Bir pozitivizm eleştirisi
Transkript
Bir pozitivizm eleştirisi
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Bu kitap Derin DüĢünce sitesinin okurlarına armağanıdır. www.derindusunce.org www.derindusunce.org Fikir Platformu 2 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Sunuş İnsan düşüncesi, inancı, iyi-kötüyü ayırma çabası “din-felsefe” etiketiyle bir kavanoza konup rafa kaldırıldığında geriye bir hayvan kalıyor. Oysa küçücük bir çocuk bile nereden geldiğini, öldükten sonra nereye gideceğini, hayatın amacını ve onu nasıl yaşaması gerektiğini sorgular konuşmaya başladığı andan itibaren. Bu sorulara yanıt bulabildiği ölçüde yaşamayı ve ölmeyi öğrenir insan. Ama bu kaygılara sırt çeviren bir toplumun çocukları bir zaman sonra soru sormayı unutuyorlar. Kendilerine “hazır giyim” gibi sunulan hazır düşünceleri daha doğrusu sloganları kaydediyorlar. Düşünmeyi unuturken vicdanlarının sesini bastırmayı öğreniyor pozitivist toplumların çocukları. Vicdanlara takılan susturucu kâh hedonizm oluyor kâh ulusalcılık. Hatta birçok kez dinsel dogmalar şeklinde ortaya çıkıyor bu uyuşturucular. Eninde sonunda varılan yer ise kayıtsızlık. Vicdanen yerinde sayan insanlık teknolojik bakımdan ilerlemeye devam ediyor. Zevk için tüketerek çevreyi daha çok kirletmenin, daha öldürücü silahlar yapmanın yollarını buluyor. Ve tabi bütün bunlara tahammül edebilmek için her geçen gün yenileri icad edilen propaganda mekanizmaları... İnsanlara mutluluğu, yeryüzünde cenneti vaad eden nice ideolojiler, siyasî projeler var: Sosyalizm, kapitalizm, liberalizm hatta islamizm. Birbiriyle rekabet halinde olmalarına rağmen hepsinin pozitivist damardan beslenmesi ne kadar çarpıcı. İnsanlığın kendi sorunlarına çözüm üretme kapasitesinin bu denli felce uğramış olması belki de bir felsefe krizinin sonucu. Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının günlük yaşamdan kesitler alarak modern dünyaya, akıla, bilime, topluma ve vicdana bakışını yansıtan yazılardan oluşuyor. Makaleler halen yoruma açık. Eski yorumcuların katkılarını siteden okuyabileceğiniz gibi yorum yazarak tartışmaları geliştirebilirsiniz. www.derindusunce.org Fikir Platformu 3 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi HATIRLATMA : 1° Kitabın içeriğini, makul bir oranda alıntı yaparak ve içeriğin geri kalanına bağlantı vererek kullanabilirsiniz. Ġzin almadan, bir bütün olarak yazıların alınıp kopyalanarak baĢka sitelerde yayınlanması, kaynak gösterilse dahi telif haklarının ihlali sayılır. 2° Bu kitapta savunulan fikirler yazarlara aittir. www.derindusunce.org Fikir Platformu 4 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi İçindekiler Sunuş ............................................................................................... 3 İçindekiler.......................................................................................... 5 Neden pozitivizm eleştirisi? (Mehmet Yılmaz) ......................................... 6 Pornografi Nasıl Sanat Oldu? (Sever Işık)............................................... 9 Estetik Beden Terörü (Sever Işık) ........................................................ 12 Evrimcilerin iç hastalıkları (Mehmet Yılmaz)........................................... 14 Vicdan Ne Yana Düşer Usta, Medeniyet Ne Yana? (Özlem Yağız ) ............. 26 Otomobil, İktidar ve Cinsiyet (Sever Işık) ............................................. 30 Dini bu işe bulaştırma, din ayrı dünya ayrıdır! ( İhsan Eliaçık) ................. 33 Çifte Cinayet: Tanrı‟nın Ölümünden İnsanın Ölümüne (Sever Işık) ........... 39 İnsan ve İşkence (T.Suat Demren)....................................................... 43 Modernist yanılgı ve liberalizm (Rasim Ozan Kütahyalı)........................... 47 Evrim Teorisi Okullarda Öğretilmeli mi? (Mehmet Yılmaz)........................ 50 Aydınlanmanın Şantajı ve Foucault (Sever Işık) ..................................... 54 Çocukların cinsel istismarı (Mehmet Yılmaz) .......................................... 58 Evrime iman ve dinler arası diyalog (Mehmet Yılmaz) ............................. 61 Dini Siyasete Karıştırmanın Faydaları (Mustafa Akyol) ............................ 65 Materyalizm de Bir Dogmadır (Mustafa Akyol) ....................................... 67 Bize „din‟den bahset (İhsan Eliaçık) ...................................................... 69 www.derindusunce.org Fikir Platformu 5 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Neden pozitivizm eleştirisi? (Mehmet Yılmaz) AteĢi keĢfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı” karĢılaĢtırdığımızda hiç yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komĢusunun yiyeceğini çalmak için baĢına taĢla vuran neandertal insanı ile 2003 yılında Irak‟ın petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus aynı uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü. Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluĢlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaĢtırdı. Bugün karĢımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak çıkan ahlâkî-felsefî bir duruĢ var. Bu duruĢ içimize, eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden iĢlemiĢ ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor. Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barıĢ getireceğinden Ģüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor. Pozitivizm nedir? Bilimcilik ve deneycilik gibi fikir akımlarına temel teĢkil eden pozitivizm sadece 5 duyuya hitab eden, fiziksel, maddi dünyanın gerçeklerini TEK GERÇEK kabul eden bir dünya görüĢüdür. Dinsel kavramları, teolojiyi ve metafiziği reddeder. www.derindusunce.org Fikir Platformu 6 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Bilimsel bir çalıĢmayı 5 duyu ile sınırlamak, ölçülebilir sonuçlar aramak pozitif bilimler için elbette kaçınılmazdır. Ama bilimsellikten bilimciliğe geçiş, bilimi ve teknolojiyi ahlâkî bir rehber, bir mürşid mertebesinde görmek baĢka bir Ģeydir. Bu akımın kurucusu kabul edilen Auguste Comte‟un deyimiyle “zihni pozitifleĢen insanlık olgunlaĢtıkça NEDEN? diye sormayı bırakacak, sadece NASIL? sorusuna yanıt arayacaktır”. Auguste Comte iĢi bir “genel insanlık dini” kurmaya kadar götürdü. Bir pozitivist kilise kurulması, Auguste Comte‟un da baĢ rahiplik yapması söz konusu oldu. Comte özel ritüeller ve dogmalar geliĢtirdi bu yeni din için. Halen Paris‟te, Brezilya ve Arjantin‟de faaliyet gösteren pozitivist kiliseler olduğu biliniyor. Türkiye‟deki Kemalizm mezhebini de katarsak üç kıtaya yayılmıĢ, oldukça renkli bir yelpaze çıkıyor karĢımıza. Gerçekte Auguste Comte‟tan önce ve sonra birçok düĢünür kısmen de olsa bu dünya görüĢüne katkıda bulundular. Bunların arasında Demokritos, Epikuros, John Locke, David Hume, Thomas Hobbes, George Berkeley, Francis Bacon, John Stuart Mill, Émile Zola, Emile Hennequin, Wilhelm Scherer, and Dimitri Pisarev, Wilhelm Scherer,Stephen Hawking gibi değerli isimler sayılabilir. Bu düşünürleri toptan din düşmanı ya da bilimcilikle körleşmiş ilân etmek Auguste Comte‟un düştüğü fanatiklik çukuruna atlamak olur. Her düĢünür yaĢamının değiĢik dönemlerinde farklı hayat görüĢlerine sahip olmuĢtur. Ġçlerinde yaĢadıkları toplumun, savaĢların, hakim felsefî görüĢlerin, inançların etkisinde (veya onlara tepki olarak) yeni yeni fikirler üretmiĢlerdir. Sözgelimi John Locke‟nin din-devlet-vicdan iliĢkisi üzerine yazdıkları Kemalizm ile taban tabana zıttır. Oysa Kemalizm mezhebi mensupları alaturka bir pozitivist projeyi hayata geçirmeyi amaçlamaktadır. Yine yukarıda adını andığımız David Hume bir ampirist olmakla beraber sebepsonuç ve tümevarım metodu üzerine yazdıklarıyla pozitivizm cephesinde öyle derin yaralar açmıĢtır ki bugüne kadar o yaraların kapatılması mümkün olmamıĢtır. Pozitivizm karşıtı görüşler ve düşünürler Ne insanlık tarihi ne de felsefe tarihi düz bir çizgi değil elbette. Bu bağlamda pozitivizmi ve anti-pozitivist fikirleri birbiri ardına ortaya çıkmıĢ birer etkitepki gibi görmek büyük hata olur. Pozitivizmin belki de çekirdeğini oluĢturan insan aklının, bilgisinin ve bilimin yüceltilmesine düĢünürler hemen her çağda karĢı çıkmıĢlar, güçlü argümanlarla dolu eserler yazmıĢlardır. www.derindusunce.org Fikir Platformu 7 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Meselâ Immanuel Kant (1724-1804) Saf Aklın EleĢtirisi adlı anıtsal eserinde bir yandan metafizik spekülasyonları diğer yandan da akla tapan ampirik argümanları adeta yerle bir eder. Gazali (1058-1111) “pozitivist” kelimesi doğmadan asırlar önce Yunan filozoflarını incelediği Felsefenin Amacı (Makasıd ül Felasife) adlı kitabında insan aklının sınırlarından bahseder. Yukarıda andığımız David Hume (1711-1776) gibi tümevarım yöntemine Ģüpheyle bakar ve tıpkı onun gibi sebep-sonuç zincirlerinin mutlak olmayışının altını çizer. Pozitivizmin, akıla ve bilime tapmanın insanlığa getirebileceği felaketleri dünya savaĢlarını bizzat yaĢayarak gören Hannah Arendt (1906-1975) ise Ġnsanlık Durumu (1958) adlı eserinde 20ci yüzyılın acılarını çok güzel analiz etmiĢtir. Arendt gibi pozitivizmi 20ci yüzyılın tecrübesiyle eleĢtiren çok sayıdaki düĢünür arasında unutulmaması gereken bir baĢka isim ise elbette Erich Fromm‟dur (1900-1980). Sonuç Pozitivizmi şeytanlaştırmak, adeta bir dış düşman haline getirmek niyetinde değiliz. ġayet insanlık Ģu anda içinde bulunduğu lağım çukuruna nasıl düĢtüğünü anlamadan dıĢarı çıkacak olursa çok kısa bir zaman içinde oraya geri dönecektir. Pozitivizm uzaydan gelmiĢ bir düĢman olmadığı gibi Batı‟nın icad ettiği bir kötülük olarak da görülmemelidir. Pozitivizm insan nefsinin kendi icadları karĢısında duyduğu kibirin adıdır. Bilimin ve bilginin gerçek Sahibini ve maksadını unutarak kendi kendine “yaratıcı” sıfatı vererecek kadar hastalandığı asırların bir tortusudur. Aklına, bilime, paraya, siyasî güce ve en nihayetinde kendi kendisine taparak Ģerefsizliklerin en düĢüğüne muhatap olan insan elbetteki gerçekleri bir gün hatırlayacak... Yani kendisini Yaratan‟ı, yaratılmıĢ varlıkların en Ģereflisi olduğunu ve yaratılma maksadını. Dünyada süregelen Ģiddete kayıtsız kalan her bir insan içindeki insanlığı yavaĢ yavaĢ öldürmekte. “Bir insan öldüren bütün insanlığı öldürmüĢ sayılır” derken Kur‟an‟ın neyi kasdettiğini araĢtırmalıyız... www.derindusunce.org Fikir Platformu 8 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Pornografi Nasıl Sanat Oldu? (Sever Işık) Kendisine ait “Profesör Unrat” romanının “Mavi Melek” isimli sinema uyarlamasını izleyen Heinrich Mann, film hakkındaki düĢüncesini ironik bir üslupla Ģöyle dile getirir; “benim kafam ve bir artistin bacakları!” Mann‟ın yüzyılın ilk yarısına ait bu yargısı/analizi bugün için toplumsal hayatın her alanına sızan pornografinin nasıl olup ta bu kadar yaygınlık ve hatta saygınlık kazandığının ve rahatlıkla pazarlandığının ipuçlarını vermektedir. Buradan hareketle seks/sanat/ticaret üçgeninde devr-i daim olması için maksimum görünürlüğü hedefleyerek bedeni dikizleyen ve ifĢa eden sinemanın, edebiyatın, resmin ve müziğin nasıl ve niçin sanat halesine/aurasına büründüğünü anlayabiliriz. Nihilizmin kader olarak tarihte revan olduğu dünyamızda, pornografi, ahlakın sürekli saldırıya uğrayarak mevzi kaybetmesine paralel yeraltından yeryüzüne çıkarak özgürlükler elde etmiĢtir. Fakat hala dinsel, ahlaki ve törel yasakların tümden yok olmadığı yerlerde porno bir kısım kamusal alanlarda hala yasaktır. Dolayısı ile pazarı geniĢletmek isteyen pornocular bir çözüm/hile bulmak zorunda idiler ve buldular da; pornografinin kültüre/sanata sızdırılması ve zamanla ona dahil edilmesi.. Ve böylece, bu ” gizlenme pratiği” ile pornografi, modern sanatın dokunulmaz, eleĢtirilemez saygın mabetlerinde, sanat galerilerinde ve müzelerde, yasanın takibine uğrama kaygısı taĢımadan müĢterisi ile buluĢmakta ve kamusal alanlarda “ahlakçı”ların soruĢturmasına ve saldırısına maruz kalmadan varlığını devam ettirmektedir. www.derindusunce.org Fikir Platformu 9 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Kamusal mekanlar gibi insan dolaĢımının fazla olduğu yerler, belirli bir ahlakın ve onun yasaklarının (alkol, uyuĢturucu, seks) hayat bulduğu son yasal sığınma noktalarıdır. Bu alanlara girebilmek için uluslararası kültür trafiği ile birleĢen pornografi böylece kültürel faaliyete ile karıĢarak ve kaynaĢarak kültürel faaliyete tanınan ifade özgürlüğünden faydalanmaktadır. Kültürle karıĢan ve kaynaĢan porno, kalan son hukuki sınırlamalardan da kaçmayı baĢararak “hizmet” sektörünün ayrımcılık yapmayan niteliğinden de faydalanmaktadır.* Bugün, pornografik bakışın odaklandığı “ticari beden” sanatı işgal etmiştir ve tersi. Seks/ticaret/sanat üçlüsü Mahrem olanı tüm ayrıntıları ile ıĢığa maruz bırakmıĢ, teĢhir ve ifĢaata icbar etmiĢtir. Meta-sanat, derin bir Ģehvetle elektronik gözlerin “panoptik bakıĢ”ına ve teslim edilen bedeni/teni/eti tüm ayrıntıları ile görüntü, söz ve müzik olarak pornografların Ģehvet masasına servis etmektedir. NesnelleĢtirilmiĢ bedenin hoyratça harcanması ve iĢkenceye maruz bırakılması bir strateji dahilinde sanata dahil edilen pornografinin neticesidir. Pornografi suret-i sanata/n bürünerek/görünerek kültürel etkinliklerin tekin mekânına yerleşiyor. Kalabalığın ticari amaçla sanat mekanlarına çekilmesi ve pazar pastasının büyütülmesi gayesi ile cinsel tahrike yönelen pornografik görüntü pazarına dönüĢen galeriler, müzeler, sinemalar, müĢterilerini kendilerine reklam afiĢlerinde sunulanın/gösterilenin daha fazlasını/devamını görmek için sinemaya, sergi salonlarına yahut müzelere davet etmektedirler. Seks ve ticaret, sanat ile bütünleĢmiĢ durumda. Sanat müĢteri bulmak, para kazanmak için cinsel hazzın tahrikine ve davetiyesine kapıları açarken, seks pazarı son kadim kurumlar tarafından korunan alanlarda rahatlıkla ticaretini yapmak için sanatın koruyucu kollarının/kanatlarının altına sığınmaktadır. Sonuç, sapkınlık ve saplantıların, cinsel hezeyanların sanat suretine büründürülmesi ve meĢrulaĢtırılmasıdır. Fakat iĢin ticari hacminin büyüklüğü sanat korsanlarını bu konuda sürekli cesaretlendirmektedir. Kısaca, kâr güdüsü/tanrısı sanat ve pornografinin nikâhını kıymıĢ ve izdivacını temin etmiĢ durumda. Sanat, modern dünyanın en “kutsal!”, ve en korunaklı alanıdır. Geleneğe karşı bir put kıran olarak işlev gören, saygın ve neredeyse eleştiriden münezzeh, ahlaktan muaf bir etkinlik alanıdır. Modern sanat ve ona dahil olan/edilen her unsur, ahlaka karşı bir dokunulmazlık zırhına bürünmektedir; “sanat, ahlakdışı olmaz” klişesi bu anlayışın göstergesidir. Bu aynı zamanda “yasadışı sanat yoktur” demektir, çünkü; ahlaki olan kolaylıkla yasak olmaz. Böylece müstehcen olan, sanat maskesi ve hilesi ile ahlakı askıya alırken, yasadan ve yasaklardan da paçayı sıyırmaktadır. Pornografi, bugün müzikte, sinemada ve resimde güçlü sarsılmaz bir taarruz konumundadır. Sanat, ahlakın, yani “iyi” ve “kötü”nün ötesine taĢınınca www.derindusunce.org Fikir Platformu 10 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi haliyle sınırlar kendiliğinden yok olurken, yeni sınırlar/sınırsızlıklar/tanımlar fetiĢ bir etkinlik olan sanattın bizzat kendisi tarafından tanımlanmaktadır. Artık sanat olan Ģeyin kötülük ile ilintilendirilmesi, yargılanması ve cezalandırılması söz konusu değildir. “Yeni sanat”ın merkezinde hedonizm vardır. Amaç, hem kalite hem de kantite olarak olabildiğince daha çok arzunun tahrik ve tatminidir ve tabiî ki tüm bunlar kapitalin egemen araç ve amaç olduğu bir piyasa içinde vücut bulmaktadır. Ve tüm bunların ardında “hazların kullanımı ve denetimi” ile “toplumsal gövdenin” kontrolü sağlayan bir iktidar kavrayıĢı vardır. * Paul Virilo (2003). Enformasyon Bombası.