağımsız olması, bağımsızlığını koruyacak şekilde oluşması ve varlığını sürdürmesi gerekmektedir. 2.Cumhuriyetin İlk Yıllarında Madencilik 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihler arasında İzmir'de toplanan İktisat Kongresi’nde ülkenin ekonomik sorunları tartışılmıştır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının kazandıkları Kurtuluş Savaşı sonrası ülkemizin siyasi ve ekonomik bağımsızlığı öngörülmüş, kongrede ekonomik bağımsızlık hedefinin nasıl gerçekleştirileceği tartışılmıştır. Kongrede liberal ekonomi benimsenmiş, alınan ekonomik kararlar doğrultusunda madencilik sektörüne kredi sağlamak amacı ile 1925 yılında Sanayi Maadin Bankası kurularak faaliyete baş- lamıştır. Bu dönemde özel sektörde yeterli sermaye birikimi olmadığından devlet madenciliğe ve ülke kalkınmasına öncülük etmiştir. Madencilik sektörünün maden mühendisi gereksinimini karşılamak için 1924 yılında Zonguldak'ta Maden Mühendisi yetiştirmek amacı ile Maadin ve Sanayi Mekteb-i Âlisi kurulmuş, 1930 yılına kadar bu okulda 100 kadar maden mühendisi yetiştirilmiştir. 1935 yılında madenlerin aranarak açığa çıkarılması için Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü, yine aynı tarihte bu Enstitü tarafından bulunacak madenleri işletmek ve madencilik, enerji üretimi, dağıtımı alanlarında faaliyette bulunması için Etibank kurulmuştur. Bu iki kurumla birlikte Cumhuriyet tarihimizde madencilik ile ilgili önemli bir sayfa açılmıştır. 2.1.1954 gün, 6309 Sayılı Maden Kanunu Osmanlı Devleti döneminde 1862 yılında Paris Anlaşması, 1867 yılında yürürlüğe giren “Yabancıların mülk edinmeleri yasası”, 1869 yılında uygulanmaya konulan “Maadin Nizamnamesi” arasında ciddi sömürü ilişkileri vardır. Bu ilişkiler 1950’li yıllardan sonra da gündeme gelmiştir. 18.01.1954 tarihinde 6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu, 7.03.1954 tarihinde 6326 sayılı Petrol Kanunu, 11.03.1954 tarihinde 6309 sayılı Maden Kanunu Yürürlüğe girmiştir. Bu kanunlar yabancıların girişimiyle çıkartılmıştır. 6309 sayılı Maden Kanunu, ¬ Amerika vatandaşı Dr. Northcutt Ely başkanlığında, onların isteği doğrultusunda, yabancı sermayeli şirketlere madencilik sektöründe ruhsat güvencesi sağlanması amacıyla hazırlanmıştır. Dünyada yaşanan petrol krizleri nedeniyle ülkemizin enerji politikalarında köklü değişimler yaşanmış ve öz kaynaklara dayalı enerji üretimi ön plana çıkmıştır. 2172 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği 1978 yılı ülkemizin enerji ve madencilik sektörünün dönüm noktalarından bir olmuştur.Bu 1935 yılında madenlerin aranarak açığa çıkarılması için Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü, yine aynı tarihte bu Enstitü tarafından bulunacak madenleri işletmek ve madencilik, enerji üretimi, dağıtımı alanlarında faaliyette bulunması için Etibank kurulmuştur. Bu iki kurumla birlikte Cumhuriyet tarihimizde madencilik ile ilgili önemli bir sayfa açılmıştır. 56 itü vakfı dergisi yasayla bor, kömür ve demir madenlerinin devlet eliyle işletilmesine karar verilmiştir. 2172 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden yaklaşık 1.5 yıl sonra hükümet değişmiş, kurulan yeni hükümet 05 Haziran 1980 tarihinde 8/932 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 1978 yılında alınmış Bakanlar Kurulu Kararlarını yürürlükten kaldırarak, ruhsat haklarının eski sahiplerine geri iadesini öngörmüştür. Maden Mühendisleri Odası adına TMMOB ile diğer dokuz demokratik kitle örgütünün açtıkları dava sonuncunda, Danıştay’ın 1981 yılında aldığı karar ile 05 Haziran 1980 tarihinde 8/932 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı yasal dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle iptal edilmiştir. Yürütme organı, Yasama organını yok sayarak bir karar almış, ancak yargı bu kararı iptal etmiştir. Bu karar hukuk devletlerinde kuvvetler ayrılığı ilkesinin vazgeçilmezliğinin örnek bir kanıtıdır. 2.2. 1985 yılı 3213 Sayılı Kanun 1980’li yıllarda dünyada ve ülkemizde liberal ekonomi rüzgarlarının estiği dönemlerde madencilik adına bir şeyler yapılması gerekmiştir (!). Yapılması gereken de yeni bir maden kanunudur. Gerekçesi de hazırdır: “6309 sayılı Maden Kanunu günün koşullarına cevap verememekte, yetersiz kalmaktadır.” 1985 yılında yürürlüğe giren 3213 sayılı Maden Kanunu’nda ruhsatlandırmayla ilgili uygulamalar düzenlenmiş, ruhsat alanı sınırlarının belirlenmesinde koordinat sistemine geçilmiş, mermer maden kanunu kapsamına alınmış, maden ismine göre verilen ruhsatlar alana göre verilmeye başlanmıştır. Bu kanunla; “Madencilik, arama, teknolojik araştırma, geliştirme, proje, tesis, altyapı, istihsal ve ihracat finansman kredisi olarak kullanılmak üzere Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı nezdinde Madencilik Fonu adı ile bir fon kurulmuştur…” Madencilik fonu, kaldırıldığı 2000’li yıllara kadar sektöre katkı sağlamıştır. Ülkemizde ilk Madencilik Şûrası 2122 Haziran 1990, ikincisi de 11-13 Kasım 1993 tarihleri arasında Ankara'da gerçekleştirilmiştir. Bu Şuralarda sektörün sorun ve önerileri tartışılmış, hazırlanmış raporlar öneri olarak ilgililere sunulmuştur. İkinci Madencilik Şûrası’nın açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel’in;"zengin kaynakların fakir bekçisi 5177 sayılı Kanun ile Maden Kanunu'nda değişiklikler yapılarak madenciliğin önünün açılması amaçlanmıştır. Ancak kanun uygulayıcılar tarafından doğru algılanamadığından ceza kanununa dönüştürülmüştür. 5177 sayılı kanun gibi iyi hazırlanmış bir kanunun, uygulayıcıların elinde ceza kanununa dönüşümü hukuk fakültelerinde ders olarak okutulacak örnek niteliktedir. olmayalım” sözleri Şura’ya damgasını vurmuştur. 2.3. 2004 Yılı 5177 Sayılı Kanun Dönemi 2000’li yıllara gelindiğinde madenciler, ETKB tarafından Maden Kanunu’na göre verilmiş maden ruhsat ve izinlerinin bir işe yaramadığını, her önüne gelen idarenin madenciliğe müdahale ettiğini, faaliyetlerini durdurduklarını, para cezası kestiklerini ifade etmişlerdir. Kendilerine her şeyi ile Bakanlık tarafından tamamlanmış, izinlerinin tamamı alınmış bir “ruhsat” verilmesi, böylece diğer bakanlıkların madenciliğe olumsuz müdahalelerinin engellenmesini istemişlerdir. Bu döneme gelinceye kadar özellikle borsada işlem gören yabancı şirketler ta- rafından büyük ruhsat alanlarının kapatıldığı, yerli madencilerin ruhsat alarak madencilik yapabilecekleri boş alanın kalmadığı bir dönem olmuştur. Maden İşleri Genel Müdürlüğü’nün uygulamada yaşadığı sorunların da çözülmesi gerekmiştir. 2004 yılında yürürlüğe giren 5177 sayılı Kanun’la yüz yıllık Taşocakları Nizamnamesi yürürlükten kaldırılmış, Havza-i Fahmiye ve Maden Kanunu tek bir yasal çatı altında toplanmıştır. Ancak Bakanlık ve madenciler bu kanuna sahip çıkmamıştır. Bugün durup geriye doğru bakıldığında 5177 sayılı Kanunla Maden Kanunu’nda yapılan düzenlemelerin ne kadar isabetli, ülkemiz ulusal madenci ve madenciliğinin gelişmesine yönelik olduğunu “GÖREMEMEK İÇİN” bu ülkede ya “MADENCİ ” ya da Bakanlıkta “MÜHENDİS” olmak gerekmektedir. 5177 sayılı Kanun ile Maden Kanunu'nda değişiklikler yapılarak madenciliğin önünün açılması amaçlanmıştır. Ancak kanun, uygulayıcılar tarafından doğru algılanamadığından ceza kanununa dönüştürülmüştür. 5177 sayılı kanun gibi iyi hazırlanmış bir kanunun, uygulayıcıların elinde ceza kanununa dönüşümü hukuk fakültelerinde ders olarak okutulacak örnek niteliktedir. 2.4. 2010 Yılı 5995 Sayılı Kanun Dönemi 2010 yılına gelindiğinde artık madenci, Bakanlığın gözünde gelir aracı olarak görülen, çevreyi olumsuz etkileyen potansiyel bir suçludur. Devlet, gelirlerini artırmak için yeni kaynaklar arayışı içindedir. 5995 sayılı kanun “madenciliğimizin”, “ulusal madenciyi”yok ediş fermanı olmuştur. 2010 yılında yürürlüğe giren 5995 sayılı kanunla, özellikle de arama ruhsat döneminde “uluslararası rezerv tanımlaması, bilimsel madencilik” gibi kulağa hoş gelen ifadeler altında yabancı şirketlerin istedikleri gibi bir hukuksal düzenleme getirilmiştir. Uluslararası firmaların rezerv konusunda aynı dili konuşmalarını sağlamak amacıyla arama dönemi bu şirketlerin istekleri doğrultusunda bölünmüş, arama ruhsat süresi uzatılmıştır. Bu kanunla arama ruhsat dönemi tam bir bürokratik bataklık haline dönüşmüştür. Dünyanın hiçbir ülkesinde arama amaçlı harcanan para ile arama faaliyeti yasal olarak ilişkilendirilmemiştir. Arama ruhsat süresi borsada işlem gören firmaların işine gelecek şekilde uzatılmıştır. Kanunla, devlet madenciden itü vakfı dergisi 57 MADENCİLİK DOSYASI daha çok vergi almayı, daha çok ceza vermeyi amaçlamıştır. Bakanlık bu dönemde de çıkardığı kanunu yok saymış, komisyon raporları ve genelgelerle madenciliği idare etmiştir. Bunlara ilave olarak 16 Haziran 2012 tarihli Başbakanlık Genelgesi ile ülkemizde madencilik sektörü tek kelimeyle felç edilmiştir. Hiçbir yasal dayanağı olmayan bu Genelgeyle, madencilik faaliyetleri için arama ruhsat müracaatları da dahil, izinler Başbakanlığa sorulmaya başlanmıştır. Hiçbir gerekçe gösterilmeden çoğu izin ve ruhsat müracaatları reddedilmiştir. Yargıya gidenler haklı çıkmalarına karşın geri adım atılmamış, sektör tıkanmıştır. 2015 Haziran ayı ortası itibariyle yasal dayanaktan yoksun bu uygulama halen devam etmektedir. Artık madencilerde idarenin yasal olmayan uygulamaları alışkanlık yapmıştır. Çoğu madenci yasal haklarını korumak için yargıya gitmekten korkmaktadır. 2.5. 2015 Yılı 6592 Sayılı Kanun Dönemi 2014 yılına gelindiğinde ülkemizde Soma ve Ermenek’te iki büyük maden iş kazası yaşanmış 319 emekçimiz hayatını kaybetmiştir. Bu kazanın nedeni sorumluların gerekli denetimleri yapmamış olmalarıdır. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın da önlem almak için bir şeyler yapması (!) gerekmiş, can simidi ise Maden Kanunu olmuştur. Hazırlanan kanun tasarısı 18 Şubat 2015 tarihinde 6592 sayılı Kanunla yasalaşarak yürürlüğe girmiştir. Bu kanunun iş kazalarını önlemeye yönelik olarak hazırlandığı iddia edilmesine karşın, bu konuda hüküm içermemektedir. Yapılan düzenlemeyle Maden Kanunu’na yeni kavramlar getirilmiş, Bakanlığın uyguladığı özellikle devlet hakkı ile ilgili komisyon raporları, emsal bedeller, çalışılmayan yıllar için devlet hakkı talebi gibi yasal dayanaktan yoksun uygulamalar yasal hükümler altına alınmıştır. Arama ruhsat süresi 2 yıl daha uzatılmıştır. Ne olacağı belli olmayan “yetkilendirilmiş teknik büro” kavramı kanuna girmiştir. 3. Sonuç Demokrasi ile yönetilen hukukun egemen olduğu ülkelerde, kalkınmanın da sağlam hukuk temelleri üzerine oturtulması, yatırımın güvence altına alınması gerekmek- 58 itü vakfı dergisi tedir. İstikrarsız bir toplumda yatırımcı tedirgindir. Sık sık hükümetlerin değişmesi, aynı hükümetin birbiri ile çelişen kararlar alması, kanunların yok sayılması, insanların hukuka güveninin kalmaması, yasaların sık değişmesi istikrarsızlığın önemli göstergeleridir. Bu yönleriyle son yıllarda madencilikte istikrar olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu istikrarsızlık Türkiye İstatistik Kurumu’nun madencilikle ilgili ekonomik verilerinden de açıkça görülmektedir. Devletin bir madencilik politikası yoktur. Ülkemizde madencilik sektörünün başta metalürji ve kimya sektörü olmak üzere diğer sanayi dalları ile olan bağlantısı istenen seviyede değildir. Devlet madenciliği; cevherin yeraltından çıkartılıp, işlenmeden, çıkarıldığı gibi satılması şeklinde algılamaktadır. Yetkililer, sömürü göstergesi olan madenin hammadde olarak ihracat değerlerinden gururla bahsetmekte, daha büyük hammadde ihracatlarını ekonomik hedef olarak göstermektedir. ler tarafından maden mühendisleri yalnızca maden kanunundaki cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalmamak için istihdam edilmektedir. 2015’e gelindiğinde yaklaşık 25 yıl önce yapılmış Şûra sonrası yayınlanmış raporlara bakıldığında, bugün tartıştığımız konuların o günlerde de tartışıldığı, hiçbir soruna çözüm bulunmadığı, bu sorunların daha da büyüdüğünü görmek zor değildir. Her geçen gün sektör kan kaybetmektedir. Çıkarılan yasalar ve uygulamalarla ulusal madenciler yok oluş sürecine sokulmuştur. Önce sorunlarını çözmek yerine, ilgili Bakanlık madenciliğin mühendislik ve teknik yönlerini bırakmış, madencinin faturalarıyla uğraşmaktadır. 5995 ve 6592 sayılı Kanun çalışmalarında Bakanlık, sözde madencilik sektörü taraflarını dinlemiş, ancak bildiğini okumuş, tarafların görüşlerine hiç değer vermemiştir. Hatta Bakanlık çoğunlukla hükümet milletvekillerinin oluşturduğu Meclis Raporu’nu bile dikkate almamıştır. Gelinen nokta itibarı ile yerli madencimiz sorunlarla boğuşmaktan darboğaza girmiş, yok olma noktasına getirilmiştir. Bu olumsuz gidişten sektörü olması gereken mecrasına çekmek görevi öncelikle madencinin kendisine, sonra da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın madenciye sahip çıkması ile mümkündür. 6592 sayılı Kanun’un ömrü uzun olmayacaktır. Sorunların çözümü; tarafların katılımı, görüşlerine saygı duyulduğu, dikkate alındığı yeni bir maden kanunudur. Madencilikte ülkemizin vizyonu; cevher üretip satan hammadde kaynağı bir ülke olmaktan çıkıp, sanayi ile ilişkilenmiş, dünya pazarlarında katma değeri yüksek uç ürünlerde söz sahibi bir ülke konumuna gelmek olmalıdır. Bunun için her madenin üretimi ile bunları uç ürünlere dönüştüren sanayi sektörü bir bütün olarak düşünülmeli, planlamalar bir bütün olarak yapılmalı, bu kapsamda ulusal bir madencilik politikası ve stratejisi oluşturulmalıdır. 1980’li yıllara kadar maden mühendisliği ülkemizde saygın bir meslek olmuştur. Daha sonraki yıllarda yanlış yüksek öğrenim politikası, olmayan madencilik politikası nedeniyle günümüzde maden mühendisliği 80’li yıllardaki cazibesini yitirmiştir. Bazı madenci- l l l l l l l l l l l Kanunun: Ulusal madencimizi koruyan, Bilimsel ve mühendisliğe dayalı bir madencilik faaliyetini destekleyen, Ruhsat sahibine yatırım güvencesi veren, Yasak yerine kurallar koyan, Ceza yerine uyarıda bulunan, Bürokrasi yerine sadeliği uygulayan, Yol göstermeye yönelik denetim yapan, Üretimin artırılması ve uç ürünlere yönelik düzenlemeler yapan, Sanayi ile ilişki kuran, Sahaların âtıl tutulmamasını sağlayan, Madenlerin esir madenler haline getirilmemesine yönelik hükümler içeren nitelikte olması ve bu temel esaslar çerçevesinde hazırlanması gerekmektedir. İTÜ’de Maden Mühendisliği Eğitimi Prof.Dr. Fatma Arslan İTÜ Maden Fakültesi Dekanı Uluslararası “ABET akreditasyonu” nu almış bir bölüm olan “Maden Mühendisliği Bölümü” geniş ve zengin bir eğitim kadrosuna sahiptir. Öğretim üyelerinin tamamı “yurtdışı üniversiteleri ve/veya araştırma merkezleri” nde çalışmalarda bulunmuş olup çoğunluğu “yurtdışı doktoralı”dırlar. Ayrıca Erasmus kapsamında Avrupa Üniversiteleri arasında öğrenci/ öğretim üyesi değişimi de yapılmaktadır… İ stanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi 1 Mart 1953 yılında öğretime başlamıştır. Almanya'da eğitim görmüş Türk ve Alman öğretim üyelerinin kurucu olarak görev aldığı İTÜ Maden Fakültesi'nde Aachen, Clausthal, Freiberg madencilik okulları benzeri maden arama, işletme, cevher hazırlama ve metalurji alanları yer almıştır. Türkiye'nin ilk Maden Yüksek Mühendisi İbrahim Ethem Paşa'dır. Ecole des Mines de Paris'den mezun olan, nazır ve sadra- Açık Hava Maden Müzesi Teknik Gezi zam olarak değişik devlet görevlerinde bulunan ilk meslektaşımız 1872'de ''Orman ve Maadin Mektebi''ni kurmuş, ancak bu okul kısa bir süre sonra kapanmıştır. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde 1924'te Zonguldak'ta ''Yüksek Maden ve Sanayi Mektebi'' açılmış, ancak yine kısa bir süre sonra kapanmıştır. 1935'te Maden Tetkik ve Arama (MTA) Enstitüsü, kuruluşundan hemen sonra yurt dışına öğrenciler göndermiş, bu öğrenciler 1940'lardan sonra yurda dönerek pek çok madencilik kuruluşunun yönetiminde görev almışlar; öğretim kurumlarında hocalık yapmışlardır. MTA tarafından Zonguldak'taki eski ''Yüksek Maden ve Sanayi Mektebi'' meslek okulu olarak çalıştırılmış, 1951 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'na devredilerek ''Zonguldak Maden Teknik Okulu'' haline getirilmiştir. Bu okul 1962'de öğrencileri ile birlikte İTÜ Maçka Teknik Okulu'na bağlanmıştır. Akademik anlamda ilk Maden Mühendisliği eğitimi, İstanbul Teknik Üniversitesi'nde Maden Fakültesi'nin kuruluşu ile başlamıştır. Maden Fakültesi'nin kurulduğu 1953'ten 1960’a kadar bölümlere ayrılmadan Maden Mühendisliği eğitimi yapılarak mezunlara ''Yüksek Maden Mühendisi'' unvanı verilmiştir. 1961’den sonra, Metalurji, Petrol ve Jeoloji Mühendisliği Bölümlerine öğrenci kabulüne başlanmıştır. 1972 yılına kadar tüm bölümler beş yıllık eğitimle Yüksek Mühendis yetiştirmişlerdir. 1974 yılında Jeofizik Mühendisliği Bölümü ve 2008 yılında Cevher Hazırlama Mühendisliği Bölümü kurulmuştur. İstanbul Teknik Üniversitesi'nde Maden Mühendisliği eğitimi, Fakültenin kurulusu olan 1 Mart 1953 tarihinde başlamıştır. itü vakfı dergisi 59 MADENCİLİK DOSYASI Yıllara Göre Maden Mühendisliği Bölümü Öğrenci-Öğretim Üyesi Dağılımı Öğrenci Dağılımı Yıllar Öğretim Üyesi Öğrenci/ Öğretim Üyesi %30 İngilizce %100 İngilizce Toplam 2013-2014 297 136 433 16 27 2014-2015 290 92 382 16 24 Yıllara Göre Erasmus Öğrenci Değişimi Program 2012-2013 gelen 2013-2014 giden gelen giden 2014-2015 gelen giden Genel Toplam Maden Müh. (%30 Ing) 3 3 0 1 0 3 10 Maden Müh. (%100 Ing) 0 2 0 0 1 2 5 Yıllara Göre Yüksek Lisans Ve Doktora Öğrenci Sayılarının Dağılımı 2012-2013 Doktora Kayıt Doktora Mezun Yüksek Lisans Kayıt Yüksek Lisans Mezun 2013-2014 3 2014-2015 Toplam 3 10 2 1 3 6 13 14 16 43 6 10 3 19 Üniversitenin beşinci fakültesi olarak Taşkışla binasının kısıtlı bir hacminde eğitim hayatına adım atan fakültenin hedefi Maden Yüksek Mühendisi yetiştirmektir. İlk yıllarda öğretim elemanı kadrosu çok sınırlıdır; ilk iki yıl temel bilimler ve genel mühendislik dersleri, İnşaat, Makina ve Elektrik Fakülteleri ile birlikte yürütülmüştür. Daha sonraki yıllarda jeoloji bazlı öğretim üyeleri yanında kamu ve özel sektörden gelen öğretim görevlileri ile meslek dersleri verilmeye başlanmıştır. Fakültenin kuruluş ve gelişme aşamalarında başta Malik SAYAR, İlhami CIVAOĞLU, Salih Murat UZDİLEK olmak üzere İhsan KETİN, Galip SAĞIROĞLU, Ekrem GÖKSU, Kâzım ERGİN ve Kemal ERGUVANLI'nın önemli katkıları olmuştur. 3. sınıftan itibaren Almanya ve Avusturya Üniver- Fakültenin kuruluş ve gelişme aşamalarında başta Malik SAYAR, İlhami CIVAOGLU, Salih Murat UZDİLEK olmak üzere İhsan KETİN, Galip SAGIROGLU, Ekrem GÖKSU, Kazım ERGİN ve Kemal ERGUVANLI'nın önemli katkıları olmuştur. 3. sınıftan itibaren Almanya ve Avusturya Üniversiteleri’nin tanınmış profesörleri 2 - 3 aylık periyodlar halinde öğretim çalışmalarında görev almışlardır. 60 itü vakfı dergisi 4 siteleri’nin tanınmış profesörleri 2 - 3 aylık periyodlar halinde öğretim çalışmalarında görev almışlardır. Maden Mühendisliği eğitimi alanında otorite olarak kabul edilen Ord. Prof. Dr. FRITZSCHE, Ord. Prof. Dr. F. SCHUMACHER, Ord. Prof. Dr. H. WOHLBIER, Ord. Prof. Dr. R. ENGEL, Ord. Prof. Dr. E. BIERBRAUER, Ord. Prof. Dr. F. MOHR bunlar arasında sayılabilir. Ayrıca meslek derslerini vermek üzere Tevfik SADULLAH, Sadrettin ALPAN, Ferit KROMER, Naci YÜNGÜL, Sezai CANKUT, Galip ÖZEN, Namık ESMER, Asaf YENİSEY, Gürbüz Teknik Gezi FINDIKGİL, Hüseyin KULAKSIZ, Falih ERGUNALP, Yavuz FINDIKGİL gibi eğitimlerini yurtdışında yapmış ve endüstride deneyim kazanmış değerli elemanlar öğretim kadrosuna katılmışlardır. Daha sonraki yıllarda gerek fakülteden mezun olanların üniversitede göreve başlamaları, gerekse öğretim üyeliği görevini üstlenerek gelen Cemal BİRÖN ve Turgut Cengiz BAYRAKTAR'ın katılmasıyla akademik kadro daha da güçlenmiştir. Başlangıçta Fakültenin bünyesinde Maden Mühendisliği eğitimi için gerekli olan Jeoloji, Jeofizik, Metalurji alanları yanında meslek ile doğrudan ilgili Maden İşletme, Maden Makineleri, Cevher Hazırlama, Mineraloji ve Maden Yatakları kürsüleri bulunmakta idi. Daha sonra, 1960 yılında fakülte yönetim kurulu kararı ile Maden Makineleri Kürsüsü' nün başta profesörlük olmak üzere bazı kadroları jeoloji alanındaki diğer kürsülere aktarılarak, meslek alanı ile ilgili olan Maden İşletme ile Maden Makinaları kürsüleri birleştirilmiş ve "Maden İşletmesi ve Makineleri Kürsüsü" adında tek bir kürsü haline dönüştürülmüştür. 2547 sayılı Yüksek Ögretim Kanunu'nun yürürlüğe girmesi ile Maden Fakültesi bünyesinde "Maden Mühendisligi Bölümü" oluşturulmuş ve bu bölüme bağlı olarak, mevcut kürsüler "Maden İşletme" ve "Cevher Hazırlama" Anabilim Dallarına dönüştürülmüştür. Mineroloji ve Maden Yatakları Anabilim Dalları ise Jeoloji Mühendisliği Bölümü'ne bağlanmıştır. 1957 - 1972 yılları arasındaki dönemde Yüksek Mühendis yetiştiren Fakülte, Üni- Öğrenciler laboratuvarda çalışırken. versite Yönetim Kurulu'nun aldığı karara uygun olarak 1973 yılından itibaren 4 yıllık eğitime dayalı "Mühendis" mezun etmeye baslamıştır. 1953 yılında Taşkışla Binası'nda başlayan öğretim faaliyetleri 1961 yılıdan itibaren Maçka Kışlası'nda, 1988 yılından itibaren İTÜ Maslak Kampüsü'ndeki yeni binada sürdürülmeye baslanmıştır. Teknolojik gelişmelere ve sanayinin gereksinimlerine paralel olarak anabilim dalları "Yeraltı Maden İşletmeciliği Anabilim Dalı", "Maden Mekanizasyonu ve Teknolojisi Anabilim Dalı", "Açık İşletmeler Anabilim Dalı" ve “Cevher ve Kömür Hazırlama ve Değerlendirme Anabilim Dalı”olarak yeniden yapılandırılmış, 2007 yılında Cevher Hazırlama Mühendisliği Bölümü’nün kuruluşuyla ilgili Anabilim Dalı oraya devredilmiş, 2009 yılının son dönemlerinde diğer anabilim dalları ise tek bir çatı altında birleştirilmiştir. Bölümün vizyonu uluslararası ölçekte en başarılı Maden Mühendisliği Bölümleri ile aynı düzeyde eğitim veren bir kurum olmayı sürdürmek; yeraltı kaynaklarının ekonomik, çevreye duyarlı bir şekilde üretimi ve değerlendirilmesi için yeni teknolojileri uygulayan ve bunların gelişmesine yönelik girişimlerde bulunan, yurtiçi ve yurtdışı madencilik endüstrisinde aktif rol alabilecek, etik değerlere bağlı Maden Mühendisleri yetiştirmektir. Misyonu ise: (a) Bilimsel ve endüstriyel araştırmalarla desteklenen ve sürekli güncelleştirilen lisans ve yüksek lisans programları oluşturmak, (b) Madencilik konusundaki ulusal ve uluslararası projelerde tasarım, üretim ve AR-GE çalışmalarında görev alabilecek, iyi eğitim almış, teknik anlamda rekabetçi, takım çalışmasına yatkın, teknolojik gelişmeleri izleyerek uygulayabilecek aynı zamanda çevreye duyarlı maden mühendisleri yetiştirmek, (c) Hızla gelişen madencilik ve ilgili endüstri alanları ile sıkı bir işbirliği oluşturarak sorunlarına çözümler getirmek, (d) Ülke madenciliğine yön verecek, bilimsel, uygulamalı çalışmalarda görev almaktır. Uluslararası “ABET akreditasyonu”nu almış bir bölüm olan “Maden Mühendisliği Bölümü” geniş ve zengin bir eğitim kadrosuna sahiptir. Öğretim Üyelerinin tamamı “yurt dışı üniversiteleri ve/veya araştırma merkezleri”nde çalışmalarda bulunmuş olup çoğunluğu “yurtdışı doktora”lıdırlar. Ayrıca Erasmus kapsamında Avrupa Üniversiteleri arasında öğrenci/öğretim üyesi değişimi de yapılmaktadır. ERASMUS anlaşması olan üniversiteler: RWTH AACHEN (Almanya), TECHNISCHE UNIVERSITAT CLAUSTHAL (Almanya), MONTANUNIVERSITÄT LEOBEN (Avusturya), Bilgisayar Destekli Maden Tasarımı ve Planlaması Laboratuvarı TECHNICAL UNIVERSITY OF OSTRAVA (Çek Cumhuriyeti), ECOLE NATIONALE SUPERIEURE DES MINES DE PARIS (Fransa), UNIVERSITY OF ZAGREB(Hırvatistan), UNI. DE CASTILLA-LA MANCHA (İspanya), UNIVERSIDAD POLITECNICA DE MADRID (İspanya), POLITECNICO DI TORINO (İtalya), NAT. TECH. UNIV. OF ATHENS (Yunanistan). Bunlar dışında önemli sayıda öğretim üyesi değişimi kapsamında uluslararası üniversitelerle anlaşmalar da mevcuttur. Bölümün fiziki olanakları oldukça zengindir ve her yıl ek mekanların ilavesiyle gelişmeye devam etmektedir. Madenciliği öğrencilere sevdirmek için arka bahçede inşa edilen bir “açık hava maden müzesi” mevcuttur. Öğrenciler böylece Maden Ocağına gitmeden önce maden galerisi görme imkanını elde etmektedirler. Ayrıca uygulamalı öğretim için, önemli bir taşocağı yanındaki bir bina (uygulama okulu) bölümümüze kazandırılmış olup, uygulamalı eğitimde saha çalışmalarını desteklemek üzere tefriş edilmektedir. Bölümün mekanlarının önemli bir kısmını laboratuvarlar oluşturmaktadır. Güncel teknoloji ile donatılarak eğitim ve araştırma kalitesinin arttırılmasına yönelik ve akredite olabilecek nitelikte laboratuvarlar yapılmıştır. Bu laboratuvarlarda maden havalandırması ve iş güvenliği, kayaç özelliklerinin saptanması, kayaç kazılabilirliği/delinebilirliği, kazı mekanizasyonu, agrega testleri, briketleme gibi konularda araştırmalar yapılarak madencilik, tünelcilik ve inşaat endüstrisine önemli katkıda bulunulmaktadır. Ayrıca bölümün sahip olduğu bilgisayar destekli maden tasarımı ve planlanması laboratuvarında yazılımlar vasıtasıyla 3D yatak modellemesi, stabilite tasarımı, havalandırma, mekanizasyon, patlatma gibi alanlarda çalışmalar yapılmakta ve bu olanaklardan öğrenciler de bireysel ve grup olarak yararlandırılmaktadır. Bölümün zengin sayıda teknik gezi programları mevcut olup, kış ve yaz yarıyıllarında öğretim üyeleri nezaretinde teknik geziler düzenlenerek, öğrencilerin Maden Mühendisliği eğitimlerine katkı sağlanmakta staj ve tez öncesi dönemlerde derslere anlaşılabilirlik bakımından önemli katkılar sağlanmaktadır. Kariyer günleri ve uygulamalı dersler kapsamında endüstriden uzman kişiler davet edilerek seminerlerle eğitim daha da zenginleştirilmekte ve eğitim-sanayi işbirliği geliştirilmektedir. itü vakfı dergisi 61 İTÜ- TANITIM Prof. Dr. Tuncay Zorlu Prof. Dr. Aydan Turanlı İTÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü İTÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü, insan ve toplum bilimleri meseleleriyle ilgilenen öğrencilerin; toplumsal güç ilişkileri, iktidar, baskı, özgürlük, dağıtıcı adalet, kimlik, bireysel fayda, kamu yararı, bilim ve teknolojinin insan ve toplum üzerindeki etkileri gibi çeşitli kavramsal konularda sorgulayıcı ve eleştirel bir yaklaşım çerçevesi içerisinde düşünce yeteneklerini geliştirerek zenginleştirmeyi amaçlamaktadır… İTÜ’nün Beşeri ve Sosyal Bilimlere Açılan Penceresi: İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü İ nsan ve Toplum Bilimleri Bölümü, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin 1996 yılından itibaren başlattığı yeniden yapılanma süreci doğrultusunda, öğrencileri çok yönlü bir kültürel donanıma sahip bireyler olarak yetiştirmek amacıyla Fen-Edebiyat Fakültesi bünyesinde sosyal ve beşeri bilimler alanında eğitim vermek ve araştırmalar yapmak üzere 1997 yılında kurulmuştur. Bu çerçevede lisans derslerini oluşturan programın en az beşte birinin İnsan ve Toplum Bilimlerinden oluşması benimsenmiştir. İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü, öğrencilerin İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki eğitimleri boyunca aldıkları 153 toplam kredinin yüzde yirmisini karşılamak üzere, her dönem yaklaşık 2500 İTÜ öğrencisine atmışı aşkın ders açarak eğitim-öğretim alanındaki özgörevini yerine getirme çabasındadır. Bu dersleri alan öğrenciler araştırma yapmaya ve günlük hayatla kesişen 62 itü vakfı dergisi siyaset, etik, estetik, kültürel çalışmalar ve tarih gibi konularda sürdürülen çeşitli seminerlere katılmaya teşvik edilmektedir. Sosyal bilimlere uluslararası düzeyde katkıda bulunabilmeyi hedefleyen araştırma başlıklarımız; devlet, iktidar, güç, yurttaşlık, din ve siyaset, karşılaştırmalı etik, demokrasi, maddi kültür, bilim ve teknoloji, küresel değişim, kimlik ve ötekilik, çevre krizi, yerel ağlar ve iktidar/güç gibi konularla yakından ilgilidir. İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü öğretim programı, tarih, ahlak felsefesi, sanat felsefesi, siyaset felsefesi ve kuramı, bilim ve teknoloji felsefesi gibi alanlarda geleneksel analiz, teknik ve yaklaşımlarının yanı sıra, bu alanlarda gelişmekte olan yeni yöntemlere ve alternatif yaklaşımlara da gelişimsel bir süreç kapsamında açıktır. ITÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü, insan ve toplum bilimleri meseleleriyle ilgi- • Sosyal ve beşeri bilimlere uluslararası düzeyde katkıda bulunacak araştırmaları yapmak, bu araştırmaları yapacak kadroları yaratmak ve desteklemek, gerekli altyapıyı oluşturmak ve sürdürmek olarak belirlemiştir. İstanbul Teknik Üniversitesi Senatosunun 28.2.2002 günlü, 344. toplantısında belirlemiş olduğu Üniversitemizin özgörüşüne uygun olarak Bölüm, kendi özgörüşünü; • Çağdaş bir araştırma üniversitesinin ilgili birimi olarak insan ve toplum bilimlerinde ulusal ve uluslararası düzeyde önder araştırma çalışmaların odağı olmak olarak belirlemiştir. İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nün benimsediği temel değerler • Çevreye saygılı olmak, • İnsan haklarına saygılı olmak, • Etik değerlere bağlı olmak, • Her türlü ayrımcılığa karşı olmak, • Yurdumuzda ve dünyada barışçı ve adaletli bir düzenin kurulması ve sürdürülmesi yolunda gerekli akademik katkılarda bulunabilmektir. lenen öğrencilerin; toplumsal