TARİH - KÜLTÜR - İNANÇ KENTİ DİYARBAKIR
Transkript
TARİH - KÜLTÜR - İNANÇ KENTİ DİYARBAKIR
TARİH - KÜLTÜR - İNANÇ KENTİ DİYARBAKIR T.C. DİCLE ÜNİVERSİTESİ TARİH - KÜLTÜR - İNANÇ KENTİ DİYARBAKIR Prof. Dr. Yusuf Kenan HASPOLAT Koordinatör TARİH - KÜLTÜR - İNANÇ KENTİ DİYARBAKIR Prof. Dr. Yusuf Kenan HASPOLAT (Koordinatör) Editörler Prof. Dr. Yusuf Kenan Haspolat Öğr. Grv. Aysel Alyamaç Yılmaz İSBN: 000-000-000-000-0 ŞUBAT 2013 Baskı UZMAN MATBAACILIK VE CİLTLEME Kadir TÜRKMEN Davutpaşa Cad. Güven Sanaii sitesi B / Blok No: 315 Topkapı - İSTANBUL Tel: (O212) 565 23 00 Gsm: 0555 616 17 21 Grafik & Tasarım Eda Esra ÇELİK ve Seda ÇELİK Yayınların Bilimsel ve Hukuki sorumluluğu Yazarlara aittir. Katkılarından dolayı Hani Kaymakamı İsmail ŞANLI’ya teşekkür ederiz. Kaynak gösterilerek kısa alıntı yapılabilir. Kısmen ya da tamamen çoğaltılamaz. İÇİNDEKİLER 11. DİYARBAKIR ULU CAMİ VE ÇEVRESİNDEKİ YAPILARIN TURİZM AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ VE ÖNERİLER Yrd. Doç. Dr Emine DAĞTEKİN, Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Semra HİLLEZ, Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürlüğü YORGUN DÜŞLERİMDE SEN (Diyarbekir İçin Yazılmış Şiir) Aysel Alyamaç Yılmaz 12. DİYARBAKIR MİNARELERİ Pınar GÜRHAN, Sanat Tarihçi(Diyarbakır Valiliği 1 . TA R İ H İ S O K A K L A R I V E E V L E R İ Y L E M E K A N S A L ÖRÜNTÜNÜN YARATTIĞI DÜŞLERİN TAŞLARA YAZILDIĞI KENT: DİYARBAKIR Ayşegül Ümran ABAKAY / Arkeolog Öğr. Gör. *Aysel YILMAZ, Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, **Mine BARAN, Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Yrd. Doç. Dr Resul ÇATALBAŞ, Dicle Üniversitesi, Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi 2. KIRSAL TURİZM-KIRSAL KALKINMA İLİŞKİSİ ve DÜNYADA KIRSAL TURİZM ÖRNEKLERİ Prof. Dr. Emrullah GÜNEY, Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Arş. Gör. H.Yusuf GÜNGÖR, Dicle Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü,Arş. Gör. Ayhan KARAKAŞ, Dicle Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Turizm İşletmeciliği Bölümü,Okt. Ömer FINDIKDALI, Dicle Üniversitesi Diyarbakır Meslek Yüksekokulu Ağırlama Hizmetleri Programı 3. SÜRYANİLERİN DİYARBAKIR'DAKİ TARİHİ MEKANLARI, Mehmet ŞİMŞEK, Araştırmacı- Yazar 4. DİYARBAKIR KALESİ BURÇLAR -SURLAR, Mehmet Ali ABAKAY , Araştırmacı-Yazar 5. DİNİ MOTİFLERİYLE DİYARBAKIR Yrd. Doç. Dr. Hayreddin KIZIL, Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi 6. DİYARBAKIR MERKEZ TÜRBELERİ, Prof. Dr. Kenan HASPOLAT, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi 7. DİYARBAKIR MESİRE MEKANLAR Vedat GÜNDOĞAN, Araştırmacı-Yazar 8.TARİHİ YÖNDEN DİYARBAKIR HAMAMLARI, Vedat GÜLDOĞAN-Araştırmacı-Yazar 9. HZ. SÜLEYMAN CAMİ VE HAZİRESİ Yrd. Doç Alaattin DİKMEN, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi FDB Bölümü 10. DİYARBAKIR KÖŞKLERİ, Yrd. Doç. Dr Mine BARAN, Aysel YILMAZ, Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi 13. DİYARBAKIR KÖPRÜLERİ 14. DİYARBAKIR VE İNANÇ TURİZMİ, 15. DİYARBAKIR'IN TURİZM COĞRAFYASI ÖZELLİKLERİ, 16. TARİHİ AÇIDAN DİYARBAKIR KÖŞKLERİ, Vedat GÜNDOĞAN, Araştırmacı –Yazar 17. DİYARBAKIR HANLARI VE ÖZELLİKLERİ, Prof. Dr. Kenan HASPOLAT Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi 19. DİYARBAKIR KİLİSELERİ Yrd. Doç F. Demet AYKAL, Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi 20. DİYARBAKIR MAĞARALARI Prof. Dr. Kenan HASPOLAT, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi 21. DİYARBAKIR MERKEZ CAMİ VE MESCİDLERİ Aygül DORU Araştırmacı –Yazar 22. DİYARBAKIR 'IN SU KAYNAKLARI VE ÇEŞMELERİ Prof. Dr. Kenan Haspolat. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültes YORGUN DÜŞLERİMDE SEN Adını yazdım surlarına Taşının karanlığına, bahtının aydınlığına Döndüm baktım geçmişin anılarına Anılarımda hep seni aradım Diyarbekirim. Bir türkü oldun dilimde Hece hece okudum şiirlerimde Gecemde gündüzümde Hep seni aradım Diyarbekirim. Mehtabı seyrederken eyvanında Yıldızları saydım tek tek damında tahtında Düşler kurdum çocukluk anılarımda Yine seni aradım Diyarbekirim. Örtmelerin gizledi sırlarımı Küçelerin söyledi umut şarkılarımı Fısıldadı çeşmelerin sevdamı, aşkımı Geçmişimde seni aradım Diyarbekirim. Anılarım bir bir uzandı çocukluğuma Dicle gibi tarifsiz bir coşkuyla Nazlı gelin misali bir edayla Uyandım yine seni aradım Diyarbekirim. Taşlara çizdiler seni desen desen Kadim tarihini, geçmişini, sevgini Güller, sevdalar, inançlar şehri Kokun gül. Peygamber teri misali Koklayıp durdum seni Diyarbekirim. Adım adım gezerken küçelerini Her bir yerinde aradım atamı dedemi Heyhat bulamadım hiçbir izimi Yorgun düşlerimde kaldın sen Diyarbekirim. AYSEL ALYAMAÇ YILMAZ 5 TARİHİ SOKAKLARI VE EVLERİYLE MEKANSAL ÖRÜNTÜNÜN YARATTIĞI DÜŞLERİN TAŞLARA YAZILDIĞI KENT: DİYARBAKIR Akıp giderken zaman Direnmekteyim ben her an Taşın ölümsüzleştirdiği mekanlarım inan Aysel Yılmaz* Mine Baran** Giriş Karacadağ’dan Dicle’ye uzanan geniş bazalt platosunun doğu kenarında, Dicle Vadisinden 100 metre yüksekte yer alan Diyarbakır kenti, surlarının şekliyle arazinin doğal yapısına uyum sağlamıştır. Yapım tarihi bilinmeyen kalenin kuzeydoğusunda bulunan İçkale kesiminin, yerleşim yerinin çekirdeğini oluşturduğu ve küçük çapta bir kalenin İ.Ö. 3000 yıllarında, yani Hurriler zamanında inşa edildiği sanılmaktadır. Büyük kültürler büyük sularla doğar sözünü doğrularcasına, Mezopotamya’yı kucaklayan iki nehirden biri olan Dicle’nin beslediği verimli topraklar üzerinde yükselen dünyaca ünlü surları Diyarbakır’ın barındırdığı tüm kültür mirasının bir abidesidir. Dolayısıyla, zengin kültürel ve tarihi mirasıyla bir “dünya kenti” olmayı hak eden Diyarbakır, kimliğini belirleyen birçok değerleriyle surları, camileri kiliseleri, mescitleri, hanları, hamamları, çeşmeleri, evleri ve köşkleriyle canlı bir kentsel yaşama sahip olmuştur. 1940’lı yıllara kadar geleneksel özelliklerini büyük ölçüde korumuş olan kent, maalesef 1950’li yıllardan itibaren sur dışına doğru genişlemeye başlamıştır .Özellikle 1980 li yıllardan itibaren bölgede yaşanan yoğun göçün etkisiyle sur içi yavaş yavaş yapısal bozulmalarla günümüze kadar gelmiştir. Geçen yıllara direnen Diyarbakır sur içi birçok bozulmalara karşın hala ben buradayım, geçmişin derin izleriyle savaşıyorum dercesine mimari birçok eseriyle yaşayan bir kent. Anadolu’nun diğer kişilikli kentleri gibi sur içi dokusuyla korunmayı, tanınmayı, anlaşılmayı ve gelecek kuşaklara aktarılmayı çokça hak eden bir kent. Tarihi sur içi dokusu; konut, yönetim ve ticaret bölgelerinden oluşmaktadır. Tarihi Yerleşke genelden özele doğru giden bir düzen içersindedir. Bu dokudaki konut alanları örüntüsü meydanlar, sokaklar (küçeler) ve konut alanlarından oluşmaktadır. Konutlar da kendi dokusu içersinde farklı verilere göre bir örüntü kurgusu içinde avlu etrafında konumlandırılmışlardır. *(Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi)yilmazaysel45@gmail.com **(Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi)mbaran@dicle.edu.tr 6 Şekil 1. Sur içi’nin 1939 yılı hava fotoğrafı (Diyarbakır Büyükşehir Bld Arşivi) Diyarbakır sur içi örüntüsünün oluşmasında yerleşimin surlarla çevrili olmasının ve alanı sınırlamasının büyük ölçüde etkisi vardır.Dokunun surlarla çevrili olması güvenlik nedenlerine bağlantılı olduğu düşünülebilir.. Ayrıca Diyarbakır ‘ın sıcak-kuru iklime sahip olması evlerin bitişik, avlulu bir düzen içersinde gelişi güzel bir sokak dokusuyla organik bir biçimde gelişmesine olanak tanımıştır. Diyarbakır kale içindeki parseller düzenli olmayan geometriye sahip olduğu için sokaklarda ortaçağ kentlerinin genel özelliğine benzer şekilde organik dokuda ve düzensiz gelişmiştir. Roma döneminde yeniden düzenlenerek yapıldığı bilinen kanalizasyon ağının ana yolların altından geçtiği düşünülünce yapılaşmanın da düzensiz sokaklara uygun doğrultuda devam ettiği anlaşılmaktadır. Şekil 2. Diyarbakır kent planı. (Kaynak: Gabriel, 1940) 7 Diyarbakır zaman zaman, bölge içindeki konumu nedeniyle çevredeki yerleşimlerde bulunan kültürlerden farklı şekilde etkilenmiştir. Eski Diyarbakır ve Mezopotamya evleri kitlesel biçimleri ile birbirine benzemektedir. Bu benzerlik, Mezopotamya ile adeta kaynaşan yerleşimlerde olduğu gibi yapı kültürü etkisi ile birleşerek geleneksel sur içi dokusunu oluşturmuştur. En az beşbin yıllık bir geçmişe sa-hip olan Diyarbakır Evleri de binlerce yılın verdiği deneyimler sonucu gelişerek, şehrin tarihi kimliğine ve iklim şartlarına en uygun bir konuma gelmiş ve malzemenin etkisiyle kendisine özgü bir mimari form oluşturmuştur. Diyarbakır ili volkanik bir arazi üzerinde kurulu olduğundan çevresinde bol miktarda bazalt taş bulunmaktadır bu yüzden yapılarda yöresel malzeme olarak bazalt taş kullanılmıştır. Geçmişteki Sur İçi Dokusu 1950 öncesinde genellikle bir bodrum katı üzerine kurulmuş tek katlı yapılar çoğunlukta iken sonraları iki katlı evler çoğalmaya başlamıştır. Türk İslam mimarisinin özelliklerini taşıyan Diyarbakır Evleri, son 20–30 yılda sur içinin hızlı göç alması sonucu düzensiz yapılaşmayla birlikte yok olmaya başlamıştır. Ancak son yıllarda koruma bilincinin artmasıyla, bazı evler yaşatılmaktadır. Aslında hala geçmişin izleri duruyorsa bilinki siyah taşının ölümsüzlüğündendir. Şu an yıl 2012 ve ben geçmişin izlerini ararken bu sokaklarda (küçelerde) aklım geçmişte kaldı. Geçmişin sokaklarını, evlerini arar oldum bir anda. Tarihini, geçmişini surlarına taşlarına yazan bu şehir böyle mi olmalıydı? Kesintisiz, sürekli ve görkemli olmalıydı eviyle, sokağıyla. 1914–1964 lü yıllardaki Diyarbakır sokaklarına, evlerine ait fotoğraflara baktığımızda nelerin yok olup gittiğini görüyoruz. Yitip giden sokaklar, evler ve de nice yaşanmış hayatlar. Fotoğraf 1. Diyarbakır 1914 yılından önce doğu yönünden Yeni Kapı civarından çekilmiş fotoğraf. (Orlando Carlo calumeno Koleksiyonu) (Osman Köker sergisi) 8 Geçmişte ezan, çan sesinin birlikte nice hazan mevsimlerinde duyulduğu o günler hoşgörünün göstergesiydi. Dini, dili, ırkı ne olursa olsun beraber yaşanabildiğinin bilindiği bir şehirdi Diyarbakır. Fotoğraf 2. Istepan Manugyan ile Lusya Tütüncüyan ın 1908 de Surp Gragos Kilisesinde yapılan Düğünü (Bedros Istepanyan aile albümü) ) (Osman Köker sergisi) Fotoğraf 3. Esma Ocak Evinde Bir Nikâh Töreni 9 Bu sokaklar, bu evler dile gelse neler anlatırlar kim bilir geçmişe dair.. Sevinçlerin, acıların sevdaların paylaşıldığı ayrı-gayrının olmadığı nicesi yıllardı onlar. Türkü, kürdü, ermenisi, süryanisi ve daha nicesi yıllar boyu bu sokakta (küçede) az mı yaşamışlardı hep. Birlikte. aynı havayı soluyup, aynı güzellikleri, acıları, sevinçleri az mı paylaşmışlardı. Bir güne bir gün aralarında hiçbir tatsızlık yaşanmamıştı. Herkes birbirine saygılıydı, sevgiliydi. Hatta kız alıp verenler de olmuştu. Böylece kan kana, can cana karışmış, ayrılık, gayrılık tümden yok olmuştu. Sonra o pek hatırlamak istemediğimiz savaş yıllarında ne olmuşsa olmuş, onca komşu bir bir veda edip ayrılmıştı aralarından. Komşu gitse de yaşanmış onca hatıralar unutulmazdı elbette. İşte hatırlandığında yaşanmışlıklar mazide kalmış ama iz bırakmış derin hatıralardır şimdilerde. Fotoğraf 4. Eski Diyarbakır Genel Görüntüsü – 1965 (M. Ş. Küçükdoğu) Bazalt Taşın ve İklimin Şekillendirdiği Eski Diyarbakır Sokakları Kentin mimari oluşumunu etkileyen bu gelişimlerin yanı sıra, bölgenin fiziksel yapısı, topoğrafik ve jeolojik yapısı, iklim durumu ile kentin sosyo-ekonomik yapısı da yerleşimini etkileyerek bazı bölgesel özellikleri beraberinde getirmiştir. Bu bölgesel özellikler, neredeyse kentin tamamının yapımında kullanılan bazalt ve kalker birlikteliğinin doğmasına yol açmıştır. Diyarbakır’daki taş işçiliği çeşitli dönemlerde kent halkının ulaştığı estetik düzeyle birleşmesinin yanı sıra, sosyoekonomik yapının da bir göstergesi olmuştur. Kentteki taş işlemeciliği, şehir sokaklarına cephe veren yapıların işlevine göre siluet kazanmasında önemli bir yere sahiptir. Üzerlerindeki süsleme, bezeme veya kabartmalar yapının işlevine göre değişmesinin yanı sıra, hâkimiyetinde bulunan devletlerin özelliklerini de yansıtır nitelikte olmuştur. Taş işçiliğindeki ustalık ile bu ustaların taşa yükledikleri anlamlar, birkaç bin yıllık kent tarihini ortaya koyar niteliktedir. Sokağa cephe veren yapılardaki taş işçiliğinin insan boyutunda sokağa etkileri, 10 taşın, işçiliğinden doğan özelliklerinin sokak üzerindeki ifadeleri de son derece anlamlı olmuştur. Rengi siyah olan bu taşlar evlere, sokaklara ve kent dokusuna gizemli olduğu kadar, gerçekle düş arasında bir dünya sunmuştur. Bu iki dünyayı paylaşacak, ortaklık kuracak biz dostları ise hep konuk etmiştir evler ve sokaklar. Renginin siyahlığı düşlerimizin beyazlığıyla birleşmiş ve muhteşem bir görselliği bizlere sunmuştur. Fotoğraf 5. Dokusuyla-İnsanıyla Yaşayan 1965 yıllarına Ait Eski Diyarbakır Sokakları (M.Ş. Küçükdoğu ) Fotoğraf 6. Eski Diyarbakır Sokak Dokusunun Bütün Zenginliğiyle Bizlere Sunduğu Muhteşem Görsellik -1965 ( M. Ş. Küçükdoğu ) 11 Diyarbakır sokak dokusunun biçimlenmesinde iklimsel koşulların da büyük etken olduğunu söyleyebiliriz.,sokak genişliklerinin yer yer 2 - 3 m. ye kadar düşmesinde; yazın yüksek sıcaklardan korunma amacı bulunmaktadır. Sokakları çevreleyen evlerin avlu duvarları bitişik ve yüksek tutulmuştur. Birbirinin üzerine yaslanmış, bu yüksek duvarlarla sınırlanan sokaklar sıcağa karşı korunmuş ve böylelikle günün her saatinde küçelerin (sokakların) gölge olması sağlanmıştır. Bu sokaklarda bir başka gölge alanları ise örtmelerdir (Kabaltı). Düz ahşap kirişli olan örtmeler sokak genişliğince ve derinlemesine oluşturulmuş, zengin ailelerin bir oda daha kazanma ihtiyacından doğmuş ancak iklimsel verilerle birleşince bu tasarım, sokak dokusuna çeşitlilik, müthiş zenginlik bir o kadarda iklimsel konfor sağlamıştır. Böylece günün her saatinde gölgelik alanlar oluşturulmuştur. Sıcaklığın 45 dereceleri bulduğu saatlerde bedenimizde hissettiğimiz sıcaklık ve terleme sokağa girdiğimizde aniden müthiş bir serinlik hissine bırakmaktadır. Örtmeler; soluklanmak serinlemek için konforlu alanlar yaratmıştır. Fotoğraf 7. Işık ve Gölgenin Sokak Dokusundaki Dansı-1965 (M.Ş. Küçükdoğu ) 12 Diyarbakır ve çevresi bazalt yatakları bakımından zengin bir bölgedir. Bu zenginlik sur içi dokusunun taş malzeme kullanılarak taş mimarinin en güzel örneğini sunmuştur bizlere. Diyarbakır’daki taş işçiliği çeşitli dönemlerde kent halkının ulaştığı estetik düzeyle birleşmesinin yanı sıra, aynı zamanda ailelerin sosyo-ekonomik yapısına göre daha gösterişli evlerin oluşmasını sağlamıştır. Kentteki taş işlemeciliği, şehir sokaklarına cephe veren yapıların işlevine göre bir siluet kazandırmıştır. Sokak ve evlerdeki süsleme ve bezemeler taş ustalarının maharetli ellerinde hayat bulmuş tıpkı bir dantel gibi işlenmiştir. Bazen kendi hayatlarını, zevklerini, bazen de ev sahibinin zevkini yansıtmışlardır. Sert ve işlenmesi zor bir malzeme olan bazalt taş;şimdilerde yok olmuş taş ustalarının taşa yükledikleri anlamlarla hayat bulmuştur. Fotoğraf 8. Alipaşa Sokak (1927) Diyarbakır sur içi dokusunda evlerin büyük kısmı avluya bakmaktadır. Evler mahremiyet, iklimsel verilerden dolayı yüksek duvarlarla çevrilidir. Sokağa yönelmiş mekan sayısı çok fazla değildir. Sokağa yönelmiş mekânlar sokağın üzerine kurulan odalar ve şahnişinlerdir. Sokağın üzerine kurulan bu odaların alt geçitlerine örtme veya kabaltı denmektedir. Evlerin yüksek duvarları ve örtmeler sokak dokusu içersinde serin ve gölgelik alanlar oluşturur. 13 Fotoğraf 9. Henüz yok olmamış kabaltı örnekleri 14 Fotoğraf 10. Bazen sessiz bazen canlı kabaltılarımız 15 Diyarbakır’da sert bir kara iklimi egemendir. Yazları çok sıcak geçer. Yılın hemen hemen 7 -8 ayı yaz mevsimini yaşayan Diyarbakır’da Sokak dokusunun şekillenmesinde iklimsel veriler etkili olmuştur. Sokak genişliklerinin yer yer 2 – 3 m. ye kadar düşmesinde; yazın yüksek sıcaklardan korunma amacı etkili olmuştur. Sokakları çevreleyen evlerin avlu duvarları bitişik ve yüksek tutularak adeta birbirinin üzerine yaslanmış gibi duran bir konum almıştır., Böylelikle bu yüksek duvarlarla sınırlanan sokaklar sıcağa karşı korunmuş ve günün her saatinde küçelerin (sokakların) gölge olması sağlanmıştır. Bu sokaklarda bir başka gölge alanları ise örtmelerdir (Kabaltı). Düz ahşap kirişli olan örtmeler sokak genişliğince ve derinlemesine oluşturulmuş, zengin ailelerin bir oda daha kazanma ihtiyacından doğmuş ancak iklimsel verilerle birleşince bu tasarım, sokak dokusuna çeşitlilik, müthiş zenginlik bir o kadarda ekolojik verimlilik kazandırmıştır. Sıcaklığın 45 derecelere çıktığı saatlerde örtmelerin altında soluklanmak, serinlemek bizim için doğal klima etkisi yaratmaktadır. Fotoğraf 11. Çocukların oyun oynayabileceği alanlar olmaktadır bazen sokaklar. 16 Fotograf 12. Bazen biraz soluklanıp sohbet noktasıdır sokaklarımız Fotoğraf 13. 17 Şimdilerde yarısı yitik ve yoksun hayal-meyal Fotoğraf 14. İşte bazende ekmek kapısıdır. Elmalı şekerimi satabilecek miyim? acaba Sokak genişliklerinin dar tutulduğu sur içinde sokak dönüşlerini rahatlatmak için pahlanmış duvar yüzeyleri oluşturulmuştur. Bu atlı, araba ve yayaların rahat dolaşımını sağlamak için yapılmıştır. Yine çıkmaların altındaki konsol taşları, sokak dokusuna ayrı bir estetik, üzerlerindeki taş işçiliği ise taş ustasının maharetini, zevkini ortaya koyar niteliktedir. Fotoğraf 15. Pahlanmış Köşe Yüzeyleri. ( A.Bekleyen, N. Dalkılıç ) 18 Fotoğraf 16. Binği Taşları Örnekleri. Diyarbakır sur içi sokak dokusuna anlam katan öğelerden biriside kapılardır. Avlularla çevrelenmiş evlerin sokaklarla buluşma noktasıdır. Kapılar, hem sokakla buluşma, dışa açılma hem de ev içi hayatı koruma, sakınma işlevini üstlenirler. Kapı ve kapıların üzerindeki aksamların her biri ayrı bir anlam ve incelik göstermektedir. Ev halkının sosyal, ekonomik kültürel durumunu da yansıtmaktadır. Örneğin hacca gitmişse yazılan yazılarla hacca gittiğini demirci ustasıysa özel demir işçiliğini yansıtır süsleme ve bezemelerle farklılaştırılırdı kapılar. 19 Evlerin kapı tokmaklarının şekli, biçimi, çıkardığı ses her biri ayrı bir anlam içermektedir. Kapı tokmakları çift halkadan oluşmuştur. Bunlardan, aslan başı motifli ve büyük olanı kalın, çiçek motifli ve küçük olanı da ince ses çıkartırdı. Eğer eve bir erkek misafir gelmiş ise, kalın sesli tokmağı tıklatır, içerdeki ev sahibi gelenin erkek misafir olduğunu anlar, kapıyı evin beyi açar, bey yoksa mahremiyete uygun olarak kapı açılırdı. İnce sesli tokmağın sesi duyulmuş ise, gelenin bir hanım olduğu anlaşılır, kapıyı evin hanımı açardı. Fotoğraf 17. Hala konuklarını beklercesine duran geleneksel kapılarımız. Fotoğraf 18. Kapılardaki farklı biçimlerde yapılmış tokmaklar. 20 Diyarbakır sur içi sokak dokusunda çok sayıda çeşme bulunmaktadır. Ancak bunların birçoğunun suyu akmamakta, Özgünlüğünü yitirmiş durumdadır. Oysaki sessizliği, yalnızlığı yok eder suyun sesi. Çeşmeler insanlar için buluşma noktası olmuştur eski Diyarbakır da Orda paylaşmış sevincini, nazını, üzüntüsünü. Üstelik sıcaklığın 40–45 derece sıcaklığa ulaştığı mevsimlerde ferahlatmış, serinletmiştir insanları. Neşeliydiler onlar. Çocukluğumun belki de en güzel anıları çeşme başında suyla oynarken geçmiştir. Üstümü, başımı ıslattığım an annemin yeter hasta olacaksın sesiyle koşuştuğum anlardı. Ama şimdilerde onlar da yıkım ve kıyımın eşiğinde. Fotoğraf 19. Susuz ve suskun çeşme. Ziya Gökalp Mahallesi Tahtalı Katsal Sokak (İsmet Paşa İlkokulu Arka Duvarı) Fotoğraf 20. Sultan Şuca Çeşmesi Hz. Ömer Cami Cami Duvar Bitişiği 21 Geleneksel Diyarbakır Evleri Mekansal Örüntü Kurgusu Bu özgün mimari formu oluşturan birçok tasarım kriterleri vardır. Bunlar: - İklimsel veriler - Sosyo kültürel veriler - Fiziksel çevre verileridir. Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk iklim etkisi altındaki Diyarbakır’da geleneksel konutlar avluludur. Avlu, kuru yaz sıcağı ve soğuk kış rüzgârlarına karşı en basit korunma şeklidir. Sıcak ve kurak iklimin eski Diyarbakır Evi biçimine etkisi, avlu çevresindeki kitlelerin dizilişlerinde ve içe doğru yönlenmelerinde açıkça görülür. Avlu çevresindeki odaların oluşturduğu mekânlar uygun güneş yönüne göre yerleştirilmişlerdir. Bu yönlenme, yazın kullanılan yazlık, kışın kullanılan kışlık ve baharda kullanılan mevsimlik odaların ayrı ayrı yerlerde tasarlanmasına neden olmuştur. Yazlık bölümler güneşten fazla etkilenmemek için kuzeye, kışlık bölümler ise bol güneş alabilmesi için güneye yönlendirilmişlerdir. Bu yüzden güney cephesi bol pencerelidir. Baharlık kitle ise dış ve orta avlulu evlerde görülür. Avlunun doğu veya batısında bulunur. Tasarım kriterlerinden biri de sosyal ve ekonomik değerlerdir. Her tasarımın arkasında bir toplumsal değer ve tutumlar kümesi yatar. Fiziksel çevre etmenleri ile canlı arasındaki dengeyi amaçlayan bir “ara çevre”olan binada bunca çeşitlenmenin nedenleri vardır elbette Kaplumbağa ve salyangoz aynı dış çevre koşullarında barınabilirken neden farklı evcikler içinde oluşurlar? Ayrıca bu kabuklar, sadece canlıların biyolojik süreçlerine, enlerine, boylarına uygun olmakla kalmayıp yaşama biçimlerine, korunma ve dayanışma davranışlarına da koşutluk gösterirler. Bu ifadelerin yansımasını Diyarbakır sivil mimarisinde de görmek mümkündür. Eski Diyarbakır aile yapısı büyük ve ataerkil bir nitelikteydi. Büyük aile; ana, baba ve çocuklardan oluşan çekirdek ailelerin birleşimidir. Bu nedenle bu büyük aile yapısı bir ortak alan olan avlulu bir düzen oluşturmuştur. Aile yapısının büyüklüğü, evlerin büyüklüğünü, avlu ve çevresindeki kitlelerin sayısını belirlemiştir. Ayrıca dini inancın etkisindeki bir aile yaşantısı ve bunun sonucunda oluşan evin gizliliği hem içte, hem de dışta olmak üzere iki şekilde evin kitlesel biçimlenmesini etkilemiştir. İçteki gizlilik harem ve selamlık bölümleriyle sağlanmıştır. Eski evlerde bu bölümler iki ayrı ev gibi düşünülmüş, ancak bağlantı bir ara kapıyla sağlanmıştır. Zengin ailelere ait evlerde bu iki bölüme de rastlanır. Diğerlerinde de avlu evin haremidir. Dıştaki gizlilik ise, evin yüksek duvarlar arkasında kalması ve dışarıya kapalı olmasıyla sağlanır. Bu kapalılık sokağa ve yandaki komşu evlere doğru olur. 22 Eski Diyarbakır Evlerinde çatının eğimli değil de çoğunlukla düz bir dam şeklinde olması günlük hayatın bir sonucudur. Sıcak yaz gecelerinde damda, tahtta yatılırdı. Bu kullanıcı gereksinimine bağlı etmen, damın yatma eyleminde kullanılmasına, dolayısıyla düz yapılmasına neden olmuş ve kitlesel biçimlenmeyi bu yönde etkilemiştir. Fotoğraf 21. Dam” da “taht” ( http://www.bilinmeyendiyarbekir.com/yirmidort_saat.html). Fotoğraf 22. Damda Tahtlar. (A.Tekin,1971) 23 Şekil 3. Zemin Kat Planı Şekil 4. Birinci Kat Planı Şekil 5. 24 Şekil 6. Geleneksel Diyarbakır Evi Plan – Kesitleri. (M.Ş.Küçükdoğu’dan işlenerek) Fotoğraf 23. Cahit Sıtkı Tarancı Evinden İklime Göre Tasarlanmış Cepheler. Fotoğraf 24a. Ahmet Arif Müzesi Olarak Kullanılan Ev 25 Fotoğraf 24b. Ahmet Arif Müzesi Olarak Kullanılan Ev Fotoğraf 25. Zingilli Sokakta zamana yeterince direnmiş ama yıkımın kıyısında kurtarılmayı beklercesine duran bu ev kim bilir nelere tanıklık etmiş, Fotoğraf 26. Bir zamanlar çok görkemliydin cemil paşa konağı. Taş tasarımının en güzelini anlatır her bir detayın. 26 Fotoğraf 27. Kent müzesi olarak işlevlendirilecek olan cemil paşa konağının restorsyonu yapılmaktadır. (M. Halifeoğlu) Diyarbakır mimarisini oluşturan diğer bir önemli etken; evlerinden kiliselerine, camilerine, köprü ve çeşmelerine kadar tüm yapılarında kullanılmış olan malzemedir. Ana malzeme, sönmüş bir yanardağ olan Karaca-dağ’ın Dicle kıyısına kadar püskürtmüş olduğu lavlardan oluşan bazalttır. Diyarbakır yapılarında gözenekli ve gözeneksiz olmak üzere iki tür bazalt taşı kullanılmıştır. Gözenekli olan bazalt taş, işlenme kolaylığının yanı sıra doğal klima işlevi de görmektedir. Avluda ve evin iç kısmında bu yapı malzemeleriyle oluşturulmaya çalışılan bu mikroklimatik ortam ile iklimsel konfor sağlanmaktadır. Yazın güneşin çekilmeye başladığı zamanlarda avluya ve eyvana dökülen su, taşın gözeneklerine dolarak doğal bir serinlik yaratır. Gözeneklerdeki suyun, sıcaklığın etkisiyle buharlaşması sonucu çevreye serinlik yayılır. Bu nedenle de özellikle avlu ve eyvan döşemelerinde gözenekli taş kullanılır. Gözeneksiz taş ise daha çok taşıyıcı sistemde, sütunlarda ve havuz yapımında kullanılır. Böylelikle bina kabuğunun doğal iklimlendirme aracı olarak kullanımı sağlanmış olur. Diyarbakır Evi tasarım kriterlerinde su, gölge ve yarı açık alanlar önemli yer tutar. Eyvanda bulunan havuz ve su kanalı bodrumda yer alan serdap, sıcak bir iklimin etkisinde oluşan yapısal, mekâna yansıyan elemanlardır 27 Fotoğraf 28. Evlerdeki farklı planlı havuzlar Fotoğraf 29. Havuzlarda su kadehleri örnekleri Fotoğraf 30. Avluda kanallar, tulumbalar 28 Fotoğraf 31. Evlerde bazalt taşın kullanımı ve süslemeleri. (K.Haspolat) Diyarbakır geleneksel konut mimarisi bir çok yönüyle özgün ve seçkin tasarıma sahiptir. Sosyal mimarlık - Fiziksel mimarlık sentezinin, iyi sağlandığı bir mimarlık örneği sunar bizlere. -Yaşam tarzının mekâna yansıtılması -Malzemenin ve strüktürün rasyonel yorumlanması -Bina-çevre ilişkilerinin bir bütünlük içinde yorumlanması açısından modern çevrelere de ışık tutabilecek birçok tasarım özelliğine sahiptir. Diyarbakır geleneksel konut mimarisinde mekân zenginliği öylesine güzel yaratılmış ki;. ne kullanılmayan mekânlara ne de kargaşa hissi veren mekânlara pek rastlanmamaktadır. Mekânların oluşumunda, kişiye çevreden gelen mesajların yoğunluğu; hassas bir dengelenme ile değişik algılamalara olanak sağlayabilecek boyuttadır. Böylesine özgün sivil mimari değerimiz olan bu sokakları, çeşmeleri, evleri koruyalım-yaşatalım. Zaman akıp gidiyor. 29 Direndiyse bugüne kadar; taş olmasıydı onu ölümsüz kılan. Direndi taşlı mekânlar yıkıma, kıyıma karşın. Yaşamak, en iyisiyle tadıyla, heyecanıyla özlenen güzelliklere ulaşmak ümidiyle yaşamak. Umutların birer birer filizlendiği, her filizlenen dalında sevginin,barışın çiçek açtığı,her çiçekte Diyarbakır’ın kokusunu duyabileceğimiz bir diyara ihtiyacımız var. Bizim güneşe ihtiyacımız olduğu kadar inanca, kültüre, suya ve bizi büyütecek, kalkındıracak değerlerimize sahip çıkmaya çokça ihtiyacımız var. KAYNAKLAR AĞARYILMAZ, İsmet (1991), “Diyarbakır Kenti Tarihi Yapısı, Sorunları ve Korunması İçin Temel Yaklaşımlar”, Diyarbakır’ı Tanıtan Adam Yazar Şevket Beysanoğlu’na 70. Yaş Armağanı, Ankara. BARAN Mine, YILMAZ, Aysel “Geleneksel Diyarbakır Evlerinde Avlu Ve Su Öğesi”, Tarım Doğa ve Çevre Sempozyumu, Dicle Üniversitesi, Diyarbakır, 1-3 Haziran 2010 BARAN Mine “Halk Bilimi Bağlamında Anadolu Türk Konutunda Mekansal Oluşum” Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2000 BAŞAKMAN, Mutlu, Geleneksel Konut Çevrelerinin Korunması Balgamında Geleneksel Bölgesel Mimarinin Yorumlanması ve Modern Çevrelerin Yaratılmasına Işık Tutması, Fırat Üniversitesi Yayınları, Elazığ, Ağustos, 1991. BEKLEYEN. Ayhan, . Neslihan DALKILIÇ, Geçmişin Günümüze Yansıyan Fiziksel İzleri: Geleneksel Diyarbakır Evleri, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, Diyarbakır–2011 ERGİNBAŞ, Doğan, Diyarbakır Evleri, İstanbul. 1953 GABRIEL, Albert, Voyages Archeologiques dans la Turquie Oriantale, Paris. 1940 30 KEJANLI Türkan, YILMAZ Aysel, AYKAL F. Demet, “Diyarbakır Suriçi Sokak Dokusuna Kimlik Kazandıran Yapı Cephelerinde Taş İşçiliğ”, El Sanatları Sempozyumu, Diyarbakır, 31 Mayıs–01 Haziran 2007. KORKUSUZ, Şefik, Bir Zamanları Diyarbekir, Zamanlar, Mekânlar, İnsanlar, İstanbul. 2007 KÜÇÜKDOĞU Mehmet Şener, Geleneksel Mimarinin Öğrettikleri Diyarbakır Örneği, Diyarbakır Mimarlık Ve Kent Sempozyumu 2011 02-03 Aralık. TEKİN Adil (1997), Diyarbakır. Anadolu Tarihinin Taşlara Yazıldığı Kent, Diyarbakır. TUNCER Orhan Cezmi “Diyarbakır Evleri” Diyarbakır Büyük Şehir Belediyesi Kültür Sanat Yayınları,(1999). YILMAZ Aysel,. BARAN Mine,”Diyarbakır Küçeleri(Sokakları),1. Uluslararası Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır” Sempozyumu 25-26 Mayıs, 2009, Diyarbakır. YILMAZ Aysel,. ,”Diyarbakır Küçelerinde yaşam(Sokakları),1. Uluslararası Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır” Sempozyumu 25–26 Mayıs, 2009, Diyarbakır. YILMAZ Aysel,. BARAN Mine, ” Diyarbakır’ın Tarihi Suları Ve Çeşmeleri” Tarım Doğa ve Çevre Sempozyumu, Dicle Üniversitesi, Diyarbakır, 1–3 Haziran 2010 YILMAZÇELİK, İbrahim 19.yy. İlk Yarısında Diyarbakır (1790–1840), Ankara,1995 GÜNELİ Zülküf, BEKLEYEN Ayhan, Eski Diyarbakır Evi Kitlesel Biçimini Etkileyen Asal Etmenlerin Belirlenmesi, Yapı Dergisi, Sayı 163, Haziran,1993. GÜNELİ Zülküf, YILMAZ Aysel, YILDIRIM Mücahit, Diyarbakır Geleneksel Konut Mimarisi’nde Mekan Örgütlenmesi ve Geleceğe Yansıması, Mozaik Dergisi, sayı 30, Nisan,199 31 http://www.bilinmeyendiyarbekir.com/yirmidort_saat.html KIRSAL TURİZM-KIRSAL KALKINMA İLİŞKİSİ ve DÜNYADA KIRSAL TURİZM ÖRNEKLERİ H.Yusuf GÜNGÖR * Ayhan KARAKAŞ** Ömer FINDIKDALI*** Özet Bu çalışmanın amacı yüksek oranda kırsal nüfusa sahip olan ülkemizin kırsal alanlarının kırsal turizm potansiyelinin ortaya çıkarılması ve uygulanma yolunun gösterilmesidir. Çalışma kırsal kalkınma, kırsal turizm ve kırsal turizmin ülkemizde ve dünyada ki örneklerini kapsamaktadır. Sonuç olarak ülkemiz kırsal turizm potansiyeli çok yüksek olduğu halde kırsal turizm faaliyetlerinin yeterli olmadığı görülmektedir. Anahtar Kelimeler Kırsal, Kırsal Turizm, Kırsal Kalkınma, Kırsal Turizm Örnekleri Giriş Son 15-20 yıl içerisinde “kırsal kalkınma” kavramı sıkça gündeme gelmiş, kırsal kesimde yasayanların mutlu ve gönenç içinde bir ortamda yasaması amacıyla kalkınma arayışları hızlanmıştır. Dünyada herhangi bir kırsal alanda yaşanan tarımsal üretimdeki verim düşüklüğü, yoksulluk, önemli göç hareketleri, toprak kirlenmesi gibi sorunlar, sadece o sorunu yasayanları ilgilendirmekten çıkmış ve bütün ülkeyi hatta birçok ülkeyi etkileyen bir duruma gelmiştir. Bu nedenle Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, Avrupa Birliği gibi kuruluşlar kırsal kalkınma olgusuna daha çok kaynak, bilgi ve zaman ayırma durumuna gelmişlerdir. (TarımveKöyişleriBakanlığı, 2004). Tarım sektörünün milli gelirdeki payının azalması, gelir dağılımındaki dengesizlikler, kırsal ve kentsel alanlar arasındaki sosyo-ekonomik farklılıklar kırdan kente göçün yaşanmasına neden olmakta, ülkemizin genel sosyo-ekonomik durumu ve kırsal alanda yaşanan sorunlar ile kırdan kente göçün getirdiği ekonomik, sosyal ve kültürel sorunların boyutu, çeşitli ve bütüncül önlemlerin alınmasını zorunlu kılmaktadır. (GÜLÇUBUK, 2006). *Dicle Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü (Arş. Gör. ) **Dicle Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Turizm İşletmeciliği Bölümü (Arş. Gör. ) ***Dicle Üniversitesi Diyarbakır Meslek Yüksekokulu Ağırlama Hizmetleri Programı (Okt. ) 32 Kırsal ve Kırsal Kalkınma Kavramı Kırsal kavramının yabancı dillerdeki karşılıklarına bakıldığında ilk bakışta “köy” olgusu ile özdeşleştirildiği düşünülse de gerçekte “kent” kelimesinin zıt anlamlısı olarak belirtilmektedir. İngilizce “rural” seklinde belirtilen kırsal kavramı, genellikle köye ait bir anlam yaratmakta; Türkçede “kent” kelimesine karşılık, İngilizcede “urban” kelimesinin zıt anlamlısı olarak kullanılmaktadır (KÜÇÜKALTAN, 2002). Kırsal alanı, kent diye tanımladığımız yerleşme alanlarının dışında kalan, ağırlıklı olarak tarımsal etkinliklerin yapıldığı alanları içeren, bucak, köy, mezra, kom vb. adlarla anılan ve çeşitli ölçütlere göre kent sayılma aşamasına gelmeyen kasabaları da kapsamı içine alan yerleşimler olarak tanımlayabiliriz. Kısaca kırsal alanlar, ekonomisi tarıma dayanan, yüz yüze iliksilerin yaygın olduğu, işbölümü ve uzmanlaşmanın gelişmediği toplumsal ortamlarda yasayan insan topluluklarını içermektedir. (GÖRÜN, 2004). Ülkemizde, üretim iliksileri açısından bakıldığında ise “kırsal alanlar”, il ve ilçe merkezleri dışındaki üretime kaynak teşkil eden alanlar olarak kabul edilmektedir. Fakat kent statüsünde olup ekonominin ağırlıklı olarak tarıma dayandığı, kırsal yasam biçimlerinin yaygın olduğu, sanayinin düşük gelişme hızında olduğu il ve ilçe yerleşim yerleri de ülkemizde kırsal alan niteliğini ağırlıklı olarak sergilemektedir. Bu açıdan bakıldığında ülkemizde, nüfusun neredeyse yarıdan fazlasının kırsal alanda yaşamını sürdürmekte olduğu söylenebilir (II. Tarım Şurası Kırsal Kalkınma Politikaları Komisyon Raporu, 2004). Kırsal kalkınma, içerisinde çok boyutlu etkinlikleri ve kavramları barındıran bir olgudur. Bu nedenle, üzerinde görüş birliğine varılan net bir tanımı yoktur. İlk kez Birleşmiş Milletler (BM) Örgütünce tanımı yapılan “toplum kalkınması” tanımı, “kırsal kalkınma” olarak da kabul edilmektedir. Bu tanımda, toplumun niteliği kırsal olup olmadığı belirtilmeksizin konuya genel bir açıdan yaklaşıldığı görülmektedir. Bu tanıma göre kırsal kalkınma; “küçük toplulukların içinde bulundukları ekonomik, toplumsal ve kültürel koşulları iyileştirmek amacıyla giriştikleri çabaların devletin bu konudaki çabalarıyla birleştirilmesi, bu toplulukların ulusun tümüyle kaynaştırılması ve ulusal kalkınma çabalarına tam biçimde katkıda bulunmalarının sağlanması sürecidir” (II. Tarım Şurası Kırsal Kalkınma Politikaları Komisyon Raporu, 2004). Çoğu kez “köy kalkınması” ile es anlamlı kullanılan “kırsal gelişme ya da kalkınma”, kırsal alanlarda yasayan insan topluluklarının toplumsal, ekonomik, ekinsel açılardan yapısını değiştirecek biçimde üretim, gelir ve gönenç düzeylerinin geliştirilmesini, insan-toprak ilişkilerindeki dengesizliklerin giderilmesini, kentsel alanlarda var olan fiziksel ve toplumsal altyapının kırsal alanda da yaratılmasını, tarımsal ürünlerin daha iyi değerlendirilmesini amaçlayan çok yönlü süreçleri, etkinlikleri ve örgütlenmeleri anlatmaktadır (GERAY, 1999). 33 Kırsal Turizm Kavramı Kırsal kalkınmanın ana amacı kırsal nüfusun gelir düzeyini arttırarak yasam standartlarını yükseltmektir. Bu balgamda kırsal alanda islendirmenin arttırılması, insan kaynaklarının geliştirilmesi, kırsal nüfusun gelirini arttırıcı ekonomik etkinliklerin desteklenmesi, yasam kalitesinin iyileştirilmesi, etkili örgütlenme ve her düzeyde katılımcılık önem taşımaktadır (AKÇA, 2004). Kırsal alanların sosyo-kültürel, ekonomik ve çevresel yönden kalkındırılmasında kırsal turizmin önemli etkilerinin olacağı göz ardı edilemez. Bunlar arasında kırsal alanlardaki altyapı, sağlık ve eğitim gibi hizmetlerin sayısında ve kalitesindeki artış, kırsal alanlarda yasayanlara yeni is olanaklarının sağlanması, turizmin gelişmesi sonucu gelirlerin artması, kırsal alanlardaki kadınların çalımsa yaşamına etkin olarak katılması ve gelir artısı sonucu yasam standardının yükselmesi gibi birçok etmen sıralanabilir. (AHİPAŞAOĞLU & ÇELTEK, 2006). Dünya Turizm Örgütü’nün “2020 Turizm Vizyonu” yayınında, kırsal turizmde turiste sunulan ürünlerin göreceli olarak hala sınırlı olduğu fakat önümüzdeki beş ile on yıl içerisinde önemli derecede artacağı beklendiği belirtilmiştir. Bu dönemde kırsal turizme kitlesel bir kayma beklenmemekte ise de önümüzdeki dönemde kırsal turizmde gelişme trendinin yüksek olduğu açıkça ortadadır. (World Tourism Organisation, 2004). Doğal güzelliklerini, kıyılarını, denizlerini, tarihsel ve kültürel değerlerini, hatta kentlerini bile turizmde pazarlayan ülkeler, kırsal coğrafi ortamların ayrılmaz birer parçası olan kırsal yerleşmelerini de turizmde değerlendirmeye çalışmaktadır. Ülkelerin bazıları kıyılardaki yoğun baskıyı azaltmak üzere kırsal turizme yönelirken, bazıları da iç göçü önlemede, bölgelerarası gelişmişlik farklarını azaltmada bu turizm türüne başvurmaktadır. Bir kısmı ise turizme sunabilecekleri ortamların sınırlı olması nedeniyle gelir getiren yeni bir kaynak olarak kırsal turizmi benimsemektedirler. (SOYKAN, 2000). Günümüzde turistler, kitle turizmine katılmak yerine alternatif turizm seçeneklerinde yer almayı tercih etmektedirler. _İspanya’da yapılan “Geleceğin Turisti” anketinin araştırma sonuçlarına göre geleceğin turisti olacak kişilerin kitle turizmine katılmak yerine alternatif turizmi tercih edecekleri görülmektedir. Bunlar çevreye duyarlı, kültürel ve yerel motiflere önem veren ve gittikleri mekânlarda doğallık arayan kişiler olacaklardır. Farklı beklentiler ile turizm olayına katılacak olan bu kişilerin gereksinimlerini karşılayacak olan turistik ürünlerin nitelikleri de doğal olarak farklı olacaktır. (SOYKAN, 2000). Kırsal alanlar; doğal ve kültürel yapılarıyla, özellikle kent insanının giderek artan tatil gereksinimine geçmişten günümüze cevap vermeye çalışmaktadır. Kent insanları, kırsal alanlara çoğunlukla; tatil amaçlı günübirlik ya da akraba-tanıdık ziyaretleri için gitmektedir. Özellikle kırsal yasam biçiminin çekiciliği, stres ve 34 baskı yaratacak sınırlamaların ve zorunlulukların olmayışı, buna karsın, kişilerin kendilerini özgür hissetmesini sağlayacak olanakların varlığı, günümüzde gerek hafta sonları, gerekse mevsimlik (yıllık) tatillerde bu ortamlara yoğun ziyaretleri beraberinde getirmiş, böylece “Kırsal Turizm” denilen bir turizm türü doğmuştur. (SOYKAN, 1999). Kırsal turizm basit olarak kırsal alanlara yapılan seyahat olarak tanımlanabilir. Ancak, araştırmalar kırsal turizmin daha karmaşık olduğunu göstermektedir. Kırsal alanlarda gerçekleştirilen turizmle ilgili, doğaya dayalı etkinlikler, festivaller, kültürel etkinlikler, tarımsal turizm, el sanatları ürünleri gösterilerini içeren örnekler Bulunmaktadır. Kırsal turizm bütün tarım turizmi aktivitelerini, eğitici seyahatleri, sağlık turizmini ve eko turizmi içeren çok yönlü karmaşık bir etkinliktir. (HEATER, 2011). Dünya turizm literatürü incelendiği zaman uzmanlar tarafından kırsal turizmin çiftlik turizmi (farm tourism), köy turizmi (village tourism), yayla turizmi (highland tourism), tarımsal turizm (agro-tourism), ekoturizm (ecotourism) gibi farklı isimlerle anlatıldığı görülmektedir. Bunun nedeni kırsal turizmin kapsamı hakkında ortak bir görüşe sahip olunmamasıdır. (ESENGÜN, AKÇA, & SAYILI, 2011). Kırsal turizm; genellikle bos vakit geçirme, rekreasyon ve çok az is amaçlı, aynı ülke ya da farklı ülkelerin kentli insanlarının kırsal alanları kullanımını içermektedir. Bununla birlikte, bu basit tanım çok sayıda ayrı ve karışık önemli farklılıklara işaret eder. Kırsal turizm, turistin sürekli ikamet ettiği evinden kilometrelerce uzaktaki bir ülkede uzun bir tatil ya da birkaç dakikalık uzaklıktaki kırsal alanda öğleden sonra gezisi seklinde olabilir. Bu tatiller kent yakınında olma ya da tura çıkmış olma, kültür ya da rahatlama, spor etkinliği gibi fiziksel memnuniyet amaçlı ya da aile ve akrabaları ziyaret gibi duygusal amaçlı olabilir. Bu farklılıklar kırsal turizmin tanımlanmasını ve genellenmesini zorlaştırmaktadır. (AHİPAŞAOĞLU & ÇELTEK, 2006). Kırsal turizm, kişilerin doğal ortamlarda dinlenmek ve değişik kültürlerle bir arada olmak amacıyla bir kırsal yerleşmeye gidip, orada konaklamaları ve o yöreye özgü etkinlikleri izlemeleri ya da katılmalarıyla gerçeklesen bir turizm türüdür. (SOYKAN, 1999). Türkiye’de Kırsal Turizmin Gelişimi Türkiye’de kırsal turizm denildiğinde çoğunlukla doğa yürüyüşleri ve doğa sporlarını içeren açık hava ve rekreasyon etkinlikleri, alışveriş ve günübirlik yeme içmeyi kapsayan günübirlik köy ziyaretleri anlaşılmaktadır. İstanbul ve İzmir gibi büyük kentlerin çevresinde, Muğla ve Antalya gibi turistik merkezlerde, Bursa ve Kastamonu (Safranbolu) gibi tarihi ve kültürel zenginliklere sahip yerleşim yerlerinin çevresinde, antik kentlerin yakınlarındaki köylerde bu yönlü bir kırsal turizmin geliştiği görülmektedir. (AKÇA, 2004). 35 Bu konuda ilk örnekler 1980’li yıllarda görülmüştür. İskandinav pazarına egemen olan Tursem Seyahat Acentesi kitle turizminin yanı sıra uzman tur operatörlüğü etkinliklerine de girişmiş ve Karadeniz Bölgesinde Ordu ılının çeşitli köylerinde bulunan köylüler ile anlaşarak konukların bir haftadan üç haftaya kadar değişen süreler içerisinde köy evlerinde ailelerin birer bireyi olarak kalmalarını sağlamıştır. Bu kapsamda gelecek olan turistlere kendi ülkelerinde kıs ayları boyunca Türkçe dersleri de verilmiştir. TURSEM’m (1997) iflasından sonra uzun süre bu konuda çalışan başka bir seyahat acentesi olmamıştır. (AHİPAŞAOĞLU & ÇELTEK, 2006). Ülkemizde, son yıllarda yerel yönetimler ve sivil toplum örgütleri de kırsal bölgelerin tarihi, doğal ve kültürel değerlerini yerli ve yabancı turistlerin ilgisine sunarak kırsal turizmden yararlanma çabaları içerisindedirler. Bunlardan birkaçını aşağıda özetleyebiliriz: - Ürgüp Belediyesi Kapadokya yöresinin kırsal yaşamını tanıtmak amacıyla 50 milyon dolar bütçeli bir projeyi gerçekleştirmeye karar vermiştir. Bu proje kapsamında yerli ve yabancı turistler köy düğünlerine katılacak, geleneksel köy yemeklerini pişirecekler, inek ve koyun sağarak kırsal yasamın içerisinde yer alacaklardır. - Ortahisar Belediyesi Kızılçukur Vadisinde günesin doğuş ve batısını turistlere izletmek amacıyla turlar düzenlemektedir. Her yıl bu turlara yaklaşık 30.000 kişi katılmaktadır. - Kış döneminde Akdeniz, Marmara ve Ege Bölgelerindeki köylerde geleneksel deve güreşleri düzenlenmektedir. - Son yıllarda bazı turizm acenteleri ipek Yolu güzergâhında turlar düzenlemektedir. - Erzincan ve Muğla’nın kırsal alanlarında profesyonel yamaç paraşütü yapılmaktadır. (AKÇA, 2006). Buğday Ekolojik Yasamı Destekleme Derneği tarafından Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Küresel Çevre Fonu (GEF /Global Environment Facility) Küçük Destek Programı (SGP/Small Grants Programme) desteğiyle yürütülen TaTuTa (Ekolojik Çiftliklerde Tarım Turizmi, Gönüllü, Bilgi ve Tecrübe Takası) Projesi çerçevesinde www.tatuta.org adresinde hizmete giren internet sayfasında Türkiye’nin farklı bölgelerindeki 32 ayrı noktada yer alan 69 çiftliğin ayrıntılı bilgileri yer almaktadır. Bu çiftlikler Ekolojik Çiftlik Ziyaretleri dizgesine dahil edilmişlerdir. Bu projeyle; - Ekolojik yasam hareketinin içerisindeki gruplar ve bireyler arasındaki iletişimi güçlendirmesi, 36 - Ekolojik üretimin öncelikle kırsal nüfus için, doğal döngülerle dost, sürekli bir yaşamsal kaynak oluşturması yönünde sağlıklı örneklerin oluşturulması, -Kentte yasayan insanların ekolojik çiftliklerdeki yasamı deneyimleyerek, ekolojik yasam ile ilgili sorumluluklarını içselleştirmesi ve böylece günlük yaşamında daha fazla uygulamaya sokması, - Tüketici ve üretici etkinliklerinde ilk elden ekolojik yöntem, deneyim ve bilgi paylaşımı, - Doğa dostu üretim ve tüketim modellerinin desteklenmesi yoluyla, toprak, hava su kalitesinin, biyolojik çeşitliliğin, iklimlerin ve diğer doğal döngülerin sağlıklı bir biçimde sürdürülmesine katkı amaçlanmıştır (https://www.bugday.org/ tatuta/kilavuz.php, 2011). ECEAT (Avrupa Ekolojik ve Tarımsal Turizm Merkezi) üyesi olan Buğday Ekolojik Yasamı Destekleme Derneği’nin internet sitesinde Türkiye’de bulunan turizm çiftliklerinin özellikleri ve faaliyet gösterdikleri zaman dilimleri verilmiştir Dünyada Kırsal Turizm Kırsal turizm tamamıyla yeni bir kavram değildir. 19. yüzyılda gelişen ve büyüyen endüstri kentlerinin stresine ve bakımsızlığına tepki olarak kırsal alanda turizm etkinlikleri gelişmeye başlamıştır. Hatta bazı yazarlar kırsal alanın romantikliğini eserlerine yansıtmıştır. Bu dönemlerde bazı demiryolu şirketleri de yatırımlar yaparak bu gelişmekte olan turizm çeşidine hizmet vermiş ve kentsel alanlarda yasayanların kırsal alana daha rahat ulaşabilmelerini sağlamayı amaçlamışlardır. Özellikle Alpler ve Amerikan ve Kanada Rockies dağları yapılan demiryolu yatırımları ile kırsal turizmin ilk öncüleri sayılabilir. (Tourism Strategies and Rural Development, 1994). Dünyada birçok ülkenin ulusal turizm yönetimi kırsal turizmin önemli ve gelişen bir sektör olduğunu kabul etmesine karsın özellikle kırsal turizmle ilgili istatistikî bilgi toplayan ülkelerin sayısının azlığından dolayı kırsal turizmin rakamsal boyutları ile ilgili bilgilere ulaşmak oldukça zordur. Bu nedenle sadece bazı kırsal alanlar için yapılmış olan çalışmalardan birtakım sonuçlar çıkarmak gereklidir. Örneğin, Amerika’nın Wyoming, Montana ve Idaho eyaletlerinde kırsal turizmle uğraşan isletmelerin sayısı 1985 yılında 5 iken 1992 yılında 90’a ulaşmıştır. Avustralya’nın “Outback Queensland” bölgesinde ise düzenlenen yıllık raporlardan ziyaretçi sayısının yılda %20 oranında arttığı görülmektedir. (Tourism Strategies and Rural Development, 1994). 1980’lerin ortasında Avrupa Komisyonu’nun, Avrupa’da turizm alışkanlıkları üzerine yaptığı bir araştırmada kırsal turizme olan eğilimler saptanmaya çalışılmıştır. 37 Bu araştırmaya göre; kırsal turizmin geliştiği ülkelerde genellikle insanların en az 1/3’ü tatillerini geçirmek amacıyla kırsal alanlara gitmektedir. Hollanda’da tatile çıkanların %39’u birinci tatil yeri olarak kırsal alanları seçmekte, İngiltere’de ise nüfusun 3/4’ü yılda en az bir kez kırsal alanları ziyaret etmektedir. Yine aynı çalışmanın verilerine göre; Avrupalı turistin kırsal kesimde tatili tercih etmesinin nedenlerinin basında doğal alanların çekiciliği ve bozulmamış ortamlar olmaları, geçmişten izler taşımaları ve sıcak ilişkilerin kurulabilmesi gelmektedir. İyi eğitim alınış, kültürlü, yüksek gelir grubunda yer alan kişiler tatillerini birkaç bölüme ayırmakta, farklı yerlerde ve farklı turizm türlerine katılarak geçirmektedir. Bu grubun tatillerinde kırsal turizme ayrılan süre her geçen gün artmaktadır. Kırsal turizm çerçevesinde, Avrupa’da 1987 yılında, konaklamayla ilgili istatistiklere bakıldığında, turistlerin en fazla; kır pansiyonları ve otellerde (%30), arkadaş evinde (%21) ve kırsal kampinglerde (%16) konakladığı görülmektedir. (SOYKAN 2000). Sanayileşmenin artması tarımsal üretimin yeterli kazanç sağlamaması dolayısı ile kırsal turizm kırsal alanların kalkınması için yeni bir strateji olarak değerlendirilmektedir. Örneğin Doğu Avrupa’da geçtiğimiz on yılda yaşanan olaylar, hızlı bir kırsal issizliği tetiklemiş ve turizm, kırsal alanlarda ekonomik gelişmeyi canlandıracak bir katalizör, geri kalmış bölgelerin yasayabilmesi için bir araç ve kırsal yerel toplumun yasam koşullarını geliştirecek bir etkinlik olarak belirlenmiştir. (BRIEDENHANN & EUGENIA, 2004). Yukarıda da belirtildiği gibi, Avrupalılar kırsal turizmi, kırsal kalkınma bazında, hatta bazı yörelerin kalkınmasında yönlendirici bir güç olara düşündükleri için, çok geniş çaplı bir örgütlenmeyle kırsal turizmi yönetmekte, çeşitli ulusal ve uluslararası dernekler altında birleşmektedirler. Bunlardan biri olan Uluslararası Kırsallık-Çevre Kalkınma Derneği (International Rural and Ecological Development Assocıatıon:R.E.D) bünyesinde tarım-çevre-turizm adına sınırlar ötesi gruplarla ortaklasa seminerler düzenlenmektedir. (AHİPAŞAOĞLU & ÇELTEK, 2006). Fransa’da Kırsal Turizm Fransa’da kırsal turizmin 1950’li yıllardan itibaren bir ekonomik etkinlik olarak desteklenmeye başlamasıyla, özellikle 1960’lardan sonra kırsal dünya ve tarım için yeni bir şans kapısı açılmıştır. Son yıllarda kırsal alanların düzenlenmesinde turizmden sosyal ve ekonomik açıdan en çok yararlanmak üzere, bir dizi izlenceler devreye sokulmuştur. Ayrıca 1970’li yıllardan itibaren devlet ve yerel yönetimlerin kırsal düzenleme konusunda uyumlu çalışmaları ve eşgüdüm girişimleri sonucunda; yeşil Tatil Köyleri kurulmuştur. Yine aynı yıllardaki çalımsalar sonucunda, ulusal ya da bölgesel parklar (bu parklar, kırsal turizmin tamamlayıcısıdırlar), suyla ilgili düzenlemeler (kent insanının dinlenme gereksinimi için kısa süreli tatillerinde gidebileceği, göl ve baraj kıyılarında dinlenme-eğlenme tesislerinin kurulması gibi) 38 ile aile pansiyonları oluşturulmuştur (SOYKAN, 2000). Fransa’da kırsal turizm, aile boyutunda mikro-isletmelerden başlayarak ulusal boyuta varan çok iyi bir örgütlenme vardır. Sektör, çok sayıda yerel ve ulusal federasyondan oluşmuştur. CPTR (Kırsal Turizm Daimi Konferansı) ise, kırsal turizm federasyonları ile kamu yönetimi arasındaki ilişkileri düzenleyen bir girişimdir. Bu kırsal halk sektörü, Turizm Bakanlığı (politika), Tarım Bakanlığı (agriturizm ve kırsal turizm) ve diğer Bakanlıkların (arazi düzenlemesi, projeler, Öncelikli bölgeler, açık hava bos zaman sporları, sürdürülebilir turizm) himayesindedir. Ülkede, 94500 kırsal otel yatağı, 50 bin kırsal konut, 30 bin misafir evi, 37 bin tatil köyü, 28 bin turizm evi, 308 bin çadır yeri, kırsal turizme hizmet vermektedir. Ülkede kırsal turizmi geliştirme politikası 4 eksende toplanmıştır: - Yerel halkı ve turisti buluşturmak, - Aktörleri yakınlaştırmak. (federasyon üyeleri ve pazarlama aktörleri), - Girişimleri etkin kılmak, - Sorumluları harekete geçirmek (SOYKAN, 2006). İtalya’da Kırsal Turizm İtalya’nın gelişmiş kuzey kesimi ile kırsal etkinliklere dayalı güneyi arasında ikiye bölünmüşlük evvelki yıllarda oldukça güçlü idi. 1980 yılında aktif nüfusun yalnızca %10’unun tarım kesiminde çalıştığı İtalya’da, 1960-1980 yılları arasında 5 milyon İtalya’nın topraklarını terk ettikleri belirlenmiştir. Bu toprak terki karsısında, Ulusal Tarım ve Turizm Derneği kurularak, “Agri-tourismo (tarımsal turizm)” fikri ortaya atılmış, tarımla uğraşanların evlerinin odalarını kiraya vermeleri, yerel ürünlerini ticarileştirmeleri gibi amaçlar benimsenmiştir. İlerleyen yıllarda bazı bölgelerden (özellikle Abruzzia) göçün yavaşladığı, çiftçilerin turistik islere yöneldikleri görülmüştür. Diğer taraftan bazı yerlerde (Tuscany, Umbria, Latium, Liquria vb.) köy evleri ikinci konut olarak değişime uğramış ya da kırsal alanlara yeni villalar yapılmıştır (SOYKAN, 2000) Bugün İtalya’da kırsal turizm, çiftliklerle yakından ilişkili olduğu için daha çok tarımsal turizm ya da çiftlik turizmi adıyla anılmaktadır. İtalya’daki çiftlik turizmi uygulamalarından bir örnek vermek gerekirse; Latium bölgesinde bir çiftlikte; ziyaretçilere çiftlik kampinginde konaklama, atla gezi, gölde balık avlama olanakları sunulmaktadır. Çiftlik, turistlerin pazar günü yürüyüş yaptıkları, çok güzel bir ortamda bulunmaktadır. Çiftlikte baslıca işlevsel binalar; tarihi 15. yüzyıla inen büyük merkezi bir ev, hala dinsel törenlerin yapıldığı eski bir kilise, çiftlik hayvanlarının etlerinin satıldığı bir kasap dükkanı ve geleneksel yemekler sunan 50 masalı bir restorandır. Ailenin böyle bir girişimde bulunma nedeni ise; gelir azlığı, çiftlik ürünlerinin yerinde satılabilir özellikte olması, var olan kasap dükkanlarının turistlerle 39 eskiden beri kurmuş olduğu sıcak ilişkiler ve ağırlamaya uygun bir ortam seklinde açıklanmaktadır. Kısacası tarımsal turizm, çiftlik ürünlerini en iyi biçimde değerlendirme aracı olarak görülmüş ve sonuçta başarıya ulaşılmıştır(SOYKAN 2000). İtalya’da kırsal turizm 1980’lerden sonra pek çok kişi tarafından keşfedilmiştir. Kırsal turizmi, seçenlerin büyük kısmını yetiksinler oluşturmaktadır. Onların da % 60’ını aileler meydana getirmektedir. Bu haliyle, İtalya’da kırsal turizm “aile ile yetişkin turizmi” olarak açıklanabilir. 1986 yılında tarımsal turizm, 55.000 yatak kapasitesine sahipti ve bu turizm türüyle ilgili 6.000 çiftçiden 2.000’i, ikinci etkinlik olarak turizmi sürdürüyorlardı. Bugün Tatil çiftliklerinin sayısı 13500, yatak sayısı ise 150 bindir. _İtalya’nın agriturizmde en gelişmiş ve en ünlü bölgesi Toskana’dır (3204 tatil çiftliği, ülkenin % 30 u). Turistlerin % 25 i yabancıdır (Toskana’da % 50). Kırsal turizme 2004 yılında merkezi hükümet 441 milyon Euro finansal destek vermiştir. Pazarlamada, e-pazarlamanın payı % 40’dır. (SOYKAN, 2006). İspanya’da Kırsal Turizm İspanyada kırsal alanlardan özellikle Madrid ve Barselona gibi kentsel alanlara göç sanayileşmiş Avrupa ülkelerindeki göç sürecinden daha sonra, 1950’li yılların ortalarından 1980’li yıllara kadar görülmüştür. Kırsal turizm 1960’lı yıllarda ucuz bir tatil çeşidi olarak görülmeye başlanılmış, bu dönemde binaların onarımı ve konuklara verilen hizmetin kalitesinin arması için bazı yardımlar yapılmıştır. Ancak İspanya kırsal turizmdeki gelişimin son 20 yıl içerisinde gerçekleştirmiştir. 1994 yılında 1074 olan kırsal turizm isletmesi, her yıl artarak 2003 yılında 6534’e ulaşmıştır. Bu gelişimin altında yatan nedenler iki baslıkta değerlendirilebilmektedir; - Kırsal alanda karşılaşılan hızlı nüfus kaybını önlemek ve kırsal alandaki nüfusu sürdürülebilir bir seviyede tutmak için kırsal turizmin hızlı bir biçimde kabul edilmesi ve yeni kırsal ekonomi Avrupa’nın diğer kısmında olduğu gibi aile isletmelerine dayandırılması ve kırsal turizmle birlikte çiftlik etkinliklerinin ve kırsal ekonominin çeşitlendirilmesinin amaçlanması, - Kitle turizminin özellikle _İspanya gibi kitle turizmin önemli olduğu bir ülkede çevre ve doğal kaynaklar üzerinde oluşturduğu olumsuz etkiler hakkında çevreci bilincin oluşması. (Canoves, Montserrat, Priestley, & Asuncion, 2004) Özellikle 1990’dan sonra yayınlanan raporlarda da kırsal alandan kentsel alanlara olan göçün azaldığı, kırsal ekonominin çeşitlendiği ve kırsal turizm etkinlikleri ile kentte ve kırda yasayan insanlar arasında olumlu yönde kültürel alışveriş yapıldığı belirtildiğinden _İspanya’da kırsal turizmin amacına ulaştığını söyleyebiliriz (Canoves, Montserrat, Priestley, & Asuncion, 2004) 40 Özellikle 1990’dan sonra yayınlanan raporlarda da kırsal alandan kentsel alanlara olan göçün azaldığı, kırsal ekonominin çeşitlendiği ve kırsal turizm etkinlikleri ile kentte ve kırda yasayan insanlar arasında olumlu yönde kültürel alışveriş yapıldığı belirtildiğinden _İspanya’da kırsal turizmin amacına ulaştığını söyleyebiliriz (Canoves, Montserrat, Priestley, & Asuncion, 2004). Kente göç nedeniyle nüfusu sürekli azalan, hayvancılığın egemen olduğu Ribagorza ve Sabrarbe kantonlannda, göçü önlemek ve hayvancılığı geliştirmek amacıyla, bu sorunlardan yola çıkılarak, yöreye ek etkinlikler getirilmesi kararlaştırılmıştır. Öncelikli olarak da doğal kaynakların değerlendirilmesi amaçlanmış ve çeşitli projeler üretilmiştir. Bunlardan biri dağ köylülerini turizme yönelterek yöreye kırsal turizmi sokmaktır. Bu çerçevede, biri teknik (muhasebe, Fransızca, kentleşme, animasyon, yasalar hakkında) diğeri deneysel (kırsal turizm uygulama örneklerini tanıtma) olmak üzere iki yönlü kurslar düzenlenmiş, daha sonra, eylem planlan hazırlanarak uygulamaya konmuştur. Sözgelimi, tanıtım, yönetim, turistleri eğlendirme etkinliklerim planlama ile hizmet personeline dil, mutfak ve el sanatları alanında eğitim verme çalışmaları yapılmıştır. Nihayet 1989 yılında 14 ev düzenlenerek, turizme açılmış ve projenin de isletme safhası başlamıştır. 1992 yılında, evler, Noel tatilinde, hafta sonlarında ve ağustos ayında %100 dolmuştur. (SOYKAN, 2006). Almanya’da Kırsal Turizm Almanya, tarım sektörü ile turizm sektörü arasındaki ilişkileri, tarımın turizme getirdiği olanakları tarım sektörünün beklediği yararlarla en iyi bütünleştiren ülkelerden biridir. Kırsal turizmin Almanya’da yaklaşık olarak 150 yıllık uzun bir geçmişi vardır. 1873 yılında hizmetçiler ve 1914 yılında beyaz-yakalı olarak tabir edilen isçiler için mükafat tatillerinin uygulanması sonucu turizm orta gelirli vatandaşların yaşamının bir parçası haline gelmiştir. Bu kişiler tatillerini kentlere yakın tepelik alanlarda kurulmuş köy ve kasabalardaki küçük otellerde ya da çiftliklerde konaklayarak geçirmişlerdir. Akademisyenlerin kırsal turizme olan ilgisi ancak 1950’li yıllara dayanmaktadır. Bu konudaki ilk makale dağlık alanlarda turizm etkinliği ve bunun yöre çiftçisi üzerine etkisi ile ilgilidir. Tarıma az elverişli alanlarda yasayan bu çiftçiler, birim saat basına düşük gelir elde ettikleri için, kırsal turizm yoluyla hizmet sektöründe genç nüfusa yeni is olanakları sağlanarak gelirlerinin arttırılması ve sonuçta yasam standartlarının yükseltilmesi amaçlanmıştır (ŞANLI, 2004). Almanya’da 1970’li yılların basında Gıda, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın özendirmesi sonucu kırsal turizme özellikle çiftlik turizmine olan ilgi giderek artmaya başlamıştır. Birçok Avrupa ülkesinde kırsal turizm üzerine yapılan çalışmaların büyük bir kısmı kırsal turizmin diğer biçimlerini dikkate almaksızın daha ziyade çiftlik turizmi üzerinde yoğunlaşmıştır. Bunun sonucu olarak da 1980 ve 1990’lı 41 yılların basında çiftlikler ve çiftçiler kırsal turizmin odağı (ESENGÜN, AKÇA, & SAYILI, 2011) haline gelmiştir. Almanya’da halen turist kabul eden 23 bin çiftlik olmasına karsın (bunların 1400’ü kalite belgesi almış durumda) turist ağırlayan çiftçi ailesi sayısının hızla artmamasının basta gelen nedenleri; ailelerin bu konuda hazırlıklı olmamaları, yeni yatırım gereksinimlerinin ortaya çıkması, turistlerin daha yukarı düzeyde konaklama koşulları ve kullanabilecekleri ortak alanlar aramalarıdır. Almanya’da 184 bin yatak kapasitelik bir kırsal turizm konaklama gizilgücü çiftçi ailesine ek gelir sağlamakta, yılda 100 gün geceleme olanağı sağlayan çiftlikler ekonomik bakımdan verimli olmaktadır (ŞANLI, 2004) İngiltere’de Kırsal Turizm İngiltere’de kişilerin kırsal turizm ve günübirlik kırsal rekreasyonel etkinliklere katılma oranı çok yüksektir. 1991 yılı rakamlarına göre, her dört İngiliz’den üçü, kısa ya da uzun tatillerinde (boş zamanlarında) kırsal alanlara gitmiştir. Kırsal turizmde çiftliklerin kullanılması hayli yaygındır. 1990 yılında bu oran % 20’dir. Çiftliklerin % 9,5’i tam konaklama hizmeti vermekte, % 5,5’i bos zaman etkinlikleri sunmakta ve % 4,5’inde ise binicilikle ilgili hizmetler verilmektedir. İngiltere’de kırsal alanlarda gerçekleştirilen bir diğer turizm türü de akarsu turizmidir. Ayrıca, İskoçyalılar çok sayıda ulusal ve bölgesel doğa parkını yeşil turizme açarak, hafta sonu yürüyüşçüleri ya da kısa süreli konaklamaya gelenler için sınırsız olanaklar sunmaktadır. (SOYKAN, 2006) İngiltere’de 1993 yılında, Nisan-Ekim aylan arasında kırsal alanlara 590 milyon ziyaret yapıldığı, yıllık rakamın ise 1 milyar ziyareti bulduğu açıklanmıştır. Yatak + kahvaltı (breakfast) modeliyle yaklaşık 107.000 kırsal yatak kullanılmaktadır. 1991’de yılda 140 günden fazla açık kalan bu tip evlerin özel bir vergiyle devlete bağlanması uygun görülmüştür. İngiltere’de bazı görüşler, kırsal turizmin doğayı tahrip ettiği yönündedir. Zıt görüşte olanlar ise; kırsal turizmin çok az alan kullandığını, buna karsın çok fazla gelir getirdiğini savunmaktadır. Nitekim Devon kenti kırsalında 1973 yılında tarımda 2.250 kişi işlendirilmişken daha sonra kırsal turizm yoluyla islendirme 38.800 kişiye ulaşmıştır. (SOYKAN, 2000) Yunanistan’da Kırsal Turizm Yunanistan’ın dağlık ve az gelişmiş yörelerinin sahip olduğu turizm olanaklarını değerlendirmek ve aynı zamanda buralarda yasayan kişilerin yasam standartlarını yükseltmek için kırsal turizm desteklenmektedir. 2000 yılı verilerine göre Yunanistan’da turizmle uğrasan 891 çiftlik bulunmaktadır. Bu tarım isletmelerinin %35,7’si sadece konaklama hizmeti, 46,2’si konaklama ve kahvaltı ve %6,7’si 42 konaklama+kahvaltı+öğle yemeği hizmeti vermektedir. Geriye kalan %11,4’ü ise gelen ziyaretçilere ortak mutfağı bulunan odalarda hizmet vermektedir(AKÇA, 2004). 2003 yılında Fransa-Yunanistan ortaklığında, kırsal alanlarda ilk kez, küçük kapasiteli geleneksel konaklama birimlerinden oluşan “GUESTINN” konaklama ağı yaratılmıştır. Bu ağda, ülkenin toplam 13 bölgesinin 9 unda 42 üyeye sahip, 357 oda ve 1010 yatak yer almaktadır. Konaklama biçimleri çeşitli türdedir: geleneksel pansiyon, konuk odası, geleneksel stüdyo tipi apart evler, eski geleneksel ev, geleneksel otel ve çiftlik evi. Guest Inn’in felsefesinde; otantiklik, çevre, kalite ve sıcak ilişkiler yatmaktadır. Kaliteyi 4 kriter temsil etmektedir: dostça karşılama, basit ama konforlu ortam, yerel mimariye saygı, otantizm ve sakinlik içeren bir çevre. (SOYKAN, 2006). Avrupa birliğine üye ülkelerde kırsal turizmin geliştirilmesi ve kırsal alanların kalkındırılması amacıyla LEADER izlencesi kapsamında önemli çalımsalar yapılmaktadır. Bu kapsamda Yunanistan tarafından hazırlanan kırsal turizm izlencesi ile - Kırsal nüfusun çalışma ve yasam koşullarının iyileştirilmesi, - Kırsal nüfusun devamlılığının sağlanması - Kırsal alanda yeni ekonomik etkinliklerin oluşturulması, - Kırsal gelirin arttırılması, - Kırsal kadının sosyal ve ekonomik rolünün desteklenmesi, - Yöresel el sanatları ve geleneksel tarımın desteklenmesi - Çevrenin korunması -Mimari ve kültürel mirasın korunması gibi amaçlara ulaşılması amaçlanmaktadır. (AKÇA, 2006) Kırsal Turizmin Diyarbakır İlinde Önemi ve Gerekliliği Teknolojik ilerlemenin büyük şehirleri gittikçe betona, demire, basitliğe, tekdüzeliğe ve ruhsal yozlaşmaya sürüklediği ülkemizde turizm anlayışı da yavaş yavaş kırsal turizmi benimser bir hal almaktadır. İnsanlar tatil zamanlarını doğayla iç içe, sıcakkanlı ve sağlıklı bir ortamda stresten uzak bir şekilde geçirmeyi tercih etmeye başlamışlardır. Bu çeşit bir tatil için en iyi seçenek olan kırsal turizm sayesinde de gittikleri yerlerin kültürleri hakkında bilgi ediniyorlar. Bu doğrultuda baktığımızda, Türkiye kırsal turizm için fazlasıyla elverişli bir coğrafik, kültürel ve beşeri bir dokuya sahiptir. Her bölgeye en uygun nitelikte bir eğitim sistemi uygulanıp her bölgenin kendi coğrafi, beşeri ve tarımsal 43 özelliklerine uygun bir politikayla kırsal turizm anlayışı benimsetilirse; bu politikanın belirlenmesinde izlenecek yolda turizm sektörü, kamu kurumları, sivil toplum örgütleri, yerel yöneticiler, yerel halk ve üniversiteler doğru örgütlenip doğru işbirliği yaparlarsa; bunun reklam ve acente kısımlarındaki görevliler de üzerlerine düşeni yaparak kırsal turizmi sürdürülebilir hale getirirlerse Diyarbakır ilinin kırsal turizm sektöründe bir Türkiye markası olması hiç uzak değildir. Şimdiye kadar tarım denilince akla sadece tarımsal ürün ve bunların çeşitlendirilmesi gelirken, “kırsal turizm” kavramı, artık çiftçi ve köylüye yeni ufuklara açılmayı, yaşadığı bölgede turizm potansiyelini öğrenmesini ve yeni gelir kaynaklarını keşfetmesini sağlayarak tarımın gelişmesini; ekme-biçme, harmanlama, nadas gibi temel kavramların dışına çıkmasını sağlayıp çiftçinin ve köylünün farklılık yaratılarak gelişmesine olanak tanımıştır. Bu nedenle tarımın gelişmesinde tarımsal sulama, yerleşke, enerji gibi faktörlerin yanı sıra, sosyal alanların çoğalması, ulaşım olanaklarının çeşitlendirilmesiyle yeni açılımlarda rol oynayarak İlimizde turizm gelirlerinde yeni bir artışa neden olacaktır. Daha da önemlisi potansiyel bir istihdam yaratacaktır. İşsizliğin olduğu bir dönemde “can simidi” olacaktır. Köyden kente göçü de önleyecektir. Kırsal turizmin ve bununla birlikte kırsal ekonomik faaliyetlerin çeşitlendirilmesi ve geliştirilmesi bölgenin kalkınmasında önemli bir yeri tutacaktır. Kırsal turizmin desteklenmesinde amacın bölgenin yaşam kalitesini artırması ve ekonomisini canlandırmayı hedeflemesi gerekir. Mikro girişimciler veya çiftçiler tarafından kurulacak pansiyon, yataklı ve kahvaltılı olarak konaklama ve restoran hizmetlerinin gelişimi, çiftlik turizmi tesislerinin kurulması ve gelişmesi ve bunun yanı sıra turistik faaliyetler olarak sportif aktiviteler, doğa gezileri, tarih gezileri gibi kurulan tesislerin gelişiminin desteklenmesi amaç edinilmelidir. Yeni kurulacak işletmeler ve mevcut işletmelerde yapılacak yatırımlar ile ilimizin kırsal alanında, nüfusu 15 binin altında olan yerleşim birimlerinin de bu desteklerden faydalanması gerekmektedir. Diğer taraftan, kırsal turizme destekten faydalanmak için kamu tüzel kişiler hariç, ulusal kanunlarca tanınmış gerçek ve tüzel kişilerin başvuru yapabilmeleri gerekir. Yapılacak destek oranının ise uygun harcamaların toplamının yüzde önemli ölçüde cezp edici nitelik taşıyacaktır. Kırsal yerleşim planlaması, köylerin yenilenmesi ve geliştirilmesi inşaat sektörünün desteğiyle gerçekleşecektir. İl ve ilçe köylerde aşağıdaki hedefler doğrultusunda yenileme ve geliştirme yürütülmelidir. Bu doğrultuda yapılması gerekenler. (DEMİREL, 2005); -Yaşam ve çalışma koşulları iyileştirilmelidir -Köyün kendi niteliği korumalı ve köy canlandırılmalıdır -Yol ve sulama ağını çağdaş koşullara ve gelecekteki beklentilere göre düzenlenmelidir. -Taşınmazları ve onun tüzel yapısına ilişkin sorunlar çözülmelidir. 44 -Kadastro güncellemelidir -Köydeki el sanatları ve küçük sanayi geliştirmenin altyapısını hazırlanmalıdır. -Dinlenme ve boş zaman tesisleri oluşturmalıdır. -Doğal kaynak, flora ve faunanın varlığı korunmalıdır. -Altyapı iyileştirilmeli ve başka yatırımlara olanak verilmelidir. -Planlamaya köylünün katılımını sağlamalıdır. Köy içi trafiğini düzenleme, eski yapıları değerlendirme alt yapı tesislerini kurma, ortak yararlanılacak ve köyün güzelleşmesine katkıda bulunacak yapıları gerçekleştirme, köyü yeşillendirme, postane kurulması, banka şubesi açılması, ana ve çocuk sağlığı istasyonu, doktor ve cankurtaran, itfaiye, çöp deposu, arıtma tesisleri ve kanalizasyon, içme suyu, tuvalet, eczane, kuaför vb. unsurların iyileştirilmesi gerekliği hissedilen hususların köye kazandırılması kırsal turizmi önemli ölçüde canlandıracaktır. Kültür ve sanat etkinliklerinin çeşitlendirilmesi, tarihi ve mimari değer taşıyan yerleşimlerin ve binaların restore edilmesi, uygun olanların koruma-kullanma dengesi içerisinde turizm amaçlı kullanıma açılması, kültür ve turizm amaçlı bilgilendirme merkezlerinin oluşturulması ve etkinleştirilmesi gibi uygulamalar bu gün kırsal kalkınmasına önem veren gelişmiş ve gelişmekte olan tüm illerin köy yenileme unsurları olarak kullandığı araçlardır. Köy yenileme planı, tarımsal yapının iyileştirilmesi önlemlerini kentsel yapılaşma niteliğindeki önlemleri ve özel girişimcilerin isteklerini bir bütün içinde ele alarak en uygun yapının oluşturulmasını sağlar. Köy yenileme kesinlikle önceden var olanları göz ardı eden onları yıkıp yok eden bir yeniden yapılanma değildir. Kentsel gelişmeyi olduğu gibi köye aktarma da değildir. Böylesi bir köy yenileme köydeki yaşam ve yerleşim koşullarının iyileştirmez sadece yozlaştırabilir (DEMİREL, 2005). 45 KAYNAKÇA GÖRÜN, M. (2004). Kırsal Kalkınmada İl Özel İdaresinin Rolü ve İlçe Özel İdaresinin Kurulması Konusunda İl Genel Meclisi Üyeleri Üzerinde Bir Araştırma (İzmir, Konya ve Ağrı Örneği). Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi , 6 (I). GÜLÇUBUK, B. (2006). AB ve Türkiye’de Kırsal Yapı ve Kırsal Kalkınma. 08 20, 2006 tarihinde <http://www.wwf.org.tr/tr/docs/sunum_bulentgulcubuk.pdf>: http://www.wwf.org.tr/tr/docs/sunum_bulentgulcubuk.pdf adresinden alındı HEATER, M. (2011). Planning for Growth? Re-thinking the Rural Tourism Oppurtunity. 12 2011,02tarihindehttp://www.extension.usask.ca:http://www.extension.usask.ca/cse/2001_archive/abstracts_papers/heathermair.pdf adresinden alındı https://www.bugday.org/tatuta/kilavuz.php.(2011).12.02.2011tarihindehttps://www.bugday.org: https://www.bugday.org/tatuta/kilavuz.php adresinden alındı II. Tarım Şurası Kırsal Kalkınma Politikaları Komisyon Raporu. (2004). 11 02, 2011 tarihindehttp://tarimsurasi.tarim.gov.tr:<http://tarimsurasi.tarim.gov.tr/ PDFLER/VIII.Komisyon.pdf> adresinden alındı KÜÇÜKALTAN, D. (2002). Tarım Turizmi ve Türkiyede Tarım Turizmi İşletmeciliği Cilt I. II. Turizm Şurası Bildirileri. Ankara: Turizm Bakanlığı. SOYKAN, F. (2006). Avrupada Kırsal Turizme Bakış açısı ve Kazanılan Deneyim. II.Balıkesir Turizm Kongresi, (s. 84-85). Balıkesir. SOYKAN, F. (1999). Dogal Çevre ve Kırsal Kültürle Bütünlesen Bir Turizm Türü: Kırsal Turizm. Anatolia Turizm Araştırmaları Dergisi , Mayıs-Haziran. SOYKAN, F. (2000). Kırsal Turizm ve Avrupa’da Kazanılan Deneyim. Anatolia:Turizm Arastırmaları Dergisi , Eylül-Aralık. ŞANLI, H. (2004). Turizm ve Tarımsal Faaliyetlere Bünyelerinde Birlikte Yer Verenİşletmelerin Ekonomik Analizi: Nevsehir İli Avanos ve Ürgüp İlçeleri Örnegi. A.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü Basılmamış Yükseklisans Tezi . Tarım ve Köyişleri Bakanlığı. (2004). II. Tarım Şurası Kırsal Kalkınma Politikaları Komisyon Raporu. 11 02, 2011 tarihinde http://tarimsurasi.tarim.gov.tr/ PDFLER/VIII.Komisyon.pdf: http://tarimsurasi.tarim.gov.tr/PDFLER/VIII.Komisyon.pdf adresinden alındı TEKELİ, H. (2000). Küresel Egilimler Ülkemizin Turizm Pazarlamasını Olumsuz Etkilemektedir. I.Ulusal Türkiye Turizmi Sempozyumu Teblig Kitapçığı. İZMİR. Tourism Strategies and Rural Development. (1994). Paris: OECD. WorldTourismOrganisation. (2004). Rural Tourism in Europe: Experiences, Development and Perspectives. WTO. 46 SÜRYANİLERİN DİYARBAKIR’DAKİ TARİHİ MEKANLARI Mehmet Şimşek* Süryanilerin Diyarbakır’daki yerleşim alanları ile ilgili en sağlıklı bilgileri, dönemine ait Şeriyye Sicillerinde bulmak mümkündür.1 Şehri oluşturan dini gruplar, bazen ayrı mahallelerde, bazen de karışık olarak bir arada ikamet etmişlerdir. Sur içinde mevcut bulunan mahalleler; 65 Müslüman, 13 gayrimüslim ve 42 karışık olmak üzere 120 tanedir. Gayrimüslimlerin ikamet ettikleri mahalleler şunlardır: 1) Hace Maksud 6) Şemsiyan 11) Meryem-i Kebir 2) Mor Habib 7) Rumiyan 12) Yahudiyan 3) Küçük Kinisa 8) Meryem-i Sağir 13) Molla Hennan 4) Meryemun 9) Köprüyan 5) Bekçiyan 10) Sarraf İskender Bu mahallelere, 1785 tarihinden itibaren rastlanmadığı, bununla birlikte yukarıdaki mahallelerde oturanların, Hıristiyan (Ortodoks, Katolik, Protestan, Sür¬yani, Nasturi, Keldani ve Musevi oldukları, aynı zamanda Ermeni, Rum ve Yahudi millet veya cemaatlerine mensup olduklarını belirtilmektedir. 1785-1850 tarihleri arasında, Diyarbakır şehrinde, Müslümanlarla Müslüman olmayanların bir arada yaşadıkları 42 adet mahalle-de, bu dini grupların kesin sınırlarla birbirinden ayrılmadıkları, genellikle mahallenin bir bölümünde Müslümanlar, diğer bölümünde ise başka dini grupların ika¬met ettiği ifade edilmektedir. Yerleşim Yeri Mifarkin (Silvan) “Medinet el-şuheda” Bıragola Mir Ali Küniyet Başnik Darsal Gandika Bamidan Hazro Kasabası Şımşım Halhal Hane Sayısı Birey Sayısı Yerleşim Yeri Hane Sayısı Birey Sayısı 17 8 10 13 1 2 2 10 84 16 64 26 52 35 81 5 26 192 40 Bamatmi Malaha Fum Hazan El kafiya Hanşe Talgaz Safiya Kabasakal Kara kilise Salimiye 10 34 17 1 17 8 7 6 8 6 1 43 79 50 37 16 14 12 16 12 - Diyarbakır’da yaşayan Süryanilerin, Lale Bey Mahallesi’nde yer alan, Süryani Meryem Ana Kilisesi çevresinde yoğunlaştıklarını, yukarıda adı geçen mahallelerden görmekteyiz (Mor Habib.) *Araştırmacı yazar 1 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. İbrahim Yılmazçelik, 19. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır, T.T.K. yay. Ank. 1995 47 Meryemun, Meryem-i Kebir ve Molla Hennan mahallelerini de isimlerinden yola çıkarak, Süryanilerin çoğunlukta oldukları yerleşmeler olarak kabul etmek mümkündür. 1870 tarihinde, 1890–1895 arasında Diyarbakır’da rahiplikten metropolitliğe yükselen ve 1906’da patrik seçilen Rahip Abdullah Satufsadedi’nin yapmış olduğu çalışmada, Diyarbakır ve çevresindeki yerleşim alanlarında, Süryanilerin hane ve birey sayılarını şu şekilde belirtir:2 Süryani patriği Mor Severiyos Afrem Barsaum, 1919 yılında İngiltere Başbakanı’na yazmış olduğu dilekçede 1914-1918 yılları arasında bölgede yaşayan Süryani nüfus hakkında bilgi verirken, Diyarbakır yerleşmesinde 30 köy ve 764 aile, Silvan’da 9 köy ve 174 aile, Lice’de 10 köy ve 658 ailenin varlığından bahseder. 3 Diyarbakır merkeze bağlı Kahbiye, Karabaş, Kıtırbıl, Ayntannur (Alipınar) ve Çaruki (Çarıklı) köyleri de kayda göre Süryanilerin yoğun bir şekilde ikamet ettikleri alanlardır.4 umhuriyet döneminden sonra, şehrin sur dışında yeniden yapılandırılması çalışmaları sonucunda, ekonomik durumu iyi olan birçok Süryani, yeni şehirde ikamet ederken, ekonomik açıdan yetersiz olan ve kırsaldan kente göç eden Süryaniler, Meryem Ana Kilisesi içinde ve yakınlarında ikamet etmişlerdir. Günümüzde, cemaate mensup birkaç aile, kilise duvarları içinde yer alan odacıklarda yaşamlarına devam etmektedirler. 1950 yılında 500 hanelik bir yoğunluğa sahip olan Süryani nüfusu, 1979’da 150-200 hanedir.5 1990’lı yıllarda Diyarbakır merkezde kalan Süryani aile sayısı oldukça azalmıştır. Süryani ailelerinin 3’ü Mardin Midyatlı olup, sadece Hıdırşah ailesi Diyarbakır’ın yerlisidir. Diyarbakır merkezde yaşayan Süryani birey sayısı 20’yi geçmemektedir. Diyarbakır ve Çevresinde Süryanilere Ait İbadet Yerleri Süryani mabetlerinin; kilise ve manastır olmak üzere iki yapısal uygulanışı vardır. Süryani tarihine baktığımızda, geçmiş, adeta manastır ve kiliselerin yakın çevresinde yaşanmıştır. Manastırlar, genelde toplu yaşam coğrafyasının (il, ilçe, ka¬saba) dışında, sade, münzevi yaşamın hâkim olduğu bir sığınma yeri, dünyanın debdebesinden uzak, manevi havanın hâkim olduğu mekânlardır. Acı ve tatlı günlerin yaşandığı ve gerektiğinde de, mazlumların sığınağı olan merkezler olmuşlardır. Kilise-manastır yapıları, kavramsal olarak karşılaştırıldığında; manastır, (Latince: Monasterium, Yunanca: Manasterion) rahip ve rahibelerin dünyadan çekilmiş olarak yaşadıkları bina, dini kurallara uygun olarak, ortak yaşanılan ev anlamlarına gelir. İlk manastır örnekleri doğuda görülür. Batıdaki uygulamaları, IV. yüzyıl sonrasıdır. Manastırlarda; rahiplerin ayin yaptığı bir kilise ve koro yeri, toplantı odası, rahipler 2 3 4 5 Papaz Gabriel Akyüz’den temin edilen el yazması kitap. I. Afrem Barsavm, Tur Abdin Tarihi, Nsibin yay. 1996, s. 8 Papaz Gabriel Akyüz’den alınan bilgiler. Rıfkı Aslan, Diyarbakır ve Çevresinde Şehirleşme Hareketi. Ziya Gökalp Dergisi Yay. Ank. 1979, ss. 82-83 48 için hücreler, manastırda kalanların tümü için yemek salonu, kitaplık, dışarıdan gelenler için kabul salonu, idari bölümler, yatakhane vs. bölümler yer alır. Kilise kelimesi; Yunanca toplantı anlamına gelen “Eklesia” sözcüğünden türetilmiştir (Süryanice “ito”, kilise anlamındadır). Ancak, bu toplantı alelade bir toplantı değil, davet ile bir araya gelinmiş bir toplantıdır. Eklesia kelimesi, İbraniceye, dini bir toplantıya daveti belirten “fahal” kelimesi ile tercüme edilmiştir. Hz. İsa, kilise kelimesi yerine “Edfa”, “Kenista”, “Kehala” gibi Aramice kelimeler kullanmıştır. Hıristiyanlıkta kilise, Hıristiyan cemaatinin adıdır. Kilise, bir mekândan ziyade bir inananlar cemaatinin adıdır. Kilise; İsa’nın bedeni Kutsal Ruh’un mabedi ve ona inananların cemaati olarak anlamlandırılır. İlk kiliseler kaya oyukları, mağara girişleri gibi güvenlik sorunlarına istinaden yapılmışlardır. Ancak, Bizans İmparatorluğu’nun, Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul etmesinden sonra, yapısal anlamda kiliseler inşa edilmeye başlanır. Hz. İsa’ya inananların oluşturdukları cemaat, Yahudiler gibi, mabede devam ediyorlardı. Rivayetlere göre, kendi evlerinde de toplanıp, İsa ile geçirdikleri hatıralarını anıyorlardı. Havarilerin misyon çalışmaları sırasında, mabedin bulunmadığı yerlerde, basit binalar, toplantı ve irşat faaliyetleri için kullanılmıştır. Dünyadaki ilk kilise örneği olan, Antakya’daki St. Piyer / Aziz Petrus kilisesi, bir kaya oyuğundan başka bir şey değildir. İ.S. IV. yüzyılda, belirlenmiş mekânlarda ibadet etmeye başlanılmıştır. Kilise, İsa’nın bedenî hatırasıyla bütünleşmeden ziyade, manevi varlığıyla bütünleşmiş ve İsa’nın varlığının ha¬zır bulunduğu mekânlar olarak kabul edilmiştir.6 Hıristiyanlık tarihinin ilk dönemlerinde, “cemaat” veya “kilise” kelimeleri, Hz. İsa’ya bağlı olanlar ve getirdiği mesajı kabul edenler anlamında kullanılıyordu. İlk dönemlerdeki bu iki kavram, günümüzdeki anlamıyla (kurum, organizasyon) kullanılmıyordu. Hz. İsa ve 12 havarinin misyon faaliyetleri, Filistin ve yakın çevresinde olmasına rağmen, kilise organizasyonunun ilk temsilcisini, Filistin dışında, Miladi I. yüzyılın sonlarına doğru An-takya’da görmekteyiz.7 II.yüzyılın sonlarında İskenderiye’de ve IV. yüzyılın başlarında Bizans İmparatorluğu topraklarında, bu dine inanan insanların inşa ettikleri mabetlere (kilise, manastır) rastlanmaktadır. Doğu Hıristiyanlığı açısından, IV. yüzyılda; İskenderiye, Antakya, Kudüs ve Urfa önemli merkezler durumundaydı. Süryanilerin oluşturduğu Antakya kilisesi, Bizans’ın mezhepsel baskıları sonucunda, ilk olarak Malatya’ya taşınır. Buradan Diyarbakır’a, sonra da Mardin’e nakledilmek zorunda bırakılmıştır. Mabetler, yapısal-mimari özellikleri bakımından değişkenlik gösterebilir. Geleneksel olarak yapısı tamamlanan kilise binası, kiliselerin kutsanmasına özgü özel dualarla, dört duvarı kutsal murunla yağlanacak şekilde piskoposlarca kutsanır.....8 6 Abdurrahman Küçük, Günay Tümer, Dinler Tarihi, Ocak Yay. Ank. 1993, s. 292 7 Levent Öztürk, İslam Dünyasında Hıristiyanlar, İz Yay. İst. 1998, s. 59 8 Zeki Demir, Süryani Kilisesi ve Kilisenin Yedi Gizi İst. 2001, s. 21 49 Manastırlar Süryani manastır geleneği, kültürün korunması ve eğitimin yayılmasında çok önemli bir role sahiptir. Topluca, disiplin içinde yaşamak esas olmakla birlikte, münzeviler de tam bir yalnızlık içinde manastırlarda yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Manastır ana binası zorunlu olarak yüksek duvarlarla kale gibi korunaklı bir yapıya sahiptir. İçlerinde kiliseler, yemekhaneler, kütüphaneler, atölyeler, su kuyuları, ahırlar, bahçeler ve yaşam mekânları bulunur. İstisnasız her manastır kendine yeterli bir birimdir.9 Zuknin Manastırı Diyarbakır yakınlarında ve Dicle Nehri kenarında bulunduğu, zamanının önemli felsefe, ilim, kilise edebiyatının merkezlerinden birisi olduğu kabul edilir. Manastırın IV. yüzyılda mevcut olduğu kabul edilir. Bu manastır, İ.S. X. yüzyıla kadar ayakta kalabilmiştir. Günümüzde herhangi bir kalıntısı bulunmamaktadır. Bu manastırda eğitim almış olup, yine burada rahiplik yaşamına başlamış olan Diyarbakırlı Rahip Yeşu Hamudoyo; 494-507 yılları arasınada Mezopotamya da yaşanan vahim olayları kaleme almıştır.10 Yine, ünlü tarihçi Abulfaraç, eserinde, “Mar Matta, Diyarbakırlı ve bir ihtimale göre de yakın köylerinden birinde yaşamıştır. Mar Matta, Bizans İmparatoru Julyan’ın ve Diyokletion’ın baskıları sonucunda imparatorluğun idaresi altında bulunan yerlerden kaçmak zorunda kalmıştır. Diyarbakır (Amid) ve dolaylarındaki manastır ve kiliselerde yaşamakta olan rahip ve zahitlerin çoğu, bu baskıdan ötürü imparatorun iradesine karşı koyarak Zuknin Manastırı’nda toplanmışlardı.” Bu manastırda, Süryani patriklerinden I. Iyavennis (İ.S. 755) başta olmak üzere, 14 Episkopos yetişmiştir. Burası, patrikliğin Malatya’dan sonraki ikametgahı olmuştur.11 Bu manastırda, önemli eserlerin bulunduğu belirtilmektedir.12 Bu manastır İvannis Kadmoyo (755) ve on dört Episkoposu 13 kilise hizmetine sunmuştur. Mar İliya Manastırı 1518-1565 yıllarında Diyarbakır’a ait köy isimleri listesinde Kangırt-Kankırt olarak geçer ve halk arasında Karakilise olarak bilinir..14 İliya manastırını barındıran ve Diyarbakır merkeze yakın olan Kankırt köyü hakkında Aziz Günel, “Türk Süryaniler Tarihi” adlı eserinde, Büyük Mihayel Tarihi’ne dayanarak, manastırın yerini şöyle ifade eder: “Bu manastır eskidir. Diyarbakır’ın Güneybatısında ve 8 km mesafede geniş bir tepede kurulmuştur. Kankırt Köyü ile Çanakçı (Çarıklı) Köyü 9 10 11 12 13 14 . A. Suryal Atiya, Mezopotamya’da İlk Doğu ve Batı Süryani Kiliseleri, Yakubi, Nasturi, Maruni, Nsibin Yay. s. 216 Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s. 274 Barsavm, Saçılmış İnciler, çev. Zeki Demir, İst. 2005, s. 511 Vikont Filip de Tırazi, Doğu ve Batı Süryanilerinin Altın Çağı, çev. Murat Kara, Nsibin Yay. İsveç, 1994, s. 70 Barsavm, age, 2005, s. 511 1518 ve 1565 yıllarına ait “Defter-i İcmal-i Liva-i Diyarbekir” adlı defterde Tapu Kadastro Genel Müd. Arşivi (Yılmazçelik 19 yy ilk yarısında Diyarbakır) s. 144 50 arasındadır. Kankırt köyü ise, Diyarbakır’dan iki saat uzaklıkta olup, adı geçen manastır, köye Doğu yönünde yarım saatlik mesafededir”. Köy, tamamen Süryani olup, burası 1900’lü yıllarında başında yüz haneli bir yerleşim birimidir. “Meçhul Urfalı Tarihi” adlı eserde, Antakya Süryani Patriği, Diyarbakırlı VII. Athanasiyos tarafından (İ.S. 1090-1129) bu manastırı II. yüzyılın ikinci yarısında Kankırt’ta inşa ettiği belirtilmektedir. Patrik Mihael, m.s. 1172 yılında, Diyarbakır’a gelerek, kendinden önceki Patrik VII. Athanasiyos’ın inşa ettiği Kankırt Manastırı’nın odalarını itinayla ve büyük bir gayretle tamir eder. 1484’te, Patrik IV. Yuhanna, Kankırt Manastırı’nın kilise kısmını tamir etme çalışmalarını başlatmıştır. 1724 yılında, Patrik İgnatius Şükrullah, manastırın tamir ve inşaatıyla ilgilenmiş ve Batı cephesindeki dağ suyunu manastıra getirmiştir. XIX. Yüzyılın sonlarına doğru, manastır yakınlarında bir köy (Karakilise köyü) kurulmuştur.15 1900’lü yılların başında köy dağılınca manastır sahipsiz kalmıştır. Bahsedilen döneme kadar, cemaat tarafından, her yıl Temmuz ayının 20’sinde, bu manastıra ziyaretlerin yapıldığı kaydedilmektedir. Günümüzde, manastıra ait herhangi bir iz kalmamıştır. Manastırla ilgili olarak Patrik Büyük Mihael’in “Umumi Tarih” adlı eserinde şu bilgiler yer almaktadır: “Patrik IV. Athanasiyos, Antakya’yı, Bizanslıların tazyiki üzerine terk etmek mecburiyetinde kalınca Diyarbakır’a gitti. O zaman Diyarbakır patriklik makamına bağlı özel bir (Abreşiye) mıntıka idi. Patrik hemen Kankırt mıntıkasının Mar İliya Manastırı’na 1124’te yerleşti.” Abulfaraç Tarihi’nde ise “Bu manastırın inşaatı bittikten sonra, her taraftan rahipler toplanmış, eğitim görmek isteyen öğrenciler, her taraftan ona sığınmış, yazarlar çoğalmış, her çeşit ve branşın kitapları toplanıp geniş ve nadide bir kütüphaneye sahip kılınan Kankırt Manastırı, bir yüksek eğitim kaynağı durumuna” sokulduğu ifade edilmektedir. Kütüphanesinin, XII. yüzyılın ortalarına kadar mevcut bulunduğu ve 1203 yılında, Diyarbakırlı Metropolit Yuhanna’nın bu kitaplara ilave yaptığı belirtilmektedir. Günümüzde, Musul Keldani kütüphanesinde bulunan Urfalı Mar Yakub’un “Yaratılışın Altı Günü” adlı eserinin Diyarbakır kütüphanesinden 16 Musul’a getirtildiği belirtilmektedir. Deyir El-Rahaviyin (Urfalıların Manastırı): Bu ma¬nastır, şehrin Güneyinde bulunan surların dışında Gazi Köşkü’nün bulunduğu mevkiinin üç yüz metre Güneydeki tepenin yamacına kurulmuştur. Bu manastırın, günümüze ulaşan her¬hangi bir kalıntısı yoktur. Ancak, yukarıda belirtilen mevkii yakınlarında bulunan kaya üzerinde, Süryanice bir yazıtta şu ifade yer almaktadır: “Filifos bu manastırı inşa etti. Allah nezdinde anılmak üzere müminleri ebede dek bereketle ansın”. 17 15 Barsavm, age. 2005, s. 514 16 Gregory Abul Faraç, Abul Faraç Tarihi, çev Ömer Rıza Doğrul, TTK Yay. Ank. 1999, s. 4; Aziz Günel, Türk Süryaniler Tarihi, Oya Matbaası, Diyarbakır 1970, s. 229; Tırazi, age. s. 70 17 Günel, age. s. 240 51 Mor Yuhanna Durtoye Manastırı Diyarbakır yakınlarında münzevi Yuhanna tarafından 509’da kurulmuştur. Efes’li Yuhanna ile beraber üç episkopos yetiştiren manastırla ilgili olarak 600 yılından sonra herhangi bir bilgiye rastlanmaz.18 Mor Kuryakos Manastırı Diyarbakır’ın Kuzeydoğusunda, Bişeri bölgesinde, Zarcal köyü yakınında kurulmuştur. On beşinci yüzyıldan yirminci yüzyılın sonlarına kadar yörenin metropolitlik merkezi olarak kullanılmıştır. 19 Kiliseler Vaftizci Mar Yuhanna Kilisesi IV. yüzyılda inşa edilmiştir. Arabistan Episkopos’u Mar Yuhanna, 629’da ölünce, cenazesi Diyarbakır’a getirilip bu kiliseye gömüldüğünden, onun adına izafeten Mar Yuhanna Kilisesi adını almıştır. Zamanla yıkılıp harabe haline gelmiş, daha sonra tümüyle ortadan kalkmıştır. Yeri, şimdiki Deva Hamamı civarında idi.20 Mor İstefanos Kilisesi Bu kilise, İ.S. IV. yüzyıldan kalma idi. 503 yılında, Diyarbakır’ın Sasan (Pers) Kralı Kubad tarafından işgali sırasında, bu kilise “ateşgede” (ateşe tapanların mabedi) haline getirilir. Bu kilisenin ateşgede haline getirilmesi ile ilgili olarak ünlü Süryani şair Suruçlu Mor Yakub, 12 vezinli ölçüye göre matem içeren şiirler yazmıştır.21 Bu kilisenin yeri ve yıkılış tarihi belli değildir. Mor Zhuro Kilisesi Bu kilise, günümüzde Çift Kapı civarında “Anzeli” olarak bilinen yerdir. Osmanlı vakfiyelerinde bu kilisenin, “Ayni-i Zeura” veya “Ayn-i Zülal (Balıklı)” denen kaynak içme suyunun hemen üzerinde kurulduğu belirtilmektedir. V. yüzyılda yapıldığı, 629 yılında Urfa Metro-politi Mar Şemun ve 649’da, Antakya Patriği Mar Yuhanna’nın cenazeleri getirilerek bu kiliseye gömülmüştür. Sonraları, bu kilise yıkılmış ve yeri arsa haline getirilmiştir.22 Mar Kozma Kilisesi Bu kilise, günümüzde ayakta kalan tek Süryani Meryem Ana Kilise’sinin 18 Barsavm, age. 2005, s. 517 19 Barsavm, age, 2005,, s. 514 20 Şevket Beysanoğlu, Anıt ve Kitabeleriyle Diyarbakır Tarihi, C.1, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yay. Ank. 1997, s.131; Akyüz, Diyarbakır Meryem Ana Kilisesi, s.22; 10 Aralık 1046 tarihinde Diyarbakır’a gelen Nasır-ı Hüsrev, Sefername adlı eserinde bu kilise için şunları yazar: “... Mescidin yakınlarında pek özenilerek taştan yapılmış bir kilise var. Kilisenin zemini nakışlı mermerlerle döşenmiştir. Bu kilisede, Hıristiyanların ibadet ettikleri kubbeli bir yerde kafesvari bir demir kapı gördüm ki, eşini hiçbir yerde görmedim.” 