Ġstanbul: Metis Yayınları. (Çev; Kaya ġahin) www.derindusunce.org Fikir Platformu 11 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Estetik Beden Terörü (Sever Işık) Karl Marx‟ın yaklaĢık 150 yıl önce, semizleyen kapitalistleri ürküten “Avrupa‟nın üzerinde bir hayalet dolaşıyor; komünizm hayaleti” önermesini, “imparatorluk”a dönüĢen küresel, sınırsız-mekânsız kapitalizme paralel olarak tüm dünyaya teĢmil ederek Ģöyle demek mümkün; “Tüm dünyada bir hayalet dolaĢıyor „ideal beden‟ hayaleti”. Elbete bu somut hayaletin çoğunluk iĢ bulma mekânının modern kadınlık alemi olduğu da gözden ırak olamayan bir olgu. Dünya feminist hareketinin tüm hedeflerinin gerçekliği ve gerçekleĢebilirliği gözden geçirilmeye ve sorgulanmaya muhtaç. Siyasal, sosyal, ekonomik kazanımlara ilave olarak tıp ve kozmetik sanayiinin kadınlara ne kazandırdığı ve “kadın kimliği”ni nasıl dönüĢtürdüğü yeniden gözden geçirildiğinde, “büyüsü bozulmuş” modern zamanların, kadın kategorisini, mitik zamanlara oranla çok daha baskıcı ve ekonomik kategorilere indirgeyerek, onu psiko-insan olarak “arzunun nesnesi” ve ekonomik “vitrin” olarak kurguladığını görmek mümkün. Ġlginç olan kadının kendisini ataerkil karĢıtı “öteki” olarak inĢa etme sürecinde “öteki”nin, erkeğin, adeta kendisi ile ontolojik bir birlikteliğe sahip olan değerleri tersten temellük etmesidir. Foucault‟nun dili ile söylersek kadın kendisini “özne olarak inşa ederken”, kendi varlığını tanımlarken model olarak, erkek perspektifini, konum ve beğenisini, diĢil bir renk katarak kendi cephesine taĢıyor. Kendisi için dıĢardan belirlenen bir kaderi rahatlıkla içselleĢtirebiliyor. Sonuçta, “kadınların bağımsızlık mücadelesi”nde bu silahlar asıl sahipleri için hizmet veriyor ve kadınların elinde infilak ediyor. Bu patlayıcıların en yaygın olanı ise “estetik silahı”dır. Geleneğin “Tanrı vergisi güzellik” kavrayıĢının yerini alan, ekonomik seküler değiĢimin ifadesi olan, “çirkin www.derindusunce.org Fikir Platformu 12 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi kadın yoktur; bakımsız kadın vardır” önermesini Ģöyle de okumak mümkün; “Cirkin kadın yoktur; kozmetik kullanan ya da kullanmayan kadın vardır. Ürünlerimizi tüketin güzelleşin”. Artık kapital dünyada güzellik-estetik verili değil, yapaydır. Bu estetik değerleri üreten ise tabii ki serbest piyasadır. Tüm metalar gibi bedenin değeri de piyasanın iktidarı tarafından belirlenir. Ġnsanoğlu, çoğunlukla seksüel tercihi ortodox heteroseksüellikten yana koyduğuna göre, önermemizi Ģöyle kurabiliriz: Kadının bedenini estetik kullanım ve değiĢim değerini belirleyen erkek iktidarıdır. Zaten iktidarın bizatihi kendisi eril-erkek değil midir? Kadınların estetik-kozmetik sanayisinin patronlarının ceplerini doldurarak ulaĢmayı düĢündükleri ideal nesne-beden‟in, erkekleri lüks gecelere sponsor kılmakla beraber “etekli iktidar‟ı mümkün kılmadığı gün gibi ortadadır. Kadın bedeni-gövdesi teni eril hazların kullanımı için sürekli olarak teorik ve pratik olarak biçimlendiriliyor ve manipüle ediliyor. Bu diĢil bedeni kuĢatma-onarma süreci kadınların da rızası ile gerçekleĢiyor. Sözlükler terör kavramını, sistematik Ģiddet uygulama, korku içinde bırakma, ürkütme, yıldırma, paniğe düĢürme olarak tanımlıyor. Bu haliyle estetize edilmiĢ beden, 90-60-90 sınırını ihlal eden tüm bayanları tehdit ediyor, aĢağılıyor, psikolojik baskıya maruz bırakıyor. Kadını farklı kılan kimliği yerine onu erkek tarafından tercih edilir kılan görüntüsü geçirildi. Böylece estetik görüntü enformasyonuna uğrayan kadın kendi kimliğini görüntüsü üzerinden kurmaya çalıĢarak dıĢlanmıĢlıktan kaçınıyor. Her gün görsel ve yazılı medyada boy gösteren, varlığı vücudu olan manken-artistĢarkıcı grubu, tüm programlarda, lisan-ı halleri ve lisan-ı kavl‟leri ile konuklarına izleyicilerine Ģantaj uyguluyor ve onları tehdit ediyor. Çoğunlukla, iktidarları erkekler tarafından tercih edilmekten kaynaklanan bu sanat erbabı! Hemcinslerini “evde kalmakla” korkutarak onları kendilerini baĢtan yaratmak için, estetik cerrahinin harikalar yaratan diyarına, kozmetik ürün cennetlerine davet ediyorlar. Sonuç, beğenilen, koklanan çiçekler olmak adına müthiĢ bir terör; kendinden kaçıĢ, kendinden utanma, kült bedenlerle ümitsiz bir yarıĢ, aĢırı stres, güzellik ürünlerinin yan etkileri, solaryumlar, bedeni tıbbın teneĢir tahtasına yatırma, botokslar, silikonlar, yağ aldırmalar, eklemeler, çıkarmalar, uzatmalar, kısaltmalar, vs. yani saçtan tırnağa estetik, yap-boz tahtasına dönüĢen bir nesne-beden. Check-up‟lar. Çekmekle bitecek gibi değil. Tarih boyunca kadınlar güzelliğin sembolü olarak görüldü. Elbette kadınların makul ölçülerde zatına hoĢça bakmasında/kendilerine özen göstermesinde sorun yok. Sorun kadınların sadece beğenilme güdüsü ile kendilerine özen göstermesi ve kabul ettirmeye çalıĢması. www.derindusunce.org Fikir Platformu 13 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Evrimcilerin iç hastalıkları (Mehmet Yılmaz) Hayatta en berbat mürşit “ilim ve fen” olabilir mi? “Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı acaba o meşhur sözünü geri alır mıydı?” diye düĢünüyor insan Einstein‟ın Roosevelt‟e yazdığı (ve orijinalini yazının sonuna koyduğumuz) mektubu okuyunca. Ünlü bilim adamı Albert Einstein Atatürk‟ün ölümünden sadece 9 ay 21 gün sonra tüyler ürperten bir mektup kaleme alıyordu. Zamanın ABD baĢkanı F.D. Roosevelt‟e “yol göstermek için” yollanan mektupta Einstein uranyum kullanarak çok güçlü bir bomba yapmanın mümkün olduğunu anlatıyor ve bunu yapmak için Roosevelt‟i ikna etmeye çalıĢıyordu. Roosevelt de “en hakiki mürĢit” olarak ilimi ve fenni seçti. Sonrasını hepimiz biliyoruz. www.derindusunce.org Fikir Platformu 14 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Mısır doğumlu Fransız bilim adamı ve diplomat Tobie Nathan‟ın dediği gibi bilimin en sorunlu “yan ürünü” bilimcilik ideolojisi. “Bu ideoloji bilimin ürettiği faydaları gölgede bırakacak kadar büyük bir sorun teşkil ediyor insanlık için.” Bilimin dinleşme süreci Bilim adamı toplumda güven uyandırıyor. Ortaya koyduğu somut ilerlemelerle bilim, inancı ve politik görüĢü ne olursa olsun kimsenin reddedemeyeceği deney ve gözleme dayalı sonuçlarla bulgularını ispat ediyor. Fakat aynı zamanda “bilimciler” beyaz önlükleri, kalın gözlükleri, anlaĢılmayan kelimeleri ile gitgide bir ruhban sınıfını andırıyorlar. Zira sadece uzman oldukları alanda değil hemen her konuda fikir beyan eden hatta gelecekten haber verenler var içlerinde. Gerçekte fikirleri ve tercihleri sıradan bir vatandaĢınkinden daha kıymetli tutulmaması gereken bu insanlar çağımızın Ģamanları , rahipleri oldular. Bilimcilik ideolojisinin hâkim olduğu cemiyetlerde artık bilime de ihtiyaç yok. Çünkü bilimciler “mutlak hakikat üretiyorlar” bir zamanlar Vatikan‟ın yaptığı gibi. Bu aĢamada Ģunu da sorgulamak gerekiyor elbette: Yoldan çıkan bilim adamları mı yoksa onları yozlaĢtıran, yobazlaĢtıran cemiyetin kendisi mi? Aerodinamikte kullanılan Mach sayısına adını veren Ernst Mach‟ın Ludwig Boltzmann tarafından geliĢtirilen atom teorisine “atomların gözlenemez olması” sebebiyle karĢı çıkmasına bakılırsa evet, bilim adamlarında böyle bir yozlaĢma potansiyeli var. Fakat biz sıradan insanlarda da “Madem depremleri veya nükleer enerjiyi bu kadar iyi biliyorsun, memleketi nasıl yönetmemiz gerektiğini de bilirsin sen!” gibi kestirmeden gitme merakı var ki bu noktadan itibaren iĢin içine bir “teslimiyet” giriyor. “Falanca bilim adamının öngörülerine inanıyorum.” Yani: 1) Vicdanını teslimiyet çengeline asıp mollaların erdemine iman eden Ġranlılar, 2) Ahlâkını süngünün ucuna asıp askerlerin erdemine iman eden yerli militaristler gibi bir de bilimciler çıkıyor ortaya. “Dine veya felsefeye ne gerek var? İyiyi ve kötüyü ayırd etmek için bilim ve akıl varken? Bilimsel bulgulardan şüphe mi ediyorsunuz? Demek ki siz gericisiniz. Siz toplumun ilerlemesine karşısınız! Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. Bunun dışında mürşit aradığınız için sizler gafilsiniz ve cahilsiniz!” Evrim bir teori mi yoksa bir senaryo mu? “Ben görmüyorsam yoktur” saplantısı kendini “her Ģeyi gören” bir varlık www.derindusunce.org Fikir Platformu 15 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi zannetmenin bir tecellisi. Bu çerçeveye giren bazı evrimcilere göre ne can ne de ruh diye bir Ģey var. Zira moleküler biyoloji rastlamadı izine DNA zincirleri arasında. Fakat gün geçmiyor ki “hayatın sırları çözüldü” veya “ruh beynin neresinde?” baĢlıklı “bilimsel” bir makale yayınlanmasın. Ruha ve nefse bir kılıf olan bedenin evriliĢini açıklamak için yola çıkan evrimcilerin gözleri kendi bulgularından öylesine kamaĢıyor ki hayatı, canı ve ruhu çözdüklerini vehmediyorlar. Bu bilim adamlarının kibirleri alanlarına verdikleri isimlerden bile okunuyor: Life Sciences (ing.) veya Science du vivant (fr.) kadar tevazu fakiri bir terim daha düĢünülebilir mi? Bir kemanı kıymık kadar küçük parçalara ayırarak Mozart bulunabilir mi? “Bulamadık, demek ki Mozart diye biri hiç olmadı. Zaten Don Giovanni Operası da olsa olsa pencerenin kulpuna asılı duran bir kemanın rüzgârın etkisiyle arşesine sürtmesinden çıkmıştır.” Ġnsan denen karmaĢık varlık onun sadece fiziksel boyutunu oluĢturan bir kaç kilo karbon, azot, kalsiyum ve suyla eĢleĢtirilebilir mi? Peki neden bilim adamları evrim üzerine bu kadar duruyorlar? Türkiye‟nin ilk atom mühendisi ve eski TAEK baĢkanı Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre‟nin Milliyet‟te yayınlanan röportajından : “…Bilim adamları arasında „publish or perish‟ (yayınla ya da yok ol) sözü çok geçerlidir. Ya makaleni neşredersin ya da yok olup gidersin. Onun için bir hipotezin üzerinde konuşuluyor, saçma da olsa bu konuşmadan neticeler çıkabiliyorsa ve bunu yayınlayabiliyorsan, bu, mali destek, bilim aleminde popülarite ve zikredilme demektir. Zikredilmek ise birtakım yerlere gelebilme ihtimali demektir. Bütün bu sosyal dürtüler arasında insan, yaptığı bilimi unutabilir. … [Evrim Teorisi] Aklı okşayan, akla yatkın bir senaryo. Ama ispatı yok. Buna karşı, mesela Cenabı Hakk‟ın “Yaratma Teorisi” var. O da bir senaryo. Teori olması için en azından yanlışlığının ispatlanabilir olması lazım. İspatlayamadığınız zaman, pozitif ilmin dışındadır. …. Zaten bütün senaryolar böyledir. Mesela kâinatın big bang (büyük patlama) ile ortaya çıktığı teorisi. Harikulade, şiirsel bir senaryodur, ama önünde sonunda bir senaryodur. Buna alternatif senaryolar da var. Hâlbuki gerçeğin ancak bir temeli olabilir. Teorinin bazı varsayımlarını bugünkü fizikle izah etmek mümkün değil. Demek ki fiziğin dışında bazı elemanlar, sırf bu teoriyi ayakta tutmak için ithal edilmiş. Bu durumda fiziğin ötesinde kalınır ki, onun adı da fizik değil metafiziktir. Buna epistemoloji açısından itirazım var….” Bilgi yerine önyargı üreten bilim 1949′da fizyoloji ve tıp dalında Nobel Ödülü alan Portekiz bilim adamı Egas Moniz 1935‟ten baĢlayarak 20 yıl www.derindusunce.org Fikir Platformu 16 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi boyunca birçok akıl hastasının beynine cerrahi müdahale yaptı. Lobotomi adı verilen bu “tedavi” ile beynin frontal lob denen kısmı ile geri kalan kısım arasındaki bağlantı kesiliyor, hatta bazen frontal lob kasıtlı olarak tahrip ediliyordu. (not : Frontal lobun önemi için bir baĢka Portekiz bilim adamı olan Antonio Damasio‟nun çalıĢmalarına değindiğimiz Psikopatlık ve Karizma adlı yazıya bakılabilir.) 1950‟den itibaren terk edilen bu yöntem gerçekte Ģizofreni veya Ģiddetli depresyon geçiren insanları tedavi etmiyor onları sakatlayarak bitkisel hayata sokuyordu. Bu Ģekilde Egas Moniz toplumu kendini oluĢturan bireylere karĢı sorumluluklarından “kurtarıyordu” bir anlamda. Yani biz bir toplum olarak “suçu teĢvik eden bir Ģey mi yapıyoruz?” gibi rahatsız edici soruları kendimize sormaktansa altına sığınacağımız bir Ģemsiye arıyoruz ve bilim adamı da bu rahatlatıcı inancın rahibi, imamı olarak çıkıyor karĢımıza. “Bir insan mutsuzsa veya saldırgansa bu mutlaka beynin bir bölgesindeki fizyolojik bir bozukluktan kaynaklanıyordur” diyen bir kimseye “mürĢit” denebilir mi? Suçluları hapse atarak suçtan kurtulacağını zanneden bir toplumun ailevî değerlere, ahlâka, özeleĢtiriye ihtiyacı yok mudur? Ortaçağ Avrupası‟nda Katolik kilisesi yüksek meblağlar karĢılığında “endüljans” denen belgelerle insanların günahlarını “affediyordu”. Bu inanca göre daha ölmeden cennete gitmeyi garantileyebiliyordu fiyatını ödeyebilenler. Doğrudan ve dolaylı katkılarımızla bilimi finanse ediyoruz güya bilgi üretmesi için. Ancak bilim bazen karĢımıza: 1. Bilim camiasını, 2. Toplumun vicdanını, 3. Siyasî rejimi rahatlatacak veya destekleyecek bir takım dogmalarla geliyor. Bir baĢka Nobel kazanmıĢ bilim adamı Charles Jules Henri Nicolle (mikrobiyolog) bu konuda Ģöyle diyordu : « Bilimde dogma olmaz! Hiç bir şey önceden kazanılmış değildir, icad okulu saygısızlık okuludur ». Bilimsel olmayan “bilim” Bilimciler bu rahiplik rolüne o kadar ısınmıĢlar ki bilimsel yöntemlere bile sırt çevirmeye hazırlar yeni tapınaklarından insanlığa hükmedebilmek için: Örneğin bir gen ile bir hastalık arasında bağlantı ihtimalini hesaplamaya yarayan LOD Score (fr. ). Boston‟lu gen mühendisleri J.S. Alper ve M.R. Natowicz‟in Trends in Neurosciences dergisinde (volume 16, n° 10) 1993‟te yayınladıkları makaleye göre Ģizofreni ve manyako-depresif psikoz türü “akıl hastalıkları” ile genler arasında bağlantı olduğunu “bilimsel olarak ispat www.derindusunce.org Fikir Platformu 17 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi eden” bir çalıĢmada modeli kurmak ve modeli test etmek için AYNI veriler kullanılmıĢ! Makalenin yazarları J.S. Alper ve M.R. Natowicz‟e göre hemen bütün araĢtırmacılar bilimsel çalıĢmalara baĢlarken bir takım önyargılardan kurtulamıyorlar ve araĢtırmalarını neredeyse farkında olmadan bu önyargıları “ıspatlayacak” biçimde yönlendiriyorlar. Tabi “şizofreni geni bulundu” diye basın toplantıları yapılıyor ama “pardon, yanılmıĢız” demek için kimse ortada görünmeye niyetli değil. Bilimsel olmayan bilimin en traji-komik örneği belki de Fransız bilim adamı Edouard Zarifian‟ın (psikiyatrist) kitaplarında defalarca altını çizdiği bilimsel modelleme hataları: Örneğin “Psikolojik tedavi etkisine sahip” ilaçların geliĢtirilmesinde denek olarak ahtapot, fare ve eklembacaklıların kullanılması. Eşinden ayrılmış, ailesinden baskı gören ve depresyona sürüklenen bir kadın doktora gittiği zaman kendisine yazılacak ilacın geliştirilmesi için “model olarak” bir eklem bacaklı kullanılmış olacak. Toplumun, anne olma duygusunun, geleneksel ve ekonomik baskıların bir ahtapot için ne ifade ettiğini bilmek zor tabi. Ayrıca ABD‟de yaĢayan bir kadına “iyi gelen” bir ilacın Türkiye‟de yaĢayanlara iyi geleceğini varsaymak o denli “zor” bir hipotez ki buna ancak önyargı denebilir. Bir baĢka “bilimsel” önyargı da “duygu = kimya” biçiminde çıkıyor karĢımıza. Zarifian‟a göre belirtileri ülkeden ülkeye ve bir yüzyıldan ötekine değiĢen depresyon bir hastalık değil, bir duygu hali. Fizyolojik anlamda bir hastalık söz konusu olmadığı için bir iyileĢme değil bir “hal değiĢtirme” söz konusu. Yani bireyin kendini ve toplumu algılayıĢı üzerinde olumlu ve kalıcı bir etki yapmak. Ne var ki insanların çektikleri “psikolojik sıkıntılar” sayesinde büyük kârlar elde eden ilaç sektörü “ruh halimiz” ile ilgili sorunlarımızı da biyokimyaya daha doğrusu beynimizdeki nörotransmitterlere indirgemeyi tercih ediyor. Nefsine yenik düĢmüĢ, karamsar, endiĢeli, sıkıntı içindeki bir insanın hayatını, geçmiĢini, korkularını anlamadan onu standart bir yöntem ve/veya ilaç ile iyileştirmek mümkün değil. Ama o insanı kandırmak mümkün. Bunun için beyninin kimyasıyla yani nörotransmitterler (acetylcholine, norepinephrine, dopamine, serotonin, GABA, glycine, neuromodülatörler) dediğimiz maddeler ile “oynamak” gerekiyor. Zira ancak bu Ģekilde dünyanın neresinde olursa olsun bütün insanların kendilerini geçici olarak iyi hissetmelerini sağlayabilirsiniz ki bu da onlara deterjan satar gibi ilaç satabileceğiniz anlamına gelir. Terörün ve siyasî rejimlerin hizmetindeki bilim adamları Geride bıraktığımız eylül ayında Ġngiltere ve Almanya‟da tutuklanan Arap kökenli El-Kaideci teröristlerin doktor olmaları, tıp ve kimya alanındaki www.derindusunce.org Fikir Platformu 18 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi bilgilerini sivilleri öldürmek için kullanmaya çalıĢmaları herkesi ĢaĢırttı. Fransız Le Figaro gazetesi hayretle “hayat kurtarmak için okumuş bir doktor nasıl olur da bilgilerini öldürmek için kullanır?” diye soruyordu. Aslında söz konusu Fransız gazeteci Avrupa‟nın yakın tarihini bilseydi bu kadar ĢaĢırmazdı. Zira o zaman Alman doktor Josef Mengele‟nin ve Avusturyalı doktor Aribert Heim‟ın AuschwitzBirkenau toplama kampında insanları anestezi kullanmadan kestiklerini ve beyinlerine zehirli maddeler zerk ettiklerini bilebilirdi. Bilimi insanlara zarar vermek için kullanan doktorlar arasında Heinrich Himmler‟in emriyle Çingeneler gibi “aĢağılık ırkları” kısırlaĢtırmak için bilimsel araĢtırmalar yapan Karl Clauberg de anılabilir. Fakat bilim ile zulüm yapmak Nazilerin tekelinde değil elbette. Rus bilim adamları tıp, kimya ve psikoloji alanlarındaki bilgilerini Sovyet Rusya‟nın gizli servisi KGB‟nin (Комитет Государственной безопасности) sorguları için kullandılar soğuk savaĢ yıllarında. Ama bundan daha da çarpıcı olanı psikyatristlerin yardımıyla politik muhalefetin bir akıl hastalığı olarak ilânı ve kabulü oldu. Öyle ya, komünizme karşı çıkmak için insanın deli olması gerekirdi(!) Bu Ģekilde mahkeme gibi masraflı bürokratik detaylardan kurtulan komünist idare binlerce insanı hızla tımarhanelere gönderdi. Tabi gene doktorların yardımıyla verilen “kimyasal eğitim” sırasında “yanlışlıkla” ölenler de oluyordu! Bosna SavaĢı sırasında iĢlediği soykırım ve savaĢ suçlarından dolayı hâlâ aranan Radovan Karadziç de doktor değil miydi? Kaçak nakil organ piyasasında Komünist Çin‟deki idam mahkûmlarından alınan organların bolluğu da Çinli cerrahların irĢada ihtiyacı olduğunu göstermiyor mu? Bilim adamları acaba sadece savaĢ gibi istisnaî durumlarda mı vicdanlarını askıya alıyorlar? Bu o kadar da kesin değil. ABD‟deki Vanderbilt Üniversitesi bünyesinde fakirlere ücretsiz sağlık hizmeti veren bir bölümde 751 hamile kadına radioaktif madde vererek çocuklar üzerindeki etkisini 20 yıl boyunca test eden araĢtırmacılar bunun en güzel örneği. Elbette bazı çocuklarda tümör oluĢtuğunu söylemeye gerek yok. Dogmatik bilim adamları faĢizmi desteklemeye dün olduğu gibi bugün de hazırlar. Fransa‟da cumhurbaĢkanı Sarkozy‟nin uygulamaya çalıĢtığı potansiyel suçluları daha anaokulunda iken “yakalama” fikri ABD‟de baĢka boyutlarla hayata geçiyor : “Violence Initiative” adı verilen ve daha Ģimdiden 42 milyon dolar yatırılan program suçu önlemek için bilimden istifade etmeyi amaçlıyor. « Neden olmasın ? » diyor insan. Sosyologlar, psikologlar vb bir araya gelerek sorunun üzerine eğilebilirler. Ama programın mimarları bir dogmaya iman ederek çıkmıĢlar yola: “Suç bir hastalıktır, sebepleri fizyolojiktir.” ġimdilerde binlerce çocuktan kan ve doku örnekleri alınıyor, serotonin gibi nörotransmitterler ile suç arasında ilgileĢim (korelasyon ) aranıyor. www.derindusunce.org Fikir Platformu 19 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Bu “özgürlükler ülkesinde” hâlihazırda okul çağındaki oğlanların %10‟u kızların ise %5‟i Ritalin® denen bir ilaç alıyor. Amfetamin içeren bu ilaç yetiĢkinleri “canlandırırken” çocukları “sakinleĢtiriyor”. “Uslu çocuk” isteyen ama ebeveynlik görevini yerine getirmekten aciz anne-babalar evlatlarına Ģefkat yerine Ritalin® veriyorlar. Ritalin® Fransa‟da yasak. Normalde sadece hiperaktivite gösteren sorunlu çocuklara verilmesi gereken bu ilacın milyonlarca çocuğa verilmesi elbette Novartis Pharma gibi bir ilaç firmasını rahatsız etmiyor. Bu çocukların Ritalin® yüzünden ileride uyuĢturucu bağımlısı olmaları ihtimali oldukça yüksek ama bu sorun kâr peĢindeki Novartis Pharma‟yı sitesinde Ritalin®‟in uzun uzadıya reklâmını yapmaktan alıkoymamıĢ. Aynı sayfada Novartis Pharma‟nın hisse senetlerinin günlük fiyatlarının da görüntülenmesi acaba bir lapsus calami olabilir mi? İnsanın vicdanıyla ateşkes imzalaması Buraya kadar bilim adamlarının da yoldan çıkabileceklerini ve ellerindeki bilgi gücünden dolayı normal insanlardan daha tehlikeli olabileceklerini anlattık. Peki bir bilim adamı nasıl iĢkence yapabilecek noktaya geliyor? Bu soruya en güzel cevaplayanlardan biri Avusturyalı Yahudi tarihçi Raul Hilberg. “Avrupa Yahudilerinin imhası“ adlı eserinde anlattığına göre iĢkenceci Alman doktorlar deneyleri için devletten idam mahkûmlarını talep ediyorlardı. AraĢtırmacı Ģöyle diyordu kendi kendine : “Suçluların, iltihap yüzünden ölebilecek bir Alman askerinden daha iyi muamele görmesi için hiç bir sebep yok!” Bu “suçluluk” kavramı elbette SS subaylarının zihninde çok izafî bir kavramdı: Meselâ “Temiz Alman ırkını kirleten akıl hastaları, Çingeneler veya Yahudiler” de suçluydu. Romalı devlet adamı Marcus Tullius Cicero‟nun « vicdanın kırılma noktası » adını verdiği bir tür sorumluluk transferi yapıyor bilim adamı. Yani vicdanıyla bir tür ateĢkes antlaĢması. Böyle bir andan itibaren bilim kalıyor ama “adam” gidiyor. Yaptıklarından piĢman olmayacak, gerekeni yapan bir tür robot çıkıyor ortaya. Özetle bizim yerimize iyi-kötü ayrımını zaten yapmıĢ bir Führer, bir ulu önder, bir millî Ģef varsa vicdanının sesini dinlemeye ne gerek var? Ġnsan denen varlığın bu zayıflığını analiz eden Serdar Kaya‟nın « Endoktrinasyon » adlı yazı dizisi bu konu üzerine hazırlanmıĢ son derecede kapsamlı ve öğretici bir çalıĢma. 