güç ilişkileri, iktidar, baskı, özgürlük, dağıtıcı adalet, kimlik, bireysel fayda, kamu yararı, bilim ve teknolojinin insan ve toplum üzerindeki etkileri gibi çeşitli kavramsal konularda sorgulayıcı ve eleştirel bir yaklaşım çerçevesi içerisinde düşünce yeteneklerini geliştirerek zenginleştirmeyi amaçlamaktadır. İTÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü, eşitsizlik ve adaletsizliğin; sermaye, rekabet, bilgi, toplumsal cinsiyet, sınıf ve güç ilişkileri gibi iktidar alanlarında sürekli yeniden üretildiği dünyamızda, bu sorunsalların sorgulanmasına ve sosyal, politik, etik ve kültürel düşüncenin ışığında değerlendirilerek ilgili politikaların seçenekli olarak üretilmesine katkıda bulunmaya büyük önem vermektedir. İstanbul Teknik Üniversitesi Senatosu’nun 28.2.2002 günlü, 344. toplantısında tespit edilen üniversitemiz özgörevine paralel olarak Bölüm, kendi özgörevini; • Ulusal ve uluslararası düzeyde yarışan, ulusal kimliğini küresel değerlerle bağdaştırabilen, kendisini sürekli geliştirebilen, çevreye, topluma ve etik değerlere saygılı, yaratıcı, girişimci ve lider özelliklere sahip, çağdaş mezunlar yetiştirmek üzere insan ve toplum bilimleri alanlarında gerekli formasyonu sağlamak ve Sosyal bilimlere uluslararası düzeyde katkıda bulunabilmeyi hedefleyen araştırma başlıklarımız devlet, iktidar, güç, yurttaşlık, din ve siyaset, karşılaştırmalı etik, demokrasi, maddi kültür, bilim ve teknoloji, küresel değişim, kimlik ve ötekilik, çevre krizi, yerel ağlar ve iktidar/güç gibi konularla yakından ilgilidir. İTB Bölümü’nün Amaçları • Sosyal ve beşeri bilimlere uluslararası düzeyde katkıda bulunacak araştırmaları yapmak, bu araştırmaları yapacak kadroları yaratmak ve desteklemek, gerekli altyapıyı oluşturmak ve sürdürmek amaçlarıyla, küresel ölçekte akademik bilgi ve insan değişimine katılmak; • Avrupa ve dünya üniversiteleri ile ortak program ve araştırma projeleri geliştirmek; • Bölüm ve bölüm elemanlarının yürüttüğü araştırmalar sonucu ürettiği bilgi ve projeler aracılığıyla kamu sektörü ve özel sektörlerle işbirliğine katılmak; • Ulusal ve uluslararası düzeyde yarı- şan, yerel kimliğini küresel değerlerle bağdaştırabilen, kendisini sürekli geliştirebilen, çevreye, topluma ve etik değerlere saygılı, yaratıcı, girişimci ve lider özelliklere sahip, çağdaş mezunlar yetiştirmek üzere insan ve toplum bilimleri alanlarında gerekli formasyonu sağlamak; • Modern bilgi ve iletişim teknolojileri bağlamında gittikçe daha fazla ilgi gören uzaktan öğretime gerekli katkılarda bulunmak; • Yaşam boyu öğrenim olgusu çerçevesinde yetişkin öğretimine yönelik taleplerin karşılanması bakımından İstanbul Teknik Üniversitesi bünyesindeki girişimlere öncülük etmek ve gerekli katkılarda bulunmak; • Hızla değişen tüketici ihtiyaç ve eğilimlerine bağlı olarak ortaya çıkan özel üniversite ve üniversite dışı öğretim kurumların sunduğu eğitim hizmetlerinin kalitesini arttırıcı katkılarda bulunmak; • Yeni yüksek lisans ve doktora programları oluşturmaktır. İTB Bölümü Kadrosu Bölümde her biri kendi alanında yetkin performansa sahip beş profesör, sekiz doçent, yedi yardımcı doçent, sekiz öğretim görevlisi ve dört araştırma görevlisi olmak üzere halen 32 adet kadrolu öğretim üyesi ve elemanı görev yapmaktadır. Bunların dışında, Bölümde sözleşmeli olarak görev yapan üç yabancı akademik personel de bulunmaktadır. İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nün Öne Çıkan Özellikleri • Sosyal ve beşeri bilimlerin farklı alanlarını temsil eden, uluslararası düzeyde kabul gören nitelikte ve disiplinlerarası bir anlayışla çalışan bir kadroya sahip olması, • İnsan ve toplum bilimlerinin pek çok alanını kapsayacak şekilde çeşitlenmiş ve her biri, ilgili disiplinin eğitimdeki uluslararası güncel gelişmelerini yansıtan bir ders programına sahip olması, • Bölümün yüksek lisans ve doktora tezleri yoluyla araştırma etkinliklerine katkı sağlayacak lisansüstü ve doktora öğrencilerinin olması, • İç karar alma süreçlerinin katılımcı bir nitelikte olup, insan ve çevre haklarına saygılı, her türlü ayrımcılığa karşı olma değerlerine oturması, • Disiplinler arası niteliğinin dünya üniversitelerindeki güncel eğilimlerle paralellik taşıması, itü vakfı dergisi 63 İTÜ’YÜ TANIYALIM • SUNY programı, uluslararası konferanslar ve doktora sonrası araştırma ziyaretleri aracılığıyla önemli bir uluslararası ilişkiler ağına sahip olması, • Yabancı öğretim üyesi sayısı dolayısıyla uluslararası etkileşimin güçlü olması, • Öğretim üyelerinin çalışma alanlarıyla ilişkili olarak çeşitli kamu kurumlarıyla (Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi, TÜBA, v.d.) ilişkiler içinde olması, • Kamuya açık konferans ve haftalık seminerler yoluyla üniversitenin tüm birimleri ve toplumla ilişki içinde olması, • Hıfzı Oğuz Bekata Arşivi Kitaplığı ve Arşivi. Bölümümüzün web sayfası link adresi şöyledir: http://www.itb.itu.edu.tr/beta2/people.html İTB Seminerleri İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü, diğer tüm bölümlere sunduğu servis derslerinin yanında, üniversitemizin tüm akademik-idari kadrolarına, öğrencilerine ve dışarıdan katılmak isteyen herkese açık haftalık seminerler düzenlemektedir. Seminerler yurtdışından ve içinden davet edilen değerli katılımcılarla İTÜ’nün uluslararası düzeyde bilim merkezi olma hedefine de katkıda bulunmaktadır. Her sömestr yaklaşık on seminer verilen Bölümde 2015 Bahar Dönemi'nden itibaren verilen seminerler İTÜ Radyosu tarafından da “İTB Seminerleri” adı altında aşağıdaki linkte yayınlanmaktadır. http://www.radyo.itu.edu.tr/content. php?id=21 İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nde Verilen Dersler: İTB Bölümü, üniversitemizin diğer bölümlerine servis dersleri vermektedir. Havuz dersleri olarak sunulan ve Türkçe-İngilizce olarak sayıları 50’yi bulan bu dersleri genel olarak dört başlık altında gruplandırmak mümkündür. Bunlar Sosyoloji, Felsefe, Uluslararası İlişkiler ve Tarih gruplarıdır. Yüksek Lisans ve Doktora Programlarına Katkısı İTB Bölümü kadrosu, lisans eğitimine verdiği destek yanında Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde açmış olduğu Siyaset Çalışmaları (Political Studies) Yüksek Lisans ile Siyasal ve Toplumsal Düşünceler Sosyoloji Grubu Dersleri ITB 087 Medya ve Toplum ITB 087E Media and Society ITB 203 Sosyoloji ITB 203E Sociology ITB 213 Edebiyat ve Toplum ITB 213E Topics in Literature and Society ITB 222 Kent ve Toplum ITB 222E City and Society ITB 224 Çevre ve Toplum ITB 224E Environment and Society ITB 228 Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları ITB 228E Gender Studies ITB 220 Psikoloji ITB 220E Psychology ITB 230 Afet Bilinci ITB 230E Disaster Consciousness ITB 233 Antropoloji ITB 233E Antropology ITB 234 Medeniyetlerin Doğuşu ITB 234E Rise of Civilizations (Political and Social Thoughts) Doktora programlarını yürütmektedir. Bu programlar, özel ve evrensel düzeylerde siyaset kuramı ve uygulamaları alanında donanımlı ve yöntem-bilim açısından zengin ve eleştirel analizler yapabilen, bireyleri topluma kazandırmayı amaçlar. Programların özgörevi kendisini sürekli geliştiren, değişime açık; özel kimliğini evrensel değerlerle bağdaştıran; çevreye ve etik değerlere duyarlı; siyasal gerçeklikleri daha iyi anlayabilen, özgün, analitik ve İTÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü, insan ve toplum bilimleri meseleleriyle ilgilenen öğrencilerin; toplumsal güç ilişkileri, iktidar, baskı, özgürlük, dağıtıcı adalet, kimlik, bireysel fayda, kamu yararı, bilim ve teknolojinin insan ve toplum üzerindeki etkileri gibi çeşitli kavramsal konularda sorgulayıcı ve eleştirel bir yaklaşım çerçevesi içerisinde düşünce yeteneklerini geliştirerek zenginleştirmeyi amaçlamaktadır. 64 itü vakfı dergisi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Grubu ITB 094 Uluslararası İlişkiler ve Küreselleşme ITB 094E International Relations and Globalization ITB 204 Siyaset Bilimi ITB 204E Tarih Grubu Dersleri Felsefe Grubu Dersleri ITB 020 Modernitenin Oluşumu ITB 020E Formations of Modernity ITB 037 Bilgi, Dil ve Mantık ITB 202 Dünya Tarihi ITB 037E Knowledge, Language and Logic ITB 202E World History ITB 171 Bilim, Teknoloji ve Toplum ITB 207 Osmanlı Tarihi Politics ITB 171E Science, Technology and Society ITB 207E Ottoman History ITB 204 Dünya Siyaseti Sorunları ITB 205 Felsefe ITB 208 Modern Türkiye’nin Oluşumu ITB 206E Issues in World Politics ITB 205E Philosophy ITB 208E Formations of Modern Turkey ITB 209 Türkiye ve Dünya ITB 217 Mühendislik Etiği ITB 215 Tarih ve Toplum ITB 209E Turkey in World Affairs ITB 217E Engineering Ethics ITB 215E History and Society ITB 227 Siyaset Teorisi ITB 219 Etik ITB 218 Bilim ve Teknoloji Tarihi ITB 227E Political Theory ITB 219E Ethics ITB 218E History of Science and Technology eleştirel çözümlemeler yapabilen yaratıcı bireysel kimliklerin oluşmasına katkıda bulunmaktır. Programlar kapsamında, siyaset ve toplumsal kuramları ve uygulamaları alanında ulusal ve uluslararası düzeyde önder çalışmaların odağı olacak bir biçimde farklı düşünsel siyaset uygulamalarını, çoğulculuk, adalet ve farklılıklara duyarlık ve disiplinler arası bağlam içerisinde, yeni kuramsal gelişmeler ve araştırma teknikleri ışığında oluşturulmuş ve eleştirel analizler yapabilmeyi sağlayacak siyaset bilgisini bireylere aktarmak için kuramsal dersler sunulur. Programlar içersinde uluslararası düzeyde siyaset çalışmaları alanına katkıda bulunacak araştırmalar yürütülür, akademik kadrolar için araştırma imkanlarını geliştirmeye yönelik altyapı imkanları sağlanır. Programın web sitesi aşağıdaki linktedir: http://siyaset.itu.edu.tr/ Yukarıdaki programlara ek olarak Bilim, Teknoloji ve Toplum (Science, Technology and Society) isimli başka bir Yüksek Lisans program önerisi İTB Bölümü öğretim kadrosu tarafından hazırlanarak gerekli başvurular yapılmıştır. Program, insan ve toplum bilimleriyle, bilim-teknoloji çalışmaları ve uygulamaları arasında bir entegrasyon oluşturarak, modern teknoloji toplumunun karmaşık yapısını anlamamıza ve bu doğrultuda oluşan etik, sosyal, kültürel ve politik problemlerin giderilmesine katkıda bulunmayı planlamaktadır. Program bu doğrultuda, • Bilim ve teknolojinin toplumla ilişkisinin kuramsal, kültürel, etik ve politik perspektiflerden analizinin yapılmasını sağlamak, • İstanbul Teknik Üniversitesi’nin vizyonuna uygun olarak; bilim ve teknoloji ağırlıklı eğitimini, insan-odaklı bir perspektifle bütünleştirmek, İTB Bölümü kadrosu, lisans eğitimine verdiği destek yanında Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde açmış olduğu Siyaset Çalışmaları (Political Studies) Yüksek Lisans ile Siyasal ve Toplumsal Düşünceler (Political and Social Thoughts) Doktora programlarını yürütmektedir. • Bilim ve teknoloji konularında çıkan toplumsal, kültürel ve etik problemlerin çözümünde ve politika oluşturma süreçlerinde teknokratlara ve politikacılara yardımcı olacak uzmanlar yetiştirmek, • Bilim, teknoloji ve toplumla ilgili edinilen kuramsal çerçeveyi sanayi, medya, bölgesel ve yerel yönetimlerle ilgili ampirik durumlarla örnekleyerek üniversite, sanayi, medya ve yerel yönetimler arasındaki ilişkileri güçlendirmeyi amaçlamaktadır. Program, kabul edilmesi durumunda disiplinler arası niteliğiyle üniversitenin mühendislik bölümleri öğretim üyeleriyle, İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü öğretim üyeleri arasında bütünleşmeyi de sağlayacaktır. Programın disiplinler arası yapısı, bilim ve teknolojinin etik, kültürel, politik açıdan ampirik örneklerle analizi Üniversitemizdeki Biyoloji, Bilgi Teknolojileri, Çevre Mühendisliği, Deprem Mühendisliği ve Gıda Mühendisliği bölümleriyle aktif bir işbirliğini getirecektir. İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü önümüzdeki yıllarda yeni yüksek lisans ve doktora programları önerileri oluşturmayı da planlamaktadır. itü vakfı dergisi 65 SÖYLEŞİ - PORTRE Ayduk Koray Söyleşi: Prof.Dr. Mete Tapan Ben zorunlu olarak, piyasada en geçerli iş bu olacak, ne yapayım ne edeyim, ailemi mutlu edeyim diye inşaat mühendisi oldum. Yoksa hani yanıp tutuştuğum meslek dalı değildi. Bilakis babam daha evvel İş Bankası İskenderiye Şubesi’ni açmıştı Mısır’da. Sık sık Ege vapuruyla gider gelirdik İstanbul’dan. Benim hayalim kaptan olmaktı, mühendis olduk… 66 itü vakfı dergisi Ailemi mutlu edeyim diye inşaat mühendisi oldum Mete Tapan: Önce bir merhaba efendim. Ayduk Koray: Merhaba hocam. Şimdi benim size birkaç sorum olacak. Bu sorulardan bir tanesi; meslek hayatınızda çok başarılı oldunuz, başarılarınızın sırrını öğrenmeden evvel, inşaat mühendisliğini neden seçtiniz, ne gibi amaçlarınız vardı? Bunları kısaca anlatırsanız memnun olacağım. O halde 1941 yılına dönelim. O zamanları hatırladıkça bugün bir dostumun başına gelenler aklıma geliyor. Bu, damadım Erdoğan’ın yakın bir arkadaşı Cornell’den mezun, bütün hayali oğlunu Amerika'da Cornell’de okutmak. Nitekim günü geldiğinde oğlunu Cornell’e kabul ettiriyor. Alıyor götürüyor ve Cornell’de ilgili bireyler bu genç adamın beynini yıkıyorlar; insan hayatta ne olmak istiyorsa ne yapmak istiyorsa onun eğitimini almalı, o meslekte çabalamalı diye ve çocuk aşçı olarak dönüyor Cornell’den. Adam hâlâ dövünüyor; “Ben Cornell’e onu mühendis yapmaya götürdüm, aşçı oldu geldi” diye. Benim zamanımın şartları, 2.Dünya Harbi’nin ortası. 2 Dünya Harbi’nin ortasında öyle uzun boylu, acaba ben hangi mesleği seçsem, filan diye düşünülmüyordu; bugün ortaokulda başlayan düşünce tarzları, şunlar bunlar yoktu. Babam İş Bankası’nda genel müdürden sonra gelen tek başmuavin. Bir genel müdür var, siyasi adam. Sonra da genel müdür muavini, o idare ediyor bankayı. Babam tutturdu sen inşaat mühendisi olacaksın diye. Sebebini düşünüyorum. Eh, o zaman fen derslerim iyiydi. Sıvas demiryolunun yapıldığı yıllar Türkiye Cumhuriyeti’nin heyecanlı günleri. Babam zamanın müteahhitlerini tanıyor. Onların çabalarını, başarılarını filan görüyor. Bu etki altında tutturdu! Ya inşaat mühendisi olursun, yahut da Perşembe Pazarı’nda zeytinyağı imalathanesi olan İzzet Basmacı Bey’in yanına katip gidersin! O zamanlar büyüklerimizin düşüncelerine karşı gelinmezdi. Baba böyle diyor ama baba bunu bağırıp çağırıp söylemiyor. Bunu söylediği zaman bana üç yaz boyunca Mustafa İnan’dan matematik dersi aldırdı. Yani böyle, git ne halin varsa gör… İllaki mühendis ol derken, gereklerini yerine getirdi. Bir Maarif Koleji’nden İngiliz lisan hocası tuttu. Bu adam yaşlı, yalnız bir adamdı. Her cumartesi giderdim. Saatlerce ders vermekle kalmazdı, beraber çay içerdik, sohbet ederdik. İngilizce gramerini kusursuz öğretti bana. Böyle bir eğitim içinde ben zorunlu olarak, piyasada en geçerli iş bu olacak, ne yapayım ne edeyim, ailemi mutlu edeyim diye inşaat mühendisi oldum. Yoksa hani yanıp tutuştuğum meslek dalı değildi. Bilakis babam daha evvel İş Bankası İskenderiye Şubesi’ni açmıştı Mısır’da. Sık sık Ege vapuruyla gider gelirdik İstanbul’dan. Benim hayalim kaptan olmaktı, mühendis olduk. Yeri gelmişken, şunu da belirtmek isterim: Sakın kimse zannetmesin ki babası İş Bankası genel müdürü gibiymiş, o sayede ilerleyebilmiş… Hiç alakası yok! Bilakis menfi tarafı var. Birinci menfi tarafı kimseden kefalet istemeyeceksin ve kimseye kefil olmayacaksın. Çok zorlukla, ilk iş yıllarımda teminat mektubu alabildim. Kredi bulmak zaten çok zordu o zamanlar. Zar zor iki-üç bankada 25’er bin lira kredim vardı. Babam sonra Akbank Genel Müdürü oldu. Akbank’ta daha evvelki genel müdürün zamanından 25 bin TL kredim var. Birgün sıkıştım gittim, gişeye yanaştım. Müdür Bey’i göreceksin dediler. Müdür Bey’e gittim, "Aydukcuğum" dedi, "çok özür dilerim, babandan talimat var, artık bu krediyi kullanamayacaksın…" Mühendislik eğitimi sizin kişiliğinize nasıl bir etki yaptı? Yaptıysa nesnel olarak dile getirebilir misiniz? Zannediyorum ki inşaatın yapım tarafına girdiğim için orada iş insanı kovalar; iş, mühendisi takipçi olmaya, programcı olmaya, gününde saatinde her işle ilgili mutlaka karar vermek ve gereğini yerine getirmek hususunda zorlar. Yani kişiliğinizi etkilediğine yüzde yüz eminsiniz. Evet. İşler zaten adamı zorlar. Ya bu zorlu- Hilton Oteli, Bakü itü vakfı dergisi 67 PORTRE ğu yener gereğini yaparsınız, ya da beceremez bu işten çekilirsiniz. Peki, birşey öğrenmek istiyorum; okula başladığınız vakit okul üniversite miydi, yoksa yüksek okul olarak mı anılıyordu? İlk üniversite olduğu yıl biz girdik. Finansbank Kristal Kule Yani 1944. Bizden evvel okulumuz “Yüksek Mühendis Mektebi” adını taşıyordu. Örneğin Sayın Süleyman Demirel “Yüksek Mühendis Mektebi”ne yazılmış, okul üniversite adını aldıktan sonra 1949’da ünlü “7edi inşaat sınıfından” mezun olmuştur. Okula girdiğiniz vakit gururlandınız mı? Çok gururlandım. Zira, İTÜ imtihanla girilen tek üniversite idi. O günlerde lise diplomasını eline alan ister tıbbiyeye, ister hukuk fakültesine çat kapı girerdi. Türkiye’de bir tek Teknik Üniversite var mühendis çıkaran. Daha sonra Yıldız’dan da mühendis çıkılıyordu. Ankara’da bir hukuk fakültesi var. Başka da bütün üniversiteler İstanbul’da. Anadolu’dan diplomasını alan İstanbul’a gelir, istediği üniversiteye girer. Yalnız Teknik Üniversitesi'ne, rakamı da hatırlıyorum 180 kişi alınırdı. Hesaptan gidiyorum. Demek ki 180. 5 ile çarpmak bile doğru değil. Bizden evvelki sınıflar 180 kişi değil 140 kişiydi belki. Ortalama 150 deseniz, 5 sınıfta bu 750 kişi eder. Oraya giren de bitiremedi, ayrıldı, çaktı, döndü diye birşey yok. Oraya Türkiye’nin yıldızları girerdi. “Sucu Burhan”ı geçebilen mezun olurdu! Peki efendim, şimdi siz şirket olarak hem ülke içinde hem de dış ülkelerde başarılı projelere imza attınız. Dolayısıyla, meslek grubunuzun seviyesini geniş bir perspektif içinde değerlendirmeniz olanaklıdır diye düşünüyorum. Bu konudaki olumlu ve olumsuzlukları objektif bir yaklaşımda değerlendirebilir misiniz? Şimdi ben ancak mimari yapılar ve mimari yüksek yapılar hakkında konuşabilirim. Biz hiç altyapıya girmedik. Fabrika inşaatı olarak İskenderun Demir Çelik’i, Adıyaman Çimento’yu, Petkim Aliağa Tesisleri’ni yaptık. Ama onları adeta o sıralarda uygun bir iş diye girdik. Hiçbir zaman branşımız onlar olmadı. Onun için ben kendimde ancak iddialı mimari yapılar üzerinde konuşma hakkı bulurum. Bunlar aslında dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de zor 68 itü vakfı dergisi Babam sonra Akbank Genel Müdürü oldu. Akbank’ta daha evvelki genel müdürün zamanından 25 bin TL kredim var. Bir gün sıkıştım gittim, gişeye yanaştım. Müdür Bey’i göreceksin dediler. Müdür Bey’e gittim. Aydukcuğum, dedi çok özür dilerim, babandan talimat var, artık bu krediyi kullanamayacaksın… işlerdir. Türkiye’de çok daha zor. Bunun da sebebi proje mimarlarına verilen kısıtlı süreler. Mimari projenin tümüyle ortaya konması ne kadar önemlidir, anlatamam. O mimari projeye göre zemin etüdlerinin yapılması, mimari detayların ve şartnamelerin baştan kesinleştirilmesi mümkün olmadığı için, daha doğrusu işverenler hiçbir zaman mimarlara bu şansı, daha doğrusu bu süreyi vermedikleri için Türkiye’de bu tür yapıları yapmak çok zor oldu. Dünyadaki gibi değil. Bu zorluktan ötürü de bu işe heveslenen müteahhit sayısı bir elin parmakları kadar. Hala bile bunu iddia edebilirim. Girenler de nerdeyse bir nesil, bilemedin iki nesilde bırakıp çıktılar. Bu konuyu derinleştirmek lazım. Çünkü mal sahibi, işveren diyelim aklına bir proje estiği zaman çabucak bunu bir mimara çizdirivereyim, bir an evvel başlayalım psikolojisi içinde oluyor. Mimar ister bunu sipariş yoluyla, ister musabaka kazanarak girmiş ol- sun, bunu mutlaka hayatında önüne düşen önemli bir fırsat olarak görüyor, ki haklıdır. Ama işveren mimarı hep aceleye sokuyor. Benim bildiğim yurtdışında mimara verilen süre uzun, inşaatın yapımı için müteahhite verilen süre kısa. Çünkü mimar tümüyle bitiriyor herşeyi. Bitirdiği zamanda da müteahhit süratle yapabiliyor. Bizde bunun tam tersi oluyor. Maalesef bu 60 yıldır böyle devam ediyor. 60 yıldır mimar bir an evvel işvereni memnun edecek bir avan proje veriyor. Arkasını sonra yetiştiririm diyor, yetiştiremiyor. Yetiştirdiği zaman bazen işveren projeye tenezzül edip bakmıyor da, bina ortaya çıkmaya başladığı zaman, ben bu projeyi beğenmedim diyor. İşi uzatmaya gidiyor. Cepheye kuş kondurmaya kalkıyor. Bir eşinden, dostundan olmayacak bazı mamuller buluyor, Japonya’dan Almanya’dan, bunları son anlarda değiştirmeye kalkıyor. Tabii bunun manevi sıkıntısı mimarın üstüne çöküyor, maddi sıkıntısı müteahiddin üstüne. Dolayısıyla bizim branşımızı müteahhitler sevmiyor. Yapanlar bile mecburen yaptılar. Mesela ENKA hiç yapmazdı. Ancak Moskova’da bu tür işlere gayrimenkul sahibi olmak için, iyi bir fırsat olduğunu gördüğü için girdi. Yaptı ve başarılı oldu Moskova’da. Keza GAMA hep altyapılar, öngerilmeli betonlar üzerinde çalışırken mecburen girdi bir kere. Ankara’da Halk Bankası’nı yaptı, Moskova’da Gazprom binasını yaptı. Müteahhit grupların içinde bu branşı seveni bilmiyorum ben. Sizin, zaman zaman özel konuşmalarımızda özellikle dile getirdiğiniz proje değişikliği yapılması konusu aynı zamanda binalarda hem maliyeti artırmakta, hem de bir anlamda bütün programı, iş programını bozmakta. Bu konuda acaba görüşlerinizi alabilir miyim? Bunu ben iki safhaya böleyim diyorum. Birinci safha 1960’lardaki hatta 50’lerden başlayarak. Bayındırlık Bakanlığı’nın birim fiyat sistemiyle iş ihale etmesi şekli. O zamanda bu ihale dosyaları çıkar birim fiyat üzerinden kaba inşaata fiyatlar verirdiniz. O zaman demir, çimento, akaryakıt fiyat farkları da Bakanlar Kurulu kararları ile ödendiği için kaba inşaatı müteahhit sorunsuz bitirebilirdi. Ne de olsa mimari projeye uygun betonarme proje yetiştirmek o kadar sorun değil. Ama, o iyi halli projelerin hiçbir zaman mimarinin ince işlerinin ne olacağı işin şartnamesi ile falan belli olmazdı ve bütün müteahhitlerin o zaman tevessül ettiği yol; bilinmeyen ince işler ortaya çıkacak, bunların hepsi yeni birim fiyatlarla nasıl olsa yapılacak, o birim fiyatlarla ben maliyetimin ne olduğunu ispatlarsam ve hakkım yenmediği sürece paramı alırım. Bu şekilde bu inşaatlar yapılabilir, derlerdi. Uzun süre bu böyle gitti, böyle yaptık. Tabii bu, işverenleri o zaman mutlu etmedi. Çünkü işler hem gecikiyor, müteahhit sürekli süre uzatımı istiyor, hem de bilinmeyen ince işler, mimara göre değişen talepler karşısında onların birim fiyatları yüksek çıkıyor. O yüksek çıkanlar ilk ihale bedelini çok aşıyor, aştıkça da müteahhit suçlu bulunuyordu. Böyle uzun bir süre yaşadık. O zamanlar tabii bunu dürüst yapan müteahhitler de oldu. Bu birim fiyatlarla aşırı faydalar sağlamak isteyenler de oldu. Dolayısıyla müteahhitler cumhuriyetin ilk yıllarındaki itibarlarını kaybettiler. Bazı müteahhitler avansı alır almaz altlarına bir Mercedes araba çekme, bir kat sahibi olma gibi işlere avansları yatırdılar. Sonra avansların ödemesinde güçlükler baş gösterdi. Türkiye’deki enflasyon bazen müteahhitleri çok ezdi, yakınlarda bu bitti. Şimdi anahtar teslimi ihale dönemi başladı. Anahtar teslimini işverenler çok seviyor. Ama projelerin tüm detaylarına kadar bitmiş olması lazım bu tür yöntemlerde öyle değil mi? İşverenler bunu çok seviyor ama gereğini yerine getirmiyorlar. Gereği, mimara demin bahsettiğim süreyi vermek. O süreyi adamakıllı anlayışlı olarak vermek. Ondan sonra da bunlarda değişiklik istememek. Ne mimar bunları değiştirebilsin ne işveren. Maalesef şimdi bu uygulanmadığı için bu sefer de bu anahtar teslimi ihale usulunde büyük zorluklar çıkmaya başladı. Çünkü değişiklik olduğu zaman, işveren kendi cebinden çıkacak ek para için fevkalade hasis ve anlayışsız olmaya başladı. Şimdi yaşanan sıkıntı da buradan kaynaklanıyor. Ama bunun doğru uygulama şeklini ben 1962 senesinde Ankara’daki Amerikan tesislerini aldığım zaman bir Amerikalı yüzbaşıdan öğrendim. İlk işimi almıştım. Tuslog’un kontrolünde bir albay, mukavele subayı bir yüzbaşı, ben de genç bir müteahhit… Mukavele subayı yüzbaşı gayet sert bir edayla masanın başında mukaveleyi imzaladığı gün bize bağıra bağıra şunları söyledi. "Müteahhit bey bak! Ben Zorlu Holding binası sana dosyayı verdim. Bunun içinde herşey var. Betonarmesi de, detayları da, şartnamesi de, nereden alınacağı da… Bunlardan herhangi bir sapma yapmaya hakkın yok. Kontrol senden bunu talep ederse ne onun talep etmeye hakkı var ne senin yapmaya hakkın var. Sakın karşıma gelip o istedi de, ben şunu yaptım da bana fark verdirmek için sakın karşıma gelmeyin. Böyle bir zorunluluk başgösterirse evvela Albayım siz bana geleceksiniz!" Yüzbaşı bunu söylüyor. Ben bunu uygun görürsem bu değişikliğin yapımında müteahhit ile anlaşabilirsem yapılır. Olmazsa değişiklik olmaz. Bu ciddiyeti kurduğun zaman iş de gününde bitiyor. Hakikaten o işi nasıl bitirdiğimi hala aklım almıyor. Amerika ile sadece telefon konuşması yapılabildiği dönemde kum, çimento, demirden başka herşeyin Amerika’dan getirildiği bir yılda, 1963’de biz bir senede orada Amerikalıların koskoca bir işini bitirdik. Ama projelerde çok büyük bir ciddiyet vardı. Bu maalesef anahtar teslimi işlerde yurtdışında fidic kontratlarıyla uygulanıyor. Bizde her işverenin kendi avukatına, aklına estiği gibi hazırlattığı mukavelelerle, bir anlamda her işverenin kendine özel mukavelesiyle karmakarışık bir hale geliyor. Ama tabi bunun sonunda mutlaka kaybeden, bu taahhüdü yapan müteahhit oluyor. Gerçekten çok eğitici oluyor bu dedikleriniz. Peki, gelecek akademisyenlere pratikle, kuramsal bilginin iç içe yürütülmesi konusunda tavsiyeleriniz nedir? Akademisyenler hakkında benim fikir yürütmem haddimi aşar. Ama ancak bir kaç hatıra söyleyebilirim. Bunlar zamanında yaşadıklarımdan kaynaklanıyor. Mimarların tatbiki çok zor detaylar istemeleri bir ara çok gündemdeydi. Mesela, ben bir ara -ismi bende saklı kalsın- önemli bir yapının taahhüdüne girmek istedim. Ama benim itü vakfı dergisi 69 PORTRE baş mühendis arkadaşım geldi beni ikaz etti. Ayduk Ağabey, bu yapının mimarının detaylarıyla taahhüde girilmez -yine ismi bende saklı kalsın-, önemli bir mimardı. Ama Türkiye’de uygulaması çok zor detaylar çizerdi. Maalesef 60 yılda o mimara bir bina yapmam kısmet olmadı. Siz tabii yine çok önemli bir şeyi vurguluyorsunuz. Mimarla, mühendis arasındaki farklı bakış açıları dolayısıyla zaman zaman böyle bir sorun yaşanmaktadır. Yalnız ben, mühendislik açısından şunu dile getirmek istiyorum. Ben akademisyen olan mühendislerden bahsediyorum. Yani inşaat mühendislerinin, üniversitelerde akademik görev yüklenmiş olanların pratikle olan ilişkileri hakkında veya okulda verilen teorik bilgilerin pratikte yeterli olup olmadığı konusunda değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyim? Ben bunu ancak 1950 öncesinin eğitimiyle anlatabilirim. Bize Teknik Üniversite’de hayata atılır atılmaz pratikte faydalı olacak çok az şey öğretildi. Pratikteki uygulamaları nerdeyse biz o zamanın ünlü kalfalarından öğrendik. Şantiye kurulması hakkında Enver Berkman’ın bir dersi vardı. O bir Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji binası miktar faydalı olmuştu. Ama ben ilk şantiyeme gittiğimde sudan çıkmış balık gibi hissettim kendimi. Ancak işin müteahhidi o kadar işine sahip olmayan bir adamdı ki, şantiye şefliği de kontrol mühendisliği ile beraber bana düştü. O sayede erken öğrendim. Ama üniversitedeki yıllarımızda tatbikat için her yaz bizi staja şantiyelere gönderiyorlardı ve gidiyorduk mecburen. Ama o tarafı hiçbir zaman yeterli olmadı. Şimdi bilemiyorum. İnşaat mühendisliğinin bugün Türkiye’deki seviyesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Fark var mıdır, seviyemiz yükselmekte midir, yoksa dış ülkelerdekinden geride mi kaldık? Veya daha mı ileriye gittik? Bu konuda çok genel bir fikrinizi almak istiyorum. Ayduk Koray 1927 İstanbul doğumlu. Baba tarafım Mabeyn’den Esat bey. Anne tarafım Prizren ve Erenköylü Albay İsmail Hakkı Bey. Babam İş Bankası müdürlerinden merhum Sait KORAY. Annem merhume Cemile Koray. İlk-orta ve lise tahsilimi, zamanın şartları ve 2.Dünya Savaşı sebebi ile 7 değişik okulda yaptım. 1944’te Ankara Atatürk Lisesi'nden mezun oldum; çok ünlü öğretmenlerimiz vardı. İTÜ’nün Gümüşsuyu binasında İnşaat Fakültesi'nde çoğu efsaneleşmiş olan Prof. Mustafa İnan, Prof. Cahit Arf gibi Hocalarımız oldu. 1950 Şubat döneminde İTÜ’den mezun olup derhal askere gittim. 1951 sonunda 70 itü vakfı dergisi terhisimi müteakip Ankara'da Metcalfe-Hamilton inşaat şirketinde büro mühendisi olarak çalışmaya başladım. Üniversite yıllarında ve sonrasında basketbol oynadım. İTÜ Spor Kulübü'nün kurucuları arasında yer aldım. İTÜ, Fenerbahçe, Harp Okulu takımlarında oynadım. Türk Millî takımında da 26 kez milli oldum. 1952 yılında Nurcan Türsen’le evlendim. Bir kızım ve iki oğlum oldu. Evliliğimizi 63 yıldır mutlulukla sürdürüyoruz. Damadım Erdoğan Turgut ve oğullarım Murat Koray ve Selim Koray, Koray Şirketleri’nin yönetiminde görev yapıyorlar. 3 kız ve 1 erkek torunum var. 1953 yılı başında Haymil İnş. Ltd.Şti.’nde görev alıp İzmit ve Ankara Şantiyelerinde 1956 yılına kadar şantiye mühendisi olarak görev yaptım. 