okurkosesi@baskent-ank.edu.tr - Başkent Üniversitesi Ankara
Transkript
okurkosesi@baskent-ank.edu.tr - Başkent Üniversitesi Ankara
SAĞLIKTA ADRES BAŞKENT SAYI 10 / KIŞ 2012 Başkent Üniversitesi Hastanesi yayınıdır. İÇİNDEKİLER Doç. Dr. Şerife Savaş BOZBAŞ Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları AD 06 Prof. Dr. Aylin YILDIRIR Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji AD Koroner Arter Hastalığı Nedir? Zatürre ya da tıbbi adıyla pnömoni akciğer dokusunun iltihaplanmasıdır. Bakteriler başta olmak üzere virüsler, mantarlar ve nadiren parazitlerin neden olduğu akciğer enfeksiyonu olarak da tanımlanabilir. Akciğerde meydana gelen bu enfeksiyon, alveol adı verilen havayla dolu küçük akciğer keseciklerine iltihap hücrelerinin birikmesine ve yine bu alana kan damarlarından gelen serumun dolmasına neden olur. İçleri iltihap hücreleri ve serum sıvısı ile dolan, hava içeriğini kaybeden alveoller oksijen alış-veriş işlevini yapamaz yani solunum işlevini yerine getiremezler. Eğer zatürre yaygın ise kanda oksijen düzeyi azalabilir ve hastada solunum yetersizliği görülebilir. ZATÜRRE NEDİR? Zatürre dünyada ve ülkemizde sık görülen ve en fazla ölüme neden olan enfeksiyon hastalıkları arasındadır. Türkiye’de ölüm nedenleri arasında 5. sırada, infeksiyonlara bağlı ölümler arasında ise 1. sırada yer almaktadır. Özellikle bebeklerde, çocuklarda, yaşlılarda ve bilinen başka hastalığı olan kişilerde zatürre daha ağır ve ölümcül seyredebilir. Zatürre çoğunlukla hastanın kendi ağız, boğaz veya sindirim kanalında bulunan mikropların akciğere ulaşması ile ortaya çıkar. Bazı zatürre türlerinde ise hasta kişiden sağlam kişilere yakın temas sonucu bulaşma riski vardır. Hasta kişilerden öksürük, aksırık ya da konuşma sırasında havaya yayılan damlacıkların doğrudan solunması yoluyla gerçekleşir. Bu nedenle kalabalık yerler, kapalı alanlar toplu halde yaşanan okul, yurt ve askeriye gibi ortamlarda zatürrenin bulaşma olasılığı artar. Soğuk algınlığı kadar bulaşıcı değildir ancak nadiren salgın şeklinde ortaya çıkabilir. Sağlıklı bireylerde hastalığa neden olmayan mikroplar vücut savunması zayıf düştüğünde zatürreye neden olabilir. Zatürrenin ortaya çıkmasında kişinin vücut direncini azaltan risk faktörleri önemli rol oynar. Hastalığın gelişimini kolaylaştıran çok sayıda risk faktörü vardır. İleri yaş, sigara-alkol kullanımı, öksürük refleksinin bozulmasına ve bilinç kaybına neden olan hastalıklar, kusma, geçirilmiş uzun süren ameliyatlar ve grip salgınları en sık rastlanan risk faktörleridir. Ayrıca akciğer, kalp, böbrek, karaciğer ve sinir sistemi hastalıkları, şeker hastalığı, yutma güçlüğü yapan hastalıklar, bağışıklık sistemini etkileyen AIDS, kan ve lenf bezi kanserleri gibi müzmin (kronik) hastalıklar da zatürre gelişimi için risk oluşturur. Bu nedenle saydığımız risk faktörlerinden korunmak mümkün olursa zatürre gelişimi de önlenebilir. Zatürre tedavi yaklaşımı açısından klinik olarak tipik ve atipik (tipik olmayan) zatürre olmak üzere başlıca iki gruba ayrılarak değerlendirilebilir. Atipik Zatürre: Belirtiler sinsi bir seyir gösterir. Ateş çok yüksek değildir. Kuru, inatçı öksürük dışında iştahsızlık, halsizlik, kas ağrılarını, bulantı, kusma, baş ağrısı gibi akciğer dışı organlara ait şikayetler görülebilir. Yukarıdaki belirtilerle başvuran hastada şikayetlerinin sorgulanmasını takiben zatürre ile uyumlu muayene bulguları hekimi zatüre tanısına yöneltir. Muayene bulguları ile birlikte akciğer filmindeki bulgularla tanı konulabilir. Gerekli durumlarda ek olarak balgam incelemesi, kan tahlilleri veya tomografi yapılması gerekebilir. Koroner Arter Hastalığı Kimlerde Görülür? Zatürre gecikmeden tanı konması ve tedavi başlanması gereken bir hastalıktır. Teşhis ve tedavisi gecikmiş, ağır zatürre olgularında ölüm oranı yüksektir. Bu hastalarda tedaviye gecikmeden başlanması, özellikle yaşlı hastalarda iyileşmeyi olumlu yönde etkiler. Hekimin bu hastalarla ile ilgili vermesi gereken ilk karar hastaneye yatışın zorunlu olup olmadığıdır. Zatürre hastanın yaşına, hastalığın ağırlığına, başka bir hastalığının bulunup bulunmamasına göre evde ya da hastanede tedavi edilebilir. Evde bakım şartları uygun olmayan ve ilaçlarını düzenli kullanamayacak hastalar hastanede tedavi edilmelidir. Bu hastalığa ait bulgular her yaşta görülebilir, fakat yaşla birlikte özellikle de erkeklerde 60, kadınlarda 70 yaşından sonra görülme sıklığı belirgin olarak artar. Kadınlarda hastalığın menopoz sonrası daha geç ortaya çıkmasının nedeni kadınlık hormonu olan östrojenin koruyucu etkisidir. Genetik yatkınlık birçok hastalıkta olduğu gibi koroner arter hastalığının gelişiminde de çok önemlidir, ailede erken yaşta kalp krizi öyküsü olan bireyler özellikle risk altındadır. Düzensiz ve aşırı yağlı beslenme kişilerde kolesterol ve diğer zararlı kan yağlarının yükselmesine yol açar ve damar sertliği gelişimine zemin hazırlar. Stresli yaşam sürenler, spor yapmayanlar ve hareketsiz bir hayat tarzı seçenler koroner arter hastalığı gelişimi açısından risk altındadır. Diyabet, KORONER ARTER HASTALIĞININ TANISINDA ANJİYOGRAFİ kan basıncı yüksekliği (hipertansiyon) ve kronik böbrek yetersizliği başta olmak üzere bazı sistemik hastalıklar koroner arter hastalığı gelişiminde tetikleyici rol oynamaktadır. Yine hiç kuşkusuz sigara içilmesi birçok hastalıkta olduğu gibi koroner arter hastalığının oluşumunda çok önemli bir yer tutar. Hem damar sertliğini hızlandırır, hem de damarlarda pıhtı oluşmasını ve damarın büzüşmesini tetikler. Bu risk faktörlerinin bir kısmını (yaş, cinsiyet, genetik gibi) değiştirmek mümkün değildir, ancak değiştirilebilen tüm risk faktörlerinin ortadan kaldırılması (sigaranın bırakılması) veya tedavi ile kontrol altında tutulması (diyabet, hipertansiyon gibi) koroner arter hastalığının gelişimini önler veya geciktirir. Koroner Arter Belirtileri Nelerdir? Şeke r oz n Ka Koroner arter hastalığı sinsi bir hastalık olup hiçbir belirti vermeden ilerleyebilir. Hastalığının şiddeti ve bulguları hastadan hastaya çeşitlilik gösterir. Daralan damarlar nedeniyle kalbe yeterince kan gitmemesi sonrası en sık görülen belirti göğüs ağrısıdır. Bu ağrı göğsün orta hattından başlar, sol tarafa, sol kola, sırta ve çeneye yayılım gösterir, bazen sol kolda uyuşma hissi ağrıya eşlik eder. Ağrı sıklıkla egzersiz, stresli durumlar ve yorgunluk ile ortaya çıkıp dinlenmekle azalır. Ancak kalbin yeterince kanlanamaması her zaman ağrıya neden olmaz, sıkışma, baskı, ağırlık hissi, yanma, nefes almada güçlük, çarpıntı, baygınlık hissi veya yorgunluk gibi yakınmalar da hastalığının belirtileri olabilir. Koroner arter hastalığının ilk belirtisi çok şiddetli göğüs ağrısı, terleme ve bulantının sıklıkla eşlik ettiği kalp krizi de olabilir. Bu gerçek bir acil durum olup hemen ambulans aranmalı ve en yakın Doç. Dr. Aslı NAR Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları AD, Endokrinoloji ve Metabolizma Hasatalıklar BD Komplikasyon nedir? Gluk in Tip 1 İnsül lık Tip 2 Diyabet hastalığının takibinde hastanın kendisinin yapacağı kan şekeri ölçümleri önemlidir.Hedeflenen değerler hastadan hastaya farkedebilir, genel olarak açlık şekeri 70-130, ikinci saat tokluk şekeri 180 mg/dl’nin altında olmalıdır. Bir gebe için ise açlık şekerinin 90, tokluk şekerinin 120 mg/dl’nin altında olması beklenmektedir. Kanda aşırı glukoz, yani şeker bulunması eğer kontrol edilmezse vücudun değişik bölgelerine zarar verebilir. Bu bölgeler göz, böbrek, sinir uçları, kalp, kan damarları ve ayaklardır. Oluşan zarar “komplikasyon” olarak adlandırılmaktadır. Oysa, diyabetin komplikasyonlarını önlemek veya en azından yavaşlatmak mümkündür. Bütün hastalarda komplikasyon gelişmez, bazısında ise birden fazla komplikasyon olabilir. Diyabetik komplikasyonları uygun tedavi ile geciktirilebilir ve tedavi edilebilir. Aslında böbrek hasarı yakınmalar başlamadan çok önce başlar. Böbrekler fonksiyonunu tamamen kaybedene kadar hastanın yakınması olmaz. Böbrek hasarını en erken idrarda albumin testi ile anlayabiliriz. Bu nedenle yılda 1 kez idrarda albumin ve yılda en az 1 kez kanda kreatinin testlerinin yapılması uygundur. Diyabette göz problemlerini engellemek için yapılabilecekler çoktur: Kan şekerinin ve kan basıncının kontrolü önceliklidir. Yılda bir, hiçbir yakınma olmasa da göz arkası muayenesi yaptırmak gereklidir. Çünkü başlangıçta yakalanırsa tedavi ile daha ileri sonuçların gelişmesi engellenebilir. Sigara bırakılmalıdır. Diyabette böbrek sorunlarını engellemek için ne yapılmalı? Özellikle gebelik planı öncesi ve gebelikte retina muayeneleri unutulmamalıdır. Diyabet ve Göz: Diyabetli hastalarda katarakt ve glokom daha sık ve daha erken yaşlarda geliştiğinden bu açıdan da dikkatli olunmalıdır. DİYABETİN KOMPLİKASYONLARI Diyabet gözde etkilerini en fazla retinada gösterir. Retina gözün arka duvarındadır. Şeker ve kan basıncı yüksek olduğunda retina etkilenir. Başlangıçta hasta görmesinde değişiklik farketmez. Ancak durum ilerledikçe bulanık görme, ışık çakması, sinek uçuşması ve kara noktalar belirmeye başlar. Diyabette retinanın etkilenmesine “retinopati” denir. Yüksek kan şekeri ve yüksek kan basıncı böbreğin filtrelerinde hasar oluşturur. İdrara protein kaçağı başlar. Bu protein kaybı idrarda albumin miktarı ile ölçülür. Durum ilerledikçe böbrekler atıkları ve fazla sıvıyı atamamaya başlar. Sonunda böbrek yetmezliği gelişir. Çünkü diyabette her iki böbrek de etkilenir. Aşırı halsizlik, kaşıntı ve vücutta şişlik gelişir. Böbrek yetmezliği gelişmişse tedavi diyaliz veya böbrek transplantı (nakli) yapılmasıdır. Dişeti hastalıkları veya periodontal hastalıklar, periodonsiyum olarak adlandırılan, dişleri çevreleyen ve destekleyen dokuların hastalıkları olarak tanımlanır. Dişleri saran dişeti dokusunun altında, diş köklerini çevreleyen çene kemiği (alveoler kemik) yapısı bulunur. Dişler, bu kemik yuvalarına lifler (periodontal ligament) ve sement adı verilen kök yüzey yapısı aracılığı ile tutunurlar. Dişeti hastalıkları, dişeti, dişi saran kemik yapısı, dişi kemik içerisinde tutmakta olan lifler ve bu liflerin yapıştığı sement yapısını etkileyen hastalıkların tümünü içermektedir. Periodontal hastalıklar çocuklarda, büyüme dönemindeki bireylerde, erişkinlerde ve yaşlılarda izlenebilen genellikle yavaş ilerleyen ağrısız hastalıklardır. Toplumda en çok izlenen kronik hastalıklardan olan periodontal hastalıklar, ağızdaki dişlerin bir kısmını veya tümünü etkileyebilmektedir. Kan şekeri mümkün olduğunca hedefe ulaştırılmalıdır. Çoğu kişi için bu, normal şeker değerleridir. HbA1c % 6.57 altına düşürülmelidir. Bunun dışında kan basıncının 13’e 8 cmHg’nin altında tutulması sağlanmalıdır. Kan basıncının ilaçlarla kontrol altında tutulması aynı zamanda diyabette göz, kalp ve damar hastalıklarının gelişmesini de geciktirir. kaldığında ‘gingivitis’ olarak adlandırılır. Gingivitis geliştiğinde dişetleri daha kırmızı, ödemli (şiş), parlak ve yumuşak yapıda izlenir ve ağız kokusu eşlik edebilir. Dişetlerinde kanama, fırçalama sırasında veya sert gıdaların tüketilmesi sırasında izlenebilir. Periodontal hastalıkların en hafif tipidir ve çoğunlukla ağrısız seyreder. Gingivitisin nedeni genellikle dişlerin üzerine sıkı bir şekilde yapışan ve milyonlarca bakteri içeren ‘mikrobiyal dental plak’ adı verilen tabakadır. Sadece dişeti dokusu etkilendiği için dişeti tedavisi tamamlandıktan sonra doğru ve düzenli bir ağız bakımı ile dişetleri tekrar sağlıklı hale gelebilirler. Böbrek hasarının azaltılması için doktorunuz ACE inhibitörü veya ARB olarak isimlendirilen ilaçlar önerecektir. Periodontal Nelerdir? Böbrek hasarında ilerleme varsa diyetisyen aracılığı ile diyette protein kısıtlaması gerekebilir. Sağlıklı dişeti soluk pembe- mercan pembesi rengindedir. Dişeti yapısı, dişi bir manşet gibi sıkı bir şekilde sarmaktadır. Hastalık Tipleri Böbrek hasarı yapabileceğinden düzenli ağrı kesici kullanmayınız. İdrar yolu enfeksiyonu düşündüğünüzde hemen doktorunuza başvurunuz (idrar yaparken yanma, bulanık idrar, yan ağrısı ve ateş varsa) DİŞETİ HASTALIKLARI İlaçlı filmler (kontrast ajan kullanılan) böbreği olumsuz etkileyebileceğinden doktorunuz size tetkik öncesi özel ilaçlar verebilir veya tetkiki ilaçsız yaptırabilir. 14 Şekil 2: Klinik olarak sağlıklı dişeti yapısı Dişeti enflamasyonu (iltihabı), sadece dişi çevreleyen dişeti dokusunda sınırlı Şekil 3: Gingivitis ve dişetlerinde kanama Dişeti enflamasyonu dişetini, çene kemiğini, dişleri tutan lifleri ve kök yüzeyini etkilediğinde ‘periodontitis’ olarak adlandırılır. Periodontitisin en yaygın olarak görülen türü ‘erişkin periodontitis’tir. Genellikle erişkin bireylerde izlenen ve yavaş ilerleyen hastalıklardır. Enflamasyonun ilerlemesiyle çene kemiğinde rezorpsiyon (erimeler) izlenebilir. Dişleri tutan liflerin etkilenmesi ve kemik yıkımına bağlı olarak dişlerle dişetleri arasında kök yüzeyi boyunca uzanan ‘cep’ adı verilen aralıklar oluşur. Bu aralıkların derinliği arttıkça, ağız bakımı ile temizlenmeleri güç olduğundan, daha kolay plak birikimi ve diştaşı oluşumu izlenir. Bu birikimler ise hastalığın daha Akupunktur “Tamamlayıcı Tıp’ın” en çok tanınan yöntemidir. Akupunktur kelimesinin kökeni Latince olup, acus: iğne ve punktur: batırma anlamına gelir. Akupunktur tedavisi, akupunktur noktalarına altın, gümüş ve çelik iğnelerinin batırılması, lazer ve basınç uygulanarak yapılmaktadır. Bu tedavi yönteminin özellikle fibromiyalji, osteoartoz, migren gibi ağrı semptomlu hastalıklarda; yaygın anksiyete bozukluğu, panik atak, depresyon gibi psikolojik hastalıklarda; başta sigara ve alkol olmak üzere bağımlılık yapıcı maddelerin bırakılması tedavisinde; obezite gibi metabolizma bozukluklarında; gastirit, konstipasyon gibi gastrointestinal hastalıklar; sık sık infeksiyonlara yakalanma ile kendini gösteren bağışıklık sistem yetersizliği gibi bağışıklık sistem hastalıklarında; menopoz sonrası yakınmalar gibi kadın doğum hastalıklarında ve yaşlanmayı geciktiren programlar gibi geniş bir alanda kullanılması ve tedavide etkili sonuçlar alınması, son yıllarda bu tedavi yöntemine ilgiyi artırmıştır. Akupunktur uygulamasının tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Tıp dünyası, akupunktur tedavi yönteminin Çin’den doğmuş ve yayılmış olduğunu kabul etmesine rağmen ilk olarak aynı coğrafyada bulunan Uygur Türkleri tarafından uygulandığı, sonradan kültür ve bilgi alışverişleri nedeniyle Çinlilere geçtiği ve bu tedavi yöntemi Çinliler tarafından geliştirildiği tarzında görüşler bulunmaktadır. Bundan dolayı “Geleneksel Çin Tıbbı’nın” önemli bir dalı olduğu düşüncesi yaygındır. Türk hekimi olan İbn-i Sina da 1100 yıllarında akupunkturda önemli bir yer tutan vücuttaki enerji kanalları veya meridyenlerden bahsetmiş ve nabız muayenesi ile hastalıkların oldukça ayrıntılı bir şekilde teşhis edilmelerini anlatmıştır. Türkler Orta Asya’dan göç ederlerken AKUPUNKTUR yerleştikleri bölgelerde çok eskilerden başlayarak günümüze kadar gelen ve günümüzde de halk arasında “Ocak” tabir edilen yerlerde akupunktur tedavisini ilkel şekilde uygulamaktadırlar. “Ocak” tabir edilen yerlerde, ağrılı hassas noktaya iğne batırılarak tedavi yapılmaktadır. Ülkemizde, akupunktur tedavisi daha çok şişmanların kilo vermesinde kullanılan bir tedavi metodu olarak tanınmaktadır. Koroner Anjiyografi Nedir? Koroner anjiyografi, kalp damarları (koroner arter) içine özel bir ilaç verip röntgen ışınları kullanılarak damarların da ilerlemesine yol açarak bir kısır döngü oluşturur. Bu süreçlerin genellikle ağrısız seyretmesi nedeni ile bireyler hastalığın ilerlemesine bağlı belirtiler ortaya çıktığında diş hekimine başvurmaktadırlar. Diş hekimi tarafından ölçülebilen ve değerlendirilebilen cep derinliklerinin artmasının yanı sıra erişkin periodontitiste kemik yıkımına bağlı olarak dişlerde sallanma, yer değiştirme ve/veya aralanma izlenebilmektedir. Dişetleri koyu kırmızı renkte, ödemli, parlak olarak izlenir. Genellikle yoğun dental plak birikimi ve diştaşı birikimi izlenir. Fırçalama veya çiğneme sırasında ve dişhekiminin yaptığı değerlendirme ölçümlerinde dişetlerinde kanamanın kolaylıkla oluştuğu görülür. Cep derinliklerinin artması ve dişetindeki ödeme bağlı olarak dişetleri daha gevşek ve yumuşak yapıda izlenir. Bazı hastalarda kemik yıkımını takiben dişetlerinde çekilmeler oluşabilir. Dişeti çekilmeleri dişlerde estetik bozukluklara yol açabilir. Dişlerin ara bölgelerinde meydana gelen dişeti çekilmeleri, bu bölgelerde, yemek yeme sırasında gıda birikimine neden olabilir ve çiğnemeyi güçleştirebilir. Aynı zamanda dişeti çekilmesi ile açığa çıkan kök yüzeylerinde, yüzey yapısındaki sement tabakasının etkilenmesine bağlı olarak diş hassasiyetleri gelişebilir. Ağızda gıda birikintilerinin ve dental plak tabakasının temizlenmesinin daha zor hale gelmesi ve dişeti enflamasyonuna bağlı olarak ağız kokusu izlenebilir. 18 Doç. Dr. Haldun SELÇUK Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları AD, Gastroenteroloji BD Akupunktur sağlamaktadır? zayıflatmayı nasıl Akupunktur uygulaması yapılan kişilerde, az bir besinle tokluk hissi meydana gelirken, barsak hareketlerinde hızlanma, yağların parçalanması, metabolizmanın düzenlenmesi ve sakinleşme meydana gelerek, ağırlık kaybı gözlenmektedir. Akupunktur, ağrı semptomlu hastalıkları nasıl etkilemektedir? Bu tür hastalıklarda, akupunktur uygulamasıyla “Ağrı Yolakları” sistemi uyarılarak endorfin, enkefalin, serotonin ve norepinefrin gibi sinirsel uyarıyı iletici maddeler salınmaktadır. Bu maddelerin beyinde ve plazmada düzeyleri yükselerek “Ağrı Kontrol” sistemini harekete geçirerek ağrı semptomlu hastalıkların tedavisinde katkıları olduğu düşünülmektedir. Akupunktur, psikolojik durum değişikliklerinde etkili midir? KOLİT Nedenleri: Akupunkturun, geciktirici etkisi nedir? • Bulaşıcı (mikrobik sebepli) kolit • Hemorajik kolit (ilaç alerjisi) • Mikroskobik kolit • İskemik kolit • Radyasyon koliti yaşlanmayı Bu etkiyi, akupunktur uygulamasıyla bağışıklık sisteminin uyarılmasının sağladığı düşünülmektedir. Akupunkturun tedavisinde etkisi nedir? bağımlılık Akupunktur uygulaması, sigara bırakma tedavisi başta olmak üzere alkol ve uyuşturucu maddelerin bırakma tedavilerinde etkilidir. Akupunktur uygulamasıyla beyinde ve plazmada düzeyi yükselen endorfin, enkefalin, serotonin gibi maddeler, bu tedavilerin gerçekleşmesini sağlar. İşte, akupunktur uygulaması sonucu akupunktur noktasına batırılan akupunktur iğneleri sinir aracı maddelerin salınmasını sağlayarak yani vücudun kendi eczanesini kullanarak birçok hastalığın tedavine katkıda bulunmaktadır. Kurallarına uygun davranıldığında yan etkisi olmayan bir tedavi metodu olmasından dolayı son günlerde ilgi ‘’Kolit” kalın barsakta yangısal (iltihabi) bir durumun bulunduğunu gösteren odağı olmuştur. tıbbi bir terimdir. Pek Dünya Sağlık Örgütü`ne Göre Akupuktur Uygulamasıyla Tedavi Edilen Hastalık Grupları Depresyon, anksiyete ve panik atakta bu tedavi metodu uygulanmaktadır. Akupunktur uygulamasıyla beyinde ve plazmada düzeyi yükselen endorfin, enkefalin, serotonin gibi maddelerin depresyonu giderici ve sakinleştirici özellikleri bulunmaktadır. • Solunum Yolu Hastalıkları • Gastrointestinal Hastalıklar • Bronkopulmoner Hastalıklar • Nörolojik Hastalıklar • Göz Hastalıkları çok şekli vardır. Bazıları KOLİT ülseratif kolit veya Crohn hastalığında olduğu gibi barsaklarda ciddi zedelenme ile birliktedir. Bazıları ise spastik kolitte (hassas barsak sendromu) olduğu gibi • Kas İskelet Sistemi Hastalıkları • Ağız Hastalıkları herhangi bir barsak yaralanması olmadan da gelişebilir. 