10 makaleden oluĢan bu dosyayı herkesin okumasını tavsiye ederiz. Bilimin mürşidi kim olacak? Liberal DüĢünce Topluluğu‟ndan Mustafa Erdoğan Aydınlanma, Bilim ve Bağnazlık adlı makalesinde Ģöyle diyor: “Bilimin yol göstericilik iddiasıyla ilgili olarak daha sade ve soğukkanlı bir şekilde konuşursak, ilk yapmamız gereken onu tevazuya davet etmek olsa www.derindusunce.org Fikir Platformu 20 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi gerektir. Çünkü bilimin değil hayata “mürşit” olması, onun kendisinin ahlaki bir kılavuza ihtiyacı vardır. Hayatlarımıza yön verecek değerleri bilim üretmez, üretemez; dolayısıyla eğer bir mürşidimiz olacaksa, bunları üreten her ne veya neler ise asıl mürşidimizin onlar olması gerekir.” Bilim dünyası kendisini üreten bilim insanları gibi kusurlu. Ġnsanlarda görülen kusurlar bilimsel kurumların iĢleyiĢlerine de yansıyor. Türkiye‟deki bilim kuruluĢlarına içerden bir bakıĢ için yazarlarımızdan Fethi Sipahi Tan‟ın kaleme aldığı “Yeni Üniversiteler Hayırlı Olsun” adlı esprili ve bilgilendirici makale okunabilir. AraĢtırmacılara sadece bilimle uğraĢtıkları için atfedilen erdemler bu camianın kusurlarını örtüyor. Nobel gibi ödüller, patentler, özel araĢtırma laboratuarları ve finansmanları, bilim dergileri… Bütün bunlar çok büyük maddî çıkarların yarıĢtığı hatta çatıĢtığı ortamlar. Evrim Teorisi‟nin müşterisi kim? Yazının baĢlangıcından beri açıkladığımız gibi bilim adamları sık sık nefislerine yenik düĢerek bilimin dıĢına çıkıyorlar ve bilimcilik yapıyorlar. Evrim teorisi / senaryosu da istisna değil. Hücre yapısı konusunda ileri bilgiye sahip bir bilim adamı evrim senaryosunu desteklediği zaman bu o senaryoyu ispat etmekten çok uzak. Zira biyolog artık biyoloji olmayan, metafizik bir alanda “dans ediyor”. Haliyle tahminlerinin, varsayımlarının, inançlarının herhangi bir insanınkilerden daha fazla değeri yok. Ama nasıl bir futbolcu diĢ macunu reklamı yapıyorsa bir biyolog da “evrim vardır çünkü BEN diyorum!!!” diyebiliyor. Ancak burada da durmayarak “işte hayat böyle çıkmıştır ortaya” diye dayatıyor baĢrahip biz sıradan ölümlülere. Hayatın bilimsel tarifini yapmaktan bu kadar aciz iken bu kibir niye? Öyle ya, yeni ölmüĢ bir insan ile komadaki bir insan arasındaki fark nedir? Birçok insan öldü sanılarak morga konduktan sonra ayağa kalkmamıĢ mıdır? Kalp atıĢlarını, solunumu özetle bilimin “hayatî belirti” dediği Ģeyi göremeyen doktor “ben görmüyorum, o halde yoktur” dogmasına göre nice canlı insanı resmen ölü (=hayatsız) ilân etmemiĢ midir? Bilim, evrim senaryosunu destekleyerek bir kez daha kendi alanının dıĢına çıkıyor çünkü “bilimin müĢterileri” bunu istiyor. Peki, kim bu “bilimin müĢterileri” ? Yazarlarımızdan Mustafa Akyol‟un deyimiyle : “Varolma amaçlarını daha fazla paraya, kariyere, statüye, cinselliğe ve eğlenceye ulaĢmak olarak belirleyen çağımız insanlarının çoğunda, yaygın bir mutsuzluk, bir depresyon hali var.” Hayat-ölüm ekseni günümüzün tüketici, bencil, hedonist insanı için ciddi bir sorun. Hayatın varlığı ister istemez “bana hayat veren kim/ne?” sorusunu getiriyor. Ölüm ise “ya sonra?” sorusunu. Bunlar kafa karıĢtırıcı sorular. Üstelik sırrına tam olarak ermemiz mümkün görünmüyor. Oysa bizim bencil insanımız her Ģeyi kontrol altında tutmaya öyle alıĢmıĢ ki. Yarınki hava durumunu televizyon bildiriyor, gittiği yeri GPS gösteriyor, evi yanarsa www.derindusunce.org Fikir Platformu 21 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi sigortası var. 21ci yüzyıl insanı riske, belirsizliğe tahammülü olmayan bir insan. ĠĢte Evrim senaryosu bütün bu endiĢeleri elinin tersiyle süpürüyor. Sırrına vakıf olamayacağımız, muhtemel bir “Yaratıcı” fikri ve O‟na karĢı, diğer insanlara karĢı muhtemel sorumluluklarımız böylece “iptal edildikten” sonra “hayatın maymunlardan hatta tek hücrelilerden geçip bize geldiği” dogması hayatı kimyaya, biyolojik bir kılıfa indirgiyor. Bunu “avantajı” ise ölümün dolayısıyla ölüm sonrası korkusunun ortadan kaldırılması. Evrimcilerin iç hastalıkları Evrim senaryosunu akla yakın bulanlarla bulmayanlar kanaatimizce aynı derecede saygı hak ediyorlar. Ancak tartıĢmanın metafizik platformda yapılması icab ediyor. Eğer evrim okullarda anlatılacaksa bunun yeri biyoloji değil felsefe dersi olmalı ki diğer inançlar ve senaryolarla birlikte ele alınabilsin, evrim senaryosu zorunlu din dersi gibi dayatılmasın. Bu bağlamda eleĢtirimiz evrim senaryosunu akılcı bulanlara değil ama evrimcilik yapıp bunu topluma dayatanlara. Evrimcilik bilimciliğin özel bir hali ve Fenerbahçe‟yi veya Galatasaray‟ı desteklemek ne kadar bilimsel ise evrimi desteklemek de o kadar bilimsel bizim gözümüzde. Yazının baĢından beri aktardığımız veçheleriyle bilim yobazlarının ve haliyle evrimcilerin iç hastalıklarını Ģöyle özetlemek mümkün: 1) Ben bulamadım, o halde yoktur, 2) Fizyolojik oluĢumları açıklayan teoriler hayatı da açıklar. Hayat et ve kemikten baĢka bir Ģey değildir, 3) Ruh yoktur, insan akıllı hayvandır, 4) AĢk, vefa, nefret, vatan hasreti birer kimyasal tepkimedir, 5) Bilim adamları erdemlidir, ahlâka ihtiyaçları yoktur, 6) Bilimi eleĢtirmek, toplumdaki rolünü sınırlamak gericiliktir, 7) Bilim en iyi yol göstericidir, 8) Bilim mutlak ve değiĢmez bir referanstır, 9) Bilim dıĢında bir bilgi birikimi veya biliĢsel bir disiplin olamaz. Bilime alternatif mürşidler Hz Muhammed “Âlimlerin iyisi, insanların en iyisidir. Âlimlerin kötüsü ise, insanların en kötüsüdür” derken neyi kasdetmiĢti? Bilim bir güç. Para veya kaba kuvvet gibi. Ġnsanlığı irĢad etmek Ģöyle dursun her güç gibi onun da bir mürĢide ihtiyacı var. MürĢidi vicdan olmadığı zaman yaptığı zulmün örneklerini aktardık, sebeplerini tahlil ettik. 21ci yüzyıldaki bilim Dünya yüzeyinden insan uygarlığını bir kaç kez silebilecek bir güce eriĢti. www.derindusunce.org Fikir Platformu 22 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Fransız bilim adamı ve filozof Bergson‟un dediği gibi: “insanlık kaydettiği ilerlemelerin ezici ağırlığı altında sürünüyor. Yüzyılımız insanı mekanik icadların ahlâkı ve insan soyunun mutluluk seviyesini yükseltebileceğine çok kolay inanıyor.” Bilimi ve bilim adamlarını “en hakiki mürĢid” kabul edenlere elbette saygımız var. Ancak biz bilim adamlarına da yol gösterebilecek baĢka bazı mürĢidleri anmak istiyoruz. Zira onlar da bilgi sahibi kimseler ama bize miras bıraktıkları ve irĢad edici bulduğumuz bu bilgiler bilimin kapsamı dıĢında kalıyor : “İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu âlem yok değildir. Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok. Cömertlikte akarsu gibi ol. Şefkatte güneş gibi ol. Kusur örtmekte gece gibi ol. Öfkede ölü gibi ol. Tevazuda toprak gibi ol. Müsamahada deniz gibi ol. Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol. “ (Mevlâna) Yazıya Einstein‟ın Roosevelt‟e “yol gösterdiği” bir mektupla baĢlamıĢtık. Einstein‟ın mektubunun orijinaliyle bir âlimin gene bir hükümdara, Gazali‟nin Selçuklu Sultanı Sencer‟e nasihat için yazdığı bir baĢka mektubun yanına koyuyoruz. MürĢidinizi seçmek size kalmıĢ… “Allahü teâlâ İslam beldesinde muvaffak eylesin, nasibdâr kılsın. Ahirette ona, yanında yeryüzü padişahlığının hiç kalacağı mülk-i azim ve ahiret sultanlığı ihsan etsin. Dünya padişahlığı, nihayet bütün dünyaya hakim olmaktan ibarettir. İnsanın ömrü ise, en çok yüz sene kadardır. Cenab-ı Hakk‟ın, ahirette bir insana ihsan edeceği şeylerin yanında, bütün yeryüzü, bir kerpiç gibi kalır. Yeryüzünün bütün beldeleri, vilayetleri, o kerpicin tozu toprağı gibidir. Kerpicin ve tozunun toprağının ne kıymeti olur? Ebedi sultanlık ve saadet yanında, yüz senelik ömrün ne kıymeti vardır ki, insan onunla sevinip mağrur olsun? Yükseklikleri ara, Allahü teâlânın vereceği padişahlıktan başkasına aldanma. Bu ebedi padişahlığa (saadete) kavuşmak, herkes için güç bir şey ise de, senin için kolaydır. Çünkü Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Bir gün adalet ile hükmetmek, altmış senelik ibadetten efdaldir.” Madem ki Allahü teâlâ sana, başkalarının altmış senede kazanacağı şeyi bir günde kazanma sebebini ihsan etmiştir, bundan daha iyi fırsat olamaz! Zamanımızda ise iş o hâle gelmiştir ki, değil bir gün, bir saat adaletle iş yapmak, altmış yıl ibadetten efdal olacak dereceye varmıştır. Dünyanın kıymetsizliği, açık ve ortadadır. Büyükler buyurdular ki: «Dünya kırılan altın bir testi, ahiret de kırılmaz toprak bir testi olsa, akıllı kimse, www.derindusunce.org Fikir Platformu 23 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi geçici olan ve yok olacak olan altın testiyi bırakır, ebedi olan toprak testiyi alır. Kaldı ki dünya, geçici ve kırılacak toprak bir testi gibidir.» Ahiret ise hiç kırılmayan ebediyyen bâki kalacak olan altın testi gibidir. Öyleyse, buna rağmen dünyaya sarılan kimseye nasıl akıllı denilebilir? Bu misali iyi düşününüz ve daima göz önünde tutunuz…” Einstein‟ın Roosevelt‟e mektubu (Orijinal metin) www.derindusunce.org Fikir Platformu 24 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi www.derindusunce.org Fikir Platformu 25 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Vicdan Ne Yana Düşer Usta, Medeniyet Ne Yana? (Özlem Yağız ) Sözde kıyılmış canlar: Hafızayı beĢer nisyan ile malulmüĢ. Unutmak, anne kucağındaki bir uyku kadar tatlı ve sıcak. Çok acı veren bir hastalıktan sonraki nekahat döneminin en lüzumlu ilacı. YaĢanan acılara bir sünger çekmek, unutmak, bugünü yaĢamak Allah vergisi bir lütuftur belki de ruh sağlığımızı ayakta tutan. Ama ya hastalık bitmediyse ya daha acılar sürerken her Ģeyi unutuyor ve unutturuluyorsak? Unutmak bizim için hastalığın inkârı haline gelmiĢse bir de üstüne. Bu hastalığın kendisinden beter bir hastalık, bir demans değil midir olsa olsa. Ġki gün önce YüzleĢme Derneği ile Mazlum-Der‟in ortak düzenlediği „Faili Derin Kayıplar” panelinde Ģöyle diyordu Hayko Bağdat: -En kötüsü nedir biliyor musunuz arkadaĢlar, bizler hafızalardan silindik. Artık bize ait hiçbir Ģey yok anılarda” O panelde hafızalardan sildiğimiz, unutmak istediğimiz nice kabuk bağlamaya yüz tutmuĢ altı sıcak yaradan birkaç tanesi kanadı iki gün önce. Hrant Dink, Musa Anter, Mustafa Suphi, Ali ġükrü, Sabahattin Ali. “Sözde itirafçıların” sözde itiraflarında geçen, sözde asit kuyularına atılmıĢ, sözde bedenlerinin, vicdanlarımıza, sözde rahatsızlıklar verdiği, sözde kıyılmıĢ canlardan ise bahsetmeye hiç vakit olmadı. Zaten her Ģey sözde yaĢanıp bitmiĢti kimilerine göre, www.derindusunce.org Fikir Platformu 26 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi sadece yakınlarına sözde acılar kaldı. Bir de sözlere dökülmüĢ inkârlar. Hiçbirisini yaşamadık ki! Unutmak istiyoruz acıları, unutmak ve hiç yaĢanmamıĢ kabul etmek. Çünkü hatırlamak uyanık bir vicdanı getiriyor ve vicdan merhameti ayaklandırıyor. Merhamet vicdanın dıĢa uzanan eli. Bir defa merhamet duymaya baĢladın mı iĢin zor. Afyon misali huzurunu kaybediyorsun. Artık ne pembeler toz pembe, ne kırmızılar nar kırmızı. Bir defa ayaklandı mı vicdan denen o meçhul, haftalar boyu küçücük meleklerin, belki bizler kadar yemeyi içmeyi yaĢamayı seven kadın erkek çoluk çocuk bir halkın, fosfor bombaları ile yanmıĢ paramparça olmuĢ bedenlerini seyrettikten sonra kumandayı zaplayarak her akĢam en sefil yüzümüze ayna tutan programlarda aynı kepazeliklere dalmak, „bu kaburga dolması değil kimi kandırıyorsun diye cırlayan‟, „ay yemeğimden saç çıktı, Ģimdi bayıldım‟ diye dertlenen insanların sahici dertler ve öfkelerle alay ettirilen görüntülerine bakarak zaman tüketmek o kadar da kolay olmaz, olmamalı da. Gözünü sevdiğimin medeniyeti! Ne güzel vaatlerin vardı bizlere. Ne parlak ıĢıltıların. Kompleks vitaminlerle beslerken bedenlerimizi, antibiyotiklerle kovduk pandemi korkularını. Mum ıĢığı değildi artık odalarımıza gelen aydınlık, tüm makineleri, ıĢıl ıĢıl dünyası, iletiĢim imkânları ile kolaylaĢtırılmıĢ her Ģeye sahip olma imkânı olan ama sahip olmanın amaç olduğu, sahip olunan Ģeylerin ise plastikleĢtiği, tüm derinliklerin sığlıklara, duyguların karlı hazlara, vicdanın görev aĢkına, merhametin toplumsal sorumluluğa, estetiğin ve yaratıcılığın verimli, kullanıĢlı ve konforlu olana dönüĢtüğü bir garip cinnet çağıydı seninle gelen. Kendinden emin bir putperestin inanmıĢlığı ile Ģüpheyi kaldırmıĢ, hakikat arayıĢını gerçek Ģu ki ile baĢlayan cümlelere dönüĢtürmüĢ kibrinle, ehlileĢtiremediklerini, değiĢtiremediklerini, boyun eğdiremediklerini yani tüm yeryüzünün lanetlilerini kılıcının gücüyle adam etmektesin biteviye… -DüĢümde çocuklar gördüm; ağlıyordu, fosfor bombaları, asit kuyuları almıĢtı babalarını, yıkılmıĢ tarumar olmuĢ camilere, kiliselere, okullara, evlere bakarken yine de Ģanslı olduklarını düĢündüm: Binaları yıkılmıĢ, oyun oynadıkları sokaklardan anaları çalınmıĢ, sıra arkadaĢları melek olmuĢtu. Kafileler akıyordu ölüm çöllerine. Ama öylesine büyüktü ki uygarlıkları hani derler ya bir de orantılı Ģiddet kullansaydı medeni vicdanıyla, bir nükleer füze yeterdi aslında; binalar ayakta kalır çocukların ise hiçbirisi sağ çıkamazdı. Çok daha az masraflı olurdu üstelik. Zamanın ruhuna da uygundu! Söylesene bir yol, vicdan ne yana düşer usta, medeniyet ne yana? www.derindusunce.org Fikir Platformu 27 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi -Vicdan eğitilebilir bir Ģeydir, bilmen gerekirdi. UygarlaĢtıkça insanlar akıl, kolektif bilinç ve görev duygusunun önemini kavradıkça, okullarımızda modern anlatılarla biçimlendirdikçe çocukların kafalarını ve üretim tüketim iliĢkilerinde biraz da dengeli paylaĢımı da sağlayabilirsek eğer, güzel günler göreceğiz dostum, güneĢli günler. Bak! ĠĢin özü Ģu ki; Modern bir Amerikalının, demokrasi ile yönetilen bir Ġsraillinin, ıĢıl ıĢıl Etilerde oturan eğitimli bir adamın doğrularından Ģüphe etmemelisin. Vicdan diye bir Ģey varsa bunun bir medenide bir bedeviden çok daha fazla olacağını da bilmen gerekir. Bir bedevinin bir medeninin hayatı için potansiyel tehlike olduğunu nasıl görmezden geliriz. Sen medenilerin kendini savunma hakkı olmadığına inananlardansın belki de. Olmert‟in ölü çocuk bedenlerini gördüğünde ağlaması yetmeli tüm günahlardan arınmaya. Anla artık, kuralları bu oyunun; asit kuyularında kaybolanlar kaybolması gerekenlerdir, ülkeler yakar ülkeler yıkarız medeniyet adına, mahcup kınar birleĢmiĢ topluluklar, bilirler ki, söz konusu ortak çıkarlar ise vicdanın bile sınırları vardır elbet. Kendi bireysel çıkarlarının ve toplumunun çıkarlarının bilincinde bir Livni „nin kadın olarak bağımsız, batı tarzı eğitimli, bakımlı, modern ve hayran olunası özgür görüntüsü karĢısında gözlerin kamaĢmıyorsa eğer, zamanını, evinde çocuk bakarak, iĢ iĢleyerek, evin yaĢlı alzhemierli dedesinin ilaç ve yemek saatlerini takip etmekle geçiren Filistinli kadının dört çocuğuna sarılarak son bulmuĢ hayatının zaten yanlıĢ, feda edilebilir ve fazla gözyaĢına değmez olduğunu ve “hepimiz için” en iyisinin onu unutmak, üzerinde durmamak olduğunu da anlamakta güçlük çekebilirsin. Mazlumlar bize benzemiyorsa o kadar mazlum da değildirler, sakın yanılma!” Öyle Taşlar vardır ki içinden ırmaklar kaynar Her insan zamanın bir noktasında yüzleĢir gerçeklerle, saklanmıĢ hakikatler yorulur gizlenmekten, iki zap arası bir görüntü geçiverir gözlerimizin önünden ve en önemlisi kendimiz ile yüzleĢiriz böyle durumlarda. ĠĢte gerçek manada hür olma insan olma Ģansına sahip olduğumuz an o andır. Rasyonel vesveselere süslenmiĢ ortak akla boyun eğmek, sırtını dönüp unutma tercihini kullanmak ile hakikat, merhamet ve adalet duygularının arasında kaldığımız anı yaĢayıveririz birden. Uzaklarda bir yerlerde beĢ güçlü Yahudi lobisinin tehditleri ile yine uzaklarda bir yerlerde tarumar olmuĢ bir Ģehrin ciğerleri kavrulmuĢ insanlarının bakıĢları arasındaki bir zamandır o. Bu son dalga olsun burada bırakalım artık, uzlaĢalım, bu iĢi bitirelim diyen ses ile adalet istiyorum diyen sesin çarpıĢtığı bir zaman. 