1956’da kendi şahıs firmamı kurup serbest olarak çalışmaya başladım. Bu dönem 1976’ya kadar sürdü ve Ankara’nın iddialı mimari yapıtlarının yanısıra İzmir Er Eğitim Tesisleri, Bartın/ Amasra Nato Tesisleri, İskenderun Demir Çelik Fabrikaları Çelikhane ve Haddehaneleri, Adıyaman Çimento Fabrikası ve Manisa Coca-Cola Tesisleri’ni (halen Vestel) müteahhit olarak üstlenip gerçekleştirdik. Ankara’da iddialı mimari yapıtlar arasında İş Bankası Genel Müdürlük gökdeleni, DSİ Genel Müdürlük binası, Ziraat Bankası Genel Müdürlük ilave binaları, Sanayi Bakanlığı binası, Yapı Kredi Bankası Kızılay binası, Amerikan Tuslog Balgat Tesisleri, Akbank Yenişehir binası, birçok banka şube binaları, konut ve iş merkezleri inşaatları yer aldı. 1976 yılında yakın ve genç mühendis arkadaşlarımla Koray Yapı A.Ş.’yi kurduk. Takip eden yıllarda yurtiçinde; halen T.C. Dışişleri Bakanlığı binası olarak kullanılmakta olan DESİYAB Genel Müdürlük binası, T.Çimento Sanayii Genel Müdürlük binası, T.C.Ziraat Bankası Tandoğan Genel Müdürlük binası, Zorlu Holding gökdeleni, Yapı Kredi Bankası Genel Müdürlük binası, Demirbank, Benim bildiğim kadarıyla yurtdışında mimara proje için verilen süre uzun, inşaatın yapımı için müteahhide verilen süre kısa. Çünkü mimar tümüyle bitiriyor her şeyi; bitirdiği zaman da müteahhit süratle yapabiliyor. Bizde bunun tam tersi oluyor. Tabii bugün İstanbul’da veya ülkemizin güneyinde yapılan yapılara baktığımız zaman inşaatların çok başarılı olduğunu, çok ileri gittiğini düşünmemek, söylememek mümkün değil. Örneğin güneydeki oteller... Ama dünya ile kıyaslandığında çok değişik. Karar veremeyecek durumdayım. Çünkü biz 1970’de İş Bankası 'nın Ankara'daki Genel Müdürlüğü’nü yaparken bütün binalar 90 derece gönyesinde yapılırdı. Detaylara önem verilirdi, kaliteye önem verilirdi. O binanın projelerini Süleyman Yerçil arkadaşım acaba buna bir kalıp sistemi bulabilir miyiz, diye Almanya’ya götürdüğünde, Almanlar, ''bu kadar gayri iktisadi bir ofis binası mı olurmuş, kim bu zengin müessese?'' diye cevap vermişlerdi ve eli boş dönmüştü. Şimdi bugün ya- Finansbank ve SYKB Genel Müdürlük binaları, Ankara T.E.K. Genel Müdürlük binası ve Milliyet Gazetesi Tesisleri, Yapı Kredi Plaza, Sabancı Center gibi iş merkezlerinin yanısıra Karum Ticaret Merkezi gibi iş ve alışveriş merkezleri, Ankara Sheraton ve Adana HiltonSA otelleri ve Bebek Eliyeşil Villaları, Vaniköy villaları, İstanbul-İstanbul, Zen Konutları, Kasaba Projesi ve Elit Residence gibi lüks konut siteleri, Metin Sabancı Spastik Çocuklar Rehabilitasyon Merkezi ve Sabancı Üniversitesi gibi eğitim tesisleri; yurtdışında ise ; Suudi Arabistan’ın Mekke şehrinde AjyadMekke Intercontinental Oteli, Rusya Federasyonu’nda; Yaklaşık 8-9 yıl önce biz de projesini Gehry’nin çizdiği bir kültür merkezine sahip olacaktık, eğer TRT ve Belediye Tepebaşı arsası üzerinde anlaşabilselerdi.... Koç, yatırıma hazırdı. Gehry’ye avan projeler çizdirilmiş, arsanın kendilerine teslimini bekliyorlardı... Peki efendim, sizin şu anda inşaatını bitirdiğiniz Finansbank / Kristal Kule hakkında ne düşünüyorsunuz? Ben şahsen o tür binalara alışamadım daha. Yani bana sevimli gelmiyor. Ama benim torunlarım bayılıyor. Onun için bunlar hakkında fikir beyan etmek için fazla yaşlıyım. Sabancı Center pılanlar karşısında âdeta konservatif bina İş Bankası binası. Peki Türkiye’de sözü çok edilecek yeni bir yapı var mı? Mesela Azerbaycan’a yapılan Bakü’deki Kültür Merkezi gibi bir bina yapılamadı burada. Ya da bir Paris’deki Gehry’nin binaları gibi bina yapılmadı… Bilbao’daki müze binası da Gehry’nin. Müze inanılmaz bir biçimde turist çekiyor. Moskova Vergi Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, Sayıştay Binası, Neftagas, Mülkiyet Fonu İdare Binası ve IKEA Mos Alışveriş Merkezi gibi önemli projeler gerçekleştiren bu firma, özellikle yüksek binaların ve prestijli projelerin ön tasarımından anahtar teslimine uzanan yapım sürecinde yeralan tüm hizmetleri tek çatı altından verebilen bir genel müteahhitlik firması olarak, Türkiye’nin inşaat sektöründe önemli bir yer kazandı. 1995 yılında, bazı büyük bankaların kurumsal kimlik yenileme çalışmaları doğrultusunda renove etmeleri gereken şubelerinin renovasyon işlerini üstlenmek üzere bir çalışma grubu Genç inşaat mühendislerine tavsiyeleriniz nedir ? Genç mühendislere tavsiyeleriniz diyorsunuz. Ben bunu genç ünlü mimarlara tavsiyelerim olarak kabul ediyorum. Yukarıda iki defa değindim. İşveren kim olursa olsun, ben bu işverenin işini kaçırmayayım diye süratle bitirilecek, sonra da kendisinin de, müteahhidin de başına dert olacak projelerle işe başlamasınlar. Gerekli olan süreye işvereni inandırsınlar ve öyle çalışmaya gayret etsinler. Çok çok teşekkürler. oluşturduk . Türkiye’nin çeşitli illerinde aynı anda 750’den fazla banka şubesi renovasyonu ve bölge müdürlük binası inşaatı gerçekleştiren bu grup, 2003 yılında kurulan Koray İnşaat A.Ş.’nin çekirdek kadrosunu oluşturdu. Bu yeni Şirketimiz de ihtisaslaştığı renovasyon ve restorasyon işlerinin haricinde, Evidea, Neo Alışveriş Merkezi, Göcek Portville gibi önemli projeler üstlendi ve Ürdün’de, Ürdün Kralı’nın himayesi altında gerçekleştirilen Kraliyet Akademisi’nin yapımını başarı ile bitirdi. Daha sonra Zorlu Levent Ticaret Merkezi, Finansbank Genel Müdürlük, Sochi Marriott Hotel, Eczacıbaşı Orman Ada projeleri de başarıyla sonuçlandı. 1980’li yıllardan bu yana İTÜ Vakfı, T.Eğitim Vakfı, T.Eğitim Gönüllüleri Vakfı, TEMA Vakfı kuruluşlarının Mütevelli Heyetlerinde yer aldım. Halen TEMA Vakfı Yönetim ve İcra Kurulu üyesiyim. 2007 yılı itibariyle Koray Yapı A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı sürdürüyorum. Hobi olarak kendi teknemle uğraşırım. Yazları Marsilya’dan Girit’e kadar olan denizlerde, Batı AkdenizAdriyatik-Doğu Akdeniz ve Ege’yi ailem ve dostlarım ile defalarca dolaştım. Fenerbahçe Spor Kulübü’nün de 60 yıllık üyesi ve 70 yıllık hararetli bir taraftarıyım. itü vakfı dergisi 71 DEPREM İstanbul’da Şiddetli Depremler Yılı: 1766 Doç. Dr. Deniz Mazlum İTÜ Mimarlık Fakültesi Bu çalışma, arşiv belgelerine ve depremlere tanık olmuş tarihçilerin anlatılarına dayanarak, 1766 yılında 2,5 ay arayla yaşanan iki büyük depremin yarattığı sonuçları özetlemektedir. Arşivlerde yapılan çalışmalar, tarihi depremler ve bunların yapılarda yol açtığı hasarlar hakkında bilgi sağlamanın yanında, bu hasarların nasıl giderildiği konusunu da aydınlatmaktadır. Yapıların hem onarım öykülerini hem de belli bir dönemin onarım tekniklerini ve yaklaşımlarını aktaran arşiv belgelerini, yalnızca mimarlık ya da restorasyon tarihine ışık tutan kaynaklar olarak değil, bugüne de yararlı katkılarda bulunan bir bilgi birikimi olarak ele almak ve değerlendirmek gerekir… 22 Mayıs 1766 depreminde ağır hasar gören Fatih Medreseleri’nin onarım keşfinden bir yaprak (BOA. EV.HMH.d. 5601). 72 itü vakfı dergisi İ stanbul’un uzun tarihi boyunca yaşadığı büyük felaketler sıralamasında 1766 yılının da özel bir yeri vardır. Dönem tarihçilerinin verdikleri bilgiye göre, 22 Mayıs 1766 Perşembe, gün doğumundan yaklaşık yarım saat sonra meydana gelen deprem, kurban bayramının 3. günü olarak başlamış, özel bir günü cehenneme çevirmiştir. Şemdanizade Fındıklılı Süleyman Efendi "cemi ebniyye ve nüfus-ı insani ve hayvani helâk" oldu demekte, yaşanan felaketin "Küçük kıyamet" diye anılan 1509 depreminden bile şiddetli olduğunu iddia etmektedir. Sarsıntılar sona erdiğinde duman içinde kalan İstanbul’da pek çok bina yıkılmış, tarihçinin deyişiyle “telef olan nüfus-ı insani dört bin keşf” olunmuştur. Şemdanizade 75 gün sonra, 5 Ağustos salı günü yaşanan ikinci depremin de büyüklük olarak ilk depreme yaklaştığını ve can ve mal kaybını arttırdığını belirtmekte, bu sarsıntıların gaflet içinde bulunanlara ve günahkârlara bir uyarı sayılması gerektiğini hatırlatmaktadır. Şemdanizade’ye göre İstanbul’da sıklıkla deprem ve yangın yaşanmasının başlıca nedeni, kentin üçgen biçiminde olmasıdır (Aktepe, 1976). Bu yazı, arşiv belgeleri ile dönemin tarihçilerince kaleme alınan birinci el 22 Mayıs 1766 depreminin “hin-i fetihten beri görülmemiş” olduğu konusunda Şemdanizade ile görüş birliği içinde olan tarihçi Hâkim’e göre, sarsıntılar 80 saat boyunca gece gündüz devam etmiş, hasarsız tek mahal kalmamış, suyolları bile zarar görmüştür. kaynaklardan yararlanarak, 22 Mayıs ve 5 Ağustos 1766 depremlerini, bu depremlerin İstanbul’da yarattığı ortamı ve yapı hasarlarının nasıl giderildiğini özetle aktarmayı amaçlamaktadır. Arşiv belgeleri içinde en geniş yeri tutan 22 Mayıs depremi “zelzele-i azime”, “zelzele-i şedide” gibi deyişlerle anılırken, 5 Ağustos depremine “Salı günü vâki olan zelzele” ya da “badehu vuku bulan zelzele” biçiminde gönderme yapılmaktadır (Mazlum, 2011). 22 Mayıs 1766 depreminin “hin-i fetihten beri görülmemiş” olduğu konusunda Şemdanizade ile görüş birliği içinde olan tarihçi Hâkim’e göre, sarsıntılar 80 saat boyunca gece gündüz devam etmiş, hasarsız tek mahal kalmamış, suyolları bile zarar görmüştür. Hâkim, “bina altında 4-5 bin adam” kaldığını; dönemin padişahı III. Mustafa’nın, şehrin halini gö- 940 tarihli Pervititch haritasında, 1766 depreminde ağır hasar gören Çemberlitaş Atik Ali Paşa Camii. rüp “bükâ’” ettiğini (ağladığını) ve “fukara ve zuafâ”ya (yoksul ve güçsüzlere) iyilik yaptığını bildirmektedir. Anlatısında hasarlı yapılara da ayrıntılı bir biçimde değinen Hâkim, ilginç bir ayrıntı daha vermektedir. Büyük depremden sonra Rusya tarafından gelen adamlar, bu depremin İslam cami ve mescitlerinde yaptığı hasarı haber aldıklarında sevinerek kiliselerinde kandil yaktıklarını söylemiş, ancak çok geçmeden şiddetli bir sarsıntının 24 saat boyunca kendi ülkelerinde de “çok adamı helâk ve kiliseyi hedm” ettiğini eklemişlerdir (Hâkim, Vekayi’name). 22 Mayıs 1766 depremi yaşandığında İstanbul, muhtemelen yarım milyonu bulan hatta belki de aşan nüfusuyla büyük bir kenttir. Dönemin tarihçilerinden İnciciyan, İstanbul’un “Rumeli ve Anadolu cihetlerindeki varoşlarla birlikte, Pekin ve Nankin şehirlerinden sonra dünyada üçüncü..” geldiğini belirtmiştir (İnciciyan, 1956). Bu tarihlerde İstanbul’da kaç kişinin yaşadığı ancak yaklaşık olarak bilinse de, kentin sürekli bir göçe maruz kaldığını ve taşradan gelenleri caydırmak, durdurmak ya da uzaklaştırmak için sık sık hükümler çıkarıldığını belgeler ortaya koymaktadır (bu belgelerden bazıları: BOA. C.DH. 453, BOA. C. DH. 7978, BOA. C. DH. 4629, BOA. C.DH. 4044). Suriçi yerleşmeleri önemini korumakla birlikte, Boğaz köylerinde ve diğer surdışı alanlarda hızlı bir gelişme yaşanmaktadır. Deprem sonrasındaki kayıtlara ve tanıklıklara göre, en büyük hasar ve can kaybı, gerek nüfusun, gerek anıtsal yapıların yoğunlaştığı Tarihi Yarımada’da olmuş, ancak Asya yakasındaki Boğaz köyleri ile Galata da yer yer depremden etkilenmiştir. Deprem ertesinde hasarlı yapıları onarmak için neler yapıldığını kapsamlı ve güvenilir bir biçimde aktaran kaynakların başında, bugün Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi ile Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde korunan çok sayıda belge gelmektedir. Deprem hasarlarının onarılmasına başlanmadan önce düzenlenen ve tahmini onarım bedelini saptayan 1. keşifler ile onarım tamamlandıktan sonra hazırlanan 2. keşifler, hasar derecelerini ve öngörülen/gerçekleştirilen teknik müdahaleleri açıkça sergilemektedir. Bu tür belgelerin ve muhasebe kayıtlarının değerlendirilmesi, depremi izleyen birkaç yıllık dönemin İstanbul’da anıtsal yapı itü vakfı dergisi 73 DEPREM 1933 tarihli Pervititch haritasında Fatih Külliyesi yapıları: 15. Yüzyıl medreseleri arasında 18. Yüzyılda yeniden inşa edilen Fatih Camii onarımları açısından çok yoğun geçtiğini ortaya koymaktadır. İstanbul konutlarının 1766 sarsıntıları sırasında ne ölçüde hasar gördüğünü belgeleyen kayıtlara ise ender olarak rastlanmaktadır. Konutlar ancak, bir mîrî yapının yakınında olup bunun yıkılması üzerine zarar gördüklerinde söz konusu edilmiştir. Deprem sonrasına ait muhasebe kayıtlarından, Galata ya da İstanbul surlarının çeşitli kesimlerinde, yıkılan duvarlar altında kalan konutların, Hassa Başmimarı marifetiyle ve masrafları Devlet hazinesinden karşılanarak onarıldığı öğrenilmektedir. Depremin ardından İstanbul’da yapı çalışanları ve malzemeleri açısından yaşanan ciddi sıkıntıyı gidermek üzere çeşitli adımlar atıldığı da, belgelerin ortaya koyduğu bir başka gerçektir. Özellikle işgücü aktarımı konusunda genel bir seferberlik ortamı yaratılmak istenmiş gibidir. Örneğin, 22 Mayıs depreminin hemen ardından, harap ve yıkılmış olan binaların onarımı ve yeniden yapımı için İstanbul’da yeterli sayıda hamamcı ve dülger esnafı bulunmadığından, Kayseri ve civarından eleman gönderilmesi istenmiştir (BOA C.BLD.641). Yine aynı tarihlerde, depremin üzerinden henüz iki hafta geçmişken, bu kez Yedikule’deki yıkık kârgir binaların onarımı için Görice (bugün Arnavutluk’ta Korça) sakinlerinden duvarcı Panayot’un 200 duvarcı ve 74 itü vakfı dergisi rencberle birlikte derhal İstanbul’a gelmesi emrolunmuştur (BOA C. BLD. 6786). İstanbul surlarının yıkılan kesimlerinin onarılması için de yakın kazalarda (Şile, Yalova, Pazarköy, Gemlik, Riva ve İznik) çok miktarda olduğu söylenen duvarcı ve amelelerin İstanbul’a gönderilmesi buyrulmuştur (BOA C. BLD. 5322). 22 Mayıs depreminden yaklaşık iki ay sonrasına ait başka bir belge, Topkapı Sarayı’nda, Tersane-i Amire’de ve başka mîrî binalarda yapılacak onarımlar için çok sayıda marangoz amelesi gerektiğini bildirerek, İstanbul’a yakın adalarda çalışan marangoz amelelerinin derhal gönderilmesini istemektedir (BOA. C. DH.16257). Deprem sonrasının en büyük inşai faaliyetlerinden biri olan Fatih Camii’nin yeniden En ağır hasar gören yapılar arasında, İstanbul’un fethini izleyen yıllarda yapılmış olan Fatih ve Eyüp camileri, Yedikule Hisarı, Eski Saray, Kapalıçarşı’da İç Bedesten ile Sandal Bedesteni bulunmaktadır. Bu durum, kente Osmanlı kimliğini kazandırmayı amaçlayan ilk yapıların inşasında, biraz aceleye gelmişliğe bağlı bir özensizlik ve zayıflık olabileceğini düşündürmektedir. yapımı sırasında ise, Halep ve civarında oturan “fenninde mahir ve işgüzar” yirmi nefer taşçı amelesinin İskenderun ve Payas iskelelerinden gemiyle İstanbul’a gönderilmesi istenmiştir (BOA. MAD. d. 8947). Yine Fatih Külliyesi yapılarının onarımı için Rodos, İstanköy (Kos) ve Sakız adalarından “her ne miktar olursa” üstad taşçı amelelerinin İstanbul’a sevki buyrulmuştur (BOA. MAD. d. 8947). Yapı onarımları için çok miktarda taş, kereste ve demire de ihtiyaç duyulduğundan, bunların sağlanabileceği yörelere de çağrılar yapılmış ve gerekli malzemelerin hemen gönderilmesi istenmiştir. Özetle, 22 Mayıs ve 5 Ağustos 1766 depremlerini izleyen dönemde İstanbul, uzak- yakın pek çok bölgeden yapı usta ve ameleleri ile çeşitli yapı malzemelerinin geldiği bir kent görünümündedir. 1766 depremlerinin İstanbul’da yarattığı hasar ve oluşturduğu genel ortam ana başlıklar halinde şöyle özetlenebilir: 1. En büyük hasar kârgir binalarda meydana gelmiştir. Arşiv belgeleri arasında hasarlı ahşap yapılara ait kayıtlara rastlanmamıştır. Bu konudaki ender açıklamalardan birini tarihçi Şemdanizade yapmakta ve 5 Ağustos depreminde, Karamürsel mahkemesi ahşaptan iken “münhedim” olunca (yıkılınca), kadının dört adamının can verdiğini bildirmektedir. 2. En ağır hasar gören yapılar arasında, İstanbul’un fethini izleyen yıllarda yapılmış olan Fatih ve Eyüp camileri, Yedikule Hisarı, Eski Saray, Kapalıçarşı’da İç Bedesten ile Sandal Bedesteni bulunmaktadır. Bu durum, kente Osmanlı kimliğini kazandırmayı amaçlayan ilk yapıların inşasında, biraz aceleye gelmişliğe bağlı bir özensizlik ve zayıflık olabileceğini düşündürmektedir. Bu yapılardan Fatih Camii’nin onarılamayacak kadar hasarlı olduğu anlaşılınca, yapı yıkılarak yeni bir plan şemasına göre yeniden yapılmış, aynı karar Eyüp Camii için 34 yıl sonra verilmiş ve uygulanmıştır. 3. Depremler ertesinde gerçekleştirilen yapı onarımları genel olarak değerlendirildiğinde alışılagelmiş bir dizi “tamir”den yeniden yapıma kadar uzanan geniş bir müdahale yelpazesi dikkati çekmektedir. Düzenlenmiş onarım kayıtlarında, gerekli müdahalenin ölçek ve derecesine bağlı olarak, meremmat (onarım), tecdid (yenileme) ve istihkâmdan 1766'da hasar gören yapıların 1894 depreminin de hasarlı yapıları arasında yer almaları, yapılan onarımların ve sağlamlaştırma çabalarının ancak sınırlı ölçüde etkili olduğunu ortaya koymaktadır. (sağlamlaştırma) söz edilmektedir. Bazı yapılar ya da yapı bölümleri içinse, “yeniden yapılmadıkça istimali kabil değildir” ifadesi kullanılmıştır. 4. Kayıtlar, depremin yapı ve kent ölçeğinde kökten değişikliklere vesile olacak ve ders alınacak bir olay olarak algılanmadığını düşündürmektedir. Yalnızca en bariz hasarları ortadan kaldıracak uygulamalarla yetinilmiş, 18. yüzyıl onarımlarıyla ilgili belgelerde sıkça karşılaşılan “vaz-ı kadim üzere” yani “tıpkı eskisi gibi” yapma uygulaması deprem nedeniyle değişikliğe uğramamış, geleneksel yapım yöntemleri ve yaşama kültürü de eskisi gibi sürmüştür. Kara ve deniz surlarına ya da Galata Surları’na bitişik olan ve depremde yıkılan duvarların molozları altında kalarak hasar gören konutların yine aynı yerlerde inşa edilmesi ve pek çok onarımda “enkaz-ı mevcude”nin ayağa kaldırılmasıyla yetinilmesi bunu göstermektedir. Teknik belgelere bile yansıyan ve depremin değiştirilemez bir yazgı olarak algılandığını ortaya koyan “Biemrillahi teala/ Bihikmetillahi teala vuku bulan zelzele” gibi deyişler, ders almayı güçleştiren bir kadercilik anlayışını sergilemektedir. 5. Bir yapının 1766 depremleri sonrasında onarılmış olan bölümleri, bu yapının zemini ve depreme karşı dayanımıyla ilgili değerli ipuçları vermektedir. 1766’da hasar gören yapıların 1894 depreminin de hasarlı yapıları arasında yer almaları, yapılan onarımların ve sağlamlaştırma çabalarının ancak sınırlı ölçüde etkili olduğunu ortaya koymaktadır. Benzer bir afetin yaşanması durumunda, yapılar hep aynı zayıf noktalardan hasar görmektedir. Örneğin, Kapalıçarşı’nın 1894 depremi nedeniyle en ağır hasar gören bölümleri (Batur ve Tanyeli, 1993), 1766’da yıkıldığı için onarılan bölümleridir. Yapıların depreme karşı davranışlarını; zemin koşulları, araziye oturuş biçimleri, plan ve planimetri özellikleri, yapı malzemeleri Melchior Lorichs tarafından yapılan resmin 1576 tarihli ahşap baskısında Atik Ali Paşa Camii ve ön planda bugüne ulaşmayan imaret yapısı. gibi pek çok parametre belirlemekte, yapılan onarımlar bu parametrelere ancak kısmen müdahale edebilmektedir. Bu çalışma, arşiv belgelerine ve depremlere tanık olmuş tarihçilerin anlatılarına dayanarak, 1766 yılında 2,5 ay arayla yaşanan iki büyük depremin yarattığı sonuçları özetlemektedir. Arşivlerde yapılan çalışmalar, tarihi depremler ve bunların yapılarda yol açtığı hasarlar hakkında bilgi sağlamanın yanında, bu hasarların nasıl giderildiği konusunu da aydınlatmaktadır. Yapıların hem onarım öykülerini hem de belli bir dönemin onarım tekniklerini ve yaklaşımlarını aktaran arşiv belgelerini, yalnızca mimarlık ya da restorasyon tarihine ışık tutan kaynaklar olarak değil, bugüne de yararlı katkılarda bulunan bir bilgi birikimi olarak ele almak ve değerlendirmek gerekir. Gerçekten de bu belgeler, yapıların zayıf noktalarını anlama ve günümüz depremlerine karşı davranışlarını öngörme imkanını da sağlamaktadır. Kaynaklar -Aktepe, M.M. (Ed.), Şemdanizade Fındıklılı Süleyman Efendi Tarihi, Mür’it-tevarih, Cilt II A, İÜ Edebiyat Fakültesi, İstanbul 1976, s. 85,86. - Ambraseys, N.N. ve C. Finkel, The Seismicity of Turkey and Adjacent Areas. A Historical Review 1500-1800, Eren Yayıncılık, İstanbul 1995, s. 136 vd. - Batur, A. ve G. Tanyeli, 1894 Depremi ve İstanbul’un Tarihi Yapılarındaki Hasar Üzerine Bir Örnekleme Çalışması: Kapalı Çarşı, 2. Ulusal Deprem Mühendisliği Konferansı, 10-13 Mart 1993, İstanbul, s. 252. - Hâkim , Mehmed, Vekayi’name (II), Bağdat Köşkü 233, Topkapı Sarayı Müzesi Kitaplığı (el yazması), s. 226,227. - İnciciyan, P.G., XVIII. Asırda İstanbul, İstanbul 1956, s. 13. - Mazlum, D., 1766 Istanbul Depremi. Belgeler Işığında Yapı Onarımları, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, İstanbul 2011. - Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA.) belgeleri: BOA. CEVDET DAHİLİYE (C.DH) 453 BOA. C. DH. 7978 BOA. C. DH. 4629 BOA. C.DH. 4044 BOA. C.DH.16257 BOA. Maliyeden Müdevver Defterler (MAD. d.) 8947 BOA C.BELEDİYE (BLD.) 641 BOA C. BLD. 6786 BOA C: BLD. 5322. itü vakfı dergisi 75 MİMARLIK Aydınlanma Felsefesi ve Mimarlıkta Bilinçli Değerlendirme Prof. Dr. Mete Tapan T.C. Arel Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürü Uygulamaya konan büyük projelerin tasarımlarının ve kentlerimizin planlarının ne oranda “eksplisit” yaklaşımlarla gerçekleştiğini sorgulamak hepimizin hakkı olduğunu bir kez daha vurgulamak isterim. Özel veya kamu yatırımlarının gereğinin “toplumsal yarar” yönünden ne denli bilimsel yöntemlerle ortaya konduğu konusunda endişelerimin olduğunu ifade ederken, özellikle gelecek nesillerin bizim nesle göre “akıllarını” daha fazla kullanmalarını dilerim… G ökberk’in dile getirdiği gibi, 18.yüzyılda egemen felsefe alanındaki gelişmeleri “Aydınlanma Felsefesi” kavramı altında toplamak olanaklı olup, bu felsefenin içinde yer aldığı tarih dönemine de “Aydınlanma Çağı” adı verilir... Aydınlanmak isteyen insanın kendisi, aydınlatılması istenen şey de, insan ha- 76 itü vakfı dergisi yatının anlamı ve düzenidir. Kant “was ist Aufklaerung? (“Aydınlanma nedir?”) (1784) adlı yapıtında Aydınlanma’yı şöyle tanımlar: “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin-olmayış durumundan kurtulup aklını kendisinin kullanmaya başlamasıdır.” Prof. Macit Gökberk, Kant’ın bu tanımını şöyle yorumlar: “Ona göre, insan bu duruma aklın kendisi yüzünden değil, onu kullanmaması yüzünden düşmüştür; çünkü insan şimdiye kadar aklını kendi başına kullanamamış, hep başkalarının kılavuzluğunu aramıştır; imdi “aklını kendin kullanmak cesaretini göster!” sözü bundan böyle parola olmalıdır.” Özellikle 17.yüzyılda, 18.yüzyılın felsefe alanındaki “aydınlanmacı” niteliği- "Değerlendirme AMAÇ’ın, DEĞERLENDİRİCİ’nin, ZAMAN’ın ve ÜRÜN’ün bir fonksiyonu olarak kabul edilmelidir." J. Joedicke Fotoğraf: JDS Architects, The Iceberg nin tohumları atılmıştır. Ayrıca, 16.yüzyıla egemen olan Rönesans'ta gelişen görüş, buluş ve ilkeleri “sistemli” bir düşünce ile derleyip düzenleyen, bunlardan birliği ve bağlantısı olan bir dünya görüşü oluşturan yine 17.yüzyıl felsefesidir. Bu felsefe, matematiksel fiziği kendisine bilgi örneği olarak almış ve rationalism ilkesini benimsemiştir. Matematiksel fizik, doğada bulunmayan, salt düşünceden türetilmiş olan birtakım kesin matematik kavramlarla doğanın yapısını kavrayabileceğimizi göstermişti. Dolayısıyla akılla, doğayı anlamanın olanaklı olduğu fikri güçlenmiş ve 17.yüzyıl felsefesi, yalnız doğanın değil, felsefenin konularının da, iyi ile “doğru’nun da” salt akıl ile bilenebileceğine güvenmiştir. Bilindiği gibi, bu özgüven 17.yüzyıl felsefesini büyük konstrüktif-dedüktif sistemler kurmaya götürmüştür. Bir “ana düşünceden” türeyen ve bu düşüncenin alt-düşünceleriyle sıkı bir bağlantı kuran konstrüktif-dedüktif sistem bu yüzyıl felsefesinin en önemli özelliğidir. Yine, Gökberk’e göre, 18.yüzyılda, bu tür yaklaşımlardan uzaklaşıldığı dile itü vakfı dergisi 77 DÜŞÜN-MİMARLIK getirilmektedir. Felsefecilerin “sağduyu felsefesi” olarak nitelendirdikleri yaklaşımlara bu yüzyılda ağırlık verilmiştir. Ancak, bu yaklaşımlara, 18.yüzyıl düşüncesinin bütünü ile akla güvenini yitirdiği sanılmamalıdır. Tam tersine; bu düşünce akla inanıp güvenmede kendisinden önceki yüzyıllardan daha da ileri gider. Yeni doğa bilimi, doğanın yapısını “doğru” olarak kavramakla insana doğa üzerinde egemen olmak yollarını açmıştı; bu da, insan aklının nesneler üzerinde egemen olduğu bilinç ve gururunu getirip yerleştirmişti. İşte 18.yüzyıla “Aydınlanma çağı” adını verdiren bu düşüncedir, bu inançtır. Bu yüzyılda bu inancı gerçekleştirme, onu kültürün bütün alanlarında yürütme çabaları önemli olgulardır. Aydınlanma yüzyılının ideali, bilginin ilerlemesine dayanan entelektüel bir kültürdür. Aklın aydınlattığı doğrular ile beslenecek olan bu kültür sonsuz bir ilerlemeye adaydır. Akla karşı beslediği bu güven yüzünden Aydınlanma düşüncesi; geleneklerin köleliğinden kurtulacağına, kaderini kendisi kendi eliyle düzenleyeceğine, insanın özgürlük ve mutluluğunun boyuna artacağına inanır; bu güvenle tarihin oluşturduğu bütün kurumları aklın eleştirmesinden geçirir; toplumu, devleti, dini ve eğitimi aklın ilkelerine göre yeni baştan düzenlemeye girişir; nihayet, yolunu aklın gösterdiği bu durmadan gelişip ilerleyen entelektüel kültür temeli üzerinde insanlığın birleşeceğine inanır. 17.yüzyılda felsefe, evrensel bir bilimdi. 