24 Bu yazıda ben size 2 tür kolitten bahsedeceğim. Sebebi bu 2 kolitin biri çok sıktır (IBS). Diğerinin seyri önemlidir (inflamatuar barsak hastalığı). Önce IBS’den bahsedelim. Kalın barsağın iltihaplanması halini anlatan kolit tanımı içerisine giren hastaların en az yarısı, spastik kolit (irritabl kolit) de denilen gerçekte bir iltihabi durumun söz konusu olmadığı fonksiyonel bu hastalığı tanımlar. Öyle ki gastroenterologlara muayene için müracaat eden her 4-5 erişkin hastadan birinde belirlenmektedir. Polikliniklere müracaat eden her 10 hastadan birinde müracaat sebebi bu hastalık, yani “spastik kolit”tir. IBS de denilen bu hastalıkta bilinen bir organik sebep yoktur. Stres veya duygusal gerilimin yüksek düzeyde olduğu dönemlerde ortaya çıkar veya artar. Başta karın ağrısı olmak üzere ishal ve kabızlık gibi dışkılama alışkanlığındaki değişiklikler ile seyreder. Bu ve benzeri pek çok belirti ile tanımlanan bir çeşit barsağın kasılma-gevşeme ritmi bozukluğu hastalığıdır. Karında şişlik, ağrı, kramp ve gaz, kolitlerde en sık görülen ve hastayı yıpratan sorunlardır. Sık sık tekrarlayan şişkinlik ve gaz atakları, karın ağrıları hastanın konforunu bozar. Bu ataklar hele bir de ishal veya kabızlık gibi barsak değişiklikleri ile beraberse, keyfinizin kaçmaması mümkün değildir. Kolit hastalarının yaşadıkları sorunlar çoğu kez tekrarlayıcı ve uzun süreli olduğundan bıktırıcıdır. Hasta şikayetlerinin özelikleri: • Aşağıdaki üç özelikten ikisinin karın ağrısı ve rahatsızlık hissi ile birlikteliği durumunun son üç ayda her ayın en az 3 günü veya daha uzun süre görülmesi • Ağrının dışkılama ile azalması veya kaybolması • Ağrının ortaya çıkışının dışkılama sıklığı (azalma ya da artma) ile ilişkili olması • Ağrının ortaya çıkışının dışkının şekli ve görünümü ile ilişkili olması kaybı, dışkıda kan, karında ağrı ve kramp, kronik ishal, bazen kilo kaybının da eşlik ettiği ateş en önemli yakınmalardır. Ülseratif kolitte kanama ve ishal ön planda iken, Crohn’da karın ağrısı belirgindir. Hastalığın tanısı başka organik hastalığın olmadığı gösterildiğinde kesinleşir. Barsak hastalığı olduğunda güçsüzlük, halsizlik, baş ağrısı, sırt ağrısı, gece idrara çıkma, acil idrar ihtiyacı ve idrarın tam boşalmama hissi, ağrılı cinsel ilişki tabloya eşlik eder. Stres: Stresin, atakları ortaya çıkarabileceği gibi belirtileri şiddetlendirebilir. Bazen kalıtımsal bir zemin de eşlik edebilmektedir. Bazı araştırmalarda, bakteri veya virüslerin bağışıklık sisteminde oluşan problemlerde etkili olabileceğini düşündüren kanıtlar elde edilmiştir. Her iki hastalığın da gelişmiş toplumlarda ve şehirlerde yaşayanlarda sık görülmesi, bazı çevresel faktörlerin özellikle beslenmenin etkili olabileceğini düşündürmektedir. Ne Zaman Araştırılmalı? Başka Hastalık • 50 yaş üzerindeki hastalarda • Şikayetlerin yeni ortaya çıkmış olması • Ölçülmüş kilo kaybı olması • Ateş, Yutma güçlüğü • Ailede kötü huylu hastalık hikayesi olması • Kansızlık varlığı, Makattan kanama Şişkinlik önemli belirtilerdendir. Özelikleri: • Hastaların çoğunda (%96) vardır. • Kadınlarda en önde gelen belirtidir. • Sabah rahattır, akşama doğru ve özellikle yemeklerle artar. • Birçok hastada aslında oluşan toplam gaz normal miktarda (600 ml) olduğu halde gazın oluşturduğu rahatsızlık vardır. • Gazın olası nedenleri hava yutma, barsak flora bakterilerinin artmış faaliyeti ve barsakta gaz emiliminin azalmasıdır. İNFLAMATUAR BARSAK HASTALIĞI: Bu grubun 2 hastalığı Ülseratif Kolit ve Crohn hastalığıdır. BELİRTİLERİ NELER? Ülseratif kolit ve Crohn hastalığı ile ilişkili kolitlerin belirtileri çoğu kez birbirine benzer: İştah azalması, kilo Eğer barsak alışkanlıklarınızda 7-10 günden daha uzun süren değişimler varsa, karın ağrısı, kanama, ishal gibi işaretler basit önlemlerle ortadan kalkmıyorsa, özelikle ateş, kilo kaybı ve iştahsızlık da söz konusuysa, sorunun ülseratif kolit veya Crohn gibi ciddi bir yangısal ve uzun sürecek hastalıkla ilişkili olabileceği aklınızda olsun. Fazla bekleyemeyin, doktorunuza müracaat edin. NE YAPMALI? Teşhis ve tedavi için size en doğru yanıtları bir gastroenteroloji uzmanı verecektir. Bu uzman kan tahlilleri, endoskopik incelemeler (kolonoskopi) ve radyolojik tetkikler yaparak hastalığınıza kesin teşhisi koyacak, tedavi ve beslenme planınızda uymanız gerekenleri size açıklayacaktır. Kolonoskopi günümüzde bu konuda deneyimli belli merkezlerde uygulanan sedasyon (bilinçli uyutma) yöntemi ile son derece konforlu bir işlemdir. 26 Kısacası kolit başlığının altında pek çok hastalık vardır. Bunlardan bazıları daha önemlidir. Bazılarından korkmaya, endişe etmeye gerek yoktur. Ancak ayrımı konunu uzmanı bir hekimce yapılmalıdır. Hangi tür kolit olursa olsun, kolitin her türlüsünün yaşam kalitesini bozduğu kesindir. 26 Prof. Dr. Sema KARAKUŞ Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları AD, Hematoloji BD Uzm. Dr. Yunus Kasım TERZİ Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik AD Sahip olduğumuz tüm özellikler kazançların belirlenmesi büyük önem değişiklik halâ tespit edilememiştir. ebeveynlerimizden aldığımız ve DNA olarak taşımaktadır. Bu işlemlerin hepsine Yaşanan bu sınırlamanın üstesinden adlandırılan kalıtsal molekül üzerinde birden “genetik tanı” adı verilmektedir. gelebilmek için daha ileri yöntemler yer almakta ve bu kalıtsal molekülün Genetik tanı henüz anne karnında olan geliştirilmiştir. GÜNCEL GENETİK YÖNTEMLERİN KLİNİKTEKİ UYGULAMALARI “Mikrodizilim-temelli tamamına genom adı verilmektedir. bebek için yapılırsa “doğum öncesi karşılaştırmalı genomik hibridizasyon” DNA’mızın genetik tanı” olarak adlandırılır. Ailede meydana gelen bir bozukluk nedeniyle Akut lösemiler genel olarak çocuklarda (arrayCGH veya aCGH) yöntemi genomun başlı oluştururlar. çok hızlı artan, kötücül hücreler hastalık ve gençlerde ortaya çıkarken, kronik yapıtaşları A, T, C ve G harfleri ile önceden bilinen kromozom bozukluğunun daha detaylı incelenmesine olanak sağlar, Bu kanserler ilik veya lenf bezlerinde belirtilerinin ortaya çıkmasına sebep olur. lösemiler daha ileri yaşlarda görülme gösterilmektedir. yapıtaşlarında neden olduğu bir hastalığın olması ya da genomumuzdaki yeniden bulunan kan hücrelerinden köken alırlar. oluşabilecek tüm değişiklikler bize ait böyle bir hastalık için risk saptanması düzenlenmelerin saptanmasına yardımcı Kan hücreleri kemiğin içinde süngerimsi olur. alfabesi diyebileceğimiz Bu özelliklerin ve bununla ilişkili olarak durumunda, riskli kişiye ait canlı hücreler, sağlık durumumuzun kan, kemik iliği, cilt biyopsisi ve düşük neden olacaktır. etkilenmesine dengesiz değişiklikler materyali gibi doku örneklerinden elde DNA’sı ile sağlıklı bir bireye ait kontrol edilerek kromozom eldesi ve analizi için DNA örneği karşılaştırılmakta, iki DNA yüzlerce binlerce harfi de etkileyebilir. kullanılabilir. Bu başlığı altında topladığımız hastalıklar ancak açığa çıkar. DNA molekülü bir iplik mikroskop altında büyütüldüklerinde her yöntemlerle boyanıp şeklinde olmakla birlikte, hücrelerimizin birinin farklılık gösteren yatay açık ve koyu bölünüp çoğalmaları sırasında tıpkı bantlar içerdiği görülebilir. Kromozomların bir ipliğin makaraya sarılması gibi 46 bu şekilde incelenmesi “karyotip analizi” tane kromozom adı verilen yapı içine olarak sarılıp içeriğindeki kazanç ve kayıplar veya paketlenmektedir. Hücrenin adlandırılmaktadır. yeniden Kromozom (ALL), akut myelositik lösemi (AML), lenfositik lösemi (KLL) .Erişkin yaşta en sık görülen akut lösemi tipi AML olup, Eritrosit Nötrofil Lenfosit Monosit Trombosit Amerika’da 2010 yılında 12.330 hasta bu tanıyı almış olup, 8950 hasta da bu Kanda üç grup hücre bulunur; Beyaz kan tanıdan kaybedilmiştir. hücreleri (akyuvarlar-lökositler)vücudun savunma hücreleri olup, granülositler ALL gelişiminin kesin nedenleri bilinmemekle birlikte hem genetik hem de görülemeyen bu küçük değişiklikler lenfositlerden oluşur. Kırmızı kan hücreleri çevresel faktörlerin rol oynadığı düşünülmektedir. bireyin büyüme ve gelişmesini ve (alyuvarlar-eritrositler) Genlerde oluşan değişikliklerin (mutasyon, erişkin hayattaki etkileyebilmektedir. ise dokulara sağlık durumunu oksijen taşıyan hemoglobin içerirler. Bu yöntemde Trombositler hastadan elde edilen DNA molekülü ve oluşabilir. İşte bu değişiklikler zekâ yöntem ile saptanabilir. Fakat kazanılan küçük parçacıklara bölünür ve tek iplikli veya kaybedilen parça rutin kromozom hale getirilir. Daha sonra kontrol ve hasta üreme analizinde saptanamayacak kadar küçük DNA’sı karıştırılarak aynı mikrodizin olabilir ve kromozom analizinin sonucu üzerine aktarılır. Böylelikle genomu Bu nedenle riskli bireylerde genetik normal olarak rapor edilebilir. Bu incelenen bireyde kayıp veya kazanç olup yapının incelenmesi ve olası kayıp veya durumda hastalığa neden olan genetik olmadığı saptanabilir. 28 KAN KANSERLERİ: LÖSEMİ , LENFOMA, MİYELOM NEDİR? (kan pulcukları), kan pıhtılaşmasında rol oynayan hücrelerdir. LÖSEMİLER Lösemi, kemik iliği ve kanın kanseridir. Kemik iliğinde tüm hücrelerin ana hücresi olan kök hücrelerden olgun kan hücrelerinin oluşma aşamasında translokasyon) bazıları lösemi gelişimine yol açan Lösemilerde kontrolsüz olarak üreyen genleri uyarırken, bazıları da lösemi oluşmasını anormal hücrelere lösemi hücreleri engelleyen genlerin görevini bozarak lösemi veya blast adı verilir. Bu hücreler kemik oluşmasına neden olurlar. KML gelişiminden iliğinde ve kanda artarak tüm dokulara Philadelphia kromozomu sorumlu iken, yayılabilirler. Hastalığın seyrine göre Down sendromu, Fankoni anemisi gibi hızlı ya da yavaş seyirli anlamına gelen kromozomal bozuklukların görüldüğü bazı veya kronik, hastalığı oluşturan genetik hastalıklarda lösemi gelişimine hücrelerin tipine göre de lenfoid veya akut yatkınlık söz konusudur. Bazı geniş myeloid lösemiler olarak sınıflandırılırlar. toplumsal çalışmalarda multipl miyelom, 32 32 Prof. Dr. A. Eftal YÜCEL Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları AD Romatoloji BD Uzm. Fzt. Ayça AYTAR TIĞLI Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon AD BANTLAMA TEDAVİSİ eğilimindedirler. Genel olarak dört çeşit lösemi vardır; akut lenfoblastik lösemi kronik myelositer lösemi (KML) ve kronik sahiptirler. (nötrofil, bazofil, eozinofil), monositler ve kontrol DNA bir boya ile işaretlenerek da yeteneğine veya genler ile hastalıklar arasındaki düzenlenmesi ya Lösemi ilişki incelenebilmektedir. Mikroskopta kromozomun kayıpları dönüşebilme veya kazançlar gibi dengesizliklerin ancak değişiklik yeterince büyük ise bu problemlerine neden olur. Normal Kan Kök hücreler birbirlerinden farklı bulunduğu bölgelerde yer alan gen bölünmesi sırasında çeşitli nedenler ile geriliği, anomalili bebek doğumları, kanserlerini özelliklere sahip olan kan hücrelerine Böylece, DNA’da var olabilecek kayıplar bu kromozomlarda kayıplar ve kazançlar gebelik kan hücrelerden gelişmektedir. arasındaki farklılıklar tanımlanmaktadır. Kromozomlar çıplak gözle görülemez, uygun Lösemi, lenfoma ve miyelom belli bir bölge olan kemik iliğindeki kök aCGH yönteminde incelenen kişinin sadece tek bir harfi etkileyebileceği gibi Bunun sonucunda “genetik hastalıklar” 38 10 18 Doç. Dr. Mehmet Tuğrul CABIOĞLU Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon AD 38 Koroner arter hastalığından şüphelenilmesi durumunda hastalığın tanısı için uzman hekimlerce bazı tetkikler istenir. Her hastada mutlak yapılması gereken tetkik elektrokardiyografi (EKG) dir. Bu tetkik kalbin atım düzeni ve geçirilmiş kalp krizinin varlığı hakkında fikir verir. Hastanın şikayeti olduğu anda çekilebilmesi tanısal değerini artırır. Yakınmanın olmadığı dönemde çekilen EKG ise normal olabilir, dolayısıyla normal bir EKG koroner arter hastalığın varlığını ekarte ettirmez. Gerekli durumlarda egzersiz esnasında kanlanma bozukluğu oluşup oluşmadığını değerlendirmek amacıyla eforlu EKG (koşu testi) istenebilir. Miyokart perfüzyon sintigrafisi nükleer tıp yöntemleri kullanılarak kalbin kanlanmasını değerlendiren efor testine göre daha hassas ancak daha pahalı ve radyasyon riski taşıyan bir yöntemdir. Ekokardiyografi (kalp ultrasonu) kalbin kasılması ve kalp kapaklarının durumu konularında ayrıntılı bilgiler verir. Koroner arter hastalığının tanısında altın standart ise hiç kuşkusuz koroner anjiyografidir. Yrd.Doc. Bahar ODUNCUOĞLU Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Ağız, Diş ve Çene Cerrahi AD Retinopati ilerledikçe retinada yeni kan damarları büyümeye başlar. Bu damarlar zayıf olduğundan çatlar ve çok fazla olursa görmeyi belirgin azaltabilir. Retinada yaralar gelişebilir. Bu durumda göz doktoru lazer tedavisi önerebilir. Bu tedavi ile kan ve sıvının göz sıvısına sızması engellenir. Lazer ile görmenin daha kötüye gitmesi engellenir. Diyabet ve Böbrek: 28 Koroner Arter Hastalığı Tanısı Nasıl Konur? k DİYABET 24 Hastalığının acil servise başvurulmalıdır. Koroner arter hastalığı olan şeker hastalarında göğüs ağrısının olmayabileceği veya çok hafif olabileceği, yaşlılarda ise göğüs ağrısı yerine, boyun, sırt, karın hatta diş ağrısının bile olabileceği unutulmamalıdır. Bu tarz beklenenin dışındaki yakınmalar konusunda hasta ve hekim dikkatli olmalıdır. 10 6 14 Kalbi besleyen atar damarların ateroskleroz (damar sertliği) gelişmesi sonucu daralması ile oluşan hastalığa koroner arter hastalığı denir. Bu hastalıkta, koroner damarlarda yer yer, başta kolesterol ve kalsiyum olmak üzere bir takım maddeler birikir, bu da zaman içinde damarlarda daralma (plak oluşumu) ve tıkanmaya neden olur. Bu daralma ve tıkanmanın sonucu olarak kalbin beslenmesi bozulur, kalbin kasılmasında ve ritmik çalışmasında hastalığın ciddiyetiyle orantılı olarak çeşitli sorunlar meydana gelir. Zamanında fark edilip gerekli önlemler alınmazsa, damar tıkanıklığı kalp krizine (miyokart enfarktüsü) ve ölümcül ritim bozukluklarına yol açabilir. Koroner arter hastalığı, ülkemizde ve dünyada en önemli ölüm ve iş gücü kaybı nedenidir. Tipik Zatürre: Ani ve gürültülü başlangıç, üşüme titreme ile 39-40 oC’ye varan yüksek ateş, öksürük, iltihaplı balgam çıkarma ve nefes alırken batıcı göğüs ağrısı ile ani olarak ortaya çıkar. Ris Acil Tıp Anesteziyoloji -Ağrı kliniği Aile Hekimliği Beyin ve Sinir Cerrahisi Çocuk Cerrahisi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dermatoloji -Aşırı Terleme Tedavisi -Botox Uygulaması -Fototerapi Diş Hekimliği Endokrinoloji Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Gastroenteroloji Genel Cerrahi -Yanık Polikliniği Göğüs Hastalıkları -Sigara Bırakma Kliniği -Uyku Laboratuarı Hematoloji Kalp Damar Cerrahisi Göz Hastalıkları Kadın Hastalıkları ve Doğum -Tüp Bebek Kardiyoloji Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Nefroloji -Ayaş Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi -Yapracık Geriatri ve Psikososyal Rehabilitasyon Merkezi -Yenikent Diyaliz Nöroloji Nükleer Tıp Ortopedi ve Travmatoloji Patoloji Plastik ve Rekonsrüktif Cerrahisi Psikiyatri Romatoloji Radyodiagnostik Tıbbi Genetik Tıbbi Onkoloji Üroloji -Taş Kırma Kliniği -Ürodinami Laboratuarı sta Ha TANI VE TEDAVİ BİRİMLERİ Bantlama fizyoterapi ve rehabilitasyon alanında tedavi ve spor yaralanmalarını önlemek amacıyla sıklıkla kullanılan yöntemlerden birisidir. Çoğu araştırmacılar bantlamanın propriosepsiyon ve motor fonksiyonu arttırdığını bu sayede de yaralanma ve sakatlanma riskini en aza indirdiğini ve korumayı sağladığını söylemektedirler. Bantlamanın tedavi edici etkileri vardır. Bu etkiler kullanılan bandın özelliklerine göre değişiklik göstermekle birlikte genel olarak bantlama; ağrıyı azaltmak, kas kuvvetini arttırmak, lenf ve kan akımını arttırmak, eklemi desteklemek veya sabitlemek, ödemi azaltmak, fonksiyona yardım etmek veya fonksiyonu kısıtlamak, pozisyonlama sağlamak amaçlı kullanılmaktadır. Anatomik yapımız hareket etmek üzere tasarlanmıştır ve bu hareketin temel unsurları kas-iskelet-sinir sistemidir. Kaslar, iskelet dokusuna yapışmış halde bulunur ve normal koşullarda kasılıp gevşeme yolu ile hareket açığa çıkar. Eğer bir kas çok uzun süre gevşemeksizin çalışmak durumunda kalır ya da kapasitesinin üzerinde çalışması durumunda kas dokusunda küçük ya da büyük boyutlarda yaralanmalar oluşur. Değişik bantlama yöntemleri ile yaralanma veya hastalık sonucu meydana gelen bazı semptomları azaltlmak mümkündür. Son zamanlarda çevrenizde kolunda, dirseğinde, boynunda, dizinde, ayağında renkli bantlar takmış kişiler ile karşılaşmışsınızdır. Ya da en kötü ihtimalle televizyon da izlediğiniz sporcularda. Peki, nedir bu renkli bantlar ve ne işe yararlar? Günümüzde renkli bir tedavi yöntemi olarak tanınan Kinezyolojik bantlama tekniği (The Kinesio Taping® technique) ve kinezyolojik bant (Kinesio Tex® tape) Japon kiropraksi ve akupunktur uzmanı Dr. Kenzo Kase tarafından geliştirilmiştir. Metodun ortaya çıkış felsefesi eklem hareketlerini sınırlamaksızın insan derisinin yapısal özellikleri ve esnekliğine benzer bir bantlama yöntemi ile tedavi yapmaktır. Japonya’da uzun zamandır kullanılan bir yöntem olmasına karşın ülkemizde popülaritesi son yıllarda giderek artmaktadır. Sıklıkla sporcularda televizyonlarda görmeye alıştığımız renkli tedavi bantları artık kliniklerde romatizmal, ortopedik, nörolojik ve pediatrik hastalıklar gibi pek çok değişik hastalıkta bu konuda sertifikası olan doktorlar ve fizyoterapistler tarafından tedavi amaçlı kullanılmaktadır. Teorik olarak, bant cildi yukarı kaldırıp deri ile kasların arasındaki boşluğu arttırmakta ve bölgede yaralanma ya da hastalık sonucu oluşan baskıyı hafifletmektedir. Yaralanma bölgesindeki baskının azalması, bölgedeki kan dolaşımın artışı ile sonuçlanmaktadır. Azalan gerginlik ve hassasiyet neticesinde deri altında var olan ağrı alıcılarının uyarılması önlenmiş olur ve ağrısız hareket imkânı sağlanır. Tekniğin temel amacı uygun bantlama yöntemi kullanılarak ağrısız harekete destek olmak ve bu yolla iyileşmeyi hızlandırmaktır. Bant cildin özelliklerini yansıtacak şekilde geliştirilmiştir ve kalınlığı cildin epidermis tabakasına, esnekliği insan cildinin elastik özelliklerine benzer. Latex içermeyen, esneme özelliği olan, uygulaması kolay ve vücutta 4-7 gün kalabilen, suya dayanıklı elastik bir banttır. Alerji yapmayan