21 Dolapönü, “Hıristiyanlığın Diyarbekir’de Yayılışı”, Kara Amid, Yıl:2, S. 4, İst. 1960, s. 23; Beysanoğlu, age. s. 131 22 Dolapönü, agm, s. 349; Beysanoğlu, age, s. 131; Orhan Cezmi Tuncer, Diyarbakır Kiliseleri, Büyükşehir Belediyesi yay. Ank. 2002, s. 45 52 Güneydoğu tarafında yer almaktaydı. Kuruluşu Süryanilere ait olmasına rağmen daha sonra Süryani-Melkitlerin (Rum) eline geçer. 1930 yılına kadar ayakta kalmasına rağmen bu tarihten sonra yıkılır. Kilisenin mozaikten ve ahşap üzerine işlenmiş kakma sedefli bir takım eşyaları Diyarbakır Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmiştir. Mar Kozma Kilisesi’nden alındığı tahmin edilen Süryanice yazılı bir ilahi kitabı (Fenkitho), Mardin Kırklar Kilisesi’nde mevcuttur.23 Van Berchem “kilisenin İ.S. 330 yılında yapıldığını belirtir. 1689’da bir onarım geçirdiğini ve 1910’lardan sonra yıkıldığını anlatır.” Günümüzde bu kiliseye ait olduğu iddia edilen, bazalt taştan yapılma giriş kapısına ait çerçeve sütunlar bulunmaktadır. Mar Kozma Kilisesi Mor Şilo Kilisesi İ.S 520 yılında Amid (Diyarbakır) Metropoliti Mor Mara tarafından inşa edilmiştir. Yıkılış tarihi ve yeri belli değildir. Mar Hananyo Kilisesi Muallak Camii civarındadır. Süryani Nesturi mezhebine ait olduğu belirtilmektedir. Yapılış ve yıkılış tarihleri hakkında herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Mor Gevargis (St. Corc) Kilisesi İ.S. IV. veya V. yüz yıllardan kalma bir kilise olup, İçkale’de, halen Ceza ve Tutukevi olarak kullanılan bölgededir. Dicle Nehri kıyısında yer alan Fiskayası mevkiindeki, sur içinde siyah bazalt taştan yapılan ve yüksekliği 15-20 metreyi bulan, yüksek bir yapıdır. Alanı 350 m2’dir. İçkale’nin Kuzeydoğu ucunda, Dicle Vadisi’ne bakan sert uçurumun üstüne, sur duvarlarıyla bir bü¬tün oluşturacak şekilde yapılmıştır. Kilisenin iç bölümlerine geçebilmek için kullanılan kapı üzerinde her¬hangi bir yazıt bulunmamaktadır. Kilisenin, henüz ziyarete açık olmayan bölümünde, Dicle 23 Dolapönü agm. s. 349; Beysanoğlu, age. s. 131; Tuncer, age. s. 45 53 Nehri’ne kadar uzanan, karanlık dehlizlerin bulunduğu rivayet edilmektedir. Yaptığımız incelemede, sadece üstü açık yedi sütun üzerine bina edilmiş yapının, Doğu yönün-de bir kapının bulunduğunu müşahede ettik. Ancak, ikinci bölümünün aydınlık olmaması inceleme yapmamızı güçleştirdi. Kilise, tamamen Bizans stilinde inşa edilmiştir. Mardin Metropoliti Hanna Dolabani “Vesikalar” adlı eserinde, bu kilisenin Katolik mezhebinin Batriye cemaatine ait olduğunu şu ifadesinde şu ifadelerle belirtir: “Yunani tarih 1525, İ.S 1214 tarihinde Diyarbakır’da büyük bir arbede ve görülmemiş bir sıkıntı vuku bulmuştur. Bu olaylarda Araplar tarafından, Katoliklerin büyük kilisesi, Kırklar tepesindeki Kırk Şehit, Meryem Ana yakınındaki Mar Kozma ve bunlardan önce de Viranşehir’deki Mar Yuhanna adlı kiliselere Şubat ayı içerisinde hücum ederek tahrip etmişlerdir. Van Berchem, Amida adlı eserinde bu yapı için “Nesturilere ait olduğunu ve mahalli tasarımlara da yer verilerek, IV. yüzyılda yapılmış ve İ.S. 518 yılında Anastasyan tarafından onarılmıştır. XIV. ya da XV. yüzyılda camiye dönüştürüldüğünü” iddia eder. Ancak, Orhan Cezmi Tuncer, bu yapının camiye dönüştürülmüş olduğu iddiasını kabul etmez.24 Kırk Şehit (Kırklar) Kilisesi Bu kilise, bazı kaynaklarda manastır olarak ta geçmektedir- İ.S. 484 yılında Diyarbakır Metropoliti Kartminli Mar Yuhanna Saharo ve Yuhanna El Efesi tarafından şehrin güneyinde Kırklar Dağı olarak bilinen mevkide inşa edilmiştir. Van Berchem, eserinde “463-464 yıllarına ait bir kaynakta en eski katedral olarak, büyük kiliseden bahsetmekte, ancak hangi yapı olduğu belirtilmemektedir. Yuhanna adında bir piskopos Kırk Şehit Kilisesi’ni yaptırıyor. 502 veya 503 yıllarında bu kilise Perslerin eline geçer. Bir başka ifadede 488-489 yıllarında Urfalı Yuhanna’nın adıyla anılan bir manastır vardır. 566-567 yıllarında Efesli Yuhanna’nın yazdığı Azizlerin Biyografisi’nde adı geçer. Bu kilise büyük ihtimalle surların yakınında bulunuyordu”25 Kiliseye geliş gidişlerin kolay olması ve Silvan güzergâhında seyredeceklerin, nehri rahat bir şekilde geçebilmeleri için “On Gözlü Köprü”yü inşa etmişlerdir. Ancak, Van Berchem ile Albert Gabriel, köprünün antik çağ eseri olduğunu belirtir. Köprünün Güney tarafında birinci ayağın tabanında, aslan figürünün altındaki taşlardan birinin üzerinde, Süryanice bu yazıt bulunur. Bu yazıt, 1949 yılında Mardin Metropoliti Hanna Dolapönü’ye okutturulur. Bu yazıda, “Buhru halefi Mano zamanında (İ.Ö. 90) Diyarbakır köprüsü onartılmıştır.” ifadesi yer aldığını belirtmiştir. Cevdet Çulpan, “Türk Taş Köprücüleri” adlı eserinde, “Dicle (On Gözlü) Köprüsü birkaç defa yıkılmış ve onarılmıştır. Bu gibi onarımlarda civardaki eski malzemelerden de yararlanılmış olduğu, çeşitli eserler üzerinde rastlanan kalıntılardan anlaşılmaktadır. Bu köprünün milattan önce var olduğu hususunda 24 Tuncer, age. s. 141 25 Tuncer, age. s. 145; Asnu-Bilban Yalçın, “6. Yüzyılda Roma İmparatorluğu’nun Doğu Sınırları ve Amida (Diyarbakır) Kenti,” s. 229, 1. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu, Diyarbakır 2004 54 kesin bir bilgi mevcut değildir. Şehrin güneyindeki Kırklar Dağı üzerinde bulunan Kırklar Manastırı, Amid Metropoliti Mar Yuhanna tarafından V. yüzyıl sonlarında yaptırılmıştır.1746 yılında burada yirmiden fazla din adamının yaşadığı belirtilir.26 Çok zengin bir iç donanıma sahip olan bu kilisenin altın ve gümüş eşyaları talan edilmiştir. Bu yapının başına gelenler, Diyarbakır Süryanileri için büyük bir kayıp olarak değerlendirilir. Bu manastırdan bugün pek az bir kalıntı bulunmaktadır. Köprünün muhtelif onarımları sırasında faydalanılan malzemeler arasında Kırklar Dağı’ndan ve şehir çevresinde harap olmuş başka bir eser kalıntılarından da taşlar getirilmiş olması, “Mano günlerinde” diye okunan yazının da köprüye değil, başka bir esere ait bulunması muhtemeldir.” Şeklindeki ifadesiyle, köprünün kimler tarafından yapıldığına dair farklı bir yorum getirmektedir. Süryani Katolik Kilisesi Dabanoğlu mahallesi, Kadı Cami sokakta yer alır. Yıkıntısı üzerine Yavuz Selim İlköğretim Okulu yapılmıştır. Berchem, bu yapıyı VII. yüzyılla tarihlendirir. Yapı genişliği 450 m2’dir.27 Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi Kilisenin kuruluş tarihi hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte, İ.S. 325 yılında, Bizans İmparatoru Konstantin tarafından organize edilen, tarihi İznik Konsili’ne katılanlar arasında Şemun’un (Amid-Diyarbakır Metropoliti) adının geçmesi, bu tarihte metropolitlik merkezi durumunda olan Diyarbakır’da, metropolitlik makamına uygun bir yapının (kilise-manastır) bulunmuş olma ihtimalini akla getirmektedir. Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi (1909) 26 Murad Fuad Çıkkı, Naum Faik ve Süryani Rönesans’ı, Haz. Mehmet Şimşek, Belge yay. İst. 2004. s. 45 27 Tuncer, age. ss. 124 -126 55 Patrik İgnatios, I.Afrem Barsaum’un “Lülü Menthür” adlı eserinde, “İ.S. 309 yılında İznik Konsili’nden 16 yıl önce- Diyarbakır’da toplanan episkoposların önemli bir kongresi neticesinde, oy birliğiyle Nusaybin Episkoposluğu’na Mar Yakup atanmıştır.” ifadesi, bize bu kilisenin kuruluş tarihi hakkında ipuçları vermektedir. III. yüzyılın ilk yarısında bölgede Hıristiyanlığın yayılmasının, İ.S. I. yüzyıl ile IV. yüzyıl arasındaki zamanda gerçekleştiği hatırlandığında Meryem Ana Kilisesi’nin, III. yüzyılın hemen başlarında inşa edildiği kabul edilebilir. Ancak, bu kilisenin inşasını Bizans Kralı Heraklius döneminde 610-640 yılları arasında inşa edildiğine dayandıranlarda vardır.28 Tapu kayıtlarında Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi Cemaati Vakfı adına kayıtlıdır. Kilise, Lalebey Camisi’nin 400 metre Güneybatısında, 311 nolu adanın 8. parselindedir. Kuzey ve Batısını Puşucular sokak, Doğusunu Hambeli sokak ve Güneyini Ana sokak çevirir. Kilise; 848, 1297, 1533, 1687, 1689, 1693, 1719, 1844, 1881, 1914 ve 1965 yıllarında birçok sebeplerden dolayı (yıkım, deprem, yangın, işgal), tamirat ve onarım geçirerek günümüze kadar gelebilmiştir. Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi iç görünüşü Kilisenin bulunduğu yer konusunda, belgelerde, “şehrin Batısında ve Rum (Urfa) kapısı yakınlarındadır. Meryem Ana Manastırı olarak bilinen bu kilisenin diğer adı ise, Mar Yakup Kilisesi idi”. XIX. yüzyılın ilk yarısına ait belgelerden, bu kiliseye Süryanilerin bir kısım mallarını vakfettiklerini ve bu kilisede Süryanilerin ibadetlerini herhangi bir kısıtlamadan uzak olarak, rahat bir şekilde sürdürdüklerini öğrenmekteyiz.29 Kilise, iki ayrı bölümden oluşur; Meryem Ana Kilisesi ve Mar Yakup Kilisesi... Günümüzde, her iki kiliseye ortak bir kapıdan girilir. Avluda sekizgen ve bazalt taştan yapılmış bir havuz bulunur. Mar Yakup Kilisesi olarak adlandırılan bölüm, Kuzey-Güney doğrultusunda uzanır. 4 tonozlu bir a landan 28 Çıkkı, age. s. 45 29 Yılmazçelik, age. s. 80; bkz. Diyarbakır Şer.Sic. No:590, s. 30, D. Şer. Sic. No: 351, s. 48, No: 631, s. 6; Beysanoğlu, age. ss. 130 - 131; Günel, age. s. 108 vd.; Akyüz, age. ss. 48 - 85; Beysanoğlu, 1967 İl Yıllığı, s. 330; Tuncer, age. ss. 24 - 40 56 oluşur. Yaklaşık olarak 20-25 metre uzunluğunda ve 5 metre genişliğe sahip olup, yan yana dizili üç bölme ve vaftiz yerinden oluşur. Tarihi değere sahip, üç adet ahşap mihrap ve resimler göze çarpar. Meryem Ana Kilisesi olarak adlandırılan bölümde, beş adet “kduşkudşin” (kutsal sofra) bulunur. Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi bugünkü durumu Sağ, orta ve solda olmak üzere üç bölümden oluşan mihraplarda, birçok ayin malzemesi yer alır. Orta mihrap, bazalt taştan işlenmiş, dört adet sütun üzerine oturtulmuş olan bu kubbeli yapı, tam bir sanat eseridir. Pazar ayinleri sırasında, daha pratik olmasından dolayı kullanılan perdenin gerisinde bulunan, mihrabı bütünüyle kaplayan tahta işlemeli devasa kapılar görülmeye değerdir. Ortadaki büyük mihrabın sağ tarafında, tahta işlemeli mihrap ve adak yeri bulunur. Kilisenin iç alanı 323 m2’dir. Sekiz sütun üzerine oturtulan kubbenin dış tarafından Batı yönünde yükselen duvar, kilisenin daha önceki boyutları hakkında ipucu vermesi açısından önemlidir. Döneminin Diyarbakır Metropoliti olan III. Mar Mari, önemli kitap ve makalelerden oluşan çok zengin bir kütüphane oluşturmuştur. Metropolitin İ.S. 529 yılında vefatından sonra, tüm eserleri, Diyarbakır şehir merkezine getirtilir. Kilise kütüphanesi, değişik alanlarda çeşitli kitaplar ve yazılı eselerle zenginleştirilmiştir. Bu kütüphanenin gelişmesinde, en çok çabayı gösteren Yakup Saliba’dır. (11671171).30 Diyarbakır’da ayakta kalan, tek Süryani kilisesi olan, Meryem Ana Kilisesi dahilindeki kütüphane hakkında en detaylı bilgileri, Aziz Günel’in “Türk Süryaniler Tarihi” adlı eserinde bulmaktayız. 1967 yılında, Metropolit Hanna Dolapönü ile bir¬likte yapmış olduğu tetkik ve tasnif neticesinde, kilise kütüphanesinde 341 cilt kitap bulunduğunu belirtir. Bu kitapları, 12 bölümde tasnif ederek şu bilgileri verir: 1- Kitab-ı Mukaddes (Tevrat ve İncil) Kitab-ı Mukaddes, İnciller ve bölümlerini içine alan bu grupta, 41 cilt kitap bulunmaktadır. Bu kitaplar, IV. yüzyıl ile XIII. yüzyıldan kalma olup, Süryanice yazı tiplerine ait yazma metinleri içermektedir. 30 Tırazi, age. s. 66 57 2- İlahiyat: Muhtelif tarihlere ait, 23 cilt eseri içermektedir. 3- Edebiyat: Edebi konuları içeren 45 cilt kitap. kitap. 4- Hıssay (Münacaat): XII. ve XIII. yüzyıllardan kalma eserler olup, 18 cilt 5- Dua: Vaftiz, evlenme ve ölülerin defnine ait olmak üzere, 22 cilt kitap. kitap. 6- Tarih: XVII. ve XIX. yüzyıllardan kalma, tarih konularını içeren 15 cilt 7- Ayin İcra Kitapları: XIV. ve XIX. yüzyıllara ait, 26 cilt kitap. 8- Sözlükler: XVII. ve XVIII. yüzyıllara ait lügatleri içeren, 12 cilt kitap. 9- Musiki: XVII. ve XVIII. yüzyıllara ait, 12 cilt kitap. 10- Tıp ve Dua: XIII. ve XIX. yüzyıllara ait, 18 cilt kitap. 11- Rum (Mar Kozma) kilisesinden, Meryem Ana Kilisesi’ne devredilen 23 cilt kitap. 12- Çeşitli konuları içeren, yazma olmayan (matbu) 34 cilt kitap. Bugün, bu kitapları tümünü kilisede görmek mümkün değildir. Daha güvenli manastır ve kilise kütüphanelerine devredildiği belirtilmektedir. Kilise kütüphanesi, 2005 yılında yapılan yenileme çalışmalar sırasında, mevcut kitaplar tekrar gözden geçirilerek, kilise bahçesinde bulunan divanhanede sergilenmeye başlanmıştır. Diyarbakır kent merkezinde sadece Süryanilere ait olmak üzere 10 adet kilisenin varlığı yazılı kaynaklarda geçmesine rağmen, bugün ayakta kalabilen tek Süryani kilisesi olan Meryem Ana Kilisesi, şehrimizin en önemli dinsel yapılarından biri olma özelliğini taşımaktadır. Kilise, 2005 yılında, yurt içinde ve dışında yaşayan Diyarbakırlı Süryanilerin ortak girişimiyle, Can Şakarer ve Zeki Kasapoğlu’un yoğun çaba ve gözetimlerinde, kapsamlı restorasyondan geçirilerek, tarihi kimliğini tümüyle yansıtan görünümüne kavuşturulmuştur. 58 DİYARBAKIR KALESİ BURÇLAR SURLAR Mehmet Ali ABAKAY* GİRİŞ Diyarbakır’da en çok ilgilendiğimiz konulardan biri de Diyarbakır Kalesi ve Burçlarla Surları olmuştur. Bir zaman Diyarbakır Kalesi hakkında müstakil bir kitap bulunmadığını müşahade edince, gelen teklif üzerine “Diyarbakır Kalesi Burçlar ve Surlar” ismiyle bir kitap çalışmasında bulunmuş, konunun uzmanı olmayanların telkiniyle bu kitabın basımı yaptırılmamıştı.” İyi ki bu kitap yayınlanmadı “ düşüncesine ben de katıldım. Bugüne kadar yapılmayan bir çalışmayı gerçekleştirirken, mimar değildim, mühendislikle alakamız yoktu ve sanat tarihçisi ya da arkeolog sıfatımız yoktu. Şimdi bu kitabın içinden bir bölüme yer verirken, yapılan araştırmanın, harcanan emeğin bir zaman sonra ilerisi için fayda getirmeye devam edeceğine kendimi ikna ettim. On yıllardır Diyarbakır Kalesi’nin, burçlarının, surlarının onarımının yapılacağına dair açıklamalar, çalışmalar yürütülmekte olmasına rağmen alınan yol, hiç de insanı tatminkâr kılacak durumda değildir. Diyarbakır Kalesi’ne dair yaptığımız araştırmada yüz yıl önce çekilen fotoğraf kareleri ile günümüzdeki kareleri yan yana getirerek, görsellikten yola çıkıp, yapıların bölüm bölüm incelenmesine zemin hazırlamak istedik. Konunun uzmanlarının kaleminden çıkan eserlerin teminine gidildi. Yerli-yabancı uzmanların eserleri temin edilirken, kimi eserlerin kısmen çevirisi sağlandı. Yerel ve Ulusal Basında çıkan haberlerin, köşe yazılarının taraması yapılarak bir gazete arşivi oluşturuldu. Dergilerde kalan yazılar bir araya getirildi. Yaklaşık on bin civarında fotoğraf kale içinden ve dışından çekildi. Adım adım gezilen surlarda rastlanan motifler, kitabeler bir araya getirilerek, kitabelerin tercümesi sağlandı. Bu yetmedi, minarelerden ve yüksek yapılardan fotoğraflanan surlar, helikopterle genel görünümlerde çekildi. Bu konuda en ideal eserler denilen “Amida” ile “ Voyage archeolojik dans la Turquie Oriental” kitaplarının aslı temin edilerek, kitaplardaki fotoğraflar alındı, şehre dair açıklamaların ilgili bölümleri tercümeye girişildi. Mevcut kimi tercümelerin eksikliği tamamlandı. Sonuçta ortaya çıkan çalışmanın yanında arşivlik fotoğraflar, röleveler restitüsyonlar incelendi. Karşılaştırmalı biçimde görüşler, yan yana sıralanarak, yapılan değerlendirmelerden sağlıklı sonuçlar çıkarılmaya çalışıldı. Elbette Diyarbakır Kalesi, sıradan bir kale değildir ve kendi yapısıyla dünyada ayakta duran tek kaledir. Bu kalenin en azından Çin Seddi ile karşılaştırılması yanlışlığına son verecek eseri yayınlama kısmetimizde olmadı. Bu çalışmanın özetinin özeti olan sunumumuzda, vereceğimiz bilgilerin ve bildiri haline gelecek kitapta ekli belgelerin konuya yabancı olmayanlara faydalı olacağını umuyorum. *Araştırmacı-Yazar e-mail: diyarbekirimtv21@hotmail.com 59 Surlarda yapılan araştırmada tespitine çalışılan motiflerle kabartmalar, sınıflandırılmıştır. Farkında olunmayan motiflerle kabartmalar olabilir. 6700 metre civarında olan İç Kale ve Dış Kale Burçları’nda, Surlarında yapılacak bir ekip araştırması ile farkında olmadığımız, gözden kaçan, bazen ters konulmuş ya da bazaltın renginden dolayı fark edilmeyen figürler olabilir. Geniş, oldukça büyük bir alanı içine alan surlarda, burçlarda saptanan motifler ve kabartmalar sınıflandırılmıştır. Diyarbakır Kalesi’nin çekirdek yapısı İç Kale’dir. İç Kale için aygın olan görüş, bu ana merkezin Subarulardan kaldığıdır. Subaru Devleti’nin “Hurrî” ve “Mitannî” şeklinde iki ye ayrılmasıyla İç Kale, Mittanni topraklarında kalmış ve zaman içinde değişik dönemlerde beylik, devlet ve imparatorluk olmak üzere 58 egemenliğin toprakları arasında stratejik bir merkez konumuna girmiştir. Diyarbakır Kalesi, daha sonra genişlemelerle Milat Sonrası Roma Dönemi’nde günümüzdeki biçimini almıştır. Sürekli kuşatmalara maruz kalan şehrin, surlarının muhkem hale getirilmesinden sonra Meryem-i Dara zamanında ikiye ayrılan şehir, hükümran olan iki kardeşin Meryem-i Dara’nın ince siyaseti ile bütünleştirilmiştir. Yapılan yer altı çarşı kazısında bu ara surun Dağ Kapı’dan Mardin Kapı’ya kadar uzandığı görülmüştür. Yer altı çarşısı kazıları, Ulu Camiî eski yapısının, hükümetin merkezî olduğuna dair emareleri kuvvetlendirmiştir. Mesudiye Medresesi’nin Mar-Toma Kilisesi olduğuna dair yaptığımız tespitler, aynı zamanda buranın Dakyanos’un o dönemde sarayı olduğu, önceki dönemlerde değişik inançların hüküm sürdüğü kentte hem tapınak hem de yönetim alanı olarak kullanıldığını gösterir. Ulu Camii için verdiğimiz bilgiler, halen de görüldüğü biçimde saray çevresinin şekillenmesini göstermektedir. Yönetim merkezi ve dinî yapılar etrafında şekillenen ekonomik anlayışın sosyolojik verileri, Ulu Camii Yapı Topluluğu için geçerlidir. Şehrin ikiye surla ayrılması, Ulu Camii’nin önündeki cadde ortasından geçmesi söz konusudur. O halde İç Kale de diğer hükümran kardeşin hükümet merkezidir. Konu hakkında rivayete dayalı anlatımlar, çeşitli kaynaklarda yer almaktadır. Diyarbakır’ın Müslümanlarca fethinden önce değişik burçlarda kitabelerin yer aldığını bilmekteyiz. Bu Roma Dönemi kitabelerin, burçların yeniden yapılması, genişletilmesi esansında yerlerinin değiştiği, kimi kitabelerin de geçmişe saygı kabilinden yerinde bırakıldığını görmekteyiz. Dağ Kapı Burcu’nda birçok kitabe ve figür, bu saygının ifadesi olarak bugün de bulunmaktadır. Bizim diyebileceğimiz medeniyetin dışına taşan ahvâle dair anlayışlara da hoş görme ile yaklaşan her dönemde âlimler olmuştur. Bu kabartmalarla figürlerin Artuklu Döneminin Sultanı zamanında artması ve Sultanın felsefe ile iç içe olması, kendisinin eleştirilmesine yol açmış, böylelikle artan eleştiriler sonrasında Sultan, Devegeçidi (Artuklu) Köprüsünü yaparken Bakara Sûresi’nden âyetleri 60 köprüye kitabe olarak koymuş, Mesudiye Medresesi’ni inşâ etmiştir. Ulu Camiî girişinde bulunan figürlere karışılmamış, camiî dışında olduğu için bu iki figür korunmuştur. Ulu Camii içinde yazı kabartmalarında değişik bitki süs motifleri görülür. Zinciriye’ye giden kapının dış kısmındaki tek parça taş blokta zengin biçimde bitki ve meyve süslemelerine rastlamaktayız. Her ne kadar yapı yıkıldıktan sonra tekrar yapılmış ise de devşirilen taş malzemede figürlere, kabartmalara ve kitabe parçalarına karışılmamış, o döneme ulaşan estetik-kültürel zenginlik muhafaza edilmiş, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında bir kaynaşma amaçlanmıştır. Her dört yöne açılan kapıların yapısında yer alan kabartmalarla figürler, daha çok dışa egemenliğin ihtişamının bir sembolü olarak yer alır. İslamî Dönem içinde olmasına rağmen Diyarbakır’da egemenlik süren beylikler, devletler daima bu figürlerle meramlarını ifade etme yolunu seçmiştir. Çift başlı kartal remzi, diğer şehirlerde de görülür. Konya, Erzincan şehri buna örnektir. Bu şehrin üniversitelerinde kartal remzi olduğu gibi Dicle Üniversitesi’nin de sembolü kartaldır. Kartal, aynı zamanda Selçukî-Artukî arması iken Almanya’da, Suriye’de devlet sembolüdür. Diyarbakır Kalesi’nin sağlamlık açısından bugün ayakta kalan kısımları, şehrin daima kuşatılan bölümlerine itina gösterildiğine tanıklı eder. Düz alanlarda savunmalar şiddetli savaşlara sebep olduğu için, surlarla burçlar oldukça güçlendirilmiştir. Mardin Kapı’dan Urfa Kapı’ya, Urfa Kapı’dan Dağ Kapı ve Fis Kayası’na kadar olan bölümler, düzdür ve kuşatmaya elverişlidir. Fis Kayası’ndan Keçi Burcu’na kadar olan kısımlar, yer yer uçurumların oluşu, dik yükseklik, kuşatmaya elverişli olmayışı, burçlarla surların daha hafif olması, sağlamlık açısından diğer alanlara karşılaştırılmasının önüne geçmektedir. Kısacası Dicle’ye bakan surlar, diğer bölümlere göre daha sağlam inşâ edilmemiştir. Bunun sebebi de askerin kuşatmasına elverişli olmamasıdır. Diyarbakır’da surların Osmanlı’nın son dönemine kadar askerî alan içinde oluşu, zahire deposu olarak kullanımı, İç Kale Burçları’nın askeri mühimmat için kullanımı söz konusudur. Bu husus, İç Kale’nin boşaltılmasıyla son bulmuştur. Bir sempozyum bildirisinin sınırlarını zorlamadan, Diyarbakır Kalesi’nin hakkında kimi bilgileri sunmaya çalışalım. KABARTMALAR ve MOTİFLER Akrep Sonradan açılan Tek Kapı yanındaki Eyyubî Burcu’nda akrebi elinde tutan bağdaş kurmuş insan kabartması akrebe ilişkin tek örnektir. Bu akrep motifinin Asurî kaynaklı olduğunu ifade edenler, bunu tılsım olarak görür. Akrebi eliyle tutan ve bağdaş kuran adamın figürü, yerinden çıkartılmak istenmişse de, bu 61 gerçekleştirilememiştir. Arslan Burçlarda oldukça rastlanan arslan kabartması, insan başlı, kanatlı, ejder kuyruklu olmak üzere farklı biçimlerde yer almaktadır. Ulu Beden, Yedi Kardeş, Nur Burcu, Melikşah Burcu, İç Kale Saray Girişi, Eyyubi Burcu (Akrep Burcu yanı), Dağ Kapı, Mardin Kapı, Urfa Kapı değişik kabartmaların bulunduğu burçlardır. Nur Burcu ve Melikşah Burcu’ndaki arslan kabartmaları, kompozisyon olarak farklılık arz eder. Arslanlar, gülen simaya sahiptir. Ulu Beden’deki iki arslan kabartması insan başlıdır. Kanatlı, insan başlı arslan figürü de Dağ Kapı Urfa Kapı Sur Dizisi’nde yer alan Eyyubî Burcu’ndadır. Bu figür, burç yıkıldıktan sonra yapılan onarımda ters biçimde burçta değerlendirilmiştir. Akrep Burcu’na gidildiğinde yer alan burcun aşağı kısmında yer alır. Boğa-Öküz Burç dışındaki yapılarda sıklıkla rastlanan kabartmalar, genelde arslanın avı biçimlidir. Ulu Camii ana kapısında karşılıklı yer alan arslan-boğa mücadelesine, kiliselerde de rastlanır. İç Kale Saray Girişi’nde aynı kabartmalar görülür. Buradaki kabartmalar, malta taşında yer aldığı için zamanla dış etkenlerden yıpranmıştır. Dağ Kapı ve Mardin Kapı kabartmaları genel kabartmalardan estetik olarak farklıdır. Bu kabartmalar, ilk dönem figürleri biçiminde kabul edilmelidir. “Kaplan kabartması” şeklinde düşünülebilen biçimler, kimi araştırmacılarca’’Dicle Kaplanı’’ismiyle adlandırılmıştır. Yırtıcı Kuşlar Urfa Kapı, Melikşah Burcu, Nur Burcu, Ulu Beden, Yedi Kardeş, Dağ Kapı yırtıcı kuşların bulunduğu burçlardır. Çift başlı kartal, Urfa Kapı, Ulu Beden ve Yedi Kardeş’te egemen kabartmadır. Kartal beraberinde Şahin’i anımsatan yırtıcı kuş kabartması yanında güvercin kabartması görülür. Melikşah ve Nur Burcu’ndaki Kuş tasvirlerinde kuyruk ve kanatlar açıktır. Bu, güç gösterisini andırmaktadır. Daha çok Türklerin Orta Asya kaynaklı kültüründen gelen bir figürdür. Hayvan Figürleri Mardin kapı ve Dağ Kapı’da Abbasilere ait kabul edilen boynuzlu hayvan (Keçi, öküz) figürleri bulunmaktadır. Selçuklu (Melikşah) Burcu’nda mücadele eden iki keçi kabartması, burcun kitabesinin birinci satırının altında orantılı yer almıştır. Nur Burcu’nun kitabesinin son satırının üstünde iki dağ keçisi kabartması, Melikşah Burcu’ndaki kabartmalardan daha ustalıklı işlenmiştir. Kadın Figürü Giyinik olmayan iki kadın figürü, Yedi Kardeş ile Evli Beden Burcu arasındaki Selçuklu (Nur) Burcu’nun Kitabesinin son satırının sağında ve solunda yer alır. Bu iki figür, surlarda ve burçlarda görülen aslan gövdeli, insan başlı figürlerden farklı tek kadın figürlerdir. Diyarbakır Burçları’nda ve surlarında bu figürlerden başka figüre rastlanmaz. Kimi araştırmacılar, dönemin felsefî manalandırmalarına girerek, bunu Kibele ile eşlendirir. 62 El Figürü Dağ Kapı burcunda el figürü işlenmiştir. Bu figür, el içinden oluşmuştur. Parmaklar aşağıya bakmaktadır. Daha çok Şia Kültürü’nde bu motife rastlanır. At Figürü Nur Burcu’nda eğerli fakat binicisiz iki at hareketli biçimde yer alır. At figürü sadece Nur Burcu’nda görülür. Konsollar Ulu Beden Burcu’ndaki konsollar, tarzıyla Yedi Kardeş’teki konsollardan ayrılır. Ulu Beden konsolları görülmeye değer biçimiyle yer yer orijinalliğini korumaktadır. Nişler-Çıkmalar Dağ Kapı’da ana kapı yanlarında işlenmiş, mini sütunlu iki niş bulunur. Bu nişlere diğer kapılarda da rastlanır.. Sadece Yedi Kardeş Burcu’nun alt kısmında küçük bir niş bulunmaktadır. Mardin Kapı’daki burçlarda da nişler görülür.. Geometrik Şekiller Dağ Kapı’da, Mardin Kapı’da bu tarz şekillere rastlanır. Dağ Kapı’da Davut Arması, Güneş Kursu, net seçilemeyen kimi geometrik şekiller, Mardin Kapı’da daha yoğundur… Mesudiye Medresesi’nde Davut Arması, yerinde görülebilir. Kalenin ilk yapılışına ait düşünülebilen bu çizimlerle şekillerin daha çok inançla ilgili olabilme ihtimali yüksektir: Gamalı haçlar, güneş kursları, çok köşeli yıldızlar ve diğer çizimler. Mardin Kapı surlarında bu tarz geometrik şekiller yaygındır. Okunamayan Kitabeler Dağ Kapı’daki Roma ve Mardin Kapı Kitabeleri tümüyle okunmuş kitabeler değildir. Dağ Kapı’daki bir kitabenin yazı karakterinin hangi dile ait olduğu bilinmemektedir. Ergani-Hilar Kitabeleri’ndeki yazıların çözümlenmeyişi gibi okunması gereken kitabelerden bazıları da Küfi yazılardır. Bu tarz yazıların beyaz taşa (Malta taşı) yazılanları, zaman içinde bozulmuştur. Bitki Figürü Dağ Kapı’da, Mardin Kapı’da yer almaktadır. Değişik yapılarda hayat ağacına da rastlanan Diyarbakır’da bitki figürlerinin en canlı görüldüğü alan Ulu Camii Yapı Topluluğu’dur. Hayat Ağacı, bereketi sembolize eder ki Türk Geleneği’nde yaygın bir motiftir. SURLARDA KİTABELERİ BULUNAN DEVLETLER BEYLİKLER Surlarda kitabeleri incelerken Diyarbakır’da egemenlik kuran devletleri, beylikleri hükümranlık yıllarına göre belirtmek lazımdır. Şehre hakim olan birçok beylik, kitabe bırakmazken bazı devletlerin de kitabelerine rastlama söz konusu değildir.Yengi-yenilgi durumlarında mevcut kitabelerin ortadan kaldırılması, tahribe uğrayan burçlarda kitabelerin kaybolması mümkündür. Birçok kitabe onarım sürecinde yapı malzemesi olarak kullanılmıştır. Burçlarda kitabelerin, figürlerin çeşitliliği bunu gösterir. Dağ Kapı onarım bu husustaki varsayım güçlenmektedir. 63 DİYARBAKIRA EGEMEN OLAN DEVLETLER VE BEYLİKLER Sümer, Akad, Babil, Eti, Mittanî, Komuk, Asur, Tiglat Plasar ve Mildiş, Kurhî, Urartu, Med, İskit, Kımrî, Medya, Elam, Lidya, Pers, İskender Dönemi, Selösit, Part, Trajan Dönemi, Sasani, Roma Dönemi, Doğu Roma, İran-Doğu Roma Ara Dönemi, Dört Halife Dönemi, Emevi-Abbasi Dönemi, Şeyhanî, Hamdanî, Büveyhî, Mervanî, Selçukî, Yınalî, Nisanî, Artukî, Cengiz Ara Dönemi, Eyyubî, Anadolu Selçukî, İlhanî, Timur Ara Dönemi, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Safevî, Osmanlı Saltanatı. SURLARDA KİTABELERİ GÜNÜMÜZE ULAŞAN EGEMENLİKLER Çözülemeyen kitabeler (kabartmalar-şekiller), Roma, Doğu Roma, Abbasî, Mervanî, Büyük Selçuklu, Suriye Selçukî, Yınalî-İnaloğulları, Nisanî, Artukî, Eyyübî, Akkoyunlu, Osmanlı Egemenliği. SURLAR HAKKINDA ÇÖZÜME İLİŞKİN GÖRÜŞLER Osmanlı’ya kadar bu kitabelerin ortadan kaldırılması, kitabelerin yer değişimi olmuştur. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kadar kitabelerle ilgili değişikliklerin yapıldığına dair kayıtlarda bilgi mevcut değildir. Kanuni’nin Saray Kapı, Arbedaş Kitabesi dışında Osmanlı Kitabelerine rastlanmamıştır. Diğer yapılarda bulunan kitabeler de Ulu Camii ile sınırlıdır. Valilerin adlarına yaptırdıkları yapılar, konumuz dışıdır. Diyarbakır’ın sur içindeki yapılaşmanın önüne geçmek, sur dışındaki yapılaşmayı teşvik eden Vali Karslı Hatunoğlu İsmail Hakkı Paşa’dır. Paşa’nın girişimleri sonucu şehirdeki yeni yapılaşma için hükümet konağı olmak üzere resmi daireler şehir dışına çıkartılmıştır. İlk şehir dışı camii de Paşa’nın kardeşi “Meded Beg” adına yaptırdığı camiidir. Paşa’dan sonra gelen Vali’ye ulaşımın zorluğu ve havaların sıcak oluşuna dair itirazlar, bu olumlu gelişmeyi durdurtmuştur. 1930’dan sonrası yerleşim planı yapılmamış, tarihi doku bu yüzden zarar görmüştür. Özellikle Harput ve Mardin Kapı Surlarının yıkımı, yerel yönetimin bilgisi dahilinde olmuştur. Vali İsmail Hakkı Paşa’nın başlattığı girişim devam ettirilmiş olsaydı, Diyarbakır Kalesi Surlarıyla bu denli tahribata, yıkıma maruz kalmaz, bırakılmazdı. Cumhuriyet Dönemi’nde surlarla ilgili kitabeler söz konusu değildir. Dağ Kapı, Mardin Kapı bölümlerinin yıktırılmasını dönemin belediye başkanı Nazım Önen tarafından gerçekleştirildiği bilinmektedir. Bazı kaynaklarda da bu yıkımın valilerce yapıldığı yer alır. Bu dönem valileri olarak Nizamettin ve Faiz Ergün gösterilir. Cumhuriyet Dönemi’nde meydana gelen yıkıma karşı tepkiler, yıkımı durdurtur ve Cumhurbaşkanı, aynı zamanda bu şehrin fahri hemşehrisi Mustafa Kemal Paşa, tarihi surların korunmasına yönelik tedbirlerin alınmasını ister. Albert Louıs GABRIEL’in bu aşamada çabası takdirle karşılanır. 1960’lı yıllara kadar şehir dışı yapılaşma görülmez. 1970’lerden sonra İç Kale Surlarının yapılan evler sebebiyle birer taş kaynağına dönüşmesi söz konusudur. Çarpık yapılaşmayı teşvik eden anlayış, imara açık tutulmayan alanlarda çalışmalar 64 başlatmayınca ilçelerden, köylerden şehre göç eden ailelerin gecekondulaşmaya gitmesine zemin hazırlamıştır. İç Kale’den Keçi Burcu’na kadar iç kısımlarda tamamıyla oluşan gecekondulaşma, zamanla Mardin Kapı’nın üç-dört burç üstünden Melikşah Burcu’na oradan da Urfa Kapı civarına ulaşmıştır. İç Kale’nin Dicle’ye bakan yönündeki gecekondulaşma, Yeni Kapı’ya kadar olan bölümde küme evlerini oluşturmuştur. Gecekondulaşmayla yapılan evlerin büyük bir bölümünde sur taşlarının kullanımı, tahribatı artırmıştır. Oy kaygısı, nazım planından yoksun şehrin gerek yerel gerek diğer idarecilerin çarpık kentleşmeye göz yummasını sağlamış, surların bir bölümünün aslîyetini kaybetmesine yol açmıştır. GABRIEL’in 1932’deki gözleminde Ulu Beden için taş ocağı saptaması, tarihi eserlere duyarsızlığın işaretidir. 1980 sonrası artan göçler, gecekondulaşmayı artırmış, dolayısıyla surlarda olumsuzluklar artmıştır. Sadece Turistik Cadde ve kısmen Keçi Burcu iç bölümü, yerleşime açılmamıştır. 1990 sonrası surların onarımının gündeme gelişiyle yeni yapılaşmaların önüne kısmen geçilerek, onarımların yer yer yapılmasına başlanmıştır. Onarımlar daha çok merkezi alanlarda başlatılmıştır. Yapılan onarımların tarihi dokuya ne kadar uygun olduğu tartışılmamıştır. Dağ Kapı‘daki burcun onarımı yıllarca sürmüştür. Ortaya çıkan sonuç, yerel ve ulusal basında bir ucube olarak eleştirilmiştir. 2000’li yıllarda yapılan onarımlarda ise asıl yapıya uymayan, plan dışına çıkan, onarımdan çok ihale şartlarını yerine getirme amaçlı görünen üslûp ile davranış görülmektedir. Kullanılan ana malzeme olan Bazalt’ın fabrikasyon imalat ile üretimi, surlardaki orijinal biçime uyum sağlamaktan uzaktır. İnşaatvarî anlayış, onarımlar sonrası’’Keşke eski-yıkık hali devam etseydi de’’eleştirisine dayalı sonuca götürmüş, birçok insanı, konuya duyarlı olanları. Surların onarımının durdurulmasına yönelik kararın alınmasıyla birlikte çalışmalar durmuştur. Birer tarihi zenginlik olan burçların İç Kale’yle bir arada onarımının yapılması, beklenen en önemli husustur. Bu çalışmanın devamı ile birçok çalışacak olana iş kapısını açacaktır. Bunun yanında turizme kazandırılacak burçlar, aynı zamanda ekonomiye sürekli bir canlılık getirecektir.Diyarbakır burçlarından sadece Dağ Kapı ile Tek Beden kültürel açıdan kullanılmaktadır. Bu iki burcun, diğer burçlardaki onarımların tamamlanmasıyla özel kuruluşlara kiralanması gerekir.İç Kale Kültür Merkezi bir kaç yıl içinde faaliyete geçtiği zaman, özellikle merkezi alanda bulunan bu iki burç, ticari amaçları ön planda bulunmayan, kültürel çalışmalara yönelik faaliyet gösteren vakıf ve derneklere tahsis edilebilir.Cafe-Restaurant gibi istihdam sağlayacak işletmelere tahsis edilecek burçlar, el sanatlarının, küçük çaplı işletmelerin de yer alacağı Urfa Kapı’dan Tek Kapı’ya ve Mardin Kapı’dan -Yedi Kardeş ile Ulu Beden Burcu hariç- Urfa Kapı’ya kadar burçlar gereken şartlar hazırlanarak, turizme kazandırılmalıdır. Kitabe taşıyan burçların kullanımına dair özel şartlar konulmalıdır; Fındık, Eyyûbi ve Mervanî Burcu gibi. Bu tarz burçların daha çok görselliğinin ön plana çıkartılması gerekir. Burçların kullanımına dair çalışmalar yapılırken, projelerin istihdama 65 yönelik oluşuna önem verilmelidir. Bu tarz çalışmalarda kullanım alanı büyük olan burçlar, birden çok küçük iş yerlerine dönüştürülmelidir. Kitapçılara, zücaciyecilere, hediyelik eşya satıcılarına yönelik burçların da sınıflandırılması gerekir. Zamanla her iş kolunun yer aldığı alanlar belirginleşir. Surların Dünyaca kültür mirası kabul edilmesi, bu alandaki çalışmalar ancak düzenli ve programlı çalışmayla mümkündür. Bu sebeple çok katılımlı komisyonlar oluşturulmalıdır. Sadece mimari alanlardaki oluşumlarla yetinilmemeli, konuyla ilgili çalışmaları bulunan araştırmacılar da komisyonlarda görev almalıdır. Bu güne kadar surlarla ilgili kitaplar, makaleler, eski fotoğraflar bir araya getirilmeli, kitabeler yayınlardan araştırılarak tercüme yapabilecek kurul oluşturulmalıdır. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ülke tanıtımında surlara da yer verilmelidir. Öncelikle yapılan çalışmalar ve devam eden hazırlıklar olumludur. Her ne kadar halkta tarihi eserleri koruma bilinci söz konusu ise de bu bilinç, yerel basında ve yerel televizyon ile radyolarda yapılacak çalışmalarla pekiştirilmelidir. Lakin görebildiğimiz kadarıyla hazırlıklar, istenilen düzeyde değildir, kimi onarımlar önce desteklenmiş, sonradan durdurulmuştur. Hazırlanan raporlarda, aldığımız bilgi oranında onarımların burçları, surları özelliklerin dışına çıkardığıdır. Son yıllarda sur taş dizilerinin arasındaki derzlerin, göz estetiğini ne denli bozduğunu belirtmeye gerek var mı? Surlarda çevre düzenlenmesi yapılmış ise de iç mekânların temizliği sağlanmamıştır. Bu temizliğin yapılarak, halka özellikle surlara yakın olan mahallelerdeki sakinlerle görüşülmelidir. Kitabelerin ve sur alanlarının tarihi eser kaçakçılarına karşı korunması, tedbirlerin alınması, var olan tedbirlerin gözden geçirilmesi şarttır. Birçok kitabenin tahrip edildiği, bazılarının olmadığı, onarımlar esnasında kayıpların olduğu söylenenler arasındadır. Yapılacak bir çalışma ile mevcut bütün kitabeler, figürler envanter çalışması ile tespit edilmeli, önceki yayınlardan bu konuyla ilgili bilgiler bütünleştirilmelidir. Bir zamanlar önerdiğimiz, gazetelerde yer alan Diyarbakır Araştırmaları Merkezi kurulmuş olsaydı, Diyarbakır Kalesi, her yönüyle ele alınır ve gereken onarımlarda bilimsel katkılar sunulabilirdi. Bu merkez Diyarbakır’ı tarihi, kültürü, edebiyatı, sanatı kısacası şehri her yönüyle ele alan bir enstitüdür. Lakin Dicle Üniversitesi’nin oluşu bile yılardır böylesi bir merkezin oluşumunu sağlamaktan uzak kaldı. İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile ortak bir çalışmaya yönelerek okullarda tarihi eserlerin önemi vurgulanmalı, konferanslar verilmeli, surların okul gezi planlarında yer alması sağlanmalıdır. Bu amaç doğrultusunda şehrin diğer tarihi eserlerini, şairlerini, yazarlarını tanıtmayı içine alan özellikle ilköğretim-lise öğrencilerine, halka yönelik kitap, broşür yayınlarında bulunulmalıdır. Sivil toplum kuruluşlarının bu çalışmalar esnasında fikirleri raporlar şeklinde alınmasına, yerel yönetimlerle konu uzmanları arasında iş birliği kurulmasına dair toplantılar yapılmasına rağmen ödenek olmadığı için çalışmaların devamlılığının sağlanmadığı söylenmektedir. 66 Bizce yapılan çalışmaların verimli olmayışı, onarımlara düşen güvensizlik gölgesi bu alanda yapılması düşünülen, yapılacak çalışmaları etkilememelidir. Surların bir gün şehrin dünyaya tanıtımını diğer eserlerle bütünlük içinde yapacağını anlamanın şevkiyle hareket edebilir, çalışır, emek sarf edersek... Objektif anlatımdan ayrılmadığımızı gösterdiğimiz olumsuz tablolarla yansıttık. Unutulmamalıdır ki, Diyarbakır Kalesi, burçlarıyla eşsiz yapıdadır. Bu güne kadar yapılan onarımlar yine koruma amaçlıdır, öyle düşünülebilir. Bundan sonraki çalışmalarla hakkı olan konuma gelerek, yıllardır onarımsız kaldığı halde bulunduğu şehrin ekonomik-sosyal canlanmasında katkı sağlayacağını umduğumuz Diyarbakır Kalesi ve Surları, şehrin dünyaya açılan penceresi olduğu zaman, dünden bugüne miras gelen Kale’yle Surların yarına miras kalacağından kimsenin şüphesi olmasın. Tüm mesele budur, dünden bu güne uzayıp çözülemeyen bilmece. SURLARLA İLGİLİ KİMİ YAYINLAR Yaptığımız incelemede surlarla ilgili oldukça önemli gördüğümüz, araştırmamızın bu bölümünde surları sekiz başlık altında toplayarak yapılmış olanları, yapılması gerekli olanları ve acil yapılması gereken çalışmaları yetkililerin dikkatine sunmak istiyoruz. (‘’Diyarbakır Kalesi ve Surlarının Günümüzdeki Durumu‘’ bölümünde konu ele alınmıştır.) Surlarla ilgili günümüze kadar konu bütünlüğüne sahip bir araştırma ve inceleme çalışması yapılmadığı için anlatılanlar daima makalelerde kalmış, hazırlanan raporlar yayınlanmamış, yapılan onarımlarla ilgili bilgiler paylaşılmamıştır. Sadece basında yer alan kimi açıklamalar, haberler dışında gerektiği gibi konuya açıklık getirilmediğinden yapılanların ne olduğuna dair kamuoyu yeteri oranda bilgilendirilmemiştir. Surlara ilişkin medyatik hale getirilen Keçi Burcu, yapılan sergiler, daima basında ve televizyonlarda gösterilen surların orijinal kalmış burçlarıdır. Bazı kitap ve katalog ile broşürlerde Yedi Kardeş, Ulu Beden gibi sağlamlığı dış görünümüyle sınırlı burçlarla Urfa Kapı, Dağ Kapı yer almıştır. Aysberg gibi sadece gösterilen bu görüntü, surların sağlam olduğunu ve onarımların yapılmasıyla, birkaç gecekondunun yıkımıyla işlerin bitirilerek surların kurtarılacağı, ’’Dünya Kültür Mirası’’olarak, dünyanın sekizinci harikası seçileceği belirtilse de çalışmalar yapılmadıkça sonuca ulaşılamaz.. Duyulanla görünenin, okunanla bilinenin oldukça farklı olduğunu açıklamaya gerek var mı? Basında yer alan kupürlere bakıldığında birkaçı hariç diğerleri surlardaki yıpranmanın çok boyutlu olduğunu göstermemektedir.Yapılan açıklamalar, basın boyutuyla tatmin olunmaktan uzaktır. Çünkü surlardaki ve burçlardaki son yirmi yılda artan tahribat oldukça fazladır. Basındaki haberler, tarafsız gözle ele alındığında muhabirlerin bir kısmının surlar hakkında bilgi sahibi olmadığı görülür. Yeteri kadar araştırma yapılmadığı, var olan makalelere ulaşılmadaki zorluk 67 ve sınırlı sayıdaki eserlere müracaat, yapılanın yetersizliğine işarettir. Daha çok başvurulan BEYSANOĞLU’nun eserleri de konuyu geniş biçimde ele almaktan uzaktır. O halde yapılanların çoğu, çalışmaların yansıtılmasıyla surlarla ilgilenenlerin demeçleri içerir. Bu, yerel basının yaptırım gücünün sınırlı olmaktan öte yeteri kadar bilgi sahibi olmayan çalışanlarının önemli bölümünün haber sıkıntısını surlarla gidermesi şeklinde düşünülmelidir. Diyarbakır ile ilgili derneklerin, vakıfların sayıca az oluşu, var olanlarının çoğunun Anadolu’da ve İstanbul’da bulunanların hemşerilik bağını kuvvetlendirme amaçlı kurulması, surlarla ilgili çalışmalarda Ankara merkezli şubesi Diyarbakır’da bulunan Diyarbakır Tanıtma Kültür ve Yardımlaşma Vakfı’nın etkinlikleriyle sınırlı kalmıştır. Vakıf, bu alanda üçü Prof. Dr. Halil DEĞERTEKİN imzalı biri çeviri olmak üzere dört kitap yayınlamıştır: DEĞERTEKİN’in Diyarbakır Kitabeleri, surlardaki yazıtlarla figürlerin bir bölümünü içine alan fotoğrafik çalışmadır. Diğer eserleri surlara ilişkin kitapçık ebatında önemli bilgiler içeren çalışmalardır. Araştırmamızda GABRIEL’in surlarla ilgili görüşleri, ÖZSEZGİN’in çevirisinden alınmıştır. Vakfın surlarla ilgili fotoğraf arşivi de bulunmaktadır. Bir kısım makalelerde surlarla ilgili atıflar yapılmış ise de alıntılar genelde aynı kaynaklardandır. Kısır bir döngü içerisinde surları anlatan yazılarda sebep-sonuç ilişkisi irdelenmeden, surların korunması gerektiği üzerinde durulmuştur. Dicle Üniversitesi’nin bu hususta ne gibi çalışmalar yürüttüğü surları ana konu alan yayınlar olmadığı için bilinmemektedir. Prof. Dr. Zülküf GÜNELİ’nin araştırmalarının bir bölümünde surlar ele alınmıştır. Ayrıca Prof. Dr. Orhan Cezmi TUNCER’in kimi eserlerinde surlar ele alınmış ise de müstakil manada bir kitap çalışması yayınlanmamıştır Ulusal yayında bulunan gezi-seyahat dergileri hakkında düşüncelerimiz sınırlı biçimde yapıcı bir eleştiriyle ayrı bölümde ele alındığı için Surlar Hakkında Yayınlara alınmamıştır. DİYARBAKIR KALESİ VE SURLARI İLE İLGİLİ GÖRSEL MALZEME ’Diyarbakır Kalesi ve Surları ile İlgili Görsel Malzeme’’başlığı altında konuyla ilgili fotoğraf çeken isimler ele alınmıştır. Bu çalışmalarda bulunarak ‘’Kale ve Surlar’’hakkında önemli etkiler bırakan isimler az olmasına rağmen çalışmaları bu gün de yer yer kitaplarda değerlendirilmektedir. DİYARBAKIR KALESİ İLE İLGİLİ ÇALIŞMALARI BULUAN İSİMLERLE ONLARIN ÇALIŞMALARI 1- Amida Fransız Generali BEYLIYE’nin çektiği, çektirdiği, Diyarbakırlı fotoğraf çekenlerden temin ettiği fotoğraflar, ilk kez bu kitapta bir araya getirilmiştir. Kitapta yer alan bazı fotoğrafların orijinalinin de arşivimizde bulunduğu tüm fotoğraflar, 68 şehre ilişkin önemli birer belgedir. Amida’dan bir bölüm fotoğraf, araştırmamızda yer almaktadır. 2- Voyage archeolojik dans la Turquie Oriental GABRIEL’in bu eserinin ikinci cildini oluşturan fotoğrafların bir bölümü Diyarbakır’la ilgili tarihi eserler oluşturmaktadır. Bu fotoğraflardan araştırmamıza örnekler alınmıştır. 3- Süleyman Sezgin Ziya Gökalp Lisesi Resim Öğretmeni SEZGİN’in Prof. Dr. Selahattin YAZICIOĞLU’na verdiği fotoğraflar, ’’Dünden Bugüne Diyarbakır Fotoğrafları’’ismiyle 1995’te yayınladığımız ‘’Diyarbakır Folklorundan Kesitler, ’’Kitabımızda ilk kez yer almıştı. Bu fotoğrafların surlarla ilgili olanları, araştırmamız içinde değerlendirilmiştir. 4- Adil Tekin Yerel alanda Diyarbakır ile ilgili Kale ve Sur konulu fotoğraflarıyla sergiler açan, fotoğrafları albümleştiren TEKİN’in surların tanıtımında önemli etkisi vardır. Fotoğraflarından yaptığı son kitap albümü ‘’Tarihin Taşlara Yazıldığı Kent’’ adıyla vefatından önce yayınlanmıştır. 5- Abdulkadir Çetin Çalışmaları kitaplaşmamış olsa da son dönemde çektiği kareler önemlidir. 6- Bir Zamanlar Diyarbakır Kent bank’ın yayınladığı fotoğraf albümünde arşivlerde kalan önemli fotoğraflar yer almaktadır. 7- Bir Zamanlar Diyarbekir Şefik KORKUSUZ’un yayınladığı karma fotoğraflar arasında Sezgin’in daha önce yayınladığımız fotoğrafları da bulunmaktadır. 8- Müze Şehir Diyarbakır YKY’nin yayınladığı şehri farklı açılardan ele alan akademik eserde arşiv fotoğrafları kullanılmıştır. 9- Atatürk Diyarbakır’da K.Kadri KOP’un yayınladığı eser, Atatürk’ün 1937’de Diyarbakır’ı ziyaret konu almaktadır. Bu eserde Mehmet Danyal TUNCER’in, Adil TEKİN’in Atatürk ve dolayısıyla surlarla ilgili fotoğraflar bulunmaktadır. 10- Karacadağ Diyarbakır Halkevi’nin yayın organı olan Karacadağ’da yer alan fotoğraflar, baskı kalitesi düşük olmasına rağmen önemlidir. 69 11- Anadolu Türk İslam Mimarisinde Sanatçılar Zeki SÖNMEZ’in önemli araştırmasında Kale ve Surlarla ilgili fotoğrafları yer almaktadır. Bu eser, TTK Yayınları arasında yer almıştır. Diyarbakır Kalesi’ni, burç burç, adım adım genel çerçevesi içinde ele alan bir başeserdir. 12- Anadolu Artuklu Devri Türk Mimarisinin Gelişmesi Ara ALTUN’un Diyarbakır’ı da içine alan araştırmasında İç Kale, Ulu Beden ve Yedi Kardeş Burcu fotoğrafları, konumuz açısından açıklamalarıyla önem kazanmaktadır. 13- Gerthurde BELL İngiliz Görevli. 1900’lü yıllarda İngiltere adına sık sık bölgeye gelip fotoğraflar çekmiştir. Arşivimizde kendisine ait oldukça zengin kareler bulunmaktadır. 14- 16. Yüzyıl Ortalarında Diyarbekir Beylerbeyliğinde Vakıflar Alpay BİZBİRLİK’in oldukça önemli olan bu çalışması, TTK yayını. Bu eserde Diyabakır Kalesi’ne değinilmemiş bile olsa ele alınan yapıların Diyarbakır Kalesi ile ilişkileri söz konusudur. 17-XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır TTK Yayınlarının arasında Diyarbakır’ı konu ele alan önemli ikinci çalışma, Yrd. Doç Dr. İbrahim YILMAZÇELİK’in imzasını aşıyor. Bu eser ile dönemin Diyarbekir’ini oldukça güzel biçimde takip edilebilir. Diyarbakır Kalesi ile iç içe olan yapılar hakkında bilgi bulabilir, kaleye dair bilgileriniz sağlıklı kaynaklardan alabilirsiniz. 18- Diyarbakır’da Türk Mimarisi Prof. Dr. Metin SÖZEN’in gençlik dönemine dair önemli bir araştırması. Bu eser, her araştırmacının kitaplığında bulunması gereken bir başucu kitabıdır. 19- Şevket BEYSANOĞLU’nun Çalışmaları Merhum BEYSANOĞLU’nun çalışmaları, kaynakları ilk elden verdiği için, ulaşılması güç kimi eserlerden faydalanma için oldukça önemlidir. İyi bir derlemeci olan BEYSANOĞLU’nun imzasını taşıyan birçok eserinde Diyarbakır Kalesi ve burçlarını bulmak mümkündür. 20- Diyarbekir Kitabeleri, Diyarbekir Tarihi, Diyarbekir Yıllığı Basri KONYAR’ın yayına hazırladığı bu üç eser, gerek bilgi gerekse fotoğraflar açısından oldukça önemlidir. 21- Diyarbekir Tarihi Bedri GÜNKUT’un kaleme aldığı bu eser, muhteva olarak zayıf olmasına rağmen, kimi fotoğraflar açısından önemlidir. 70 22-Diyarbakır Folklorundan Kesitler-Celâl Güzelses 1995 Yılında yayınladığımız bu eserin ” Dünden Bugüne Fotoğraflarla Diyarbakır” isimli son bölümünde şehrin birçok eski fotoğrafı ilk kez yayınlanmıştı. Bu arşiv fotoğraflarımız zaman içinde zenginleşmiş, çektiğimiz fotoğraf kareleri, şehrin ulaşılması göç köy ve ilçelerini şehir merkezi ile içine almaktadır. Görsel yönden mevcut bulunan arşiv fotoğrafları, sürekli kullanıldığı için araştırmamızda gerekmedikçe arşive dayalı çalışmalara yer verilmemiştir. Belirtilen eserlerle, fotoğraf sanatçıları, konu hakkında araştırma yapacak olanlar için ön bilgi olmak üzere ele alınmıştır. DİYARBAKIR KALESİ VE SURLARININ GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU Diyarbakır Kalesi ve Surlar, bu bölümde aşağıdaki çerçevede ele alınmıştır: 1- Urfa Kapı-Ulu Beden Sur dizisi 2- Ulu Beden-Yedi Kardeş Sur Dizisi 3- Yedi Kardeş-Mardin Kapı Sur Dizisi 4- Keçi Burcu-Leblebikıran Burcu Sur Dizisi 5- Fındık Burcu-Yeni Kapı Sur Dizisi 6- Yeni Kapı-İç Kale Sur Dizisi 7- İç Kale-Dağ Kapı Sur Dizisi 8- Dağ Kapı-Urfa Kapı Sur Dizisi Adlandırdığımız bölümler, yapılan incelemenin, belirtilenlerin okuyucu ve araştırmacı tarafından sağlıklı biçimde değerlendirilmesi amaçlıdır. Amida’da, GABRIEL’de, SAVCI’da, SÖNMEZ’de verilen burç numaralandırılma sistemi ile burçlar ancak yakından bilen, konu uzmanı olanların anlayabileceği sistematik tarzda ele alınmıştır. URFA KAPI - ULU BEDEN SUR DİZİSİ Urfa Kapı’da yapılan iş yerleri ve barakalar kaldırıldıktan sonra çevre düzenlemesine gidilmiştir. Düzenleme, gecekondulaşmanın başladığı alana kadar devam etmektedir. Yapılaşmanın başladığı alandan Ulu Beden’e kadar olan dizide surlardaki onarımlar dış cephede Ulu Beden ile Selçuklu Burcu hariç, kısmentamamen yapılmış durumdadır. Urfa Kapı arasında yer alan sur duvarı ile dizi boyunca devam eden onarımlarda duvarlar üzerindeki “dendam” olarak adlandırılan, kale savunmasında önemli olan orijinal şekil yerine düz biçimde taş döşeme yapılmıştır. Dendamlar, sadece bazı burçlarda yapılmış, surların diğer bölümlerinde de bu uygulanmamıştır. 71 Dizide yapılan onarımlarda kullanılan taşlarla orijinal taşlar arasında uyum sağlanmadığı gibi simetrik uyum da gözetilmemiştir. Diğer onarım alanlarında da bazı çıkmalar beraberindeestetik şekli bozan görünümler mevcuttur. Surlar arasındaki payandalar ile burçların altındaki payandaların onarımına yeteri oranda önem gösterilmemiştir. Bazı onarımlarda kaldırım taşlarının bile kullanıldığı fotoğraflanmıştır. Dizinin içe dönük onarımı, Turistik Cadde’den başlatılmamış, bir ara fidanlık olarak kullanılan bölümden başlatılarak Ulu Beden’e kadar olan kesimde çalışılmıştır. Ulu Beden’in röleve ve restitüsyon projesi, kabul edilmemesine rağmen içe bakan yüzü aynı biçimde yapılmıştır. Burcun dayanıklılığını artırma amaçlı, sadece Ulu Beden’de görülen temelden iki metreyi aşan eğik düzenlemenin üst taşları ve dolgu kısmı tamamıyla alınmıştır. Öncelikle burcun mukavemetini sağlayan destek alanın yapılması gerekmektedir. Tahribata uğrayan alanda yer alan kitabenin kalan kısmının korunması şarttır. Burcun içinin dolaşılmayacak kadar harap olması, temizlenmesinin önünde engel değildir. Burçta yer alan iç kısım kitabelerin tahribi, bir bölümünün sökülmek istenmesi ve kaçak kazıların yapılması koruma tedbirlerinin sağlanmasını gerekli kılmaktadır. Burcun üst katında yapılmış bulunan kaçak kazılardan alt katın tavanı diğer burçlarda olduğu gibi zarar görmüştür. Gecekondulaşmanın 1930’lu yıllarda yıkımın başlamasıyla özellikle -Urfa Kapı hariç- bu dizide oldukça tahribatlar yapılmıştır. GABRIEL, Ulu Beden’i taş çıkartılan ocak biçiminde yansıtır, araştırmasına. Urfa Kapı’dan sonra gelen dizi başlangıcının içe dönük kısmı onarılmadığı için her an çökme tehlikesiyle baş başadır. Bu kısım onarılmadığı için çevre düzenlemesi de gerçekleştirilmemiştir. Oldukça sağlıksız, bakımsız görüntü arz eden dizinin başlangıç noktasında Sarı Sadık Mescidi (Gülşeni Tekkesi) karşısında yer alan bir ticari bir kuruluş kaldırılmıştır. Ulu Beden’e varılan noktaya kadar birçok gecekonduda ve ara yollarda kullanılmış sur taşlarının ana malzeme olarak kullanıldığı görülür. ULU BEDEN-YEDİ KARDEŞ SUR DİZİSİ Ulu Beden’den Yedi Kardeş’e uzayan alanda gecekonduların arka duvarlarını surlar ve burçlar oluşturur. Ulu Beden’den dizi sonuna kadar gidebilmek mümkün değildir. Nur Burcu ile Yedi Kardeş Burcu’nun fotoğraf çekimleri, gecekonduların burçlara bitişik oluşu sebebiyle genel olarak alınamamıştır. Gecekondularda kalanların açıklamalarına göre, kaldıkları evler en az (40) yıllık yapılardır. Gecekonduların ikinci ve diğer sıraları 70’li, 80’li ve 90’lı yıllarda yapılmıştır. Kimi yapıların iki katlı oldukları görülür. Titizlikle yaptığımız çekimlerde bu burçların görünümlerini alamadığımız için, arşiv fotoğraflarını kullanma zorunluluğunda kaldık. Kitabelerle figürleri 72 kullanırken burçların aşağı kısmında yer alan bölümlerdeki küçük bir mihrap ile diğer işaretleri incelememiz mümkün olmadı. Birinci dizide de belirttiğimiz gibi onarımlar, sur duvarlarının üstü ile içe bakan yüzde yaygındır. Ulu Beden’in doğuda kalan duvarla belirgin biçimde ayrıldığı gözlemlenmiştir. Bu duvarda geçişi sağlamak için açılan kapı, burç için tehlike ar ettiği gibi, burçtan düşebilecek konsol ve taşlar yayalar için de tehlikelidir. Gecekondu alanında 1970’lerde ve birinci dizide ilçe minibüs durağı olarak kullanılmış alanda surlardan düşen taşların birçok vatandaşın hayatını kaybettiği unutulmamalıdır. Bu dizide düzenlemeler, Mardin Kapı’da bulunan Ömer Şeddad Camii noktasına kadar yapılmıştır. Görülen birçok burçtaki taş basamak düzeneği, kalbi çağrıştıran oval biçimde onarım sonrası şekillenme kazanmıştır. Bazı basamak düzenekleri de birinci dizide görülmektedir. Bir kısmı tamamlanmayan düzenekler, estetizmi bozmaktadır. Dış kısımda hendek duvarlarının temelleri ve bir kısım duvar yükseltileri korumasız biçimdedir ki asıl onarımlar dururken bu duvar kalıntıları ile temeller ikinci planda kalsalar bile önem arz etmektedir. Yedi Kardeş Burcu’nda farklı zamanlarda yaptığımız incelemelerde ikinci katta var olan kitabelerin tahrip edildiği, bazı kitabelerin yerinden söküldüğü fotoğraflanmıştır. Mevcut olan durum yazdığım bir yazı ile bir bölge gazetesinde haber konusu olmuştur. Ulu Beden gibi Yedi Kardeş Burcu da Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü’nün projeyi kabul etmemesi sebebiyle onarım dışı tutulmuştur. (Dikkat çeken bir husus, Ulu Beden ile Yedi Kardeş için verilmeyen iznin, diğer sur bölümleri için hangi ölçüler uygulanarak verildiğidir. Elbette, araştırmacılar teknik-mimari alanda uzmanların uyguladıkları kriterlerin ne olduğunu, nelerin olması gerektiğini bilmeleri oldukça zordur. Fakat daha önce onarımı yapılan Dağ Kapı’da PTT karşısındaki burcun onarımı yıllar sürmüş, ihaleyi alan firma yasaklı listesine alınmıştı. Mardin Kapı’nın onarımı da yasaklı olan firmanın sahibi tarafından Ankara merkezli bir firma vasıtasıyla gerçekleştirilmiş olduğu bilinmektedir. İhalelerde belirtilen sözleşme maddelerinin dışına çıkma durumlarında ne gibi bir işlem yapıldığı konusunda bilgi sahibi değiliz.) Dizide ambar-depo olarak kullanılan bazı burçların önünde demir aksamların olduğu görülür. Kimi demir parmaklıkların da burçları koruma amaçlı yapıldığı bilinmektedir. YEDİ KARDEŞ-MARDİN KAPI SUR DİZİSİ Bu dizinin dışa bakan bölümü gecekondulaşmaya uğramamış ise de alınan taşlar sebebiyle tahribata uğramıştır. Belediyelerin araç parkı ile diğer işler için hala kullanılmaya devam edilen alana yakın oluşu, gecekondulaşmayı önlemiştir. Alanın Mardin Kapı Asri Mezarlığı’nın yolu önünde oluşu, taşların mezar yapımında kullanılmasına sebep olmuştur. Bu hususu açıklayan dönemin Sur içi Belediye Başkanı, bunu medyaya açıklamış, haber kupürlerini de başkanlık sonrasında yazdığı kitabına almıştır. 73 Yedi Kardeş’ten geçtikten sonra Mardin Kapı’ya yakın, sur üstü galerisi dikkat çekicidir. Kuşatmaların sık sık eksik olmadığı alanlardan biri olan bu sur dizisinde askerin zayiat vermemesi için yapılan galeri, diğer bölümlerde bulunmakta mıydı? Bunu bilmiyoruz. Ancak, Keçi Burcu’nun batı bölümünde daha itinalı görünen ikinci bir galeri mevcudiyeti, surlarda galerilerin varlığı hakkında kanıt sayılabilir. İleri sürdüğümüz bu görüşün yaptığımız araştırmalarda yer almadığını da belirtelim. Denilebilir ki zamanında kuşatmalarda zayiat vermemek için, surların üst kısımları, tümüyle galeriyle, üstü kapalı geçitle kapalıydı. Sonradan yapılan değişiklikler, surların zamanla tahribata açık hale gelemsine sebep olmuştur. Mardin Kapı ile Yedi Kardeş Burcu’na az kala biten surun üstünün kapalı şekli, bu alandaki yıkılmaları, tahribatı önlemiştir. Galerilerin yıkıldığı alanlarda surlar zamanla kar-yağmur basıncı ile üstten temele doğru su sızmalarıyla zayıflamış, mevsim şartları ve insan tahribatıyla dış kaplamalarını kaybetmiştir. Yer yer meydana gelen çökmelerin önüne böylelikle geçilememiştir. Zayıf görünen Dicle’ye bakan surların galeri bölümünün yıktırılması, taşlarının alınıp başka işlemlerde kullanılması da yıkılmanın sebepleri arasında gösterilebilir. Burçlarda bile okçuların güvenliğinin sağlandığı kalede, surlardaki askerlerin dendanlarla korunması düşünülemez. Bu galeriler ayrıca askerin gündelik hayatını geçirdiği alandır. Her burç da o askeri birliğin erzakını, ihtiyaçlarını karşılayan mekândır. Günümüze kadar ele alınmayan bu hususun artık tartışılması gereklidir. Bugüne kadar araştırma eserlerinde bu tarz bir yaklaşımla surlar ele alınmamıştır. Bizim araştırmalarımızda beki de yanıldığımız husus, galerinin sadece bu bölge ile sınırlı olduğudur. Fakat araştırmalarımız, en yoğunluklu savaşların yaşandığı, kuşatmaların sürdüğü bu düz alanlarda kale-sur içi askerlerinin sınırlı sayısını koruma ve kuşatmayı yapanlara karşı askeri savunma amaçlı galeriler yapması fazla zor bir iş ve uğraş değildir. Kuşatmayı zorlaştıran şu andaki mevcut surun önündeki ikinci sur kalıntıları da ne yazık ki korunmamış, sadece Dağ Kapı Fis Kayası, Yeni Kapı-Fındık Burcu ve Mardin kapı-Yedi Kardeş Sur Dizisi’nde seçilebilmektedir. Şehrin alınışını güçleştirmek ve mevcut asker sayısını korumak, zayiat vermemek için düşünen zamanın hükümdarları, kuşatmalarda bazen iki seneye yakın dayanabilmiştir. Bir yılı aşkın kuşatmaların çoklukla görüldüğü surlarda, kaleye giriş çoğunlukla mancınıklarla açılan gedikler sayesinde olmuştur. Merdiven dayatmalarda surun üstüne çıkma hareketleri hiçbir zaman başarılı olamamıştır. Galeri sistemi düşünüldüğü zaman, ancak bu yolla kuşatma ve huruc hareketlerine karşı konulması mümkündür. Elbette galerilerden kalan kısımlar ortadadır. Yapılan onarımlarla düzleştirilen burçlar yaya yoluna dönüştürülmüş, burçlarda dendanlar düşünülmüş, galeri sistemi de hiç kimse tarafından ele alınmamıştır, düşünülmemiştir. Galeri sistemine geçildiği zaman, kar ve yağmur 74 kaynaklı sızmaların, kar ve yağmur basıncının önüne geçilecek, daha önce düşündüğümüz biçimde surların daha uzun ömürlü olması sağlanacaktır. Gerek yağmur gerek kar suyundaki tuz oranından da muhafazaya alınacak bazalt ile harcı, daha dayanıklı olacaktır. Galerilerle surların üzerini kaplama, şimdiki durumda nasıl kabul edilecektir? Bunu bilmekten ne kadar uzak isek de yapılacak bu tarz bir korunma yolu ile surların ömrü uzatılacak ve turizme kazandırma yolunda da büyük mesafe kaydedilecektir. Kale-Sur içi asker sayısının sınırlılığı, bizi surların burçlar hariç, üstünün galerilerle kaplı olduğu sonucuna götürür. Mevcut galeride bazı bozulmalar olmuşsa da yapısını korumaktadır. İki kişinin rahat şekilde geçebileceği geçiş yolunun yüksekliği dikkat çekicidir. Keçi Burcu’ndaki galerinin yüksekliği, Mardin Kapı’da son bulan galeriden düşüktür. Galerinin Mervanî’den ya da şehrin imarına önem veren Eyyûbî’den kaldığını söylemek mümkündür. Mardin Kapı’nın onarımı yapılmış olsa da doğu kesimindeki tek burcun iç yüzdeki onarımsızlığı, dikkat çekmektedir. Turistlerin yoğun şekilde odaklandığı Keçi Burcu hizasında ki burcun onarımda öncelikli burçlar arasında olması gerekir. Burcun önündeki basamaklardan oluşan burçtan ayrı olan kısmın burca çıkmak amacıyla mı yoksa kuşatma ve tehlikeli zamanlarda komutanların askerlere hitap etmek üzere yapılmış yükselti olduğu hakkında bir bilgiye ulaşılamamıştır. KEÇİ BURCU-LEBLEBİKIRAN SUR DİZİSİ Keçi Burcu’na varmadan sıralanan burçların dış biçimi tahribe maruz kalmamıştır. Bunun sebebi, gecekondulaşmanın olmayışı ile akarsuların toplanma noktası oluşudur. Değirmenlerin kümelendiği, Keçi Burcu’nun kuzeydoğusunda da değirmenlerin varlığı, bizi tahribatın neden az olduğuna dair sonuca götürmektedir. Keçi Burcu’na kadar olan burçlar, 1900’lü yıllara kadar değirmenlere yakınlığı sebebiyle zahire ambarı olarak kullanılmıştır. Yakın zamana kadar da depo olarak kullanılmıştı. Bu burçlarda kitabelere onarımlara ihtiyaç duyulmadığı için kendi tespitimiz- rastlanılmamaktadır. Daha çok kuşatmaların eksik olmadığı, savaşların sonrası tahribatların oluştuğu düzlük alanlarda kitabe yoğunluğu artar; Dağ Kapı, Urfa Kapı, Yedi Kardeş ve Esfel’e bakan burç dizisi. Dicle’ye bakan cephe, yüksek olduğu için surların mukavemetinin fazlaca önemsenmediği, hendek duvar kalıntılarının çok olmadığı görülmektedir. Keçi Burcu’nun kitabesi hakkında ileriki karşılaştırmalı bölümde bilgi verilmiştir. Burcun onarımı üzerinde çok durulmuş, sanat aktivitelerine uygun genişliği ile üst kısmının şehre ve Dicle’ye, Esfel Bahçelerine hâkimiyeti ’’Surlar ‘’ 75 denince Keçi Burcu’nu çağrıştırır hale getirmiştir. Burcun üstünün onarımında kullanılan malzemenin ağırlığını kaldırması için iç kısımlarda kullanılan çelik konstrüksiyonlar, olabilecek çökmeler için düşünülmüştür. İç kısmın nemden dolayı olabilecek olumsuzlukları için tedbir alınmadığı, yağışlarda artan rutubetin yapıda onarım sonrası ne gibi değişiklikler oluşturacağı hususunda cevap bekleyen sorular bulunmaktadır. Onarım sonrası yapının Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca teslim alınmadığı bilinmektedir. Sur dizisindeki Keçi Burcu’ndan sonra gelen ilk burçta kitabe bulunmaktadır. Burcun kitabe üstünde küçük bir mihrap yer alırken iki satırlık kitabe sonunda iki mihrabın simetrik olarak sıralandığı, burcun ön kısmının alt köşe ilk temel taş dizi başlarında birer işlemeli taşın yerleştirildiği görülür. İkinci burçta da bazalt taş üzerinde iki satırlık kitabe mevcuttur. Üçüncü burcun dışındaki taşların söküldüğü, taşların gecekondu yapımında kullanıldığı çevre sakinlerince belirtilmiş, yapılardan burca yakın olanlarda taşların kullanılmış olduğu görülmüştür. Dördüncü burç üzerinde kitabe bulunmamaktadır. Burç, diş yapısıyla sağlam iken, içe dönük kısmının taşları çoğunlukla alınmıştır. Beşinci burcun ortasında iki satırdan oluşan beyaz taş dizisinde kitabe yer alırken altıncı burçta kitabe bulunmamaktadır. Altıncı burç ile yedinci burç arasında temel taş dizgisinden yaklaşık bir metre yükseklikte satır başları düşmüş ya da sökülen taşlarla birlikte alınmış üç satırlık, satır sonları toprak yığını altında kalmış Mervani kitabesi yer alır. İnceleme ve araştırmalarımızda yer mesafesine en yakın yerleştirilmiş kitabenin bu sur duvarında olduğunu görmekteyiz. Dizide son burç, ’’Leblebikıran ‘’olarak adlandırılan burçtur. İsim kaynağını araştırmış olmamıza rağmen kesinlik arz eden bilgilere ulaşılmamıştır. Burçta kitabe yer almaktadır. Fakat iç kısmının yarısından çoğu yıkık durumda bulunmaktadır. Leblebikıran’a kadar olan burç ve sur dizisinde onarımların yeteri oranda yapılmamış olduğu yerinde gözlemlenmiştir. FINDIK BURCU - YENİ KAPI SUR DİZİSİ Fındık Burcu, Sultan Melikşah tarafından yapılmıştır. İsmini yapının yuvarlaklığıyla az yer kaplamasından aldığı söylenen, küçük oluşu sebebiyle’’Fındık ‘’olarak adlandırılan burç, kitabelidir. Leblebikıran ile arasındaki on metreye yaklaşan açıklığın sebebi depreme, surların dayanıksızlığına bağlanmaktadır. 1900’lü yıllara kadar sur duvarının mevcut olduğu, daha sonra yıktırıldığı söylenmektedir. Fındık’ı takip eden üç burçta da kitabe yer almamaktadır. Üçüncü burç içinde ve iç kısımda sur duvarında tandırların olduğu saptanmıştır. Bu dizide yer alan gecekondulaşma, İç Kale’ye kadar devam eder. Halkın çoğu, Dicle, Hani, Bingöl civarındandır. 76 Üçüncü burçtan sonra iki sur payandası yer alır. Payandalardan sonrası yıkıklar başlar. Burçlar evlerin ya duvarları ya da gecekonduların üzerinde sıralandığı temeller konumundadır. Görmezlikten gelinen, burçlarla surların esamesinin okunmadığı, gecekonduların sıra şeklinde yer aldığı bu dizide onarım söz konusu değildir. İnceleme ve araştırmalarımızda gecekondulardan içeri girilerek bazı fotoğraflar çekilebilmiştir. Surların onarımını bekleyen sakinlerin tedirginliği, kendilerine konut alanlarının verilip verilmeyeceği hususunda sorularla karşı karşıya kalınmıştır. Daha çok iki gözden oluşan, küçük avlunun mutfağa, tuvalete ayrıldığı gecekondularda bazen aynı avluyu iki ailenin paylaştığı söz konusudur. YENİ KAPI-İÇ KALE SUR DİZİSİ Yeni Kapı’da surları incelemek, iç kısımda tümüyle imkânsız gibidir. Yeni Kapı yanı Direkhane Sokak’ta gecekondular arasında taşlarının çoğu alınmış, dolgu kısmı kalmış sur kalıntısı bulunmaktadır. Yeni Kapı’nın onarımı sonrası halkta surların taşlarını kullanmanın cezai müeyyidelerinin olduğuna dair çekingenlik görünmektedir. Tapusu bulunmamasına rağmen elektrik ve su abonmanlığının alıcı adına çevrilerek 1990’lı yıllara kadar yapılmış gecekondu satışları, günümüzde her an yıktırılabilir endişesiyle durmuştur. Kral Kızı Burcu’nun iç kısmı kaçak kazılarla harabeye dönüştürülmüştür. Dış kısmın Yeni Kapı’ya bakan yüzünde kitabe yer alır. Ayrıca burcun ön yüzü Dicle’ye bakan- tarafında ikinci kitabe bulunmaktadır. Yeni Kapı dizisinin ikinci burcunda kitabe bulunmamaktadır. Bu burcun yanındaki sur duvarı yerleşim alanına dönüştürülmüş, surkondudur. Sur duvarının ortasında açılan pencere ile düzenlenen odaya aydınlatma sağlanmıştır. Surkondunun sokak dışında bir kapısı da sonradan payanda- burç arası özelliğe dönüşen duvarın sağında açılmış olduğu görülür. Üçüncü burcun kitabesiz olduğu dizide gecekondulaşma başlar. Surları Dicle tarafından takip etme imkânı kalmadığı, patikanın son bulduğu alanda bir gecekondunun arka kapısından Direkhane Sokağı’na çıkma zorunluluğu sebebiyle çoğu yıkılmış, temelleri bile kalmamış burçlar, ancak aynı sokağın 1. Çıkmaz’ında bulunan toprak damlı gecekonduya merdivenle çıkılarak görüntüleme sağlanmıştır. Elçi Sokak’ta gecekondulaşma devam ederken, ara geçide dönüştürülmüş sur duvarının iki yanda kalan bölümünden basamakla inilen Özdemir Küme Evleri’nde dikkatimizi kitabesi alınarak, kalan boşluğun ustalıkla eski taşlarla örüldüğü burç çekti veya bu görünüm, bize geçmişte kitabesi çıkarılmış burç sayısının oldukça çok olduğu izlenimini verdi. Küme Evler’den Hz. Süleyman (Meşhed) Camii alanına ulaşan cadde, yaya gidildiği zaman yapılaşmanın surların önüne geçerek veya sur temelleri ile surlar üzerine kurularak tarihi dokuyu ortadan kaldırdığı oldukça net biçimde görülür. 77 İÇ KALE-DAĞ KAPI SUR DİZİSİ Dicle’ye açılan Yeni Kapı-İç Kale arası sur duvarının yaklaşık 30 metreyi bulduğunu söylemek mümkündür. İç Kale ve Yeni Kapı Sur Dizisi hakkında konuştuğumuz İç Kale altında kırk yılı aşkın değirmen işleten bir mahalle sakini, ’’Bu bölüm sağlamdı. Geçit dar olduğu için kelekle odun ve kum taşımacılığı yapanlarla kerpiç evlerde oturanlar zamanla temel taşlarını sökerek, kalan bölümün yıkılmasını sağlamıştı. Şehrin alınışında kullanılan gizli suyolu da Fis Kayası’nda değil Hz. Süleyman’ın hemen altında komşumuzun evinin arkasındadır. Bu gizli geçit, Vali İhsan Dede zamanında bulunup kapatıldı. ’’açıklamasında bulununca, geçidin bulunduğu alanın Fis Kayası’nda olmadığı sonucuna varmış olduk. İç Kale’de yaptığımız incelemede sur içinde kitabelere rastlanmadı. Diğer yapılardaki kitabeler fotoğraflanmasına rağmen surlar hakkında bir ilgi kurulamadı. Dicle’ye bakan cephede mermere hakkedilmiş kitabe beraberinde bir satırlık üç bölümden oluşan kitabe tespit edildi. Daha önce yer alan bir kitabenin sur duvarının yıkılmasıyla kaybolduğunu belirten mahalle sakinleri Kilise olduğu kaynaklarda tartışmalı olan yapıdaki kitabenin de bir bölümünün dökülmesi üzerine yerinin örüldüğünü söyleyince, mevcut kitabe yerinde görülüp fotoğraflandırılmıştır. Kilise olmadığını düşündüğümüz ve İç Kale Sarayı’nın bir bölümü olarak kabul ettiğimiz, Süleyman SAVCI’nın hakkında iki kez makale yazdığı önce Nasturîyan, sonradan Nasturî Mezhebinin Diyarbakır’da tutunan bir ekol olmadığının farkında olanların Saint George Kilisesi ismini verdikleri yapının dışa bakan bölümdeki kitabeler, bugüne kadar gereği gibi ele alınmamıştır. Konu hakkında kimi makalelerde saray olduğu söylenilen yapıların, 2000’den sonra başlayan kazılarında Fis Kayası’na yönelen alanda bağlantılı bölümler ortaya çıkarılmıştır. Daha önce birkaç makalemizde öne sürdüğümüz hususlar, doğruluk kazanmaya başlamış ise de önceki kaynaklardaki bilgilerin tartışılabileceği bir ortam oluşmamıştır. Ayrıca “Yarı Açık Cezaevi” olarak kullanılan yapıda yer alan kitabe, özelliğini korumaktadır. Ayrıca Fetih Kapısı kitabesi, orijinalliğini yitirmemiştir. Dağ Kapı’ya kadar uzayan dizinin devamında bazı şekillerle kitabe taşlarının gelişigüzel burçlarda yerleştirilmesi herhangi bir açıklama yapmamıza, yorumda bulunmamızı güçleştirmektedir. İş yerlerinin yıkımı ve düzenleme sonrası dizide yapılan onarımlar durdurulmuştur. Diyarbakır Surları’nda iç alanda kitabeler sadece İç Kale’de görülür. Kanuni, Arbedaş, Hastanelere açılan yoldaki eski un fabrikası alanında yer alan kitabe ve parçaları ile Dağ Kapı’ya varan dizinin küçük kapıda içe dönük alandaki birkaç kitabe, ’’Sadece surların dışında kitabeler bulunur. ’’iddiasını asılsız kılmaktadır. 78 DAĞ KAPI-URFA KAPI SUR DİZİSİ Bir dönem İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün bulunduğu, şimdi Ticaret ve Sanayi Odası’nın yer aldığı noktada; Fis Kayası’ndan Dağ Kapı’ya uzanan sur dizisinde burçların bir bölümünün onarımı zamanında tamamlanmadığı için yarım kalmıştır. Bu alan uzun zaman lokanta, kahvehane, büfe amaçlı kullanılmıştır. Büyükşehir Belediyesi’nin Hastaneler Caddesi’nde modern üslupla iş yerlerine getirdiği yapı değişikliği benimsenmiş, iş yerleri şekil olarak değişime uğramıştır. 1, derecede sit alanı olan iş yerlerinin yıkım kararı alınınca bu bölümde çevre düzenlemeleri yapılmış, günümüzdeki şeklini almıştır. Dizinin Dağ Kapı’ya kadar olan kısmında 2000’de başlayan onarımlar kapsamında küçük çaplı çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların iç cephede yapılmadığı görülür. Saray Kapı’nın diziyle birleşen bölümünde çevre düzenlemesi yapılmış ise de sıra boyunca onarımı yapılmamış burç girişleri dikkat çeker. Dağ Kapı’nın 1930’lu yıllarda yapılan yıkımdan zarar görmesine rağmen ana kapının yıktırılmamış olması sevindiricidir. Dağ Kapı’ya varmadan önce, uzanan dizinin son burcunun dış ve iç onarımı yapılmıştır. Dağ Kapı’nın 1980’li yıllara kadar atıl vaziyette durması sonrasında işlev kazanması, sergilere mekân oluşu, şehrin merkezi alanında kültürel çalışmaların yansıtılması açısından bir farklılık oluşturmuştur. Dağ Kapı’nın daha önce itfaiye hizmetlerine mekân oluşu, bazı tahribata sebebiyet vermiştir. Şehir içi minibüs durağı olarak kullanılan alt kısmı, durağın kaldırılması ile yeşil alan ve yaya geçişi şeklinde düzenlenmiştir. Dağ Kapı Burcu’nun üst katında bulunan Mervanî Mescidi, Mervanî hükümdarı Ebû Nasır Muhammed bin Muhammed bin Cehir tarafından Kitabesine göre hicri 447 yılında yapılmıştır. Ne yazık ki bu konu hakkında “Diyarbakır Kalesi’nde Bir Mescit Var” başlığı ile yazdığımız makalemize cevap veren kimse olmamıştır. Yapının iç giriş yolu değiştirilmiş, giriş yandan verilmiştir. Kapının iç cephesinde fark edilemeyen kastalı (çeşme) faal değildir. Kastal yanında bulunan kabirler, eski özelliğini korumaktadır. Dağ Kapı’nın üç yanının koruma amaçlı demir parmaklıklarla çevrilmiş olması, ilk etapta gerekli zannedilse de yapının rahat biçimde gezilmesini engellemekte, estetik görünümünü bozmaktadır. Üst kata çıkılan taş basamaklar, asıl biçimi korumak endişesiyle onarılmamıştır. Girişte sağda kalan basamaklarda düzenlemeye gidilirken soldaki basamaklardan çıkış oldukça zordur. Bu ikilemin ortadan kaldırılması gerekir. Tek Beden, Dağ Kapı ile Urfa Kapı sur dizisi arasındaki boşlukta yer alır. Bu burç ta resmi amaçlı kullanılmaktadır. Daha önce Kültür Bakanlığı-DÖSİM 79 yayınlarının üst katta satışa sunulduğu burcun alt katı atıl durumda kalmış, daha sonra Microkredi amaçlı el sanatlarıyla dokumacılığa dayalı projeye tahsis edilmiştir. İç Kale Kültür Merkezi Projesi, uygulamaya geçtiği zaman bu burçların kültürel amaçlı kullanım hakkı, kültürel çalışmaları bulunan kuruluşlara verilmelidir. (Bu konu, Surlar Hakkında Çözüme İlişkin Görüşler’de irdelenmiştir.) Tek Beden’den Hindli Baba Kapısı’na kadar olan kısmın çevre düzenlemesi yapılmış ise de onarımın yapılmayışı, merkezi alanda olması sebebiyle dikkat çekmektedir. Çift Kapı’ya uzanan ara mesafeden Urfa Kapı dizisine kadar olan kısımda yeşil alan uygulaması yer alır. Dağ Kapı-Urfa Kapı sur dizisinde kitabeler, farklı dönemleri gösterir. Bu çeşitlilik, şehrin tarihi zenginliğinin ölçüsüdür. Yalnız, Fis’ten Dağ Kapı’ya gelen dizide gerek surlarda gerek ön yüzü sağlam burçlarda tek yazılı taşlar dışında kitabelere rastlanmamıştır. Bunun sebebi de kuşatmaların, savaşların düz olan bu alanda yoğunlaşmasıdır. Sık sık onarımların yapılması, kitabelerin kalıcılığını ortadan kaldırmıştır. Tek Kapı (Hindli Baba ) ile başlayan kitabeler, Urfa Kapı’ya kadar aralıklı yer alır. Şehir ulaşımını oldukça rahatlatan Tek ve Çift Kapı, sadece otomobil geçişine açık tutulmalıdır. Şehir içi minibüs ve otobüs geçişleri de Ali Emirî Caddesi-Dağ Kapı güzergâhında olmalıdır. TURİZME YÖNELİK YAYIN-TANITIM YOLLARI Diyarbakır Kalesi ile Surları’nın tanıtım levhaları bulunmamaktadır. Surları, burçları gezen, dolaşan yabancı-yerli turistlerin bulundukları alanı tanımaları, dolaştıkları, gezdikleri burçların hangi döneme ait olduklarını, hangi hükümdar döneminde yapıldıklarını bilmeleri, bilgi yanlışlıklarına düşmemeleri için bulunan noktayı tanıtan bilgi levhalarının konmasında yarar vardır.Şehir içinde önemli burçları gösteren yön işaretlerinin bulunması zorunluluk haline gelmiştir. Camii, han, hamam ve kiliseler için de uygulanmalıdır. Camii, kilise, özelliğini kaybeden, ettirilen hamamlar için tabelalar çok sonradan dikilmesine rağmen, kimi camii hazirelerinde açıklamalar bulunmasına rağmen, Burçlar için gereken tanıtım levhalarının, bu bildirinin kaleme alındığı tarihe kadar yapılmadığını belirtelim. Diyarbakır ile ilgili tanıtım broşürlerinin turistik yatırım yapan kuruluşlarca yeteri kadar hazırlanması dağıtımının sağlanması gerekir. Şehri tanıtan yayınlarda ve broşürlerde bilgi kirlilikleri mevcuttur. Birkaç kitap ve broşürde Melikşah’ın ismini taşıdığı burcu, 1286 senesinde yaptırdığı yer almaktadır. Ashab-ı Kehf, Lice’de iken Kulp’ta gösterilmiştir. Diyarbakır Kalesi’nin burç sayısı 82 olarak belirtilirken yıkık burçlar düşülmemiş ve İç Kale burçları, bu sayıya dahil edilmemiştir. Yapılacak çalışmalarda yanlış bilgilendirmelerin önüne geçilmesi zorunludur. Resmî kurumların ve yerel yönetimlerin kitap çalışmalarında aynı yanlışları işaret 80 etmemize rağmen, düzeltmeler yapılsa bile yanlışlıkların önünü almak, epey zaman alır. Diyarbakır hakkında bilgi edinmek için gelen kimi kalemlerin, gazetecilerin, yazarların rehberliklerini gönüllü olarak yapan yazarlar-aydınlar- araştırmacılar, en olmadık bilgi hataları ile şehrin tanıtılmasını esas alan misafirlerini yazılar, kitaplar kaleme alındıktan sonra mahcup etmektedir. Toplu taşımacılığın olduğu alanlarda firma sahiplerinin hem kendi kuruluşlarının hem de şehrin tanıtımını broşür ve kitapçıklarla yapmaları şarttır. Gönüllü kuruluşların bunu yaygınlaştırması gerekmektedir. Kültür-Turizm Müdürlüğünün ve ilgili birimlerinin tanıtım amaçlı çalışmaları yaygınlaşmalı, il çapında gezilerin düzenlenmesi sağlanarak, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, tanıtılmasına yönelik kompozisyon, şiir, makale, fotoğraf yarışmaları düzenlenmelidir. Okullar arası bilgi yarışmaları düzenlenerek, tarihi ve kültürel zenginliklerin öğrencilerce küçük yaşta bilinmesi hedeflenmelidir. Sayıları gittikçe artan AVM ile marketlerde tüketiciye satın aldıkları ürünler verilirken, ambalajlarda şehri tanıtan açıklamalarla şehrin kalesi, burçları ve diğer tarihî eser fotoğrafları ve bilgileri yer almalıdır. Yerel Televizyonlarda her gün aynı saatte şehri tanıtan kısa programlar yayınlanmalıdır. Yerel televizyon kanallarını seyredenler, böylelikle bilgilendirilebilir, yaşadıkları şehir hakkında kalıcı bilgilere sahip kılınabilirler.. Sponsor Kuruluşların desteği ile bu çalışmalar yaygınlaştırılmalı, fuar ve festivaller tanıtım açısından iyi bir şekilde değerlendirilmelidir. SONUÇ Yukarıda belirttiğimiz açıklamaların önemli bölümü, Sur içindeki gecekondular yıkılmadan çok önce kaleme alınmış görüşlerdir, saptamalardır. 2010’da hız kazanan gecekonduların yıkılıp tekrar yeni bir düzenlemeye gitme ile mevcut SİT Alanı’nın düzenleme çalışmaları, halen tamamlanmamıştır. Konu hakkında 2005’te yazdığımız bir makalede gecekondularla işgal edilen, İç Kale’den Yeni Kapı’ya, Yeni Kapı’dan Fındık Burcu’na, Yedi Kardeş’ten Evli Beden’e kadar uzayan gecekonduların istimlâk edilerek, bedellerinin yapılması zarurî olan Toplu Konutlar için peşinata sayılıp, çok cüzî taksitlerle dar gelirli ailelerin konut sahibi yapılmasını ifade etmiştik. 2009 sonrası bu alanda “Toplu Konut Düşüncesi”, ağır basmış, yıllar önce dillendirmek istediğimiz husus gerçekleşmesine rağmen, istenilene ulaşılmamıştır. Günümüzde Diyarbakır Kalesi hakkında bilgilerin yer aldığı birçok kaynakta yer alan bilgi yanlışlıkları, zamanla şehrin hakkında araştırma yapanları sıkıntıya bırakmakta, emek harcanan bilimsel çalışmaları sekteye uğratmaktadır. 81 Bildirimizde amacımızın yaptığımız çalışmanın küçük bir bölümünü özet olarak sunmak olduğunu ifade ettik. Hakikatten bu şehir yeniden imara ve Diyarbakır Kalesi esaslı bir onarımdan geçirilirse, insan gücüne dayanan çalışmalarla en az on sene içinde şehrin ekonomisi canlanacak, işsiz sayısında oldukça bir düşüş gerçekleşecektir. Bu esaslı çalışma gerçekleştiğinde taş ustalığı gelişecektir. Taşların getirileceği Karacadağ Bölgesi’nde de tarıma birçok alan kazandırılacaktır. “Diyarbakır Kalesi ve Burçlar” hakkında klasik bilgilerden istisna sunduğumuz bu bildirinin faydalı olması başlıca dileğimizdir. 2004 Yılında hazırladığımız “Diyarbakır Kalesi Burçlar Surlar” başlığını taşıyan kitap çalışmamızdan alınan bölümlerde belirttiğimiz hususlar, zaman içinde değişmemiştir. İç Kale’de, Yeni Kapı’da, Keçi Burcu civarında ve Mardin Kapı’dan Urfa Kapı’ya doğru dış cephede yıktırılan gecekondular, ayrı bir bildiri konusudur. Not: Diyarbakır Kalesi Burçlar Surlar Bildirisi’nde kaynak eserler, bildiri içinde yer almıştır. Bildirimizde kendi tespitlerimiz yer almaktadır. İleride tespitlerimiz kitaplaştığında, bu bildiri yeniden düzenlenerek, çalışmada yer alacaktır. 82 DİNİ MOTİFLERİYLE DİYARBAKIR Hayreddin Kızıl* İnsanoğlunun en çok yanlış anladığı şeyler, bazen çok değer verdiği şeylerdir. Dindar bir topluluk için de aynı durum geçerlidir olabilmektedir. Eğer bu topluluk dinin sahih kaynaklarına vakıf değilse, dini duygularının ağır basması nedeniyle herhangi bir konu, dinle, dini önderlerle ilişkilendirilerek aktarıldığında, anlatılanı kolay kolay eleştirememektedir. Halk dindarlığında bu durum daha çok görülmektedir. Bu yazıda da Diyarbakır’da mevcut olan dini motifler ve bu motiflerin Diyarbakırlıların dini ve sosyal yaşamındaki etki anlatılacaktır. Kuruluşundan günümüze kadar farklı din ve medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan Diyarbakır’da gezebileceğimiz her yerde dini bir anlatıya veya bir efsaneye rastlamak mümkündür. Bunların hangisinin gerçek olduğu hangisinin gerçek olmadığı bu yazıda tartışılmayacaktır. Yazıda bu anlatılar hatırlatılacak ve ardından bunların Diyarbakırlılar üzerindeki olumlu etkilerine işaret edilecektir. Diyarbakır merkez ve ilçelerinde hemen her yerde dini bir anlatıya ve bu anlatının konusu olan bir yapıya rastlamak mümkündür. Bunların şehirde yaşayanlar üzerinde etkileri anlatıların dini özelliğine ve kişinin inandığı değerlere göre değişebilmektedir. Bu anlatıların konusu genelde Kur’an’da veya hadislerde ismi geçen peygamberler, sahabeler, şeyhler ve veliler gibi dini hüviyeti ve İslamî bir kimliği olan şahıslardır. Dini efsanelerde anlatılan kişilerin bu yönü halkın bu efsanelere tarihi gerçekleri olup olmamasına bakmaksızın yönelmesine ve bu efsaneyi değerlendirmeden kabul etmesine neden olmaktadır. Diyarbakır il sınırları içerisinde, kent merkezinden ilçelere kadar ilçeler de dâhil olmak üzere birçok yerde bu şahıslarla ilgili bir efsaneye,1 bir inanca rastlamak mümkündür. Şehre farklı dönemlerde verilmiş olan “Amid”2 ve “Diyarbekir” isimleri, bazı ilçelerin ismi, Diyarbakır merkeze ve ilçelerine bağlı bazı köylere ait isimler incelendiğinde bu isimlerin kökeninde, dini kimliği olan birine rastlanır.3 Şehrin hemen altında akıp giden Dicle Nehri, Lice ilçesindeki Bırkleyn Çayı, merkez ve * Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi hkhayreddin@gmail.com Efsaneler gerçekten tamamen uzak değildir. Tarihi bir gerçeğin sözlü aktarım sonucu aslından uzaklaşıp farklı bir şekle dönüşmesidir. Bu dönüşüm gerçek olayın tamamen kaybolmadan abartılarla veya yöresel motiflerle süslenmesi şeklinde olabilmektedir. 2 Amid, isminin Hz İbrahim neslinden geldiğine söylenen Amid b. Bülendî adlı birine dayandığına inanılır. 3 Diyarbakır merkez ve ilçelerine ait köylerin isimlerine göz atıldığında “Şeyh”, “Pir” gibi dini sıfatlarla başlayan köy adları dikkat çekmektedir. Tüm köy adlarının isimleri için bkz. Zeynelabidin Çiçek, Diyarbakır’ın Fethi, 1 Tarihi ve Kültürü, Diyarbakır Söz Matbaası, Diyarbakır 2007, ss.254–270. 83 ilçelerindeki bazı su kaynakları, dağlar, kaleler, camiler, kiliseler vb hemen her yer hakkında bir rivayet mevcuttur. Bunlar, halk arasında anlatılmakla birlikte Diyarbakır hakkında hazırlanmış olan kitaplarda da derlenmiştir.4 Bunlar incelendiğinde aralarında Diyarbakır il sınırları içerisinde yaşadığına inanılan peygamberler ve Diyarbakır’ın fethinde bulunmuş sahabeler ile ilgili olanların da bulunduğu görülür. Diyarbakır il sınırları içerisinde dokuz (9) peygamber mezarı ve üç (3) peygamber makamı olduğuna inanılır.5 “Makam” peygamberin bir süre kaldığı yer anlamında kullanılmaktadır. Diyarbakır merkezde Fiskayasındaki mağara, Hz. Yunus’un makamı; Diyarbakır Hasırlı Mahallesindeki eski Sinagog, Hz. İlyas’ın makamı;6 Ergani Zülküf Dağı, Hz. Zülkifl’in makamı olarak kabul edilir. Diyarbakır’la ilgili olarak bahsedilen peygamberler arasında Hz Muhammed (asm) de vardır. Hz Muhammed’in (asm) Diyarbakır için dua ettiğine inanılır. Hz Peygamber’in yapmış olduğu söylenen dua mermere yazılmış olarak İç Kale’de Küpeli Soğuk Hava Tesisleri Kapısı’na bakan kapı üzerinde asılıdır (Resim 1). Mermer kitabede şunlar yazılıdır: “Resuller Resulu Muhammed Miraç’ta hepimize “Allah şehrinizi Mübarek etsin” buyurmuştur” Resim 1. İçkaleye giren kapılardan birinin üzerinde Hz Peygamber’in yapmış olduğuna inanılan duanın yazılmış olduğu levha. (Hayreddin Kızıl, 2010 ) Başka bir rivayet de şu şekildedir: “Peygamberimiz Miraca çıktığı zaman Diyarbakır’ı gördüğünde Cebrail’e 4 Muhsine Helimoğlu Yavuz, Diyarbakır Efsaneleri –Derleme, Araştırma, İnceleme-, Doruk Yayınları, 2.Bsk, Ankara, Ocak 1993; Yahya Erikli, Peygamberler Sahabeler Diyarı Diyarbakır ve Bölgedeki Ziyaretler, Diyarbakır Söz, Diyarbakır 2006; Adem Mahfuz, Tarihi Değerleriyle Diyarbakır ve Bediüzzaman, Baskı Yeri ve Tarihi yok. 5 Mahfuz, s.15. 6 Hz İlyas’ın peygamberliğini Diyarbakır’da bulunan bir Sinagog’da ilan ettiğine inanılır. Fakat bu yer makam olarak ziyaret edilmemektedir. Eski adresi Şeyh Arap Mah. Yahudi Sok. No:21 Yeni Adresi: Hasırlı Mah. Küçükbahçecik Sok. No:21’dir. 84 burası neresi demiş, Cebrail: Haza Amid (Burası Diyarbakır) demiştir. Efendimiz (s): Allahümme Barik fiha (Allahım burayı bereketlendir!) buyurmuştur.7 Peygamberler arasında, Diyarbakır’la ilgili hakkında en fazla rivayet olan Hz Yunus’un da Diyarbakır’a dua ettiği söylenir. Hz Yunus’un duası Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde şu şekilde geçmektedir: “İliniz mamur ve abadan -bayındır ve bakımlı-, halkınız devamlı sevinçli ve neşeli, bütün çoluk çocuğunuz uzun ömürlü, soylu ve doğru yolda olsun.”8 Diyarbakır’da halk arasında anlatılan ve “Diyarbakır” isminin kökenini ve surlarının yapılışını Hz Yunus ile o dönemde yaşadığına inanılan bir melikeye dayandıran bir rivayet mevcuttur.9 Bunların yanında Hz Yunus’un Ulu camide üç (3) ay namaz kıldığı, Fiskayasındaki mağarada yedi (7) yıl kaldığı rivayet edilmektedir.10 Hz Yunus’un kaldığı söylenen Fiskayasındaki mağara İç kalenin altında bulunmaktadır. (Resim 2 ve Resim 3). Resim 2. Hz Yunus’un yedi yıl kaldığına inanılan mağara (Burhan Çelik, 2010) Resim 3. Hz Yunus’un yedi yıl kaldığına inanılan mağara (Hayreddin Kızıl, 2010) 7 Mahfuz, s.19. 8 “Eliniz vilayetiniz ma’mur u abadan ve halkınız daima mesrur-ı şadan olup cümle evlad ve iyalleriniz mu’amer u mu’ammere olup necib ü reşid olalar.” Bkz. Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zılli, Evliya Çelebi Seyahatnamesi IV. Kitap Topkapı Sarayı Bağdat 305 Yazmasının Trankripsiyonu, Hazırlayanlar: Yücel Dağlı-Seyit Ali Kahraman, Yapı Kredi Yayınları, 1.Bsk, İstanbul 2001, s.21; Korkusuz, Seyahatnamelerde Diyarbekir, s.23. 9 Bu kızın adının Amida olduğu söylenir. Bkz. Altunboğa, s.104. 10 Mahfuz, ss.18–20. 85 Hz Yunus ile ilgili başka bir rivayette de Sur içinde bulunan Zincirkıran adlı türbede yatan kişinin Hz Yunus’un oğlu olduğu söylenmektedir. Halk arasında Zincirkıran’ın zincirlerle bağlandığı, namaz kılmak istediğinde tüm engellemelere rağmen zincirlerini kırarak namaz kıldığı için bu ismi aldığı inancı vardır. Diyarbakır’ın Ergani ilçesinin de Hz Yunus tarafından kurulduğuna inanılır. Fakat ne Diyarbakır merkezde (yedi yıl kaldığı söylenen mağara dâhil) ne de, Ergani ilçesinde Hz Yunus ile ilgili halkın ziyaret ettiği bir makam vardır. Sadece Diyarbakır’ın Eğil ilçesinde Nebi Zünnun12 adlı peygamber olduğu söylenen bir kişiye ait kabir vardır. Bu kabir, halk tarafından ziyaret edilmektedir. 