18.yüzyılda ise daha çok bir kültür felsefesidir, hem de hayata işlemek, onu aydınlatarak yolunu göstermek isteyen bir kültür felsefesidir. Geniş çevrelere düşüncelerini benimsetebilmek için Aydınlanma felsefesi, bilimin kesin anlatım biçimini pek kullanmaz, her türlü yazı şekline başvurur; düşünürleri de, sistemli düşünüp çalışan filozoflar değil, daha çok büyük yazarlardı. Örneğin, Locke ve Voltaire gibi. (1) Yukarıda, dile getirilen “kültür felsefesi” kavramının günümüz için de geçerli olduğunu, özellikle de bilgi çağının özünde aklın yattığını yadsıyamayız. Ayrıca, günümüzdeki mimari tasarım ve uygulamaların da sistematik bir düşünce konteksi içinde irdelenmesinin zorunlu olduğu tartışılmaz. Mimarlıkla ilgili sorunların akılla ve rasyonel yöntemlerle çözüm- 78 itü vakfı dergisi Mimarlıkla ilgili sorunların akılla ve rasyonel yöntemlerle çözümlenmesi veya uygulamalara geçilmeden evvelki analiz ve sentez aşamalarında bilinçli değerlendirmelerin yapılmasının, 18.yüzyıldaki “aydınlanma felsefesi”ndeki temel davranış anlayışından çok daha farklı olduğu düşünülmemelidir. lenmesi veya uygulamalara geçilmeden evvelki analiz ve sentez aşamalarında bilinçli değerlendirmelerin yapılmasının, 18.yüzyıldaki “aydınlanma felsefesi”ndeki temel davranış anlayışından çok daha farklı olduğu düşünülmemelidir. Amaç, “iyi” ile “doğru”yu nesnel olarak ortaya koymaktır. “İyi ve doğru”yla birlikte “güzel”in de kavramsal olarak ne olduğunun bir dekompozisyon süreciyle kişinin veya toplumun irdelemesi, yine kişi veya toplumun kendi aklını kullanma cesaretinde bulunması gerektiği savı bugünkü çağımızda da geçerlidir. Günümüzde yapılan mimarlıkla ilgili bilimsel araştırmalarda “bilinçli değerlendirme” kavramı üzerinde durulmasının da temel nedeni budur. Çevreyi yapay ve etkin olarak düzenleyen önemli uğraş alanlarından biri kuşkusuz mimarlıktır. Dolayısıyla, insanoğlu sürekli mimarlıkla iç içe yaşamış, çevresini etkilediği gibi, çevresinden de etkilenmiştir. Karşılıklı bu etkileşim, sürekli yeni sentezlerin oluşumuna, yeni değerlerin ortaya konmasına neden olmuştur. Dinamik bir süreç olan bu olgu kültür tabakalaşmasının da en belirgin ögesidir. Algoritmik ve bütüncül bir yaklaşımla sözkonusu süreci irdelemek kaçınılmaz olduğu kadar, “aydınlanma” olgusunun gereği neden, niçin, nasıl gibi soruların yanıtlanması da “düşünen insanın” önemli bir uğraş alanı olduğu yadsınamaz. İnsanı insan kılan düşünme yetisi ne denli ağırlıklı ve etkin bir biçimde kendisini hissettirirse, olayların açıklanması da o denli nesnel, olabildiğince “eksplisit” olur. Olabildiğince “eksplisit” olmasının nedeni de, kuşkusuz olayların nedenselliklerinin tümünün nesnel verilerle ortaya konamamasında yatar. An- cak, düşünen insan, “implisit” verileri de kendi bağıl değer ve yöntemleriyle olabildiğince kantitatif veya sözel tanımlarla “eksplisit” bir biçimde ortaya koymaya çalışır. Bilimin özünde nesnel olma çabası tartışılmaz. Ancak, her olgunun açıklanmasının da nesnel hale getirilmesi beklenmemelidir. Beklenilmesi gereken olgu, üzerindeki yorumun veya değerlendirmenin nasıl yapıldığının “eksplisit” hale dönüştürülmesidir. Literatürde, mimarlıkta “bilinçli değerlendirme” olarak geçen kavramın da yukarıda değinilen olguların nedenselliğiyle ilgili açıklamaların özünü oluşturduğu bir gerçektir. Öznel ve nesnel kriterlerin yerine getirilmesiyle oluşan mimarlık sentezi ve bu sentez sonucunda ortaya çıkan ürünün bilinçli değerlendirilmesindeki yaklaşımların ve yöntemlerin çok çeşitli olduğunu izlemekteyiz. Bu çeşitlilik bir anlamda nasıl bir değer sistemiyle ürünün analiz edileceğinden ve seçilen analiz yöntemiyle nasıl değerlendirileceğinden kaynaklandığı gibi, değerlendirme kriterlerine verilen ağırlıkların birbirleriyle olan dengesinden de ortaya çıkmaktadır. Başka bir deyişle, bir mimari ürünün simge olması en önemli bir ölçütse, yani diğer kriterlerin toplam ağırlık skalası içinde yüz üzerinden yirmi ve buna karşılık simge olma amacı seksen ise, seçilecek değerlendirme yaklaşımının simgeleşmeyi öne çıkartan bir değer sistemine göre belirlenmesi doğal olacaktır. Mimarlıkta bilinçli değerlendirme, alternatifler arasından seçme veya bir ürünün hipotetik bir alternatifle karşılaştırma işlemidir. Ancak, bilinçli bir değerlendirme yöntemi sonucunda mimari ürünün değeri, gene bağıl nitelikte sayısal olarak belirleneceği gibi, bir ürünün veya sürecin getirdiği yarar veya zararlar da eksplisit bir biçimde ortaya konur. Değerlendirmenin temel amacı, bilinçli olarak önceden saptanan amaca ilişkin değer kriterleri takımının, ne oranda gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanmasında yatar. Bu temel amaç çerçevesinde, bir mimari ürünün oluşmasında katkıları bulunan grupların (işveren, kullanıcı, vs. gibi) değer sistemlerinin karşılıklı etkileşmeleri de bilinçli olarak saptanarak, optimum çözümler geliştirilebilir. Kuşkusuz bu etkileşmenin özellikle- rini, bir sistem olarak tanımlayabileceğimiz mimari süreç içindeki ağırlıklarını veya bu sistemi oluşturan parçaların ne olduklarını araştırma ve bunlara bağlı kalarak bir değerlendirmeyi amaçlama, mimari ürünlerin üretilmelerinin kütlesel bir üretim haline dönüşmesiyle başlamıştır. Kaynakların daha iyi kullanılması endişesi, diğer bilim dallarında gelişen teknik ve yöntemlerin mimarlıkta da geçerli olabileceğinin kanıtlanması ve ekonomik ağırlığın biçimsel bir ön davranışı ikinci plana itmesi gibi faktörler, implisit olan birçok değer yargılarını eksplisit hale dönüştürmeye zorlamıştır. Mimarlıkta bilinçli değerlendirme yöntemleri bir optimum çözümü bulmaya yardımcı olmanın yanında, tasarlama sürecinin aşamalarının istenildiğinde tekrardan ele alınmasına, dolayısıyla sürecin denetlenmesine olanak sağlar. Değerlendirme işlemi sonunda sentezde hangi amaç hiyerarşisinden hareket edildiği, hangi davranışların egemen olduğu ortaya konabilmekte, adım adım sentezin aşamaları kontrol edilebilmektedir. (2) Ayrıca, mimarlıkta bu tür bir değerlendirme, gelecekte tasarlanması sözkonusu aynı tipolojik özelliği olan ürünlerin programlarına ve tasarlama süreçlerine veri sağlayabilmektedir. Mimarlıkta bilinçli bir değerlendirmeye gereksinme duyulmasının diğer bir nedeni de, tasarlama sürecinin başında saptanan değer kriterleri sayısının doğru bir sonuca varmak amacıyla olanak dahilinde yükseltme eğiliminin, özellikle endüstrileşmiş yapım sürecinde gittikçe kuvvetlenmesidir. Diğer bir deyişle, doğru bir biçimde değerlendirilme, çok sayıda değer taşıyıcısının sentez ürününde dikkate alınmasıyla gerçekleşir. Sistematik olmayan, implisit, tamamen değerlendiricilerin bilgi ve deneyimlerine dayanan bir değerlendirme yöntemiyle yirmiden fazla enformasyonun, yani değer taşıyıcısının bilinçli olarak değerlendirilmesini yapmak olanaksızdır. Bu nedenle, mimarlıkta değerlendirmeyi maksimum kriter sayısını içerebilen bilimsel yöntemlerle gerçekleştirme bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, mimari ürünün bilinçli değerlendirilmesindeki amaç, ürünün sentezinde rol alan çeşitli grupları veya kişileri, değer taşıyıcılarının değerlendirilmesinde uzlaştırmaktır. Böylece, değer yargı- sında yukarıda sayılan ögeler arasında bir birlik sağlanabilir. Mimarlıkta, başlıca iki aşamada değerlendirme yapılmaktadır. Bu değerlendirme aşamalarından biri, mimari ürünün oluşumundaki, yani tasarlama süreci içindeki değerlendirme, diğeri de çalışmanın temel konusu olan salt uç ürünün değerlendirilmesiyle ilgili aşamadır. Her iki aşamada da değer kriterlerinin önceden, tasarlamaya geçmeden evvel bilinmesi şarttır. Ancak uç ürünün değerlendirmesinde sözkonusu olabilecek değer kriterlerinin, değerlendirme süreci boyunca statik olarak kabul edilmesine karşıt, tasarlama süreci içindeki değerlendirme yöntemlerinde değer kriterlerinin alternatifler geliştikçe yeni değer kriterlerini beraber getirebilecekleri veya önceden saptanan değer kriterlerinin, değer sistemi içindeki ağırlıklarının tasarlama süreci boyunca değişebileceği göz önüne alınmalıdır. Özetle, tasarlama süreci içindeki bir değerlendirme yöntemi , dinamik bir değer sentezine gereklilik gösterir. Mimarlıkta bilinçli değerlendirme yöntemleri, özellikle son elli yılda büyük bir hızla artmıştır. Çeşitli mimari problemler için, değişik yöntemler kullanılmaktadır. Bugüne dek bilinçli olarak yapılan mimari değerlendirmeler, ilk aşamada mimari bütünün parçalara, diğer bir deyişle, bir amaç sisteminde uç amaç olarak nitelendireceğimiz bir mimari bütünün alt amaçlara bölünmesini öngörmektedir. Daha sonra bu alt amaçlara ait değer kriterleri saptanır. Bu işlemi, değer sistemine göre gerektiğinde değer kriterlerin, alt-amaçların ağırlık kazanması işlemi izler. Değerlendirmenin son aşaması olarak da, değer kriterlerinin değer kazanması ve dolayısıyla tüm mimari sistemin değerlendirilmesi gelir. Ancak bu işlemlerde elde edilen tüm mimari sistemle ilgili değerler genellikle boyutsuz, amaç sistemine ve değer- Mimarlıkta bilinçli değerlendirme yöntemleri bir optimum çözümü bulmaya yardımcı olmanın yanında, tasarlama sürecinin aşamalarının istenildiğinde tekrardan ele alınmasına, dolayısıyla sürecin denetlenmesine olanak sağlar. lendirme sentezine göre bağıl biçimde yorumlanabilen değerlerdir, puanlardır. Ancak her parça, sistemin sağladığı yarar örneğin, maliyet-yarar analizlerine bağlı geliştirilen değerlendirme yöntemlerinde olduğu gibi para ile veya fiziksel bir büyüklükle ifade edilebiliyorsa, tüm sistemle ilgili değer de tek boyutlu (eindimensional) olabilir. Mimari sentezi oluşturan parça sistemlerinin tümünün aynı birimlerle ölçülememesi ve önemli olarak birçok parça sistemin, kullanıcının veya bir başkasının öznel değer yargısına bağlı olarak değerlendirilmesi, bir mimari uç ürünün değerinin bugün için tek bir birimle ifade edilmesinin söz konusu olmadığını göstermektedir. Bu nedenle çokboyutlu (multidimensional) değerlendirme yöntemleri özellikle mimarlıkta önemsenmektedir. Ayrıca mimari değer olgusunun, genellikle nesne ile özne arasındaki ilişki sonunda ortaya çıkmasından dolayı, nesnenin Yarar-Değer’ini saptamaya elverişli değerlendirme analizleri de mimarlıkta diğer analizlere göre öncelik kazanırlar. Buraya kadar özetle tanıtılmaya çalışılan, mimarlıkta bilinçli değerlendirmenin temel ilkelerini Joedicke’nin de görüşlerine dayanarak aşağıdaki noktalarda sıralayabiliriz. (3) • Kuşkusuz bilinçli bir değerlendirme sonucunda elde edilen değer yargısının sağlıklı olması, diğer bir deyişle nesne ile özne arasındaki değer olgusunun doğru bir biçimde yansıtılabilmesi, kullanıcıların değer sistemini en doğru biçimde yansıtan bir değer sisteminin saptanmasına bağlıdır. Bu nedenle, her şeyden evvel, kullanıcı isteklerini en iyi bir biçimde yansıtan bir değer sistemi geliştirilmeli ve bunun için de kullanıcının davranışları, gereksinmeleri ve bunların kültürel ve sosyal kökenlerinin ne olduğu hakkında sağlıklı bilgi sahibi olunması gerekmektedir. • Değerlendirmede nesnellik esas olmalıdır. Ancak bu objektiflik belli bir ZAMAN’a ve DURUM’a göre gene de bağıl bir olgudur ve amaç sisteminde belirlenen değer kriterlerinin ortak bir değerlendirmede değerlendiricilerin tümü tarafından kabul edilmiş olması gerekir. Ayrıca bu kriterler, değerlendirilen nesne için geçerli ve yeterli sayıda olmalıdır. Aksi halde sağlıklı bir değerlendirme yapılamaz. Ölçülemeyen değer kriterlerinin çö- itü vakfı dergisi 79 DÜŞÜN-MİMARLIK zümlenmeleri (dekompozisyonları) diğer bir deyişle kalitatif ögelerin kantitatif veya tanımlanabilir ögelere dönüştürülmeleri ürünün nesnel özelliklerinde yanısıyabilecek biçimde gerçekleşebilmelidir. • Değerlendirme AMAÇ’ın, DEĞERLENDİRİCİ’nin, ZAMAN’ın ve ÜRÜN’ün bir fonksiyonu olarak kabul edilmelidir. • Mimarlıkta değerlendirme yöntemlerinin, mimarlık formasyonu almamış kullanıcılar tarafından da anlaşılabilecek nitelikte olmasına çalışılmalıdır. Bunun da başlıca nedeni, mimarların çoğu kez, farklı meslekteki kullanıcıları, işverenleri inandırmak zorunda kalmalarındandır. Kuşkusuz mimarlıkta veya diğer yaratıcılığa dayanan disiplinlerde “bilinçli değerlendirme” kavramı eğitimin biçimlenişini ve eğitim pedagojisini de etkilemektedir. Örneğin “mimari proje” dersinin veriliş biçiminde “bilinçli” olma kaygısı ne anlama gelmektedir sorusuyla karşılaşmak olanaklıdır. Mimari proje dersinin verilişinde “bilinçli” olma, acaba “yaratıcılığa” engel midir? veya aksine “yaratıcılığı” destekler mi? veya “bilinçli olma” çabası acaba sentez ürününü gerçekçi kılmaya aracı mı olur? gibi sorular çoğu kez tartışma konusu olmuştur ve halen de olmaktadır. Kanımca “nedenselliğin” özüne dayanan “bilinçli olma” davranış biçimi, sentez ürününün sağlıklı bir biçimde gerçekleşmesine olanak veren yardımcı bir araçtan başka birşey değildir. Bu “gerçekçilik” çabasında estetik değerlerin diğer değerlerle uyum içinde ele alınması gerektiğini de burada bir kez daha vurgulamakta yarar vardır. Yukarıda değinilen noktalar ışığında estetik, bilinçli bir mimarlık değerlendirilmesinde önemli ve ihmal edilmesi olanaksız bir alt-amaçtır. Her türlü mimarlık ürününde estetik sorunu irdelenir, bilinçli veya bilinçsiz olarak dile getirilir ve yargılanır. Bilinçsiz bir değerlendirmede estetikle ilgili yargı “güzel” veya “çirkin” kavramlarıyla çoğu kez bilinçaltı somutlaşır. “Güzel” veya “çirkin”in nedenselliği tartışılmadan ortaya konan bu yargıların kökeninde değerlendirmeyi yapanların, yine bilinçaltı değer sistemleriyle yakından ilişkisi olduğu bir gerçektir. Başka bir deyişle yaşam koşulları, yetiştikleri ortamın sosyal ve kültürel yapısı, eğitim düzeyleri kendilerinin değer sistemini oluşturmuştur. Ancak bu değer sistemi- 80 itü vakfı dergisi Doğadaki düzene dayalı modellemelerin yanında kültürel ögeler, örf ve adetler, kökünü tarihten alan değerler biçimsel nitelikleriyle somutlaşarak, "güzel"i tanımlamaya yardımcı olurlar. nin dekompoze edilmesi, çözümlenmesi ve kriterlerle ölçülebilir hale getirilmesi olanaksızdır. Yıllardır bu konuda yapılan bilimsel çalışmalar estetikle ilgili kantitatif değerlere erişmiş değildir. Bilinçli bir değerlendirme bağlamı içinde soruna yaklaşıldığında, estetik olgusunun tanımlanmasında implisit olma gerçeği yadsınamaz. Ancak, yukarıda yapılan açıklamalar ışığında estetik ögelerinin, simetri, oran, malzeme dokusu, malzemelerin birbirleriyle uyumu, renk gibi kavramlarla tanımlama çabası içine girilmekte ve altın oran veya cephelerde boşluk doluluk veya yapı kütleleri arasındaki oran gibi kantitatif değerlerle, estetikle ilgili yargılama yapılmaya çalışılmaktadır. Kuşkusuz bu kantitatif değerlerin de ortaya konması bir modellemeden ileriye gitmez. Bu modellemede çoğu kez doğadaki gözlemlerden ve bu gözlemlerin matematiksel modellerle tanımlanmasından yola çıkıldığı da bir gerçektir. Bu doğadaki düzene dayalı modellemelerin yanında, kültürel ögeler, örf ve adetler, kökünü tarihten alan değerler biçimsel nitelikleriyle somutlaşarak, “güzel”i tanımlamaya yardımcı olurlar. Örneğin, mimarlık tipolojilerindeki alışılagelmiş biçimsel özellikler, üsluplar estetik değerin eksplisitleşmesinin tanımlanması konusunda önemli araçlardır. Bu türlü yaklaşımlarda da mutlak değerlerden söz edilemez. Ancak estetikle ilgili değer yargısı oluşurken hangi modellemelerden veya hangi kültürel veya sosyal olgulardan yola çıkıldığı eksplisit olarak ortaya konabilir, bir anlamda estetiğin tanımlanması somutlaşır. Ayrıca, bilinçli değerlendirmede estetiğin diğer alt-amaçlara göre uç ürün üzerindeki ağırlığı da ortaya konabilir. “Güzel” olmanın bir öğesinin de, Kant’ın veya Sokrates’in görüşleri doğrultusunda işlevsellik olduğunu burada bir kez daha vurgulamakta yarar vardır. Güzel olanın işlevsel de olması gerektiği varsayımından hareket edilerek güzeli tanımlamak olanaklı mıdır, sorusuna kesin yanıt vermek de her zaman olanaklı değildir. Her işlevsel mimarlık ürünü “güzel” olamayacağı gibi, her “güzel” yapının da işlevsel olma koşulu yerine getiriliyorsa, başka bir deyişle “kullanım” değeri yüksekse ve eşzamanda yukarıda değinilen estetikle ilgili modellemelerle yapının fiziksel görümü de belli bir estetik düzeyi sağlıyorsa, ideal bir durumdan söz edilebilir. İşte, bilinçli değerlendirme, değinilen yukarıdaki nokta ve görüşleri ekspilisitleştirmeyi amaçlayan bir yargılama aracıdır. Yukarıda dile getirilen, “bilinçli değerlendirme veya aklın sorgulanması” gibi konuların ülkemizde gerçekleşen mimarlık ve kent planlamalarında ne denli ele alındığının cevabını meslektaşlarıma bırakıyorum. Özellikle, uygulamaya konan büyük projelerin tasarımlarının ve kentlerimizin planlarının ne oranda “eksplisit” yaklaşımlarla gerçekleştiğini sorgulamak hepimizin hakkı olduğunu bir kez daha vurgulamak isterim. Özel veya kamu yatırımlarının gereğinin “toplumsal yarar” yönünden ne denli bilimsel yöntemlerle ortaya konduğu konusunda endişelerimin olduğunu ifade ederken, özellikle gelecek nesillerin bizim nesile göre daha fazla “akıllarını” kullanmalarını dilerim. Kaynaklar: - Bottling, A. ve diğerleri 1972, Zur Entwicklung von Bewertunsverfahren in der Planung von Gebaeuden AP1, Stuttgart, S.9. - Gökberk, M., 1974, Felsefe Tarihi, 3.Basım, S.335-337, Bilgi Yayınevi, İstanbul-Ankara - Jeodicke, J., 1972, Zur Formalisierung des Planungsprozesses, AP1, Stuttgart, S.9 - Tapan, M., 2004, Mimarlıkta Değerlendirme, İ.T.Ü. Vakfı Yay., İstanbul - Tapan, M., 2010, Mimarlıkta Estetik Değerlendirme üzerine, Cemre Yay. İstanbul Dipnotlar: (1) Çalışmada, Aydınlanma felsefesiyle ilgili bilgi ve değerlendirmeler Prof.Dr.Macik Gökberk’in “Felsefe Tarihi” adlı yapıtından yer yer aynen veya yer yer de değişikliklerle alınmıştır, Felsefe tarihi, 3.Basım 1974, S.335-337, Bilgi Yayınevi. (2) Bottling, A. Ve diğerleri, ZurEntwicklung von Bewertungsverfahren in der Planung von Gebaeuden, AP1, Stuttgart, 1972, S.95. (3) Joedicke, J., Zur Formalisierung des Planungsprozesses, AP 1, Stuttgart, 1972, S.9. TEKNOKENT DOSYASI TÜBİTAK 1512 Teknogirişim Sermayesi’ne Giden Yol İTÜ Çekirdek’ten Geçiyor T ürkiye'nin Ar-Ge ve inovasyona dayalı teknolojik altyapısını güçlendirmeyi hedefleyen İTÜ Çekirdek, TÜBİTAK 1601 programı kapsamında “1512 Teknogirişim Sermaye Desteği Programı Bireysel Genç Girişim (BİGG )1. Aşama Uygulayıcısı” oldu. Diğer bir deyişle TÜBİTAK 1512 Teknogirişim Sermayesi’ne giden yol İTÜ Çekirdek’ten geçiyor. İTÜ Çekirdek, girişimcilerden gelen fikirleri somut iş sonuçlarına dönüştürme misyonuyla teknoloji tabanlı proje sahiplerini eğitimlerle, mentorluk ve network ağı ile destekleyecek. Başvuru formu hazırlama, iş modeli, iş planı, gelir modeli gibi pek çok alanda eğitim imkanı girişimcilere sunulacak. Başlangıç aşamasındaki teknoloji tabanlı girişimlere destek verecekTÜBİTAK 1512 programından faydalanmak isteyen girişimciler, 1 Temmuz’dan itibaren İTÜ Çekirdek’e online olarak başvurabiliyor. İTÜ Çekirdek’ten teknogirişimcilere çağrı Konuyla ilgili değerlendirmede bulunan İTÜ ARI Teknokent CEO’su Kenan Çolpan “İTÜ Çekirdek’te girişimcileri uluslararası birer marka yapmak adına temel iş fikri geliştirmeden, pazarlamaya kadar farklı eğitimlerle destekliyoruz. İTÜ Çekirdek aracılığıyla TÜBİTAK’a başvuracak girişimcileri 1 milyon TL tutarındaki Çekirdek ödülüne de aday olarak kabul ediyoruz.1512 Programı’nın yeni girişimcilere sunduğu fırsatlara ulaşmak için tüm teknogirişimcileri İTÜ Çekirdek’e başvuruya çağrıyoruz.” dedi. 1 Temmuz’dan itibaren www.itucekirdek.com adresinden “1512 Teknogirişim Başvuru Formunu” dolduran girişimciler, belirlenen takvim doğrultusunda değerlendirilecek ve görüşme yapmaya davet edilecek. Jüri sunum günü ardından İTÜ Çekirdek BİGG Kulvarına başvurusu kabul edilen girişimciler, İTÜ Çekirdek’in altyapı, laboratuvar, toplantı ve konferans salonları, dinlenme alanları, İTÜ, İTÜ ARI Teknokent ve ITUNOVA TTO ağı, danışmanlık ve mentorluk desteklerinden de yararlanabilecek. Bilgi için: Erdem Dicle / Mehveş Erdoğan / Artı İletişim Yönetimi / 0212 347 03 30/ tekno@artipr.com.tr İTÜ Çekirdek: Girişimcilik Ekosistemi İTÜ Çekirdek Girişimcilik Ekosistemi; teknoloji tabanlı yenilikçi iş fikirlerine sahip, fikrinin inovatif ve ticari faaliyete dönüştürülebilir olduğuna inanan tüm girişimciler ve start-up’lar için doğru adres! Çağımızın itici gücü olan girişimcilere cesaret verme, destek olma, yol gösterme misyonu ile birlikte; ön 82 itü vakfı dergisi kuluçka, hızlandırıcı, BIG BANG ve kuluçka etapları ile bir girişimcinin tüm ihtiyaçlarını ön gören bir ekosistem... Girişimcileri, şirketleri, yatırımcıları ve profesyonelleri bir araya getiren geniş bir ekosistem olan İTÜ Çekirdek, kimyadan elektroniğe, bilişimden biyogenetiğe tüm sektörlere açık bir girişimcilik merkezidir. Genel kategoriye ek olarak farklı disiplinleri bir araya getirerek Bulut Bilişim ve Otomotiv Teknolojileri’ne özel kategoriler ile yenilikçi ve başarılı girişimlerin doğmasına olanak sağlar. İTÜ ve İTÜ ARI Teknokent tarafından 2011 yılında kurulan İTÜ Çekirdek; şu anda vizyonu girişimcilik ekosistemine katkıda bulunmak olan İTÜNOVA TTO tarafından da büyük bir güçle desteklenmektedir. Aynı zamanda pek çok dev kurumun ve sayısız jüri, mentor, eğitmenin emeğinin bir arada bulunduğu eşsiz bir sinerji örneğidir… ITU GATE’in Kapısını Çalan Amerika’ya Gidiyor İTÜ GATE 3. dönemiyle girişimcileri Amerika’ya taşımaya devam ediyor. İTÜ ARI Teknokent’in, girişimcileri yurtdışına taşıyarak uluslararası birer markaya dönüşmeleri adına desteklediği ITU GATE programının 3. dönemi için başvurular başladı. Halihazırda bir iş planı doğrultusunda faaliyetlerini yürüten firmaların katıldığı ITU GATE’e 7 Ağustos’a kadar http://itugate.com/tr adresinden başvuruda bulunulabiliyor. ITU GATE sürecine seçilen firmalara özellikle ABD pazarına giriş stratejileri, pazar araştırması, ürünün rekabetçi avan- İTÜ Çekirdek, artık Microsoft "BizSpark Plus" partneri! Microsoft ile “BizSpark Plus Partnerlik Anlaşması” yapan İTÜ Çekirdek, girişimciler için çok yönlü destek ağını daha da genişletiyor. BizSpark Plus Partnerliği kapsamında İTÜ Çekirdek, BizSpark üyelerine sağlanan tüm fırsatların yanı sıra, yıllık 120 bin USD’lik Azure kullanım hakkını da girişimcilere sağlayabiliyor. Bilindiği üzere BizSpark programı, 5 yaşından küçük ve şirketleşmiş start-up’ların, 3 yıl boyunca, Microsoft’un uygulama geliştirme platformu olan Visual Studio ve pek çok Microsoft teknolojisini ücretsiz kullanım hakkı sunan MSDN (Microsoft Software Developer Network) üyeliğini kullanmasını sağlıyor. Bizspark üyeleri MSDN kapsamında ayrıca aylık 150 USD’lık bir Microsoft Akıllı Ev Sistemleri Uzmanı Ingenious, Cannes’da Finale Kaldı İTÜ ARI Teknokent bünyesinde faaliyet gösteren ve başarılı “start-up”lara gelişimlerini hızlandırıcı destekler sağlayan “ITU GATE Uluslararası Hızlandırma Programı” kapsamında geçen yıl ABD’deki yatırımcılarla buluşma hakkı kazanan 8 firmadan biri olan Ingenious, yeni bir başarıya daha imza attı. Ingenious, yaratıcı iletişim alanında dünyanın en önemli festivallerinden biri olan Cannes Lions bünyesinde teknoloji ve inovasyonu birleştiren girişimlerin ödüllendirildiği Start-up Academy’de finale kalan 10 girişim arasında yer almaya hak kazandı. 2013 yılında kurulan ve tak-çalıştır akıl- lı ev sistemlerinde uzman olan Ingenious; hiçbir altyapı kurulumu yapılmasına gerek kalmadan bir evi 15 dakika içinde ‘akıllı ev’ haline getirebiliyor. Sistemin beyni olan IOBox’ın üzerindeki IR vericileri sayesinde TV, ses sistemi, uydu alıcısı ve klima gibi cihazların tüm fonksiyonlar akıllı telefon ya da tablet üzerinden yönetilebiliyor. Sistem ayrıca RF vericileri sayesinde ampul-duy ve fiş-priz arasına takılan uç üniteler ile ışıklar ve kah- tajlarını konumlandırma, hikayeleştirme, fiyat ve gelir modeli gibi pek çok konuyu kapsayan 2 aylık bir eğitim sunuluyor. Ardından 1 ay ABD kampına alınıyor. ABD serüveni boyunca firmalara iş geliştirme faaliyetlerinde danışmanlık hizmeti sunuluyor. Girişimciler Amerika’da Chicago ve San Francisco’da kuluçka merkezlerine giderek burada uluslararası yatırımcılarla, akademisyenlerle ve girişimcilerle tanışma imkanı yakalıyor. Bilgi için: Erdem Dicle / Mehveş Erdoğan / Artı İletişim Yönetimi / 0212 347 03 30/ tekno@artipr.com.tr Azure Bulut Platformu’nu kullanma hakkına sahip oluyor. BizSpark Plus üyeleri ise bu hakların yanı sıra yıllık toplam 120.000 USD (aylık 10.000 USD) ücretsiz Azure Bulut Platformu kullanım hakkı kazanıyor. Bizspark Plus, halihazırda Bizspark üyesi olan, ancak sadece seçilmiş girişim hızlandırıcıları bünyesinde yer alan start-up’ların kullanabileceği bir girişimci programı. Bu programdan faydalanmaya hak kazanacak start-up’lar İTÜ Çekirdek tarafından seçiliyor ve Microsoft tarafından iş geliştirme desteği ile girişimlerine ivme kazandırabiliyor. ve makinesi gibi kumandalı olmayan diğer elektronik aletlerin kontrolünü de üstlenebiliyor. Tüm bunların yanında Ingenious’un öne çıkan bir diğer özelliği ise kullanıcı alışkanlıklarını öğrenerek, kullanılmayan cihazları otomatik olarak kapatıp, evin enerji tüketimini de optimize ediyor ve enerji tasarrufu sağlıyor. Şirketin önümüzdeki dönemlerde, Türkiye piyasasının yanı sıra kısa vadede Avrupa ve Rusya gibi pazarlarda Ingenious’u iyi bir marka olarak konumlandırmayı, sonrasında da ABD ve diğer pazarlardaki mevcut ürünlere güçlü bir rakip olmayı hedefliyor. itü vakfı dergisi 83 İTÜ'DEN HABERLER Yeni Nesil Mühendisler İTÜ'den Yetişecek... İ Sektörlerin dünya ölçeğindeki değişimine hâkim, endüstride geleceğin koşullarını bugünden değerlendirebilecek, üstün teknik donanımının yanı sıra inovatif yetenekler kazanmış mühendisler yetiştirilecek. Hedef, “en iyinin de iyisi” olacak mühendisler yetiştirmek ve ülkemizdeki mühendislik eğitimi çıtasını daha da yükseltmek. 84 itü vakfı dergisi lklerin ve teklerin üniversitesi İTÜ, akademik dünyadaki öncü adımlarına bir yenisini daha ekledi. Türkiye’nin ilk “Mühendislik Eğitimi Mükemmeliyet Merkezi” İTÜ bünyesinde kuruldu. ME2M kısa adıyla çalışacak merkez, yeni nesil mühendislerin ve liderlerin yetiştirilmesini sağlayacak. İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca, “Mühendislik eğitimini 21. Yüzyılın beklentilerine yanıt verecek şekilde dönüştürmeyi, ülkemizde bunun öncüsü olmayı hedefliyoruz” dedi. Dünyada sayılı örneği bulunan, Türkiye’de ise bir ilk olan “Mühendislik Eğitimi Mükemmeliyet Merkezi - ME2M” İTÜ’de faaliyete geçti. Merkez, akademisyenlerin yeni ders verme yaklaşımları üzerine çalışacak. Araştırma Görevlileri ve Yardımcı Doçentler için yeni ders verme yöntemleri ve dönüştürücü öğrenme biçimlerine ilişkin 1 haftalık eğitimler verilecek. Yeni ders verme sistemi, "problem odaklı" ve "tasarım odaklı" olmak üzere iki temeli kapsayacak.Yeni nesil akademisyenlerin, mühendislerin ve liderlerin yetişmesini destekleyecek İTÜ ME2M, öncü ve örnek bir yapı olarak öğrencilerin öğrenme becerilerinin geliştirilmesini de sağlayacak. Bu sayede, değişime ayak uyduran değil İTÜ ME2M’in Temel Amaçları Ulusal ve uluslararası akademik ortamda örnek olmak. Kamu, özel sektör ve diğer üniversitelerle yeni işbirlikleri geliştirmek. değişime liderlik edecek ve yönetecek mühendisler yetiştirilecek. Merkez, mühendislik eğitimini 21. Yüzyılın beklentilerine yanıt verecek şekilde uyarlama, liderlik, girişimcilik ve yenilikçilik kültürünü destekleme gibi işlevler üstlenecek. Mühendislik eğitimini “yaratıcı, yenilikçi, etkileşimli ve ilham verici” eğitim, öğrenme ve araştırma deneyimleri yardımıyla dönüştürmek, sürdürülebilir mühendislik eğitiminde sürekli iyileşme ve kalite güvencesi için atak davranabilmek de merkezin temel işlevlerinden biri olacak. ‘Mühendisliğin öncü adımları İTÜ’den gelir’ 242 yıllık köklü birikimin uzman deneyimi ile buluşturulduğunu belirten İTÜ Rektö- rü Prof. Dr. Mehmet Karaca, son 30 yılda mühendislik ve teknoloji eğitiminde yaşanan hızlı değişimleri, global gereklere ve çağın gerçeklerine uygun biçimde karşılamak için harekete geçtiklerini söyledi. İTÜ’nün mühendislik eğitiminde “en iyinin de iyisini” yetiştirme hedefiyle yol aldığını belirten Karaca, “Biz 29 bölümle en fazla ABET akreditasyonuna sahip üniversiteyiz. 23 programımızla ise ABET EAC - Mühendislik Akreditasyon Komisyonu akreditasyonuna sahip dünyadaki ilk üniversiteyiz. Yetkin Mühendislik ayrıcalığını Türkiye’de sağlayan tek üniversiteyiz. Çıtamız zaten oldukça yüksek. Ama bununla yetinmek değil, tam tersine en iyinin de iyisini yapabilmek hedefimiz var” dedi. Mühendislik eğitiminin yapısını ve içeriğini yeniden tanımlamaya yönelik çalışmalar gerçekleştireceklerini kaydeden Karaca, İTÜ ME2M’nin hem ulusal hem de uluslararası işbirlikleri geliştireceğini de belirtti. Karaca, şu bilgileri verdi: “İTÜ bünyesinde profesyonel iş hayatının zorunlulukları doğrultusunda kariyer planlama-geliştirme için gerekli öğrenci bilgi ve becerilerini geliştirmeyi amaçlıyoruz. Akademik performansı geliştirme ve iyileştirme ile başarılı, yetenekli bireyleri desteklemek de merkezin temel amaçları arasında. İTÜ ME2M akademik oryantasyon, eğitim desteği ve eğitimde kalitenin geliştirilmesi gibi eğitmen gelişim/destek programlarından oluşan ‘insan odaklı modüller’ ve ders planı tasarımı, yeni öğren- Mühendislik eğitiminde kalitenin ve mühendislik eğitimine teşvikin artırılmasını sağlayacak araştırma, uygulama ve eğitim çalışmaları yürütmek. Mühendislik eğitimi verme ve alma kültürünü geliştirmek ve böylelikle İTÜ’nün ulusal, bölgesel ve uluslararası görünürlüğünü güçlendirmek. Gelecek hedeflerine yönelik stratejik planlama ve iyileştirme etkinlikleri doğrultusunda mühendislik eğitimi için etkili öğrenme yöntemlerini ve bunun paralelinde mühendislik öğrenme etkinliğini ölçmek ve değerlendirmek için uygun araç ve yöntemleri belirlemek, geliştirmek, uygulamak. Mühendislik eğitimi veren diğer eğitim kurumları, toplum kaynakları, endüstriyel paydaşlar ve finans kuruluşları ile işbirliği içerisinde mühendislik eğitiminin iyileştirilmesine yönelik araştırmaları yönetmek. Etkili öğretme yöntem ve materyallerini geliştirmek, uygulamaları yaygınlaştırmak. me – öğretme metodlarının, araçlarının, mecralarının tanıtımı ve geliştirilmesi, mühendislik eğitiminin iyileştirilmesine yönelik olarak endüstri ve profesyonel iş hayatı paydaşları ile işbirlikleri gibi sistematik ve özel işlere yönelik ‘konu odaklı modüller’den oluşan işlevsel bir yapıya sahip.” İletişim: itume2m@itu.edu.tr itü vakfı dergisi 85 İTÜ'DEN HABERLER Mühendislik ve Teknolojide Liderlik İTÜ'nün QS News 2015 Dünya Üniversiteler Sıralamasında, İTÜ 9 kategoride dünyanın en iyileri arasında yer alırken; malzeme bilimleri ve çevre bilimleri alanında Türkiye’den sıralamalara giren tek üniversite oldu. Mühendislik ve Teknoloji genel sıralamasında İTÜ 138. basamağı alırken, Türkiye’den bu kategorinin lider üniversitesi olarak listeye adını yazdırdı. Dünyadaki prestijli üniversite sıralamaları arasında yer alan QS News, 2015 dünya üniversiteler sıralamasını yayınladı. Sıralama sonuçlarına göre İTÜ, Mühendislik ve Teknoloji kategorisinde 138. sırayı aldı. Türkiye’deki üniversiteler arasında bu kategorinin 1.’si olan İTÜ, Temel Bilimler kategorisinde ise 237. sırada yer aldı. 2 alanda Türkiye'den tek temsilci 150-200 bandında olduğu Malzeme Bilimleri alanında Türkiye’den dünya sıralamasına giren tek üniversite İTÜ oldu. Çevre Bilimleri alanında da Türkiye’den listeye giren tek üniversite olan İTÜ, 200-250 bandında yer aldı. Yer Bilimleri ve Deniz Bilimleri alanında 150200 bandında yer alan İTÜ, bu alanda Türkiye’den ilk sırayı alan üniversite oldu. Fizik ve Uzay Bilimleri alanında 250-300 bandında yer alan İTÜ, yine bu alanda da Türkiye’den 1. sıradaki üniversite olarak yer aldı. ElektrikPort'tan İTÜ'ye Ödül Prof.Dr. Sermin Onaygil (en üstte sol başta) ElektrikPort Ödülünü İTÜ adına aldı. 86 itü vakfı dergisi İTÜ ayrıca İnşaat, Makine, İmalat, Uçak – Uzay mühendisliklerinde ise dünya sıralamasında 100-150 bandında yer alarak başarısını ortaya koydu. İTÜ’nün diğer alanlardaki dünya sıralaması ise şöyle oldu: Elektrik – Elektronik Mühendisliği (150200) / Bilgisayar ve Bilişim Sistemleri (301 – 400) / Matematik (301-400) Üniversite - sanayi işbirliği kapsamında sektörel firmaları ve üniversite bileşenlerini bir araya getirerek sektörde sinerji oluşturmayı hedefleyen ElektrikPort, "Yılın Enleri" ödüllerinde İTÜ'ye "En Başarılı Üniversite" ödülü verdi. Üniversite & Sanayi kategorilerinde toplam 13 ödül dağıtıldı. Ödüller, ElektrikPort takipçileri tarafından kullanılan oylar ile belirlendi. Yaklaşık 3 hafta süren oylamada toplam 2 bin 264 kişi oy kullandı. Ödüller, düzenlenen törenle ElektrikPort Genel Müdürü Ayça Ayçiçek tarafından kurum ve kuruluşların temsilcilerine takdim edildi. Üniversitemiz adına ödülü, Enerji Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sermin Onaygil aldı. Türkiye'nin en büyük mühendislik portalı olan ElektrikPort, aylık 500 bin tekil ziyaretçiye ve 1 milyonu aşan sayfa görüntüleme trafiğine sahip. Elektrik, elektronik ve enerji sektörleri başta olmak üzere tüm mühendislik sektörlerine yönelik, haber, röportaj, teknik bilgi ve makale yayını yapan, aynı zamanda üniversite ¬sanayi işbirliği kapsamında sektörel firmaları ve üniversite bileşenlerini bir araya getirerek sektörde sinerji oluşturmayı hedefleyen ElektrikPort, firma sahiplerinden mühendislere, müteahhitlerden teknisyenlere, satın alma kararını veren yetkililerden son kullanıcılara, akademisyenlerden üniversite öğrencilerine kadar geniş bir kitleye hitap ediyor. İTÜ, Asya’nın En İyi Üniversiteleri Arasında 19. Sırada İTÜ’nün dünya sıralamalarındaki güçlü ve istikrarlı yükselişi devam ediyor. 