bir malzeme içerdiği söylense de bazı ciltlerde zaman zaman rahatsızlık oluşturup alerji meydana gelmektedir. Bantlar uzak doğunun renklerle tedavi felsefesinden yola çıkarak siyah, pembe, mavi ve ten rengi olmak üzere 4 farklı renkte üretilmiş, daha sonra kişisel tercihlere cevap verebilmek ve popüler bir sektör olması nedeniyle başka markalar tarafından renk seçenekleri arttırılmıştır. Her renk materyal olarak aynı özellikte olup, tedavide oluşturduğu fizyolojik etkileri aynıdır. Uygulama da farklı renklerin tercihi uygulama yapan profesyonelin ya da hastanın insiyatifine bağlıdır. Tedavi Amacı İle Kullanıldığı Durumlar • Bel, boyun, sırt ağrısına neden olan mekanik sorunlar • Yumuşak doku ağrıları • Bölgesel kas spazmları • Kas iskelet sisteminde yumuşak doku travmaları • Gebelik • Spor yaralanmaları • Eklem burkulma ve zorlanmaları • Postür bozuklukları • Eklem instabiliteleri • Skolyoz • Bazı ortopedik cerrahi girişimler sonrası • Dejeneratif artrit • Tendinit, bursit • Plantar fasiit, epin kalkanei • İnaktivite, immobilizasyona bağlı kas güçsüzlükleri • Ayak deformiteleri • Tuzak nöropatileri • Torasik çıkış sendromu • Nöraljiler • Periferik sinir yaralanmaları • Doğumsal brakial pleksus lezyonları • Serebrovasküler olay • Multipl skleroz • Merkezi sinir sistemi yaralanmaları • Serebral palsi • Spina bifida • Solunum sistemine ait problemlemler SORU: Ailevi Akdeniz ateşi Familial Mediterranean Fever) nasıl bir hastalıktır? CEVAP: Ailevi Akdeniz ateşi (AAA) aralıklı karın ağrısı ve ateş atakları ile karakterize kalıtımsal bir hastalıktır. AAA eklem şikayetlerine ve böbrek yetmezliğine neden olabilir. SORU: AAA daha çok kimlerde görülür? CEVAP: Hastalık Akdeniz çevresinde yaşayanlarda (özellikle Türkler, Ermeniler, Yahudiler ve Araplarda) görülür. Ataklar genellikle 15 yaşından önce başlar. SORU: AAA atakları nasıldır? CEVAP: Ataklar hastadan hastaya değişkenlik gösterir. Ataklar tipik olarak ateş ve karın zarı iltihabı ile ortaya çıkan şiddetli karın ağrısına neden olur. Bir iki gün sonra şikayetler azalıp, en geç 1 haftada tamamen düzelir. Ateş genellikle ilk gün çok yüksek değerlere ulaşabilir. Bu sırada ağrılar da en fazladır. Şiddetli karın ağrısı nedeniyle hastalar sıklıkla acile müracaat ederler. Hastalar nadir olmayarak apandisit tanısı ile ameliyat edilir. Hastaların bir kısmında karın ağrısı yanında veya tek başına akciğer ve/veya kalp zarı iltihabına bağlı göğüs ve sırt ağrıları da olur. Tüm bu durumlarda yapılacak olan bantlamanın etkili olabilmesi için; bantlama yapılacak kişinin değerlendirilmesi, doğru kasın seçilmesi, bantlamanın hangi amaçla yapılacağının belirlenmesi, uygulanacak kasa doğru pozisyon verilmesi ve bandın geriliminin ayarlanması önemlidir. Bu nedenle uygulamanın profesyonel ve eğitimli kişiler tarafından yapılması gerekmektedir. Ayrıca; hastalıkların tedavisinde diğer tedavi yöntemler göz ardı edilmemeli, bantlama alternatif ve ek bir yöntem olarak kullanılmalıdır. Sonuç olarak; hareketli, esnek, dinamik, sağlıklı ve üretken bir yaşam sürdürmeye devam etmek istiyorsanız bu bantlama yöntemini deneyebilirsiniz. SORULARLA FMF: AİLEVİ AKDENİZ ATEŞİ SORU: Ataklar hangi sıklıkla ortaya çıkar? CEVAP: Kişiden kişiye ve aynı kişinin değişik zamanlarında farklılık gösterir. Ataklar haftada bir olabileceği gibi aylarca hiç atak olmayabilir. SORU: Atakların ortaya çıkmasına neden olan etkiler var mıdır? CEVAP: Bazı hastalarda egzersiz, viral hastalık, stres veya adet görme ile ataklar başlayabilir. SORU: Ataklar sırasında hastaların başka ne şikayetleri olabilir? CEVAP: Ataklar sırasında eklem şişlikleri, 40 kas ağrıları, ciltte kızarıklıklar, beyin zarı iltihabı, damar iltihapları ve testis iltihabı görülebilir. SORU: Ataklar dışında hastalar nasıldır? CEVAP: Ataklar arasında hastalar genellikle normaldir, şikayeti yoktur. Ancak bazı hastalarda eklem ağrı ve şişlikleri olabilir. SORU: AAA’nın en korkulan sonucu nedir? CEVAP: Tekrarlayan ataklar sonucunda hastaların bir kısmında amiloid diye adlandırılan bir madde dokularda birikerek başta böbrek olmak üzere organ yetmezliklerine neden olabilir. SORU: Hastalarda ne gibi laboratuvar değişiklikleri saptanabilir. CEVAP: En önemli laboratuvar değişikliği ataklar sırasında iltihabi tesler olan eritrosit sedimentasyon hızı ve CRP testlerindeki yüksekliktir. Böbrekler etkilendiyse idrarda protein kaybı ve böbrek testlerinde bozukluk saptanabilir. Hastaların çoğunda genetik değişiklik (gen mutasyonu) mevcuttur. SORU: Hastalığın tanısı nasıl konulur? CEVAP: Hastalığın tanısında en önemli unsurlar atakların hikayesi ve kolşisin içeren ilaçların etkinliğidir. Kolşisin almaya başlayan hastada karın ağrısı ve ateş ataklarının düzelmesi veya belirgin azalması tanı için en önemli unsurdur. Tanı koymak amacıyla genetik test yapılmasına gerek yoktur. Genetik değişiklik olup hasta olmayan kişiler olabileceği gibi, AAA hastalığı olup yapılan testlerde genetik değişiklik (mutasyon) saptanmayan hastalar da olabilir. SORU: AAA hastalarının ailelerine genetik tarama yapılmalı mıdır? CEVAP: Klinik şikayeti bulunmayanlarda, istisna vakalar dışında, AAA hastalığı olmayacağından ve genetik test tanısal değeri bulunmadığından, hastaların aile bireylerinde genetik mutasyon testlerinin yapılması gerekli değildir. SORU: AA tanısı konulmuş hastalar nasıl tedavi edilir? CEVAP: Kolşisin içerikli ilaçlar tedavinin en önemli unsurudur. Hastaların büyük kısmında hastalık kolşisin ile kontrol altına alınabilir. Kolşisin ile yeteri kadar hastalığı kontrol altına alınamayan hastalara başka antiromatizmal ilaçlar da uygulanabilir. SORU: Gebelikte kolşisin kullanmaya devam edilmeli midir? CEVAP: Gebelikte kullanıldığında kolşisinin olumsuz bir etkisi saptanmamıştır. Atakları olan bir hastanın gebelik süresince kolşisin almaya devam etmesi önerilmektedir. SORU: Tedaviye ne kadar süre devam edilmelidir? CEVAP: Hastalık hayat boyu sürer. Ancak hastaların bir kısmında 35-40 yaşından sonra ataklar azalmaktadır. Ataklara göre ilaç (kolşisin) dozu ayarlanır. SORU: Tedavi ile iç organların etkilenmesi önlenebilir mi? CEVAP: Erken tanı ve etkin tedavi ile hemen daima iç organların etkilenmesi önlenebilir. Böbrekleri amiloidoza bağlı olarak etkilenmiş hastalar da bile tedavi ile böbrek fonksiyonlarında düzelme sağlanabilir. SORU: AAA’ya bağlı olarak böbrek yetmezliği gelişen hastalar nasıl tedavi edilir? CEVAP: Böbrek yetmezliği gelişen hastalara diyaliz tedavisi uygulanır. Bu hastalara böbrek nakli yapılması da mümkündür. 40 SAĞLIKTA ADRES BAŞKENT Sağlık ve Magazin Dergisi EDİTÖRDEN Sahibi Başkent Üniversitesi Hastanesi Adına Başhekim Prof. Dr. Ali HABERAL Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Melek ALKAN ÇAKMAK Tasarım Uygulama Ses Reklam Kapak Fotoğrafı Melih ÖZBEK’e aittir. Baskı Cem Veb Ofset Alınteri Bulvarı No: 29 Ostim / Ankara Tel: 0312 385 37 27 Okuyucu Köşesi için mail adresimiz okurkosesi@baskent-ank.edu.tr Merhaba Sevgili Okurlarımız; Peşinden koşup yakalamaya çalıştığımız zamanda yine yeni bir sayfa açmak üzereyiz. Heyecanlarla, beklentilerle, ümitlerle, düş kırıklıklarıyla, kazançlarla, hastalıklarla, kayıplarla yaşanan bir yılı daha geride bırakıyoruz. Dileğimiz, olumlu-olumsuz yaşanılan tüm bu duyguları içinizde olabildiğince sindirip, üzerinizdeki yüklerle vedalaşarak yeni yılı yaşayabilmek. Elinizde tuttuğunuz dergimizin Kış sayısı için mevsime ait hastalıklar ve tedavileri hakkında hazırladığımız makalelerin yanı sıra hastanemizde gerçekleştirdiğimiz etkinlerimize yer verdik. Öğren-Dinle-Harekete Geç sloganıyla hayat bulan, Eylül Ayı: Kanser Farkındalığı temalı toplantı ile 3-9 Kasım tarihleri arasında kutlanılan Organ Bağışı ve Organ Nakli Haftası kapsamındaki toplantıları sayfalarımıza taşıdık. Her iki etkinlikte de öne çıkarılmak istenilen nokta; konu hakkındaki bilgilendirmelerle gündem ve fark yaratmaktı. Alanında uzman hekimlerimizin ve diğer sağlık mensuplarımızın katılımlarıyla düzenlenen konferanslarda hekimden sorma, çekenden sor atasözünden temel alan yaklaşımla hem kanser hem de organ nakli tedavisinde yaşananları hastalarımızın gözünden, onların cümleleriyle dinledik. Bunları yaparken en önemli amacımız; hastalıklar hakkında bilgi verip, gerekli önlemlerin alınmasını sağlamak, hastalıkla tanışıldığında da süreci en iyi şekilde atlatmak için mücadele edecek güce ve desteğe sahip kılmaktır. Kimsenin eleştirilmeye yanaşmayıp, herkesin derdinin eleştirmek olduğu modern zamanların kıskacından kurtulup, başlangıçların heyecanını tadabildiğimiz, sağlık ve huzurun eksik olmadığı bir 2013 olması dileğiyle… Yayın Türü Yerel Süreli Yayın Basım Tarihi 07/12/2012 İdare Adresi Maresal Fevzi Çakmak Caddesi 10. Sokak, No: 45 Bahçelievler/ANKARA Tel: (0312) 212 68 68 Faks: (0312) 223 73 33 www.baskent-ank.edu.tr Melek ALKAN ÇAKMAK Doç. Dr. Şerife Savaş BOZBAŞ Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları AD Zatürre ya da tıbbi adıyla pnömoni akciğer dokusunun iltihaplanmasıdır. Bakteriler başta olmak üzere virüsler, mantarlar ve nadiren parazitlerin neden olduğu akciğer enfeksiyonu olarak da tanımlanabilir. Akciğerde meydana gelen bu enfeksiyon, alveol adı verilen havayla dolu küçük akciğer keseciklerine iltihap hücrelerinin birikmesine ve yine bu alana kan damarlarından gelen serumun dolmasına neden olur. İçleri iltihap hücreleri ve serum sıvısı ile dolan, hava içeriğini kaybeden alveoller oksijen alış-veriş işlevini yapamaz yani solunum işlevini yerine getiremezler. Eğer zatürre yaygın ise kanda oksijen düzeyi azalabilir ve hastada solunum yetersizliği görülebilir. ZATÜRRE NEDİR? 6 Zatürre dünyada ve ülkemizde sık görülen ve en fazla ölüme neden olan enfeksiyon hastalıkları arasındadır. Türkiye’de ölüm nedenleri arasında 5. sırada, infeksiyonlara bağlı ölümler arasında ise 1. sırada yer almaktadır. Özellikle bebeklerde, çocuklarda, yaşlılarda ve bilinen başka hastalığı olan kişilerde zatürre daha ağır ve ölümcül seyredebilir. Zatürre çoğunlukla hastanın kendi ağız, boğaz veya sindirim kanalında bulunan mikropların akciğere ulaşması ile ortaya çıkar. Bazı zatürre türlerinde ise hasta kişiden sağlam kişilere yakın temas sonucu bulaşma riski vardır. Hasta kişilerden öksürük, aksırık ya da konuşma sırasında havaya yayılan damlacıkların doğrudan solunması yoluyla gerçekleşir. Bu nedenle kalabalık yerler, kapalı alanlar toplu halde yaşanan okul, yurt ve askeriye gibi ortamlarda zatürrenin bulaşma olasılığı artar. Soğuk algınlığı kadar bulaşıcı değildir ancak nadiren salgın şeklinde ortaya çıkabilir. Sağlıklı bireylerde hastalığa neden olmayan mikroplar vücut savunması zayıf düştüğünde zatürreye neden olabilir. Zatürrenin ortaya çıkmasında kişinin vücut direncini azaltan risk faktörleri önemli rol oynar. Hastalığın gelişimini kolaylaştıran çok sayıda risk faktörü vardır. İleri yaş, sigara-alkol kullanımı, öksürük refleksinin bozulmasına ve bilinç kaybına neden olan hastalıklar, kusma, geçirilmiş uzun süren ameliyatlar ve grip salgınları en sık rastlanan risk faktörleridir. Ayrıca akciğer, kalp, böbrek, karaciğer ve sinir sistemi hastalıkları, şeker hastalığı, yutma güçlüğü yapan hastalıklar, bağışıklık sistemini etkileyen AIDS, kan ve lenf bezi kanserleri gibi müzmin (kronik) hastalıklar da zatürre gelişimi için risk oluşturur. Bu nedenle saydığımız risk faktörlerinden korunmak mümkün olursa zatürre gelişimi de önlenebilir. Zatürre tedavi yaklaşımı açısından klinik olarak tipik ve atipik (tipik olmayan) zatürre olmak üzere başlıca iki gruba ayrılarak değerlendirilebilir. Tipik Zatürre: Ani ve gürültülü başlangıç, üşüme titreme ile 39-40 oC’ye varan yüksek ateş, öksürük, iltihaplı balgam çıkarma ve nefes alırken batıcı göğüs ağrısı ile ani olarak ortaya çıkar. Atipik Zatürre: Belirtiler sinsi bir seyir gösterir. Ateş çok yüksek değildir. Kuru, inatçı öksürük dışında iştahsızlık, halsizlik, kas ağrılarını, bulantı, kusma, baş ağrısı gibi akciğer dışı organlara ait şikayetler görülebilir. Yukarıdaki belirtilerle başvuran hastada şikayetlerinin sorgulanmasını takiben zatürre ile uyumlu muayene bulguları hekimi zatüre tanısına yöneltir. Muayene bulguları ile birlikte akciğer filmindeki bulgularla tanı konulabilir. Gerekli durumlarda ek olarak balgam incelemesi, kan tahlilleri veya tomografi yapılması gerekebilir. Zatürre gecikmeden tanı konması ve tedavi başlanması gereken bir hastalıktır. Teşhis ve tedavisi gecikmiş, ağır zatürre olgularında ölüm oranı yüksektir. Bu hastalarda tedaviye gecikmeden başlanması, özellikle yaşlı hastalarda iyileşmeyi olumlu yönde etkiler. Hekimin bu hastalarla ile ilgili vermesi gereken ilk karar hastaneye yatışın zorunlu olup olmadığıdır. Zatürre hastanın yaşına, hastalığın ağırlığına, başka bir hastalığının bulunup bulunmamasına göre evde ya da hastanede tedavi edilebilir. Evde bakım şartları uygun olmayan ve ilaçlarını düzenli kullanamayacak hastalar hastanede tedavi edilmelidir. Check-Up Merkezimiz Açıldı Günlük yaşamın stresi ve koşturması içinde kendimize sormamız gereken iki soru olmalı. Birincisi ”bugüne kadar neleri doğru ya da yanlış yaptım?”, ikincisi ise“ sağlıklı olmak için neler yapmalıyım?” Modern Tıp’ta amaç, hastalık ortaya çıkmadan önce gerekli önlemler alarak,kişinin sağlıklı kalmasını sağlamaktır. Hiç şikayeti olmasa da her insan belirli periyodlarla, risk grubuna girdiği hallerde daha kısa aralıklarla doktora başvurarak genel sağlık kontrolünden geçmelidir. Check-up hiçbir rahatsızlık olmadan ya da belirli bir hastalığı düşündürmeyecek kadar hafif önemsiz şikayetlerde yapılan genel ve kapsamlı sağlık taramasıdır. Check-Up, bir başka adıyla “kişisel sağlık taraması” olası hastalıkları erken dönemde tespit ederek, önlem almayı ve böylece kişinin sağlıklı kalması amaçlanır. “Kişisel sağlık taraması”; belirgin bir şikayeti olmasa da insanlarda gizliden gizliye oluşmaya başlayan rahatsızlıkların, henüz erken aşamadayken saptanması amacıyla yapılan muayene ve tetkiklerdir. Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Check Up Merkezi 40 yaş altı kadın/erkek, 40 yaş üstü kadın/erkek standart ve genişletilmiş check up paketleri yanında Kardiyolojik ve mide sağlığı (gastroentroloji) check up paketlerini yeni ünitesinde sizlerin hizmetine sunmuştur. Günümüzde zatürreye neden olan mikroplara karşı etkili ilaçlar, antibiyotikler vardır. Önemli olan doğru antibyotiğin seçilmesi, uygun dozda ve sürede kullanılmasıdır. Pahalı antibiyotikler her zaman uygun ve iyi antibiyotik demek değildir. Hatta gereksiz kullanılan antibiyotikler mikropların o antibiyotiğe karşı direnç kazanmasına ve tedavi başarısızlığına neden olabilir. Zatürrede tedavi süresi hastalığın başlangıçtaki şiddetine, neden olan mikrobun özelliğine, eşlik eden hastalığın olup olmamasına ve kişinin tedaviye yanıtına göre değişir. Genel olarak ateşin düşmesini takiben 5-7 gün daha antibiyotiğe devam edilmesi önerilir, ancak ağır zatürre olgularında tedavi süresi uzatılabilir. Bu hastalarda zatürre tedavisi ile birlikte eşlik eden hastalıklara yönelik tedaviler, destekleyici tedaviler ve istirahat önerilir. Gerekli olgularda oksijen tedavisi, yoğun bakım ve solunum desteği uygulanabilir. 8 Zatürreden korunmak için zatürre oluşumunu kolaylaştıran risk faktörleri düzeltilmelidir. Akciğer, kalp, böbrek, karaciğer, şeker hastalığı gibi kronik hastalıklar uygun şekilde takip edilerek tedavi edilmelidir. Sigara, alkolün bırakılması, ağız ve mide içeriğinin solunum yollarına kaçmasına neden olan risk faktörlerinin azaltılması önerilir. Bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi, stresten kaçınma, dengeli beslenme ve hijyenik önlemler zatürreden korunmada önemlidir. Zatürre gelişimini kolaylaştıran grip salgınları sırasında kalabalık ortamlardan kaçınılması ve maske kullanılması önerilir. Özellikle zatürre gelişimi açısından yüksek risk taşıyan kişilere ve bu kişilerle teması olanlara aşı yapılmalıdır. Grip virüsünün direk kendisi veya diğer mikroplara bağlı zatüre gelişimini kolaylaştırıcı özelliği nedeniyle zatüreye neden olabilir. 65 yaşın üzerindeki hastalarda gripten ölümler grip sonrası gelişen bakteriyel enfeksiyonlar ve kalp yetmezliğine bağlıdır. Zatürre ve buna bağlı ölümlerin önlenmesi için grip salgınlarının önlenmesi gerekir. Bu nedenle grip aşıları zatürre gelişimi açısından yüksek riskli kişilere, bağışıklığı artırmaya yönelik her yıl Eylül, Ekim ya da en geç Kasım aylarında uygulanabilir. Bu aşılar 1 yıl süreyle koruma sağlar. Yumurta alerjisi olanlar dışında aşı oldukça güvenilirdir. Zatürre (Pnömokok) aşısı da zatürre açısından yüksek risk taşıyan hastalara bağışılığı artırmak amaçlı önerilir. Pnömokok aşısının koruyuculuğu 7-10 yıl devam eder. Beş yıl sonra bir kere tekrarı yapılabilir, daha fazla tekrarı önerilmez. Aşı oldukça güvenilirdir ve ciddi yan etkilere sık rastlanmaz. Sonuç olarak zatürre ihmal edilmemesi gereken önemli bir sağlık sorunudur. Zatürre dünyada ve ülkemizde sık görülen ve en fazla ölüme neden olan enfeksiyon hastalıkları arasındadır. Erken teşhis edilmesi ve gecikmeden tedaviye başlanması ile ölüm oranları azaltılabilir. İletişim Bilgileri 0312 2126868/1549 - 0312 2122912/145 Prof. Dr. Aylin YILDIRIR Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji AD Koroner Arter Hastalığı Nedir? Kalbi besleyen atar damarların ateroskleroz (damar sertliği) gelişmesi sonucu daralması ile oluşan hastalığa koroner arter hastalığı denir. Bu hastalıkta, koroner damarlarda yer yer, başta kolesterol ve kalsiyum olmak üzere bir takım maddeler birikir, bu da zaman içinde damarlarda daralma (plak oluşumu) ve tıkanmaya neden olur. Bu daralma ve tıkanmanın sonucu olarak kalbin beslenmesi bozulur, kalbin kasılmasında ve ritmik çalışmasında hastalığın ciddiyetiyle orantılı olarak çeşitli sorunlar meydana gelir. Zamanında fark edilip gerekli önlemler alınmazsa, damar tıkanıklığı kalp krizine (miyokart enfarktüsü) ve ölümcül ritim bozukluklarına yol açabilir. Koroner arter hastalığı, ülkemizde ve dünyada en önemli ölüm ve iş gücü kaybı nedenidir. Koroner Arter Hastalığı Kimlerde Görülür? KORONER ARTER HASTALIĞININ TANISINDA ANJİYOGRAFİ 10 Bu hastalığa ait bulgular her yaşta görülebilir, fakat yaşla birlikte özellikle de erkeklerde 60, kadınlarda 70 yaşından sonra görülme sıklığı belirgin olarak artar. Kadınlarda hastalığın menopoz sonrası daha geç ortaya çıkmasının nedeni kadınlık hormonu olan östrojenin koruyucu etkisidir. Genetik yatkınlık birçok hastalıkta olduğu gibi koroner arter hastalığının gelişiminde de çok önemlidir, ailede erken yaşta kalp krizi öyküsü olan bireyler özellikle risk altındadır. Düzensiz ve aşırı yağlı beslenme kişilerde kolesterol ve diğer zararlı kan yağlarının yükselmesine yol açar ve damar sertliği gelişimine zemin hazırlar. Stresli yaşam sürenler, spor yapmayanlar ve hareketsiz bir hayat tarzı seçenler koroner arter hastalığı gelişimi açısından risk altındadır. Diyabet, kan basıncı