11 Hz Yunus ve Hz Musa’nın 13 içerisinde namaz kıldığına inanılan, Anadolu’nun en eski camisi olan Ulu Camii, Diyarbakır’ın dini yaşantısında çok önemli bir yere sahiptir. Diyarbakır halkı Mekke, Medine, Kudüs ve Şam’dan sonra Ulu Camii’nin geldiğine inanır ve Ulu Camii’nin beşinci Harem-i Şerif olduğunu kabul eder. Ulu Camii içerisinde kapının üst tarafında demirden bir yılan şekli mevcuttur. Bu demir yılan ile ilgili efsaneler mevcuttur. Bir efsaneye göre camiden içeriye giren büyük bir şeyh yılan tarafından sokulmak istenir fakat bu büyük şeyhin yılana bakması üzerine yılan hemen demire dönüşür. Bu olaydan sonra Diyarbakır’ın yılanları, şeyh tarafından lanetlendiği ve etkisiz hale getirildiği için, Diyarbakır’da yaşayanlara yılanlar zarar vermemektedir (Resim 4).14 Ulu Camii ile ilgili başka bir efsane akreplerle ilgilidir. Buna göre veli bir kişi akreplerin Diyarbakır’da yaşayanlara zarar vermemesi için demirden bir akrep tılsımı yapmış ve tılsımı Ulu Cami’nin ana kapısının üstüne asmıştır.15 Resim 4. Çocuklar demir yılana bakarken. (Özgür Anlı, 2009) Abdulaziz Yatkın, Açık Hava Müzesi Diyarbakır, 2007, Bsk yeri yok, s.20. Bilindiği gibi Hz Yunus, Kur’an-ı Kerim’de “Zunnun” şeklinde de geçmektedir. Bkz. Enbiya, 21/87. Mahfuz, s.41. Yavuz, ss.129–130. Halk arasında anlatılan başka bir rivayete göre yılan, kendisine yakın bir pencereden dışarıya bakan Hz Halid b. Velid’i sokmak isterken demire dönüşmüştür. 15 Yavuz, ss.251–252. 11 12 13 14 86 Yılan ve akrepten korunmuş olan Diyarbakır’ın şeytandan da korunduğuna inanılır. Diyarbakırlılara göre her insanın bir şeytanı olduğu gibi, her şehrin de bir şeytanı vardır fakat Diyarbakır’ın şeytanı bağlanmıştır. Bunun nedeni yine bir efsanede anlatılmaktadır. Buna göre vaktiyle şeytan, Diyarbakır şehrinin altını üs¬tüne getirmek, halkın rahat ve huzurunu bozmak için ortalığı karıştırmaya başlamış, bunun sonucunda şehirde yaşayanlar iki büyük ailenin etrafında toplanarak birbirlerine girmiş¬ler. Şehrin bu perişan haline acıyan evliyadan biri bu şeytanı yakalamış, bir demir parçası haline sokarak İçkale Kapısı’nın sol üst tara¬fına zincirlemiş. Böylece şehir, yeniden huzura kavuşmuş ve Diyarbakır, şeytansız tek şehir olmuş. Şeytanı sembolize eden bu demir parçası, İçkale Kapısı’nın sol üst yanında zincirle duvara tutturulmuş. Bundan 30–35 sene öncesine kadar İçkale’ye giren herkes bu heykelciğe tükürür ve “Şeytana lanet olsun” diyerek kapıdan içeri girermiş.16 Hz Süleyman Camii’ine yakın olan bir yerle ilgili olan bu inanç, Peygamber olan Hz Süleyman’ın şeytanları zincirlemesi17 ve Eğil’de Hz Süleyman’ın veziri olduğuna inanılan Nebi Harun’un mezarının bulunması ile birleşince halk bu camiinin peygamber olan Hz Süleyman’a ait olduğuna inanmaktadır. Bu inanca Hz Süleyman’ın Hz Halid b. Velid’in oğlu Süleyman daha çok bilinmesi de destek vermektedir. Diyarbakır merkezde bulunan ve önemli bir dini mekân olan Hz Süleyman Camii şehrin fethi sırasında şehit düşen sahabelerin medfun olduğu yeri de barındırmaktadır. Bu camiinin bir kaç ismi olmakla beraber, halk Hz Süleyman Camii demektedir. (Resim 5).18 Resim 5. Hz Süleyman Camii (Özgür Anlı,, 2006) 16 17 18 Altunboğa, s.104; Nimet Kardaş, Diyarbakır Halk Kültüründe Bazı Gelenek ve İnanmalar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999, ss.459–460. Söz konusu zincir şu an yerinde bulunmamaktadır. Bkz. Sâd Suresi, 38/38, Elmalılı Hamdi Yazır, ayette geçen “aherîne” tabirinin ins ve cin şeytanlarını da kapsadığını belirtir. Hak Dini Kur’an Dili, Yenda Yenidoğan Yayın Dağıtım, İstanbul 1996, c.VI, s.480. Caminin isimleri için bkz. Ali Melek-Abdullah Demir, Dini değerleri ile Diyarbakır, s.82. 87 Cami ismini Halid b. Velid’in oğlu Süleyman’dan almıştır. Ancak halkın bir kısmı buraya “Hz Süleyman Camii” derken Kur’an’da ismi geçen bir peygamber olan Hz Süleyman’ı kastetmektedir. 1155–1169 yılları arasında inşa edilen camii şehit sahabelerin meşhedlerinin bulunması nedeniyle her devirde ziyaret yeri olmuştur (Resim 6 ve Resim 7).19 Hz Süleyman Camii ile ilgili olarak anlatılan değişik efsaneler ve şiirler mevcuttur.20 Resim 6. Hz Süleyman Camiinin kapısının önü Perşembe günü (Hayreddin Kızıl, 2010) Resim 7. Hz Süleyman Camii Sahabe kabirlerinin bulunduğu bölüm Perşembe günü (Hayreddin Kızıl,, 2010) Şehirde şehit sahabelerin medfun olduğu Hz Süleyman Camii dışında sahabelerle ilişkilendirilen başka yerler de vardır. Dağkapısı’nın hemen yanında 19 20 88 Sahabelerin ismi için bkz. Çiçek, s.104. Efsaneler için bkz. Yavuz, Diyarbakır Efsaneleri, s.85; Erikli, ss.32–33. bulunan üzerinde Sahad b. Vakkas yazılı türbe, Suriçi Hasırlı Mahallesi’nde bulunan Mir Seyyaf Türbesi, Şeyh Matar Cami (Dört Ayaklı Minare) avlusundaki türbe ve Hançer-i Güzel Camii’nde bulunan türbelerin de sahabelere ait olduklarına inanılır. Şeyh Matar camisindeki türbede yatan kişinin ismi Mirisyap, Hançer-i Güzel camisindeki türbede yatan kişinin ismi Ebu’l-Muhsin olarak bilinir.21 Bunların dışında Diyarbakır merkez köylerde ve ilçelerinde sahabelerle ve sahabe torunlarıyla ilgili olduğuna inanılan yerler mevcuttur. Diyarbakır merkeze bağlı Batıkarakoç Köyü’nün İmamakil Mezra’sında, Hz Ali’nin soyundan İmam Akil22 adlı birine ait olduğu söylenen bir türbe vardır. Batıkarakoç Köyü’nde bulunan başka br türbenin ise İmam Akil’in kız kardeşine ait olduğu anlatılır.23 Diyarbakır’ın Hani ilçesinde de Hz Ali’nin kardeşi Hz Cafer’e ait olduğuna inanılan bir türbe vardır.24 Çermik ilçesinde Kere Tepesi’nde bulunan bir kayanın Peygamber soyundan geldiğine inanılan Hasan Hüseyin’in devesine ait olduğu söylenir.25 Diyarbakır’ın güneyinde nehrin karşı kıyısında bulunan ve halk arasında “Kırklar Dağı” olarak bilinen üstü düz bir tepelik de Diyarbakırlılar için önemlidir. Bu yerle ilgili farklı efsaneler anlatılmaktadır. Bu efsanelerin tümü Kırklar Dağı’nın Diyarbakır’a bakan yamacında, Bağıvar (Ka’bi) yolunun alt tarafında bulunan ve ziyaret olarak kabul edilen mağara ile ilgilidir.26 Bu ziyaret ile ilgili olarak anlatılan bir efsanede farklı dinlere mensup kişilerin burayı ziyaret ettikleri anlatılmaktadır. Adil adlı Müslüman bir genç ile Suzan (Suzi) adlı Süryani bir kızın aşkının anlatıldığı bu efsane ile ilgili bir türkü de yörede söylenmektedir (Resim 8 ve Resim 9).27 Resim 8. Keçi Burcu’dan Kırklar Dağı ve Ongözlü Köprünün görünüşü (Özgür Anlı, 2006) 21 22 23 24 25 26 27 Diyarbakır’da şehid olan sahabe sayısı 40, eceliyle ölen sahabe sayısının ise 501 olduğu iddia edilmektedir. Bkz. Çiçek, ss.103–104. “İmam Ukayl” da denmektedir. Bkz. Çiçek, s.114; Melek-Demir, s.202. İmam Akil ve kız kardeşi hakkında anlatılan efsane için bkz. Yavuz, s.275. Yavuz, s.68. Yavuz, s.282. Efsaneler için bkz. Erikli, s.56; Yavuz, ss.66, 374. Yavuz, s.209; Muhsine Helimoğlu Yavuz’un Esma Ocak’tan aldığı efsane ile Şeyhmus Diken’in Abdussettar Hayati Avşar’dan aldığı efsane birbirinden farklıdır. Fakat her iki efsanede söylenen türkü bir bölümü dışında aynıdır. Bkz. Yavuz, s.209 Diken, Diyarbekir Diyarım, ss.300–301. Şeyhmus Diken’in Kırklar Dağı ile ilgili olarak kaydettiği başka bir efsane için kz Diken, Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir, ss.80–82. 89 Resim 9. Keçi Burcu’dan Kırklar Dağı ve Ongözlü Köprünün görünüşü (Özgür Anlı, 2006) Şehirde bu yerler dışında eski su kaynakları hakkında da rivayetler mevcuttur. Diyarbakır merkezde Anzele Suyu, Kırklar Ziyareti suyu, Hamravat suyu gibi kaynaklar bunlar arasındadır. Anzele su kaynağının yeri Suriçi’nde Çift Kapı ile Urfa Kapısı arasında surların hemen önündedir.28 Günümüzde Anzele, Şakku’lAcuz ve Dicle ile ilgili inançlar azalmakla beraber yerlerini yenileri almıştır. Hz Süleyman Camii’nde çeşmeden akan sular, ziyaret yerlerindeki sular, bu suların yerini alanlardan bazılarıdır. Halk arasındaki bir inanca göre Hz Süleyman Camii’ine giden kişi yedi çeşmeden su içmelidir. Su kaynakları bakımından zengin olan Diyarbakır’ın su üzerine kurulduğu, şehrin altında bir göl olduğu ve kıyamet gerçekleşeceği vakit Diyarbakır’ın su altında kalacağı ve su ile yok olacağı inancı vardır.29 Şehrin zemininin su bakımından zengin olması, Eski Diyarbakır evlerinde hemen her evde bir kuyu bulunması, Diyarbakır’ın su ile yok olacağı inancına delil olarak gösterilmektedir. Diyarbakırlı yazar Şeyhmus Diken bir kitabında konu ile ilgili olarak şunları söylemektedir. “Yıllar önce, daha çocukken dilden dile yayılan Diyarbakır’la ilgili bir söylence duyardık. Denirdi ki; Diyarbakır su ile yok olacak. Gerekçesini de bu şehrin zemininin tümüyle su ile kaplı olmasına dayandırırlardı. Ciddi ciddi inanırdık, bu söylenceye. Çünkü kentimizin hemen yanı başından, kutsal kitaplarda adı geçen kadim nehir Dicle akıp giderdi. Durup durup çarpılırcasına, gece, gündüz Dicle’ye bakardık. Ayrıca Suriçi’nin her sokağının başında sürekli gürül gürül akan kastallar (çeşmeler) vardı. Ve bu kastallar bulunduğu sokağa isim de verirdi: Tahtalı Kastal Sokağı, Çıkrık Kastalı gibi. 28 Anzele Suyu’nun bir havuza aktığı bu havuzda bulunan balıkların kutsal sayıldığı anlatılmaktadır. Bkz. Evliya Çelebi Seyahatnamesi IV. Kitap, s.25; Korkusuz, Seyahatnamelerde Diyarbekir, s.30. 1867 yılında Diyarbakır’a gelen R.J. Garden de bu havuzdan ve kutsal balıklardan bahsetmektedir. Bkz. R.J. Garden, “Diyarbakır”, Çev: Hamdi Can Tuncer, Müze Şehir Diyarbakır, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999, s.141. 29 Konu hakkında anlatılan bir efsane için bkz. Yavuz, s.52. Halk arasında Diyarbakır’ın etrafını çeviren surların yıkılmasının da Kıyamet alameti olduğuna inanılır. Konu hakkında anlatılan efsane için bkz. Yavuz, s.146. 90 Ve yine Suriçi’nde, hemen her eski Diyarbekir evinde, belediye şehir şebeke suyunun yanında bir de kuyu ve kuyudan tulumbayla ya da ipin ucuna bağlanmış kovayla çekilen su vardı.30 Diyarbakır’da dini kimliği olan kişiler dışında az da olsa IV. Murat31 ve Kanuni Sultan Süleyman gibi padişahlar ile ilgili olan anlatımlara da rastlanmaktadır. Halk arasında Kanuni Sultan Süleyman’ın Bağdat Seferi’ne giderken yolda hastalandığı ve Diyarbakır’da konakladığı anlatılır. Karacadağ’da, konakla¬mak zorunda kalan Kanuni Sultan Süleyman’a Karacadağ’ın havası ve suyu çok iyi gelmiş. İyileşip, sağlığına kavuşan Padişah, sağlığın önemini belirten, “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” dizelerini, Diyarbakır’da söylemiştir. İyileştikten sonra, bir süre daha Diyarbakır’da kalan Ka-nuni Sultan Süleyman, şehrin ileri gelenlerini toplayıp, isteklerini sormuş. Onlar da Karacadağ’daki “Hamravat” suyunun, Diyarbakır’a getirilmesini istemişler. Padişah hemen emir vermiş, kırk gözlü bir bent yapılmış ve istenen su dağdan şehre indirilmiş.32 “Hamravat” ismi, suyun üzerinde akıtılarak şehre taşındığı bentlerin yıkılmasına, kalıntılarının dahi kalmamasına rağmen hâlâ unutulmamıştır.33 Şu an Karacadağ eteklerine yakın bir yerde, Merkez Bağlar ilçesine bağlı Hamravat Evleri adlı bir yerleşim yeri kurulmuştur. Yukarıda verilen örneklerden de anlaşıldığı gibi Diyarbakır merkezde hemen her yer hakkında nakledilen bir rivayet mevcuttur.34 Şehir merkezinde görülen bu duruma Diyarbakır’ın, tarihi çok eskilere dayanan ilçelerinde de rastlanmaktadır. Diyarbakır il sınırları içerisinde mevcut olduğuna inanılan 9 peygamber mezarının 8’i Eğil ilçesindedir. Bunlar: Hz Elyesa,35 Hz Zülkifl 36 ve peygamber olduklarına inanıldıkları için “Nebi” lakabı eklenerek söylenen; Nebi Zunnun, Nebi Mallak (Nebi Melik ve Nebi Hallak olarak da bilinir), Nebi Harun (Nebi Harun-u Asefi de denir), Nebi Ömer Ibn-i Perican (Aslen Hindistanlı olduğu söylenir.), Nebi Hürmüz ve Nebi Harut adlı kişilerdir.37 Bunların dışında peygamber olduklarına inanılan başka şahısların da mezarları Eğil’de bulunmaktadır. Eğil ilçesindeki bu mezarlar halk tarafından ziyaret edilmektedir. 30 31 32 33 34 35 36 37 Şeyhmus Diken, Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir, s.137. IV. Murat ve o dönemde Diyarbakır’da yaşayan tanınmış bir Şeyh olan Aziz Mahmut Urmevi ile ilgili rivayet için bkz. Evliya Çelebi Seyahatnamesi IV. Kitap, s.31; Korkusuz, Seyahatnamelerde Diyarbekir, ss.39–40; Yavuz, s.74. Şu an Diyarbakır’da bu şeyhin ismi bir caddeye (Merkez Yenişehir ilçesi Ofis semtinde Aziz Mahmut Oğulları Caddesi) verilmiştir. Yavuz, s.201. 1867 yılında Diyarbakır’a gelen R.J. Garden, su bendinin özelliklerini anlatmıştır. Bkz. Garden, a.e., s.141. Şehrin batısında bulunan Karacadağ, şehri Kırklar Dağı’na bağlayan Ongözlü Köprü vb yerler ile ilgili efsaneler için bkz. Muhsine Helimoğlu Yavuz, Diyarbakır Efsaneleri, ss.114,115, 209. Kur’an-ı Kerim’de kendisinden iki defa bahsedilmektedir. Bkz. Sad, 48; En’am 86. Enbiya, 85–86; Sad, 48. Çiçek, ss.97–98. 91 Nebi Harun’un, Hz Süleyman’ın kâtibi olduğuna ve Kur’an’da anlatılan, Hz Süleyman’a tahtı getiren kişi38 olduğuna inanılır.39 Bu isim Hz Musa’nın kardeşi Hz Harun’u da hatırlatmaktadır. Fakat Hz Musa’nın kardeşi ile ilgili bir inanca Diyarbakır’da rastlanmamıştır. Nebi Harun’un türbesi, Eğil ilçesi ve Eğil Kalesi’nin çok rahatlıkla izlendiği yüksek bir tepenin üzerindedir. Eğil’e ulaşmadan sağa ayrılan bir yolla buraya gidilir. Ağaçlarla kaplı bir tepedir. Halk arasında Nebi Harun ile ilgili efsaneler anlatılır.40 Bunlardan birisinde Eğil ilçesinin ismi Nebi Harun’un kendisine dayandırılmaktadır... Danyal Peygamber de, Eğil ilçesi ile ilişkilendirilmektedir.41 Danyal peygamberin Dicle Nehri’nin sınırlarını belirlediği anlatılır. Rivayete göre, Diyarbakırlılar için kutsal sayılan Dicle Nehri’nin Basra Körfezi’ne kadar olan güzergâhı Danyal Peygamber tarafından çizilmiştir.42 Diyarbakır merkezde her yıl baharın başlangıcında (Hıdırellez-Hızırilyas) 5–6 Mayıs tarihlerinde dilek dilemek, dua etmek için Dicle kıyısına gidilmektedir. Bu gelenek çok azalmakla beraber hâlâ devam etmektedir. Bu inancın güçlü olduğu kişiler, 5 Mayıs günü ikindi namazından sonra dileklerini yazdıkları küçük kâ¬ğıtları bez bir torbanın içine bırakıp bir taşa bağladıktan sonra On Gözlü Köprü üzerinden, Cennet’ten çıkıp yine Cennet’e aktığına inanılan Dicle Nehri’ne atmakta ve dileklerinin bu şekilde gerçekleşeceğine inanmaktadır.43 Bu inançta Hızır İlyas ile Danyal Peygamber’in etkisi beraber görülmektedir.44 Kur’an-ı Kerim’de iki yerde kendisinden bahsedilen Zülkifl Peygamberin halk söyleyişiyle Zülküf- mezarının da Eğil’de olduğuna inanılır. Ergani’de bulunan ve adını kendisinden alan Zülküf Dağı’nda ise makamı olduğu söylenir. Zülkifl Peygamber’in bir süre kaldığına inanılan Zülküf Dağı’na, Makam Dağı da denir. Halk arasında, Zülkifl Peygamberin mezarının Zülküf Dağı’nda olduğuna inananlar da bulunmaktadır.45 Zülkifl Peygamberle ilgili anlaltılan rivayetlerde, asıl adının Beşir veya Beşer olduğu, bir mitosta kefalet diğerinde vekâlet nedeniyle bu ismi aldığı anlatılmaktadır.46 38 Neml, 40. 39 Elmalılı M.Hamdi Yazır, tefsirinde, tahtı getiren şahsın, Süleyman Aleyhisselam’ın veziri Asaf ibn Berhiya olduğunu söylemekte ve İbn Abbas’tan rivayet getirmektedir. Bkz. Hak Dini Kur’an Dili, Yenda Yenidoğan Yayın Dağıtım, İstanbul 1996, c.VI, s.164. 40 Yavuz, s.57. 41 Mahfuz, s.18; Çiçek, s.98. 42 Çiçek, s.142; Hakan Aytekin-Hasan Özgen, Taşlar ve Düşler Diyarbakır, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı Kültür ve Sanat Yayınları, İstanbul 2004, ss.15–18. 43 Diyarbakır Efsaneleri adlı kitapta kurban bayramı akşamları, Kırklar Dağı eteğindeki, Ongözlü Köprü’den kadınların, genç kızların, Dicle’ye yazılı dilekçeler attıkları kaydedilmiştir. Bu dilekçelerle çocuğu olmayanlar çocuk, hastalar şifa, sevenler de sevdiklerini isterler. Böylece dileklerinin kabul olacağına inanırlar. Bkz. Yavuz, s.199. 44 Diyarbakır’da Hz Hızır’a Hoca Hızır veya Hızır İlyas da denilir. Başka bir rivayete göre Diyarbakır merkeze bağlı Hızır İlyas köyü ve oraya yakın bir çeşme (Kani Hıdır-Hızır Çeşmesi) ismini Hoca Hızır’dan alır. Bkz. Esma Dicle Uygur, “Diyarbakır Halk Kültüründe Cigaret, Nevruz, Hızır İlyas ve Murat Gelenek ve Şenlikleri”, Müze Şehir Diyarbakır, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999, ss.464–465. 45 Mahfuz, ss.18–19. 46 Yavuz, s.69. 92 Ergani’nin hemen arkasında bulunan Makam Dağı’na giden yol, Ergani ilçesinin merkezinden geçmektedir. Makam, dağın zirvesine yakın düz bir alanda bulunmaktadır. Türbede asılı bulunan bir yazıya göre türbe, 1936’da Birinci Umum Müfettişliğinin emriyle yıktırılmış, türbeye ait altın, gümüş, Uzun Hasan’ın hediye ettiği şamdan vb. eşyaların bazıları Diyarbakır Vakıflar Müdürlüğü vasıtasıyla İstanbul’a götürülmüş bazıları da kaybolmuştur. Türbenin 1958’den itibaren çeşitli dönemlerde tekrar onarıldığı yazıda belirtilmektedir. 14 Mayıs 2008’de Zülküf Dağı’nda kendisiyle görüşülen ve adının Hamit Yılmaz olduğunu söyleyen bir görevli47 Eğil, Irak ve Ergani olmak üzere Hz Zü1kifl’e ait olduğu söylenen üç yer bulunduğunu, burada bulunan kişinin adının Beşir olduğunu söyledi. Görevlinin belirttiğine göre kabirde yatan kim olursa olsun halk mübarek bir zatın kabri olduğuna inanır. Türbenin bu kadar yüksekte olmasının nedeni olarak da makamın olduğu yerin aşağısında dağın eteklerinde eski bir şehrin (Osmaniye- Ergani ilçesinin kurulduğu eski yer) mevcut olması gösterilmektedir. Türbeye kışın ulaşım zor olduğundan kış mevsimleri dışında her zaman ziyaret edilmektedir. Türbeye çocuğunun olması için gelenler, çocukları olduğunda çocuğa erkek ise Zülküf, kız ise Zülfüye ismini verirler. Bu nedenle Ergani ilçesinde Zülküf ve Zülfüye isimleri çok yaygındır. Yine Ergani’de, Peygamber olduğuna inanılan, hakkındaki değişik rivayetlerde Hz Âdem’in torunu, Hz Şit’in veya Hz Zülkifl’in oğlu olduğu anlatılan “Enûş” adlı bir kişinin kabri bulunmaktadır.48 Bu şahsın kabri ziyaret edilmektedir. Ziyaretçi sayısı yılda ortalama üç bin olarak verilmiştir.49 Ergani’de Hz İdris ile ilgili inançlara da rastlanmaktadır. Hz İdris’in Ergani’ye bağlı Otluca köyünde yaşadığı, ilkyazının onun tarafından burada yazıldığı, dedesi Enuş peygamberin cenaze namazını kıldığı ve ilk defa demiri burada erittiği iddia edilir. 50 Diyarbakır’da, Kur’an’da kendisinden bahsedilen Zülkarneyn51 ile ilgili inançlar da vardır. Halk arasında İskender ve Zülkarneyn’in aynı kişi olduklarına inanılır ve iki isim birleştirilerek İskender-i Zülkarneyn veya İskender-i Zokırneyn denilir. Diyarbakır’a bağlı Lice ilçesinin Çeper Köyü yakınlarında bulunan bir kaleye Çeper veya Şeter kalesi denmektedir. İskender-i Zülkarneyn’in buradan geçtiği ve kalede misafir edildiği söylenir. Kalenin yakınında bulunan mağaralara Bırkleyn Mağaraları adı verilir. Bu mağaralardan birinden Dicle nehrinin bir kolu olan ve suyunun şifalı olduğuna inanılan Bırkleyn Çayı doğmaktadır. Bırkleyn Çayı’nın doğduğu mağarada Hz Hızır’ın, Zülkarneyn ile buluştuğuna inanılır. Bu nedenle buradaki kale Zülkarneyn Kalesi, mağaralar, Zülkarneyn Mağaraları olarak adlandırılmakta, mağara ve kalenin bulunduğu bölgenin tümüne “Zülkarneyn” denmektedir.52 47 48 49 50 51 52 Zülkifl Peygamber’e ait olduğuna inanılan bu yer, yöre halkı tarafından yoğun bir şekilde ziyaret edildiğinden (Yıllık ziyaretçi sayısı 50 bin olarak tahmin edilmektedir.) türbe/makamın bakımı, muhafazası ve gelen ziyaretçilerin bilgilendirilmesi için Ergani İlçe Müftülüğünce kadrolu bir görevli, haftada üç gün (Perşembe, Cumartesi ve Pazar) geçici olarak görevlendirilmiştir. Bkz. Melek-Demir, s.45. Çiçek, s.94. Melek-Demir, s.33. Mahfuz, s.18–20; Yatkın, s.11. Kehf Suresi, 13/83–88. Zülkarneyn hakkındaki efsaneler için bkz. Mahfuz, ss.34–35; Yavuz, ss.41–43, 187–188; Uygur, ss.464–465. 93 Lice ilçesinde Ashab-ı Kehf’in kaldığına inanılan bir mağara da vardır. Ashab-ı Kehf’in Lice’nin yaklaşık 15 km güneybatısında bulunan (Derkam) Duru Köyü’nün kuzeyindeki Eshabıkeyf/Derkam Dağı’nda bulunan bir mağarada kaldıklarına inanılmaktadır.53 Ashab-ı Kehf’in kaldığına inanılan bu mağarayı yöre halkı, çevre il ve ilçelerden insanlar, Bahar aylarında ziyaret etmekte, halk buraya yoğun bir ilgi göstermektedir. Ashab-ı Kehf (Mağara Arkadaşları) ile ilgili olarak Diyarbakır’da anlatılan efsaneler mevcuttur. Bunun yanında54 çocuklara Yemliha, Mekselina gibi mağarada kalan kişilere ait olduğuna inanılan isimler de verilmektedir. Halk arasında kullanılan bazı deyimlerde Dekyanus ve Kakanus isimleri geçmektedir. “Dekyanus’tan daha zalim” ve ukalalık yapanlar için kullanılan “Kakanusluk yapma” deyimleri örnek olarak verilebilir. Türkiye’de Diyarbakır’ın Lice ilçesi dışında, Tarsus, Elbistan, Afşin, Es¬kişehir ve Selçuk yakınlarında da Ashab-ı Kehf’e ait olduğuna inanılan yerler bulunmaktadır. Her bölge Ashab-ı Kehf’in kendi bölgelerinde olduğuna dair deliller öne sürmektedir.55 Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde de, ilçe ile ilgili dini efsanelere rastlamak mümkündür.56 İlçenin halk arasında kullanılan “Meyyâ Farikin” isminin, Hz İsmail’in neslinden bir kralın “Maya” adlı kızının isminden geldiğine ve ilçenin Hz İbrahim’in torunları tarafından kurulduğuna inanılır.57 Evliya Çelebi’ye göre Silvan Kalesi’ni ilk inşa eden, Hz Cercis’in ümmetinden Handik adında bir hükümdardır. Bu hükümdarın, kaleyi Hz Cercis’in öğretmesiyle yaptığı söylenir.58 Cercis’in peygamber olduğuna inanılır. Silvan ilçesi de Diyarbakır gibi sahabeler tarafından fethedilmiştir. Tıpkı Diyarbakır’da olduğu gibi Silvan ilçesinde de sahabelerle ilgili anlatılan efsaneler vardır. Silvan’ın 30 km kadar kuzeydoğusunda bulunan Murat Ovası’nın isminin bir sahabe ile ilgili olduğuna inanılır. Bu inanca göre, yeni nişanlanmış Muaz b.Cebel, muradına eremeden İslam ordusuyla, buralara kadar cihat etmek için gelmiş ve burada şehit düşmüştür. Bu nedenle bu ova Murat Ovası ismini almıştır.59 Her yıl bu olayın anısına Murat Ovası’nda, Murat Haftası düzenlenmektedir. Murat Haftası, Rumi takvime göre 10 Martta (Miladi 23–24 Mart) başlamakta 17 Martta (Miladi 30–31 Mart) bitmektedir. Murat Haftası özellikle son gece kalabalık olduğundan bu kutlamaya yerel dilde Huvde (Onyedi anlamına gelir) denmektedir. 53 54 55 56 57 58 59 94 Melek-Demir, s.188. Aynı yerde dipnotta şu bilgiler de verilmiş: 1977 yılına kadar resmi kayıtlarda Eshabıkeyf Dağı olarak geçen dağın adı, bu tarihte Harita Genel Müdürlüğünce yanındaki dağlarla birlikte değiştirilmiş ve İnceburun Dağları adı verilmiştir. Bkz. Yavuz, ss.189–190, 192. Diğer bölgelerde olduğu gibi Diyarbakırlılar da Ashab-ı Kehf ’in Lice’de olduğuna dair deliller olduğuna inanmaktadır. Deliller için bkz. Çiçek, s.118. İlçenin fethedilmesi ile ilgili efsaneler için bkz. Yavuz, ss.136–137. Çiçek, s.12. Evliya Çelebi Seyahatnamesi IV. Kitap, s.55; Çiçek, s.171; Yatkın, s.20; Yavuz, s.147; Cercis hakkında Urfa’da anlatılan efsaneler için bkz. Mehmet Kurtoğlu, Urfa Efsaneleri, Kent Yay, 2.Bsk, İstanbul 2005, s.72. Uygur, ss.466–467. Bir rivayete göre oğlunun gitmesini istemeyen annesi, bir gece rüyasında Peygamberimizi görür, Peygamberimiz ona oğlunun geri geleceğini söyler, söz verir. Oğlu savaşı kazanır fakat geri dönmez, pusuya düşürülür. Murat Ovası’nda şehit edilir. Peygamberimiz, Allah’a dua eder. Muaz dirilir ve annesinin yanına gider. Sağ salim annesinin yanına gittikten sonra tekrar Murat Ovası’na döner. Peygamberimiz bu şekilde sözünü tutmuş olur. Bu dönemde Diyarbakır ile çevre il ve ilçelerden binlerce kişi ovaya gelir. Gelenler arasında, son gece Muaz’ın kabrine nur indiğini gördüklerini söyleyenler vardır. Bu hafta içerisinde Murat Ovası’nda bulunan Muaz –halk söyleyişiyle Maaz-’ın türbesi ve ovada bulunan diğer türbeler ziyaret edilmekte, eğlenceler düzenlenmektedir. Günlerce süren bu şenliklerde Murat Ovası, çadırlardan oluşan bir kent görünümünü alır. Murat Haftası aynı zamanda evlenecek eşi seçmenin de yapıldığı bir yerdir. Gelenler muradı¬na ermek için dua etmektedir. Tür¬benin yanındaki “Murat Ağacı’na dilekte bulunanlar halka atarlar. Halka, atılan dala takıldığı takdirde dileğin gerçekleşeceğine inanılır.60 Sahabeler ile ilgili bir rivayete Hani ilçesinde de rastlanmaktadır. Hani merkezde bulunan Cafer-i Tayyar Camii, Hz Ali’nin kardeşi Hz Cafer ile ilişkilendirilmektedir. Buraya kadar kaydedilenlere bakıldığı takdirde şehrin merkezinde, ilçelerinde ve köylerinde peygamberler, peygamber olduklarına inanılanlar, sahabeler, şeyhler vb dini kimliğe sahip kişiler ile ilgili birçok yer bulunduğu görülmektedir. Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen bazı peygamberlere de bu efsaneler arasında rastlanmaktadır. Sahabelere ait olduğu söylenen bazı kabirler tarihi olarak ispatlanabilirken, peygamberlere ait olduğu söylenen kabirler ve makamlar ispatlanamamaktadır. Bu tür yerlerin bir peygambere ait olması kesin olarak bilinmese de halk arasında bazen o yerin Allah’ın Salih bir kuluna ait olabileceğine inananlara rastlanabilmektedir. Peygamber ve sahabelerin dışında şeyhler, din adamları ve sofiler üzerine söylenmiş efsaneler ve bunlara ait türbeler vardır. Bu türbelere de peygamber ve sahabelere ait olduğuna inanılan türbeler gibi saygı gösterilmektedir. Rivayetlerin peygamber, sahabe, şeyh veya velilerle ilgili olması anlatılan her konuyu dini olmasa bile dini hale getirmektedir. Bu nedenle rivayetler ve onlarla ilgili inançlar halkın dini duygularını canlı tutmanın yanında dini ve sosyal yaşantıyı da etkilemektedir. Dini kimliğe sahip bu kişilerin tümü, inancın yanında çocuklara isim vermede de etkili olmaktadır. Bu nedenle her ilçede, hatta her köyde oraya yakın bulunan bir türbede yatan kişinin isminin çocuklara verildiği görülmektedir. Ergani ve civarında Zülküf ve Enûş isimlerinin, Ashab-ı Kehf mağarasına yakın Lice, Hani ve Kocaköy ilçelerinde mağarada kaldıkları söylenen kişilere ait olduklarına inanılan isimlerin, Karacadağ civarında Sinan isminin, Mardin yolu üzerinde bulunan bir türbe nedeniyle Şeyhmus isminin yaygın olması örnek olarak verilebilir. Bu rivayetlerin herhangi bir yerle, şehir, ilçe, bir nehir, türbe vb ilgili motifler taşıması, halkın nazarında o yerle ilgili dini anlamlar yüklenmeye neden olabilmektedir. Diyarbakır ve ilçelerinde adım başı türbeye rastlanması, bunların arasında şehit sahabelerin, tarikat şeyhlerinin türbelerinin de bulunmuş olması, şehrin halkın yanındaki değerini arttırmakta, şehre olan sevgiye dini anlamlar 60 Uygur, ss.466- 467. 95 yüklenmesine neden olmaktadır. Bu da aidiyet duygusunu ve sahip çıkma arzusunu güçlendirmektedir. Sahip çıkma ve aidiyet duygusunun etkili olduğu kişilerde olumsuz davranışları azaltmaya da yardım edeceği bilinmektedir. Bunların yanında bu efsaneler, asil bir köken aramaya da neden olabilmektedir. Asil bir köken arama, kökenini ya bir Peygamber soyuna veya bir sahabe soyuna ya da bir şeyh soyuna dayandırma şeklinde görülmektedir. Diyarbakır’ın çok eski bir şehir olması, tarih boyunca her dönem değerini koruması, sahabeler tarafından şehrin fethedilişinden günümüze kadar gayri müslimlerin eline geçmemiş olmasını Diyarbakırlılar bir iftihar vesilesi olarak kabul etmektedirler. On dört asır boyunca ezanın Ulu Camii’den eksilmemesi, Ulu Camiinin Anadolu’nun ilk camilerinden olup, Diyarbakır’ın fethinden bugüne kadar bu camide namazın kesintiye uğramaması övünç kaynağı olarak kabul edilmektedir. Bu efsaneler kişinin edebi ihtiyacını da karşılamaktadır. Rivayetler ve masallar yönünden zengin olan Diyarbakır’da efsaneler ve sözlü olarak anlatılan diğer edebi ürünlerin, bağlı olduğu türe göre dini duyguları canlı tutmanın yanında dinleyenlerin edebi yönünü güçlendirdikleri, hayal dünyasını zenginleştirdikleri de bilinmektedir. Diyarbakır’ın bu yönünün güçlü şair ve ediplerin ortaya çıkmasında etkili olup olmadığı da ayrıca incelenmelidir. Günümüzde de görüldüğü gibi seküler bir yaşam dahi yeni efsaneler üretmiştir. Dünya’nın her yerinde yaşanan durum Diyarbakır’da da görülmektedir. Yerel zenginliklerine yabancılaşan yeni nesil eski efsaneleri/inançları unutmaya başladığı an bu ihtiyacını (kahraman, örnek şahıs vb.) sinema karakterlerinden, müzik yıldızlarından ve futbolculardan karşılamaktadır. Yani Kırklar Dağı ziyaretini, Suzan ve Adil’in öyküsünü bilmeyen, hatta Kırklar Dağı’nın yerini bilmeyen yeni nesil film ve sinema yıldızlarının hayatlarını çok iyi bilebilmektedir. Eski efsanelerde görülen dildeki edebi güzelliğin yerini ise görsel ve işitsel özellikler –efektler- içeren filmler almıştır. KAYNAKÇA Hayrettin Karaman, Ali Özek, İbrahim Kafi Dönmez, Mustafa Çağrıcı, Sadettin Gümüş, Ali Turgut, Kur’an-ı Kerim Meali, TDV Yayınları, Ankara 2007 ALTUNBOĞA, A.Bilal, Diyarbakır Folklorundan Kesitler, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul 1999 AYTEKİN, Hakan- ÖZGEN, Hasan; Taşlar ve Düşler Diyarbakır, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı Kültür ve Sanat Yayınları, İstanbul 2004 ÇİÇEK, Zeynel Abidin, Diyarbakır’ın Fethi Tarihi ve Kültürü, Diyarbakır Söz Matbaası, Diyarbakır 2007 96 DİKEN, Şeyhmus, Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir, İletişim Yayınları, 5.Baskı, İstanbul 2004 …………………., Diyarbekir Diyarım Yitirmişem Yanarım, İletişim Yayınları, 2.Baskı, İstanbul 2004 ERİKLİ, Yahya, Peygamberler Sahabeler Diyarı Diyarbakır ve Bölgedeki Ziyaretler, Diyarbakır Söz Matbaası, Diyarbakır 2006 EVLİYA ÇELEBİ b. Derviş Muhammed Zılli, Evliya Çelebi Seyahatnamesi IV. Kitap Topkapı Sarayı Bağdat 305 Yazmasının Trankripsiyonu, Hazırlayanlar: Yücel Dağlı-Seyit Ali Kahraman, Yapı Kredi Yayınları, 1.Baskı, İstanbul 2001 GARDEN, R.J. “Diyarbakır”, Müze Şehir Diyarbakır, Çev: Hamdi Can Tuncer, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999 GÜNALTAY, M. Şemseddin, Dinler Tarihi Yeryüzündeki İlkel Dinler, Sadeleştiren: Sevdiye Yıldız, Kesit Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2006 KARDAŞ, Nimet, “Diyarbakır Halk Kültüründe Bazı Gelenek ve İnanmalar”, Müze Şehir Diyarbakır, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999 KORKUSUZ, M. Şefik, Seyahatnamelerde Diyarbekir, Kent Yay, 1.Bs, İstanbul 2003 2005 KURTOĞLU, Mehmet, Urfa Efsaneleri, Kent Yayınları, 2.Baskı, İstanbul MAHFUZ, Adem, Tarihi Değerleriyle Diyarbakır ve Bediüzzaman, Baskı Yeri ve Tarihi yok MELEK, Ali-Abdullah DEMİR, Dini Değerleri İle Diyarbakır, Diyarbakır İl Müftülüğü Yayınları, Ankara 2009 YATKIN, Abdulaziz, Açık Hava Müzesi Diyarbakır, 2007, Basım yeri yok YAVUZ, Muhsine Helimoğlu, Diyarbakır Efsaneleri –Derleme, Araştırma, İnceleme-, Doruk Yayınları, 2.Baskı, Ankara 1993 YAZIR, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Yenda Yayın-Dağıtım, İstanbul 1996 UYGUR, Esma Dicle, “Diyarbakır Halk Kültüründe Cigaret, Nevruz, Hızır İlyas ve Murat Gelenek ve Şenlikleri”, Müze Şehir Diyarbakır, Yapı Kredi Yayınları, 1999 www.bilinmeyendiyarbekir.com 97 DİYARBAKIR MERKEZ TÜRBELERİ Kenan Haspolat* Giriş Birçok şehirde olduğu gibi Diyarbakır’da da evliya türbeleri bulunmaktadır. Bu türbeler inanç turizmi açısından önem taşırlar. Birçok tarihi kaynağa göz atarak türbeleri ele alacağız, Diyarbakır salnamelerine göre Diyarbakır türbelerini inceleyeceğiz Salname Osmanlı Devleti’nde bir yıllık olayları göstermek amacıyla hazırlanan eser demektir Osmanlı tarihi, teşkilatı, biyografileri, coğrafyasıyla ilgili ilk salname 1263 (1847) yılında Ahmed Vefik Efendi tarafından, Hayrullah ve Ahmed Cevdet efendilerin yardımları ve sadrazam Büyük Reşid Paşa’nın emri ile yayınlanmıştır Salnameler, gittikçe gerek sahife sayısı, gerek boy bakımından, büyümüşler; küçük punto harflerle yazılan bin sayfalık eserler haline gelmişlerdir Osmanlı Devleti’nin bütün memurları, rütbe ve nişanları ile bu eserlerde gösterilmiştir 1297 (1880) yılına ait 35 cild, litografya tekniğiyle basılan son Salname’dir Sonrakiler matbaa harfleriyle basılmıştır 1888’den itibaren Sicill-i Ahval-i Memurin dairesince, bütün devlet ünitelerinde resmi bilgiler bir araya getirilerek tanzim edilmeye başlamıştır (2). Biz burada 19.yüzyılda Diyarbakır’a ait salnamelerden Diyarbakır’a ait sahabe ve evliyalarla ilgili bilgileri derledik 19.yüzyılda Diyarbakır’a ait salnamelerden Diyarbakır merkeze ait türbelerle ilgili bilgileri derledik,başka kaynaklarla konuya destek olduk *Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi 98 khaspolat@hotmail.com 19.yüzyıl Diyarbakır salnamelerine göre sahabe türbeleri: (1) Esami şerifeleri Türbe ve merakıdı şerifeleri mevkii Malumat-ı saire ve mülahazat Diyarbakır’da. içkalede Nasıriyye Camii şerifinde medfundur İsimleri zirdeki ebyatda muharrer yirmi yedi nefer diğer sahabe-i kiram ile beraber el an mescid oldukları halde medfundurlar. -Muhammed iki Abdullah üçdür -Hasan nam iki biri Kab-ı zi-şan -Fudayl ve Malik ve kahr ve Ebu’l Hamd -Ebu Nasr ve Mugire eyle iz’an Diyarbakır’da medfun sahabeler Sahabe-i Kiramdan Süleyman ibni Halid radyallahu anh efendimiz hazretleri -Reis-i cümledir Sultan Süleyman Medfun sahabe isimleri manzum halde verilmiştir -Rıda’an kardeşi Mesud Aycan -Beşir ve Hamza ömer ve Şu’be Sabit -İki Zeyd, iki Halid biri Numan Sahab-i kiramdan Sultan Sa’sa’a radyallahu anh efendimiz hazretleri Diyarbekir’de Sultan Sa’sa’a camii şerifi derununda medfundur İmam Akil radyallahu anh Diyarbekir’in Garb nahiyesinde İmam Akil efendimiz hazretleri karyesinde medfundur Sahabe-i kiramdan Mir Seyyaf hazretleri Diyarbekir’de Karadeniz nam mevkide mdfundur Bir güne vakfı yoktur, türbesi ma’murdur Defterdar camii şerifi Sahab-i kiramdan Malik-i civarında medfundur Diyarbekir’de Hazret-i Ejder hazretleri Bir güne vakfı yoktur, türbesi ma’murdur Ömer cami-i şerifi Sahabe-i kiramdan Sultan civarında medfundur Şecaaddin hazretleri Türbe-i şerifesi ma’murdur, iki değirmen mevkufur 99 HZ SÜLEYMAN TÜRBESİ Hz.Süleyman, Hz.Rıdvan, Hz Mesut, Hz.Beşir, Hz.Hamza, Hz.Amr, Hz.Sabe, Hz.Sabit, Hz.Zeyd 2, Hz.Halid 2, Hz.Numan, Hz.Muhammed 2, Hz.Abdullah 3, Hz.Hasan 2, Hz.Ka’b-Zişan, Hz.Fudayl, Hz.Malik, Hz.Fahr, Hz.Ebul Hamd, Hz.Ebu Nasr, Hz.Muğire (Radiyallahu Anhum Sahabe Dışında Camide Bulunan Diğer Türbeler Hz. Süleyman Camisinde şehit düşen sahabeler dışında farklı türbeler olduğunu caminin duvarındaki manzum kitabelerden ve bunun yanında mevcut bazı kaynaklardan anlıyoruz. Bu türbelerden ilki Silahtar Murtaza Paşa’ya aittir. Silahtar Murtaza Paşa yukarıda da değindiğimiz gibi 1631-1633 yılları arasında Diyarbakır valiliğini yapmış, Hz. Süleyman Camisini ve türbeyi esaslı bir onarımdan geçirmiştir. Türbesinin burada olduğunu caminin duvarındaki manzum kitabeden anlıyoruz. 100 Yine Silahtar Murtaza Paşa’nın kız kardeşi Hatice Hanım’ın türbesinin burada olduğunu oradaki yerli insanlardan öğreniyoruz.Osmanlı Devletinin Diyarbakır valiliğini yapan Esat Paşa’nın ve eşi Rukiye Hanım’ın türbesinin burada olduğunu söylediler. Yine kaynaklarda Osmanlı Devletinin Diyarbakır valiliğini yapan Ahmet Tevfik Paşa’nın türbesinin burada olduğunu öğreniyoruz”. (3) Hz. Süleyman camii haziresindeki kabirler. Silahtar Murtaza paşa:1658’de Diyarbakır valisi oldu.3 evladının fevt olduğu harem kapısına karşı olan türbedeki mezar taşına yazılan kitabeden anlıyoruz. Maktul zade Ali paşanın Lebabe adlı kızı merkadinde medfundur. 1819’da vali olan Deli Behram paşanın kızı Rukiye de cami ittisalindeki kabristanda gömülüdür. Sadrıesbak Mehmet Reşit paşa Kasım 1836’da vefat edererk Kale içinin yanındaki kabristanda medfundur. Esad Muhlis paşa 1850’de Diyarbakır’da vefat etmiş,kale cami kurbündeki mezarlığa defnedildi 1856’da vali olan Besim paşa’nın oğlu Osman Nesim de burada gömülüdür.(4) Mahmud paşa 12 Aralık 1859’da vefat etti,mezarı kale camii kurbündedir.Mardin kapısı haricinde Şeyh Mehmed Amidi Türbesi civarındaki sahada istiska namazı için bir namazgah yaptırmıştır.(4) 101 Camideki süslemeler bazalt ve kalker üzerine oyma ve grafitto tekniğinde; ahşap üzerine ise boyama tekniğiyle oluşturulmuştur.Metin Sözen, Diyarbakır`da Türk Mimarisi isimli eserinde cami hakkında şu bilgileri vermektedir: “Yapının neredeyse tamamı taştan yapılmıştır. Yapıda ilgi çekici önemli süsleme özelliklerine rastlanmamaktadır. Yapı topluluğuna iki yerden giriş vardır. Bunlardan biri batıda, diğeri güneydedir. İki taraftan da girilince güneyde mihrabı, kuzeyde üç sütuna dayanan dört kubbeli abdest alma musluklarının bulunduğu alana varılır. Burası yaz aylarında açık namaz kılınacak yer durumundadır. Açık alanın doğusunda yer alan caminin önündeki türbe daha geç bir devirde yapılmış, yapılırken tam olarak camiye uydurulamamıştır. Caminin bitişiğinde bulunan bu türbe bölümünün içi İznik Çinileri ile süslüdür. Caminin batı duvarına bitişik olarak eklenen türbeye camiden geçitler sağlanmış, fakat yer yer örtü şekillerinde beliren kesilmelerden bu eklenen kısmın da zaman zaman değişiklik gördüğü anlaşılmaktadır. Minaresi, Diyarbakır ve çevresinde örneklerine rastladığımız gibi karedir, enine yer yer silmeler atılarak dikey görüntüsü zayıflatılmaya çalışılmıştır. Üzerindeki yazıtın varlığı minareyi 555/1160 yılına götürmektedir. Cami kısmına, burca bitişik basık kemerli bir kapıdan girilmektedir. Bu giriş bölümünün üstünde ikinci bir kat bulunmaktadır. Kuzey tarafta ise kubbeli kısım ve şadırvan yer almaktadır. Olanakların el verdiği kadar eğimli arazi kullanılmaya çalışılmış, surla bağlantısı bulunduğundan boşluklar gerektiği şekilde doldurulmuştur. Buradan, ortada kapı, iki yanda bu kısma birer penceresi bulunan camiye girilmektedir. Bu kısmın üstü beşik tonozla örtülüdür ve üstte iki sütuna dayanan bir mahfili bulunmaktadır. Bu mahfile, minareye, doğu kısmından dışarı taşan beşik tonozlu odaya, soldaki merdivenle geçit sağlanmıştır. Caminin iç kısmı, mahfilli kısımla beraber, enine üç bölüme ayrılmıştır. İlk iki bölüm hemen hemen birbirine eşit olduğu halde, girişteki mahfilli kısım onların yarısı kadar düşünülmüş, hepsi de enine beşik tonozlarla örtülmüşlerdir. Bölümler ikisi duvarda, ikisi bağımsız olmak üzere dört ayağa dayanan kemerlerle ayrılmışlardır. Yalnız birinci bölümdeki dar ayakların kuzey tarafa bakan yüzleri, belirli bir yükseklikten sonra niş şeklinde biçimlendirilmiş diğerleri yalın bırakılmıştır.(13) Sultan Sasa Sahabe-i kiramdan ve Diyarbakır’ın ilk İslam valisi olan Sultan Sa’sa Hazretleri, Diyarbakır’ın fethi esnasındaki çarpışmalarda aldığı yaralardan dolayı bir süre sonra vefat etmiştir Naşı, Hasan paşa hanının batısında ve eski belediye binasının doğu bitişiğinde türbesinin inşa edildiği yere defnedilmiştir. Sultan Sa’sa adına bir türbenin yanı sıra, aynı kompleks içinde bir cami ve bir de medrese inşa edilmiştir. Cami-i şerifin inşa tarihi tam olarak bilinmemektedir. XIX. yüzyılda Diyarbakır’ın önemli camileri arasındadır. Diyarbakır’da Kur’an okunacak camilerle ilgili 1794.1818.1824 ve 1826 tarihli belgelerde, bu caminin varlığını görüyoruz. 102 Diyarbakır’daki camiler içerisinde önemli bir yere sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, Kasım 1788 ve 1792 tarihli belgelerden bu tarihlerdeki cami görevlilerini de tespit etmek mümkündür. H.1316 (1898-1899) yılında, Diyarbakır Valisi Halid Bey tarafından caminin tabanı tamamen tahta döşeme ile kaplatılmıştır.Şehrin Müslüman ahalisi ve önde gelen devlet adamları sadece bu türbe, cami ve medreseden oluşan külliyeyi inşa etmekle kalmamış, aynı zamanda buraya önemli gelir kaynakları da vakfetmişlerdir.....(5) Sultan sasa’nın 1925’den önceki durumu (sol köşe) 1926 yılında Belediye başkanı Nazım Önen ilk sahabe Diyarbakır valisi Sultan Sasa’nın türbesini yıktırmış.’Daha sonra türbesini oradan taşımak üzere,mezarını açtıkları zaman,cesedinin çürümediğini görmüşler.Yalnızca sol bacağının dizden aşağısı çürümüş’(6) (7) Sultan Sasa’ya izafeten burada bir cami vardı Şeyh Seyyid Sa’saa camii:Hasan Paşa hanının batısında ve eski belediye binasının binasının doğu bitişiğindeydi Yapım tarihi ve yaptıranın belli değilse de,İlk Arap valisi Sultan Sa’sa’ya izafe edilmiştir.1926 yılında belediyece yıktırılmıştır.A.Bulduk Elceizre isimli eserinde (s.212-214) bu caminin adı Sultan Sa’saa olarak kayddilmişti.Ancak belgelerde Seyyid sa’sa olarak geçer(BA.,Cevdte Evkaf,No.12308,Ali Emiri,III.Selim Tasnifi,No.3508).XIX.yüzyılda Diyarbakır’ın önemli camileri arasındaydı.1794-1818-1824 ve 1826 tarihli Diyarbakır’da Kur’an okunacak camilerle ilgili belgelerde,bu camiin Diyarbakır’daki camiler içerisinde önemli bir yere sahip olduğu anlaşılmaktadır.(Diyarbakır Şer.Sic.No.355,s.2; No.5 90,s.35;No.351,s.40,No.631,s.26).Bunun yanı sıra Kasım 1738 (BA.Cevdet Evkaf. No.12308) ve 1792 tarihli belgelerden (BA.Ali Emiri,III.Selim Tasnifi.No.3503) bu tarihlerdeki cami görevlilerini de tespit etmek mümkündür. (8) 103 İmam Ukayl radyallahu anh efendimiz hazretleri İmam Ukayl türbesi:Salnameye göre sahabedir.Zira isminin yanında sahabeye ithaf olunan (RA) ibaresi vardır.Salnamede Diyarbakırda fabrika köyünün üst kısmında İmam Ukayl türbesi bulunmaktadır.Halk bu türbenin Hz.Alinin abisi olduğuna inanılır.Salnamede kendisi için (RA) ifadesi kullanılır. Salname Diyarbakır salnamelerinde (IV/208) Fabrika köyünde İmam Akil köyünde İmam Akil (Ukayl) (RA) yattığı ifade edilir (1).Salnamede ; İmam Ukayl, Dn vakıfi Diyarbakır’da çok önemsenmiş,kendine ithafen vakıf ve mescidler yapılmıştır. Diyarbakırda İmam Ukayl Mescidi vardır. Kasap Hacı Hüseyin Vakfı, İmam Ukayl Mescidinin yemek masrafları için kurulmuş bir vakıftır. (9). Ukayl Mescidi Pamuçular Çarşısı yakınlarında idi. 1915’te yanmıştır.19. yüzyılda işlekti (8). 104 Aşağıdaki belgelerde Peygamberimizin amcaoğlu Hz.Ukayl ve Diyarbakır ilişkisi anlatılıyor.Tarihçi Erpolat hocamızın verdiği belgelere göz atalım: Belge 1:Kısa belgenin ilk cümlesi şöyledir: “Marûz-i çâker-i kimesneleridir ki İbn ‘Am cenâb-ı Resûl-i Kibriya Hz. Ukayl (RA) taala Efendimizin Diyarbekir Vilayeti dahilinde Amid nahiyesinde vaki Mescid-i Şerifleriyle Türbe-i saadetlerine merbut Tilvelik ? ve Dumlan? karyeleri hasılatının... (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İrade-Evkaf katalogu, vesika no:6 iki adet belge) Belge 1 Belge-2: Belgede Hz. Ukayl’ın imam olduğu bilgisi de var. “İbn ‘Am Cenab-ı resul-i Kibriya İmam Ukayl (RA) hazretlerinin Diyarbekir vilayeti dahilinde...” mescit ve türbesinin vakfının gelirinden bahsederken Hz. Ukayl’in imamlığına da vurgu yapılıyor. Belge 2 Diyarbakır’da İmam Ukayl’a ait(Peygamberimizin amca oğlu) mescid ve türbesiyle ilgili yeni belgeler ortaya çıktı.Bilindiği üzere Diyarbakır Çarıklı beldesi İmam Akil köyünde Hz.alinin ağabeyi İmam Ukalyl’ın mezarı olduğuna dair daha önce basında haberler yer aldı.Diyarbakır Valiliği ile Dicle Üniversitesinin birlikte hazırladığı Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır kitabı Hz. Ali’nin ağabeyi,peygamberimizin amcaoğlu İmam Ukayl’ın türbesinin Diyarbakır’da olduğunu teyid edici belgelere ulaşıldı 105 Kitap:Kenan Yakuboğlu,M.Salih Erpolat,Mustafa Belgelerinde.Diyarbakır valiliği.Dicle Üniversitesi.2011 (10). Belgeler ektedir 1.Belge BOA,İ.EV.446/6 a.22.10.1906 Sarıbıyık.Osmanlı Hz Peygamber(SAV)’in amcasının oğlu Akil(RA)’ın Diyarbekir vilayetinin Amid nahiyesinde bulunan mescidi ile türbesinin bağlı bulunduğu vakfın diğer vakıflar gibi müdahaleden istisna tutulması konusunda Maliye Nezareti tarafından Sadaretten izin talebini içeren belge Birinci belge İkinci belge:BOA,İ.EV.44/6 b.24.06.1907 Hz. Peygamber (SAV)’in amcasının oğlu Ukayl(Akil) (RA)’in Diyarbekir vilayetinin Amid nahiyesinde bulunan mescidi ile türbesinin bağlı bulunduğu vakfın gelirleri arasında Tilvelik ve Dolman köylerinin öşür hasılatından daha önceki senelerden bakiye kalan 1197 kuruşun ödenmesi konusunda Diyarbakır Defterdarlığının gönderdiği yazı üzerine konunun sadrazam tarafından padişaha arz edildiği ve padişahın irade-i seniyyesini belirten başkitabet dairesinin notu yer almaktadır ikinci belge 106 Sahabe-i kiramdan Mir Seyyaf Hazretleri Salnameye göre:Diyarbekir’de Karadeniz nam mevkide medfundur Bir güne vakfı yoktur,türbesi ma’murdur (1). Mir Seyyaf Bu sahabe tebliğci değil,şehit sahabe kategorisindedir. Mir Seyyaf (Radiyallahu Anh) Hasırlı Mah. Karadeniz 2 Sk Mir Seyyaf Diyarbekir’in fethi esnasında şehid düşen sahabedir .(11) Türbe kesme ve moloz taştan yapılmış, yakın tarihlerde onarılmıştır. Kare planlı olup, üzeri beşik tonozla örtülmüştür. Girişin yanında içerisini aydınlatan bir penceresi bulunmaktadır.(12) Sahab-i kiramdan Malik-i Ejder hazretleri Defterdar camii şerifi civarında medfundur Bir güne vakfı yoktur, türbesi ma’murdur (1). Malik-i eşter’in burada sadece parmağının olduğu veya Mısır’da kabrinin olduğu da ifade edilmektedir. Bu karışıklığı şu kaynak çözer, sanırım. Ebubekir Feyzi,Hülasa-i Ahval-i Buldan fi memalik-i Devlet-i Ali Osman adlı eserinde burada medfun sahabenin ismini Malik Azur olarak vermektedir.Mâlik -i Ecder Türbesi’ni Nakip Efendi`nin yaptırdığı bilinmektedir. Türbe 3x3 m. ebadında küp şeklinde olup siyah taştan yapılmıştır (13). 107 Malik-i eJter türbesi Sahabe-i kiramdan Sultan Şecaaddin hazretleri Diyarbekir’de Hazret-i Ömer cami-i şerifi civarında medfundur.Türbe-i şerifesi ma’murdur, iki değirmen mevkutfur (1). Sultan Şecaaddin hazretleri Diyarbakır Mardin Kapısı içerisindeki Deliller hanı’nın karşısındadır. Türbenin kitabesi bulunmadığından ne zaman yapıldığı konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak, türbenin önündeki Sultan Şuca’ya ait çeşmenin üzerinde 1208-1209 tarihli bir kitabe bulunmaktadır. Ayrıca Vilayet Salnamelerinde de Sultan Şuca’nın Mardin kapısı yakınında medrese, türbe ve çeşme yaptırdığı belirtilmiştir. Buna dayanılarak türbenin de XIII. yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Türbenin mimarı belli değildir. Türbe kesme ve moloz taşlardan yapılmıştır. Kare planlı olup, üzeri piramidal bir çatı ile örtülmüştür. Türbe içeriden kubbe ile örtülüdür. Kubbeye geçiş mukarnaslı tromplarla sağlanmıştır. Türbenin dış yüzünde değişik zamanlarda yapılan onarım izleri görülmektedir (12). 108 Sahabe Abdurrahman Örfizade Vakfının 11 Şevval 942 (1536) Tarihli Tescilli Vakfiyesinin Türkçe’ye Çevrilmiş Son Sayfası Örfizade vakfının yaklaşık Yavuz Sultan Selim zamanına uyan 11 Şevval 942 tarihli Seyyid Ömer mühürlü mahkeme tescilli vakfiyenin son sayfasında “adı geçen mahallede eski medrese ve Şeyh Said’in Cündiye ve Kadiriye tekkesi de denilen evde malum makam ve eski bir ziyaret ve sahabi Abdurrahman (RA)nın yatmakta olduğu ev ise, şu anda biz içinde oturuyoruz, bizden sonra zürriyetim ve akrabalarım oturacaktır. Fakirlerde yedi gün misafir edilirler. Bu ev saygındır, ihmal etmeyin,boş sanmayın, ruhaniyetle doludur, sakın ona karşı saygısızlık etmeyin” denmektedir. Kabir İsmet paşa ilkokulunun karşısında EHİDER okuma salonunun bahçesindedir. İbavender=Sultan Saad Dağkapı bitişiğindeki sahabe mezarı için Ebubekir Feyzi, İbavender de denilen Sultan Saad’a ait olduğunu ifade eder (13). Dağkapıda bir sahabe mezarı bulunmaktadır. Sultan Abdülmecid’e sunulan Feyzullah efendinin raporunda buradaki sahabenin ismi İbavender olarak geçer.Burada Ebu Muhsin Sahad bin Ebi Vakkas ismi geçmektedir.Belirtilen sahabenin Saad bin Ebi Vakkas’la ilgisi yoktur.Bu sahabe Diyarbakır’a hiç gelmemiştir.Irak orduları baş komutanıdır.Buradaki mezarlardan biri İbavender’dir.Diğeri ise Güney kafkasyadan gelen arakçın Mezandaridir.Bu evliyanın soyu müftüler ailesi,Uluğ’lar olarak geçer. Diyarbakır Müftülüğünün yorumu: Merkez Sur İlçesi’nde, Ulu Beden Burcu’nun arkasında, çevresi demir parmaklıkla çevrilmiş iki kabir bulunmaktadır. Mezar taşlarından birinde sonradan Sultan Sahad yazıldığı anlaşılan Türkçe “Sahat b. Vakkas Ebu’l-Muhsin” yazısı bulunmaktadır. Diğer kabirde ise Arakçîn Baba diye de bilinen Şeyh Mehmed-i Berzencanî medfûndur ( Arakçîn Baba Türbesi). “Sahat b. Vakkas Ebu’l-Muhsin” şeklinde belirlenen kabirde Diyarbakır’ın fethine katılan bir sahâbenin medfûn olduğuna 109 inanılmaktadır. Bu “sahâbe”nin ise ünlü sahâbe Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) olmadığı bilinmektedir. Çünkü Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.)’ın Diyarbakır’ın fethine katıldığına dair bilgi bulunmadığı gibi künyesi de Ebu’l-Muhsin değil, Ebû İshak’tır. Ayrıca Hz. Sa’d (r.a.)’ın kabrinin Medine’de Bakî Mezarlığı’nda bulunmaktadır. 1316/1898 tarihli Salnâme-i Diyarbekir’de, Diyarbakır’da kabri bulunan Peygamber, sahâbe ve evliyâya ait türbelerin anlatıldığı kısımda Diyarbakır’da “Sahat veya Sa’d” isimli bir sahabinin medfûn olduğuna dair de bilgi bulunmamaktadır. Bütün bu bilgiler dikkate alındığında Sa’d b. Ebi Vakkas’a ait zannedilen bu mezarın, “Sa’d-Saad” veya mezar taşında yazıldığı şekliyle “Sahat” adında başka bir sahabîye ait olduğu düşünülebilir.Buna karşın Ebubekir Feyzi, Sultan Abdülmecid’e ithaf ettiği Hülasa-i Ahvali’l-Buldan fi memâlik-i Devlet-i Al-i Osman adlı eserinde, çarşı içerisinde bulunan bu kabrin “İbavender” de denilen Sultan Saad’a ait olduğunu ifade etmektedir (13). Diyarbakır türbelerini ifade eden 19.yüzyıl Diyarbakır salnamelerine göre evliya türbeleri (1). Esami şerifeleri Türbe ve merakıdı şerifeleri mevkii Diyarbakır merkez Şüheda-i kiramdan Bab-ı Kal Hazretleri Türbeleri Diyarbakır’da Hindibaba civarında medfundur. Eizze-i Kiramdan Sarı Saltah-ı Gülşeni Haretleri Diyarbekir’de Rumkapı civarında zaviye-i Şerifelerinde medfundur Eizze-i kiramdan Şeyh Halil-i Gülşeni hazretleri Diyarbekir’de Camiussafa derununda medfundur Eizze-i kiramdan Şeyh Ahmedi Gülşeni haretleri Eizze-i kiramdan Muslihiddin Lari Hazretleri Diyarbekir kabristanında medfundur Eizze-i kiramdan Şeyh Muhammed Amidi Hazretleri Diyarbekir Mardin kapısı haricinde türbe-i Şerifelerinde medfundur 110 Malumat-ı saire ve mülahazat Esami şerifeleri Türbe ve merakıdı şerifeleri mevkii Eizze-i kiramdan Şeyh Muhammed Amidi Hazretleri Diyarbekir Rumkapı haricindeki merkad-ı Şerifelerinde medfundur Eizze-i kiramdan Şeyh Aziz Mahmud-ı Ermevi Hazretleri, Diyarbekir Dağ kapısı ittisalinde medfundur Eizze-i kiramdan Şeyh Bilal Hazretleri Eizze-i kiramdan Şeyh Mutahhar Hazretleri Eizze-i kiramdan Şeyh Tahir-i Halveti Hazretleri Diyarbekir Rum kapısı haricinde medfundur Diyarbekir’in Şeyhmatar camiinde medfundur Diyarbekir içkalede medfundur Eizze-i Kiramdan Çifte Evliya Hazretleri Diyarbekir hükümet konağı pişgahında medfundur Eizze-i kiramdan Hindi Baba Hazretleri Diyarbekir’in Aynüzülal nam mevkide medfundur Eizze-i kiramdan Şeyh Hançer Güzar Haretleri Diyarbekir’in Hüsameddin mahallesinde medfundur Eizze-i kiramdan Şeyh Saadeddin-i Cibavi ahfadından Şeyh Abdurrahman Hazretleri Diyarbekir’in Saadeddin Cibavi zaviyesinde medfundur Eizze-i kiramdan Şeyh Mahmud-ı Nakşi Hazretleri Rum kapısı haricinde medfundur Malumat-ı saire ve mülahazat Müsakkafat-ı vakfiye icarıdır Müşairün-ileyhimanın isimleri gayri ma’ruf olup ala-rivayetin havariyundan oldukları meşhurdur. Eizze-i kiramdan Dağ kapısı haricinde Kurmaşlı Şeyh Mehmed medfundur Efendi 111 Bavekal Şüheda-i kiramdan Bab-ı Kal hazretleri Diyarbakır’da Hindibaba civarında medfundur. (1) (14). Bavekal: Bab-ı Kal farsça pir anlamına gelir. Bu semtte Merkez bankasının yanında Bab-ı kal(ihtiyar) baba yatmaktadır. Asıl simi seyid Hüseyin’dir.4 asırdır burada yatmaktadır. Ailenin bir kolu Suriye’de,bir kolu da Kızıltepe’dedir. Her yıl Ağustos ayında Kızıltepe’de mevlüdü vardır.Suriyeden ve bölgeden torunları buraya gelir.Ziyarete Suudi Arabistan’dan torunları da gelmektedir. Bavekal hazretleri Şeyh Muhammed Gülşeni ve Gülşeniler (Mardinkapı) Türbesi Şeyh Muhammed Gülşeni türbesi Halveti tarikatının bir kolu sayılan Gülşeni tarikatının kurucusu İbrahim Gülşeni’nin babasıdır. Tamamen kesme taştan yapılmış olan türbe, kare gövde üzerine, içten pandanifli kubbe, dıştan piramidal çatıyla örtülü bir yapıdır. Etrafı duvarla çevrilidir. Türbenin güneyinde aynı ismiyle taşıyan bir namazgâh kalıntısı var Namazgah. M.1859’da Vali Mahmud paşa tarafından yaptırılmıştır. M. 1434 tarihinde vefat etmesi muhtemeldir. (M.Değer, Beysanoğlu:Ş. Diyarbakır’ folklorunda halk hekimliği San matb. Ank..1992.s.70) Şeyh Muhammed Gülşeni ve Gülşeniler (Mardinkapı) 112 Sarı Saltuk Türbe halk arasında sarı sadık deniliyorsa da,o türbede gülşeni hacı ali halife yatmaktadır Salnameye göre Eizzei kiramdan Şeyh Halil-i Gülşeni hazretleri Eizze-i kiramdan Şeyh Ahmedi Gülşeni hazretleri Diyarbekir’de Camiussafa derununda medfundur (1). Diyarbakır Urfa Kapısı’nın iç kısmındadır. Yanında Gülşeniler Tekkesi bulunmaktadır. Türbenin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı ve türbede kimin yattığı da bilinmemektedir. Halk arasında Sarı Saltuk Türbesi olarak tanınmaktadır. Geç dönemlerde yapılan onarımlar türbenin orijinalliğini değiştirmiştir. Bununla beraber kesme taştan sekizgen planlı ilginç bir yapı olup, içeriden kubbe, dıştan da piramidal çatı ile örtülüdür. Türbenin dış cephesine hareket kazandırmak için siyah beyaz taşlardan yer yer kûfi yazı frizlerine yer verilmiştir. (12) Süslemeler siyah bazalt ve beyaz kalker üzerine oyma ve kakma tekniğiyle oluşturulmuştur. Dış mimaride süsleme cephelerde kullanılmıştır Çokgen gövdenin üst kesiminde bir kitabe kusağı yer almaktadır. Beyaz kalker üzerine celi sülüs hatla yazılan kitabe süsleme unsuru taşımamaktadır. Bu kitabenin üstünde iki sıralı mukarnas konsol dizisine yer verilmiştir. Mukarnasların alt sırası topaçlı üç dilimli yelpazelerin belirli aralıklarda dizilmesiyle oluşmaktadır. İkinci sıra yuvarlak kemer formlu yuvacıklardan meydana gelmektedir. Yuvacıkların yüzeyi bademlerle dolgulanmıştır.Kuzey taraftaki iki kenarın üst kesimine kare panolar yerleştirilmiştir. Panoların yüzeyine makıli hatlı yazılar islenmiştir. Yazılar beyaz kalker zemin üzerine siyah bazalttan harflerin kakılmasıyla oluşturulmuştur.Dış mimaride kapı ve pencere düzenlemelerinde kemerler siyah-beyaz iki renkli taslarla oluşturulmuştur. Batıdaki pencerenin yer aldığı sivri kemerli nişin köseliklerine birer sütunçe yerlestirilmiştir. Kemerin oturduğu sütunçelerin silindirik gövdeleri burmalı yivlerle hareketlendirilmiştir. Gövdeden burmalı bileziklerle ayrılan sütunçe baslıkları aşağıda silindirik olarak başlamaktadır. Yukarıya doğru genişleyerek dörtgen prizmal formda sonlanan baslıkların yüzeyi girift rumi-palmet kompozisyonları ile dolgulanmıştır. Prizmal bölümün görünen yüzeylerine yarım sekiz köseli yıldızların yan yana diziminden oluşan düzenleme işlenmiştir. Güneyde türbeye girişin sağlandığı kapının yanında dikdörtgen bir niş bulunmaktadır. Nişin kenarlarına birer sütunçe yerleştirilmistir. Sütunçeler üst köseleri yuvarlatılmış küp altlıklar üzerine oturmaktadır. Sütunçelerin tüm yüzeyi süslenmiş durumdadır. Soldaki sütunçenin altlığında iki farklı süsleme uygulanmıştır. Altta zikzak hatlı iki şeritli örülmektedir. Böylece zeminde eşkenar dörtgenler meydana gelmektedir. Altlığın üst kesimine yarım altı kollu yıldız motifi işlenmiştir. Sağ sütunçenin altlığında bütün yüzey altıgenlerden meydana gelen geometrik kompozisyonla süslenmiştir. Sütunçelerin gövdesi aynı geometrik kompozisyon ile kaplanmıştır. Kompozisyonda yatay ve dikey eksenlerde kesişen ikili zencerekler dört kollu yıldız motifleri ile aralarda sekiz köseli yıldızlar meydana getirmektedir. Zemindeki yıldızların içleri birer gülbezekle dolgulanmıstır. (27) 113 Sarı saltuk-Gülşeni Türbesi Sarı Saltuk Türbesinde İki Mezar 114 Anadolu ve balkanlarda sarı saltuk (Diyarbakır’da Sarı Saltuk efsanesi) ( Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi ) Türk tarihinin ve Türk kültürünün önde gelen simaları yüzyıllar geçse bile milletimizin gönül dünyasında yaşamağa devam ederler. Dede Korkut’tan Nasrettin Hoca’ya, Hoca Ahmet Yesevî’den Yunus Emre’ye, Oğuz Kağan’dan Fatih Sultan Mehmet’e, Kanuni Sultan Süleyman’dan Gazi Mustafa Kemâl Atatürk’e kadar adları ciltlere sığamayacak kadar çok olan devlet ve kültür adamlarımız sadece yaşadıkları coğrafya parçasında değil, bütün Türk dünyasının gönlünde yaşamakta ve saygıyla anılmaktadır. Bu şahsiyetlerden biri de Sarı Saltuk’tur. Ölümünün üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen Sarı Saltuk hâlâ Anadolu, Rumeli ve Balkan Türklerinin günlünde ve hafızasında yaşamaktadır. En doğuda Diyarbakır ve Tunceli’den başlayıp Bor, İznik, İstanbul’dan Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk, Makedonya, Bosna Hersek’e kadar uzanan çizgide bulunan Sarı Saltuk’a ait türbe ve makamların büyük bir saygıyla ziyaret edilmesi, menkıbelerin anlatılması Sarı Saltuk’un hatırasının canlı bir şekilde yaşamakta olduğunun birer delilidir. Sadece Müslüman Türkler arasında değil Ortodoks mezhebine bağlı Hıristiyan dinindeki Gagauz Türklerinin de Sarı Saltuk’u millî hafızalarında yaşatmaları, ondan saygıyla söz etmeleri ve onu bir Türk azizi kabul etmeleri dikkat çekicidir. Peki kimdir Sarı Saltuk ? Ne zaman yaşamış, neler yapmıştır? Sarı Saltuk, Anadolu ve Rumeli’nin fethi esnasında gazalara katılan, kahramanlığı ve velayeti ile daha yaşarken efsanevî bir şahsiyet haline gelen bir Türk kahramanıdır. Hayatı etrafında oluşan menkıbelere diğer gazi ve velilerin menkıbeleri de karışmıştır. Bu sebeple Sarı Saltuk’un gerçek hayatı ile ilgili bilgileri elde etmek son derece güçleşmiştir. Tarihî kaynaklarda yer alan Sarı Saltuk ile ilgili bilgiler Sarı Saltuk’un gerçek hayatını ortaya koyacak nitelikte değildir. Gerçek hayat ile menkıbevî hayat birbirine karışmıştır. Üstelik tarihî kaynakların Sarı Saltuk hakkında verdikleri bu bilgilerin bazan birbiriyle çeliştiği de görülmektedir.Sarı Saltuk’un destanî şahsiyeti ile ilgili bilgileri çeşitli menakıb-nâmelerde [2] ve velayet nâmelerde bulabilirsek de hiç şüphesiz bu konuda en önemli kaynak, doğrudan doğruya Sarı Saltuk’un hayatını konu alan Saltuk-nâme adlı eserdir. Ebül¬hayr-ı Rûmî adındaki bir yazar Cem Sultan’ın emri üzerine Anadolu ve Rumeli’yi adım adım dolaşarak Sarı Saltuk’a ait menkıbeleri toplamış ve üç ciltlik bir eser haline getirmiştir. Eser tahminen 1480 yılında tamamlanmıştır. Saltuk-nâme’ye göre Sarı Saltuk’un asıl adı Şerif Hızır’dır. Babasının adı Seyyid Hasan’dır. Şerif Hızır, üç yaşındayken babasız kalır. Şerif’in yetiştirilmesi işini Seravil adındaki bir lala üstlenir. Kısa sürede ata binmeyi, ok atmayı, kılıç 115 kullanmayı öğrenen Şerif Hızır, Türk destanlarındaki alp tipinin önemli bir örneğini teşkil eder. Şerif Hızır’ın Saltuk adını alışı ise bir geleneğe dayanmaktadır. Bu gelenek, kişinin gösterdiği kahramanlık sonucu ad almasıdır. Dede Korkut Kitabı’nda örneklerini gördüğümüz ad alma-ad verme olaylarının [7] benzerleri Saltuknâme’de de yer almaktadır. Kahramanımıza Saltuk adını, savaşta yendiği Alyon adlı bir düşmanı vermiştir. Müslüman olan Alyon’a da Saltuk, İlyas adını verir. [8]. Bu ad verme olayı dışında eserde geçen diğer ad verme olayları Saltuk’a yenilerek Müslüman olan kişilere Saltuk tarafından bir Türk adı verilmesi ile ilgilidi Sarı Saltuk, bir destan kahramanında bulunması gereken bütün özelliklere sahiptir. Son derece güçlüdür, yüreğinde korkunun zerresi bile yoktur. Tek başına düşman içine yanar od gibi girmekte, düşman kalelerini fethetmektedir. Aman dileyen düşmanına karşı ise merhametlidir. Saltuk-nâme’de, yiğitte bulunması gereken özellikler ok atmak, yazı yazmak, suda yüzmek ve yigitçe gezmek olarak sıralanırken, Sarı Saltuk’un bu dört hünerde mahir olduğu özellikle belirtilir. Bu özellikler dışında Sarı Saltuk’un olağan üstü güçleri de olduğu Saltuk-nâme’de mübalağalı bir şekilde anlatılmaktadır. Çok uzaklarda aleyhinde söylenenleri işitebilmekte, oturduğu yerden bir kılıç darbesiyle bir başka diyardaki düşmanını öldürebilmekte, göz açıp kapayıncaya kadar bir diyardan bir başka diyara gidebilmektedir. Düşmanları bir türlü Saltuk’u öldürememektedir; ok atarlar batmaz, kılıç vururlar kesmez, büyü yaparlar tesir etmez, suya atarlar boğulmaz, ateşe atarlar yanmaz. Bütün cinler ve melekler Sarı Saltuk’un yardımcısıdır. Hatta bu cinlerden birisi ile ahiret kardeşi bile olmuştur. Düşmanları ise kâfirler, zâlimler, cadılar, devler, canavarlar ve kötü cinlerdir. Bütün bu özellikler göz önünde bulundurulduğunda, Sarı Saltuk’un alp-eren kişiliğinin yanı sıra, bazı menkıbelerde bir masal kahramanı kimliğiyle karşımıza çıktığı da görülmektedir. Saltuk-nâme’ye göre Sarı Saltuk 99 yıl yaşamış, sonunda düşmanları tarafından zehirlendikten sonra hançerlenerek şehit edilmiştir. Ancak, son nefesini vermeden önce de kendisini zehirleyen ve hançerleyen düşmanını öldürmüştür. Sarı Saltuk’un türbe ve makamları üzerine yapılmış bazı çalışmalar bulunmaktadır. F.W. Hasluck Kaliakra (Varna/Bulgaristan), Babaeski, (Türkiye), Babadağ (Romanya), Ohri (Makedonya), Kruya’daki türbe ve makamları araştırmış; Ragıp Önen Bor’daki türbeyi tanıtmış; Nazmi Sevgen, Sarı Saltuk ile Aiyos Spiridon arasındaki ilgiyi ele aldığı yazı dizisinde Babadağ (Romanya), Tunceli, Diyarbakır, Babaeski, Bor, Rumelifeneri’nde bulunan türbe ve makamları tanıtmış Machiel Kiel Babadağ’daki türbeyi ve bu türbenin tarihini incelemiş; Grace M. Smith Babaeski, İznik, Bor, Diyarbakır, Babadağ (Romanya), Blagay (Bosna-Hersek)’da bulunan türbe ve makamlar hakkında genel bilgiler vermişNimetullah Hafız İpek’teki, Tacida Hafız Blagay’daki türbeler hakkında bilgiler veren bildiriler sunmuşlardır. . 116 Diyarbakır şehir merkezindeki Urfa Kapısı yakınlarında Gülşeniler Tekkesi olarak adlandırılan tarihî yapılar arasında Sarı Saltuk’un bir türbesi de bulunmaktadır. Kesme taştan yapılan sekiz köşeli bir yapı olan türbe, içeriden bir kubbe, dışarıdan da yüksek bir kasnak üstünde piramit biçimi çatıyla örtülüdür. Türbe, dört bir yanı duvarla çevrili külliyenin içindedir. Külliyede halen ibadete açık bir mescit bulunmaktadır. Türbe, girişin hemen sağındadır. Türbenin eskiden iki pencereli olduğu anlaşılıyor. Sonradan bu pencerelerden biri örülerek iptal edilmiştir. Mescidin yanında ayrıca iki de mezar bulunmaktadır. Halk, türbede yatan kişiyi Sarı Saltuk, Sarı Sadık, Seyyar Saltuk gibi adlarla anmaktadır. Sarı Sadık Camii imamı Sadık Özbağlar’ın anlattığına göre türbede gömülü olan kişi alplar döneminde yaşamış bir alp-eren olan Sarı Saltuk’tur. Ölümü yaklaştığında adamlarına şöyle bir vasiyette bulunmuştur: «Ben öldüğüm zaman yedi tabut hazırlayacaksınız. Bu tabutlardan birinde ben olacağım, altısı ise boş olacak. Boş olanları küffar diyarlarına gömeceksiniz. Tabutumun bulunduğu ülkeleri Türkler küffardan alacak.». Halk arasında yaşayan başka rivayetler de vardır. Bu rivayetlerden birine göre Sarı Saltuk gezgin bir evliyadır. Gazalara da katılmıştır. İnanışa göre Diyarbakır’da yaptığı bir savaş sırasında şehit düşmüş ve türbenin olduğu yere gömülmüştür. Türbenin halk inanışlarında önemli bir yeri vardır. Cuma akşamları (perşembeyi cumaya bağlayan akşam) türbeyi yalın ayakla ziyaret eden kadınlar can u gönülden bir dilekte bulunurlarsa bu dileklerinin yerine geleceğine inanmaktadırlar. Sıkıntıya düşen bir kimse Sarı Saltuk’un adını üç defa anarak yardım isterse, hemen imdada yetişeceğine inanılır. Birinden kötülük gören kişinin türbeye gelerek kendisine kötülük yapana kılıç çalması için duada bulunduğu da oluyormuş. Hastası olan, kocası işsiz olan, evlenmemiş kızı bulunan kadınlar türbeye gelip dertlerine deva bulmağa çalışırlar, türbeye mum dikerler. Sarı Sadık Camii imamı, kadınların türbeye mum dikmesinin dinimizce uygun bir iş olmadığını söylüyor, ancak buna mani olamadıklarını belirtiyor. Sarı Saltuk’u rüyasında görenler gelip adakta bulunurlarmış. Dilekleri gerçekleştiği takdirde türbede horoz, koyun, keçi gibi hayvanları adak olarak keserlermiş. Çevredeki cami ve binaların duvarlarını sarmaşıkların sarmasına, hatta tamamen kaplamasına rağmen Sarı Saltuk türbesini yıllardır hiçbir sarmaşığın sarmaması da Sarı Saltuk’un manevî gücüne bağlanmaktadır. Eizze-i kiramdan Muslihiddin Lari hazretleri İranda Laristan’da doğdu. Hindistan, Halepte bulundu. İstanbulda Ebussud efendiyle beraber oldu. Sonra Diyarbakıra geldi. İskender paşa çocuklarına onu hoca tayin etti.Hüsrev paşa medrese müderrisliğini verdi.1591’de vefat etti. (1) (14). Palu (Parlı) Camii ismi de verilen yapı batısında büyük Hekim Muslihiddin-i Lari’nin mezarı vardır. 29 eseri vardır. Hadis, tefsir,f ıkıh, kelam, dil ,tarih, mantık eserlerinin yanı sıra 2 astronomi eseri vardır. Bu eserler Kandilli ve Süleymaniye kütüphanesindedir. 117 Muslihidin larinin mezarı-ilk mezar-Safa camii Aziz mahmud Urmevi Aziz Mahmut Urmevinin mezarı yıkılmıştır.TRT’nin arkasında apartmanlar arasında yapılan parkta mezartaşı vardır. Bir ağacın altında medfundur.Şu an kabri yapılmıştır Seyyid Mahmud Efendi, Tebriz yakınlarında Urmiye isimli bir beldedendir. Babası Nakşibendî meşâyihından, “Koç Baba” diye anılan Seyyid Ahmed Efendi’dir. Babasından zâhirî ve bâtınî ilimleri tahsil ederek irşâd izni almıştır. Bir müddet sonra babası vefat edince kendisi Diyarbakır’a gelip buraya yerleşmiştir. Ahâlî arasında da “Urmiye Şeyhi” diye meşhur olmuştur. Mahmud Efendi, Diyarbakır’da bir tekke yaptırarak burada insanları irşâd etmeye başlamıştır. Metin Sözen’in Diyarbakır’da Türk Mimarisi isimli eserinde, Azizoğlu Tekkesi diye isimlendirdiği bu yapı, yine aynı müellifin verdiği bilgiye göre 1630-1637 yılları arasında yaptırılmıştır (15). 118 Eizze-i kiramdan Şeyh Tahir-i Halveti hazretleri: Diyarbekir içkalede medfundur (1). Şeyh Tahir-i Halveti hazretleri Eizze-i Kiramdan Hindi Baba Hazretleri Diyarbekir’in Aynüzülal nam mevkide medfundur (1). Hindi baba hazretleri kabri Hindi baba Süleyman Nazif’in dedelerindendir. Akkoyunlu devleti, Hindi aşiretindendir. Diyarbakır’da Tıgrel soyadlı kişiler bu sülaledendir.16. yüzyılda yaşamış sevilen, saygı gören bir ulu kişiydi. (16) (17). Süleyman Nazif’in annesi Ayşe hanım Akkoyunluların Hindi adıyla anılan bir Türk aşiretine dayanır (18). 119 Eizze-i kiramdan Şeyh Hançer Güzel hazretleri Diyarbekir’in Hüsameddin mahallesinde medfundur (1). Hançer-i Güzel, Meryemana kilisesi yakınındadır. Hançer-i Güzel=Ahsenül Hançer Ebul Muhsin (RA) Çok güzel bir hançere sahip olduğundan bu lakabı aldığı ifade edilir.(19).Rivayete göre Ebul Muhsin(RA),Hz. Ali’nin katıldığı bir savaşta Hz.Ali ile savaşırken, Hz.Ali bu kişinin çok güzel kılıç kullanıp iyi bir savaşçı olduğunu anlayınca uzun bir mübareze sonucu esir alır. Onu Müslüman yaptıktan sonra bu kahramanlığını Allah yolunda kullanmaya başlar.(20) . Hançeri Güzel Camii İmam-Hatibi. Mehmet Selim Yıldırım bu mekanı şu şekilde anlatır.Sahabe kenti olarak anılmaya başlanan Diyarbakır,638 yılında İslam ordusu tarafından fethedildiği vakit,Iyaz bin Ganem komutasındaki bu orduda 8 bin asker ve bu askerlerin içinde bin kadar sahabe bulunmaktaydı.Fetih sırasında Hz Halid b. Velid’in oğlu Hz Süleyman ve beraberindeki sahabeler şehit düşmüş ve bugünkü adıyla Hz Süleyman Camii’nde defnedilmişlerdir.Bu şehit sahabelerden başka şehrin değişik yerlerinde şehit oldukları değişik kaynaklarca belirlenen 13 şehit sahabe türbesi daha bulunmaktadır. Her şehit sahabe türbesinin kaynaklarda ve halk arasında rivayet edilegelen bir hikayesi bulunmakla beraber işin aslını ve hakikatini ancak Allahu Zülcelalin kesin bildiği kanaati hasıl olmalı düşüncesiyle hareket edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu türbelerden biri de, Sur içinde Lalebey Mahallesinde Hançeri Güzel Camii isimli cami içerisinde medfun bulunan, en makul,akla yatkın rivayet ve kaynaklara göre asıl lakabı Ahsenül Hançer olup,hakkındaki iki rivayetten birine göre ismi Ebül Muhsin diğerine göre Ebül Mucin olan şehit sahabe bulunmaktadır.Halk arasında bu zat hakında değişik rivayet ve hikayeler anlatılmaktadır.Ama yıllardır bu çevrede uzun süre yaşamış,bazıları halen bu semtte bazıları uzak semtlere veya başka şehirlere taşınmış büyüklerle yaptığımız fikir alışverişinde bu şehit zat hakkında ortak bir noktada buluştuk. 120 Anlatılan en kuvvetli rivayete göre Ahsenül Hançer lakablı Ebul Muhsin yada Ebul Mucin hazretleri, yeri kesin bilinmemekle beraber kendi yöresinde kullandığı hançeriyle meşhur ve kılıç kullanma ustalığıyla nam salan biri iken, Hicaz bölgesinde Hz Ali(ra)’ın kılıç kullanmadaki maharetini duyar ve onunla yine(halkın tabiriyle) cenk etmeye karar verir.Bu sırada Hayber Kalesini kuşatan İslam ordusuna ulaşır ve Hz Ali(ra) ile ceng etmeye geldiğini, yenilipte yaşaması halinde şehadet getirip müslüman olacağını beyan eder.Hz Ali(ra) bu teklifi kabul eder ve kılıçla çarpışırlar.Her ikiside kılıç kullanmada usta oldukları için birbirlerini yenemezler. Ancak bizde oluşan kuvvetli kanaate göre Hz Ali(ra) bu şahıstaki yüreği ve cevheri görüp bilerek vurmadığıdır.Kılıçla yenişemeyen ikiliye güreşme önerisi yapılır ve bu öneri kabul edilir.Güreşte Hz Ali(ra) galip gelir ve bu zat şehadet getirip müslüman olur.Hz Ali(ra) cesur yürekli bu şahsı himayesine alır ve manevi evladı ilan eder. 638 Yılında İslam ordusuyla Diyarbakırın fethi sırasında çıkan çarpışmalarda şehit olduğu rivayet edilmektedir. Medfun olduğu Hançeri Güzel Camii’nde görev yapan din görevlileri ve mahalle sakinleri tarafından çok defa değişik vaziyetlerde görüldüğü anlatılmaktadır. Özellikle sabah namazları vaktinde görüldüğüne dair çok söylenti vardır. Camide uyumak isterken bir sesle uyarıldığını, camide görültü ve nahoş kelimeler kullandıkları sırada bir kapının üzerlerine düştüğünü, uzak illerden “bizim rüyamıza gelip bizi buraya çağırdı” diyenlerle görüştüğümüz oldu. Dokuz yıldır bu camide görev yapan biri olarak cami tamiri ya da bir eksiği gidermek için ne düşündüysem, planladıysam “Hançer baba halleder” diyenlerin dediği olmuş ve yapmak istediklerim en kısa zamanda Allahın izniyle hallolmuştur. Halen bu camide görev yapmakta, zor anlarımda yada faydalı bir şeyler yapmak istediğimde Ahsenül Hançer Ebül Muhsin Hazretlerinin manevi varlığını yanımda, arkamda hissetmekteyim. Kaleme aldığım bu yazının gerçeğe aykırılığından Allah’a sığınıyor, sahabe kenti Diyarbakır’ımızda bu zatların varlığına,çokluğuna ve bizleri bela ve musibetlerden Allah’ın izni ile koruduklarına içten inanan biri olarak “Yüce Rabbim cümlemizi bu şehit zatların yardımına,sevaplarına nail, hesap gününde bizlere şefaatçi eylesin inşallah” diyorum… Eizze-i kiramdan Arakçın-ı Mazenderani hazretleri Diyarbekir Dağ kapısı ittisalinde medfundur. (1) (14). Arakçın-ı Mazenderani hazretleri 121 Kafkasya’daki gence kasabası Berzenc bucağındandır. 13. yüzyılda şehrimize yerleşen bir din adamıdır. Soyundan birçok müftü yetiştiğinden Müftüzadeler adıyla anılırdı. Uluğ soyadını taşıyan kişiler bu soydandır. Dağkapı’da Sahabe Sahad bin Ebi Vakkas’ın yanında medfundur Arakçin ter çeken başlık demektir. Başına örttüğü arakçin nedeniyle bu ismi almıştır. Mezarın yakınında bugün olmayan Rifaiye tekkesi vardı (13). Şeyh Baha Uluğ efendi müftüzadelerden Fazıl Efendi’nin oğludur. Aile 450 yıl Diyarbakır’da yerleşik bir ailedir. Bu aileden 7 kişi müftülük yaptığından Müftüzadeler diye lakaplandırılmıştır. Diyarbakır’a ilk gelen dedeleri Dağkapının şehir içi tarafından sağ yanında bulunan iki mezardan biri olan Şeyh Muhammed Mazendari’dir. Mazenderan İran’ın bir bölge adıdır (14). Eizze-i kiramdan Şeyh Mutahhar Hazretleri Diyarbekir’in Şeyhmatar camiinde medfundur. Müsakkafat-ı vakfiye icarıdır (1).Yol çalışması esnasında kabir yıktırılmıştır. Cesed yan bahçededir Dört ayaklı minare camii (Şeyh Mutahhar camii) Fatihpaşa’da ziyaret Seyyid Ali Baba türbesi Diyarbakır fethi esnasında şehit düşen sahabe olması muhtemeldir (13). Seyyid Ali Baba türbesi 122 Şeyh Güzel Diyarbakır dedin mi akla ilk gelenlerden biriydi Şeyh Güzel. Şeyh Güzel. Şeyh Güzel’in Seyfülmülük’te kabri Bu zatı tanımak için Diyarbakır’ ın yerlilerine sormak gerekir. Torunu İbrahim Kardaş anlatıyor. Ama ben gördüklerimi anlatmak istiyorum. Şeyh güzel efendi eski kasaplar çarşısında iki tane dükkânı olan ve geçimini manavcı olarak idame ettiren bir zattı. Bir dükkânı manav olarak kullanırken diğer dükkânını ise yüzlerce yılanı beslemek için kullanırdı. Dükkânda torbaların içerisi yüzlerce yılanla doluydu. Yılanlı, Akrepli şehir olarak bilinen Diyarbakır evlerinin çoğu ahşap evlerden kuruluydu ve evler yılan, akreplerle doluydu. Kim evinde yılan, akrep görse soluğu Şeyh Güzel efendinin yanında alırdı. Şeyh baba gider yılanları çağırır, yakalar, dükkâna getirir ve yılanları dükkânında beslerdi. Şeyh baba kime apsun verse yılan ve akrep bunları ısırmazdı. Kasaplar çarşısına girdiğinizde yüzlerce insanın şifa bulmak için Şeyh Güzel’ in dükkânı önünde sırada olduklarını görürdünüz. Şeyh Güzel de bunlara şifa dağıtırdı.Doktora gitmesi gerekenleri de doktora gönderirdi. 123 Diyarbakır’ da yaygın olarak bilinen kan davalarına Şeyh Baba gitti mi iki tarafı da barıştırırdı. Husumeti ortadan kaldırırdı.1981 yılında rahmete gitti. Vasiyeti üzerine Çınar yolu üzerinde bulunan Seyfülmülük’te defin edildi.Şeyh Güzel Efendi’nin türbesi halkımız tarafından ziyaret edilmektedir Şeyh Abdülcelil Safa camii bahçesindedir. Diyarbakır’da Şeyh Sefa Camisi’nin avlusu içerisinde bulunan bu türbenin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Mimari yapısından XV. yüzyılın ortalarında veya XVI. yüzyılın başlarında yapıldığı sanılmaktadır. Ayrıca Şeyh Sefa Camisi ile bağlantısı da bilinmemektedir. Şeyh Abdülcelil’in gömülü olduğu türbe kesme taştan yapılmış olup, sekizgen planlıdır. İçten kubbeli, dıştan da kiremit kaplı piramidal bir çatı ile örtülüdür. Gövde kısmından piramidal örtüye geçerken arasına bir silme yerleştirilmiştir. Türbeye kuzey yönündeki basık kemerli bir kapıdan girilmektedir. Doğu ve batı cephesine açılan pencerelerle içerisi aydınlatılmıştır. Güney duvarında bir mihrap, onun sağ ve solunda da birer niş bulunmaktadır (12). Şeyh Ahmedi Mürşidi türbesi: (Alipınar) M.1689’da Diyarbakır’da doğdu,tahsilini tamamladıktan sonra Birecikli Şeyh Ebubekir’in tarikatına girdi.M.1761’de vefat etti. 1748 senesinde yazdığı Ahmediyye meşhurdur. Eser 1887’de İstanbul sahaf İbrahim efendi matbaasında basılmıştır. Ayrıca Yusuf ve Züleyha, Mevlüd-i nebi, viladeti Hümayun rislaetpenahi eserleri de vardır (21). 124 Şeyh Ahmedi Mürşidi türbesi Seyda Baba türbesi (Alipınar mezarlığı) Molla İbrahim Terkanlı Ali Pınar imamı İbrahim bin Delo H.1290 yılında doğdu. Seyda Diyarbakır’a bağlı Terkan’da ikamet ederdi.Sonraları Heftselm köyüne ve bilahare Alipınar köyüne gelir.Büyük alim ve zühd sahibiydi1952 yılında vefat etti (20). 125 Zincirkıran türbesi İçinde kimin yattığı kesin değildir. Üzerinde Hz. Yunus’un oğlu Nebi Ogeda ve onun oğlu yatar şeklinde yazı vardır. Diyarbakır Nasuh Paşa Camisi’nin yanında, İçkale’nin de dışındadır. Bu türbenin de kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Zincirkıran isminin de nereden geldiği konusunda bilgi bulunmamaktadır. Zincirkıran Ali paşa 1599’da Diyarbakır’da beş ay valilik yapmıştır. Bu türbe ile bağlantısı nedir o da bilinmemektedir. Türbe kesme taştan yapılmış, özellikle dış cephesinde siyah beyaz taşlar kullanılmıştır. Sekizgen gövdeli bir türbe olup, gövdenin her cephesine bir pencere açılmıştır. Dıştan piramidal çatı, içten de kubbe ile örtülüdür. Türbe içerisinde sandukalar bulunuyorsa da bunların kime ait oldukları bilinmemektedir (12). Zincirkıran türbesi yanında Şeyh Hadin Abdal dede ziyareti (kamışlı ziyareti). Abdal dede, evini temiz tutanların bahçelerinde görünür ve orada abdest alırmış. Pis evlerde görünmezmiş Bu ziyaretin etrafında bulunan kamışlar, yaz, kış yeşil kalırlar ve hiç kurumazlar. 126 Kamışlı türbesi Özdemiroğlu Osman Türbesi Önce Diyarbakır valisi olmuş, sonra sadrazamlığa yükselmiştir. Tebriz seferi esnasında eceli gelince muhtemelen sahabe ve peygamberler komşu olmak için Diyarbakır’a gömülmeyi vasiyet etmiştir. Diyarbakır’da Fatih Camisi’nin batısında bulunan bu türbeyi, kitabesinden öğrenildiğine göre, Diyarbakır’da 1571–1575 yılları arasında Valilik yapan Özdemiroğlu Osman Paşa adına 1585’te yaptırılmıştır. Bu türbe Mimar Sinan’ın eserlerinin listesini veren Tuhfet’ül Mi’marin’de Mimar Sinan’ın eserleri arasında gösterilmiştir. Türbe alışılagelmiş türbelerden farklı bir plan düzenine sahiptir. Sekiz köşeli bir planı olup, önüne kare mekanlı bir bölüm eklenmiştir. Bu kare mekandan sonra asıl türbe bölümüne geçilmektedir. İçerisinde sandukaların da bulunduğu sekizgen bölümde duvarlar içten kemerlerle hareketlendirilmiştir. Duvarların ortalarına birer pencere açılmıştır. Böylece içerisinin bol ışık alması sağlanmıştır. Yapımında renkli taşlar kullanılmış, içerisinde fazla bezemeye yer verilmemiştir. Ana mekanın ve önündeki kare mekanın üzeri kubbe ile örtülüdür (12). 127 Özdemiroğlu Osman • III. Murat saltanatı döneminde 1584-1585 yıllarında sadrazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır. • Osmanlı sadrazamları - Duraklama Dönemi (1579-1683) kara savaşlarında Osmanlının yetiştirdiği fatih, yavuz, yıldırım ve kanuniden sonraki en büyük savaşçı ve devlet adamıdır. Tebrizin 2.fatihidir. Mezarı Diyarbakır’dadır. Onu bu kadar özel yapan şey ise birbirine hiç benzemeyen her türlü iklimde bulunmuş ve girdiği mücadelenin hiç birini kaybetmemiştir. Aklı cesareti savaş yeteneği ve bileğinin hakkıyla sadrazam olmayı hak eden ender devlet adamlarından biridir. Aynı zamanda mert ve adildi. (Vikipedi) • Yemen isyânından sonra İstanbul’a gelen Osman Paşa, önce Anadolu’da bir sancağa sonra da Niğde Sancakbeyliğine getirildi. 1573’te Diyarbakır Beylerbeyi oldu. • Özdemiroğlu Osman Paşa, 1527’de Kahire’de doğdu. Annesi Mısır Abbasi Halifeleri soyundan, babası ise Mısır Çerkez Memlüklerindendir. Mısır’da sancakbeyliği ve Mısır emirihaclığı yapan Özdemiroğlu Osman Paşa, Yemen, Habeş ve Diyarbakır Beylerbeyi oldu. Lala Mustafa Paşa’nın maiyetinde Osmanlı-İran savaşlarına katıldı ve Şirvan Beylerbeyi oldu. Kırım Hanı Mehmed Giray’ın yardımı ile Karabağ, Mugan ve Kızılağaç’a kadar bütün kuzey Azerbaycan’ı yağma ve tahrip etti. Kırım Hanı Mehmed Giray’a daha ileri gitmeyi teklif ettiyse de Mehmed Giray, bunu kabul etmeyerek Kırım’a döndü. Şirvan, İranlıların eline geçti. Kefe Beylerbeyi Cafer Paşa kumandasında yardımcı kuvvetler gelince İmam Kuli Han’ı Meşale Savaşı’nda yendi. Bu savaştan sonra Şirvan kesin olarak Osmanlı egemenliği altına geçti. İstanbul’a dönünce ikinci vezir olarak Divana girdi ve 1582 yılında sadrazam oldu. 1585 yılında Ferhad Paşa’nın yerine İran cephesi serdarlığına getirildi. Alivar’da yapılan savaşta, İran veliahtı Hamza Mirza’yı yendi. Tebriz Osmanlı kuvvetlerinin eline geçti. Daha sonra İran’la yapılan bir savaşta İran kuvvetleri başarı gösterdi. Bu savaş sırasında hastalanan Osman Paşa, Tebriz yakınındaki Şenbi Gazan’da 1585 yılında öldü. Vasiyeti üzerine Diyarbakır’da defnedildi. Bıyıklı Mehmet paşa Safevi Osmanlı arasında sürüp giden rekabet sonrasında Yavuz Sultan Selim ile 1515 yılında Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Bölgenin Osmanlı hakimiyetine girmesinde önemli rol oynayan kişi İdris-i Bitlisi’dir. Bu yardım Şah İsmail’in 23 Ağustos 1514’de Çaldıran’da yenilmesinden sonra Yavuz Sultan Selim’in Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun Osmanlı Devletine bağlanması politikasıyla ilgilidir. Bu politikada önemli bir role sahip olan İdris-i Bitlisi, Diyarbekir bölgesinde oldukça nüfuzlu bir aileye mensup ve müritleri çok olan bir şeyhin oğluydu. Onun propagandaları ile Diyarbekir bölgesinden uzaklaştırılan Kürt beyleri ve halkın yardımlarıyla Diyarbekir ele geçirildi. Osmanlı ordularının başında Bıyıklı Mehmet Paşa ile muhasara edilen şehir teslim oldu ve Bıyıklı Mehmet Paşa’da ilk vali oldu. Bu tarihten itibaren Osmanlı idaresi başlamış oldu (22). 128 Bıyıklı Mehmet Paşa kabri Şeyh Yusuf Raif efendi İskenderpaşanın torunlarındandır. Şeceresi: Yusuf Raif>Reşit>ebulhayr> Mehmetpaşa>Emin paşa>Süleyman paşa>Ahmed paşa>İskenderpaşaH.1285’te temyiz vilayet azası oldu.Divan edebiyatının son dönem şairlerindendir.Tasavvufi hizmete Seyyid Turabeddin Şeyh Resulün yanında başladı.Mürşidi Rufai tarikatındandı.H.1276 hilafet icazetnamesi aldı. Dedesinin yaptırdığı İskenderpaşa camii müştemilatında gömülüdür (14). Şeyh Yusuf Raif Efendi (İskenderpaşa camii ve yanında türbe) Diyarbakır, İskender Paşa Camisi’nin yakınında bahçe içerisinde bulunan İskender Paşa Türbesinin kitabesi bulunmamaktadır Bu bakımdan yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır Ancak İskender paşa’nın yaptırdığı caminin vakfiyesi göz önüne alınacak olursa, türbenin 1565 yılından önce yapıldığı düşünülmektedir Bu arada türbenin İskender Paşa’nın mı, yoksa çocuklarının mı yaptırdığı da kesinlik kazanamamıştır Türbe üzerinde kitabe yerinin olması ve kitabenin yazılmayışı türbenin İskender Paşa hayatta iken kendisi tarafından yapıldığını da düşündürmektedir Türbenin mimarı belli değildir Diyarbakır’da günümüze gelmiş türbeler arasında İskender Paşa Türbesi’nin ayrı bir özelliği vardır Planı oldukça alışılagelenin dışında değişiktir Yapı iki kısımdan meydana gelmiştir Kuzeyinde oldukça gösterişli mihrabı ve kemerli pencereleri bulunan tek kubbeli bir mescit, onun güneyinde de İskender Paşa’nın türbesi bulunmaktadır. 129 Türbe ve mescidin tümü siyah beyaz taştan yapılmıştır Türbenin üst örtüsü de ilginç bir Görünümdedir Tek kubbeli mescidin güneyinde bulunan türbe kubbesi önce kare sonra da onaltıgene dönüşen bir kasnak üzerine oturtulmuştur Bu kubbenin doğu ve batısı yarım kubbelerle desteklenmiştir Osmanlı mimarisinde ortada bir kubbe, iki yanda da yarım kubbelerle desteklenen bir türbeye rastlanmamaktadır Bu da gösteriyor ki İskender Paşa Türbesi kendine özgü bir yapıdır. Türbeye güneydoğudaki bir kapıdan girilmektedir Sivri kemerli olan bu kapının iki yanında ve türbenin pencerelerinde de görülen köşe sütunları bulunmaktadır Bunun üzerinde de bir silme devam etmektedir Türbenin güneyinde bulunan mescitte olduğu gibi burada da bir mihrapbulunmaktadır. Prof. Dr. Metin Sözen’in bu konuda ilginç bir görüşü vardır: “Bu mescit ve türbe kısmında dikkati çeken bir nokta vardır; o da İskender Paşa Camisi bitişiğinde böyle büyük mescitli kısmın hangi amaçla yapılmış olabileceğidir Gerçekten anıtsal caminin hemen her yanında tekrar böyle bir mescit yapmak, düşünülecek bir noktadır Türbede alışılmışın, uygulanan plan şemalarının dışına çıkılmaktadır Devir farkı gözetmeyen, birlikte yapıldığı anlaşılan bu iki mekan birbirlerine iki pencere ile bağlantılıdır Belki de ilk yapıldığı yılda ikisi de türbe olarak düşünüldü, sonra biri kullanıldı ve ikincisindeki mezar taşları zamanla bozuldu” (26). Dabanoğlu Türbesi Türbe, Dabanoğlu mahallesinde M.1696 tarihinde şehrimizde vali olarak görev yapan Dabanzade Mustafa paşa tarafından yaptırılan Dabanoğlu mescidi yakınındadır.Türbenin kime ait olduğu bilinmiyor. (16) Türbe taş ve tuğladan yapılmıştır. Yapının gövde kısmında genellikle kesme taş kullanılmasına rağmen yer yer tuğla kısımlara da rastlanmaktadır. Örtülerde ise bütünüyle tuğla kullanılmıştır. Yapının ana mekanı tromplu bir kubbeyle örtülüdür (24). 130 Zübeyde ve Leyla hanım türbesi (Nebi Camii mezarları). Nebi caminin güney duvarına bitişik bir türbe vardır.1718’de yapılmıştır.17171719’da Diyarbakır’da 2 yıl 6 ay valilik yapan Abdullah paşanın karısı Zübeyde ile kızı Leyla hanımlar burada yatar. (16) Diyarbakır’daki açık türbelerin bir örneği olup, kare planlıdır. Kesme taştan yapılmış olan türbenin dört ayağı birbirlerine kemerlerle bağlanmıştır. Üst kısmı açıktır. (12) Süslemelerde tas ve maden kullanılmıştır. Siyah bazalt ve sarı kalkerin kullanıldığı taş süslemeler oyma tekniği ile oluşturulmuştur. Türbenin üzerini kapatan kubbe demirden parmaklık tarzında şebekeli düzenlenmiştir Yapının dış mimarisi kubbe dışında sade bir kesme tas işçiliği sergilemektedir. Kubbe demirden otuz iki dilimli olarak düzenlenmiştir.. Parmaklık tarzında düzenlenen kubbede yukarıya doğru daralan yarım silindirik dilimlerde geometrik ve bitkisel bir kompozisyon uygulanmıştır. Kompozisyonda oval yuvarlak şekiller birer çiçek motifi ile yatay ve dikey eksenlerde birbirine bağlanarak devam etmektedir. Dilimler içte demir kenetlerle birbirine tutturulmuştur İç mekânda süsleme mezar tasları dışında kuzey duvar ile kubbeye geçiş sistemi ve kasnak bölümünde kullanılmıştır. Kuzey duvarın bütün yüzeyine sülüs hatlı bir kitabe işlenmiştir. Kısa satırlar halinde düzenlenen kitabede satırlar arasına altı dilimli güller işlenmiştir. Yazılar ve çiçekler son dönemlerde yeşile boyanmış durumdadır. İç mekânda kubbeye geçişi sağlayan pandantifler ile kubbe kasnağı zengin bitkisel kompozisyonlarla bezenmiştir. Köselerdeki 1.75 m yükseklikteki pandantiflerin yüzeyi beyaz kalker üzerine islenen küçük farklılıklarla birbirinden ayrılan bitkisel düzenlemelerle kaplanmıştır. Kompozisyon dikey doğrultuda ikili simetrik anlayışına sahiptir.Yüzeye dağınık şekilde yerleştirilen palmetler, pençberkler, hatai ve narçiçekleri, akant yaprakları, stilize rumiler, kıvrık dallarla birbirine bağlanmaktadır. Böylece yüzeyde girift bir bitkisel kompozisyon ortaya çıkmaktadır. Kasnak bölümü ikili bir düzenleme göstermektedir. Alt kesimdeki bitkisel süsleme kuşağında stilize yapraklarla zenginleştirilmiş kıvrık dal belirli aralıklarda aynı hareketleri yaparak zemini dolgulamaktadır. Üst kesim ise bir silme grubu ile hareketlendirilmiştir. Altta burmalı yivli bir kaval silme bitkisel süsleme kuşağını üstten sınırlandırmaktadır. Bunun üstünde oluk ve kademeli düz silmeler yer almaktadır (27). 