2014-2015 sonuçlarına göre, Asya’nın en iyi üniversiteleri arasında İTÜ 19.’luğa yükseldi. Dünyanın en prestijli akademik sıralamaları arasında yer alan Times Higher Education (THE) World University Ranking, “Asya Üniversiteleri Sıralaması 2014-2015 Raporu yayımlandı. İTÜ 2013’te 38. olan yerini, geçen yıl 24.’lüğe yükseltmişti. Bu yıl ise 5 basamak daha ilerleyerek 19. sırayı aldı. En yüksek puan atıf THE, üniversiteleri “eğitim, araştırma, atıf, uluslararası etki ve sanayi gelirleri” olmak üzere 5 kategorideki verilere göre sıraladı. İTÜ en yüksek puanı, atıf oranıyla elde ederken, onu sırasıyla; sanayi gelirleri, uluslararası etki, araştırma ve eğitim izledi. Asya’nın en iyi üniversiteleri sıralamasında ilk 20’de Türkiye’den 3 üniversite yer alırken, İTÜ ile birlikte ODTÜ ve Boğaziçi de listede ülkemizi temsil etti. Rektör: ‘Hedefimiz sağlam temellerle ilerleyiş’ Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, dünya üniversiteleri sıralama sonuçlarının farklı açılardan anlam taşıdığına dikkat çekerek, İTÜ’nün dünyadaki prestijli konumunu sağlamlaştırmasının yanı sıra öğrencilerimize ve akademisyenlerimize açılacak yeni kapılar için sıralama sonuçlarını önemsediklerini belirtti. Karaca, İTÜ’nün köklü bir akademik geleneğe sahip olduğuna ve güne değil geleceğe göre adım atması gerektiğini söyleyerek, şu değerlendirmeyi yaptı: “İTÜ bir araştırma üniversitesi, ilklerin üniversitesi. Önceliğimiz her zaman akademik ve bilimsel gelişim. Baktığımızda istisnasız tüm en iyi üniversiteler sıralamasında İTÜ adı vardır. Artık dünya uzmanlaşma üniversitelerine doğru yol alıyor ve İTÜ de bu anlamda mühendislik eğitimindeki farkını hem Türkiye çapında hem de küresel ölçekte ortaya koyuyor. Biz üniversitemizin 250. yıl hedefleri arasına kıtamızda en iyi ilk 10, dünyada ise en iyi ilk 50 arasında her zaman bulunabilmeyi koyduk. Bu hedef için doğru stratejiler ile ilerlediğimizi ve çalışmalarımızın olumlu kazanımlarını sağladığımızı görebilmek mutluluk verici. Biz dev sıçramalar değil, temeli sağlam istikrarlı bir yükseliş hedefliyoruz. Bir akademik kurum için anlamlı olan böyle bir gelişimdir. Yükselmek kadar bulunduğunuz yerde kalabilmek ve hep en iyiler arasında yer alabilmek de zordur. Bunu başaracak altyapıyı oluşturma gayretini veriyoruz.” Karaca, Asya üniversiteler sıralamasında ilk 20’de 3, ilk 50’de 6 üniversite yer almasının gurur verici olduğunu belirterek, “En iyileri arasına girme başarısı göstermiş tüm üniversitelerimizi kutluyorum. Bu ve benzeri prestijli sıralamalarda ülkemizden ne kadar çok üniversite yer alırsa o kadar gurur duyarız” dedi. Dünya sıralamasında İTÜ ile birlikte Türkiye’den ODTÜ ve Boğaziçi de ilk 20'ye girerek ülkemizi başarıyla temsil etti. itü vakfı dergisi 87 İTÜ'DEN HABERLER Prof. Dr. Oğuz Okay’a Prestijli Uluslararası Ödül Humboldt Vakfı Bilim Ödülü töreninden. petrol döküntülerini toplayan tekrar kullanılabilir emici malzemeler, kendi kendini onarabilen ve şekil hafızalı malzemeler gibi yeni teknolojik ürünler geliştirdi, çok sayıda uluslararası araştırma projesi ve eğitim faaliyetine katıldı, pek çok bilimsel etkinlik düzenledi. Humboldt Vakfı'nın 60 bin EURO tutarındaki ödülünün yanısıra Prof. Dr. Okay’ın, bilimsel araştırmalarına katkıda bulunmak ve bilimsel konferanslara yönelik seyahatlerinde kullanmak üzere 25 bin EURO tutarında ek para desteği de verildi. Ödül kapsamında ayrıca, dilediği bir araştırma grubu ile bir araştırma projesinde bir yıl çalışmak üzere Almanya'ya davet edilen Oğuz Okay, Berlin Helmholtz Malzemeler ve Enerji Araştırma Merkezi’nde çalışmalarına başladı. Okay, Almanya’daki çalışmalarını İTÜ’deki çalışmaları ile birlikte sürdürüyor, İstanbul-Berlin arasında sürekli gidip-geliyor. Okay’ın çalışmalarını sürdürdüğü Helmholtz Berlin Malzeme ve Enerji Araştırma Merkezi (HZB)’nde, üniversitelerle sıkı işbirliği içine bilimsel araştırmalar yapılıyor. Oğuz Okay’ın İTÜ’deki laboratuvarında sürdürülen çalışmalar sonucu, hidrofobik etkileşmeler yoluyla kendi kendini onarabilen şekil hafızalı malzemeler geliştirilmiş olup, bu malzemelerin ayrıntılı iç yapıları, şu anda HZB’de Georg Forster ödülü kapsamında HZB araştırıcıları ile işbirliği halinde inceleniyor. Georg Forster Araştırma Ödülü, buluşProf. Dr. Oğuz Okay, büyük bir başarı ları ve yeni teorileri ile bilime uluslararası daha kazanarak Alexander von Humboldt düzeyde önemli katkı sağlayan ve bilimsel Vakfı’nın yaşamboyu bilimsel katkı ve araşaraştırmalarıyla gelişmekte olan ülkelerin tırma başarısı için verilen ‘Georg Forster sorunlarını çözebilme potansiyeli yüksek Araştırma Ödülü’ne layık görüldü. Bu presaraştırmacılara veriliyor. Tüm bilimsel araştijli ödül, Humboldt Vakfı’nın 11 Haziran’da tırma alanlarını kapsayan bu ödül, her yıl Berlin’de düzenlediği Ödül Töreni’nde en fazla 4 kişiye veriliyor. Oğuz Okay’a sunuldu. İTÜ Kimya Bölümü öğretim üyesi Prof. Törende, Ödül takdimi öncesi yapıDr. Oğuz Okay, yumuşak ve akıllı polimer Prof. Dr. Oğuz Okay lan sunumda Oğuz Okay şöyle tanıtıldı: malzemelerin yapıları ve özellikleri arası 1977 yılında İstanbul Üniversitesi Kimya Mü"İstanbul Teknik Üniversitesi, Türkiye´den; ilişkileri aydınlatan araştırmaları nedeniyle hendisliği Bölümünden mezun olan Oğuz araştıma aktiviteleri, yumuşak polimer malbu ödüle layık görüldü. Okay, denizlerde Okay, 1981 yılında Viyana Teknik Üniversizemelerin ve polimer jellerin yapıları ile tesi Makromoleküler Kimya Ensözellikleri arası ilişkilere yoğuntitüsü’nde doktora çalışmalarını laşmıstır. Kendi-kendini onarma tamamladı. Türkiye, Almanya, ve özelliğine sahip jeller üzerine teABD’de çeşitli üniversite ve araşmel araştırmalardan, denizlerde tırma merkezlerinde araş- tırmalar petrol döküntülerine bir çözüm yapan Okay, 1998 yılından beri olacak tekrar kullanılabilir sorİTÜ Kimya Bölümü’nde Öğretim bent malzemelerin geliştirilmeÜyesi olarak çalışıyor. 1990 TUsine kadar genis bir alanda çok BİTAK Teşvik Ödülü, 1994 Sedat sayıda önemli bilimsel katkıları Simavi Fen Bilimleri Ödülü, 2005 vardır. Kendisi su an Almanya´TÜBİTAK Bilim Ödülü ve 2007 yıda kendini onaran malzemelerlında İTÜ Vakfı Bilim Ödülü’nü alan le ilgili ayrıntılı araştırmalarını Okay'ın uluslararası dergilerde yasürdürmektedir. Profesör Okay, yınlanmış olan 150 civarında maBerlin Helmholtz Malzemeler ve kalesi ve 4 patenti bulunmaktadır. Enerji Araştırma Merkezi‘nde Çalışmalarına 5000 civarında atıfProfesor Matthias Ballauff tarata bulunulmuş olup H-göstergesi fından ağırlanmaktadır." Oğuz Okay, ödülünü Alexander von Humboldt Kurumu Başkanı Prof. (Hirsch index) 38’dir. Schwarz’tan aldı. 88 itü vakfı dergisi 1 Litre Yakıt ile 171 Kilometre İTÜ Facilis Otomobil Takımı, Hollanda’da düzenlenen “Shell Eco Marathon”a katılarak, üniversitemizi başarıyla temsil etti. Öğrencilerimiz, 1 litre benzin ile 171 km yol alan araçları ile yarıştıkları kategoride Türkiye 1.’si oldu. Öğrencilerimizin “Betonik Fikirlerine” Ödül Akçansa tarafından bu sene 6.’sı düzenlenen “Betonik Fikirler Proje Yarışması”ndan, İTÜ öğrencileri dereceyle döndü. “Değişim Senin Fikrinle Başlasın” sloganıyla düzenlene yarışmanın ödül töreni, Sabancı Holding’te gerçekleş- Rotterdam’da gerçekleştirilen ve 226 takımın yer aldığı yarışta, öğrencilerimiz benzinli prototip kategorisinde maratona katıldı. Aynı kategoride toplam 60 takım yarışırken, bunlardan 6’sı Türkiye’deki üniversitelerdendi. tirildi. Sektörde farkındalık yaratacak fikirler geliştirmek, sürdürülebilir gelecekte çimento ve betonun önemini vurgulamak, farklı disiplinlerde pazarlama projeleri geliştirmek amacıyla geleneksel hale getirilen yarışmaya, bu yıl 44 üniversiteden 316 öğrenci katıldı. İTÜ öğrencileri Anıl Toraman, Burak İnce, Nizamettin Sami Harputlu ve Refik Çolakoğlu’ndan oluşan “Betonarge” takımı, tasarladığı “Manyetik Beton” projesiyle 3.’lük ödülünün sahibi oldu. Uluslararası Mikrodalga Sempozyumunda 3 Ödül Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Bölümü öğrencileri, Uluslararası Mikrodalga Sempozyumu’na katılarak projeleriyle 3 ödül aldı. Mayıs ayında Amerika’da düzenlenen “IMS 2015 - International Microwave Symposium” kapsamında Öğrenci Tasarım Yarışmaları gerçekleştirildi. Rektörlüğün desteği Tasarımıyla finalde Aracı tasarlarken macaw kuşundan esinlenen öğrenciler, yarışmanın tasarım ödülünde de finale kaldı. İTÜ Facilis Takım Kaptanı, Makina Mühendisliği Bölümü Öğrencisi Samet Akşit, zorlu bir süreçten geçtiklerini ve çok emek harcadıklarını belirterek, şunları kaydetti: “Ekip olarak çok yorucu bir hafta geçirdik. Yarışmayı tamamlamamız için 4 hakkımız vardı ilk üç hakkımızda aracımızda arızalar oluştu ve onları giderdik. Son hakkımızda da yarışı tamamladık ve ekip olarak çok sevindik. Bizim açımızdan şu an için her şey çok güzel gidiyor. Birçok gazetede ve sosyal medyada çalışmalarımız paylaşılıyor, okulumuzu temsil etmenin gururunu yaşıyoruz. Ekibimiz ile ilgili güncel paylaşımları itufacilis adıyla kullandığımız sosyal medya hesaplarımızdan takip edebilirsiniz. Tüm İTÜ ailesine destekleri için çok teşekkür ediyor, bizi izlemelerini istiyoruz. Gelecek yıllarda da üniversitemizi yarışlarda temsil edeceğiz ve daha yüksek dereceler elde edeceğimize inanarak çalışıyoruz.” ile 7 öğrencinin katıldığı yarışmada, ekip liderliğini Ar. Gör. Yük. Müh. Osman Ceylan üstlendi. Birincilik Ödülünü, “Küp Uydular İçin Yazılım Tanımlı Radyo ve Yer İstasyonu Sistemi Tasarımı” ile Onur Çakar, Alican Çağlar, Bahadır Tuğrel, Kaan Kula ve Oğuz Kışlal’dan oluşan ekip aldı. Eşref Türkmen, “Ayarlanabilir X Band Osilatör Tasarımı” ile hem 1.’lik ödülüne değer görüldü hem de IEEE-MTT Lisans Başarı Bursu kazandı. “Paketlenmiş SIW Süzgeç Tasarımı” projesi ise Ahmet Önal ve Osman Ceylan'a İkincilik ödülünü getirdi. itü vakfı dergisi 89 İTÜ'DEN HABERLER Gökhan İnalhan ve Can Kurtuluş’a “Pest Paper” Ödülü IEEE INFONOM 2015 Konferansı “En İyi Poster Bildirisi” Ödülü İTÜ’lülerin Bilgisayar ve Bilişim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Berk Canberk, doktora öğrencileri Araş. Gör. Gökhan Seçinti ve Araş. Gör. Müge Erel, “XCon: Cross Layer Topology Controller for Energy Efficient LTE Networks” başlıklı çalışmalarıyla katıldıkları IEEE INFOCOM 2015 konferansında, Türk Üniversiteleri arasından kabul alan tek bildiri olmasının yanında, “En İyi Poster Bildirisi” ödülünü de kazandı. Bilgisayar haberleşmesi ve kablosuz iletişim teknolojileri alanındaki en saygın uluslararası konferanslardan biri olarak kabul edilen “IEEE Conference on Computer Communications ( IEEE INFOCOM 2015) ”, bildiri kabul oranının çok düşük olduğu, oldukça rekabetçi konferanslardan biri olarak biliniyor. IEEE INFOCOM, dünya çapında 400 akademisyenin katılımıyla 26 Nisan – 1 Mayıs 2015 tarihlerinde Hong Kong’da gerçekleşti. Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gökhan İnalhan ve doktora öğrencisi Can Kurtuluş, “Cloud Based Optimal Routing and Powertrain Management for Hybrid and Electric Vehicles” başlıklı çalışmalarıyla katıldıkları uluslararası konferansta “Best Paper” ödülü kazandı. Akıllı gridler, yeşil iletişim ve bilgi teknolojisi bazlı enerji sistemleri üzerine mayıs ayında İtalya’da “The Fifth International Conference on Smart Grids, Green Communications and IT Energy-aware Technologies” gerçekleştirildi. Doç. Dr. İnalhan ve Kurtuluş’un, 2015 BAP Link Seyahat projesi desteğiyle katıldığı konferansta sundukları çalışma, “hibrit ve elektrikli araçlara uygun navigasyon yöntemleri ve güç yönetimi problemi için ortaya koyulan yeni yaklaşımlar” nedeniyle ödüle değer görüldü. Yrd. Doç. Dr. Berk Canberk ve Araş. Gör. Gökhan Seçinti. Öğrencilerimize En İyi Poster Ödülü Şehir ve Bölge Planlama Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Seda Kundak, Afet Yönetimi Bölümü Yüksek Lisans öğrencisi ve Araştırma Görevlisi Yücel Torun, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü 3. Sınıf öğrencileri Handan Kaplan, Nergiz Kaykı ve Yasin Sezer Türk katıldıkları uluslararası konferansta “En İyi Poster Ödülü” nü aldı. 90 itü vakfı dergisi 15-17 Haziran 2015 tarihleri arasında Maastricht-Hollanda'da düzenlenen 24. Society for Risk Analysis (SRA) - Europe Konferansına, "Does Urban Planning Education Deal With Risks?" isimli çalışmalarıyla katılan öğrenciler birçok sunumu geride bırakarak en yüksek oyu alarak “En İyi Poster Ödülü” nün sahibi oldu. Prof. Dr. Nurseli Uyanık’a PAGDER Şeref Üyeliği Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurseli Uyanık, ülkemizdeki plastik sektörüne ve topluma sunduğu katkıdan dolayı Plastik Sanayicileri Derneği’nin (PAGDER) şeref üyeliğine seçildi. PAGDER’in 36. Olağan Genel Kurul öncesi düzenlenen törende, Prof.Dr. Nurseli Uyanık’a 35. Dönem PAGDER Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Semerci tarafından plaket verildi. Uyanık, ödülle ilgili olarak “Türkiye Plastik Sektörüne yönelik bu güne kadar yaptığım çalışmalarımın farkında olunması beni oldukça mutlu etti. Yaptığım işlere önem verildiğini hissettirmesi açısından anlamlı bir ödül oldu” dedi. Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurseli Uyanık, Plastik sektörüne yönelik tez ve proje danışmanlıkları yürütüyor ve sektörle iliş- Madenlerde İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği İTÜ’de Konuşuldu kili 16 uluslararası bilimsel organizasyon komitesinin üyeliğini yapıyor. Türk Plastik Sanayicileri Araştırma, Geliştirme ve Eğitim Vakfının 10 yıldır Danışmanlar Kurulu Başkanlığı sürdüren Uyanık, 3 yıldır da Kauçuk Derneği Danışmanlar Kurulunda yer alıyor. SCI’da polimerlerle ilgili iki derginin yayın danışma kurulu üyesi olan Prof. Dr. Uyanık’ın, Türkiye Kimya Derneği, Amerikan Kimya Birliği (American Chemical Society), Plastik Mühendisleri Birliği (Society of Plastics Engineers), Türkiye Polimer Bilim ve Teknolojisi Derneği, Yağ&Boya Kimyacıları Birliği (Oil & Colour Chemists’ Association) onur üyeliği bulunuyor. kadar işletmenin çalışmasının durdurulması sonrasında ise ruhsat iptalini içeriyor. Ruhsat iptali maddesinin yargıdan dönme ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyorum.” Denetim ve ferdi kaza sigortası Prof. Dr. Cengiz Kuzu ise yeni yönetmeliğin baştan sona kadar işverene ve mühendise yükümlülükler getirdiğinin altını çizdi. Kuzu, “6331 sayılı kanuna göre çıkarılan yönetmelik risk değerlendirme üzerine kurulu. İşveren, iş güvenlik uzmanı, işyeri hekimi ve çalışan temsilcisini zorunlu kılıyor” dedi. İş güvenliği noktasında ferdi kaza sigortasında geç kalındığını belirten Kuzu, Almanya’da bir maden işçisinin evinden çıktığı andan itibaren sigorta kapsamında değerlendirildiğini söyledi. İTÜ Maden Fakültesi, İTÜ Maden Fakültesi Vakfı ve Yurt Madenciliği Geliştirme Vakfı işbirliğiyle “Madenlerde İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği” üzerine açık oturum düzenlendi. 2014 yılında ülkemizi büyük bir yasa boğan Soma faciasının yıldönümünde, Maden Fakültesi İhsan Ketin Konferans Salonunda gerçekleştirilen program, Soma ve Ermenek’teki kazalarda yitirdiğimiz madenciler anısına saygı duruşunda bulunulmasıyla başladı. Maden Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gündüz Ökten’in moderatörlüğünde gerçekleşen açık oturumda, Maden Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cengiz Kuzu, Av. Prof. Dr. Mustafa Topaloğlu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Müfettişi Mustafa Akbal, İş Sağlığı ve Güvenliği A Sınıfı Uzmanları Burhan Erdim ile İnci Türkarslan konuşmacı olarak yer aldı. ‘Yönetmelik, ülkemizin iç dinamiklerine uygun değil’ Prof. Dr. Mustafa Topaloğlu, mevzuatta yapılan değişikliklerin önemli olduğunu fakat yönetmeliğin iş sağlığı ve güvenliği için uygulamada sıkıntılara yol açabileceğini söyleyerek, şunları kaydetti: “6 Mayıs 2015 tarihinde çıkan yönetmelik maden işletmelerinde üretim ve üretim hazırlığı bölümü çalışanlarına ferdi kaza sigortasını zorunlu kılıyor. Maden işletmesi her altı ayda incelenecek. İşletme için yapılan risk değerlendirme raporunda eksiklerin görülmesi ve giderilmemesi halinde 1,5 ay İş güvenliği uzmanı mühendis olmalı İş Sağlığı ve Güvenliği A Sınıfı Uzmanı ve Eğitmeni İnci Türkarslan da madenlerdeki iş güvenliği uzmanlarının görev ve yetki alanlarına değindi. İş güvenliği uzmanlığı sertifikası alımlarında son dönemde bazı popülist yaklaşımlar gözlendiğini ve bunun yanlış olduğunu belirten Türkarslan, amacın dışına çıkılarak istihdam yaratmaya yönelik bir tablo ortaya çıkarıldığını kaydetti. Madenlerdeki iş güvenliği uzmanlarının özellikle mühendislik formasyonuna sahip olması gerektiğini ifade eden Türkarslan, “İş güvenliği uzman sayısı 2011 yılında 1.071 iken 2015 yılına geldiğimizde 150 bini buldu. Bu alan ticari bir hayata dönüştü ve kalite düştü” eleştirisini getirdi. itü vakfı dergisi 91 İTÜ'DEN HABERLER Tekstil Laboratuvarı Akredite Oldu İTÜ Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı Fakültesi, Tekstil ve Konfeksiyon Kalite Kontrol ve Araştırma Laboratuvarı, Türk Akreditasyon Kurumu (TÜRKAK) tarafından 26.05.2019 tarihine kadar 4 yıl süre ile akredite oldu. TS EN ISO/IEC 17025 Deney ve Kalibrasyon Laboratuvarlarının Yeterliliği İçin Genel Şartlar Standardına uygun olarak 33 testten başarı ile geçen laboratuvar “Deney Laboratuvarı” statüsünde tekstil alanında akredite olan en geniş kapsamlı laboratuvar olma özelliği taşıyor. Üniversite – Sanayii işbirliği için önemli bir adım Tekstil ve Konfeksiyon Kalite Kontrol ve Araştırma Laboratuvarı 1983 yılından itibaren Tekstil Mühendisliği Bölümü’nün bir birimi olarak akademik bilgi, birikim ve uzmanlığı temelinde, gerek üniversite gerekse devlet ve özel sektör kurum ve kuruluşlarının taleplerini karşılamaya yönelik, test ve analiz hizmetleri sunuyor. Sağlanan bu kapsamlı akreditasyon ile laboratuvarda yapılan deneylerin ölçme altyapısı, ölçüm güvenilirliği, laboratuvarca yerine getirilen ölçümlerin izlenebilirliği ve ölçüm çalışmalarının homojenliği doğrulandı. Bu sayede gerek kamu kurumlarına gerekse ülke ekonomisine, üretime, ihracata ve istihdama önemli katkıları olan tekstil ve konfeksiyon sektörüne verilen hizmetlerin kalitesi iyileştirilmiş, bilimsel ve endüstriyel ArGe/ÜrGe/GeUy süreçlerine destek olmada, üniversite-sanayi işbirliğine yönelik ortam ve olanak sağlamada önemli bir güç elde edilmiş oldu. Kalite politikası belirlendi Yüksek kalite bilinci ile alanındaki bilimsel Egzoz Projesinde Yüzde 93’lük Başarı İTÜ Prof.Dr. Adnan Tekin Malzeme Bilimleri ve Üretim Teknolojileri Uygulama Araştırma Merkezi ile İstanbul Elektrik Tünel Tramvay İşletmeleri’nin (İETT) ortaklaşa yürüttüğü “İstanbul’daki Dizel Motorlu Toplu Taşıma Araçlarının Egzoz Filtrelerini Temizlemeye Yönelik Yeni Bir Sistem Geliştirilmesi” adlı 92 itü vakfı dergisi projenin çalıştayı, 17 Nisan Cuma günü Maden Fakültesi - İhsan Ketin Konferans Salonunda yapıldı. “İstanbul ve Çevresinde Enerji ve Emisyon Kontrolü”başlığıyla düzenlenen çalıştay; Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Sabri Çelik, Bahçelievler Kaymakamı ve endüstriyel faaliyetlerin gerektirdiği hizmetleri, TS EN ISO/IEC 17025 standardın gereklerini yerine getirecek laboratuvarın kalite politikası şu şekilde oluşturuldu: • Müşteri beklentilerini karşılayacak içerik, doğruluk, güvenilirlik ve sürede yapmak Laboratuvar şartlarını, personelini ve ilişkili destek hizmetleri, kalite standartlarını sağlayacak şekilde daima güncel ve sürekli iyileşen özelliklere haiz kılmak • Çalışmalarını ekip anlayışı içerisinde yürütmek • Güveni azaltacak her türlü baskıdan uzak, tarafsız, bağımsız ve gizlilik ilkeleri çerçevesinde çalışmaları sürdürmek • Müşteri memnuniyetini en üst düzeyde sağlamak • Laboratuvarın saygınlığını ve itibarını korumak ve yükseltmek TÜRKAK Hakkında 2001 yılında akreditasyon hizmeti vermeye başlamış olan TÜRKAK 2008 yılı itibari ile karşılıklı tanınma anlaşmalarına konu olan tüm akreditasyon alanlarında Avrupa Akreditasyon Birliğinin (EA), Uluslararası Akreditasyon Forumunun (IAF) ve Uluslararası Laboratuar Akreditasyonu Birliğinin (ILAC) tam üyesi konumundadır. Mehmet Ali Özyiğit, İETT Ulaşım Teknolojileri Daire Başkanı Recep Kadiroğlu, İETT Teknoloji Geliştirme Müdürü Ensar Kızılaslan, Otobüş A.Ş. Genel Müdürü Abdullah Yasir Şahin, İTÜ Meteoroloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hüseyin Toros, Hexagon Studio Motor Tasarım Mühendisi Furkan Kelasovalı, İSTEEK Proje Danışmanı Mustafa Yıldırır ve İSTEEK Proje Yürütücüsü Prof. Dr. Cüneyt Arslan’ın katılımı ve sunumlarıyla gerçekleştirildi. İSTEEK Proje Yürütücüsü Prof. Dr. Cüneyt Arslan ve Proje Danışmanı Mustafa Yıldırır’ın yaptığı teknik sunumlarda, yapılan çalışmalardan elde edilen veri ve sonuçlar katılımcılarla paylaşıldı. Proje çıktıları neticesinde, egzoz sistemi ve filtrelerdeki kirliliğin ortadan kaldırılmasını hedefleyen çalışmanın % 93 başarıya ulaşıldığı bilgisi aktarıldı. Çalıştay, katılımcılara fidan sertifikası takdimi ve toplu fotoğraf çekimi ile sona erdi. Avrupa Gayrimenkul Topluluğu (ERES) İstanbul’da Buluştu Gayrimenkul alanında çalışmalarını yürüten akademisyenler ve sektör temsilcilerini bir araya getiren Avrupa Gayrimenkul Topluluğu (ERES) 22.Uluslararası Konferansı 24 27 Haziran 2015 tarihleri arasında İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık Fakültesi Taşkışla Binası’nda; İTÜ Çevre ve Şehircilik Uygulama ve Araştırma Merkezi ve İTÜ Gayrimenkul Geliştirme Yüksek Lisans Programı katkılarıyla düzenlendi. Etkinlik İstanbul Teknik Üniversitesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın ana sponsorluğunda ve pek çok diğer kurum ve kuruluşun değerli destekleriyle gerçekleşti. Avrupa’da gayrimenkul alanında en saygın platformlardan biri olan ERES’in 22. Uluslararası Konferansı’nda gayrimenkul finansmanı, uluslararası gayrimenkul yönetimi, gayrimenkul değerleme, kentsel dönüşüm, konut ve ticari gayrimenkul pazarları gibi farklı başlıklarda 301 katılımcı, 285 bildiri sundu. ERES 22. Uluslararası Konferansı kapsamında üniversitelerle birlikte gayrimenkul sektörüyle ilişkili kurum ve kuruluşların temsilcileri İstanbul’da buluştu. Konferans katılımcıları dünyanın farklı noktalarında gayrimenkul alanında öne çıkan akımları aktarırken akademik çalışmalar çok boyutlu tartışmalara zemin hazırladı. Dört gün süren konferansta 17 tema altında 69 oturum yapıldı. 40’ı aşkın ülkeden 400’e yakın katılımcının hazır bulunduğu konferans, Dr. Kerem Yavuz Arslanlı yürütücülüğünde gerçekleştirildi. 25 Haziran 2015, Perşembe günü Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılan açılış töreninde, açılış konuşmacıları Prof. Dr. Abdullah Yavaş ve Prof. Dr. Vedia Dökmeci; 24 Haziran 2015, Çarşamba günü doktora öğrencilerinin sunumlarıyla başlayan programın açılış konuşmacısı ise Prof. Dr. Anil K. Bera oldu. Prof. Dr. Abdullah Yavaş; 2001 yılında Avrupa Ekonomik Birliği tarafından akademik yayın kriterlerine göre yapılan bir sıralamada dünyanın ilk 500 ekonomisti arasına giren 7 Türk'ten biri olan Yavaş, 2002 yılında gayrimenkul konusunda akademik çalışmalar baz alınarak yapılan başka bir sıralamada da 6. olmuştur. Gayrimenkul ekonomisi konusunda ileri gelen akademik dergilerin editör kurullarında görev alan Yavaş, Penn State University ve Iowa Univesity'de en iyi eğitmen ödüllerine layık görülmüştür. Prof. Dr. Abdullah Yavaş 11 Mart 2008 tarihinden itibaren Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Para Politikası Kurulu Üyesi olarak görev yapmaktadır. Prof. Dr. Vedia Dökmeci; İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümünde 1962 yılında Lisans ve 1969 yılında Yüksek Lisans eğitimini tamamladıktan sonra 1972 yılında Columbia Üniversitesi’nde Doktora çalışmasını tamamlamıştır. Dökmeci, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü Şehircilik Anabilim Dalından emekli olmuştur. Akademik kariyerinde pek çok bilimsel çalışmaya imza atan Dökmeci, 1999 yılında sosyal bilimler alanında yaptığı uluslararası yayınları nedeniyle TUBA (Türkiye Bilimler Akademisi) Bilim Ödülü'nü kazanmıştır. İstanbul Teknik Üniversitesi Gayrimenkul Geliştirme Yüksek Lisans Programını Türkiye’de ilk olarak 2001 yılında kurmuştur. Prof. Dr. Anil K. Bera, İstatistik alanında “Jarque–Bera Test” ile tanınan; mekansal istatistik ve mekansal ekonometri dallarında çalışmalar yürütmektedir. Makalelerine 5000’den fazla atıf bulunan Bera, mekansal ekonometri konusunda dünya çapında haklı bir üne sahiptir. Halen University of Illınois Urbana Champaigne‘de ekonomi bölümünde ders vermeye devam etmektedir. Avrupa Gayrimenkul Topluluğu (ERES); gayrimenkul sektörüyle ilgili araştırma toplulukları, akademik araştırmacılar, uygulayıcılar ve doktora öğrencilerinden oluşan, kâr amacı gütmeyen bir organizasyondur. Avrupa genelinde özellikle mülkiyet temelli araştırmaları ve gayrimenkul disiplinini teşvik ederek bu konudaki araştırmaları destekleyen, akademisyen ve profesyoneller arasında iletişim ağı oluşmasını sağlayan ERES, 1994 yılından bu yana faaliyetlerini sürdürmektedir. Gayrimenkul araştırma makaleleri için bilgi akışı ve tartışma ortamı sağlayan Journal of European Real Estate Research (Avrupa Gayrimenkul Araştırmaları Dergisi) Uluslararası Gayrimenkul Topluluğu’na (IRES) bağlı ERES'in ortaklığıyla yayınlanmaktadır. itü vakfı dergisi 93 İTÜ'DEN HABERLER “İnşaat Yönetiminde Bilişim” Yüksek Lisans Programı Yenilendi İstanbul Teknik Üniversitesi, programı yenilenen “İnşaat Yönetiminde Bilişim” proje yönetimi yüksek lisans programı ile inşaat sektöründe önemli bir ihtiyacın karşılanmasını amaçlıyor. İstanbul Teknik Üniversitesi, programı yenilenen “İnşaat Yönetiminde Bilişim” proje yönetimi yüksek lisans programı ile inşaat sektöründe önemli bir ihtiyacın karşılanmasını amaçlıyor. 15 senedir devam etmekte olan program, öğrencilerin ve diğer sektör çalışanlarının ihtiyaçları doğrultusunda yenilendi ve temel proje yönetimi konu başlıklarının yanı sıra, dünyada son dönemde öne çıkan yapı bilgi modellemesi (BIM), sürdürülebilir yapım ve sözleşme yönetimi konularına ağırlık verdi. Program, Türkiye’de bu alandaki öncü konumunu pekiştiriyor. Yapı Bilgi Modellemesi (İngilizce adıyla Building Information Modelling - BIM), inşaat sektörünü kökten değiştiren bir kavram. Ancak dünyada yaklaşık on yıllık geçmişe sahip bu kavramın yeteri kadar bilindiğini söylemek mümkün değil. Bu nedenle sektörde BIM uygulamalarını kullanan yeterli sayıda ve nitelikli çalışan bulunduğunu da söylemek zor. Programda yer alan BIM dersi sayesinde öğrenciler BIM 94 itü vakfı dergisi konusunda temel bilgilere sahip olacak, örnek bir proje üzerinden BIM uygulamasının nasıl gerçekleştirildiğini öğrenecek ve kendi seçtikleri bir proje ile BIM uygulamasını gerçekleştirebilecekler. Sürdürülebilir yapım ise inşaat sektörünü günümüzün ekonomik, soysal ve çevresel gereksinimleri ile bağdaştırarak, tasarım ve yapım anlayışımıza önemli yenilikler getiriyor. Başta enerji olmak üzere kaynakların verimli kullanılması, atık üretiminin azaltılması ve çevre standartlarına uyum sağlanması ile yüklenici firmalar uluslararası pazarda rekabet avantajı sağlayabiliyor, kar paylarını arttırabiliyor, itibarlarını ve pazar değerlerini yükseltebiliyor. Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği gibi yerel mevzuatın getirdiği zorunlu uygulamalar da düşünüldüğünde sektörde giderek önem kazanacak bu konu, IYB programında ulusal, uluslararası standartlar ve yüklenici firmalar ile şantiyelerinin yönetimi bağlamında örnek projeler ile işleniyor. Diğer taraftan inşaat sözleşmeleri ve hak taleplerinin yönetimi, her dönem yüklenici firmalar için en kritik konuların başında geliyor. Türk yükleniciler, önemli pazar payına sahip oldukları başta Ortadoğu olmak üzere yurtdışındaki projelerde ve yabancı finansman ile gerçekleştirilen Türkiye’deki büyük yatırım projelerinde kullanılmakta olan FIDIC vb uluslararası standart inşaat sözleşmeleri ve içerdikleri prosedürleri iyi bilen sözleşme ve hak talebi mühendislerini istihdam etmeye hazır olduklarını çeşitli toplantılarda dile getiriyorlar. Firmalarımızın sahada kazandıkları başarıları sözleşmesel haklarını doğru zamanda doğru şekilde talep ederek masada da pekiştirmeleri için gerekli tüm bilgi ve beceriye sahip profesyonelleri yetiştirmeyi amaçlayan IYB programı, bu alanda sözleşme yönetimi, hak talebi yönetimi, süre uzatımı, tazminat talepleri ve uyuşmazlık çözümü gibi konularda dersler içeriyor. IYB programı, katılımcılarına program kapsamında yer verdiği tüm bu yenilikçi konuların bütünleştirildiği bir bakış açısı sunmayı, yalnızca teorik bilgi vermek yerine profesyonel hayatlarında iş süreçlerine doğrudan değer katacak pratik yaklaşımlar da kazandırmayı hedefliyor. Bu kapsamda, örneğin, BIM kullanılan projelerin sözleşme yönetiminde ne tür farklılıklar olduğu, sürdürülebilir yapımda BIM’in kullanım alanları gibi disiplinlerarası konular da programda geniş yer buluyor. Son olarak, isteyen öğrenciler bitirme tezini belirtilen konularla ile ilgili yaparak bilgi dağarcıklarını genişletebilir ve detaylı bir uygulama da gerçekleştirebilirler. Yüksek lisans programının ana hedef kitlesi inşaat sektöründe çalışan profesyonel mimar ve mühendisler. Bunun yanı sıra bu konuda kendilerini geliştirmek ve sektöre bir adım önde başlamak isteyen yeni mezunların da katılması bekleniyor. Uluslararası projelerde çalışmak isteyenlerin terminolojiye ve ifade biçimlerine hakim olmalarını sağlamak için eğitim İngilizce olarak sürdürülüyor. BIM Eğitimi Neden Önemli? Programda BIM dersi eğitimini veren Doç. Dr. Esin Ergen Pehlevan, konuyu şu şekilde özetliyor: “BIM konsepti Türkiye’ye geç geldi ancak hızla kabul görüyor. Özellikle uluslararası projelerde yer alan inşaat firmalarının BIM konusunu bilen eleman arayışları artarak devam ediyor. Yakın za- manda inşaat sektörünün tüm çalışma sistematiğinin ve yöntemlerinin hızla BIM’e uyarlanacağı bekleniyor. Yenilediğimiz yüksek lisans programı, bu alanda özellikle inşaat sektörü çalışanlarına yönelik bir eğitim verecek şekilde tasarlandı ve sektördeki yetişmiş eleman açığını kapatmayı planlıyor.” Yapı Bilgi Modellemesi (BIM) binayı henüz sahada fiili olarak yapmadan sanal olarak inşa etmeyi ve karşılaşılabilecek her türlü problemi (farklı elemanların çakışması, işin zamanında yetişmemesi, olabilecek iş kazaları gibi) sanal model üzerinde çözmeyi amaçlıyor. Benzer yaklaşımlar, seri üretim yapan diğer sektörlerde görülebilir, ancak inşaat sektöründe binanın tam teşekküllü bir prototipini yapmak BIM öncesinde mümkün değildi. Bu da inşaatın maliyetinin artmasına, süresinin uzamasına, kalitesinin düşük olmasına ve iş kazaları gibi temel problemlere sebep olmaktaydı. BIM yaklaşımı ile bugün bu sorunların büyük oranda üstesinden gelinmesi mümkün oluyor. ABD ve Kuzey Avrupa ülkelerinde inşaat sektörünün BIM konseptine geçiş sürecinin öncü adımlarından biri BIM konusundaki yüksek lisans programları olmuştur. Bu programlar sayesinde hem farkındalık yaratılabilmiş hem de sektörün ihtiyaç duyduğu uzman işgücü yetiştirilmiştir. Yeterli sayıda uzman işgücü oluştuktan sonra, kamu projelerinde BIM kullanılması zorunlu hale getirilmiştir. Son 6-7 yıl içinde ABD, İngiltere ve Kuzey Avrupa ülkelerinde kamu projelerinde BIM kullanılmasının zorunlu hale getirildiğini eklemek gerekiyor. Türkiye'de ise henüz böyle bir girişim bulunmamasına karşın son dönemde önde gelen bazı kamu ve özel sektöre ait projelerde BIM kullanılma zorunluluğu getirilmiştir. Ancak bu projelerde yaşanan en büyük zorluk, henüz BIM konseptinin yeterince anlaşılmamış olması ve buna bağlı olarak yetişmiş işgücünün bulunmaması. Türkiye'de Bir İlk Türkiye’de BIM, sürdürülebilir yapım ve sözleşme yönetimi kavramlarını birleştirip birbiri ile etkileşimini açıklayan sektör çalışanlarına yönelik bir yüksek lisans programı yok. Program Koordinatörü Dr. Tolga İlter programın detaylarını şu şekilde özetliyor: “Bu programın farkı, temel proje yöne- Kovandan Sofraya 2015: "Uluslararası Gıda Güvenliği ve Otantisite Kongresi” İstanbul Kalkınma Ajansı Bilgi ve İletişim Teknolojileri Odaklı Mali Destek Programı ile desteklenen TR10/14/YEN/0028 numaralı “Arı Ürünleri Mükemmeliyet Merkezi” proje- si kapsamında; 21-22 Mayıs 2015 tarihinde düzenlenen “Kovandan Sofraya 2015:Uluslararası Gıda Güvenliği ve Otantisite Kongresi”nde 24 tebliğ ve 42 poster sunumu timi eğitiminin yanı sıra uluslararası inşaat piyasasının önemli projelerinde öne çıkan üç ana başlığa odaklanması: BIM, sürdürülebilir yapım ve sözleşme yönetimi. Bu sayede, programa katılanlar uluslararası projelerde kendilerine çok daha kolay pozisyon bulabilecekler.” Bu program sayesinde inşa edilecek yapıların önce sanal BIM modellerinin oluşturulması ve bu modeller üzerinden ilerlenerek maliyet, zaman, kalite kayıpları ciddi oranda düşürülmesi hedefleniyor. İyi bir planlama ve yönetim sayesinde bazı iş kazalarının da önüne geçilebilecek. İnşaat sektöründe çalışan mimar, inşaat mühendisleri, makine mühendisleri, elektrik mühendisleri, diğer uzmanlar ve danışmanların daha verimli çalışması sağlanacak, bu paydaşlar arasında veri paylaşımını kolay ve etkin bir hale getirilecek. Bunun yanı sıra, binayla ilgili tüm veriler BIM modeli ile entegre olarak yapı sahibine teslim edilebileceği için "bina işletmesi" aşamasında da daha verimli ve etkin çalışılmasına yardımcı olacak. İnşaat sektörü ile çalışan tüm tedarikçiler ve alt yükleniciler de BIM'in bu faydalarının yansımalarını kendi alanlarında görebilecek. gerçekleştirilmiştir. Kongreye APIMONDIA (Uluslararası Arıcı Birlikleri Federasyonu) Başkanı ve Arıcılık Teknolojileri ve Kalite Bilimsel Komisyonu Başkanı ile birlikte Dünya Arıcılar Birliği Başkanı ile Avrupa Profesyonel Arıcılar Birliği Başkanı ve Eva Crane Vakfı Başkanı’nın yanı sıra 500’den fazla ulusal ve uluslararası katılım sağlanmıştır. Kongrede arı ürünlerinde gıda güvenliği ve otantisite konularında dünyada mevcut durum; hile, orijinallik ve veteriner ilaç kalıntılarının analizlerindeki son gelişmeler; güvenilir arı ürünleri üretimi, yeni arı ürünleri ve bu ürünlerin pazarlanmasında çeşitli ülkelerden eniyi uygulama örneklerinin paylaşılması ile güvenli arı ürünleri hedefine nasıl erişilebileceğinin tartışılabileceği bir bilimsel ortam gerçekleştirilmiştir. Kongre kapsamında ayrıca Uluslararası En Kaliteli ve Lezzetli Bal yarışması da düzenlenmiştir. Yarışmaya giren 42 bal numunesinin duyusal nitelikleri Uluslararası Bal Komisyonu’nun Duyusal Analiz Grubu tarafından bilimsel normlara bağlı kalarak değerlendirilmiş ve Yayla Balında en lezzetli bal olarak Bitlis balı seçilmiştir. itü vakfı dergisi 95 İTÜ'DEN HABERLER İTÜ Tanıtım ve Tercih Günleri 2015 İTÜ Tanıtım ve Tercih Günleri, 1 – 7 Temmuz 2015 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Hayali İTÜ olan binlerce öğrenciyi ağırlayan etkinliğe, Ayazağa Yerleşkesi ev sahipliği yaptı. B ir hafta devam eden İTÜ Tanıtım ve Tercih Günleri süresince, İTÜ’nün tüm bölümlerine ilişkin tanıtım masaları kuruldu. Bölüm öğretim üyeleri, aday öğrencilerin merak ettikleri soruları yanıtlamak ve geleceklerini doğru planlamalarına katkı sunmak amacıyla danışmanlık yaptı. Öğretim üyelerinin yanı sıra İTÜ öğrencileri de hafta boyunca etkinlikte aktif rol aldı. İTÜ öğrencileri hem bölümleri hakkında bilgi verdi hem de adayların üniversite yaşamına ilişkin merak ettikleri soruları yanıtladı. Bölümlerin yanı sıra Yurtlar Burslar Ofisi, Erasmus Ofisi, Girişimcilik ve İnovasyon Merkezi, İTÜ Çekirdek, Spor Koordinatörlüğü ve Kütüphane için kurulan tanıtım stantları aracılığıyla adaylar, İTÜ’de sunulan olanaklar hakkında bilgi aldı. Başarısıyla markalaşan isimler İTÜ Tanıtım ve Tercih Günleri süresince, adaylar söyleşi ve seminerlere de katıldı. Farklı sektörlerde görev yapan ülkemizin başarılı isimleri arasında yer alan İTÜ mezunları ile söyleşiler düzenlendi. Adaylarla Galatasaray Spor Kulübü Yönetim Kurulu Üyesi ve Teknoloji Girişimcisi Fatih İşbecer: ‘Türkiye girişimcilikte iyi bir yerde’ 96 itü vakfı dergisi İTÜ Tanıtım ve Tercih Günleri, iş dünyasının yıldız isimleriyle adayları buluşturduğu söyleşiler dizisinin ilk konuğu İTÜ Fizik Mühendisliği Mezunu, Galatasaray Spor Kulübü Yönetim Kurulu Üyesi Fatih İşbecer oldu. Teknoloji Girişimcisi olan ve önemli bir başarı öyküsüne imza atan İşbecer, adaylara mühendislik disiplinini ve girişimciliği anlattı. İşbecer, bir öğrencinin Türkiye’deki girişimcilik faaliyetlerini ABD’ye göre nasıl buluyorsunuz sorusuna, “Burada referans noktanız çok önemli. ABD' yi alırsanız tabii ki çok gerideyiz ama referans değerini Ortadoğu’ya çekerseniz daha iyi bir durumda olduğunu söyleyebilirim. Türkiye girişimcilik noktasında bence iyi bir yerde. Günümüzde iş sahalarını artık devlet değil girişimciler yaratıyor. İnovasyon genelde ufak ve seri ekiplerden geliyor. Dolayısıyla bunu firmalar da kamu da bütün dünya da destekliyor. Türkiye’de de bu yolda atılan adımları görmek mutlu edici” dedi. İşbecer, şöyle devam etti: “Türkiye’de genel olarak kaytarmak, bir işi yapmadan idare etmek pozitif bir şey olarak algılanıyor. Okul kırdın, hocaya da yakalanmadın bu makbul bir şey… Ama dünyada buna tolerans yok. Hiçbir endüstride yatarak bir şey yapmak mümkün değil. Sizin bir alanda bir şey üretmeden ve üstüne bir şey eklemeden ilerlemeniz mümkün değil. İşte tam da bu noktada İTÜ’nün rolü ortaya çıkıyor. İTÜ zor bir okuldur. İTÜ sizin kaytarmanıza müsaade etmez.” Yapımcı Mehmet Altıoklar: “Küba seyahati dönüm noktam oldu” buluşan İTÜ mezunları ve söyleşi programı şu şekilde gerçekleşti. • 1 Temmuz Çarşamba: Galatasaray Spor Kulübü Yönetim Kurulu Üyesi & Teknoloji Girişimcisi Fatih İşbecer • 2 Temmuz Perşembe: M6 Film CEO’su & Yapımcı Mehmet Altıoklar • 3 Temmuz Cuma: Teknosa Genel Müdürü Bülent Gürcan • 4 Temmuz Cumartesi: İnternet Geliştirme Kurulu Başkanı Serhat Özeren • 5 Temmuz Pazar: İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca • 6 Temmuz Pazartesi: Renault Mais Genel Müdürü İbrahim Aybar • 7 Temmuz Salı: Migros Genel Müdürü Özgür Tort • 7 Temmuz Salı: Ülker İçecek İş Birimi Başkan Yardımcısı Tuncer Akgün Ayrıca uzman isimler, tercih yaparken rehber olacak seminerler verdiler. Adaylar, İTÜ Tanıtım Koordinatörlüğü tarafından verilen seminerlere de katıldılar. ‘Yeşil Kampüs İTÜ’ turları Tüm gün boyunca “Yeşil Kampüs İTÜ Turları” da yapıldı. Adaylar; ormanı, göleti, spor tesisleri, sosyal yaşam alanları, yurtları, yemekhane ve kafeleri, kütüphanesi, teknokenti ile apayrı bir dünya sunan ve Türkiye’nin en güzel üniversite yerleşkelerinden biri olan İTÜ Ayazağa Yerleşkesini gezme fırsatı buldu. İTÜ’nün aktif öğrencileri İTÜ, sayısı 150’yi bulan öğrenci kulüpleri ile aktif bir öğrenci yaşamına sahip. Öğrenci kulüplerinden bir bölümü de Tanıtım ve Tercih Günlerinde yer alarak, etkinliğe renk kattı. Gastronomi Kulübünden Okçuluk Takımına, Amerikan Futbolu Takımından Endüstri Mühendisliği Kulübüne kadar farklı alanlarda faaliyet gösteren İTÜ öğrencileri, renkli stantları ile adayları karşıladılar. Türkiye’nin ilk modern sinema zincirini kuran yapımcı Mehmet Altıoklar İTÜ Tanıtım ve Tercih Günleri’ne katılarak aday öğrencilerle buluştu. M6 Film CEO’luğunu yürüten İTÜ mezunu Altıoklar, mühendislik eğitiminin kazanımlarını hayatının her alanında kullandığını, özellikle iş yaşamında zamandan ve maliyetten kazanma yollarını mühendislik eğitimi sayesinde bulduğunu söyledi. Öğrencilere hayallerinin peşinden git- meyi öğütleyen Altıoklar, M6 Film’i kurma öyküsünü şöyle anlattı: “2003 yılında yaptığım Küba seyahati hayatımdaki en önemli dönüm noktalarından biri oldu. O günlerde AFM sinemalarında CEO görevimi sürdürüyordum ve o güne kadar oldukça başarılı ve yükselen bir kariyer yapmıştım. Profesyonel yöneticilikte yaşadığım tatmin beni çok mutlu etse de çalışma hayatımda daha büyük bir basamak atlamanın, daha zorlu bir kulvarda yarışa katılmanın eksikliğini hissetmeye başlamıştım. Aynı zamanda film endüstrisinin müşteriyle buluşma noktası olan sinema salonu işletmeciliğinde başkalarının hayallerini perdeye yansıtmak ve kusursuz bir film izleme deneyimi sunmak üzere oluşturulmuş düzen beni tatmin etmemeye başlamıştı. Kendi hayallerimi gerçekleştirmek, kendi filmlerimi yapmak için büyük riskler almak ile başarılı ve garantili bir profesyonel kariyeri sürdürmek arasında gidip gelmeye başlamıştım. Küba dönüşü kendi hayallerimin peşinden koşmak üzere kardeşlerimle şirketimizi kurduk ve filmler üretmeye başladık. ‘Hayallere İnanıyoruz’ diye iki kelimelik bir duvar yazısı, kırklı yaşlarımın başında hayatımı değiştirme kararımı almama neden olmuştu.” itü vakfı dergisi 97 İTÜ'DEN HABERLER İTÜ, Başarıyı ABD ile Ödüllendirecek rülecek. ARI Teknokent’in başarılı girişimcilerinin de eşlik edeceği gezi, öğrencilere hem staj deneyimi hem de dünyanın teknoloji ve girişimcilik merkezinde 1 ay sürecek benzersiz bir deneyim yaşama fırsatı verecek. Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) sonuçlarına göre ilk binden İTÜ’yü tercih edecek öğrenciler, üniversite hayatına Amerika deneyimi ile başlama şansı yakalayacak. Bu yıl ilk kez verilecek İTÜ ARI Teknokent Bursunu, ilk binden İTÜ’ye gelecek tüm öğrenciler kazanacak. Burs kapsamında öğrenciler, dünyanın en başarılı girişimcilik merkezleri arasında yer alan Chicago 1871’e götü- Teknoloji ve inovasyonun öncüsü Ülkemizin önde gelen teknoparklarından olan ve 2002 yılından bu yana çok sayıda yeniliğe öncülük eden İTÜ ARI Teknokent, 148 patente sahip. 196 ar-ge firmasının faaliyet gösterdiği ARI Teknokent’te, halen 2 binden fazla teknoloji projesi yürütülüyor. İTÜ öğrencileri, üniversite yaşamları boyunca ARI Teknokent çatısı altında kurulan girişimcilik ekosisteminin bileşenlerinden faydalanma şansı yakalıyor. İbrahim Aybar: İş yaşamında fark yaratmak! Türkiye Otomotiv pazarının liderlerinden Renault Mais’in Genel Müdürü İbrahim Aybar, İTÜ Tanıtım ve Tercih Günleri’nde aday öğrencilerle buluştu. İTÜ Uçak Mühendisliği Bölümü mezunu, İbrahim Aybar, aday öğrencilerle gerçekleştirdiği söyleşide Teknik Üniversiteli olma macerasından bahsetti. Öğrencilere sevdiği işi yapmalarını tavsiye eden Aybar, iş yaşamında fark yaratmanın da buna bağlı olarak gerçekleşeceğini söyledi. Kamu ve özel sektörde geçen çalışma hayatındaki deneyimlerini aktaran Aybar, iş yaşamında nasıl fark yaratılacağını ise şöyle anlattı: "İnsanın verdiği kararlar hayatını oluşturuyor. Öncelikle sevdiğiniz, istediğiniz, kendinizi tamamen adayacağınız bir işin içinde olduğunuzdan emin olmalısınız. Siz isterseniz, eğer o mücadelenin içerisinde olmaktan zevk alırsanız o mücadele sizin başarılı olacağınız çok zevkli bir hayata dönüşüyor. Öncelikle ne yapıyorsanız yapın işinizi severek yapın. İstemediğiniz hiçbir şeyi yapmış olmak için yapmayın. Çünkü siz isteğinizle işin üzerine bir şeyler kattıkça fark ediliyorsunuz. Bizler iş haya- 98 itü vakfı dergisi tında her gün binlerce insanla bir arada oluyoruz. Her gün binlerce insanın iş yapış biçimini takip ediyoruz. Bu şekilde olan insanları çok kolay anlıyor ve onlara ileride, çok daha kolay yükselme imkanı veriyoruz. Ben iş hayatımda hem yönetici, hem de proje yöneticisi olarak bulunurken hep şuna dikkat ettim. Her şey aynı oranda aynı biçimde gitmemeli ve fark olmalı… Peki, ben bu farkı nasıl oluşturabilirim. Bu farkı oluşturmanın yolu iyi analizden geçiyor. Yaptığınız analizde orada farkın nereden kaynaklanacağını siz görebiliyorsunuz. Tabii bunu düşünürken rasyonel, ekonomik, proaktif ve işin içine bir değer katacak biçimde farklı düşünmek lazım." Özgür Tort ve Tuncer Akgün Adaylarla Buluştu ABD’de kesinlikle zorlanmazsınız.” diyerek sözlerini tamamladı. Migros Genel Müdürü Özgür Tort ve Ülker İçecek İş Birimi Başkan Yardımcısı Tuncer Akgün de İTÜ Tanıtım ve Tercih Günleri kapsamında düzenlenen “İş Dünyasının İTÜ’lüleri Adaylarla Buluşuyor” söyleşi dizisinin konuğu oldu. Adaylarla buluşan iki önemli isim de öğrencilere ilgi duydukları alanda tercih yapmalarını tavsiye etti. Mezunlarımız adaylara, İTÜ’de ki kazanımlarını iş yaşamlarına nasıl yansıttıklarını samimi bir şekilde anlattı. “İTÜ özgüven kazandırır.” Aday öğrencilerle bir araya gelen ilk isim 1994 yılı Endüstri Mühendisliği Bölümü mezunu Özgür Tort oldu. Hayatımın her aşamasında gururlandığım bir okulum var diyen Tort, başarıya giden yolu ise çok farklı şeylerle uğraşmaktan hiç kaçınmamak, her yerde görev almak olarak tanımladı. Öğrencilere de bunu hayatlarında uygulamalarını tavsiye etti. Kariyer yolculuğunuzda “İTÜ’lü Olmak” size ne kattı sorusunu “Özgüven” diye yanıtlayan Tort şöyle devam etti. “İTÜ’den mezun olmuş bir mühendisin analitik dünya ile barışıklığı ona verdiği en büyük özgüven kaynağıdır. Bugün artık hayat, evinizdeki ortamdan, işyerinizdeki tasarıma, fabrikanızdan sosyal medyadaki paylaşımınıza kadar her türlü şeyiniz verimli olmanız üzerine dayandırılıyor. Verimli çalışmanız da analitik düşünce ile geliyor. İTÜ’nün bize kazandırdığı, en azından alt yapımızdaki en büyük katkısı o analitik zekayı oluşturabilmemizdir diye düşünüyorum.” İTÜ’de dünya standartlarının üzerinde eğitim verildiğinin altını çizen Tort “Özellikle ABD ile kıyasladığım zaman bunu çok rahat söyleyebiliyorum. Buradan mezun olduktan sonra “İTÜ nasıl düşünülmesi gerektiğini öğretir.” Adaylarla buluşarak önerilerde bulunan diğer isim 1984 yılında İTÜ Makine Mühendisliği Bölümünden mezun Ülker İçecek İş Birimi Başkan Yardımcısı Tuncer Akgün oldu. Akgün konuşmasında İTÜ’nün bir değerler bütünü olduğunu Ülkemiz, endüstri, çevre ve insanlık için düşünme yeteneğini kazandırdığını ifade etti. Akgün şunları aktardı: “Burada bize sağlam bir düşünce yapısı oluşturuldu. Dünyaya nasıl bakmamız gerektiği, neleri önemsememiz gerektiği birey olarak nasıl katkıda bulunabileceğimiz burada bizlere çok ciddi bir şekilde özümsetildi. Mühendislik optimumu bulma sanatıdır. Maksimum ya da minumum değil her şeyin bir optimumu var. Bu süreklilik arz eden bir düşünce sistemidir. Bunun bize İTÜ’de kazandırıldığını düşünüyorum." Akgün adaylara üniversite ya da bölüm seçerken şu tavsiyelerde bulundu: "Üniversite ya da bölüm seçiminizi yaparken, seçiminiz sizdeki kuvvetli yönlere nasıl katkı sağlayacak. Siz, diğer bireylerden hangi ölçüde farklı olacaksınız ve öne çıkacaksınız. Neyiniz farklı olacakta daha çok tercih edileceksiniz. Nasıl bir kişilik ortaya koyacaksınız ve ben diğerlerinden şunu daha iyi yapabilirim diyeceksiniz. Bu sorunun cevabını mutlaka kendi kişiliğinizde aramanız gerekiyor. Sonrasında ise özelliklede kuvvetli noktalarınıza odaklanmanız gerekiyor. Bunu yapmadan daha başarılı olamaz ve öne çıkamazsınız." itü vakfı dergisi 99 İTÜ'DEN HABERLER 242. Yıl İTÜ Günü’nde Mezunlarla Buluşma Mezunlar Derneği tekne turu ve 7'den 70'e İTÜ'lüleri buluşturan Uçurtma Şenliği. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin, mezunlarıyla en büyük paylaşım ortamı olan geleneksel İTÜ Günü, İTÜ Rektörlüğü ev sahipliğinde 29-30 Mayıs tarihleri arasında Ayazağa Yerleşkesinde gerçekleştirildi. 29 Mayıs Cuma günü saat 14.00’te açılışı yapılan İTÜ Günü’nde, Süleyman Demirel Kültür Merkezinde gerçekleştirilen ana törende, İTÜ mezunlarına meslekte 40, 50 ve 60. yıl ile mensuplara hizmette 30, 40 ve 50. yıl plaketleri sunuldu. Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, törende yaptığı konuşmada; 242. kuruluş yıldönümünü kutlayan İTÜ’nün, derin kökleri ve güçlü bugünüyle, dünyanın saygın üniversitelerinden biri olarak, 2.5 asra ilerlediğini; geleceğe yeni umutlar, yeni başarılar, yeni değerler taşımakta olduğunu belirtti. “Kurumların değerini belirleyen, yaptığı işlerden çok sahip olduğu insan hazinesidir. Ve İTÜ eşsiz bir insan hazinesine sahiptir” diyen Rektör Karaca, mezunlara seslenerek deneyim ve birikimlerini öğrencilere sunmaları, üniversite ile yakın bağ kurmaları, fikir ve faaliyetleri ile çalışmalara katılmaları, yürütülmekte olan projeleri takip edip desteklemeleri çağrısında bulundu. 100 itü vakfı dergisi İTÜ’lü Olmak ruhu… 242. kuruluş yıldönümünün sloganı olarak belirlenen ‘İTÜ’lü Olmak’ ruhunu, “Çünkü hepimizin çok önemli bir ortak paydası var; İTÜ’lü Olmak ruhu… O ruh, sadece İTÜ’lülerin hissedebileceği bir ayrıcalık, bir zenginliktir. Bu ayrıcalığı paylaşarak ve İTÜ’lü Olmak ne demektir her zaman hatırlayarak, Meslekte 60 Yıl ve Ötesi daha güzel işler yapacağımıza inanıyoruz.” şeklinde yorumlayan Rektör Karaca, “Bunun için hem kampüslerimiz hem de başta ben olmak üzere görev başındaki her yöneticinin kapısı, sizlere sonuna kadar açıktır. Burası her zaman sizin ikinci evinizdir.” dedi. Yeniliklerin öncüsü olup, ülkemizde ilkleri gerçekleştiren İTÜ’nün bilimsel gelişim, ar-ge ve inovasyonda yükseliş, yeni teknik ve teknolojik adımlar için çalışmalarını sürdürdüğünü belirten Karaca şunları söyledi: “İTÜ’yü dünya sıralamalarında hak ettiği konuma taşıma yolundaki stratejimiz de pozitif sonuçlarını hızla gösteriyor. 2014 yılında İTÜ ilk kez dünya sıralamalarında en iyi 200 üniversite arasına girerek 165. Oldu. 2015 yılı itibariyle ise dünyada mühendislik ve teknoloji kategorisinde 138. sırayı aldık. İTÜ için ulaşmakta geç kalınmış bu basa- Altın Arı – Gümüş Arı 2015 Yeşil Kampüs turu İTÜ’nün her yıl İTÜ Günü’nde vermekte olduğu Altın Arı ve Gümüş Arı ödülleri de sahiplerini buldu. İTÜ’ye katkıda bulunan kişi ve kuruluşlara verilen Altın Arı ve Gümüş Arı Ödülleri Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca tarafından sunuldu. Altın Arı 2015 İstanbul Büyükşehir Belediyesi Gümüş Arı 2015 Birkökler Vakfı Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Devlet Su İşleri 14. Bölge Müdürlüğü Deloitte Eğitim Vakfı İTÜ Mezunları Derneği makları yeterli başarı gibi görmemiz mümkün değildir. Hedefimiz öncelikle ilk 100, ardından ilk 50 arasında yer almaktır. Sürdürülebilir bir akademik başarı ve istikrarlı stratejiler sayesinde, İTÜ’nün 250. Yaşına dünyanın en iyi ilk 50 üniversitesi arasında girmesi ulaşılmaz bir hedef değildir.” Meslekte 60 Yıl Mezunları adına konuşan Yük. Müh. Aykut Özdemirer ise, İTÜ mezunlarının Türkiye’nin kalkınmasında üstlendikleri önemli rollerden bahsederek ‘İTÜ’lü olmanın hissettirdiği heyecanı vurguladı. İTÜ Mezunlar Derneği Başkanı Veli Tan Kirtiş yaptığı konuşmada, Derneğin son dönemde yaptığı iki önemli çalışma olan Mezunlar Meydanı ve Mezunlar Yurdu projelerinden bahsederek, mezunlarla üniversite arasındaki bağları güçlendirecek yeni projeler hakkında bilgi verdi, sosyal medya uygulamalarının Dernek çalışmalarına etkisini vurguladı. İTÜ TMDK Kompozisyon Caz Birimi Modal Jazz Quartet konseri ve Bugünden Düne: Yunus Karma ile İTÜ’den Eski Eşyalarla Çiçek Tasarımı Sergisi’nin açılışı İTÜ Günü’ne ayrı renk katan etkinlikler oldu. Törenin ikinci gününde devam eden etkinlik programında Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, İTÜ Mezunlar Derneği Başkanı Veli Tan Kirtiş, Meslekte 50 Yıl Mezunları adına Prof. Dr. Süreyya Öney ve Meslekte 40 Yıl Mezunları adına Dr. Cengiz Gülenler’in konuşması yer aldı. Günün konser programında ise İTÜ Mezunları Türk Müziği Topluluğu ile İTÜ TMDK 40. Yıl Albümü “Aşkname” yer aldı. Fakültelerde ise mezunlara 30 ve 20. hizmet yılı plaketlerinin verildiği törenler düzenlendi. İTÜ Günü geleneksel öğle yemeği, 7'den 70'e İTÜ'lüleri buluşturan geleneksel uçurtma şenliği, Yeşil Kampüs İTÜ turları, mezun spor oyunları gibi çok sayıda etkinlikte, mezunlar yıllar sonra tekrar bir İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi Mehmet Zorlu Vakfı Sabancı Vakfı Spor Toto Teşkilatı The Ritz Carlton İstanbul Hotel Türk Eğitim Vakfı Türk Petrol Vakfı Vehbi Koç Vakfı araya gelmenin heyecanını yaşadı. Kutlamalar kapsamında bu yıl ilk kez tekne gezisi eşliğinde akşam yemeği de düzenlendi. 30 Mayıs Cumartesi günü yapılan "İTÜ Günü Tekne Gezisi ve Akşam Yemeği", mezunları keyifli bir akşamda buluşturdu. İTÜ Mezunlar Derneği tarafından düzenlenen bir diğer etkinlik olan Mezun Spor Oyunları ise 31 Mayıs Pazar günü yapıldı. Spor Oyunlarına, İTÜ’lülerin yanı sıra ODTÜ ve Bilgi Üniversitesi mezun dernekleri de katıldı. itü vakfı dergisi 101 İTÜ'DEN HABERLER ‘İTÜ tek boyutlu olmamayı öğretir’ İTÜ gibi köklü bir teknik okulda mühendislik okumanın çok önemli olduğunu vurgulayan Rektör Karaca, “Bir mühendis işe alınırken İTÜ mezunu olup olmadığına mutlaka bakılır. Çünkü Teknik Üniversite öğrencilerine tek boyutlu olmamayı öğretir. İTÜ’de matematiği, fiziği, malzemeyi, bilgisayar kodlamayı çok iyi şekilde öğrenirsiniz; kısacası mühendisliği öğrenirsiniz. Teknik Üniversite’nin atmosferi, kültürü farklıdır, araştırma ve laboratuvar olanakları fazladır” dedi. ‘Mühendis çözüm odaklıdır’ Karaca, bir öğrenciden gelen “Farklı sektörlerde üst düzey yönetici veya CEO pozisyonlarında çalışanların daha çok mühendislik mezunu olması hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna ise şöyle yanıt verdi: “Analitik düşünmek, farklı bakış açıları kazanmak, neden sonuç ilişkisi kurmak, yaratıcı fikirlere ve yeniliklere açık olmak gibi özellikler kazanılmasında mühendislik eğitimi önemlidir. Sektör her zaman hızlı çözüm üretebilen, yetenekli, farklı bakış açılarına sahip olanları arar. Çözüm odaklı olmak ise mühendisliğin doğasında var. Bunun çok güzel örnekleri var sektörde. Örneğin Eski Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin İTÜ Kimya Mühendisliği mezunu, Teknosa Genel Müdürü Bülent Gürcan ve Microsoft Türkiye Genel Müdürü Hasan Tamer Özmen İTÜ İnşaat Mühendisliği mezunu. Her alanda ve her sektörde bunun gibi çok örnek vardır.” Galatasaray Lisesi'ne İTÜ Ziyareti Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca ile İTÜ mezunları Melkan Gürsel Tabanlıoğlu ve Fatih İşbecer tarihi eğitim yuvası Galatasaray Lisesi’ni ziyaret etti. Öğrencilerin merak ettiği soruları yanıtlayan Karaca, “Bir mühendis işe alınırken İTÜ mezunu olup olmadığına mutlaka bakılır. Teknik Üniversite’nin atmosferi, kültürü farklıdır” dedi. İTÜ Tanıtım Koordinatörlüğü tarafından düzenlenen lise ziyaretleri, ülkemizin 102 itü vakfı dergisi köklü ve başarılı kurumlarından Galatasaray Lisesi ile devam etti. 29 Nisan Çarşamba günü gerçekleşen ziyarette, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca’ya, İTÜ’nün farklı kuşaklardan iki başarılı mezunu Mimar Melkan Gürsel Tabanlıoğlu ile Teknoloji Girişimcisi Fatih İşbecer eşlik etti. Öğrencilerle sohbet eden Rektör Karaca ve mezunlarımız, gençlerin hem teknik üniversite hem de bireysel kariyer hedefleri hakkındaki sorularını yanıtladı. Girişimciliğe destek İTÜ’nün üniversite sanayi işbirliğini çok iyi yerleştirmiş bir üniversite olduğunun altını çizen Karaca, “Kampüsümüzde büyük bir teknokent var. İTÜ’lü öğrenciler mezun olur olmaz kampüsten çıkmadan iş bulma imkânına sahip olabiliyor. İTÜ Çekirdek programımız girişimcilik yapmak isteyen, projesi olan arkadaşları güzel ödüllerle destekliyor” bilgisini verdi. Karaca, ABET akreditasyonuna da değinerek şöyle konuştu: “Üniversite seçerken ABET programlarını mutlaka araştırın. ABET mühendislik diplomanızın Amerika ile eşdeğer olması, yurtdışında geçerliliği anlamına gelir. Dünyada üniversiteler için çok önemli bir kriterdir. Şu an en fazla ABET Akreditasyonuna sahip bölüm İTÜ’de bulunuyor. Hatta Yabancı Diller Yüksekokulumuzun bile ABET Akredi- EMO Proje Yarışması’nda Tüm Ödüller İTÜ'nün Soldan sağa: Fatih İşbecer, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, Melkân Gürsel Tabanlıoğlu. tasyonu var. Eğer seçtiğiniz üniversitede ve bölümde ABET yoksa bir kez daha düşünün derim. Ayrıca Erasmus öğrenci değişim programıyla en çok öğrenci alan üniversiteyiz. Bunun üniversitemize kattığı atmosfer çok değerli.” İstanbul’da üniversite okumanın zorluklarının yanı sıra ayrıcalıkları olduğunu söyleyen Karaca, İTÜ’nün kampüs, yurt, burs, araştırma, laboratuvar gibi olanaklarından bahsederek, İTÜ’yü merak eden ve gezmek isteyen öğrencileri kampüse davet etti. ‘İTÜ’de mimarlık okumanın ayrıcalığı’ Galatasaray Lisesi’nin ardından İTÜ Mimarlık Bölümünü bitiren Melkan Gürsel Tabanlıoğlu ise İTÜ’de aldığı eğitimin kendisine kazandırdıklarından bahsetti. İstanbul Modern, Kanyon Alışveriş Merkezi, İstanbul Sapphire, gibi ünlü binalarda eşi mimar Murat Tabanlıoğlu ile imzası olan, ulusal ve uluslararası çaptaki birçok başarılı projesiyle İTÜ’ye gurur veren Tabanlıoğlu, mimarlık eğitimini İTÜ’de almanın sağladığı donanımın iş hayatında kendisine birçok avantaj sağladığını söyledi. Tabanlıoğlu, özgür düşünme, yaratıcı ve yenilikçi olma özelliklerini İTÜ’de kazandığına işaret ederken, iş hayatından anlattığı örneklerle gençlere rehberlik etti. TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) tarafından düzenlenen Bitirme Tasarım ve Proje Yarışması’na katılan Elektrik Elektronik Fakültesi öğrencileri değerlendirmeye alınan tüm kategorilerde 1.’lik, 2.’lik ve 3.’lük derecelerini aldı. EMO İstanbul Şubesi tarafından bu yıl 10.’su düzenlenen ve elektrik, elektronik, haberleşme, biyomedikal, kontrol mühendisi adaylarını çalışmalarında teşvik etme amacı taşıyan “Bitirme Tasarım ve Proje Yarışması”nın sonuçları açıklandı. Elektrik-Kontrol kategorisinde 22, Elektronik-Haberleşme kategorisinde 16 proje olmak üzere yarışmaya toplam 38 proje katıldı. Değerlendirme sonuçlarına göre dereceye giren öğrenciler ve projeleri şöyle: Elektronik-Kontrol Kategorisi Dereceleri n Birincilik Ödülü Ahmet Hakan Oğuz - Elektrik Mühendisliği – Proje Danışmanı: Yrd. Doç. Dr. Derya Ahmet Kocabaş – Proje: Yüksek Hızlı Asenkron Motor Tasarımı ve Rotor Optimizasyonu n İkincilik Ödülü Liridon Xheladini - Elektrik Mühendisliği Proje Danışmanı: Doç. Dr. Lale Tükenmez Ergene – Proje: Doğru Akım Motoru Sürücü Tasarımı Olgun Gözütok - Elektrik Mühendisliği – Proje Danışmanı: Yrd. Doç. Dr. Derya Ahmet Kocabaş – Proje: Mikrodenetleyici Tabanlı Yumuşak Yol Verici ve Faz Sırası Koruma Rölesi Tasarımı Mustafa Küçükkuru – Elektrik Mühendisliği – Proje Danışmanı: Dr. Taşdemir Aşan – Proje: Asenkron Motorun Skaler Kontrolü n Üçüncülük Ödülü Taner Yazıcı - Elektrik Mühendisliği - Proje Danışmanı: Yrd. Doç. Dr. Derya Ahmet Kocabaş – Proje: Elektrik Makinalarının Hız Denetimi için bir Evirici Düzeneğinin Tasarlanması Elektronik-Haberleşme-Biyomedikal Kategorisi Dereceleri n Birincilik Ödülü Eşref Türkmen - Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği - Proje Danışmanı: Dr. H. Bülent Yağcı – Proje: X-Band Gerilim Kontrollü Osilatör n İkincilik Ödülü Mehmet Deniz Aksulu - Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği - Proje Danışmanı: Dr. H. Bülent Yağcı – Proje: Design And Realization of a Radio Telescope For Observing The 21 Cm Emissions From The Milky Way n Üçüncülük Ödülü Hasan Onur Çakar - Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği - Proje Danışmanı: Dr. H. Bülent Yağcı – Proje: 3-5 GHz Yüksek Doğrusallıklı, Pozitif Kazanç Eğimli, Düşük Gürültülü Kuvvetlendirici Tasarımı ve Gerçeklenmesi. ‘İTÜ analitik düşünmeyi öğretti’ Galatasaray Lisesi mezunu olan ve ardından İTÜ Fizik Mühendisliği Bölümünü bitiren Fatih İşbecer de İTÜ’nün her şeyden önce kendisine analitik düşünme yeteneği kazandırdığını söyledi. Teknoloji girişimcisi olarak çalışmalarından ve ulaştığı başarıdan bahseden İşbecer, İTÜ’nün kendisine kazandırdığı yeteneklerin iş hayatında avantajlarını yaşadığını vurguladı. İşbecer, gençlere İTÜ’nün ve İTÜ’lü olmanın ayrıcalığından bahsetti. itü vakfı dergisi 103 İTÜ'DEN HABERLER Engelsiz Tekstil Atölyesi retim Rehabilitasyon Merkezinde engelli bireylerle yapılan röportajların yer aldığı kısa filmin izlenmesiyle başladı. Yapılan röportajlar sayesinde alınan görüşler, öneriler ve şikâyetler, atölye çalışmasına katılanlar tarafından değerlendirildi. Dört ayrı grubun çalıştığı atölyede, en sık karşılaşılan sorunlar olarak sıralanan “giyinip soyunmadaki zorluklar, hareket esnasında giysilerde açılma, giysilerin tahriş etmesi, giysilerde aşınma, bedenlerinin tam gelmemesi, estetik olmaması” gibi en sık karşılaşılan sorunlar ele alındı. Engelliler İçin Tekstil Tasarım Merkezi kuruluyor Atölye çalışması sonunda ortaya çıkarılan tasarımlar prototip haline dönüştürülecek ve pilot bölgelerdeki engelli bireyler tarafından denenecek. Kullanıcı geri bildirimleri ile tasarımlar son halini alacak. Ardından, İTÜ’de kurulacak ve Türkiye için bir ilk olacak “Engelliler İçin Tekstil Tasarım Merkezi”nde üretilecek. İTÜ’de Engelli Bireylere Özel Giysi Tasarımı İTÜ’nün geçen yıl başlattığı Türkiye’de bir ilk olan “Engelsiz Tekstil” projesi kapsamında “Engelsiz Tekstil Atölyesi” gerçekleştirildi. Giysi tasarımları, engelli bireylerle yapılan görüşmeler ve sunulan öneriler değerlendirilerek çalışıldı. Kaymayan ve bilek sıkmayan çorap, omuzdan fermuarlı ceket, yürüme engellilere özel mont gibi birçok tasarım yapıldı. Tasarımların numuneleri, İTÜ’de kurulacak ve Türkiye için bir ilk olacak “Engelliler İçin Tekstil Tasarım Merkezi”nde üretilecek. İTÜ Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı Fakültesi öncülüğünde başlatılan, Kalkınma Bakanlığı ve İSTKA tarafından desteklenen “Engelsiz Tekstil” projesi kapsamında gerçekleştirilen atölye çalışmasında engelli bireylere özel giysiler tasarlandı. Akademisyenler, moda tasarımcıları, tekstil mühendisleri, fizyoterapistler, psikologlar ve gönüllülerin katıldığı atölyede, engelliler için “kolay giyilebilir, bakımı kolay, rahat kullanılan, estetik değer taşıyan” olmak üzere 4 temel niteliği barındıran giysiler tasarlandı. 