yüksekliği (hipertansiyon) ve kronik böbrek yetersizliği başta olmak üzere bazı sistemik hastalıklar koroner arter hastalığı gelişiminde tetikleyici rol oynamaktadır. Yine hiç kuşkusuz sigara içilmesi birçok hastalıkta olduğu gibi koroner arter hastalığının oluşumunda çok önemli bir yer tutar. Hem damar sertliğini hızlandırır, hem de damarlarda pıhtı oluşmasını ve damarın büzüşmesini tetikler. Bu risk faktörlerinin bir kısmını (yaş, cinsiyet, genetik gibi) değiştirmek mümkün değildir, ancak değiştirilebilen tüm risk faktörlerinin ortadan kaldırılması (sigaranın bırakılması) veya tedavi ile kontrol altında tutulması (diyabet, hipertansiyon gibi) koroner arter hastalığının gelişimini önler veya geciktirir. Koroner Arter Belirtileri Nelerdir? Hastalığının Koroner arter hastalığı sinsi bir hastalık olup hiçbir belirti vermeden ilerleyebilir. Hastalığının şiddeti ve bulguları hastadan hastaya çeşitlilik gösterir. Daralan damarlar nedeniyle kalbe yeterince kan gitmemesi sonrası en sık görülen belirti göğüs ağrısıdır. Bu ağrı göğsün orta hattından başlar, sol tarafa, sol kola, sırta ve çeneye yayılım gösterir, bazen sol kolda uyuşma hissi ağrıya eşlik eder. Ağrı sıklıkla egzersiz, stresli durumlar ve yorgunluk ile ortaya çıkıp dinlenmekle azalır. Ancak kalbin yeterince kanlanamaması her zaman ağrıya neden olmaz, sıkışma, baskı, ağırlık hissi, yanma, nefes almada güçlük, çarpıntı, baygınlık hissi veya yorgunluk gibi yakınmalar da hastalığının belirtileri olabilir. Koroner arter hastalığının ilk belirtisi çok şiddetli göğüs ağrısı, terleme ve bulantının sıklıkla eşlik ettiği kalp krizi de olabilir. Bu gerçek bir acil durum olup hemen ambulans aranmalı ve en yakın acil servise başvurulmalıdır. Koroner arter hastalığı olan şeker hastalarında göğüs ağrısının olmayabileceği veya çok hafif olabileceği, yaşlılarda ise göğüs ağrısı yerine, boyun, sırt, karın hatta diş ağrısının bile olabileceği unutulmamalıdır. Bu tarz beklenenin dışındaki yakınmalar konusunda hasta ve hekim dikkatli olmalıdır. Koroner Arter Hastalığı Tanısı Nasıl Konur? Koroner arter hastalığından şüphelenilmesi durumunda hastalığın tanısı için uzman hekimlerce bazı tetkikler istenir. Her hastada mutlak yapılması gereken tetkik elektrokardiyografi (EKG) dir. Bu tetkik kalbin atım düzeni ve geçirilmiş kalp krizinin varlığı hakkında fikir verir. Hastanın şikayeti olduğu anda çekilebilmesi tanısal değerini artırır. Yakınmanın olmadığı dönemde çekilen EKG ise normal olabilir, dolayısıyla normal bir EKG koroner arter hastalığın varlığını ekarte ettirmez. Gerekli durumlarda egzersiz esnasında kanlanma bozukluğu oluşup oluşmadığını değerlendirmek amacıyla eforlu EKG (koşu testi) istenebilir. Miyokart perfüzyon sintigrafisi nükleer tıp yöntemleri kullanılarak kalbin kanlanmasını değerlendiren efor testine göre daha hassas ancak daha pahalı ve radyasyon riski taşıyan bir yöntemdir. Ekokardiyografi (kalp ultrasonu) kalbin kasılması ve kalp kapaklarının durumu konularında ayrıntılı bilgiler verir. Koroner arter hastalığının tanısında altın standart ise hiç kuşkusuz koroner anjiyografidir. Koroner Anjiyografi Nedir? Koroner anjiyografi, kalp damarları (koroner arter) içine özel bir ilaç verip röntgen ışınları kullanılarak damarların görüntülerinin alınması işlemidir. Dolayısıyla koroner anjiyografi bir tanı yöntemidir. Bu yöntem ile damar darlıklarının yeri ve ciddiyeti saptandıktan sonra eğer gerekli görülürse balon ve/ veya stent (çelik kafes) uygulamasına devam edilerek tedavi basamağı işleme eklenebilir. Kalp damar hastalığını düşündüren göğüs ağrısı varlığında, kalp krizi geçirenlerde, risk faktörleri olup damar hastalığı olduğunu düşündüren testlerin sonuçlarının anormal çıkması durumunda, açıklayıcı bir neden yokken kalp yetersizliği veya ciddi ritim bozuklukları gelişen hastalarda koroner anjiyografi tetkiki mutlaka önerilmelidir. Ayrıca kalp damarı dışında kapak hastalığı veya damar genişlemesi gibi başka nedenlerden dolayı kalp veya damar ameliyatı olacak hastalara ve stent veya bypass öyküsü olup yakınması tekrarlayanlara koroner anjiyografi yapılmalıdır. Kalp krizi esnasında acil şartlarda yapılan koroner anjiyografi ve takiben balon/stent gibi damar açma işlemlerinin uygulanması ise hayat kurtarıcıdır. Koroner Yapılır? Anjiyografi Nasıl Koroner anjiyografi kasık veya kol atardamarı kullanılarak anjiyografi cihazının ve eğitimli ve deneyimli doktor ile sağlık personelinin bulunduğu laboratuarlarda yapılır. İşlem öncesi hastanın en az 4 saat aç kalınması gereklidir, ancak kullanılan ilaçlar varsa bunlar az miktarda su ile alınabilir. Koroner anjiyografi kesinlikle bir ameliyat değildir. İşlem mevzi uyuşturma altında hasta ile konuşarak yapılır. İhtiyaç halinde sakinleştirici bir ilaç uygulanabilir, ama uyutulma gerekmez. Önce işlemin yapılacağı kasık ya da kol bölgesi uyuşturulur ve bu bölgedeki atardamara plastik bir damar kılıfı yerleştirilir. Bu 12 işlem sırasında hasta bazen hafif bir sızı duyabilir. Hastanın tüm işlem süresi boyunca duyduğu sıkıntı budur. Bundan sonraki bölümde hasta herhangi bir şey hissetmez. Bu kılıf kullanılacak olan kateter adı verilen plastik borucukların giriş yolunu oluşturur. Kateterler ile kalp boşluklarına ulaşılıp basınç kaydı yapılır; özel bir madde verilerek koroner damarlar görüntülenir ve film kayıtları alınır. Farklı damarlar için değişik açılardan bu film çekimleri tekrarlanır. Böylece kalp damarlarının durumu açığa çıkmış olur. İşlem yaklaşık 15 dakika kadar sürer. İşlem tamamlandıktan sonra giriş atardamarındaki kılıf çıkartılır ve 15-20 dakika süre ile bu bölgeye bası yapılır. Kanamanın durduğu görüldükten sonra sıkı bir bandaj ile kapatılır. Damar üzerine basınç uygulamak amacıyla geçmişte kullanılan kum torbası uygulaması işlemi artık tarihe karışmıştır. Kasıktan girişim yapılmışsa 6 saatlik yatak istirahatinin, eğer koldan girişim yapılmışsa 1-2 saatlik gözlemin ardından hasta evine taburcu edilebilir. İstisnai durumlar dışında, işlemden 24 saat sonra hastanın günlük yaşamına dönmesine izin verilir. Koroner Anjiyografinin Riski Var Mı? Her girişimsel işlemde olduğu gibi koroner anjiyografi sırasında veya hemen sonrasında, nadir olmakla birlikte, işlemle ilgili sorun ve istenmeyen olaylarla karşılaşılabilmektedir. Koroner anjiyografi işlemi sonrasında az sıklıkla işlem yapılan damar bölgesinde ağrı, hafif şişlik ve morarma (hematom, ekimoz, psödoanevrizma) olabilmektedir. Ancak, işlem bölgesinde onarım gerektirecek sorun olma olasılığı çok düşüktür. Nadiren inme (felç) ve miyokart enfarktüsü gelişme ihtimali vardır. Deneyimli kateter laboratuvarlarında bu olayların ortaya çıkma sıklığı 1000’de 1 civarındadır. Hayati riskin ise 1000’de 1’den düşük olduğu bilinmektedir. Varsa eşlik eden başka hastalıklar ve klinik sorunlar elbette bu riski biraz daha artırabilir. Acil cerrahi, alerjik reaksiyona bağlı tansiyon düşüklüğü, bazı ritim bozuklukları, geçici kalp pili gereksinmesi çok nadir de olsa görülebilmektedir. İşlem sırasında kullanılan ilaçlara bağlı olarak böbrek fonksiyonları bozuk hastalarda böbrek yetersizliği gelişebilir. Sayılan bu tür sorunların çoğunun tedavi ile telafi edilmesi imkanı vardır. Eğer anjiyografi yapmayı haklı kılacak iyi bir gerekçe varsa, bu riskleri ve hastanın maruz kalacağı radyasyonu göze almaya değer. Şunu da akılda tutmak gerekir ki koroner anjiyografi esnasında maruz kalınan radyasyon miktarı tomografi anjiyografi veya miyokart perfüzyon sintigrafisinde maruz kalınandan çok daha düşüktür Koroner Anjiyografinin Yerini Tutabilecek Alternatif Tetkikler Var Mı? Teknolojideki gelişmelere paralel olarak, kalple ilgili görüntüleme yöntemlerinde de önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Bilgisayarlı tomografi ve magnetik rezonans görüntüleme yöntemleri koroner damarların durumu ve kalbin kanlanması konusunda önemli bilgiler verebilmektedir. Ancak bu yöntemlerin en azından bugün için bazı dezavantajları vardır. İyi görüntü alınabilmesi için hastanın birkaç saniye de olsa nefes tutabilmesi, ritim bozukluğunun olmaması, nabzının düşük seviyede seyretmesi ve damarlarında ciddi kireçlenme bulunmaması gibi bazı ön şartları vardır. Radyasyon oranı da dikkatli olmak gereken diğer bir noktadır. Tomografi anjiyografi bazı hastalarda kalp damarlarının geniş olan başlangıç kısımlarını iyi gösterip orta ve ileri bölümlerinde ise hatalı yorumlar verebilmekte, darlık derecesi hakkında abartılı ve stent içi daralmalarda hatalı sonuçlar çıkabilmektedir. Bugün için koroner anjiyografinin yerini birebir alabilecek ve anjiyografi kadar kesin bilgi verebilecek girişimsel olmayan (kansız) bir tanı yöntemi bulunmamaktadır. Zira önemli darlıklar olduğunu teyid etmek, stent veya bypass ameliyatı kararını daha güvenilir bulgulara göre vermek ve gerekiyorsa stent takmak için klasik anjiyografi bir zorunluluktur. Halk arasında “kansız anjiyografi” adı verilen bu yeni görüntüleme tekniklerinin doktorun uygun gördüğü seçilmiş hastalarda kullanılması önerilmektedir. Anjiyografi Sırasında Darlığı Açılır mı? Damar Anjiyografi damar darlıklarının varlığını, yerini ve ciddiyetini görüntüleme işlemidir. Dolayısıyla bir tanı yöntemidir, Tıkalı Damar tedavi yöntemi değildir. Tanı konulduktan sonra ise hasta henüz işlem masasında yatmakta iken, hastaya ve yakınlarına bilgi verilerek uygun olan darlıkları balon anjiyoplasti ve stent başka olmak üzere girişimsel tedavi yöntemleri kullanarak açmak mümkündür. Bu esnada anjiyografi öncesi hastanın damarına yerleştirilen damar kılıfı kullanıldığından damar açma işlemini anjiyografinin devamı olarak yapmak hasta açısından daha konforludur. Balon Anjiyoplasti ve Stent Takılması İşlemleri Nasıl Yapılır? Balon anjiyoplasti, kalbin gereksinimi olan kan akımının rahat sağlanabilmesi amacıyla kalp damarlarındaki darlık ve tıkanıklık bölgelerinin mekanik olarak genişletilmesi işlemidir. Koroner damarlarda kullanılan balonlar damarın çapı ve darlığın uzunluğuna göre değişik özellikte olabilirler. Balon inik haldeyken darlık bölgesine yerleştirip içi röntgen ışınlarını geçirmeyen bir sıvı ile (kontrast madde) doldurulup belli bir basınca kadar şişirilir. Daha sonra balonun içindeki sıvı geri çekilir (yani balon indirilir) ve balon geri alınır. Tek başına balon anjiyoplasti uygulamasının damar cidarında küçük yırtıklar oluşturma, damarda büzüşme veya yeniden daralma gibi bazı sorunları vardır. Bu nedenle günümüzde balon anjiyoplastiyi takiben damar duvarına mekanik destek sağlamak ve bu sorunların önüne geçmek amacıyla ağ şeklinde çelik kafesler (stent) yerleştirilir. Stentler balonun üzerinde sıkıştırılmış olarak darlık bölgesine ilerletilir, daha sonra balon şişirilerek (dolayısı ile stent de genişletilerek) stent damar duvarına oturtulur. Balon indirilip geri çekilirken stent damar duvarına gömülü olarak kalır. Böylece stent, takıldığı damarın erken daralmasını ve iç yüzünde olabilecek küçük yırtıkların problem oluşturmasını önler ve damarın açıklığının sağlaması için bir destek görevi görür. Günümüzde koroner girişimler hemen her zaman stent yerleştirilmesi ile sonuçlanmakta, damar darlığı stentin geçmesine izin veriyorsa bu yerleştirme balon ile darlık genişletilmeden doğrudan yapılmaktadır. İlaçlı Stentler Daha mı İyidir? Stentlerin içinde doku büyümesine bağlı sıklıkla ilk 6 ay içinde ortaya çıkan ve tekrar müdahale gerektirebilen daralmalar görülebilir. Şeker hastalığı olanlarda, daha önce stent içinde daralma öyküsü olanlarda ve darlığı uzun damar çapı ise ince olanlarda yeniden daralma (restenoz) daha sıktır. Günümüzde stent teknolojisinde önemli gelişmeler olmuş, stentlere yeniden daralmayı önleyici veya azaltıcı özel ilaçlar emdirilmiştir. Bu ilaçlar yeniden daralmaya neden olan stent içi nedbe dokusunun oluşmasını engelleyici özelliğe sahiptir. Yeniden daralma riski yüksek hastalarda (şeker hastalığı, uzun ve ince damar darlıkları…) ilaçlı stentler tercih edilir. Ancak burada da dikkatli olunması gereken bazı hususlar vardır. İlaçlı stent takılan hastaların daha uzun süre ikili kan sulandırıcı ilaç kullanmaları gerekir. Tüm bu faktörler göz önüne alındığında ‘Hangi stent iyidir ?’ sorusunun net bir cevabı yoktur. Stent seçim kararı hastanın, damarın ve darlığın özelliklerine göre yapılmalı ve hekim burada yönlendirici olmalıdır. Artık Bypass (Baypas) Cerrahisi tarih mi oldu? Koroner anjiyoplasti ve stent işlemleri koroner arter hastalığının tedavisinde bir devrim olmuş ve bypass cerrahisi gereksinimini büyük oranda azaltmıştır. Ancak buradan cerrahinin artık rafa kalktığı sonucunu da çıkartmamak gerekir. Cerrahinin üstün olduğu bazı hasta grupları vardır. Ana damar darlıkları, kalp kasılma bozukluğunun eşlik ettiği çok damar hastalığı ve diyabetin varlığı durumlarında bypass cerrahisi balon ve stent uygulamalarına tercih edilmelidir. Ayrıca tüm girişimsel işlemler cerrahi ekibin gerektiği halde acil destek verebileceği koşullarda yapılmalıdır. Şeke r Doç. Dr. Aslı NAR Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları AD, Endokrinoloji ve Metabolizma Hasatalıklar BD k Gluk Ris oz n Ka DİYABET Komplikasyon nedir? 1 p i T İn süli n sta Ha lık Tip 2 Diyabet hastalığının takibinde hastanın kendisinin yapacağı kan şekeri ölçümleri önemlidir.Hedeflenen değerler hastadan hastaya farkedebilir, genel olarak açlık şekeri 70-130, ikinci saat tokluk şekeri 180 mg/dl’nin altında olmalıdır. Bir gebe için ise açlık şekerinin 90, tokluk şekerinin 120 mg/dl’nin altında olması beklenmektedir. Kanda aşırı glukoz, yani şeker bulunması eğer kontrol edilmezse vücudun değişik bölgelerine zarar verebilir. Bu bölgeler göz, böbrek, sinir uçları, kalp, kan damarları ve ayaklardır. Oluşan zarar “komplikasyon” olarak adlandırılmaktadır. Oysa, diyabetin komplikasyonlarını önlemek veya en azından yavaşlatmak mümkündür. Bütün hastalarda komplikasyon gelişmez, bazısında ise birden fazla komplikasyon olabilir. Diyabetik komplikasyonları uygun tedavi ile geciktirilebilir ve tedavi edilebilir. Diyabet ve Göz: Retinopati ilerledikçe retinada yeni kan damarları büyümeye başlar. Bu damarlar zayıf olduğundan çatlar ve çok fazla olursa görmeyi belirgin azaltabilir. Retinada yaralar gelişebilir. Bu durumda göz doktoru lazer tedavisi önerebilir. Bu tedavi ile kan ve sıvının göz sıvısına sızması engellenir. Lazer ile görmenin daha kötüye gitmesi engellenir. Aslında böbrek hasarı yakınmalar başlamadan çok önce başlar. Böbrekler fonksiyonunu tamamen kaybedene kadar hastanın yakınması olmaz. Böbrek hasarını en erken idrarda albumin testi ile anlayabiliriz. Bu nedenle yılda 1 kez idrarda albumin ve yılda en az 1 kez kanda kreatinin testlerinin yapılması uygundur. Diyabette göz problemlerini engellemek için yapılabilecekler çoktur: Kan şekerinin ve kan basıncının kontrolü önceliklidir. Yılda bir, hiçbir yakınma olmasa da göz arkası muayenesi yaptırmak gereklidir. Çünkü başlangıçta yakalanırsa tedavi ile daha ileri sonuçların gelişmesi engellenebilir. Sigara bırakılmalıdır. Diyabette böbrek sorunlarını engellemek için ne yapılmalı? Özellikle gebelik planı öncesi ve gebelikte retina muayeneleri unutulmamalıdır. Diyabetli hastalarda katarakt ve glokom daha sık ve daha erken yaşlarda geliştiğinden bu açıdan da dikkatli olunmalıdır. Diyabet ve Böbrek: DİYABETİN KOMPLİKASYONLARI 14 Diyabet gözde etkilerini en fazla retinada gösterir. Retina gözün arka duvarındadır. Şeker ve kan basıncı yüksek olduğunda retina etkilenir. Başlangıçta hasta görmesinde değişiklik farketmez. Ancak durum ilerledikçe bulanık görme, ışık çakması, sinek uçuşması ve kara noktalar belirmeye başlar. Diyabette retinanın etkilenmesine “retinopati” denir. Yüksek kan şekeri ve yüksek kan basıncı böbreğin filtrelerinde hasar oluşturur. İdrara protein kaçağı başlar. Bu protein kaybı idrarda albumin miktarı ile ölçülür. Durum ilerledikçe böbrekler atıkları ve fazla sıvıyı atamamaya başlar. Sonunda böbrek yetmezliği gelişir. Çünkü diyabette her iki böbrek de etkilenir. Aşırı halsizlik, kaşıntı ve vücutta şişlik gelişir. Böbrek yetmezliği gelişmişse tedavi diyaliz veya böbrek transplantı (nakli) yapılmasıdır. Kan şekeri mümkün olduğunca hedefe ulaştırılmalıdır. Çoğu kişi için bu, normal şeker değerleridir. HbA1c % 6.57 altına düşürülmelidir. Bunun dışında kan basıncının 13’e 8 cmHg’nin altında tutulması sağlanmalıdır. Kan basıncının ilaçlarla kontrol altında tutulması aynı zamanda diyabette göz, kalp ve damar hastalıklarının gelişmesini de geciktirir. Böbrek hasarının azaltılması için doktorunuz ACE inhibitörü veya ARB olarak isimlendirilen ilaçlar önerecektir. Böbrek hasarında ilerleme varsa diyetisyen aracılığı ile diyette protein kısıtlaması gerekebilir. Böbrek hasarı yapabileceğinden düzenli ağrı kesici kullanmayınız. İdrar yolu enfeksiyonu düşündüğünüzde hemen doktorunuza başvurunuz (idrar yaparken yanma, bulanık idrar, yan ağrısı ve ateş varsa) İlaçlı filmler (kontrast ajan kullanılan) böbreği olumsuz etkileyebileceğinden doktorunuz size tetkik öncesi özel ilaçlar verebilir veya tetkiki ilaçsız yaptırabilir. Diyabet ve Sinir Sistemi: Kafadan çıkan sinirler nadiren diyabette etkilenebilir, bunun sonucunda çift görme veya yüz felci gelişebilir. Diyabette sinir hasarını engellemek için ne yapabiliriz? Yıllarca kan şekerinin yüksek olması sinirleri besleyen kan damarlarının ve sinir çeperlerinin harabiyetine yolaçabilir. Bu duruma “diyabetik nöropati” denir. Hasarlanmış sinirler mesaj göndermeyi yavaşlatabilir, kesebilir veya yanlış zamanda gönderebilir. Kol, bacak, el ve ayak sinirleri etkilenirse hissizlik olabilir. Ağrı, soğuk ve sıcak hissedilemeyebilir. Genelde her iki tarafta yanma, karıncalanma ve iğnelenme olabilir. Bu yakınmalar genelde gece daha fazla hissedilir ve uykuyu olumsuz etkileyebilir. Ayaklardaki sinir sorunları, ayak şeklinin değişmesine neden olabilir çünkü ayak kaslarında zayıflama ve tendonlarda kısalma gelişebilir. Bu durumda özel ayakkabı giymeniz gerekebilir. El bileğinde sinir sıkışması diyabetik hastalarda daha fazla görülebilir, buna karpal tünel sendromu denir. Ellerde ağrı, kuvvetsizlik ve karıncalanma olabilir. Sinir sisteminde bir de otonomik sinir sistemi dediğimiz dolaşım, sindirim, üreme, idrar yolları sisteminin çalışmasını sağlayan kolu vardır. Diyabette genelde uzun yıllar sonra bu sinirler de etkilenebilir. Bu durumda hasta şekerinin düştüğünü (hipoglisemi) hissedemeyebilir. Bunun dışında bulantı, kusma, kabızlık veya ishal, erkeklerde ve kadınlarda cinsel problemler, kalpte ritim bozuklukları, mesane problemleri- mesanenin dolu olduğunu hissedememe veya idrar kaçırma- ve oturup kalkma ile kan basıncının gerekli cevabı verememesine bağlı başdönmesi gözlenebilir. 