100 yıllık sessizliği bozmakla bakın bu bize tazminat davaları olarak dönecek diyen emekli diplomat aklının fısıldadıkları arasında bir demdir bu yaĢanan. Ve o anlarda uyarır kitap, zamansız unutkanlıkları kalbine bir Ģırıngayla basarak yürüyüp gidenleri: www.derindusunce.org Fikir Platformu 28 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi “(Ne var ki) bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukarıdan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.” (Bakara 74) www.derindusunce.org Fikir Platformu 29 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Otomobil, İktidar ve Cinsiyet (Sever Işık) Modern ikonlar olan arabalar, hareketli simgeler olup “asri yaĢam”ın anlamını en “hızlı” Ģekilde temsil ederler. Bu “mekanik binekler” aynı zamanda bir biriyle uyum içinde olan çok sayıdaki parçanın birlikteliği ile modern teknolojiyi stilize ve idealize eden hareketli modellerdir. Bugün, saygın bir kimlik/statü taĢıma yollarından biri de araba sahipliğidir. Günümüzde “olmak” sahip olmak demektir. Bir çeĢit sürekli muhtaç olma/tatmin olma arzusu, daha da ötesi bir “meta ontolojisi” oluĢmuĢtur. Metasız değiĢim ve tatmin tahayyül edilemez. Bu düĢünce her gün yüzlerce reklâm ve film karesinde gözlerimizin içine sokulmakta, bilinçlerimize bombardıman edilmekte.. Arabalar, mekan/ coğrafya üzerinde iktisadi ve kültürel kutuplar arasında yaptıkları hareket ve seyr ü sefer ile “bağımlılık iliĢkisi”nin haritasını çizen, belirginleĢtiren aktörlerdir. Sevgi ve nefreti de içinde barındıran, tutku ile boyun eğdiren araçlar ve “hareket halindeki ev”lerdir. Araba da tüm nesneler gibi bir iktidar aygıtıdır ve egemenlik nesneler üzerinden teĢhir edilmektedir. Araba kişinin üzerinde bir “üçüncü deri”yi oluşturur ve kültürel kimlik ile ekonomik statüyü daha geniş bir alana yayar* Özel mülkiyetin ve iktidarın en önemeli göstergelerinden biri olan bu kocaman makineler Orta sınıfın rüyalarının yarısı, alt sınıfların düĢü ve özlemidir. Cari dünya düzeninin ve dizaynının bir numaralı gütme ve güdüleme aracıdır. Egemenlik, araçların mülkiyeti üzerinden temin www.derindusunce.org Fikir Platformu 30 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi edilmektedir. Güç, eşyaya sahip olmaktır. Evet, çalıĢırsan bir arabaya sahip olabilirsin, tabii ki bir bedel karĢılığında. … Arabalar modern tüketim toplumunda en etkin cinsellik göstergelerinden biridir. Ġyi çalıĢan dinamik bir araba, doğa Ģartlarına karĢı koyuĢu ve direniĢi ile zindeliğin zirvesinde muktedir erkeksi bir form içinde “karĢı koyma” “meydan okuma” ve “cesaret” gibi değerleri yeniden üretir. Özellikle uzay çalıĢmalarının revaçta olduğu yıllarda, arabalar “hız” unsurunu temsil eden veya onu andıran (roket, mermi) fallik çağrımlara sahipti. Bu da “cinsel arzunun tahrikine” gönderme yapmaktaydı. Nesnelerin bu Ģekilde planlanması onlara bir çeĢit animizm katmaktaydı. Arabalar insanların “yapay organlar”ı olarak “imaj” edilmekte ve pazarlanmaktadır. Arabalara “imajlar tarihinin matrisi”ni sunan “sergiler” olarak bakabiliriz. Teknolojik kazanımların önemli bir bölümü arabalarda somutlaĢarak hayatımıza girmektedir. Nesne mülkiyeti yolu ile uzam ve mekan üzerinde hakimiyet yaratma isteği, reklamların yaratmak istediği temel arzudur. Ve bu arzu tüketimin motoru olup, imajlar üzerinden yaratılmaktadır. Ġmaj, kimlikleri yaratma, oluĢturma, yok etme, toplumsal rolleri, cinsiyetleri ve buna bağlı değerleri belirlemeye de giriĢmektedir. Reklâmlarda erkek cinselliği çoğu defa “hakimiyet ve zafer araçları” olarak sunulan baĢka nesnelere “transfer” edilmektedir. Yani cinsiyetler ve onlara bağlı olarak yaratılan imaj ve çağrıĢımlar ile birlikte fakat onun üzerinden yeniden üretilmektedir. Kadın ve erkek diyalektik olarak yeniden tanımlamaktadır, yani erkekle beraber kadının da “ne olması”, “nasıl olması” ve “nasıl eylemesi” gerektiği belirlenmektedir. Artık cinsiyetler ve onlara bağlı değer ve roller bir bakıĢ açısı ve tasarıma dönüĢmektedir. Metayı anlam ile iliĢkilendiren yazılı ve sözlü araçlar olan reklâmlarla sürekli kıĢkırtılan arzu, rasyonel ölçülerini kaybetmektedir. Hemcins ve karĢı cinsler, tüketim üzerinden kıskıvrak yakalanarak yarıĢtırılmakta ve teĢhirin çekiciliği ile hiyerarĢik farklılığı yaratmaktadır. Bu farkı, dolayısı ile toplumsal sınıfını, aĢmak ancak hedef gösterilen nesnelere sahip olma durumunda mümkün olabilir. Toplumumuzdaki suç oranının artıĢı ve değerlerin kaybolmasının nedeni de bu psikolojidir. İnsan ihtiyaçları bir nesne veya değişim yollu ile dile getirildiğinde mutlaka bunun bir de bedeli vardır. Bedeller bireysel olduğu gibi toplumsal da olabilir. Nesnelere ve buna bağlı olarak karĢı cinslere sahip olmak isteyen insanlar nitel hiçbir değer taĢımamaktadırlar. Artık “saadet” maskeler ile iletilen ve elde edilen bir şeydir. Nesneler gerçek; ahlak değişkendir. İşte yeni dünya ve yeni ahlak!.. Özellikle kadınlar, teknolojik araçlar ile beraber eĢantiyon/promosyon olarak tüketilecek metalar olarak kimlik edilmektedir. Reklâmlarda genel olarak www.derindusunce.org Fikir Platformu 31 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi sahip konumumda olan erkekler iken ve iyelik-nesne konumu ile beraber değiĢim değerine indirgenen ise kadınlardır. … Modern dönemde kimlikler mübadeleye girmiĢ unsurlar olarak sunulmaktadır. Erkekler ve kadınlar otomobil üzerinden birbirlerinin müĢterisi ve girdisi olmaktadırlar. Otomobil çoğu kez erkek cinselliğin bir uzantısı olarak sunulmaktadır. Birkaç yıl önce bir “Fiat” reklâmında kadının araba ile seviĢmesinde olduğu gibi.. Kadın, erkeği sahip olduğu nesne üzerinden arzulamaktadır. Araba reklâmlarında cinsel pazarlama teknikleri sonuna kadar kullanılmaktadır. Cinselliğin “plastikleşmesi”, “süper market cinselliği”nin ortaya çıkması, yegane ahlak olarak daha çok mala/mülke sahip olmanın ve köĢeyi dönmenin erdem konumuna çıkarılması, malların/eĢyanın fetiĢleĢmesine sebep olur. Ve bu durum, medya tarafından pazarlama Ģirketleri tarafından bombardıman edilmektedir. Aydınlanma… Sanayi Ġnkılâbı… EĢitlik… Cinsel devrim derken küreselleĢme ile beraber cinselliğin de küreselleĢmesine Ģahit olduk. Teknolojinin imkânları ile feminizmin neĢv ü nemâ bulması ile ataerkil geleneklerin değiĢmesi umuluyordu. Gel görelim durum hiçte böyle değil, Ģahit olduğumuz değiĢimler bir sığ bir yanılsamadan ibaret gibi geliyor. Kadın-nesne iliĢkisinin diğer yönünde erkekler ve onların tasarımları bulunuyor. Rejim, Ģikayetçi olunan, önceki kadın ve erkek imajlarını daha kesif hale getiriyor. “Macit beni otomobillendir” replikli reklamda kadın, otomobil karĢılığında cinselliğinin gücüne sığınarak, araba mülkiyeti/arzunun gerçekleĢmesi için Macit‟e kur yapıyordu. En azından kur yaptığı partneri insan idi. Oysa Fiat marka otomobil reklâmında çıplak bir gerçeklik olarak kadın otomobil ile seviĢiyordu. Amaç ve araçlar çırılçıplak ortadaydı. ġimdi sorunun tam yeri, otomobil sadece otomobil midir? Araba tasarlandığı günden beri fallik bir unsur olarak erkek cinselliğinin bir tamamlayıcısı olarak tasarlamıĢtır. Ġlk araba reklâmlarında bu imaj daha belirgindi. “KeĢfe” ve geziye çıkan arabanın kontrolü erkekte idi ve kadın ise onun “yanında var olan” idi. Ya da araba, kadına giden bir yol idi. Pazarın büyümesi ile değer anlayıĢların değiĢimi ile beraber kadınlar için de arabalar üretildi elbet ama egemenlik hala erkeklerde. Araba en önemli erkek aksesuarıdır. Arabasızlık bir çeşit iktidarsızlıktır. Araba hızdır, hızı olmayan geride kalır ve düĢer. * Andrew Wernick (1996). Promosyon Kültürü. (çev. Osman Akınhay) Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. www.derindusunce.org Fikir Platformu 32 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Dini bu işe bulaştırma, din ayrı dünya ayrıdır! ( İhsan Eliaçık) “Absürt” sözcüğü Hind-Avrupa dil kökünde sağır, dilsiz, boğuk sesli (surdo) dan Latince‟ye sağır (surdus/absurdus) olarak, oradan da Fransızca‟ya saçma, anlamsız (absurd) manası kazanarak geçmiĢ… Bu durumda “absürt din”; sağır olduğu için çevresini duymayan, kör olduğu için çevreyi göremeyen, dilsiz olduğu için kendini ifade edemeyen, ifade etse bile boğuk sesli adam gibi söylediğinden bir şey anlaşılmayan, bu nedenle de uyduruk, akıl dıĢı, saçma sapan bir görünüm arzeden din demek oluyor. Çünkü böylesi bir din gerçekliğe (tarihe, hayata ve tabiata) gözünü kapamıĢ, dıĢarıda ne olup bittiğiyle ilgilenmemekte, kendi hayal, kuruntu, ritüel ve teoloji dünyasında yaĢamakta, yaĢayan gerçekliğe yabancılaĢmıĢ ve bu yüzden de tarih, hayat ve tabiat karĢısında yamulmuĢ, “ne idüğü” belirsiz, saçma sapan bir resim gibi olmuĢtur. www.derindusunce.org Fikir Platformu 33 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi ĠĢte buna “absürt din” diyoruz. *** “Dini bu işe bulaştırma, din ayrı dünya ayrıdır” sözünü çokça duymuĢsunuzdur… Gerekçe Ģu: Dinin, kendi içinde “absürt” olması normaldir. Çünkü din dediğin zaten dogma ve akıldıĢılık demektir… Din (Hrıstiyanlık) da görüldüğü gibi dogma ve akıldıĢılıklarla dolu… Oysa dünya sürekli değiĢim halinde ve akla uygun iĢliyor. Bu nedenle absürt dini gayet makul akan dünya sürecine, hele de devlet iĢlerine bulaĢtırmamak lazımdır… Bu gerekçenin modern dünyada çokça revaç bulması, aslında, tarihteki Hristıyanlık tecrübesi ile çokca ilgili, hatta ona tepki biçimlenmesi nedeniyledir. Hemen fark edileceği gibi, gerekçe, tam bir “zihinsel bölünmüşlüğü” faĢ ediyor. Bir yanda dogma ve akıldıĢılıklarla dolu “dini hayat”, diğer yanda akıl ve mantığın hüküm sürdüğü “dünyevî hayat”… *** Sorunu aĢma yolunda Hristıyanlık tecrübesi yaĢayan Batı düĢünce tarihinde iki ismin kavĢak noktası olduğunu görüyoruz: Tertullianus ve Descartes… Tertullianus (öl. 220) Hrıstiyan inancını, Yunan felsefesinin “piç sorularına” karĢı savunmak için Ģöyle bir argüman geliĢtirdi: “Evet, absürt (dogma, saçma ve akıldışı) ama inanıyorum.” Çünkü Tertullianus‟a göre din felsefeden, vahiy akıldan, iman bilgiden daima üstündür. Hatta vahiy akla aykırı da olabilir buna rağmen vahye teslim olunmalıdır. Akıl kendi baĢına bir hiçtir. Ġyi, akılla bulunan değil; vahyin bildirdiğidir. Örneğin “Tanrı‟nın insan (İsa) biçimine girdiği ve bir insan olarak acı çektiği” dogması (vahyi) akla aykırı ve absürt bir durum. Buna rağmen inanmak gerekir. Zaten din de esasında budur. Tertullianus‟un bu argümanlarına Rönesans dönemine gelindiğinde “Madem din absürde inanmadır; o halde başta devlet olmak üzere dünya işleri bunlarla yürümez. Al absürt (dogmatik, saçma ve akıldışı) dinini, kilisene çekil” Ģeklinde cevap verildi. Laiklik de buradan doğdu. Tertullianus‟un, bu argümanı geliĢtirirken iĢin buralara varacağını tahmin etmiĢ midir bilmeyiz, ama aynı Ģeyi Ġslam için yapmaya kalkanların önlerinde duran tecrübeden ders almadıkları ve TertullianuslaĢarak bindikleri dalı kestikleri tarihin garip bir cilvesi olmaktan öte acı bir gerçek… www.derindusunce.org Fikir Platformu 34 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Öte yandan Descartes (öl. 1650) de Tertiluianos‟un argümanını felsefi (epistemolojik) olarak temellendirdi. Kartezyen (Des-cartesien: Descartes‟e ait) felsefe dediğimiz “çifte hakikat” görüĢünü “absürt dinin” üzerine geçirdi. Böylece alanlar ayrılacak, hem din hem de dünya rahatlamıĢ olacaktı… Descartes‟e göre varlık, özleri birbirinden farklı üç tözden (cevher) oluĢur; Tanrı, Ruh ve Madde… Din manevi (Tanrı), dünya maddi aleme aittir. Tanrı madde alemiyle (din dünya ile) ruh aracılığı ile iliĢki kurar. Ruh, beyindeki kozalaksı bez bölgesinden insanla iliĢkiye geçer. Bu nedenle insan diğer varlıklardan farklı olarak belirlenimin (determine) dıĢına çıkabilir. Ġnsan ruhu dıĢındaki bütün doğa, bitkiler, hayvanlar ve insanın fizikî bedeni tıpkı bir makine gibi iĢler. Ancak insandaki ruh bu mekanik evrene ait değildir… Hal böyle olunca dinin/manevî alanın kralı ile, dünyanın/maddî alemin kralı ayrı ayrı olacaktır. Çifte hakikat çifte otorite getirecek fakat bunlar birbirinden ayrılacak, birbirinin alanına girmeyeceklerdir. Artık dinde akıl ve mantık aramanın manası yoktur. Çünkü nasıl olsa alanlar ayrılmıĢ, insanların manevi/kutsal dünyası dine terkedilmiĢtir. Orada her türden absürtlüğün; akıldıĢılığın, dogmanın, sağırlığın, körlüğün, dilsizliğin, tılsımın, sırrın, gizemin, büyünün olması gayet normaldir. Zaten din dediğiniz de esasında bundan baĢka bir Ģey de değildir. Bu haliyle gereklidir de. Çünkü monotonluktan sıkılan modern insanın, sinemada fantastik bir kurgu filmi seyredip kafa dağıtması gibi, zaman zaman tapınağa da giderek “absürt dinin” vaazlarıyla uctuya kaçtıya, rahatlamaya ihtiyacı olacaktır. *** Kilisenin “absürt dini”ne karĢı çıkıĢ yolları arayan batılı zihin sonunda “doğal din”e ulaĢtı. Din, olsa olsa böyle bir Ģey olabilirdi. Bu noktada da iki isim görüyoruz: Jean Bodin ve Herbert Cherbury… Jean Bodin (öl. 1597) Rönesans döneminde geliĢen “doğal din” akımının ünlü temsilcilerinden birisidir. “Yedilerin Konuşması” adlı kitabında ayrı dinlere mensup yedi kiĢiyi tartıĢtırır. Sonunda Ģu sonuçlara varır: “Bütün dinler doğal olan ve baĢtan beri bulunan tek bir dinin çocuklarıdır. Bu doğal dinin temel esasları Ģunlardır; Tanrı‟nın bir olduğuna, ahlak bilincine, özgürlüğe, ölümsüzlüğe ve öbür dünyada bir misilleme (ceza ve mükafat) olacağına inanmak… Bu düĢünceler her insanda, her toplulukta doğal olarak vardırlar… Herbert Cherbury (öl. 1648) ise Fransız Jean Bodin‟in savunduğu doğal din görüĢünü daha derli toplu hale getirir. “Doğruluk Üzerine” adlı kitabında doğal bir din anlayıĢı geliĢtirip dinin özünü buraya dayandırır. Buna göre her dinin temeli, her yerde ve her zaman için geçerli Ģu beĢ önermedir: 1Tanrı vardır 2- Bu Tanrı‟ya tapınılmalıdır 3- Dindarlığın özü ahlak ve erdemdir 4- Günah ve suçlardan dolayı pişmanlık duyulmalıdır 5- www.derindusunce.org Fikir Platformu 35 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Öbür dünyada bir ceza ve mükafat olacağı beklenmelidir. Hangisi olursa olsun, her dinde bu önermelere aykırı olmayan Ģeylere inanılabilir. Sağlıklı bir din için bu beĢ esas temel ölçü olmalıdır… *** ġimdi, bir Müslüman olarak düĢünelim. Hangisi “bize” yaklaĢmıĢtır? Tertullianus‟un “absürt dini” mi, Descartes‟in “çifte hakikat”ı mı, Bodin ve Cherbury‟nin “doğal dini” mi? Eğer Tertulliuanus‟un absürt dini derseniz, insanlık vicdanının “Başta devlet olmak üzere dünya işleri absürtle yürümez. En iyisi sen al bu absürt dinini camine çekil, senin yerin orası” denmesine razı olmanız gerekir. Nitekim denmiĢtir de. Bunun böyle olmasında Tertullianus anlayıĢı ile Ġslam‟ı anlayanların büyük payı olduğunu düĢünüyorum. Çünkü böyle bir din sonuçları bakımından aynı muameleye tabi tutulmaktan kurtulamazdı. Descartes‟in “çifte hakikatı” derseniz, absürt dine felsefi gerekçe üretmiĢ olursunuz. Halbuki Ġslam‟da “tevhid” vardır; hakikat tek bir bütündür ve parçalanamaz. Bodin ve Cherbury‟nin “doğal dini” ise belki de batılı zihnin bulduğu Ġslam‟a en yaklaĢmıĢ din anlayıĢıdır. Zaten doğal; fıtrî, fıtrata uygun olan demek. Ġslam ise, pek tabi bir fıtrat (doğal, tabiî, sağduyu, akıl ve vicdan) dinidir. *** Yazının baĢındaki gerekçeye dönelim. Absürt olan din Tertullianus‟un Yunan felsefine karĢı savunmak zorunda kaldığı Hristıyanlıktı. Bu nedenle tabiî ki devlet absürt bir dinin kilise dogmaları ile yönetilemez. Bu nedenle alanları ayırmak ve bunun için de “çifte hakikat” düĢüncesi geliĢtirmek dıĢında çare yoktur. Laiklik tam da burada gereklidir. Fakat çifte hakikat düĢüncesini felsefi olarak reddeden ve hakikatın tek bir bütün olduğunu söyleyen, kendisini doğal yani fıtrata uygun bir akıl ve vicdan dini olarak vazeden tevhid dini söz konusu olduğunda bu ayrım geçersizdir. Batıda doğal din fikrine ulaĢanların, bunun bin sene öncesinden, hem de mükemmel bir Ģekilde vazedildiğini bilmiyor olmaları mazeret olarak kabul edilebilir. Fakat “fıtrat dini” kültüründen gelenlerin ve fıtrat dinine zaten mensup olanların mazereti geçersizdir. Hele böylesi bir dinin “absürt din” ve “çifte hakikat” muamelesine tabi tutulması cehaletten de öte affedilecek gibi değildir. Çünkü böyle olunca “tevhide” inanan bir Müslümanın da hayatı bölünür. www.derindusunce.org Fikir Platformu 36 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Artık bir din vardır bir de dünya… Dinî hayat baĢkadır dünyevî hayat baĢka… Böyle birisi dini hayatında her türden absürte; akıldıĢılığa, saçmalığa, uçtu kaçtıya, sırra, tılsıma gözünü kırpmadan inanır. Sanırsınız ki bu adam din iĢlerinde asla akla inanmıyor, hatta tümden akılsız birisi… Fakat iĢ dünya hayatına gelince aynı kiĢi alabildiğine rasyonel, pragmatist ve modern yaĢar. Hiçbir iĢinde absürtlüğe prim vermez, kılı kırk yararak hesaplar yapar. Sanırsınız ki bu adam dünya iĢlerinde asla dine inanmıyor, hatta tümden dinsiz birisi. Böyle birisi dini hayatında alabildiğine hoĢgörüsüz olurken (Çünkü kutsala akıl karıĢtırılmaz ve dinde farklılık olmaz) iĢ dünya önüne çıkmaya gelince alabildiğine hoĢgörülü kesilir. Böyle birisi kendinden güçlüye gayet ılımlı, alımlı, uyumlu ve uysal bir köle, kendinden zayıfa karĢı ise acımasız bir Firavun olur. *** Bütün bunlar, aslında, akıl ve vicdan dinine değil; absürt dinine, tek hakikate değil; çifte hakikate inanıldığından dolayıdır. Böyle birisinin dini hayatı bölünmüĢ, zihninin yarısı eski çağlarda, diğer yarısı modern çağda kalmıĢtır. Dini hayatına alabildiğine hurafe, dünyevi hayatına ise alabildiğine akılcılık ve pragmatizm hakimdir. Dini hayatı alabildiğine dünya dıĢıyken, dünyevi hayatı alabildiğine dünyalıdır. ĠĢte böyle bölünmüĢ, parça parça olmuĢ dini hayatlar… Bu haliyle Müslüman zihin bir “bilinç yarılması” yaĢamaktadır. Ruhu asr-ı saadette bedeni modern dünyada gidip gelmekte, bir türlü zihin parçalanmasını yenememekte ve adım adım Hıristıyan zihnin batıda yaĢadığı sona doğru yaklaĢmaktadır. Nedir bu son? Hurafeye batmıĢ, tarihten çoktan çekilmiĢ ve dünya dıĢı kalmıĢ absürt bir din… Ona sadece inanılır. Çünkü dindir ne olsa gider. “Absürt ama inanıyorum” yegane teselli kaynağıdır. Ġnsanlık yaralarına merhem olacağından değil; sırf ayakta kalsın, sürsün diye… Peki nasıl çıkacağız iĢin içinden? Allah, Kitap, Peygamber… Bütün