104 itü vakfı dergisi Engelliler İle Röportajlar Atölye çalışması, pilot bölge olarak belirlenen Sancaktepe’de ve Metin Sabancı Spastik Çocuklar ve Gençler Eğitim Öğ- Prof. Gürsoy: ‘Standartları belirleyeceğiz’ “Engelsiz İTÜ”, farklı zemindeki çalışmaları içeren önemli bir hedef. Bu kapsamda Engelsiz Tekstil projesi de hem sorunlara çözüm üretmeyi hem de toplumun her kesiminde farkındalık uyandırmayı ve bilinç oluşturmayı amaçlıyor. Projenin Koordinatörlüğünü İTÜ Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nevin Çiğdem Gürsoy yürütüyor. İTÜ’nün böylesi önemli ve öncü nitelik taşıyan bir projeyi yürütmesinin çok anlamlı olduğunu vurgulayanGürsoy, “Biz bu projeyle üniversite, devlet, sanayi, sivil toplum örgütü işbirliğini gerçekleştirdik. Projede çok geniş bir ekip olarak çalışıyoruz. Amacımız bu alandaki eksiklikleri belirlemek ve numune çalışmaları yaparak toplumsal bilinç uyandırmak. Önemli olan birkaç kişiyi giydirmek değil, bu konuya öncülük etmek. Gerçekleştirdiğimiz atölye çalışmasında oluşturduğumuz muhtelif tasarımlar sayesinde engelli giysi tasarımı konusunda kuralları koymuş olacağız ve bu konuya bir standart getirmiş olacağız” dedi. İTÜ’lü Modacıların Tasarımları Podyuma Çıktı Hem İTÜ’de hem de Amerika’da eğitim alan genç modacıların, tasarımlarıyla profesyonel jüri önünde yarıştığı “İTÜ Fashion Show 2015”, göz alıcı bir defile ile gerçekleştirildi. Sunuculuğunu Deniz Akkaya ve Kalust Şalcıoğlu’nun yaptığı gecede, İTÜ’lü modacıların “Yenilikleri Bozmak” temalı tasarımları büyük alkış aldı. İTÜ ile Amerika Fashion Institute of Technology (FIT) arasında uluslararası çift diploma programı olarak yürütülen Moda Tasarımı programının geleneksel yılsonu defilesi Divan Otel’de gerçekleştirildi. İTÜ Rektörlüğü’nün desteğiyle gerçekleştirilen, ana sponsorluğunu İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB) üstlendiği İTÜ Fashion Show 2015’in Koreografisini Banu Noyan üstlendi. Genç modacıların tasarımlarını podyumda 25 manken taşıdı. 2016 İlkbahar – Yaz koleksiyonu, profesyonellerin ve davetlilerin büyük beğenisini kazandı. Yarışmada 1.’liği Cemile Meryem Özlem Şimşek, 2.’liği Asya Köksal Özkan, 3.’lüğü ise Ilgın Gizem Yazıcı kazandı. • Moda Tasarımcıları Derneği Başkanı Mehtap Elaidi • Divan Grup İnsan Kaynakları Direktörü Özgür Şahin • Şahinler Holding Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Şahin • Spring Near East Manufacturing Yönetici Ortağı Esra Ercan • IMG Doğuş Moda Direktörü Banu Bölen • Art and Design Tasarım ve Mobilya Sahibi Ahu Orakçıoğlu • Moda Tasarımcısı Gül Agis • Moda Fotoğrafçısı Aslı Girgin • Moda Editörü - Styling Ahu Yağtu • Moda Editörü Yasemin Dizdar • Vassago Yönetim Kurulu Üyesi Murat Kayabaşı İTÜ FIT Moda Tasarımı Programı Hakkında Tekstil ve konfeksiyon sanayiinin küresel- leşen dünyada rekabet edebilir konumunu sürdürebilmesi için özgün tasarım, kalite, verimlilik, pazarlama ve dağıtım yeteneklerini geliştirerek, moda-marka ürünler grubuna yönelmesi yanı sıra moda ve marka yaratma becerisine sahip tasarımcıların yetiştirilmesi ülkemiz için zorunluluktur. Bu gerekliliğin farkındalığıyla 2004 yılında açılan İTÜ-FIT Moda Tasarımı (Fashion Design) Programında öğrenciler 2 yıl İTÜ’de, 2 yıl ise New York’ta eğitim görmektedir. Dünyanın en iyi moda okulları arasında ilk sıralarda yer alan FIT, özellikle moda alanında eğitim veren pek çok eğitim kurumuna akademik destek vermektedir. Ancak lisans programı için ortak diploma verdiği tek programı İTÜ ile yürütmektedir. Profesyoneller Bir Arada Yarışma seçici kurulu tekstil, moda ve hazırgiyim sektörünün öncü isimlerini bir araya getirdi. Jüride yer alan isimler şöyleydi: • İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçı Birlikleri Yönetim Kurulu Başkanı Hikmet Tanrıverdi • Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı Şeref Fayat • İstanbul Deri ve Deri Mamul İhracatçılar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Ersin Özgümüş • Birleşmiş Markalar Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Burak Çelet itü vakfı dergisi 105 İTÜ'DEN HABERLER Yeşil Kampüs İTÜ’nün Öğrencilerinden Çevre Temizliği “Daha Temiz İTÜ İçin Elele” sloganıyla bir araya gelen öğrencilerimiz, Yeşil Kampüs İTÜ projesine destek vererek Ayazağa Yerleşkesinde temizlik yaptı. Yapı İşleri ve Teknik Daire Başkanlığı işbirliğinde düzenlenen kampanya, çevre temizliğini ve doğayı korumayı öncelik kabul eden dileyen tüm İTÜ’lülerin katılımına açık olarak gerçekleştirildi. 24 Mayıs 2015 Pazar günü bir araya gelen İTÜ’lüler, kendi çöpüne sahip çıkmanın çevreye duyarlı herkesin sorumluluğu olduğu ortak paydasında buluştu. Merkezi Derslik Binası önünden başla- yan etkinlik, şenlik alanı ve konuk evi önü ile devam etti. 10 kişilik gruplar halinde çalışan öğrencileri ve personeli, iki saat boyunca Dansın Renkleri İTÜ’deydi İTÜ Konservatuvarının geleneksel hale getirdiği “Dünya Dans Günü” kutlama programı, yine birbirinden renkli görüntülere sahne oldu. Farklı kültürlerin dilini dans ve müzikle aynı salonda buluşturan program, her yıl olduğu gibi konuklara unutulmaz bir sahne şovu izleme fırsatı sundu. “33. Dünya Dans Günü” kapsamında İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı (TMDK) Türk Halk Oyunları Bölümü tarafından hazırlanan “9. Dünyayla Dans ” programı, 29 Nisan Çarşamba akşamı Mustafa Kemal Amfisinde sunuldu. Gösteri, ağır bir hastalıkla mücadele eden Türk Halk Oyunları Bölümü öğrencilerimizden Halil Özçelik’e ithaf edilmesiyle ayrıca anlam taşıdı. Duygulandıran dans Etkinliğe konuk olan Zihinsel Yetersiz Çocukları Yetiştirme ve Koruma Vakfının hazırladığı “Sevgi” temalı dans, çocuklar tarafından sahnelendi. İzleyenleri hem duygulandıran hem de gururlandıran gösteri, dakikalarca ayakta alkışlandı. Qaval Raksı (Def Dansı) ile başlayan gösteriler sırasıyla; Kadıoğlu Zeybeği, Flamenko Farruca, Halay, Domaniç Yöresi 106 itü vakfı dergisi Geleneksel Dansları, Uyuyan Güzel Balesi Mavi Kuş Dansı, Bursa Kılıç Kalkan, Tango, Hançer Barı, Zenne, Seyirlik Oyun ve Rüya ile devam etti. Görsel şölen, izleyicilerin de sıralarından eşlik ettiği Horon ile sona erdi. Farklı güzellikler, farklı estetik değerler Gecenin kapanışında sahneye çıkan İTÜ TMDK ve Türk Halk Oyunları Bölümü Kurucusu Prof. Dr. Fikret Değerli, “Bu akşam seyrettiğim farklı danslar, farklı perfor- kampüsteki geri dönüştürülebilir atıkları, gündelik çöpleri ve izmaritleri topladı. Gündelik atıklar ve izmaritler çöp poşetlerine doldurulurken, pet, plastik, kâğıt, kumaş, tahta, demir, karton ve alüminyum gibi dönüştürülebilir atıklar ise geri dönüşüm poşetlerine toplandı. Kampüse ve doğaya katkı sağlamanın mutluluğunu paylaşan İTÜ’lüler, çevre duyarlılığının çok küçük davranış değişiklikleriyle gösterilebileceğini, herkesin bu sorumluluğunu hissetmesi gerektiğini vurguladı. manslar, farklı güzellikler beni burada heyecanlandırdı. Şuna inanıyorum ki beden dili, bedenin güzelliği insan hayatının toplumsal hayatın kıymetlerinden biridir. Bu güzellikler insanı diri tutuyor. Gençlerimizin burada sergiledikleri farklı atmosferler, farklı güzellikler, farklı sanatlar, farklı estetik değerler, gerçekten de beni son derece mutlu etti. Bu sürprizi hazırlayan bölüm başkanımız başta olmak üzere emeği geçen herkese huzurlarınızda gönülden teşekkür ediyorum” diye konuştu. Etkinlik, Türk Halk Oyunları Bölüm Başkanı Nihal Cömert Ötken’in, Bölüm Başkan Yardımcıları, öğrenciler ve izleyicilerin sahnede birlikte çektikleri halay ile sona erdi. TMDK 40. Yıl Albümlerinin 3.'sü Çıktı İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı (İTÜ TMDK), kuruluşunun 40. Yılına özel hazırladığı arşiv serisinin 3. Cd’sini “Aşkname” adıyla çıkardı. 20. Yüzyıl Türk Müziğinden önemli bir seçki sunan albümden elde edilecek gelir, diğer 2 Cd’de olduğu gibi İTÜ öğrencilerine burs kaynağı olarak kullanılacak. Arayışlar, denemeler, özgün eserler İTÜ TMDK 40. Yıl Albüm serisinin 3. Cd’si olan “Aşkname”, Uzelli Plak etiketiyle müzik marketlerdeki yerini aldı. Sanat Yönetmenliğini, Doç. Dr. Atilla Coşkun Toksoy’un üstlendiği albümde, 20. Yüzyılın renkli ve canlı müzik yaşantısında iz bırakmış birbirinden değerli bestecilere ait 10 eser yer alıyor. Türk Makam Müziği’nde arayışların, denemelerin ve özgün eserlerin ortaya konulduğu bu dönemden örnekler, titiz bir seçki ile bugünün müzik anlayışını da kucaklayan bir yorumla müzikseverlere ulaşıyor. Hem sanata hem eğitime destek İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca, İTÜ TMDK 40. Yıl Albümlerinin bir gurur vesilesi olduğunu belirterek, “Sanatın zamansızlığı ve evrenselliğinden ilham aldığımız bu çalışma, İTÜ’nün 242 yıllık köklü tarihinde ürettiği sayısız değere bir yenisinin eklenişidir. Köklü bir kültürel mirasın beslediği zengin müziğimizin farklı renklerini yansıtan bu albümler Teknik Üniversite Ailesi adına büyük bir gurur ve mutluluktur” dedi. Ka- raca, albümlerin gelirinin öğrencilere burs olarak aktarılmasının çalışmayı bir kat daha anlamlı kıldığını belirterek, “Hem sanata hem eğitime destek verilmesini sağlayacak güçlü bir proje. Farklı müzik zevklerine hitap etmesi, ulaştığımız kitleyi genişletiyor” diye konuştu. Karaca, ülkemizin ilk Türk Müziği Konservatuvarı olan İTÜ TMDK’nın günümüzün sürekli değişen ve gelişen kültürel ortamında “yeni ve özgün” eserler ortaya koymada ve bilimsel-çağdaş eğitimiyle geleceğin sanatçılarını yetiştirmede, geleneği geleceğe bağlayan yegâne ve en kuvvetli köprü olduğunu belirtti. Türkiye’nin dört bir yanından ezgiler İTÜ TMDK 40. Yıl Albümleri için Türkiye’nin ve müziğimizin zenginliğini yansıtacak nitelikte özel bir repertuvar çalışması yapıldı. İlk albüm THM türünde “Pür Nida” adıyla çıkarıldı. Albüm, Anadolu’nun derin köklerinden beslenen halk türküleriyle yurdun dört bir yanından renkler taşıyor. Sanat Yönetmenliğini İTÜ TMDK Müdürü Prof. Adnan Koç’un yaptığı albüm için Erzurum'dan Yozgat'a, Kırıkkale'den Kütahya'ya farklı bölgelerden 15 türkü seçildi. İkinci albüm ise Klasik Türk Müziği türünde “Meşk-i Safa” adıyla çıktı. Sanat Yönetmenliğini Yrd. Doç. Dr. Adnan Çoban’ın üstlendiği ve kronolojik bir repertuvara sahip olan albüm, Klasik Türk Müziğinin geçmişten bugüne uzanan birbirinden güzel şarkılarını aynı CD’de topladı. Zaman Çiçeklerle Dile Geldi Türkiye’nin ilk tv yayınında kullanılan kamera, ilk üniversite radyosunun 70 yıl öncesinden kalan mikrofonu, ilk elektronik beyin ve daha onlarca tarihi eşya, Yunus Karma’nın çiçek tasarımlarıyla buluşarak 18 Haziran’a kadar İTÜ RSG’de sergilendi. 242 yıllık tarihiyle dünyanın en eski teknik üniversitelerinden olan İTÜ, sahip olduğu sayısız tarihi eşyayı çiçek tasarımıyla birleştirdiği benzersiz bir sergiye ev sahipliği yaptı. Sergi için İTÜ’nün fakültelerinden 1 yıl süren titiz bir çalışmayla, yaklaşık 200 eşya toplandı. Bu eşyalar arasından yapılan seçki ile 100’e yakın tarihi parça, çiçek tasarımı ile buluşturularak 14 – 18 Mayıs arası sergilendi. Sergide yer alan eşyalar arasında; Türkiye’nin ilk televizyon yayınının yapıldığı İTÜ TV’de kullanılan kamera, Türkiye’nin ilk üniversite radyosu olan ve bu yıl 70. yaşını kutlayan İTÜ Radyosu'nun ilk yayınlarında kullanılan mikrofon, İTÜ’de yapılan Türkiye’nin ilk elektronik beyni gibi tarihi bugüne taşıyan çok önemli parçalar yer aldı. Eşyalarla bütünleşen çiçek tasarımlarını ise bu alanın önemli temsilcileri arasında yer alan Tasarımcı Yunus Karma yaptı. itü vakfı dergisi 107 İTÜ'DEN HABERLER İTÜ’den Mezuniyet Mutluluğu İstanbul Teknik Üniversitesi 20142015 Akademik Yılı Mezuniyet Töreni, 8 Temmuz Çarşamba günü İTÜ Stadyumu’nda gerçekleştirildi. İTÜ’lü öğrencilerin mezuniyet mutluluğuna, akademisyenler, mezunlar ve aileleri ortak oldu. İTÜ, bu dönem 57 bölümden 2 bin 487 lisans öğrencisini mezun etmenin gururunu yaşadı. Mezunlara Ata Demirer sürprizi İTÜ Stadyumu’nda yapılan görkemli tören, saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile başladı. Törende ilk olarak mezunlara, sürpriz olarak hazırlanan film izletildi. Ata Demirer’in “Niyazi Gül” karakteriyle seslendirdiği mezuniyet filmi, büyük beğeniyle izlendi. İTÜ’nün amblemi olan arı üzerine kurgulanan video arıların doğal mühendis yapıları ve İTÜ’lü mühendisler arasındaki benzerlikleri incelikle düşünülmüş esprilerle sunarak stadı dolduranları kahkahalara boğdu. 1991 yılında İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Türk Müziği Bölümü'nü kazanan Ata Demirer hazırlanan filmin sonunda ise genç mezunlara şöyle seslendi: “Efendim bendeniz Ata Demirer… Yolu İTÜ’den geçmiş belki kendi yolunu bulmak konusunda en büyük katkıyı İTÜ’den almış bir kardeşinizim. Bir ağabeyiniz olarak bir kardeşiniz olarak diyorum ki… Eşsiz bir üniversiteden mezun oluyorsunuz. Hepinizi gönülden tebrik ediyorum. Yarın öbür gün hayata atıldığınızda, İTÜ mezunu iş arkadaşlarınız patronlarınız çalışanlarınız ola- 108 itü vakfı dergisi cak. Hatta belki müstakbel eşinizi hayat arkadaşınızı burada tanımışsınızdır. Kim bilir belki yıllar, yıllar sonra çocuklarınızı gönderirsiniz İTÜ’ye… Günün sonunda kariyerinize, hayatınıza ve kurduğunuz dostluklara dönüp baktığınızda iyi ve güzel şeylerin sebebi olarak inanın hep şunu göreceksiniz: ‘İTÜ’lü olmak’" Dünyanın en hızlı keman virtüözü sahnede İTÜ TMDK Kompozisyon bölümü öğrencisi Muhammed Yıldırır ünlü besteci Nikolay Rimsky-Korsakov’un çalınması hayli ustalık isteyen ve kemanla çalınması en zor olan Yaban Arılarının Uçuşu adlı interludunu bu kez İTÜ’lüler için çaldı. Muhammed Yıldırır, 15 Haziran’da sergilediği performansta “Flight of the Bumblebee” eserini 37 saniyede çalarak dünya rekorunun sahibi olmuş ve Guinness Rekorlar Kitabı’na girmişti. Yıldırır’ın törende sergilediği performansı İTÜ’lüler tarafından dakikalarca ayakta alkışlandı. Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca: “Yolunuz ve bahtınız açık olsun” Genç keman virtüözü Muhammed Yıldırır’ı başarısından ve performansından dolayı tebrik eden İTÜ Rektörü Karaca sonrasında mezunlara şöyle seslendi: “Sizlerle ne kadar gurur duysak azdır. Hepinizin ailesini tebrik ediyorum. İTÜ’lü olmak bir ayrıcalıktır. Teknik Üniversite sizlere bir formasyon kazandırdı. Büyük bir ihtimalle birçoğunuz aldığınız dersleri hatırlamıyorsunuz ama İTÜ’lü olmayı hatırlayacaksınız. Tüm gençlerimizle gurur duyuyoruz; yolunuz ve bahtınız açık olsun…” Kepler havalandı İTÜ öğrencileri adına bu yıl en yüksek ortalama ile mezun olan Bilgisayar Mühendisliği Bölümü mezunu David Teksen Aksun konuşma yaptı. Ardından İTÜ İnşaat Mühendisliği Mezunu Doğuş İnşaat ve Ticaret A.Ş İcra Kurulu Başkanı Burak Talu mezunlara seslendi. Sonrasında fakülteler kuruluş sırasına göre anons edildi. Sırasıyla fakülte dekanı, bölüm başkanı ve öğrencilerle birlikte sahneye davet edildi. Anı fotoğrafları çekildi. Renkli görüntülere sahne olan bölümlerin takdiminde öğrenciler, gururu ve mutluluğu birlikte yaşadı. Mezuniyet Yeminini eden öğrencilerin coşkuyla keplerini havaya atmasıyla tören sona erdi. İTÜ’lü mezunlardan önemli destek İTÜ Rektörlüğü tarafından düzenlenen mezuniyet törenine, İTÜ mezunlarından Doğuş İnşaat ve Ticaret A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Gönül Talu, Doğuş İnşaat ve Ticaret A.Ş İcra Kurulu Başkanı Burak Talu, Yenigün İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Mithat Yenigün, İGA İstanbul Yeni Havalimanı CEO’su Yusuf Akçayoğlu, İGA İstanbul Yeni Havalimanı Çevre ve Sürdürülebilirlik Direktörü Ülkü Özeren ve İGA İstanbul Yeni Havalimanı CEO Danışmanı İrfan Gündüz katkı sundu. İçerik: İTÜ Vakfı Dergisi her sayıda özel bir "Dosya 5 kıtada 60 ülkeye yayılan ihracatı ve ABD’deki üretimiyle Konusu"nun yanısıra, özgün globalleşen bir yıldız bilimsel makale, araştırma yazıları ve derlemelere; İTÜ’deki tüm disiplinler ve disiplinlerarası konularda güncel bilimsel makalelere; bilimsel ve teknolojik gelişmeler ve yeniliklerle ilgili haberlere; İTÜ öğretim Bakır İhracatında Lideriz. elemanlarının akademik başarı, yenilikçi proje ve buluş, yayın haberlerine ilişkin metin ve görsel malzeme katkılarına açıktır. Yazı Boyutu: İTÜ Vakfı Dergisi’ne gönderilecek Şirketler Topluluğumuz makaleler 4 sayfa; 1850 sözcük (15 bin karakter) sınırını aşmamalıdır. Dipnotlar ve kaynaklar bu sınırlamaya dahildir. Metin Yazım Özellikleri: Dergiye gönderilecek metin, Microsoft Word programıyla yazılmalı, yazıda 12 punto boyutu kullanılmalı, yazı karakteri olarak Times New Roman veya Arial tercih edilmelidir. Görsel Malzeme: Gönderilen yazıda kullanılacak fotoğraf, şekil, tablo vb. görsel malzemenin sayısı makaleler için 5’i, haberler için 1’i aşmamalıdır. Görsel malzeme, kesinlikle metin içine yerleştirilmemeli, ayrıca iletilmelidir. Renkli, siyah-beyaz fotoğraf görsel gönderilebilir. Görsel malzemenin dijital imaj dosyası olarak JPG, TIFF, PSD formatlarında sunulmalı ve Sarkuysan, 2014 yılında da İstanbul Maden ve Metaller İhracatçı Birlikleri tarafından verilen “İhracatın Yıldızları Ödülleri”nde “Bakır Teller ve Örme Halatlar İhracatı” kategorisinde 1. sırada yer aldı. İstanbul Teknik Üniversitesi Vakfı Yayını NİSAN - HAZİRAN 2015 www.sarkuysan.com SAYI 68 çözünürlükleri 300 DPI’dan düşük olmamalıdır. Yazar İsmi: Gönderilen makale, haber vb. metinlerde yazar ismi, unvanı ve çalıştığı kurum/görevi belirtilmelidir. Metin Başlığı: Makalelerde başlık bulunmalıdır. Dipnot: Dipnotlar sayfa altında değil, metnin sonunda yer almalıdır. Metin içinde dipnot göndermeleri yer alacaksa, sıra numarası ile belirtilmeli ve metin sonunda da aynı sıra numarası ile yazılmalıdır. Kaynaklar: Metin sonunda yer almalı ve sıra numarası verilmelidir. Metin içinde kaynaklara gönderme varsa, parantez içinde gösterilmelidir. Kaynakça yazım düzeni; yazar soyadı, adı, basım tarihi, yayın adı, çevirmen adı-soyadı, yayınevi, basım yeri şeklinde olmalıdır. Metin ve görsel malzeme elektronik ortamda e-posta ile veya CD’ye kayıtlı olarak, aşağıdaki iletişim adresimize gönderilmelidir. EĞİTİM Doç. Dr. Selçuk Şirin Prof. Dr. Emine Erktin Prof. Dr. Güngör Evren Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Prof. Dr. Lerzan Özkale Prof. Dr. Mehmet Karaca Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol Prof. Dr. Erol Kulaksızoğlu Prof. Dr. Ergün Toğrol Prof. Dr. Ahmet Fahri Özok Bülent Yalazı Zeynep Afşeören Mevlude Bakır hyazici@ituvakif.org.tr veya basin@ituvakif.org.tr Tel. 0212 291 34 75 – 230 73 71 İTÜ VAKFI'NDAN HABERLER Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi’ne “Gümüş Arı-2015” Ödülü İ TÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi, bir kez daha “Gümüş Arı” ödülünün sahibi oldu. İstanbul Teknik Üniversitesi’ne en fazla katkıda bulunan kişi ve kuruluşlara verilmekte olan Altın Arı ve Gümüş Arı Ödülleri, Üniversitemizin 241. kuruluş yıldönümü nedeniyle gerçekleştirilen Geleneksel İTÜ Günü töreninde sahiplerini buldu. İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi de, Üniversiteye yaptığı burs katkıları nedeniyle 6. Kez Gümüş Arı Ödülü’nü aldı. İTÜ Rektörlüğü, İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi’ni, Burs Projesine ve Üniversitemize yaptığı katkıları değerlendirerek 2015 yılında da “Gümüş Arı Ödülü”ne layık gördü. Komite, 2004 yılında İTÜ Vakfı ile birlikte Altın Arı, günümüze kadar farklı yıllarda aldığı ödüllerle 6. defa Gümüş Arı Ödülü’nü alarak Vakfımızı bir kez daha gururlandırdı. Ödül, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca tarafından, Komite adına kıdemli üyelerden Ayla Altay’a sunuldu. 1984 yılında üniversitemizi amaçlar doğrultusunda desteklemek üzere kurulan İTÜ Vakfı, kuruluş yılından itibaren hizmete açtığı işletmelerden sağladığı gelirlerini kesintisiz olarak İTÜ öğrencilerine burs, yurt imkanı ve üniversiteye katkı olarak sunuyor. Burs ve yurt olanaklarının dışında, İTÜ Vakfı bütçesinden ve şartlı bağışlardan her yıl İTÜ’ye önemli miktarda doğrudan katkı sağlanıyor. Aynı amaçlarla ve İTÜ Vakfı’na güç katmak üzere 1989 yılında kurulan İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi, gönüllü üyelerin çabalarıyla ve hep aynı heyecanla varlığını, etkinliklerini sürdürüyor. Dünyaca tanınan 110 itü vakfı dergisi İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi, düzenlediği bu etkinliklerden sağladığı gelir ve bağışlarla her yıl 200 civarında İTÜ öğrencisine karşılıksız eğitim bursu veriyor. solist ve grupları konuk ettiği klasik müzik konserleri, yurtiçi ve yurt dışı geziler, briç ders ve turnuvaları, yoga, resim kursları, söyleşi ve konferanslardan oluşan etkinliklerle hem Burs Fonu’na katkı, hem İTÜ camiasında sosyal yaşama katkı sağlanıyor. Yıl Sonu Toplantısında Komite'ye Yeni Başkan Seçildi Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi, Şadiye Karadoğan başkanlığında 20142015 çalışma dönemini noktaladığı Haziran ayındaki toplantısında, hem etkinliklerin genel değerlendirmesi yapıldı hem de yeni dönem Başkan ve Yönetim Kurulu üyelerini seçti. Daha önceki yıllarda iki dönem başkanlık yapmış olan İTÜ Kimya Bölümü mezunu Zeliha Dilek 2015-2016 çalışma dönemi başkanlığına seçilirken; Kamuran Aköz 2. Başkan, Sultan Sökmen Koordinatör üye, Güler Uğur Gezi Alt Komitesi Yürütücüsü, Sermin İpekoğlu Sosyal Alt Komite Yürütücüsü, Nuran Baykal Rehberlik ve Burs Alt Komite Yürütücüsü olarak görevi sürdürecek. Toplantıda, 2015 yılı Gümüş Arı Ödülü’nü almış olmanın sevincini de paylaşan Komite üyeleri, yeni çalışma dönemine Eylül ayında başlayacak. 2014-2015 Akademik Yılı Burs Bağışçıları Geleceğimizin Yapı Taşları Gençlerimize Katkı Geleceğimizin yapı taşları gençlerimizin büyük bir kısmı maddi imkansızlıklar içinde öğrenimlerini sürdürüyorlar. İTÜ Vakfı, kuruluş yılı olan 1984’ten beri gerek bütçesinden ayırdığı burs fonu, gerekse mezunlarımız, mensuplarımız ve İTÜ dostlarının verdiği desteklerle bu güne kadar on binlerce öğrencimiz için umut oldu. İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi ise, gönüllü üyelerinin yıllardır sergilediği örnek dayanışma ile, gerçekleştirmekte olduğu etkinliklerden elde ettiği gelirin tümünü burs fonuna aktarıyor. Bütün bu çabaların sonucu olarak, 2014-2015 akademik yılında da yüzlerce İTÜ öğrencisine karşılıksız burs verilerek eğitim giderlerine katkı sağlandı. Geleceğimizi şekillendirecek gençlerimiz adına yapılan küçük-büyük her katkı öğrencilerimiz için bir dayanak oluyor, üniversitemize ise güç katıyor. Nakdi ve ayni bağışlarla, "Burs" çalışmalarımıza katkıda bulunan, destek veren tüm kişi ve kuruluşlara İTÜ Vakfı olarak en içten teşekkürlerimizi sunuyoruz. İTÜ VAKFI BAĞIŞÇILARI Ülkü ARIOĞLU / ŞİRKETLER GRUBU Freysaş Freyssinet Yapı Sist. A.Ş. Yapı Merkezi Prefabrikasyon A. Ş. Subor Boru Sanayi ve Ticaret A.Ş. Yapıray Demiryolu İnş.Sist.San. ve Tic.A.Ş. 1967 İTÜ İNŞAAT FAK. MEZUNLARI BURS GRUBU Altok KURŞUN Hasan ÖZDEMİR Yıldız - Hüseyin GÖNCÜ Remzi KAYAHAN Hüseyin Ersin TAKLA Cengiz BAYRAK Ali Suat BAŞER İbrahim KAFALIER Haydar GÜRBÜZ MAKİNA FAKÜLTESİ 60 MEZUNLARI BURS GRUBU Prof. Dr. Mehmet ÇAPA Ataç SOYSAL Talha DİNİBÜTÜN Nahit KİTAPÇIOĞLU Önder HIZVER - İzmit Süt Ürünleri Şevket Sevgen YAĞLI Tuğrul ERSAVAŞ - Konsan Kontrol Cihazları Mehmet ÇAĞIL –Çağış Makine Mahmut KURTOĞLU Sema Yazar Gençlik Vakfı Recep TORUNOĞLU Standart-Mas Pompa Petek Makine Ltd.Şti. Tuğrul MUTLU Cavit ÇITAK Elif Kaya OK Süheyl AKMAN Şule Gündüz ÖĞÜDÜCÜ Fatma Sema OKTUĞ Odak Baskılı Devre San.Tic.Ltd.Şti. Gazanfer Şanlıtop Hewlett Packard Teknoloji Çözümleri Limited Sirketi Aysel – İsmail KARAS İTÜ VAKFI Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi Keskin Keser -Hatice Keser Metin ÇELİK Naci ENDEM (ENDEM İNŞAAT SAN. ve TİC. A.Ş.) Murat IMERYUZ Savaş YÜCEDAĞ Lale Tükenmez ERGENE Sevgi MERİÇLİ – Filiz MERİÇLİ Didem AKAY Doğan SELÇUL Taylan ÖNUÇAK Burçelik Bursa Çelik Döküm Sanayi A.Ş. Ruhi KAFESÇİOĞLU Suna ALTUĞ İTÜ VAKFI SOSYAL VE KÜLTÜREL HİZMETLER KOMİTESİ BAĞIŞÇILARI Ali Haydar & Gülten KAZGAN Ali Murat KIZILTAŞ Ali Rıza ERDOĞAN Baran Emir BERKİ Belkıs ERYÜKSEL Berrak ÖZCAN Betül EROZAN ve Arkadaşları Betül ESKİŞAR Cansel KOCAMAN Duygu Serim ERKMEN ELKON Elevatör Konveyör ve Emel UZCAN Emine AĞAR Emine YAĞCI Erdinç KILINÇ Ertan DOĞAN Erten ERSU Erzen ONUR Esen ATLI Filiz BİLEN Filiz SIRMACI Ford Otosan A.Ş. Gönül KARAGÖZ GROUPM Gülçin GÜVENSOY Gülsün GÜRSEL Güven ÖNAL Güzin KARACA İrem VARDAR Kamuran AKÖZ Kamuran EKENLER Kevser ARSAN Leman ŞENGİRGİN Makine San. Tic. A.