16 Kan şekeri mümkün olduğunca normal sınırlarda tutulmalıdır. Sigara bırakılmalı, alkol minimuma düşülmelidir. Ayak bakımına çok dikkat edilmelidir. Nöropati gelişti ise doktorunuz yakınmalarınızı azaltmak için ilaç tedavisi de uygun görebilir. Diyabet ve Ayaklar yaktığını hissedemeyebilirsiniz. • Günlük ayak bakımı yapılmalıdır • Hergün ayaklar ılık su ile yıkanmalıdır. Suyun çok sıcak olmamasına dikkat edilmelidir. Ardından özellikle parmak araları iyice kurulanmalıdır. • Özellikle ayaklar kuru ise bir losyon veya vazelin sürülmelidir. Bu parmak arasına uygulanmamalıdır. • Ayaklar hergün yara, kızarıklık, nasır ve diğer problemler açısından kontrol edilmelidir. Ayağın altını görmek için gerekirse ayna kullanılmalıdır. Görme problemi varsa başka birinden ayağa bakması için yardım alınmalıdır. • Ayak tırnakları genelde haftada bir banyo sonrası derinden olmayacak ve parmak şekline uygun şekilde kenarına girilmeden kesilmelidir. • Hiçbir zaman terliksiz veya ayakkabısız gezilmemelidir. Yüksek kan şekeri hem sinir hasarı ile hem de damarlarda kan akımının zayıflaması ile ayakları olumsuz etkiler. Sinir hasarı varsa ayaktaki bir yara hissedilemez ve çok geç farkedilebilir. Kan damarı etkilenmişse yara iyileşemez. Bu iki durum birlikte gelişebilir. Ayak yarası çok ilerleyip gangrene dönebilir ve enfeksiyon ilerleyip vücudun bu parçasının kesilme zorunluluğu ile sonuçlanabilir. Ayaklarda ayakkabı vurmasına bağlı yaralar, tırnak batmaları, nasır, siğiller, nöropatiye bağlı şekil değişiklikleri, mantar, kuruluk ve çatlaklar kan şekeri yüksek olduğunda enfeksiyon gelişmesine zemin hazırlayabilir. Diyabette olmalıdır? ayak bakımı nasıl • Ayakları ısıtmak için sobaya, tuğlaya vb dayamamalısınız, çünkü • Yaraları önlemek için her zaman çok sıkmayan çorap giyilmelidir. • Ayakkabı gün sonunda ayaklar daha büyükken alınmalıdır. Ayakkabı şekli ayağa uygun olmalıdır. Yeni ayakkabılar ilk birkaç hafta günde 1-2 saat giyilmelidir. • Ayakkabıyı giymeden önce içi, ayağı incitebilecek yabancı cisim açısından elle kontrol edilmelidir. • Hassas ayaklar ve şeklinde değişiklik olmuş ayaklar için özel ayakkabılar giyilmesi uygundur. • Ayak bakımı için doktorunuzun önerilerini alınız. Herhangi bir sorun olduğunda mutlaka danışınız. Doktorunuz bir yakınmanız olmasa da en az yılda bir kez ayak muayenesi yapacaktır. Diyabet, Kalp ve Kan damarları Kalp ve kan damarları dolaşım sistemini oluşturur. Diyabet, genetik ve beslenme faktörleri kolesterolü yükseltir. Yüksek kolesterol büyük damarların daralmasına ve tıkanmasına yol açabilir. Damar tıkanıklığı durumunda göğüs ağrıları (anjina), kalp krizi veya felç gibi ciddi sorunlar gelişebilir. Kalp krizinin belirtileri şunlardır: Göğüste ağrı veya bası hissi, kolda, çenede, sırtta ağrı, nefes darlığı, terleme, bulantı ve kusma gözlenebilir. Diyabet hastalarında sessiz kalp krizi de olabilir, yani hasta ağrıyı hissedemez. Daralmış kan damarları kan basıncının yükselmesine neden olur. Diyabette yüksek kan basıncı; kalp, göz ve böbrek sorunlarını arttırmaktadır. Bu nedenle kan basıncının diyabetik hastalarda 13’e 8 cmHg’nin altında tutulması önerilmektedir. Böbreği de koruyan tansiyon ilaçları diyabette tercih edilebilir. Bunun yanında tuzu azaltmak, lifi arttırmak, kilo vermek, egzersiz yapmak, sigarayı bırakmak ve alkolü belirgin azaltmak da diyabette kan basıncı kontrolünde faydalıdır. Felcin belirtileri şunlardır: Vücudun bir tarafında aniden gelişen yüzde, kolda ve bacakta hissizlik ve kuvvetsizlik, konuşma ve anlamada zorlanma, denge kaybı, yürüme güçlüğü, sersemlik hissi, görme kaybı veya çift görme ve ani şiddetli başağrısı gözlenebilir. Erken ve uygun tedavi beynin daha fazla hasarlanmasını azaltabilir ve iyileşme şansı artar. Bazen kontrolsüz diyabette ayak ve bacak damarlarında daralma ve tıkanma gelişebilir. Bu durumda yürürken durmayı gerektiren bacak ağrısı olabilir. Ayakta yara gelişirse damarlar tıkalı olduğundan iyileşmesi gecikir. Böyle bir durumda bacaktaki damara balon/ stent uygulaması veya ameliyat ile tedavi gerekebilir. Bacaklardaki damar tıkanıklığını önlemek ve engellemek için öncelikle sigara bırakılmalıdır. Kan şekeri, kan basıncı ve kolesterol düzeyleri kontrol altında tutulmalıdır. Aspirin alımı doktora danışılmalıdır. Kalp hastalığı ve felci önlemek için neler yapılabilir? Kan şekeri ve son 3 aylık şeker ortalamasını gösteren HbA1c tetkiki kontrol altında tutulmalıdır. Kan basıncı 13’e 8 cmHg’nin altında olmalıdır. LDL yani kötü kolesterol 100 mg/dl’nin altında, trigliserid 150 mg/dl’nin altında olmalıdır. HDL yani iyi kolesterolün erkekde 40, kadında 50 mg/dl üstünde olması hedeflenmelidir. En az yılda bir kolesterol ölçümü yapılmalıdır. Fiziksel aktivite arttırılmalı, bir engel yoksa haftanın en az 5 günü 30 dakikalık egzersiz yapılmalıdır. Beslenme düzenine dikkat edilmeli, lifi yüksek, yağdan fakir gıdalar tercih edilmelidir. Gerekiyorsa kilo verilmelidir. Sigara bırakılmalıdır. Günlük aspirin almak gerekliliği doktora danışılmalıdır. Diyabet ilaçları düzenli kullanılmalıdır. Komplikasyonları Önlemek için genel olarak neler yapabilirsiniz? Diyabetin Takibi: Hastalığın takibinde hastanın kendisinin yapacağı kan şekeri ölçümleri önemlidir. Diyabet eğitim hemşiresi bu eğitimi vermektedir. Hastanın doktoru hangi aralarla ve hangi saatlerde ölçüm yapacağını hastaya belirtir. Hasta da düzenli yaptığı ölçümleri kan şekeri takip çizelgesine kaydeder. Aldığı ilaçları belirtir. Doktora her geldiğinde yaptığı ölçümleri gösterir. Hangi zamanlarda ölçüm yapacağını doktoruna danışır. Hedeflenen değerler hastadan hastaya farkedebilir, genel olarak açlık şekeri 70130, ikinci saat tokluk şekeri 180 mg/ dl’nin altında olmalıdır. Bir gebe için ise açlık şekerinin 90, tokluk şekerinin 120 mg/dl’nin altında olması beklenmektedir. HbA1c testi son 3 ay içindeki ortalama kan şekerini göstermektedir. Yılda 3-4 ölçüm yararlıdır. Hedef değer %6.5, bazı hastalar için ise %7’nin altıdır. HbA1c ne kadar düşükse diyabet komplikasyonu görülme riski o kadar azdır. Eğer HbA1c yüksekse tedavi planında değişiklik gerekmektedir: bu diyet, egzersiz ve ilaçlarda düzenleme ile yapılabilmektedir. Beslenme: Diyetisyen ve doktorunuzun önerdiği sağlıklı beslenme düzenine uymaya çalışınız. Haftada en az 5 gün 30 dakikalık aktivite diyabet tedavisinde mucizeler yaratabilir. Hangi egzersizleri yapabileceğinizi doktorunuza danışınız. Yürüyüş çoğu hasta için uygun bir egzersizdir. Vücut ağırlığı: İdeal kilonuza ulaşmaya çalışın. Bunun için yapılabilecekleri doktorunuza danışınız. İlaçlarınızı doktorunuzun önerdiği şekilde ve saatlerde kullanınız. Yan etki veya hipoglisemi olduğunda doktorunuza danışınız. Diğer önlemler nelerdir? Diyabette komplikasyonları önlemek için sadece şekerin kontrolü yeterli değildir. Kan basıncı ve kolesterolün belli sınırlarda tutulması özellikle kalp-damar hastalıklarını önleyebilir. Diyabet hastalarında kan basıncı 13’e 8 cmHg’nin altında olmalıdır. LDL yani kötü kolesterol 100 mg/ dl’nin altında, trigliserid 150 mg/dl’nin altında olmalıdır. En az yılda bir kolesterol ölçümü yapılmalıdır. Sigara: Diyabet ve sigara çok tehlikeli bir ikilidir. Sigaranın diyabet komplikasyonlarını arttırdığı bilinmektedir. Özellikle kalp krizi, felç, böbrek hastalığı ve sinir tutulumu sigara ile artmaktadır. Bu nedenle hemen sigarayı bırakmak için bir önlem alınız. Ağız bakımına özen gösteriniz. Yılda en az 2 kere diş hekimine muayene olunuz. En az yılda bir göz arkası ve ayak muayenesi ve idrarda albumin ölçümü yaptırınız. Ayak bakımını günlük yapmaya özen gösteriniz. Her yıl grip aşısı olunuz. Zatürre aşısı için doktorunuza danışınız. Yrd.Doc. Bahar ODUNCUOĞLU Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Ağız, Diş ve Çene Cerrahi AD Dişeti hastalıkları veya periodontal hastalıklar, periodonsiyum olarak adlandırılan, dişleri çevreleyen ve destekleyen dokuların hastalıkları olarak tanımlanır. Dişleri saran dişeti dokusunun altında, diş köklerini çevreleyen çene kemiği (alveoler kemik) yapısı bulunur. Dişler, bu kemik yuvalarına lifler (periodontal ligament) ve sement adı verilen kök yüzey yapısı aracılığı ile tutunurlar. Dişeti hastalıkları, dişeti, dişi saran kemik yapısı, dişi kemik içerisinde tutmakta olan lifler ve bu liflerin yapıştığı sement yapısını etkileyen hastalıkların tümünü içermektedir. Periodontal hastalıklar çocuklarda, büyüme dönemindeki bireylerde, erişkinlerde ve yaşlılarda izlenebilen genellikle yavaş ilerleyen ağrısız hastalıklardır. Toplumda en çok izlenen kronik hastalıklardan olan periodontal hastalıklar, ağızdaki dişlerin bir kısmını veya tümünü etkileyebilmektedir. kaldığında ‘gingivitis’ olarak adlandırılır. Gingivitis geliştiğinde dişetleri daha kırmızı, ödemli (şiş), parlak ve yumuşak yapıda izlenir ve ağız kokusu eşlik edebilir. Dişetlerinde kanama, fırçalama sırasında veya sert gıdaların tüketilmesi sırasında izlenebilir. Periodontal hastalıkların en hafif tipidir ve çoğunlukla ağrısız seyreder. Gingivitisin nedeni genellikle dişlerin üzerine sıkı bir şekilde yapışan ve milyonlarca bakteri içeren ‘mikrobiyal dental plak’ adı verilen tabakadır. Sadece dişeti dokusu etkilendiği için dişeti tedavisi tamamlandıktan sonra doğru ve düzenli bir ağız bakımı ile dişetleri tekrar sağlıklı hale gelebilirler. Periodontal Nelerdir? Hastalık Tipleri Sağlıklı dişeti soluk pembe- mercan pembesi rengindedir. Dişeti yapısı, dişi bir manşet gibi sıkı bir şekilde sarmaktadır. DİŞETİ HASTALIKLARI Şekil 2: Klinik olarak sağlıklı dişeti yapısı Dişeti enflamasyonu (iltihabı), sadece dişi çevreleyen dişeti dokusunda sınırlı 18 Şekil 3: Gingivitis ve dişetlerinde kanama Dişeti enflamasyonu dişetini, çene kemiğini, dişleri tutan lifleri ve kök yüzeyini etkilediğinde ‘periodontitis’ olarak adlandırılır. Periodontitisin en yaygın olarak görülen türü ‘erişkin periodontitis’tir. Genellikle erişkin bireylerde izlenen ve yavaş ilerleyen hastalıklardır. Enflamasyonun ilerlemesiyle çene kemiğinde rezorpsiyon (erimeler) izlenebilir. Dişleri tutan liflerin etkilenmesi ve kemik yıkımına bağlı olarak dişlerle dişetleri arasında kök yüzeyi boyunca uzanan ‘cep’ adı verilen aralıklar oluşur. Bu aralıkların derinliği arttıkça, ağız bakımı ile temizlenmeleri güç olduğundan, daha kolay plak birikimi ve diştaşı oluşumu izlenir. Bu birikimler ise hastalığın daha da ilerlemesine yol açarak bir kısır döngü oluşturur. Bu süreçlerin genellikle ağrısız seyretmesi nedeni ile bireyler hastalığın ilerlemesine bağlı belirtiler ortaya çıktığında diş hekimine başvurmaktadırlar. Diş hekimi tarafından ölçülebilen ve değerlendirilebilen cep derinliklerinin artmasının yanı sıra erişkin periodontitiste kemik yıkımına bağlı olarak dişlerde sallanma, yer değiştirme ve/veya aralanma izlenebilmektedir. Dişetleri koyu kırmızı renkte, ödemli, parlak olarak izlenir. Genellikle yoğun dental plak birikimi ve diştaşı birikimi izlenir. Fırçalama veya çiğneme sırasında ve dişhekiminin yaptığı değerlendirme ölçümlerinde dişetlerinde kanamanın kolaylıkla oluştuğu görülür. Cep derinliklerinin artması ve dişetindeki ödeme bağlı olarak dişetleri daha gevşek ve yumuşak yapıda izlenir. Bazı hastalarda kemik yıkımını takiben dişetlerinde çekilmeler oluşabilir. Dişeti çekilmeleri dişlerde estetik bozukluklara yol açabilir. Dişlerin ara bölgelerinde meydana gelen dişeti çekilmeleri, bu bölgelerde, yemek yeme sırasında gıda birikimine neden olabilir ve çiğnemeyi güçleştirebilir. Aynı zamanda dişeti çekilmesi ile açığa çıkan kök yüzeylerinde, yüzey yapısındaki sement tabakasının etkilenmesine bağlı olarak diş hassasiyetleri gelişebilir. Ağızda gıda birikintilerinin ve dental plak tabakasının temizlenmesinin daha zor hale gelmesi ve dişeti enflamasyonuna bağlı olarak ağız kokusu izlenebilir. Periodontitisin daha az sıklıkta izlenen diğer bir türü de ‘agresif periodontitis’ olarak tanımlanır. Genellikle genç erişkinlerde görülen, hızlı ilerleyen şiddetli kemik yıkımlarının izlendiği periodontal hastalıklardır. Bireylerde izlenen plak ve diştaşı miktarı erişkin periodontitise göre daha azdır. Ailesel yatkınlık görülebilir. Ağızdaki dişlerin tümü veya bir kısmı etkilenebilir. Periodontitis aynı zamanda bazı genetik hastalıkların, kan hastalıklarının bir belirtisi olarak da izlenebilmektedir. Bu grup periodontal hastalıklar erken yaşlarda ortaya çıktığından agresif periodontitisle karıştırılabilmektedir. Hızlı ve şiddetli ilerleyen periodontitise bağlı olarak kemik yıkımları ve diş kayıpları görülebilir. Bazı periodontal hastalıklarda dişetlerinin bölgesel olarak canlılığını yitirdiği, sarı-grimsi bir tabaka ile kaplı, ağrılı dişeti çekilmeleri oluşturdukları görülür. Nekrotizan periodontal hastalıklar olarak adlandırılan bu grup genellikle bağışıklık sistemi baskılanmış, yoğun stres altındaki, sigara içen ve kötü ağız bakımına sahip bireylerde izlenir. Dişetlerine kürdan, gıda parçası vb. yabancı cisimlerin batması ile dişeti apselerinin oluşabilir. Bu apseler, dişetinde sınırlı veya dişin kök ucuna yakın bölgede konumlanabilirler. Kırmızı, ödemli görünüme basınçta ağrı veya pü (cerahat) akışı eşlik edebilmektedir. 20 Dişeti Hastalıkların Nedenleri Nelerdir? Ağız içerisinde yüzeylere yapışmış olarak bulunan çok sayıda bakteri bulunmaktadır. Dişlerin yüzeyine sıkı bir şekilde yapışan, milyonlarca bakteri içeren ‘mikrobiyal dental plak’ olarak tanımlanan bu tabaka periodontal hastalıkların ana nedenidir. Bugüne kadar yapılan araştırmalarda, dental plak içerisinde 500’den fazla farklı bakteri türünün olabildiği gösterilmiştir. Bu bakteriler, plak tabakasının oluşturduğu korunaklı yapı içerisinde çoğalarak daha zararlı bakterilerin de yerleşmesine olanak sağlarlar. Gelişen bu dental plak içerisindeki bakteriler ve bakterilerin zararlı ürünleri direkt olarak veya vücudun savunma mekanizmasını etkileyerek dişeti ve dişleri destekleyen kemik dokusunda yıkımlar oluşturabilmektedir. Dental plak aynı zamanda tükürük içerisindeki minerallerin çökelerek diştaşı oluşturması için de uygun ortam sağlamaktadır. Diştaşı yüzeyinin daha pürüzlü yapıda olması nedeni ile yüzeyinde hemen her zaman dental plak tabakası izlenmektedir. Bu nedenle de diştaşlarının ağız içindeki varlığı periodontal hastalık gelişimini kolaylaştırabilmekte ve dişlerin kök yüzeyleri boyunca hastalığın ilerlemesini sağlayabilmektedir. Diş yüzeylerindeki veya ağızdaki diğer restorasyonların yüzeylerindeki pürüzlülükler, dişler arasındaki boşluklar, diş dizilimindeki çapraşıklıklar veya dişlerdeki yer değiştirmeler de bakterilerin daha kolay tutunmasını sağlamakta ve aynı zamanda, bu bölgelerin fırçalama ile temizlenmesini güçleştirerek, bakteriler için korunaklı alanlar oluşturabilmektedir. Dişeti bölgesinde uzanan taşkın veya eksik dolgular, bu bölgede konumlanan fazla hacimli veya eksik sabit protez uygulamaları, tedavi edilmemiş çürükler de plak bakterilerinin yüzeylere tutunmasını kolaylaştırarak dişeti hastalığı gelişimine neden olabilmektedir. Dişlerin anatomik yapısında bulunan değişiklikler de plak tutulumunu kolaylaştırabilmekte ve plak bakterilerinin kök boyunca ilerlemesini sağlayarak hastalık şiddetini artırabilmektedir. Dişlerin ve köklerin yüzeylerinde bulunan oluklar, dişler arası bölgelerdeki ve kök yüzeylerindeki girintili yapılar, diş yapısının gelişimindeki farklılıklara bağlı olarak mine yüzey yapısının değişimine neden olan bozukluklar, azı dişlerinde dişeti çekilmesine bağlı olarak açığa çıkan kök birleşim bölgeleri, dişlerin mine tabakasının kök ile birleşim bölgesinde meydana getirdiği çıkıntılar ve uzantılar bakterilerin yerleşimi için uygun ortam sağlayarak dişlerin fırçalama ile temizliğini güçleştirebilmektedir. Periodontal hastalık varlığında, dişlere gelen aşırı kuvvetlerin olması ve bu kuvvetlerin devamlılığı da dişleri destekleyen dokularda yıkımlara yol açmakta ve periodontal hastalığın şiddetini artırabilmektedir. Diş sıkma veya diş gıcırdatma alışkanlıkları bu nedenle periodontal hastalık gelişimini hızlandırabilmekte ve diş kayıplarına neden olabilmektedir. Dişleri çevreleyen dişeti yapısındaki farklılıklar, dişeti bölgesine uzanan kas bağlantıları veya ağız boşluğunun yanak-dudak bölgesindeki derinliğinin sığ olması da dişetinin diş yüzeyine bağlanmasını olumsuz etkilemekte ve dişlerin temizlenebilirliğini güçleştirerek dişeti hastalığı gelişimine neden olabilmektedir. Sigara kullanımı, damar yapısında ve metabolizmada değişikliklere neden olarak periodontal hastalık gelişimini artırmaktadır. Günlük içilen ve hayat boyu içilmiş olan sigara miktarı periodontal hastalık şiddetini etkilemektedir. Sigaranın damarlanmayı azaltması nedeniyle dişeti kanamalarının olmaması veya az olması, sigaranın dişetlerinde kalınlaşmaya neden olarak periodontal hastalığa bağlı gelişen ödem, renk değişikliği gibi özelliklerin baskılanması sonucunda bu bireyler genellikle periodontal hastalığın ileri safhalarında dişlerde sallanma ve yer değiştirme şikayetleri ile dişhekimlerine başvurmaktadır. Sigara kullanımı aynı zamanda uygulanan periodontal tedavilerin başarısını da olumsuz etkilemektedir. Bütün bu dişlere veya dişeti yapısına bağlı faktörlerin yanı sıra bireyin sahip olduğu hastalıklar veya koşullar da periodontal hastalık gelişimini etkileyebilmektedir. Bağışıklık sistemini etkileyen hastalıkların varlığında savunma sistemindeki değişiklikler, dental plak miktarından bağımsız olarak, periodontal hastalığın daha hızlı ilerlemesine, şiddetli yıkımlara ve diş kayıplarına neden olabilmektedir. Endokrin hastalıklar, özellikle diyabet (şeker hastalığı) periodontal hastalık gelişimini etkileyebilmektedir. Bu hastalarda enfeksiyona yatkınlık, savunma mekanizmasında ve hastalığa bağlı oluşan metabolik değişiklikler periodontal hastalık gelişimine ve kısa süre içerisinde şiddetli yıkımlara neden olabilmektedir. Diyabetli hastalarda aynı zamanda dişeti apseleri de sıklıkla izlenmektedir. Endokrin hastalıklardan obezitede de enfeksiyona yatkınlığın arttığı izlenebilmektedir. Bu nedenle, obez bireylerde yapılan araştırmalarda tespit edilen artmış periodontal hastalık ve periodontal yıkım oranının obeziteyle ilişkili olduğu düşünülmektedir. Hormonal değişiklikler, bireylerin hastalıklar karşısındaki savunma mekanizmalarını değiştirebilmektedir. Bu değişimler genellikle vücudun enfeksiyonlara verdiği cevabın artması, dolayısı ile periodontal hastalıkların daha kolay gelişimi ve hızlı yıkımları ile sonuçlanabilmektedir. Gelişim dönemindeki bireylerde izlenen hormonal değişiklikler nedeni ile daha çok dişetinde sınırlı kalan periodontal hastalıklar izlenebilmektedir. Bu dönemde, ağızda hem süt dişlerin hem de daimi dişlerin olması fırçalama sırasında zorluklara neden olabilmekte ve plak birikimini artırabilmektedir. Yine bu dönemde daha sık izlenen solunumun ağız yoluyla yapılması alışkanlığı da özellikle ön dişler bölgesinde periodontal hastalık gelişimine neden olabilmektedir. Hamilelik döneminde, plak bakterilerinin varlığında hormonal değişimler vücudun verdiği savunma cevabını şiddetlendirmekte ve periodontal hastalık gelişim hızını artırabilmektedir. Özellikle hamilelik öncesi dönemden itibaren tedavi edilmemiş