dini değer ve kavramları tarih, hayat ve tabiatla yani “Yaşayan Gerçek” ile test edeceğiz. Doğru ve yanlıĢ, hurafe ve hakikat buradan çıkacak… www.derindusunce.org Fikir Platformu 37 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Eğer dinimiz artık yaĢayan gerçekliğin iĢine yaramıyorsa, kanayan hiçbir insanlık yarasına merhem olmuyorsa, ayetlerinin “ma‟şeri vicdan”da bir karĢılığı kalmamıĢsa, o artık insanlığın atan kalbinin ve sızlayan vicdanının değil; Ģu an boĢluk, ıssızlık ve sessizlikten baĢka bir Ģey duyulmayan eski çağlar tarihinin konusu haline gelmiĢ demektir… Bu hazin sona engel olabiliriz, olmalıyız. Çünkü Allah‟ın tarih, insanlık ve dünya süreci üzerindeki iradesi bizim üzerimizden tecelli etti, ediyor ve edecek… Bunun yolu, Hristıyan batının yaĢadığı “absürt din” ve “çifte hakikat” anlayıĢını meydan okuyucu bir dinamizmle aĢmak ve “bölünmüş dini hayatları” tevhid etmekten geçmektedir… Yazdıklarımızı okuyunuz; hep buna katkı sağlasın diyedir… www.derindusunce.org Fikir Platformu 38 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Çifte Cinayet: Tanrı‟nın Ölümünden İnsanın Ölümüne (Sever Işık) Foucault, Kelimeler ve Şeyler„i “insanın ölümü”nü ilan ederek bitirir. “Ġnsan, düĢüncemizin arkeolojisinin yakın tarihli olduğunu kolaylıkla gösterdiği bir icattır. Ve belki de yakınlardaki son”, DüĢünce zeminin, modern epistemenin değiĢmesiyle/sarsılmasıyla „Ġnsan, tıpkı denizin sınırındaki bir kum görüntüsü gibi‟ kaybolacaktır (Foucault, 1994: 499). İnsanın ölümü tezini daha iyi kavramak için Foucault‟nun öncüsü Nietzsche‟nin ġen Bilimde bir kaçığın ağzından ilan ettiği “Tanrının ölümü” tezine bakmak ve ikisini birbiri ile iliĢki içinde anlamak gerekir. Nitekim Foucault da ikisi arasında bir birliktelik iliĢkisi olduğunu düĢünmektedir. Nietzsche‟ye göre; “Tanrı öldü”. O‟nu biz öldürdük ve hepimiz O‟nun katiliyiz (Nietzsche, 2003:130). Tanrı‟nın ölümü, Hıristiyani değerlerin/ahlakın artık inanılmaz oluĢu ve özünde nihilizm olan Avrupa insanının da ölmesi demektir. Zira Tanrı değerler hiyerarĢisinin zirvesidir. Tanrı‟nın çürümesi ve ölmesi varlığı, ontolojik olarak, Tanrının varlığına bağlı olan insanında epistemolojik özne olarak ölmesi demektir. Nietzsche‟nin müjdelediği “üst-insan”/overman”ın doğuĢu da Tanrı‟nın ölümü ile birlikte okunduğunda daha anlamlı hale gelir; artık Tanrı öldüğü için “insan alt edilmesi gereken bir Ģeydir” (Nietzsche, 1999:25-26). üstinsan/insanüstü tanrının/aĢkının yerine geçeceğinden, geçmesi www.derindusunce.org Fikir Platformu 39 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi gerektiğinden insan ona yer açmak için Tanrı(sı) ile birlikle sahneden çekilecektir/çekilmelidir. Nietzsche‟nin “insan üstü”nü “insanın sonu” temasıyla birleĢtiren ilk düĢünür Deleuze‟dür. O, Ģöyle der: “Varlığı suçlamayan ve onu değersizleĢtirmeyen insana hala insan denebilir mi? O artık insan gibi düĢünebilir mi? O, insandan baĢka bir Ģey, belki de insanüstü bir Ģey olmaz mı? Foucault “insanın sonu” temasında Deleuze‟den de ileri giderek kartezyen sujenin ölümünü ilan eder (Kökoğlu, 2002: 114). Foucault, bu düĢüncelerini Kelimler ve Şeyler‟de dile getirir: Ona göre Nietzsche‟ nin ilan ettiği Ģey; “Tanrının mevcut olmaması veya ölümü değil de, insanın sonudur”. Çünkü sonuncu insan Tanrı‟yı öldürmüĢ ve kendi dilini, düĢüncesini ve gülüĢünü onun mekanına yerleĢtirerek, varoluĢunu ve iradesini bu cinayet üzerine bina etmiĢtir. Ġnsan “Tanrı‟yı öldürdüğü için, kendi sonluluğuna kendi karĢılık vermek zorundadır; fakat Tanrı‟nın ölümünün içinde konuĢtuğu, düĢündüğü ve varolduğu için, cinayeti de ölmeye adamıĢtır.” (Foucault, 1994: 497). Deleuze‟ünde ifade ettiği gibi Tanrının ölümü düĢüncesi, insanın ölmesiyle ve insanın egosunun parçalanıp dağılması ile hedefine varabilecektir (Kökoğlu, 2002: 108). “Tanrı‟nın ölümü”nü mutlak olanın sona ermesi olarak değerlendiren Didier Eribon, bu durumun aynı zamanda “insanın ölümü” anlamına geleceğinden “Tanrı‟nın ölümü”nün bir çifte öldürmeyi gerçekleĢtirmiĢ olan davranıĢın içinde ortaya konulmuĢ olacağını; böylelikle de, sonluluğu içinde sonsuzdan ayrılamaz olan insanın ölümüyle ancak “Tanrı‟nın ölümü”nün gerçekleĢebileceğini kaydeder (Urhan, 2000: 87). Nietzsche‟nin ilan ettiği Ģey, katilin sonu, inansın çehresinin gülüĢü içinde paramparça olması ve maskelerin geri dönüĢüdür. ġeylerin akıĢının içinde bulunduğu zamanın parçalanmasıdır; Aynı‟nın geri dönüĢüyle insanın mutlak dağılmasının özdeĢliğidir (Foucault, 1994: 497). Klossowski ise Ģöyle der: “Tanrı birliğin garantisi idi. Eğer Tanrı ölürse özdeĢleĢmenin garantisi kalmazdı, insan hiçbir Ģekilde özdeĢleĢemezdi. Yani Tanrının ölümü daha baĢlangıcında insanın ölümünü içinde taĢımaktaydı. Tanrı‟nın ölümünden sonra onun yerini alan insanın ölümü kadar normal bir Ģey olamazdı” (Akay, 2000: 100). “Tanrı‟nın ölümü” düĢüncesi postmodernizmin mihenk taĢıdır. Burada Tanrı‟nın tarihe anlamını ve yönünü veren bir nihai gerçeklik olarak anlaĢılması gerekir. Nietzsche‟ ye göre değerler gerçeğe dayanır. Değerler kirlendiğinden Tanrının gücü belirgin bir Ģekilde azalmıĢtır. Eğer ilahi olan, dünyayı aĢamıyorsa, o zaman kutsal, tecrübede dile geliyor demektir. Postmodernlerin diliyle Tanrı, artık bir “meta-söylem” statüsüne sahip değildir. Bu nedenle teolojik olan problem birden bire toplumsal ve tarihsel bir problem haline gelir (Murphy, 2000: 129). Eğer Tanrı ölmüĢse her Ģey mümkündür. Böylece Nietzsche klasik metafiziğin sona erdiğini dile getirir (Murphy, 2000: 129). Nietzsche‟nin felsefesinde Tanrı‟nın ölmesinin sebebi bilginin artık nihai sebepler peĢine düĢmemesi ve insanlığın da ölümsüz bir ruha inanma ihtiyacı duymamasıdır. Tanrı kendi yasalarından biri olan hakikat arayıĢı adına ölmüĢ olsa bile bu arayıĢın anlamı onunla birlikte kaybolmuĢtur (Vattimo, 1999: 78,210). Artık hakikat olan ve sabit olan bir www.derindusunce.org Fikir Platformu 40 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Ģey kalmamıĢtır. Ġnsan da bu nihilizme bağlı olarak antropolojik karakterli beĢeri bilimlerdeki epistemolojik konumunu kaybetmiĢtir. Bilgi teorisinin teolojiden kopuĢu kesin olarak Nietzsche‟nin analizi ile baĢlar (Foucault, 2000c: 173). Nietzsche Batı düĢüncesinden iki noktadan ayrılır. Birincisi; bilgi ile eĢya arasındaki kopmadır. Batı felsefesinde bilinecek Ģeylerle bilginin kendisinin süreklilik iliĢkisini mümkün kılan ve bilgiye dünyadaki Ģeyleri gerçekten bilme gücünü sağlayan ve bilginin sürekli hata, yanılsama keyfilik olmamasını sağlayan Tanrı idi. Descartes‟tan beri ve hatta Kant‟ta bile bilgi ile bilinecek Ģeyler arasında bir uyum olmasını sağlayan bu ilkedir. Bilginin dünyadaki Ģeyler üzerinde temellenen bir bilgi olduğunu kanıtlamak için Descartes Tanrı‟nın varlığını kabul eder (Foucault, 2000c: 172-173).Bilgi ile bilinebilecek Ģeyler arasında hiçbir iliĢki yoksa, bilgi ile bilinen Ģeyler arasındaki iliĢki keyfi ise, iktidar ve Ģiddet iliĢkisi ise bilgi sisteminin merkezinde Tanrı‟nın varlığı artık zorunlu değildir (Foucault, 2000c: 173). Bilgilerimizin garantörü olan Tanrı‟nın ölmesi ile beraber insanın verili herhangi bir hakikati kabul etmesi veya araması da artık söz konusu edilemez. Descartes‟tan bu yana insan öznesinin birliğinin arzudan bilgiye, içgüdüden bilgiye, bedenden hakikate giden süreklilik tarafından sağlandığı görülür. Bunarın tümü öznenin varlığını güvence altına alıyordu. Bir yanda içgüdü mekanizmalarının, arzu oyunlarının, beden mekanizmaları ile irade arasında çatıĢmaların ve diğer yanda bilginin var olduğu doğruysa bu durumda insani öznenin birliğine artık ihtiyaç yoktur (Foucault, 2000c: 173). Ġkinci olarak, bilgi ile içgüdüler arasında sadece kopma, tahakküm ve kölelik iliĢkileri, iktidar iliĢkileri olduğu doruysa o zaman bu artık Tanrının değil, birliği ve egemenliği içindeki öznenin de yok oluĢudur (Foucault, 2000c: 173). Çünkü artık bilgilerimizin dünya ile uyum içinde olmasını sağlayan bağ ortadan kalkmıĢtır. 20. yüzyılın ortalarına kadar devam eden antropolojik karakterli modern epistemenin merkezi öznesi ve nesnesi insandı. Modern epistemeyi, insanlık için epistemolojik paradoks yaratan bir durum olarak algılayan Fuocault‟ya göre, içinde yaĢadığı toplumsal deneyimin ürünü olan insan, aynı zamanda tümdengelimsel bilginin aracılığıyla bilgiyi kurandır. Böyle bir epistemolojik gerilim fazla sürmez ve sonunda modern epistemede düĢüncenin temeli olan insan fikri, karanlığa gömülürken, emprik ve aĢkın bir icat olan insan da kesin olarak ortadan silinecektir (Munslow, 2000: 197). Foucault, bize beĢeri bilimlerin dayanağı olan insanın sahneyi terk ettiğini söylemektedir. Ġnsanın ölümü teorisi, sosyal bilim teorisinin merkezinde yer alan epistemolojik temeli teĢkil eder. Çünkü bu teoriler insan merkezli bir nesnel hakikat kavrayıĢının imkansızlığı ve yokluğu düĢüncesi üzerine inĢa edilmiĢleridir. ĠĢte Foucault‟un Kelimler ve Şeyler„i/ İnsan Bilimleri Arkeolojisi posthümanist ve postmodern teorinin temeli olarak insanın ölümünü ifade ederek son bulur. Kaynakça www.derindusunce.org Fikir Platformu 41 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi AKAY, Ali (2000). Foucault‟da İktidar ve Direnme Odakları, Ġstanbul: Bağlam Yay. FOUCAULT, Michel (1994). Kelimeler ve Şeyler/ İnsan Bilimlerinin Bir Arkeolojisi. (çev. M. Ali Kılıçbay). Ankara: Ġmge Kitabevi. FOUCAULT, Michel (2000c). “Ġktidar Üzerine Diyalog”. Entellektüelin Siyasi İşlevi. Der.IĢık Ergüden & Tuncay Birkan. (çev. IĢık Ergüden). Ġstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 181-195 KÖKOĞLU, Fahrettin (2002). “Nietzsche ve Modern Ġnsanın Sonu”, Tezkire, S. 25, 107-117 NĠETZCHE, Friedrich(1999). Böyle Buyurdu Zerdüşt. (çev. A. Turan Oflazoğlu). Bursa: Asa Yayınları NĠETZCHE, Friedrich(2003). Şen Bilim. (çev. Levent ÖzĢar) Bursa: Asa Yayınları MUNSLOW, Alun (2000). Tarihin Yapısökümü. (çev. Abdullah Yılmaz). Ġstanbul: Ayrıntı Yayınları. MURPHY, John W.(2000). Postmodern Sosyal Analiz ve Postmodern Eleştiri. (çev. Hüsamettin Arslan). Ġstanbul: Paradigma Yayınları. VATTĠMO, Gianni (1999). Modernliğin Sonu. (çev. ġehabettin Yalçın). Ġstanbul: Ġz Yayınları. URHAN, Veli (2000). Michel Foucaul ve Arkeolojik Çözümleme, Ġstanbul: Paradigma Yayınları. www.derindusunce.org Fikir Platformu 42 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi İnsan ve İşkence (T.Suat Demren) Goerge Orwell‟in muhteĢem romanı 1984„ü pek çoğunuz okumuĢtur. Hatırlayın, 101 no‟lu odaya götürüleceğini öğrenen düĢünce suçlusu „mahkum‟, ailesinin bile gözleri önünde öldürülmesine razı olduğunu ama kendisinin o odaya götürülmemesini nasıl da yalvararak istiyordu? Romanda tüm suçlular 101 no‟lu odaya gitme kaygısıyla baĢa çıkmaya çalıĢıyor çünkü 101 no‟lu odada her suçlu kendi büyük korkusuyla yüzleĢtiriliyor. Kimisi karanlık, kimisi yükseklik kimise fare korkusu vs. Ve hiçbir suçlu 101 no‟lu odadan, gittiği fikirlerle geri dönemiyor. Romanın kahramanı Winston‟da tüm iĢkencelere direnmiĢ ama 101 no‟lu odada teslim olmamıĢ mıydı? Hasan Cemal‟in “Kürtler” kitabını okuyanlar bilirler. Kitabın baĢlangıç sayfaları meĢhur Diyarbakır Cezaevi‟ndeki iĢkenceleri uzun uzun anlatır. Hatta o kadar anlatır ki bu iĢkence tasvirlerine çok uzun yer verdiği için Hasan Cemal birçok kesim tarafından sertçe eleĢtirilmiĢtir. Sanırım yayınlandığı yıl; 2003′de okumuĢtum, satırlarda gezinirken kanım donmuĢtu. Tom Hanks‟in oynadığı “The Green Mile”i (YeĢil Yol) pek çok kiĢi izlemiĢtir. Cellatlığa meraklı sorunlu karakterimiz, elektirikli sandalye ile idam edilecek olan kiĢiye iĢkence çektirmek için gizlice normal prosedürün dıĢına çıkarak www.derindusunce.org Fikir Platformu 43 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi mahkumun baĢına akımın geçmesini kolaylaĢtıran ıslak sünger yerine kuru sünger koyuyor ve daha geç sürede piĢerek-yanarak ölmesine neden oluyor. ĠĢ yaptığım bir Rustan dinlemiĢtim. Rus ordusunun içinde yeralan askeri cezaevlerinde gardiyanlar mecburi hizmetini yapan askerlerden oluĢuyormuĢ. Bu askerler yine kendileri gibi mecburi hizmetlerini yapan ama iĢledikleri adî bir suç nedeniyle yolları cezaevine düĢen “tertiplerine” akılalmaz iĢkenceler yapıyorlarmıĢ. Kendisi de bu cezaevlerine düĢmüĢ ve dıĢkı yalamaktan, saatlerce tazyikli suya tutulmaya kadar birçok iĢkenceye maruz kalmıĢ. Çok çeĢitli iĢkence yöntemleri var; fiziksel, psikolojik, psikiyatrik, farmakolojik, cinsel iĢkence gibi.. Midesi ve kalbi kaldıracaklar açılım için buraya bakabilir. ĠĢkencenin tarihi insanlık tarihi kadar eski. Eski Yunan filozofu Aristo mahkumlara iĢkence yapılmasını destekliyordu. Antik Yunan‟da dahil tüm dünyada kölelere iĢkence yapılması çok yaygın bir uygulamaydı. Roma imparatorluğunda gladyatörler halkı eğlendirmek için arenaya çıkartılır ve ölüm-kalım mücadelesi verirlerdi. Hz.Ġsa‟nın “sağ yanağına vurana sol yanağını uzat” mesajına rağmen Hristiyanlık kilise eliyle iĢkenceyi sistematik bir hale getirdi. Engizisyon ayıbı hala Kilisenin yüz karası. Tümevarımcı mantığın ve bilimsel deneyciliğin kurucusu kabul edilen Bacon Ġngiltere baĢyargıcıdır ve bir iĢkence savunucusu ve uygulayacısıdır. Ortaçağ boyunca Avrupa kıtasında iĢkence oldukça yaygınlaĢtı. Hemen hemen 18 yüzyıla kadar insan zekasının tüm hünerleri kullanılarak adeta bir sanat haline gelen ve „resmi‟ bir biçimde uygulanan iĢkence Beccarria‟nın Ġtalya‟da, Voltaire‟ın da Fransa‟da gösterdikleri çabalarının önemli etkisi ile gittikçe geniĢleyen bir tepki görmeye baĢladı. 1801′de Rusya‟da, 1812′de Ġspanya‟da iĢkenceye kaldırıldı. Aslında Ġngiltere‟de yasal iĢkence 1640 yılında kaldırılmıĢtı ama hala bir Ģekilde sistematik iĢkence devam ediyordu. Günümüzde ise.. Wikipedi‟den alıntı yaparsak: ” Ġnsan Hakları Bildirgesi‟nde belirtildiği üzere, iĢkence neredeyse evrensel olarak çok ciddi bir insan hakları ihlali olarak görülür. Üçüncü ve Dördüncü Cenevre Konvansiyonu‟nu imzalayan devletler, silahlı çatıĢma durumlarında korunan insanlara (düĢman siviller ve savaĢ esirleri) iĢkence yapmayacağını beyan eder, ve BirleĢmiĢ Milletler‟in ĠĢkenceye KarĢı Konvansiyonu„nu imzalayanlar hiç kimseye cezalandırmak, itiraf ya da bilgi almak, onlara ya da üçüncü Ģahıslara baskı yapmak amacıyla kasten acı ve ıstırap çektirmeyeceğine söz verir. Ancak Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluĢlar her üç ülkeden ikisinin istikrarlı bir Ģekilde bu konvansiyon ve anlaĢmaların ruhuna uygun davranmadığını bildirmekteler.” Peki iĢkence kalktı mı? Tabii ki hayır. www.derindusunce.org Fikir Platformu 44 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Yazının baĢlarında verdiğim güncel örneklerde de yeraldığı gibi iĢkence günümüzde resmi olarak yasak olmasına rağmen halen en geçerli “itiraf ettirme” “ceza verme” ve “intikam alma” yöntemlerinden birisi olarak uygulanmaya devam ediyor. Bunun modern ve sevilen tabirle “medenî” olmakla da bir ilgilisi bulunmuyor. (Bkn. Ebu Gureyb Cezaevi iĢkenceleri.) Ġnsanoğlu niçin iĢkence yapar? “ĠĢkencenin Tarihi” kitabının yazarı Scott‟a göre, en basit ve en yaygın biçimiyle iĢkence, intikam hırsının, hazır, etkili, tatmin edici ve kaba bir aracı. Yine Scott‟a göre, iĢkence devletten çok bireyle iliĢkili intikam biçimlerinde söz konusu, yani, devletin adaleti sağlamak için baĢvurduğu bir yol olmaktan çok, haksızlığa uğradığını, kendisine ya da ailesine saldırıda bulunulduğunu düĢünen bireyde geliĢen ceza verme duygusuyla bağlantılıdır. Scott kitabında “bütün iĢkence biçimlerinin doğasında bulunan bu intikam duygusunda, iĢkencenin, birey için iktidar, devlet için ise otorite ve diktatörce hükmetme isteği anlamına gelmesi yatar.” diyor. ĠĢkencenin sebepleri için “intikam-ceza verme” duygusunu kabul etsek bile bu vak‟aların neredeyse tamamında iĢkenceci ile mağdurun arasında doğrudan hiçbir iliĢkinin olmadığını görüyoruz. Bilinçaltındaki acılar için müsebbipleri ile alakasız masumlara acı çektirmenin sebebi salt dürtü olabilir mi? Ben, psikologların tüm açıklamalarına, insan doğasına yapılan bütün biyolojik atıflara rağmen “iĢkence” nin biyolojik, psikolojik ya da sosyokültürel sebepleri hakkında gerçekçi bir bilgi sahibi olduğumuzu düĢünmüyorum. Bir insanın bir baĢka insana -ya da canlıya- nasıl bir otorite emrinde ve/veya ne amaçla olursa olsun; göz dağlama, diĢ sökme, tırnak sökme, kaynatarak öldürme, deri yüzme, kızartarak öldürme, kemik kırma, vücüdunu dağlama vb. iĢkenceleri nasıl yapabildiğini aklıma aldıramıyorum. Elbetteki bunun determine edilmiĢ sebepleri de bana açıklayıcı gelmiyor. Aslında insanın iĢkence yapabilen bir varlık olması Ģunu gösteriyor. Ġlk çağlardaki insanların törensel tapınmaları, mağara duvarlarına çizdikleri resimler ve sair metafizik göndermelere olan ihtiyaçları nasıl darwinian evrim düĢüncesinin hilafına insan-hayvan ayrımının en belirgin unsurlarını ifĢa ediyorsa „iĢkence‟ de olumsuz yönüyle aynı ayrımın ifĢası gibi. Bilge Kral Aliya‟nın da dediği gibi, insan hemen her ayırdedici özelliği ile tabiatın çocuğu gibi değil, tabiatın içindeki bir yabancı gibi hareket ediyor. Herhalde „dünyaya düĢme‟ bundan daha aĢikar gözlemlenemezdi. Ġnsan gerçekten müthiĢ bir varlık. Ġslâm‟ın “eĢrefi mahlukat” ve “esfeli sefiliyn” diye tanımladığı birbirinden hayli uzak noktalara yükselme ya da inme potansiyeli var. www.derindusunce.org Fikir Platformu 45 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Bu öyle bir sarkaç ki, bir ucu böcek öldüremeyen insanlara uzanırken bir ucu derisini yüzdüğü kiĢiyi zevkle seyreden “insan”a uzanıyor. Ġnsanda var olan ve onu hayvanlardan ayıran yegane unsurlar olan akıl ve vicdan, onu kullanma oranına göre de kiĢiyi bu yelpazenin değiĢik noktalarına yerleĢmesini sağlıyor. Ben insana özgü hiçbir Ģeye ĢaĢırmıyorum ve insanın herhangi bir hasletinin çerçevelenmiĢ bir sınırının olmadığını düĢünüyorum; maalesef buna her türlü iĢkence dürtüsü de dahil.. Ġnsan dünyada var oldukça iĢkence de