Ş. Mesut GÜLFİDAN (71 Makine Mezunları) Müberra SANDIKÇI Münevver MELEKOĞLU Mustafa ALPAGUT Naci KOLOĞLU Necla BİLGE Nersin ŞATIROĞLU Nevin OSMANOĞLU Nezihe ÖZELGİN Nihal Uzcan ERATLI Nuran AKAY Nuran ÖZBİL Ömer İZGİN Rengin KUZGUN Reyyan AKSEL Sacide BİLGÜN Salim BİLGÜN Şerife ÖZKAYNAK Sevgi KARAKADIOĞLU Sevim ÜLGEN Süha ÇİLMİ Şükrü ALKAN Suna ATAK Tülin GEDİKTAŞ Ülkü KALYON Yetkinler Orman Ürünleri Yurdanur AYDOSTLU Yurdanur CANSÜ 61 İnşaat Mezunları Eşleri Kitap Telifi Bağışçıları Ali ALKUMRU Alinur BÜYÜKAKSOY Aydın EKEN Ayşe PEKER DOBİE Gökhan UZGÖREN Hüseyin İNAN (Mustafa İNAN adına) Mete TAPAN Mithat İDEMEN Reşat BAYKAL itü vakfı dergisi 111 İTÜ VAKFI'NDAN HABERLER Teşekkür 2014-2015 döneminde yaptıkları ayni bağışlarla İTÜ öğrencilerine katkıda bulunan firmalara teşekkürlerimizi sunarız. İTÜ VAKFI ADNAN ECEVİŞ EĞLEN ÖĞREN ÇOCUK YAYINLARI KOLBAŞI TİCARET AHMET ALİOĞLU ELVAN GIDA KORAY YANIK AHMET NURİ ŞİRİKÇİ EN-KA ÇELİK KORKMAZ MUTFAK ALGİDA DONDURMA EVYAP LİNA TEMİZLİK ÜRÜNLERİ ALİ GÜNERİ SAAT LTD. FARUK SELMAN LEKESİZ LITTLE CAESARS ALİ RIZA ASLAN-EMSAŞ FİLİZ DEMİRBAŞER-MİNYATÜR M.BİLAL ALKAN ARÇELİK GEKA –KALKINMA AJANSI MARKİZ PATENT ASKON GÖKMEN KIMIRTI MAVİ OFSET AZİZ AKPINAR -HEDİYELİK EŞYA GÖKŞEN PARLATAN MEDIACOM-İLKAY DÜZGÜN AZİZ GÖMLEKLERİ-AZİZ GİYİM GÜLİSTAN KAPAR MUHAMMED ÇAVUŞOĞLU BAKA KALKINMA AJANSI HACI BEKİR LOKUMLARI MÜSİAD BEKO HARLEM DIŞ TİCARET NECAT KIRAL BESSE GÖMLEK HASAN HÜSEYİN KARGIN NURETTİN ORTA BEŞİKTAŞ BELEDİYESİ HASSAS MÜHENDİSLİK SAKA SU BEYOĞLU BELEDİYESİ İBB -PARK BAHÇELER MÜDÜRLÜĞÜ SARAY PERDE BİLGİ SİSTEMLERİ SANAYİ İGİAD SARAY TUZ CAN-EM OYUNCAK SANAYİ İSTANBUL KALKINMA AJANSI SİNPAŞ HOLDİNG CENK ÇİMEN KAANLAR PEYNİR SÜT-İŞ LEVENT ŞUBESİ CEVAT ÇEHRELİ KARDELEN HAZIR GİYİM ŞEKERCİ CAFER COLGATE DİŞ FIRÇALARI KENPOOL TEKSTİL ŞİŞLİ BELEDİYESİ DOĞRUYOL TEKSTİL-DENİZLİ KERVAN GIDA TEKİN BUJİTERİ TEVFİK ERDENGİ TUFAN KAR UĞUR BUJİTERİ UMUT GOLD UZAY GIDA UNILEVER GIDA WHITE SEA XEROX YEDİRENK İLETİŞİM YETKİNLER ORMAN ÜRÜNLERİ YİBA GLASS YUSUF KOÇAK ZAFER ÖZER ARZUM EV ALETLERİ BANAT DİŞ FIRCALARI BÜYÜK ÇAMLICA PEYZAJ ÇAY –SET ELİA ART –ANTALYA ESNAN DİŞ HASTANESİ FAKİR EV ALETLERİ ŞİLE GÜMÜŞ ZİYLAN AYAKKABI 2015 Mezunu Bölüm Birincilerine İTÜ Vakfı Ödülü Briç Turnuvaları Yıl Sonu Kupası İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi’nin uzun yıllardır sürdürdüğü ve her yıl giderek daha fazla ilgi ve katılım gören Briç ders ve turnuva etkinlikleri, büyük heyecana sahne olan kupa-madalya turnuvası ile bir dönemi daha geride bıraktı. İTÜ Maçka Sosyal Tesisleri’nde her hafta Salı ve Perşembe günleri gerçekleştirilen etkinliğin, 28 Mayıs’ta düzenlenen yıl sonu turnuvasında, briç tutkunlarının yıllık ortalama puanına göre kupa ve madalya sevincini yaşadığı Yıllık Klas- 112 itü vakfı dergisi man Sıralamas’nda ilk üç dereceyi alan isimler: Salı Turnuvaları Skor Ortalaması Yasemin Suner 60,980 Betül Eskisar 60,459 Şadiye Karadoğan 58,203 Perşembe Turnuvaları Skor Ortalaması Zeynep Başaran 60,913 Yasemin Suner 60,392 Belkıs Aksu 59,472 İstanbul Teknik Üniversitesi, 2014-2015 dönemi sonunda yeni mezunlarını hayata uğurladı. İTÜ Vakfı, her yıl olduğu gibi, 2015 mezuniyet töreninde de İTÜ Fakülteleri ile İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı bölümlerinden bölüm birinciliği derecesi ile mezun olan tüm öğrencilere ödül olarak birer altın hediye etti. Ödüller, 8 Temmuz’da İTÜ Ayazağa Yerleşkesi Stadyumu’nda gerçekleştirilen mezuniyet töreninde bölümlerinden başarı ile mezun olan öğrencilere sunuldu. SEKTÖRDEN HABERLER Shell, Madeni Yağlar Pazarında 8 Yıldır Liderliğini Koruyor PETDER’in Türkiye pazarına ilişkin sektör raporuna göre Shell & Turcas Petrol A.Ş Türkiye’nin, uluslararası danışmanlık ve araştırma şirketi Kline’ın her yıl gerçekleştirdiği küresel madeni yağlar pazar araştırmasına göre de Shell dünyanın “1 numaralı Madeni Yağ Tedarikçisi” oldu. Petrol Sanayi Derneği’nin (PETDER) açıkladığı sektör raporuna göre Shell & Turcas Petrol A.Ş, 2014 yılında da Türkiye’de toplam madeni yağlar pazar lideri oldu. Aynı zamanda, uluslararası danışmanlık ve araştırma şirketi Kline’ın her yıl yaptığı küresel madeni yağ pazarına yönelik araştırmaya göre de Shell, “Dünyanın 1 Numaralı Madeni Yağ Tedarikçisi” konumunda bulunuyor. Böylece 2014 yılı Shell’in Türkiye’de ve dünyadaki pazar liderliğinin 8.yılı oldu. Hem Türkiye hem de küresel pazarda 8 yıldır devam eden liderlikle ilgili duyduğu mutluluğu vurgulayan Shell Madeni Yağlar Genel Müdürü Seyfettin Uzunçakmak, “Shell dünyada** ve Shell &Turcas Türkiye'de*, madeni yağlar pazarında 8 yıldır arka arkaya lider marka oldu. Hem dünyada hem Türkiye’de otomotiv üreticileri ve distribütörleri tarafından tercih edilen bir iş ortağı olmayı hedefliyoruz. Müşterilerimizle işbirliğimizi onların ihtiyaçlarına odaklanarak geliştireceğiz” dedi ve ekledi: “Bizim en öncelikli hedefimiz, bireysel ve kurumsal müşterilerimize en son teknoloji ile üretilmiş ürünleri sunmak ve yüksek performans almalarını sağlamak.” Türkiye’nin en beğenilen akaryakıt şirketi*** Shell & Turcas;otomotiv, inşaat, madencilik, enerji üretimi, demir-çelik ve genel imalat gibi bir dizi kullanım alanında müşterilerin ihtiyaçlarını karşılamak için çok çeşitli madeni yağ ürünlerinin satışı ve pazarlamasını gerçekleştiriyor. Shell’in madeni yağ markaları portföyü, Shell Helix ve Shell Rimula motor yağlarının yanısıra, Shell Tellus, Shell Omala, Shell Gadus, vb. endüstriyel yağlar ve greslerden oluşuyor. Shell, özellikle 2014 yılında pazara sunduğu Shell Helix Motor Yağları ile, 40 yıllık araştırma geliştirme çalışmaları sonucunda doğal gazdan motor yağı üretimini gerçekleştirerek teknolojide devrim niteliğinde bir ürüne imza attı. * PETDER 2014 Madeni Yağlar Raporu referans alınmıştır. ** Kline & Company bağımsız araştırma şirketinin 2013 yılı için hazırladığı Global Madeni Yağlar raporu referans alınmıştır. *** Shell & Turcas, aylık iş ve ekonomi dergisi Capital’in 15 yıldır gerçekleştirdiği “Türkiye’nin En Beğenilen Şirketleri Araştırması” kapsamında 2014 yılında “Akaryakıt Sektörünün En Beğenilen Şirketleri” listesinde birinci sırada yer aldı. NASA’nın kablosu SARKUYSAN’dan Sarkuysan 1972 yılında, ticari hayatımızın önemli merkezlerinden olan Kapalıçarşı'da altın ticareti yapan sarraf ve kuyumcuların öncülüğünde kuruldu. İsmi, kurucularının mesleklerini ifade eden SARraf, KUYumcu ve SANatkar kelimelerinin ilk 3 harflerinin birleştirilmesinden türetildi. Şirketin; ülkemizde tamamı halka açık çok ortaklı ilk başarılı kuruluş olarak, sanayileşme tarihimizde özel bir yeri bulunmaktadır. Gebze ve Darıca Bölgesinde sahibi olduğu 180 dönüm arazide 77.000 m2 kapalı alanda elektrolitik bakır ve mamulleri, bakır boru ve bakır lama üretimi yapan kuruluşun başlangıçta 10.000 ton/yıl olan üretim kapasitesi bugün 200.000 ton/ yılın üzerine çıkarak bir dünya ölçeğine ulaşmıştır. Ürünleri; elektroteknik, elektronik, motor, haberleşme, elektrik üretim ve dağıtımı, güneş enerjisi, ev cihazları ölçü aletleri, savunma, otomotiv, kimya, inşaat, ısıtma-havalandırma ve sıhhi tesisat sanayilerinin standart girdisi olmaktadır. Tüm faaliyetleri için TS EN ISO 9001 ve ISO/TS 16949 Kalite, ISO 14001 Çevre ve OHSAS 18001 İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetim Sistemleri belgeleri olan ve ürünlerinde "sks" markasını kullanan Sarkuysan, yurtiçinde sektörde üretim ve satışlarıyla lider olup, ürünlerinin önemli bir bölümünü de 5 kıtadaki 50'ye yakın ülkeye ihraç etmektedir. Bugün Avrupa’da üretilen binek ve ticari araçların tahminen yarısında SARKUYSAN teli kullanılmaktadır. Uzun yıllardır ABD’deki Uzay Araştırma Merkezi NASA'ya, son yıllarda da uçak sanayilerinin tedarikçi kuruluşlarına oksijensiz bakırdan üretilen tel ile nikel kaplı bakır tel verilmektedir. itü vakfı dergisi 113 SPOR Basketbol: Seçkinlik ve zarafet oyunu… Metin Tükenmez İTÜ Beden Eğitimi Bölümü Oyunlar ve basketbol sayesinde çocuklar ve gençlere bilimsel düşünmeyi sevdirebiliriz. Basketbol oynarken oyunun aralarına örneğin, bir atış sırasında, Newton’un ilk devinim yasasının (eylemsizlik yasası) uygulamaya koyulduğunu, her atışta topun parabolik bir kavsini, yani balistik füzenin uçuşuyla aynı olduğunu, çembere basan oyuncunun vücudunun kütle merkezinin, kısa bir süre dünyanın yörüngesi olduğunu öğrenmenin kime ne zararı olabilir? T ürkiye Basketbol Ligi’ni 28 yıl aradan sonra ikinci kez şampiyon olarak bitiren Karşıyaka’nın bu büyük başarısından sonra bir basketbol yazısı yazmak kaçınılmaz oldu sanki. Rakiplerinden on kat daha az bir bütçe ile ligi şampiyon tamamlayan Kaf Kaf’ın bu büyük başarısı, Lig’de beş kez şampiyonluk kazanıp son 42 yıl içerisinde bir daha şampiyon olamayan İTÜ Basketbol Takımı’na örnek olur mu acaba… Basketbolun tarihine kısa bir giriş yapacak olursak, Genç Erkekler Hıristiyan Birliği(YMLA) Eğitim Okulu’nda beden eğitimi öğretmeni James Naismith tarafından 1891’de tasarlandığını görürüz. Atlet ve beysbolculara kış antrenmanları yaptırmak amacıyla geliştirilen bu oyunda 114 itü vakfı dergisi belirlenen hedef topun tahtadan yapılmış sepetlere sokulmasıydı. İlk oynanış şeklinde yedişer kişilik iki takım arasında 20’şer dakikalık üç devre halinde oynanmıştır. Oyunun asıl amacını duvarlara asılı sepetlere top atmak oluşturduğundan, Dr. Naismith tarafından bu oyuna “sepet topu” anlamına gelen basketbol adı verilmiştir. Basketbol kısa sürede YMCA’nın duvarlarını aşarak bütün okullara, üniversitelere ve hatta semtlerde bulunan spor salonlarına değin yayılmıştır. Bu gelişme ve yaygınlaşma kulüplerin basketbol şubesi açmalarına da neden olmuştur. Türkiye’de basketbol ilk kez 1904 yılında Robert Koleji’nin spor salonunda oynanmıştır. Amerikalı öğretmenler yöne- timindeki bu basketbol karşılaşması denemeden öteye gitmemiştir. 1911 yılında Galatasaray Lisesi beden eğitimi öğretmeni Ahmet Robenson, basketbol oyun kurallarını dilimize çevirerek yönetmeliğe uygun olarak beşer kişilik takımlar arasında karşılaşma yapılması sağlanmıştır. Aynı yıllarda İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu’ndaki spor salonunun yerinde voleybol ve basketbol oynandığı bilinmektedir. Yine aynı yıllarda İTÜ’lü voleybolcular Fenerbahçe forması ile maçlar yaparken, Galatasaraylılar alınmasın diye İTÜ’lü basketbolcular da Galatasaray formasıyla maçlar oynamışlar. Beysbol ve Amerikan futbolunun kökeni Azteklere dayanıyor. Futbol avcılığın günümüzdeki uyarlaması (versiyonu) sanki. İnsanlaşma sürecini tamamlamadan önce bile oynadığımız güzel bir oyun. Hokey gibi çok eskiden bile oynadığımız oyunlar var. Ama basketbol 100 yılı aşkın bir süredir oynanmasına karşın futbol ve beysbolun yanında henüz çok yeni... Çoğunlukla Afrikalı-Amerikalı oyuncuların ellerinde sporda zekâ, kusursuzluk, cesaret, cüret, öngörü, ustalık, takımdaşlık, seçkinlik ve zarafetin en göz kamaştırıcı sentezi oldu. 1,60 metrelik Muggsy Bogues devler ormanında dans ediyor, Michael Jordan serbest atış çizgisinin ötesinde bir karanlıktan süzülerek geliyor, Larry Bird dönüp bakmaksızın kusursuz paslar veriyor, Kerim Abdül Cabbar merdivensiz göğe tırmanıyor. Basketbol futbol gibi temas esasına dayalı bir oyun değil; ince bir hüner oyunudur. Tam saha baskı, topu yakalayıp sürme, pasın kesilmesi, aniden yükselen bir forvetten gelen sayı, hepsi birlikte zekâ ve atletizmin, akıl ve vücudun uyumla kesiştiği bir çizgi oluşturuyor. Her spor dalında, oyuncular inişli çıkışlı bir çizgi izler. Basketbolda optimal canlılığı yakaladığınız durumlara “sıcak el” deniliyor. Hata yapamazsınız. Bir üst küme( play off) maçında, normalde iyi bir uzak mesafe atıcısı olmayan Michael Jordan’ın sahanın her yerinde peş peşe üçlük atışlar yapıp, sonunda kendinin bile şaşırmasını biliyoruz. Tersine, ısınamadığınız, hiçbir şeyin yerini bulmadığı zamanlar da vardır. Oyuncu havasında olduğu zaman sanki büyülü bir güçle donanmış, beceremediğinde de kötü yazgıya çatmış ya da uğursuz bir büyüye kurban gitmiş gibi görünür. Ama bu bilimsel düşünceye değil, sihre dayalı bir yaklaşımdır. Cornell Üniversitesi’nde ruhbilim profesörü olan Tom Gilovich basketbol skorundaki iniş çıkışlar üzerine bir araştırma yapar. Gilovich NBA oyuncularının yaptığı atışların olasılık kurallarının ötesinde bir başarı sergileyip sergilemediğini inceledi. Bir, iki ya da üç basketten sonra oyuncuların tekrar basket atma şansı, kaçırdıkları bir atıştan sonra sayı yapma olasılığından daha yüksek değildi. Bu çok iyi oyuncuların, yalnızca saha içi basketleri değil serbest atışları için de geçerliydi. Ünlü koç Red Auerbach, Gilovich’in 1911 yılında Galatasaray Lisesi beden eğitimi öğretmeni Ahmet Robenson, basketbol oyun kurallarını dilimize çevirerek yönetmeliğe uygun olarak beşer kişilik takımlar arasında karşılaşma yapılması sağlanmıştır. Aynı yıllarda İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu’ndaki spor salonunun yerinde voleybol ve basketbol oynandığı bilinmektedir. Basketbol sporunun ve Amerikan Futbolu kaskının mucidi James Naismith. çalışmasını duyduğunda yanıtı şöyle oldu: “Kim bu adam? Çalışma yapmış öyle mi? Külahıma anlatsın.” Acaba bu durum, oyuncuları, olasılık yasalarıyla oynatılan kuklalara mı dönüştürüyor? Elbette ki hayır… Ortalama atış yüzdeleri, kişisel becerilerinin gerçek bir yansımasıdır. Bilimsel veriler yerine Tanrıların sıcak elli oyuncuları kutsamış, soğuk elli olanı ise lanetlemiş olduğunu düşünmek hem çok kolay hem de daha eğlenceli kuşkusuz. Peki, öyleyse sorun nedir? Biraz gizemcilikten ne çıkar? Sıkıcı sayılamalı (istatiksel) analizlerden çok daha sevimli bu. Doğru, biraz gizemciliğin basketbolda, sporda bir zararı yoktur. Ama düşünme yöntemimizde alışkanlık haline gelirse, sevdiğimiz çoğu oyunda başımızı derde sokar. Çünkü oyunlar ve basketbol sayesinde çocuklar ve gençlere bilimsel düşünmeyi sevdirebiliriz. Basketbol oynarken oyunun aralarına örneğin, bir atış sırasında, Newton’un ilk devinim yasasının (eylemsizlik yasası) uygulamaya koyulduğunu, her atışta topun parabolik bir kavsini, yani balistik füzenin uçuşuyla aynı olduğunu, çembere basan oyuncunun vücudunun kütle merkezinin, kısa bir süre dünyanın yörüngesi olduğunu öğrenmenin kime ne zararı olabilir? Topu çembere sokabilmek için kesinlikle doğru hızda yükselmeniz gerekir; yüzde birlik bir hata yaparsanız, kütle çekimi sizi zora sokar. itü vakfı dergisi 115 SPOR Basketbol 100 yılı aşkın bir süredir oynanmasına karşın futbol ve beysbolun yanında henüz çok yeni... Çoğunlukla Afrikalı-Amerikalı oyuncuların ellerinde sporda zekâ, kusursuzluk, cesaret, cüret, öngörü, ustalık, takımdaşlık, seçkinlik ve zarafetin en göz kamaştırıcı sentezi oldu. Öyleyse, derslerde, antrenmanlarda, gazete veya televizyonlarda neden spor aracılığıyla bilimi sevdirme çabası içine girmiyoruz? Televizyonda maç anlatan spikerler “top su birikintisine çarpıp hız kazandı” diyerek bilimsel bir yanılgının içine düştükleri halde doğrusunu öğrenmiyorlar. Oysa top suya çarptıktan sonra başlangıçtaki hızına ulaşır. Örneğin, Isaac Newton’un 1672’de yazdığı “Işığın Doğası Konusunda Tartışma” başlıklı makalesinde sözünü ettiği ışığın prizmadan geçişi sırasındaki değişimini sporla örtüştürebiliriz. Şöyle der Nevton: “Işınların prizmadan geçtikten sonra, eğrisel çizgiler boyunca hareket edip etmediklerini ve eğriliklerinin çok ya da az olmasına göre duvarların farklı bölgelerine yönelip yönelmediklerini merak ettim. Eğer bir raketle vurulan bir tenis topunun da böyle bir eğri çizdiğini sık sık gördüğümü anımsayınca kuşkum daha da arttı. Çünkü raketin vuruşu ona hem dairesel hem de ileriye doğru hareket verir; topun çevresindeki hava hareketin verildiği tarafta, öteki tarafa göre daha şiddetli itilir ve sıkıştırılır (topspin vuruş M.T.); orada oluşan hava direnci ve tepkisi de o oranda artar. Aynı nedenle, eğer ışık ışınları da küresel cisimlerse ve bir ortamdan başka bir ortama eğik olarak geçmeleri onlara dairesel bir hareket veriyorsa, hareketin alındığı tarafta, çevresindeki esirin daha büyük direncine maruz kalacaklar ve sürekli öbür tarafa doğru eğileceklerdir.” Bilimi sevmeden, bilimin hayatımızın her alanında var olduğunun farkında olmadan, oynarken bile tüm hareketlerimizin bilimsel yasalara dayalı olduğunu algılayamadan daha yaşanılabilir bir hayatın koşullarını nasıl sağlayabiliriz? Toplumun çok önemli kesimine ulaşabilen antrenörler, koçlar, beden eğitimi öğretmenleri böylesi bir görevin öncüleri olamazlar mı? 116 itü vakfı dergisi İTÜ Hornest Şampiyonluk Gururu Korumalı Futbol Süper Liginde üst üste 2. Türkiye Şampiyonluğunu alan Amerikan Futbol Takımımız İTÜ Hornest, kupasıyla birlikte Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca’yı ziyaret etti. Takımla birlikte şampiyonluk mutluluğunu tazeleyen Rektör Karaca, İTÜ’ye yaşattıkları gurur için öğrencilerimize teşekkür etti. Çalışmalarından ve zorlu geçen lig mücadelelerinden bahseden öğrencilerimiz, başarıya giden süreci ve hedeflerini Rektöre anlattı. Çok yönlü olmanın önemine değinen ve bunu başaran öğrencileri görmekten mutluluk duyduğunu söyleyen Rektörümüz ise sanatla ya da sporla uğraşmanın aslında akademik başarıyı da desteklediğini vurguladı. Amerikan Futbolunun stratejik bir spor dalı olması nedeniyle ayrıca önemli olduğunu belirten Rektör Karaca, yakından takip ettiği bu spor dalına ilişkin öğrencilerimizle sohbet etti. Kürekte 3. Kez Türkiye Şampiyonluğu Bu yıl 4.’sü düzenlenen “Üniçek Üniversiteler Arası Kano, Kürek ve Dragon Bot Türkiye Şampiyonası”nda, kupanın adresi yine değişmedi. İTÜ Kano ve Kürek Takımları, “Dragon Boat Erkekler” ve “Dragon Boat Karma” kategorilerinde Türkiye Şampiyonu oldu. Öğrencilerimiz, şampiyonluk kupasını üst üste 3. kez İTÜ’ye getirdi. Bayan Voleybol Takımımız Lig 2.’si 2014 yılında kurulan İTÜ Bayan Voleybol Takımı, ilk sezonunda şampiyonluk maçına çıkarak ligi 2.’lik kupası ile tamamladı. 2.’lik kupası, İTÜ Bayan Voleybol Takımı’nın oldu. Türkiye Voleybol Federasyonu İstanbul Büyük Bayanlar Liginde 14 takımın mücadele ettiği sezonun final maçı, İTÜ Spor Kulübü Bayan Voleybol Takımı ile M.E. Marmara Akademi arasında 20 Haziran Cumartesi günü Üsküdar TVF 50. Yıl Spor Salonunda oynandı. M.E Marmara Akademi takımı ile ligin ilk yarısındaki karşılaşmasından 3-2'lik bir skorla galip ayrılan İTÜ Bayan Voleybol Takımı, ikinci karşılaşmayı şampiyonluk maçı için yaptı. Sporcularımız 3 set boyunca rakip takım karşısında temposu yüksek bir mücadele sergiledi. 1.set (2519), 2.set (25-19), 3.set (30-28) sona erdi. Final maçının ardından 2.’lik kupasını kaldıran takımımızı kutluyor, başarıya emeği geçen sporcularımızı ve teknik ekibimizi kutluyoruz. Muaythaide Türkiye Şampiyonluğu İTÜ’den Üniversite Sporları Federasyonu ve Türkiye Muaythai Federasyonu tarafından Marmaris’te düzenlenen “Türkiye Üniversiteler Arası Muaythai Şampiyonası”nda İTÜ Türkiye 1.’liği ve Türkiye 3.’lüğü aldı. 65 üniversiteden 567 sporcunun katılımıyla 6.’sı gerçekleştirilen turnuvada, üniversitemizi İTÜ Ring ve Minder Mücadele Sporları (İTU Dragons) Kulübü temsil etti. Yetişkinler bayan kategorisinde Ayten Betül Kahya Türkiye Şampiyonu, Vesile Sukas ise Türkiye 3.’sü oldu. Sporcu Öğrencimiz Ayten Betül Kahya, nisan ayında düzenlenen “Türkiye Muaythai Şampiyonasında” ise Türkiye 2.’liği elde etmişti. Kahya, İTÜ’yü “Dünya Üniversiteler Arası Muaythai Şampiyonası”nda temsil etmeye hazırlanıyor. itü vakfı dergisi 117 YAYINLAR İTÜ VAKFI YAYINLARI Gemi İnşaatı ve Deniz Teknolojisi Mühendisliği Tarihi - 2015 Reşat Baykal 40 TL Matematik 1 Teoremler, İspatlar, Problemler - 2008 Mehmet Ali Karaca 25 TL Otomatik Konteyner Terminalleri ve Terminal Yönetim Bilgi Sistemleri - 2015 Yavuz Keçeli Volkan Aydoğdu 18 TL Kompleks Değişkenli Fonksiyonlar Teorisi - 2008 Mithat İdemen 15 TL Cisimlerin Mukavemeti Yenilenmiş 9. Baskı - 2015 Mustafa İnan 35 TL Elektromagnetik Alan Teorisinin Temelleri - 2006 Mithat İdemen 11 TL Lineer Sınır-Değer Problemleri ve Özel Fonksiyonlar - 2015 Mithat İdemen 25 TL Uçuşun Yüzüncü Yılında Modern Aerodinamiğin Temelleri - 2006 Ülgen Gülçat 17 TL Enstrüman Yapım Eğitiminde Oransal Ölçeklendirme - 2015 Eren Özek 15 TL Writing Research Papers 2.baskı, 2006 Editörler: Dilek Vidana Tavaşoğlu, Süeda Albayrak, Suzan Arıman 15 TL İstanbul İçin Öngörüler - Taarla İTÜ Mimari Tasarım Araştırma Laboratuvarı Çalışmaları - 2014 Editörler: Ayşe Şentürer Nurbin Paker - Özlem Berber Aslıhan Şenel 25 TL Muallim İsmail Hakkı Bey ve Musiki Tekamül Dersleri 2006 Nermin Kaygusuz 10 TL Teknik İngilizce 2014. 5. Baskı Pamela Edis 15 TL Planlamada Sayısal Yöntemler - 2005 Vedia Dökmeci 10 TL Theory and Practice of Ship Handling - 2014 Kinzo Inoue 50 TL Yazıları ve Rölöveleriyle Sedat Çetintaş - 2004 Editör: Ayla Ödekan Müzikoloji ve Kaynakları 2014 2. Baskı Yrd. Doç. Dr. Recep USLU 17 TL Mimarlıkta Değerlendirme 2004 Mete Tapan 10 TL ORFF Yaklaşımı, Elementer Müzik ve Hareket Eğitimine Giriş - 2014 Atilla Coşkun Toksoy 15 TL Mimarlıkta Estetik Değerlendirme - 2014 Mete Tapan 10 TL Ebrunun Mermer Yüzü - 2014 Hikmet Barutçugil 150 TL İTÜ Tarihçesi Kazım Çeçen 10 TL İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz 2. baskı, 2013 İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz 2. baskı, 2013 150 TL Analiz Dersleri - 1993 Ratıp Berker 10 TL Ord. Prof. Ata Nutku-Türk Gemi İnşaatı Endüstrisi ve Mühendislik Eğitiminin Önderi - 1.baskı, 2013 Aydın Eken 50 TL Gemi Formunun Hidrodinamik Dizaynı Kemal Kafalı 10 TL Matematik I Çözümlü Problemleri - 7. Baskı, 2013 Ayşe Peker Dobie 22 TL İstanbul Boğazı Güneyi ve Haliç’İn Geçe Kuvaterner Dip Tortulları Engin Meriç 10 TL Essentials Of Research Paper Writing - 2.baskı, 2013 Editörler: Dilek Vidana Tavaşoğlu, Süeda Albayrak, Suzan Arıman 17 TL Diferansiyel Denklemler 2010 Faruk Güngör 25 TL Dalga Kırınımında Analitik Yöntemler Cilt:I-II - 2011 Alinur Büyükaksoy, Gökhan Uzgören, Ali Alkumru 25 TL Elektromagnetik Alan Teorisi Çözümlü Problemleri Cilt:I-II - 2009 Gökhan Uzgören, Alinur Büyükaksoy, Ali Alkumru 35TL Lineer Cebir Çözümlü Problemleri - 2009 Mehmet Ali Karaca 15 TL 118 itü vakfı dergisi 150 TL Satış Noktaları: İTÜ Vakfı (İTÜ Maçka Yerleşkesi) www.1773itu.com (on-line) Seçkin Yayıncılık Çantaylar Kitabevi (İTÜ Ayazağa Yerleşkesi) PAN Yayıncılık YEM Kitapevi Pandora EDGE Akademi (Ankara) Ayrıntılı bilgi için: www.ituyayinlari.com.tr Sipariş: info@ituvakif.org.tr İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz Editör: Prof. Dr. Mehmet Karaca 2. Baskı Matematik I Teoremler, İspatlar, Problemler Y. Doç. Dr. Mehmet Ali Karaca 2. Baskı esi Fen ve Mühendislik atik 1 dersinin notlarndan ölçüde gerekli olan teorik zora sralanmş çözümlü ar kapsayacak biçimde ümlerinin birinci snfnda umarm. MATEMAT‹K I ÇÖZÜMLÜ PROBLEMLER‹ / Ayşe Peker Dobie Teknik Üniversitesi Fennde tamamlayan Ayşe . Doç. Dr. olarak görev Yazıları ve Rölöveleriyle Sedat Çetintaş Prof. Dr. Ayla Ödekan Essentials of Research Paper Writing Dilek Vidana Tavaşoğlu Suzan Arıman Süeda Albayrak - 2. Baskı Ord. Prof. Ata Nutku Türk Gemi İnşaatı Endüstrisi ve Mühendislik Eğitiminin Önderi Y. Müh. Aydın Eken Theory and Practice of Ship Handing Kinzo Inoue Elektromagnetik Alan Teorisinin Temelleri Prof. Dr. Mithat İdemen 3. Baskı Mimarlıkta Değerlendirme Prof. Dr. Mete Tapan Cisimlerin Mukavemeti Prof. Dr. Mustafa İnan Yenilenmiş 9. Baskı Lineer Sınır-Değer Problemleri ve Özel Fonksiyonlar Prof. Dr. Mithat İdemen MATEMAT‹K I ÇÖZÜMLÜ PROBLEMLER‹ 7. BASKI Ayşe Peker Dobie limit ve süreklilik türev ve uygulamalar integral ve uygulamalar integrasyon teknikleri 9 789757 463115 Matematik I Çözümlü Problemleri Y.Doç.Dr. Ayşe Peker Dobie 7. Baskı Teknik İngilizce Pamela Edis 5. Baskı Muallim İsmail Hakkı Bey ve Musiki Tekâmül Dersleri Prof. Nermin Kaygusuz Planlamada Sayısal Yöntemler Prof. Dr. Vedia Dökmeci Diferansiyel Denklemler Prof. Dr. Faruk Güngör 4. Baskı itü vakfı dergisi 119 YAYINLAR Satış Noktaları: İTÜ Vakfı (İTÜ Maçka Yerleşkesi) www.1773itu.com (on-line) Seçkin Yayıncılık Çantaylar Kitabevi (İTÜ Ayazağa Yerleşkesi) PAN Yayıncılık YEM Kitapevi Pandora EDGE Akademi (Ankara) Ayrıntılı bilgi için: www.ituyayinlari.com.tr Sipariş: info@ituvakif.org.tr Gemi İnşaatı ve Deniz Teknolojisi Mühendisliği Tarihi - 2015 Prof. Dr. Reşat Baykal Otomatik Konteyner Terminalleri ve Terminal Yönetim Bilgi Sistemleri - 2015 Doç. Dr. Yavuz Keçeli Doç. Dr. Volkan Aydoğdu ORFF Yaklaşımı, Elementer Müzik ve Hareket Eğitimine Giriş - 2014 Yrd. Doç. Dr. Atilla Coşkun Toksoy Ebrunun Mermer Yüzü 2014 Hikmet Barutçugil Kompleks Değişkenli Fonksiyonlar Teorisi - 2008 Prof. Dr. Mithat İdemen Uçuşun Yüzüncü Yılında Modern Aerodinamiğin Temelleri - 2006 Prof. Dr. Ülgen Gülçat 120 itü vakfı dergisi Enstrüman Yapım Eğitiminde Oransal Ölçeklendirme - 2015 Yrd. Doç. Dr. Eren Özek İstanbul İçin Öngörüler - Taarla İTÜ Mimari Tasarım Araştırma Laboratuvarı Çalışmaları - 2014 Editörler: Prof. Dr. Ayşe Şentürer, Doç. Dr. Nurbin Paker, Araş. Gör. Özlem Berber Yrd. Doç. Dr. Aslıhan Şenel Müzikoloji ve Kaynakları 2014 2. Baskı Yrd. Doç. Dr. Recep USLU Dalga Kırınımında Analitik Yöntemler Cilt:I-II - 2011 Prof. Dr. Alinur Büyükaksoy Prof. Dr. Gökhan Uzgören Prof. Dr. Ali Alkumru Elektromagnetik Alan Teorisi Çözümlü Problemleri Cilt: I-II - 2009 Prof. Dr. Gökhan Uzgören Prof. Dr. Alinur Büyükaksoy Prof. Dr. Ali Alkumru Lineer Cebir Çözümlü Problemleri - 2009 Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ali Karaca Writing Research Papers 2.baskı, 2006 Editörler: Dilek Vidana Tavaşoğlu, Süeda Albayrak, Suzan Arıman Mimarlıkta Estetik Değerlendirme - 2014 Prof. Dr. Mete Tapan Analiz Dersleri - 1993 Ord. Prof. Dr. Ratıp Berker Hazırlayan : Süleyman Kolata atalok55@hotmail.com Briç Turnuvaları 9. Merhaba sevgili briçseverler, Temmuz ayı içerisinde gerçekleşen briç aktivitelerinden bahsetmek istiyorum sizlere öncelikle. Briç sporunun gelişmesi için gençlerimizin önemi çok büyük. Briçi onlara sevdirmek, briçin bir kumar değil aksine çok faydalı bir beyin sporu olduğunu herkesin anlamasını sağlamak için 29 Haziran - 5 Temmuz 2015 tarihleri arasında, Bozyazı ( Anamur )’da, aynı zamanda İTÜ Vakfı Briç Topluluğu’nun da eğitmeni olan milli briç sporcumuz Süleyman Kolata önderliğinde U16 (16 yaş altı) Briç yaz kampı gerçekleşmiştir. Yaz kampında, 30 civarında 16 yaş altı çocuğumuz briç hakkında bilgi edinmiş, hatta masada oynayabilir seviyeye gelmişlerdir. Umuyoruz ki hayatlarının geri kalanında bu güzel oyuna devam ederler, başarılarıyla bizleri gururlandırırlar. Avrupa Briç Federasyonu’nun iki yılda bir düzenlediği Avrupa Açık Briç Şampiyonları’nın yedincisi bu sene Norveç ‘ in Tromso şehrinde 27 Haziran – 11 Temmuz 2015 tarihlerinde düzenlendi. Turnuva kategorileri şöyle idi: Mix Takımlar, Mix İkili, Açık Takımlar, Bayan Takımlar, Açık İkili, Bayan İkili. Ülkemizden de bir çok sporcumuz bu önemli turnuvaya katıldı. Kategorilerdeki dereceler ve ülkemiz oyuncularından bazılarının aldığı sonuçlar: Mix Takımlar : 1. White House 2. A J Diamonds 3. Zimmerman – Full House Mix İkili : 1. CRONIER Philippe - WILLARD Sylvie (Fransa) 2. HELGEMO Geir - LANGELAND Aase (Norveç) 3. GROMOV Andrey - GROMOVA Victoria (Rusya) KIZILOK Ömer - KÜTÜK Başak (Türkiye) Açık Takımlar : 1. TEAM ORANGE WHITE (Hollanda) 2. BLUND (Norveç) Açık İkili : 1. BESSIS Thomas VOLCKER Frederic (Fransa) 2. MORATH Anders EFRAIMSSON Bengt-Erik (İsveç) 3. WILLENKEN Chris BILDE Dennis (Amerika – Danimarka) 11. KOLATA Süleyman – KANDEMİR İsmail (Türkiye) Gönül isterdi ki ülkemiz sporcuları kupa- madalya ile dönsünler, fakat bu zor şampiyonada aldıkları dereceler hiç küçümsenecek cinsten değil. Kendilerini kutlar başarılarının devamını dileriz. Tromso’ daki şampiyona 25. Avrupa Genç Takım Şampiyonaları adı altında 18-25 Temmuz 2015 Tarihleri arasında devam ediyor. 26 Yaş altı gençlerin katılabildiği bu turnuva, ülke federasyonlarının seçtiği genç milli takım seviyesinde gerçekleşiyor. Ülkemizi temsil edecek genç sporcu kadromuz ise şöyle : Fatih Aydın, Ataman Aydoğdu, Yusuf Berkay Kapusuz, Can Korkmaz, Can Erdem Tükenmez, Deniz Ünalan. Sporcularımıza başarılar diler, güzel sonuçlarla dönmelerini temenni ederiz. Tromso’da yapılan şampiyona için detayları görmek/takip etmek isteyenler EBL’in internet sitesinden her türlü bilgiye ulaşabilirler. http://www.eurobridge.org/ itü vakfı dergisi 123 Elimiz Norveç’in Tromsö kendinde düzenlenen Avrupa Açık Şampiyona’sından Açık ikili turnuvada 11. olan ekibimiz Süleyman Kolata - İsmail Kandemir çiftinden Yarı final 1. Seans 5 Numaralı Bord Dağıtan: Kuzey A74 2 R97 Final etabından bir el: ARD1082 K R QV74 B ----- Yerden sağlam treflsini çeken Kolata eğer rakip çakmazsa elinden körü defos edecek ve 1 pik vererek kontratını yapacak, eğer rakip büyük çakarsa kör kaybını atacak, eğer rakip küçük çakarsa 10 lu ile üstüne çakıp son körünü yere çakarak son kaybından kurtulacaktı. Bu deklerasyon ve oyun planı Kolata-Kandemir çiftine çok iyi bir skor getirmişti. D962 ----- D R85 AV108 65432 V965 3 1 Numaralı Bord Dağıtan: Kuzey 10986543 106 G V10853 - A10963 RV76 D AV 74 V7 KANDEMİR KOLATA Batı KuzeyDoğu Güney - 1TREFLPAS 1PİK DBL(1) 3KÖR(2)PAS 4PİK PAS PASPAS PAS Kör atağını as ile alan Kolata, as ve rua trefli çekmek üzere yere geçti. Doğu oynanan 2. trefliye çakıp yerde ki ruaya doğru bir karo oynadı.Batı Karoyu as ile alıp bir karo daha oynadı eli yere verdi. Karo ruaya 1 kör atan Kolata yerden dam trefliyi çekti rakip kör atınca Kolata’da elden bir kör atttı. Şimdi rakibin 1 kör daha atmasına müsade etmeyen Kolata yerden karo oynayıp çaktı, elden küçük bir kör daha oynayıp yerden çakıp, bir trefli daha çakarak ele geldi ve trefleri sağladı. Pik asıyla batıda ki tek kozu bitirerek yere geçen Kolata şu duruma ulaşmıştı: K B ----- RD72 ----- D R942 ARD A8763 10 AD984 G 985432 DV105 532 KANDEMİR KOLATA Batı KuzeyDoğu Güney - 3PİK(1)3NT PAS 6NT PASPAS PAS 7 108 K D B ----- ----- D 6 V - G V10 10 - 124 itü vakfı dergisi D9 - - Salonun büyük çoğunluğu 6 sanzatu kontratına karo damını atak etmişti. Dam karo atağına defans 1 karo onörü ezdirdiği için oynayan taraf oyunu karo üzerine kurup bir karo vererek 12 löveye ulaşabiliyordu. Ancak Kolata kör 9 lusunu atak edince fire vermemiş oldu. Rakip karo as çekip dağılımı görünce oyun planını trefl empaslarına bağlamak zorunda kaldı ve hem rua hem de vale trefl empas dışında olduğu için 6 sanzatu kontratına 1 battı. Bu firesiz atak rakibe 6 sanzatu kontratını imkansız hale getirmiş ve Kolata-Kandemir çiftine iyi bir skor kazandırmıştı.