131 Arap ve İnci baba türbeleri Arap ve İnci baba türbeleri Bu türbeler Hz. Süleyman camiinin üst kısmında eski adliye binasının doğusunda bulunmaktadır. Arap erkek, İnci ise kızdır. Bir rivayete göre Arap ile İnci birbirlerine aşıkmış, ancak bu aşklarına engel olanlar tarafından kavuşmaları engellenmiştir. İkisi de dinlarine bağlı Salih insanlar olduğundan şöyle bir karara varmışlar: Bizde bu aşkımızı ölüme dek İlahi rıza çerçevesinde devam ettireceğiz, ahiret yurdunda ebedi beraberlik içerisinde yaşarız demişler ve o şekilde her ikisi de ölünce yan yana gömülmüştür. Cizre’deki Mem ile Zin aşkı gibi. Onların sevgi ve aşklına engel olmak isteyen Bekir tarafından kavuşmaları engellendi. Her ikisi de öldüğünde yan yana gömülmüştür(20). Başka bir söylem olarak bu türbelerin Mervanoğlu hükümdarı Nasrüddevle ve eşi Sittünas’a ait olduğu ifade edilir (13) (29). Şeyh Arap türbesi 132 Diyarbakır Arap Şeyh Camisi’nin kuzeyinde bulunan bu türbenin kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kime ait olduğu konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bununla beraber, Arap Şeyh Camisi’nin Diyarbakır’da 1644– 1650 yıllarında Valilik yapan Kara Mustafa Paşa tarafından yapıldığı dikkate alınacak olursa ve her ikisi arasındaki mimari üslup da düşünülürse türbenin XVII. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Türbenin Arap Şeyh isimli bir kişiye ait olduğu da söylenmektedir. Mimarı belli değildir. Türbe Arap Şeyh Camisi’nin şadırvanı olarak kullanılmaktadır. Sekizgen planlı olan türbe açık türbe plan düzenindedir. Türbenin kenarları sivri kemerlerle dışarıya açıktır. Üzeri içeriden tuğla kubbe, dışarıdan da taştan piramidal bir külahla örtülmüştür ( 12). Şeyh Yusuf hamedani türbesi Diyarbakır’da Şeyh Yusuf Hemedani Cami avlusunun kuzeybatı köşesindedir. Türbede ve içerisindeki sandukada herhangi bir kitabeye rastlanmamaktadır. Bu bakımdan türbenin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Ayrıca ismini aldığı Bağdat’ta Müderrislik yapmış olan Şeyh Yusuf Hemedani Horasan’da gömülüdür. Türbenin mimari yapısı XV.-XVI. yüzyıllara işaret etmektedir. Bütünüyle siyah kesme taştan yapılmış olan türbe, kare gövde üzerine içten pandantifli, dıştan da piramidal bir çatı ile örtülüdür. Bu türbede dikkati çeken bir özellik piramidal çatının türbe gövdesinden daha yüksek yapılmış olmasıdır. Türbenin kapısı önüne, caminin abdest alma muslukları eklendiğinden türbe girişinin yeri değiştirilmiştir. Türbe içerisinde batı duvarında iki niş, güney duvarında bir mihrap ve onun iki yanında da birer niş ile kuzey duvarında sokağa açılan bir penceresi bulunmaktadır (12). Bu aileden gelen Mehmet Esen Camii imamı seyyid Mahmut Baran şunları nakleder. Anzele yakınındaki Şeyh Yusuf hemedani türbesi torun Şeyh Yusuf hemedani’ye aittir.Kendisi seyyiddir.Ölüm h.610’dur.Dede Şeyh Yusuf hemedani ise H.535’de vefat etmiş mezarı Mervdedir. 133 SEYFÜLMÜLÜK Seyfülmülük Diyarbakır merkez Seyfülmülük köyünde medfundur. Seyfülmülük Cembelinin oğlu o da Residiroğlu amcası Harun’i Reşid Bağdata bütün İslamın halifeliğini yapmış ve devamen Hz. Abbas’a dayanmaktadır (19). Tilalo=tellalo (Ali tepesi) Karaçalı köyü ziyareti Bu köy Silvan ‘a giden yol üzerinde Diyarbakır’a 10 km ötededir. Menkıbe şu şekildedir ‘Ali bir ağanın yanında çalışan yoksul, bekar ve son derece temiz kalpli bir gençmiş.Bir gün ağası hacca gitmiş,o zamanlar hacca kervanla gidilirdi,altı ay süren bir yolculukmuş. Ali, ağasının geride kalan her şeyine çok iyi sahip çıkmış. Ağasının iki öküzü varmış. Ali bunların ahırlarını tertemiz tutar, yemlerini tam zamanında verirmiş. Bir gün ağasının hanımı pekmez helvası ve sıcak tandır ekmeği pişirmiş. Sonra ‘Ah keşke ağanda burada olsaydı da o da yeseydi. Ali bunu duyunca kadına ‘Bir kaba koy da götüreyim demiş.’’ Kadın inanmamış.’Galiba Ali’nin canı bir tabak daha helva yemek istiyor ama, bunu söylemiyor. ’’ Diye düşünmüş. Kadın bir kaba helva doldurmuş ve Ali’ye vermiş, sonra da akşam namazına durmuş. Ali, kadın akşam namazı kılana kadar ortadan kaybolup, yine geri dönmüş. Bu süre içinde helvayı, hacdaki ağasına götürmüş. Zamanı gelip, ağa hacdan dönünce, köylüler elini öpmek için onu karşılamaya giderler. En arkada Ali duruyormuş. Ağa,elini öpmek isteyen köylülere Ali’yi göstererek ‘Siz gidin onun elini öpün’ demiş. Ali’nin bir akşam namazı süresi içinde, nasıl hacca gelip, kendisine helva getirip geri döndüğünü anlatmış. Ağanın bu sözleri üzerine herkes geri dönüp Ali’nin elini öpmek istemişler, fakat Ali köye doğru kaçmaya başlamış. Bir taraftan da sırrı ortaya çıktığı için ‘Allahım,yer yarılsa da içine girsem diye dua etmiş. Birden bire bulunduğu tepe yarılmış ve köylülerin şaşkın bakışları arasında Ali içine girip kaybolmuş.Geride asası kalmış ve üzerine bir türbe yaparak asasını da başucuna koymuşlar.Bu tepeye Tilalo (Ali tepesi) adını vermişler (20) 1920 yılında Tilalo köyünün bir dut ormanı içinde olduğu, höyüğün çevresinin kalın bir orman örtüsüyle kuşatıldığı ileri sürülmektedir. (23) 134 Tilalo türbesi Hamza baba türbesi Ünlü seyyah Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde evliya türbelerinin ismini sayarken Diyarbakır’daki Hamza Baba Türbesi’nden de bahsediyor. Türbede Horasan’dan gelmiş gazi erenlerinden olduğuna inanılan Hamza Baba metfundur. Hamza Babanın Cüneyd-î Bağdadî’nin muasırı Eba Hamza el-Horasanî olduğu da tahmin edilmektedir. Aslen Nişaburludur.Hicri 309 yılında vefat etmiştir Valilik tarafından 2012 yılında Siverek yolu üzerinde bulunan tarihi Hamza Baba Türbesi ve Mezarlığı için çevre duvarı örüldü (7)(25). İnşasında kesme bazalt taş malzeme kullanılan yapı,içten ve dıştan kare planlı olup içten kubbe,dıştan piramidal külahla örtülüdür.İç mekan 3.20x3.20 m.ölçülerinde kare planlı olup tromp geçişli bir kubbe ile örtülüdür.(29) Lala Bey Türbesi (Merkez) Diyarbakır’da Lala Bey Camisi’nin kuzeydoğu köşesinde olan türbenin yapım tarihi ile ilgili bir kitabesi bulunmamaktadır Bununla beraber Lala Bey Camisi ile birlikte yapıldığı sanılmaktadır Buna göre, XV yüzyılın ortası ile XVI yüzyılın ilk yarısına aittir Büyük olasılıkla bu türbeyi de Eğil Beylerinden Lala Kasım Bey cami ile birlikte yaptırmıştır. 135 Bu türbenin Diyarbakır türbeleri arasında ayrıcalığı mumyalık kısmının bulunuşudur Türbe kesme ve moloz taştan yapılmıştır Günümüzde türbeye caminin son cemaat yerinden girilmektedir. Kare gövde üzerine kubbeli olup, doğu ve kuzey duvarlarına birer pencere açılmıştır. Türbe içerisindeki bir merdiven aşağıdaki mumyalık kısmına inmektedir. Mumyalık beşik tonozla örtülüdür. (26) Çaldıran’da Osmanlıların yanında savaşan Kürt ileri gelenleri bölgedeki etkinliklerini yeniden tesis ettikten sonra Diyarbakırı Sefevilerin kuşatmasından kurtarmak için harekete geçtiler. Bilhassa Atak kalesi ile Eğil ve yöresinin hakimi Lala Kasım Beg Diyarbakırın kurtarılmasında çok büyük yararlıklar gösterdiler. (28) Lala kasım bey camii Şeyh Ömer Efendi: Örfizâde tekkesi Önceleri Örfi zade Şeyh Yunus Efendi’nin şeyhlik yapmasından dolayı, önceleri ismi Yunus baba tekkesi olarak anılan, daha sonra Şeyh Yunus Efendi’nin oğlu, Örfî zade Şeyh Ömer Efendi’nin burada postnişin olup sonraki devirlerde evlatlarına da geçince, tekkenin ismi; Örfi zade Tekke olarak anıla gelmiştir. Günümüze gelindiğinde ne acıdır ki tekkenin yalnızca çeşmesi kalabilmiştir (31). 1900’lerin başında Örfizade tekkesi 136 Çeşme bugün İsmet İnönü ilkokulunun önündedir. Şeyh Ömer efendinin ise bu çeşmenin altında gömülü olduğu ifade edilir. Diyarbakır Örfizade Tekkesi önünde bulunan bu çeşme yaslandığı duvardan biraz dışarı taşkındır. Üzerinde taş konsollar bulunan çeşmenin ayna taşı muslukları ve yalak kısmı sivri bir kemer içerisine alınmıştır. Kemerin köşelerine süs amaçlı küçük sütunlar yerleştirilmiştir. (30) Buradan geçen vatandaşlar çeşme önünde dua okur,bazı vatandaşlar mum diker. İsmet paşa ilkokulu önünde çeşme. (Altında şeyh Ömer efendi yatıyor) Sancı ziyareti Sancı Ziyareti Hüsrevpaşa camiinin 500 metre ötesindedir. Kimin yattığı, kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. 137 Rızvanağa türbesi Dağkapı dışındaydı Rızvanağa türbesi Rızvanağa türbesi (1910 yılı) (1932 yılı) (32). Rızvanağa türbesi:Şehrin dağ kapısı dışındaki mezarlıkta idi.Türbesi M.1599 yılında beşay şehrimizde valilik yapan Zincirkıran AliPaşa tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır.Halk buna,Rıdvan ağa kubbesi diyordu.Rıdva ağa XVII .yüzyılda yaşamış ünlü bir hekimdi.Kardeşi Vahap ağa(hamam yaptıran)ise ticaretle uğraşıyordu.Burada ve Urfa kapısındaki mezarlıkta bir çok ünlü kişilerin,devlet adamlarının mezarları,kümbetli türbeleri vardı.1930’dan sonra bu mezarlar,kümbetler tamamıyla yıktırıldı.Bugün bu sahalarda modern binalar yükselmiş,yeni bir şehir kurulmuştur.Sökülen mezar taşlarının yazılı olanları,başlangıçta etrafı dikenli bir alanda korunmaya alınmıştı.Açık hava müzesi halinde değerlendirilmesi düşünülüyordu.Sonradan mezar taşları,Kamil Tayşi’nin belediye başkanlığı sırasında yapılmakta olan Yenişehir kanalizasyonunda kullanıldı.Bir tarih katledildi.Böylece Diyarbakır’ın tarih,kültür ve sanat hayatını inceleyecekler için önemli bir belge niteliğinde olan bir kaynak daha kurutulmuş oldu (15). 138 KAYNAKLAR 1-Tellioğlu Ö (ed):Diyarbakır salnameleri.Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay.Yıl.:1869-1905. cilt:4/208. 2/110 ,5/93.İstanbul.Acar matb.1999 2- www.forumacil.com 3- Çoban R. D.Ünv. İlahiyat Fak. Diyarbakır / 2004 Hz. Süleyman Camii(Lisans Tezi) 4- Abdülgani Fahri Bulduk:Diyarbakır valileri.yayına hazırlayanlar:Eyyüp Tanriverdi.Ahmet Taşğın.Medrese yay Ank.2007.s..56,66,153,160,167,173 5- Yrd. Doç. Dr. Hatip Yıldız. Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır Ve Sahabe.1.Nebiler Sahabiler Azizler Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu.2008 6- Adil Tekin. Efsaneleri.1993.s:40 Diyarbakır)(Muhsine Helimoğlu Yavuz:Diyarbakır 7-Z.Abidin Çiçek.Diyarbakır’ın Fethi,Tarihi ve Kültürü.Diyarbaklır söz yay.2007.s 21,.53 8- Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik :XIX.Yüzyılın ilk yarısında Diyarbakır.TTK1995.s.62,72 9- Yrd. Doç. Dr. Alpay Bizbirlik.16.Yüzyıl Ortalarında Diyarbekri Beylerbeyliğinde Vakıflar TTK.Ank.2002.s.338 10- Yrd. Doç. Dr. Kenan Yakuboğlu, M.Salih Erpolat, Mustafa Sarıbıyık. Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır.Diyarbakır valiliği.Dicle Üniversitesi.2011 11- Mustafa Akif Tütenk.Kara-amid dergisi.Yıl2.Sayı.4.1960 12- http://www.kenthaber.com 13- Melek A, Demir A. Dini değerleri ile Diyarbakır. Diyarbakır il müftülüğü yay. Diyanet vakfı matb. Ankara.2009.s.169,172 14- Korkusuz. M Ş Tezkire-i Meşayih-i Amid.İst.2004.s.98.212.23 15-Yılmaz N. Z. XVII. Yüzyılda Diyarbakır’da Nakşibendiyye Osmanlı Araştırmaları Vakfı. 16-Beysanaoğlu Ş : Diyarbakır’da gömülü meşhur adamlar. Neyir matb. Ankara.1985.s.9,10,95,101 17- Beysanoğlu Ş..Diyarbakırlı Fikir ve sanat adamları.San matb. Ankara.1967.2/s.190 139 18- Parlatır İ..Süleyman Nazif.Müze Şehir.YKY yay.İst.1999.s.313 19- Erikli. Y Diyarbakırın Sahebe Fatihleri.Diy.2004.s.20,59 20- Çiçek, Z A. Diyarbakır’ın Fethi,Tarihi ve Kültürü. Diyarbakır sözyay.2007.s.112,131,114,111 21- Diyarbakır İl yıllığı-1967.s.273 22- Ahmet Taşğın Tez Danışmanı Prof. Dr. Münir Koştaş Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Ve Din Bilimleri (Din Sosyolojisi) Anabilim Dalı Diyarbakır Ve Çevresindeki Türkmen Alevilerinde Dini Hayat Doktora Tezi Ankara-2003 23- Dr. Emrullah Güney.Diyarbakır ve yöresinde Doğa-Kültür Turizmi. Diyarbakır.1991.s..45 24- Metin Sözen.Diyarbakır’da Türk Mimarisi.İst.1971.s.187 25- http://www.kamudanhaber.com/guncel/hamza-baba-turbesinin-cevresiguzellesecek-h37940.html 26-:http://www.forumalev.net/guneydogu-anadolu-bolgesi/263304diyarbakir-turbeleri.html 27- Gülsen Bas,Doç.Dr. Kadir Pektas. Diyarbakır’daki İslam Dönemi Mimarisinde SüslemeVan- Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim Dalı 2006 28-Nusret Aydın: Diyarbakır-Eğil Hükümdarları Tarihi.S:88,89 29- Yrd. Doç. Dr. Kenan Haspolat Diyarbakır türbeleri.Diyarbakır Mimarisi. Diyarbakır Valiliği.2012..s.319 30-http://sudemle3.blogcu.com/3499347 31- Dr. Murat Özaydın. Diyarbakır Tasavvuf Tarihinde Tarikatlar Abdurrahman Aktepe.Cihan yay.İst.2009.s.52 140 32- Şefik Korkusuz. Bir zamanlar. Diyarbakır. Kent yay.İst.1999 DİYARBAKIR MESİRE MEKANLARI Vedat Gündoğan* Günübirlik Gidilen Mesire Yerleri Günübirlik gidilen mesire yerleri şehrin dışında ve yakınında olan yerlerdir. Bu yerlere verilen isimler Diyarbakır’a özgü mahalli isimler olup şunlardır: Karacadağ, Menekşelikler, Karaağaç, Şemsiler, Eşek Sekisi, Dinğilhava, Esfel Bahçeleri, Cinobaşı, Ali Keşkül (Esfel bahçelerindeki bir mesire yeri), Göksü Güzel (Diyarbakır’ın Urfa Kapısı’nda bir mesire yeri), Sırıncaktaş, Fiskaya, Fabrika, Şakulaziz, Merhali ve Leylekli Bahçeleri, Kavs Bağı ve Köşkü, Seman Köşkü (Gazi Köşkü), Ben-u Sen, Seyrantepe ve Dicle kenarındaki bostanlardır. Ali Emiri yaşadığı dönemde gittikleri mesire yerlerini şöyle anlatmaktadır: Nevbahar olsa da ersem yine zevk-i emele Severim gitmeyi Nevruz’da Göksü güzel’e Sayf-ı Nevruz ediyor anda olan âb u havâ Bulunur mu Karaağaç gibi bir cây-ı sefâ Müberrâdır kasırdan gerçi kim Ali Keşkül Fakat cây-ı sefadır havzı vasidir yeri makbul Esfel Bahçeleri Ve Menekşelikler Esfel bahçeleri tamamen kadastrosu yapılmış olup 5055 dönümdür. Zamanla Dicle nehrinin yatak değiştirmesi sonucu arazi fazlalaşmıştır ve şu anda takriben 6550 dönüm civarındadır. Esfel bahçelerinin tamamı parsellenmiş olup bu parsellere çeşitli isimler verilmiştir. Esfel bahçelerindeki parsel isimleri ile ilgili tespit ettiklerim şunlardır: 1. Sulu Menekşelik 10. İkinci Ketenciler 2. Tahir Ağa 11. Numan Bey 3. Biber Efendi 12. Topal Tümo 4. Ketenciler 13. Vahap Ağa 5. Medine Yeri 14. Şehnaz (Şahmaz) 6. Soğuk Pınar (Savoğ Par) 15. Kadir Ağa 7. Mayıs Bahçesi 16. Hazine Odası 8. Çerkezoğlu 17. Ali Bali 9. Beğ Bağı 18. Küçük Minas (*Araştırmacı-Yazar) 141 19. Büyük Minas 20. Cinali 21. Kiremitlığ 22. Acem Gölü (Acem Gölü) 23. Helvacı Bağı 24. Şettahlar 25. Osman Ağa 26. Küçük Çerkez 27. Gez Bülbülü 28. Küçük Ketenciler 29. Büyük Ketenciler 30. Keşiş Tarlası 31. Büyük Kabakulak 32. Küçük Kabakulak 33. Büyük İspahi 34. Deyaz Encümen 35. Derin Encümen 36. Uçurum 37. İlhan Hanım 37. Divan Efendi 39. Zambur 40. Şeyhmusoğlu 41. Halepli Bahçesi 42. Çukur Bahçe 43. Veli Begler 44. Eşek Meydanı 44. Eşek Meydanı 45. Mifrak 46. Boklu Bahçe 47. Bezirler 48. Yoncalar 49. Hacı Recep 50. Leylak Bahçesi 51. Vişnelik 52. Şeftalilik 53. İnce Diller 54. Kaniya (Goze) 55. Güller 56. Şarbot 142 57. Hacı Ömer 58. Kaniya Keçe 59. Gam Götürmez 60. Ali Keşkül 61. Hamre 62 Yağlı Dere 63 Kara Ağaç 64 Küçük Bahçe 65. Medikan 66. Çobanlar 67. Seküler 68. Yamaçlar 69. Savacak 70. Kömürcüoğlu 71. Salolar 72. Çifthavuzlar 73. Çuhadaroğlu 74. Hüseyin Paşa Kundura 75. Hacı Haydar 76. Kayadibi 77. Künceli 78. Kuşdili 79. Palo Beğ 80. Hacı Kambur 81. Davut Ağa 82. İmam Yeri 83. Altun Bahçesi 84. İsmail Ağa 85. Göksü Güzel 86. Pehlivan 87. Kızlar Pınarı 88. Şerteneler 89. Belhan 90. Kaniya Kundura 91. Bilal Efendi 92. Orta Encümen 93. Kaniya Mahkum 94. Melhan 95. Hilal Hanım 96. Zincir Kıran 97. Kaniya Kera (Eşek Çeşmesi) Esfel bahçelerinde çeşitli meyve ağaçları bulunurdu. Özellikle şeftali (kummalı), elma, dut ağaçları ve bu ağaçların altında güzel kokulu menekşeler yetiştirilirdi. Ve buralara menekşelik denirdi. Menekşenin çok güzel çayı yapılırdı. Bu çayın yapılışı bildiğimiz çayın yapılışı gibidir. Hoş kokulu ve yeşil renkte olan menekşe çayı, kanı temizler ve nefes yollarını açar, hatta menekşe çayının gırtlak kanserine iyi geldiği söylenir. Menekşeler toplama zamanı geldiğinde toplanır, şehir merkezinde ve sokaklarda satılırdı. Menekşeler toplanıp kurutulur ve bu kurutulan menekşeler soğuk kış günlerinde çay yapılarak içilirdi. Ziya Gökalp, Diyarbakır menekşeleri ile ilgili şu güzel beyti söylemiştir: “Etmez bizim bahara delalet menekşeler, Yüz-pare top ile açılır nevbaharımız!” Bu bahçelere gelenler beraberlerinde getirdikleri yiyecekleri buradaki ağaçların serin gölgesinde yerler. Burada çalgılar çalınır, türküler ve şarkılar söylenir, halaylar oynanır ve akşama doğru buralarda eğlenenler şehrin yolunu tutarlardı. Sokaklarda tava içerisinde destelenmiş olarak satılan menekşelerden ayrıca çok güzel likör yapılırdı. Dr. Lamec Saad 1890 tarihinde Diyarbakır gezisi sırasında yaptığı tespitlerinde bahçelerle ilgili şu bilgileri veriyor; “Özellikle meyveler çok lezzetli kayısı ve üzüm bu meyvelerin en ünlüleridir. Bu verimli alan ilkbaharın gelmesiyle gül ve menekşe bahçesine dönüşmektedir. Halkın eğlence yeri olarak da Dicle kenarında Rum Kapı ile Dağ Kapı arasında kalan bahçeler çok ünlüdür. Özellikle sonbahar aylarında kadınlı erkekli gruplar buraya gelerek bir kadeh rakı eşliğinde eğlenmektedirler... Burada çeşitli çalgılar eşliğinde şarkılar söylenip rakılar içiliyor. Üzümden yapılan ve kırmızı olan Diyarbakır rakısı çok ünlüdür. Trabzon’a gitmek üzere şehirden ayrılırken bir dostum bana dört şişe vermişti.” Ben u Sen Ben u Sen Burcu’nun bulunduğu mevkide günübirlik gidilen mesire yerlerinden olup burası ile ilgili Arif Paşa “Seyahatname”sinde şu bilgileri vermektedir: “İş bu iki burcun önünde ve kıbleye mârûz bir mevki’de meşhûr (Ben u Sen) mesîresi vardır. Ve mesirenin önü ağaçlar ve köşkler ve değirmenler ile müzeyyen bir vadî-i nîktir. Ben u Sen mevki’i, Kal’anın şaranbolu pişgâhında bir sath-ı mâ’ilden ibarettir. Çemenzârdır... Bir iki menba’ ve üç adet havuz vadır. Rutubeti galib olduğundan şiddet-i harâret zamanında nehâren istifâde olunsa bile leylen barınmak imkânı yoğimiş” Diyarbakır valilerinden Erzincâni İzzet Paşa bu mesire yeri ile ilgili şu manzume’yi yazmıştır: 143 Mânzume-i Ben u Sen Bir’aceb cây ki seyr ü temâşa Ben u Sen Çemenistân sefâ gülşen-i ra’na Ben u Sen Görse ger Sa’di Gülistân’a yazardı vasfın Çün virir revknâk-ı gülgeşt-i musallâ Ben u Sen Mevki’inde varanın feyz-ı meserretden eser Gerçi bir vâdi-i pür şehrâ ve sâha Ben u Sen Gösteririm sana sînemde olan yâreleri Olmaya kimse bu gülzârda illâ Ben u Sen Gerçi ki her tarafı Âmid’in adn-âsâdır Nice mümkin idelim vasfına âyâ Ben u Sen Seyrantepe Eskiden şehir merkezinin girişi olan, bugün ise şehrin içerisinde kalan bu semt de mesire yeri olmanın yanı sıra çok güzel gül bahçeleri ile dolu imiş. Rüzgâr estiğinde buradaki güllerin kokusu şehir merkezine yayılırmış. Güleser, güleser Rüzgar vurur gül eser Serme toprak üstüne Yar yatağın güle ser Dördüncü Murad Diyarbakır’a geldiğinde kalması için Seyrantepe mevkiinde bir köşk yaptırılmış. Padişahın zaman, zaman dinlenmek için gittiği bu köşk, bakımsızlıktan ve ilgisizlikten 1930 yılında tamamıyla harap olmuş, bugün izi bile kalmamıştır. Ali Emirî bu gezinti yeri için şunu söyler: “Nev-bahâr eyyâmı ‘azm itme civânân köşkine Andadur hep dilberân ‘azm eyle Seyrân Köşk’ine” “Biner paytona gider seyrana” türküsü de buranın gezinti yeri olduğunu belirten en güzel örneklerden biridir. 144 Resim 1: 1638 yılında Sultan IV. Murad için Seyrantepe’de yaptırılan köşkün kalıntıları önünde 1910 yılında Darü’l Muallimin öğretmen ve öğrencileri toplu halde Yatılı Gidilen Mesire Yerleri Diyarbakır’ın en eski sayfiye yeri Karacadağ’dır. Bu güzel ve ormanlık alan çoktan beri bu vasfını yitirmiştir. Yakın zamana kadar yatılı olarak gidilen mesire yerleri şunlardır: Dicle kenarındaki bostanlar ve bu bostanlara kurulan çardaklar “hülleler”, Dicle nehri boyunca yapılmış olan köşkler ve bağlar semtindeki bağ evleri idi.Buralara misafirliğe gelenler yanlarında kalacakları yerin sahiplerine hediye olarak lebzunye (badem ezmesi), ipekli kumaşlar, poşular, şallar bir bohça içerisine koyarak götürür ve ev sahiplerine dağıtırlardı. Bostanlar ve Hülleler Dicle nehri kenarında bulunan bostanlar Diyarbakırlıların sadece kavun karpuz yetiştirdiği ve ihtiyaçları kadar ektikleri sebze tarlaları olmayıp, aynı zamanda bu bostanlar birer mesire yeriydi. Yaz sıcağından bunalanların gidip serinledikleri yerler olan Dicle kenarındaki bu bostanların ayrı bir özelliği de akşamları burada yapılan bostan eğlenceleridir. Bostan sahiplerinin barınmaları için yaptıkları çardaklara “hülle” denir. Hülleler kamıştan yapılır. Genellikle serin olsun diye Dicle’nin kıyısında ve çoğunlukla da Dicle’nin üzerinde kurulur. Hüllelerin etrafı çoğunlukla çiçeklerle kaplı olur. Bostan sahiplerinin yakınları ve dostları da akşam olunca bu bostanlara giderler ve burada gündüzün yorgunluğunu üzerlerinden atmaya çalışırlar. 145 Bostan ve Hülle Eğlenceleri Diyarbakır Kalesi’nin eteklerinden On Gözlü Köprü’ye kadar sıralanan bu bostanlarda akşamları çeşitli eğlenceler tertip edilirdi. Bu eğlencelerin en güzelleri genellikle bostan sahiplerinden Şahin Kardaş, Hallo Baran ve Küpeli Tahir’in bostan ve hüllelerinde yapılırdı. Çalgılar çalınır, türküler söylenir, halaylar çekilirdi. Bu eğlencelere Diyarbakır musikisini icra edenler de katılırdı ve sabaha kadar eğlence devam ederdi. Hülleler arasında gidiş gelişler olur ve her hüllede genellikle bu eğlenceler yapılırdı. Bu bostan eğlencelerini Evliya Çelebi Seyahatname’sinde şöyle anlatmaktadır; “Gezinti yerlerinin en ünlüleri, Anadolu’da Konya Merâmı, Antalya’da İstanaz Bağı, Mısır’da Feyûm Bağı, Şam’da Mencik Bağı, Darende’de Darende Bağı, Malatya’da Aspuzan Bağı tarafımızdan görülüp özellikleri yazılmıştır. Fakat Diyarbekir’in Şattu’l-Arab kıyısında olan Reyhan Bağının ve düzenli bostanının Anadolu’da, Arap ve Acem diyarlarında benzeri yoktur. İlkbahar mevsiminde Şattu’l-Arab’ın taşması geçip tatlı suyu durularak akmaya başladığında, Diyarbekir halkının zengin ve fakiri çoluk çocuğuyla birlikte Şat kıyısına göçer. Nehir kıyısında atalarından ve babalarından verasetle intikal etmiş sınırlar içinde çadır kurup bostanlarına kavun, karpuz ve çeşit çeşit sebzeler ve çiçekler ekip çalışırlar. Burada özel bir tür reyhan herkesin sınırına dikilir ve bir ayda sanki orman olur. Mızrak boyuna kadar olunca o reyhandan içeriyi görmek ihtimali yoktur. Şattu’lArab kıyısındaki bütün kulübelerin duvarları, kapıları ve yüzeyleri tamamen reyhan kaplıdır. Reyhanların hepsinin kökü toprakta olduğundan bütün yaprakları yeşil olmakta ve yerden sürekli nem alarak da büyümektedirler. Bir evin reyhan duvarından görünme olasılığı yoktur. Bunlar o derece sık reyhanlı, reyhandan kulübeler olup gece gündüz içinde oturan erkek ve kadınların gelinlerine reyhanların ve gül, sümbül ve erguvan gibi diğer çiçeklerin kokuları dolar. Her bağın kadınlara ait bölümleri de böyle reyhandan yapılmış görülmeye değer kulübelerdir. Her kulübedeki havuz ve şadırvanların suyu Şat nehrindendir. Her bağ ve bostan arasında açılan kanal ve su yolları, Şat suyunu bostanlara akıtmıştır. Tam yedi ay boyunca Şat kıyısında, herkes dost, arkadaş ve ahbaplarıyla gece gündüz bir hây hûy, saz, sözle yiyip içerek Hüseyin Baykara sarayına mahsus zevkleri yaşardı. Yine bütün sanat erbabı bostan mevsiminde kazanç işlerine meşgul olup her tür yiyecek ve içecek bulunur. Binlerce adam sabahleyin şehre gidip türlü türlü işler yapıp yine ikindiden sonra bölük bölük Şat kenarındaki bağlarına gelerek zevk ve sefalarına dalarlar. Bu bostanlarda yetişen sulu kavun başka bir bölgede olmaz, belki Van’da Bohtan kavunu bu kavuna benzeyebilir. Fakat Diyarbekir kavunu iri, çok sulu ve yemesi hoştur. Misk ve saf ambere benzeyen bir tür güzel kokusu vardır ki, bir kere yiyenin genzinden bir haftaya dek kavun kokusunun gitme ihtimali olmaz. Hatta Kürdistan âlimleri ve Soran’ın bilge kişilerinin: ‘Hazret-i Ebubekir kavun gibi kokardı,’ sözüne karşılık, Diyarbekir âlimleri: ‘Bizim Şat kavunu 146 kokusu gibi kokar,’ demişler. O kadar güçlü bir tür kokusu vardı ki, yiyenin yahut koklayanın genzine amber kokusu dolar. Kimi Diyarbekir kavunu kırkar ellişer vakiye ağırlığında olup hepsi yeşildir. İnsanlar, tazeliğini koruyabileceği yere kadar onu hediye götürürler. Birçok kimse tarçın, karanfil ve pirinç ile Muaviye’nin buluşu zerde yemeği yaparlar. Anadolu’da Atina balından, bu derece kokulu kavun zerdesi yapma ihtimali yoktur. Fakat karpuzu övgüye layık değildir. Diğer yandan, reyhanı da öyle iri ağaç olur ki, yedi-sekiz ayda çadırlara direk ve kazık haline gelir. Ateşte yakıldıklarında Hıtayi sümbülü gibi kokarlar. Kısacası Diyarbekir halkının bu Şattu’l-Arab kıyısındaki yedi sekiz aylık zevk ve eğlencelerini cihan halkı kıskanır. Çünkü onların geceleri Kadir, gündüzleri Kurban Bayramı olup Hüseyin Baykara eğlenceleri yaparak ‘Fâni cihandan biraz kâm aldık’ zannederler. Her gece Şat kıyısı kandil, fener ve mumlarla donatılır. İnsanlar bin bir şekilde süsledikleri yağ lambalarını ve balmumlarını tahtların üzerine bırakır. Şatt’ın üstünde bir taraftan diğer tarafa akan çerağlar, karanlık geceleri sanki aydınlık gün yaparlar. Her kulübede, çalgıcılar, hanendeler, taklitçiler, meddahlar, ayrıca udi, çârtayi, şeştari, berbuti, kanuni, çengi, rebâbi, mûsikari, tanbûri, santuri, nefiri, belebani, ney ve denenk, denene çalanlar bulunur. Sözün kısası, çalgıcıların hepsi Şafii vaktine dek Baykara eğlencesi yaptıktan sonra müezzinler yanık sesleriyle övgüler ve hamdler okuyup bütün tarikat ehli, sâdık âşıklar Fisagoras-i Tevhidi ederler. Çünkü Diyarbekir halkı tamamen Hâceğân (Nakşibendi) ve Gülşenî tariklerinden olmakla tevhid zevk ve şevkinden de geri durmazlardı. Sözün özü, bu İrem bağında gûy-gûy ve hûm-gûm sohbetleri olup padişahın devletinin devamına dua ederler. Huda derecelerini yüksek ede” Bu bostan eğlencelerine Diyarbakır’ın musiki folkloruna büyük katkıları olan ve bugün hiçbiri hayatta olmayan, Hayık Aşçı, Garabet Menekşe (Bube), Naci Balıkçı, Gazi Gurbet, Berber Enver Balçık, (Diyarbakır mayalarını bil hakken okur idi) ve çok güzel halk oyunu oynayan Kömürcü Ziya, Hamamcı Yaşar (Vahap Ağa hamamının sahibi), Terzi Hanna katılırlardı. Celal Güzelses, Tarık Çıkıntaş, Celal Sevimli, Berber Hasan Tuncay (Güzel maya okurdu) ve Hüsnü İpekçi ise bu bostan eğlencelerine sıkça davet edilirlerdi. Bostanlara gelen misafirlere sabahları paça ikram edilirdi. Her hüllede genellikle sabahları paça içilir. Akşamdan hazırlanan paça büyük bir kazana konur ve sabaha kadar ateş üzerinde kaynatılır. Bostan sahipleri birbirlerinin paça kazanlarını kaçırmayı bir eğlence haline getirmişlerdi. Bilhassa misafiri bulunan bostan sahiplerinin paça kazanlarını kaçırmak adet halini almış idi. Bundaki amaç bostan sahibini kendisine gelen misafirlerine karşı mahçup etmekti. Misafiri olan her bostan sahibi, kaynayan paça kazanının yanına bir nöbetçi bırakırdı ki bir başkası gelip kazanı kaçırmasın. Bu paça kazanlarının kaçırılmasından kimse kırgınlık ve küskünlük içerisinde olmazdı. Misafirlere ayrıca Dicle’de yakalanan balıklar ikram edilirdi. Çok lezzetli olan Dicle balıklarına verilen mahalli isimler şunlardır: 147 1. Siring 2. Berat 3. Faran 4. Şebbot 5. Çar 6. Enver 7. Bini (Kaya Balığı) 8. Dip 9. Marmasu (Yılan Balığı) 10. Herver (Bıyıklı Balık) 11. Karagöz Bostan eğlencelerinin en görkemli ânı da karpuzların içi oyularak gazla yoğrulmuş kül doldurulup yakılarak Dicle’ye bırakılmasıydı. Sanki Dicle nehrinde meşaleler yanıyor gibi çok güzel bir manzara meydana gelirdi. Elazığ’da da bir varyasyonu olan “Çayda Çıra” türküsünün sözleri, işte bu oyulan karpuzların Dicle’deki görüntüsüdür ve çayda çıra türküsü söylenir, çayda çıra oyunu oynanırdı. Dicle Nehri üzerinde “salapurya” denilen kayıklarla bu güzel görünüm arasında dolaşmak ise ayrı bir zevk idi.Bu eğlencelerin yapılışını yaşları bir hayli ilerleyen büyüklerimiz halen gözleri dolarak bir özlem içerisinde anlatırlar. Ziya Gökalp’in Babası M. Teyfik Efendi 1302 Salnamesinde yazmış olduğu bir yazısında bostan eğlencelerini ve mesire yerlerini şöyle anlatmaktadır: “Haric-i Sur’da bahçeler ve bostanlar kesret üzre bulunup, her nev’i sebze ve müsmir ve gayri müsmir eşcâr yetişdirilür. Bağçelerde benefşe ve güllükler vardır ki, ilkbaharın bidâyetinde benefşe ve nihayetinde gülistan seyirleri olur. Ve andelib devri yetişür kavun ve karpuzları pek lezizdir. Kırk elli kıyye ağırlığında karpuz ve yirmi kıyye vezninde kavun hâsıl olarak, her mahalde şöhreti vardır. Dicle’nin her iki tarafında bu kavun ve karpuzları huslüle getirmek için bostanlar yetiştir ki, manzarası fevkalâde latif ve mehtâbiyyeleri sezây-i ta’rifdir. Bu bostanlarda güz mevsiminde çadırlar rekzolunur. Ve kamışdan âdetâ konak gibi odalara ve sofalara münkasim harem ve selamlık dâireleri yapılır. Ahâlimizin bir kısmı bir iki mâh kadar orada teneffüs ederler. Şatt’ın (Dicle’nin) cânib-i garbisini muhit olarak Fiskayası’nın sâyesi gündüzün (ezâni) sâat ondan sonra Dicle’ye düşerek, Dağkapusu semtinde Çiftkastal nam mahalden, Mardinkapusu’nda Acemgölü ta’bir olunan mevki’a kadar Dicle ile cânibeynini şemisden muhâfaza eylediğinden, tarâvet-i mevki’yye bir kat daha artar. Mehtap’ın vuku’u gecelerde Dicle âbı âyenesi kesilüp, her tarafı pırıl, pırıl parlamakda. Ve Mehtâb olmayan geceler, yukarudan yıldızların aksinden ve aşağıda mahsûsen ashâb-i zevkin işâl ede geldikleri gaz fenerleri ile kanâdilin şu’lelerinden Dicle, yaldızlanmış gümüş 148 deryâsına döner. O mevsimde Şatt’ın mülâyimâne sûretde çağlayarak cûşisi, fikirleri ihtiyarsızlık ve gaşyi haletleri içün tahliyye ederek bu suretle sabâha sürer. Sabahlayın şafakın infilâkı ve sonra şemsin tulû’a meyli zamânında keyfiyyet-i sebânenin iftirâkı üzerine, sabâ ve ziyâ âlemleri gelüp yetişür. Hateb (odun) keleklerinün yukarıdan gelüp aşağıya akışı; ve bir yandan göğercin-hanelerden ve civar bağçelerden suya yetişen tuyûr-i mütenevvi’anın ihtirâz ve envâ-i âvâzları şâyan-i intizâr olunur. Bu bostanlardan başka, Diyarbekir’in tenezzüh mahalleri ve seyrân-gâhları daha vardır. İlkbahar ve sonbahar mevsimlerinde Fiskayası’nın bâlâsı (şimdiki hastaneler semti ile eski lisenin bulunduğu yerler), dâmeni gibi safâ-âver mevaâki’den olup, manzarası, (kuzeydoğudaki) Dicle Boğazı ve sevimli sahâri ve vâdilerdir. Dicle akup çağlayarak teşkil ettiği adalar ve nehirden ayrılup yeşillikler içinde taraf taraf akan sulara, Fiskayası’nın dâmenindeki bağcelerin eşcâr-i mütenevvi’asını bezetmekte olan çiçekler seyrolunur. Bu kayadan mahal-be mahal çıkup birleşe, birleşe aşağı dökülen soğuk ve berrâk sular, mevki’in letâfetini bir kat daha tezyin etmekdedir. Fiskayası’nın sağ tarafında ve Yenikapu semtinde vâki olan silsilesi dahi yine bu manzarada olarak, oradaki Dingilhava ve civarındaki mevâki’i ferah-fezâ ile, cenûb cihetinde vâki silsilenin Kumarhâne üstü ve etrâfı, hep tenezzüh-gâh mevâki’dendir. Şu mevkiler, o tarafda bulunan vâsi arâzinin câmi olduğu (Esfel denilen) bağçelere ve Kavs denilen lâtif bir sahrâya nezâret etmektedir ki; Dicle, bu mütenevvi bahçelerle ol lâtif safariyi tefrik ederken akup gitmekte; ve buralarda dahi nefis bostânlar husûle getürülmekdedir.Kavs dahi, tenezzüh içün ahâlinin gidip eğlendikleri seyrân-gâhlardandır.Yine Mardinkapusu’nda Kibâr-i Evliyâ’dan Şeyh-Muhammed Hazretleri’nin medfûn olduğu mahallin cenûb ciheti ve Şemsiler nâm mahallin alt ve üst taraflarında vâki olan (Köşkler semtindeki) bağçe ve Dicle nezâreti, az sevimli değildir. Rum (Urfa) kapusu’nda vâki Benüsen seyrângâhı, bir çemeniştândır ki senenin dokuz mâhı içinde letâfet ve nümayişi zâil olmaz. Benüsen’in üst tarafındaki kayalıkda mahal-be mahal tenebbü eden sâfi ve berrak sular mahsûsen yapılmış olan havuzlarda çağlayanlar teşkil etmişdir. Mevki’i pek dil-nişin ve havâsı fevkalâde lâtifdir Rumkapusu ile Dağkapusu (şimdiki Çiftkapı/Hindibaba Kapısı ile Mühendis evleri) miyânında vâki olan Kantaralar (Kanuni’nin 27 gözlü su kemerleri) arazisi suların kesretile ilk ve sonbahar mevsinlerinde çemenlerle zinet görür. Dağkapusu’ndaki (Kışlaların kuzeyinde bulunan) Seyrantepesi dahi nezâret ve letâfete mendûh mevâki’den bulunmuşdur.” Diyarbakırlı şairlerden Hamdi, Dicle nehrini ve etrafındaki bostanları yazmış olduğu aşağıdaki şiiri ile çok güzel anlatmıştır. 149 Adı bûstan bir güzel dilberdür el-hak sebz-gûn Cûy-i Şatt olmuş meyânında anun zerrin kemer Bir iki şems-i felek, anun hezârân şemsi var Seyr-i bûstan eylesen ibretle ey sâhib-nazar Olalı şem’-i şebistan anda bir bûstan-fürüz Şeb-çerağ-ı mâhı istemez geceyle tâ seher Bû bağışlar her şemâme anber-i eşheb gibi Yemyeşil bûstan yatur bir Bahr-i Ahder’dür meğer Nehr-i Şat’dur kehkeşân bûstana dönmüştür felek Anda yıldızlar keleklerdür ki kudretten biter Gûş eden pendüm kamer-ruh bir güzelsüz gitmesün Seyri bûstânun olur mehtâb olunca mu’teber Her kavun bir kûzedür şerbetle pür bûstânda Sâha-i AMİD olur bir şekkeristân serteser Bir güzeldür bûstân kim hatt-i-nev reyhânlığı Nâmına HAMDİ kavun karpuz deyü şekker satar Ali Emİrî, halkın Dicle Nehri kenarında kamıştan yapmış oldukları hülleler ile ilgili şöyle söylemektedir:“...Temmûzun harâretli zamânı olmakla Dicle Nehri kenârına gittik. Hayâl-hâne-i tabî‘atte (ruh) öyle bir galeyân zuhûra gelmiş idi ki, gûyâ nazargâhımda bütün menâzır-ı eşyâ (eşya manzaraları) mazmûn ve ma‘nâ olmuş idi. Her ne semte baksam hâtıra bir mazmûn hücûm ederek anı kisve-i nazma sokmak içün nazar-ı kuvâ (göz) oraya saplanıp kalıyordu. Dicle Nehri’nin o mevâc-ı cereyân-ı safâ-efzâsı (ruhu dinlendiren dalgalar) tabî‘at-ı müheyyiceniñ bâ‘is-i ta‘dîli (heyecanlı ruhun sakinleşmesi) oldu.” Ali Emîrî, bir beytinde halkın yaz sıcağında Dicle Nehri kenarındaki kamıştan yapmış oldukları hüllerele ilgili şunu söyler: “Halk-ı Âmid encümengâhı kenâr-ı Dicle’dür Her kamışdan hâne gûyâ bir müzeyyen hacledür” Resim 2. 1936 yılında Dicle nehri kenarında kurulan hülleler 150 Resim. 3. 1970 yılında kurulan bir hülle Resim 4. Esfel bahçelerinden görünüm Resim 5. Çinali bahçesinde dut silkmesi 151 TARİHİ YÖNDEN DİYARBAKIR HAMAMLARI Vedat Güldoğan* Diyarbakır hamamları özelliklerinden ve sayılarının fazla oluşundan dolayı Diyarbakır’ı ziyaret eden seyyahlar tarafından tanıtıcı bilgilerle anlatılmıştır. 1654-1655 tarihlerinde Diyarbakır’ı ziyaret eden Evliya Çelebi 12 hamam hakkında bilgiler vermektedir. “Bu hamamların cümlesi şehrin zibiliyle ıssı olunur. Amma gayet sıcak olurlar. Rum da odun ile bu mertebe hamâmı kızdırmak kabil değildir. Hamâmda zibil yakmanın bir fâ’idesi daha var ki şehir içinde zerre kadar hâr û hâşak süprüntü bırakmayıb zenbil zenbil hamâma taşırlar. Cümlesi yanar, mahvolur. Şehir aralarında ve hâricinde müzahrefâttan eser kalmayub gerek derûn-ı belde gerekse hâric-i nezâfet üzre bulunur. Bu da yalnız Diyarbekir’e mahsûs olmayub Arabistan hamâmlarının hepsi bu yolda zibil ile ısıtılır...” 1 Buckingam (1815) Diyarbakır’da 20’den fazla hamam olduğunu belirterek bunlardan Vahap Ağa, Paşa, Çarşı, Kale, Deva ve As hamamlarının adını vermektedir. 2 William Heude (1817) ise hamamların genellikle siyah mermerlerden yapıldığını ve gösterişli olduğu kadar, aynı zamanda kullanılışlı olduğunu söylemektedir.3 Ali Emiri Efendi’nin verdiği bilgilere göre, Diyarbakır hamamları umûmen sabahtan öğle vaktine kadar erkeklere ve öğleden sonra kadınlara mahsustu. Sadece Çarşı Hamamı (Yeni Hamam) her gün akşama kadar erkeklere mahsus olarak açıktı.4 .. Osmanlı döneminde Diyarbakır’da her mahallede bir hamam bulunurdu. Bilhassa Diyarbakır’a gelen yabancıların muhakkak surette hamamda iyice yıkandıktan sonra şehir merkezine girmelerine izin verilirdi. Bunun için de şehre girişi sağlayan dört kapının bulunduğu yerlere yakın hamamlar vardı. Bugün bu hamamların bir çoğu gerek yol genişletme sebebiyle gerekse ilgisizlik ve bakımsızlıktan yıkılmıştır. Bunlardan XV. yüzyılda Akkoyunlular zamanında yapılmış olan Mirza Bey Hamamı ile muallâk Mahallesi’ndeki Domat Hamamı I. Dünya Savaşı sırasında yıkılmıştır. İpekoğlu, Dilaver Paşa , Bekir Paşa, Hüseyin Efendi Hamamları bugün tarihe karışmış hamamlardandır. Ali Paşa Hamamı Ali Paşa Cami yakınlarında olan hamam bugün harap haldedir. Hadım Ali Paşa tarafından Diyarbakır Beylerbeyi olduğu sırada inşa edilmiştir. *Araştırmacı-Yazar 1 2 3 4 152 Evliya Çelebi, age, c.4, s.40-41 J.S. Buckingam, age, s.214 W.Heude, Voyağe la Cote de Malabor’a Constantinople, s.85, Nakleden: İbrahim Yılmazçelik, age. S,84 Ali Emiri Efendi, Osmanlı Vilâyât-ı Şarkiyesi, İstanbul, 1337, s. 32 Domat Hamamı I. Dünya Savaşı sırasında yıkılmıştır. İpekoğlu, Dilaver Paşa,5 Bekir Paşa, Hüseyin Efendi Hamamları bugün tarihe karışmış hamamlardandır. Ali Paşa Hamamı Ali Paşa Cami yakınlarında olan hamam bugün harap haldedir. Hadım Ali Paşa tarafından Diyarbakır Beylerbeyi olduğu sırada inşa edilmiştir. Behram Paşa Hamamı Behram Paşa’nın bu hamamı camii, mescid ve medrese ile birlikte inşa ettirdiği anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi’nin hayranlıkla bahsettiği bu hamam XIX. yüzyılda Diyarbakır’ın işlek hamamlarından biri olmuştur. Cadde Hamamı Mardin Kapısı’nda Deliller Hanı karşısında idi.6 Çardaklı Hamamı İbrahim Beğ Mahallesi’nde idi.7 Evliya Çelebi’nin temiz ve aydınlık bir hamam şeklinde bahsettiği hamamın yapıldığı tarih belli değildir. Çardaklı Hamamı bugün ayaktadır. Bu hamamı ve Bazargân Hanı’nı yaptıran Hüsrev Paşa’dır. Şevet Beysanoğlu Çardaklı Hamamı Hakkında şu bilgileri vermektedir: “Dış duvarları bazalt moloz taşlardan yapılmış olup dış dekorasyona önem verilmemiştir. Şehirdeki diğer hamamlardan bazı önemli farklılıklar gösteren yapının 5 1024 [1615]’te üç sene 1028 [1618]’de iki sene, 1030 [1620]’de sekiz ay ki tekerrür eden üç defa valiliğinde cem’an beş sene sekiz ay icrâ-yı hükûmet etmiştir. Aslen Çerkestir. Kâmûsülü’l-a’lâm, Atâ Tarihi, “Hırvatîdir” diyor ki Naîmâ’ya muhaliftirler. Harem-i hümâyûnda terbiye olup çeşnigirlikle taşraya çıkmış, badehu Kıbrıs, Bağdat eyaletine naspedilmiştir. Naîmâ’ya göre 1029 [1619]’da Kamûsü’l-a’lâm’a ve Salname’ye nazaran 1030 [1620]’de Diyarbekir valiliğiyle ve Diyarbekir askeriyle Sultan Osman-ı sânî ile Hotin seferinde bulunmuştur. Sadrazam ve Serdâr-ı ekrem Hüseyin Paşa’nın mağlubiyeti ve azli üzerine, mühr-i sadâret kendisine tevdi olunarak bu genş padişahın zamanında bir sene dört ay mesned-i sadârette kalmış ve pâdişâh-i mşârünileyhin hal’i ve şehadeti vak’a-yı hâilesinde eşkıya, hunhar asker tarafından gadren şehit edilmiştir. İstanbul’da Miskinler’de medfundur. Akıl tedbiri orta halde, halîm, selîm bir zat idi. Kendinin bir içoğlanı düşman tarafına kaçıp mürted olmuştur. Diyarbekir’in Mardin Kapısı haricinde ve iki saat mesafede yolcular için bir han yaptırmıştır. Şimdi harabedir. Urfa Kapısı’na gidilirken sağda vaktiyle Mürdar Su Kahvesi ve şimdi [...] olan mahalle karşı köşede dahi bir mescit bina etmiştir. Küçük Hamam ve şimdi Gazi Mektebi olan yeri dahi maristan olarak yaptırmıştır. 1310 [1892]’den sonraya kadar enkazı mevcut idi. (Abdulgani Fahri Bulduk, Diyarbakır Valileri, Medrese Yayınları, İstanbul 2007, s. 46-47,. Yayına Hazırlayanlar: Eyyüp Tanrıverdi-Ahmet Taşğın) 6 Abdulgani Fahri Bulduk, age, s.251 7 Abdulgani Fahri Bulduk, age, s.251 153 köşe bölümüne, kuzey ve batı yönlerinde yerleştirilen iki portalle sahanlık kısmına girilir. Soyunma yerinin simetrik iki eyvanı vardır. Bunlardan, batıdaki eyvan, sahanlıktan soyunma yerine geçişi sağlar Doğu-batı istikametlerinde bu eyvanlar iki katlıdır. Soyunma yerinin üst örtüsü kubbedir. Kubbeye geçiş pandantiflerdir. Bu pandantifler ikinci kat eyvanlarına kadar inmektedir. Birinci kat eyvanlar düz kemerlidir. Alt kat eyvanlarının sağ ve soluna yerleştirilmiş yuvarlak kemerli nişlerle, soyunma yerinin karşılıklı iki bölümünün hareketlendirilmesi amaçlanmıştır. Kemerler düz, sivri, yuvarlak şekillidir. Ayrıca sağır boşaltma kemerleri içine alan ve küçük soyunma yeri olarak kullanılan nişlerle bu kısmın bir uyum içinde olması düşünülmüştür. Sivri sağır kemer içine oturtulmuş bir kapı ile ılıklık bölümüne girilir. Ilıklık üç bölümden oluşmaktadır. Bunlardan ikisinin üst örtüsü beşik tonoz, diğerinin kubbedir. 6. eyvan, 6 hücre yani yıldızvari sıcaklık şemalı bu bölümün kubbesine geçiş pandantiflerledir. Eyvanların üst örtüsü beşik tonoz, hücrelerininki kubbedir. Eyvanlar ve hücrelerde kurnalardan bir metre yükseklikte küçük nişler açılmıştır. Yapılan kaba onarımlar, hamamın iç güvenliğini ve süslerini bozmuş durumdadır”8 Deva Hamamı Evliya Çelebi’nin “...Mu’allak minare kurbundaki hamam ferşinde ruhâmları ve kubâblarında billûr camları müsennâdır” şeklinde bahsettiği Deva Hamamı Mardin Kapı yakınında Gazi Caddesi üzerinde, Abdal Dede Mahallesi’ndedir. 1540 yılında Hamam-ı Kebir (Büyük Hamam) adını taşımış ve sonradan Deva Hamamı adını almıştır. Halk buna Deve Hamamı demektedir. Diyarbakır’ın en büyük hamamıdır. 1711 tarihinde büyük bir onarım geçirdiğini Diyarbakırlı şair Hami (1679-1747) şu manzum tarih ile anlatmaktadır: “Hüsn-i ta’mirin görüp HAMİ hami dedim tarihini Sıhhati kasteyleyen gelsün Devâ Hamamına” Bu manzum tarih aslında 16 beyittir. Şairin Millet Kütüphanesi’ndeki yazma divanındadır. Hamam, 1930 yılında Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nce satın alınmıştır. İçkale Hamamı İçkale’de sura bitişik inşa edilen hamam, 1863 tarihine kadar işlek 9 idi. . 8 9 154 Şevket Beysanoğlu, age, c.2, s.552 Abdulgani Fahri Bulduk, age, s.253 Kadı Hamamı Evliya Çelebi’nin İpariyye Hamamı şeklinde bahsettiği ve Diyarbakır’ın en iyi hamamı olduğunu belirttiği hamam, KadıHamamı’dır.10 ... Kadı adını ne zaman aldığı bilinmemektedir. Evliya Çelebi esas adının Eşbek iken halkın buna Eşek Hamamı dediğini ifade eder. Bu hamam Safa Camii yakınındadır. Kadı Hamamı Küçük Hamam Melek Ahmet Paşa Camii’nin doğusundaki bu hamamdan Evliya Çelebi Hamam-ı Atik olarak bahsetmektedir.11 Dilaver Paşa evkafına ait olan hamam XIX. yüzyılda Diyarbakır’ın en işlek hamamları arasındadır. Bu hamama “Şen Su Hamamı” da denir. Bazı kaynaklarda küçük Kadı Hamamı olarak geçer. Küçük Hamam 10 11 Evliya çelebi, age, s.40 Evliya Çelebi, age, s.40 155 Melek Ahmet Paşa Hamamı Melek Ahmet Paşa Caddesi üzerinde olan bu hamam bugün içinde işlevini yürütmektedir. Melek Ahmet Paşa tarafından 1564-1567 yılları arasında inşa ettirilmiştir. XIX. yüzyılda “Hamam-ı Kebir” adını taşıyan hamamdır.Hamamın yapılışına Diyarbakırlı şairler manzum tarih olarak şunu düşmüşlerdir. “Görüp hâtif dedi tarihin anın Yeni pâkize, abı hûb hamamının” Şair Şuhûdi (975) “Dedi tarih ana hâtif semada Bıhışt ayinli hamam’a oldu peyda” Şair Biati (975) Melek Ahmet Paşa Hamamı Paşa Hamamı Şeyh Matar Cami civarında, Hançepek Mahallesi’ne giden yolun solunda bulunmaktadır. Eski adı “Behram Paşa12 Hamamı’dır. 972 [1564]’te vali olmuştur. Müddeti üç senedir. Nâdirü’l-emsâl gayet kıymetli, sanatlı, zarif, latif, 12 kâşîli [vitraylı] minareli bir camii vardır. Namına izafeten yad olunur. Kanuni Sultan Süleyman Han’ın oğlu Sultan Selim-i sanî zamanında 980 [1572] tarihinde ikmal edilmiştir. Burada bir çok evkafı olduğu gibi, Urfa’da da vardır. Diyarbekir’deki Paşa Hamamı eşher-i evkafındandır. Mamurdur. 988 [1580]’de Halep’te vali iken Diyarbekir’deki cami gibi bir cami yaptırmıştır; o dahi mamurdur. Müşarünileyhin Şam’da da valiliği vardır. 994 [1585]’te Halep’e vali olan Rıdvan Paşa, bunun biraderidir. Buradaki camiinin harem kapısı üzerindeki kitabe budur: “Enşe’e hâze’l-câmi’a’ş-şerîfe el-abdu’d-da’îfu Behram Paşa, yesserallâhu llehu mâ yeşâu ve buve abdun mine’l-merbûm es Sultan Suleymân, fî eyyâmi’d-devleti’s-Sultâni’l-a’zam Selîm Hân, senete 980 [1572]” Merhûm-ı müşârünileyh bu vakfı, evvelâ nefsine sonra kölesi ve matuku Kasım bin Abdulhayy’e badehu bunun erşed [evlâd ve] evlâsd-ı evlâdına şayet tevliyet munkarız olursa, aslahu fe’l-aslahu min sâiri utekaihi [min] utekai’l-vâkifi ve ebnâihim ve ebnâi ebnâihim, bilâhre sultân-ı zamânın veya hâki-i vaktin lâyık ve ahrâ gördüğü kimsenin mütevelli tayin edilmesini şart etmiştir. 156 Evliya Çelebi, bu hamamdan şöyle bahseder: “Bu paşa-yı zişânun Gazzevi olmağla Arabistan’da gördüğü gibi bir hamamı musanna bina etmek içün Gazze ve Kudüs’ten üstâd-ı kâmil bennâlar ve ruhamkârlar getirtip ve yüz deve yükü gûnagûn somakî ve mermer ve yerekâbî ve zebûrî seng-i ebrûlar getirdüp bu hamama döşemiş. Hakka bir hamam-ı ibretnümâ ettirmiş kim misli meğer Şam’da Defterdar Hamamı ola yahut diyar-ı Mısır’da Menfelût şehrinde Osman Bey Hamamı ola” Rüstem Paşa Hamamı Yeni Kapı’nın kuzeyindedir Bu hamama ayrıca Rüstem Paşa Hamamı da denilmektedir. 1882 de harap olan hamam işlek olduğu zamanlarda suyunu İçkale’den almaktaydı.13 Su Akar Hamamı Dağ Kapısı yakınlarında, Nebi Camii’nin karşısında idi.14 İbrahim Beğ Tekkesi evkafından olan bu hamama XIX. yüzyılda Su Akar adından başka Sadaka, Suvakiyye ve İbrahim Beg Hamamı adlarının verildiği görülmektedir.15 Evliya Çelebi bu hamamdan Zibilci Hamamı olarak bahsetmektedir. Vahap Ağa Hamamı Gazi Caddesi’nden Dağ Kapı’ya giden yolun sonundadır. Bugün ayakta olup hangi tarihte yapıldığı bilinmemektedir. Hamamın esas adı Abdulvahap Ağa Hamamı’dır. Vahap Ağa Hamamı 13 Abdulgani Fahri Bulduk, age, s.255 14 Abdulgani Fahri Bulduk, age, s.251 15 İbrahim Yılmazçelik, age, s.87 157 Yeni Hamam 22 Ekim 1565 tarihli İskender Paşa vakfiyesinden bu hamamın Kayseriye Han civarında, Kavukçular Çarşısı’nda olduğu ve İskender Paşa tarafından inşa ettirildiği anlaşılmaktadır.16 Söz konusu hamam “...bilcümle hudûd ve sâir hukûk ve rüsûm ve âmme-i merâfik ve ana nisbet ve müteallik bulunan soyunmağa mahsûs mahal ve külhan ve ambarı ile...” İskender Paşa Câmii için vakfedilmiştir.17 Bu hamamdan Evliya Çelebi İskender Paşa Hamamı olarak bahsetmekte ve şehrin en güzel hamamıdır demektedir.18 Daha sonra Çarşı Hamamı adını alır. 1913 yılında bir yangınla tahrip olmuş ve kısa bir süre sonra yıkılmıştır. 22 Ekim 1565 tarihli İskender Paşa vakfiyesinden bu hamamın Kayseriye Han civarında, Kavukçular Çarşısı’nda olduğu ve İskender Paşa tarafından inşa ettirildiği anlaşılmaktadır. Söz konusu hamam “...bilcümle hudûd ve sâir hukûk ve rüsûm ve âmme-i merâfik ve ana nisbet ve müteallik bulunan soyunmağa mahsûs mahal ve külhan ve ambarı ile...” İskender Paşa Câmii için vakfedilmiştir. Bu hamamdan Evliya Çelebi İskender Paşa Hamamı olarak bahsetmekte ve şehrin en güzel hamamıdır demektedir. Daha sonra Çarşı Hamamı adını alır. 1913 yılında bir yangınla tahrip olmuş ve kısa bir süre sonra yıkılmıştır. Yeni Hamam 22 Ekim 1565 tarihli İskender Paşa vakfiyesinden bu hamamın Kayseriye Han civarında, Kavukçular Çarşısı’nda olduğu ve İskender Paşa tarafından inşa ettirildiği anlaşılmaktadır. Söz konusu hamam “...bilcümle hudûd ve sâir hukûk ve rüsûm ve âmme-i merâfik ve ana nisbet ve müteallik bulunan soyunmağa mahsûs mahal ve külhan ve ambarı ile...” İskender Paşa Câmii için vakfedilmiştir. Bu hamamdan Evliya Çelebi İskender Paşa Hamamı olarak bahsetmekte ve şehrin en güzel hamamıdır demektedir. Daha sonra Çarşı Hamamı adını alır. 1913 yılında bir yangınla tahrip olmuş ve kısa bir süre sonra yıkılmıştır. 16 İbrahim Yılmazçelik, age, s.85 17 İbrahim Yılmazçelik, age, s.85 18 Evliya Çelebi, age, s.40 158 Vahap ağa hamamı yandan görünüm Melik Ahmet hamamı Vahap ağa hamamı önden görünüm Kadı Hamamı Yiğit Ahmet sokak’ta Cemşid ağa hamamı Çardaklı hamamı Deva hamamı Fotoğraflar: Kenan Haspolat 159 Şehr-i Âmid Kahramanlarının Meşhedi HZ. SÜLEYMAN CAMİ VE HAZİRESİ Alaattin Dikmen* Giriş Diyarbakır Hz. Süleyman cami haziresi insanlar tarafından sıkça ziyaret edilen kutsal mekânların en başında gelenidir. İstanbul’da Eyüp Sultan, Bursa’da Emir Sultan, Ankara’da Hacı Bayram-ı Veli insanlar tarafından nasıl teveccühe mazhar bir mekân ise Diyarbakır ilinde de bu işlevi Hz. Süleyman cami ve türbesi üstlenmektedir. Ayrıca burada oldukça yoğun dini ritüeller uygulanmaktadır. Söz konusu mekânla ilgili bu zamana kadar birçok çalışma yapılmış ve bu çalışmalarda konu değişik boyutlarıyla ele alınmıştır. Bu çalışmada; Sahabe Diyarbakır ilişkisi kısa bir tarihçe ile verilecek, Süleyman cami ve haziresinin tarihi sürecine ve halk hafızasındaki karşılığına atıfta bulunulacaktır. Son bölümde ise bu mekâna neden gelindiği, gelenlerin beklentileri, eğitim durumları, gelir düzeyleri ve gelme sıklıkları gibi hususlar verilecektir. Araştırma, yetmiş (70) kişi ile birebir yapılan mülakat (görüşme) neticesinde ortaya çıkan sonuçları içermektedir. Sahabeler ve Diyarbakır Diyarbakır vilayet salnamesi dahil birçok temel kaynakta bölgede metfun bulunan peygamber, sahabe ve halk tarafından da büyük zatlardan olduğu kabul edilen zevatın isim ve kabirlerinden bahsedilmekte, Diyarbakır ve çevresinde 80 den başlayarak 500 kadar sahabenin varlığından söz edilmektedir.1 Diğer taraftan Diyarbakır (Âmid) fethinde birçok sahabenin bulunması ve bunlardan bir kısmının muharebeler sırasında şehit düşmesi, şehir alındıktan sonra sahabelerin bir kısmının kendi topraklarına dönmesi ve birçoğunun da daha sonra ailelerini de getirerek bu bölgeye yerleşmiş olmaları salname ve diğer kaynaklarda belirtilen hususları doğrular niteliktedir. Fetih esnasında bazı kaynaklara göre 25-27 bazılarına göre 40 şehit sahabenin yanı sıra, fetihten sonra buraya yerleşen ve daha sonra eceliyle ölen 500 sahabe kabri bulunmaktadır. *Dicle Ünv. İlahiyat Fakültesi FDB Bölümü 1 Bkz., Hatip Yıldız, Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır ve Sahabe, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (25-27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum Bildirileri), Ömer Tellioğlu, Diyarbakır Salnameleri (1869-1905), C.I, İstanbul, 1999, s. 208-209 160 Örneğin İyaz’ın ailesinin 641’de Diyarbakır’a göç ettiği dile getirilmiştir. Diyarbakır’daki Eyyubi (Eba Eyyup) ailesinin bu sülaleden geldiği bilinmektedir.2 Kaynaklar fetih sırasında bazı sahabelerin şehit olduğunu doğrulamaktadır. Fakat kaç kişinin şehit olduğu ve bunların kabirlerinin nerede olduğu, en azından Hz. Süleyman camisi haziresinde bulunan kabirlerin isimlerine atıfta bulunarak onlara ait kabirler olduğu söylenen sahabe kabri olup olmadığı hususu tartışmalıdır Hazirede bulunan türbelerin fetih yıllarından çok sonraları yapılmış olması ve adı geçen sahabelerden bir kısmının burada veya bir başka yerde kabirlerinin olduğuna dair net bilgilerin olmayışı konuyu biraz muallâkta bırakmaktadır. Yoksa Diyarbakır’da birçok sahabenin yaşadığı ve burada vefat ettiği bir gerçektir. Diyarbakır’ın Müslümanlarca Fethi Müslümanlar, Hz. Muhammed hayattayken Arap Yarımadasının tamamına hâkim olmuşlardı. Hz. Peygamberin vefatından kısa bir süre sonra da Suriye, Mısır, Irak ve İran, Anadolu Adana ilinden başlayarak doğu kısmına doğru Türkistan illerine kadar, Hz. Ebubekir’in halifeliğinden (m.632-634) başlayarak Hz. Ömer’in halifeliği (634-644) boyunca fetihler gerçekleştirilmiştir. Diyarbakır’ın (Âmid)3 fethi de bu dönemde gerçekleşmiştir. Eski adı Âmid olan Diyarbakır şehri, Arap coğrafyacılarının Cezîre dedikleri bölgenin Diyâr-ı Bekr kısmı içerisinde yer almaktadır. Diyâr-ı Bekir bölgesi, Âmid (Diyarbakır), Meyyâfarikin (Silvan), Hısn Keyfa (Hasankeyf), Erzen, İs’ird (Siirt), Mardin ve Düneysir (Kızıltepe) gibi önemli şehirleri ve çok sayıda müstahkem kaleyi kapsamakta idi.4 Diyarbakır’ın da içinde bulunduğu Cezîre bölgesinin Diyârbekir kısmı, milâdî III-VI. asırlarda, Bizans ile Sâsâniler arasındaki mücadelelerin bir gösteri alanına dönmüştür. İslamiyet ortaya çıktığı yıllarda Bizans hâkimiyetinde iken Hz. Ömer döneminde fethedildiğinde ise Sâsâni hâkimiyet alanında idi.5 Bizans’a karşı Yermûk Savaşı6 (m.636-h.15) kazanılmış ve arkasından Suriye’nin fethine girişilmişti. Suriye’de kısa sürede fethedilmiş ve kuzeyden gelebilecek saldırı hareketlerine karşı güvenlik tam da sağlanmış değildi. Hz. Ömer Câbiye denilen yerde kumandanları ile Suriye’nin güvenliğinin sağlanması için Cezîre bölgesinin de fethine karar vermişlerse de (638) bu kararı devletin başkenti Medine’ye döndükten bir müddet sonra (639) Suriye valisi Ebu Ubeyde’ye bir 2 3 4 5 6 Çeşitli görüşler için bkz., Yıldız, a.g.m., Celal Çayır, “Manevi Bir Değer Olarak Hz. Süleyman ve Haziresi”, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (25-27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum Bildirileri). Ömer Tellioğlu, Diyarbakır Salnameleri, (1869-1905), C.I, İstanbul, 1999, s. 208-209. Şevket Beysanoğlu, Diyarbakır Tarihi, C. I, 2003, s.162. Mehmet Azimli, “İlk İslam Fetihleri Bağlamında Diyarbakır’ın Fethine Katılan Sahabelerle İlgili Bazı Mülahazalar”, I. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu (20-22 Mayıs 2004 Diyarbakır) Bildiriler, Diyarbakır, 2004, s.823. Âmid Osmanlılar döneminde, sancağın merkezi olan Diyarbekir Vilayeti’nin ve şehrin adı olmuştur. Nejat Göyünç, “Diyarbakır”, İA, IX, s. 465. Ayrıca Diyarbakır tarihi hakkında bkz.: Şevket Beysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır, I-III, Diyarbakır, 1997. Abdurrahman Acar, “Diyarbakır’ın Fethi Hakkında Bazı Notlar”, “Diyarbakır’da Sahabe İzleri”, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (25-27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum Bildirileri) Ramazan Şeşen, “Cezîre”, DİA; VII, 509. Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, çev: Fikret Işıltan, Ankara 1991, s.103. 161 mektup yazarak resmileştirmiştir. Vali, İyâz b. Ğanm komutasında, aralarında bine yakın sahâbenin de bulunduğu sekiz bin7 ya da 5-6 bin kişilik bir orduyu Rakka denilen yerden bölgenin fethine başlatmıştır.8 İyâz b. Ğanm, 7 Cumâdi’l-Ula H.17 (27 Mayıs 638) tarihinde, İslâm ordusunun başında Âmid önlerine gelmiştir. O sırada şehir, Bizans’a bağlılığı ile bilinen ve Meryem adında kadın bir vali tarafından idare edilmekte idi.9 Müslümanlar diplomatik girişimlerde bulunmuşlar ve şehrin sulh ile kendilerine teslim edilmesini istemişler ama netice alınamamışlardır. Şehrin Bizans valisi, kilisede halkından ve bürokrasiden ileri gelenlerle bir toplantı yaptığı ve onlara şu meyanda bir konuşma yaptığı belirtilmektedir: “Araplar yurdunuza girdiler, şehrinizin önünde karargâh kurdular, bunlar şehrimizi almaya tamah etmişler. Siz iyi biliyorsunuz ki bu şehir Diyâr-ı Bekr bölgesinin kilididir. Onu ele geçiren, bütün bölgeyi almış olur ve İsa Mesih’in hâkimiyeti son bulur.” şeklinde başlayan ve “Sizgeçmişten biliyorsunuz ki bunlar burada yüz sene de kalsalar şehrinizi alamazlar. Dininiz uğruna bunlarla savaşınız. Burada ihtiyaç duyduğunuz her şey var. Diyâr-ı Bekr çevresindeki kral ve prensler mektup göndererek, ‘şehri teslim etme’ dediler. Askerleriyle yardıma geleceklerini ve bizi Araplardan kurtaracaklarını söylediler.” 10 Diğer taraftan İslâm ordusunun başkumandanı İyâz b. Ğanm’in de Âmid ilgili olarak, “Biliniz ki bu şehir çok iyi bir korumaya sahiptir. Burası Diyar-ı Bekr’in gözüdür. Allah buranın fethini bize nasip ettiğinde Müslümanlar bütün bölgeye hâkim olacaklardır.”11 Şeklindeki ifadeleri dikkate alındığında Âmid’in o dönemlerde kritik bir merkez konumunda olduğu ve bunu bütün tarafların tescil ettiği anlaşılmaktadır. Ayrıca yine İslam ordusunda üst düzey bir yetkisi olduğu anlaşılan Hâlid b. Velid’in tespitleri İslam ordusunun kemiyet ve keyfiyet açısından nasıl olduğunu ve ordunun hangi dinamiklerle fetihlere çıktığı konusunda bir bakış açısının varlığını haber verir niteliktedir; “Şunu biliniz ki biz maddî güç ve sayımızın çokluğuyla değil, belki Allah’ın yardımı ve Hz. Peygamberin bereketi sayesinde bir yere hâkim oluyoruz. Nitekim peygamberimizin bize bu konuda vaadi vardır. Allah’ın dediği olur. Eğer bunlar şehrin dışında bir yerde savaşmak isterlerse bu bizim işimizi kolaylaştırır. Fakat biraz sabredelim. Sabrın sonu zaferdir. Belki beklenmedik bir gelişme olur. Bu kadına bir mektup yaz. Onu önce korkut, sonra da güzel vaatlerde bulun, umut ver. Umarız ki Allah yardım eder ve onu imana getirtir”.12 7 Murat Akgündüz, “Diyarbakır’da Sahabe İzleri”, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (2527 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum Bildirileri), ss: 71-74 Bkz., Şeşen, age, 509. 8 Vakıdi, Târihu Fütûhi’l-Cezîre, 164. Âmid’in fethini en geniş şekliyle anlatan eserin bu olduğu söylenmekte9 dir. Bkz., Acar, agm. A.g.e, 166. Acar, a.g.m. 10 Vakıdi, a.g.e, 167. 11 A.g.e, 167. 12 162 Bizans valisi Müslümanların teslim olma teklifini reddetmiş ve şehir kuşatma altına alınmıştır. Müslümanların kuşatması beş ay kadar sürmüş ama şehrin muhkem kalesi sayesinde netice alınamamıştır. İslam ordusu sabırla kuşatmasını sürdürürken Hâlid her gün askerleriyle şehri çevreleyen surların etrafını dolaşarak bir yol bulmaya çalışmış ve nihayetinde içkaleye çıkan bir tünel keşfedilmişti.13 “Ben bu tünelden şehre gireceğim. Sizden canlarını Allah’a ve Rasûlüne feda etmeye hazır, yüz adam istiyorum” dediği ve askerlerinin arasından yüz kişi seçerek kale içine girmeyi denediği kaydedilmektedir.14 Diğer Müslüman askerlerin yanı sıra otuz kadar sahabenin de şehrin içkalesine girerek kale kapılarını açmayı başardıklarından bahsedilir. Çarpışmalar esnasında yirmi dört sahabe ile birlikte Halid b. Velid’in oğlu Süleyman da şehit düşmüştür. Diyarbakır’ın kutlu misafirleri olan bu sahabeler, bugün Hz. Süleyman Camii avlusundaki şehitlikte yatmaktadırlar.15 Müslüman askerler ve Bizans kuvvetleri arasında küçük çaplı çatışmalar yaşandıysa da, İyâz, Âmid’i sulh yoluyla ve daha önce yürürlüğe girmiş olan Ruha (Urfa) Barış Anlaşması hükümlerine göre fethetmiş16 ve böylece şehir Müslümanların eline geçmiştir. Kaynaklarda şehre giren komutan İyâz’ın, halka “Sizden kim ki Müslüman olursa malını, mülkünü ona bırakırız. Allah affedicidir, bağışlamayı sever, biz de sizi affettik “ mealinde bir konuşma yaptıktan sonra, gayr-i Müslimlerin, verilen güvenceden yola çıkarak kısa sürede çoğunun Müslüman olduğundan bahsedilir. Müslüman olmayanlara da herhangi bir baskı uygulanmamış, sadece ertesi yıldan başlamak üzere cizye uygulaması başlatılacağı bildirilmiştir. İyâz, şehirde on iki gün kaldıktan sonra Sa’sa b. Savhan el-Abdî’yi şehre vali tayin ederek yanına beş yüz savaşçı bırakmış ve fetihlerine devam ederek Erminiye topraklarına girmiş kısa sürede Ahlât’a kadar ilerlemiştir.17 Hz. Süleyman Camii ve Haziresi Günümüzde Diyarbakır surları içinde ve içkale denilen kısımda bir mescit, türbe ve müştemilatında kabirlerin yer aldığı bir mekânlar bütünü vardır. Burasının önceleri Nasıriyye, Nasıri ve Murteza Paşa diye de bilinmektedir.18 Yapı, önceleri sahabe mezarları üzerine örülen ve mezarların alt katta kaldığı bir türbe iken Müslüman geleneğinde olduğu üzere, yanına sonradan mescidi yapmışlardır. 19 Evliya Çelebi’den nakille caminin, kaleyi fetheden komutanlardan Halid’in yaptırmış olduğu söylense de, cami minaresi üzerindeki kitabeye göre “cami, H.555 (M.1160) yılında Nisanoğullarından Ebu’l Kasım Ali tarafından yaptırılmıştır. Mimarı muhtemelen Hibetullah El Gurgani’dir.” 20 13 14 15 16 17 18 19 20 Vakıdi, Târihu Fütûhi’l-Cezîre, 181. A.g.e, 182. Akgündüz, a.g.m. Acar, a.g.m, A.g.m. Alpay Bizbirlik, 16.Yüzyıl Ortalarında Diyarbekir Beylerbeyliği’nde Vakıflar, Ankara, 2002, s. 26 Yıldız, a.g.m. A.g.m., Beysanoğlu, a.g.e., Cilt.1, s. 270 163 Hz. Süleyman Camisi Saray Kapı’da bulunmaktadır. Camiyi özellikli ve önemli kılan Diyarbakır fethinin buradan başlamasıdır ve bilinen yirmi yedi şahit sahabenin kabrinin burada bulunmasıdır.21 Hz. Süleyman camii ve haziresinde en dikkat çekici isim kuşkusuz Hz. Peygamberi görmüş birisi olması hasebiyle sahabe olan Süleyman İbn-i Halid’dir. Süleyman, sahabenin ileri gelenlerinden ve aynı zamanda büyük bir İslam kahramanı ve Müslüman komutan olan, Diyarbakır’ın fethinde de bulunan Halid b. Velid’in oğludur. Camii ve türbe hem adını hem de bilinirliğini yani ününü bu isimden almaktadır. Müslüman toplumlarda sahabe kabri olarak bilinen bütün mekânlara, hatta makamlar, derin bir saygı gösterildiği ve oralara ciddi bir kutsiyet atfedildiği bilinen bir gerçektir. Türbede meftun bulunan isimlerle ilgili ilk bilgiler, 1631’lu yıllarda Diyarbakır valisi iken türbelerin onarımını yaptıran Silahtar Murtaza 22 Paşa’nın astırdığı manzum bir beyitte ortaya çıkmaktadır. Bu beyitte sahabelerin ismi şöyle verilmektedir: “Reis-i cümledir Sultan Süleyman Rıdvan, kardeşi Mesud ey can Beşir ü Hamza, Amr u Şa’be, Sabit İki Zeyd, iki Halid biri Numan Muhammed iki, Abdullah üçtür. Hasan nam iki bir Ka’b-i Zişan Fudayl u Malik ü Fahr u Ebu’l Hamd Ebu-Nasr u Mağir’e eyle iz’an” 23 1801-1802 yıllarına ait Diyarbakır salnamelerine (4/208) göre ise Hz. Süleyman Camii haziresinde yatan sahabelerin isimleri söyle sıralanmaktadır: 21 22 23 164 A.Bilal Altunboğa, , Diyarbakır Folklorundan Kesitler, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yay.1999, s:211 Abdülgani Fahri Bulduk, Diyarbakır Valileri, Yay. Haz: Eyyüp Tanrıverdi-Ahmet Taşğın, İstanbul, 2007, s. 56 Azimli, Diyarbakır ve Çevresinin Müslümanlaşma Süreci, Çizgi Kitapevi, Konya, 2010, s.45 Hz. Halid b. Velid’in oğlu Hz Süleyman, Hz. Rıdvan, Hz. Mesut, Hz. Beşir, Hz. Hamza, Hz. Amr, Hz. Sabit, Hz. Zeyd, Hz. Halid, Hz. Numan, Hz. Muhammed, Hz. Abdullah, Hz. Hasan, Hz. Ka’b Zişan, Hz. Fudayl, Hz. Malik, Hz. Fahr, Hz. Ebul Hamd, Hz. Ebu Nasr, Hz. Mugire.24 Görüleceği üzere, manzum beyitte geçen isimlerle bu isimler çok az bir farkla aynıdır. Bu fark ise sahabelerin isimleri verilirken ön isim veya künyelerinin verilmesinden kaynaklanmaktadır. Hz. Süleyman camii haziresindeki taş mezarlar süslemeleri ve işçilikteki ustalıkla dikkat çekici özelliktedir.25 Hz. Süleyman Camii haziresindeki taş süslemeler 24 25 Bkz., Azimli, age , s 45 ve agm., Çayır, agm., Yıldız, agm Fotoğraflar Kenan Haspolat arşivinden alınmıştır. 165 Hz. Süleyman Camii haziresindeki taş süslemeler Tarihimizin her döneminde olduğu gibi günümüz yazar ve şairleri de bu mekânda yatan sahabeler için insanların rağbetinin haklılığını tescillercesine şiirler yazmışlar. Hz.Süleyman Camisindeki Medfun Sahabe-i Kiram Müze şehir, Diyarbekir içinde Yüce makam sahibi, çok insan yatar Surların dâhili ve haricinde, Evliya, sahabi şehidan yatar Yirmi yedi ashab, şu tek kubbede Peygamber dostları, hepsi sahabe Fetihle gelinmiş, şehir kasaba, ‘Rıdvan’ile kardeşi ‘Mes’ud’can yatar 166 Din ve Kur’an için, yapmışlar cihad Halife Ömer’e etmişler biat Dökülen kanlara, şahit kâinat, ‘Beşir’,’Hamza’ gibi çift aslan yatar ‘Amr’,’Şa’be’,’Sabit’dahi burada, Cömert davranmışlar canı fedada, Saadet onların iki dünyada, İkişer ‘Zeyd’,’Halid’ bir ‘Numan’ yatar. Üç ‘Abdullah’ şehid, iki ‘Muhammed’, İ’layı din için kılmışlar niyet, Şehadet şerbeti doyumsuz lezzet, ‘’Ka’bi Zişan’gibi pehlivan yatar Ellerde kılıç var, sinede iman, Amidde vurulmuş bir avuç insan ‘Fudayl’da isimsiz, yüce kahraman ‘Hasan’deyü iki nevcaivan yatar ‘Malik’de şehiddir, muharebede, ‘Fahr’ ve ‘Ebul Hamd’de bizim beldede, Yeryüzü mekânı kutlu kubbede, ‘Ebu Nasr’ ‘Mugire’gibi can yatar Hepsi de sahabe, hepsi kahraman, Her biri cihana bedeldir inan ‘Halid’in oğlunda emir ve ferman, Sultan oğlu Sultan Süleyman yatar (M.Mergen) Hz. Süleyman Camisi yapılışından bu yana birçok defa yıpranmış, eskimiş, zaman zaman yıkılmış ve bir o kadar da onarım geçirmiştir. Yani cami ve hazire çeşitli değişiklikler ve ilavelerle günümüze gelebilmiştir. Bu onarım ve ilavelerin tarihi açık değildir. Sadece Osmanlı döneminde yapılan onarımlar resmi kayıtlara geçirilmiştir.26 Mesela, Vali Silahtar Murtaza Paşa tarafından hem cami hem de türbenin esaslı bir onarımdan geçtiğini, caminin duvarındaki manzum kitabeden ve resmi kayıtlardan anlaşılmaktadır. Caminin yazlık kısmının döşemesi, çeşmeleri, müştemilatta yer alan küçük mescid ile Süleyman türbesinin giriş kapısı bu paşa tarafından yaptırmıştır. “İçkale Mescidi” olarak kayıtlara geçen bu mescidin, 29 26 Yıldız, agm. 167 Temmuz 1799 tarihinde de faal olduğu kaynaklarda tespit edilmiştir.27 Sözü edilen cami ve sahabe türbeleri, Osmanlı’nın her döneminde bütün yöneticilerin dikkatle ve hassasiyetle koruduğu mekânların en başta geleni olmuştur. En son yirminci yüzyılın başlarında Vali Halid Bey’in himayesinde hem Kale Cami-i Şerifi ve hem de cami vakfına ait olan kale değirmeni esaslı bir tamir geçirmiştir.28 Günümüzde yeniden ve çok kapsamlı bir bakım, onarım ve yenilenme yapılan müştemilatta çalışmalar sürdürülmektedir. Yılda yaklaşık yüz bin kişinin ziyaret ettiği29 Diyarbakır’ın en çok rağbet gören bu mekânı, başta Türkiye kamuoyu ve ilgili taraflarınca yeterince bilinmemektedir. İyi bir tanıtımla özellikle inanç gezileri ve turizmi açısından önemi gittikçe anlaşılacak bir hususiyettedir. Hz. Süleyman Cami ve Türbesine Neden Geliyorlar Yatır, türbe, kümbet, dini kimliği olup büyük şahsiyet olarak kabuki görmüş kişilere ait mekanlar, içinde kabri bulunan şahıslara göre önem kazanmaktadır. Orada yatan şahsın hayatı, geçmişte sahip olduğu değerler, başına gelen/geldiğine inanılan değişik hadiseler türbe ziyaretçilerinin türbeye olan alakalarınının keyfiyet ve kemmiyetini belirlemektedir. Aslında çoğu zaman ziyaretçiler taleplerini doğrudan yatırdan veya orada yatan zattan istemezler. Orada yatan şahıs genel itibariyle türbe ziyaretçisi ve Allah arasında aracı olarak düşünülmektedir. Böylelikle yapılan duaların daha çabuk kabul olunacağına inanılmaktadır. Ayrıca Hz. Süleyman camii ve türbesine ziyaret Perşembe günü artmaktadır. Ziyaretçileri tek kategori altında toplamak, yapılan ziyaretleri bir kaç nedene bağlamak mümkün görünmemektedir. Bu nedenle çalışmada bütün veriler ayrı ayrı değerlendirilmiştir. Türbe ziyaretçilerinin türbeye gelme nedenleri söyle siralanabilir: -Genel olarak herhangi bir problemi olmayıp sadece dua etmeye gelenler (5 kişi). -KPSS, SBS, LYS gibi sınavlarda başarılı olmak için dua etmeye gelenler (Sınav tarihlerine yakın neredeyse bütün ziyaretçiler). -Hayırlı bir evlilik yapabilmek yani kısmet için gelenler (4 kişi). -Çocuğu olmadığı için gelenler (her ziyaretimde 2 çift). -Rüyasında türbeyi gördüğü için ziyarete gelenler (1 kişi). 27 28 29 Agm., Bulduk, a.g.e, s. 56 Tellioğlu,a.g.e, C. V, s. 214, Yıldız, agm. Yaşar Kalafat, “Diyarbakır’da Ulu Kabirler: Diyanet İşleri Başkanlığı Arşiv Kayıtlarına Göre”, I. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu (20-22 Mayıs 2004 Diyarbakır) Bildiriler, Diyarbakır, 2004, s. 814 168 -Herhangi bir sıkıntısı olmadığı halde sadece huzur bulmak için gelenler (4). -Kendisi veya bir yakını hasta olduğu için gelenler. (Çoğunluk 33 kişi) -Misafirlerini gezdirmek amacıyla gelenler (özelikle hafta sonları kalabalık gruplar halinde) -Mübarek gün ve gecelerde dua etmek için gelenler -Maddi beklenti ve istekleri için gelenler (ev, araba, iş kurma) -Çocuğu kaybolan ve bulunması için dua maksadıyla -Sevdiğine kavuşmak isteyenler -Konuşma özürlü olanlar -Başkaları geldiği için onlara uyup gelenler -Cezaevinde yakını olanlardan onların beraat etmesi için -Yakın tarihte mahkemesi olanlar -Evladı ya da yakını ideolojik sebeplerle dağa çıkanlar (6). Evladı veya yakını ideolojik nedenlerle dağa çıkanlar yakınlarının pişman olup tekrar geri dönmesi için türbeye gelip dua etmektedir. Bu kişiler, yakınlarıyla irtibat kuramadıkları için dua etmekten başka çareleri olmadığını söylemektedir. Gelenlerin Türbe Hakkındaki Bilgileri Hz. Süleyman haziresine gelenlerden çok az kısmı türbede kimin/kimlerin kabirlerinin olduğunu dahi bilmemektedir (70 kişiden 2). Ziyaretçilerin geneli kimin türbesi olduğunu ismen bilseler de hakkında çok az malumata sahiptir (70 kişiden 43). Gelenlerden önemli sayılacak bir grup ise mezarlarda yatanların kimlikleri ve tarihi geçmişleri hakkında yeterince bilgiye sahip oldukları görülmüştür (70 kişiden 17). 30 Hz. Süleyman haziresine gelen kişiler için en genel yorum, türbe ile alakalı olarak anlattıkları, bildikleri malumatın birçok efsanevi ve hayal ürünü öğelerle örülü olmasıdır. Ziyaretçilerin Türbeye Gelme Sıklıkları Ziyaretçilerinin türbeye gelme sıklıkları değişkenlik göstermektedir. Haftada 3-4 kez (daha çok evi yakın olanlar) türbeye uğrayan olduğu gibi, haftada bir, iki haftada bir kez uğrayanlar da vardır. İlk defa gelen olmakla beraber mübarek gün ve gecelerde türbeye gelerek dua etmeyi bir gelenek haline getiren ziyaretçiler de bulunmaktadır ve bunlar çoğunluktadır (70 kişiden 32’si). 30 Hz. Süleyman haziresine gelenlerle ilgili yapılan çalışma Süreyya Bilici tarafından yürütülmüş ve bitirme ödevi olarak D.Ü. İ. Fakültesi kütüphanesine teslim edilmiştir. Mülakatlar ve sonuçlandırma süreçleri Süreyya Bilici’ye aittir. 169 Ziyaretçilerin Ekonomik Durumları Türbelere gelen ziyaretçilerin ekonomik durumları geneli itibariyle düşük gelirli gruptaki kişilerden oluşmaktadır. Bunun en önemli istisnası geniş bir kitle, gelir seviyesi üst düzey olduğu halde, grup gezileri ya da ashab kabirlerini ziyaret maksadıyla gelmekte ve bu tür kişiler önemli bir yekun tutmaktadır. Bu gruplar istisna edilirse araştırmada kendileriyle mülakat yapılan yetmiş ziyaretçiden yaklaşık 50 kişinin maddi durumu itibariyle alt kategorilerde bulunduğu tesbit edilmiştir. Ziyaretçilerin Cinsiyet ve Yaş Durumları Ziyaretçilerin geneli bayanlardan oluşmaktadır (70 ziyaretçiden 60’ı). Erkekler genel itibariyle kısa süreli ziyarette bulunmakta, kısa bir dua okuduktan sonra ayrılmaktadır. Kadınlar ise türbe ve müştemilat içinde çok vakit geçirmekte hatta saatlerce kalmaktadırlar. Bazı bayanlar sabahın erken saatinde gelmekte ve öğleye kadar orda kalmaktadırlar. Türbelere sabahın erken saatinde hatta sabah namazıyla beraber gelmenin daha hayırlı olduğuna inanıldığı için bu saatlerde orada birçok bayan görmek mümkündür. Türbeye gelenlerin yaş durumu şöyledir: 0-18 yaş aralığı: %12 (8 KİŞİ) 19-30 yaş aralığı: %35 (25 KİŞİ) 31-60 yaş aralığı: %53 (37 KİŞİ) Bu duruma göre kanaatimizce insanların yaşlandıkça bu gibi fenomenlere bağlılıklarının arttığını göstermektedir. Hz. Süleyman Camisi ve türbesine gelenlerin eğitim durumları ise; çok az üniversite mezunudur (70 kişide 2 kişi). Bu kişilerden birisi olan makine mühendisi. Bu mekânda huzur bulduğu için geldiğini söylemektedir. Lise mezunu olanlar daha çok sınavlarda başarılı olma umuduyla gelmekte ve özellikle sınavlara yakın dönemlerde yoğun olarak bu mekâna gelmektedirler. Bunun dışında türbe ziyareti yapanların çoğunluğu eğitim seviyesi düşük kişilerdir. Sonuç Hz. Süleyman meşhedi, asırlardır her dönemde Müslüman Diyarbakır halkı için beldedeki ve bölgedeki en saygı duyulan mekânların ilki olmuştur. İnsanlar buraya dua etmek, çeşitli dileklerini bir de burada dillendirmek, saygılarını ve bağlılıklarını onlara defalarca ifade etmek için gelmişler ve gelmeye devam etmektedirler. Dünyanın her tarafında olduğu gibi sahabeye ait her türlü hatıra Müslümanlar tarafından bir yad-ı cemil olarak derin bir saygı görmüştür. Çünkü Müslümanlar nezdinde sahabe-i kiram Hz. Peygamberin aziz birer hatırasıdır. 170 Mesela, Hz. Süleyman Camii’nin şehitliğe bakan penceresin bulunduğu duvarda Mustafa Asım’a aitn şu hisli ve duygulu manzume asılmıştır ki bu aynı zamanda burada metfun bulunan zevata insanların gösterdiği içten teveccühün de derinliğini göstermektedir: Ey şahidanın Süleyman-ı muazzam mefhari Hazret-i Seyf-i Huda’nın necl-i a’zam serveri Kahraman fatihi sensin bu şehr-i Amid’in Ceyş-i paki evliyanın müntehab seraskeri Böyle bir sur-i metin içre yapılmış beldeyi Zabt u teshir eyledin bir günde ey din rehberi Hazret-i Haydar misali kal’a Hayber gibi Bir cihad ettim ki dilşad eyledin Peygamberi Bahtiyardır belde halkı minnetinle serteser Mazhar-ı gufran-ı Rahman oldu kabrin makberi Zairine bahşeder envar-ı misk u anberi Ya İlahi gazi-i Sultan Süleyman aşkına Bahşkıl müştakına uhrada ab-ı kevseri Her gelen züvare minnet eylerim adab ile Fatiha ihlası takdim eylesinler her biri Bu mukaddes mescid içre farzını ifa eden Abidine müjdeler olsun cinandır yerleri Ey! sipehdar-ı gaza senden tazarru eylerim 31 Kıl şefaat Asım-ı şeydaya ruz-i mahşeri. KAYNAKLAR 1-Abdurrahman Acar, “Diyarbakır’ın Fethi Hakkında Bazı Notlar”, “Diyarbakır’da Sahabe İzleri”, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (25- 27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum Bildirileri) 2-Alpay Bizbirlik, 16.Yüzyıl Ortalarında Diyarbekir Beylerbeyliği’nde Vakıflar, Ankara, 2002 31 Resul Çoban, Hz. Süleyman Cami, (L.Bitirme Ödevi), Dicle Ü. İlahiyat Fak., Diyarbakır, 2004 171 3-Abdülgani Fahri Bulduk, Diyarbakır Valileri, Yay. Haz: Eyyüp Tanrıverdi-Ahmet Taşğın, İstanbul, 2007 4-A.Bilal Altunboğa, , Diyarbakır Folklorundan Kesitler, Büyükşehir Belediyesi Yay.1999, s:211 Diyarbakır 5-Celal Çayır, “MANEVİ BİR DEĞER OLARAK HZ. SÜLEYMAN VE HAZİRESİ”, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (25-27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum Bildirileri). 1991 6-Georg Ostrogorsky Bizans Devleti Tarihi, çev: Fikret Işıltan, Ankara 7-Hatip Yıldız, Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır ve Sahabe, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (25-27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum Bildirileri) 8-Mehmet Azimli, “İlk İslam Fetihleri Bağlamında Diyarbakır’ın Fethine Katılan Sahabelerle İlgili Bazı Mülahazalar”, I. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu (20-22 Mayıs 2004 Diyarbakır) Bildiriler, Diyarbakır, 2004 9-Mehmet Azimli, Diyarbakır ve Çevresinin Müslümanlaşma Süreci, Çizgi Kitapevi, Konya, 2010 10-Murat Akgündüz, “Diyarbakır’da Sahabe İzleri”, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (25-27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum Bildirileri) 11-Nejat Göyünç, “Diyarbakır”, İA, IX, 1999 12-Ömer Tellioğlu, Diyarbakır Salnameleri (1869-1905), C.I, İstanbul, 13-Ramazan Şeşen, “Cezîre”, DİA; VII, 14-Resul Çoban, Hz. Süleyman Cami, (L.Bitirme Ödevi), Dicle Ü. İlahiyat Fak., Diyarbakır, 2004 15-Şevket Beysanoğlu, Diyarbakır Tarihi, C. I, 2003 16-Şevket Beysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır, I-III, Diyarbakır, 1997. 17-Vakıdi, Târihu Fütûhi’l-Cezîre, 18-Yaşar Kalafat, “Diyarbakır’da Ulu Kabirler: Diyanet İşleri Başkanlığı Arşiv Kayıtlarına Göre”, I. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu (20-22 Mayıs 2004 Diyarbakır) Bildiriler, Diyarbakır, 2004 172 DİYARBAKIR KÖŞKLERİ Mine Baran* Aysel Yılmaz ** Giriş Etrafı surlarla çevrili tarihi Diyarbakır şehri, sur içi ve sur dışı olmak üzere 2 bölüme ayrılır. Sıcak ve kurak bir iklime sahip olan şehirde, sur içinde yer alan evler, surların sınırlılığı ikliminde yönlendirici etkisiyle dar sokaklar içinde içe dönük avlulu bir planlama oluşturmuştur. Sur dışı, buna karşılık bu sınırlılığı yansıtmayan doğaya açık bir yerleşim gösterir. Köşkler, genellikle sur dışında yer alan ve Diyarbakır’ın sivil mimari örneklerini oluşturan yapılardır. Birçoğu yıkılmasına rağmen geri kalanı günümüze kadar varlığını sürdürmüş olan köşkler, Diyarbakır’da köklü bir mimari geleneği ve gelişimini yansıtmaktadırlar. 1.Köşklerin Genel Tasarım Özellikleri Diyarbakır köşkleri kullanım amacına göre bağ köşkleri ve yazlık köşkler olmak üzere ikiye ayrılır. 1.1. Bağ Köşkleri 1.2. Yazlık Köşkler 1.1. Bağ Köşkleri Diyarbakır’ın sur dışında yer alan ve geçmişte şehri çevreleyen üzüm bağları içinde (şimdiki bağlar ilçesinde) konumlanmış yapılardır. Bağ köşkleri Diyarbakır insanının göçtüğü yapılardan biridir. Yaz aylarını, geniş bir bağın ya da bahçenin ortasına kurulu olan bu evlerde geçirirlerdi. Kış yaklaştığında bütün eşyalarını hatta kentteki evlerinden getirmiş oldukları mobilyaları bile toplar, şehirdeki evlerine dönerlerdi. Bağ bozumunda daha çok bağ sahiplerinin kullandıkları bu köşkler, genellikle iki katlı, bazalt taş örgülü, bol pencereli olarak inşa edilmiştir. Yapı teknikleri ve kullanılan malzemeler yöreseldir. Bodrum kat olmadığından gerekli depolar veya ahır eve bitişik ya da bahçede yer alırdı. Genellikle bağ köşklerinde süslemeden kaçınılır, bu yapılar temel form ve kompozisyonlardan oluşan basit ve belirgin bir geometriye sahiptir. İnşa edilen her nesne veya parçanın bir amacı vardır ve bu yapıların tasarımı son derece işlevseldir. *mbaran40@gmail.com **yilmazaysel45@gmail.com Dicle Üniv. Mim. Fak. Mim. Böl. 173 Gün boyunca bağ ve bahçelerde çalışıldığından kapalı mekânlara gereksinim azalmıştır. Bağ köşkleri özellikle yazın kullanıldığından serin rüzgârları alabilmesi için yönlendirmede genellikle kuzey yönü tercih edilmiştir. Diyarbakır insanı bağlarda sadece meyve, sebze yetiştirmekle kalmayıp doğayla iç içe yaşamış, bu da mevsim değişikliklerini izlemelerini ve doğal bir ortamda kendilerini yenilemelerini sağlamıştır. 1950 yıllarından sonra yerleşimin sur dışına çıkmaya başlamasıyla önce üzüm bağları yok edilmiş daha sonra sırasıyla bağ köşkleri yıkılmaya başlamıştır. 1991 yılında bağlar semtinde 5 tane bağ köşkü bulunurken günümüze sadece 2 ‘si ulaşabilmiştir. Onlardan biri taşları sökülerek Dicle Üniversitesi arazisine bazı değişikliklerle inşa edilmiştir. 1-2 No’lu Bağ Köşkü Yapılar Bağlar Kuruçeşme briket fabrikası yanında bulunmaktaydı. Yapılardan biri sökülerek Dicle Üniversitesi Alanına inşa edilmiştir. Diğer yapı geçirdiği tahribatlara rağmen yeniden onarılmış ve şu anda bir benzin istasyonu bünyesinde bir cafe olarak hizmet vermeyi beklemektedir. Aynı planlamanın uygulandığı bu benzer yapılar iki kattan oluşmaktaydı. Zemin kat, kiler mutfak ve helâ gibi servis alanlarına ayrılırken üst katlar asıl yaşam alanı olarak düzenlenmiştir. Yığma taşıyıcı sistemin uygulandığı bu yapılarda ana yapı malzemesi bazalt taşıdır. Pencere açıklıkları kuzeye yönlendirilmiş böylece serin rüzgârların yapı içinde ısısal konforu sağlaması amaçlanmıştır. Oda içi nişlerle zenginleştirilmiş olup sade bir planlama dikkati çeker. Çatı örtüsü olarak düz dam kullanılmıştır. Şekil 1. 1-2 No’lu Yapının planı (1991yılı) 174 Resim 1-2. 1-2 No’lu Yapının eski durumu (1991yılı) - ön ve yan cephe Resim 3. 1 No’luYapının günümüzdeki durumu Resim 4. 2 No’lu bağ köşkü yan cephe (1991) Resim: 5 Üniversite arazisine taşınan bağ köşkü *3 No’lu Bağ Köşkü 1995 yıllarına kadar Bağlar Gürsel Caddesinde konumlanan yapı şu anda mevcut değildir. Yapılış tarihi bilinmemektedir. İki kattan oluşan yapının zemin katı depolamaya ayrılırken üst kat yaşam alanıdır. Servis alanları bahçede yapının dışında çözülmüştür. Yapının yapıldığı döneme ait bir çeşmesi de yol cephesinde yer almaktaydı. Dikdörtgen planlı olan yapı, bazalt taştan yapılmış olup düz çatılıydı. 175 Şekil 2. 3 No’lu bağ köşkü planı (1991 yılına ait) Resim 6-7. 3 No’lu bağ köşkü (1991 yılına ait) Resim 8. 3 No’lu bağ köşkünün yeri (Günümüzdeki durumu) 176 *4 No’lu Bağ Köşkü Bu bağ köşkü Bağlar Sento Caddesinde yapılmıştı. Bağ köşkleri içinde zengin bir bezemeye sahip olan bu köşkün ne zaman yapıldığı belli değildir. 1992 yılına kadar ancak korunabilen bu yapı şu anda mevcut değildir. İki kattan oluşan bu köşkün zemin katı servis alanlarından oluşmuştur. Üst kat odalarla çevrilmiştir. Dikdörtgen planlı yapının kuzeye dönük cephesinde açıklıkların sayısının arttırılmış olduğu dikkati çeker. Bazalt taş yığma tekniğinde yapılmış olan bu yapı düz toprak damlıdır. Şekil 3. 4 No’lu Bağ Köşkü (1991 yılı) Resim 9-10. 4 No’lu bağ köşkü (1991 yılına ait) 177 Resim 11. 4 No’lu bağ köşkü (Anonim) Resim 12. 4 No’lu bağ köşkünün yeri (2009) *5 No’lu Bağ Köşkü Yapı, Bağlar Hat boyu Caddesi üzerinde bulunmaktaydı. Bazalt taştan yapılan bu yapı tek katlıydı. 1991 yılında yapılan araştırmada içine girilemediğinden planı çizilememiştir. Yapı bakımsızlıktan yıkıldığı için günümüze ulaşamamıştır. Resim 13-14. 5 No’lu bağ köşkü (1991 yılına ait) Resim 15. Yapının daha önce bulunduğu yerleşimin günümüzdeki durumu 178 1.2.Yazlık Köşkler Günümüze kadar ulaşabilmiş yazlık köşkler Diyarbakır’da köklü bir mimari geleneği oluşturmaktadır. Planlamayı etkileyen en önemli öğeler iklim ve sosyoekonomik yapıdır. Diyarbakır’da yaz mevsiminin çok sıcak ve uzun geçmesi nedeniyle kentin genellikle varlıklı aileleri sur dışında yazlık evler inşa etmişlerdir. Köşkler genellikle hava akımından ve manzaradan faydalanmak için yüksek bir alana kurulmuştur. Şehrin güney kapısı olan Mardin Kapı’dan sonra başlayan köşkler, Dicle Nehri ve Hevsel Bahçeleri’ne bakan yamaçta yer alır. Resim 1. Köşklerin konumu Sur içindeki kapalı görünüme karşın, sur dışındaki yapılarda doğaya açılma dikkati çeker. Yazlık amaçlı kullanılan bu yapılar, aynı zamanda kültür, sanat ve çeşitli eğlencelerin yoğun yaşandığı mekânlar haline gelmiştir. Eğimli bir arazi üzerinde dağınık bir yerleşme özelliği gösteren köşkler, bir veya iki katlı olarak planlanmıştır( bazı yapılarda bodrum katıda da düşünülmüştür). Sıcak iklimin gerektirdiği mekânlardan biri olan eyvan, bu yapıların en önemli öğesidir. Odalar karşılıklı olarak bu eyvanlara açılır. Eyvanların önü kare veya dikdörtgen havuzlara yöneliktir. Bazı eyvanlar “selsebil” adı verilen ve eyvanın bir duvarında akan akarsu sistemiyle çevrilidir. Selsebilden akan su önündeki bir kanalla havuza dökülür. Böylece yaşanılan mekân serin ve konforlu bir çevreye dönüşür. Köşklerde kullanılan ana yapım malzemesi bazalt taştır. Bazalt taş, gerek kalınlık(50-60cm) gerekse ısı yalıtımı özelliğinden dolayı en çok tercih edilen yöresel malzeme olmuştur. Köşklerin çoğunun, mimari özellikleri ve üzerlerindeki kitabelerden yararlanılarak 19. yüzyıl sonu, 20.yüzyıl başında yapıldığı ve OsmanlıAkkoyunlu eserleri olduğu tahmin edilmektedir. (1) 179 Bu çalışmada araştırılan köşk sayısı 9 dur. Ancak bunların bir bölümünde yapının çoğu yıkılmış ve bozulmuştur. 1. Hacı Ağa Köşkü Hevsel bahçeleri içinde yer alan bu köşk, dikdörtgen bir formda inşa edilmiştir. Günümüzde bir eyvan ve iki oda olarak kullanılan bu köşk, eyvan içindeki bir selsebil düzenine ve havuz öğesine sahiptir. Yöresel yapım malzemesi olarak bazalt taşın kullanıldığı bu yapının günümüzde bazı bölümleri yıkık durumdadır. Şekil 1. Hacı Ağa Köşkü Planı Resim 2-3. Hacı Ağa Köşkü 180 2. Bekir Paşa Köşkü Dicle nehrinin batısında yer alan bu köşk, bahçelerle çevrilidir. Bodrum üzerinde yer alan ve zemin kattan oluşan bu yapı, bazalt taştan inşa edilmiştir. Birçok yeri bozulmuş ve yıkılmış olan köşkün önünde bir havuz yer alır. Şekil 2. Bekir Paşa Köşkü planı Resim 4-5. Bekir Paşa Köşkü 181 3. Pamuk Köşkü Bu yapı, Hevsel bahçeleri içinde yüksek bir tepede yer almaktadır. Tek katlı olan bu köşkün günümüze, önünde iki kemerli eyvanı ve havuzu ulaşabilmiştir. Eyvan içinde selsebili bulunan bu yapı, Gazi köşküne yakınlığı ile dikkati çeker. Sade bir planlamanın hâkim olduğu bu köşkün eyvanı “niş”lerle çevrilidir. Şekil 3. Pamuk Köşkü planı Resim 6-7. Pamuk Köşkü 182 4. Gazi Köşkü (Seman Köşkü) Atatürk’ün Diyarbakır’da iken, 1.Dünya Savaşı sırasında karargâh olarak kullandığı köşk, Diyarbakır Belediyesi tarafından satın alınarak yeniden düzenlenmiştir (2). Dicle Nehrine ve Hevsel bahçelerine hâkim bir tepede konumlanmış olan bu köşk, dikdörtgen planlı olup iki kattan oluşmaktadır. Önünde bir eyvan ve yanlarında odaların yer aldığı bu yapı içinde, Atatürk’e ait eşyalar sergilenmektedir. Kuzeyde eyvanın önünde yer alan havuz, görsel ve iklimsel bir konfor sağlar. Günümüzde çevresiyle bir gezi ve piknik alanı olarak, gelenlerin ziyaretine açık tutulmaktadır. Şekil 4. Gazi Köşkü planı Resim 8. Gazi Köşkü 183 5. Kuşdili Köşkü Köşk, Dicle nehrine hâkim bir tepede yer alır. Yapı ‘L’ plan tipinde iki katlı olarak inşa edilmiştir. Yapı üzerindeki bir kitabe, köşkün 1904 yılında yaptırılmış olduğunu düşündürmektedir. Köşkün batı cephesi bir eyvan ve odalara ayrılmıştır. Eyvan içinde selsebil ve önünde dikdörtgen planlı bir havuz bulunur. Bazalt taştan yapılan bu yapı, cephe süslemeleriyle dikkati çeker. Şekil 5. Kuşdili Köşkü planı Resim 9-10. Kuşdili Köşkü (1991) 184 6. Hami Köşkü Hevsel bahçelerine ve Dicle nehrine hâkim bir tepe üzerinde yer alan köşk, iki katlı ve dikdörtgen planlı olarak bazalt taştan inşa edilmiştir. Geçmişte içinde bir hamamın planlandığı bu yapı, şu anda üstü yıkılmış bir teras ve eyvandan oluşmaktadır. Alt katında bir bodrumu da bulunan bu yapının önünde bir havuz, eyvan içinde selsebil gibi su ögelerini içeren bir düzeni mevcuttur. Yapı özel bir şirketin mülkiyetindedir. Günümüzde birçok bölümü yıkılmış olan bu köşk, şu anda özel zamanlarda eğlence alanı olarak kullanılmaktadır. Şekil 6. Hami Köşkü planı Resim 11-12. Hami Köşkü 185 7.Erdebil Köşkü Köşk, Dicle Köprüsü’nün batısında yüksek bir tepe üzerinde yer alır. Plan ve mimari özellikler bakımından Gazi köşkü ile benzerlikler gösteren bu yapı, bodrum üzerinde, iki katlı ve dikdörtgen formda havuzlu olarak yapılmıştır. İçinde selsebili bulunmayan eyvanı ve yanlarında mutfak ve odadan oluşan düzeniyle etrafı geniş bahçelerle çevrilidir. Yığma yapım sisteminin uygulandığı bu yapı, bazal taş ile yöresel özellikler gösterir. Yapının üst katı oda ve terasa ayrılmıştır. Köşk, günümüzde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün sahipliğinde bir cafe olarak hizmet vermektedir. Şekil 7. Erdebil Köşkü planı Şekil 13 -14 . Erdebil Köşkü planı 186 8. Ağuludere Köşkü Köşk, Mardin Kapısı’ndan 3 km. güneyde geniş bahçeler yapılmıştır. İki katlı düzenlenen bu yapı, bazalt taştan yapılmış olup, havuzlu ve eyvanlı planlanmıştır. Günümüzde çoğu bölümü yıkılmış ve zarar görmüş olan bu köşk şu anda kullanılmamaktadır. Şekil 8. Ağuludere Köşkü planı Resim15. Ağuludere Köşkü 187 9.Kavs (Cihannüma) Köşkü Dicle Nehri’nin karşı kıyısında, eski bir mesire yeri olan köşk, Kırklardağı’nın eteklerinde yer almaktaydı. Güneydoğuya bakan eyvanı, camisi, hamamı ve odalarıyla büyük bir yapı grubu oluşturan bu köşk, ne yazık ki bakımsızlıktan dolayı tamamen yıkılmıştır. Yapım yılı XVI. yy. sonu XVII. Başlarına tarihlenmektedir. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde köşkü şöyle anlatır.”meşhur bir irem bağıdır hatta Bağdat Fatihi IV.Murat,Bağdat fethinden sonra bu bağa gelip adalet icra ve iş-ü işret etmiştir. Bu gezinti Bu gezinti yeri cennet bahçesinden bir köşedir ki tarifi imkânsızdır (3,4). Şekil 9. Cihannüma Köşkü Planı (D.Erginbaş,1953) Resim 16. Cihannüma Köşk’ü eski hali (Kaynak belli değil) KAYNAKÇA (1) SÖZEN, METİN, Diyarbakır’da Türk Mimarisi, İstanbul, 1971. 1981. (2) ÇETİNOR, BÜLENT, “Diyarbakır Evleri”, İlgi Dergisi, 32, İstanbul, (3) ERGİNBAŞ, DOĞAN, “Diyarbakır Evleri”, (İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Yayınlanmamış Doçentlik Tezi). İstanbul, 1953 (4) BEYSANOĞLU, ŞEVKET, Anıtları ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi. (Akkoyunlular’dan Cumhuriyet’e Kadar) II, Ankara.1996. 188 DİYARBAKIR ULU CAMİ VE ÇEVRESİNDEKİ YAPILARIN TURİZM AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ VE ÖNERİLER Emine DAĞTEKİN* Semra HİLLEZ** ÖZET Diyarbakır, yüksek turizm potansiyeline sahip olmasına rağmen tanıtımını yapamamış, turizm potansiyelini kullanamamış ve turizmin ekonomiye katkısından yararlanamamıştır. Binlerce yıllık geçmişi ve onlarca tarihi ve kültürel değere sahip olan kentin tarihi merkezi bugün bir çöküntü alanına dönüşmüş durumdadır. Günümüzde tarihi kent merkezlerinin tahribatının engellenebilmesi için en önemli yatırım aracı turizm olarak görülmektedir. Diyarbakır çevresi surlarla çevrili tarihi Suriçi merkezinde, Müslümanlarca 5. Harem-i Şerif olarak kabul edilen Diyarbakır Ulu Cami ve çevresinin turizme yönelik çalışmalarda değerlendirilmesi amacıyla bu çalışma hazırlanmıştır. Yapılacak çalışma ile kentin inanç turizmi ve kültür turizminde yer almasıyla kentsel gelişmesi ve ekonomik canlanmasının sağlanması hedeflenirken, çalışma alanın nitelikli dokusunu bütüncül yaklaşımlarla koruyarak fikirler üretilmesi amaçlanmıştır. Anahtar Kelimeler Diyarbakır, Ulu Cami, Mesudiye Medresesi, Zinciriye Medresesi, Sultan Sasaa Türbesi, Hasan Paşa Hanı, Kuyumcular Çarşısı, Turizm, İnanç Turizmi. 1.GİRİŞ Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan Diyarbakır’ın bilinen en eski adı olan “Amida” ya Asurlulardan kalma milattan önce 13. yy’a dayanan belgelerde rastlanmaktadır (Kuruyazıcı,1997:461). Bölgenin adını taşıyan “Diyârbekir, Diyarbakır” ve merkezi teşkil eden “Amid”, adlarının menşei konusunda çeşitli fikirler ileri sürülse de ilk çağlarda “Amida” adını taşıyan merkez adının, “Amid” seklinde değiştiği konusunda fikir birliği oluşmuştur. Bölge adı olarak kullanılan “Diyârbekir” ise tarihi dönemler içerisinde “Cezire” yöresinin kuzey kısmını ifade *Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi e-mail- eminedagtekin@hotmail.com **Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürlüğü/Mimar e-mail- shillez@gmail.com 189 etmiştir. Diyarbakır, adının manası üzerinde de çeşitli fikirler ileri sürülmektedir. Osmanlı hakimiyeti sırasında ise, “Diyârbekir” adının eyaletin tamamına, “Amid” adının ise sadece bugünkü Diyarbakır merkezine tekabül ettiği görülmektedir (Yılmazçelik,1996:217). Diyarbakır bölgesi eski çağlardan beri, Akdeniz’i Basra körfezine, Karadeniz’ i Mezopotamya’ya bağlayan, ayrıca Bitlis ve Van Gölü havzası üzerinden Azerbaycan ve İran’a ulaşan önemli yolların düğüm noktası üzerinde bulunduğundan her devirde önemini koruyan bir merkez olmuştur (Yılmazçelik,1996:217). Günümüzden 10000-8.000 önceki yıllar arasındaki dönem Yakındoğu insanının yaşamında köklü değişikliklerin olduğu yeni toplumsal ve ekonomik düzenin oluştuğu, uygarlık tarihinin önemli aşamalarından biridir (Özdoğan,1999:11). Diyarbakır yöresindeki en eski toplu yerleşmenin milattan önce 8. binyılın sonlarına değin indiği saptanmıştır (Kuruyazıcı,1997:461). Milattan önceki 3. binde, bölgenin ilk uygar ahalisi Subarulardan sayılan Hurrilerdir. M.Ö. 2. bin yıl ortalarında biri Hurri diğeri Mitanni adında iki konfederasyona ayrılan boylardan Mitanniler, Hurrileri ortadan kaldırarak egemenlik alanlarını genişletmişlerdir. Mitannilerden sonra bölgeye Asurlular ve Urartular egemen oldu. Milattan önce 1116-1090 dan sonra bit-zamaniler,sonra sırasıyla İskitler, Medler, Persler, Büyük İskender, Selevkoslar, Partlar, Büyük Tigran, ve M.Ö. 69’da da Romalılar hakimiyet kurdu (Beysanoğlu,1999:41). Bölgenin Hıristiyanlığın ilk gelişmesi sırasında önemli rol oynadığı pek çok kaynakta zikredilir. Özellikle 4. yüzyıldan sonra Hıristiyanlığın yayılması sırasında bölgede pek çok çatışmaya tanık olunmuştur. 303 yılında Nusaybin’de kendilerine karşı yapılan saldırıdan kaçan bir grup Hıristiyan Amid’e sığındı. 309 yılında burada Başpiskoposlar Kongresi yapıldığına göre Amid’in Hıristiyanlar için güvenli bir sehir olduğu akla gelebilir. Nitekim 311 yılında Hıristiyanlık Roma’nın resmi dini olarak kabul edildiğinde Amid’in önemi daha da arttı. 4. yüzyılın ortalarına doğru Romalılar Amid’i Mezopotamya bölgesinin baskenti haline getirdiler. Diyarbakır’da bu dönemde üç ayrı dine mensup ahali bulunmaktaydı. Bunlar Güneşe tapan Şemsiler, Yahudiler ve beş mezhebe bölünmüş (Gregoryen Ermeniler, Süryan-i Kadim Yakubîler, Ortodoks Rumlar, Melikîler, Asurîler) Hıristiyanlardı (Beysanoğlu, 1992, s.77). Diyarbakır, 349 yılında Roma hakimiyetinde, zamanının ünlü bir merkezi iken kısa bir süre için “Augusta” olarak anıldı. Romalılar, Nisibis halkının egemenliği, Persler ve 505 yılında imzalanan barış anlaşmasıyla tekrar Romalıların elinde kaldı. 7. yy başlarında Perslerin eline geçtikten sonra Heraclius’un zaferi neticesinde Bizans egemenliğine geçti (Gabriel,1993:3). Hicretin 18. Yılında, Hz. Ömer döneminde İyaz Bin Ganem komutasındaki İslam ordularının fethiyle, bölge Hz.Hasan’a bağlandıysa da Hz.Hasan’ın, Muaviye 190 ile anlaşarak halifelikten vazgeçmesiyle şehir Emevilere bağlandı. Uzun bir dönem Emevilerin elinde kaldıktan sonra Abbasilerin yönetimine geçti (Ünalan,2004:170). 868’de Şeyhoğulları hakimiyeti aldıysa da 899 da tekrar Abbasi devri başladı (Göyünç,1994:465). 930-978 yıllarında Hamdaniler, 978-984 yıllarında Büveyhoğulları, ve 984-1085 tarihleri arasında Mervanilerin yönetimi altına girdi (Ünalan,2004:171). Mervaniler döneminde İslam aleminin en büyük merkezi haline geldi ve Hanbeli, Maliki, Şafii ve Hanefi mezheplerinden büyük fakihler şehirde görev yapmaya başladı (Göyünç,1994:465). 1085 te büyük Selçuklu imparatorluğunun sınırları içine katılan kent (Ünalan,2004:186), 1095 ten 1083 e kadar İnaloğulları hakimiyetinde kaldı. 1142’de Nisanoğulları, 1151 de Artuklular şehri yönetti (Göyünç,1994:465). 1232’de Eyyubiler, 1240’da Anadolu Selçukluları, daha sonra 14.yy’da Mardin Artuklular ve 15. yy’da Akkoyunlu dönemleri izlemiş, 16. Yy başlarında bir süre Safevilerin elinde kaldıktan sonra (Kuruyazıcı,1997:461-462) şehir Osmanlıların eline geçmiş, Diyarbakır eyaletinin kurulduğu tarih olan 1515 tarihinden itibaren Amid Sancağı “Paşa Sancağı” olmuş ve bu eyaletin idaresini üstlenen Vezir rütbesindeki Beylerbeyleri bu şehirde oturmuşlardır. Diyarbakır böylece tarihi dönemler içerisinde devamlı olarak merkez olmuştur (Yılmazçelik,1996:228). 1923 te Cumhuriyetin ilanıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli bir ili olmaya devam etmiştir. Diyarbakır’ın şehir dokusu değerlendirildiğinde de şehir içindeki dini, ticari ve eğitim içerikli yapıların, sur içersinde yer alması çok uzun bir tarihi süreci gösterdiği anlaşılmaktadır (Parla:1990:128). 1930 yılında Diyarbakır, yeni bir yapılanmayla eski kent yaşamından modern kent yaşamına geçirilmesi gerekli sosyopolitik bir yerleşme olarak düşünülmüştür (Arslan,1999:94). 1945 yılına kadar kent nüfusu etrafı özgün surlarla çevrili olan tarihi kent merkezi, farklı uygarlıkların yaşandığı çağ ve dönemlere ait bir mimari ve kültürel çeşitlilik hazinesi olan sur içinde yaşamaktayken, imar hareketleri ile sur içi etkilenmiş, toplumsal yapı hareketlenmiş ve değişmiştir (Arslan,1999:95). Diyarbakır eski kent merkezinin tarihi ve mirasi değeri ile yüzyılların birikimini günümüze taşımasına rağmen bugün harap bir durumdadır. 1990’lı yıllardan itibaren Suriçi sakinlerinin zorunlu göçle gelen ve zor yaşam şartları içinde bulunan kesimi oluşturan kullanıcılar olması nedeni ile bu tahribat hızlanmıştır. Bugün, Suriçi’nde tarihi ve kültürel değere sahip halen 266 yapı tescilli olup, bunların 97’si anıt, 9’u kamu binası ve 160’ı da sivil mimari örnekleri olan evlerdir. Dini yapılar ve kamu binaları kullanımda olduklarından, diğer eserlere göre görece daha iyi korunmuş durumdadır. Sivil mimari örnekleri göreli olarak düşük bir pay almakta olup, evlerden ancak 108’i korunabilmiştir. Geleneksel evlerin yanı sıra, Suriçi’nde sayısı 5.000 civarında olan yığma tuğla tarzı, kat yüksekliği yer yer 3-9 kat arasında değişen yeni yapı da bulunmaktadır.1 1 Veriler, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin hazırlamakta olduğu Koruma Amaçlı İmar Planı’nın taslak rap rundan alınmıştır. 191 Verilere baktığımızda Suriçi Bölgesinde kıyım adı verilebilecek büyük tahribatların yaşandığı ve hala da bu yıkımın önüne geçilemediğini görülmektedir. Orta Çağ’a özgü bir şehir tarzını gösteren Diyarbakır’ın Suriçi Bölgesinin, dayanabilirlik ve bölgesel gelişmesi için, kültürel kalıt korunmalı ve geleceğe transfer etmelidir. Bunu gerçekleştirebilecek etmenlerden biri, turizmdir (Akın ve Yıldırım, 2006). Öyle ki turizm, yerel kalkınma için önemli araç olan mevcut kültürel miras kaynaklarının ortaya çıkarılması, restore edilmesi ve geliştirilmesine olanak sağlamaktadır (Uslu ve Kiper,2006:306-307). 2.KÜLTÜR VE İNANÇ TURİZMİ KAPSAMINDA DİYARBAKIR ULU CAMiİ VE ÇEVRESİ Tatil, eğlence, sağlık, din, spor gibi çeşitli nedenlerle (ticari nedenler dışında) ve sürekli yerleşmemek kaydıyla seyahat eden insanların, seyahatleri süresince ihtiyaç duydukları hizmet ve malları satın almalarıyla ilgili olayların ve ilişkilerin tümüne turizm denir (MEGEP,2007:3). Dünyadaki ilk seyahatlerin dini amaçlarla yapıldığını görmekteyiz. İnsanlar daima inandığı dinin liderinin doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı yerleri görmek ister. Bu inançla kutsal yerleri, mabetleri ziyaret etmeyi dini bir görev olarak kabul etmektedir (Hacıoğlu,2011:26). Turizm olayının başlangıcı, Sümerlere yani M.Ö. 4000 yıllarına kadar götürülebilir. Geçmişinin bu kadar derin olması, seyahat etme eylemlerinin insanlığın var oluşuyla birlikte başladığını göstermektedir. Eski çağlarda ulusların ticaret maksadı ile diğer ülkeleri ziyaret etmeleri, dünyadaki ilk turizm aktivitesi olarak nitelendirilebilir. M.S. 395 yılı ile birlikte Hıristiyanlık ve Müslümanlığın büyük yayılma göstermesinin bir sonucu olarak yapılan seyahatler dini amaçlı seyahatler haline gelmiştir (Yıldız ve Kalağan,2008:42). Orta Çağda, Roma İmparatorluğu’nun çöküşüne paralel olarak Avrupa ve Ortadoğu’daki turizm, genişlemeye başlamış; ilk çağlarda girişilen eğlence, zevk, merak, dinlenme turizminin yerine din turizmini ön plana çıkarmış ve toplumlar bundan etkilenmiştir. Orta çağın en önemli turizm hareketleri; İslam’ın hızlı yayılmasına paralel olarak her yıl birçok insanın, Mekke ve Medine’yi ziyaret etmeleri, Hıristiyan ve Müslüman topluluklar arasında yaşanan Haçlı Savaşlarının büyük kitlesel hareketlere dönüşmesi, dini amaçlı seyahatlerden sayılmıştır. Yeni Çağ’da Rönesans hareketleri nedeniyle İtalya’ya yapılan yoğun seyahatler, kültür turizmini yaratmıştır. Bu çağın son dönemlerinde nüfusun, gelirin ve şehirleşmenin artması ile turizmde artış meydana gelmiştir (MEGEP,2007:4). Geçtiğimiz yıllarda anlamlı ve eğitsel deneyimlerin yaşanabileceği gezilere olan talep büyük bir artış gösterdiği için tur organizatörleri ve seyahat acenteleri, turizm sektöründe farklı kategoriler kültür/din turizmi, sunmaya başlamıştır. Artan bu talebin sebebi ise, turizm hareketlerine katılan turistlerin değişen eğilimleridir (Yıldız ve Kalağan,2008:42). Savaşlarının büyük kitlesel hareketlere dönüşmesi, dini amaçlı seyahatlerden sayılmıştır. Yeni Çağ’da Rönesans hareketleri nedeniyle İtalya’ya yapılan yoğun 192 seyahatler, kültür turizmini yaratmıştır. Bu çağın son dönemlerinde nüfusun, gelirin ve şehirleşmenin artması ile turizmde artış meydana gelmiştir (MEGEP,2007:4). Geçtiğimiz yıllarda anlamlı ve eğitsel deneyimlerin yaşanabileceği gezilere olan talep büyük bir artış gösterdiği için tur organizatörleri ve seyahat acenteleri, turizm sektöründe farklı kategoriler kültür/din turizmi, sunmaya başlamıştır. Artan bu talebin sebebi ise, turizm hareketlerine katılan turistlerin değişen eğilimleridir (Yıldız ve Kalağan,2008:42). Günümüzde değişen turist isteklerine bağlı olarak tüm dünyada gelişme gösteren inanç turizmi kapsamında mevcut turizm değerlerinin korunması, turizme kazandırılması ve tanıtılması oldukça önemli hale gelmiştir (Hacıoğlu,2011:27). Dolayısıyla inanç çekim merkezlerinin tanıtımında dini motiflerin yanında kültürel öğelere de yer verilmesi ve bu merkezlerin alternatif turizm ürünleriyle beraber bütünleşik bir şekilde pazarlaması önem taşımaktadır (Hacıoğlu,2011:29). Bu noktada inanç çekim merkezi olmaya aday bir kent için vazgeçilmez fizikî mekânı mabetler olmaktadır. Şeriati’nin belirttiği gibi, dini unsurlar, bütün toplumların sadece maneviyatının değil, şehirlerinin maddi yapılanmasının da ruhu, özü ve merkezi noktası olmuştur. Doğu ve batıdaki bütün medeniyetlerde şehirlerde ortak nokta, kendilerine bir kimlik kazandıran sembollerinden dolayı sembolik şehirler olmalarıdır. Büyük şehirlerin kimliği olan bu semboller, mabetlerdir (Şeriati,2006:41). Merkezî mabet kilise ise, etrafında kilise kolejleri, Ulu Cami ise yanında sıbyan mektepleri ve medreseler bulunurdu. Bütün yakın doğu ve orta doğu bölgeleri İslamlaşınca (Öztürk,2009:630) artık bu bölgelerdeki şehirlerin çekirdeğini teşkil eden en önemli fizikî unsurlar cami, pazar, dârü’l-imâre olmuştur. Şehir bunların çevresinde kağnı tekeri şeklinde açılır ve büyük yollardan ana kapılara ulaşılırdı. Bu unsurlardan özellikle cami, istisnasız bir şekilde her zaman bütün İslam dünyası şehirlerinde merkezdeki yerini almıştır (Pırlanta,2010:136-137). Ulu Camiden sura doğru olan istikamette, Ulu Caminin çevresine önce sahaf gibi esnaf grupları, daha sonra manifaturacı, kuyumcu, berber, bakkal gibi esnaf grupları ve sur çevresinde de demirci, bakırcı, kalaycı, nalbant gibi esnaf grupları yerleştirilirdi. Bugün bu tarihî-kültürel geleneğin en canlı örneğini Diyarbakır’da görmek mümkündür (Öztürk,2009:630). Diyarbakır Ulu Camii örneğine baktığımızda, etrafında eğitim öğretim için medreselerin bulunduğu, alışveriş ve konaklama için han ve bedesten düzenlemelerinin yapıldığı açık bir biçimde görülmektedir (Şekil1,2). 193 Şekil 1. Ulu Camii ve Çevresi (Kaynak: Büyükşehir Belediyesi) 3.DİYARBAKIR ULU CAMİİ Diyarbakır Ulu Camii, ortadaki büyük avlunun doğu ve batısında maksureler, güneyinde Hanifiler Cami’i, kuzeyindeki Şafiiler Camii ve Mesudiye Medresesi ve Caminin batı girişinin hemen yakınındaki Zinciriye Medresesi ile dinsel ve kültürel yapıları biraraya getiren bir yapılar grubu niteliğindedir.Ulu Cami’nin avlu cephelerinde farklı dönemlere ait Mimari bezemeler, kabartma ve yazıtlar büyük bir uyum içerisinde yerleştirilmişlerdir. İlk yapım tarihi 639 yılındaki Arap ordularının Diyarbakır’ı alması ve Cami yerindeki kilisenin (Tuncer,1995:12; Tuncer,2002:142; Beysanoğlu,2003:272) camiye çevrilmesine bağlansa da, Büyük Selçuklu egemenliğiyle H. 484/M. 1091 yılında vali Amidüddevle tarafından Sultan Melikşah’ın talimatıyla onartılmıştır. 1115 yılındaki deprem sonrasında (Tuncer,1996:38) yapı büyük oranda değişikliğe uğramış, İnaloğlu Ebû Mansur İlâldı tarafından 511 H./1117-18 M. yılında batı maksuresi (revağı) alt katı, 518 H./1124-25 M. yılında ise üst katı tamamlanmıştır. Doğu maksuresi ise İnaloğlu Mahmut ile Vezir Nisanoğlu Ali zamanında 559 H./1163-64 M. yılında yapılmıştır. Minaresinde bulunan 550 H./1155 M. tarihli kitabedeki İnaloğlu Mahmut ile veziri Nisanoğlu Ali’nin adlarının bulunması, minarenin de aynı kişiler tarafından yapıldığını gösterir. Aynı şekilde caminin doğu kapısı üzerinde de Nisanoğlu Ali adı geçer. Caminin güney bölümünün avluya bakan yüzündeki 639 H./1241 M. tarihli Gıyaseddin Keyhüsrev, 731 H./1330 M. tarihli Artukoğlu Melik Salih adı geçen kitabeler ile, Osmanlı Sultanı IV. Murat imzalı ferman, caminin bu tarihlerde 194 onarımlar geçirdiğini göstermektedir. Yapının batı bölümünün Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan tarafından onartıldığı, bu bölümün dış yüzündeki kitabelerden anlaşılırken; yapının kuzey-batı bölümü olan ve ilk yapımı İnaloğulları Dönemi’ne giden Şafiler bölümü (Sözen,1971:30,33). Osmanlı Dönemi içinde 935 H./1528 M. yılında Atak beyi Emir Ahmet Zırki tarafından onarılmıştır. Hanefiler Camisi’nin mihrap kısmı, 1124 H./1712 M. yılında vali Maktulzade Vezir Ali Paşa tarafından onarıldığı, mahfilinin ise 1240 H./1824 M. yılında kethüda Hüseyin Ağa yaptırıldığı ve aynı yıl içinde halkın yardımı ile caminin elden geçirildiği, Muvakkıthanenin 1253 H./1837 M. yılında yapıldığı bilinmektedir (Sözen 1971:30). Aynı şekilde yıldırım düşmesi sonucu yıkılan minarenin 1255 H./1839 M. yılında onarıldığı, avludaki şadırvan’ın 1266 H./1849 M. tarihinde yapıldığı, üzerlerindeki yazıtlardan anlaşılmaktadır (Sözen,1971:29,30). Kaynaklarda adı geçen kent kütüphanesinin ise, Ulu Cami avlusunun 1117-1125 yılında yapılan batı kanadında ya da 1163-64 yılında yapılan doğu kanadında bulunduğu ileri sürülür (Parla,2004:270). Genel olarak caminin kiliseden çevrildiğine2 dair oluşan kanı dışında, antik döneme ait malzemelerin bolluğu nedeniyle olsa gerek, ilk yapım tarihi hakkında antik dönem ya da ateşperestliğe ilişkin düşüncelere de rastlanılmaktadır (Konyar,1936:41). Yapıya sonradan eklenen maksureler (revaklar) ve diğer ek birimler, külliye nitelikli yapılanmanın bölümleri olsa da, avlu güneyinde yer alan ve Ulu Cami’nin bireysel varlığını ifade eden yapı, 1115-16 yılında Büyük Selçuklu Dönemi’nde yapılmıştır. Mevcut şekli ile XII. yüzyıl eseri olarak kabul edebilen cami, zaman içinde değişik ekleme ve onarımlarla kompleks bir yapı şeklini alır. Avlu kuzeybatısına XII. yüzyıl ikinci yarısında eklenen Şafiler Camisi ve avlu kuzeydoğu kanadına XII. yüzyıl sonu XIII. yüzyıl başlarında eklenen Mesudiye Medresesi ile yapı şekli belirginleşir. Avlu içinde yoğunlaşmak üzere çeşitli alanlara dağılmış olan kitabeler, 1141, 1155-56, 1163-64, 1156-78, 1223-24, 1334-35, 1469-70, 1528-29, 1712, 182425, 1839 ve 1849-50 yıllarında yapıda çeşitli onarımlar ya da eklemeler yapıldığını göstermektedir. Bu tarihlerden 1528-29 tarihi, Şafiler Camisi’nin onarım tarihi olurken, yapının mihrabı 1712 yılında yapılmıştır (Şekil,l 2),(Tuncer,1996:206). Avlu kuzeydoğusunda bulunan Mesudiye Medresesi’nde yer alan en erken tarihli olan, H. 590/M. 1193-94 tarihli kitabe, kesin olmasa da en erken tarihi verdiği için yapım kitabesi olarak değerlendirilip, yapı kurucusu olarak H. 596/M. 1200 tarihli bir diğer kitabede adı geçen Mesud Sökmen Bey kabul edilir. Şevket Beysanoğlu da, yapının kitabelerinden yola çıkarak ilk yapımın H. 590/M. 1193-94 tarihinde başladığını, H. 619/M. 1222 yılında tamamlandığını kabul eder (Beysanoğlu,2003:335). 2 Parla, 629 yılında Heraklius tarafından inşa edilen kilisenin İyaz bin Ganem tarafından üçte birinin camiye çevrilerek kullanılmaya başlandığını belirterek, bu kilisenin Mar Toma’ya ithaf olunan yapı olabileceği kadar, Meryem adlı kent yöneticisi bir bayanın inşa ettirdiği belirtilen kilise ile aynı olabileceğini de belirtir (2004: 261). Bu durumda 629 tarihi kilisenin camiye çevrilme tarihi değil ilk inşa tarihi olmalıdır ki, kentin kuşatılarak ele geçirilmesi ve halifeler dönemi de 638 yılından sonrası içindir. Aynı şekilde Orhan Cezmi Tuncer’de kilisenin 629 tarihinde Heraklios tarafından yapıldığını söylemektedir (Tuncer 2002: 142). 195 Şekil 2. Ulu Camii ve çevresindeki anıtsal yapılar Yapı topluluğunun parçalarından biri olarak kabul edilen Zinciriye Medresesi ya da diğer adıyla Sincariye Medresesi ise, kesin bir tarih verilmemekle birlikte Eyyubi Dönemi içinde Melik Salih Necmeddin tarafından yapıldığı öne sürülmekteyse de 1198 ve 1246 arasında değişken görüşlü Artuklu Dönemi eseri olarak, Ulu Cami’nin bir parçası, Mesudiye’nin tamamlayıcısı ve kışlığı olarak kabul edilir (Şekil 2., Altun,1973:122; Beysanoğlu,2003:333). Ancak, Zinciriye Medresesi kitabelerinden yola çıkılarak, XII. yüzyıl sonu olan 1198 yılında Eyyubiler tarafından yapıldığı söylenebilir Resim 1. Ulu Camii avlusu güney batıya bakış (Sözen 1971) 196 Resim 2. Ulu Camii avlusu doğu cephe (J. Laurens-1847) Resim 5. Hasan Paşa Hanı ve Ulu Camii (V BM Arşivi,2006) Resim 6. Hasan Paşa Hanı ve Ulu Camide onarım 3.1.YAPILARIN MİMARİ ÖZELLİKLERİ 3.1.1.AVLU, ŞADIRVAN ve MAKSURELER Ulu Cami avlunun güneyinde, Hanefiler bölümü, doğu ve batısında yer alan sütunlarla destekli çift katlı maksurelerinden, batı yönde bulunanın güney köşesinde bulunan kapı ile dışarıya ve Zinciriye Medresesi’ne açılım sağlanırken, avlunun ve dolayısıyla caminin asıl girişi ya da bir tür portali, batı maksurenin ekseninde yer almaktadır. Resim 3. Ulu Camii Giriş Resim 4. Ulu Camii Giriş Avlunun kuzey ekseninde yer alan geçiş, bir yandan kuzeydeki sokaklarla ilişkili iken, bir yandan da Mesudiye Medresesi ile ilişkilidir. Bu geçişin batısında girişi güneydoğu ve güneybatı köşelerindeki açıklıklardan yapılan Şafiiler Camisi yer alır. Avlunun asıl ilgi çeken bölümü, maksureli iki katlı doğu ve batı kanat düzenlemelerine karşın, kuzeyde sadece alt katı ve bir bölümü yer alan düzenleme 197 olup, kuzeydoğudaki Mesudiye Medresesi’nin arka kısmına oturmaktadır. Avlu ekseninde kısmen batı yönde yer alan sekizgen planlı ve sekiz adet sütun üzerine oturmuş ahşap çatılı, saçaklı ve sivri külahlı şadırvanın hemen batısında ise, kare planlı sekiz mermer sütun üzerine oturtulmuş ve yerden yükseltilmiş bir namazgah ile, namazgaha batıda birleşik kare planlı bir açık havuz yer almaktadır. Namazgah’ın güney yönde eksende yer alan taşıyıcı sütununda açılan niş, mihrap nişi düzenlemesi olarak tasarlanmıştır. Avlunun ana girişini teşkil eden doğu yönünde eksende yer alan kapı ve avlu arasındaki geçiş, merdiven inişlerinden sonra daha dar bir şekilde tonozlu geçitle devam eder. Doğu Maksuresi’nin bir dönem kütüphane olarak kullanılan üst katı, alt kat planından farklı bir şekilde, orta ekseninde aynı doğrultuda atılan kemerleri taşıyan kuzey güney doğrultusunda iki sahınlı dikdörtgen planlıdır. Güney dış cephede yer alan üst kat çıkış merdiveni geç dönem eklentisi olup, bu cephenin üst kat ekseninde yer alan çıkıntı ise, içi doldurulmuş olan yarım daire bir mihrap nişi çıkıntısıdır.Doğu maksurenin aksine batı maksurenin alt katındaki kapı sokak ilişkisi eksende değil, güney köşeden kurulmakta olup, yine bu katın avluya bakan yönünde pencere düzenlemesi bulunmamaktadır. Dışa bakan batı cephede görülen güney köşe açıklığından sonra kuzeye doğru görülen diğer açıklıklar, günümüzde dışta yer alan mekanlarla ilişkilendirilmişse de, kimi kapılarda oynama ya da dolgu yapıldığı görülmektedir. Yaklaşık eksende ve kuzey cephede yer alan merdivenlerle çıkılan üst kat, ara duvarlarla çeşitli birimlere ayrılmışsa da, genel olarak kuzey güney doğrultulu dikdörtgen bir mekan olup, doğu maksurede olduğu gibi genişletilmediği için daha dar görünümlüdür. (Resim 1,2,5,6,7-12). Resim 7. Ulu Camii Avlu 198 Resim 8. Ulu Camii ve Mesudiye Medresesi Resim 9. Ulu Camii korint sütunlar Resim 10. Ulu Camii doğu maksuresi Resim 11. Ulu Camii Batı Maksuresi Resim 12. Ulu Camii Batı Maksuresi 3.1.2. ULU CAMİİ (HANEFİLER BÖLÜMÜ) Doğu batı doğrultusunda üç nefli mihraba paralel sahınların, mihrap önünde eksende mihraba dik gelen ve daha yüksek tutulan bir başka sahınla kesildiği dikdörtgen planlı yapının; güney ekseninde dışa taşkın olarak içten ve dıştan üç cepheli bir mihrabı ile, eksenin doğusunda yer alan ancak ana eksendekine göre daha sade düzenlenmiş ikinci bir mihrabı bulunur. Ayrıca, mihrabın güneye taşkın bölümünün hemen batısında, caminin güney duvarı ile ilişkili ancak bağımsız olarak yapılmış olan, kareye yakın dikdörtgen kesitli olup yükseldikçe kademeli olarak daralan ve şerefesinden sonra daire kesitli gövde şeklinde devam eden minaresi bulunmaktadır. Kuzey-güney ana eksenini oluşturan ve mihraba dik gelen sahının, doğu ve batı eksenlerinin iki yanında yer alan “T” biçimli payelerden birbirine ve kuzey ile güney duvarlara atılan kemerlerle oluşan mihraba dik sahına karşılık; bu ana payelerden doğu ve batı yöne doğru atılan kemerler, her yönde bulunan payelere ve sonunda doğu ve batı duvarlarda yer alan duvar payelerine oturur. Mihrabın hemen sağında yer alan minber ile mihrabın karşısında eksende yer alan ahşap müezzin 199 mahfili, Osmanlı Dönemi eklentisidir. Ana mihrap ile aynı aksta yapı dışında kuzey cephedeki mihrap nişi, avluda bir tür son cemaat yeri mihrabı işlevi görmektedir ki, bunun üzerinde ahşap ile kurgulanmış bir müezzin cumbası (Mukbire) bulunmaktadır (Resim 13-14) Resim 13-14. Ulu Camii Avludan Hanefiler 3.1.3. ŞAFİİLER CAMİSİ Kanadını oluşturan Şafiiler Camisi ya da bölümü, doğu-batı doğrultusunda mihraba paralel üç sahınlı dikdörtgen planlıdır. Sahınları oluşturan sütunlardan doğu ve batı yönünde atılmış olan sivri kemerler, beden duvarlarında duvar payelerine oturmaktadır. Kuzey yönde tuvaletlerin yer aldığı yapılaşmaya birleşen duvarlar kalın ve sağır tutulurken; güney yönde eksende mihrap, mihrabın iki yanında ise üçer pencere ve sonunda iki kapı açıklığı yer alır. Bu kapılardan en doğuda yer alanı avluya açılırken, en batıda yer alanı avlu batı maksureye açılır. Kısa kenarlardan batı beden duvarı sağır duvar şeklinde dışa kapalı bulunsa da, doğu duvarda eksenin kuzeyinde üst kodda üç adet pencere açıklığı yer alır. Kuzey yöndeki son sahının üstünü kapsayan ahşap mahfile çıkış, kuzey eksenin batısında ve kuzeydoğu köşede bulunur. Doğu duvar ekseninin güneyde daha ileriye doğru taşkınlık yapmasının ya da, eksenden kuzeye doğru olan duvarların daha içte kalmasının nedeni, şimdilik tam olarak yanıtlanamamaktadır. Resim 15. Ulu Camii Şafiler Bölümü (Gertrude Bell,1909) 200 Resim 16. Ulu Camii avlu doğu ) (Sözen 1971) Resim 18. Şafiler Harim Bölümü Avlu yönünde yer alan pencerelerin orijinalinde zemine kadar inen daha uzun pencereler olduğu ve sonradan örülerek küçültüldüğü iddiası, duvardaki malzeme farklılığı şeklinde de gözlemlenmektedir ki, pencerelerin üstündeki taş bloktan (söveden) sonra yer alan kemerli açıklık, bu sistemi daha da hareketlendirmektedir. Belirli seviyede kapatılan bu pencerelerin sayısı altı adet olarak görülse de, orijinal yapımda yedi adet olarak tasarlanmıştır. Eksende kalan ve bugün mihrap olarak kullanılan niş, hemen doğusunda yer alan mihrabın eksenden daha kayık olması nedeniyle, içi doldurularak ve dışa taşkınlık verilerek elde edilmiştir (Resim 15-18). Resim 17. Ulu Camii Avludan Şafiler Bölümü 3.1.4. MESUDİYE MEDRESESİ Yapı topluluğunun en önemli birimlerinden sayılan Mesudiye Medresesi, Şafiiler Camisi’nin aksine, kuzey eksendeki geçiş koridorundan itibaren avlunun kuzeydoğu bölümünü kaplar. Doğu yönündeki kademelenme dışında, genel anlamda doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlı olan yapı, açık avlulu medrese plan tiplemesi içinde değerlendirilebilinir. İki katlı yapının alt katının kuzey-güney ekseninin doğusunda yer alan kare planlı açık avlunun da doğusunda, kareye yakın doğu-batı doğrultulu ve iki kat boyunca yükselen, üstü sivri beşik tonozla örtülü bir eyvan yer alırken; eyvanın güneyinde doğu batı doğrultusunda dikdörtgen planlı olup, doğuda eyvandan daha dışa taşkın, güney yönde avluya açılan penceresi bulunan ve batı yönden girilen sivri beşik tonoz örtülü bir mekan yer alır. Eyvanın kuzeyinde yer alan ve yine doğu-batı doğrultulu kareye yakın dikdörtgen planlı beşik tonozla örtülü olan mekan, eyvan ile aynı boyuttadır ve girişi yine batı yönde olup, doğu yönde üst kodda bir pencereye sahiptir. Açık avluyu doğu hariç üç yönden kuşatan revaklar, payelerden birbirlerine atılan kemerler ile beden duvarlarına üzerine oturan çapraz tonozlarla örtülü olup, kuzey revağın yaklaşık eksenindeki kapı açıklığından sonra, yapıdan oldukça taşkın ve kuzey-güney doğrultusunda sivri beşik tonozla örtülü eyvan şeklinde düzenlenmiş anıtsal portal (taç kapı) yer alır. (Resim19-22). 201 Avlu batı revak ekseninden girilen kare planlı ve çapraz tonozla örtülü bölümün devamında en batıda, yapının ikinci eyvanı yer alır. Doğu eyvana göre daha dar tutulan ve batı eksende üst kodda yer alan bir pencere ile aydınlatılan bu eyvan, yine doğu batı doğrultusunda dikdörtgen planlı ve sivri beşik tonozla örtülüdür. Eyvan önündeki çapraz tonoz örtülü bölümün kuzeyinde yer alan çapraz tonoz örtülü servis alanı, üst kata çıkışı sağlarken, güney eksendeki mihrap nişi, bu bölümü bir tür cami ya da ibadet mekanı konumuna getirir. Resim 19. Mesudiye Medresesi .....................avlu batı cephesi Resim 21. Mesudiye Medresesi avlu doğu cephesi Resim 20. Mesudiye Medresesi eyvandan avluya bakış (Altun 1978) Resim 22. Mesudiye Medresesi eyvandan avluya bakış 3.1.5. ZİNCİRİYE MEDRESESİ Açık avlulu medrese tiplemesinin en önemli temsilcilerinden sayılan yapı, açık avluyu çevreleyen dört yöndeki revaklar ve birimlerden oluşurken, merkezi temsil eden avluya karşın; güney yönde eksende yer alan sivri beşik tonozlu eyvan ile, kuzey eksende girişi de kapsayan ve çapraz tonozla örtülü olan ikinci eyvan, yapının aksını belirleyen düzenlemelerdir (Resim 23-28). 202 Açık avlunun dört köşesindeki payeler ile bunların her biri arasında yer alan payelerden birbirleri ile güney ve kuzey yönlerdeki ara payelerden beden duvarlarına atılan kemerlerin desteklediği, diğer yönlerde duvarlara oturan örtü sistemlerinin altında kalan revaklar bulunur. Bu revaklardan doğu ve batıda yer alanlar beşik tonozla örtülüyken; kuzey eyvan önündeki bölüm, eyvanda olduğu gibi çapraz tonozla, her iki yanındaki birimler beşik tonozla örtülü olup, güneydeki ana eyvanın önünde yer alan bölüm, yine önünde yer aldığı eyvanın örtüsünü tekrarlayarak aynı yönde beşik tonozla, yanında iki birim ise diğer yönde beşik tonozla örtülmüştür. Güney yönde eyvanın her iki yanında yer alan ve tümüde kuzey-güney doğrultulu olan mekanlardan, doğu yönde önce sivri beşik tonozla kapalı dikdörtgen bir mekan, devamında ise kubbe ile kapatılmış kare bir mekan yer alırken; eyvanın batısında birbirini takip eden sivri beşik tonozla kapatılmış üç ayrı dikdörtgen mekandan en batıda yer alanı daha uzun tutulup doğuya da yönlendirme yapılarak “L” biçimi elde edilmiştir. Kuzey yönde eyvanın her iki yanında yer alan ve en doğuda yer alıp doğu-batı doğrultulu birim dışında, tümü kuzey-güney doğrultulu olan, farklı boyutlarda ve sivri beşik tonozlu olan mekanlardan, ikisi eyvanın doğusunda, üçü eyvanın batısında yer alır. Kuzey ve güney kanatların arasında sıkışan doğu ve batı kanatlardan batıda yer alan kuzey-güney doğrultulu ve sivri beşik tonozla örtülü dikdörtgen planlı tek mekana karşın; doğu kanatta kalan alan, doğu-batı doğrultulu dikdörtgen planlı ve sivri beşik tonozlu dört ayrı mekan oluşturulmuştur. Yapının kuzey revakının doğu ucundaki bir açıklık, medresenin ikinci derecede tali kapısını oluştururken, aynı zamanda medresenin doğusunda Ulu Cami ile arasında yer alan avluyla bağlantı kurulan tek açıklıktır. Giriş cephesinin ileri çıkmış taç kapısı ile bu yönde en batıda yer alan çeşme nişi, cepheyi hareketlendiren unsurlardır. Resim 23. Zinciriye M. kuzey cephe Resim 24. Zinciriye M.güneydoğu c. (Altun 1978) Resim 25. Zinciriye M.giriş cephe Resim 26. Zinciriye M.güneydoğu 203 Resim 27. Zinciriye Medresesi kuzey cephe Resim 28. Zinciriye Medresesi avludan bakış 4. ŞEYH SEYYİD SA’SAA CAMİ (SULTAN SA’SAA CAMİ, SULTAN SA’SAA TÜRBESİ) Yapım tarihi ve banisi belli değilse de (Yılmazçelik,1995:62), halifeler dönemi ilk yapısının Sa’saa Camisi olduğu ve bugünkü plan kurgusuyla Ulu Cami’nin Sa’saa Camii’nden çok daha sonra yapılmış olabileceği kimi kaynaklarda belirtilmektedir (Parla 1990: 72; 2004: 279). Şehrin Müslüman ilk valisi Sultan Sa’sa’ya (Bizbirlik,2002:137) izafe edilmiş olup A.Bulduk’un Elcezire isimli eserinde bu caminin adı Sultan Sa’saa olarak kaydedilmiştir. Ancak bazı belgelerde Seyyid Sa’sa olarak geçer (Yılmazçelik,1995:62). 1308/1890 tarihli Salnamei Diyarbekir’de Hz.Sa’saa (Ra)’ın tam ismi Sa’saa b.Mazin el Medeni (ra) olarak verilmektedir ve şehrin ortasında kendi adını taşıyan Sultan Sa’saa caminin avlusunda medfun olduğu belirtilmektedir. Hz.Sa’saa (ra)’ın, Sa’saa b Suhan olması ihtimali üzerinde duran araştırmacılar da bulunmaktadır.Hz.Sa’saa’nın tam ismi Diyarbakır’ın fethinin en geniş biçimde anlatıldığı Fütuhu’ş-Şam adlı eserde Sa’saa el Abdi (Sa’saa b.Amr b.Savhan el-Abdi) olarak verilmektedir (Melek,2009:173-174) Mervanoğulları döneminde de Ulu Caminin yanındaki Sasaa Camiden bahsedilir (Parla,1990:129). 1794-1818-1824 ve 1826 tarihli Diyarbakır’da Kur’an okunacak camilerle ilgili belgelerde,bu camiin Diyarbakır’daki camiler içerisinde önemli bir yere sahip olduğu anlaşılmaktadır (Yılmazçelik,1995:62). 1860 tarihinde onarım geçirmiş, 1904 tarihinde ise minare eklenmiştir. Yakın zamana kadar müstakil türbesi olduğu bilinen tek sahabi olan Hz.Sa’saa’nın türbesinin yeri de Ulu Cami ile Hasan Paşa Hanı arasındaki Sa’saa Camii haziresinde bulunmaktaydı (Melek, 2009:173). Türbenin yeri ile ilgili olarak da Diyarbekir Salnamelerinde de “Medfen-i şerifleri vasat-ı şehirde namlarına mensup camidedir” denmektedir. Sultan Sa’saa camii, türbeyle beraber 1926 yılında dönemin belediye başkanı Nazım Önen tarafından cami ile beraber yıktırılarak bahçe haline getirilmiştir (Resim 29, Melek, 2009:173-174) 1518 tahririne göre mescid vakfının gelirleri gayrimenkul kiraları ve bir köyün malikane hissesinden oluşmakta olup 16.yüzyılı takip eden dönemlerde vakfın faal olduğu ve mescid yıkılmacaya kadar faaliyetine devam ettiği bilinmektedir (Bizbirlik,2002:137-138). 204 Yıkılarak, Celal Güzelses parkının içinde kalan cami ve bugün 5 no’lu parsel olarak adlandırılan bölümde, Hz.Sa’saa(ra) nın naşının olduğu, cami yıktırıldıktan sonra defnedildiği mezardan çıkartılıp Dağ kapı dışında şimdiki Adliye sarayı mevkiinden Kurt İsmail Paşa camine kadar olan bölgede bulunan ve Diyarbakır’ın o günlerde en büyük mezarlığı olan Rızvanağa mezarlığına nakledildiği de ifade edilmektedir. Dağ kapı dışındaki mezarlık bölümü de şehrin sur içinden dışına taşınması döneminde yerleşime açıldığı için sahabeden Hz.Sa’saa (ra)nın nerede medfun olduğu tam olarak bilinmemektedir (Melek ve Demit, 2009:174). Yıkım sonrası 1990’lı yıllarda yapının yakınında inşa edilen yer altı çarşısı mescit ve öncesi temellere ilişkin pek çok detayın yok olmasına sebeb olmuştur. Yapı 2007 yılına kadar üzerindeki barakalar ile bırakılmıştır. Bu tarihte barakalar yıktırılarak, alanda kazı yapılmıştır (Resim 31-34). Kazı yapılan alanda farklı dönemlere ait çok evreli yapı kalıntıları açığa çıkarılmıştır. Ancak bitişik parsellerde yapılaşmanın tamamlanması nedeniyle yapıların devamını ve plan şemalarını ortaya çıkarmak mümkün olamamıştır. Alanda bulunan kanal yapıları rögar ve kuyular ile bunların altında açığa çıkarılan taş döşemeli alanlar farklı dönemlere aittir (Resim 30). Kazı sonrası yazılan raporda, buluntular, kapının boyutları ile söve ve eşik taşlarının stilleri ve yekpare oluşlarından bu yapının en geç Bizans dönemine ait olduğunu ve yapının bir kapı ile güneye Ulu Cami’ye yönelmesi bu yapının, “Ulu Cami öncesinde var olan Bizans Dönemi Mar Toma Katedraline ait müştemilat yapısı olabileceğini” düşündürtmekte olsa da kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla kazı alanı, temeli daha eski bir döneme ait olmasına rağmen, alanın 1926 ya kadar Sultan Sa’saa ya izafe edilen bir mescid ve hazire bölümünden oluştuğu aşikârdır. Resim 29. Sultan Sasaa’nın 1925’den Resim 30. Sultan Sasaa mescidi kazı önceki durumu sonrası (http://www.bilinmeyendiyarbekir.com) planı (VBM. arşivi) Resim 31. Sultan Sasaa mescidi kazı sonrası Resim 32. Sultan Sasaa mescidi kazı sonrası 205 Resim 33. Sultan Sasaa mescidi (2010) Resim 34. Sultan Sasaa mescidi (2011 5. HASAN PAŞA HANI VE KUYUMCULAR ÇARŞISI Kuyumcular Çarşısı, Diyarbakır şehir merkezinin kuzeydoğu diliminin batı yönünde Gazi Caddesi üzerinde bulunmaktadır. Çarşının karşı yönünde (batı) Diyarbakır Ulu Cami ile birlikte anıldığı Mesudiye ve Zinciriye Medreseleri bulunmaktadır. (Şekil 3). Hasan Paşa Hanı ve Kuyumcular çarşısı ayrı ayrı yapılar değil; bir arada ve bir bütün olarak kompozit yapılar topluluğudur. Diyarbakır’ın sahip olduğu ticari potansiyel sebebiyle han ile birlikte ya da handan sonra eklenmiş olması muhtemeldir. Ancak Kuyumcular çarşısının Hasan Paşa Hanı’na destek arz eden bir yapı olduğu açıktır. Tarihi Kuyumcular Çarşının sahip olduğu plan gereği, teşhir ve alışverişin kolaylıkla yapılabilmesi açısından diğer bütün çarşılarda olduğu gibi Kuyumcular Çarşısında da dükkânlar koridorlar etrafında ve karşılıklı olarak sıralanmıştır. Hasan Paşa Hanı’nın doğu ve güney cephesini kapatan çarşı, ters “L” planlı bir yapıya sahiptir. Sahip olduğu plan Hasan Paşa Hanı ile birlikte değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Nitekim çarşı içinden Hasan Paşa Hanı’na geçişi sağlayan iki anıtsal kapı bulunmaktadır. Çarşının bakımsızlık ve denetimsizlik sebebiyle yapım özellikleri ve tarihi değeri bilinçsiz bir şekilde alçı kaplamaların altına gizlenmiştir. Hasan Paşa Hanı Diyarbakır Ulu Cami’nin doğu girişinin karşısında, Gazi Caddesi’nin üzerindedir. Üzerinde yer alan üç kitabeden anlaşıldığı üzere Han; hicri 982 (1574–1575) senesinde Sadrazam Mehmet Paşa’nın oğlu Hasan Paşa tarafından Sultan Selim oğlu Sultan Murat zamanında inşa edilmiştir. Hasan Paşa Hanı’nın güney cephede bulunan kapısı üzerindeki kitabesinde; “Şehinşah-ı serir-i saltanat Sultan Murad ol kim adaletle yedi iklimi tuttu serteser adı zamanında o şa-i nikfercamın Hasan Paşa buyurdu bu makam-ı dilküşanın oldu bünyadı dedim bu afitab-ı izzi-i devlet burcuna tarih ilahi kıl mübarek bu riba-ı şadabadi (h. 982)” ve doğu kapısı üzerindeki kitabesinde de; “ Eşhedü en la ilahe illallah hürmetine bu kapı daima sevinçle açık olsun” yazılmış ve üçüncü kitabe olan Hanın giriş kapısı kitabesinde de yaptıran bilgileri verilmiştir. Bu kitabe de “ Sadrazam Mehmet Paşa oğlu Hasan Paşa bu binayı büyüklerin teşrifine tahsis etmek üzere, Sultan Selim 206 oğlu Sultan Murad’ın saltanatı günlerinde, (sene 982) yaptırdı. Allah mülkünü ebedi kılsın” şeklinde bilgi bulunmaktadır (Beysanoğlu,1990: 598). 1612 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden Polonyalı Simeon, şehre geldiği zaman indiği Hasan Paşa Hanı’nı,“Şehre girdikten sonra Hasan Paşa Hanı’na indim. Muazzam kârgir bir bina olan bu hanın 500 beygiri barındırabilecek yer altında iki ahırı, renga¬renk demir parmaklıklarla çevrilmiş çok güzel ha¬vuzu, üç kat üzerine birçok kârgir odaları vardı. Hana bitişik olup Bursa’daki Gelincik ve Edirne’deki Alipaşa Hanları gibi kemerli, güzel kuyumcuhanı’nda emsali yalnız İstanbul’da bulunan çok usta kuyumcular, zernişancılar,bıçakçılar,papuççular, çizmeciler ve diğer zanaat erbabı çalışırlar” Diyerek çok güzel bir şekilde tanıtmıştır (Beysanoğlu,1990: 595). Hasan Paşa Hanı Restore edildikten sonra çeşitli amaçlarla kullanılmaktadır. Hanın doğu ve güney cephelerine bitişik olan Kuyumcular çarşısı daha önceki dönemlerde farklı amaçlarla kullanılmış olması ile birlikte şuan isminin anıldığı gibi altın satış ve işleme merkezi olarak kullanılmaktadır. Kuyumcular Çarşısının doğu bölümünde kazancılar ve bakırcılar çarşısı da bulunmaktadır. Kuyumcular Çarşısının iki yönden çarşı ile çevrelenmiş olması bu çarşının merkezi konumunu ifade etmektedir (Resim 35-39). Diyarbakır şehir merkezindeki diğer bir han olan Deliller Hanı şehir merkezinin en güney noktasında bulunmaktadır. Şehre giriş kapısı önünde ve şehir surlarının içeri kısmında bulunan Deliller Hanı Hasan Paşa Hanı’ndan farklı bir işleve sahiptir. Deliller Hanı daha çok kervanlara ikamet edebilecekleri olanaklar sunmanın yanı sıra dış ticaret yürütüldüğü bir merkez konumundadır. Buna karşılık Hasan Paşa Hanı ve Kuyumcular çarşısı ise daha çok iç pazara yönelik imalat ve pazarlama alanıdır. Bu sebepten ötürü yerli halka hitabı öncelikli olan Kuyumcular Çarşısı ve Hasan Paşa Hanı’nın merkezi konumu söz konusu han ve çarşıyı önemli kılmaktadır. Hasan Paşa Hanı iki katlı bodrum katı haricinde iki katlı ve avlulu bir plan şemasına sahiptir. Avlunun kuzeybatı köşesinde bulunan kapıdan bodrum kata geçilebilmektedir. Hanın bodrum katı konaklamaya gelen kervanlar için bir hayvan barınağı niteliğindedir. Bodrum kattaki mekanlar beşik tonozla örtülü koridorlarla birbirine bağlanmıştır. Hanın zemin katında altı adet sütun üstüne oturan çevresi açık ve kubbe ile örtülmüş bir havuz bulunmaktadır. Hanın zemin katında avlu etrafında sıralanmış çokça dükkan bulunmaktadır. Dükkanlar genellikle beşik tonozla örtülüdür ancak köşelerde bulunan dükkanlar diğer dükkanlardan farklı olarak kubbe ile örtülmüştür. Avlu çevresinde bulunan dükkânlar avlu zemininden yüksekte kaldığından dükkânlara geçiş basamaklarla sağlanmaktadır. Han’a giriş, Gazi Caddesi önündeki kapıdan sağlanmakla birlikte doğu ve güney yönlerde de Kuyumcular çarşısına açılan kapılar bulunmaktadır. Han iki renkli taş işçiliğine sahiptir. Hanın avlu döşemesi de bazalt taşındandır. Hanın doğu ve güney yönlerden çevresini kuşatan ve bugün kuyumcuların bulunduğu Kuyumcular Çarşısı hanın ilk yapım zamanında bulunmamaktaydı. Şevket Beysanoğlu, Hasan Paşa’nın ilk olarak kuyumcular için bir çarşı yaptırdığını 207 Şekil 3. Hasan Paşa Hanı planı ve Kuyumcular Çarşısı (VBM Arşivi) Foto 36. Hasan Paşa Hanı (2011) Resim 35. Hasan Paşa Hanı ve çevresi (VGM Arşivi 1980) Resim37. Hasan Paşa Hanı avlu ve revaklar Resim 38- 39. Hasan Paşa Hanı ve Kuyumcular Çarşısı sonrada bu çarşıdan Ulu Cami’ye doğru bir yol katarak ketenciler adıyla bilinen bir çarşı eklediğini yazmaktadır (Beysanoğlu,1990:594). Ancak Beysanoğlu’nun bildirdiğinin aksine Hasan Paşa Hanı’nın Kuyumcular ve ketenciler çarşısından önce yapılmış olması gerekmektedir. Nitekim söz konusu çarşılar Hasan Paşa Hanı’nın planına bağlı kalınarak han etrafınca sıralanmış ve plan şekilleri de böylece oluşmuştur. Kuyumcular Çarşısının sahip olduğu “L” planı Hasan Paşa Hanı’nın mevcut yapısından istifade edilerek oluşturulmuş olmalıdır (Yavuz,2011:144). 208 6. ÖNERİLER Evliya Çelebi, Câmi-i Kebir olarak tanımladığı Diyarbakır Ulu Camisi’ni ve Mercaniye Medresesi olarak tanımladığı Mesudiye Medresesi’ni; “(…) Şehrin ortasında eski mabed, büyük câmi. Diyarbekir’in yüzsuyu olan Câmi-i Kebir: Rum tarihçileri, bu câmiin tâ Hazret-i Musa aleyhisselâm zamanında yapılmış olduğunda birleşmişlerdir. Avlu sütunlarının sağ tarafında, beyaz bir sütun üzerinde İbranice tarihi vardır. Kale her kimin eline geçmişse yine mabed olmaktan geri kalmamıştır İçinde öyle ruhânîlik vardır ki, Bir Müslüman iki rekât namaz kılsa kabul olduğuna kalbi şahit olur. Sanki Haleb’in Ulu Câmii, Şam’ın Emevi Câmii, Kudüs’ün Mescid-i Aksâ’sı, Mısır’ın Ezher Câmii, İstanbul’un Ayasofya’sıdır. Kilise’den câmie çevrildiğine dair binlerce işaret vardır. (…) Camiin içinde ayrıca Şâfii câmii vardır. Bütün Şafii mezhebinden olanlar burada ibâdet ederler. Bu câmiin dört kapısı vardır. Gece gündüz cemâatten boş kalmayıp, yetmiş seksen yerinde çeşitli bilim dallarında öğrenim yapılır. Nice yerinde tarikata mensup olanlar çile odasına girip kırk gün ibâdet ve zikir yaparlar. (…) Sözün kısası Diyarbekir’de bu kadar büyük bir câmii yoktur. İçi onbin kişi alır. Yapının bütün eserleri, baş aşağı kubbeleri tamamen has kurşun ile örtülüdür. (…) Cami-i Kebir’de Mercaniye Medresesi: Bilginler arasında payesi vardır. Müderrisi orada molla olur. Müderrsisi ve öğrencileri vardır. Vakıfları kuvvetlidir. (…)” şeklinde tanımlar (Konyar,1936). Evliya Çelebi’nin Diyarbakır Ulu Cami’yi Kudüs’ün Mescid-i Aksâ’sı gibi tüm dinler için kadim sayılan ve özel bir konumdaki eserlerle beraber anması, Cami’nin Harem-i Şerif olarak anılmasının bir sebebi olmalıdır. Bunun yanısıra Sözen’in (2011:11) döneminin simge yapılarından olan Mesudiye ve Zinciriye Medreseleri için belirttiği gibi “Dinsel ve deneysel bilimlerin ağırlık kazandığı bu eğitim ortamına baktığımızda, bunların anıtsal yapılar çevresinde yer alması, kentin en önemli noktalarında değerlendirilmeleri, özel önem taşıdıklarının da bir işaretidir.” Burada iki yapı örnek olarak gösterilmek istenirse, Zinciriye ve Mesudiye medreseleri, değindiğimiz noktaları açıklayacak niteliktedir. Mimar İsa Ebû Dirhem’in 1198 m (595 h.) tarihinde Eyyübilerden Melik Salih Necmettin için tasarladığı Zinciriye Medresesi’ne, Ulu Cami ile sıkı ilişkisi, sınırlı bir orta avluyu çevreleyen hareketli revakları, özgün taş bezemeleri, birimlerin birbiriyle oranları açısından bakıldığında, “Anadolu Ortaçağı’nın” erken bir döneminde eğitim yapılarına verilen özel önemin sınırları daha sağlıklı belirlenebilmektedir.” Yine, Mesudiye Medresesine bakıldığında içindeki 1194 tarihli kitabeye göre dört mezhebin fakihleri bir arada öğretim faaliyetinde bulunmaktaydı (Göyünç,1994:465). Bu anlamda bakıldığında Ulu Cami’nin birer parçası olarak düşünülmesinde beis olmayan Medreselere sadece bir eğitim merkezi olarak değil, Diyarbakır’ın özel değerlerini bünyesinde taşıyan, inanç, kültür, sanat ve eğitim bağlamında bütüncül yaklaşım gerektiren önemli yapılar olarak bakılması gerekmektedir. Hasan Paşa Hanı ve Kuyumcular çarşısı ise, tarihinin her döneminde olduğu gibi Osmanlı Dönemi’nde de Diyarbakır en önemli ticaret merkezlerinden biri, yol ağı üzerinde bir kilit noktası, askeri menzil ve ordunun üssü olduğunu göstermesi bakımından oldukça önemlidir (Yavuz,2011:141). 209 Diyarbakır’ın inanç, kültür ve eğitim noktasındaki tüm bu özelliklerine rağmen, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yayınlamış olduğu, 2023 yılına kadar bir dizi önlemleri ve önerileri sunan Türkiye Turizm Stratejisinde; İnanç turizmi için “İnanç Turizmi Koridoru olarak adlandırılan koridor, Tarsus’tan başlayarak Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa ve Mardin yörelerini kapsamaktadır.” ve kültür turizmi için ise “Adıyaman, Amasya, Bursa, Edirne, Gaziantep, Hatay, Konya, Kütahya, Manisa, Nevşehir, Kars, Mardin, Sivas, Şanlıurfa ve Trabzon illerinde kültür turizmi canlandırılarak marka kültür kentleri oluşturulacaktır.” denilerek, stratejik programda yer almamaktadır (Türkiye Turizm Stratejisi,2007). Bununla birlikte, Diyarbakır ve Şanlıurfa için hazırlanan kültür ve turizm mevcut durum raporunda yağılan GZFT 3 analizinde aşağıdaki tabloda yazılan sonuçlar elde edilmiştir: Şekil 4. Kaynak: (Özbek, A. Özönen, H., Aksoy, M.A., Çelebi, Z., 2010) 3 Örgütlerin iç ve dış çevre analizini yaptıktan sonra zayıf ve kuvvetli yönlerini belirlemeleri ve çevrelerindeki fırsat ve tehditleri saptamalarında kullanılan en yaygın teknik GZFT analizidir. GZFT analizi kimi kaynaklarda SWOT veya TOWS olarak da geçmektedir. İngilizce güçler, zayıflıklar, fırsatlar ve tehditler (Strengths, Weaknesses, Opportunities, Threats) kelimelerin baş harfleri alınarak oluşturulmuştur. Türkçe de GZFT (Güçlü yönler, Zayıflıklar, Fırsatlar, Tehditler) analizi olarak da kullanılmaktadır. GZFT analizi yapılarak örgütün mevcut durumu tespit edilir. Bu çerçevede güçlü ve zayıf yönleri ile örgütün karşı karşıya bulunduğu fırsatlar ve tehdit unsurları ortaya konulmaya çalışılır. Bu anlamda GZFT bir mevcut durum analizidir. GZFT aynı zamanda örgütün gelecekteki durumun ne olacağını tespit ve tahmin etmeye yarayan bir analiz tekniğidir (Erdem,2006:72-73). 210 GZFT analizinde de belirtilmiş olan zayıf ve tehdit addedilen hususların giderilerek ve kuvvetli yönler göz önüne alınarak, Diyarbakır’da bulunan tarihi ve kültürel miras bilimsel metodlarla tesbit edilip; koruma ve restorasyon projeleri ile turizme kazandırılabilirse hem yerel ekonomik gelişmeye önemli bir katkı sağlanacak hem de kadim bir mirasın artı ürünleri tüm dünyaya tanıtılmış olacaktır. Ancak, kültüre dayalı bir turizm projesi geliştirme esnasında, kültürü ve kültürün unsurlarını ve kültüre alt yapı oluşturan doğal kaynakları korumak kolay değildir. Turizm gelişimi, yöneticiler, girişimciler ve halk tarafından öncelikli olarak ekonomik ele alınır. Doğal, sosyal ve kültürel koruma ve geliştirme gibi amaçlar geri planda kalır. Burada turizme açılan bir toplumun, geçmişi, bugünü ve yarınıdır; kısaca bir toplumun kimliğidir. Bu kimliğin, gereken önlemler alınmaz ise, zarar görme ihtimali yüksektir (Bahçe,2009:6). Literatürlerde; doğal ve kültürel mirasın korunmasında koruma kavramının geliştirme ve değerlendirme ile bütünleştirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Ayrıca; korumanın sağlanması için yasa ve kuruluşun tek başına yeterli olamayacağı, değerlerin korunması ve yaşatılmasında çok sayıda kişi ve kuruluşları (yerel halk, sivil toplum, devlet, turizm sektörü vb) ilgilendirdiği vurgulanmaktadır (Uslu ve Kiper,2006:306). Bu bağlamda Diyarbakır Ulu Camii ve Çevresi için aşağıdaki öneriler geliştirilmiştir. İncelenen alanda yer alan Gazi Caddesinin kültür ve inanç turizmi kapsamında canlandırılması, niteliksiz yapılardan arındırılması, kamulaştırmalarının yapılması, etkin koruma önlemlerinin alınabilmesi için, gayretleri yerel ve merkezi yönetimler tarafından politik olarak, uluslararası kuruluşlar tarafından da, ikili ve çok uluslu işbirliği anlaşmaları çerçevesinde, teknik olarak desteklenmelidir. Kültürel mirasın yönetim modelinin oturtulmasına ilişkin hazırlıkların ve gerekli düzenlemelerin yapılması aşamasında, uluslararası kuruluşlardan destek alınarak, Alan Yönetim Birimi’nin kurulmasına gidilmelidir. Yapılan ve yapılacak yeni yasal düzenlemelerle otel odaklı turizm gelişmesinden daha çok tarih, kültür, sanat vb. değerler odaklı turizm anlayışı ile halkın talep ve beklentilerine cevap veren, bünyesinde birden fazla aktiviteleri, değerleri yaşatan, koruyan, üreten ve istihdama da olumlu katkılar sağlayan bir “alan yönetimi” modelini geliştiren, mekanizmaların oluşturulması sağlanmalıdır. Yerel ölçekte turizm gelişim bölgelerinin seçiminde organize turizm faaliyetlerinin geliştirilebileceği geniş alanlar tercih edilmeli, mülkiyet, altyapı ve çevre gibi konular için de çözüm önerileri ve sistemli bir yapılanma sağlanmalıdır. Bu süre zarfında; Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Kültür ve Turizm Bakanlığı ortaklaşalığının yanı sıra Valilik, Kaymakamlık, Belediye, Turizm Dernekleri, tanıtma vakıfları, üniversite, stk lar ve gönüllüler tarafından yapılacak faaliyetlerin detaylı dökümü yapılmalı, tarihi ve kültürel mirastan turistik ürüne dönüştürme potansiyeli olan alan ve faaliyetlerin tesbit hazırlığı çalışmaları, tüm paydaşların katılımıyla oluşturulacak bir uzman komisyon tarafından sürdürülmelidir. 211 1. Diyarbakır turizm potansiyeli, kültürel mirasına tanıklık edecek ve varlığının fiziksel olarak kanıtı olacak somut elemanlar ile kültürel bir rota ile desteklenmelidir. Kültürel miras elemanları ile tarih yolunun fiziksel kanıtlarını sunmasının yanı sıra, Kültürel Rotalar karşılıklı kültürel etkilerin akıp gittiği bir kanal ya da iletken gibi hareket eden dinamik bir sisteme sahiptir. İster doğal ister kültürel açıdan (kentsel ya da kırsal) bölgesel durum Kültürel Rotanın çerçevesini oluşturur. Rotanın bütünlüğü, evrensel öneminin ve değerlerinin bir bütün olarak kanıtı olan hem somut, hem soyut özelliklerini temsil eden yeterli bir set üzerine kurulmalı ve Kültürel Rota’yı doğuran tarihi süreçlerin öneminin ve özelliklerinin tamamıyla sunulmasını sağlamalıdır (Zengin,2010:283). Rota kurmak için de öncelikle Ulu Cami’nin dışarıdan algılanmasına engel olan yer altı çarşısı kamulaştırılarak kotu indirilmelidir. Kamulaştırılarak rekreasyon alanına dönüştürülen bölümde rota çizilmeye başlanacak olup, turistlerin, Ulu Cami ve Mesudiye Medresesi’ni gezdikten sonra Batı Maksuresi’nin çıkışından Zinciriye Medresesine ulaşması sağlanmalıdır. Zinciriye Medresesinden çıkınca Sultan Sasaa Mescidini gezerek, Hasan Paşa Hanı ve Kuyumcular Çarşısına yönlendirilmelidir. Fiziki planlamada ise öncelikler; tarihi eserlere rahat erişebilirliği sağlamak üzere, dikkatle yürütülecek yol ıslah ve genişletme çalışmaları yapılmalı, bu tür mekanların yakın çevrelerinin yeniden planlanmasına ve kamulaştırılmalara odaklanılmalıdır. Bu bağlamda, koruma alanlarını güvenli ortamlarda tutan planlara yönelinmeli ve restore edilen yapılara, yerel ve bölgesel gereksinimler göz önünde tutularak, yeni işlevler verilmelidir. Mesudiye ve Zinciriye Medreseleri’nin onarımının tamamlanmasını müteakip dokuya ve eserlerin geçmişine sadık kalınarak fonksiyon verilmesi gerekir. Gezi güzergahı oluşturularak bu alanlar yayalaştırılmalı, yönlendirme tabelaları koyulmalıdır. Yaya alanlarının, malzemeleri tarihi alana uygun olarak seçilerek, uygulamasında engelliler ve yaşlılar için de düzenleme yapılmalıdır. Tarihi alana ziyaretçi ulaşım yönleri ve oto park alanları belirlenerek, bu güzergahlarda gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. 2. Diyarbakır Ulu Cami yapı kompleksinin restorasyonlarının tamamlanarak, yapının İslam Dünyasının 5. Harem-i Şerifi olduğu vurgusuyla, hac yolculuğuna benzer turların düzenlenmesi, bir inanç haritası oluşturulması, turizme yönelik çalışmaların yapılması, ancak eserin kıymetli elemanlarının tahribatının engellenmesi için uyarı ve tanıtım levhalarının avlu gibi yerlerde çözümlenmesi yoluna gidilmelidir. 3. Bugün atıl vaziyette duran, içinde ağaçların yetişmiş olduğu ve çevresi ayakkabı boyacıları tarafından işgal edilerek nerdeyse algılanmayan Sultan Sasaa Türbesi için Vakıflar Bölge Müdürlüğü denetiminde projelerin hazırlatılarak ivedilikle onarıma alınması gerekmektedir. Bu eserin, tarihi ve dini değerinin tanıtacak, anlatacak bir biçimde düzenleme yapılarak ziyaretçilere açılabilmesi ve “ulaşılabilirliğin” sağlanması elzemdir. 212 4. Tarihi kültürel ve doğal zenginliklerinin yer aldığı resimlerin araçlara giydirilmesi, görüntü kirliliğini önlemek ve şehir tabelalarında belirli bir standarta ulaşmak için belirlenecek ortak bir tabela standardının işkoluna göre düzenlenip, işyerlerine asılma planlamalarının yapılması, Hasan Paşa Hanı ve Kuyumcular Çarşısı İşletmecilerinin izinsiz uygulamalarına son verilerek, tarihi eser niteliğine uygun yönlendirme tabelaları ve tanıtıcı levhalarla gerekli düzenlemelerin yapılarak turistlerin ziyaretine açılmalıdır. 5. Tanıtım işlevini paylaşan kurum ve kuruluşlar arasında eşgüdüm kurulmalı, dinamik ve mali yönden daha güçlü bir tanıtım yapılabilmesini sağlamak üzere bu faaliyetlerin finansmanına turizmden doğrudan ya da dolaylı gelir elde eden kesimlerin de katılımı sağlanmalıdır. 6. Yaygın turizm eğitimi için, toplumsal düzeyde işitsel ve görsel iletişim imkânları kullanılmalıdır. Yaygın turizm eğitimi sektörde çalışan kişilerin beceri ve niteliklerinin arttırılmasına yönelik olarak yapılmalı ve eğitim boyutu ihmal edilmemelidir. 7. Mesleki eğitimde standardizasyon, değerlendirmenin yapılması, uluslararası standartlara göre verimlilik, hizmet kalitesinin gelişimi ve istihdam için gerekli olan beceri düzeylerinin belirlemesi belgelendirme ile sağlanmalı, iş kollarında istihdam edilecek kişiler, yetenek ve belge düzeylerine göre işe yerleştirilmelidir. Potansiyel girişimciler ve esnafa özellikle kendi alanları ile ilgili temel mesleki bilgiler ve yabancı dil bilgisinin, düzenlenecek kurslarda verilmesi, İş planları, pansiyon işletmeciliği ve çevre koruma-geliştirme bilincinin hizmet içi eğitimlerle verilmelidir. Hizmet içi eğitimleri vermek üzere Dicle Üniversitesinden destek sağlanılmalıdır. 8. Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye ayırmış olduğu hibe kaynaklar için gerekli başvurular yapılmalı ve proje ofisleri oluşturulmalıdır. Önemli kültürel miras alanlarının onarım ve restorasyonunu amaçlayan ve turizm potansiyelini harekete geçirmeyi öngören olanaklardan faydalanılmalıdır. Bölgesel çekiciliklerin rekabet edebilirliklerini ve çeşitliliğini arttırılması, orta ve küçük ölçekli işletmelere teknik ve danışmanlık yardımlarının sağlanması, yurt içi pazarda talebin arttırılması yönünde çalışmalar yapılmalıdır. 9. Bu tanımlama ve tanıtım için kataloglar, broşür ve kitapçıklar, belgesel tanıtım CD’leri oluşturulmalıdır. 10. Alanda yapılacak rekreasyon çalışmaları dahil tüm üretimler için tasarım rehberi oluşturulmalı, alt yapı hizmetleri düzenlenmelidir. 7. SONUÇ Bilgiye ve kaynaklarına daha kolay ulaşan, küreselleşmenin sonucu farklı kültür ve medeniyetlere ilgi duyan ve turizmi sadece deniz ve sahil olarak düşünmeyen, İslam’ın en önemli kentlerinden biri oma özelliğini her devirde sürdüren Diyarbakır’ı, hem Hıristiyanlık için önemli bir merkez olarak hem de bir ortaçağ İslam kenti olarak gezmek isteyen hedef kitlenin ortaya çıkardığı bu alanı eylem planlarıyla 213 programlayarak, turizm girişimciliğini yerel ekonomik gelişmenin bir motoru yapmak birincil hedef olmalıdır. Yoğun göç baskısıyla, tarihi merkezin bir çöküntü alanına dönüşmesinin en büyük nedenlerinden biri de yoksulluktur. Kentsel ıslah ve sosyo-ekonomik kalkınma faaliyetlerinin uygun bir biçimde yürütülebilmesi için daha önce yapılmış olan Suriçi Koruma Planı’nın Diyarbakır Kültür ve Tabiaat Varlıklarını Koruma Kurul onayını alacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. Tüm çalışmalarda disiplinler arası bir yaklaşım ve kurumlar arası bir işbirliği sağlanarak, bütüncül ve sürdürülebilir uygulamalar için kamu kuruluşları ile sivil toplum örgütleri arasında diyaloglar sağlanmalıdır. Şekil 5. Diyarbakır Sur İçi önerilen turizm alanı ve ulaşım bandı Doğru planlanmış bir turizm rotasıyla beraber; Diyarbakır’ın sahip olduğu tarihi ve kültürel varlıkları, uzman eğiticiler tarafından eğitilmiş ve birer turizm girişimcisi haline gelmiş yerel girişimciler eliyle ekonomiye kazandırılması sağlanmalıdır. Aynı zamanda turizm sektöründe yaşanacak bu hareketliliğin yerel ekonomide yeni istihdam alanlarını teşvik edecektir. Sonuç olarak; Tarihi, kültürel ve kentsel değerlere zarar vermeyecek şekilde doğru bir planlama ve koruma anlayışı ile Diyarbakır kentinin “Kültür ve İnanç” turizmine yönlendirilmesi gerekmektedir. İnanç Turizmi potansiyelini ortaya çıkaracak düzenlemelerle tüm Kentsel Sit alanı değerlendirilerek ülke ve dünya insanlarına bu değerleri tanıma olanağı sunulmalıdır. Ulu cami ve çevresi için tüm kentsel sit alanına örnek teşkil edecek şekilde sokak sağlıklaştırma projeleri hazırlatılmalı, tarihi yapı ile yeni yapı arasında bütünlük sağlanmalıdır. 8. KAYNAKÇA 1. Akın,C,T., ve Yıldırım,M., (2006), Tourıstıc And Envıronmental Impacts Of Hıstorıcal Towns: The Reflectıons Of Spaces In Tradıtıonal Diyarbakır Archıtecture, Http://Www-Sre.Wu-Wien.Ac.At/Ersa/Ersaconfs/Ersa06/Papers/884.Pdf 214 2. Altun, A., (1978), Anadolu’da Artuklu Devri Türk Mimarisi’nin Gelişmesi, İstanbul. 3. Altun, A., (1988), Ortaçağ Türk Mimarisinin Anahatları İçin Bir Özet, İstanbul 4. Aslanapa, O., (1991), Anadolu’da İlk Türk Mimarisi Başlangıcı Ve Gelişmesi, Ankara 5. Arslan, R.,(1999), Diyarbakır Kentinin Tarihi Ve Bugünkü Konumu, Ed.Selahattin Özpalabıyıklar, Diyarbakır Müze Sehir, İstanbul, YKB Yayınları, S:80103 6.Bahçe, A. S.,(2009), “Kırsal Gelişimde Kültür (Mirası) Turizmi Modeli”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 25, Aralık 2009, ss:1-12 7. Beysanoğlu, Ş., (1990), Anıtları Ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi, C. 1, Ankara 8. Beysanoğlu, Ş., (1995), “Diyarbakır Tarihine Genel Bir Bakış”, Kültür Ve Sanat 28, Ankara, S. 5-9 9. Beysanoğlu,Ş,(1999), “Kuruluşundan Günümüze Kadar Diyarbakır Tarihi”. Ed.Selahattin Özpalabıyıklar, Diyarhakır Müze Sehir, İstanbul, Yky Yayınları, S:38-79 10.Bizbirlik, A.,(2002), 16.Yüzyıl Ortalarında Diyarbekir Beylerbeyliğinde Vakıflar.,Ttk Yayınları, .Ankara. 11. Erdem, A.,(2006) Stratejik Yönetim Ve Kamu Örgütlerine Uygulanabilirliği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Dalı,İçel. 12. Gabriel, A.,(1993), Diyarbakır Surları, Çev. Kaya Özsezgin, Diyarbakır Tanıtma, Kültür Ve Yardımlaşma Vakfı Yayını:4 13. Göyünç, N.,(1994), Diyarbakır Maddesi, Dia, Cilt 9, S:464-469 14. Hacıoğlu, N.,(2011),Türkiye’de İnanç Turizminin Geleceği, Standart Ekonomik ve Teknik Dergi, Yıl:50, Sayı:591, Ağustos, Ss:26-33. 15. MEGEP,(2007), Konaklama Ve Seyahat Hizmetleri Alanı Çerçeve Öğretim Programı, Ankara. 16. Konyar, B., (1936 a), Diyarbekir Tarihi, C. I, Ankara 17. Konyar,B., (1936 b), Diyarbekir Kitabeleri, C. II, Ankara 18. Korkusuz , M, Ş.,(2003) Seyahatnamelerde Diyarbekir, İstanbul 19.Kuruyazıcı, H., (1997), Diyarbakır Maddesi, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi,1.Cilt, Yem Yayınları, İstanbul, Ss: 461-463 20. Melek. A, Ve Demit A., (2009), Dini Değerleri İle Diyarbakır, Diyarbakır İl Müftülüğü Yayınları,Diyarbakır 21. Özbek, A. Özönen,H., Aksoy, M.A., Çelebi,Z., (2010), Karacadağ Kalkınma Ajansı Diyarbakır-Şanlıurfa (Trc2) Bölgesi Kültür Ve Turizm Mevcut Durum Raporu. 22. Özdoğan, A.,(1999), “Ergani Ovası’nın Yazılı Olmayan Tarihinden Bir Yaprak.: Çayönü”. Ed.Selahattin Özpalabıyıklar, Diyarbakır Müze Sehir, İstanbul, YKB Yayınları, Ss:10-25 215 23. Öztürk, M.,(2009), Tarihi Seyrin Şehirlerin Fiziki Ve Sosyal Yapısına Etkileri Üzerine Bazı Tespitler, Gefad, Sayı 4 Ss: 626 – 640 24. Parla, C., (1990) Türk Slam Şehri Olarak Diyarbakır, (Hacettepe Üniversitesi Sos. Bil. Enst. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara. 25. Parla, C., (2004)“Osmanlı Öncesinde Diyarbakır: Kente Hakim Olanlar Ve Bıraktıkları Fiziksel İzler”, 1. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu 20-22 Mayıs 2004 Bildiriler, Diyarbakır, S. 247-283 26. Pırlanta, İ.,(2010), Ortaçağ İslam Şehirlerinde Mahallelerin Oluşumu (Nişabur Örneği) İ.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi Güz 2010/ 1(2) S:133-147 27. Sözen, M., (1971), Diyarbakır’da Türk Mimarisi, İstanbul 28. Sözen, M., (2011), “Ortaçağın Eğitim Ve Bilim Merkezi Diyarbakır” Ed. İrfan Yıldız, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, Diyarbakır Valiliği Yayınları, Ss:10-13 29. Şeraiti, A., (2006), Dine Karşı Din, İşaret Yayınları, İstanbul. 30. Tuncer, O, T,. (1995), “Diyarbakır Anıtları”, Kültür Ve Sanat 28, Ankara, S. 12-17 31. Tuncer, O, T,. (1996), Diyarbakır Camileri Mukarnas Geometri Orantı, Ankara 32. Türkiye Turizm Stratejisi (2023), Kültür Ve Turizm Bakanlığı Ankara, 2007 33. TÜRSAB,( 2006) Ar-Ge Departmanı, Mayıs. 34. Uslu, A., Kiper,T., (2006), “Turizmin Kültürel Miras Üzerine Etkileri: Beypazarı/Ankara Örneğinde Yerel Halkın Farkındalığı” Tekirdağ Ziraat Fakültesi Dergisi 3 (3) ss:305-314 35. Ünalan,S,. (2004), Mervanoğulları Döneminde Diyarbakır, I. Uluslar Arası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu Bildirileri (2022 Mayıs), Diyarbakır 2004, Ss. 169-188. 36. Yavuz,A.T.,(2011), “Osmanlı Döneminde Diyarbakır Hanları”, Ed. İrfan Yıldız, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, Diyarbakır Valiliği Yayınları, S:141 37. Yıldız,Z., Ve Kalağan,G., (2008), “Alternatif Turizm Kavramı Ve Çevresel Etkileri”, Yerel Siyaset Dergisi, S.35, Kasım. Ss:42-44 38. Yılmazçelik,İ,. (1995), XIX.Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır, Ttk Yayınları, Ankara 39. Yılmazçelik,İ,. (1996), XVIII. Yüzyıl İle XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır Eyaletinin İdari Yapısı Ve İdari Teşkilatlanması, Ankara Üniversitesi Dil Ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt: 18, Sayı: 29, Ss:217-232. 40. Zengin, A., (2010), Eyüp Kentsel Sit Alanının İnanç Turizmi Kapsamında Değerlendirilmesi Ve Yerleşim Dokusunun Korunması Üzerine Bir Araştırma, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Restorasyon Anabilim Dalı, İstanbul. 41. http://www.bilinmeyendiyarbekir.com/sultan_sasa.html 42. http://www.ateliers.org/en/sites/default/files/docschantiers/ KonuAtelier_Diyarbakır_TK.pdf 216 DİYARBAKIR MİNARELERİ Pınar GÜRHAN* ÖZET Camilerin yanında ezan okumak için yapılmış, şerefeli, kule biçimli olarak günümüze gelen minareler, İslam mimarisinde önemli bir yere sahiptir. Namaza daveti simgeleyen bu yapılar inşa edildikleri bölgelere göre doğu ve batı minareleri olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. Bu iki tür minare çeşidinin bir arada görüldüğü örnek şehir şüphesiz Diyarbakır’dır. 639’da Diyarbakır’ın İslam orduları tarafından fethiyle kente İslamiyet yayılmış ve İslamiyet’in sembolü camilerin yapımı hız kazanmıştır. Namaza daveti sembolize eden minarelerde zamanla farklı mimari tarzlarda inşa edilmiştir. Diyarbakır merkezde günümüze ulaşan farklı plan formunda çok sayıda minare bulunmaktadır. İnanoğulları, Akkoyunlular, Büyük Selçukluları ve Osmanlı Dönemlerinden kalma çok sayıda minare örneklerine rastlanmaktadır. Farklı dönemlerden günümüze ulaşan Diyarbakır minareleri hem plan hem de üslup özellikleri bakımında birbirinden ayrılmaktadır. Kentte Ulu Camii Minaresi, Hz. Süleyman Camii Minaresi, Safa Camii Minaresi, Lala Bey Camii Minaresi, Ayni Minare (Hoca Ahmet) Camii minaresi, Kasım Padişah Camii minaresi, Bıyıklı Mehmet Paşa Camii minaresi, Nebi Camii minaresi, Hadım Ali Paşa Camii minaresi, İskender Paşa Camii minaresi, Behram Paşa Camii Minaresi, Melik Ahmet Paşa Camii minaresi, Nasuh Paşa Camii Minaresi, Hüsrev Paşa Medresesi Camii minaresi ve Kurt İsmail Paşa Camii minaresidir. GİRİŞ Güneydoğu Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden biri olan Diyarbakır Önasya’nın önemli yollarının kesiştiği bir yerde kurulmuştur. Tarihin her döneminde büyük uygarlıkların, kültürel ve ekonomik hareketlerin merkezi olarak kabul edilen Diyarbakır’ın, Hurriler’den başlayarak Osmanlılara kadar uzanan yoğun bir tarihi geçmişi olmuştur. Kentte yaşayan medeniyetler, dönemlerine ait izlerle kenti ölümsüzleştirmişlerdir. Müslümanlar tarafından 638 yılında fethedilen Diyarbakır bilhassa Selçukluların gelişi ile kurulan vakıflar sayesinde imar edilmiş ve şehir yeni bir kimliğe bürünmüştür. Diyarbakır’ın İslam orduları tarafından fethiyle kente İslamiyet yayılmış ve İslamiyet’in sembolü camilerin yapımı hız kazanmıştır. İslamiyet’in şehre hâkim olmasıyla dinsel hoşgörüden uzaklaşılmamış, etnik ve dinsel mozaiğini her dönemde korumuştur. Bu nedenle de Müslümanlar, Hıristiyanlar, Ermeniler, Yahudiler ve değişik mezhepler, tarih boyunca Diyarbakır’da birlikte yaşamışlardır. Buna binayen Diyarbakır’da farklı dönemlere ait birçok mabet yapılmış ve bunların çoğu günümüze gelebilmiştir. İslam Mimarisinin çoğunlukta olduğu kentte 7. yüzyıldan itibaren Müslümanların fethiyle beraber bazı kiliseler camiye çevrilmiş ve camii *Sanat Tarihçi (Diyarbakır Valiliği) pgurhan@homail.com 217 yapımına ağırlık verilmiştir. Bu bağlamda Diyarbakır’da yapılan imar faaliyetleri ile halkın her türlü ihtiyacına cevap verecek cami, medrese, han, mescit, türbe, çeşme gibi çeşitli yapılar inşa edilmiştir. Kent bu yönü ile geçmişin izlerini geleceğe taşıyan, geçmişin karanlıkta kalmış olan yanlarını aydınlatarak geleceğe ışık tutan önemli bir kültür şehridir. İslam mimarisinin karakteristik özelliklerini yansıtan camilerin ortaya çıkmasını sağlayan en önemli etken şüphesiz namaz ibadetidir. Namaza daveti simgeleyen minarelerinde İslam mimarisinde önemli bir yeri bulunmaktadır. Minareler, camilerin yanında ezan okumak için yapılmış, şerefeli, kule biçimli, caminin bir elemanı olan yüksek yapılardır(Sözen - Tanyeli, 1994, s.162). Arapça ışık anlamında “nur” kökünden türetilen Menar kelimesi, ışık yeri, fener kulesi, yol işaretleri anlamlarına gelmektedir (Gündüz,2005,s.98). İslamiyet’in hızla yayılması ve fethedilen şehirlerde Müslüman sayısının artmasıyla ezanı daha geniş çevreye duyurmak amacıyla yüksek kulelere ihtiyaç duyulmuş ve minare mimarisi ortaya çıkmıştır. Güneydoğu Anadolu Bölgesinin önemli merkezlerinden olan Diyarbakır’da farklı dönemlerde yapılan zengin bir minare mimarisi bulunmaktadır. Kentte minareler kare ve silindirik planlı olarak iki farklı formda inşa edilmiştir. Bu bakımdan İslam dünyasının özellikle batı bölgelerinin (Suriye, Mısır, Kuzey Afrika, İspanya) ( Kılavuz, 2006, s.309) etkisinde kalınarak yapılan kare formlu; doğu bölgelerinin etkisinde kalınarak yapılan (İran, Irak, Orta Asya, Hindistan, Afganistan) (Eyice,1997,s.329) silindirik formlu olmak üzere iki ana minare biçimi Diyarbakır’da tespit edilmektedir. Kentte iki farklı plan tipinin ortaya çıkmasında yol güzergâhı üzerinde olmasından kaynaklanan coğrafi ve tarihi konumu etki olmuştur. Bu Minareler; Ulu Camii Minaresi, Hz. Süleyman Camii Minaresi, Safa Camii Minaresi, Lala Bey Camii Minaresi, Ayni Minare (Hoca Ahmet) Camii Minaresi, Kasım Padişah Camii Minaresi, Bıyıklı Mehmet Paşa Camii Minaresi, Nebi Camii Minaresi, Hadım Ali Paşa Camii Minaresi, İskender Paşa Camii Minaresi, Behram Paşa Camii Minaresi, Melik Ahmet Paşa Camii Minaresi, Nasuh Paşa Camii Minaresi, Hüsrev Paşa Camii Minaresi ve Kurt İsmail Paşa Camii Minaresidir. Ulu Camii Minaresi Şehrin merkezinde Camii Kebir Mahallesinde yer alan yapı, şehirde bulunan tarihi camiler içinde en büyüğü ve en ünlüsüdür. Ulu Cami, Anadolu’nun ilk ve en eski camilerindendir. 639 yılında Hz. Ömer döneminde Diyarbakır’a egemen olan Müslüman Araplar tarafından şehrin merkezindeki en büyük mabed, Martoma Kilisesi’nin camiye çevrilmesiyle oluşturulmuştur. Ulu camii uzun bir süreç içinde onarımlar ve eklemelerle bugünkü halini almıştır. Cami sadece ibadet kısmından ibaret olmamakta adeta bir yapılar topluluğu olarak karşımıza çıkmaktadır. Her gelen medeniyet yeni eklemeler yaparak kendinden izler bırakmıştır. Yapı topluluğunda iki cami (Şafiiler ve Hanefiler Bölümü), iki 218 medrese (Mesudiye ve Zinciriye), Doğu-Batı Maksuresi, abdesthane, minare ve bütün bu yapılar topluluğunun ortasında büyük dikdörtgen bir avlu bulunmaktadır. Anadolu’nun ilk ve en eski camisi olan Ulu Cami minaresi kare planlı bir kule gibi yükselmektedir. Minare, caminin kıble duvarının batısında, cepheden taşırılarak yerleştirilmiştir. Kare gövdeli minareler grubuna giren minarenin kaidesi kareye yakın 4.18x5.08 ölçülerindedir. Kıble duvarına bitişik olarak inşa edilmiş minarede tamamen kesme bazalt taş kullanılmış yer yer kitabelerde kalker taşı görülmektedir. Minare gövdesi yazı kuşaklarıyla beş bölüme ayrılmıştır. Çiçekli kufi yazı tipinin kullanıldığı kitabelerde caminin geçirdiği onarımlar anlatılmaktadır. Bu kitabeler dekoratif özellikleri öne ayrılmıştır. çıkan yazı kuşakları halinde yerleştirilmiştir. Kuşakların dışında süsleme, kenarlardaki madalyonlardan ibarettir. Boş alanlar hatayi, kıvrık dal, palmet ve rumi motifleriyle doldurulmuştur. Kare planlı şerefe taş korkuluklarla dört yönden çevrelenmiştir. Minarenin şerefe kısmının altının dört ayrı cephesinde görülen yaklaşık 0.50 x 0.84 ölçülerindeki pencereler minareyi büyük oranda hareketlendirmiştir. Kare planlı minarenin silindirik formlu petek kısmı kurşun konik külahla kaplanmış külahın üzeri ise üç küplü ve hilalli âlemle sonlanmaktadır. Yıldırım düşmesi sonucu yıkılan minarenin 1255 yılında onarıldığı bilinmektedir. Hz. Süleyman Camii Minaresi Ulu Camii Minaresi, Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan Cami, Diyarbakır Merkez Cevat Paşa Mahallesinde, İç Kalenin güney kenarında yer almaktadır. Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından 1155-1160 yılları arasında yaptırılan Hazreti Süleyman Camii; Kale Cami ve Meşhed Camii olarak bir çok isimle anılmaktadır. Hz. Ömer döneminde Diyarbakır’ın fethinin buradan başlaması ve caminin bitişiğinde Osmanlılar döneminde yapılan Halid Bin Velid’in oğlu Süleyman ile Diyarbakır’ın Araplar tarafından alınışı sırasında şehit düşen diğer sahabelerin burada yattığı Meşhedin bulunması nedeniyle bu yapı halk tarafından ziyaretgâh olarak kullanılmaktadır. Caminin kuzeydoğusunda yer alan kare planlı minaresi üzerindeki kitabeler, cami hakkında bilgiler sunmaktadır. Kare plan şemasında inşa edilen minare adeta bir kule gibi yükselmektedir. Minareye giriş düz atkı kemerli kapıyla 3.40m.x 3.40 m. ölçülerindeki kare planlı kaide kısmından sağlanmaktadır. Kaidenin ölçülerinde yukarı doğru yükselen gövde yazı 219 kuşaklarıyla beş bölüme Tamamen düzgün bazalt taş kullanılarak inşa edilen minare de yer yer kalker taşına da rastlanılmaktadır. Beyaz kalker taşı üzerine sülüs yazı kullanılan kitabelerde harflerin araları Rumi ve palmetlerin işlendiği kıvrık dallarla hareketlendirilmiştir. Kitabeler yarım oluk ve düz bir silme ile üç yönden çevrilmiştir. Oldukça sade görünen minare adeta bir çan kulesini andırmaktadır. Minarenin şerefe kısmının altının dört ayrı cephesinde görülen yaklaşık 0.50 x 0.84 ölçülerindeki pencereler minareyi büyük oranda hareketlendirmiştir. Kare planlı minarenin silindirik formlu petek kısmı kurşun külahla kaplanmış külahın üzeri ise üç küplü ve hilalli alemle sonlanmaktadır. Hz. Süleyman Camii Minaresi Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan Nebii Cami Minaresi Halk arasında Peygamber Cami olarak bilinen yapı, Akkoyunlu Dönemine ait bir eser olup XV. Yüzyıldan kalma taşla örtülü tek kubbeli bir camidir. Yapı, İnönü Caddesi üzerinde Dörtyol Kavşağında bulunmaktadır. Caminin minaresi kare planlı olarak inşa edilmiştir. Minare dört köşeli olduğundan adeta bir kule gibi görünmektedir. Bir sıra siyah bazalt bir sıra beyaz kalker taşın kullanıldığı minare yer yer süslü yazı kuşaklarıyla bezenmiştir. Minare külaha kadar tamamen düzgün kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir. Kaideden şerefeye kadar bir sıra bazalt bir sıra beyaz kalker taş malzeme kullanılarak örülmüştür. Caminin minaresinde Peygamber Efendimizin hadislerinin geçtiği çok sayıda kitabe bulunduğundan camiye Nebi ve Peygamber isimleri verilmiştir. Minare gövdesini dolanan celi sülüs hatlı Arapça dört yazı kuşağı bulunmaktadır. Bunlardan birincisi kaide kornişinin altında, diğer üçü gövdenin birinci bölümündedir. Kitabelerden kaidedeki birinci kuşak ve gövdede yer alan dördüncü kuşağın kuzey kanadı inşa hakkında bilgi verirken diğerleri ayet ve hadislerden oluşan dini metin içeriklidir. Minare dışarıdan piramidal külahla Nebi Camii Minaresi örtülüdür. Külahın üzerinde üç küplü ve hilalli Fotoğraf: Kenan Haspolat’tan’ 220 âlem bulunmaktadır. Minare cadde genişletme amacıyla 1955 yılında yıktırılarak avlunun doğu girişinin güneyinden kaldırılmıştır. 1960 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından taşları numaralandırılarak aslına uygun şekilde bugünkü yerine yapılmıştır. Dört Ayaklı Minare ‘Şeyh Mattar Camii Minaresi’ Yapı Özdemir Mahallesinde, Balıkçılarbaşı’dan Yenikapı’ya uzanan yolun güneyinde bulunmaktadır. Şeyh Mutahhar’ın mezarının bulunduğu arsa üzerine yaptırıldığından Şeyh Mutahhar adını almıştır. Akkoyunlular döneminde 1500 yılında Sultan Kasım zamanında yaptırılan cami daha çok minaresiyle ün yapmıştır. Camide tek kitabe minare üzerindedir. Kitabeden minarenin 1500 tarihinde Sultan Kasım zamanında Hacı Ömer oğlu Hacı Hüseyin tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. (Beysanoğlu, 1996, s.459) Dört Ayaklı minaresi ile Anadolu’nun tek minare örneğidir. Bu minarenin dört ayağı 4 İslam mezhebini simgelemektedir. Bazalttan 4 sütun üzerine yükselen bir mühendislik harikasıdır. Minare, caminin yaklaşık 4.50 m uzaklıkta bağımsız olarak yükselmektedir. Kare gövdeli olan minare adeta bir kule gibi yükselmektedir. Gövdede celi sülüs hatlı Arapça iki yazı kuşağı bulunmaktadır. Yazı kuşakları dini içerikli olup, Azhap Süresinden ayetler yer almaktadır. Kare plan şemasında inşa edilmiş minarenin üst kısmı silindirik ve konik külahla son bulunmaktadır. Oldukça sade tasarlanan gövde kısmı üç silmeyle dört bölüme ayrılarak hareket sağlanmıştır. Siyah bazalt taşın hâkim olduğu yapıda yer yer beyaz taş kullanılarak minareye hareketlilik katılmıştır. Yerli ve yabancı çok sayıda turisti çeken minarenin altından yedi defa geçenin dilekleri kabul olunur inancı halk arasında bilinmektedir. Camii Minaresi Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan 221 Parlı (Safa) Minaresi Diyarbakır Merkez, Safa Camii Mahallesinde Melik Ahmet Paşa Cami’nin kuzeydoğusunda, Ulu Camii’nin güneybatısında yer almaktadır. Caminin giriş kapısında Diyarbakırlı Abdurrahman oğlu Hacı Hüseyin tarafından 1532 tarihinde onarıldığına dair kitabe bulunmaktadır. Caminin Şah İsmail’in dedesi Şeyh İbrahim Safi’nin oğlu Şeyh Cüneyt’in isteği üzerine Uzun Hasan tarafından XV. Yüzyılın ortalarında yaptırıldığı kabul edilmektedir (Tuncer, 1996, s.85). Yapı kendisinden çok minaresiyle ün yapmıştır. Minare, caminin yaklaşık 3.00 m kuzeydoğusunda bağımsız olarak yükselmektedir. 3.20 x 3.20 ölçülerinde kare kaideli inşa edilen silindirik gövdeli minare tek şerefelidir. Anadolu’daki tarihi camilerde pek görülmeyen minare türüdür. Zengin taş işçiliğinin kullanıldığı süsleme ve kufi yazılarla donatılan tek şerefeli minarenin gövdesi silindirik olup yapımında beyaz taş kullanılmıştır. Silindirik formlu gövde, yatay kuşaklarla ve süsleme gruplarıyla üç bölüme ayrılmıştır. Yazı kuşaklarında minarenin tarihçesiyle ilgili bilgi verilmemiş dini içeriğe yer verilmiştir. Kenarları yarım oluklu silmeyle yumuşatılmış burma silmeli iki bilezikle sınırlandırılmıştır. Celi Sülüs hatlı kuşaklardan alttakinde Hac Süresinin 27. Ayeti, Fussilet Süresinin 33. Ayeti ve Neml Süresinin 93. Ayeti; üsttekinde Cuma Süresinin 9. ve 10. ayetleri yazılıdır (Kılavuz, 2011, s.567). Minarenin inşasında kullanılan malzemeler içerisine karıştırılan bir bitkiden çıkan mistik kokudan dolayı camiye “Parlı” yani “Kokulu” cami de denilmektedir. Kentteki silindirik gövdeli minareler içinde süslemenin en yoğun kullanıldığı örnek olan Safa Camii minaresinin siyah bazalt taş kullanılan kare kaidesinin kenarlarına makili yazı panoları yerleştirilmiştir. Kaidenin üst kesimindeki geometrik kuşak çini kakma tekniğiyle renklendirilmiştir. Kalker üzerine kakılan firuze sırlı çini parçalar Parlı Safa Camii Minaresi Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan’ 222 süslemeye daha da zengin bir görünüm kazandırmaktadır. Bu kuşak sonraki dönemlerde kentteki Osmanlı yapılarından biri olan Melek Ahmet Paşa Camii minaresinde aynen tekrar edilmiştir. Kaideden başlamak üzere külahına kadar kufi ve nesih yazılar, değişik biçim ve desenlerle bezelidir. Minaresindeki işlemelerden ötürü Anadolu’nun en zarif minaresine sahip bir camiidir. Parlı Safa Camii Minaresi Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan’ Lale Bey Camii Minaresi Yapı Lala Bey Mahallesinde, Melek Ahmet Caddesinin güneyinde yer almaktadır. Üzerinde kitabe bulunmamasından ötürü yapıyla ilgili tarihlendirmeye varılamamaktadır. Plan ve mimari özelliklerine bakılarak XV. yüzyıl’ın sonu, XVI. yüzyıl’ın ilk çeyreğine tarihlendirilmektedir. Eğil Beylerinden Kasım Bey tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir (Tuncer, 1996, s.85). Caminin minaresi, kuzeybatı köşede, son cemaat yerinin batı cephesinde yer almaktadır. Kare kaideli, silindirik gövdeli, tek şerefeli minareler grubunda yer alan minarenin doğu cephesinden giriş sağlanmaktadır. Kare kaidenin kuzey, batı ve güney cephelerinde makili yazılı birer kare pano yer almaktadır. Kuzey panoda, kabartma tekniğinde, dört yönde tekrarlanmış “Muhammed” yazılıdır (Kılavuz, 2011, s.569). Doğu cephede düz atkı taşlı çatı kapısı vardır.Kare kaideyi tamamlayan gövde silindiriktir. İki şeritli geometrik geçme motifli kuşak bileziğin altında gövdeyi dolanmaktadır. Minare tamamen düzgün kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir. Kaidenin kuzey cephesi son cemaat yeri kemerlerinin üzengi seviyesine, diğer cepheler cami beden Kare kaideyi tamamlayan gövde silindiriktir. İki şeritli geometrik geçme motifli kuşak bileziğin altında gövdeyi dolanmaktadır. Minare tamamen düzgün kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir. Kaidenin kuzey cephesi son cemaat yeri kemerlerinin üzengi seviyesine, 223 diğer cepheler cami beden duvarları yüksekliğine kadar bazalt taş malzemeyle, kuzey cephenin üst bölümü ve diğer cephelerin son dört taş sırası bazalt ve açık renkli kalker taşıyla ardışık olarak örülmüştür. Tek şerefeli olan minarenin şerefe altında bir sıra mukarnas kuşağı yer almaktadır. Petek kısmı silindirik devam etmekte ve bu kısım kurşun kaplı konik bir külahla örtülmektedir. Minare üç küp ve hilalle sonlanmaktadır. Lale Bey Camii Minaresi Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan Hoca Ahmet (Ayni Minare) Camii Minaresi Camii, Abdaldede Mahallesinde, Behram Paşa Camii’nin güneyinde yer almaktadır. Cami önce mescit olarak yapılmış daha sonra camiye dönüştürülmüştür. Vakfiyesine göre, Şirazlı Hacı Ahmet tarafından 1499 tarihinde inşa ettirilmiştir (Kılavuz, 2011, s.571). yapı kendisinden çok minaresiyle ün yapmıştır. Halk arasında Ayni Minare Camii adıyla anılmaktadır. Caminin minaresi, yapının kuzeydoğusunda, avlu girişinin kuzeyinde, avlunun köşesinde bağımsız olarak yükselmektedir. Kare kaideli olan minare çokgen gövdeli olarak inşa edilmiştir. Bu yönüyle Diyarbakır’daki diğer minarelerden ayrılmaktadır. Çokgen gövde tek şerefeyle hareketlendirilmiştir. 2.43 m. x 2.43 m. Ölçülerinde planlanmış olan kare planlı kaidenin batı cephesinde minare girişi bulunmaktadır. Gövde her kenarı 1.00 m. uzunluğunda sekizgen 224 planlıdır. Sade yükselen gövde kaval silmeyle üstten sınırlandırılarak şerefeye geçiş yapılmıştır. Petek kısmı silindirik devam etmekte ve bu kısım kurşun kaplı konik bir külahla örtülmektedir. Minare üç küp ve hilalle sonlanmaktadır. Hoca Ahmet Camii MinaresiFotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan’ Fatih Paşa Minaresi Yapı Fatih Paşa Mahallesinde yer almaktadır. Kurşunlu Camii, Fatih Paşa Camii ve Bıyıklı Mehmet Paşa Camii adlarıyla da anılan cami, Diyarbakır’ın ilk Osmanlı yapısı olması açısından oldukça önemlidir. 1516-1520 yılları arasında, dönemin Diyarbakır Valisi Bıyıklı Mehmet Paşa döneminde yaptırılmıştır (Sözen, 1971, s.65). Caminin minaresi son cemaat yerinin sağında yer alır. Minare klasik, tek şerefeli ve yalın görünüşlüdür. 3.10x 3.10 ölçülerindeki kare planlı kaide tamamen siyah bazalt taş kullanılarak inşa edilmiştir. Kaidenin cephelerinde yer alan dikdörtgen süslemeler, makili yazılı kare yazı panoları, çerçeveler dikkatleri üzerine çekmektedir. Kare kaidenin kuzeyinden minareye giriş sağlanmakta olup bu kısım mukarnas kavsaralı bir niş içindedir. Gövde kısmı ise Klasik Osmanlı minarelerine uygun olarak silindirik gövdeli, tek şerefeli yapılmıştır. Sade tutulan gövde kısmı şerefe altındaki mukarnas sıralarıyla hareketlilik sağlanmıştır. Minare dışarıdan sekizgen piramidal külahla örtülüdür. Minare üç küp ve hilalle sonlanmaktadır. Tamamen düzgün kesme taş malzemeyle inşa edilen minare Osmanlı Dönemi Minare Mimarisini yansıtmaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 2004 yılında pabucuna kadar tamamen sökülerek restore edilmiştir. Fatih Paşa Camii Minaresi Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan’ 225 Hüsrev Paşa Minaresi Yapı 1521-1528 yılları arasında Diyarbakır’ın 2. Valisi Hüsrev Paşa tarafından Cemal Paşa Mahallesinin Mardin Kapı Semtinde, Deliller Hanı’nın doğusunda yaptırılmıştır. Yapı ilk yapıldığı dönemde medrese olarak inşa edilmiştir. Medresenin dershane bölümündeki mescidin cami olarak kullanılması üzerine 1729 yılında yapıya minare eklenmiştir. Minare, medresenin giriş kapısının batısında, helâ bölümünün doğu cephesindedir. Caminin minaresi, siyah bazalt taştan, tek şerefelidir. Kare kaide üzerine yükselen minarenin gövdesi silindirik plan şemasında yapılmıştır. Kaide üzerinde yer alan dikdörtgen panoların içinde kitabe bulunmaktadır. Diyarbakır’daki diğer Osmanlı minarelerinden farklı olarak gövde kısmında siyah bazalt taş kullanılmıştır. Gövde dört sıra beyaz taştan bitkisel ve geometrik kompozisyonlu yatay bordürlerle hareketlendirilmiştir. Kuşak şeklinde yer yer geçen bordürlerde minareyi ilgi çekici kılmıştır. Minare konik külah ve üç boğumlu âlemiyle sonlanmaktadır. Minare dışarıdan konik külahla örtülüdür. Külahın üzerinde iki küplü, bir hilalli âlem bulunmaktadır. Minare tamamen düzgün kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir. Hüsrev Paşa Camii Minaresi Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan’ 226 Hadım Ali Paşa Camii Minaresi Dönemin Diyarbakır Valisi Hadım Ali Paşa tarafından 1534-1537 tarihleri arasında inşa edilen Hadım Ali Paşa Cami, Ali Paşa Mahallesinde yer almaktadır. İki camisi, medresesi ve hamamdan oluşan bir külliyedir. Caminin minaresi silindirik gövdeli klasik tek şerefelidir. Minare caminin güneydoğusuna, camiden ayrı bir yerde tek başına yükselir. Minareye, kaidenin batı cephesinde, avlu zemininden 1.05 m. yükseklikte yer alan düz atkı taşlı kapıyla giriş sağlanmaktadır. 