periodontal hastalığa sahip bireylerde, hormonal değişimlerin etkisiyle periodontal hastalığa bağlı yıkımlar daha şiddetli izlenebilmektedir. Sağlıklı dişetine sahip bireylerde de bu dönemde az miktardaki plak varlığında bile dişeti kanamalarının izlenmesinin nedeni yine hormonal değişmlerle ilişkilidir. Ayrıca, hamilelik döneminde dişetinde bölgesel, kanamalı dişeti büyümeleri gelişebilmekte ve bu büyümeler ağız bakımını zorlaştırabilmektedir. Benzer şekilde menapoz dönemindeki bireylerde de periodontal hastalık gelişim riski artabilmekte ve periodontal hastalık daha şiddetli seyredebilmektedir. Stresin, vücutta çeşitli kimyasal maddelerin salınması yoluyla bağışıklık sistemini etkileyebildiği bilinmektedir. Bu yolla bağışıklık sistemi baskılanabilmekte ve enfeksiyona yatkınlık ortaya çıkabilmekte ve bu durum periodontal hastalık gelişim riskini artırabilmektedir. Sıkıntı, üzüntü veya stres dönemlerinde akut gelişen periodontal hastalıklar bağışıklık sisteminin baskılanması ve fırsatçı bakterilerin etkinliğinin artması ile birlikte izlenebilmektedir. Çeşitli sistemik hastalıklara bağlı olarak kullanılan ilaçların etkileri veya yan etkileri dişetleri üzerinde de etkili olabilmektedir. Kullanılan bazı tansiyon, epilepsi, ve organ nakli sonrası kullanılan bağışıklık sistemini baskılayan bazı ilaçların yan etkileri olarak dişetlerinde büyümeler izlenebilmektedir. Bu büyümeler, birey tarafından temizlenmesi güç alanlar oluşturarak periodontal hastalık gelişim riskini artırabilmektedir. Depresyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar ve bazı doğum kontrol ilaçlarının yan etkisi olarak da ağız kuruluğu oluşabilmekte ve bu durum periodontal hastalık gelişimine neden olabilmektedir. Periodontal Hastalıklar Nasıl Tedavi Edilir? Periodontal hastalıklar gelişimi büyük oranda önlenebilen ve kontrol altına alınabilen hastalıklardır. Bu nedenle temel hedef hastalıkların gelişiminin engellenmesine yönelik olarak iyi bir ağız bakımının bireyler tarafından sağlanması ve periodontal sağlığın idamesi olmalıdır. Eğer hastalık gelişmiş ise, periodontal dokularda meydana gelmiş olan yıkımın ve uygulanabilecek tedavilerin derecesine bağlı olarak, periodontal sağlığın kısmen veya tamamen tekrar kazanılması mümkün olabilmektedir. Periodontal tedavilerin amacı gingival enflamasyonun ve bu enflamasyona neden olan faktörlerin ortadan kaldırılması ve sağlıklı bir periodontal yapının oluşturulmasıdır. Enflamasyona yönelik olarak yapılan tedavilerle dişeti kanamalarında, dişeti ödeminde, pü akışında, diş hekimi tarafından ölçülmüş olan cep derinliklerinde ve dişlerin sallanma derecelerinde vb belirtilerde azalma ve/veya bütünüyle iyileşme izlenir. Bu belirtilerin azalması veya ortadan kaldırılması, periodontal hastalık tedavisinin başarılı olduğunu ve hastalık gelişimine bağlı oluşan yıkımın kontrol altına alındığının veya durdurulduğunun en belirgin göstergesidir. Geleneksel olarak bu tedaviler diştaşlarının uzaklaştırılmasını (detartraj işlemi) ve diş yüzeyindeki plağın uzaklaştırılmasını (politür işlemi) kapsayan mekanik tedavilerdir. Periodontal hastalığın ilerlemesi ve cep derinliklerinin artması sonucu kök yüzeylerinde de diştaşlarının izlenmesi durumunda bölgesel anestezi ile yapılan kök yüzeyi düzeltme işlemleri uygulanmaktadır. Bu işlemlerde, klasik el aletleri ve/ veya titreşim oluşturan su soğutmalı aletler kullanılabilmektedir. Periodontal hastalığın ve yıkımın derecesine, diştaşı miktarına, hastanın genel sağlık durumuna ve hastanın uyguladığı ağız bakımının derecesine göre tedaviler bir veya birkaç seansta tamamlanabilmektedir. Bu aşamada, plak tutulumunu artıran veya kolaylaştıran çürük lezyonlarının, taşkın veya eksik dolguların, sabit veya 3-9 KASIM ORGAN NAKLİ VE ORGAN BAĞIŞI HAFTASI hareketli protezlerdeki uyumsuzlukların tedavileri tamamlanır. Sallanan, kemik kaybına ve/veya diş çekimine bağlı olarak yer değiştirmiş olan dişlerin çiğneme düzlemindeki konumları kontrol edilerek düzeltmeler yapılır. Sallanan dişler diş hekiminin gerekli gördüğü durumlarda birbirlerine dolgu, tel vb materyallerle tutturularak geçici veya daimi olarak sabitlenebilir. Ortodontik tedavi, özellikle erişkinlerde diş hekimlerinin uygun gördüğü vakalarda dişler etrafındaki kemik miktarını artırmak veya uygun çiğneme düzlemi sağlamak için uygulanabilmektedir. Dişeti hastalığı gelişim ve tedavisindeki önemi nedeni ile periodontal tedavi sürecinde bireylere ait alışkanlıklarda gözönünde bulundurulur. Sigaranın bıraktırılmasına yönelik çalışmalar yapılır. Mevcut yeme alışkanlıklarının değerlendirilerek plak tutulumunu artıracak ve/veya bakterilerin gelişimi için uygun ortam sağlayan şekerli, yapışkan vb yiyeceklerin ve asitli içeceklerin tüketiminin sınırlandırılması yapılır. Bireylerin stres düzeyi değerlendirilerek, diş sıkma alışkanlıkları, eklem problemleri var ise gece plağı uygulamaları yapılır. Bu tedavilere bağlı olarak diş yüzeylerindeki diştaşı ve mikrobiyal dental plak uzaklaştırıldığında, dişeti enflamasyonunun nedeni ortadan kalkarak dokular kendiliğinden iyileşeceğinden tedaviye ek olarak antibiyotik kullanımı 22 gerekli değildir ve önerilmemektedir. Ancak, periodontal yıkımın hızlı geliştiği durumlarda, periodontal apse varlığında veya sistemik hastalıkların etkili olduğu durumlarda mekanik tedavinin yanı sıra antibiyotik ve/veya gargaraların kullanımı diş hekimi tarafından uygun görülebilir. Detartraj ve kök yüzeyi düzeltme işlemleri sonrası dişetindeki iyileşmeyi diş hekimleri 1-3 ay sonra tekrar değerlendirerek daha ileri cerrahi işlemlerin gerekliliğine karar verir. Bu cerrahi işlemler, kök yüzeylerinin daha iyi görülerek temizlenebilmesi ve hastanın yaptığı ağız bakımını kolaylaştırabilmesi amacıyla bölgesel anestezi ile yapılan işlemlerdir. Bu amaçla işlem sırasında kök yüzeylerindeki birikintiler ve iltihabi dokular temizlendikten sonra, kemik dokusunda düzeltmeler veya yapay/ doğal kemik tozları ile ilaveler yapılabilir. Ağız bakımının daha etkin bir şekilde gerçekleştirilebilmesi, cep derinliklerinin azaltılmasına yönelik olarak bir miktar dişeti uzaklaştırılabilir. Plak birikimine neden olan dişeti çekilmelerinin ve yüksek kas bağlantılarının varlığı durumunda uygulanan cerrahi teknikler ise genellikle dişeti miktarını artırmayı hedefler. Cerrahi işlemlerin sonuçları da 1,5-3 ay sonrasında değerlendirilir. Gerek mekanik gerekse cerrahi tedavilerden sonra periodontal hastalıkları, oluşmuş yıkımları, genel ağız bakımı, tedaviyle elde edilen başarı, hastanın genel sağlık durumu vb durumlar gözönünde bulundurularak her birey için ayrı bir kontrol programı hazırlanmalıdır. Genellikle bu süre 3-6 ay aralıklarla belirlenmektedir. Periodontal tedavilere başlamadan önce mevcut ağız bakımı, yapılan ölçümlerle ve hasta ağzındaki dental plak renkli plak boyaları ile boyanarak hasta ile birlikte değerlendirilir. Ağız bakımındaki eksiklikler ve/veya yanlış uygulamalar tespit edilir. Hasta ağız bakımındaki gereksinimler gözönüne alınarak fırçalama şeklinde uyumlamalar yapılır veya değiştirilir. Günde iki kez ve en az 2-3 dakika olacak şekilde yapılan diş fırçalama ile plak büyük oranda uzaklaştırılmaktadır. Ancak fırçalama işlemi ile dişler arası bölgelerdeki plak uzaklaştırılamaz. Bu bölgelerin genişliğine bağlı olarak, diş hekimi önerisi ile dişipi veya diş arası fırçaları kullanılmalıdır. Özellikle ağız kokusu şikayeti olan bireylerde dil temizleyicileri veya kazıyıcıları önerilebilir. Periodontal tedavi sürecine paralel olarak, bireylerin ağız bakım durumları da kontrol edilir ve plak uzaklaştırılması ile ilgili yanlışlar veya eksiklikler hastaya gösterilerek giderilir. Periodontal tedavilerle sağlanan başarı ve bu başarının devamlılığı hastanın uyguladığı bireysel ağız bakımına bağlıdır. Periodontal sağlığın sağlanması ve korunması için tüm bireylerin, diş hekimlerinin uygun gördüğü sıklıklarda, en geç 6 aylık aralıklarla, diş ve dişeti kontrollerini yaptırmaları gereklidir. Üniversitemizin Ankara Hastanesi her sene olduğu gibi bu senede 3-9 Kasım Organ Nakli ve Organ Bağışı Haftası nedeniyle çeşitli etkinliklere imza attı. İlk olarak bu kapsamda Perşembe Akşamı Bisikletçileri isimli grup ile gerçekleştirilen, ‘’ Organ Bağışına Evet ‘’ çalışması olmuştur. buluşup, bir saatlik güzergah belirleyerek tur yaptıklarını söylediler. Organ bağışı haftası nedeniyle, konunun önemini çekmek adına topluma bir mesaj vermek istediklerini ileterek üniversitemizden yardım istediklerini söylemişlerdir. Organ Nakli Koordinatörlüğümüz ise bu heyecan verici teklifi hemen kabul etti. Perşembe Akşamı Bisikletçileri (PAB) grup temsilcisi Akın Nigar, hastanemizin Organ Nakli Koordinatörlüğü’ne gelerek önce kendilerini tanıttılar. Bağımsız bir grup olduklarını, her Perşembe akşamı Güven Park’ta 100 kişi bisikletleri ile 18 Ekim akşamı “organ bağışına evet” sloganı olan rozetlerimizi takan bisikletçilerimizle, Kızılay Güven Park’ta buluştuk. Gece görünüşümüzü kolaylaştıran reflektörlü yelekler giyildi. “Yaşamak Güzel, Yaşatmak Sonsuz” pankartımızı açtık. 19:30’da start verildi. Grup 1 saatlik bir turdan sonra 20:30’da hastanemizin önünde toplandı. Prof. Dr. Hasan Telatar Konferans salonundaki kokteylden sonra, gruba organ nakli ve bağışı konusunda Uzm. Dr. Aydıncan Akdur tarafından bilgi aktarıldı. Grubun soruları cevaplandırıldı. Konferans sonrası organ bağışı yapmak isteyen bisikletçilerimiz organ bağış kartı doldurdular ve bu etkinliğin gelenekselleşmesi için çalışacaklarını ifade ederek hastanemizden ayrıldılar. Pediatrik Nefroloji Toplantısı Organ Nakli ve Organ Bağışı Haftası kapsamındaki bir diğer etkinlik de Pediatrik Nefroloji Bilim Dalı’mızın, 3 Kasım’da yapmış olduğu toplantıdır. Bu toplantıda, Organ Nakli ve Organ Bağışı Haftası münasebetiyle, ilk akrabadan böbrek naklinin bir çocuğa yapılmasından hareketle günün anlam ve önemine ithafen konuşmalar yapılmıştır. Organ Nakli olarak yeni bir yaşama başlayan hastalarımızın konuşmalarıyla devam eden etkinlikte Böbrek Nakli ile ilgili güncel tedavi metotlarından bahsedilerek olgu sunumlarıyla toplantı sona ermiştir. Doç. Dr. Mehmet Tuğrul CABIOĞLU Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon AD AKUPUNKTUR 24 Akupunktur “Tamamlayıcı Tıp’ın” en çok tanınan yöntemidir. Akupunktur kelimesinin kökeni Latince olup, acus: iğne ve punktur: batırma anlamına gelir. Akupunktur tedavisi, akupunktur noktalarına altın, gümüş ve çelik iğnelerinin batırılması, lazer ve basınç uygulanarak yapılmaktadır. Bu tedavi yönteminin özellikle fibromiyalji, osteoartoz, migren gibi ağrı semptomlu hastalıklarda; yaygın anksiyete bozukluğu, panik atak, depresyon gibi psikolojik hastalıklarda; başta sigara ve alkol olmak üzere bağımlılık yapıcı maddelerin bırakılması tedavisinde; obezite gibi metabolizma bozukluklarında; gastirit, konstipasyon gibi gastrointestinal hastalıklar; sık sık infeksiyonlara yakalanma ile kendini gösteren bağışıklık sistem yetersizliği gibi bağışıklık sistem hastalıklarında; menopoz sonrası yakınmalar gibi kadın doğum hastalıklarında ve yaşlanmayı geciktiren programlar gibi geniş bir alanda kullanılması ve tedavide etkili sonuçlar alınması, son yıllarda bu tedavi yöntemine ilgiyi artırmıştır. Akupunktur uygulamasının tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Tıp dünyası, akupunktur tedavi yönteminin Çin’den doğmuş ve yayılmış olduğunu kabul etmesine rağmen ilk olarak aynı coğrafyada bulunan Uygur Türkleri tarafından uygulandığı, sonradan kültür ve bilgi alışverişleri nedeniyle Çinlilere geçtiği ve bu tedavi yöntemi Çinliler tarafından geliştirildiği tarzında görüşler bulunmaktadır. Bundan dolayı “Geleneksel Çin Tıbbı’nın” önemli bir dalı olduğu düşüncesi yaygındır. Türk hekimi olan İbn-i Sina da 1100 yıllarında akupunkturda önemli bir yer tutan vücuttaki enerji kanalları veya meridyenlerden bahsetmiş ve nabız muayenesi ile hastalıkların oldukça ayrıntılı bir şekilde teşhis edilmelerini anlatmıştır. Türkler Orta Asya’dan göç ederlerken yerleştikleri bölgelerde çok eskilerden başlayarak günümüze kadar gelen ve günümüzde de halk arasında “Ocak” tabir edilen yerlerde akupunktur tedavisini ilkel şekilde uygulamaktadırlar. “Ocak” tabir edilen yerlerde, ağrılı hassas noktaya iğne batırılarak tedavi yapılmaktadır. Ülkemizde, akupunktur tedavisi daha çok şişmanların kilo vermesinde kullanılan bir tedavi metodu olarak tanınmaktadır. Akupunktur sağlamaktadır? zayıflatmayı nasıl Akupunktur uygulaması yapılan kişilerde, az bir besinle tokluk hissi meydana gelirken, barsak hareketlerinde hızlanma, yağların parçalanması, metabolizmanın düzenlenmesi ve sakinleşme meydana gelerek, ağırlık kaybı gözlenmektedir. Akupunktur, ağrı semptomlu hastalıkları nasıl etkilemektedir? Bu tür hastalıklarda, akupunktur uygulamasıyla “Ağrı Yolakları” sistemi uyarılarak endorfin, enkefalin, serotonin ve norepinefrin gibi sinirsel uyarıyı iletici maddeler salınmaktadır. Bu maddelerin beyinde ve plazmada düzeyleri yükselerek “Ağrı Kontrol” sistemini harekete geçirerek ağrı semptomlu hastalıkların tedavisinde katkıları olduğu düşünülmektedir. Akupunktur, psikolojik durum değişikliklerinde etkili midir? Depresyon, anksiyete ve panik atakta bu tedavi metodu uygulanmaktadır. Akupunktur uygulamasıyla beyinde ve plazmada düzeyi yükselen endorfin, enkefalin, serotonin gibi maddelerin depresyonu giderici ve sakinleştirici özellikleri bulunmaktadır. Akupunkturun, geciktirici etkisi nedir? yaşlanmayı Bu etkiyi, akupunktur uygulamasıyla bağışıklık sisteminin uyarılmasının sağladığı düşünülmektedir. Akupunkturun tedavisinde etkisi nedir? bağımlılık Akupunktur uygulaması, sigara bırakma tedavisi başta olmak üzere alkol ve uyuşturucu maddelerin bırakma tedavilerinde etkilidir. Akupunktur uygulamasıyla beyinde ve plazmada düzeyi yükselen endorfin, enkefalin, serotonin gibi maddeler, bu tedavilerin gerçekleşmesini sağlar. İşte, akupunktur uygulaması sonucu akupunktur noktasına batırılan akupunktur iğneleri sinir aracı maddelerin salınmasını sağlayarak yani vücudun kendi eczanesini kullanarak birçok hastalığın tedavine katkıda bulunmaktadır. Kurallarına uygun davranıldığında yan etkisi olmayan bir tedavi metodu olmasından dolayı son günlerde ilgi odağı olmuştur. Dünya Sağlık Örgütü`ne Göre Akupuktur Uygulamasıyla Tedavi Edilen Hastalık Grupları • Solunum Yolu Hastalıkları • Gastrointestinal Hastalıklar • Bronkopulmoner Hastalıklar • Nörolojik Hastalıklar • Göz Hastalıkları • Kas İskelet Sistemi Hastalıkları • Ağız Hastalıkları Doç. Dr. Haldun SELÇUK Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları AD, Gastroenteroloji BD KOLİT Nedenleri: • Bulaşıcı (mikrobik sebepli) kolit • Hemorajik kolit (ilaç alerjisi) • Mikroskobik kolit • İskemik kolit • Radyasyon koliti ‘’Kolit” kalın barsakta yangısal (iltihabi) bir durumun bulunduğunu gösteren tıbbi bir terimdir. Pek çok şekli vardır. Bazıları KOLİT ülseratif kolit veya Crohn hastalığında olduğu gibi barsaklarda ciddi zedelenme ile birliktedir. Bazıları ise spastik kolitte (hassas barsak sendromu) olduğu gibi herhangi bir barsak yaralanması olmadan da gelişebilir. 26 Bu yazıda ben size 2 tür kolitten bahsedeceğim. Sebebi bu 2 kolitin biri çok sıktır (IBS). Diğerinin seyri önemlidir (inflamatuar barsak hastalığı). Önce IBS’den bahsedelim. Kalın barsağın iltihaplanması halini anlatan kolit tanımı içerisine giren hastaların en az yarısı, spastik kolit (irritabl kolit) de denilen gerçekte bir iltihabi durumun söz konusu olmadığı fonksiyonel bu hastalığı tanımlar. Öyle ki gastroenterologlara muayene için müracaat eden her 4-5 erişkin hastadan birinde belirlenmektedir. Polikliniklere müracaat eden her 10 hastadan birinde müracaat sebebi bu hastalık, yani “spastik kolit”tir. IBS de denilen bu hastalıkta bilinen bir organik sebep yoktur. Stres veya duygusal gerilimin yüksek düzeyde olduğu dönemlerde ortaya çıkar veya artar. Başta karın ağrısı olmak üzere ishal ve kabızlık gibi dışkılama alışkanlığındaki değişiklikler ile seyreder. Bu ve benzeri pek çok belirti ile tanımlanan bir çeşit barsağın kasılma-gevşeme ritmi bozukluğu hastalığıdır. Karında şişlik, ağrı, kramp ve gaz, kolitlerde en sık görülen ve hastayı yıpratan sorunlardır. Sık sık tekrarlayan şişkinlik ve gaz atakları, karın ağrıları hastanın konforunu bozar. Bu ataklar hele bir de ishal veya kabızlık gibi barsak değişiklikleri ile beraberse, keyfinizin kaçmaması mümkün değildir. Kolit hastalarının yaşadıkları sorunlar çoğu kez tekrarlayıcı ve uzun süreli olduğundan bıktırıcıdır. Hasta şikayetlerinin özelikleri: • Aşağıdaki üç özelikten ikisinin karın ağrısı ve rahatsızlık hissi ile birlikteliği durumunun son üç ayda her ayın en az 3 günü veya daha uzun süre görülmesi • Ağrının dışkılama ile azalması veya kaybolması • Ağrının ortaya çıkışının dışkılama sıklığı (azalma ya da artma) ile ilişkili olması • Ağrının ortaya çıkışının dışkının şekli ve görünümü ile ilişkili olması kaybı, dışkıda kan, karında ağrı ve kramp, kronik ishal, bazen kilo kaybının da eşlik ettiği ateş en önemli yakınmalardır. Ülseratif kolitte kanama ve ishal ön planda iken, Crohn’da karın ağrısı belirgindir. Hastalığın tanısı başka organik hastalığın olmadığı gösterildiğinde kesinleşir. Barsak hastalığı olduğunda güçsüzlük, halsizlik, baş ağrısı, sırt ağrısı, gece idrara çıkma, acil idrar ihtiyacı ve idrarın tam boşalmama hissi, ağrılı cinsel ilişki tabloya eşlik eder. Stres: Stresin, atakları ortaya çıkarabileceği gibi belirtileri şiddetlendirebilir. Bazen kalıtımsal bir zemin de eşlik edebilmektedir. Bazı araştırmalarda, bakteri veya virüslerin bağışıklık sisteminde oluşan problemlerde etkili olabileceğini düşündüren kanıtlar elde edilmiştir. Her iki hastalığın da gelişmiş toplumlarda ve şehirlerde yaşayanlarda sık görülmesi, bazı çevresel faktörlerin özellikle beslenmenin etkili olabileceğini düşündürmektedir. Ne Zaman Araştırılmalı? Başka Hastalık • 50 yaş üzerindeki hastalarda • Şikayetlerin yeni ortaya çıkmış olması • Ölçülmüş kilo kaybı olması • Ateş, Yutma güçlüğü • Ailede kötü huylu hastalık hikayesi olması • Kansızlık varlığı, Makattan kanama Şişkinlik önemli belirtilerdendir. Özelikleri: • Hastaların çoğunda (%96) vardır. • Kadınlarda en önde gelen belirtidir. • Sabah rahattır, akşama doğru ve özellikle yemeklerle artar. • Birçok hastada aslında oluşan toplam gaz normal miktarda (600 ml) olduğu halde gazın oluşturduğu rahatsızlık vardır. • Gazın olası nedenleri hava yutma, barsak flora bakterilerinin artmış faaliyeti ve barsakta gaz emiliminin azalmasıdır. İNFLAMATUAR BARSAK HASTALIĞI: Bu grubun 2 hastalığı Ülseratif Kolit ve Crohn hastalığıdır. BELİRTİLERİ NELER? Ülseratif kolit ve Crohn hastalığı ile ilişkili kolitlerin belirtileri çoğu kez birbirine benzer: İştah azalması, kilo Eğer barsak alışkanlıklarınızda 7-10 günden daha uzun süren değişimler varsa, karın ağrısı, kanama, ishal gibi işaretler basit önlemlerle ortadan