varolacaktır. www.derindusunce.org Fikir Platformu 46 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Modernist yanılgı ve liberalizm (Rasim Ozan Kütahyalı) Kimi “liberal”lerin temel yanılgısı modernizm ile kurdukları sakat iliĢkide yatıyor… Bu sakat bakıĢ açısı yalınkat bir aydınlanmacı/ilerlemeci perspektifi temel bir “doğru” olarak kabul ediyor. Ġnsanlığın bu çizgiye doğru evrimleĢeceğine inanıyor. Yani ortada “doğru” olanın zaten belli olduğunu varsayan, ancak “yanlıĢ” olanın da zamanla dönüĢeceğine inanan bir mantık var. “YanlıĢ” olana da hoĢgörü gösterilmeli, ona baskı yapılmamalı ama “yanlıĢ” olana karĢı dikkatli de olunmalı. Liberalizmin özgürlük tasavvurunu “yanlış” olanı “hoşgörmek” olarak gören baştan aşağı bir problemli bir bakış açısı bu… Yani demokrasinin zor zamanlarında da “Yanlış olanı cebren durdurmak” fikrine kapılması, dolayısıyla faşizanlaşması kaçınılmaz olan bir zihniyet yapısından bahsediyoruz… Aynı modernist yanılgı, Türkiye bazında kimi kendine liberal diyenler için de geçerli. Kendini solda tanımlayanlar içinse çok çok daha geçerli. Yukarıda aktardığım kör modernist yanılgıya Türk solcularının çok büyük çoğunluğu iman ediyor. Çoğunun liberaller kadar da “hoĢgörü” derdi olmadığı için direkt faĢizmin sularına çekilmeleri kaçınılmaz oluyor… Batı‟daki krize dönersek, bu sakat “liberal” bakıĢta, “doğru” olarak kabul edilen Ģey seküler/ modern yaĢam tarzı. Bir bütün olarak da seküler/modern uygarlık… Avrupa‟da güncel bir mesele olarak Ġslam, kimi Müslümanların yaĢam tarzının muhtemel görünümleri olan başörtüsü, harem-selamlık, yer www.derindusunce.org Fikir Platformu 47 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi sofrası, ortadaki tabaktan yemek gibi Ģeyler ilkelliğin (ve hatta belki barbarlığın) tezahürleri olarak algılanıyor bu bakıĢ açısında… “İlkel olana özgürlük tanıyalım, çünkü adım adım modernleşecek/ uygarlaşacaktırlar” inancıyla özgürlük-yandaĢı olan çok sayıda Batılı liberal tanıdım. Elbette bu sakat perspektif “Ne yapsak değişmezler, bunlar, özgür uygarlığımızın ve yaşam tarzımızın düşmanı, uygarlığımızı bu ilkellerden korumalıyız” diye özetlenebilecek faĢizan zihniyet tarafından çok kolay nakavt edilebiliyor. Ya da bizzat bu faĢizanlığa eklemlenebiliyor… Özellikle Kıta Avrupası‟nda kimi liberal (ve sol) partilerin de baĢına gelen bu… Britanya Liberal Demokrat Partisi ise bu sakat çizgiden net bir Ģekilde ayrılıyor… Britanya LDP‟sinden görüĢtüğüm birçok arkadaĢım da bu sakat gidiĢatın Ģükür ki farkında, hiçbir Batılı sol partinin de olmadığı kadar bu mesele etrafında müteyakkız haldeler… Türkiye‟de de LDT çevresi ve özellikle Atilla Yayla bu modernizasyonist/ ilerlemeci anlayıĢa muhalefet eden, liberalizmi modernizmin varyantına indirgeyen bakıĢ açısına karĢı çıkan bir liberal-demokrat entelektüel çizgiyi takip ediyor… Aslında liberalizmin entelektüel tarihinde de bu iki çizgi hep olmuĢtur. John Locke ve Immanuel Kant‟ın aksine David Hume ve Adam Smith ilerlemeciliğe/ modernizme her zaman derin bir kuĢkuyla yaklaĢan iki liberal filozoftur. Genel olarak zaten Ġskoç aydınlanma geleneği “Uygarlığa doğru ilerliyoruz” heyecanına karĢı her zaman mesafeli olmuĢ bir gelenektir. Ġki Ġskoç dâhi Hume ve Smith, endüstri devriminin Ģafağında doğmuĢ, karĢılarında oluĢmakta olan “yeni bir dünya” bulmuĢ ve bu “yeni dünya”nın nereye doğru gideceği konusunda iyimserlik ve kuĢkularla karıĢık bir perspektif geliĢtirmiĢlerdir. Hume ve Smith‟in metinlerini bugünden okuduğunuzda bu iki filozofun sezgilerinin derinliğini farketmemeniz imkânsızdır… Özellikle Adam Smith etrafında ülkemizde saçmalamanın sınırı yok! Öncelikle bir ahlak filozofu olan Smith döneminin “tarihin akşını hızlandıran” gelişmeleri karşısında hiçbir zaman Marx gibi düşünmemiştir. Aynı Ģey Smith‟in burjuvaziye/ kapitalistlere iliĢkin görüĢlerinde de geçerlidir. Smith‟in bakıĢında Marx‟ta kuvvetle olduğu gibi Burjuvazinin tüm insanlığı, hatta en barbar ulusları bile uygarlığın bağrına çektiğine iliĢkin bir inanç asla yoktur. Tam aksine hem o dönem yükselen bir sınıf olarak burjuvaziye ve genel olarak da Avrupalıların artan kuvvetine karĢı çok derin bir kuĢku taĢır Smith… BaĢyapıtı Wealth of Nations/ Ulusların Zenginliği‟nde Avrupalıların coğrafi “keĢif”lerine son derece mesafeli bir dille yaklaĢır. Ortadaki güç dengesizliğinin büyük adaletsizliklere yol açabileceğini ve bu adaletsizliklerin de Avrupalıların yanına kâr kalabileceğini ısrarla belirtir. Korkarak yaptığı bu öngörüleri de çıkmıĢtır Smith‟in… Tüm beĢeri geliĢmeleri özgürlük ve adalet ilkelerinden hareketle yorumlayan insan varlığını “tarihin mantığı/ uygarlığın ilerlemesi” gibi parlak sözler uğruna kurban etmeyen bir ahlaki bakıĢın filozofuydu Smith… Hume da aynı duyarlılığa sahipti… “Doğru” olana yönelik insanlığın ilerlemesi inancından uzak; farklı olanların birbirinden beslenerek ortak bir modus vivendi kurabilmesinin arayıĢındadır Hume ve Smith‟in çizgilerinden süzülen liberal-demokrat anlayıĢ… Isaiah Berlin‟in 20. yüzyılda yetkin biçimde doktrine ettiği bir liberal-demokrat tasavvurdur bu… www.derindusunce.org Fikir Platformu 48 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Liberalizmi eleĢtiren kimi benim de sevdiğim yazarlar bu çizgiyi yok sayarak haksız ve adaletsiz davrandıklarını bilmeliler… www.derindusunce.org Fikir Platformu 49 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Evrim Teorisi Okullarda Öğretilmeli mi? (Mehmet Yılmaz) Fransa Millet Meclisi‟nin Ermeni Soykırımı oylaması yaptığı günlerde fikrimi soran Fransız arkadaĢlarıma Ģöyle diyordum: “Yarın da yerçekimini iptal edin ki hepimiz uçalım!” Bilimde de demokrasi olmaz. Bilimsel gerçekler parmak kaldırmak suretiyle değiĢtirilemez. Evrim yanlısı veya karĢıtı insanların azlığı veya çokluğu ne evrimcilik fikrine güç katar ne de onu zayıflatır. Galileo “Dünya yine de dönüyor” derken belki yalnızdı ama haklıydı. GERÇEK var olmak için bilinmeye muhtaç değildir. Evrim bir teori midir yoksa bilimsel bir gerçek mi? “Teori” kelimesinin etimolojisi eski Yunanca theoria - θεωρία (seyretmek, seyirci, gösteri) kelimesine uzanır. Teori bilimsel gerçek demek değildir. Bilim adamı “seyrettiği” olaylar arasında bir bağ olabileceğini düĢünürse bir teori oluĢturur. Teorisine destek bulabilir, popüler olur. Ama herkesin onu desteklemesinin bilimsel bir değeri yoktur. Meselâ yağmurlu bir günde Ģemsiyeli insanlar gören bir çocuk yağmurun Ģemsiyeler yüzünden yağdığını iddia edebilir. Bu bir teoridir. Ġspat edilmeye muhtaçtır. Bilimsel olarak henüz açıklanmamıĢ bir grup olay karĢısında önce o olayları birleĢtiren fikirler öne sürmek gerekir. Bu birleĢtirme çabası örneğin sebepsonuç iliĢkisi olabilir. Fikirleriniz tutarlı bir bütün oluĢturduğunda bir modelden söz edebilirsiniz. Tutarlılık gereklidir. Her gerçek tutarlıdır. Ama her tutarlı fikir gerçek olmayabilir. www.derindusunce.org Fikir Platformu 50 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Bu sebeple modeli destekleyecek deney ve gözlemler yapmak gerekir. Eğer bilim adamı olgun bir insan ise modelini çürütebilecek gözlem ve deneyler de yapar. Yani dinozorların bakteriden geldiğini ispata çalışmaz. Dinozorların nereden geldiğini bulmaya çalışır. Böylece modeli olgunlaĢır. Denenebilir hale gelir. Diğer bilim adamları teori sahibinin belirlediği koĢullar içinde modeli dener ve artık bu fikirler bilimsel bir GERÇEK olur. Meselâ bilim adamının keĢfettiği bir antibiyotik öngörülen virüs grubunu öldürür. Bu artık bilimsel bir gerçektir. Bir teori olmaktan çıkmıĢtır. Belirli sıcaklık, nem, asitlik, vs ortamında dünyanın her yerinde o antibiyotik o virüsü öldürecektir. Gelelim Darwin ve Evrim konusuna. MeĢhur Ernst Mayr “One Long Argument: Charles Darwin and the Genesis of Modern Evolutionary Thought“ adlı eserinin baĢlığından itibaren bir Evrim Teorisinden değil Evrim düĢüncesinden (Evolutionary Thought) bahseder. Meselâ bu eserin 4cü bölümünde Darwin‟in Evrimci düĢüncesinin bir teori değil bir çerçeve, bilimsel bir doktrin olduğunu anlatır: “In both scholarly and popular literature one frequently finds references to “Darwin‟s theory of evolution”, as though it were a unitary entity. In reality, Darwin‟s “theory” of evolution was a whole bundle of theories, and it is impossible to discuss Darwin‟s evolutionary thought constructively if one does not distinguish its various components. … The term “Darwinism”, … has numerous meanings depending on who has used the term and at what period. A better understanding of the meaning of this term is only one reason to call attention to the composite nature of Darwin‟s evolutionary thought. … I consider it necessary to dissect Darwin‟s conceptual framework of evolution into a number of major theories that formed the basis of his evolutionary thinking.” Evrim düşüncesi bilimsel gerçeklere dayanır mı? Elbette. Meselâ doğal seleksiyon, kullanılmayan organların yok olması gibi “evrimci” mekanizmalar kısa ömürlü bakteri solucan vb hayvanlarda deneyler yoluyla ispat edilmiĢtir. Bu deneyler her zaman tekrar edilebilir. Ancak bu mekanizmaların ayrı ayrı birer doğal olay değil de MİLYONLARCA YILLIK tek bir sürecin küçük parçaları olduğu iddiası ayrı bir Ģeydir. Bütün ineklerin memeli olduğunu söylemek ile bütün memeli hayvanların inek olduğunu söylemek arasında fark vardır. Artık milyonlarca yıllık geri dönülemez ve test edilemez bir süreç fikri devreye girmiĢtir. Kimi evrimcilerin iddia ettiği gibi hayatın ortaya çıkıĢından insana varan bir sürecin evrimle açıklanması artık sahanın değiştiğini işaret eder. www.derindusunce.org Fikir Platformu 51 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Demek ki Evrim düĢüncesi canlıların tarihi üzerine bir doktrin, muhtemel spekülasyonlar için bir çerçeve? O halde doğrudan tarihî bir örnek alalım: Ġstanbul‟un Fethi sırasında karadan yürütülüp Haliç‟e indirilen gemilerin sonuca etkisi ne idi? 1. Fethin baĢarılmasında OLMAZSA OLMAZ bir eylem? 2. Bizans saflarında korku ve askerin moralinde bir çöküntü? 3. Lüzumsuz bir macera? Tarihçiler karbon 14 testi gibi “bilimsel yöntemler” kullanarak araĢtırabilirler. Ama varacakları sonuç bir tercih, bir duruĢ, bir doktrin gölgesinde olacak. Zamanda seyahat etmemiz ya da bu savaĢı yeniden yapmamız mümkün olmadığına göre tarihçilerin söyledikleri birer spekülasyondan öteye geçemeyecek. Bu bağlamda “evrim düşüncesi” ispatlanması ya da yalanlanması imkânsız bir zihinsel olgudur, felsefî bir duruş hatta bir inançtır. Neden? Evrime alternatif bir senaryo üretelim: Dünyada hayatı Andromeda takım yıldızından gelen uzaylılar başlattılar, dünya bir laboratuardı onlar için. Bakterilerden insana kadar bütün canlıları başka gezegenlerden taşıdılar binlerce yıl boyunca. Sonra bütçe sıkıntısı sebebiyle deneylere ara verdiler ve gezegenlerine döndüler. Yakında geri gelecekler ve herşey ortaya çıkacak. Ġnanmayan varsa yanıldığımızı ispatlasın da görelim! Seküler bir gözle bakıldığında Ġslâm, Hristiyanlık ya da Musevilikteki yaratılıĢ düĢüncesi de bir senaryodur. Bilimsel bir gerçek değildir. Eğer Tanrı bilimsel olarak ispat edilebilecek bir Ģey olsaydı zaten Tanrı olmazdı. Müslümanların evrim ile imtihanı Ancak düĢünce dünyamız 19cu yüzyıl insanlarının teknoloji hayranlığı ve pozitif bilimin üstünlüğü(!) fikriyle formatlanmıĢ vaziyette. Bu sebeple dindar Müslümanlar ve Hristiyanlar bile üstü kapalı bir biçimde bir YaratıcıTasarımcı olduğunu “bilimsel” olarak ispatlamak istiyorlar. Bu istek ise beraberinde bir tür mucizeperverlik getiriyor ki bunun Ġslâm‟a uygun bir duruĢ olduğundan da o kadar emin değiliz. Bir baĢka deyiĢle “vay bee arılara bak, nasıl bal yapıyor. Biz hiç bir fabrikada bal yapamayız, demek ki bir Tanrı var” tarzı bir iman zayıf bir imandır. Aklın muCiZe karĢısındaki ACZiyeti imanın sebebi ise bilim ilerledikçe iman silinecek(!) demektir. Akla ve teknolojiye tapan “modern” insana (henüz) uzanamayacağı yerler olduğunu söylemek yenilginin itirafıdır. Müslüman‟ın, Hristiyan‟ın rezil olmasıdır. ġaĢkınlığa ve aklî acizliğe dayalı BU iman pozitivist düĢünce karĢısındaki aĢağılık kompleksidir. www.derindusunce.org Fikir Platformu 52 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Evrim ve alternatif senaryolara geri dönecek olursak… Akıllı Tasarım gibi bir senaryo az önce sözünü ettiğimiz Yaratıcı-Tasarımcı‟nın varlığını zorunlu kılıyor. Oysa kimi teistlerin savunduğu “evrimi de Tanrı yarattı” senaryosu yeterince “dindar” değil. Adeta herkesi memnun etmeye çalıĢan bir ORTA YOL. Son tahlilde Evrenin, canlıların ve tabi biz insanların tarihine, kökenine getireceğimiz açıklamalar iki varoluĢsal-kimliksel soruya yanıt olur: 1) Neden inanıyorum? 2) Neden inanMıyorum? Bu sebeple Evrim tartıĢmaları aslında bir tür maskeli balodur. Bir baĢka yazımızda belirttiğimiz gibi: “İnançlar arası diyaloğun ilerleyebilmesi için öncelikle farklı inançtan insanların bu farkı kabul etmesi gerekiyor. Bu diyalogların kurulması önündeki en büyük engel kanaatimizce halen sürmekte olan maskeli balodur.” (Evrime iman ve dinler arası diyalog) Okullarda evrim öğretilmeli mi? Yukarıda da altını çizdiğimiz üzere “evrim düşüncesi” ispatlanması ya da yalanlanması imkânsız bir zihinsel olgudur, felsefî bir duruş ya da bir inançtır. Bu sebeple evrim eğer okulda anlatılacaksa bunun yeri biyoloji değil felsefe dersidir. Ġnsanın ortaya çıkıĢı konusunda bir Yaratıcı fikrinden rahatsız olabilecek insanlar Tanrı‟sız bir ortaya çıkıĢ senaryosu üretme ve bunu savunma hakkına elbette sahipler. Ama bugün içinde bulunduğumuz durum oldukça çarpık: Felsefî bir duruĢ bilimsellik kisvesi altında biyoloji derslerinde anlatılıyor. “Dinozorları ALLAH çarptı, öyle yok oldular” diye bir biyoloji dersi nasıl olmazsa evrimi bilimsel bir gerçek olarak yutturan biyoloji dersi de olmaz. Bunun yeri felsefe dersidir. www.derindusunce.org Fikir Platformu 53 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Aydınlanmanın Şantajı ve Foucault (Sever Işık) Foucault‟nun düĢüncesi değiĢik eksenlerde çözümlenmiĢtir. Onu modern perspektiften okuyanlar olduğu gibi postmodern perspektiften okuyanlar da vardır. Foucault‟nun düĢüncesinin ve Batı felsefesindeki konumunun sağlıklı değerlendirilebilmesi için aydınlanmaya iliĢkin kavrayıĢının bilinmesi gerekir. O bu konudaki görüĢlerini çoğunlukla Ġmmanuel Kant‟ın “Aydınlanma nedir?”(Kant,1984) metni bağlamında dile getirmiĢtir. Aydınlanmanın ne olduğunu sormak geçmiĢi değil, bugünümüzü anlamaya ve anlamlandırmaya iliĢkin çabanın baĢlangıcıdır ve aynı zamanda sonucudur. Foucault, Kant‟ın cevaplamaya çalıĢtığı “Aydınlanma nedir?” sorusunun modern felsefenin cevabını arayıp bulamadığı ve kendisinden kurtulamadığı bir soru olduğunu ayrıca Hegel, Marks, Nitzsche, Max Weber, Frankurt Okulu ve Habermas‟ın aynı soruyla dolaylı olarak da olsa hesaplaĢmaya çalıĢtığını belirttir. Foucault‟ya göre aydınlanma bugün ne olduğumuzu, ne düşündüğümüzü, ne yaptığımızı belirleyen sorunun cevabıdır. Ve bu soru Ģimdi, “modern felsefe nedir?” biçimine dönüĢmüĢtür. Kendisi bu soruya Ģöyle cevap verir: Modern felsefe iki yüzyıl önce sorulan aydınlanma nedir? sorusuna cevap arayan felsefedir (Foucault, 2000a: 174). Kant‟ın “Aydınlanma nedir?” baĢlıklı metinde cevabını aradığı soru tarihsel sürecin içsel erekselliği değil, bir farklılıktır; bugün düne kıyasla ne tür bir farklılık getirmektedir? Sonuç olarak Kant aydınlanmayı; „irade, otorite ve aklın kullanımı arasında önceden varolan iliĢkinin değiĢikliğe uğratılmıĢ bir hali‟ diye tanımlamaktadır. Aydınlanma‟yı karakterize eden Ģey “olgunlaĢmamıĢlık” statüsünden kurtaran bir süreç olmasıdır (Foucault, www.derindusunce.org Fikir Platformu 54 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi 2000a: 176). Foucault‟ ya göre Kant‟ın bu metninin önemi zamanın içsel erekliliğini, insanın gitmekte olduğu noktayı tespite çalıĢması değil de, eleĢtirel düĢünce ile tarih üzerine düĢünmenin kavĢağında yer almasıdır. Metin, Kant‟ın kendi yaptığı iĢin güncelliği üzerine olan düĢüncelerini yansıtmaktadır. Kısaca bu metnin özelliği tarihte farklılık olarak bugün üzerine olan düĢünmesinde yatmaktadır (Foucault, 2000a: 180). Foucault bu metinden modernliğin bir dönem olarak değil de bir tutum olarak anlaĢılabileceği sonucunu çıkarmaya çalıĢır. Tutum ile kastedilen ise güncellikle kurulan iliĢki, gönüllü tercih, düĢünme ve hissetme tarzı, eylem ve davranma biçimidir Foucault, Kant‟ın metninin bugün kendisine bağlı olarak yapmakta olduğumuz belirli bir felsefe tarzını tanımladığını düĢünmektedir. Ve aydınlanmanın hala büyük ölçüde bağlı olduğumuz toplumsal kurumsal ve kültürel olaylar bütünü olarak ayrıcalıklı bir analiz alanını oluĢturduğunu söyler. Ayrıca hakikatin gelişmesi ile özgürlük tarihinin birbirine bağlanması hala üzerinde durulması gereken felsefi bir problemdir. “Kendimizi tarihsel olarak belli bir ölçüde aydınlanma tarafından belirlenmiĢ varlıklar olarak analiz etmeye çalıĢmamız gerekir”. Bu analizin temelinde bir dizi tarihsel araĢtırma yer alacaktır (Foucault, 2000a: 185). Foucault, aydınlanmanın temelinde yatan ilkenin, eleştiri ve kendimizi kendi özerkliğimiz içinde kesintisiz olarak yaratma ilkesi olarak anlaĢılabileceğini düĢünmektedir. Söylediğimiz, düĢündüğümüz ve yaptığımız Ģeylerin kendimize iliĢkin bir tarihsel ontoloji süzgecinden geçirilerek eleĢtirilmesinden oluĢan felsefi bir ethosa olumlu bir içerik kazandırması gerektiği açıkça ortadadır. Bu eleĢtiri, bizi kendimizi oluĢturmaya yaptığımız, düĢündüğümüz ve söylediğimiz Ģeylerin özneleri olarak tanımlamaya yönelten olayların tarihsel temeldeki sorgulaması olarak ilerleyecektir. Bu eleĢtiri aĢkın olmayıp, hedefi de bir metafiziği mümkün kılmak değildir. Bu eleştiri amacıyla soykütüksel, yöntemiyle arkeolojik niteliklidir. Tüm bilgi ya da ahlaki eylem biçimlerinin evrensel yapılarını belirlemeye değil, düĢündüğümüz, söylediğimiz ve yapmaya çalıĢtığımız Ģeyleri eklemleyen söylemleri tarihsel olaylar olarak ele almak anlamında arkeolojiktir. Transandantal değildir (Foucault, 2000b: 187-188). Yani, kendimize ilişkin tarihsel ontoloji, global ya da radikal olma iddiasındaki bütün projelerden uzaklaĢmak durumundadır. “Deneyimlerimize dayanarak biliyoruz ki baĢka bir toplum, baĢka bir düĢünce tarzı, baĢka bir kültür, baĢka bir dünya görüĢü için bütünsel programlar ortaya koymak amacıyla güncel sistemden kurtulma iddiası, bizi en tehlikeli geleneklere geri götürmekten baĢka sonuç vermemiĢtir” (Foucault, 2000a: 189). Aydınlanmanın eleĢtirel kavrayıĢını benimseyen Foucault, aynı zamanda aydınlanmanın bir çok temel parametresini topa tutar; AĢkın özne, evrensel sistemler, sürekli olumsal ilerleme vb. Kendimizi, kendisini entelektüel ve siyasi bir ikilem şeklinde dayatan “Aydınlanma‟dan yana ya da Aydınlanma‟ya karşı olma” şantajından kurtarmamız gerekmektedir (Foucault, 2000a: 187). Buradan anlaĢılabileceği gibi Foucault, kelimenin tüm Ģümulüyle aydınlanma karĢıtı www.derindusunce.org Fikir Platformu 55 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi olmadığı gibi, taraftarı da değildir. Hatta onun arkeolojileri ve soy kütükleri, önemli ölçüde aydınlanmanın yaslandığı temelleri sarsmaya ve yıkmaya yönelik tarihi/felsefi incelemelerdir. Onun çalıĢmaları aydınlanma düĢüncesinin yaslandığı öznenin/insanın ölümünün analiz ve ilanıdır. Modernlik sorununun soykütüğünü yapmaktan bahseden Foucault için aydınlanma, kendini isimlendiren, geçmiş ve gelecek karşısında konumlandıran ve şimdiki zamanda yapması gereken şeyleri belirleyerek kendi bilincine varmış çok özel kültürel bir süreçtir (Foucault,2000a: 165). 