2.93 x 2.93 ölçülerindeki kaidesi kare planlıdır. Tamamen siyah bazalt taş kullanılarak inşa edilen kaide kısmına batıdan düz atkı kemerli bir girişle sağlanmaktadır. Gövde kısmı beyaz kalker taş kullanılarak oldukça sade yükseltilmiştir. Şerefe kısmı Diyarbakır’daki Osmanlı minareleri gibi süslü tutulmamış oldukça yalın bırakılmıştır. Gövdedeki sadeliği şerefe ve şerefe korkuluklarındaki bir sıra beyaz bir sıra siyah taş dizgisi bozmaktadır. Minare tamamen düzgün kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir. Şerefe korkulukları ardışık olarak bazalt ve açık renkli kalker taşla yapılmıştır. Şerefe altında yer alan bir sıra bordür sırasında minare ilk yapıldığı dönemde çini tabakalarının olduğu bilinmektedir. Bu çini tabakalar günümüze ulaşmamıştır. (Beysanoğlu, 1996, s.559) Minareye giriş sadece kaide kısmından değil gövdeden sonradan açılmış bir kapıyla sağlanmaktadır. Camiden ayrı bir yerde yükselen minare, dışarıdan konik külahla örtülüdür. Külahın üzerinde iki küplü, bir hilalli âlem bulunmaktadır. Hadım Ali Paşa Camii Minaresi Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan’ İskender Paşa Camii Minaresi 1551-1554 yılları arasında Diyarbakır’ın 12. Osmanlı Valisi İskender Paşa tarafından yaptırılan cami İskender Paşa Mahallesinde yer almaktadır. Caminin minare üzerinde yapım tarihi ile ilgili kitabe bulunmamakta mimari özelliklerine göre camiyle birlikte inşa edildiği düşünülmektedir. (Beysanoğlu, 1996, s.559) Caminin minaresi Diyarbakır’daki Osmanlı minare mimarisine uygun şekilde inşa edilmiştir. Kuzey doğuda, doğu yöndeki hücreye bitişik olan minare klasik tek şerefeli, yalın görünüşlüdür. 2.97 x 2.97 ölçülerindeki kaidesi kare planlıdır. Tamamen siyah bazalt 227 taş kullanılarak inşa edilen kaide kısmına kuzeyden düz atkı kemerli bir girişle sağlanmaktadır. Kaidenin üç tarafında beyaz taştan içleri boş panolar göze çarpar. Panoların çevresini dış bükey bir çerçeve sarmaktadır. Minare kare bir kaide üstüne silindirik olarak yükselmektedir. Tek şerefeli minarenin şerefe altı mukarnaslarla hareketlendirilmiştir. Minare tamamen düzgün kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir. Kaidede bazalt, pabuçtan itibaren açık renkli kalker taş malzeme kullanılmıştır. Şerefe tabanı da bir sıra bazalt taşla yapılmıştır. Dışarıdan konik külahla örtülen minare iki küplü, bir hilalli âlemle sonlanmaktadır. İskender Paşa Camii Minaresi Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan’ Melek Ahmet Paşa Camii Minaresi 1587-1591 yılları arasında Diyarbakır Valisi Melik Ahmet Paşa tarafından Melik Ahmet Paşa Mahallesinde yaptırılmıştır (Yılmazçelik, 1995, s.64). Caminin minaresinin üzerinde kitabe bulunmamaktadır. Mimari özelliklerine göre camiyle birlikte 1587-1591 yılları arasına tarihlendirilmektedir. Minare kare kaideli, silindirik gövdeli tek şerefeli olarak inşa edilmiştir. Caminin kuzey yönündeki merdivenin sağında bulunan minare, camiden ayrı olarak yapılmış. 3.03 x 3.03 ölçülerindeki kaidesi kare planlıdır. Kaide kısmındaki firuze renkli çinileri ve taş işçiliğiyle dikkatleri üzerine çekmektedir. Minaredeki taş dekorasyon oldukça ilgi çekicidir. Kaidenin dört tarafında beyaz taştan içi geometrik ve bitkisel motiflerle süslenmiş panolar göze çarpar. Panoların üstünde kaidenin dört tarafını çevreleyen yine beyaz taştan iç içe geçmiş çok kollu yıldızlar içinde kabaralar bulunan bir sıra bordür görülür. Bordürdeki gök mavisi çiniler dikkatleri minare üzerinde toplar. Kuzey cephede minare girişi yer almaktadır. Basık kemerli kapı sivri kemerle kuşatılmış mukarnas kavsaralı dikdörtgen niş içine yerleştirilmiştir. Silindirik gövdesi olan minare tek şerefelidir. Şerfe altındaki mukarnas dizileri minarede ki ihtişamı bir kez daha vurgulamaktadır. Minarenin ilgi çekici başka bir özelliği de yarıya kadar iki merdivenli, yarıdan sonra birleşip tek merdivenli olarak devam etmesidir. Klasik Osmanlı minare mimarisini yansıtan Melik Ahmet Paşa minaresi tamamen düzgün kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir. Kaide dikdörtgen süsleme panolarının üst hizasına kadar bazalt, diğer 228 bölümlerde tamamen kalker taş malzeme kullanılmıştır. Dışarıdan konik külahla örtülen minare iki küplü, bir hilalli âlemle sonlanmaktadır. Melik Ahmet Paşa Camii Minaresi Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan’ Behram Paşa Camii Minaresi 1564-1572 yılında Diyarbakır’ın 13. Osmanlı Valisi Behram Paşa tarafından Behram Paşa Mahallesinde yaptırılmıştır (Yılmazçelik, 1995, s.59). Üzerinde kitabe bulunmayan minarenin plan ve mimari özelliklerine bakılarak camiyle birlikte yapıldığı düşünülmektedir. Caminin minaresi son cemaat yerinin batısında yer alır. 3.06 x 3.06 ölçülerindeki kaidesi kare planlıdır. Minareye, kaidenin kuzey cephesinde yer alan basık kemerli kapıyla giriş sağlanmakta ve bu kısım mukarnaslı bir kavsara içinde yer almaktadır. Kaidenin cephelerinde yer alan dikdörtgen süsleme panoları görülmektedir. Panolar içerisinde kesişen altıgenlerden oluşan süslemeler, altı kollu yıldızlar, sekizgen süslemeler yer almaktadır. Klasik formlu inşa edilen minare tek şerefeli silindirik gövdelidir. Silindirik gövdeyle yükselen minare şerefe altında saçaklı mukarnaslarla süslenmiştir. Tek şerefeli minare konik bir külahla sonlandırılmıştır. Minare tamamen düzgün Behram Paşa Camii Minaresi Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan’ 229 kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir. Kaidenin cephelerinde yer alan dikdörtgen süsleme panoları ve çerçeveleri ise beyaz taş malzemeyle yapılmıştır. Minarenin birçok yerinde görülen bu süslemeler adeta abidevi yapıyla bütünleşmektedir. Petek kısmı silindirik olarak devam eden minarenin üzeri konik bir külahla örtülmüş ve minare iki küplü, hilalli bir âlemle sonlanmıştır. Minare 1928 yılında yıldırım düşmesi sonucu hasar görmüş ve 1929 yılında tamir edilmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1998 yılında restore edilmiştir. Nasuh Paşa Camii Minaresi Yapı 1606-1611 yılları arasında dönemin Diyarbakır Valisi Nasuh Paşa tarafından eşi Servinaz Hanım adına yaptırılmıştır (Sözen, 1971, s. 103). Mimarı belli olmayan yapı İç kale yönünden Fatih paşa Mahallesine giden yolda bulunmaktadır. Minare üzerinde inşa tarihiyle ilgili kitabe bulunmamaktadır. Camiyle birlikte yapılmış olduğu düşünülmektedir. Minare, caminin doğusunda kalan avlunun güneyindeki yazlık bölümün güneydoğu köşesinde yer almaktadır. Kare kaideli, silindirik gövdeli, tek şerefeli olarak inşa edilmiştir. 2.70 x 2.70 ölçülerindeki kaide kısmı kare planlıdır. Minareye giriş kuzeyinden mukarnas kavsaralı derin bir nişle sağlanmaktadır.Silindirik formlu gövde kısmı kaval silmelerle hareketlendirilmiştir. Minare tamamen düzgün kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir. Şerefeye kadar bazalt taş malzeme kullanılmıştır. Şerefeden itibaren kalker malzemeyle karşılaşılmıştır. Bu özelliği ile Osmanlı Döneminde yapılan diğer minarelerden ayrılmaktadır. Şerefe altında görülen mukarnas dizileri gövdeye hareket katmıştır. Petek kısmı silindirik olarak devam eden minarenin üzeri konik bir külahla örtülmüş ve minare iki küplü, hilalli bir âlemle sonlanmıştır. Minarenin üst kısmı, 1819 yılındaki olaylar sırasında top mermisi çarpmasıyla yıkılmıştır (Sözen, 1971, s. 103). Yıkılan bölümler caminin 1971 yılındaki onarımı sırasında yeniden inşa edilmiştir. Nasuh Paşa Camii Minaresi Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan’ 230 Kurt İsmail Paşa Camii Minaresi 1869- 1875 yılları arasında Diyarbakır Valisi Kurt İsmail Paşa tarafından kardeşi Meded Bey adına yaptırılan cami Dağ kapı Semtini Seyran tepe Mahallesine bağlayan caddenin batısında, askeriye içinde yer almaktadır (Sözen, 1971, s.111) Caminin tarihi açıdan önemli özelliklerinden biri de Sur dışında yapılan ilk cami olmasıdır. Minarenin üzerinde kitabe bulunmamaktadır. Plan ve mimari özellikleri bakımından camiyle birlikte yaptırılmış olduğu anlaşılmaktadır. Caminin minaresi diğer Osmanlı dönemi camilerinden farklı bir formda karşımıza çıkmaktadır. Minare, caminin kuzeybatı köşesinde beden duvarı üzerinden yükselmektedir. Minareye, caminin içinde ilk pencerenin içinden çıkılmaktadır. Minare tek şerefeli, silindirik gövdelidir. Cami beden duvarına oturtulduğundan kaidesi bulunmayan minare konik bir külahla sonlandırılmaktadır. Minare konik külahla örtülüdür. İki küplü ve ayyıldızlı âlemle minare sonlanmaktadır. DEĞERLENDİRME Dini ve sivil mimari eserleri bünyesinde barındıran Diyarbakır, günümüzde adeta bir açık hava müzesi niteliği taşımakta ve birçok medeniyetin merkezi konumundadır. Diyarbakır’ın İslam orduları tarafından fethiyle kente İslamiyet yayılmış ve İslamiyet’in sembolü camilerin yapımı hız kazanmıştır. İslam mimarisinin karakteristik özelliklerini yansıtan camilerin ortaya çıkmasını sağlayan en önemli etken şüphesiz namaz ibadetidir. Namaza daveti simgeleyen minarelerinde İslam mimarisinde önemli bir yeri bulunmaktadır. Camilerin yanında ezan okumak için yapılmış, şerefeli, kule biçimli olarak günümüze gelen minareler, Diyarbakır’da iki farklı üslupta kendini göstermektedir. Kentte minareler kare ve silindirik planlı olarak iki farklı formda inşa edilmiştir. Bu bakımdan İslam dünyasının özellikle Suriye, Kuzey Afrika ve Emevi etkisinde kalınarak yapılan kare formlu; doğu bölgelerinin etkisinde kalınarak yapılan silindirik formlu olmak üzere iki ana minare biçimi Diyarbakır’da tespit edilmektedir. Diyarbakır’da farklı dönemlere ait olan çok sayıda minare görülmekte bu dönemler İnaloğulları, Akkoyunlu ve Osmanlı döneminin XI-XIX. yüzyılları arasındadır. Diyarbakır’ın İslam devletlerinin Anadolu’da ilk fethettikleri şehirlerden olması kare gövdeli minarelerin bu bölgede yayılmasını sağlamıştır. Hz. Süleyman Camii Minaresi (1160- Nisanoğulları,) Kasım Padişah Camii Minaresi (1501- Akkoyunlu), Nebi Camii Minaresi (1530- Osmanlı), Diyarbakır Ulu Cami Minaresi (1155İnaloğulları, 1849-Osmanlı) kare gövdeli formlarıyla ülkemizde ender görülen minarelerden olmaları açısından önemlidir. Kare kaideli silindirik gövdeli olarak karşımıza çıkan minarelerde yoğun olarak görülmektedir. Parlı-Safa Minaresi (15. yüzyılın ortaları), Lale Bey Camii Minaresi (XV. yüzyıl’ın sonu, XVI. yüzyıl’ın ilk 231 çeyreğine), Hoca Ahmet (Ayni Minare) Camii Minaresi (1499), Fatih Paşa Minaresi (Osmanlı 1516-1520), Hüsrev Paşa Minaresi (Osmanlı 1521-1528), Hadım Ali Paşa Camii Minaresi (Osmanlı - 1534-1537), İskender Paşa Camii Minaresi (Osmanlı 1551-1554), Melek Ahmet Paşa Camii Minaresi (Osmanlı 1587-1591), Behram Paşa Camii Minaresi (Osmanlı 1564-1572), Nasuh Paşa Camii Minaresi (Osmanlı 16061611) kare kaideli silindirik gövdeli minarelere örnektir. KAYNAKÇA -B.N. Kılavuz, ‘Güneydoğu Anadolu’da Kare Gövdeli Minareler’, IX. Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazıları ve Sanat Tarihi Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri, Erzurum, 2006, s.309 -ESİN, Emel, “Minare”, Türk Ansiklopedisi, XXIV, Ankara, 1976 -EYİCE, Semavi “Minare-Anadolu’da Ansiklopedisi, VIII, Eskişehir, 1997 Türk Minareleri”, İslam -KONYAR, Basri, Diyarbekir Kitabeleri, II, Ankara, 1936 1965 -KUBAN, Doğan Anadolu Turk Mimarisinin Kaynak ve Sorunları, İstanbul, -TUNCER, Orhan Cezmi, Diyarbakır Camileri, Ankara, 1996 -YILMAZÇELİK, İbrahim, XIX. Yuzyılın İlk Yarısında Diyarbakır (1790-1840), Ankara, 1995 -ALTUN, Ara, Anadolu’da Artuklu Devri Turk Mimarisinin Gelişimi, İstanbul, 1968 232 DİYARBAKIR KÖPRÜLERİ Ayşegül Ümran ABAKAY * Giriş Köprüler, kimi zaman musikîye konu olur, ağıtlar biçimde; Bazen Yeşilırmak Köprüsü çöker bazen Çarşambayı sel alır. Musıkîde oldukça yer edinen köprülere başka anlamlar da yüklenir; aradaki dostluk köprülerini atmak gibi. Coğrafyaların fizikî olumsuzlukları sebebiyle ulaşımı sağlama amaçlı yapılan köprüler, genelde sıradandır, gelişigüzel yapılmıştır, sanattan uzaktır. Kimi zaman köprüler, sadece ulaşımla sınırlı kalmaz, devrin ihtişamının aynası olur. Bazen hem ulaşım hem de mimarî alanda bir sanat eseri olan köprüler, daima savaş içinde bulunan devletlerin ikmal yollarında vazgeçilmezler arasında yer alır. Kimi zaman akarsuları geçmek kimi zaman da derin vadilerde yolun devamını sağlamak içindir, köprüler. Bazen de Deli Dumrul misali tarihî kahramanların geçenden bir geçmeyenden iki akçe aldığı anlara tanıklık eder Diyarbakır’daki köprüler, yukarıda belirttiğimiz üç özelliğe de sahiptir, adeta. Bu makalemizde Diyarbakır Köprüleri’ni ele alırken alışılmışın dışında bir izleğe başvuracağız. Çünkü bugüne kadar anlatılanlara baktığımızda ifade edilenlerin bazı hususları, tarihî bilgilerle örtüşmekten uzaktır. Bazen rivayetler bazen akademisyenlerin açıklaması, tashihe muhtaç konumdadır. Bu makalede özellikle Dicle, Ambar Çayı, Malabadî ve Haburman Köprüsü üzerinde durulacak ve diğer köprüler hakkında kısa bilgiler verilecektir. Dicle Köprüsü Diyarbakır’ın en önemli ulaşım alanındaki köprüsü Dicle Nehri üzerine kurulan köprüdür. “On Gözlü” olarak anılmasının yanında Silvan’a geçişi sağladığı için de “Silvan Köprüsü” olarak adlandırılır. Dicle’ye vurulan altın gerdanlık misali, yüzlerce yıla tanıklığın işaretidir, bu köprü. Yaptığımız araştırmalarda Dicle Köprüsü’nün yapımı için çok şeyler söylendiğini öğreniyoruz. Bu köprünün Kırklar Dağı’ndaki Kiliseye ulaşımı kolaylaştırma için yapıldığı söylenir. Bunu kabullenmek mümkün değildir. Çünkü şehrin Dicle’yle böldüğü topraklara tek bağlantı noktası bu köprüdür. *Arkeolog 233 Fotoğraf 1. Dicle Köprüsünün Havadan Görünümü Bu köprünün Mervanî yapısı olduğunu belirten ve bu doğrultuda fikir beyan eden yazarlar, bu köprünün 1065 yılında onarıldığını bilmelidir. Nihayetinde köprünün Diyarbakır Kalesi’nin Roma Dönemi’nde genişletilmesiyle mevcut olan köprünün daha da güçlendirilmesiyle meydana getirildiği söylenebilir. Köprünün mevcudiyetine dair önemli olan en önemli tesbit, bu köprünün Bizans İmparatoru Juannes Tzimiscés tarafından Şehri kuşatma esnasında yardımın gelmemesi için yıktırılmasıdır. Köprünün en son onarımı Mervanî hükümdarı Nizamüddevle Nasr zamanında yapılmıştır. (Hicri 457 Miladi 1065) Köprünün ayakları arasındaki yapı farklılığı da köprünün tadilattan geçtiğini ve onarımda yapılan kitabeler de bunun göstergesidir. Bu köprü, Mervanî zamanına kadar yapılmamış ise “Dicle’den karşı karşıya geçişler nasıl olmuştur?” sorusu da cevapsız kalır. Çünkü oldukça gereken bir yapı olan bu köprünün mevcudiyeti, en azından iki bin yıllık bir zaman dilimine endekslenebilir. Diyarbakır Kalesi’ni inşâ edenlerin, on gözden oluşan bir köprüyü yapmamaları düşünülmez. Aynı zamanda Diyarbakır-Eğil Eski Ticaret Yolu’nda Roma Yapısı Köprü, o devrin bir örneğidir. Fotoğraf 2. Esfel Bahçeleri Dicle Nehri Kırklar Dağı ve On Gözlü Köprü 234 On Gözlü Köprü, ağır tonajlı iş makineleri ile kamyonların geçişi sebebiyle yer yer tahrip olduğu için yakın zamanda Büyükşehir Belediyesi tarafından yeni bir köprünün yapılmasıyla ulaşıma kapatılmış, turistik bir çehreye büründürülen çevrede tarihî eser olarak turizme açılmıştır. Yapılan Dicle Projesi faaliyete geçtiği zaman köprünün konumu, turizm yönünden daha bir önem kazanacaktır (1). Dicle Köprüsü için incelediğimiz 2000’e Beş Kala isimli 1995 İl Yıllığı’nda verilen bilgi, sadece iki cümleden oluşmaktadır: On gözlü köprü de denir. Üzerindeki kitabesinde Hicri 457 (Miladî 1065 yılında) inşa edildiği yazılıdır”(2). Niebur, Dicle Köprüsü hakkında şu açıklamayı yapar: Köprünün çok eski olduğu ve 1065 ‘de köprüyü onaran Nasr’dan önce de mevcut olduğu kanısındadır. M. Van BERCHEM ile Albert GABRIEL, köprünün antik çağ eseri olduğunu ileri sürer. Zaman zaman bu köprü, şehri kuşatan kuvvetler tarafından yıktırılmış, düşman kuvvetleri çekildikten sonra köprü yeniden onarılmış ya da inşa olunmuştur. Son defa, şehrin Bizans İmparatoru Juannes Tzimiscés tarafından 974 yılında kuşatılması sırasında yıktırıldığı bilinmektedir. Köprünün günümüze kadar gelen son yapım ve onarımı Mervanoğlu Nizamüddeevle Nasr’ın buyruğu üzerine, H. 457 (M. 1065) tarihinde yapılmıştır. Fotoğraf 3.Ulaşıma Açıkken On Gözlü Köprüden Geçen Ağır Tonajlı Araçlardan Biri Buna dair kitâbe, köprünün güney yüzünde ve batı ucundaki ilk üç göz arasındadır. Beyaz taş üzerine çiçekli kûfî ile yazılmıştır. Satırlar arasında da süslemeler vardır.” diyen Beysanoğlu, Gabrıel’den şu açıklamayı aktarır: “Köprü sağlamdır, kemerleri sivri şekilli olup İslâm devri eserleridir. Ayakların ‘memba’ taraflarında selyaranlar ve mansap taraflarında istinat duvarları vardır. İnşaat bazalt taşlar ile meydana getirilmiştir. Kitâbeler ve döşeme XI. Yüzyılda tamamlanmışlardır. Kitabenin sonu hizasında bazalt üzerine işlenmiş, bir çerçeve içinde, sağa dönük bir aslan kabartması mevcuttur. Bu figürde ve köprü bedenindeki diğer taşlar üzerinde küçük bazı işaretlere de rastlanmaktadır. Buradaki aslan figürü benzeri Harput Kapısı kitabeleri ile Mardin Kapısı’ndaki kabartmalar arasında da vardır” (3). 235 Cevdet ÇULPAN, Türk Taş Köprüleri isimli eserinde On Gözlü Köprü için şu açıklamada bulunur:” Köprü on gözlüdür. Boyu 180 m., döşeme genişliği 7-8 m.dir. Korkuluk eski bazalt, kesme olarak hazırlanmış ve yan yana dizilerek bağlanmış üçgen çatı şekilli taşlar ile örtülüdür. Çatının tabanı 0.505 m., üçgenin kenarları 0.43 m. ve taşların boyları 0.38 m. Kadardır. Batı kıyı ayağından 5. göze kadarki bölüm ile bundan sonra doğu kıyı ayağına kadarki bölüm arasında yapı farkları vardır. “ Fotoğraf 4. On Gözlü Köprü Kitabesi Yazarın diğer açıklamaları ise şu şekildedir:”İlk bölümde Mervanoğullarından Nasr zamanına ait yazıt, bazı yerleri yıpranmış olmasına rağmen, yerinde durmaktadır. Köprü ortasında, 5 inci gözden sonra bir memba diğeri mansıp tarafta olmak üzere karşılıklı iki çıkıntı dirsek bulunmaktadır. Her iki bölüm, buradaki orta ayakta birbirine bağlanmaktadır. Sözünü ettiğim dirseklerin bir inşaat zaruriyetinden dolayı mı meydana geldiği ve her iki bölüm mihverleri arasında bir ayrılık bulunup bulunmadığı hususlarının ayrıca incelenmesi gerekmektedir. İkinci bölümdeki köprü gözleri, birincidekilerine oranla daha büyüktür. Köprü ayaklarının mansap taraflarında da istinat duvarları görülmektedir. Yazının baş tarafında da belirtildiği veçhile, kuzeyden gelen Dicle, Diyarbakır hizasında ilkin batıya doğru dirsek, çizmekte, sonra tekrar güneye yönelerek köprü altından geçmektedir. Arazinin topografik durumuna bağlanarak kıvrılan Dicle’nin büyük akıntısı da büyük basınç yapmaktadır. Ayaklara destek vazifesi gören istinat duvarları bu nedenledir ki inşaat elemanları arasında yer almışlardır. 236 Fotoğraf 5. On Gözlü Köprünün Destek Kısımları Diyarbakır’ın doğu ile irtibatını kesmek amacı ile muhtelif tarihlerde yapılmış olan tahriplerin veya kabaran Dicle’nin verdiği zararların, köprünün bu ikinci bölümünde meydana gelmiş olduğunu tahmin ediyorum.” (4). Dicle Köprüsü’nün onarımını gösteren kitâbe, Merhum Süleyman SAVCI tarafından şu şekilde okunmuştur:” Mimma emere biamelihi vel-infaku aleyhi min malihi (Mevlâna gibi de okunuyor) el-emir el-seyyid, el-ecell cemalül-mille Nizamüddin Mûeyyidu’l-Devle…(Takriben on kelime okunamıyor) İzz..(Bir taş fazladır ve okumamıyor) el-İslâm etale Allahü bekahü ve eazze nasrahu ve… (Bir kelime okunamadı) adahü (Böyle okunabiliyor) ibtigae sevabillahi ve telebi rahmetihi fî…kafi (6-7 Kelime) ve cera ekbere (Ekser gibi de okunuyor) alâ yedey.. bini Abdülvahid (bin elhasen gibi de okunabiliyor, siliktir) seneti seba ve hamsine ve Fotoğraf 6. Kitabenin Tahrip Edilmiş Biçimi ve Taşlarda Taşçı İşaretleri 237 erbeamine ve benna: Yusuf bin Ubeyd.(Son üç kelime bir kara taş üzerinde adî kufî ile yazılmıştır) Yazarın notunda, “Bu kitabe Mervanoğullarına ait olup, köprünün cenup yüzünde ve nehrin sağından itibaren üç ayak arasına yazılıdır.” bilgisi vardır (5). Mevcut Kitâbenin Türkçeye çevrilişi: Cenab-ı Hakkın rahmetini isteyerek sevabını kazanmak için İslâmın izzeti, devletin müeyyidi, dinin niyamı, milletin cemali, ulu bey ve fendimiz, masrafı kendine ait olmak üzere, yapılmasını emretti. Bunun çoğu Abdülvahidin idaresinde 457 senesinde cereyan etti. Mimarı Ubeyd oğlu Yusuf’tur” (6). SAVCI, bu incelemesinde Amida’da yer alan tercümenin yanlış olduğunu da şu şekilde belirtir: “Kitabe 3 kemer arasında ve iki satır halindedir. Müellif, kemer aralarının ilk kelimelerinin başlarına büyük harfler, satırları da rakamlar koyarak tesbit etmiştir. Biz, yazının bazı yerlerini tamamiyle silik ve dökülmüş olduğu için okuyamadık. Ne tuhafdır ki Amida Müellifi çok süslü, karışık ve silik olan asıl kitabeyi iyi okumuşta Mimara ait olan cümlenin yazılı bulunduğu, süslü olmayan ve çok kolay okunabilen cümleyi yanlış okumuş. “ açıklamasında bulunur (7). Üzülerek belirtelim ki Diyarbakır üzerine çalışanların başvuru kanakları yerli olmaktan çok yabancıdır. Bu sebeple akademik açıdan baz alınan yabancı dildeki eserlerde özellikle tarihî bilgilerle tercümeler, yanlışlıklarla iç içedir. Süleyman SAVCI’nın kitabedeki mimarın ismini “Yusuf bin Ubeyd” olarak belirtirken, Amida’daki tercümeyi esas alan Zeki SÖNMEZ, “Başlangıcından 16. Yüzyıla Kadar Anadolu Türk İslam Mimarisinde Sanatçılar” adlı araştırma eserinde mimarın ismini “Ukayl bin Sencer” olarak vermektedir (8). Fotoğraf 7. Köprü Kitabesi Çalındıktan Sonra Kitabe Yerine Yerleştirilen Tuğlalar Arapça dilini bilmedikleri için Arapçadan başka bir dile tercümesi yapılanları, Türkçe’ye çeviren ve bu arada yanlışlıkları artıran kimi akademisyenler, bu işin 238 oldukça ciddî olduğunu bilmenin fevkinde çalışarak, yapamayacakları tercümeleri, Arapça bilenlere havale temelidir. Fotoğraflardan yola çıkarak kitâbe çözümleyen Amida müellifi BERCHEM’in izinde olan Diyarbakırlı araştırmacılar, BERCHEM’in isteyerek düşmediği hataları, bugüne taşımaya mahîr görünmektedir. Aynı hata, GABRIEL’in çalışmasında da mevcuttur. Dicle Köprüsü’nü ele aldığımız bu bölümde konuya açıklık getirmek ve araştırmacıların dikkatini konuya çekmek istiyoruz. 1938’de tercümesine dair hataların bulunduğu beliren belge ortada iken, mimarının ismi üzerinde akademisyenlerin doğru olandan çok yanlış okunana meyli, kitâbeyi fotoğraftan çözenle kitâbeyi yerinde inceleyip çözümleyen arasında ister istemez, bizi tercihe zorlamaktadır. Amida’da yapılan tercüme ile yukarıda Süleyman SAVCI’nın sunduğumuz tercümesinin karşılaştırılması için SÖNMEZ’in verdiği tercümeyi sunuyoruz: Fotoğraf 8. On Gözlü Köprü’de Farklı Bir Kitabe “Mimma emere bi-‘amelihi vel-infakı ‘aleyhi Mevlâna el-Emir el-ecell es-Seyyid Nizam-üd-Din Müeyyed ed-devle……..bin ‘izz-ül-İslâm etâl.-Allahü bekaehü ve e’zze nsarahü ve debbere hüdâhü ibtiğa’e sevab-Allah ve taleb rahmetehü fi…… ve cera ekserü zalike ‘ala yed… el-Kadı Ebil-Hasan Abdülvahid sene seb’a ve hamsîne ve erba’ amaete vel-Benna’ Ukayl bin Sencer (?)” Süleyman SAVCI, okumasıyla “Mimma emere biamelihi vel-infaku aleyhi min malihi (Mevlâna gibi de okunuyor) el-emir el-seyyid, el-ecell cemalül-mille Nizamüddin Mûeyyidu’l-Devle… İzz.. el-İslâm etaleAllahü bekahü ve eazze nasrahu ve adahü (Böyle okunabiliyor) ibtigae sevabillahi ve telebi rahmetihi fî…kafi… ve cera ekbere (Ekser gibi de okunuyor) alâ yedey.. bini Abdülvahid (bin elhasen gibi 239 de okunabiliyor, siliktir) seneti seba ve hamsine ve erbeamine ve benna: Yusuf bin Ubeyd.(Son üç kelime bir kara taş üzerinde adî kufî ile yazılmıştır) “ BERCHEM okuması arasındaki okuma farkını göz önünde bulundurduğumuzda, belirttiğimiz tespitte haklı olduğumuz sonucuna varabiliriz. Yazar, SAVCI ile BERCHEM’in tercümesini buluşturmuş, ortaya kendisine ait bir tercüme çıkarmıştır. Fotoğraf 9. Köprü Kemerlerinde Taşçı Ustaların İşaretleri BERCHEM’in tercümesi şu şekildedir: “A (1) Mimma emere bimalihi (?) vel-infaku (?) aleyhi Mevlana (?) el-emir (?) el-ecell (?) el- seyyid (?) (1 veya 2 kelime) B (1) Nizamüddin müeyyidül-devle (tahminen 10 Kelime) bin izz C-(1) el-islâm etalellahü bekahü ve eazze nasrahu ve debbere hüdahü ibtiage sevabillahi ve talebi rahmetihi fi(?) et yiyici hayvan) A-(2) tahminen 8 kelime) B-(2)el-kadî ebil-hasen abdülvahit C-(2) seneti seb’a ve hamsine ve (Erbaa) amie vel-benna abd(?) bin (?) sfahsr SAVCI, bu tercüme için yapılan hatayı, Kazım BAYKAL’In notu ile açıklar:” O yazı abd değil Ubeyd (kelimenin içinde B’den sonra diş vardır. Burası da Y yeridir. “Yusuf bini” yerine “Sfahsr.” Yazmış ve fakat doğru olduğuna kendi de kanî olmadığı için istifham koymuş. ‘Yu’yu haeflerini kaçırmış, bin’i de Sfahsrın 240 har’ı okumuş. Bu kitâbenin izahatında Nizamüddin Mûyeyiddevle…Ebu Kasım Nasr, bin’in 453’den 472’ye kadar Amida’yı idare eden Müeyyidüddevle’nin 455’den itibarendir. Mira’tü’l-İber Cilt 8 Sayfa 49: “Nizamüd-din Ebülkasım Nasir ibni Nasrul-Devle’dir.” Fotoğraf 10. Dicle Köprü Ayakları İçinde Görünen Esfel Bahçeleri ve Mardin Kapı Civarı Sonrasında “Ebülkasım olduğunu istidlal ederek yazmış.”Sfahsr” kelimesini “Sencer” diye terceme etmiştir. Müellif aynî sayfada köprünün kısaca tarihçesini yapmış Arslan şekilleri hakkında izahat var” diyerek, Amida’daki kitâbe eleştirisini tamamlamıştır.(9)Yazar, net okunan ve bizim de baktığımız kitâbede okunan Yusuf bin Ubeyd ismi karşısında Sencer’den şüphelidir. Fakat, SÖNMEZ, tespit edilmeyen “SENCER” adını kabule şayan görmese de Mimarın baba adını kabul etmiş görünür: Sanatçının ‘Sencer’ gibi okunan baba adı üzerindeki tereddüdü ortadan kaldıracak bilgiye ise henüz sahip değiliz.” SÖNMEZ, hayalî mimarın ismini anarak, “Mesleğinde oldukça başarılı bir mimar olduğu anlaşılan Diyarbakırlı Ukayl bin Sencer’in Dicle Köprüsü onarımındaki çalışmalarının hangi bölümlerde toplandığını tespit etmek oldukça güçtür. Ancak, köprünün iki ucunda bulunan kemerler, ortadaki kemerlere göre daha dardır. Bu yönden (Ukayl bin Sencer’in iki yakadaki bölümleri yeniden inşa etmiş olması, ayrıca ortadaki bölümleri de tamir etmiş olması mümkündür” (10). Dicle Köprüsü hakkında yapılan diğer bir inceleme de Metin SÖZEN’e aittir. “Diyarbakır’da Türk Mimarisi” eserinde Dicle Köprüsü başlığı altında belirttiği açıklamalar: 241 Tarihi: Bugün üzerindeki yazıttan 1065 M (457 H.) Tarihinde yapıldığı yazılıdır. Köprünün bu tarihten çok önce yapılmış olması gerekir. Zamanla tahrip olunca, 1065 yılında yeniden denecek şekilde elden geçirilmiş, devamlı onarım görmüştür. Yaptıran: Bugünkü ayakta görülebilen kısımlar, yazıtından anlaşılacağı gibi Mervanoğulları Devri’nde Diyarbakır Hükümdarı Nizamüddevle Nasr tarafından yaptırılmıştır. Mimarı: Üzerindeki yazıtta, yapının mimarını bildiren kısımda bazı bozuk yerler bulunmaktadır. Bu yazıtı S. Savcı Numan Ubeyd bin Yusuf olarak okumuştur. J. Sauvaget yalnız Ubeyd adını vermiştir. L. Mayer ise Ubeyd (?) bin Sencer(?) şeklinde göstermiştir. Yapının İncelenmesi: İlk şekli, kentin kuruluşu ve gelişmesiyle ilintili olabilecek bir geçmişi bulunan Dicle Köprüsü, bugün de Silvan’a gidişi sağlamaktadır. 1065 tarihinde tamamen elden geçirildiği anlaşılan bu köprü, daha sonra devamlı onarılmış, böylece günüme ulaşmıştır. On Gözlü Dicle Köprüsü kesme ve moloz taşlardan yapılmıştır.Değişik devirlerde geçirdiği onarımlar yüzünden bir bütünlükten yoksundur. Bu durum özellikle kemerlerde dikkati çekmektedir. Köprülerde belirli bir uyum içinde gelişen kemerler, burada bu uyumdan yoksundur. Yine de orta kısımlardaki kemer açıklıkları yanlardakinden biraz geniştir. İlk bakışta görülebilen bir diğer nokta, köprünün güney yüzünde, batı yakasından beş gözün diğer gözlere göre enlerinin genişlemesidir. Bu genişlemenin nedeni kesinlikle anlaşılmamakla beraber, bir büyük onarıma işaret etmektedir. Bu durum, köprü ayaklarındaki mahmuz kısımlarında da görülmektedir. Diyarbakır çevresinde karşımıza çıkan en eski köprülerden olan Dicle Köprüsü, bir bütünlükten yoksun olmasına rağmen Mervanoğulları Devri’ne ait yazıtı, ve mimarı belli bir yapı olarak bugün de önemini korumaktadır.”(11). SÖZEN, mimarın ismini verirken, SAVCI’nın Mimarın kitabesini “Numan Ubeyd bin Yusuf” olarak okuduğunu belirtir, bu sehven yapılan bir yanlış olarak kabul edilebilir ki SAVCI, bu ismi okurken sadece “Ubeyd bin Yusuf” biçiminde kitabeyi doğru okumuştur. Konu hakkında bir yanıgıya düşmemek için Almida’nın Diyarbakır’a ayrılan bölümünün yorumlu tercümesi ile Almidanın aslı karşılaştırılmıştır. İki eserin de aslının karşılaştırılmasında görülen o ki tercüme eksik ve yanlıştır. Basri KONYAR’ın Diyarbekir Kitâbeleri Cilt II’de Kur’an Yazıları üst başlıklı tercümenin Emir Nasır (H.457) alt başlıklı bölümde Dicle Köprüsü için Amida’da geçen tercümede BERCHEM’in bilgi yanlışlıkları barîz tarzda görünmektedir (12). 242 Dicle Köprüsü için son dönemde yayınlanan ve Yabancı Seyyahların eserlerinden tercümelerin bir araya getirildiği kimi eserlere bakılarak, konu hakkında bilgi edinilmesi mümkündür. Edmund NAUMAN, Diyarbakır’a da uğramış olmasına rağmen, Dicle Köprüsü’nü görmemiş ve çok iyi anlattığı şehir içini tasvir ederken, “ Reclus’un büyük eserinde gösterilmesine karşılık, Diyarbakır’da Dicle Nehri üzerinde bir köprü yoktur” açıklamasında bulunmuştur. Sonradan verilen 11 Nolu dipnotta Ressam Recilus’un eserinde gösterilen köprünün su kemeri olduğu, esas köprünün Diyarbakır’a bir kaç kilometre uzaklıkta ve güneyde bulunduğu belirtilir (13). Son dönemde yayınlanan bir makalede geçen çarpıcı bir ifadeyi ele almadan geçmemiz mümkün değildir. “Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarîsi” isimli eserin “Diyarbakır’da Su Yapıları” kısmını hazırlayan makale yazarı, “ Anadolu’nun en eski köprüleri, Diyarbakır çevresinde karşımıza çıkmaktadır. Devegeçidi Köprüsü ve Kara Köprü dışında köprü kaydı bulunmamaktadır. Kısmen Türk devri öncesinde yapılmış olsalar bile Türk Devrinde sürekli onarım görmüş, eklemelerle günümüze ulaşmaları sağlanmıştır.” demektedir (14). Yazar, şayet şehir merkezini kastederek bu açıklamada bulunmuş ise hata yapmıştır. Şehir merkezi esas alınarak, bir şehrin köprüleri anlatılamaz. Karaköprü, Çınar Yolu üzerinde, Devegeçidi Köprüsü ise Erganî Yolu üzerindedir. Sadece On Gözlü Köprü-Dicle Köprüsü, Şehir merkezi kapsamındadır. Biz, böylesi kaynak olarak kullanılmak üzere yayınlanan prestij kitaplarda en azından Malabadî Köprüsü’nü Haburman Köprüsü’nü, “Pıra Reş” olarak adlandırılan diğer birkaç köprüyü görmeyi isterdik. Çünkü detaylı bilgi isteyen bu tarz çalışmalarda şehrin üç köprüsü dışında başka köprüyü işlememek ve bu tarz açıklamalarda bulunmak, bizce akademik sıfatlarla bağdaşmamaktadır. Köprüleri ele aldığımız bu makalede öncelikle kimi köprülerin üzerinde fazlaca duracağımızı belirtme ve diğer köprüleri kısaca tanıtma ifademiz, bizim varsa eksik bilgilendirmelerimizin de önüne geçer. Açıkça konuyu araştırırken kişinin, yazarın, araştırmacının birçok kaynağa başvurması ve kaynaklar arasında bir karşılaştırma yapması gerekir. Maalesef, günümüzde araştırmacı, iki-üç kaynakla yetinmekte ve diğer kaynaklara ulaşmadığı için, araştırmanın esas kaynakları okuyanlarca bilinmemektedir. . 243 Malabadî Köprüsü Fotoğraf 11. Malabadî Köprüsü ve Arka Plânda Yeni Köprüyle Baraj İstinat Duvarı Malabadi Köprüsü, İbnu’l-Ezrak’ın verdiği bilgiye göre Malabadi yerinde bulunan köprü Hicri 539’da (Miladî 1144–1145) yıkılır. Kitabesinde Mardin Artuklu Hükümdarı Timurtaş zamanında 1147–1148 yılları arasında yapıldığına dair bilgi, bu köprünün birçok onarım gördüğünü gösterir. Köprü, 1155 tarihinde selle hasar görür. Yeniden onarım geçirir. Necmeddin Alpı, gerekli onarımı sağlar. Malabadi, diğer köprülerden farklı biçimde giriş ve çıkışta iki koruma noktasına sahiptir. Köprüyü koruma ve güvenliği sağlama amaçlı bu iki oda köprünün içinde etrafı rahat görebilecek tarzda inşa edilmiştir. Köprü, dünyanın tek gözlü kemerli olanlar içinde en büyük olanıdır. Kemer açıklığı ve yüksekliği ile Ayasofya Camiî Kubbesini içine alacak 38.60 metre Fotoğraf 12. Ana Kemerin Yakından Görünüşü 244 büyüklüğe sahiptir. Köprü biri büyük beş kemerden oluşmaktadır. Boyu 150 metre, eni 7 metre olan köprü, yükseklik olarak 19 metreye sahiptir (1). Bizde ne yazık ki şehrin bir tarihî yapısı ele alınırken, ilk başta Evliya Çelebi’ye danışılmadan edilmez. Bakarsınız ki görünen ve göz önünde olan yapının özellikleri için nostalji adına, adeta gören gözler kendilerinin değilmiş gibi, kaynaklarda bilgiler aktarılmadan, fikir belirtilmez. Elbette tahribata uğramış, yıkılmış, böylelikle bir daha geri getirilemeyecek derecede zarar görmüş eserler için, başvuru kaynağı, dünü bugüne taşıyan eserlerdir. Eleştirdiğimiz husus, her alanda birkaç eserle konu sınırlandırılınca kişinin bilgi almasının önü adeta kapatılır gibidir. Malabadi Köprüsü’nün musıkî dünyasında bir esere kaynaklık etmesiyle daha çok tanınması söz konusudur (2). Halen de bir sembol olan bu eşsiz abide, onarımlar geçirmişse de üzerinde taşıdığı rolyefler-kabartmalar hakkında araştırmalar fazla yapılmadığı için araştırmacılar için bakir bir alanı teşkil eder. Malabadî Köprüsü’nün Mervanî Hükümdarı Bad-Baz adı ile anıldığını da belirtelim. Bad, Mervanî Devleti’nin hazırlayıcısı olarak, bu alana yerleşmiştir. Belli ki bu köprü, Bad öncesine uzanmaktadır. Malabadé, bu köprünün Bad’a ait olduğunu, bu köprünün Mervanîlere aidiyetini belirtir. Bu, Bad’ın devlet olmadan önce Meyafariyn’î kendi sınırları içine aldığına da işarettir. İyice araştırılırsa o dönemde bir Roma eseri olarak da karşımıza çıkabilecek köprü için, ileri sürülebilecek iddialar farklı olabilir. Köprünün Timurtaş bin İlgazi’ye ait gösterilmesi ve bu şekilde kayıtlara geçmiş olması gibi, kimi zamanlarda onarımlar, tadilatlar inşa olarak kabul edilmektedir. Fotoğraf 13. Malabadî Köprüsü’nün Genel Görünümü 245 Mervanî onarımından geçen ve bir bölümü yeniden inşâ edilen On Gözlü SilvanDicle Köprüsü, günümüzde Timurtaş bin İlgazi’ye mal edilen Malabadî gibi Mervanî Egemenliği’ne ait gösterilmektedir. (3) Aslında Mervanî eserlerinin çok yoğun olduğu Diyarbakır’da On Gözlü Köprü’nün Büyükşehir Belediyesi tarafından onarımının yapılıp, ulaşımın yeni köprüye aktarılmasından sonra eserin Mervanî olduğu basına aksetmiştir. Diyarbakır Kalesi’nde birçok burç ile bu burçlardan Dağ Kapı Burcu üzerindeki Mervanî Mescidi dururken, On Gözlü Köprü’nün Mervanîler tarafından onarımının ön plâna taşındığını, esas eserlerin araştırılmadığını belirtelim. Yakın zamanda Batman’ı tanıtan yayınlarda Malabadî Köprüsü Batman il sınırları içinde gösterilmiş ise de bu hatadan vazgeçilmiştir(4). Bu gibi yanılgıların devamlılığı, maalesef günümüzde yayınlanan şehri tanıtım adına yola çıkan kuruluşların yayınlarına da aksetmeye devam etmektedir (5). SÖNMEZ, yaptığı incelemesinde “Kitabesine göre H. 542/M. 1147 yılında inşa edilen köprü, bugün mevcut olmayan ancak kaynaklardan varlığını öğrenebildiğimiz bir başka kitâbeye göre H. 643/M. 1245-1246 tarihinde onarım görmüştür.” dedikten sonra, “Artuklu Hükümdarı Timurtaş bin İl-gazi bin Artuk (1122-1164) tarafından yaptırılmıştır. H. 643/ M. 1245-1246 tarihli onarımın kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.” notunu düşer6). Malabadî Köprüsü Osmanlı Dönemi’nde ve Cumhuriyet Dönemi’nde onarımlar görmüştür. Malabadî Köprüsü’nün biraz üst kısmında yapılan yeni köprü ile tahribat görmesinin önüne geçilmiş, günümüzde taşıt ulaşımına kapalıdır. Haburman Köprüsü Fotoğraf 14. Haburman Köprüsü’nün Genel Görünümü 246 Çermik İlçesi çıkışında yapılmış olan Haburman Köprüsü detaylı biçimde Rahmi Hüseyin ÜNAL tarafından incelenmiştir. Eylül 1974’te yapılan çevredeki gezilerde köprü olarak sadece Haburman’ı ele alan ÜNAL, köprüye dair incelemesinde önemli ayrıntılara yer verir: “ Köprününün muhtelif onarımlar geçirdiği, görülen farklı inşa malzemelerinden anlaşılmaktadır. Payandalar ve bazı kesimler düzgün kesme taşlarla kaplı olduğu halde tablaya yakın kesimlerin kırma taşla inşa edilmiş olmaları bu izlenimi uyandırmaktadır. Ana göz kemerinin ve batıdaki gözün iki yanında görülen tuğla örgüler de onarım izleri olarak kabul edilebilir. Köprüde mevcut kesme taşlar üzerinde taşçı markasına rastlamadık. Köprünün güney yüzünde, batıdaki kemer gözünün batısında, değişik uzunlukta beş satırdan oluşan Arapça inşa kitabesi halen sağlam durumdadır” (1). ÜNAL, kitabeyi şu şekilde tercüme olarak verir: Bu (eseri) büyük emir…’in kızı Zübeyde Hatun’un yardımları ile… Tanrı onu korusun- 55/1198–99 yılında inşa etti.” Fotoğraf 15. Köprünün Sel Yaranları ve Onarım Görmüş Kısımları Köprünün eskisi gibi öneme sahip olmadığını belirten ÜNAL, yol güzergâhına dair “Bat yönünde bu yolun ulaşabileceği iki önemli merkez vardır. Diyarbakır-Halep yolunun, Karacadağ’ın güneyinden ve kuzeyinden geçen iki ayrı güzergâh izlemekle birlikte güneybatı yönünde uzandığı bilinmektedir. Bu durumda köprü üzerinden geçen yolun ulaşabileceği tek önemli merkez Malatya olmaktadır. “ tespitinde bulunur. 247 Fotoğraf 16. Haburman Köprü Kitabesi Fotoğraf 17. Köprünün Genel Görünümü Haburman Köprüsü hakkında Ara ALTUN, şu bilgileri verir:” Çermik ilçesinin baı kesiminde, Sinek Çayı üzerinde kuruludur. Yakınındaki Haburman Köyü’ne göre ve Sinek Çayı üzerindeki, yapım tarihi ve devri kesinlikle aydınlanamayan diğer köprü ile karıştırılmaması için bu isimle anılmaktadır. Sinek Çayı’nı doğu-batı yönünde aşan köprüde yer yer düzgün kesilmiş ak taş, yer yer moloz taş ve büyük kemerinde de tuğla kullanılmıştır. Üç. Kemerle teşkilatlandırılmış yapının toplam uzunluğu 107 mt. eni 5,50 mt.dir. Büyük kemerin açıklığı 19,50 mt. kilit taşına kadar yüksekliği 12.00 mt.dir. Doğu ucundan batıya doğru, ilk kemer bölgesi boyunca, ana kitleye diyagonal şekilde devam ettikten sonra, büyük orta kemer ve yanındaki küçük kemer ile devam edip, masif şekilde karşı yakaya ulaşmaktadır. İki uçtan orta kemer başına kadar 25 derecelik bir eğimle yükselmektedir. Kuzey yüzünde, orta kemerin iki yanında, üçgen biçimi çıkıntı yapan iki selyaran ile bunların güneyine rastlayan arkalarında yarım yuvarlak iki destek payandası vardır. Destek elemanları düzgün kesme taşla işlenmiştir. Köprünün kemerlerinde özel şekilde işlenmiş iri kesme taş kullanılmıştır. Büyük orta kemerin ayak kısımlarında ve kenarlarında da durum aynı olmakla birlikte, kemerin iç yüzü düzgün tuğla işçiliğine sahiptir ki bu da Artuklu devrinde çok rastlanan bir tekniktir.” (2). Köprünün korkuluğunun olmadığı yol kısmının düz taşla döşendiği Haburman’ı tanıtan Basri KONYAR, fotoğraf altı yazıda yanlışlık yaptığından dolayı, Albert Louıs GABRIEL bilmeden Ulu Camii kitabesindeki tarihi, Haburman Kitabesi için kullanmıştır (3). 248 Ambarçayı Köprüsü Diyarbakır’dan Silvan’a giderken karayolu üzerinde 21. Kilometrede bulunmaktaydı(1). Ambar Çayı’nın üzerinde bulunan yirmi gözlü köprünün ilk yapıcısı Mervanî Hükümdarı Nasrüddevle Ahmed’in olduğunu İbnü’l-Ezrak belirtmektedir.. (2). Basri KONYAR, Diyarbekir İl Yıllığı’nda köprü için önemli olan açıklamasında şu bilgileri verir: “Diyarbekir-Silvan Yolu üzerinde 21 inci kilometrenin sonunda yirmi gözlü, orta kısmı yeni tamir görmüş Ambar Çayı Köprüsü vardır. Dokuzuncu ve onuncu göz arasında ve sağ tarafta köprünün yapıldığı kırmızımtırak taşlar üzerine yazılarak oturtulmuş dört satır yazı vardır. Birinci satırın son parçası okunmaz derecede bozuktur. Bir kısmı da tesirat-ı havaiye ile okunamaz hale gelmiştir. Böylece görünmeyen harfler yerine noktalar konulmuştur. Bu kitabenin Ebülfeth Mevdud bin Mahmud devrine, yani Artukoğullarına ait olduğu anlaşılıyor ve kadı veya vezirinin eseri umranı olduğu görülüyor. Mimara gelince, Artuk oğulları gününde birçok imaratta bunan Halebli Cafer bin Mahmudun çıraklarından Osman isminde biridir. İbnu’lAzrak, tarihinde Mervanilerden Nasırın babası Ahmet tarafından Amid Miyafarkın yolu için, Amid civarında yirmi kemerli bir köprü inşa ettirdiğini yazıyorsa da o devre ait köprüde hiçbir iz ve yazı yoktur. Ancak bu köprünün Muktedirin devrine takaddüm eden bir zamanda yaptırıldığına delalet edecek eski bir kufî yazı 15 inci gözün altında, sol tarafta bulunmaktadır. Bir blok üzerine iki satırdan ibaret olan bu yazı, kara bir taş üzerine kazılarak yazılmıştır. Sonunda tarihî gösteren parça kırılmış ve o kadar gayretlere rağmen okunmasına imkân bulunamamıştır“ (3). Ambar Çayı temel kalıntıları, Cevdet ÇULPAN tarafından fotoğraflanmıştır. (4) Bizde bu tarihî eserlerin değeri, ancak ortadan kaldırıldıktan sonra anlaşılmaktadır. Diyarbakır’da benzer çok kemerli Hamravat Su yolu da Cumhuriyetin ilk yıllarında, anlaşılmaz bir şekilde, tarihî değerinin olduğuna bakılmaksızın, Belediyenin aldığı karar ile yıktırılmış, bu yıkımla kalmayanlar Diyarbakır Kalesini de kısmen burçları ve surları ile ortadan kaldırmıştır. Tarihe olan saygısızlığın ve dünden bugüne gelen değerinin bilinmemesi, günümüzde turizmin ülkelerin adeta ana geliri haline gelmesini de kavramış olmaktan uzak sayılırız. Çünkü bugün dahi istediğimiz manada tarihî eserlerimizi korumaya yakın olmamız gerekirken korumaktan oldukça uzağız. Köprü için diğer kaynaklar olmasına rağmen, ana kaynak olarak Basri KONYAR kullanıldığı için Ambar Çayı’na ait bilgileri noktalıyoruz. 249 Diyarbakır’da Bulunan Diğer Köprüler Hakkında Notlar Fotoğraf 18. Karacadağ Dilaver Paşa Köprüsü Diyarbakır ilçelerinde bilinen, kaynaklarda çoğu ismen geçmeyen köprüleri elbette bilmek ve hakkında tanıtıcı yayınlarda bulunmak gerekir. Yaptığımız alan çalışmasında tarihî özelliğe sahip şehir merkezindeki ve ilçelerdeki köprülerin mimarî açıdan başta gelen Dicle Köprüsü, Haburman Köprüsü ile Malabadî Köprüsü’nü ayrıntıları ile Ambar Çayı Köprüsü’nü de artık bilinmediği için detaya varacak şekilde ele aldık. İlçelerimizde bulunan diğer köprüleri kısa açıklamalarla ele alırken, tanıtımının başka bir makale konusu olduğunu önemle belirtiyoruz: 1. Karacadağ Dilaver Paşa Köprüsü: Karacadağ’a giderken anayolun üzerinde bulunan köprü, Hacı Ragıb Bey, tarafından onartılmış ve bugüne kadar gelmiştir. 2. Çınar Artuklu Köprüsü: Çınar-Bağacık Köyü Göksu Barajı’nın inşa edilmesiyle baraj gölü içinde yer alan köprü, yaz mevsiminde suların çekilmesiyle kısmen görünmektedir.. Köprü tek kemerlidir. Reşan ve beraberinde aldığı kollarla oluşan Göksu Çayı üzerinde ulaşımı uzun zaman sağlayan köprü Çınar ve Mardin arasındaki ulaşım köprüsünün yapılması sonrasında önemini kaybetmiştir. 3. Çınar Kara Köprü: Halk arasında bazalttan yapılmış köprüler, “Pıra Reş” olarak anılır. Kara Köprü ifadesi bu sebeple yaygındır. Köprünün Osmanlı’nın Bağdad Seferleri’nde askerî ulaşım için yaptırıldığı bilinmektedir. Köprünün kitabesi, onarımlar geçirdiği için bilinmemektedir. 4. Kulp Taş Köprü: Kulp’ta Goderne-Taş Köprü gezilip görülmesi gereken bir köprüdür. 5. Kemok Köprüsü: Malabadî ve Ambar Çayı hakkında bilgi verirken Silvan’daki diğer köprü olan Kemok-Kemkok Köprüsü de bizce önemlidir. Selçuklu yapısı olan köprünün 13. Yüzyıl eseri olduğu sanılmaktadır. Basri KONYAR, bu köprüden Kemek Köprüsü olarak bahseder: Malabadî Köprüsünün şimalinde, Batman Suyu üzerinde Kemek Köyü yanında bu isimde çok eski bir köprü olduğu ve 250 yüksek olamayan bu köprünün kıymetli bir sanat mahsulü bulunduğu söylenmişse de fırsat bulup göremedim.” der, Diyarbekir Tarihi’nde. Ayrıca Silvan’da Pileken Köprüsü de bilinmesi gereken köprülerdendir Fotoğraf 19 Kemok Köprüsü (Yaşar Parlak) 6. IV. Murad Köprüsü: Diyarbakır Ergani ulaşımını sağlayan bu köprü, yapılan yeni köprü ile atıl durumdadır. Deve Geçidi Köprüsü, aslında IV. Murad’ın Bağdad Seferi amaçlı yapılmıştır. Esas Deve Geçidi Köprüsü Eğil tarafındadır. Halkın yaygın kullanımı ile Deve Geçidi, ismi IV. Murad Köprüsü için kullanılmıştır. Bu resmî kaynaklarda da düzeltilmesi gereken bir hatadır. 7. Roma Dönemi Antik Köprü - Pıra Reş: IV. Murad ve Artuklu Deve Geçidi Köprüsü arasında yer alan Roma Dönemi Köprüsü, Diyarbakır’ın EğilDicle-Ergani ve dolayısıyla Elazığ ulaşımını sağlamaktaydı. Yeni yolun yapılması sebebiyle atıl hale gelen bu tarihî köprü, geçmişin izlerini halen taşımaktadır. Taştan yapılmış uzunca yürüme yolu ile tarihî özelliklerini korumuştur. Son zamanda yapılan onarımla zamanın tahribatından kurtarılan köprü, fazlaca bilinmemektedir. 8. Hazro Köprüsü: Bu köprü, günümüzde atıl, harap durumdadır. 9. Çüngüş Kapıkıran Mehmed Ali Paşa Köprüsü: Köprü, ilçe merkezinde yer almaktadır. Kapıkıran Mehmet Ali Paşa tarafından 1603 yılında Artuklu Tarzı köprü, tek gözlüdür. Fotoğraf 20. Çüngüş Kapıkıran M. Ali Paşa Köprüsü 251 10. Çermik Sinek Çayı Köprüsü: Günümüzde halen kullanılan Sinek Çayı Köprüsü, iki gözlü olup, kitabesi bilinmemektedir. 11. Halilviran-Artuklu Deve Geçidi Köprüsü: Köprü H. 615(M. 1218) tarihli kitabeyi taşımakta ve bu köprünün Artukoğlu Melik Salih Nasıreddin Mahmud tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Köprünün dikkat çeken en önemli yönü, Bakara Sûresi’nden 61. âyetin 5. ve 6. ayak ortasında oluşudur. Genelde kitâbeler, köprülerin suyun geliş yönünde değil, çıkış yönünde yer alır. Bu kitabelerin yıpranmamasını, uzun ömürlü olmasını sağlama endişesiyle yapılırken, Deve Geçidi Köprüsü’nde alışılmışın dışında kitâbeler suyun geliş tarafına yerleştirilmiştir. Deve Geçidi Köprüsü, Eğil Tılham-Hantepe Köyü çıkışının 3. kilometresinde bulunmaktadır. 12. Dicle’de Birdinç ve Dibni Köprüsü: Bu iki köprü, fotoğraflarda kalmış görünümleri ile hakkıyla ele alınmamış köprülerdir. Sonuç Diyarbakır’daki köprüler, bugüne kadar tümüyle bir çalışmada toplanmamıştır. Yapılacak bir araştırma ile diğer köprüler tespit edilerek, Diyarbakır Köprüleri adı altında bir kitapta toplanabilir. Bu makalede sadece bilgilendirme ön plâna alınmıştır. KAYNAKÇA Dicle Köprüsü Kaynakça 1-BEYSANOĞLU Şevket Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır Tarihi Cilt 1 222 vd. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları 2003 Ankara 2-2000’e Beş Kala Diyarbakır s 164 Diyarbakır Valiliği Yayını 1995 3-BEYSANOĞLU Şevket Anıtları ve Kitâbeleriyle Diyarbakır Tarihi Cilt 1 s 222 Ankara 2003 4-ÇULPAN Cevdet Türk Taş Köprüleri s 26-27 5-Karacadağ Diyarbakır Kitabeleri sayı:8-9 s 5 Kitabe No:17 6-Karacadağ Diyarbakır Kitabeleri Cilt 1 sayı:8-9 s 6 Kitabe No:17 20 B. Teşrin 1938 7-Karacadağ Diyarbakır Kitabeleri sayı:8-9 s 7 Kitabe No:17’nin devamı. 8-SÖNMEZ Zeki Başlangıcından 16. Yüzyıla Kadar Anadolu Türk İslam Mimarisinde Sanatçılar s 64-65 TTK Ankara 1989 252 9-Karacadağ Diyarbakır Kitabeleri sayı:8-9 s 7 Kitabe No:17’nin devamı. 10-SÖNMEZ Zeki Başlangıcından 16. Yüzyıla Kadar Anadolu Türk İslam Mimarisinde Sanatçılar s 66 TTK Ankara 1989 11-SÖZEN Metin, Diyarbakırda Türk Mimarîsi s 216 12- Basri KONYAR age cilt II s 30-35 Diyarbekir Vilayeti Yayını Ulus Basımevi 13-Müze Şehir Diyarbakır komisyon Gezginlerin Gözüyle Diyarbakır (1701-1924) Tercüme: İlhan PINAR s 159/163 YKY İstanbul 1999 14- Evindar YEŞİLBAŞ, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi Diyarbakır’da Su Yapıları s 516 vd. Diyarbakır 2011 Malabadî Köprüsü Kaynakça 1. BEYSANOĞLU Şevket Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır Tarihi Cilt 1 344 vd. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları 2003 Ankara ; Diyarbakır 1967 İl Yıllığı s 335: Albert Gabrıel, bu köprü için diyor ki:”Esas kemer 38.60 metredir. Anahtar yüksekliği 19 metredir. Bugünün en ağır karayolu vasıtaları üstünden geçmiştir Yaşıtları Altınköprü (Kerkük önünde), Cizre, Hasankeyf çoktan yıkılmıştır. Mıntıka halkı köprünün ebedî bir eser olduğuna inanır. Modern statik hesabın olmadığı devirde bu açıklıkta o zaman için böyle bir eser hayranlık ve takdiri muciptir. Ayasofya’nın kubbesi, köprünün altına rahatlıkla girer. Balkanlarda, Türkiye’de, Orta Şark’ta bu açıklıkta, bu yaşta köprü yoktur. Köprünün eni 7 metre toplam uzunluğu 150 metredir.” ALTUN AraAnadolu’da Artuklu Devri Türk Mimarisi’nin Gelişmesi s.200 vd Kültür Bakanlığı Yayınları İstanbul 1978. 2. Barış MANÇO’nun bestelediği Malabadî Köprüsü, bölgedeki diğer tarihî eserlerin de bilinmesini sağlamıştır, büyük ölçüde. 3. Mervanî Egemenliği’nin Diyarbakır şehir merkezinde en önemli burçlarda yaptıkları kimi onarımlar, kitabeleriyle halen ayaktadır. Ayrıca Diyarbakır Kalesi’nde Dağ Kapı Burcu ikinci katta bulunan Mescidi de bu gün atıl durumdadır. 4. Bu tarz tarihî eserleri illerin sahiplenmesinin bir örneği de DiyarbakırÇınar sınırında yer alan Zerzevan Kalesi, Mardin’i tanıtan kimi yayınlarda Mardin’e ait gösterilmiştir. (Ayşegül Ü. Abakay) 5. Diyarbakır Valiliği’nin 2011’de tanıtım amaçlı “Gezi Rehberi Diyarbakır” kitabında konu hakkında verilen bilgiler: “On Gözlü Silvan köprüsü(Dicle Köprüsü): Kırklar Dağı’nın eteğinde Dicle Nehri’nin üzerinde yer alır. Dicle Köprüsü veya Silvan Köprüsü olarak da bilinen köprünün, ilk yapım tarihiyle ilgili çeşitli görüşler vardır. Fransız Mimar ve Arkeolog Albert Gabrıel’e göre köprü An tik Çağ eseridir. Kaynaklarda515 yılında I.Anastasias döneminde yapıldığı, 724-743 tarihlerinde Emevî Halifesi Hişam’ın onardığı, 974 yılında, savaş esnasında Roma İmparatorluğu tarafından yıkıldığı yer almaktadır. Köprüyle ilgili en sağlam bilgi ise kitabede verilmektedir. Buna göre 1065-1067 yıllarında Mervanoğulları’ndan Nizamüddin Nasır döneminde yapılmıştır (Sönmez age s 143). 253 Haburman Köprüsü Dipnotları 1. Hüseyin Rahmi ÜNAL Diyarbakır İli’ndeki Bazı Türk-İslâm Anıtları üzerine Bir İnceleme Atatürk Üniversitesi Basımevi Erzurum 1975 2. ALTUN Ara Artuklu Devri Türk Mimarisi’nin Gelişmesi s 206 Kültür Bakanlığı yayınları İstanbul 1978 3. KONYAR Basri Diyarbekir Yıllığı s370 Diyarbekir Vilayeti Yayını Ankara 1936; Çermiğin beş Dakka mesafesinde Habrıman, Sinek, Nişinik ve yarım saat mesafesinde Cavsak adında dört köprü vardır. Hali hazır vaziyetleri müruru ubura müsaid bulunmaktadır. Bu açıklama sonrası Yıllığın eki olan fotoğraflarda verilen kitabe, Ulu Camii kitabesi olmasına rağmen Haburman Köprüsü Kitâbesi olarak gösterildiği için, GABRIEL, yanılmış ve bu kitâbeyi köprünün kitâbesi olarak esas almıştır. Resim 251; ÇULPAN Cevdet age s 116-117; KIRZIOĞLU M. Fahrettin Çermik Kasabası Üzerine Notlar, Kara –Amid Dergisi s 1 s 275-277 Ambar Çayı Köprüsü Kaynakça 1. Zeki SÖNMEZ age s142; Şevklet BEYSANOĞLU age s 351 2. Şevket BEYSANOĞLU age s 351; İbnü-l Ezrak’ın sözünü etiği ve 431 (M. 1040) yılında yapıldığını söylediği köprünün, daha sonra Artuklu Mevdud zamanında, H. 620 (M. 1223) yılında esaslı bir onarımdan geçerek yenilendiği kitabesinden anlaşılıyordu. Basri KONYAR’ın verdiği bilgilere göre köprüde Mervanîlerden bir iz kalmamıştır. 3. Basri KONYAR Diyarbekir Kitabeleri II s 142-143 ; Ambar Köprüsüne ait kitabe fotoğrafı, eserin sonunda 88 numara ile yer almaktadır. 4. Cevdet ÇULPAN “XII. Yüzyıl Artukoğulları Devri Taş Köprüleri ve Özellikleri” Sanat Tarihi Yıllığı, III, S. 108-115, 119-120 1970; Türk Taş Köprüleri, s. 40-44, 52-54 Ankara 1975 Fotoğraflar: Mehmet Ali Abakay 254 DİYARBAKIR VE İNANÇ TURİZMİ Resul Çatalbaş* Özet Diyarbakır, tarihte birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, farklı din, inanç ve kültürlere sahip toplumları bir arada barındırmıştır. Şehirde peygamber ve sahabe kabirleri yanında tarihi cami, kilise, havra, medrese ve türbeler de bulunmaktadır. Bu değerlerin tanıtılması, onarılması ve şehirdeki gerekli düzenlemelerin yapılması ile şehrin inanç turizmi potansiyeli ortaya çıkacaktır. Şehrin inanç turizmi potansiyelinin değerlendirilmesi, turizm alt yapısının oluşmasına, tanıtım faaliyetlerine ve güvenlik probleminin çözülmesine bağlıdır. Bu çerçevede yapılacak her türlü faaliyet istihdama katkı sağlayacak ve işsizlik gibi şehrin en önde gelen sorununa çözüm olacaktır. Bu çalışmada Diyarbakır’ın inanç turizmi değerleri üzerinde durulacaktır. Şehrin merkezinde ve ilçelerinde bulunan dini değerlerin genel olarak tanıtımı yapılacaktır. Anahtar Kelimeler: Diyarbakır, inanç turizmi, cami, kilise, havra, türbe, medrese. Giriş İnanç turizmi, insanların devamlı ikamet ettikleri yerlerin dışında inanç çekim merkezlerine dini inançlarını tatmin etmek maksadıyla yaptıkları seyahatler sonucunda oluşan her türlü olay ve ilişkiler bütünü olarak tanımlanmaktadır. 1 Diyarbakır, sahip olduğu tarihi, kültürel ve dini doku ile yüksek inanç turizmi potansiyeline sahiptir. Fakat bu potansiyel, yeterli düzeyde tanıtılamamıştır. Şehre 2009 yılında 532.056 yerli ve yabancı turist gelmiştir. 2 Bu rakam Diyarbakır’ın turizm potansiyeli düşünüldüğünde çok düşüktür. Karayolunu kullanan yerli ve yabancı turistler, Şanlıurfa ve Mardin ziyaretlerinde şehirden geçmekte fakat burada konaklamamaktadırlar. Bunda şehrin güvenlik problemleri büyük rol oynamaktadır. Şehir sahip olduğu eşsiz turizm değerleri ile anılabilecekken ne yazık ki medyada olumsuzluklarla anılmakta ve bu durumda şehrin gelişmesini olumsuz yönde etkilemektedir. Diyarbakır’ın inanç turizmi değerleri tanıtılabilirse, Şanlıurfa ve Mardin gibi inanç turizminden büyük pay alan şehirlerle birlikte ekonomik kalkınma sağlanabilecektir. Bu durumda şehrin temel problemleri arasında olan işsizliğe büyük oranda çözüm olabilecektir. *Dicle Üniversitesi, Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi e-mail: irresul@gmail.com. 1 2 Bkz. Mustafa Aksoy, “Türkiye’de İnanç Turizmine Genel Bir Bakış ve Hıristiyanlığın Seyahate Verdiği Önem”, Dinler Tarihi Araştırmaları III, Dinler Tarihi Derneği Yayınları, Ankara 2002, 419). http://www.karacadag.org.tr/bolgemiz-detay.asp?ContentId=26 (Erişim: 06.12.2011). 255 Türkiye’de en fazla sahabe kabri Diyarbakır’da bulunmaktadır. Bazı kaynaklara göre bu rakam Diyarbakır genelinde 500’e ulaşmaktadır.3 Şehrin çekirdeğini oluşturan İç kale yerleşkesinde inanç turizmi açısından önemli 27 Sahabe’nin türbesi bulunmaktadır. Akkoyunlu ve Osmanlı dönemine ait farklı özellikleri ile öne çıkan birçok eser de şehirde bulunmaktadır. Bu değerlerin yanı sıra daha birçok turizm değerine sahip Diyarbakır, keşfedilmeyi bekleyen saklı bir müze şehirdir. 1. Genel Olarak Diyarbakır Diyarbakır’ın tarihi çok eskilere dayanır. Şehrin M.Ö 2300’den beri bir yerleşim merkezi olduğu sanılmaktadır. 4 Hurri-Mitanniler, Asurlular, Aramiler, Urartular, İskitler, Medler, Persler, Makedonyalılar, Selevkoslar, Partlar, Ermeni Tigran Krallığı, Romalılar, Sasaniler, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Şeyhoğulları, Hamdaniler, Mervaniler, Selçuklular, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artuklular, Eyyubiler, Moğollar, Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlı Devleti olmak üzere birçok medeniyet şehirde egemenlik sürmüştür. 5 Söz konusu medeniyetlerin izlerini Diyarbakır Kalesi’nde ve kale içerisinde bulunan çeşitli mekânlarda görmek mümkündür. Diyarbakır Kalesi, şehrin ilk kurulduğu İçkale ve onu tamamlayan dış kaleden oluşmaktadır. İçkale, M.Ö 3700–3500 yılları arasında Hurri-Mitanniler tarafından inşa edildiği sanılan ve şehrin çekirdeğini oluşturan yerdir. Şehre hâkim olan her medeniyet kendi güvenlik ihtiyaçları doğrultusunda kaleyi genişletmiş ve M.S 349’da Roma İmparatoru II. Constantius döneminde kale onarılmıştır. 362 yılında Sasaniler ile Romalılar arasında yapılan anlaşmayla, Roma’nın önemli bir kalesi olan Nusaybin (Nisibis) Kalesi, Sasaniler’in eline geçmiştir. Burada yaşayan halk ise Diyarbakır’a göçerek, kalenin batı kısmındaki düzlük alana yerleşmiştir. Bundan sonra 367–375 yılları arasında kentin batı surları yıktırılarak şehre göçen halk sur içine alınmış, böylece Diyarbakır kalesi yeni şeklini almıştır. 6 Dış Kale’nin kuşbakışı görünümü kalkan balığına benzemektedir. Surlarının uzunluğu 5.700 m, yüksekliği 10–13 m, kalınlıkları ise 3–5 m arasında değişmektedir. Kale’nin 82 burcu bulunmaktadır. Bunlardan en önemlileri; Keçi Burcu, Yedi Kardeş Burcu, Ulu (Evli) Beden Burcu ve Nur Burcu’dur. Dış Kale’nin 4 yana açılan kapıları; kuzeyde Dağkapı (Harputkapı), batıda Urfakapı (Rumkapı veya Halepkapı), güney3 4 5 6 256 Bkz. Murat Özaydın, “Diyarbakır İlçelerinde Muhtemel Sahabe Mezarları”, Nebiler, Sahabiler, Azizler Ve Krallar Kenti Diyarbakır, TDV Yay., Ankara 2010, 93. Nejat Göyünç, “Diyarbakır”, TDV İslam Ansiklopedisi (DİA), C. IX, TDV Yayınları, İstanbul 1994, 465. Bkz. Anonim, Diyarbakır Gezi Rehberi, Boyut Yayıncılık, İstanbul 2011, 10–11; Cuma Karan, Diyar-ı Bekir ve Müslümanlarca Fethi, Ensar, İstanbul 2010, 30–40. Bkz. Zeynel Abidin Çiçek, Diyarbakır’ın Fethi, Tarihi ve Kültürü, Söz Matbaası, Diyarbakır 2007, 29; Diyarbakır Gezi Rehberi, 13; Anonim, Taşlar ve Düşler Diyarbakır, DBB Başkanlığı Kültür ve Sanat Yayınları, İstanbul 2004, 28–30. de Mardinkapı (Telkapı) ve doğuda Yenikapı (Dicle veya Sukapı)’dır. 7 İç Kale içerisinde Diyarbakır’ın ilk yerleşim noktası olan Virantepe höyük tipi yerleşimi ile Artuklu hükümdarı Melik Salih Nasreddin Mahmud (1200–1222) dönemine ait bir saray bulunmaktadır. 8 Ayrıca inşa tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte, Artuklular döneminde hamam olarak kullanılan St. George (Kara Papaz) Kilisesi, 1155–1169 yılları arasında Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından yapılmış Hz. Süleyman camisi ve cami bitişiğinde Halid bin Velid’in oğlu Hz. Süleyman ile şehit sahabelerin yattığı meşhed yer almaktadır. 2. Diyarbakır Merkezdeki İnanç Turizmi Değerleri Diyarbakır merkezde bulunan turizm değerlerinin önemli bir kısmı Suriçi Bölgesi’ndedir. Bölge, çok sayıda uygarlığın izlerini taşıyan, zengin tarihi ve kültürel birikimi ile farklı uygarlıkların, medeniyetlerin merkezi olmuştur. Bu nedenle birçok tarihi ve dini eseri barındıran bir kültür mirasına sahiptir. Diyarbakır’daki eserlerde inşa malzemesi olarak bölgeye özgü düzgün kesme taş kullanılmıştır. Genellikle dış cephelerde siyah ve beyaz taşlar beraber kullanılarak almaşık bir düzen sağlanmıştır. 2.1 Peygamber Makamları Diyarbakır’ı inanç turizmi açısından öne çıkaran özelliklerinden ilki burada bulunan peygamber makamlarıdır. Kuran-ı Kerim’de adı geçen 9 Hz. İlyas (a.s)’ın makamının Diyarbakır’da olduğuna inanılmaktadır. 1848 yılında şehri ziyaret eden Yahudi Seyyah Benyamin Haşeni, Diyarbakır’da yaşayan 250 Yahudi aileden bahsetmekte ve Hz. İlyas’ın bir dönem burada bulunduğuna dair bilgiler vermektedir. 10 Yahudiler için önemli şehirlerden biri kabul edilen ve Tevrat’ta adı geçen Kalne şehrinin de Diyarbakır olduğu da iddia edilmektedir. 11 Diyarbakır merkezde bulunan bir diğer peygamber makamı Hz. Yunus (a.s)’a aittir. Kuran-ı Kerim’de ismi geçen Yunus (a.s), M.Ö VIII. yüzyılda İlyas (a.s)’dan sonra, Asurluların Dicle Nehri’nin doğu yakasında bulunan başkentleri Ninova’ya peygamber olarak görevlendirildiği rivayet edilmektedir. Ninova’da 33 yıl yaşayan ve puta tapan kavmini tevhid inancına çağıran Yunus (a.s), çağrısına iltifat edilmemesi Bkz. Ali Boran, “Diyarbakır Kalesi”, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, Diyarbakır Valiliği Kültür Sanat Yayınları, Diyarbakır 2011, 80–112; Karan, 53–62. Bkz. Şevket Baysanoğlu, Anıtları Ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi, C. I, DBB Kültür ve Sanat Yayınları, Ankara 1998, 342. 8 Bkz. En’am 85; Saffat 123; 130. 9 Rıfat N. Bali, “Diyarbakır Yahudileri”, Diyarbakır: Müze Şehir, (Haz. Şevket Beysanoğlu-M. Sabri Koz-E. Nedret İşli), YKY, 10 İstanbul 1999, 368. 11 Bkz. Anonim, Dini Değerleri ile Diyarbakır, Diyarbakır İl Müftülüğü Yayınları, Diyarbakır 2009, 38–39. 7 257 üzerine buradan ayrılmıştır. 12 Yunus (a.s)’ın kavminden ayrıldıktan sonra, bir süre Diyarbakır’daki, şehir surlarının altında bulunan fis mağarasında yaşadığı ve makamının da burası olduğu kabul edilmektedir. 13 2.2 Cami ve Mescitler Diyarbakır’da inanç turizm değeri olarak çeşitli zamanlarda yapılan camilerin yanı sıra Akkoyunlu ve Osmanlı dönemlerinde yapılan cami ve mescitler önemli yer tutmaktadır. Burada inanç turizmi açısından öne çıkan en önemli eser Ulu Cami’dir. Cami, Anadolu’nun ilk camisi ve İslam dünyasında beşinci Harem-i Şerif’i (Mukaddes Mabet) olarak kabul edilmektedir. 14 Diyarbakır Hz. Ömer döneminde İslam ordularınca 639 yılında fethedilmiş ve sonrasında İyaz b. Ganm (r.a) buradaki en büyük Hıristiyan mabedi olan Mar Toma Kilisesi’ni camiye çevirmiştir. Eser kilise olarak kullanılmasından önce Pagan Dönemi’ne ait bir putperest mekânı olarak inşa edilmiştir. 15 Zamanla yıpranan caminin onarımını Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın emriyle şehrin valisi Amidüddevle Ebu Mansur Muhammed 1091’de yaptırmıştır. 1115’de meydana gelen deprem ve yangında büyük hasar gören cami, 1240 yılında halkın yardımıyla tekrar onarılmıştır. 16 Avlusundaki şadırvanları, çeşitli devirlere ait kitabeleri yönünden büyük değer taşıyan Ulu Cami, çevresindeki iki medrese ve diğer yapılarla anıtsal yapılar topluluğu olarak günümüzde de dikkati çekmektedir. Avlusunda Romalılarda kalma bir güneş saati de bulunmaktadır. Camiinin 4 cephesi İslam’ın 4 mezhebini temsil etmektedir. Plan olarak Şam’daki Emeviye camisine benzetilmektedir. 17 Günümüzde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce restorasyonu yapılmakta olan Cami; Selçuklu, Artuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Osmanlı dönemlerine ait kitabeleri ve mimari özellikleri ile büyük değer taşımaktadır. Diyarbakır’a gelen herkesin görmesi gereken mabet ne yazık ki gerektiği şekilde tanıtılamamış ve ülkemizde de pek bilinmemektedir. Diyarbakır’da inanç turizmi açısından büyük önem arz eden bir diğer mabet Hz. Süleyman (Nazıriye, Nasıriye veya Kale) Camisi’dir. Cami İç Kale’de surlara bitişik halde ve Selçuklu tarzında inşa edilmiştir. Minare üzerindeki kitabeye göre cami, Nisanoğulları döneminde, Cemalüddevle ünvanlı Kemaleddin Ebu’l Kasım Ali tarafından 1160 tarihinde yaptırılmıştır. Mimarı da Hibetullah el Gürgani’dir.18 Hemen hemen tamamında kesme taş kullanılan caminin iki girişi bulunmaktadır. Caminin XII. yüzyılda yapıldığı sanılan minaresi Diyarbakır ve çevresindeki pek 12 13 14 15 16 17 18 Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 40. Bkz. Yahya Erikli, Peygamberler Sahabeler Diyarı Diyarbakır ve Bölgedeki Ziyaret Yerleri, Söz Ofset, Diyarbakır 2006, 16–17. Diyarbakır Gezi Rehberi, 34; Taşlar ve Düşler Diyarbakır, 84. Ali Kılcı, “Diyarbakır’ın Vakıf Mimari Eserleri ve Vakıfları üzerine Bazı Notlar”, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, Diyarbakır Valiliği Kültür Sanat Yayınları, Diyarbakır 2011, 21–22. Bkz. Baysanoğlu, C. I, 273; Çiçek, 44. Bkz. Mehmet Top, “Diyarbakır Ulu Camii ve Müştemilatı”, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, Diyarbakır Valiliği Kültür Sanat Yayınları, Diyarbakır 2011, 187–213; Erikli, 36–38. Kılcı, 25; Taşlar ve Düşler Diyarbakır, 38. 258 çok örnekte olduğu gibi kare biçimindedir. Caminin bitişiğinde Halid bin Velid’in oğlu Hz. Süleyman ile Diyarbakır’ın Müslümanlar tarafından fethedilmesi sırasında şehit düşen 27 sahabenin19 kabri bulunmaktadır. Çeşitli devirlerde onarılan cami, Osmanlı döneminde 1631 yılında Silahtar Murtaza Paşa tarafından tamir ettirilmiştir.... .... Günümüzde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce restorasyonu yapılmaktadır. Diyarbakır’da tarihi ile öne çıkan bir diğer cami Hz. Ömer (Ömer Şeddad) 20 Camisi’dir. Halk arasında Hz. Ömer Camisi olarak adlandırılan bu yapı, Nisanoğulları döneminde Mardin Kapı’nın iki girişi kapatılarak oluşturulmuştur. Kitabesinde Mescid-i Şeddad ismi geçtiği için Ömer Şeddad Camii de denmektedir.21 Diyarbakır’da Akkoyunlu dönemine ait birçok mabet bulunmaktadır. Nebi, Şeyh Matar ve Safa Camileri bunların en önemlileridir. Nebi (Peygamber) Cami, Dağkapı meydanda bulunmaktadır. Caminin kitabesinde Peygamber Efendimizden “Kalen Nebiyyü” diye söz edilmesinden ötürü halk tarafından Nebi Camii olarak adlandırılmıştır. Minaresindeki 1530 tarihli kitabeden Diyarbakırlı Kasap Hacı Hüseyin tarafından bu kısmının hayrat olarak yaptırıldığı anlaşılsa da ana binanın kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. XV. yüzyıl Akkoyunlu dönemine ait olan yapı, beyaz ve siyah kesme taştan yapılmış ve üzeri piramit şekilli büyük bir kubbe ile örtülmüştür.22 Akkoyunlu ve Osmanlı yapıları arasında bağlantı sağladığı için önemlidir. XX. yüzyıl başlarında minaresi çökmüş ve bundan sonra yeri değiştirilmiştir. Avlusunda Diyarbakır’da valilik yapan Köprülü Abdullah Paşa’nın eşi ve kızının türbesi bulunmaktadır.23 Şehirdeki bir diğer Akkoyunlu eseri mimari özelliklerinden çok minaresinin ayaklı olması ile ünlü olan Şeyh Matar (Mutahhar, Muallâk, Kasım Padişah veya Dört Ayaklı Minare) Camisi’dir. Savaş Mahallesi Yenikapı Sokak’ta yer alan cami, Akkoyunlu Sultanı Kasım Han tarafından 1500 yılında yaptırılmıştır. Caminin yapıldığı alan, Şeyh Mutahhar isimli bir kimsenin mezarının bulunduğu arsa olduğu için bu isimle de anılmaktadır. Minaresinin İslamiyet’ten önce yapıldığı rivayet edilmektedir. Anadolu’daki tek örnek olarak yekpare taş sütun üzerinde dört köşeli olarak inşa edilen minarenin sütunlarının İslam’ın 4 mezhebini, gövdesinin ise İslam dinini temsil ettiği ifade edilmektedir. Sütunların üzerinde fırınlanmış ağaç kullanılması da minareyi benzerlerinden farklı kılan özelliklerindendir.24 Türkiye’de başka bir örneği bulunmayan bu minare görülmesi gereken yapılardandır. Şehirde XV. yüzyıl Akkoyunlu eseri olan ve kokulu anlamına gelen İpariye veya Parlı Camii olarak da adlandırılan Safa Cami de farklı özellikleri ile öne çıkan bir 19 20 21 22 23 24 Burada medfun bulunan Şehit Sahabelerin sayısı ile ilgili farklı rivayetler bulunmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bakınız (Karan, 154–155). Bkz. Erikli, 28–29; Baysanoğlu, C. I, 270. Baysanoğlu, C. I, 268; Kılcı, 26. Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 33. Baysanoğlu, C. II, 475–478. Bkz. Tuncer, “Diyarbakır Camileri”, 216–217; Diyarbakır Gezi Rehberi, 37. 259 yapıdır. Şah İsmail’in dedesi Şeyh Cüneyt Safi’nin isteği üzerine Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan tarafından yaptırıldığı ve şeyhe hürmeten Camiü’s Safi denildiği, sonradan da Camiü’s-Safa denilmeye başlandığı tahmin edilmektedir. Dönemin önde gelen mimari yapıtlarındandır. Zarif bir sanat eseri olan minaresinin harcının Diyarbakır çevresinde yetişen kokulu bitkilerle karıldığı ve eskiden bir kılıf içinde muhafaza edilerek sadece Cuma günleri açıldığı belirtilmektedir. Cami bahçesinde yer alan mezarlıkta Şeyh Abdülcelil Türbesi, ünlü İslam bilgini Müslihiddin Lari’nin ve eizze-i kiramdan Şeyh Ahmed Gülşeni’nin mezarları bulunmaktadır. 1531 yılında Abdurrahman b. Hacı Hüseyin tarafından caminin onarımı yapılmıştır.25 Diyarbakır’daki diğer Akkoyunlu eserleri arasında Eğil beylerinden Lala Kasım b. Şah Muhammed tarafından yaptırılan Lala (Lale) Kasım Bey Cami,26 1498 yılında Şirazlı Hacı Ahmed tarafından yaptırılan Hoca Ahmed (Ayni Minare) Cami27 ve Kadı İsmail tarafından yaptırıldığı tahmin edilen Kadı Camisi28 de bulunmaktadır. Ayrıca XVII. yüzyıl başlarında yaptırıldığı düşünülen ve Nakşibendî şeyhi Aziz Mahmud Urmevi’nin tekkesinin yanına yapıldığı için Şeyh Azizi Urmevi (Aziziye veya Hacı Müştak) Camisi olarak anılan cami de bu dönemde yapılmıştır.29 1468 yılına ait vakfiyesine göre Kavvasoğlu diye meşhur Hacı Ahmet tarafından yaptırılan ve haziresinde Şeyh Yusuf el-Hemedani’ye nisbet edilen bir türbe olduğu için Şeyh Yusuf Cami denen (Tabakhane) Camii de bu döneme aittir.30 Şehirdeki Akkoyunlu dönemine ait mescitler arasında; Akkoyunlu hükümdarlarından İbrahim Bey tarafından XV. yüzyıl sonunda yaptırıldığı düşünülen İbrahim Bey Mescidi, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Budak tarafından yaptırılan Kaşık Budak Mescidi31 ve Kavasoğlu Hacı Ahmed b. Mehmed tarafından 1466–1467 yılları arasında yaptırılan Kavas-ı Sağir Mescidi32 bulunmaktadır. Yapılış tarihi ve yaptıranı bilinmeyen fakat XV. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen mescitler arasında Hacı Büzrük (Büzürk) Mescidi,33 Taceddin Mescidi34 ve Sarı Saltuk Türbesi’nin yanında yer alan Sarı Saltuk Mescidi bulunmaktadır.35 Günümüzde Diyarbakır camileri arasında Osmanlı dönemine ait eserler de önemli bir yer tutmaktadır. Bunlar arasında öne çıkanlar Diyarbakır valileri tarafından yaptırılanlardır. 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 Bkz. Baysanoğlu, C. II, 467–472; Çiçek, 46. Bkz. Tuncer, “Diyarbakır Camileri”, 215–216. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 78–79. Bkz. F. Meral Halifeoğlu, “Diyarbakır Suriçi’nde Yer Alan Mescitler”, Nebiler, Sahabiler, Azizler Ve Krallar Kenti Diyarbakır, TDV Yay., Ankara 2010, 328. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 74; M. Şefik Korkusuz, Tezkire-i Meşayih-i Amid Diyarbakır Velileri I-II, Kent Yayınları, İstanbul 2004, 92. Bkz. Araştırma Raporu, 265. Baysanoğlu, C. II, 487–488. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 93. Kenan Haspolat, “Hükümdarlar, Paşalar ve Beyler Kenti Diyarbakır”, Nebiler, Sahabiler, Azizler Ve Krallar Kenti Diyarbakır, TDV Yay., Ankara 2010, 270. Halifeoğlu, “Diyarbakır Suriçi’nde Yer Alan Mescitler”, 324. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 117. 260 Diyarbakır’ı fetheden ve buranın ilk valisi olan Bıyıklı Mehmet Paşa36 ..tarafından 1516–1521 yıllarında yaptırılan Bıyıklı Mehmet Paşa (Fatih Paşa veya Kurşunlu) Cami Osmanlı eserlerinin ilkidir. Cami, medrese ve hamamdan oluşan yapılar topluluğundan sadece cami özelliğini koruyarak günümüze kadar gelebilmiştir. Cami, diğer Diyarbakır camilerinden farklı plana sahiptir. Kubbelerinin kurşunla kaplı olması sebebiyle kurşunlu cami de denilmektedir. Mehmet Paşa’nın Yavuz Sultan Selim tarafından buraya atanması sonrasında Musul, Mardin ve ElCezire’nin (Yukarı Mezopotamya) diğer beldelerini de fethetmesi dolayısıyla ona “fatih” denmeye başlanmış ve bundan dolayı camiye, Fatih Paşa Camisi de denmiştir. Mehmet Paşa vefat ettikten sonra kendi adıyla anılan bu caminin doğu yönündeki haziresine defnedilmiştir.37 Diyarbakır’da görev yapan birçok vali şehre eserler kazandırmıştır. Bunlardan bir diğeri Hüsrev Paşa Cami’dir. Diyarbakır’ın 2. valisi Hüsrev Paşa tarafından38 1521–28 yılları arasında Hüsreviyye Medresesi olarak yaptırılan eserin mescidi devamlı olarak kullanılınca 1728 yılında bir minare eklenmiş ve cami haline getirilmiştir.39 Diyarbakır valisi Ali Paşa’nın40 isteği üzerine 1534–1537 yılları arasında yapılan Hadım Ali Paşa Camisi de bir başka Osmanlı eseridir. Külliye şeklinde yapılar topluluğundan oluşan caminin doğusunda Şafiiler kısmı, batısında medrese kuzey doğusunda da zikirhane denilen beşik tonozlu41 dikdörtgen bir yapı ve hamam bulunmaktadır.42 Tuhfetül-Mi’marin’de Mimar Sinan’ın eseri olarak geçen caminin çinileri klasik Osmanlı çinilerinin yanı sıra bölgesel özellikler de barındırması açısından önemlidir. Kesme taştan tek kubbeli olarak yapılan bu caminin minaresi silindirik gövdeli, tek şerefeli olarak kuzeydoğuya yerleştirilmiştir. Ses akustiği de ses cihazı kullanmayı gerektirmeyecek özelliktedir.43 İskender Paşa’nın 44 emriyle 1554–1557 yılları arasında yaptırılan İskender Paşa Camisi, erken dönem Osmanlı mimarisinin özelliklerini taşımaktadır. Caminin önünde şadırvanı, doğusunda da türbesi bulunmaktadır. Son cemaat mahalli dört sütun ve köşelerdeki “L” şeklindeki ayakların taşıdığı beş bölümden meydana gelmiştir. Caminin sol tarafına silindirik gövdeli, tek şerefeli taş minare eklenmiştir.45 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 Bkz. Abdulgani Fahri Bulduk, Diyarbakır Valileri, Medrese Yayınları, İstanbul 2007, 13; Ali Emiri Efendi, Osmanlı Doğu Vilayetleri, (Haz. Abdulkadir Yuvalı-Ahmet Halaçoğlu), Babıâli Kültür Yayıncılığı, İstanbul 2008, 94. Bkz. Baysanoğlu, C. II, 544–554. Bulduk, 14. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 79–80. Devşirmeden olduğu için Hadım denilen Ali Paşa, Diyarbakır’ın 6. valisidir. Şehirde 3 yıl görev yapmıştır. Şehre cami, medrese, tekke ve hamam kazandırmıştır (Bkz. Bulduk, 17–18). Beşik tonoz: Kesiti yarı daire şeklinde olan kavisli örtü (Bkz. Nusret Çam, İslamda Sanat Sanatta İslam, Akçağ Yayınları, Ankara 1999, 244). Diyarbakır Gezi Rehberi, 43. Bkz. Orhan Cezmi Tuncer, “Diyarbakır Camileri”, Diyarbakır: Müze Şehir, (Haz. Şevket Beysanoğlu-M. Sabri Koz-E. Nedret İşli), YKY, İstanbul 1999, 218–219. İskender Paşa: Diyarbakır’ın 12. Osmanlı valisidir. Diyarbakır’da 14 yıl valilik yapmış ve buraya birçok eser kazandırmıştır (Bkz. Bulduk, 21–22). Bkz. Baysanoğlu, C. II, 593–596; Tuncer, “Diyarbakır Camileri”, 220–221. 261 Diyarbakır’daki camilerin en görkemlilerinden olan Behram Paşa Cami, Behram Paşa46 tarafından 1564–1572 tarihleri arasında yaptırılmıştır. Mimar Sinan döneminde inşa edilmiş Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerindendir. Caminin çok süslü minberi ve mihrabı bezemeli bir sanat harikasıdır. İç mekânın bütün duvarları belirli bir yüksekliğe kadar XVI. yüzyıl İznik çinileri ile kaplanmıştır. Caminin minaresi 1928’de yıkılmış, tek şerefeli ve silindirik olarak yenilenmiştir.47 Aslen Diyarbakırlı olan Melik Ahmet Paşa tarafından 1587–1591 yılları arasında yaptırılan Melik (Melek) Ahmet Paşa Cami plan olarak diğer Osmanlı eserlerinden farklıdır. Caminin giriş kapısı diğer camilerden ayrı olarak güney mihrap duvarındaki büyük bir portaldan caminin altındaki yola çıkmakta önce kuzey kısmındaki avluya, sonra da merdivenlerle camiye çıkılmaktadır. İçerisindeki duvarlar 1 metre yüksekliğine kadar XVI. yüzyıl İznik çinileri ile kaplanmıştır. Ayrıca caminin mihrabı da çinilidir. Minaresi camiden ayrı olarak yapılmıştır. Minarenin yarısında kadar içeriden iki merdivenle, yarısından sonra da bunlar birleşerek tek merdivenle şerefeye çıkılmaktadır. Bu merdivenler çıkanların birbirini göremeyecekleri şekilde düzenlenmiştir. Mozaik çinili bir şerit kaideyi çepe çevre dolaşmaktadır. 48 Bu özellikler diğer Diyarbakır camilerinde bulunmamaktadır. Şehirdeki Osmanlı dönemine ait diğer camiler arasında şunlar bulunmaktadır. Çağaloğlu (Çağal) Camii: 1581 yılında Çağalzade Yusuf Sinan Paşa veya 1604’te Diyarbakır valiliği yapan oğlu Mahmut Paşa49 tarafından yaptırıldığı düşünülmektedir.50 Günümüzde tarihi özelliklerini büyük oranda kaybeden camide, sadece girişteki üç kemer tarihi özelliği yansıtmaktadır. Nasuh Paşa Camii: 1606 yılında Diyarbakır’a vali olan Nasuh Paşa’nın eşi Servisehiy (Selvinaz) tarafından 1606–1611 yılları arasında yaptırılmıştır.51 Sade yapılı cami, birçok kez onarımdan geçmiştir.52 Arap Şeyh Camii: Diyarbakır’ın 71. valisi Kara (Silahtar) Mustafa Paşa tarafından53 1644–1650 yılları arasında yaptırılmıştır. Caminin yanında bir de türbe bulunmaktadır.54 Kurt İsmail Paşa Camii: Diyarbakır’ın 229. valisi Kurt İsmail Paşa55 tarafından kardeşi Meded Bey’in adına 1869–1875 yılları arasında yaptırılmıştır. Surların dışına yapılan ilk camidir.56 Günümüzde Kurtoğlu Askeri Lojmanlarının içinde kalmaktadır. 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 262 Behram Paşa: Diyarbakır’daki 13. Osmanlı valisidir. Burada 3 yıl görev yapmış ve adına bu camiyi inşa ettirmiştir (Bulduk, 22). Bkz. Baysanoğlu, C. II, 597–602; Tuncer, “Diyarbakır Camileri”, 221–223. Bkz. Baysanoğlu, C. II, 644–649; Tuncer, “Diyarbakır Camileri”, 223–225. Bulduk, 41. Bkz. Baysanoğlu, C. II, 675; Dini Değerleri ile Diyarbakır, 65. Bkz. Bulduk, 43–44. Bkz. Araştırma Raporu, 274. Bulduk, 63–64. Baysanoğlu, C. II, 669–671. Bulduk, 178. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 94–96. Rağıbiye (Defterdar) Camii: Diyarbakır Defterdarı Ahmet Zihni Bali Bey tarafından 1594 yılında yaptırılmıştır. Daha önce harabeye dönen cami, 1832’de Hacı Muhammed Rağıb Efendi tarafından tamir ettirilmiş ve yanına bir de medrese inşa edilmiştir.57 Günümüze medresesi ulaşmayan cami gayet sade yapılı ve siyah bazalt taştandır. Kozlu (Molla Bahaddin) Camii: Ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesin olarak bilinmeyen caminin, XVI. yüzyıl Osmanlı eseri olduğu düşünülmektedir. 58 Bir dönem ev olarak kullanılmış ve 1946’dan sonra tekrar camiye çevrilmiştir. Salos Camii: XVI. yüzyıl Osmanlı eseri olduğu tahmin edilmektedir. Mülkiyeti şahsa ait olan cami birçok kez onarım görmüştür.59 Sin (Sinlioğlu, Sinoğlu veya Şems Efendi) Camii: Ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesin olarak bilinmeyen caminin, 1518–1540 tarihleri arasında yapılmış olduğu tahmin edilmektedir.60 Evliya Çelebi, camiyi Şems Efendi adında birisinin yaptırdığını belirtmekte ve şu inanışı aktarmaktadır: “Şems Efendi anne karnındayken babası onu Allah’a emanet etmiş ve gazaya gitmiştir. Gaza sonrası döndüğünde eşinin vefat ettiğini öğrenmiş ve çocuğu Allah’a emanet ettiğini söyleyerek kabri açtırmıştır. Kabir açılınca çocuk gayet rahat bir vaziyette annesinin çürümeyen sağ memesinden süt emerken bulunmuştur. İşte bu çocuğa Sinanoğlu Şems derler.” 61 Hanzade Mescidi: Osmanlı eseri olan bu yapının yaptıranı bilinmemektedir. 1896–1902 yıllarında yıkık haldeyken dönemin valisi Mehmed Halid Bey tarafından yeniden inşa edilerek ibadete açılmıştır. 1970 yılında onarılmış, 1999– 2000 yılları arasında ise komple yıkılarak yeniden yapılmış ve minare eklenmiştir. Tarihi özelliklerini günümüzde kaybetmiştir. 62 Hançer-i Güzel Mescidi: Mescit, halk arasında sahabe olduğuna inanılan ve Hançer-i Güzel olarak adlandırılan eizze-i kiramdan Hançer Güzar’ın metfun olduğu yerin yanındadır. 1896–1902 yıllarında Hüsameddin Mescidi adıyla tanındığı ve bu tarihlerde yıkık haldeyken dönemin valisi Mehmed Halid Bey tarafından yeniden inşa edilerek ibadete açıldığı bilinmektedir.63 Günümüzde tarihi özelliklerini büyük oranda kaybetmiştir. Hasırlı Mescidi: Kesme taştan yapılmış basit bir yapı olan caminin avlusunda halk arasında “Hasırlı Baba” diye isimlendirilen bir kişi medfundur. 1964 yılında orjinaline uygun olmayan bir şekilde yeniden yapılmış ve tarihi özelliklerini kaybetmiştir. 57 58 59 60 61 62 63 Bkz. Araştırma Raporu, 273. Baysanoğlu, C. II, 675. Halifeoğlu, “Diyarbakır Suriçi’nde Yer Alan Mescitler”, 330. Baysanoğlu, C. II, 610. M. Şefik Korkusuz, Seyahatnamelerde Diyarbakır, Kent Yayınları, İstanbul 2003, 28. Halifeoğlu, “Diyarbakır Suriçi’nde Yer Alan Mescitler”, 330. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 76–77. 263 2.3 Kilise ve Havralar Antik dönem boyunca Diyarbakır konumu nedeniyle Paganların yanı sıra Şemsiler, Yahudi ve Hıristiyanlardan oluşan çok dinli toplumsal yapıya sahip olmuştur.64 Geçmişte var olan çok sayıdaki kilise ve havralardan ancak bir kısmı günümüze ulaşabilmiştir. Bugün yerleri bilinmeyen ancak kaynaklarda adları geçen birçok kilisenin de varlığı bilinmektedir. Bunlar arasında; Mar Kuzmo65 (Rum Ortodoks) Kilisesi, Mar Zu’oro Kilisesi, Mar Yuhanon66 (Yuhanna, Nesturi) Kilisesi, Mar Hananyo (Hanonyo) Kilisesi, Süryani Katolik Kilisesi, Sen Teodaros (Teodaros) Ermeni Kilisesi ve Meryem-i Zal kiliseleri bulunmaktadır.67 Suriçi Bölgesi’nde kentin güneydoğu kesimi kiliselerin en yoğun bulunduğu kesimdir. Günümüzde Diyarbakır’da oldukça az olan gayrimüslim halk, kiliselerin çevresinde veya Diclekent’te yaşamaktadır. Günümüzde Hıristiyan ibadet mekânı olarak kullanılan ve inanç turizmi açısından öne çıkan en önemli kilise, Meryem Ana (Mar veya Mor Yakup) Süryani Kadim Kilisesi’dir. Kilise, Mor Yakup kutsal alanı, 4 avlu, divanhane (derslik) ve lojmandan oluşmaktadır.68 Yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte en geç III. yüzyılın başında yapıldığı düşünülmektedir.69 Mardin’deki Deyr-ül Zafaran’dan gelen Patrik II. Yakup, 1871 yılında ölene kadar burada yaşamış ve kilise o dönemde patriklik merkezi olarak da hizmet vermiştir. Birkaç kez yanmış, yıkılmış ve birçok kez onarılmıştır.70 Günümüzdeki görünümünü 2004–2005 yıllarında yapılan restorasyon ile almıştır. Bizans devrinden kalma mihrabı, Roma biçimi kapısı ilgi çekicidir. Kilisede bazı azizlerin mezarı bulunmaktadır. İbadetler ise İsa-Mesih’in kullandığı dil olan Aramice yapılmaktadır.71 Şehirde kullanılan bir diğer kilise Mar Petyun (Keldani Katolik) Kilisesi’dir. Savaş mahallesi şeftali sokakta yer alan kilisenin ne zaman inşa edildiği tam olarak bilinmemektedir. Fakat XVII. yüzyılda yapılmış olduğu sanılmaktadır. Günümüzde Katolik Keldaniler tarafından kullanılmaktadır. 1834 tarihinde onarım görmüştür. Kemerlerle bölünmüş 4 nefli kilisenin bazalt taş duvarları apsis önündeki baklava dilimli ve 2 renkli taş döşemelerle birlikte bütünlük oluşturmaktadır.72 Günümüzde ibadet amaçlı kullanılmayan kiliselerden olan Saint George (Kara Papaz veya Mar Gevergis Nasturi) Kilisesi, İç kalenin kuzeydoğu köşesinde yer almaktadır. Yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte IV. veya V. yüzyılda 73 yapıldığı sanılmaktadır. Bizans sitilinde, Dicle nehrine bakar tarzda yapılmıştır. Yapı adı kadınlar manastırı olarak da geçmektedir. Uzun süre Diyarbakır il jandarma 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 Baysanoğlu, C. I, 130. Günümüzde ayakta kalan tek Süryani Meryem Ana Kilisesi’nin güneydoğu kısmında bulunan bu kilise, 1930 yılına kadar ayakta kalmış fakat sonradan yıkılmıştır (Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, Chiviyazıları Yayınevi, İstanbul 2003, 144). Arabistan Episkopos’u Mar Yuhanna, 629’da ölünce Diyarbakır’a getirilip bu kiliseye gömülmüştür. Onun adına izafeten bu kiliseye Vaftizci Mar Yuhanna Kilisesi adı verilmiştir. M.S IV. yüzyılda inşa edildiği düşünülmektedir. Yeri şimdiki Deva Hamamı civarındadır (Bkz. Şimşek, 142). Bkz. Karan, 63–67; Şimşek, 142–148. Orhan Cezmi Tuncer, Diyarbakır Kiliseleri, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları, Ankara 2002, 18–21. Şimşek, 149. Taşlar ve Düşler Diyarbakır, 76. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 256–258. 264 Kilise’nin II. yüzyılda yapılmış olduğu da kaynaklarda geçmektedir (Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 52). komutanlığı Saraykapı Cezaevi’nin içerisinde bulunduğundan kullanılmamıştır. Üzeri doğu batı doğrultusunda eliptik tuğla kubbe ile kuzey-güney nefleri önde yuvarlak kolonlu ve arkasındaki dikdörtgen ayaklara oturan kemerli, tonozlu örtüye sahiptir. Kilisenin orta mekânı dört yöne eyvanlara açılmaktadır.74 Günümüzde koruma altına alınmış ve sanat galerisi olarak kullanılmaktadır.75 İbadet maksatlı kullanılmayan bir diğer kilise Surp Sargis Ermeni (Mar Dumyana, Çeltik veya Hızır İlyas) Kilisesi’dir. Mardin kapısı yakınlarında olan bu kilise Katolik Ermenilere aittir. Uzun süre çeltik fabrikası olarak kullanıldığı için Çeltik Kilisesi de denmiştir. 76 .Kilisenin XVI. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Ana yapı malzemesi siyah bazalt taştır. İki katlı kilise sütunları ve 4 kemer dizisi ile 5 nefli bir kilisedir. 1840 yılında büyük çaplı onarım görmüş fakat onarımda hatalar yapılmıştır.77 Günümüzde kısmen yıkık ve boş olan kilisenin onarımı yapılarak turizme kazandırılması gerekmektedir. Şehirde Katolik Ermenilere ait bir diğer kilise Surp Giragos (Kiragos) Ermeni Kilisesi’dir. Özdemir Mahallesi Göçmen sokakta yer alan bu yapı, tapu kayıtlarına göre Ermeni Katolik Kilisesi Cemaati Vakfı’na aittir. Günümüzde kubbesi yıkılmış ve yer yer yıpranmıştır. Kilisenin adı Polonyalı Simeon’un Seyahatnamesi’nde de (1610–1615) geçmektedir.78 XVI. yüzyılda inşa edildiği düşünülmektedir. 1729’da yeniden ve daha geniş olarak yapılmıştır. 1881’de tamamen yanmış ve 1883’te tekrar yapılmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında Alman karargâhı olarak kullanılmıştır.79 Günümüzde kısmen yıkık ve boş bir halde olan kilisenin onarımı yapılarak turizme kazandırılması gerekmektedir. Şehirde öne çıkan diğer Hıristiyan mabetleri şunlardır. Ermeni Katolik Kilisesi: Hasırlı mahallesinde gazi caddesi yakınlarındadır. Bazalt taştan yapılan kilisenin güney apsisinin mukarnaslı örtüsü ve mihrap duvarlarındaki çini kalıntıları yapının mimari zenginliğini artırmaktadır. Kilise, Ermeni Katolik Kilisesi Cemaati Vakfı’na aittir. XVI. veya XVII. yüzyılda yenilendiği veya yapıldığı sanılmaktadır. Onarımı devam etmektedir..80 (Süryani) Protestan Kilisesi: Mardin kapısı yakınlarındaki Cemal Yılmaz Mahallesi’ndedir. Yapılış tarihi bilinmemekle birlikte XIX. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir. Dikdörtgen planlı ve iki katlı olarak siyah bazalt taştan inşa edilmiştir. Cemaatinin XX. yüzyıl başlarında dağıldığı sanılmaktadır. Günümüzde kısmen yıkık ve boş bir halde olan kilisenin onarımına başlanmıştır..81 Kırklar Kilisesi: Eski Silvan yolu üzerinde, Kırklar Dağı’nın eteğinde yer almaktadır. V. yüzyıl sonlarında Diyarbakır Metropoliti Kırtminli Mar Yuhanna 74 75 76 77 78 79 80 81 Tuncer, 136–141. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 254. Diyarbakır Gezi Rehberi, 57. Bkz. Tuncer, 46–59; Dini Değerleri ile Diyarbakır, 256. Bkz. Korkusuz, Seyahatnamelerde Diyarbakır, 15. Bkz. Tuncer, 92–108; Diyarbakır Gezi Rehberi, 53. Bkz. Tuncer, 72–88; Dini Değerleri ile Diyarbakır, 250. Bkz. Tuncer, 64–69. 265 tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır..82 Kilise’den geriye günümüzde yalnızca bir duvar kalıntısı ve mahzen kalmıştır. Süleyman Nazif İlköğretim Okulu Avlusundaki Kilise: Özdemir mahallesinde yer alan kilise, Süleyman Nazif İlköğretim Okulu’nun bir bölümünü oluşturmaktadır. XVII. yüzyılda yapıldığı ve Latin kilisesi olduğu düşünülen yapı, 1970’lere kadar halı dokuma atölyesi olarak da kullanılmıştır..83 Havra (Sinagog): Diyarbakır merkezde bulunan havra, Küçükbahçecik Sokak 3. çıkmazda, Arap Şeyh Camisinin arkasında bulunmaktadır. Özentisiz eklentiler sonucu tarihi özelliği büyük oranda yok olmuştur. Havra 1840 yılında onarım görmüştür. Hz. İlyas (a.s)’ın bir süre burada kaldığı ve bu havrada peygamberliğini ilan ettiğine inanılmaktadır..84 Günümüzde ikametgâh olarak kullanılmaktadır. 2.4 Türbeler Diyarbakır’da sahabe ve evliyalara ait kabir ve türbeler önemli bir yer tutmaktadır. Önde gelenleri arasında Sahabeler Türbesi, Sultan Şüca, Şeyh Yusuf elHemadani, Şeyh Abdülcelil, Lala Bey, Sarı Saltuk, Zincirkıran, Fatih Paşa, İskender Paşa ve Özdemiroğlu Osman Paşa türbeleri bulunmaktadır. Diyarbakır’da inanç turizmi açısından değer ifade eden en önemli türbe Sahabeler Türbesi’dir. İç Kale’de, Hz. Süleyman camisine bitişik bir konumda bulunan türbe, buradaki şehit 20’den fazla (meşhur görüşe göre 27) sahabe için yapılmıştır. 639 yılında inşa edildiği düşünülse de bugünkü halini 1631 yılında Diyarbakır’da valilik yapmış olan Silahtar Murtaza Paşa döneminde almıştır. Türbe içerisindeki çiniler dikkat çekicidir. Şehit sahabeler, türbenin altındaki önceden girilebilen ancak sonradan girişi kapatılmış olan bodrum katta medfundur. Üst tarafta görünen kabirler ise Diyarbakır’da valilik yapmış önemli kişiler ve yakınlara aittir. .85 Günümüzde onarımı yapılan türbe en çok ziyaret edilen mekânlardandır. Şehirde öne çıkan diğer türbeler şunlardır. Malik-i Ejder (Ecder) Türbesi: Diyarbakır’ın fethine katılan sahabelerden Malik b. El-Haris el Eşter’in (r.a) medfun olduğu söylenen türbedir. 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnamesi’nde burada kabri bulunan kişinin “Sahabe-i kiramdan Malik-i Ejder” olarak zikredilmektedir..86 Fakat türbenin kime ait olduğu kesin olarak bilinmemektedir..87.. Mir Seyyah (Karadeniz) Türbesi: 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnamesi’nde bu türbede Sahabe-i Kiram’dan olduğuna inanılan Mir Seyyah’ın medfun bulunduğu 82 83 84 85 86 87 266 Tuncer, 145. Bkz. Tuncer, 129–131. Bkz. Bali, “Diyarbakır Yahudileri”, 368. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır,177–182. Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, DBB Yayınları, İstanbul 1999, 209. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 169. geçmektedir..88.. Karadeniz ziyareti olarak bilinmektedir. Sultan Şüca Türbesi: Mardin Kapı içerisinde Deliller Hanı’nın karşısındadır....Sahabe türbesi olduğuna dair rivayetler varsa da bunlar zayıftır. Yapılışı ile ilgili kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Fakat karşısında bulunan çeşmede 1208–1209 tarihlerinde Sultan Şüca’ya ait bir kitabe bulunmasından dolayı XIII. .89.. yüzyılda yapılan bir Artuklu eseri olduğu sanılmaktadır..90.. İki katlı olması sebebiyle diğer türbelerden ayrılmaktadır. Şeyh Yusuf Hamedani Türbesi: Şeyh Yusuf (Tabakhane) Camisinin avlusunda yer almaktadır. 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnamesi’nde eizze-i kiramdan Şeyh Yusuf el-Hamedani’nin burada medfun olduğu belirtilmektedir. .91.. Ancak burada medfun olan Şeyh Yusuf, Ahmed Yesevi’nin hocası mutasavvıf Şeyh Yusuf el-Hamedani ile aynı kişi değildir. Türbenin herhangi bir kitabesi bulunmadığından kimin için ve ne zaman yapıldığı ile ilgili farklı rivayetler bulunmaktadır..92.. Şeyh Abdülcelil Türbesi: Şeyh Safa Camisinin avlusunda yer almaktadır. Türbenin yapılış tarihi tam olarak bilinmemektedir. Fakat cami ile ilişkilendirildiğinden XV. yüzyıl ortaları ya da XVI. yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır..93.. Lala Kasım Bey Türbesi: Akkoyunlu eseri olan Lala Kasım Bey Camisinin avlusunda bulunmaktadır. Bu türbe Lala Kasım Bey’e ait değildir. Abdullah Halife adındaki bir kişi burada medfundur. İnşa tarihi bilinmemektedir. Fakat cami ile ilişkilendirildiğinden XV. yüzyıl ortaları ya da XVI. yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Türbeyi diğerlerinden ayıran en büyük özelliği mumyalık katının bulunmasıdır..94.. Sarı Saltuk Türbesi: Urfakapı yakınlarında Gülşeniler türbesi olarak bilinen yapılar topluluğunun içindedir. Bu türbede Sarı Sadık lakabı ile meşhur Gülşeniyye Tarikatı’na mensup Şeyh Sadık Ali Efendi’nin (ö. 1553) medfun bulunduğu tahmin edilmektedir..95.. Yapılış tarihi bilinmemektedir. Mimari özellikleri ve süslemeleriyle bölgedeki türbelerin en dikkat çekicilerindendir. Türbe içerisinde bir sanduka ve güney cephesinde zarif bir mihrap nişi bulunmaktadır..96.. Zincirkıran Türbesi: Nasuh Paşa Camisinin güneyinde yer almaktadır. Türbe içerisinde birbirine yakın iki sanduka bulunmaktadır. Kime ait olduğu bilinmeyen türbenin Nasuh Paşa tarafından yakın akrabaları için veya Diyarbakır’da valilik yapan Zincirkıran Ali Paşa tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir..97.. 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, 209. Diyarbakır Gezi Rehberi, 46. M. Mehdi İlhan, “Diyarbakır’ın Türbe, Yatır ve Mezarlıkları”, İslam Dünyasında Mezarlıklar ve Defin Gelenekleri, TTK Yayınları, Ankara 1996, 199. Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, 209. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 232–233. Baysanoğlu, C. II, 493. Bkz. Beysanoğlu, C. II, 478. Diyarbakır Gezi Rehberi, 47; Korkusuz, Tezkire-i Meşayih-i Amid Diyarbakır Velileri I-II, 192. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 212–214. İlhan, “Diyarbakır’ın Türbe, Yatır ve Mezarlıkları”, 191. 267 Bıyıklı Mehmet (Fatih) Paşa Türbesi: Fatih Paşa Camisinin güneydoğusundaki hazirede bulunmaktadır. 1515 tarihinde ilk Diyarbakır valisi olan Bıyıklı Mehmet Paşa, 1521 yılında vefat etmiş ve kabri burada bulunmaktadır..98.. Özdemiroğlu Osman Paşa Türbesi: Fatih Paşa Camisinin batısında camiye bitişik bir konumdadır. Diyarbakır valilerinden Özdemiroğlu Osman Paşa adına yaptırılmıştır..99.. Kısmen onarılmış yapı İstanbul’daki türbelere plan olarak .100. benzerlik arz etmektedir. Türbe Mimar Sinan’ın eserleri arasında sayılmaktadır. İskender Paşa Türbesi: İskender Paşa Camisinin avlusundadır. Yapılış tarihi bilinmemekle birlikte 1565 yılından önce yaptırıldığı düşünülmektedir. Türbe plan özellikleri olarak diğer türbelerden farklılık arz etmektedir..101.. Arap Şeyh Türbesi: Arap Şey Camisinin avlusunda bulunmaktadır. Kesin yapılış tarihi bilinmemekle birlikte XVII. yüzyıl ortalarında yapılan cami ile aynı yıllarda ya da hemen sonra yapıldığı düşünülmektedir..102.. Dabanoğlu Türbesi: Dabanoğlu mahallesinde yer almaktadır. 1696 tarihinde Diyarbakır’da valilik yapan Tabanzade Daltaban Mustafa Paşa.103.. tarafından yaptırılan fakat şimdi bulunmayan Dabanoğlu Mescidi yakınında bulunmaktadır. Herhangi bir kitabesi bulunmayan türbenin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir..104.. Nebi Camii Türbesi: Nebi camisinin avlusunda bulunan türbe, Diyarbakır’da valilik yapan Köprülüzade Abdullah Paşa tarafından eşi Zübeyde ve kızı Leyla hanımlar adına 1719 yılında yaptırılmıştır. Diyarbakır’daki açık türbelerin ilginç bir örneği olan yapı, üst kısmı açık ve kare planlıdır..105.. Diyarbakır’daki türbe ve ziyaret mekânları burada yazdıklarımızla sınırlı değildir. Diyarbakır merkezde Muslihiddin Lari’nin kabri, Şeyh Aziz Mahmud Urmevi’nin Kabri, eizze-i kiramdan Hindi (Hintli) Baba Ziyareti, eizze-i kiramdan Şeyh Muhammed Amidi Türbesi, Sancı Ziyareti, Seyda Baba Türbesi, Şeyh Mehmed-i Berzencai Türbesi, Şeyh Ahmed Mürşidi Türbesi, Şeyh Matar Türbesi, Şeyh Ahmed Rasim’in Kabri, Şeyh Zeki’nin Kabri, Beyaz (Akmezar) Türbe, Seyfülmülük Türbesi, Bab-ı Kal (Bavekal) Türbesi, Halvet Baba Türbesi, Hamza Baba Ziyareti, Şeyh Güzel Türbesi, Hançer-i Güzel Türbesi, Yusuf Raif Efendi Türbesi, İmam Akil Türbesi, Sinanoğlu Camii Ziyareti, Kamışlı Ziyareti, İnce ve Arap Türbesi önemli ziyaret yerleridir..106.. 98 Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 192. 99 Bkz. Özdemiroğlu Osman Paşa, 1571–1575 yılları arasında Diyarbakır’da valilik yapmıştır. Şehirdeki 16. Osmanlı valisidir (Bkz. Bulduk, 25–26). 100 Baysanoğlu, C. II, 627. 101 Bkz. Taşlar ve Düşler Diyarbakır, 98. 102 Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 186–187. 103 Bkz. Bulduk, 88. 104 Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 195. 105 Baysanoğlu, C. II, 746. 106 Ayrıntılı bilgi için Bkz. İrfan Yıldız, “Diyarbakır Türbeleri”, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, Diyarbakır Valiliği Kültür Sanat Yayınları, Diyarbakır 2011, 319–365. 268 Ayrıca Çınar İlçesi’nde; Aktepe köyünde Şeyh Hasan Nurani Türbesi, Meydan köyünde Şeyh Ahmet Türbesi, Altunakar Köyü’nde Şeyh Kasım el-Hadi et-Toğari Türbesi ve sarayının kalıntıları bulunmaktadır..107.. 2.5 Medreseler Eski bir bilim ve kültür merkezi olan Diyarbakır’da İslam mimarisi sadece camilerle sınırlı kalmamıştır. Burada medrese mimarisinin de en güzel örneklerini bulmak mümkündür. Bunlardan bazıları günümüze ulaşmamışsa da XII. yüzyılda yapılan Mesudiye ve Zinciriye Medreseleri, XVI. yüzyılda yapılan Hüsrev Paşa, Ali Paşa ve Müslihiddin Lari Medreseleri önde gelenleridir. Mesudiye Medresesi: Ulu Cami Külliyesi içinde yer almaktadır. Diyarbakır’da yapılan ilk büyük medresedir. Medresedeki yazıtlara göre yapımına 1193–1194 yıllarında Artuklu Meliki Ebu Muzaffar II. Sökmen zamanında başlanmış, fakat melikin ölümü sebebiyle 32 yıl sonra Melik Mesud lakablı Mevdud döneminde 1223 yılında tamamlanmıştır. Mesudiye Medresesi denilmesinin sebebi de budur. İki katlı olan medrese, açık medreseler gurubu içinde tek veya çift eyvanlı şemaya bağlıdır. Mimari açıdan Zinciriye medresesinin üslubuna benzemektedir. Mimarı Halepli Mahmut oğlu Cafer’in adı bazı surlardaki kitabelerde, ulu caminin onarımı ve deve geçidi köprüsü kitabesinde geçmektedir..108.. Günümüzde onarımı yapılmış ve Şarkiyat Araştırmaları Derneği tarafından kullanılmaktadır..109.. Zinciriye (Sincariye) Medresesi: Ulu Cami’nin güney batısında yer alan yapı, I. Dünya Savaşı’na kadar medrese, 1934 yılından sonra ise müze olarak kullanılmıştır. Ulu Cami ile arasında kemerli bağlantılar bulunmaktadır. Kimin tarafından yaptırıldığı konusunda farklı görüşler bulunan medresenin 1198 yılında Artuklulardan Kutbuddin Muzaffer II. Sökmen zamanında ve mimar İsa Ebu Dirhem tarafından yapıldığı görüşü ağır basmaktadır. Açık medreseler gurubu içerisinde, tek veya iki eyvanlı şemaya bağlı, tek katlı olarak inşa edilmiştir. Hüsrev Paşa (Hüsreviyye) Medresesi: Diyarbakır’ın 2. valisi Hüsrev Paşa tarafından 1521–1528 yılları arasında yaptırılmıştır. XVI. yüzyılın önde gelen 110 bilginlerinden Müslihiddin Lari uzun süre bu medresede baş müderrislik yapmıştır..... Ali Paşa Medresesi: Ali Paşa Camisinin batısında, Mardinkapı ile Urfakapı arasındadır. 1534–1537 yılları arasında Diyarbakır’ın 6. valisi Hadım Ali Paşa tarafından yaptırılmıştır..111.. Tek katlı inşa edilen bina günümüzde onarılmıştır.. Müslihiddin Lari (İbariye veya Parlı) Medresesi: Şeyh Safa Cami Külliyesi içinde yer almaktadır. XV. yüzyılın üçüncü çeyreğinde Akkoyunlu 107 108 109 110 111 Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 132–137. Bkz. Baysanoğlu, C. I, 335–339; Kılcı, 23. Bkz. Baysanoğlu, C. I, 332–334; Diyarbakır Gezi Rehberi, 44. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 154–155. Bkz. Baysanoğlu, C. II, 586–587; Taşlar ve Düşler Diyarbakır, 92. 269 hükümdarı Uzun Hasan tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Müslihiddin Lari burada ders verdiği için bu adı almıştır..112.. Günümüzde kullanılmayan ve tüm dış etkilere açık yapının korunması için gerekli tedbirlerin alınması gerekmektedir. Fatih Paşa (Latifiye) Medresesi: Fatih Paşa Camisinin kuzeydoğusundadır. Burası aslında Fatih Paşa camisinin Şafiiler kısmı olmakla birlikte XIX. yüzyılda aynı zamanda Latifiye adı ile medrese olarak kullanılmıştır. Uzun bir süre atıl bir şekilde kaldıktan sonra 2004 yılında onarılarak SHÇEK Kadın ve Çocuk Eğitim Merkezi olarak kullanılmaya başlanmıştır..113.. 3. Diyarbakır’ın İlçelerindeki İnanç Turizmi Değerleri Diyarbakır’ın ilçelerinde de inanç turizmi açısından önemli birçok mekân bulunmaktadır. Eğil ilçesi bu açıdan gayet zengindir. 3.1 Eğil’deki İnanç Turizmi Değerleri Eğil, Dicle Nehri kenarında Diyarbakır’a 48 km mesafede zengin inanç turizmi değerlerine sahip bir ilçedir. Burada Peygamber kabirlerinin yanı sıra cami, kilise, türbe, Asur Kalesi kalıntıları ve kaya mezarları bulunmaktadır..114.. İlçe’de Nebi Harun Tepesi denen yerde türbeler ve cami bulunmaktadır. Burada Kuran-ı Kerim’de ismi zikredilen.116.. Zülkifl (a.s)’ın kabrinin bulunduğu, 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnamesi’nde geçmektedir..117.. Burada kabrinin bulunduğu kabul edilen bir diğer peygamber Hz. Elyesa’dır. Kuran-ı Kerim’de Elyesa (a.s)’ın ismi “İsmail, Elyasa, Yunus ve Lut’a da yol gösterdik; hepsini âlemlere üstün kıldık”.118.. ve “İsmail’i Elyesa’yı, Zülkifl’i de an. Hepsi de iyilerdendir”.119.. mealindeki iki ayette geçmektedir. İslami kaynaklarda Elyesa b. Ahtub b. Acuz şeklinde verilen şeceresi dışında hakkında kesin bilgiler bulunmayan Elyasa peygamberin, İlyas (a.s) devrinde yaşadığı ve ondan sonra görevlendirildiği belirtilmektedir..120.. 1316/1898, 1321/1903 ve 1323/1905 tarihli Diyarbakır Salnameleri’nde Hz. Elyesa (a.s)’ın Eğil’de medfun bulunduğu ve mezarınında 15 metre uzunluğunda olduğu belirtilmektedir. Ayrıca yine bu salnamelere göre Hallak (a.s)’ın, Harun-ı Asafi (a.s)’ın ve Harut (a.s)’ın peygamber olduğu ve kabirlerinin Eğil’de bulunduğu belirtilmektedir..121.. .115.. 112 113 114 115 116 Baysanoğlu, C. II, 489. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 156. Diyarbakır Gezi Rehberi, 155. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 29–31. “Ve İsmail’i, İdris’i ve Zülkifl’i de hatırla ki, onların hepsi sabredenlerdendi. Ve bu yüzden onların hepsini rahmetimizle kuşatmıştık; onlar gerçekten dürüst, erdemli ve salih kimselerdi” (Enbiya, 85–86) “İsmail’i, Elyesa’yı ve Zülkifl’i de an. Hepsi de iyilerdendi” (Sad, 48). 117 Bkz. Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, 208. 118 En’am, 86. 119 Sad, 48. 120 M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi II, TDV Yayınları, Ankara 2003, 143–144; Erikli, 4. 121 Bkz. Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, 208. 270 Burada halk tarafından Peygamber olduğuna inanılan fakat kaynaklarda kimliği ve peygamber olduğu ile ilgili bilgi bulunmayan eizze-i kiramdan Hz. Zünnun da medfundur..122.. İlçe’de bulunan diğer yapılar şunlardır. Ulu (Taciyan) Camii: Eğil Kalesi’nin güney yamacında, Nebi Harun Tepesi’ne çıkan yolun sol tarafında yer almaktadır. Caminin kuzey ve güney duvarları kısmen ayakta, mihrap ise sağlam durumdadır. Yapılış tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte Artuklu döneminde XII. yüzyılın ikinci yarısında.123.. yapıldığı tahmin edilmektedir..124.. Caminin restore edilmesi gerekmektedir. Ayrıca yapılış tarihi bilinmeyen ve 1978 yılında tadilat geçiren Eyyubiye Camii bulunmaktadır. Taş örme ve dört kemerden oluşan bu cami için Osmanlı döneminde “Eyyubiye Camii Vakfı” kurulmuştur..125.. Kale Kilise: Eğil Kalesi’nin içinde yer almaktadır. Rivayetlere göre I. yüzyılda havari I. Aday (Addai veya Thaddeus) buraya gelerek, kilisenin etrafına bir manastır yaptırmış ve Eğil’i piskoposluk bölgesi yapmıştır. Kale’nin hemen altında III. yüzyılda yapılmış Süryani Kilisesi’nin var olduğu ve Hıristiyanlarca kutsal sayılan 5 azizden biri olan Aday’ın burada gömülü olduğu iddia edilmektedir.....126.. Nisanoğlu Türbesi: Türbenin Nisanoğullarından İzzüddevle Nasr veya Esadüddin’e ait olabileceği tahmin edilmekle birlikte kesin bir bilgi mevcut değildir.....127.. ... Zat-ı Ali Kümbeti: Gazanfer Türbesi de denilen Zat-ı Ali Kümbeti, Eğil Kalesi’nin karşısında Ali Tepesi’nde eski bir mezarlık içinde bulunmaktadır. Yapılış tarihi bilinmeyen kümbetin.128.. XVI. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir..129.. Tamamen harap halde bulunan türbenin onarımı yapılarak turizme kazandırılması gerekmektedir. Çifte Kümbet: İlçe’ye bağlı Kalkan Köyü’nde bulunmaktadır. Kümbetlerden altıgen olanının Eğil Beylerinden Kasım Bey b. Şah Muhammed Bey’e ait olduğu kesin olarak bilinmektedir. Sekizgen kümbetin ise Kasım Bey’in yeğeni Murat Bey b. İsa Bey’e ait olduğu tahmin edilmektedir. Kasım Bey kümbetinin XVI. yüzyılda yapıldığı düşünülmektedir. Çaldıran savaşında Yavuz Sultan Selim’in maiyetinde bulunan, Diyarbakır’daki Lala Kasım Camisini yaptıran Kasım Bey 1535 yılında vefat etmiş ve amcası Murad Bey tarafından buraya defnedilmiştir..130.. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 196. 1040 yılında Eğil Beyi Pir Bedir tarafından yapıldığı da ifade edilmektedir (Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 162). Bkz. Baysanoğlu, C. I, 330–332. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 66. Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 164. Bkz. Erikli, 12. Kümbet (Künbet): Üstü koni veya piramit şeklinde bir külahla örtülmüş olan türbelere, özellikle de Selçuklu devri türbelerine verilen isim (Çam, 241). 129 Rahmi Hüseyin Ünal, Diyarbakır İlindeki Bazı Türk-İslam Anıtları Üzerine Bir İnceleme, Atatürk Üni. Yay., Erzurum 1975, 62. 130 Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 194. 122 123 124 125 126 127 128 271 3.2 Ergani’deki İnanç Turizmi Değerleri Diyarbakır’a 55 km mesafede, Çayönü Höyüğü, Surp Astvavadzin Ermeni Kilisesi (Meryem Ana Kilisesi), kalesi, türbe ve kaya mezarları ile öne çıkan bir ilçedir..131.. İlçe’de Peygamber olduğuna inanılan Nebi Enüş (A.S)’ın Kabri bulunmaktadır. Kaynaklarda Enüş (a.s)’ın Hz. Şit’in oğlu olduğu belirtilmekte ve bunun haricinde onunla ilgi ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır..132.. 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnamesi’nde Hz. Enüş’ün kabrinin Ergani’de olduğu belirtilmektedir. Burada bir de Peygamber makamı bulunmaktadır. Nebi Zülkifl (a.s)’ın 1301/1883, 1308/1890 ve 1318/1900 tarihli Diyarbakır Salnameleri’nde makamının Ergani’de olduğu ve bu makamın tamir ve tefriş edildiği bilgisi bulunmaktadır..133.. Surp Astvavadzin Ermeni Kilisesi (Meryem Ana Kilisesi): Önceleri büyük bir manastırın bir parçası olan kilise, İlçe’ye 5 km mesafede Makam Dağı’nda bulunmaktadır. Günümüzde yıkık haldedir..134.. Yakacık (Kotegan) Köyü Türbesi: İlçe’nin Yakacık Köyü’nde Seyyid Şeyhlarin medfun bulunduğu iki ayrı türbe bulunmaktadır. Şeyh Zülfü’ye bir ayağının sekmesinden dolayı “Şeyh-i Kot” lakabı verilmiş ve bundan dolayı “Kotegan Şeyhi” diye şöhret bulmuştur. Buradaki türbelerde Şeyh Zülfü’nün yakınlarından birçok kişinin kabri bulunmaktadır..135.. 3.3 Çermik’teki İnanç Turizmi Değerleri Diyarbakır’a 86 km mesafedeki Çermik, kaplıca, bağ ve bahçeleri ile meşhur bir ilçedir..136.. lçe’de öne çıkan eser Ulu (Sultan Alaaddin, Cami-i Atik, Cami-i Çermik veya Şah Ali Bey) Cami’dir. Bugünkü haliyle cami, iki ayrı zamanda inşa edilmiş, bitişik iki camiden oluşmaktadır. Fahreddin Kara Arslan zamanında İnaloğullarından Ebu Mansur İlaldı b. İbrahim tarafından yaptırılmıştır. Cami, Moğol istilasında tahrip olmuş, Anadolu Selçuklu sultanı II. Alaaddin Keykubat döneminde onarılmıştır..137.. Cami tarihi özelliklerinin büyük bir kısmını günümüzde kaybetmiştir. Ayrıca ilçede aslı medrese olarak Çeteci Abdullah Paşa.138.. tarafından 1756 yılında yaptırılan Medrese Camii bulunmaktadır..139. 1730 yılında inşa edildiği düşünülen Çarşı Camii.140.. ve 1853 yılında Hacı Seyyid Hüseyin oğlu Hacı Muhammet tarafından yaptırılan, Hanbaşı Camii.141.. İlçe’de görülmesi gereken değerlerdir. 131 132 133 134 135 136 137 138 Diyarbakır Gezi Rehberi, 171. Erikli, 13. Bkz. Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, 208; Dini Değerleri ile Diyarbakır, 41–45. Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 174. Bkz. Erikli, 49–52. Diyarbakır Gezi Rehberi, 126. Baysanoğlu, C. I, 329. Osmanlı döneminde 5 kez Diyarbakır valiliği yapan ve aslen çermikli olan Abdullah Paşa’ya Hac görevi sırasında urban eşkıyasına karşı başarılı mücadelesinden dolayı “çeteci” lakabı verilmiştir (Bkz. Baysanoğlu, C. II, 705–706). 139 Diyarbakır Gezi Rehberi, 129. 140 Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 66. 141 Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 75. 272 Havra (Sinagog): İlçe merkezinde bir havra bulunmaktadır. Bugün mülkiyetinin ait olduğu aile tarafından depo olarak kullanılmasına rağmen mimari özelliklerini korumaktadır. Yapının üzerinde, İbranice bir kitabe bulunmaktadır..142.. Havranın ne zaman yapıldığı bilinmemekle birlikte 1416’da tamamlandığı sanılmaktadır..143.. Günümüzde onarımı yapılarak turizme kazandırılması gerekmektedir. Şeyhan Dede Türbesi:İlçe’nin Şeyhan Dede Köyü’nde köyün adı ile anılan türbede, Sultan IV. Murat döneminde yaşamış bir kişinin türbesi bulunmaktadır. Kendisi ile ilgili herhangi bir bilgi mevcut değildir..144.. Çivan Köyü’nde ise “Hacı Baba” lakabı ile tanınan Hacı Mehmet’in türbesi bulunmaktadır..145.. 3.4 Hani’deki İnanç Turizmi Değerleri Diyarbakır’a 70 km mesafede bulunan Hani’de, Artuklular’dan kalma olduğu kabul edilen, 1656 ve 1682 yıllarında onarım gören Ulu Cami.146.. ve Cafer-i Tayyar Türbesi’nin yanına inşa edilen Cafer-i Tayyar Mescidi bulunmaktadır. Bu mescidin 229. Osmanlı valisi olan Kurt İsmail Paşa.147.. tarafından inşa edildiği tahmin edilmektedir..148.. Hatuniye (Zeynebiye) Medresesi: Ulu Cami’nin yakınında bulunmaktadır. Yapım tarihi bilinmemekle birlikte XIII. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilmektedir. .149.. Türk mimarisinin en güzel örneklerinden olan bu medrese günümüzde tamamen restore edilmiştir. Cafer-i Tayyar Türbesi: 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnamesi’nde Peygamber Efendimizin amcasının oğlu Cafer-i Tayyar hazretlerinin Hani’de medfun olduğu bilgisi geçmektedir. Halkın inanışı da bu yöndedir. Fakat Hz. Cafer (r.a)’ın bu türbede medfun olması mümkün değildir. Türbede medfun kişinin Cafer-i Tayyar (r.a)’ın torunlarından biri olabileceği tahmin edilmektedir..150.. Aynı Salnameye göre eizze-i kiramdan Seyyid Bedreddin ve Karazlı Şeyh Ahmed Efendi de Hani’de medfundur. .151.. Ayrıca İlçe mezarlığında Hani Kadılığı yapmış olan Sadullah Efendi’nin torunu, Rifai tarikatına mensup Şeyh Abdullah Hatipoğlu’nun türbesi.152.. önemli ziyaret yerlerindendir. 3.5 Kulp’taki İnanç Turizmi Değerleri Diyarbakır’a 123 km mesafede, Ağaçlı Kalesi, Surp Pırgiç Ermeni Kilisesi, Kefrum Kalesi, Telli Ağa Köşkü, mağaraları ve türbeleri ile öne çıkan bir ilçedir..153.. 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 Diyarbakır Gezi Rehberi, 128. Bali, “Diyarbakır Yahudileri”, 384. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 221. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 197. Baysanoğlu, C. II, 674. Bkz. Bulduk, 178. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 64. Bkz. Baysanoğlu, C. I, 340–341. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 193. Bkz. Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, 209. Bkz. Korkusuz, Tezkire-i Meşayih-i Amid Diyarbakır Velileri I-II, 41. Diyarbakır Gezi Rehberi, 196. 273 Surp Pırgiç Ermeni Kilisesi: İlçe’ye 22 km mesafede Yaylak Köyü’nde bulunmaktadır..154.. Burada ayrıca İlçe merkezine 5 km mesafede, Karabulak Köyü’nün batısında, Osmanlı-Rus savaşında şehit olduğuna inanılan seyyid Şeyh Ali Türbesi,.155.. Özbek Köyü’nde Şeyh Şerif diye bilinen Şeyh Ebu Bekir Türbesi ve Karpuzlu (Herta) Köyü’nde seyyid Şeyh Mahmut Türbesi bulunmaktadır..156.. Konuklu Köyü’nde ise Şeyh Ömer ve Şeyh Muhammed Türbeleri bulunmaktadır. Şeyh Ömer, Hamidiye Alay Komutanlığı yapmış ve Ruslarla yapılan savaşta şehit olmuştur. Şeyh Muhammed ise Aydın’da vefat etmiş ve vasiyeti üzerine buraya defnedilmiştir..157.. 3.6 Silvan’daki İnanç Turizmi Değerleri Diyarbakır’a 78 km mesafede, Malabadi Köprüsü, Hasuni Mağara Şehri, kalesi ve camileri ile öne çıkan bir İlçe’dir..158.. İlçe’deki en önemli cami, Selahaddin Eyyubi (Ulu veya Acem) Camisi’dir. İlk yapım tarihi kesin olarak bilinmeyen cami hakkındaki bilgiler, tarihçi ve seyyahların eserlerinden elde edilmektedir. Tarihçi İbn-i Şeddad 1031, İranlı Seyyah Nasır-ı Hüsrev 1046 tarihlerinde bölgedeki bir camiden bahsetmektedir. Silvanlı tarihçi İbnü’l-Ezrak ise 1152 tarihinde camiyi yıkık halde gördüğünü, kubbesinin de 1157’de onarıldığını ifade etmektedir..159.. Caminin kubbesinde bulunan kitabesinde Artuklu Sultanı Necmeddin Alp (1152–1176) tarafından yeniden yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Artuklular döneminde bugünkü görünümünü alan camiye Eyyubiler döneminde de bazı eklemeler yapılmıştır..160 Ayrıca İlçe’de Keldani Kilisesi.161.. olarak bilinen, sonrasında uzun yıllar sinema olarak kullanılan ve 1988 yılında Belediye tarafından onarılarak camiye çevrilen Belediye Cami.162.. ve sancak beyi Kara Behlül Bey tarafından 1566–1574 yılları arasında inşa ettirildiği tahmin edilen Kara Behlül Camii bulunmaktadır. .163.. İlçe’nin Murat Ovası’nda ise her yıl Mart ayının bitimine 4 gün kala burada yapılan “Murat Şenlikleri” ile ziyaretçi akınına uğrayan Komutan Muaz Türbesi bulunmaktadır. Halk arasında Komutan Muaz’ın Sahabe Muaz b. Cebel olduğuna inanılmaktadır. Fakat Muaz b. Cebel’in kabri, Ürdün’dedir..164.. Burada medfun bulunan kişi hakkında her hangi bir bilgi mevcut değildir. 3.7 Hazro’daki İnanç Turizmi Değerleri Diyarbakır’a 70 km mesafede bulunan Hazro’da, Tercil Kalesi, Ulu Cami, türbeler ve Derebeyi Saray kalıntıları bulunmaktadır..165.. Ulu (Hacı Fettah veya Büyük) Cami: Kitabesi bulunmayan ve kimin tarafından yaptırıldığı tam olarak bilinmemekle birlikte XVI. yüzyıl sonlarında 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 274 Diyarbakır Gezi Rehberi, 202. Adnan Çelik-Vefa Akdoğan, Sosyo-Kültürel Yönleriyle Kulp, Zafer Matbaası, Kulp 2006, 143. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 222–226. Çelik-Akdoğan, 143. Diyarbakır Gezi Rehberi, 214. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 143–145. Baysanoğlu, C. I, 325–326. İsminin Ermeni Surp Stephanos Kilisesi olduğu da iddia edilmektedir (Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 222). Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 64. Baysanoğlu, C. II, 639. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 204. Diyarbakır Gezi Rehberi, 190. veya XVII. yüzyıl başlarında inşa edilen bir Osmanlı eseri olduğu kabul edilen, tek kubbeli küçük bir camidir. Sonradan, çeşitli yönlerine yapılan ilavelerle genişletilmiş fakat mimari özelliklerini kısmen yitirmiştir..166.. İlçede ayrıca Meyrani (Ülgen) Köyü’nde, soyu Hz. Ali (r.a)’ye dayanan Şeyh Osman Zerraki’nin türbesi,.167.. Şeyhan (Terdöken) Köyü’nde 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnamesi’ne göre eizze-i kiramdan Şeyh Şapur’un türbesi.168.. ve İlçe mezarlığında günümüzde adeta bir türbe haline gelmiş Seyda Hacı olarak tanınan Abdulfettah Yazıcı hocanın kabri bulunmaktadır..169.. 3.8 Lice’deki İnanç Turizmi Değerleri Lice, Diyarbakır’a 84 km mesafededir. Kaleleri, Bırkleyn ve Ashab-ı Kehf Mağaraları, camileri, türbeleri, han ve Dakyanus Antik Kenti ile görülmesi gereken bir ilçedir..170.. İlçe’de kurduğu vakıflar ve halka yaptığı hizmetlerle Vakıf Ahmed Bey olarak adlandırılan Lice Beyi tarafından 1540–1541 yıllarında yaptırılan Ulu (Vakıf Ahmed Bey) Cami bulunmaktadır. Cami, 1845 yılında yanmış ve 1875 yılında Hacı Sadullah Bey tarafından onarılarak, bazı ilavelerle genişletilmiştir. 1975 yılında meydana gelen depremde cami büyük hasar görmüş ve minaresi yıkılmıştır..171.. Bu deprem sonrası ilçe merkezinin daha aşağıya alınmasıyla, cami yerleşim yerinin dışında kalmış ve zamanla harabe haline gelmiştir. Caminin onarımı yapılarak turizme kazandırılması gerekmektedir. İlçe’de ayrıca 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnamesi’ne göre eizze-i kiramdan Şeyh Bilal, eizze-i kiramdan Mahmud el Askeri, eizze-i kiramdan Derviş Ali, Hz. Ebu Bekir’in torunlarından Şeyh Pir Hasan ve Pir İzzeddin’in kabirleri bulunmaktadır. Fakat bu kabirlerin nerede olduğu bilinmemektedir..172.. Bununla beraber yine aynı salnameye göre Şeyh Hasan-ı Zerraki Türbesi, Şeyh Muhammed Türbesi ve Şeyh İsmail Türbesi Lice’de bulunmaktadır..173.. Hezan (Savat) Köyü’nde ise Şeyh Abdulkadir ve bazı akrabalarının kabirlerinin bulunduğu bir türbe vardır..174... 3.9 Çüngüş’deki İnanç Turizmi Değerleri Diyarbakır’a 110 km mesafede olan Çüngüş’te, geçmişte yoğun Ermeni nüfusu yaşamıştır. İlçe’de günümüzde harabe haline gelmiş XV. yüzyıla ait Surp Garabed Ermeni Kilisesi ve Surp Asdvadzadzin Ermeni Manastırı bulunmaktadır..... Burada öne çıkan Osmanlı eseri ise Kapıkıran Mehmet Ali Paşa tarafından 1596 yılında yaptırılan Ali Bey Camisi’dir..176.. .175.. Ayrıca İlçe’nin Kubbe mezarlığında Hasan Dede Türbesi ve yanında harap halde bir de tekke bulunmaktadır. Hasan Dede’nin 1325’li yıllarda Hindistan’dan ..166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 Baysanoğlu, C. II, 671–672. Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 194. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 231. M. Cevat Ergin, “Hazrolu Seyda Hacı Abdulfettah Yazıcı”, C. VIII, S. I, D.Ü.İ.F.D, Diyarbakır 2006, 110. Diyarbakır Gezi Rehberi, 206. Baysanoğlu, C. II, 635–636. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 200. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 223. Korkusuz, Tezkire-i Meşayih-i Amid Diyarbakır Velileri I-II, 37–39. Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi,139–142. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 49. 275 Anadolu’ya gelen erenlerden olduğu, Fatih Sultan Mehmet devri kadılarından olduğu ve 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnamesi’ne göre eizze-i kiramdan olduğu şeklinde farklı rivayetler mevcuttur..177.. 3.10 Dicle’deki İnanç Turizmi Değerleri Dicle, Diyarbakır’a 85 km mesafededir. İlçe’nin 5 km doğusunda Kocaalan (Deyran) Köyü’nde Pir Mansur Türbesi bulunmaktadır. Yöre halkı tarafından sıklıkla ziyaret edilen 1611 tarihli türbe içerisinde başka mezarlar da bulunmaktadır..178.. İlçe’nin Tepebaşı (Şeyh Malan) Köyü’nde bulunan türbede ise 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnamesi’ne göre Ebu Eyyüb el Ensari (r.a)’nin soyundan olan Şeyh Musa medfundur..179.. 3.11 Bismil’deki İnanç Turizmi Değerleri Bismil, Batman-Diyarbakır yolu üzerinde Diyarbakır’a 54 km mesafededir. Nüfus yoğunluğu olarak Diyarbakır’ın Ergani’den sonra ikinci büyük ilçesidir. İlçe’nin etrafında bulunan höyüklerde tarih öncesi birçok uygarlığın izlerini bulmak mümkündür..180.. İlçe’nin Arabkent (Bayındır) Köyü’nde bir türbe bulunmaktadır. Burada Nakşibendî tarikatının Halidi koluna mensup seyyid olan Muhammed Şerif (Muhammed Arabkendi) medfundur..181.. 3.12 Kocaköy’deki İnanç Turizmi Değerleri Kocaköy, Diyarbakır’a 60 km mesafededir. İlçe’ye bağlı Bozbağlar Köyü’nde kabirleri belli olan 12, toplamda da 33 şehit sahabe bulunmaktadır..182.. Ayrıca İlçe’nin en eski camisi olan, ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte mimari açıdan Artuklu ve Selçuklu izleri taşıyan Ulu Cami .183.. görülmesi gereken yerlerdendir. SONUÇ Diyarbakır, sahip olduğu inanç turizmi değerleri ile öne çıkan bir şehirdir. Şehir merkezinde ve ilçelerde tanıtılmayı bekleyen sayısız ziyaret mekânları bulunmaktadır. Şehri inanç turizminin merkezi haline getirecek söz konusu dini değerlerde gerekli onarımlar yapılmalı ve tanıtım faaliyetlerine önem verilmelidir. Şehirdeki güvenlik probleminin çözülmesi de turizm değerlerinin ortaya çıkmasına katkı sağlayacak en önemli faaliyetlerdendir. İnanç turizmi ve buna bağlı olarak gelişecek ticari hareketlilik Diyarbakır’da önemli ekonomik değişimlerin önünü açacaktır. Bu kapsamda bölgedeki geleneksel yapıların inanç turizmine yönelik kullanımlarla desteklenmesi, inanç turizmi açısından önemli merkezlere gerekli niteliklere sahip din görevlilerinin atanması ve tur acentelerinin teşvik edilmesi gibi çalışmalara önem verilmelidir. 177 178 179 180 181 Bkz. Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, 209. Diyarbakır Gezi Rehberi, 121. Bkz. Korkusuz, Tezkire-i Meşayih-i Amid Diyarbakır Velileri I-II, 268–274. Özaydın, “Diyarbakır İlçelerinde Muhtemel Sahabe Mezarları”, 101. Camide bulunan kitabelerden birinde 1355 tarihi okunmaktadır. Bu tarih yörede Artuklular’ın hâkim olduğu döneme tekabül etmektedir (Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 141). 182 Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 199–200. 183 Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 152. 276 KAYNAKÇA Aksoy, Mustafa, “Türkiye’de İnanç Turizmine Genel Bir Bakış ve Hıristiyanlığın Seyahate Verdiği Önem”, Hıristiyanlık (Dünü, Bugünü ve Geleceği), Dinler Tarihi Araştırmaları III, Ankara: Dinler Tarihi Derneği 2002. Anonim, Diyarbakır Gezi Rehberi, İstanbul: Boyut Yayıncılık 2011. Anonim, Diyarbakır Suriçi Koruma Amaçlı İmar Planı Araştırma Raporu, Diyarbakır 2010. Anonim, Dini Değerleri İle Diyarbakır, Diyarbakır: Diyarbakır İl Müftülüğü Yayınları 2009. Anonim, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, (Ed. İrfan Yıldız), Diyarbakır: Diyarbakır Valiliği Kültür Sanat Yayınları 2011. Anonim, Taşlar ve Düşler Diyarbakır, İstanbul: Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı Kültür ve Sanat Yayınları 2004. Beysanoğlu, Şevket, Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi, C. I, II, Ankara: Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları 1998. Bulduk, Abdulgani Fahri, Diyarbakır Valileri, (Haz. Eyyüp TanrıverdiAhmet Taşğın), İstanbul: Medrese Yayınları 2007. Çam, Nusret, İslamda Sanat Sanatta İslam, Ankara: Akçağ 1999. Çelik, Adnan -Vefa Akdoğan, Sosyo-Kültürel Yönleriyle Kulp, Kulp: Zafer Matbaası 2006. Çiçek, Zeynel Abidin, Diyarbakır’ın Fethi, Tarihi ve Kültürü, Diyarbakır: Söz 2007. Şevket Baysanoğlu-M. Sabri Koz-Emin Nedret İşli, Diyarbakır: Müze Şehir, , İstanbul: Yapı Kredi Yayınları 1999. Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, İstanbul: Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yayınları 1999. Emiri, Ali, Osmanlı Vilayat-ı Şarkiyyesi Osmanlı Doğu Vilayetleri, (Haz. Abdulkadir Yuvalı-Ahmet Halaçoğlu), İstanbul: Babıâli Kültür Yayıncılığı 2008. Ergin, M. Cevat, “Hazrolu Seyda Hacı Abdulfettah Yazıcı”, C. VIII, S. I, Diyarbakır: Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2006. Erikli, Yahya, Peygamberler Sahabeler Diyarı Diyarbakır ve Bölgedeki Ziyaretler, Diyarbakır: Söz 2006. İlhan, M. Mehdi, “Diyarbakır’ın Türbe, Yatır ve Mezarlıkları”, İslam Dünyasında Mezarlıklar ve Defin Gelenekleri, Ankara: TTK Yayınları 1996. Karan, Cuma, Diyar-ı Bekir ve Müslümanlarca Fethi, İstanbul: Ensar Neşriyat 2010. Korkusuz, M. Şefik, Tezkire-i Meşayih-i Amid Diyarbakır Velileri I-II, İstanbul: Kent Yayınları 2004. 277 Seyahatnamelerde Diyarbakır, İstanbul: Kent Yayınları 2003. Köksal, M. Asım, Peygamberler Tarihi I-II, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları 2003. Nebiler, Sahabiler, Azizler Ve Krallar Kenti Diyarbakır, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları 2010. 2003. Şimşek, Mehmet, Süryaniler ve Diyarbakır, İstanbul: Chiviyazıları Yayınevi TDV İslam Ansiklopedisi (DİA), C. IX, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları 1994. Tuncer, Orhan Cezmi, Diyarbakır Kiliseleri, Ankara: Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları 2002. Ünal, Rahmi Hüseyin, Diyarbakır İlindeki Bazı Türk-İslam Anıtları Üzerine Bir İnceleme, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yayınları 1975. http://www.karacadag.org.tr/bolgemiz-detay.asp?ContentId=26 06.12.2011). (Erişim: Ek Fotoğraf 1. Virantepe Höyük yerleşimi ve Artuklu Sarayı kalıntıları 278 Fotoğraf 2:. Nebii Camii Fotoğraf 3. Behram Paşa Camii Fotoğraf 4. Şeyh Matar Camii ve dört ayaklı minare 279 Fotoğraf 5. İçkale’den görünüş Fotoğraf 6. Bıyıklı Mehmet Paşa Camii Fotoğraf 7. Ulu Camii Fotoğraf 8. Safa Cami ve minare 280 Fotoğraf 9. Melek Ahmet Paşa Camii Fotoğraf 10. İskender Paşa Camii Fotoğraf 11. Hüsrev Paşa Camii Fotoğraf 13. Hüsrev Paşa Camii 281 Fotoğraf 12. Hadım Ali Paşa Camii Fotoğraf 14. Nasuh Paşa Camii Fotoğraf 15. Ömer Şeddad Camii Fotoğraf 17. Lala Bey Camii Fotoğraf 19. Şeyh Azizi Urmevi Camii Fotoğraf 21. Defterdar Camii Fotoğraf 16. Nasuh Paşa Camii Fotoğraf 18. Arap Şeyh Camii Fotoğraf 20. Şeyh Yusuf Camii Fotoğraf 22. Salos Camii 282 Fotoğraf 23. Cağaloğlu Mescidi Fotoğraf 24. İbrahim Bey Mescidi Fotoğraf 25. Taceddin Mescidi Fotoğraf 26. Kavas-ı Sagir Mescidi Fotoğraf 27. Meryem Ana Kilisesi Fotoğraf 29. Saint George Kilisesi 283 Fotoğraf 28. Mar Petyun Kilisesi Fotoğraf 30. (Süryani) Protestan Kilisesi Fotoğraf 31. Surp Sarkis Kilisesi Fotoğraf 33. Süleyman Nazif İÖO Avlusundaki Kilise Fotoğraf 32. Ermeni Katolik Kilisesi Fotoğraf 34. Fatih Paşa Medresesi Fotoğraf 35. Müslihiddin Lari Medresesi Fotoğraf 36. Zinciriye Medresesi Fotoğraf 37. Mesudiye Medresesi Fotoğraf 38. Hüsrev Paşa Medresesi 284 Fotoğraf 39. Şeyh Abdülcelil Türbesi Fotoğraf 42. Lala Bey Türbesi Fotoğraf 41. Sultan Şüca Türbesi Fotoğraf 43. Sarı Saltuk türbesi Fotoğraf 44. Şeyh Yusuf Hamedani Türbesi Fotoğraf 45. Surp Giragos Kilisesi 285 Fotoğraf 40. Zincirkıran Türbesi Fotoğraf 46. Ali Paşa Medresesi Fotoğraf 47. Fatih Paşa Türbesi Fotoğraf 48. Dabanoğlu Fotoğraf 49. Arap Şeyh Türbesi Türbesi Fotoğraf 50. Sahabeler Türbesi Fotoğraf 52. İskender Paşa Türbesi Fotoğraf 51. Nebi Camii Türbesi Fotoğraf 53. Özdemiroğlu Osman Paşa Türbesi 286 DİYARBAKIR’IN TURİZM COĞRAFYASI ÖZELLİKLERİ Emrullah Güney* Mezopotamya’yı ortaya çıkaran, oluşturduğu bitek topraklarda uygarlıkların gelişmesini sağlayan Fırat ve Dicle, başlı başına birer coğrafi objedir. Fırat, ilin kuzeybatısından geçer. Çüngüş ilçesinin sularını toplar. Burada dar ve derin koyağında akan Fırat’ın görünümü etkileyicidir. Karakaya Barajı da bu dar yere yapılmıştır. Dicle ırmağı Diyarbakır ili için yaşamsal önemi ola bir akarsudur. Diyarbakır havzası büyük ölçüde Dicle Havzası demektir. Hazar Gölünden çıktıktan sonra Maden Çayı adıyla küçük bir akarsu iken, Bırklin suyunu aldıktan sonra gerçek bir ırmak görünümü kazanır. Dicle ve kolları üzerinde Kralkızı, Devegeçidi, Dicle barajları yapılmıştır. Irmağın vadisinde sular artık akmaz olmuş; göllere dönüşmüştür. Dicle, asıl, çay özelliğini Botan suyunu aldıktan sonra bırakır ve gerçek bir “ırmak” niteliği, “nehir” görünümü kazanır. Bırklin suyu bazı kesimlerde yeraltı ırmağı olarak, kayaların içinde açtığı yatağında akar. Yanlı bu özelliğini izlemek için bile bu yöreye gelmeğe değer. Dicle ırmağı vadisi yılın her mevsiminde görülmeğe değer güzellikler sergiler. Burada doğal görünüm etkileyicidir. Karacadağ’ın lav akıntıları vadinin biçimlenmesinde etkili olmuştur. Vadi tabanından bakınca ırmağın sekileri de dikkati çeker. Vadiyi açarken ve güneydeki okyanusun düzeyi aşağı inerken, vadisini derine gömen, alta doğru kazan akarsu, taşıdığı alüvyonları İran Körfezi’ne varıncaya dek saçmış, yığmış ve bu bölgeye de sekileri armağan etmiştir. Demek oluyor ki, bugünkü seki onbinlerce yıl önce Dicle’nin sularının aktığı yatak ile aynı seviyede idi. Günümüzde bu sekilerden en üsttekinin üzerinde Dicle Üniversitesi’nin görkemli yapıları yükselmektedir. Diyarbakır kentine nereden gelirseniz gelin, ister doğudan, ister batıdan, ister kuzeyden, ister güneyden, ister havadan, önce bu eğitim, sağaltım yapıları karşılar konukları. Vadi tabanında ırmak bazen kollara ayrılarak akar, yer yer setlerle bölünmüştür. Bahçeleri sulamak için herkes, kendine göre su kurguları yapmıştır. Çünkü bitki yetiştirmek için Dicle’nin suyu gereklidir. Vadi tabanındaki çakıllı, kumlu topraklarda, bir devenin ancak iki tanesini taşıyabileceği ünlü Diyarbakır karpuzları sulana sulana yetiştirilmektedir. Su verilmeden bu diyarda, ancak dikenli otlar kalır yaz sıcaklarına dayanabilen. Su yaşamdır. İnsan, hayvan, börtü böcek, ot, çalı, ağaç… Tüm canlılar için. Diyarbakır ili dağlarıyla ünlüdür. Kuzeyde boydan boya Güneydoğu Toroslar uzanır. Elazığ, Bingöl, Muş illeriyle sınırlar bu dağlardan geçer. Bazı kaynaklarda Antitoroslar olarak da geçen bu yükseltiler görkemlidir. *D.Ü. Eğitim Fakültesi e-mail: emrullahguney@gmail.com 287 Doğal görünüm etkili olduğu gibi, beşeri ve ekonomik özellikleriyle de bu yükseltiler ilgi çeker. Yüzlerce yıldan beri göçer konar ayvancılık geleneği bu bölgede hala yaşamaktadır. Urfa, Ceylanpınarı, Mardin düzlüklerinde kış mevsimini geçiren aşiretler, geç bahar, eren yaz günlerinde GD Toroslara ve daha da kuzeydeki Bingöl Dağlarına, Ekim ortalarına dek yaşayacakları Şerafeddin Yaylalarına çıkarırlar davar sürülerini. GD Toroslar sıradan dağlar değildir. Binbir güzelliği, ancak, onu gezenlere sezdirir. Örneğin Bırklin mağaraları görülmesi gereken yerlerin başında gelir. Burası yalnız ülkemizin değil, dünyanın sayılı büyük mağaraları arasında sayılmaktadır. Sarkıtları etkileyici bir güzellik sergiler. Yüzlerce, binlerce yıldan bu yana davar ağılı olarak kullanıldığından dikitler gelişememiş, zarara uğramıştır... Diyarakır-Siverek arasında Karacadağ yükselir. Doruğu 1950 metre olan sönmüş bir yanardağdır bu. Diyarbakır’dan bakınca pek yüksek görülmez. Batıya doğru giderken, eteğinden geçerken de bir dağın varlığı pek fark edilmez. Fakat bu dağ dünyanın en hoş içimli sularının çıktığı dağdır. Dicle kıyılarına göre daha çok kar düşer bu yükseltilere. Kış bitip de, güneyden çölün ılık, sıcak havası kuzeye doğru ilerledikçe karlar erir ve kayaların çatlaklarına süzülür. Bazalt kayaların arasından fışkıran sularda asla tortu olmaz. Cana can, cana heyecan katan bu sular Osmanlı döneminde kalaylı bakır güğümlerde İstanbul konaklarına dek götürürmüş. Öte yandan Karacadağ’ın suları yalnız içme için değil, çeltik tarlalarının sulanması için de kullanılır. Bu sulara Madrap denir. Karacadağ çeltiği, ününü bu kayaların ayrışması ile oluşan killi al toprağa ve özellikle bu suya borçludur. Karacadağ’ı öyle birkaç cümle ile anlatıp geçmek olmaz. Karacadağ olmasaydı Amid olmazdı. Karacadağ olmasaydı Diyarbekir olmazdı. Can güvenliğinin her şeyden daha önemli olduğu tarihi dönemlerde sur yapmak için elbette kerpiç kullanılamazdı. Karacadağ, binlerce yıl önceden armağanını hazır emişti. Burada yaşamağa karar veren insanlar suyu da, taşı da hazır buldular. Elbette emek erip, zahmet çekip, ter döküp taşları yontmaları gerekiyordu; yonttular. Canlarının, ırzlarının, namusların saldırganlardan korunması için her şeyi göze aldılar. Sonunda yalnız Ortadoğu’nun değil, tüm dünyanın hayran kaldığı kale duvarlarını, surlarını yaptılar. Türkiye sevdalısı, Selçuklu hayranı bir Fransız bilim adamının Çin Seddi ile karşılaştırılmasına haklı olarak kızan Prof Albert Gabriel’i anmanın zamanıdır artık: “Çin Seddi basit bir yığma duvardır. Diyarbekir surları bir kitabeler abidesidir Her bir taşı mukaddestir. Duvarlar birçok yerde ayetlerle, surelerle sanki Kur’an okur, dua eder gibidir”. Karacadağ’ın bazaltları olmasaydı o güzelim köşkler, konaklar, saraylar olmazdı. Uçan kuşun uçamaz olduğu devebayıltan sıcaklarında serin; Dicle’yi dondurup akmaz eden, kar eritilerek, buz kırılarak su elde edildiği ünlü zemheri soğuklarında ılık bir yaşam ortamı sunan Diyarbakır evleri, bu taş olmadan, erkek taş, dişi taş olmadan nasıl yapılacaktı? Nasıl yuvalar kurulacak, nasıl aş yenecek, nasıl sevgiyle ömür sürülecekti? 288 Karacadağ bir doğal volkanoloji laboratuarıdır. Doruğunda üç adet krateri hala tazedir. Lav akıntıları belirgindir. Havanın puslu, sisli, tozlu olmadığı bir günde bu kraterlerden bakınca taa Viranşehir’e, Diyarbakır’ın doğusunda Dicle vadisine, Ergani-Eğil yakınlarına, batıda Siverek-Hilvan dolayına dek lavların aktığı gözlemlenebilir. Karacadağ, yalnız bu özellikleriyle gelinmesi, görülmesi gereken bir dağdır. Bütün bir kış mevsimi boyunca kovanlarında hazır balı tüketerek bekleyen arıları, kovanlarıyla Karacadağ’a çıkarır balcılar. Karacadağ binbir çiçeğiyle de arılar için bir cennettir, bir irem bağıdır. Doğu Anadolu yaylaları kar altındayken, Karacadağ ısınan havaya bağlı olarak toprak altından fışkıran otların çiçek açmasıyla bir Türkmen kilimince allanır, pullanır. Ergani ilçesindeki Zülküfül Dağı da halkn gözünde bir mübarek dağdır. Zülküfül peygamber makamı her gün ziyaret edenlerce dolar dolar boşalır. Bu dağın zenginliği baharda çobanların kavallarında, çobanların türkülerinde, müminlerin dualarındadır. Bırklin yada İskender-i Birkilayn Mağarası dışında Diyarbakır’da başka karstik oluşumlar da vardır. Mağaraları açısından ele alınınca bu il, doğal bir speleoloji laboratuarı olma özelliğini de taşıdığı görülür. Ergani yankındaki Hilar mağaraları, Silvan yakınlarındaki Hasuni mağaraları görülmeğe değer yerlerdir. Hilar ve Hasuni mağaraları doğal oluşumlar olmakla birlikte Kuzey Mezopotamya’nın kültür tarihi açısından da yerleşilmiş olmalarıyla önemli rolleri olan yerlerdir. Doğal özellikler insan eliyle oldukça değiştirilmiştir. Özellikle Hilar mağaraları ve Çayönü höyüğü GD Anadolu’da Neolitik dönemin en önemli merkezlerinden birisidir. Daha Avrupa’da köy bile yokken, burada örgütlü bir halk topluluğu -kentli- vardı. Berlin’in, Londra’nın, Paris’in yerinde ayıların yaşadığı ormanlar varken Hilar mağaralarında yaşayan insanlar tarım yapıyorlardı. Evcilleştirdikleri hayvanlarının gücüyle toprağı sürüyor, tahıl tohumunu atıyordu. Buğday olgunlaştığı zaman da, volkanik taşların sivriliğini orak gibi kullanarak biçiyordu. Başakları döverek, çarparak daneleri çıkarmasını bilen Çayönü halkı tahılı ezip un yapmayı, undan ekmek yapmayı da öğrenmişti. GD Toroslar da, insanlara protein sağlayan av hayvanlarıyla dolu idi. Çünkü o zamanlar bu yükseltilerde yoğun ağaçların oluşturduğu ormanlar vardı. Av hayvanları arasında en çok geyik, domuz bulunuyordu. Çevredeki çaylardan da balık yakal anıyordu. Diyarbakır toprağı güvercinlerle münbit hale gelmiştir binlerce yıldan beri. Gökyüzünün sonsuzluğunda öbek öbek uçan, kendilerini seyredenlere gösteri yaparcasına balerin ustalığıyla süzülen, şaşırtıcı taklalar atan güvercin bir mübaek kuştur bu diyarda. Toprağın verimsizliği bu yarı yabani yarı evcil güvercinin gübresiyle kavun karpuz, üzüm yetişir hale gelmiştir. Öyleyse borhana ya da boranhane adı verilen güvercin evlerini zyaret etmenin vakti gelmiştir. Silvan yolu üzerinde Karaçalı köyünün borhanaları günümüze sağlam olarak ulaşmıştır içlerindeki güzelim kuşlarıyla. El hasılı vel kelam, Diyarbakır diyarı söylene söylene bitmez; yazıla yazıla tükenmez. 289 TARİHİ AÇIDAN DİYARBAKIR KÖŞKLERİ Vedat Gündoğan* Köşkler Diyarbakır’ı kuşatan surların dışında ve Dicle nehrinin batısındaki yamaçlarda yapılmıştır. Köşk sahipleri yılın sekiz ayını burada geçirirler. Bu köşkler aynı zamanda Diyarbakır’ın ileri gelen şair, edip ve müzisyenlerinin toplanıp, saz ve söz alemlerinin yapıldığı yerlerdir. Dicle vadisi boyunca yapılan Hacı Paşa, Berdebur, Pamuklu, Kuşdili, Seman (Gazi Köşkü), Ağuludere, Erdebil (Ber Der-i Pir), Çıkıntaş, Hami, Bekir Paşa, Kavs (Çarbağ) köşklerinden birkaç tanesi varlıklarını sürdürmektedir. Ali Emirî Diyarbakır’ın köşkleri, mesire ve gezinti yerlerini, bahçe ve bağlarını şöyle sıralamaktadır: 1. Ali Bali 16. Hâmî Köşkü 2. Ali Keşkûl Mevki‘i 17. Ka‘bî Karyesi 3. Bekir Paşa Köşkü 18. Kantaralar 4. Cihân-nümâ Mevki‘i 19. Kara Ağaç 5. Çırçır 20. Kavs Bâgçesi 6. Dicle Bostanları 21. Kayalı Bâgçe 7. Dicle Cisri (köprü) 22. Kırklar Dağı 8. Dicle Kenarı 23. Kumar-hâne denilen mevki 9. Erdebîl Köşkü 24. Küncülü Bâgçesi 10. Fiskaya 25. Osmân Ağa Bâgçesi 11. Gam Götürmez Mesîresi 26. Pamuklu Köşkü 12. Göğsü Güzel Mesîresi 27. Sem‘an-zâde Köşkü 13. Hacı Ağa Köşkü 28. Seyran Köşkü 14. Hacı Hamza Köşkü 29. Sıyrılacak Taş 15. Hamalı Köşkü 30. Şemsîler Bu yerlerden Kavs Köşkü ve Kırklar Dağı için şu beyti yazmıştır: “Bostân-ı Diyâr-ı Bekr ü Dicle Firdevs ile selsebîle beñzer Letâfetle döner ol cây-ı zîbâ bâg-ı Firdevse Bahâr eyyâmı geldükde hadengâsâ atıl Kavs’a Beñziyor ezhâr-ı gûn-â-gûnla Cennet bağına Nev-bahâr oldıkda git bir kerre Kırklar Dağı’na” *Araştırmacı –Yazar 290 Erdebil (Ber Der-i Pir) Köşkü Dicle Köprüsü (On Gözlü Köprü)’nün batısında ve yakınında bulunduğundan “Ber Der-i Pir” olarak da adlandırılır. Civarı güzel bir mesire yeri olan bu köşk için Ali Emirî şöyle söylemektedir: “Erdebil Kasrında vardır bir safayı dilistan Dicle’nin cisri metin kurbunda etmiştir mekan” Kavs (Çarbağ) Köşkü Şeyh Aziz Mahmut urmevi tarafından 1634 yılında yaptırılmıştır. Bu köşk Dicle’nin karşı yakasında Kavs denilen mevkidedir. Çok güzel bir manzaraya sahip olan bu köşkte Sultan IV. Murad’ın da kaldığı söylenir. Köşkün üst katındaki Cihannûmâ adı verilen, güzel bir şekilde döşenmiş geniş odanın olduğu, IV. Murad tarafından kullanıldığı bilinmektedir. Evliya Çelebi bu meşhur Kavs Bağı mesiresi için şunları söyler. “Burası da o bölgede tanınmış İrem Bağı olan bağlardan biridir. Hatta Bağdat Fatihi Gazi Sultan Murad, Bağdat fethinden sonra bu bağa gelmiş; adaletle ilgili işlerini yaptıktan sonra eğlenmiştir. Bu gezinti ve eğlence yeri Şat Nehri tarafında cennet bahçesini hatırlatan bir cennetti ki, dil onu anlatmada yetersiz kalır.”1 Köşk’ün Şeyh Aziz Mahmud Urmevi tarafından yaptırıldığını, şeyhin yeğeni olan Şair Resmî’nin yazdığı aşağıdaki manzum tarihinden anlaşılmaktadır: Seyyid-i Mahmûd-i âlem mültecâ-yi hâs ü âm Şatt-ı Âmid sâhilinde yaptı bir câ-yi ferağ Âb-i Kevserdir suyu her nahli bir tûbâ misâl Görse Dûzeh ehli varmaz Cennete eyler damâğ Enveri, Hahaani bilmez nağme-i güftârını Hem-zeban-i bülbül olmaz gülşen-i âlemde zağ San’at-ı tarihin idrâk eylemez ahvel olan Nükte-i serbestemi halleyleyen ahbâb-i sağ Kilk-i pir-, Nakşibendi kudret âsâ RESMİ’dür K’ol Aziz’ün tarih-i aceb ism ü resmi ÇÂRBAĞ Diyarbakır’a gelip buradan, Dicle nehri üzerinden kelek ile Bağdat’a gidecek olan Düyûn-u Umumiye direktörü Ali Bey yazmış olduğu anılarında Kavs Köşkü ile ilgili şu bilgileri vermektedir: “Ağustosun onuncu cumartesi günü Mardin’den hareketle ertesi pazar günü Diyarbakır’a geldik. Hava çok sıcaktı. Kentte kalmak imkanı olmadığından Diyarbekir’in karşısında yani Dicle’nin sol yakasında ‘KAVS’ denilen yerde, Hayali Efendi’nin köşkünün önünde çadırlarımı kurdum. 1 291 Evliya Çelebi, age, C.6, s.143 Çadırlarımız Dicle kıyısına yakın boş bir tarlaya konulmuştu. Yatak çadırımı bu tarlada bulunan büyük çınar ağacının altına kurmuştum ki, ağacın gölgesi gündüzleri güneşin ısısından çadırı bir derece koruyordu. Bir gün adet olduğu üzere öğle yemeğinden sonra biraz uyku uyumak için yatağımın üstüne uzandığım bir sırada baş yastığımın devinmekte olduğunu duyumsadım ve yerimden kalkarak yastığı kaldırdım. Bir de ne göreyim? Büyük bir yılan çöreklenmiş yatıyor! Elimdeki yastığı yılanın üstüne fırlatarak çadırdan dışarı kaçtım. Yılan süzülüp kaçtı ve çınar ağacının kökündeki bir deliğe girdi. Bunu görünce artık orada kim durur? Hemen çadırlarımızı toplayıp, Hayali Efendi’nin köşküne sığındık ve bir süre orada kaldık”...2 Bir dönem halkın mesire yeri olan bu köşk şimdi Dicle Üniversitesi’nin yerleşke alanı içerisinde olup yakın zamana kadar yıkık ve harabe durumda idi. Şimdi ise kalıntıları dahi kalmamıştır. Fotoğraf 1. 1970 yılında Kavs Köşkü’nün durumu Fotoğraf 2. 1855 yılında Kavs Köşkü bahçesinde bir grup. Önde oturanlar: 2 Ali Bey, Dicle’de Kelek ile Bir Yolculuk, Büke Yayınları, 2003, s.105 292 1.Terzi Mardik, 2-Şair Gülşenizade Ruşeni, 3-Düyunu Umûmiye başmüfettişlerinden Mihran Efendi. 4-Diyarbakır PTT eski müfettişlerinden Gülyar Efendi, 5-PTT yabancı dil muhabere memurlarından Kandullah Efendi. Ortada oturanlar: 1-Şair Ahmet Hayali, 2-Düyunu Umumiye genel müfettişi Ali Bey, 3-Mehmed Mekki Bey, 4-Adliye müfettişi Sahih Paşa, 5-Ceza Mahkemesi Reisi Abdurrahman Necim Bey. Arka sıradakiler: 1-Diyarbakır Düyunu Umûmiye Muhasebe eski başkatibi Hüseyin Vasfi Bey, 2-Diyarbakır İstinaf Mahkemesi Başkatibi Ahmet Cemil (Asena) Bey, 3-Savcı yardımcılarından Musullu Hamdi Bey, 4-Diyarbakır Belediye eski başkanlarından Abdulhamid Niyazi (Çıkıntaş) Bey, 5-İcra memuru Çizmeciyan Fetullah Efendi. Bu resimdeki on beş kişiden beşi gayrimüslimdir. Bu güzel dostluk ve arkadaşlık daha sonra Ermeni komitacılarının ve misyoner faaliyetlerinin çalışmalarıyla düşmanlığa dönüşecektir. Gazi (Seman Köşkü) Asıl adı Semanoğlu Köşkü’dür. XV. yüzyıldan kalan bu köşk, Akkoyunlu döneminin yapılarındandır. 1917 yılında kolordu komutanı olarak bulunan Atatürk, bu köşkte ikamet etmiştir. Bu köşk 1937 yılında belediye tarafından satın alınarak Atatürk’e armağan edilmiştir. Seman Köşkü bu tarihten itibaren Gazi Köşkü olarak adlandırılmıştır. Atatürk bazen misafirlerini kaldığı bu köşkte ağırlamıştır. Birinci Cihan Harbi sırasında bölgedeki gelişmeler ile ilgili Diyarbakır’da yapılan bir toplantıya katılan Harput’lu Hacı Kerim Efendi (Sunguroğlu), Elazığ’a döndükten sonra bu köşkte kaldığı bir geceyi ve Diyarbakır ile ilgili intibalarını şöyle anlatır:3 “Diyarbakır’a gidince Dağ kapısı’nda bizi bir polis karşıladı ve misafir kalacağımız eve götürdü, ev sahipleri bizi karşılayarak misafir ettiler, bir az istirahattan sonra muazzam bir sofrada akşam yemeğini yedik ve tahsis edilen odalarda yattık, ertesi sabah çarşıya çıkarak bir az dolaştıktan sonra misafir bulunduğumuz eve geldik, öğle yemeğinden sonra dün bizi Dağ Kapı’sında karşılayan polis bir otomobille geldi, bizi karargâha götürdü, yaverler, inzibat çavuşları tarafından karşılanarak bizi köşkün ikinci katına çıkardılar, büyük bir salon, ortada uzun bir masa, bir yaver isimlerimizi soruyor ve masanın üzerindeki kartlara bakarak koltuklarımıza oturtuyordu. Kongreye davet edilenler tamamen gelmiş ve yerlerini almışlardı, etrafıma baktım davetlilerin arasında benden başka ihtiyar ve sakallı yoktu, hepsi gençti. Mithat Beyle benim yerim, karşı karşıya masanın alt tarafına isabet etmişti, esasen masanın bir tarafına vali ve mutasarrıflar, mukabil tarafında da vilâyet mümessilleri oturtulmak suretiyle tertiplenmişti. Paşa salona girince ayağa kalkılarak hürmet tezahürleri gösterildi. Paşa, masanın başındaki koltuğa oturunca hepimize: Hoş geldiniz, diye iltifatta bulunduktan sonra toplantının maksat ve gayelerini kısa cümlelerle açıklayarak müzakereyi açtı. Evvelâ sol yanında oturan valiyi, sonra onun karşısında yer alan aynı vilâyetin mümessilini ve sırasıyla aynı usul dairesinde hepsini konuşturdu. Paşanın ağzından bir tek kelime çıkmıyordu, 3 İshak Sunguroğlu, Harput Yollarında, c.2, s.300-301-302 293 sıra masanın sonunda oturan bizlere gelmişti; ‘Mithat Bey buyurunuz’ dediler, Mithat Bey, ‘Paşam ben Elaziz’e yeni geldim, vilayetin umumi durumuna henüz nüfuz edemedim. Sözü bu hususta geniş bilgi ve tecrübeye sahip olan Hacı Kerim Efendiye veriyorum, o bizleri tenvir edecektir’, deyince, Paşam ‘ya öyle mi?’ diyerek ‘Hacı Efendi sizi dinleyelim’ diye emir buyurdular. Ben de ilk söz sahibi olandan başlayarak sonuna kadar serdedilen mütaaları ayrı, ayrı ele aldım, teşrih ve tenkitlerimi yaptıktan sonra kendi mütalaamı da ekleyerek konuşmamı bitirdim. Paşa bana ‘teşekkür ederim’ diyerek müzakereye son verdi. Paşa, koltuğundan kalkınca herkes de kalktı, salona ve aralığa dağılarak sigaralarını yaktılar, o sırada Paşanın bana doğru geldiğini görünce kendimi topladım, elimi sıktı, ‘Hacı Efendi sizden çok istifade edeceğiz’ dedi. Davetlilerin hepsi o akşam Paşanın misafiri olarak köşkte kaldık, salonda muazzam bir sofra hazırlanmıştı, sofrada çeşitli mezeler, yemekler ve şişelerle Diyarbakır’ın meşhur rakıları sıralanmıştı, biz Mithat Beyle salona girip de yerimize oturacağımız sırada bir yaver geldi. ‘Efendim sizin yeriniz Paşanın emriyle değişti’ diyerek Mithat Bey’i Paşanın soluna, beni de sağına oturttu, o sırada Paşa da geldi, kadehler dolduruldu, aşağı bahçede bando güzel parçalar çalıyordu. Sofracı önümdeki kadehe rakı doldurmak isterken ‘Beni af ediniz’ dedim. Paşa bunu hemen işitti ve derhal müdahale ederek ‘doldur’ diye emir verdi. ‘İç iç Hacım’, diyen emirlerine karşı ben yine özür beyan ederek af diledim, Evvelce rakı içtin mi’ diye sordu. ‘Gençliğimde kullandım; fakat yıllar var ki içmiyorum, içmemeğe kararlıyım.’ Paşa gülerek ‘mademki evvelce içmişsiniz, şimdi de içebilirsiniz’ dedi. Paşanın elinden kurtuluş yoktu. ‘Peki Paşam emredersiniz’ dedim, kadehi elime alarak ‘emrinizi reddetmeyeceğim, yalnız müsaade buyurursanız size bir sual sorayım’ dedim. Buyurun dediler. ‘Paşam siz ki, Çanakkale’de muzaffer olmuş, şimdi de doğu illerini düşmana karşı müdafaa ve doğunun yaralarına merhem aramak üzere bizleri buraya toplamış büyük ve azimkar bir kumandansınız, hiçbir kuvveti tasavvur eder misiniz ki, sizi karar ve azm-ü iradenizden döndürebilsin’ Bu sualime, Paşa, ‘hayır döndüremez’ cevabını verince: ‘Şu halde ben yıllardan beri içki kullanmamağa karar vermiş ve bu güne kadar da azmimde sebat etmiş bir kimseyim, bu azmimi ve irademi kırmak istiyorsanız içeyim’, deyince güldü ve ‘fena yakaladın’ diyerek yaveri çağırdı, ‘Hacı babaya bir limonata yaptırınız’ diye emir verdi, limonata geldi, onlar rakı ben limonata içiyordum, sofra çok zengin ve çeşitli mezelerle dolu olduğu halde Paşanın önünde bir tabak leblebi vardı, meze olarak yalnız onu kullanıyordu, doğrusu bu hal çok garibime gitti. Yemekten kalkarken, ‘Hacı Baba, siz benim misafirim olarak köşkte kalacaksınız, odanız hazırdır, buyurun istirahat edin’ dedi. Beni temiz bir odaya aldılar, odaya seccade de bırakılmıştı, namazdan sonra salona çıktığım zaman, ikinci yemek sofrasında yaverler, subaylar ve bando takım efradı yemek yiyorlar, Paşa da ayakta bunlara bizzat hizmet ediyordu. O zaman Paşanın büyüklüğünü anladım... Büyük bir bahçeye sahip olan Gazi Köşkü’nün etrafı güllerle dolu idi. Burada bulunan rengârenk güllerin yanında sıkça her türlü meyve ve dut ağaçları bulunur idi. Gazi Köşkü’nün bahçeleri halkın en çok rağbet ettiği mesire yeri idi. 294 Fotoğraf 3. Gazi Köşkü, (Seman Köşkü) Fotoğraf 4. Kuşdili Köşkü (Bekir Paşa Köşkü) Fotoğraf 5. Ağuludere Köşkü 295 Fotoğraf 6. Erdebil (Ber-Der-i Pir) Köşkü, 1970 Fotoğraf 7. Erdebil Köşkünün bir başka cepheden görünümü Hâmî Köşkü Asıl adı Ahmed, mahlâsı Hâmî olan şair, 1679 yılında Amid (Diyarbakır)’de doğmuştur. İlk tahsilini tamamladıktan sonra medresede, hocası Şair İbrahim Hâşim’den İslâm ilimleri dersleri alan ve bu arada hattâtlığı da bu hocasından öğrenmiştir. Hâmî hakkında bilgi veren Ali Emirî Efendi, Urfalı şair Nâbî’nin çağdaşı olan Hâmî’yi şu şekilde övdüğünü belirtmektedir: 296 “NÂBİ’ya Amid’e şâyândır ezelden denmek Tuhfe-i nâdire-zây-i çemenistân-ı kadim Tâze Hâmi’si zuhûr eylediğin gûş itdık Eylemiş hüsn-i himâyetle harâbın ternim Böyle Hâmisini Amid ne aceb şimdiye dek Çalmadı gayri bilâd üstüne kûs-i takdim Ben dahi gam mi çekerdim nazar-i a’dâdan Bâzûy-i vaslde tâ’vîzim olaydı Hâmi’m” 17. yüzyılın önde gelen divan şairlerinden olan Hâmî birçok paşanın yanında devlet hizmetinde bulunmuştur. 1635 yılında Revan seferi sırasında IV. Murad’a, en iyi “Otağ-Çadır”ını yapan Amid çadırcıları, Köprülü Abdullah Paşa’nın siparişi üzerine yapılan büyük bir çadıra “Râiyye Kasidesi”ni yazan Hâmî’yi takdir ederek bu kasideyi çadırın eteklerine işletmiştir. Hâmî 1726 yılında Tebriz’de Dîvân Kâtipliği görevinden ayrılarak Amid’e (Diyarbakır’a) gelerek Gazi Köşkü’nün yukarı kısmında bir köşk yaptırmıştı. Bu köşke “Hâmi Köşkü” denilmiştir. Bu köşkün sofasının iki kapısı üzerindeki taşlara Hâmî şu tarik kıtasını yazdırmıştır: “Ahmed HÂMİ bu işret-hâne-i dîrînde Bezl-i makdûr eyleyüp yaptırdı kasr-ı bîmend Hüsn-i itmâmın görüp HÂMİ dedim tarihini Ahmed Âbâd oldu himmetle bu kasr-ı dil-pesend Sene 1140 Prof. Dr. Abdülkadir Karahan Hâmî hakkında şu bilgileri vermektedir: “Hâmi, bizim görüşümüz şudur ki klasik edebiyatımızın ikinci plandaki değerli şairleri arasında yer almaktadır. Onun kasidelerinde başta Ömer Nef’i (1572-1635) ve Yusuf Nabi (1641-1712)’nin tesiri rahatça müşahede edilmektedir. Gazellerinde ise Nabi ile Nedim (Ahmed, 1680-1730)’in kişiliğini korumasını bilmekle beraber etkisinin bulunduğu gözden kaçmamaktadır. Ama rahatça denilebilir ki Hâmî, bu tesir ve nüfuzu hiçbir zaman taklit derecesinde hissettirmemektedir. Aksine eski edebiyatın bütün manzum, mefhum ve remzlerini yerinde kullanabilmekte, geniş kültürü sayesinde okuyucuda takdir duyguları uyandırmakta, hamasi ve hikemi uslûbu yanında garami duyguları da başarı ile ifadelendirilmektedir.”4 Yerini tespit edemediğim köşklerden biri olan Hacı Hamza Köşkü ile ilgili Ali Emirî, gençlik yıllarında gittiği bu köşk için şunu söylemektedir: “Hîç unutmam anda çarpıldum o zîbâ gamzeye Yâr ile gitmiş idüm bir kerre Hacı Hamza’ya” 4 Abdulkadir Karahan, Diyarbekirli Hâmî ve Bir Kasidesi ile Bir Manzum Arîzası, Diyarbakır’ı Tanıtan Adam: Şevket Beysanoğlu’na 70. Yaş Armağanı, Ankara 1991, s 240-251 297 Fotoğraf 8. Hami Köşkü Bekir Paşa Köşkü Kuşdili Köşkü olarak da bilinen bu köşk hakkında Abdulgani Fahri Bulduk “Diyarbakır Valileri” isimli eserinde şu bilgileri vermektedir: Bekir Paşa Köşkü: Lebibzadelerin taht-ı tasarrufundadır. 1592 tarihinde bina edilmiştir. Bu köşkün eyvanında tamiyeli şu tarih yazılıdır ki 1592 senesinde yapıldığını ima etmektedir: Kaldırıp âhir rakamdan başını Dedi zîbâdır bu kasr-ı dilküşa Taraf-ı âcizîden de: Güher târîhi Fahrî şâh-ı gül üzre okur bülbül Becâ köşkü alâ eyledi Bekir Pâşâ (1001/1592) Şu mücevher târih ile tamiyeli: Mücevher târîhe âb-ı revân verdi ey Fahrî Binâ etti cilâ-dâr kasrı takı hep Bekir Pâşâ (1001/1592) Güher tarihi tarh edildi: Ganî târihi yazdı kıl temâşâ Bu gün yaptı Bekir Pâşâ bu köşkü (1001/1592) Bu mühmel târîhi Fahrî müzeyyen eyledi inşâ Zihî yaptı sürûr-efzâ bu kasrı hep Bekir Pâşâ (1001/1592) 298 DİYARBAKIR HANLARI VE ÖZELLİKLERİ Kenan HASPOLAT* Diyarbakır'ın Tarihi Ulaşım ve Ekonomi boyutu Diyarbakır'ın tarihi geçmişi içinde, özellikle ticari hayatında hanların önemli yeri olmuştur. Bu hanları ve kervansarayları önemli kılan, Yukarı Mezopotamya'dan Anadolu'ya geçiş yolu üzerinde bulunan Diyarbakır'ımızın, her devirde ekonomisiyle, sanayi ve ticaretiyle, sanat ve kültürü ile sosyal yaşamıyla bölgemizin hatta Ortadoğu'nun en gelişmiş kentlerinden biri olmasıdır. Bunun sonucu olarak da Diyarbakır'ın yüzyıl öncesine kadar bile gelişmiş bir ticareti de vardı. 1600'lü yıllardan sonra kenti sıkça ziyaret eden yerli ve yabancı gezginlerin hemen tümünün anılarında; o yıllardaki adıyla AMİD'in, Avrupa'ya hitap edebilen, Asya ve Avrupa ülkelerinde ürünleri tercih edilen, dokumada, kuyumculukta, dericilikte, ipekçilikte, bakırcılıkta, çinicilikte, özellikle de kökboyalı iplikçilikte önemli bir sanayi ve ticaret kenti olduğunu anlatırlar. Kentte, uzak diyarlardan ticaret için gelen bezirgânların, tüccarların katıldığı serbest pazarlar kuruluyor, buralardan alınan mallar, Buhara'ya, Semerkant'a, Bağdat'a, Musul'a, Halep'e, Basra'ya, Bursa ve İstanbul yolu ile Avrupa'nın çeşitli kentlerine götürülüyordu. Diyarbakır'da dokunan ipekliler, Avrupa pazarlarında kapışılırdı. Anadolu'nun en gelişmiş bakırcılığı, ipekçiliği, dokumacılığı, kuyumculuğu Diyarbakır'daydı. Kafkas ülkelerinden, İran'dan, Moğolistan'dan, Bağdat ve Basra'dan, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden, hatta Moskova'dan buraya gelen tüccarlar ipek, pamuklu ve fevkalade güzel işlenmiş deri ürünleri alıp ülkelerine dönerlerdi. Ticari hayatın gelişme içinde olduğu 1760'li yıllarda Diyarbakır'da bölgesel GÜMRÜK İDARESİ vardı. Uzak ya da komşu ülkelerden batıya mal götürmek üzere gelen tüccarlar vergilerini Diyarbakır Gümrüğü'ne yatırırlardı. Yine bu yıllarda Diyarbakır'da İran, Rus, İngiliz ve Fransız konsoloslukları vardı. Bu konsolosluklar bölgenin siyasi yapısı ile ilgilendikleri kadar, ticareti ile de ilgileniyor, kendi ülkeleri ile bölge arasındaki ticareti geliştirmeye çalışıyorlardı. Özellikle İngilizler bu bölgeye daha o yıllarda büyük önem veriyor, ticareti ellerinde tutmaya çalışıyorlardı. Diyarbakır'da ipekçilik, ipek dokumacılığı hayli gelişmiş bir sanat dalıydı. Kentin çeşitli yerlerinde kurulu tezgâhlarda dokunan kök boyalı ipek puşular, Diyarbakır Mantini, çadır bezi kirpasları, yün dokuma kutnileri Anadolu'nun dört bir yanına, bu arada Ortadoğu ve Avrupa ülkelerine ihraç ediliyordu. İpekçilik kadar çinicilik de Diyarbakır'da önemli bir sanat dalıydı. Çini ve cam sanayi hayli ileri düzeydeydi. Bu alanda faaliyet gösteren atölyeler Kurşunlu Cami ile İçkale arasındaki Nasuhpaşa Camii çevresindeydi.Bu atölyelerde imal edilen çiniler İstanbul'a kadar gönderiliyordu... Diyarbakır'daki Kurşunlu Camii, Behrampaşa Camii ile diğer *Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi e-mail: khaspolat@hotmail.com . 299 bazı cami ve mescitlerin çinileri buradaki atölyelerde imal edilmiştir. Dahası, Osmanlı ordusunun silah ihtiyacının büyük bir bölümü de Diyarbakır'dan karşılanırdı. (1) 19. yüzyılda kırmızı kök boya ile boyanmış Diyarbakır ipliği Avrupa'da meşhurdu. O zamanlar pamuklu bez ve deri üretiminin oldukça geliştiği kaydedilmektedir. Bunun yanısıra 17. Yüzyıl'da Diyarbakır'dan Halep'e büyük miktarda hayvan ihracı söz konusu olup ipek endüstrisi de yine bu dönemde oldukça gelişmiştir. Diyarbakır şehri ipek ve pamuk üretimi açısından önemini 19. Yüzyılda korumuştur. Nitekim 1815 yılında Diyarbakır'ı ziyaret eden Buckingham '....imalatçıların başlıca hammaddesi ipek ve pamuktur. Şehirde olan esnaflar şal,el beceri aletleri,her renkten pipolar,altın ve gümüş tabakalar yaparlar.1500 tezgah şal üretimi, 500 tezgah pamuk basıcısı, 300 deri imalatçısı, vardır ' demektedir. Diyarbakır'ın bu tarihlerde ihraç ettiği bir önemli madde de deri boyanmasında büyük öneme sahip mazu idi.1797 tarihli bir arzdan anlaşıldığına göre 'Diyarbakır'dan Kayseri'ye mazu gönderilmediğinden İstanbul'da ayakkabı fiyatları oldukça yükselmişti. Bunun sebebinin mazunun İzmir'e gönderilerek buradan Avrupa ülkelerine ihraç edilmesi olduğu anlaşıldığından dolayı bu işin önünün alınması istenmekteydi. Bu ise Kayseri debbağ esnafının perişanlığına yol açtığından Diyarbakır'a gönderilen fermanlarla mazunun uygun fiyatlarla Kayseri'ye gönderilmesi istenmişti. Bu ferman Avrupalı tüccarların Diyarbakır'da mazu ticaretini yine önleyememiş,1815 yılında bir ikaz fermanıyla mazunun Avrupa'ya değil, Kayseri'ye gönderilmesi emredilmiştir (2). Diyarbakır'da İhracat Sestini'nin seyahatnamesinde Diyarbakır kenti, kervanların buluştukları yerdir; kervanlar İzmir'den, Halep'ten, Tokattan, Erurumdan, Şam'dan, Bağdattan, Tauris'ten ve İran'dan İstanbul'dan Trabzon'dan, Musul'dan, Adana'dan ve Cizre'den geliyorlar buraya. Hepsi de başkentler arasında aktif ya da pasif ticaret yapıyorlar. Buradaki imalathaneler, beyaz ya da boyalı, çeşitli pamuk kumaşlar üzerinde çalışmaktadır. Bu şehirde çok sayıda dokumacı bulunmaktadır. Yunanistan'a, Halep'e ve Karadeniz'e bol miktarda çizgili ipek ve pamuktan kumaşlar ihraç edilmektedir. Ergani kalayı ticareti de yapılmaktadır. Kırmızı maroken bütün batıyı kalite açısından geçmektedir. Buranın suları marokenlere çok güzel bir parlaklık vermektedir. Bu şehir kocaman bir mazı ambarıdır' (3) Fransa, İsveç ve Norveç'e ihracat yapılmaktadır (4). Han ve kervansaraylar Kervansarayların boyutları, üzerine inşa edildikleri yolun ticaret hacmine, dolayısıyla konaklayacak kervanların büyüklüğüne ve yaptıranların gücüne bağlı olarak değişmiştir. Kervansaraylar tarihsel geçmişleri, taşıyıcı sistemleri, yapısal, mimari ve dekorasyon özellikleri ve yayılma alanları açısından benzerlik ve süreklilik göstermektedirler. Kervansaraylarda “açık” ve “kapalı” bölümlerin varlığı ölçüt olarak kullanılmış, buna göre de; a. Yalnızca kapalı kısmı olan “hol” hanlar, . 300 b. Hem açık, hem kapalı kısmı olan hanlar, c. Yalnızca açık kısmı olan “açık bölüm” hanlar olarak üç grupta sınıflanmıştır. Bu gruplamadan ayrı olarak iç içe iki plandan oluşan “eş odaklı” hanlar da, farklı bir tip olarak tanımlanmıştır. Fonksiyon ağırlıklı tipolojiye göre ise kervansaraylar; yalnız barınak kısmı olan hanlar, barınak ve servisleri olan hanlar olarak iki temel gruba ayrılmaktadır. Kervansaraylar ister yalnızca barınak, ister barınak ve servis mekânlarını içersinler, iki temel plan şemasına göre şekillenmektedir. Bunlardan birincisi adeta hiyerarşik bir biçimlenme olup, bir işlev veya işlev grubunun mekânları birbirini takip edecek biçimde dizilmektedir. Bu tipin barınak kısmı ayrıdır ve yan yana dizilen çoğunlukla dikey, bazen yatay, bazen de kesişen tonozlu sahanlardan oluşmaktadır. Servisler çoğunlukla ön cepheye bitişik ve bir avlu etrafında yer almaktadır. (5) Anıtsal ve sivil birçok mimari yapıtları bünyesinde barındıran Diyarbakır kentinde önemli mimarlık yapıtlarından birisi de Hanlar ve Kervansaraylardır. Önemli ticaret merkezlerinden biri olan bu kent çok sayıda han ve kervansaraylara da ev sahipliği yapmıştır. İslam dininin misafirperverliğe ve hayırseverliğe verdiği önemle beraber, kentin işlek ticaret yolları üzerinde olması sebebiyle kervanların konaklamaları ve her türlü ihtiyaçlarını karşılamaları amacıyla bu yapılar yapılmıştır İslam dininin misafirperverliğe ve hayırseverliğe verdiği önem sonucu, ortaya çıkan kervansaraylar, işlek ticaret yolları üzerinde, kervanların konaklamaları ve her türlü ihtiyaçlarını karşılamaları amacıyla yapılmış büyük hanlar olup, devlet veya hayırsever kişiler tarafından kurulan ve kervan ihtiyaçları ücretsiz karşılanan yerlerdir Genel olarak büyüklüğüne göre kervansaraylarda; yatakhane ve aşhaneler, erzak ambarları, ticari eşya depoları, yolcuların hayvanları için ahırlar, samanlıklar, yolcuların namaz kılmaları için mescitler, kütüphaneler, misafirlerin yıkanması için hamamlar, abdest almaları için şadırvanlar, tedavileri için hastane ve eczaneler, ayakkabılarının tamiri ve fakir yolculara yenisinin yapılması için ayakkabıcılar, hayvanları nallamak için nalbantlar, bu teşkilat ve tesisleri idare edecek, gelir ve gider hesaplarını yapacak divan (büro) ve memurları vardı. Umumiyetle Selçuklu sultanları ve devlet adamları tarafından yaptırılan bu muazzam kervansarayların hepsi vakıftı. Maddi büyüklükleri ve teşkilatları nispetinde zengin gelir kaynaklarına da sahiptiler. Bu suretle kervansaraylara inen ve konaklayan tüccar ve her türlü yolcu, zengin fakir; Müslüman, gayri Müslim kim olursa olsun, orada her türlü ihtiyacını ücretsiz olarak görebilirdi. Kervansaraylarda hasta yolcular, sıhhat buluncaya kadar tedavi edilir, hayvanlarının tedavisi de baytar (veteriner) tarafından yapılır ve tedavi masrafları vakıf tarafından karşılanırdı. Fakir hastalar, öldüğü takdirde kefen masrafları da vakıf gelirlerinden ödenirdi. Şehir içinde yapılmış olan bu mekânlara han adı verilmiştir (6). 301 Diyarbakır Hanları Anadolu Selçukluları devrinde gelişen düzenli yol sistemleri ve bu yollar üzerinde sağladıkları güvenli seyahat imkânı, Diyarbakır'ın ticari amaçlı gelişiminde önemli etkenlerden birisi olmuştur. Diyarbakır'ın önemli yollar üzerinde bulunması, bazı yapıların gelişmesine neden olmuştur. Bunların başında hanlar gelmektedir. Diyarbakır'da bulunan hanlar Osmanlılar döneminde yapılmış olup, bu devrin mimarisinin en güzel örneklerindendir. Bu yapılardan günümüze ancak üç tanesi ulaşabilmiştir. Bunlar; Deliller Hanı (Hüsrev Paşa Hanı), Hasan Paşa Hanı ve Çifte Han'dır. (7)1873–1876 yılında Diyarbakır'da 14 han,1868 dükkân, Ergani'de 3 han,115 dükkan, Çermik'te 300 dükkan,3 han, Hani'de 2 han,101 dükkan, vardı (8). Günümüze kadar Günümüze kadar ulaşmamış ulaşmış hanlar hanların konumu 1- Deliller Han 1- İbrahim Paşa Hanı 6- İpekoğlu Hanı 2- Hasan Paşa Hanı 2-Tütün Hanı 7- Hanı-ı Cedid 3- Çifte Han 3- Rüstem Paşa Hanı 4- Melek Ahmet Paşa Hanı 5- Kayseriye Hanı Şekil 1. Günümüze kadar ulaşmış ve ulaşamamış hanların konumu. (Türkan Kejanlı) (6). Hüsrev Paşa Hanı (Deliller Hanı) Diyarbakır'da ayakta kalmış hanlardan Hüsrev Paşa Hanı, H. 934 yılında Diyarbakır'ın ikinci Osmanlı valisi olan Hüsrev Paşa tarafından yaptırılmıştır. Deliller Hanı olarak da bilinen yapının bu adı almasının nedeni, hacı adaylarına rehberlik yapan delillerin burada konaklamasıdır. Han karşısındaki geniş alana da Hacılar Harabesi denilmektedir. Oldukça geniş bir alanı kaplayan hanın, ortasında kareye yakın geniş bir avlusu bulunmaktadır. Bu avlunun etrafında bulunan ve iki katlı revaklı geçişlerin arkasında yer alan han odaları ile tek kaili bir ahır kısmından 302 meydana gelmiştir. Avlu ortasında bir şadırvan bulunmaktadır. Girişle ve girişin tam karşısında bulunan merdivenler, üst katla bağlantıyı sağlamaktadır. Odaların revaklı geçişlere ve oradan da avluya açılan kapılarının yanında bir de pencere bulunmaktadır (7). 1930 yılı Deliller Hanı 1932 yılı Deliller Hanı iç kısmı (9). 1980 yılı Deliller hanı (12). 303 1980 yılı Deliller hanı (12). Deliller hanının bir başka açıdan görünümü Günümüzde Havadan Deliller hanı ( F Türkoğlu) 304 Hanın ahır ve depo olarak kullanılan ikinci kısmına, güneydeki bir han odasının geçit olarak kullanılacak şekilde düzenlenmesi ile geçilmektedir. Ahır kısmında tek sıra halinde dizilmiş pencereler bu bölümün aydınlatılmasını sağlamaktadır. Hanı dıştan tek yönde sınırlayan dükkânlar, ahır kısmının caddeye bakan yüzeyinde devam etmektedir. Dışarıdan bakıldığında, ahır kısmı tek kat, odaların yer aldığı ana bölüm çift kat olarak yükselmektedir. Yapı, siyah bazalt taş ve beyaz kalker taşının beraber kullanılması ile oluşturulmuştur. Yeniden kullanım karan alınarak günümüz koşullarına uydurulmak istenen bu han, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün yardımları ile 1984 yılında 49 odalı ve 103 yataklı otel haline getirilmiştir. Beş yıldızlı bir otel haline getirilen bu yapıda avlu, ana mekân olarak kullanılmaktadır. Sabah kahvaltısı, öğle yemeği, açık bar ve özellikle yazın akşam yemeği için avlu kullanılmaktadır. Daha önce deve ve atların gecelediği ve yaklaşık 6-7 m. yüksekliğinde ahır olarak yapılmış birim günümüzde kapalı restoran olarak kullanılmaktadır. Restaurant 300 kişi kapasiteli olup yalnız otel müşterileri değil yerli halkın da yemek yeme amacıyla kullandığı bir mekân durumundadır. (7)Gerek geçmişte gerekse günümüzde halk arasında “Hüsrev Paşa Hanı” veya “Kervansaray” da denilmektedir. Ancak halk tarafından Deliller Hanı denilmesinin nedeni islam ülkelerinden Hicaz'a gitmek üzere burada toplanan hacı namzetlerini götürmek için gelen rehberlerin (delillerin) bu handa kalmalarındandır. Deliller Hanın Dıştan Görünümü 305 Deliller Hanın İçeriden Görünümleri Hanın ahır ve depo olarak kullanılan diğer kısmına güney tarafındaki geçit olarak kullanılacak şekilde düzenlenen bir han odasıyla geçilmektedir. Bu geçit özellikle belirtilmemiş, bir anlamda arkasındaki büyük mekânı gizlemiştir. Girişe paralel kemerlerin bağladığı, beş ayak sırasının altı nef e böldüğü ahır kısmına ışık, duvarlara açılan tek sıra pencerelerden gelmektedir. Bu pencereler tek sıra olarak açıldığından içerisi biraz karanlıktır. Doğu-batı yönünde uzanan kemerlerin aralarında nefler, boydan boya beşik tonozlarla örtülmüştür. Dışta dükkânların, köşkü andıran giriş bölümünün ve şadırvanlı orta avlu etrafında revakların gerisinde yer alan odalardan meydana gelen Deliller Hanı, bu görünümüyle Osmanlı hanlarının özelliklerini yansıtmaktadır. Günümüzde Han, otel ve eğlence tesisi olarak kullanılmaktadır (13). 306 Hasan Paşa Hanı Diyarbakır'da ayakta kalmış hanlardan ikincisi olan Hasan Paşa Hanı, Osmanlılar zamanında Diyarbakır'da valilik yapmış olan Sokullu'nun oğlu Vezir-zâde Hasan Paşa tarafından 1572-1575 yılları arasında yaptırılmıştır. Hasan Paşa Diyarbakır'da ilk olarak kuyumcular için bir çarşı yaptırmıştır. Daha sonra Ketenciler adıyla bilinen ancak günümüze ulaşamamış çarşıyı yaptırmıştır. Kuyumcular Çarşısı'nda yapılan hasır bilezikler, haplar, kişnişli gerdanlıklar, avizeler, hançerler vb. parçalar, Ketenciler Çarşısındaki dükkânlarda satılırdı. Hasan Paşa, bu iki çarşıya ticaret için gelenlerin gecelemeleri için bir han da yaptırmıştır. Hasan Paşa Hanı, Deliller Hanı'ndan sonra Diyarbakır'daki ikinci büyük handır. Bu hanın güney ve batı kapılarında tarihî iki yazıl bulunmaktadır. Hanın batı cephesi, allı beşik tonozlu dükkânlarla üst katında taşan iki süslü pencereyle dışarı açılan orta kısmı, yapının genel çizgilerini tamamlamaktadır. Deliller Hanı'nın sade görünümlü üst katına karşılık, bu hanın köşelerinde başlıklı sütuncuklar, üzerinde boşaltma kemerleri ve köşelere rastlayan pencerelerde mukarnaslı başlıklar yer almıştır. Bazalt ve kalker taşının beraber kullanılması ve kalker taşının yatay olarak yerleştirilmesi, yapıyı olduğundan da uzun göstermektedir. Yapıyı en üstte taş konsolların üzerine olurmuş bir silme sınırlamakta ve arkasında han odalarının kubbeleri görünmektedir (7). Hasan paşa hanının dışarıdan görünümü Evliya Çelebi'de bu yapıdan söz etmiş, “Kale misali Hasan Paşa Hanı gayet metin ve müstahkemdir” demiştir.(15)1612 yılında Diyarbakır'ı ziyaret eden Leh Simeon, şehre geldiği zaman indiği Hasan Paşa Hanı'nı şu şekilde tasvir etmiştir: Muazzam kârgir bir bina olan bu hanın 500 beygiri barındırabilecek yer altında iki ahırı, rengarenk demir parmaklıklarla çevrilmiş çok güzel havuzu, üç kat üzerine birçok kârgir odaları vardı... Yine daha sonraki tarihlerde Diyarbakır'a gelen, Gugios İnciciyan ve James Silk Buckingham Hasan Paşa Han'ından önemle bahsetmişlerdir. 307 19. yüzyıl sonu Hasanpaşa hanı (14). Bunlardan Buckingam'ın 1815 yılı için verdiği bilgiler arasında hububat piyasasının burada toplandığı hakkındaki kaydı, 19. yüzyılda da bu hanın büyük bir öneme sahip olduğunu göstermektedir. Hasan Paşa Hanı'nın 19. yüzyılın ilk yarısında da Diyarbakır'ın en önemli hanlarından birisi olduğu görülmektedir. 3 Ekim 1792 tarihinde Diyarbakır valilerinden Abdi Paşa'nın kethüdası Nuh Beğ zimmetinde olan 54.000 kuruşu ödemediğinden bütün malları bu handa hıfz edilmiştir. 25 Aralık 1802 tarihli bir fermandan, Diyarbakır'da eceliyle vefat eden Diyarbakır valisi Zühtü İsmail Paşa'nın eşyalarının yine Hasan Paşa Hanı'nda toplandığı anlaşılmaktadır. 5 Ağustos 1843 tarihli bir arzda da muhtemelen 1833 yılında Diyarbakır'da vuku bulan yangın esnasında Fransız rahiplerinden birinin eşyalarının kurtarılarak burada saklandığı görülmektedir. Bütün bu belgeler, Hasan Paşa Hanı'nın incelenen dönemdeki önemini ortaya koyduğu gibi Diyarbakır'a dışarıdan gelip bu handa vefat eden tüccarların tereke kayıtları da Hasan Paşa Hanı'nın önemli bir tüccar hanı olduğunu göstermektedir (16). 1926 yılı Hasanpaşa Hanı önü ( Mehmet Ali Abakay) 308 1933 yılı Hasanpaşa Hanı Üstten Görünümü 1955 Hasanpaşa Hanı içi 1974 yılı Hasanpaşa Hanı kapısı (9). 309 . 1980 Yılı Hasanpaşa Hanı (12). Günümüzde Hasan paşa hanı içi Akşam ve Hasanpaşa Hanı 310 Avludaki Şadırvan Hasanpaşa Hanı Avludan Görünüm 311 Hasanpaşa Hanı Avludan Görünüm Yapının batı kapısı içeriye doğru genişlemektedir. Basık kemerli bir kapıdan geçildikten sonra beşik tonozlu bir kısım gelmekte ve buradan avluya ulaşılmakladır. Girişin solundaki ve karşısındaki merdivenler üst katla bağlantıyı sağlamaktadır. Avlunun ortasında altı sütuna oturmuş üstü kubbeli bir şadırvan yer almaktadır. Alt kat odaları sivri kemerli revaklarla avluya açılmaktadır. Ayrıca bu handa dikkati çeken diğer bir özellik, üst katta avluya doğru taşan konsolların bulunmasıdır. Yine üst katta da revaklar bulunmakta ve bu revakların arkasında odalar yer almaktadır. Odalar bir kapı ve pencereyle avluya açılmaktadır. Hasan Paşa Hanı'nın bodrumunda, gelen kervanların hayvanları için ahır kısmı bulunmakladır. (7) Osmanlı dönemi şehir hanları mimarisinde görülen hayvan barınma bölümü olan ahırla, gelen yolcuların konakladıkları yerler, Hasan Paşa Hanı'nda da ayrılmaktadır. Yapının altındaki ahır bölümüne avludan bir rampa ile inilir. Birinci kattaki odalar, konaklamaya ayrılırken, zemin kat mekânları ticaretle işlevlendirilmiştir, (13) Hasan paşa hanının önemli bir özelliği değerli madenler işçiliğine ev sahipliği yapmış olmasıdır. Hasanpaşa Hanı Kuyumcular Çarşısı Kuyumcu şehir unvanını almak için bu noktada usta sanatçıların olması gerekir. Evliya Çelebi Diyarbakır'ı kastederek 'Kuyumcuları gümüş kap-kacak yapmada ve altıncıları taç ve mücevher yapmada benzersiz ustalardır' demektedir. (17) Diyarbakır valiliğine atanan Hasan Paşa, kuyumculuğun yöredeki potansiyelini görünce “Kuyumcular Çarşısı”nın inşasına başlama emrini vermiştir. Kuyumcular Çarşısı'na Ulu Cami'ye doğru bir kol atarak Ketenciler Çarşısını da ilave ettirmiştir. Kente Özdemiroğlu Osman Paşa Vali tayin edilmişti. Osman Paşa'nın da gayretleriyle büyük maddi külfetlere girilerek yedi yılda tamamlanan çarşının açılış konuşmasında Ahmet Çelebi'yi "Kuyumcular Reisliği”ne getirmiştir. Olgunluk döneminde Ahmet Çelebi tüm öğrencilerini yanına alarak on yıl sürecek iki essiz düzenleme gerçekleştirecekti. Bu bahçe betimlemelerinde yaprakların damarlarına, yemişlerin kabuklarına ve içlerine çok güçlü bir ifade gücüyle değerli taşlar yerleştirmişti. Bir yıl sonra Bağdat'a götürülen bu çalışma görenleri hayrete düşürmüştü. 312 Mevlana Celaleddin Rumi'nin türbesindeki gümüşten yapılmış ikinci kapı tüm isçiliği ile Ahmet Çelebi'ye aittir. 1010 yılında yitirilen Ahmet Çelebi'nin sanatını, örgencileri uzun yıllar yaşatmaya çalışmıştır. Uzun yıllar boyu Ahmet Çelebi ve öğrencilerinin ürettiği broşlar, gerdanlıklar, kılıçlar, hançerler, mücevherler Ketenciler Çarsısı'nda satılmıştır. (18) Konya'daki Mevlana türbesinin ikinci kapısı, Bağdat'taki İmam-ı Azam türbesinin altın ve gümüş işlemeli kapısı ile avize, şamdan ve kandilleri Diyarbakır'da yapılmıştır (19). Hasan Paşa hanı Hollanda Answers'ten çok önce elmas işçiliğinde söz sahibiydi. Abdülsettar Hayati Avşar anlatıyor: Kurşunla işlerler. En yumuşak malzemeyle tabii. Sultan Abdülaziz zamanı, Diyarbekir'den bir elmas kuyumcumuz, Sultan Aziz'e takdim için götürmüş. O pırlantanın üzerine de sultan Aziz'in tuğrasını işlemiş.İşte tarihçiler Hasan Paşa Hanından bütün dünyaya pırlanta gönderildiğini yazar.Şimdilerde Hollanda'nın Anvers limanı bu iş için kullanılıyor dense de eskiden merkez Diyarbekir'di (20). Mevlana'nın gümüş kapısı Hasanpaşa hanından (21). Diyarbakır elmas işlemeciliğine merkez olunca devlet büyüklerinden de hediye için sipariş alıyordu. Bir örnek verelim: Şeyh Sünusi hazretleri Sakarya zaferini tebriken Mustafa Kemal Paşaya Diyarbakır'da yapılmış göz kamaştırıcı bir kılıç hediye etti. Kılıçta 3 sıra inci,3 sıra elmas süs vardı. Altın işlemeyle gazi Mustafa Kemal Paşa Zilhicce 339 yazılıydı. Kabzasındaki ayın kenarları inci, incilerin ortasında zümrüt ve zümrütün iki yanında yakut taş bulunmaktadır. Hasanapaşa hanının bir de manevi yönü vardır. Burayı yaptıran Hasanpaşa ülke bütünlüğünü sağlamak,ülkede oluşan terör ve isyanı önlemek adına şehit olmuştur. 1600 yılında Tokat'ta deli Hasan isyanı oldu ..Sokolluzade Hasanpaşa süratle o tarafa yöneldi ve Diyarbekir'den Hüsrevpaşa, Maraş ve Halep Kürtleri ve sipahiler buraya yönlendirildi. Hasanpaşa burada hayatını kaybetti (22)Hasan Paşa hanı belli zamanlarda askerlerin barınağı olarak kullanılmıştır.1840 yılına ait bir belgede ,askerin ikameti nedeniyle esnaf burada çalışamamış,kira verememiştir. Buradaki esnaftan kira geliri alamayan Rağıbiye medresesi eğitiminde ve onarımında aksama olmuştur. Bu nedenle askerin burayı boşaltması istenmektedir. 313 5 Temmuz 1840 yılına ait belge 1083 (23). Çifte Han Hasan Paşa Hanı'nın güneyinde, Mardin Kapısı'na giden yolun sağındaki sokağın içerisindedir. Doğu ve batı doğrultusunda uzanan han siyah beyaz taştan yapılmıştır. Hanın doğu cephesi düz duvar halinde olup, güney cephesi de etrafındaki yapılarla kapatılmıştır (24). 