kalkmıyorsa, özelikle ateş, kilo kaybı ve iştahsızlık da söz konusuysa, sorunun ülseratif kolit veya Crohn gibi ciddi bir yangısal ve uzun sürecek hastalıkla ilişkili olabileceği aklınızda olsun. Fazla bekleyemeyin, doktorunuza müracaat edin. NE YAPMALI? Teşhis ve tedavi için size en doğru yanıtları bir gastroenteroloji uzmanı verecektir. Bu uzman kan tahlilleri, endoskopik incelemeler (kolonoskopi) ve radyolojik tetkikler yaparak hastalığınıza kesin teşhisi koyacak, tedavi ve beslenme planınızda uymanız gerekenleri size açıklayacaktır. Kolonoskopi günümüzde bu konuda deneyimli belli merkezlerde uygulanan sedasyon (bilinçli uyutma) yöntemi ile son derece konforlu bir işlemdir. Kısacası kolit başlığının altında pek çok hastalık vardır. Bunlardan bazıları daha önemlidir. Bazılarından korkmaya, endişe etmeye gerek yoktur. Ancak ayrımı konunu uzmanı bir hekimce yapılmalıdır. Hangi tür kolit olursa olsun, kolitin her türlüsünün yaşam kalitesini bozduğu kesindir. Uzm. Dr. Yunus Kasım TERZİ Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik AD Sahip olduğumuz tüm özellikler kazançların belirlenmesi büyük önem değişiklik halâ tespit edilememiştir. ebeveynlerimizden aldığımız ve DNA olarak taşımaktadır. Bu işlemlerin hepsine Yaşanan bu sınırlamanın üstesinden adlandırılan kalıtsal molekül üzerinde birden “genetik tanı” adı verilmektedir. gelebilmek için daha ileri yöntemler yer almakta ve bu kalıtsal molekülün Genetik tanı henüz anne karnında olan geliştirilmiştir. tamamına genom adı verilmektedir. bebek için yapılırsa “doğum öncesi karşılaştırmalı genomik hibridizasyon” DNA’mızın diyebileceğimiz genetik tanı” olarak adlandırılır. Ailede (arrayCGH veya aCGH) yöntemi genomun yapıtaşları A, T, C ve G harfleri ile önceden bilinen kromozom bozukluğunun daha detaylı incelenmesine olanak sağlar, gösterilmektedir. yapıtaşlarında neden olduğu bir hastalığın olması ya da genomumuzdaki oluşabilecek tüm değişiklikler bize ait böyle bir hastalık için risk saptanması düzenlenmelerin saptanmasına yardımcı özelliklerin ve bununla ilişkili olarak durumunda, riskli kişiye ait canlı hücreler, olur. sağlık durumumuzun etkilenmesine kan, kemik iliği, cilt biyopsisi ve düşük aCGH yönteminde incelenen kişinin neden olacaktır. değişiklikler materyali gibi doku örneklerinden elde DNA’sı ile sağlıklı bir bireye ait kontrol sadece tek bir harfi etkileyebileceği gibi edilerek kromozom eldesi ve analizi için DNA örneği karşılaştırılmakta, iki DNA yüzlerce binlerce harfi de etkileyebilir. kullanılabilir. arasındaki farklılıklar tanımlanmaktadır. alfabesi Bu Bu Bunun sonucunda “genetik hastalıklar” GÜNCEL GENETİK YÖNTEMLERİN KLİNİKTEKİ UYGULAMALARI 28 Kromozomlar çıplak gözle görülemez, başlığı altında topladığımız hastalıklar ancak açığa çıkar. DNA molekülü bir iplik mikroskop altında büyütüldüklerinde her şeklinde olmakla birlikte, hücrelerimizin birinin farklılık gösteren yatay açık ve koyu bölünüp çoğalmaları sırasında tıpkı bantlar içerdiği görülebilir. Kromozomların bir ipliğin makaraya sarılması gibi 46 bu şekilde incelenmesi “karyotip analizi” tane kromozom adı verilen yapı içine olarak sarılıp içeriğindeki kazanç ve kayıplar veya paketlenmektedir. Hücrenin uygun yöntemlerle adlandırılmaktadır. Kromozom dengesiz yeniden Böylece, DNA’da var olabilecek kayıplar veya kazançlar gibi dengesizliklerin bulunduğu bölgelerde yer alan gen veya genler ile hastalıklar arasındaki ilişki incelenebilmektedir. Mikroskopta görülemeyen bu küçük değişiklikler bireyin büyüme ve gelişmesini ve erişkin hayattaki etkileyebilmektedir. sağlık durumunu Bu yöntemde bölünmesi sırasında çeşitli nedenler ile kromozomun düzenlenmesi hastadan elde edilen DNA molekülü ve bu kromozomlarda kayıplar ve kazançlar ancak değişiklik yeterince büyük ise bu kontrol DNA bir boya ile işaretlenerek oluşabilir. İşte bu değişiklikler zekâ yöntem ile saptanabilir. Fakat kazanılan küçük parçacıklara bölünür ve tek iplikli geriliği, anomalili bebek doğumları, veya kaybedilen parça rutin kromozom hale getirilir. Daha sonra kontrol ve hasta gebelik analizinde saptanamayacak kadar küçük DNA’sı karıştırılarak aynı mikrodizin olabilir ve kromozom analizinin sonucu üzerine aktarılır. Böylelikle genomu Bu nedenle riskli bireylerde genetik normal olarak rapor edilebilir. Bu incelenen bireyde kayıp veya kazanç olup yapının incelenmesi ve olası kayıp veya durumda hastalığa neden olan genetik olmadığı saptanabilir. kayıpları ya da üreme problemlerine neden olur. yeniden boyanıp “Mikrodizilim-temelli Diğer yöntemlerin hastadaki bulguları ve güvenilir bir şekilde yapılabildiği açıklayamadığı durumlarda, bu bireylere genellikle okul çağındaki çocuklar için ait genomun aCGH analizinin yapılması kullanılmaktadır. klinik değerlendirmede rutin olarak normal uygulanmaya başlanmıştır. ve daha önce karyotip analizi normal USG’de bulgusu olan fetüsler için önce belirlenmemiş düzensizliklerin olarak rapor edilen hastaların %30’unda aCGH uygulaması ile birlikte sitogenetik saptandığı rapor edilmektedir. incelemede mutlaka yapılmalıdır. gelişiminin Otizm başlığı altında toplanabilecek genetik bir düzensizlik olduğu aCGH tamamlanamaması bozukluklar sosyal ilişki kuramama, dil yöntemi ile belirlenebilmiştir. Diğer bir sonucunda ortaya çıkmaktadır. Zekâ ve gelişiminde eksiklik veya hiç gelişmemesi, örnek ise yüksek çözünürlüklü aCGH gelişim geriliğine erken doğum, genetik davranış ve hareket bozukluğu gibi uygulamalarının yaygınlaşması ile daha ve kalıtsal bozukluklar ve enfeksiyonlar sinir sistemini etkileyen bozukluklarla önce sitogenetik olarak normal rapor neden olabilir. Bunlara eşlik eden diğer seyreden hastalıklardır. Son zamanlara edilen hastaların %40’ında genomik kromozomlarda Moleküler karyotip analizi olarak da düzensizliklerin de belirlenmesi hastalığın kadar bu hastaların sadece %10’unda dengesizlik olduğu saptanmıştır. Tüm değişiklikler kanserde adlandırılan aCGH, DNA’mızdaki kazanç nedenini belirlemekte faydalı olmaktadır. hastalığın gelişimine neden olan etken bu ve gelişiminde ve kayıpların gösterilmesinde kullanılan Toplumda zekâ geriliği, %1-3 sıklıkta belirlenebilmektedir. Ancak hastaların taşıyan bireylerin aCGH yöntemi ile değişimlerdir. Bu değişikliklerin aCGH Array CGH yöntemi son yıllarda görülmekte ve bu bireylerin yarısında %90’ında etken belirlenememektedir. analiz edilmeleri durumunda hastalığa ile belirlenmesi önemli kanser genlerinin neden olan düzensizliğin daha etkinlikle belirlenmesi için bilgi sağlarken ayrıca hastalıkların tanı ve takibini tamamen bireylerin genetik materyalinde karyotip tanımlanabileceğini göstermektedir. tanının, analizi ile tespit edilemeyecek kadar küçük hastalığın ilerleyişinin belirlenmesinde aCGH’in Klinik Uygulamaları yüksek çözünürlüklü bir yöntemdir. aCGH başlangıçta araştırmalarda kullanılmak üzere geliştirilmiştir. Ancak genetik tanı Beyin olarak hastalığın nedeni bilinmemektedir. Genel gelişim geriliği ve zeka geriliği Son yıllarda yapılan çalışmalarda sonuçlar doğumsal bozukluklar %11-20’sindeki genetik düzensizliğin özellikle büyüme ve gelişme geriliği saptanmasına sağlamaktadır. ve ikinci bir organı etkileyen gelişim Her hamilelik sürecinde anne ve babalar sağlık bir çocuk sahibi olmayı umut etmektedir. Bununla birlikte bazı çevresel ve genetik etmenler gelişen fetüste bir takım bozuklukların veya hastalıkların oluşmasına neden olabilir. Hastalığın nedeni fetüse ait kromozomlarda meydana gelen kopya kayıp ve kazançları olabilir. Ancak bu değişikliklerin klasik yöntemlerle belirlenmesi her zaman mümkün olmamaktadır. aCGH yönteminin geleneksel yöntemlere göre daha duyarlı bir yöntem olduğu yapılan bir çalışmada elde edilen çarpıcı bir sonuçla gösterilmiştir. Ayrıca bu çalışmalar sayesinde daha önce bozuklukları ile birlikte gözleniyorsa hastalıkla ilişkisi bilinmeyen bölgelerin Gelişim geriliği genellikle 5 yaşından sürecinde temelinin hastalıkların açıklanmasında genetik gösterdiği faydalar sonucunda tanı süreçlerinin ve uygulamalarının tamamen değişmesine neden olmuştur. Günümüzde aCGH yöntemi, doğumsal bozuklukların, gelişimsel geriliklerin, otizmin, gebelik kayıplarının, genetik sendromların ve kanser gelişiminin altında yatan genetik nedenlerin gösterilmesinde kullanılmaktadır. Bu aşamada aCGH yönteminin uygulamalarını örnekler üzerinden giderek biraz daha detaylı inceleyebiliriz. olan çocukların çok küçük bir kısmına (%3-7) klasik yöntemler kullanarak tanı konulabilmektedir. Diğer yöntemlere göre daha detaylı analizler yapmamızı sağlayan arrayCGH kullanılması hastalığa yönteminin neden olan genetik düzensizliğin saptanma oranını yükseltmektedir. Bunu şu örnekle açıklayabiliriz: karyotip analizi sonucunda normal olarak bildirilen hastaların %5-17’sinde kromozomal dengesizlik olduğu aCGH kullanılarak yapılan analizler sonucunda tanımlanabilmiştir. kayıp ve kazançların otizmin gelişmesine etkili olduğu anlaşılmıştır. Nedeni belirlenememiş otizm hastalarında aCGH teknolojisi kullanılarak gerçekleştirilen çalışmalarda, bireylerin %7-10’unda genomda daha önce bilinmeyen kopya sayısı değişiklikleri tanımlanmıştır. Sonuç olarak bu hasta grubunda aCGH uygulaması arttıkça hastalıktan sorumlu olan bölgeler hakkında daha detaylı bilgiler edinebileceğiz. aCGH ve Doğumsal Bozukluklar Bu çerçevede aCGH yöntemi, zekâ ve genel gelişim geriliği olan hastaların Çoklu doğumsal bozukluklar, aCGH yönteminin, karyotip analizi ile birlikte kullanılmasının tanı değerini Kanser ve aCGH yükselttiği belirtilmektedir. Birlikte kullanılmaları durumunda iki yöntemin Vücudumuzu oluşturan hücrelerde kanser sayısal kanser ve sık yapısal gözlenen etkili olan sınıflandırmasının, ve tedavinin yönlendirilmesinde de kullanılabilmektedir. Karyotip analizi kan hücrelerini ilgilendiren kanserlerde, kanser tipine özel değişikliklerin tanımlanmasında rutin bir yöntem olarak kullanılmaktadır. Bununla birlikte son zamanlarda aCGH teknolojisi birçok kan hücrelerini ilgilendiren kanserlerde yoğun olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bunlar arasında multiple myelom (MM), kronik lenfositik lösemi (KLL), akut lenfoblastik lösemi (ALL), akut miyelositer lösemi (AML), miyelodisplastik sendrom (MDS) ve myeloproliferatif hastalık (MPH) de doğasından kaynaklanan eksikliklerin diğeri tarafından böylelikle tanı tamamlandığı etkinliklerinin ve arttığı bilinmektedir. değiştirmiştir. Ancak burada şunu da vurgulamadan geçmemiz gerekir; tıpkı diğer yöntemlerde olduğu gibi aCGH yönteminin de bazı kısıtlılıkları bulunmaktadır. Bu kısıtlılıkların en önemlileri kromozom içeriğinde net artış veya azalış ile sonuçlanmayan değişikliklerin saptanamamasıdır. Bu nedenle biz Anabilim Dalı’mızda gerçekleştirdiğimiz aCGH uygulamaları sırasında karyotip analizini de eş güdümlü olarak gerçekleştirerek kaynaklanan kısıtlılıkların yöntemden üstesinden gelmekteyiz. Sonuç olarak, aCGH var olan diğer yöntemlere göre tüm genomu daha detaylı incelememize ve klinik olarak sayılabilir. Kronik lenfositik lösemi (KLL)’de öngörülmeyen genomik dengesizliklerin aCGH uygulamasını inceleyecek olursak: tanımlanmasına olanak sağlaması nedeni Bu çalışmaya göre karyotipleri KLL batı dünyasında en yaygın lösemi ile çok değerli bir genetik tanı aracıdır. kromozomal düzensizlikler bunun ana normal olarak rapor edilen çoklu gelişim tipidir. KLL’de diğer lösemi tiplerinden Ancak sonuçların doğru analizi ve tanımlanması da sağlanmaktadır. Klinik nedenidir diyebiliriz. Bu bireylerde aCGH bozuklukları olan fetüslerin %16’sının farklı olarak kromozomlarda sayısal hastalıklarla ilişkilendirilmesi sırasında küçük çocuklarda gözlenen hareket tanıda, gelişim geriliği/zekâ geriliği olan yöntemi kullanılarak düzensizliğin daha DNA’larında bir dengesizlik olduğu aCGH düzensizlikler daha sık gözlenmektedir. diğer tanı yöntemleri ile desteklenmesi becerilerinde, bilişsel yeteneklerinde, dil çocukların değerlendirilmesinde karyotip hassas ve doğru olarak belirlenebildiği yöntemi ile belirlenmiştir. Ancak şu nokta Bu değişiklikler gerekmektedir. Ayrıca bu tür analizlerin gelişiminde veya bunların karışımındaki analizi gereklidir ve ilk tanı aracı olmalıdır. gösterilmiştir. Bunu şu iki örnek ile dikkatten kaçırılmamalıdır: aCGH yöntemi hastalığın gidişatını tahmin etmek için tecrübeli ve alanında uzman kişilerden genel gerilikle seyreden bir hastalıktır. Ancak artık aCGH’de bir tanı aracı olarak netleştirebiliriz: Bazı gelişim bozukluklarla ile dengeli kromozomal düzensizlikler kullanılabilmektedir. oluşan bir ekip tarafından yapılması da Zekâ geriliği ise zekâ testinin geçerli düşünülmektedir. birlikte doğumsal kalp kusuru taşıyan belirlenememektedir. Bu nedenle fetal yayınlanan çalışmalarda aCGH ile daha Zekâ Geriliği ve Gelişim Geriliğinin aCGH ile İncelenmesi 30 aCGH ve Otizm olanak bireylerde belirli Son dönemde önemlidir. Prof. Dr. Sema KARAKUŞ Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları AD, Hematoloji BD meydana gelen bir bozukluk nedeniyle Akut lösemiler genel olarak çocuklarda oluştururlar. çok hızlı artan, kötücül hücreler hastalık ve gençlerde ortaya çıkarken, kronik Bu kanserler ilik veya lenf bezlerinde belirtilerinin ortaya çıkmasına sebep olur. lösemiler daha ileri yaşlarda görülme Lösemi, lenfoma ve miyelom belli başlı kan kanserlerini Normal Kan bulunan kan hücrelerinden köken alırlar. Lösemi eğilimindedirler. Genel olarak dört çeşit Kan hücreleri kemiğin içinde süngerimsi lösemi vardır; akut lenfoblastik lösemi bir bölge olan kemik iliğindeki kök (ALL), akut myelositik lösemi (AML), hücrelerden gelişmektedir. kronik myelositer lösemi (KML) ve kronik Kök hücreler birbirlerinden farklı lenfositik lösemi (KLL) .Erişkin yaşta en özelliklere sahip olan kan hücrelerine sık görülen akut lösemi tipi AML olup, dönüşebilme yeteneğine sahiptirler. Eritrosit Nötrofil Lenfosit Monosit Trombosit Kanda üç grup hücre bulunur; Beyaz kan bu tanıyı almış olup, 8950 hasta da bu hücreleri (akyuvarlar-lökositler)vücudun tanıdan kaybedilmiştir. savunma hücreleri olup, granülositler 32 ALL gelişiminin kesin nedenleri (nötrofil, bazofil, eozinofil), monositler ve bilinmemekle birlikte hem genetik hem de lenfositlerden oluşur. Kırmızı kan hücreleri çevresel faktörlerin rol oynadığı düşünülmektedir. (alyuvarlar-eritrositler) Genlerde oluşan değişikliklerin (mutasyon, ise dokulara oksijen taşıyan hemoglobin içerirler. KAN KANSERLERİ: LÖSEMİ , LENFOMA, MİYELOM NEDİR? Amerika’da 2010 yılında 12.330 hasta translokasyon) bazıları lösemi gelişimine yol açan kan Lösemilerde kontrolsüz olarak üreyen genleri uyarırken, bazıları da lösemi oluşmasını pıhtılaşmasında rol oynayan hücrelerdir. anormal hücrelere lösemi hücreleri engelleyen genlerin görevini bozarak lösemi veya blast adı verilir. Bu hücreler kemik oluşmasına neden olurlar. KML gelişiminden iliğinde ve kanda artarak tüm dokulara Philadelphia kromozomu sorumlu iken, yayılabilirler. Hastalığın seyrine göre Down sendromu, Fankoni anemisi gibi hızlı ya da yavaş seyirli anlamına gelen kromozomal bozuklukların görüldüğü bazı akut veya kronik, hastalığı oluşturan genetik hastalıklarda lösemi gelişimine hücrelerin tipine göre de lenfoid veya yatkınlık söz konusudur. Bazı geniş myeloid lösemiler olarak sınıflandırılırlar. toplumsal çalışmalarda multipl miyelom, Trombositler (kan pulcukları), LÖSEMİLER Lösemi, kemik iliği ve kanın kanseridir. Kemik iliğinde tüm hücrelerin ana hücresi olan kök hücrelerden olgun kan hücrelerinin oluşma aşamasında hodgkin dışı lenfoma ve KLL tanılarının çok etkili ilaçlarla hastalığın kontrol ağrı veya şişkinlik hissi,boyunda, koltuk kontrolsüz olarak çoğalan hücreler normal AIDS hastalığının olması, tarım ve böcek 20.000 yeni tanı Miyelom görülürken, sık olduğu aile grupları olmakla birlikte edilebilirliği ve birçok tipinde tamamen altında veya kasıklarda ağrısız şişliklerdir. hücrelere göre daha uzun süre yaşar ve ilaçlarına maruz kalmak, yüksek oranda 10.000 hasta bu tanıdan kaybedilmiştir. kan kanserleri nesilden nesile geçen yani tedavi edilme şansı bulunduğu da lenf bezlerinde büyümeye yol açarlar. protein ve yağ içeren bir beslenme şekli, Plazma hücreleri beyaz kan hücreleri olan kalıtsal bir hastalık grubu değildir. bilinmelidir. Lenfoma hücreleri, kemik iliğine, dalak, doğumsal bağışıklık sistemi hastalıkları B-lenfositlerinden gelişir. Vücuda bakteri cilt, kan ve diğer organlara da yayılarak (hipogammaglobulinemi, Wiskott Aldrich veya virüs gibi mikroplar girdiğinde hhr bu hastalığın belirtilerini ortaya çıkarırlar. sendromu), romatoid artrit, psöriazis, bir tip bakteri veya virus için farklı, antikor Lenfomalar; Hodgkin lenfoma (HL) ve Sjögren otoimmun parçası olup infeksiyonlara karşı bizleri adı verilen protein yapısında savunma Hodgkin dışı lenfoma (HDL) olarak iki bazı hastalıklar, bağışıklık sistemini koruyan, diğer hastalıklarla savaşan maddeleri üretirler. Bunlara immün gruba ayrılır. Amerika’da 2010 yılında baskılayan ilaçların kullanımı, organ ve hatta tümör hücreleri ile mücadele 8500 yeni tanı HL, 2011’de 66.000 yeni nakli geçiren hastalar, geçmişte Hodgkin ederek önleyen tanı HDL görülürken, 1300 hasta HL’dan, lenfoma tedavisi görmüş olmak . lenfosit adı verilen beyaz kan hücrelerini 19.000 HDL tanısı ile kaybedilmiştir. bulundurmaktadır. Kanser tanısı konan hastalarda 7. Sırayı Genetik nedenlerin dışında bazı hayat Lösemi hastalarında en sık görülen tarzı ve çevresel etkenlerin de lösemi yakınmalar; halsizlik veya çabuk yorulma, gelişmesinde rolü bulunmaktadır. 