18. yüzyıldan beri düĢüncemize nüfuz etmiĢ bir felsefi sorun olan Aydınlanma, modernliği başlatan olay olarak, akıl tarihinde, rasyonalitenin, teknoloji biçimlerinin, bilginin özerkliğinin gelişmesi ve yerleşmesinde kendini göstermiş kalıcı bir süreç olarak, bizim için sadece düĢünce tarihinin bir episodundan ibaret değildir (Foucault, 2000a: 171). Evrensel hakkında düşünmenin tarihselliği sorunu olarak aydınlanmanın anlamı üzerine düĢünülmesi gerekir. Çağımız aydınlanmanın bilimsel ve siyasal kehanetini yalanlamıĢ, geneli itibariyle iyimser olan aydınlanma düĢüncesi ve “iyimser tutum” özellikle 20. yüzyılın ilk yarısında Avrupa‟nın siyasal pratiği tarafından geçersiz kılınmıĢ ve baĢta bilim,akıl,ilerleme ve hatta özgürlük olmak üzere aydınlanmanın değerlerine karĢı bir hayal kırıklığı oluĢmuĢtur.Bu nedenle aydınlanma yeniden gözden geçirilmelidir. Foucault‟ya göre eleĢtirel felsefe geleneğinin iki kolu olup, ikisinin kaynağında da Kant vardır. O, modern felsefeye hakim olan geleneği; “hakikat analitiği” olarak adlandırır. Diğer geleneğin kaynağında da Kant‟ın “Aydınlanma nedir?” de ortaya attığı “Güncelliğimiz nedir?” ġimdiki zamanda yaĢanabilecek mümkün deneyimler alanı nedir? soruları vardır. Burada söz konusu olan bir “hakikat analitiği” değil; “Ģimdi”nin ve kendimizin tarihsel bir ontolojisidir. Foucault kendisini bu soruyu cevaplamaya çalıĢan ve Hegel‟den gelip Nietzsche ve Max Weber üzerinden Frankurt Okulu‟na uzanan eleĢtirel düĢünce geleneği içinde konumlandır (Foucault, 2000a: 172). Onun tüm çabası da Batı tarihinin, eleĢtiri geleneği içinde, tarihsel bir perspektiften okunmasıdır.. Foucault‟ya göre yaĢadığımız zaman, tarihte eĢsiz ya da temel bir nokta değildir. Bunun bilincinde olarak Ģimdinin doğasını çözümlemeye çalıĢmak gerekir. Zaten Kant‟tın “Aydınlanma nedir?” sorusundan beri modern felsefenin ana uğraĢlarından biri “şimdimizin doğası nedir?” sorusuna cevap aramak olmuĢtur (Foucault, 2001: 41). Onun anlatmak istediği Ģey Ģudur: YitirmiĢ olduğumuz dünyaların garipliğini ortaya koymak, biz modern insanlara, eski yaĢam ve düĢünce biçimlerinden uzaklığımızı kavrayarak kendi kültürel kimliğimizi sınamaya zorlar (Merquior, 1986: 94). Zira kültürel kimliğimizi sınamamız, yaĢadığımız zamanı, “Ģimdi”yi/günümüzü kavramamızı sağlar. Kaynakça www.derindusunce.org Fikir Platformu 56 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi FOUCAULT, Michel (2000a). “Aydınlanma nedir”. Özne ve İktidar. Der.IĢık Ergüden & Tuncay Birkan. (çev. Osman Akınhay). Ġstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 162-192 FOUCAULT, Michel (2000b). “Ġki Ders”. Entellektüelin Siyasi İşlevi. Der. IĢık Ergüden & Tuncay Birkan. (çev. Ferda Keskin). Ġstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 86-117 FOUCAULT, Michel (2001). Yapısalcılık ve Postyapısalcılık. (çev. Ali Utku &Ümit Umaç). Ġstanbul: Birey Yayınları. MERQUIOR, J. G. (1986). Foucault. (çev. Nurettin Elhüseyni). Ġstanbul: Afa Yayınları KANT, Ġmmanuel (1984). Seçilmiş yazılar. (çev. Nejat Bozkurt). Ġstanbul: Remzi Yayınevi. www.derindusunce.org Fikir Platformu 57 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Çocukların cinsel istismarı (Mehmet Yılmaz) Milyonlarca Yahudinin Naziler tarafından fırınlarda yakıldığı “Holokost” ortaya çıkınca bir çok Yahudi isyan etti: “Tanrı böyle bir şeyin olmasına nasıl müsade etti? Neden Nazileri durdurmadı? Ya dediği kadar güçlü değil ya da o kadar iyiden yana değil!” Son çocuk istismarı haberini okuduğunuzda ne dediniz? Ben Ģunları duydum: - Ayy, iğrenç! Nasıl yaparlar böyle bir Ģeyi? Bunları asmalı! Acı çektirerek öldürmeli hepsini, Cezalar yetersiz. Sanki bunu ilk defa duymuĢçasına öfkeyle ayağa fırladı insanlar. Sonra bir daha hiç olmayacakmıĢ gibi yavaĢça yerlerine oturdular. Gazetelerde manĢetler, internet forumlarında dolaĢan öfke dolu mesajlar… Sübyancılık karĢısında takındığımız histerik tavır konuyu düĢünmemize engel oluyor. Birilerinin çocuk bedeninden cinsel haz alabilmesi gerçeği aklımızı felce uğratıyor. Holokost kelimesi sadece Yahudilerin değil bedensel engellilerin, komünistlerin, savaĢ karĢıtlarının, Çingenelerin, Rusların, Polonyalıların, www.derindusunce.org Fikir Platformu 58 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi eĢcinsellerin ve Yahudilerin Naziler tarafından toplu olarak «imha edilmesine » verilen bir isim. Öldürülen 12 milyon insandan 6 milyonu Yahudi olduğu için bu katliam sadece onları hedef almıĢ gibi anılsa da Nazilerin gözünde bu grupların her biri imha edilmesi gereken “solucanlar” veya “sıçanlar” idi. Bu sebeple yaptıkları katliam bir suç değil bir “Endlösung” son/kalıcı çözüm(!) oldu onların gözünde. Neden böyle bir iĢe giriĢti Naziler? Birinci Dünya SavaĢı sonrası yaĢanan açlık ve sefalet için bir açıklama uydurmak gerekiyordu. Üstün(!) Alman ırkının bir hata yapması söz konusu olmadığına göre bir suçlu, bir günah keçisi bulunmalıydı. Bedensel engelliler, akıl hastaları ve diğer “bozuk biyolojik yapılı” gruplar saf Alman ırkını bozan ögelerdi ve bir “temizlik” yapılmalıydı. ĠĢte bu insanların önemli bir kısmının yakılarak öldürülmesini temsil ediyor Holokost kelimesi. Ve etimolojisiyle bugüne ıĢık tutuyor. Neden? Holokost eski Yunanca ὅλος (ok. “holos” = bütün) κασστός (ok. kostos = yakmak) kelimelerinin birleĢmesinden oluĢuyor. Bir erkek hayvanın bütün bütün yakılarak kurban edilmesi pagan dinlerden Yahudiliğe girmiĢ, oradan da Avrupa‟ya kadar gelmiĢ bir ritüel. Bernard Lazare‟ın 1894 tarihli “L‟Antisémitisme” adlı eserinde aktardığına göre Ortaçağ Avrupa‟sında da kıtlık veya veba salgınları sırasında “manevî güçlerin öfkesini yatıştırmak için” Yahudiler diri diri yakılarak kurban edilirmiĢ. Çocukların cinsel istismarına yeltenenler hapishanelerde bile diğer mahkumların saldırısına uğruyor, linç ediliyor. Sizce meĢru ve masum bir öfke mi söz konusu olan? Yoksa hırsızlık ve cinayet gibi “minik” suçlar iĢlemiĢ diğer mahkumların “kendi günahlarından arınmak” için buldukları bir yöntem mi? “Aabi hadi ben şeytana uydum, adam vurdum. Ama bu herif bir çoğun ırzına geçmiş, olacak şey mi?” Cinayet hadi neyse de, sübyancılık? Olmaz ki canım! Bizim sübyancılarımız Nazilerin günah keçileri kadar masum değil elbette. Ama onlar da “bizim”. Milletvekillerimiz, altın madalyalı sporcularımız veya baĢarılı bilim adamlarımız kadar bizim bu “sapıklar”. Onlar saptıkları için”öteki” oldular. Tecrid edildiler. Günah keçisi rolü verildi onlara. Onların sapması sayesinde “sapmayanlar” günahlarından arınacaklar! Peki sapmayanların sübyancı keçiye yüklemek istedikleri günah ne? Sapmayanlar kendilerinden ikinci bir Ģahıstan bahseder gibi bahsediyorlar. Kendine daha iyi bakmak söz konusu. Kendini Ģımartmak. Mükün olduğu kadar “seçkin” bir biçimde tabi. Evini daha iyi döĢemek, daha iyi Ģaraplar içmek, daha güzel arabalar kullanmak istiyor o artık öteki olan “kendisi”. Tatile gidip dinlenmek değil tatilini “baĢarmak” gerek… BaĢkalarına anlatmak ve mutlak Ģef olan “kendisini” memnun etmek için… Yoksa siz tek taĢınızı almadınız mı daha?… kendinize? www.derindusunce.org Fikir Platformu 59 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Sapmayanlar iki zıt kutubu mutluluk ve tatmin olan demir çubuğu büküp bir halka yaptılar. Bu halkanın içinde yaĢamak zorunda herkes. Bu halkanın içinde geçmiĢ ve gelecek yok, sadece “an” ve anı yaĢamak var. O anın içinde anlamın oluĢmasına yetecek kadar zaman olabilir mi? Elbette yok. Zamanın ve mekânın dıĢındaki evren hissedilmiyor onların dünyasında. AĢk? Onu “an” kafesine koydular, aĢk da bireyselleĢti, erotik-ürünleĢti, internetselleĢti, içi boĢaldı. Sanat? PornolaĢtırdılar. Ġnsan? “Tanrı” ile beraber o da metalaĢarak öldü. Doğanın geri kalan kısmı gibi üzerinde hakimiyet kurulması gereken bir varlık o Ģimdi. Bilgi? Askerî amaçların hizmetinde. MürĢid olamayan bilim deli bir çoban oldu, insanları güdüyor savaĢtan savaĢa! Vicdan kollektifleĢti, kurumsallaĢtı. Devlete transfer edildi. Seçim yatırımısallaĢtı, sulandı, silikleĢti. Anlık hazza tapan hedonist cemiyette herkes saldırganlaştığı için saldırganlığı ve şiddeti bir sorun olarak tarif etmeye gerek yok. Tedavi etmeye hiç gerek yok. “Ben deliyim” diyen deli gördünüz mü siz? Çocukların cinsel istismarı nedir? Haz amaçlı bir saldırganlık değilse eğer, nedir? Kendinize yapılmasını istemediğiniz Ģeyi baĢkasına yapmak değilse? Anlık hazların, hedonist felsefenin dinleĢtiği, imanlaĢtığı bir toplum kurdular sapmayanlar. Haftanın belirli günlerinde alıĢ-veriĢ tapınaklarında, günün belirli saatlerinde elektrikli putlarının karĢısında ibadet ediyorlar. Sapmayanlar sapıklığın kaçınılmaz olduğu bir sistemin mimarları oldular. Bir günah keçileri eksikti, onlar da bulundu: Sübyancılar! Çocukların cinsel istismarı mı dediniz? - Iyy, ne iğrenç! Nasıl yaparlar böyle bir Ģeyi? Bunları asmalı! Acı çektirerek öldürmeli hepsini, Cezalar çok yetersiz canım. www.derindusunce.org Fikir Platformu 60 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Evrime iman ve dinler arası diyalog (Mehmet Yılmaz) Ġnançlar arası diyaloğun ilerleyebilmesi için öncelikle farklı inançtan insanların bu farkı kabul etmesi gerekiyor. Bu diyalogların kurulması önündeki en büyük engel kanaatimizce halen sürmekte olan maskeli balodur. Geçenlerde “Üçüncü Dalga Geliyor” adlı güzel blogda Murat Bey de bu maskeli baloya katılmıĢ ve insan bedeninin Tanrı tarafından tasarlanmadığın ispat için Ģunları yazmıĢ: “[...] Aynı delikten nefes alip, icip, yemek yiyoruz, ve Heimlich‟in unlu “manevrasina” ragmen solunum yoluna bir sey tikanmasi tum diger olum sebeplerinin arasinda dorduncu sirada geliyor. Peki ya suda bogulmak (bu besinci sirada). Dortte ucu su ile kapli bir gezegende yasayan insanlarin suda nefes alabilmesi iyi bir ozellik olmaz miydi? Ya da şu ise yaramayan vucut parcalarimizi ele alalim; Ayak serce parmak tirnaginiz ne ise yariyor? Ya da apendesit? Cocuklugunuz bittikten sonra islemeyi birakiyor ondan sonra patlama tehlikesi haricinde baska bir halta yaramiyor. Ise yarayan parcalar bile bazen problem cikartabiliyor. Dizlerimiz isimizi goruyor, dogru, fakat carpmaya karsi iyi korunmus olduklarini kimse iddia edemez. Vucudumuzdaki sessiz katillere ne demeli? Yuksek tansiyon, kanser, diyabet ABD‟de her yil onbinlerce kisi olduruyor, vucudumuzda bu tehlikelere karsi www.derindusunce.org Fikir Platformu 61 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi bizi uyaran mikroorganizmalar olsaydi fena olmaz miydi? En ucuz, dandik arabada bile gostergeler olur. Bizde niye yok?“ Bu bilimsel(!) evrim-AT tartıĢmasının neden bir maskeli balo olduğunu birazdan anlatacağız ama öncelikle değerli yazar Murat Bey‟in iddialarına bir bakalım. Burada listelenen “kusurlar” ölümün bir yanlıĢlık, bir kaza olduğu varsayımına dayanıyor. Yani insanlar aslında sonsuz bir hayat sürmeleri gerekirken evrimin yol açtığı aksaklıklar sonucu ölüyorlar. Bu “kaza-ölüm” ise akıllı bir tasarımın olmadığını, bedenlerimizin evrimin rastlantısal labirentleri içinde geliĢtiğini ispat ediyor Murat Bey‟e göre. Gerçekten ölüm olmasaydı yani evrim veya yaratılıĢ neticesinde ölmesi/öldürülmesi imkânsız yaratıklar olsaydık ne olurdu? SavaĢ, hastalık ve açlık olmazdı elbette. Çünkü kimse kimseyi öldürmekle tehdit edemezdi meselâ. Haliyle barıĢ, sağlık ve tokluk da olmayacaktı. Ġnsanları ve toplumları barıĢ içinde yönetmeyi amaçlayan siyaset bilimi ya da diplomasi tarif edilebilir miydi böyle bir ortamda? Hastalık ve açlıktan ölmek söz konusu olmayınca iyileĢtirmek ve doyurmak da imkânsızlaĢacaktı. Bir baba çocuğuyla hiç ilgilenmese bile çocuğun açlıktan ölmesi imkânsız olacaktı. Meselâ evrim sayesinde insanlar taĢ ve toprak yiyebileceklerdi. Soğuktan ölmek olmayacağı için ne üĢümek ne de giyinme ihtiyacı olabilirdi. Hemen hiç bir ihtiyacı olmayan insanların üretmesi, ticaret yapması için de bir sebep kalmıyor tabi. Dolayısıyla ekonomi de çöpe! Liste uzun. Belki de hayatta kalma isteği ile “ölüm tehlikesi” aslında insan merakını ve icad duygusunu kıĢkırtmak amacı güden birer olgu? Bugün insanlığın, özellikle de tekniğin bu kadar ilerlemesinde en büyük dürtülerden biri ölüm? Oysa ölüme bir sorun, çözülmesi gereken bir tasarım-mühendislik meselesi olarak bakınca bir açmaza giriyoruz. Ölümün olmadığı bir dünyayı ölümlü dünyada ĢekillenmiĢ insan zekâsının tasavvur etmesi oldukça güç. Neticede insanoğlu herĢeyi sınırlarıyla kavrayabilir. Bu sınırların oluĢması ise zıtların varlığına bağlıdır. Haliyle Murat Bey‟in yakındığı hastalıklar ve kazalar hayatımızın zıddı, olmazsa olmaz koĢulu olan ölüm için birer bahane hatta birer fırsat. Ölüm kavramına daha derinlemesine baktığımız “YaĢama çıplak gözle bakarken” adlı yazımızda Ģoyle demiĢtik: “Nabzımızın kaç defa atacağı, akciğerimizi kaç defa doldurup boşaltacağımız belli. İnsan ana rahmine düştüğü anda dönmeye başlayan bir sayaç bir tür kum saati gibi işliyor. Üst tarafını değil ama aşağı düşen kumları görebiliyoruz. Başlayan veya biten bir şey yok, sadece belli sayıdaki kum tanesi yer değiştiriyor. www.derindusunce.org Fikir Platformu 62 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi şöyle bir düzeltme yaparak bu yazıyı bitirelim: “Ölene kadar hayatı yaşıyoruz” yerine H2O formülünde olduğu gibi “Hayat-Ölüm denen bir şey yaşıyoruz” diyelim.” Not: Bir teist olduğunu tahmin ettiğimiz Murat Bey’in yazdıklarıyla bir şaka yapmış olması ihtimalinden şüphe etmiyor değiliz. Ama bu argümanları çok ciddi biçimde savunan bir çok insanla karşılaştık. Neden maskeli balo? Adına teori denilen oysa gerçekte birer senaryo olan “Evrim Teorisi” ve “Akıllı Tasarım Teorisi” tartıĢmaları tam bir maskeli balo. Gerçekte metafiziğin konusu olması gereken bu iki senaryo felsefenin bahçesinden kaçmıĢ, pozitif bilimlerin laboratuarlarına arka kapıdan girmiĢ iki beyaz fareye benziyor. Sözümona teorileĢtirilerek tekrar tekrar “ispat edilen” bu inanç tercihleri gerçekten ispat edilen hakiki teorilerin aksine tartıĢılmaya devam ediyor. Okullarda okutulması veya müfredattan çıkarılması minik kıyametler koparıyor. Eğer yerçekimi veya dünyanın yuvarlaklığı gibi bilimsel bir gerçek söz konusu ise neden bir türlü harbiden ispat edilemiyor bu “teoriler”? Zekâmızın sınırları Ġnsan zekâsı her hangi bir Ģeyin sadece VAR olduğunu ispat etmeyi becerebilir. Bunun tersini yani YOK olduğunu ispat edemez. Meselâ içme suyunuzda siyanür olduğu iddia edilse, siz de belediye baĢkanına “olmadığını ispat edin” deseniz yapamaz. Ġspat edebileceği tek Ģey sudaki siyanür miktarının metreküp baĢına kabul edilebilir seviyede olduğudur. Bunu iyi bilen gazeteciler hayatlarını yıkmak istedikleri insanlara “rüşvet almadığınızı ispatlayın” veya “eşinizi aldatmadığınızı kanıtlayın” diyerek hücum ederler. Ġkinci olarak evrim ve akıllı tasarım senaryoları hayatın kaynağını bilimsel olarak açıklamak gibi imkânsız bir iĢin peĢindeler. Oysa “hayat” denilen Ģeyin bilimsel bir tarifi yapılamdığı için bunun kaynağının aranması da son derecede anlamsız. Hayat teraziyle tartılabilecek bir Ģey değildir. “Son nefesini veren bir insan 100 gram hafifler” gibi bir kural yoktur. Kütle olarak VAR olmayan hayat YOK olduğunda yani ölüm geldiğinde de bilime susmak düĢer. Kalbi atmıyor sanılarak morga taĢınırken uyanan bir çok hasta vardır. Kalp atıĢı, vücut sıcaklığı gibi “hayati” belirtiler ancak kendi varlıklarını ispat ederler. Hayat, ölüm tıpkı güzellik veya bilgelik gibi zamandan ve mekandan bağımsız, ölçülemez varlıklardır. Hatta “hayat yoktur” ya da “bütün varlıklar, taşlar, hava, su canlıdır” gibi bir önermeye cevap olarak verilebilecek bilimsel bir cevap yoktur. Çünkü bu kavramlar metafiziğin konusudur, fiziğin değil. www.derindusunce.org Fikir Platformu 63 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Zaman ve mekândan bağımsız Ģeylerin pozitif bilimlere konu edilmesi bilimi ancak rezil eder ve ona olan güveni sarsar. GeçmiĢte bilimin politikaya alet edilmesi sonucu Alman ırkının ustünlüğü inancı ve arzusu Alman bilim adamları tarafından “teori” haline getirilmiĢtir. Tanrinin varlığını/yokluğunu bilimsel olarak ispat etme çabası da bilimin dine/dinsizliğe alet edilmesine güzel bir örnek teĢkil ediyor. Kant‟ın “Saf/yalın Aklın EleĢtirisi” adlı anıtsal kitabında isabetle belirttiği gibi bilimin başarılı olma sebebi zaman ve mekânla sınırlı alanlarda çalışmasıdır. Bu alanlar ölçülebilir alanlardır. Deney ve gözleme müsade ederler. Ancak bu alanların dıĢında kalan konularda bilim ve bilimsel akıl yürütme fena halde çuvallar. www.derindusunce.org Fikir Platformu 64 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Dini Siyasete Karıştırmanın Faydaları (Mustafa Akyol) Geçtiğimiz haftalarda dünyanın ilgi odaklarından biri Burma‟daki despot askeri rejime karĢı geliĢen kitle tepkisiydi. Bu cesur baĢkaldırının öncülüğünü ise baĢkent Yangon‟un sokaklarında „demokrasi, demokrasi‟ diye tempo tutarak yürüyen onbinlerce Budist rahip üstlendi. Sonuçta ülkeyi yöneten generaller tek bildikleri yola baĢvurup gösterileri Ģiddetle bastırdılar; ama kırkbeĢ yıldır milim oynamayan militarist surda bir gedik açıldı. Ve bu iĢ din adamlarının eliyle oldu. Aslında dinin siyasete karıĢarak özgürlüğe ve adalate öncülük etmesinin yakın tarihte pek çok örneği var. 1980‟lerde Polonya‟daki DayanıĢma hareketine büyük destek veren Katolik Kilisesi, „demir perde‟nin orta yerinde komünist blokun çökmesiyle sonuçlanacak bir çatlak açmıĢtı. ABD‟de önce köleliğin sonra da ırk ayrımının kaldırılmasında, „Allah tüm insanları eĢit yaratmıĢtır‟ diye ısrar eden kiliseler ve dini liderler önemli rol oynamıĢtı. Ġslam dünyasında ise sömürgeciliğe karĢı verilen mücadelelerde dinin büyük etkisi oldu. Hele de bizim KurtuluĢ SavaĢı‟mızda… Kısacası dinin politikayı olumlu yönde etkilediğini gösteren pek çok örnek var. Ve bu gerçek, din-siyaset iliĢkisi konusunda ülkemizde pek yaygın ve yerleĢik olan bir ezberle çeliĢiyor. Bize hep „dini siyasete karıĢtırmanın‟ feci bir Ģey olduğu anlatılıyor, değil mi? Ama iĢte görüyoruz ki her zaman öyle değil… KuĢkusuz dini siyasete karıĢtırmanın gerçekten feci olan örnekleri de var; Ġslam adına masum insanları bombalayan terör örgütleri, Filistin‟de kan www.derindusunce.org Fikir Platformu 65 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi döken fanatik Yahudiler, veya ABD‟yi saldırgan bir dıĢ politikaya zorlayan „Hıristiyan Siyonistler‟ gibi. Dahası çağımızda ve hemen yanımızda kurulmuĢ olan dini diktatörlükler var; Suudi Arabistan, Ġran ve Taliban‟ın korkunç Afganistan‟ı gibi. Tüm bu olumlu ve olumsuz örneklere bir arada bakınca, „dini siyasete karıĢtırmak‟ hakkında genelleyici bir yorum yapmanın yanlıĢlığı ortaya çıkıyor. Bu, hangi dinden ve onun hangi yorumundan söz ettiğimize göre değiĢecek bir Ģey. Demokrasiyi, insan haklarını ve özgürlükleri savunan bir din anlayıĢı da mümkün, bunları ortadan kaldırmayı hedefleyen bir „dini despotizm‟ de. Aslında bu çoklu durum sadece din değil, din-dıĢı felsefeler için de geçerli. Örneğin diyalektik materyalizmin siyasete karıĢması, „silahlı propaganda‟ya koyulmuĢ Leninist bir komünizm Ģeklinde de olabilir, sosyal demokrasi formunda da. Birincisinin demokrasilerde yeri yoktur; ikincisi ise meĢru ve hatta gereklidir. Madem durum böyle, o zaman „siyasal materyalizm‟ hakkında tek bir ezbere saplanmamak gerektiği gibi, „siyasal din‟ ve dolayısıyla „siyasal Ġslam‟ konusunda da peĢin hükme varmamak lazım. „Siyasal Ġslam‟ konusundaki yaygın endiĢe kuĢkusuz sebepsiz değil. 20. yüzyılda ortaya çıkan Ġslamcı hareketlerin çoğu „Ģeriat hukukunu egemen kılmayı‟ ve Ġslami saydıkları bir yaĢam biçimini topluma empoze etmeyi hedeflediler. Bu yüzden de „Ġslam ve siyaset karıĢırsa, ortaya despotizm çıkar‟ diye bir kanı yerleĢti. Oysa laik devleti ve demokratik sistemi kabul eden, „dinde zorlama‟yı zaten Ġslam‟ın özüne aykırı bulan, çoğulculuğu benimseyen bir „siyasal Ġslam‟ da mümkündür. Böylesi bir hareket, „din devleti‟ kurmayı değil, demokratik devlet içinde Ġslam‟ın evrensel değerlerini yükseltmeyi hedefleyebilir. Örneğin adaleti, din özgürlüğünü, aile değerlerini, sosyal dayanıĢmayı, Ģeffaf devleti savunabilir. Bu, sadece meĢru değil, fazlasıyla gereklidir de. Ülkemizdeki çoğu „laik‟ kalem, Ġslam‟ın böylesi demokratik bir potansiyel taĢıdığından hayli Ģüpheli. Oysa bu potansiyel tam da onların gözünün önünde, yani Türkiye‟de geliĢip serpiliyor. Ama bunu görebilmek için ezberleri bozup gerçeklere bakmak gerekiyor. www.derindusunce.org Fikir Platformu 66 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Materyalizm de Bir Dogmadır (Mustafa Akyol) Radikal gazetesi genel yayın yönetmeni Ġsmet Berkan, son günlerin popüler „Darwin tartıĢması‟nı ele aldığı Cumartesi günkü yazısında Ģöyle diyordu: „Bilimde dogmalar, değiĢmez doğrular yoktur. Oysa dinde iĢler böyle değildir, ortada „Tanrı kelamı‟ bir kitap vardır, bu kitap değiĢmez, değiĢtirilemez.‟ Ben bu „din statiktir, bilim ise dinamiktir‟ söylemini kendimi bildim bileli duyarım. Bunun hemen arkasından da bunların nasıl „çatıĢtığı‟na dair örnekler gelir: Galile‟nin Engizisyon tarafından susturulması, Kilise‟nin bilimsel kitapları yasaklaması gibi. Bu anlatı tümüyle haksız da değildir. Ancak bize hakikatin (ve problemin) sadece tek bir yüzünü göstermektedir. Öteki yüzü görmek içinse, önce dinin temeli olan „Allah inancı‟nın (teizmin) var olan tek „inanç‟ olmadığını anlamak gerekir. Bunun tam tersi olan bir baĢka inanç daha vardır: Materyalizm, yani maddecilik. Allah inancı, maddesel evrenin ötesinde bir Ġlahi Varlık olduğunu söylerken, materyalizm, „hayır, maddeden baĢka hiçbir Ģey yoktur‟ diye ısrar eder. Bunların her ikisi de birer felsefi kabuldür. Dolayısıyla eğer Allah inancı için „dogma‟ kavramını kullanacaksanız, aynı kavramı materyalizm için de kullanmanız gerekir. Ve dahası bunların her ikisinin de „statik‟ olduğunu görmeniz gerekir. Öyle ya, www.derindusunce.org Fikir Platformu 67 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi materyalistler hiç ĢaĢmadan binlerce yıldır aynı iddiayı tekrarlayıp durmaktadır. Ġnsanlık tarihinin önemli bir bölümünde bu iki dogmadan birincisi (yani teizm) bilime egemendi. Modern çağda ise durum yavaĢ yavaĢ değiĢti ve bu kez materyalizm bilimi tekeline almaya baĢladı. Bu da bir tür „el çabukluğu marifet‟le yapıldı: Bilimin yöntemi gereği sadece maddeyi inceleyebilir olması, madde dıĢında her Ģeyi reddetmenin dayanağı gibi gösterildi. Alın size bir örnek: 20. yüzyılın popüler astronomlarından Carl Sagan, „Cosmos‟ diye ünlü bir televizyon programı sunardı. Ve jenerikte hep Ģöyle derdi: „Evren, var olmuĢ, var olan ve var olacak tek Ģeydir.‟ Dikkat ederseniz Sagan‟ın lafı, bilimsel değil, felsefi bir önermeydi. Çünkü bu önermeyi bilimin yöntemleriyle, yani deney ve gözlemle sınayamazsınız. Fakat Sagan, inandığı materyalist dogmayı sanki bilimin bir bulgusu gibi sunuyordu. Söz konusu dogmanın bilimle çatıĢabilir, hatta onun önünü kesebilir olması ise, meselenin bir diğer enteresan yönüdür. Bunun bir örneğini görmek için, evrenin kökeni hakkında bugün en geçerli görüĢ olan Big Bang (Büyük Patlama) teorisinin hikayesine göz atabilirsiniz. Belçikalı bir astronom (ve de din adamı!) olan Georges Lemaître tarafından 1930′larda geliĢen bu teori, evrenin dev bir „patlama‟ ile „yoktan var olduğunu‟ savunmuĢ, bu da evrenin „ezeli ve ebedi‟ olduğuna inanan materyalist astronomların hiç hoĢuna gitmemiĢti. Arthur Eddington açıkça „bir baĢlangıç fikri benim için rahatsız edici‟ diyordu. Bu felsefi muhalefet, ancak Big Bang lehine üst üste gelen kanıtların gücüyle aĢılabildi. Materyalizmin daha kaba müminleri ise Engizisyon‟u hiç aratmayacak uygulamalara imza attılar. Sovyetler Birliği‟nin resmi felsefesi olan „diyalektik materyalizm‟ açısından Mendel genetiğini sakıncalı bulan Stalin ve akıl hocası Lysenko, Mendelci biyologları hapse attılar, uyguladıkları zırva tezlerle de tarımsal felaketler yarattılar. Kısacası dogma uğruna bilimi eğip-bükmek, sadece „dinciler‟e has bir meslek değil. Aynı iĢi, kimi materyalistler, örneğin evrim teorisi üzerinden ateizm propagandası yürüten (ve kitapları TÜBĠTAK tarafından pek beğenilip Türkçe‟ye çevrilen) Richard Dawkins gibiler de yapıyor. Acaba sorun „dinciler‟ olunca küplere binen ve „bilimi dogmalardan korumak‟ için ateĢli köĢe yazıları döktüren Türk entelijansiyası, problemin bu yüzünü de görmeye niyetli mi? www.derindusunce.org Fikir Platformu 68 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Bize „din‟den bahset (İhsan Eliaçık) Gündelik hayatta çok sık rastladığımız “Din ayrı dünya ayrı”, “Dini bu işlere bulaştırma”, “Yine mi dini konular?”, “Hoca camide” veya “Dünyaya çok daldık, biraz da dinden bahset” gibi serzeniĢlerle kendini ele veren bilinçaltımızdaki “din anlayışının”, bizim coğrafyalarda, iki bin senedir değiĢmeyen bir algılamaya dayandığını düĢünmekteyim. Dinden bahsetmeyi, yaĢayan hayattan ayrı bir buud (boyut) olarak algılayan, ruhlardan, ölülerden, atalardan, türbelerden, ayinlerden, ritüellerden bahsetmeyi dinden bahsetmek olarak anlayan Uzak Asya‟nın ġaman dinleri… ĠĢ tâ buralara kadar gidiyor. Bakın nasıl… *** Eskiden Gök Tengri vardı Ģimdi yukarıda Allah… Eskiden Ģaman vardı Ģimdi Ģehy, hoca, dede, baba, pir… Eskiden ulular vardı Ģimdi kutuplar… Eskiden hacetleriyle gömülü kabirler vardı Ģimdi hacet kapısı türbeler… Eskiden kurban ayini vardı Ģimdi kurban bayramı… www.derindusunce.org Fikir Platformu 69 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Eskiden uğursuz domuz yılı vardı Ģimdi domuz yemek haram… Eskiden ruh çağırma vardı Ģimdi ruhuna fatiha… Eskiden kutsal geceler vardı Ģimdi kandil geceleri… *** Kanaatimce Türklerin Kuzey Avrasya dinleri (ġamanizm) formunda algıladıkları “din anlayışı” iki bin yıldır hiç değiĢmedi. Bu nedenle Türkiye‟de “Şaman-İslam sentezi” var. Dini hayat ġaman-Ġslam sentezinin birbirine karıĢmıĢ görüntü ve ritüellerinden oluĢuyor. Yani Türkler iki bin sene önce ġamanizm‟i nasıl anlıyorsa bugün Ġslam‟ı da öyle anlıyor. Orhun ırmağı kenarlarında din nasıl algılanıyorsa Dicle, Fırat, Gediz, Tuna boylarında da öyle. Ortaasyada bakıĢ neyse Anadolu‟da da öyle… Dinin dipten akan esas formunda bir değiĢiklik yok. Sadece üstteki isim, etiket, figürler, Ģekiller ve semboller değiĢmiĢ. *** Bu forma göre din dediğiniz bir takım ayin ve ritüellerden ibarettir; dün kurban ayini bugün namaz… Din dediğiniz bir meslektir ve mensuplarınca icra edilir; dün Ģaman bugün Ģehy, baba, dede, hoca… Din dediğiniz esasında öbür dünya ile ilgilidir; dün ölmüĢler çağırılırdı bugün ölmüĢlere okunur, din bu bağı kurar… Din dediğiniz esasında moralle ilgilidir; askeri ölüme hazırlamaya ve cepheye sürmeye yarar. Dün Altay dağlarına bugün Cudi‟ye… Din dediğinizin yeri esasında tapınaktır; dün Ģaman çadırında bugün camide… *** Bu nedenle “Türkiye‟de çoğunluğun dini sorunları var” dendiğinde Ģu denmek istenir; namaz kılamıyor, baĢını örtemiyor, Kur‟an okuyamıyor, dini tahsil yapamıyor… Buna aynı din formatında Ģöyle cevap verilir: “Camiler açık, beĢ vakit ezan okunuyor, hacca gidiliyor, binlerce türbe ziyaret ediliyor, kandil gecelerinde mevlitler okunuyor, daha ne?” Yani bu ülkede “dini sorun” namazla, camiyle, baĢörtüsüyle, Kur‟an kurslarıyla, imam hatiplerle, mevlitlerle, türbelerle, musalla taĢlarıyla ilgili bir sorundur. www.derindusunce.org Fikir Platformu 70 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Öyle ya din daha baĢka nedir ki? Dinden bahsetmek bunlardan bahsetmektir. ġaman-Ġslam sentezine göre din bunlardan ibaret. ĠĢin ilginç olanı Türkiye ikliminin neredeyse tamamı dini böyle anlıyor. *** Peki, bir ülkede dinimsi bir Ģeyin değil de; gerçekten “İslam‟ın” var olduğunu nereden anlayacağız? Ne olursa oraya “İslam‟ın ruhu” damardan girmiĢ demektir? Hangi göstergelere bakacağız? Var olan anlayıĢa göre namaz kılanların sayısı artıyorsa…. Örtülü kadınlar çoğalıyorsa… Camilerin sayısı artıyorsa… ġehirlerden gürül gürül ezan sesleri geliyorsa… Her yandan Kur‟an sesleri yükseliyorsa… Orada “din” var demektir, daha ne? Veya… Hırsızlık yapanların eli kesiliyorsa… Zina edenler taĢlanıyorsa… Kadınlar kara çarĢaflara bürünüyorsa… Mirasta kadına bir erkeğe iki pay veriliyorsa… ġahitlikte iki kadın bir erkeğe denk görülüyorsa… Dört eĢliler her geçen gün artıyorsa… Oraya “şeriat” gelmiĢ demektir, daha ne? *** Birisi “nusuku” diğeri “haddleri” dinin göstergesi olarak görüyor. www.derindusunce.org Fikir Platformu 71 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi Nusuk yani namaz, ezan, oruc, hac, kurban, cenaze… Hadd yani el kesme, sopa vurma, ikiye bir pay… Halbuki bunların her biri birer araçtır. Amaç can, mal, ırz ve namus güvenliğinin sağlanmasıdır. Nusuklar manevi, haddler de maddi araç… Amaç ne? Tevhid ve adalet! ġeâir-i Ġslam bu, din bu! *** Demek ki bir ülkede Ġslam‟ın var olup olmadığını anlamak için, Allah‟tan baĢkasına tanrılar gibi davranılıp davranılmadığına ve “suç oranlarına” bakacağız. Bu ikisine tevhid ve adaletin gerçekleĢmesi diyoruz. Eğer bir toplumda bu ikisi cidden ete kemiğe bürünmüĢse Ġslam oraya damardan girmiĢ demektir. Bugün Türkiye cezaevlerinde (Ġran, Suud-i Arabistan ve Amerika da oranlar pek farklı değil) 95 bin tutuklu ve hükümlü var. Bunların büyük çoğunluğu üç temel suçtan yatıyor; can, mal, ırz ve namus güvenliğini ihlal… Bunlar Kur‟an‟da “hukuku‟l-ibad” (insan hakları) kapsamında değerlendirilen ve haklarında ceza (hadd) öngörülen yegane üç temel suç… Bunlar almıĢ baĢını gidiyor fakat günde beĢ vakit ezan okunuyor, camiler dolup taĢıyor, kandil gecelere akın var ve türbelerde mahĢeri kalabalıklar toplanıyor! (Türkiye örneği). Ne iĢe yarar? Veya bunlar almıĢ baĢını gidiyor siz hala el kesiyor, sopa vuruyor, mirası ikiye bir pay ediyor, iki kadını bir erkeğe denk görüyorsunuz! (Ġran, Suud-i Arabistan örneği). Ne iĢe yarar? Ġslam insanlara sırf ayin yaptırmak veya ceza çektirmek için değil; insanoğlunun asil arayıĢlarına yoldaĢ olmak ve toplumun sahici yaralarını sarmak için geldi! Bu nedenle “dini sorun” hayatla ilgili her sorundur. Hayat, acısıyla tatlısıyla yaĢanıyorken dinde yaĢanıyor demektir. Çünkü din hayatın ta kendisidir. Dini böyle almazsanız örneğin “adalet” meselesini dini bir sorun olarak göremezsiniz. “Gelir dağılımındaki eşitsizliğin” dinle alakasını kuramazsınız. www.derindusunce.org Fikir Platformu 72 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi “Tuzla‟da ölen işçilerle” dini gurupların hiç birisi ilgilenmez. Çünkü “dinden bahsetmek” bunları içermez. O ayrı bir Ģeydir. Oysa bu din “diri diri gömülen kız çocuklarının” feryad-u figanı olarak doğmamıĢ mıydı? Gömülen çocuklar dinin en baĢ meselesi olamamıĢ mıydı? Dini sorun demek esasında bu ve benzeri “hayata dair” sorunlar demek değil miydi? *** Görülüyor ki Türkiye‟de “din” denince akla gelenin kökten bir dönüĢüme ihtiyacı var. Bir zihniyet devrimine ihtiyaç olduğu apaçık ortada. Çünkü “Koşup gelerek Uzak Asya‟dan/ Bir kısrak başı gibi Akdeniz‟e uzanan” bu iklimin dipten akan din algısı iki bin senedir hiç değiĢmedi. Uzak Asya‟da nasılsa Akdeniz‟e uzandığında da aynı… Hun Ġmparatorluğu‟nda ġamanizm neye tekabül ediyorsa, Türkiye Cumhuriyeti‟nde de Müslümanlık ona tekabül ediyor. Bugün Türkiye‟de dine “nusuk” (ezan, namaz, hac, oruç, kurban, bayram, kandil, cenaze) çerçevesinin dıĢına çıkmayacak Ģekilde bir rol biçilmiĢ durumda. Bütün din bundan ibaret sayılıyor. Bu rol, Ortaasya yıllarında ġamanizme biçilen rolün figür ve ritüel değiĢikliğine uğramıĢ haliyle hemen aynısı. Öte yandan dini, haddlerin (el kesme, recm, sopa, kısas, miras ve Ģahitlikte ikiye bir, çok eĢlilik vs.) uygulanmasından ibaret “Arap karakterinde” görenler var. Onlara göre de bunlar Ġslam‟ın “ahkamı” olup bunlarsız Ġslam asla olamaz. Halbuki Ġslam‟ın olmazsa olmazları mihverinde “Cenâb-ı Hakk” adının olmasından da anlaĢılacağı gibi gerçek, hak, adalet, doğruluk, dürüstlük, ahlak, iyilik, güzellik, söz, vefa, sadakat vb. hikmetli hükümler (evrensel değerler) dir. Bunlar dinin direkleri olup esasında “ahkâm” bunlardır. “Allah‟ın hükümleriyle hükmetmek”, bu ahkamı yani insanı kötülüklere karĢı “gem„in azı diĢlerine geçerek atı tutması” gibi tutan ve böylece onu yönlendiren, yücelten „hikmet/hukm‟leri hayata geçirmekten baĢka bir Ģey değildir. „Nusuk‟lar, hikmetli hükümleri (evrensel değerleri) boyuna yeniden üretmenin manevi araçları, „hadd‟ler de onları koruyup kollamanın maddi araçlarıdır. Manevi araçlar dinin direği olmamakla birlikte değiĢmezler. Oysa hadler hem dinin direği değildirler hem de zamana ve mekana göre uygulamada yenilenebilirler. Böylece gerçek hayat dininin kalbi, yaĢamın www.derindusunce.org Fikir Platformu 73 Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi? Bir pozitivizm eleştirisi temposu ile birlikte atar. Onu tapınak dinlerinden ayıran en önemli fark buradadır… *** Bu nedenle Halil Cibran‟ın “Ermiş” kitabındaki Ģu muhteĢem aneknotu “Bize dinden bahset” diyen çocuklarınıza anlatın; Bilge kişi ölmeden hemen önce halkını geniş bir meydanda toplar. Gerçekleri son bir kez hepsinin huzurunda dile getirir. Halkla arasında nefis bir diyalog kurulur. Halktan biri öne çıkarak “bize” der “sevgiden söz et” Bilge anlatır, anlatır, anlatır… Bir diğeri “bize aşktan, evlilikten söz et” der, anlatır… Bunu “alışveriş hakkında ne dersin?” diyen biri izler, anlatır… “Çocuklardan bahset” derler, anlatır… “Eğitimden bahset” derler, anlatır… “Çiftçilikten bahset” derler, anlatır… “Alınterinden, emekten ve adaletten” bahset derler, anlatır… Ve daha günlük hayatın türlü sorunlarından söz etmesi istenir. Bilge hepsi hakkında hikmetli sözler söyler, anlatır, anlatır, anlatır… Konuşmasının sonuna doğru birisi “Bize „din‟den bahset” deyince Bilge şöyle cevap verir; “Bahsettim ya, dinlemedin mi?” Ve devam eder: “Siz zamanınızı, bunlar Allah‟ın saatleridir, bunlar bizim saatlerimizdir diye ayırabilir misiniz? Öyleyse din, yaşadığımız hayat ve tüm davranışlarımızdır. Her an Allah huzurunda olduğunun bilincinde, öylesine titiz, doğruyu gözeterek temiz bir hayat yaşamaktan daha güzel bir din olur mu?” www.derindusunce.org Fikir Platformu 74