70 Ateş, vücutta kolay morarmaların ve yaşın üzerinde olmak, sigara içmek, kanamaların olması, peteşi adı verilen, erkek cinsiyet, beyaz ırktan olmak, cilt altında noktasal kanama odaklarının daha önce radyoterapi görmüş olmak, görülmesi,solunum sıkıntısı, kilo kaybı ve kemoterapi (lenfoma, yumurtalık kanseri, iştahsızlık, kemiklerde ağrı,kaburgaların meme kanseri tedavisinde kullanılan bazı alt tarafında (özellikle dalak bölgesinde) kemoterapi ilaçları ve özellikle alkilleyici ajanlar) ilaçları almış olmak, iyonize edici radyasyona maruz kalmak (atom bombası Lenfoma lenf bezlerinin kanseridir. Lenf sistemi bağışıklık sisteminin bir tümör gelişimini Lenfomalarda HDL alırken, kanserden ölen hastaların da %3’ünü oluşturmaktadır. Hodgkin Lenfoma, her yaşta sonrası), benzen ve böcek ilaçları görülebilse (tarım ilaçları) gibi toksik maddelere veya geç erişkinlikte ortaya çıkma maruz kalmak, elektromagnetik alanlar eğilimindedir. Erkeklerde daha sıktır (literatürde lösemi riskini artırdığını izlenir. Doğumsal bağışıklık sistemi destekleyen hastalıkları yanısıra desteklemeyen de sıklıkla gençlerde ((hipogammaglobulinemi, sendromu gibi globülinler adı verilir. Multipl miyelomda tek tipte çoğalan plazma hücreleri, anormal tek tipte bir protein üretirler. Buna paraprotein Lenfoma hastalarında en sık görülen yakınmalar; veya M proteini denir. Bu anormal protein, infeksiyonlarla savaşamaz ve infeksiyonlara meyil artar. M proteini • Boyun, koltuk altı veya kasıkta aşırı miktarda artarak kanın akışkanlığının büyümüş, ağrısız, lastik kıvamında lenf azalmasına sebep olup ve bezleri zarar verirler. Multipl miyelomda aşırı (Alkolün etkilerine daha duyarlı hale böbreklere miktarda artan plazma hücreleri yüzünden gelmek veya alkol aldıktan sonra lenf kemik iliğinde normal hücrelerin düğümlerinde ağrı olabilir) üretimi bozulur. Kansızlık ve buna çalışmalarda var) virüsler ALL gelişimi Wiskott -Aldrich sendromu gibi), Epstein açısından suçlanan risk faktörleridir. Barr virüsü (EBV) veya HIV(insan immun AML için olası risk faktörleri arasında; yetmezlik virüsü) ile meydana gelen • Açıklanamayan kilo kaybı sigara içicisi olmak (özellikle 60 yaşını infeksiyonlar • Nedeni bilinmeyen ateş geçen sigara içicisi olmak), erkek olmak, yetmezlik sendromu) , otoimmun bazı Gece terlemeleri obesite, hastalıklar (romatoid artrit, psöriazis, • • Cilt döküntüleri ve/veya kaşıntı Kemik iliğinde biriken miyelom hücreleri • Aşırı halsizlik ve yorgunluk zamanla kemiğin sert kısımlarına da zarar böbrek - karaciğer nakil hastalarında, • Öksürük, nefes darlığı, göğüs verebilirler. Kolay kırıklar ve buna bağlı birinci derece akrabalarda özellikle kız ağrısı ve erkek kardeşlerde Hodgkin lenfoma • geçmişte kemoterapi veya radyoterapi görmüş olmak (özellikle çocukluk döneminde ALL tedavisi almış olmak), iyonize edici radyasyona maruz kalmak veya benzen denen bir kimyasal maddeye maruz kalmış olmak, myelodisplastik sendrom gibi bir kan hastalığının olması. Ayrıca bazı kalıtsal hastalıklarda (Down sendromu, Fanconi anemisi) AML görülme sıklığı artmıştır. Artmış sebze tüketiminin AML riskini azalttığını gösteren bazı çalışmalar vardır. 34 LENFOMALAR Sjögren (AIDS-edinsel sendromu gibi), immun bağışıklık sistemini baskılayan ilaçların kullanıldığı bağlı halsizlik, trombositlerde azalmaya birikerek ciddi sorunlara yol açabilirler. kemik ağrıları ortaya çıkar. Bu hastalıkta Göğüs kafesinde veya karında ağrı, karında şişlik veya dolgunluk hissi, faktörleridir. kemiklerde ağrıdır Hodgkin dışı lenfoma, her yaşta MULTİPL MİYELOM ihtimali daha fazladır. Ayrıca beyaz ırkta ve erkeklerde daha sıktır. Şu durumlardan birinin olması da artmış risk taşır; Hepatit Hastalar kan kanseri tanısı aldıkları C virüsü, HTLV Tip I virüsü ve EBV zaman kendileri ve yakınları olumsuz ile olan enfeksiyonlar, mide ülserine fiziksel ve duygusal etkilere maruz de neden olabilen H. Pylori bakterisi kalmakla birlikte, tedavide kullanılan infeksiyonu, HIV ile meydana gelen ortaya çıkar. Bazen bu anormal plazma hücreleri kan ve yumuşak dokularda da geçirmiş olma öyküsü bu hastalık için risk görülebilse de yaşlılıkta ortaya çıkma bağlı morluklar, kanama gibi belirtiler en çok görülen yakınmalar aşağıda sıralanmıştır; • Halsizlik ve yorgunluk • Sırt ve kaburgalarda kemik ağrısı • Genellikle omurga kemiklerinde kırıklar Miyelom, kemik iliğinde normalde bağışıklık sistemimizin olarak bulunan bir parçası plazma hücrelerinin çoğalmasıyla gelişen bir çeşit kemik iliği kanseridir. Amerika’da 2011 yılında • Sık enfeksiyon geçirme ve ateş • Kilo kaybı • Nefes darlığı • Kolay kanama ve morarmalar ABD’de Foundation for Women’s Cancer (eski adıyla Gynecologic Cancer Foundation), 1999 yılında“Eylül” ayını “Jinekolojik Kanser Farkındalık Ayı” aynı zamanda “Over Kanseri Farkındalık Ayı” olarak ilan etmiş, bu kapsamda ulusal ve yerel düzeyde jinekolojik kanser tanısı almış kadınları destekleyen ve bu kanserlerde savaşı kaybetmiş kadınların da anılarına değer vermeye odaklı çalışmalar yürütmektedir. Bu çalışmalar arasında 2012 yılından itibaren jinekolojik kanser tanısı alan kadınlardan uygun olanların klinik deneylere kayıt olmalarını düşünmesi için cesaretlendirmek, kadın, ailesi ve arkadaşlarının katılabildiği ücretsiz kurslarla jinekolojik kanserle yaşayan kadınları desteklemek yer almaktadır. Her yıl eylül ayında bir tema ve bu temaya uygun bir slogan seçilerek 36 kadınların jinekolojik kanser önleme, erken tanı, tedavi ve hastalıkla yaşama alanlarında destek olmaya çalışılmaktadır. 2010 ve 2012 yıllarındaki sloganlar “Farkındalık, Araştırma, Eğitim” ve “Öğren, Dinle, Harekete geç” olarak seçilmiştir. Bu kapsamda; Jine-onkoloji (kadın üreme sistemi kanserleri) konusunda toplumda duyarlılığı sağlamak, özellikle risk faktörü taşıyan kadınların ve 40 yaşından itibaren tüm kadınların kadın üreme sistemi kanserleri tarama ve erken tanı olanaklarına yönlenmesine katkıda bulunmak amacıyla Başkent Üniversitesi ev sahipliğinde, Kadın Sağlığı Derneği ve Onkoloji Hemşireliği Derneği işbirliği ile 5 Ekim 2012 tarihinde Prof. Dr. Hasan Telatar Konferans Salonu’nda Over Kanserleri ve Jinekolojik Kanserler Farkındalığı konulu panel gerçekleştirilmiştir. ÖĞREN Jinekolojik kanserlerde risk faktörlerinin ve belirtilerini hakkında bilgi edin. DİNLE Bedeninin dinle. HAREKETE GEÇ Riski azaltmak için ve önleyici tedbirleri almak için harekete geç; ve eğer jinekolojik kanserden şüpheleniliyorsa ya da tanı konulduysa öncelikle bir jinekolojik onkologdan bakım al. Uzm. Fzt. Ayça AYTAR TIĞLI Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon AD BANTLAMA TEDAVİSİ 38 Bantlama fizyoterapi ve rehabilitasyon alanında tedavi ve spor yaralanmalarını önlemek amacıyla sıklıkla kullanılan yöntemlerden birisidir. Çoğu araştırmacılar bantlamanın propriosepsiyon ve motor fonksiyonu arttırdığını bu sayede de yaralanma ve sakatlanma riskini en aza indirdiğini ve korumayı sağladığını söylemektedirler. Bantlamanın tedavi edici etkileri vardır. Bu etkiler kullanılan bandın özelliklerine göre değişiklik göstermekle birlikte genel olarak bantlama; ağrıyı azaltmak, kas kuvvetini arttırmak, lenf ve kan akımını arttırmak, eklemi desteklemek veya sabitlemek, ödemi azaltmak, fonksiyona yardım etmek veya fonksiyonu kısıtlamak, pozisyonlama sağlamak amaçlı kullanılmaktadır. Anatomik yapımız hareket etmek üzere tasarlanmıştır ve bu hareketin temel unsurları kas-iskelet-sinir sistemidir. Kaslar, iskelet dokusuna yapışmış halde bulunur ve normal koşullarda kasılıp gevşeme yolu ile hareket açığa çıkar. Eğer bir kas çok uzun süre gevşemeksizin çalışmak durumunda kalır ya da kapasitesinin üzerinde çalışması durumunda kas dokusunda küçük ya da büyük boyutlarda yaralanmalar oluşur. Değişik bantlama yöntemleri ile yaralanma veya hastalık sonucu meydana gelen bazı semptomları azaltlmak mümkündür. Son zamanlarda çevrenizde kolunda, dirseğinde, boynunda, dizinde, ayağında renkli bantlar takmış kişiler ile karşılaşmışsınızdır. Ya da en kötü ihtimalle televizyon da izlediğiniz sporcularda. Peki, nedir bu renkli bantlar ve ne işe yararlar? Günümüzde renkli bir tedavi yöntemi olarak tanınan Kinezyolojik bantlama tekniği (The Kinesio Taping® technique) ve kinezyolojik bant (Kinesio Tex® tape) Japon kiropraksi ve akupunktur uzmanı Dr. Kenzo Kase tarafından geliştirilmiştir. Metodun ortaya çıkış felsefesi eklem hareketlerini sınırlamaksızın insan derisinin yapısal özellikleri ve esnekliğine benzer bir bantlama yöntemi ile tedavi yapmaktır. Japonya’da uzun zamandır kullanılan bir yöntem olmasına karşın ülkemizde popülaritesi son yıllarda giderek artmaktadır. Sıklıkla sporcularda televizyonlarda görmeye alıştığımız renkli tedavi bantları artık kliniklerde romatizmal, ortopedik, nörolojik ve pediatrik hastalıklar gibi pek çok değişik hastalıkta bu konuda sertifikası olan doktorlar ve fizyoterapistler tarafından tedavi amaçlı kullanılmaktadır. Teorik olarak, bant cildi yukarı kaldırıp deri ile kasların arasındaki boşluğu arttırmakta ve bölgede yaralanma ya da hastalık sonucu oluşan baskıyı hafifletmektedir. Yaralanma bölgesindeki baskının azalması, bölgedeki kan dolaşımın artışı ile sonuçlanmaktadır. Azalan gerginlik ve hassasiyet neticesinde deri altında var olan ağrı alıcılarının uyarılması önlenmiş olur ve ağrısız hareket imkânı sağlanır. Tekniğin temel amacı uygun bantlama yöntemi kullanılarak ağrısız harekete destek olmak ve bu yolla iyileşmeyi hızlandırmaktır. Bant cildin özelliklerini yansıtacak şekilde geliştirilmiştir ve kalınlığı cildin epidermis tabakasına, esnekliği insan cildinin elastik özelliklerine benzer. Latex içermeyen, esneme özelliği olan, uygulaması kolay ve vücutta 4-7 gün kalabilen, suya dayanıklı elastik bir banttır. Alerji yapmayan bir malzeme içerdiği söylense de bazı ciltlerde zaman zaman rahatsızlık oluşturup alerji meydana gelmektedir. Bantlar uzak doğunun renklerle tedavi felsefesinden yola çıkarak siyah, pembe, mavi ve ten rengi olmak üzere 4 farklı renkte üretilmiş, daha sonra kişisel tercihlere cevap verebilmek ve popüler bir sektör olması nedeniyle başka markalar tarafından renk seçenekleri arttırılmıştır. Her renk materyal olarak aynı özellikte olup, tedavide oluşturduğu fizyolojik etkileri aynıdır. Uygulama da farklı renklerin tercihi uygulama yapan profesyonelin ya da hastanın insiyatifine bağlıdır. Tedavi Amacı İle Kullanıldığı Durumlar • Bel, boyun, sırt ağrısına neden olan mekanik sorunlar • Yumuşak doku ağrıları • Bölgesel kas spazmları • Kas iskelet sisteminde yumuşak doku travmaları • Gebelik • Spor yaralanmaları • Eklem burkulma ve zorlanmaları • Postür bozuklukları • Eklem instabiliteleri • Skolyoz • Bazı ortopedik cerrahi girişimler sonrası • Dejeneratif artrit • Tendinit, bursit • Plantar fasiit, epin kalkanei • İnaktivite, immobilizasyona bağlı kas güçsüzlükleri • Ayak deformiteleri • Tuzak nöropatileri • Torasik çıkış sendromu • Nöraljiler • Periferik sinir yaralanmaları • Doğumsal brakial pleksus lezyonları • Serebrovasküler olay • Multipl skleroz • Merkezi sinir sistemi yaralanmaları • Serebral palsi • Spina bifida • Solunum sistemine ait problemlemler Tüm bu durumlarda yapılacak olan bantlamanın etkili olabilmesi için; bantlama yapılacak kişinin değerlendirilmesi, doğru kasın seçilmesi, bantlamanın hangi amaçla yapılacağının belirlenmesi, uygulanacak kasa doğru pozisyon verilmesi ve bandın geriliminin ayarlanması önemlidir. Bu nedenle uygulamanın profesyonel ve eğitimli kişiler tarafından yapılması gerekmektedir. Ayrıca; hastalıkların tedavisinde diğer tedavi yöntemler göz ardı edilmemeli, bantlama alternatif ve ek bir yöntem olarak kullanılmalıdır. Sonuç olarak; hareketli, esnek, dinamik, sağlıklı ve üretken bir yaşam sürdürmeye devam etmek istiyorsanız bu bantlama yöntemini deneyebilirsiniz. Prof. Dr. A. Eftal YÜCEL Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları AD Romatoloji BD SORU: Ailevi Akdeniz ateşi Familial Mediterranean Fever) nasıl bir hastalıktır? CEVAP:Ailevi Akdeniz ateşi (AAA) aralıklı karın ağrısı ve ateş atakları ile karakterize kalıtımsal bir hastalıktır. AAA eklem şikayetlerine ve böbrek yetmezliğine neden olabilir. SORU: AAA daha çok kimlerde görülür? CEVAP:Hastalık Akdeniz çevresinde yaşayanlarda (özellikle Türkler, Ermeniler, Yahudiler ve Araplarda) görülür. Ataklar genellikle 15 yaşından önce başlar. SORU: AAA atakları nasıldır? CEVAP:Ataklar hastadan hastaya değişkenlik gösterir. Ataklar tipik olarak ateş ve karın zarı iltihabı ile ortaya çıkan şiddetli karın ağrısına neden olur. Bir iki gün sonra şikayetler azalıp, en geç 1 haftada tamamen düzelir. Ateş genellikle ilk gün çok yüksek değerlere ulaşabilir. Bu sırada ağrılar da en fazladır. Şiddetli karın ağrısı nedeniyle hastalar sıklıkla acile müracaat ederler. Hastalar nadir olmayarak apandisit tanısı ile ameliyat edilir. Hastaların bir kısmında karın ağrısı yanında veya tek başına akciğer ve/veya kalp zarı iltihabına bağlı göğüs ve sırt ağrıları da olur. SORULARLA FMF: AİLEVİ AKDENİZ ATEŞİ SORU: Ataklar hangi sıklıkla ortaya çıkar? CEVAP:Kişiden kişiye ve aynı kişinin değişik zamanlarında farklılık gösterir. Ataklar haftada bir olabileceği gibi aylarca hiç atak olmayabilir. SORU: Atakların ortaya çıkmasına neden olan etkiler var mıdır? CEVAP:Bazı hastalarda egzersiz, viral hastalık, stres veya adet görme ile ataklar başlayabilir. SORU: Ataklar sırasında hastaların başka ne şikayetleri olabilir? CEVAP:Ataklar sırasında eklem şişlikleri, 40 kas ağrıları, ciltte kızarıklıklar, beyin zarı iltihabı, damar iltihapları ve testis iltihabı görülebilir. SORU: Ataklar dışında hastalar nasıldır? CEVAP:Ataklar arasında hastalar genellikle normaldir, şikayeti yoktur. Ancak bazı hastalarda eklem ağrı ve şişlikleri olabilir. SORU: AAA’nın en korkulan sonucu nedir? CEVAP:Tekrarlayan ataklar sonucunda hastaların bir kısmında amiloid diye adlandırılan bir madde dokularda birikerek başta böbrek olmak üzere organ yetmezliklerine neden olabilir. SORU: Hastalarda ne gibi laboratuvar değişiklikleri saptanabilir. CEVAP:En önemli laboratuvar değişikliği ataklar sırasında iltihabi tesler olan eritrosit sedimentasyon hızı ve CRP testlerindeki yüksekliktir. Böbrekler etkilendiyse idrarda protein kaybı ve böbrek testlerinde bozukluk saptanabilir. Hastaların çoğunda genetik değişiklik (gen mutasyonu) mevcuttur. SORU: Hastalığın tanısı nasıl konulur? CEVAP:Hastalığın tanısında en önemli unsurlar atakların hikayesi ve kolşisin içeren ilaçların etkinliğidir. Kolşisin almaya başlayan hastada karın ağrısı ve ateş ataklarının düzelmesi veya belirgin azalması tanı için en önemli unsurdur. Tanı koymak amacıyla genetik test yapılmasına gerek yoktur. Genetik değişiklik olup hasta olmayan kişiler olabileceği gibi, AAA hastalığı olup yapılan testlerde genetik değişiklik (mutasyon) saptanmayan hastalar da olabilir. SORU: AAA hastalarının ailelerine genetik tarama yapılmalı mıdır? CEVAP:Klinik şikayeti bulunmayanlarda, istisna vakalar dışında, AAA hastalığı olmayacağından ve genetik test tanısal değeri bulunmadığından, hastaların aile bireylerinde genetik mutasyon testlerinin yapılması gerekli değildir. SORU: AA tanısı konulmuş hastalar nasıl tedavi edilir? CEVAP:Kolşisin içerikli ilaçlar tedavinin en önemli unsurudur. Hastaların büyük kısmında hastalık kolşisin ile kontrol altına alınabilir. Kolşisin ile yeteri kadar hastalığı kontrol altına alınamayan hastalara başka antiromatizmal ilaçlar da uygulanabilir. SORU: Gebelikte kolşisin kullanmaya devam edilmeli midir? CEVAP:Gebelikte kullanıldığında kolşisinin olumsuz bir etkisi saptanmamıştır. Atakları olan bir hastanın gebelik süresince kolşisin almaya devam etmesi önerilmektedir. SORU: Tedaviye ne kadar süre devam edilmelidir? CEVAP: Hastalık hayat boyu sürer. Ancak hastaların bir kısmında 35-40 yaşından sonra ataklar azalmaktadır. Ataklara göre ilaç (kolşisin) dozu ayarlanır. SORU: Tedavi ile iç organların etkilenmesi önlenebilir mi? CEVAP:Erken tanı ve etkin tedavi ile hemen daima iç organların etkilenmesi önlenebilir. Böbrekleri amiloidoza bağlı olarak etkilenmiş hastalar da bile tedavi ile böbrek fonksiyonlarında düzelme sağlanabilir. SORU: AAA’ya bağlı olarak böbrek yetmezliği gelişen hastalar nasıl tedavi edilir? CEVAP:Böbrek yetmezliği gelişen hastalara diyaliz tedavisi uygulanır. Bu hastalara böbrek nakli yapılması da mümkündür. BEBEĞİMİN YOLCULUĞU BEBEĞİMİN YOLCULUĞU Hayatınızın en kıymetli üyesinin, bebeğinizin, gözlerini daha dünyaya açmadan geçirdiği muhteşem yolculuğu ölümsüz kılmak istedik. Hamilelik haberini öğrendiğiniz ilk andan doğum anına kadar olan süreçte bebeğinizde meydana gelen fizyolojik gelişmelerin görüntülerini kaydedip, bu görüntüleri montajlayarak kısa film haline getiriyoruz. Bebeğinizin anne karnındaki görüntüleri öğretim üyesi doktorlarımız tarafından okunarak DVD’ye kaydediliyor. Bebeğinizin 6. ayında dört boyutluultrason kayıtlarıdabugörüntülereeşlikediyor.Belgesel niteliği taşıyan bu muhteşem arşiv; özel bir prodüksiyonla kurgulanıp, doğum sonrasında yüksek kaliteli DVD ve USB’ye kaydedilerek sizlere teslim edilmektedir. Bu hizmete ek olarak dilerseniz doğum sonrasında doğum fotoğrafçılığı hizmetimizle de bu özel anınızda yanınızda olmaktan gurur duyuyoruz. Bu pakette; doğum öncesinde, doğumu görüntüleyecek ekibimiz ailelerimizle tanıştırılıyor. Doğum anı, doğum sonrası bebekle ilk karşılaşma, ilk emzirme ve ailece çekilen fotoğraflar, bir CD ye kaydedilerek tarafınıza iletilecek, seçtiğiniz fotoğraflarda ışık ve renk düzeltmeleri yapıldıktan sonra sizlere ulaştırılacaktır. Bu eşsiz anı unutulmaz kılacak dijital görüntüler, günün hikayesine uygun olarak sıralanarak doğum albümü halinde sunulacaktır. Bebeğinizi dünyaya getirmek için seçtiğiniz hastanemizde, bu anın görkemine uygun olacak şekilde, dilerseniz doğum odanızın süslemesi de profesyonel bir ekip tarafından gerçekleştirilmektedir. Bebeğinizle ilgili talep edeceğiniz tüm hizmetler, isteğinize göre detaylandırılarak programlanacaktır. Kişiye özel olarak tasarladığımız, bebeğinizin doğumundan geriye kalacak eşsiz paketlerimiz hakkında detaylı bilgi almak için hastanemize bekliyoruz. İletişim: 0312 212 68 68/1340 42 ANLAŞMALI KURUMLAR LİSTESİ SİGORTA ŞİRKETLERİ 1- ACIBADEM SAĞLIK SİGORTASI A.Ş. 2- AK HAYAT SİGORTA A.Ş. 3- AMERİCAN LIFE HAYAT SİGORTA A.Ş. 4- ALLİANZ SİGORTA A.Ş. 5- ANADOLU ANONİM TÜRK SİGORTA A.Ş. 6- ANKARA ANONİM TÜRK SİGORTA A.Ş. 7- AXA SİGORTA A.Ş. 8- GROUPAMA SİGORTA A.Ş. 9- HALK SİGORTA (BİRLİK SİGORTA) A.Ş. 10-DABKOVİÇ DENİZ ACENTALIĞI 11-DEMİR HAYAT SİGORTA A.Ş. 12-DUBAİ-GROUP SİGORTA A.Ş. 13-EUREKO SİGORTA A.Ş. 14-ERGO SİGORTA A.Ş. 15-SOMPO JAPAN SİGORTA A.Ş. 16-GARANTİ SİGORTA A.Ş. 17-GENERALİ SİGORTA A.Ş. 18-GÜNEŞ HAYAT SİGORTA A.Ş. 19-GÜVEN SİGORTA A.Ş. 20-HDI SİGORTA A.Ş. 21- NTERGLOBAL/TAWUNİYA 22-INTER PARTNER ASSISTANCE 23-MAPFRE GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş. 24-MARM A.Ş. 25-MED-NET SAĞLIK 26-CGM MEDICAL BİLGİ SİSTEMLERİ A.Ş. 27-RAY SİGORTA A.Ş. 28-YAPI KREDİ SİGORTA A.Ş. 29-ZÜRİCH SİGORTA A.Ş. 30-ZİRAAT SİGORTA A.Ş. YABANCI SİGORTA VE ASSISTANCE ŞİRKETLER 1- BUPA INSURANCE LTD. İNGİLTERE 2- EURO-CENTER 3- EUROP ASSISTANCE 4- GMC SERVICES INTERNATIONAL FRANSA 5- MONDIAL ASSISTANCE 6- REMED ASSISTANCE 7- S.O.S. INTERNATIONAL AMBULANS SERVİSİ A.Ş. 8- TUR ASSIST 9- VANBREDA 10- ADAC BANKALAR 1- BANK ASYA A.Ş. 2-FORTİS BANK A.Ş. 3- ESBANK EMEKLİ SANDII VAKFI 4- T. EXIMBANK A.Ş. 5- T. İŞ BANKASI A.Ş. 6- ŞEKERBANK VAKFI 7- T.C. MERKEZ BANKASI 8- T.C. MERKEZ BANKASI SOSYAL GÜVENLİK VAKFI 9- TÜRKİYE VAKIFLAR BANKASI YRD. SAND. VAKFI 10-GARANTİ BANKASI A.Ş. TİCARET ŞİRKETLERİ 1- ANKARA SANAYİ ODASI BAŞKANLIĞI 2- ANKARA TİCARET ODASI BAŞKANLIĞI 3- ANADOLU A.T. SİGORTA (Personeli) 4- MİLLİ REASÜRANS T.A.Ş.VAKFI 5- İSVİÇRE BÜYÜKELÇİLİĞİ 6- KKTC SAĞLIK BAKANLIĞI 7- LİBYA BÜYÜKELÇİLİĞİ 8- SOSYAL GÜVENLİK KURUMU 9- TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ 10-T. MUHARİP GAZİLER DERNEĞİ GENEL BAŞKANLIĞI 11-T. GAZİLER KÜLTÜR VE YARDIMLAŞMA VAKFI 12-TÜRK GÜREŞ VAKFI 13-TÜRK TELEKOM VAKFI 14-TCDD VAKFI PİLOTAJ 1- HAN HAVACILIK BALONCULUK 2- HELİPOTUGAL S.A. 3-SİNDEL HAVACILIK 4-TÜRK HAVA KURUMU 5-YÜZÜAK HAVACILIK Mareşal Fevzi Çakmak Caddesi 10. Sokak, No: 45 Bahçelievler/ANKARA Tel: (0312)212 68 68 Faks: (0312) 223 73 33 www.baskent-ank.edu.tr