1810 tarihli vakfiyeye göre Çifte Han “... Sulu gözde yukarıda otuz oda ve tahtında yirmi dokuz oda diye bir havuz ve iki ahur ve biri sağîr biri kebîr bir mağaza mülhakatından ve beş adet dükkan ve memşa ve Susuz Gözde yukarıda yirmi altı oda ve tahtında yirmi bir oda ve bir kahve dükkânı ve memşa ve üç adet terzi dükkânı ve kapu arası içinde iki dükkân ve bir ahur ve memşa iki mağaza ve su kuyusu ve mülhakatından dört dükkân” dan meydana gelmiştir. 1804 yılında Diyarbakır'ı ziyaret eden İnciciyan Çifte Han'ı önemli hanlar arasında saymıştır (25). Günümüze kadar ulaşmış hanlardan üçüncüsü olan CifteHan'ın kesin yapım tarihi ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Eldeki belgelerden XVI. yüzyıldan kalma ve Osmanlı yapısı olduğu anlaşılmaktadır. Han, ilk yapımı sırasında çift han olarak düşünülmüş, ancak Cumhuriyet dönemi ile birlikte yol çalışması sırasında ikincisi yıktırılmıştır. Bütünüyle günümüze kadar gelebilseydi, Diyarbakır hanları içinde biri birine bitişik çifte han biçimiyle değişik bir uygulama örneği teşkil edecekti. Siyah bazalt taşlan yapılmış olan bu yapı iki katlıdır. Ortada bir avlusu ve avlunun üç tarafında basık kemerli revakları bulunmaktadır. Hana giriş kapısının biraz ilerisinde soldan bir merdiven üst katla bağlantıyı sağlamaktadır. Üst kattaki han odalarının önünde de revaklar bulunmaktadır. Odaların avluya bakan yüzlerinde, 314 bir kapı ve bir pencere yer almaktadır Hanın giriş katı depo olarak kullanılmakta, üst kat ise hiç kullanılmamaktadır. Girişin karşısında bulunan kolun üst katta revaklı geçişleri yıkıldığından, üst katta bu kola ulaşılamamaktadır. Bodrumda ahır bölümü bulunmakladır. Bu han, Deliller Hanı ve Hasan Paşa Hanı'na göre daha yalın ele alınmıştır. (7) 1971 Çifte han iki kat revakları ( 16. yüzyıl ) (15) Günümüzde Çifte Han 315 DÜKKAN DÜKKAN AVLU KAPALI Şekil 2. Çifte Han Zemin Kat Planı. Kaynak: Kejanlı, 1995. (6) Çifte Hanın Değişik Açılardan görünüşleri 2012 316 Çifte Hanın Başka Açıdan görünüşleri 2012 Hanı Cedid 1569 tarihli Behram Paşa vakfiyesinde, Behram Paşa tarafından camiin arka tarafında bir de han inşa ettirmiş olduğu görülmektedir Söz konusu hanın fevkanî ve tahtûnî 33 odası ve avlusunda bir de havuzu bulunmaktaydı. Bu hanın ne zaman harap olduğu bilinmemektedir (25). Yeni Han Yeni han ,Ulu caminin güney kısmında,Zinciriye medresesinin arkasındaydı1788 yılında Seyit Hacı Abdullah adına yaptırılmıştır. Mimarı belli değildir Hanın bütünü moloz taştan yapılmıştır. Yazıtın yer aldığı kapıdan girilince solda bir merdiven yer almakta,ikinci kata çıkışı sağlamaktadır. Buradan sivri bir kemerli açıklıkla orta avluya varılmakta,blok taşlarla döşeli avlunun ortasında bir de kuyu yer almaktadır.İki katlı olarak yapılmış olan hanın dört tarafını revaklar çevirmekte,revak kemerleri yalın sütun başlıkları olan ince sütunlara oturmaktadır. Revaklar ve arkasında yer alan han odalarının örtü şekli düz damdır. Odaların yarıca revaklara açılan düz taş hatıllı bir kapı ve bir pencere açıklıkları vardır. Orta avluya açılan revak ve arkalarında yer alan odaların yükseklikleri yapının genel oranlarına göre kısa oluşu yapıyı basık göstermekte,böylece yatay çizgiler ağır basmaktadır.Yapının girişteki üst kata çıkış sağlayan merdiveni dışında, bir de kuzey doğu köşesinde ikinci bir 1971 Yeni han iki kat revakları. (17.yüzyıl) (15) merdiveni bulunmaktadır. 317 İbrahim Paşa Hanı Ne zaman yapıldığı bilinmeyen bu han 1810 (H.1225) tarihli Şeyhzâde İbrahim Paşa vakfiyesinden anlaşıldığına göre, Salos Mahallesi'nde, Muallak Mescidi'nin alt tarafında ve Deva Hamamı yakınında idi. Adı geçen vakfiyede "...fevkânî kırk bir oda ve tahtanî kırk oda ve ahur ve fevkani ve tahtanı hâricinde bir sağır dükkân ve dâhilinde bir sağır dükkân ve on iki masura âb-ı Hamravat'dan ma-i cârisiyle havuz ve havlu..." olduğu belirtilmiştir.İbrahim Paşa Hanı tüccar hanı olarak inşa edilmiştir. Ancak Diyarbakır valilerinden Emin Paşa zamanında askere mahsus hanlar boş dururken, bu handaki tüccarlar, çıkartılarak hana askerler yerleştirilmiştir. 1829 yılında tekrar tüccar hanı olduğu bilinmektedir. Bu han bugün ayakta değildir. İpekoğlu Hanı İskender Paşa Cami'nin batısında ve pembeciler çarşısında idi. 4 Mart 1676 tarihli vakfiyede “...İpekoğlu hanı demekle ma'ruf Bengi han...” şeklinde geçen söz konusu han 54 oda, 1 dükkan, 1 ahır ve su kuyusunu ihtiva etmekteydi.Vakfiyede bu hanın Hacı Mustafa Çelebi'nin mülkü olduğu ve evladiyet üzerine vakfedildiği görülmektedir. Hanın 1.Dünya Harbi sırasında harab olduğu sanılmaktadır Kayseriye Han 22 Ekim 1565 tarihli İskender Paşa Vakfiyesi'nde, vakfın gelir kaynakları sayılırken, vakfa ait emlakın yanında olması sebebiyle adı geçen Kayseriye Hanı'nın İskender Paşa Camii ile Yeni Hamam yakınlarında olduğu anlaşılmaktadır 1577 tarihli bir vakfiyede ise söz konusu hanın, 12 hücre, 1 hela, 4 dükkan, 1 mahzenden oluştuğu ve evladiyet üzere vakfedildiği görülmektedir Melek Ahmet Paşa Hanı Rum Kapısı yakınında idi. Melek Ahmet Paşa 1591 yılında Diyarbakır'da cami ve medreseden başka bir de ev inşa etmiştir. Bu ev Dilaver Paşa tarafından daha sonra hana çevrilmiş ve XIX yüzyıla kadar gelmiştir. Rüstem Paşa Hanı 1539-1542 tarihleri arasında Diyarbakır valiliği yapan Rüstem Paşa tarafından yaptırılmış olmalıdır. Bu han Yeni Kapı adıyla da bilinmekteydi. Tütün Han Abdal Mahallesi'nde, Deva Hamamı'nın bitişiğinde ve arkasındaydı1810 tarihli vakfiyeden İbrahim Paşa tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. (25)Kentte özellikle köylü pazarlarının bulunduğu Eski Saman Pazarı, Eski Kömür Pazarı, Yoğurt Pazarı, 318 Buğday Pazarı, Melikahmet Çarşısı, Mardin Kapı ve Urfa Kapı semtlerinde yakın yıllara kadar varlıklarını sürdüren hanların çoğu 1960'lı yıllarda ve sonraki yıllarda kentte motorlu araçların sayısının artmasıyla hayvanlarla yapılan taşımacılın bitmesiyle iş yapamaz duruma düşmeleri sonucu yıktırılarak pasajlara dönüştürüldüler… Bakırcılar Çarşısı, Mardinkapı ile Melikahmet semti çevresinde bulanan Abdülkerim Kaçmaz'ın Hanı, Hana Ömere Ceve, Hana Reşit, Hana Hamit, Hoca Hüseyin Hanı, Abdulgani Begin Hanı ve daha pek çok küçük han yıktırılıp işhanı oldular… (1). Sülüklü Han Diyarbakır hanları içinde Sülüklü han kazancılar çarşısındadır.Sülüklü Han 1683 yılında Hanilioğlu Mahmut Çelebi ve kız kardeşi Atike Hatun tarafından yaptırılmıştır. Sülüklü Handan görüntüler 319 Sülüklü Han'dan Fotoğraflar Giriş koridorunun tonozu iki atkı kemeri ile bölünmüştür. Kapıya yakın kısmında karşılıklı ikişer,az derin dikdörtgen girinti,iki kemer arasında güneyde ahırın doğudaki parçasına inen merdiven,kuzeyde ise eyvan gibi koridora açılan bir mekan bulunmaktadır. Bu mekanın doğusunda ahırın kuzey kısmına inen merdiven yer alır. Burada herhalde bir de yukarı çıkan bir merdiven vardı.İkinci kemerden sonra revağın içinden avluya geçilmektedir. Sülüklü hanın bir üst katı olduğu,merdivenin yerinden ve giriş üzerindeki bingilerden anlaşılmakta,vakfiyesi de bu bilgiyi doğrulamaktadır. Kareye yakın avlu taş döşelidir ve batı köşesine yakın bilezikli bir kuyu vardır. Avlunun üç kenarı revakla çevrili,güney kenarı ise sağır duvardır,ama bu duvarda da revak olduğunu belirten kalıntılar bulunmaktadır. Doğu revağın sekisine üç basamakla çıkılmakta,altında ahır kanatlarının pencereleri yer almaktadır. Kare ayaklarla taşınan basık sivri kemerlerin açıklıkları ve sayısı birbirinden farklıdır. Batıda biri avluya giriş olmak üzere beş kemerli açıklık arkasında beş oda,kuzeyde dört açıklık arkasında altı ve doğuda dört açıklık arkasında beş oda yer alır.Pahlanmış kuzeydoğu köşedeki ile toplam oda sayısı onyedidir. Yapının taşıyıcıları yığma taş,üstörtü ahşap kirişlemedir (26). Şerbetin Hanı Tepe Han' ın ve Diyarbakır'ın kuzeybatısında, Tepe Hanı'ndan 10 km. kadar uzaklıkta, aynı adla anılan köyün içindedir. Şerbetin Köyü, Dicle'ye dökülen küçük dereye hakim bir düzlük üzerindedir. Köyün kuzeydoğu kenarında yer alan han, ince uzun bir mekan olan ahır kısmından ibarettir. Üzerine sonradan inşa edilen evde halen oturulmaktadır. Taçkapınm yerleştirildiği kuzey cephesinin bir kısmı kesme taşlarla kaplanmıştır. 320 Vaktiyle bütün cepheyi kaplayan kesme taşların bir kısmı zamanla dökülmüştür., taç kapının hemen sağında görülen ve dikine düzgün bir hat teşkil eden ekleme yeri dikkat çekicidir. Bu ekleme çizgisinin sağında, batıya doğru devam eden duvar, cephenin diğer kesimine nazaran daha eski bir görünüşe sahiptir. Burada taş sıraları arasına, kırma taşlardan dolgu maddeleri yerleştirilmiştir. Bu duvar, hanın batısında izleri görülebilen ve ne olduğu anlaşılamayan tonozlu harap mekanın bir parçasıdır (27). Diyarbakır hanları içinde Evliya Çelebinin ilk ziyaret ettiği hanlardan birisi Eğil yakınlarındaki Şerbetin hanıdır.Bugün son derece mütevazi duruma düşmüş Şerbetin hanının 1655'lerdeki durumunu anlamak için Evliya Çelebi'yi dinleyelim:'Diyarbekir sınırları içindeki harabe Şerbetin kasabası menziline vardık.Burası bir zamanlar çok bayındır imiş.Hala iki yüz evi,bir camii,büyük bir hanı ve mütevazi büyüklükte birkaç dükkanı olan bir kasabacıktır.Ve eski bir tekkesi olup şimdiki Eğil beyinin babası Kaçar bey burada gömülüdür.Aşevinin yemeği,gelengiden yolcular için bol miktardadır.En uygun yere yapılmış eski bir dinlenme yeridir.' demektedir (17). Tepe Hanı Diyarbakır hanlarından birisi de Hantepede'ki handır ve ipek yolu üzerindedir Tepe hanı Hantepe köyünde bulunmaktadır. Üçkuyalardaki Toplu konuttan girip 15 km yol aldığınızda Hantepeye varırsınız. Yol üstünde tarihi Roma yolu ve Deve geçidi köprüsüde bulunmaktadır. 321 . Tepe Hanı Eski Görüntüler Tepe Hanı 2010 yılı Görüntüsü Günümüzde Tepe / TılhamTıl Ahmed Hanı 322 Hanı-I Gevran Kuzeybatı-güneydoğu yönünde uzanan Diyarbakır-Elazığ yolunun yaklaşık olarak 25 inci kilometresinde, Geyikli istasyonu yakınlarında, anayoldan ayrılarak güneye sapan köy yoluna girildiğinde, 2 km. sonra Kâhyamaran Köyüne varılır. Düz bir alanda güneye doğru devam eden bu yol sırası ile Cedeli, Beykân, Keklik köylerinden geçerek, yaklaşık olarak 15 km. sonra Hanköy'e ulaşır. Köyün hemen kenarında, düz bir sahada inşa edilmiş olan eski bir han oldukça sağlam bir durumda ve ayaktadır. Çevre halkının Han-ı Gevran adı ile andığı bu yapı halen tahıl deposu olarak kullanılmaktadır Yapı genel hatları ile uzunca bir dikdörtgen şeklindedir . Girişin yer aldığı güneydoğu cephesi önemli bir onarım görmüş ve şekli değiştirilmiştir. Hanı-I Gevran 1975 yılı Görüntüleri Tarihi kaynaklardan edinilen bilgilere göre Diyarbakır, selçuklu devrinde, iki ana kervan yolunun güzergâhı üzerinde bulunmakta idi. Bu yollardan ilki Tebriz'i Haleb'e bağlayan kervan yolu; ikincisi de Bağdad'ı Malatya'ya ve diğer merkezlere bağlayan kervan yolu idi (136). Ayrıca, selçuklu kaynaklarında bahsi geçmeyen |ve Diyarbakır'ı Bingöl'e ve muhtemelen Erzurum'a bağlayan bir yol daha mevcuttu (bk. Çeper Han). Şu ana kadar sadece kaynaklar aracılığı ile varlıklarından haberdar olduğumuz bu yolların varlığı, bu araştırma sınırları içinde tanıtmaya çalıştığımız birkaç han ile kanıtlanmış olmaktadır. Nitekim Başdeğirmen (Kepu) Han TebrizHalebyolu; Tepe Hanı ve Şerbetin Hanı Bağdad-Diyarbakır-Malatya yolu; Çeper Hanı da, Diyarbakır-Erzurum ana yolu üzerinde yer alan menzillerdir. 323 Tanıtmaya çalıştığımız. Han-ı Gevran'm harita üzerindeki yerine dikkat edilecek olursa, bu hanın yukarıda saydığımız yollardan hiç biri üzerinde yer almadığı görülecektir Nitekim Diyarbakır'ı Malatya'ya bağlayan yolun Harput üzerinden geçtiği tarihi kaynaklarca teyid edilmektedir Kaldı ki bu yol üzerinde yer alan Tepe Hanı Diyarbakır'dan itibaren ilk menzili teşkil ettiğine göre Han-ı Gevran'm bir başka yolun ilk menzili olması gerekir. Diyarbakır'dan Haleb'e uzanan ve iki ayrı güzergah izleyen kervan yolunun hiçbir menzili bilinmemekle birlikte, bu hanın bu yollar üzerinde de yer almadığını kesinlikle söyleyebiliriz (138). Yine bu araştırmada adından bahsedilen Çermik'teki han (?) kalıntısı, Haburman Köprüsü ve Kar akaya Hanı; Malatya-Pötürge yolu üzerinde tesbit ettiğimiz Sevserek Hanı ve GörkHanı Diyarbakır ile Malatya arasında ikinci bit kervan yolunun varlığını kanıtlamaktadır . Harput üzerinden dolanan yoldan biraz daha kısa olmasına rağmen, özellikle Karakaya-Alagisyazı arasında dağlık bir araziden geçen bu yolun hangi nedenlerle ihdas edilmiş olduğunu bilemiyoruz. Kışın katedilmesi oldukça güç görünen bu güzergâhın müsait mevsimlerde kullanılmış olabileceği hatıra gelmektedir (27). KARAKAYA HANI Çermik ilçe merkezinin 25 km. güneybatısında yer alan Karakaya köyünde bulunmaktadır. Han,kuzey-güney yönünde uzanan genel hatlarıyla dikdörtgen bir yapıdadır. Taş kapısı güney kısmındadır.Yapı iki sıra halinde düzenlenmiş sekiz adet taş paye ile üç sahana bölünmüştür. Kuzey-güney yönünde uzanan sahanlar hafif sivri kemerli tonozlarla örtülüdür. Yapının tamamı düzgün sıralar halinde dizilmiş kırma taşlarla inşa edilmiştir. Tonozların inşasında ise yassı taş plakalar kullanılmıştır. Yapılan araştırmalarda avlusuz Selçuklu Hanlarının geç devir eseri olduğu belirtilen Karakaya Hanı XIII yy sonları ile XIV yy başlarına tarihlenmektedir. Karakaya Hanı ( 2011 ) (28) 324 Cephesi ve kuzey duvarı kısmen harap olmuş ve yer yer onarılmıştır Yapının cephe duvarının bat, kesimi ve batı duvarının tamamı evlerle sarılmış durumdadır. Han, kuzey-güney yönünde uzanan, genel hatları ile dikdörtgen bir yapıdır. Taç kapısı, güneydoğu köşesi ve kuzey duvarı yer yer yıkılmıştır. Söveleri kısmen sağlam kalabilmiş genişçe bir taç kapıdan içeriye girilmektedir. Orta şahma duvarının Karakaya Hanı (Eski Diyarbakır-Malatya yolu) 1975'de durum Orta sahan ve sahanlar arasındaki kemerli geçitler. açılan taç kapı, cephe ortasına yerleştirilmiştir Yapı iki sıra halinde düzenlenmiş sekiz adet taş paye ile üç şahma bölünmüştür. Kuzey-güney yönünde uzanan sahanlar hafif sivri kemerli tonozlarla örtülüdür. Kırık kemerlerle örtülmüş dar aralıklarla birbirinden ayrılan payeler, dikkat çekecek ölçüde kalın ve uzundur. Cephe duvarı ile girişteki ilk iki payenin arası (2m 00) diğer açıklıklara nazaran daha geniş tutulmuştur. Yapının tamamı, düzgün sıralar halinde dizilmiş kırma taşlarla inşa edilmiştir. Giriş kapısının söveleri ve girişin iki yanındaki genişçe açıklıkları örten kemerler kesme taştandır. Tonozların inşasında, yassı taş plakalar kullanılmıştır. Hanın bugünkü durumu, önünde başka hacimlerin (avlu, hücre) bulunmadığına göstermektedir. Mütevazi tonoz açıklıklarına oranla hayli kaim tutulmuş olan payeler, ustaların inşa tekniği yönünden tam bir güven içinde bulunmamaları ile açıklanabilir. Zira bu açıklıktaki tonozlar için böylesine enli payelere (1 m 35) ihtiyaç yoktur (27). Birinci bölüm giriş 325 Birinci bölüm İkinci bölüm Arka duvar Karakaya hanı-2012 Yılı Görüntüleri KAYNAKLAR 1- Mehmet Mercan@diyarbekirgroub 2-Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik : XIX.Yüzyılın ilk yarısında Diyarbakır. TTK. yay.Ank..1995. 3- Şefik Korkusuz. Seyahatnamelerde Diyarbekir. kent yay.İst.2003.s.69 4-Tellioğlu Ö(ed)Diyarbakır salnameleri. Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay.İst.1999.c.4.s.170 5- Yrd. Doç. Dr. Mehmet Uysal yrd. Doç. Dr. Dicle Aydın Prof. Dr. Kerim Çınar Arş. Gör. Yavuz Arat. Afyon Sultandağı Sahip Ata Kervansarayı. Türk-İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi Mart 2006 / 2 6- Yrd. Doç. Dr. Türkan Kejanlı. Diyarbakır Hanları Ve Kervansarayları 1.Uluslararası Diyarbakır Nebiler Sahabiler Azizler Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu. Diyarbakır.2008 7-01.07.2007.zaman gazetesi. Diyarbakır Hanları ve Özellikleri 8- Diyarbakır İl Yıllığı-1967.s.XIX. 9- Şefik Korkusuz.Bir Zamanlar Diyarbekir.İst.Kent yay.1999. 10- Uzm.Ali Kılcı.Diyarbakır'ın vakıf mimari eserleri ve vakıfları üzerine bazı notlar. Diyarbakır Mimarisi İ..Yıldız(ed)..Diyarbakır Valiliği yay.2011.s.31 11-1973 Diyarbakır İl Yıllığı.s.365 326 12- Adil Tekin. Diyarbakır. D.Ü. Basımevi. Diyarbakır.1997.s.159, 13- Yrd. Doç. Dr. Mine Baran. Osmanlı Dönemi Diyarbakır Hanları'nda Yöresel ve Mimari Üslup. Osmanlıdan Cumhuriyete Diyarbakır sempozyumu. 2008.c.2 14- Ekici C (ed) : Osmanlı belgelerinde Diyarbakır. Devlet Arşivleri genel md.. 2. Uluslarası Diyarbakır Sempozyumu. Ank. 2006. 15- Metin Sözen. Diyarbakır'da Tük mimarisi. Evren ofset.İst.1971.s.191,202 16-.http://tr.wikipedia.org/ 17- Martin van Bruinessen, Hendrik Boeschoten. Evliya Çelebi Diyarbekir'de. İletişim yay.İst.2003.s.268,243 18-. www.diyarbekir.com 19- Şevket Beysanoğlu: Anadolunun kültür ve medeniyet tarihinde Diyarbakır. Diyarbakır sempozyumu.2000.s: 1601 20- Şehmus Diken.Diyarbekir diyarım,yitirmişem yanarım.İletişim yay.İst.2003.s.272 21- zekiakan.tripod.com/silahlari.html 22- Nicolae Jorga, Osmanlı impatorluğu tarihi Çeviren: Nilüfer Epçeli, Yeditepe Yayınevi, 2005.2/304,,3/351 23- Kenan yakuboğlu, M. Salih Erpolat, Mustafa Sarıbıyık. Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır. 2011s.255 24- Mehmet Çakmakçı Hanların diyarı Diyar-i bekir Evrensel.17-11-2007 25-.Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmaz çelik: XIX. Yüzyılın ilk yarısında Diyarbakır. TTK. yay.Ank..1995. 26- Prof. Dr. Aysel Tükel Yavuz. Osmanlı döneminde Diyarbakır hanları Diyarbakır Mimarisi İ..Yıldız (ed)..Diyarbakır Valiliği yay.2011.s..150 27- Rahmi Hüseyin Ünal: Diyarbakır İlindeki Bazı Türk-İslam Anıtları Üzerine Bir İnceleme.Erzurum.1975.s.124 327 DİYARBAKIR KİLİSELERİ F. Demet AYKAL* Diyarbakır tarihiyle, binlerce yıl içerisinde çok çeşitli medeniyetlere merkez olması yanında çok çeşitli dinlere ve mezheplere de mekan olmuştur. Diyarbakır'la ilgili yapılan çalışmaların birinde, kent merkezinde bir kısmı şu anda var olmayan 13 kiliseden söz edilmektedir ( Beysanoğlu, 1997 ). Bir başka çalışmada ise yıkılanlarla birlikte 6'sı Süryanilere, 5'i Nasturilere, 2'si Rumlara, 1'isi Keldanilere, 8'i de Ermenilere ait olmak üzere toplam 22 kilise bulunduğu belirtilmiştir (Tuncer, 2002). İslamiyet öncesi Diyarbakır'da üç ana din grubu mevcuttu. Bunlar, güneşe tapan Şemsiler, Yahudiler ve Hıristiyanlardı. Hıristiyanlar kendi içlerinde beş mezhebe ayrılmıştı. Ermeni, Süryani Kadim, Ortadoks, Ortadoks Süryani ve Asur (Yılmaz, 2011). 639 yılında Diyarbakır. Müslümanlar tarafından fethedilince kentin ortasındaki Mar Toma kilisesi camiye çevrilmiştir. Ancak, kentin çeşitli semtlerindeki 20'den fazla kiliseye dokunulmamış, her cemaatin kendi inancına uygun olarak ibadet edebilmesine izin verilmiştir. Konuyla ilgili belge, Ulu Cami'nin güney duvarında yer alan ve kentteki gayrimüslimlerin serbestçe ibadetlerini yapabileceklerini ifade eden, Padişah IV. Mehmed'e ait 1683 tarihli fermandır. Bu fermanda Padişah, özellikle kiliseleri ve rahipleri vergiden muaf tutmakta, emre uymayan yöneticilerin şiddetle cezalandırılacağını belirtmektedir. Fermanda; “PASKALYA AKÇESİ VE KİLİSELERDE SAKİN OLAN KEŞİŞLER VE RUHBANLARDAN CİZYE VE SAİR TEKALİF ALINMAYA, BİLCÜMLE HİLAF-İ ŞER' VE HİLAF-İ KANUN-Ü DEFTER ALINMAĞA RIZA-İ HÜMAYUNUM YOKDUR...” yazılmıştır. Tüm farklı dinlerin kendi içlerinde ibadetlerine izin verilmiş olsa dahi zaman içinde kiliselerin bazılarının cemaatlerinin azalması, ya da başka kentlere göç etmeleri yüzünden çoğu terk edilmiş, bakımsız kalmış ve bazıları da yıkılmıştır. Günümüzde bu kiliselerden Surp Sarkis, Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi, Surp Giregos, Saint George, Katolik ve Protestan Kiliseleri varlıklarını sürdürmektedir. 1 MAR PETYUN KELDANİ KATOLİK KİLİSESİ (KELDANİ XVII. yy) Özdemir Mahallesi, Şeftali Sokak'ta bulunan Mar Pedyun Kilisesi'nin ne zaman yapıldığı kesin olmamakla beraber, tarihi 17. yüzyıla kadar inmektedir. Kilise Katolik Keldaniler tarafından kullanılmaktadır. Küçük kilise olarak da bilinmektedir. Diyarbakır'daki birçok eski yapıda olduğu gibi bu kilisenin de ana yapı malzemesi siyah bazalt taşıdır. Gereksinimlerden doğan ek yapılarla bir kompleks halini almıştır (Resim 1-2). *D.Ü. Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü demetaykal@gmail.com 328 Resim 2. Dilimli Kemerde Yer Alan Aslan Kabartması Yapıya üstü yedi dilimli kemerle örtülü olan basık kemerli bir kapıyla girilmektedir. Doğudaki sokak kapısından avluya iki kemerli bir revakla geçilir. Güneyindeki avlunun sonunda da aynı revak bulunmaktadır. Soldaki kapıdan kilisenin lojmanına ulaşılmaktadır. Bu bölüm sonradan kiliseye eklenmiştir (Resim 3-4) . Resim 1. Kiliseye Ait Giriş Kapısı Resim 3. Kiliseye Ait Giriş Kanadı Resim 4. Kilisenin Yıkık Bölümü Giriş eyvanının üstü de lojmandır. Bu mekân üstü, yuvarlak kemerle örtülen beş pencere ve bir kapıyla avluya açılmaktadır (Resim 5-6). Resim 5. Kiliseye Ait Avlu Cepheleri 329 . Resim 6. Kiliseye Ait İbadet Bölümü Giriş Kapısı İbadet mekânı ise kemerler ve sütunlarla bölünmüş olup dört neflidir 1 (Resim 7). Resim 7. Kilisenin İçinden Görünüşler 1 Nef:Kilise yapılarında ana kapıdan koroya kadar uzanan bölüm 330 Kilisenin apsis kanadı bu avluya bakmaktadır. Kilise, enine gelişen ve doğu yöne yönelen dört nefden oluşmuştur. Tavan ve kemer yükseklikleri, kilisenin boyutuna bağlı olarak daha alçak tutulmuştur. Tavan üç dizi üç kemerli ahşap tavan kirişlerinden oluşmaktadır. Apsis kanadı ise beş gözden oluşmaktadır. Son nef, diğerlerinden daha ensiz olup kuzey ucunda, mukarnas2 dizisiyle örtülü bir dolap yer almaktadır. İçi ikonla süslüdür. Bunun karşıtı güney duvarında da mevcuttur. Yapıda bulunan nişler, dilimli kemerler ve mukarnaslar taş süsleme açısından İslam üslubunu taşımaktadır (Resim 8). Resim 8. Kiliseye Dini Görseller 2 Mukarnas:Düşey bir yüzeyden daha taşkın bir yüzeye geçiş yapmak için tuğla ya da taştan küçük prizmalar şeklinde yapılan ve birbiri üzerine oturan bindirmeler. 331 Çan kulesi de bu yöndedir (Resim 9). Resim 9. Kiliseye Ait Çan Kulesi Kilisede kullanılmış olan konsollar ve çörtenler dikkat çekicidir. Kapı üzerindeki konsolların ön yüzleri koçbaşı şeklindedir. Patrik bölümünün doğu köşesindeki çörtenlere ise insan başı figürü işlenmiştir (Resim 10). Resim 10. Kiliseye Ait Çıkmalar 332 Mar Petyun Kilisesi günümüzde görevini sürdüren ikinci kilisedir. Kilise duvarlarında birçok eksiklik mevcuttur. Ancak naif resimler, yapma çiçeklerle süslü apsisler, duvara asılmış ayin giysileri, çarmıha gerilmiş İsa ikonu ve Türkçe On Emir levhasıyla farklı bir atmosfere sahiptir (Resim 11-12). Resim 11. İsa Heykeli ve Mukarnaslı Niş Resim 12. Kiliseye Ait Kapatılmış Giriş Kapısı 2. SURP SARGİS ERMENİ KİLİSESİ Diyarbakır'ın güneybatı bölümünde, Alipaşa Mahallesi Atalar Sokak’ta yer almaktadır. Kilise Katolik Ermeni cemaatine aittir. 16. Yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir (Yılmaz, 2011). 333 Ermeni Katolik Surp Sargis Kilisesi, kitlesi itibariyle dikdörtgenler prizması şeklindedir. İçte 5 enine nef mevcuttur. Bunları 4 kemer sırası birbirine bağlamaktadır. Yapının güney yönünde 4, kuzey yönünde 3 destek yer almaktadır. Kuzey yönde 3 destek bulunmasının nedeni kadınlar mahfili merdiveninin enli tasarlanmış olasından kaynaklanmaktadır. Zemin kat revaklı girişin 2 dar ucu kapalı tutulmuş, sadece birer sade kapıyla dışa bağlantı sağlanmıştır. Narteksten3 iç alana bağlantıyı ise üç adet kapı sağlamaktadır. İki katlı giriş kanadı, kadınlar mahfili ahşap kirişleri çürüyüp yok olduğu için bugün bir dehliz görünümündedir. Kuzey ve güney yönde vaftiz odaları vardır. Her ikisinin de doğu yönünde tonozla örtülen bir uzantısı daha vardır. Kilisenin üzeri ahşap kirişlemeli ve toprak damlıdır. Çan kulesi günümüze erişememiştir. 3. ERMENİ KATOLİK KİLİSESİ Kilise Hasırlı Mahallesi Muallak Sokak'ta yer almaktadır. 18.yy dan 19.yy başlarına kadar Osmanlı sanatında barok üslubunun yaygın olması, kilisenin de bu yüzyıllarda yapılmış olabileceğini düşündürmektedir (Resim 13). Resim 13. Kiliseye Ait Giriş Kapısı İçeriye girildiğinde giriş kanadının 2 katlı olduğu görülmektedir (Resim 14). Resim 14. Kiliseye Ait Giriş Kapısının İçten Görünüşü 3 Narteks: Bizans kiliselerinde sahna girilmeden önce gelen sahından sütunlarla ya da duvarlarla ayrılan bölüm. 334 Bu durum giriş eyvanın iki yanında yer alan merdivenlerden anlaşılmaktadır. Kitle üst katı kadınlar mahfili olan 2 katlı giriş, 4 enine nef ve doğu uçtaki apsis kanadından oluşmaktadır. 4 ayağa oturan 3 kemer giriş revağını oluştururken yanlara da birer kemerle açılmaktadır. Kapılar birer girinti içine alınmıştır (Resim 15-16-17). Resim 15. Kiliseye Ait Dış ve İç Görünüşler Resim 16. Kilise İçinden Görünüşler Resim 17. Kilise İçinden Görünüşler 335 Doğu yönünde yer alan apsis kanadı, 3 gözden oluşmaktadır. Kuzey göz diğerleri gibi tonoz örtülüdür. Ses yansımalarını kesmek için özenginin yukarısında, tuğla örgü arası küplerle doldurulmuştur. Apsisin derinliğini enine bir alçı perde duvar ikiye böler. Bu ayrıntı 2 kapılı ve mihraplı bir görünüme sahiptir. Yanlardan arka bölüme geçilmektedir. Mihrabı üstte bir Osmanlı mukarnası örtmektedir. Güney yöndeki 3. göz (apsis) kuzeydekinin simetriğidir (Resim 18). Resim 18. Kiliseye Ait Mukarnaslı Nişler Çan kulesinin 4 köşesinde, başlıklı kolonlar bulunmaktadır. Bunlar 3 dilimli kemer ve demir gergilerle birbirine bağlanarak, taş silme ile sonuçlanır (Resim 19). Resim 19. Kiliseye Ait Çan Kulesi 336 Yine mihrap duvarlarında yer alan çini kalıntıları yapının mimari zenginliğinin ifadesidir. Ancak bu çini motiflerin bir bütünlük sağlamaması bunların devşirme olduğu kanaatini oluşturmaktadır (Resim 20). Resim 20. Kilisede Bulunan Çini Motifler 4. SEN GEORGE (KARA PAPAZ) KİLİSESİ (NASTURİ III. yy) İçkale'de bulunan kilisesinin Hıristiyanlıktan önce putperestler için yapıldığı, sonra kiliseye dönüştürüldüğü bilinmektedir. Tarihi kesinlik kazanmamış olsa da IV-V.yy da yapılmış olduğu düşünülmektedir. Saint George Kilisesi'nin her haliyle eskiden Ulu Cami'nin yerinde olan Mar Thoma Kilisesi'nden eski tarihli olduğu sanılmaktadır. Kilisenin batı kanadında Artuklular döneminde kubbeli bir hamam eklenmiştir (Resim 21a-b -22). Resim 21a. Kiliseye Ait Görünüşler Resim 21b. Kiliseye Ait Görünüşler 337 Resim 22. Kiliseye Ait Giriş Kapısı Saint George Kilisesi bir giriş (narteks) eliptik kubbeyle örtülen orta alan ve doğu yöndeki apsis karşılığı tonozdan oluşmaktadır. Kayalar oyularak yapıldığı için apsisin iki yanında plan aynı değildir. Orta dikdörtgen alanın batısında narteks bulunur. 4 ayaküstüne oturup kemerlerle yana ve geriye bağlanırlar. Bunu kubbeli önünde kolonları olan ayaklı bölüm izlemektedir (Resim 23-24a-b). Resim 23. Kilisenin Giriş Bölümünden Görüntüler Resim 24a. Kilisenin İçinden Görüntüler 338 Resim 24b. Kilisenin İçinden Görüntüler Kubbe tam daire planda değildir. Çevresini koridorlu kubbeli bir kılıf sararken, planı narteks de dahil kareye dönüştürmüştür (Resim 25-26). Kilisenin çan kulesi yoktur. Resim 25. Kilisenin Girişi Resim 26. Kilisenin Üst Örtüsü 5. ERMENİ PROTESTAN KİLİSESİ Cemal Yılmaz Mahallesi Muallak Sokak'ta yer almaktadır. Dikdörtgen planlı kilisenin batı yönünde bir girişi vardır. Batı duvarında yer alan giriş, basık kemerlidir. Üzerinde bir yazıt olduğuna dair izler vardır. Ancak yazıt yuvası boştur. Hali hazırda kilise, halı atölyesi olarak kullanılmaktadır (Resim 27). 339 Resim 27. Kilisenin Dışından Görüntüler Plan batıdan doğuya doğru dikdörtgen olarak ilerlerken ortaya konan 4 ayak, 4 yönde birbirine ve dış duvarlara kemerlerle bağlanmaktadır. Baldaken4 orta, 4 ayağı izleyen tuğla aslan göğüsleri planı daireye çevirmektedir. Bunu üstte 8 pencereli kasnak ve kubbe örtmektedir (Resim 28). 4 Baldaken: Kiliselerde sunak yerini örten tahta, mermer yada madenden yapılmış bölüm. 340 Resim 28. Kilisenin Kubbesinden Görüntüler Kubbe nedeniyle orta nef, yanlardan geniş tutulmuştur. Mihrabı yoktur (Resim 29). Resim 29. Kilisenin İçinden Görüntüler Orta 4 ayakta doğu ve batı yöne bakan yüzler ile yan duvarlardaki tüm taş bingiler içeride u şeklinde bir kadınlar mahfilinin varlığını göstermektedir (Resim 30). Resim 30. Kilisenin İçinden Görüntüler 341 Çan kulesi kitlenin kuzeybatı köşesinde yer almaktadır. Kare prizma taş kaideyi dört köşedeki kolonlar izlemektedir. Üstte üç dilimli kemerlerle birbirine bağlanıp silmeden sonra kare piramit bir örtüyle son bulmaktadır (Resim 31). Resim 31. Çan Kulesinden Görüntüler Kitlenin örtüsü ahşap kirişlemeli olup toprak damlıdır. 6. SURP GİRAGOS KİLİSESİ Arsanın ortasına yerleştirilen kilise dikdörtgen prizması şeklindedir (Resim 32a-32b). Resim 32a. Kilisenin Dışından Görüntüler 342 Resim 32b. Kilisenin Dışından Görüntüler Narteks ve üstündeki kadınlar mahfili nedeniyle, 2 kat yüksekliktedir. Enine 5 nefi ayıran 4 kemer dizisi, yan yüzlerde dışarıya dikdörtgen desteklerle yansımaktadır (Resim 33). Resim 33. Kilisenin Dışından Bir Görünüş İki kat yükseklikte tutulan kitlenin batı ucu zemin katta giriş koridoru ve üstü de içeriden bağlantılı kadınlar mahfiline ayrılmıştır. 4 kolonu birbirine bağlayan ve güney kuzey doğrultusunda uzanan 5 kemerli dizi doğuya doğru 5 kez tekrarlanarak 2 kat yükseklikteki enine gelişen 5 nefi oluşturur. Orta aks yanlardan daha enli tutulmuştur. Güney ucu L dönüşü yaparak doğuya doğru uzanmakta ve bir taş merdivenle zemin kata bağlanmaktadır (Resim 3435). Resim 34. Kilisenin İçinden Görüntüler 343 Resim 35. Kilisenin İçinden Görüntüler 344 Apsis kanadı 7 gözden oluşur. Ortadaki daha enlidir. 2 yan göz kuzeydeki vaftiz hücresi olarak düşünülmüş, iç alana (7 dilimli kemer içinde ) ve yana birer kapıyla bağlanmıştır. 2 katlı vaftiz hücrelerini birbirine bağlayan birer merdiven bu apsislerdedir. 1. Dünya Savaşı sırasında Alman subaylarının karargahı olmuştur (Tuğlacı, 1991). 1914 yılında 2000 altın harcanarak yaptırılan oldukça yüksek ve görkemli çan kulesi, yakınındaki 4 ayaklı minareden yüksek olduğu için (1916) yıktırılmıştır (Resim 36). Resim 36. Kilisenin Dışından Bir Görüntü Kilisenin batı bölümünde lojman olarak kullanılan bir yapı yer almaktadır (Resim 37). Resim 37. Kilisenin Ek Binasından Görüntüler 345 Surp Giragos kilisesinin yan tarafında ona bağlı başka küçük bir kilise de vardır (Resim 38-39). Resim 38. Kilisenin Yan Tarafında Yer Alan Küçük Kilise Resim 39. Kilisenin Yıkık Kemerinden Görüntüler 7. KIRKLAR KİLİSESİ 5. yüzyılın sonlarında yapılan kilisede bugüne kadar yalnızca bir duvar kalıntısı ve mahzen kısmı kalmıştır. Yeri Kırklar Dağı üzerindedir. 8. MERYEM ANA (MAR YAKUP) KİLİSESİ (SÜRYANİ III. yy) Melik Ahmet Caddesi Urfa Kapı yakınlarında Lale Bey Mahallesi Ana Sokak'ta yer almaktadır. Ortodoks Süryanilere ait bir kilisedir. 3.yüzyılda yapıldığı tahmin edilen yapı, günümüzde de birkaç kez yanmış, yıkılmış, yenilenmiş ve defalarca onarım geçirmiştir. Yapıldığı dönemlerde, şemsilerin tapınağı olarak kullanıldığı, İ.S. 280 yılında ise kiliseye dönüştürülmüştür (Aslanboğan ve Hillez 2011) (Resim 40). Resim 40. Kilisenin Avlusundan Görüntüler 346 Mardin'deki Deyr-ül Zahfaran'dan gelen Patrik 2.Yakup 1871 yılında ölene kadar burada yaşamış ve yapı o dönemde Patriklik merkezi olarak da hizmet vermiştir. Güney kitlesinde 3 gözlü eyvanın duvarında yer alan Süryanice-Gerşuni yazıtta “bu eyvanlar 1860 yılında Elçisel Antakya Patriği Moran Mor İgnatiyos Patrik 2. Yakup tarafından yaptırıldı.” yazılıdır. Kilise, Meryem Ana Kilisesi, Mor Yakup Kutsal Alanı, dört avlu, derslik ve lojmandan oluşmaktadır. Yapıya açılan üç kapı mevcuttur. Ancak günümüzde sadece Ana sokaktaki kapı kullanılmaktadır (Resim 41). Resim 41. Kilisenin Giriş Kapısından Görüntüler Tonozlu, gösterişten uzak giriş eyvanından 1. avluya ve oradan da kuzeyindeki ana avluya geçilmektedir. 1. avlunun batısındaki derslik ile doğusundaki konut ve derslikler yer almakta ve Ana Sokak boyunca devam etmektedir. Girişin arka yüzündeki tonozdan 1. avluya geçilir. Sağda bekçi odası solda üst kata çıkan 10 basamaklı merdiven, kiler ve ortada oda yer almaktadır. Üst kat plan ve ana avluya bakan yüzü tam bir Diyarbakır evi plan şemasına sahiptir. 2. Avlu doğu batı doğrultusunda uzanmakta olup, kuzeyindeki kilise ile güneyindeki servis kanadı (derslik, konut, patriklik binası) arasında kalmaktadır (Resim 42). 347 Resim 43. Kilisenin Avlusundan Görüntüler Güney yöndeki tek mekânlı derslik, bodrumlu ve betonarme tabliyelidir. Bu mekân avluya lentolu 6 pencere ve batı uçtaki sahanlıklı merdivenli bir kapıyla açılmaktadır. Ana avlunu kuzeyinde, şimdi papaz evi olarak kullanılan okul (medrese) vardır. Ana avlunun en önemli öğesi sekizgen havuzudur (Resim 44). 348 Resim 43. Kilisenin Avlusundan Görüntüler Güney yöndeki tek mekânlı derslik, bodrumlu ve betonarme tabliyelidir. Bu mekân avluya lentolu 6 pencere ve batı uçtaki sahanlıklı merdivenli bir kapıyla açılmaktadır. Ana avlunun kuzeyinde, şimdi papaz evi olarak kullanılan okul (medrese) vardır. Ana avlunun en önemli öğesi sekizgen havuzudur (Resim 44). Resim 44. Havuzdan Görüntüler Ana avlunun doğusunu kilise ve ona ait giriş kanadı (narteks) belirlemektedir. Giriş kanadı enine bir gelişme gösterir. İç alana giren ana kapının 2 yanında birer ufak pencere bulunup yan duvarlar yay çizerek ön yüze ulaşırlar. Orta alanı araları eşit olmayan 8 ayağın taşıdığı eliptik kubbe örtmektedir (Resim 45-46-47). Resim 45. Kilisenin Kubbesinden Görüntüler 349 Resim 46. Kilisenin İçinden Görüntüler Resim 47. Kilisenin Mukarnaslı Nişinden Görüntüler Giriş yönündeki yeni ahşap kadınlar mahfili 2 boru ayağa taşıtılmışken, sekizgen planın doğu bölümünü sınırlamıştır. Kitlenin güneydoğu üst köşesinde tabanı kare prizma, sonrası 4 kolonlu, üstü bunları birbirine bağlayan 4 kemerle kapanan ve kurşun kaplı (haçlı alemi vardır) çan kulesi vardır (Resim 48). 350 Resim 48. Kilisenin Çan Kulesinden Görüntüler 3. avluya giriş kanadı sol yarısındaki süslü kapıdan geçilir.3. avlunun doğusunu kiliseye sonradan eklendiği sanılan Mar Yakup Kilisesi sınırlar. 9. MOR YAKUP KİLİSESİ Meryem Ana Kilisesine sonradan eklenmiş olan bir yapıdır. Yapım tarihi bilinmemektedir. Meryem Ana Kilisesinin doğu köşesine bitişik olarak inşa edilmiştir. Yapıya girişi iki kapı sağlamakta olup, birinci kapı Meryem Ana Kilisesinin kuzeydoğu köşesinde, diğeri ise üçüncü avlunun doğu kanadındadır. KAYNAKLAR 1. Şevket Beysanoğlu (1997), Anıtları ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yayını, Diyarbakır. 2.Orhan Cezmi Tuncer (2002), Diyarbakır Kiliseleri, Diyarbakır 3. Pars Tuğlacı (1991), İstanbul Ermeni Kiliseleri, İstanbul 4. İbrahim Yılmazçelik (1995), XIX Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır, Ankara 5. Sonay Aslanboğan, Semra Hillez (2011), “Diyarbakır Kiliseleri” Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, Diyarbakır 6.Vedat Yılmaz (2011), Diyarbakır Tarihi, Ankara. 7. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Fotoğraf Arşivi TEŞEKKÜR Hazırlamış olduğum makalede katkılarından dolayı sevgili öğrencilerim Semra GÜLÜŞKEN, Nur Deren TOKSOY ve Mehmet Ali KURT'a teşekkür ederim. 351 DİYARBAKIR MAĞARALARI Kenan HASPOLAT* Giriş Son yıllarda hem dünyada hem de Türkiye'de birçok alternatif turizm türünün ortaya çıktığı görülmektedir. Günümüz turistinin beklentilerinin zamanla değişmesi, gürültü ve beton yığınlarından uzaklaşmak istemesi, doğal çevreyi ve kaliteli hizmeti araması ve dünya görüşlerinin giderek gelişmesi onları yeni arayışlara itmektedir. Bütün bu arayışların sonucunda ortaya çıkan alternatif turizm kavramı, alışılagelmiş tatil anlayışlarının değişmesine ve yeni turizm çeşitlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yeraltında kayaçlar içerisinde insan girişine olanak verecek şekilde genişlemiş doğal yeraltı boşlukları olarak tanımlanabilecek olan mağaralar, binlerce yılda oluşan eşsiz görsel zenginlikleriyle bugün ülke turizminde önemli bir öğe durumuna gelmektedir (1). Tarih öncesi dönemlerden beri, insanların sosyo-kültürel faaliyet ve gelişimlerinde vazgeçilmez bir ortam oluşturan mağaralar, aynı zamanda sahip oldukları canlı-cansız varlıkları ile büyük bir ekosistemi meydana getirirler. Yeryüzünün hemen hemen her bölgesinde, farklı yükselti ve konumda bulunabilen bu yeraltı şekilleri kilometrelerce uzunluk ve yüzlerce metre derinliğe ulaşabilir (2). Diyarbakır mağara yönünden zengin bir ildir. İ.Kılıç Kökten'in bir araştırmasına göre Diyarbakırda 1161'i yapay, 2418'i doğal 3579 mağara bulunmaktadır (10). Diyarbakır'daki mağaraları alfabetik olarak ele alalım. Bırkleyn mağaraları *Prof. Dr. Kenan HASPOLAT, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi khaspolat@hotmail.com 352 Bırkleyn (Foto F. Türkoğlu) (www.lice.gov.tr) Diyarbakır – Bingöl karayolunun 104. km'sinde Lice ilçesi sınırları içerisinde bulunan Bırklin Mağaraları, zengin karstik yapıları ve Asurlulara ait kitabeleri ile ünlüdür. Asur kralları III. Salmanasar ve I. Tiglatpleser'e ait çivi yazılı stel ve kitabeler, milattan öncesini günümüze taşıyan şahit kayalardır. Bu kayalar, tarihi belge ve yazıtları ile adeta bir açık hava müzesini andırmaktadır. Tanrıların temsilcisi sayılan bu iki ihtişamlı Asur Kralının kabartma ve çivi yazılı rölyefleri, mağaraların girişindeki kayalara kazılmıştır. Mağaralar, derinlik, uzunluk ve hakkında söylenegelen efsaneleri dışında astım hastalarını iyileştirmekle de ünlüdür. Bırklin Mağaraları antik çağda ölülerin yer altı dünyasına girdiği kapı olarak kabul ediliyordu. 353 Bu mağaraların birinde I. Tiglatpileser'e (M.Ö. 1116–1090) ait stelle iki kitabe mevcuttur. Stel ve kitabeler mağaranın kuzey yönünde ve oldukça yüksekte bulunduğu için ciddi bir zarar görmeden günümüze dek ulaşmayı başarmıştır. Buraları 1899'da C.F.Lehmann-Haupt inceleyerek, I. Tiglatpıleser'in bu stelinin resmini çekmiş ve kitabeleri ile birlikte yayımlamıştır. Ayrıca bahsi geçen mağaranın daha ötesinde ve daha yüksekte bulunan başka bir mağaranın batıya bakan yüzünde de III. Salmanassar'a (M.Ö. 859 – 825) ait olduğu zannedilen başka bir kitabe ile stel bulunmaktadır. Bırklin Mağaraları hem jeolojik devir açısından hem de tarihsel olarak çok eskilere dayanır. Tersiyer dönemine ait Güneydoğu Torosların (6,5–2,5 milyon yıl önce) Kuvarternerde (2,5 milyon yıl öncesi 4. Jeolojik Zaman) kalkerlerin vadide çökerek suyun önünü tıkamasıyla, akarsuyun aşındırma, eritme ve çökeller oluşturması sonucunda bugünkü mağaralar oluşmuştur. Kilometrelerce uzun tüneller, pek çok sarkıt ve dikitler, nerede bittiği kestirilemeyen karanlık dehlizler meydana gelmiştir. Mezopotamya'ya hayat veren Dicle nehrinin II. Kolu olan Bırklin Çayı birbirine paralel uzanan iki kayalığın içinden akarak üç muazzam mağara oluşturmuştur. Bu mağaralar ilk kez 1862 yılında bir İngiliz konsolosu tarafından keşfedilmiş ve incelenmiştir (3). Bu mağaranın manevi yönü de vardır. Hızır Aleyhisselam Lice'deki Bırkleyn mağaralarına gelmiş, bu mağaralardan birinde akan, Cennetten çıkıp yine Cennet'e giden Dicle ırmağı'nın kaynaklarından birini oluşturan, ölümsüzlük suyundan içmiş ve ölümsüzleşmiş. Hızır, yine ucu Kaf Dağ'ına çıkan bu mağaralarda İskender'i Zülkarneyn ile ve Hz. Musa ile buluşmuş (4). 354 Yunanlı bilge Plinius, Bırkleyn geçidine 'ölülerin yeraltı dünyasına girdiği yer' adını vermişti. Bırkleyn suyunun kaybolduğu bu tünel 'dünyanın bittiği yerdir'. Dicle'nin doğu kolu olan bu kaynağın tavaf ettiği üç mağarada ölümsüz olmayı isteyen Asur krallarına ait kabartmalar ve çivi yazılı kitabeler bulunmuştur. I. Tiglatpileser ve III.Salmanassar geçide kabartmalar bırakarak ölümsüz olmayı denediler (5). Bırkleyn Dicle nehrinin çıktığı yerdir. Tevratta Dicle nehrinin çıktığı yer Aden cennetinin bulunduğu yerdir. Tekvin 2: 8-14 şu şekilde devam eder ve Adem'in yaşadığı ortamı ve yeri tarif eder. Ve RAB Allah şarka (doğuya) doğru Aden'de bir bahçe dikti ve yaptığı adamı oraya koydu. Ve RAB Allah görünüşü güzel ve yenilmesi iyi olan her ağacı ve bahçenin ortasında hayat ağacını ve iyilik ve kötülüğü bilme ağacını yerden bitirdi. Ve bahçeyi sulamak için Aden'den bir ırmak çıktı ve oradan bölündü ve dört kol oldu. Birinin adı Pişon'dur; kendisinde altın olan bütün Havila diyarını kuşatır ve bu diyarın altını iyidir; orada ak günnük ve akik taşı vardır. Ve ikinci ırmağın adı Gihon'dur; bütün Kuş ilini kuşatan odur. Ve üçüncü ırmağın adı Dicle'dir; Aşur'un önünden akan odur. Ve dördüncü ırmak Fırat'tır. Ve RAB Allah adamı aldı, baksın ve onu korusun diye Aden bahçesine koydu Bırkleyn Mağara ağzı (M.Ali Abakay) 355 Bismil mağaraları Tepe/ Başhan köyü yakınında mağaralar Bismil Kavuşan höyük yakınında mağaralar (Dicle'nin altından geçtiği ifade ediliyor). 356 ÇERMİK MAĞARALARI Çermik küçük kara mağara (Foto. Abbas Oruç) Daldokan tepesi mağaraları Bulunan Roma seramiklerinden buranın Romalılara ait olduğunu düşünebiliriz Çermik –Siverek yolu 20.km. Kral mezarları. (Foto M.Ali Abakay) 357 Petekkaya Sakaltutan Mevkii Kaya Mezarları Çermik-Çüngüş karayolunun 7. km sinde, yolun hemen üst kısmında yer alan kayalıklarda 25 m2 lik bir alanı kapsayan, iki tanesi açılmamış, üç tanesi ise açılmış ve içerisinde üçer adet mezar sekisi bulunan toplam beş adet kaya mezar bulunmaktadır. Mezar odaları dikdörtgen biçimli bir girişe sahiptir. Üzerlerinde herhangi bir bezeme ya da figür bulunmamaktadır (19). ÇINAR MAĞARALARI Çınar'ın Pir İbrahim Mağarası ve Çeme Reş civarında da oldukça ilginç mağaralar vardır (9). Çınar Mir Hıdır kalesi mağaraları 358 Bu bölge Hz.İbrahim'in yaşadığı bölge olma ihtimalini taşıyor. Şatülarap'ta Ur şehri var, ancak bu şehir Hz. İbrahim'in doğduğu şehir olmasa gerek. Başka bir Ur şehri olsa gerek. Hz. İbrahim Ur şehrindedir. Doğduğu Ur şehrinin Şatülarapta olmasında mantıksal sıkıntı var. Zira Hz İbrahim Ur Şehrinden Harran'a geliyor, buradan Filistin'e gidiyor. Eğer doğduğu Ur şehri Şatülarap'taysa neden üçgen şeklinde rota izlensin, neden hipotenüsten yani Şatülarap-Filistin yolu izlenmesin. Bu durumda Ur şehrinin Güneydoğuda olması gerekir. Ancak Hz İbrahim Ur şehrinden, Nemruttan kaçarak Harran'a gittiği için Ur şehrinin Harran'dan çok uzak olması, yani Nemrut'un hemen yakalayabileceği mesafede olmaması gerekir. Şimdi arkeolojik bilgilerimizi gözden geçirelim. İkinci Ur şehri nerede 'İ.Ö.2000'lerde, III. Ur çağında Nuzi ve Mari, daha geç çağda Hitit ve Ugarit metinlerinde Ur-a'nın tüccarlarının Ugarit'e geldiklerinde(Akdeniz kıyılarına yakın bir kent devleti) orada devamlı kalamayacakları, kış mevsiminde kendi şehirleri olan Ur-a'ya gidecekleri yazılıyor. Hz. İbrahim'in Harran'a geldiği kesindir. Ur-a'nın da bu civarda olması gerekir (6), (7). Ancak Nemrut'un yakalayamayacağı mesafede Ur şehri olmalıdır. Ur'a Harran'dan çok uzak güneydoğu Anadolu bölgesindedir. Ugarit ve Ebla metinlerinde güneydoğuda ikinci bir Ura şehrinden bahsedilir. Yani Hz İbrahim Güneydoğuludur Ura şehrinin Diyarbakır yakınlarında olduğunu anlıyoruz. Bu nedenle Asur tarihine bakıyoruz Asur-Nazirpal burada aldığı esirlerle Amida üzerine döndü. Şehri zorla alamayacağını anlayan imparator kuşatmayı terkedip Kaşyan boğazlarına daldı, Urâ şehrini kendisine bağladı (8). Bu tarihi cümle Ura şehrinin Amid'e yakın olduğunu gösteriyor. Bu şehir Çınar ilçesi Mir Hıdır kalesi yakınındadır, harabe şehir olarak da adlandırılıyor. 359 Çınar Çeme reş mağaraları (Foto. M.Ali Abakay) Süleyman Ağa Mağaraları Aşağıkonak köyü yakınlarında Göksu çayı kenarında halk arasında Karaçay denilen bölgededir. Kayalık olan yüksek bir dağ oyularak odalar açılmıştır. 2000 yıl öncesi izlerini taşımaktadır. Rivayete göre burada Süleyman Ağa adında birinin oturduğundan Süleyman ağa mağaraları denilmektedir. Şikeftan Mağaraları Aşağıkonak köyü yakınlarında Göksu çayı kenarındadır. Süleyman Ağa mağaraları tipinde olup, aynı döneme aittir. Jüşnehamke Mağarası Mardin yolu üzerinde bulunan göksü barajının alt kısmında bulunan H. kale mağarası çınarın en büyük ve uzun mağarasıdır. Aynı zaman Akgül aşiretinin köyünün karşısında bulunan mağara onların bir köyünün karşısında olmasından dolayı onların köy ismi olan "jüşnehamke" mağarası olarak da anılmaktadır (13). Dicle ilçesi (Foto. M.Ali Abakay) Merkez 360 Bir evin zemininde yer alan mağara (M.Ali Abakay) Dicle ilçesinde mağara (Foto. Nejat Satıcı) Dicle ilçe merkezinin dayandığı tepelerin üzerinde, yamaçlarında ve bazı köylerinde halen muntazam oda şeklini koruyan mağaralar bulunmaktadır (9). 361 EĞİL 1936 yılında Basri Konyar “mağaralar Eğil'in her tarafında mebzulen bulunur. Bazı mağaraların methallerinde sağlı sollu çok kadim bir zamana ait olduğu nakış tarzından belli insan resimleri mahkûktur. Alibeganda yeraltı mağaraları ve gizli kapıları ile meşhurdur. Selman kuyuları mevkiinde bu yeraltı mağaralarından çok bulunur” demektedir. (15). Eğil'de kilise mağara (Hıristiyanlığın ilk dönemlerine aittir) Eğil mağaraları 362 Eğil baraj gölü mağaraları Nuh tufanı sonra su erozyonuyla oluşan mağaralardır. Hz.Nuh'un geçtiği güzergâhtadır. Baraj gölündeki mağaralar su seviyesinden yaklaşık 200 metre yukarıdadır. Bu mağaralar su erozyonuyla oluşmuştur. Yani çok önceleri Dicle nehri seviyesi bu düzeye ulaşmıştır. Dicle'nin çıkış kaynağı Maden çayı ve Bırkleyn mağaralarıdır. Maden'den gelen kol Eğil önünden geçer, Bırkleyn'den gelen kol da akarak Dicle barajı önüne gelir, burada iki kol birleşir. Sümer topraklarından tufan nedeniyle gelen su, geri istikamete Dicle'nin çıkış kaynağına kadar dayanır. Dolayısıyla Eğil ilçesi önünde ve Bırkleyn kolu önünde su erozyonu yaparak mağara oluşturur. Nuh'un gemisi de muhtemelen su akıntısı nedeniyle geriye doğru sürüklenerek Dicle'nin çıkış kaynağına doğru gelir. Bu bölge Ergani-Dicle-Lice arası bölgedir. Yani Cudi dağı bu bölgede olabilir. Cudi dağıyla ilgili mekân söylemleri olarak a) Amid b) Şanlıurda c) Cizre d) Musul e) Suudi Arabistan'dır. Bu durumda Roma tarihlerine, İncile, İslami kaynaklara bakarak Cudi'nin yerini arayalım. Sonuç olarak baktığımızda Cudi'nin Amid'de olduğu ağır basıyor. Amid olarak da kanaatimce Dicle-Lice arasındaki dağlardır. Amerikan ve İngiliz arkeologlardan kurulu, başlarında Sir Charles Leonard Woolley'in bulunduğu bir araştırma ekibi, 1923 yılından başlayarak, kazı mevsimlerinde 6 yıl müddetle kazıyla Sümer topraklarında tufanın izini buldu. Gılgamış destanında da tufan anlatılmaktadır. Yani arkeoloji ile mitoloji aynı noktada buluşuyor. 363 Tufanı anlatan XI. tablete bakalım: Tufan başlıyor, altı gün yedi gece sürüyor. Yedinci gün gemiden çıkarak Tanrılara kurban sunuyor (23). Tufanın başlangıcı Sümerde, gemi ise Dicle ilçesi-Lice ilçesi arasındadır? İslami kaynaklar gemi Cudi'de durdu der. Ancak Cudi nerede. Bu hususta çok söylem var. Şimdi Cudi'yi arayalım Nuh tufanı sonrası Diyarbakır Cudi dağının 'Amid yöresinde bir dağ 'olduğunu 'İbnül Cevzi Zadü'l –Mesir, IV,112; Beyzavi,Envar,III,237' isimli eserler vurgulamaktadır.Elmalı tefisir de aynı hususun altını çizer, Elmalı tefsiri:c:4 .Hud süresi '44-47- Derken aralarına dalga giriverdi, bunun üzerine o da boğulanlardan oluverdi. Ve denildi. Ey yer, suyunu yut! Ey gök, sen de kes artık! Bu emirlerin ifade ettiği heybeti ve kudreti tasavvur etmeli. Yere, göğe böyle emir veren ve onlara hükmeden ilâhî saltanatın azamet ve büyüklüğünü düşünmeli. Bu kudrete kim karşı durabilir? Sular çekildi ve emir icra edildi. Yani azap emri, azap hükmü yerine getirildi. Boğulacaklar boğuldu, kurtulacaklar kurtuldu. İş bitirildi. Gemi de Cudi üzerine oturdu. Cudi: Engince bir dağdır ki, Musul'da denilmiş, El-Cezire'de, Âmid'de, Şam'da denilmiş. Ebu Hayyan diyor ki, Cezire'de veya Âmid'de denilmesi Musul'a yakınlığı dolayısıyladır. Çok eski arap şairlerden İbn Kaysel Rukiyyet ile Ümmeye b.Ebü`s-Salt`ın şiirlerinde geçen Cebelicudi`nin artık Arabistan`da değil el-Cezire`de bulunan dağ olduğu anlaşılmalıdır. Ebu Hayyan,Cudi`nin Cezire`de veya Amid`de ulunduğu yönündeki rivayetleri Musul`a yakınlığına bağlar. Çok eski arap şairlerden Tefsirciler Cudi dağının Cezire'de olduğunu ifade eder. Cezire Kuzey Mezopotamya'dır. Amid (Diyarbakır)'ın da dahil olduğu bu bölge Mezopotamya'nın kuzeyini yansıtır. Amid ismi de spesifik olarak geçer Literatür olarak Amid diyenler: Ebu Cafer Muhammed b.Cerir et_taberi,Camiul Beyan'an Tevili Ayil Kur'an (Tahkik:Abdullah b.Abdu'l Muhsin et-Türki),XII.424 vd,Kahire.2001 Zemahşeri, Keşşaf, II,383 İbni Kesir, Tefsir IV,323 364 Ebu's Suud, İrşad III,49 Kasımi, Mehasin, IX,344 Konyalı Tefsir, VI,2349 Bilmen Tefsir III,1476 Mevdudi, Tefhim, II,371 (24) Kuzey Mezopotamya(Cezire) diyen kaynaklar; Ebu Cafer İbn Cerir: Cudi dağı Cezirede bir dağdır Mucahid,Cudi dağı Cezirede bir dağdır. (24). Amid ve Cezire isminin doğrudan geçtiği kaynaklar. Elmalı: Cudi engince bir dağki, Musul'da, Cezirede veya Amid'de denilmiştir (24). Cudi için günümüzde bazı yazarlar Urfa'da demektedir. Bölgede Cudi ile ilgili bunu başka bir söylem de var: Tektek Dağları, Harran'la Viranşehir ovaları arasında kuzeyden güneye doğru uzanan kıvrım dağlarıdır.'Cudi dağı Tektek dağlarının içinde Urfa ve Ceylanpınar arasındadır. (25) (26). Roma tarihleri ve İncile göre Nuh'un gemisi Diyarbakır'dadır. İncilin Süryani versiyonu Pchitta 'Gemi Cardo Dağı'nın tepesinde durdu der. (27). Grek ve Latin kaynakları geminin durduğu yerin Gordyne dağları olduğunu vurgular (28). Strabo'ya göre bu dağlar Diyarbakır-Muş arası dağlardır (29)(30). Strabon, Gordyaei'ye dahil yerleşmeleri Sareisa, Satalca ve Pinaca şeklinde saymaktadır (31). Bu bölgeler Ergani ile Dicle ilçesi arası bölgedir. Pliny, Naturalis Historia (Natural History) adlı kitabında. Pliny, Natural History VI.xviii.46. bölümünde. Dicle nehrinin Gordyaei dağlarından geçtiğini yazmış. Yani Nuh'un gemisini Dicle nehri yakınında arayacağız Diyarbakır Gordyaei dağlarının bulunduğu yerdedir. Bu durumda Grek ve Latin kaynaklara göre geminin durduğu yer Kulp-Lice-Ergani dağlarıdır. Elmalı tefsirinde geminin durduğu yer olarak Amid denmesi, ikinci bir seçenek olarak da Cezire(Kuzey Mezopotamya) denmesi de bu olayla paralellik arz eder. Bu durumda Cudi a) Diyarbakır-Muş arasında olacak b) Erganiye yakın olacak c) Dicle kenarında olacak Burası Dicle ilçesi-Hani arasındaki bölgemidir Eğil önünden geçen Dicle havzasında, vadi boyunca çok sayıda mağara tufan etkisidir. Gemi, Dicle boyunca çıkış kaynağına sürüklenerek bu bölgeye mi geldi. Yani geminin son durağı Ergani-Dicle-Lice dağlarımıdır Eğil baraj gölünde gördüğümüz mağaralar Tufan sonucu oluştu. Gemi de bu bölgeye yakın bir mekâna geldi. 365 ERGANİ Çayırdere mağarası Diyarbakır'ın Ergani İlçesi'ne bağlı Çayırdere Köyü yakınlarında bulunan mağara, görenleri büyülüyor. Ergani İlçesi'ne 25 kilometre mesafedeki Çayırdere Köyü'nde bulunan ve doğa harikası olan Çayırdere Mağarası, keşfedilmeyi bekliyor. İçerisinde sarkıt ve dikitlerin bulunduğu, oluşumu binlerce yıl öncesine dayanan ve köylüler tarafından keşfedilen mağara, kaderine terk edilerek define avcılarının uğrak yeri haline geldi. Oluşum tarihi henüz belirlenemeyen, 40 metre ilerledikten sonra 3 ayrı kola ayrılan, 4 metre yüksekliğinde ve 35-40 metre genişliğindeki Çayırdere Mağarası, turizme kazandırılmayı bekliyor. Köyün güneyindeki mağaranın uzunluğu bilinmiyor. Mağaraya terör nedeniyle kimse giremez hale gelirken, büyüklüğünün bir köy kadar olduğunu iddia eden Çayırdere köylüleri, mağaraya girerken kaybolmamak için bellerine ip bağladıklarını söyledi (dsöz ). Ekinciler köyü Girikihaciyan Diyarbakır merkez Ekinciler köyünde 100 adet civarında bir veya iki odalı "içinde pencere ve yatakların olduğu oyma el yapım mağaralar vardır. Burada ayrıca doğal olarak da bir mağara mevcuttur (9). Grikhaciyan Diyarbakır İli, Ergani İlçesi, Ekinciler Köyü yakınlarındadır. 1968, 1970 yıllarında İstanbul ve Chicago Üniversiteleri Güneydoğu Anadolu Tarihöncesi Araştırmaları Karma Projesi kapsamında kazılmıştır. Girikihaciyan, MÖ. 6. Bin sonlan ile 5. Bin başlarına tarihlenen "Gelişkin Köy "evresi ya da İlk Kalkolitik Çağ olarak adlandırılan ilk tarımcı köy topluluklarına güzel bir örnek oluşturmaktadır. Kuzey Irak, Suriye ve Güneydoğu Anadolu'da görülen, yuvarlak planlı, kubbeli evleri, zengin boya bezeme çanak çömleği ile tanınan Halaf Kültür ile ilgili, ülkemizde ender yerleşim yerlerinden biri olarak bilinen Girikihaciyan'da bu kültürün tipik buluntuları ortaya çıkarılmıştır. Tolos olarak tanımlanan yuvarlak planlı yapılar ve bu mimari kalıntıların bulunduğu katlarda boya bezeme Halaf türü çanak çömlek parçalan ele geçirilmiştir (16). Hilar Tarih yazmak zor bir iştir. Tarihin içinde saklı birikimin bulunup çıkarılması için sabır ve azim gerekir. Bu nedenle Hilar gibi antik bir yerleşim yeri üzerine tarih çalışması yapmak demek. Tarih yazmak zor bir iştir. Tarihin içinde saklı birikimin bulunup çıkarılması için sabır ve azim gerekir. Bu nedenle Hilar gibi antik bir yerleşim yeri üzerine tarih çalışması yapmak demek, kelimenin tam anlamıyla iğne ucuyla 366 kuyu kazmak demektir. Atın ve buğdayın ilk evcilleştirildiği, ekildiği; ekmeğin ırında ilk pişirildiği, bakırın bulunmasıyla ilk madenciliğe geçilmesi, Hilar yerleşim yerine aittir. Acı olan gerçek, Hilar'ın yazının henüz bilinmediği dönemini, yazının kullanıldığı döneme oranla daha fazla bilmemizdir. Hilar gibi coğrafi bir mekan olmanın ötesinde, yazılı ve yazılı olmayan tarihin çok önemli bir tanığını araştırıp incelemek söz konusu olunca, tarihin o belirlenen misyonu daha iyi anlaşılır. Böyle olunca, tarih yazmanın zorluğu daha iyi anlaşılır. Hilar, on bin yıllık tarihin mirası, tarihin upuzun karanlık tünelinde saklı sırları barındırır. Böylesine sabırlı ve azimli bir çalışma gerektiren, saklısında kocaman bir tarihi kesiti taşıyan yerleşim yeri değil dünyanın önemli bir parçasıdır. Burayla ilgili araştırma ve incelemelere girişmek, ilgili insanın başını döndürecek denli kültürel mirasın tanıtılmasından öte bir anlam taşır. Hilar'da ilk inceleme ve araştırmalarda bulunan, 1876–1947 yıllı arasında yaşamış olan ABD'li coğrafyacı Ellsworth Huntington'dur. Burayla ilgili ilk bilimsel çalışma, Huntington'un “The Hittite Ruins of Hilar, Asia Minor” Türkçesi; Küçük Asya, Hilar'daki Hitit Kalıntıları başlıklı ilk bilimsel yazıdır. Bu yazıdan öğrendiğimize göre Hilar; Asur, Hitit ve Khaldi gibi üç önemli antik imparatorluğun hüküm sürdüğü, karşılaştığı ve önem verdiği bir bölgedir (17). Hilar Kayalıkları ya da Hilar Mağaraları olarak bilinen bölgede ise mağaralar, zindanlar, hamamlar, gözetleme kuleleri, lahit, havuzlar, çıraların konacağı yerler, tırtıllı merdivenler, imalathaneler bulunmaktadır. Hillar Mağaraları Ergani'nin 7 km. güneybatısındadır. Çayönü'nün hemen ilerisinde, Çayönü Boğazçay olarak adlandırılan çayın sağ tarafında, Hilar Kayalıkları ise sol tarafındadır. Roma döneminden kalan Hillar'de bulunan belli başlı kalıntılar şunlardır: Kayalığın en yüksek kesimindeki tepede akropol yani eski Yunan'a ait içinde saray ve tapınaklar bulunan bir İç Kale mevcuttur. Köyün güneyindeki dik kayalıkta ise bir kale mevcuttur. Kayalığın doğu cephesinde insanı hayretler içerisinde bırakacak oldukça büyük ve geniş 7 sütunlu bir kervansaray yer alır. Büyük bir kayalığın içine oyulmuş bu kervansaraydan içeri girdiğinizde çok geniş bir alanla ve koskocaman sütunlarla karşılaşırsınız. Kare şeklinde yapılmış sütunların her bir kenarı 1-1,5 m. kadar vardır. Kervansarayın girişinde ise eski bir mezar odası yer alır. Aslında çevrede oldukça çok mezar odaları mevcuttur. Genelde her bir odanın içinde üç tane mezar nişi bulunmakla birlikte üçten fazla mezar nişinin bulunduğu odalarda mevcuttur. Bu mezar odalarından kimisinin dış cephesinde Roma üslubunda kabartmalar, Sami yazılar ve bazı figürler mevcuttur. Kralkızı olarak adlandırılan mezar odasının girişinde bir kral ve yanı başında oturan bir kız resmi kabartmasını rahatlıkla görebilirsiniz. Etraflarında ise bazı yazılar ve ilginç şekiller mevcuttur. Diğer mezar odalarının da girişlerinde buna benzer kabartmalar ve şekiller bulunmakta ve bakıldığında ne olduğu net bir şekilde görülebilmektedir. Ayrıca bu mağaralar (mezar odaları, kervansaray...) kışın oldukça sıcak olduğu gibi yazın ise fazlasıyla serindir. Hatta yazın o kavurucu sıcağında mağaraların içinde özellikle kervansaray olarak adlandırılan bölümde üşümeniz mümkündür. Fakat mağaraların içi oldukça kirli ve kötü kokuludur. 367 Koca kayalara oyulan bu mağaraların ilerisinde ise "kırk merdiven" diye adlandırılan fakat içine toprak dolmuş olduğundan sadece 10-15 basamağını inebileceğiniz yukarıdan aşağıya kadar sizi ulaştırdığı söylenen merdivenler mevcuttur (9). Hilar mağaraları ve kabartmalar 40 Basamaklı merdiven 368 Sarnıç . Kabartmalar Hilar Mağaralarından Görüntüler 369 Müslüm Üzülmez'den alınan bir yazı. Önemli bir bilim insanının İngilizce yazdığı Hilar ile ilgili bir yazıyı bilgilerinize sunmak istiyorum. İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Prehistorya Anabilim Dalı Başkanı ve Türkiye Bilimler Akademisi Konsey Üyesi Prof. Dr. Mehmet Özdoğan hocamın incelemem için bana verdiği İtalya-Roma Üniversitesi Eski Çağlar Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Eugenia Equini Schneider 'in kaleme aldığı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Eski Eserler Genel Müdürlüğü'nce yayınlanan X. Araştırma Sonuçları Toplantısı 'nda (Ankara 25-29 Mayıs 1992, s: 249-260) İngilizce yer alan HİLAR ile ilgili bu yazı; Hilar/Ergani, dahası Bölge tarihini ilgilendirmesi nedeniyle ricam üzerine mesai arkadaşım Çev. Müh. Yunus Koç Bey tarafından Türkçe çevrisi yapılmıştır. İngilizce metni temin eden Prof. Dr. Mehmet Özdoğan hocama ve emek harcayıp çevriyi yapan Çev. Müh. Yunus Koç arkadaşıma çok teşekkür ediyorum. Türkçe çevrinin tam metni: Doğu Anadolu-Ergani Bölgesinde Arkeolojik Araştırmalar Son yıllarda, Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde büyük Barajların inşa edilmesi çok sayıda araştırma alanlarının, özellikle iki nehrin etrafındaki vadiler boyunca oluşması fırsatını verdi. Araştırma özellikle İran ve Yunan-Rum devletleri arasındaki sınır bölgelerde odaklandı. Ama iki nehrin kalıntıları kuzeyde dağlık olup, tarih öncesi çağlar kadar klasik sürecinin tam olarak bilinmeyen bölgede dağılmaktadır. İstanbul Üniversitesi ve Rome's La Sapienza Antikacılık Bölümü ile yapılan yakın işbirliği Ergani Platosu üzerindeki Çayönü-Hilar'da ve yakın çevresi ile ilgili ilk keşfin gerçekleşmesi fırsatını verdi. Hilar şehri, yüksekliği deniz seviyesinin 869 metre üzerinde yuvarlak kaya tabakalarının ve tepenin üzerinde yerleşmiş nekropol (100 den fazla mezarlığın bir arada bulunduğu yer) olarak bilinmektedir. Tekrar bahsedilen, hatta son zamanlarda ve 1979'ların başındaki konu, bu karmaşık mezarlığın Karlsrühe(Almanya) Üniversitesi'ndeki bir ekip tarafından harita etüdü konusu olmuştur. 370 Bu haritadan başlayarak, Ağustos 1991'de bu lahitlerin tam bir sınıflandırılmasının yapılmasını düşündük. Daha önceden kaydedilmemiş tepenin doğu kesimlerinde ve diğer nekropoller keşfedilen yeni mezarlar, doğu batı yönünde düz geçen Boğaz çayının güneyi boyunca ve kuzeybatısında tespit edildi. Doğu nekropolleri, eski yol kesişimini kısmen kaplayan Hilar'ın modern köyün güney ve kuzeyindeki giriş yollarına doğru genişler. Buradaki çoğu çember mezarlar, bazıları dromoslarda (mezar odasına geçişi sağlayan dar, uzun geçit) ve kısaltılmamış haldeki arcosolialarda (üstü kemerli mezar hücresi) taştan oyulmuş ve cenaze yataklarında, dağ eğimlerinin içine oyulmuştur. Bu inancın en sık öznesi cenaze törenlerinde arcosolia içinde sıra dışı şekilli bir veya iki figürle sıradan, doğudaki alışıldık resimler gibi, yarım yatan ölü görüntüsü ileri bakan vücudun üst parçası ve profilde gözüken sağ ayağıyla ve sol tarafının katlanmasıyla temsil edilmeleridir. Figürdeki kadın sol koluyla yastık üzerine yaslanıyor ve eliyle büyük ihtimalle bir kupa tutuyor ve başları Bizans zamanında ikonolastlar tarafından sistematik olarak şekillendirilmiştir. Ama taş üzerindeki izler bize Parthian (İran) stili algılamasını sağlar. Giysiler(pantolon, ayak giyimi, kısa gömlek şekilli ceketler) İrano-Parthian şeklidir. İki inançta da, ölünün yanında oturan başında konik şekilli uzun yaşmaklı ve uzun mantolu kadın heykelleri ön plandadır. Giysilerin detayları iyi bir şekilde korunmuştur ve basit bir temizlikle formundaki bölgesel farklılıklarla Mezopotamik bölgeye ait olarak bilinen modelin kendi kostümü kolayca gözükebilir. İkonografi ve heykellerin stili alışılmış Mezopotamik taşların Roma-Parthian kültürünün alışıldık parçasıdır, ama özellikle bu Hilar inancında kitabelerde kullanılan yazıtlar büyük ölçüde Edessa'da (Urfa'da) Şehitlik mahallesindeki mezarlarla benzerdir. Oyuk içinde duruyor olarak gözüken diğer çeşit temsiller içinde aynı şey söylenebilir. Edessa mezarlığından cenaze heykelleriyle karşılaştırma MS. 165–201 tarihine ait doğu nekropollerdeki ön epigrafik çalışmalarla kabul edilmiş olan kitabelere dayanmaktadır, Açıkça söylemek gerekirse taşları eksik bir kitabedir ama aşırı şekilde eskimiş olan kaya yüzeyi bizim daha kapsamlı bir hipotez yapmamıza engel olmaktadır. Eski Suriye'deki benzer kitabeli taşlar 1907'de Kırk Mağara mezarlığındaki MÖ. 1-2 yy. ait olan bazı taş kabirlere yaklaşan Pognon tarafından yazıldı. Eğer bu taşların nefes (eski Suriye'de ruh anlamına gelir) fonksiyonu keşfedilebilseydi, bu taşlar 1. binyıldan itibaren doğu bölgeleri boyunca birçok formda görülebilecekti. Daha detaylı karşılaştırma çalışması bu tür bir heykelin anlamını ve fonksiyonunu doğrulayabilmektedir. Doğu nekropolerdeki kabirler gözükebilir ve sanki canlı bir mahalle ve hayvan barınağı gibi kullanıldığının açık bir göstergesidir. Kuzey-batıda mezarlıklar ve çay boyundaki kabirler bulunmaktadır ve bu alanlar son zamanlarda çok fazla yağmalanmıştır. Buradaki mezarlıklar taş duvarlardan açılmamış ama taş kenarlarına kadar kazılmıştır. 371 Hilar'ın üç nekropoli tepenin üzerinde uzanan eski yerleşimlerin limitlerini belirlediği gözükmektedir. Taş içine oyulmuş olan bir merdiven ve doğuya meyilli olan bölgede üç tane merdiven gözükmektedir. Aynı döneme ait mesken veya depo olarak hala kullanılmış olan birçok su kaynağı ve depo çukurları gözükmektedir. Bulguların dağıtımındaki geniş bölge ve çeşitlilik tarihi ve karmaşık coğrafi konumu durumların varlığını ortaya çıkarmıştır ve ilk çağ ve ortaçağda yaşamın var olduğuna dair kanıtlar sunmaktadır. Aslında Hilar'ın kuzey Mezopotamya'daki yol sistemi içinde önemli bir pozisyonu olduğu gözükmektedir. Hilar, Fırat nehriyle Çüngüş ve Çermik boyunca batıya, Diyarbakır'la güneydoğuya ve Ergani'yle de kuzey-doğuya bağlıdır. Hilar'da yapılan bir araştırma, birbirlerine 6- 7 km. mesafede geç klasik döneme ait yerleşimlerin ve klasik dönemlere ait yerleşimlerin varlığını doğrulamaktadır. Biz, batı tarafında, Hoşan'ın modern köyleri yanında ve Sıçantaş deresinin kenarlarında büyük bir taş nekropol bulduk. Boza Ersini tepesine doğru genişleyen Diyarbakır yönünde Hilar'dan 4 km mesafede diğer bir taş nekropol bulunmuştur. Tepenin zirvesinde küçük bir yerleşime ait buluntular, dağ platolarına kazılmış çukurlar ve yüzeyi işlenmemiş çanak çömlekler var. Hilar'ın batısını araştırmak, Kikan şehrine 5 km. mesafede başka bir taştepe canlı mahalleler ve depo yerleri olarak tekrar kullanılan yerleşimlerin varlığını ortaya çıkarmıştır. Havzaların ve depo alanlarının varlığı yoğun ziraat aktivitesinin varlığının bir kanıtıdır. Çömlekçilerin ve seramikçilerin, çoğu eski Roma ve Bizans devrine ait kırık çömlekler ve seramikler bulunmuştur. Hendek köyünü 6 km. uzağında Gaz Tepe'nin Kuzey yamacında Bizanslı yerleşimciler tarafından kısmi olarak fethedilmiş başka bir taştepe-nekropol bulunmuştur. Burada birçok kabir hiç dokunulmamış halde gözükmektedir. Kuzey Mezopotamya'daki klasik periyotta Fırat'ı İran İmparatorluğunu doğusuna bağlayan yerleşimlerin dağılımı ve yoğunluğu doğu-batı yolunun önemi tezini doğrulamaya yöneliktir. Bu bağlamda Ergani platosu kesin bir merkezdir. Aslında eski Ergani'nin yüksek kısımları modern şehrin hemen Kuzey-Doğusunda bulunan şehir ortaçağ ve modern yerleşimin kalanlarıyla fethedilmiştir ki bu da Hellenistik Roma dönemine ait yüzey çömleklerin temel duvarcılık işine dayandığını ayrıca kuvvetli duvarların varlığını göstermektedir (18). Ergani Bademli köyü mağaraları 372 Ergani Kikan mağaraları Fiskaya mağarası ve Hz Yunus ve makamı Balığın kanından çıkmayı takiben Hz. Yunus Musul'a gelmiş, Hz. Yunus'a Musul halkı üç yıl iman etmiş, ancak tekrar isyan edilmiş, Hz. Yunus Musul'u terk etmiştir. Diyarbakır'a gelmiştir. Hüsn-ü kabul nedeniyle de Diyarbakır'a duası vardır. Fis kayası Hz. Yunus'un 7 sene kaldığı bir mekândır. (Yakut-u Hamevi: Mücem ül Buldan ve Abdülgani Fahri Bulduk: Ceziretül Arabın Muhtasar Tarihi) . Fiskaya'da Yunus (AS) makamı 373 Diyarbakır mağaralarından en ulvisi Yunus peygamberin 7 yıl kaldığı Fiskaya'dır. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde bu konuda şöyle bir olay anlatır: Yunus Peygamber Musul'dan Diyarbakır yöresine gelir, bir süre burada kalır. O yıllarda güzelliği ile tanınmış “Almida” adında bir kız hükümdarlık etmektedir. Yunus Peygamber bu kızla konuşur, görüşür. Amida'ya kendi dinini kabul ettirir. Yunus Peygamber Diyarbakır'a yapılacak kalenin planlarım çizerek kıza verir. Kız da kara taşlarla şehrin kalesini yaptırır. Kalenin inşası tamamlanınca Yunus Peygamber: "Kal'anız mamur olsun, gönlünüz sürûr dolsun" diye dua eder (32). Timur tarihini okuduğumuzda Hz. Yunus'un Diyarbakır merkez Sur içinde olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. 1936 baskılı Hasan Basri Konyar'a ait 'Diyarbakır Tarihi' s.203'e bakalım: Amid Timur ordusuna 5 gün dayanabildi. Şehre giren Timur Yunus ve Cercis Peygamberlerin kabirlerini ziyaret etti. Üzerlerine birer kubbe yapılması için birçok para verdi. Diyarbekir fakirlerine ihsanını esirgemedi. 18. yüzyıl büyük Osmanlı tarihçisi Avusturyalı Baron Joseph von Hammer Purgstall Timur tarihini anlatırken: “Diyarbekir'in idare merkezi Amid hücum ile zapt ve yağma edildi; Timur, Yunus ve Circis peygamberlerin kabirlerini ziyaret ile üzerlerine birer kubbe inşa olunmak üzere yirmi bin kepik (lira) ita ve her geçtiği yerde fukaraya çok sadakalar dağıttı” der. Diyarbakır sur içinde Hz. Yunus'un oğlu ve torunun olduğuna dair bir söylem vardır. Diyarbakır'da Nasuhpaşa Camii'nin yanında bir türbe vardır. İçinde ise iki kişiye ait kabir bulunmaktadır. Türbenin kapısında Yunus Peygamberin oğlu Ogeda ve onun oğlu olduğu ifade edilmektedir. Literatür desteğini bulamadım. Ancak bu yazıyı yazanların hangi bilimsel temeli olduğunu bilmediğimden aksini iddia edemiyorum. Bu açıdan resimleri koymakla yetineceğiz Zincirkıran türbesi ve Yunus (AS) oğlu ve torunun olduğu söylenen kabirler 374 Hani İlçesi Mağaraları Diyarbakır Terkan bölgesinde Zoğnin Mağaraları ve harabeleri yer alır. Burası Mar Yeşau'nun memleketiydi. Süryani manastırları açısından önemli merkezdi.4 yüzyıla ait bir yerleşim yeridir. Harabe kent ve mağaralar bu gün de var. Ancak çoğu toprakla örtülü. Mağaralar hareketli taş kapılarla açılıp kapanmaktadır Hazro İlçesi Mağaraları Hazro'nun yerleşim tarihçesi Yontma taş devrine kadar uzanmaktadır. Yontma taş devrine ait en güzel yerleşim çekirdekleri Hazro'nun güneyindeki Büyük Biber dağı'nda kayalar oyulmuş oda şeklindeki inlerdir. Ayrıca Hazro'nun kuzeyinde bugünkü Yatılı bölge okulunun hemen yanındaki mağaralarda da taş devrine ait yerleşim izlerine rastlanılmıştır (14). Kocaköy Mağaraları Kocaköy de mağaralar açısından oldukça zengindir. 200'den fazla oyma mağara vardır bu ilçemizde. Bunların önemli bir kısmı Karaz, Şaklat ve Mendan mağara köylerinde toplanmıştır. Karaz Mağaraları mevkiinde 60-70 hanelik bir mağara-köy kalıntısı bulunmaktadır. Şaklat'ta 15, Mendan'da ise 10 kadar mağara bir aradadır. Ayrıca merkez kasabanın 4 km kadar batısından güneye doğru akmakta olan Ambar Çayı civarında bulunan tabii mağaralardan birkaçı ve özellikle de Uyuz Mağara, ihtiva ettikleri kalıntılardan, tarihöncesi çağlardan beri barınak olarak kullanıldıkları açıkça anlaşılmaktadır. Aslında Kocaköy'ün taş çağlarından beri yoğun bir iskân dokusu ile meskûn olduğu, çevrede bulunan kalıntılardan anlaşılmaktadır. Bu konuda yapılmakta olan araştırmalarda, başta yörede karga bıçağı denen obsidiyen ve sileks olmak üzere, çeşitli çakmak taşlarından yontulmuş araç gereç, bol miktarda bulunmaktadır. Hatta, Ambar vadisinin Goza Çelo mevkiindeki Karna höyüğünün 150 m. kadar uzağına düşen bir tarlada obsidiyen malzeme o kadar bol bulunur ki, zamanında bir obsidiyen satış merkezinin burada bulunduğuna, yahut en azından buranın, bu malzemeyi taşıyan bir kervana her nasılsa son durak olduğuna dair kanaat hasıl olmaktadır. Zira İlk Çağ tarihi ile ilgilenenler obsidiyenin ne kadar önemli bir malzeme olduğunu iyi bilirler (9). Kocaköy ambar çayı mağaraları 375 Kocaköy Arkbaşı mağaraları Mağaralarda 3–4 odaya rastlanabilmekte. Serikaniyan mağarası-Kocaköy (Foto: Yahya kamçı) 376 Serikaniyan mağarası-Kocaköy (Foto: Yahya kamçı) Kocaköy-Mecnafe Kulp İlçesi Mağaraları Kulp-Korukçu mağaraları- (12) Kulp'un Kanikan Mağaraları ünlüdür (9). 377 Kanikan (Foto: M.Ali Abakay) Lice İlçesi Mağaraları Ashab-ı Kehf mağarası 378 Ashab-ı Kehfin Lice'de olduğuna dair deliller 1. Mağaranın durumunun Kur'andaki ifadelere (ipuçlarına uyuyor olması) Mağaranın durumu, Kur'an-ı Kerim'de Kehf süresi 17. ayette geçen: Resulüm orada bulunsaydın güneşi görürdün: Doğduğu zaman mağaralarının sağına meyleder; batarken de sol taraftan onlara isabet etmeden geçerdi (böylece) onlar (güneş ışığından rahatsız olmaksızın) mağaranın bir köşesinde (uyurlardı)' şeklindeki ifadelere tamamen uymaktadır. 2. Mağaranın hemen yanında bir kilise kalıntısının bulunması Yöre halkı tarafından 'Deri Rakim' (Rakim kilisesi) olarak adlandırılan çok eski bir kilisenin kalıntıları mağaranın hemen yakınında bulunmaktadır. Şevket Beysanoğlu Bey bu kilise kalıntılarının fotoğraflarını da yayınlamıştır. 3. Mağaranın ağzındaki duvar kalıntısı. Mağaranın ağzında Dakyanus'un ördürdüğü söylenen bir duvar kalıntısı vardır. 4. Birçok müfessir tarafından Dakyanus'un hem şehir hem de kral olarak alınması. Dakyanus birçok araştırmacı ve müfessirve kabul gördüğü gibi hem Eshabı Kahf olayının yaşadığı şehrin, hem de bu Allah dostlarına zulmeden Kralın ismidir. Licede bulunan Antik şehrin ve Kralının adı Dakyanustur. Lice'deki Dakyanus Antik kenti gibi, Kralının adının da Dakyanus olması sadece bir tesadüf olabilir mi? 5. Dakyanus Antik kentinin bulunduğu Fis ovasının adı Efsus'tan bozmadır. Şevket Beysanoğlu Bey Fis adının aslında Efsus'tan bozma olduğunu belirtmektedir. 6. Mağaranın bulunduğu dağın adının Eshab_ül Kehf veya Rakim adını taşıması 1977 yılına kadar resmi kayıtlarda Eshabül Kehf Dağı olarak geçen Dağın adı, bu tarihte Harita Genel müdürlüğünce yanındaki dağlarla birlikte değiştirilmiş ve İnceburun Dağları adını almıştır. 1976 yılında 1.Uluslararası Türk Folklor kongresine bildiri olarak sunulan ve daha sonra Kongreye sunulan diğer eserlerle birlikte kitap haline getirilen “Eshab-ı Kehf'in yeri” konulu çalışmasını kaleme alan Şevket Beysanoğlu Bey bu dağdan RAKİM dağı olarak bahsetmiş, parantez içinde de Eshabı Kehf dağı olduğunu belirtmiştir. 7. Mağaranın bulunduğu dağın tepesinin bazı haritalarda 'Rakim'tepesi olarak geçmesi Yakın tarihlere kadar birçok haritada mağaranın bulunduğu dağın adının Eshab_ül kehf, tepesinin ise Rakim tepesi olarak geçtiği bilinmektedir. 8. Olayın geçtiği dönem bölgenin Doğu Roma imparatorluğu hâkimiyetinde bulunması. Olayı araştıranlarca olayın geçtiği dönem olarak Roma imparatorluğu genel kabul görmüştür. Hristiyan kaynaklarına göre olay Hz. İsa'dan sonra 201 ile 254 yılları arasında hüküm süren Decius (Dekyanus= Dakyanus) döneminde yaşanmıştır. Lice bölgesi, MS 226 yılına kadar Roma-Part,226 yılından sonra ise Roma-Sasani egemenlikleri arasında iktidar savaşlarına sahne olmuştur. Dakyanus Antik kentinin Roma döneminden kaldığı neredeyse %100'e yakın bir oranda ispatlanmıştır. Selevkoslar dönemine ait olabileceğini iddia edenler varsa da Dakyanus kentinin Roma mimari yapılarını barındırması bu iddiamızı güçlendirmektedir (11). 379 Hikâyede geçen mekânlar Kitabeyle ilgili yorum Bu hususta Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Hasan Tanrıverdi şu yorumda bulunur. Kur'an-ı Kerimde bahsedilen mağaranın 7 kişiyi rahatlıkla içine alacak şekilde olduğunu ifade buyurulur. Ancak bu mağara neden küçük denecek olunursa Selahaddin Eyyubi döneminde mağaranın yarısının yıkılıp aşağıya Derkam köyüne düştüğünü, mağara unutulmasın diye S.Eyyubinin kardeşi Melik Adil'in Kehf mağarasını tamir ettiğini bu yazıda görüyoruz. Melik Adil'in, yani Eyyubilerin Lice, Antak hakimi olduklarını, Antaktaki minaredeki yazıdan da anlıyoruz. Melik Adil Kehf mağarasını da tamir ederek buraya yazısını bırakmıştır.Bu yazı Ashab-ı Kehfin Diyarbakır Lice'de oluşunun en önemli belgesidir. 1183'de Diyarbakır Selahaddin Eyyubice alındı Kardeşi Melik Adil 12001218 yılında bölge sorumlusu oldu 1200 yılına ait maziye karşın ülkemizdeki diğer bölgelerde eshabı kehf belgeleri daha yenidir. Ünlü tarihçi Abdulrezzak Semerkandi'nin 530 yıl önce bir eserinde(Matlaun Saadeyn) çok ilginç bir cümle :, "Eserinde diyor ki; (Sultan Üveys, Lice'deki Ashab-ı Kehf'e Bingöl üzerinden sefer düzenledi ve Muş Ovası'na vardı). Yani 1500 yıllarına ait bir belgeye de tarih kitaplarında rastlıyoruz Lice'de Dakyanus harabelerinin olduğu Dakyanus kalesi –Dakyanus harabesi 380 1973 il yıllığı Dakyanus harabeleri Yencülüs dağı Olayın bir de mantıki boyutuna bakalım Dakyanus'un sağ ve sol tarafında oturan vezirlerin çocukları olan gençler, putperestliğe ve Kral'ın yaptıklarına karşı çıktılar. Bundan haber alan Kral, gençleri huzuruna getirterek kendisine ve putlara secde etmelerini istedi ve bunu kabul etmeyince onlara, kendisinin Ninova'dan (Musul) dönünceye kadar bir süre verdi. Şayet seferden döndükten sonra gençler, putlara secde etmezlerse onları katlettireceğini söyledi. Dakyanus ashab-ı kehf gençlerine düşünmeleri ve söylediklerine uymaları için kısa mühlet vererek Ninova (Musul) şehrine birkaç gün içinde gidip geldi. Efsus şehri Eskişehir veya Mersin civarında olsaydı Dakyanus'un birkaç günde Ninova'ya gidip gelmesi mümkün değildi . (20). Bu ancak Diyarbakır olabilir Diyarbakır'la Musul (Ninova) sürekli alışveriş içindedir. Buraya iptidai bir sal olan keleklerle yolculuk ve taşımacılık yapılmaktadır. Bu basit salla Diyarbakır –Musul arası yolculuk süresi 3 gündür. Keleklerle saatte 5 km yol alınmaktadır. Diyarbakır-Musul yolu 400 km.dir (21). Karayolu ile ise tarihçilere göre (İstahri ve Ebu'l Fida) Diyarbakır-Musul arası 4 gündür. (22). 381 Olayın bir de halk tarafından benimsenme yönü vardır. Eshabı kehf sakinlerinin isimlerini dünyada 34'de yerde olduğu ifade edilen yerlerde görüyoruz. Eshabı kehfin köpeğinin ismi olan Kıtmir'i sadece Diyarbakır'da görmekteyiz. Ülkemizde Efes, Tarsus, Afşin ve Diyarbakır Lice'de Ashab-ı Kehf mağaraları vardır. Dünyada 34 yerde Ashab-ı Kehf'e sahip çıkılmaktadır. Ancak Dünyada Lice ve Kocaköy dışında hiçbir yer bu kadar saygı gösterip çocuklarına bir köpek ismi olan Kıtmiri çocuklarına koymamaktadır Eshab-ı Kehfin Diyarbakır'da olduğuna dair önemli bir delil Hani ve Lice 'de Yemlihan ismini sık oluşudur. Bunu Şazenüs ismi takip etmektedir. Diyarbakır'da önemli kişiliklerin bu isimleri taşıdığını gözlemekteyiz. Kıtmir bir köpek ismi olduğu halde çocuğuna bu ismi koyanlar da görülmektedir. Ocak 2006 itibariyle 5000 nüfuslu Lice'de nüfus md kayıtlarına göre Yemlihan 168,köpek ismi olmasına rağmen saygı alameti olarak 11 Kıtmir ismini görüyoruz. Bu durum Eshab-ı Kehf anlayışının bölgede ne kadar hakim olduğunu yansıtır. Fis (Efsus) ovasının başında bir yerleşim yeri olan 5000 nüfuslu Kocaköy'de telefon rehberinde 2 Kıtmir ismin görüyoruz (Diyarbakır 2001 yılı telefon rehberi. s:239). Lice İlçesi Mağaraları Hz. Ebubekir (RA) torunlarının yaşadığı Oyuklu köyü mağaraları 382 Silvan İlçesi Mağaraları Hasuni mağaraları Hasuni mağaraları Silvan'a 7 km mesafededir.300'e yakın mağara bulunmaktadır. Geç Asur ve Roma dönemine ait olduğu söylenmektedir. Ancak mezolitik döneme kadar da uzandığı ifade edilir Bu mağaraların içinde bir mağarada diğer bir mağaraya su gitmesi için taşlardan tertibatlar yapılmıştır Taşlar ve kaya parçaları yontulmak suretiyle o dönem su ihtiyaçlarını karşılamak için kuyular, oturma yerleri ve yataklar yapmışlar. Devasa kaya parçalarının oyularak apartman şeklinde yapılan mağaralar bulunmaktadır. Bunlardan sadece birkaçı 3, 5 ve 7 katlı mağaralardan oluşuyor. Kapadokya'yı andıran bir manzara var. Kilise mağaralar, ilk Hıristiyanlık dönemine ait olduğundan inanç turizmi yönünden önemlidir İlk Çağların Kral Dairesi - Temtemburg Mağarası 383 Temtemburg Mağarası Silvan'ın sırtını yasladığı Albat Dağının eteklerinde olup Silvan-Boşat yolunun sol tarafındadır. Büyük çeşmenin üst tarafına denk gelmekte ve şehir merkezinden uzaklığı yaklaşık 1 km.dir. Mağaranın en büyük özelliği bir kaya parçasının oyulması sonucu yapılan tek bir odadan oluşması ve yine kayalar oyulan merdivenlerle çıkılmasıdır. Mağara odasının içinde, sağ ve solunda oturmak veya yatmak için yine kayalar oyularak iki divan oluşturulmuştur. Derika Mukure Bu mağaralar hakkında gerekli araştırmalar yapılmamıştır. Tarihleri hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Doğal ve yapay mağara odalarının bulunduğu Derika Mukure bölgesi Silvan'a 20 km. uzaklıkta olup, Malabadi Köprüsünün yakınlarındadır. Pezan Mağarası (Kral Koltuğu) Bu mağara doğal ve küçük bir mağaradır. Bir oyuk şeklindedir. Hayvanlar için barınak olarak ta kullanılır. Mağaranın hemen yanında merdiven basamakları şeklinde oyulan kayalar vardır. Üst tarafında ise halk arasında kral koltuğu denen ve konum itibarı ile bir koltuğa benzeyen oyulmuş kayanın çevresinde de yontulmuş kaya parçaları bulunmaktadır. Pezan Mağarası (Foto. N.Satıcı) 384 Hamido Mağarası Albat Dağı eteklerinde olan mağara Silvan şehir merkezinden rahatlıkla görülmekte olup Askeri birliğin bulunduğu Alayın hemen arkasındadır. Hamido Mağarasının en büyük özelliği iki çıkışlı olmasıdır. İçinde derin uçurumların bulunduğu mağara yaklaşık 500 metre uzunluğundadır (33). Şıkefta Tari - Karanlık Mağara (Foto. N.Satıcı) Başke köyü mağaraları (M.Ali Abakay) 385 KAYNAKLAR 1-Yeliz Ulusan* Orhan Batman** Alternatif Turizm Çeşitlerinin Konya Turizmine Etkisiüzerine Bir Araştırma. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 23 / 2010 2- Dr. S. Hakan Durmuş, Dr. Adnan Semenderoğlu Denizli'nin Turizme Açılan Kapıları: Kaklık ve Keloğlan Mağaraları Rkoloji Dergisi Sayı: 17. Sayı (Ocak - Mart 2008) 3-Ahmet Çimen Bırklin Mağaraları Diyarbakır'da Çevre.2011 Diyarbakır Valiliği-Dicle Üniversitesi Tarım Bakanlığı 4- Muhsine Helimoğlu Yavuz; Diyarbakır Efsaneleri, Doruk Yayınları, 2. Baskı, Ocak 1993. İki Cilt Birarada, Sayfa 42–43.( Yurt Ansiklopedisi, Cilt 4, Diyarbakır Maddesi'nden Naklen. 5- Bejan Matur. Doğunun Kapısı Diyarbakır. Dksv. İst. 2009.S.250 6- Muazzez İlmiye Çığ: İbrahim Peygamber.6.Basım. Kaynak Yay.2006.S.77 7-Samuel Noah Kramer. Tarih Sümerde Başlar.Kabalcı Yay.İst.1999.S.476 8- Halis [Ataksoy Diyarbakır Tarihindekomuk Eliyayma Hazırlayan: Yılmaz Ataksorçeltüt Matbaacılık Sanayi Ve Ticaret A.Ş.İstanbul — 1988.S.33 9-Hamza Aksal. Diyarbakır'ın Büyüleyici Mağaraları.Mizgin Dergisi. Sayı.15 10- Şevket Beysanoğlu: Kuruluşundan Günümüze Kadar Diyarbakır Tarihi..Diyarbakır.Müze Şehir. S:39 11- Zeki Dilek. Lice.Diyarbakır.2002. 12-Mirze Mehmet Çelik. Fotoğrafla Kulp.2010. 13-Http://Tr.Wikipedia.Org/ 14- Murat Şehir. Hazro'nun Fiziki Coğrafya Özellikleri. Diyarbakır .2001.S.3 15- H. Basri Konyar. Diyarbekir Yıllığı.1936.S.271,281 16- Nevin Soyukaya* Arkeolojik Araştırmalar Işığında Diyarbakır Ve Çevresi Müze şehir. Diyarbakır. YKY yay.İst1999 386 17- Vedat Çetin Hilar, Neolitik uygarlıktan 27/06/2009 Evrensel 18- M. Üzülmez Doğu Anadolu-Ergani Bölgesinde Arkeolojik Araştırmalar 19 Aralık 2008 tarihli Ergani Söz gazetesi 19-Hamdullah Işık. Murat Bozdoğan. Çermik.2012 20- Ahmet Eyicil. Afsin Ashab-ı Kehf s.272 21- Orhan Avcı. Irak'ta Türk Ordusu. Vadi yay.İst.2004.s.84-85 22- Doç.Dr. Cem Zorlu. İlk İslam coğrafyacılarına göre Diyarbakır1.Uluslararası. Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu.20–22 Mayıs 2004.Diyarbakır.2004.s.854 23- Muazzez İlmiye Çığ. Giigameş.Kaynak yay..2006.İst.s.83 24- Yrd. Doç. Dr. Nesim Doru (ed), Uluslararası Şırnak ve çevresi Sempozyumu. Bünyamin Açıkalın. Tefsir literatüründe Nuh (AS) kıssası.2010.s.38 25- Oymak M:Urfa ve Hz.Eyyub..Ş.urfa.2005.s:73 26-Dr. Faruk Öncel. Yeni bir iddia.06.08.2010 Diyarbakır söz 2 7 - R . P. G i u s e p p e C a m p a n i l e . K ü r d i s t a n t a r i h i . Av e s t a yay.Diyarbakır.2009.s.23 28- Cemşit Bender. Kürt mitolojisi. Berfin yay.İst.2007.s.111 29-http://www.bookrags.com/wiki/Corduene 30-W.Minosrky.The Bois DN.Mac Kenzie..Kürtler.Kürdistan.Doz yay.2Baskı.;st.2004.s.43 31- Sophene & Corduene Geography Of Strabo, 14. Kitap, s. 161–62, Suriye başlıklı bölüm 32-http://www.renkoglu.com/index.php?option=com_content&task= blogsection&id=23&Itemid=102 33- Korkusuz Ş:Seyahatnamelerde Diyarbekir. Kent yay.2003.s:151,23 34-Nejat Satıcı. Silvan'daki Mağaralar Diyarbakır'da Çevre.2011 35-Diyarbakır Valiliği-Dicle Üniversitesi Tarım Bakanlığı 387 DİYARBAKIR 'IN SU KAYNAKLARI VE ÇEŞMELERİ Kenan Haspolat* Giriş: Diyarbakır, su bakımından şanslıdır. İki kardeş nehir olarak bilinen Dicle ve Fırat Diyarbakır'la yaşıt gibidir. Dicle, Diyarbakır'ın içinden geçer. Fırat da Diyarbakır'a sınır teşkil eder. Çüngüş ve Çermik kazaları Fırat'tan istifade eder. Bu iki ilçeden çıkan çaylar da Fırat'a akar. Diyarbakır'ın ünlü barajı Karakaya da Fırat üstündedir. Kardeş Nehirler Dicle ve Fırat (vikipedi) Karakaya Barajı - (F Türkoğlu) Çermik ve Fırat (Hamdullah Işık) İlin en önemli akarsuyu Dicle'dir. Elazığ ili sınırları içinden çıkan bu akarsu, hemen sonra Diyarbakır ilinin topraklarına girer. Eğil'in doğusunda Dipni Çayı'nı alır. Sonra güneye yönelir. Diyarbakır'a ulaşımından az önce Devegeçidi Suyu kendisine kavuşur. Diyarbakır kenti önünde geniş bir yatak içinde akar. * Prof. Dr. Kenan Haspolat. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi 421 En büyük kollarını Diyarbakır il sınırlarını terk ettikten sonra alır. GAP kapsamındaki alt projelerden bazıları Dicle Havzası'ndadır. Dicle Diyarbakır ilindeki akarsuların tümüne yakınını toplar. Yalnızca ilin kuzeybatı köşesindeki küçük bir alanın suları Fırat ırmağına gider (Çermik ilçesinin suları). Diyarbakır ili sınırları içinde önemli göl yoktur. Günümüzde Dicle Nehri Görüntüleri 1909'da Dicle Nehri Görüntüleri Dicle Nehri: Türkiye'de doğup birçok kolları olan ve Irak topraklarına geçip orada Fırat'la birleşerek Şattülarap'ta Basra körfezine dökülen nehir. Nehir ana kaynaklarını Doğu Anadolu dağlarından ve dipten sızma yoluyla Elazığ yakınlarındaki Hazar (Gölcük) gölünden alır. Türkiye'nin önemli akarsularındandır. Doğu Anadolu dağlarından çıkar, Basra Körfezi'ne dökülür. Toplam uzunluğu 1900 km'dir. Türkiye topraklarında kalan bölümün uzunluğu ise 523 km'dir. En önemli kolları Batman ile Garzan, Botan, Habur, Büyük Zap ve Küçük Zap'tır. Debisi ortalama 360 m3/sn dir. Eylül ayı ortalarında 55 m3/sn ile en küçük, şubat sonunda 2263 m3 /sn akımı ile büyük değişiklik gösterir. Akarsuda genellikle yaz sonu kuraklığı ve sonbahar başı yağış noksanlığı nedeniyle su azalır. Buna rağmen kış sonu yağışı ile ilkbahar başındaki karların erimesinden oluşan su ile kabarır (1). 422 Dicle ilçesi - Hani arasında Dicle nehri Dicle nehri ve hevsel bahçesi (F. Türkoğlu) Diyarbakır'dan geçen Dicle ve Fırat nehrine tüm dinler önem vermiştir Dicle ve Fırat'ın çok önemli iki nehir oldukları da Kuran ve Hadislerde geçmektedir. (Dicle ve Fırat hikayesi için kaynakça: tecrid-i sarih, diyanet tercümesi, no:1551; Buhari-Müslim, el-lü'lüü ve'l mercan, no: 103; buhari, bed'ü'l halk, 6; Menakıb-ı Ansar, 42; Eşribe, 12; Müslim, iman, no:164, cennet, no:2839 ve diğer hadis kaynakları). Hz. İbn-i Abbas'dan rivayet olunmuş, Peygamberimiz(SAV) mealen buyurmuşlar: Allah (cc) yeryüzüne beş nehir indirmiştir. Bunlar Seyhun, Ceyhun, Dicle, Fırat, Nil'dir. Allah(cc) bu nehirleri Cennet kaynaklarından en alt kaynaktan Cebrail (AS) vasıtasiyle yeryüzüne indirmiştir (Tezkiretül Kurtubi.s.524). Şeyh Abdurrahman El Aktepi Miraciye manzumesinde Peygamberimiz (SAV) Seyhun, Ceyhun, Nil, Dicle ve Fırat nehirlerinin menba-ı cennetler olduğunu ifade etmektedir (Ravdatün-Naim). 423 Lice ilçesinde Dicle'nin çıkış kaynağı Bırkleyn mağarası Doğuş açısından bakacak olursak Dicle'nin doğuşuyla ilgili en önemli noktalar Diyarbakır'dadır. Fırat'ın bu ismi alması Murat Nehri'nin Fırat'a dönüştüğü Genç ilçesidir. Tevrat'a göre Cennet yeryüzündedir. Dicle ile Fırat arasındaki bölgedir. (E.Cothenet,Paradis,VI.1178).Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat'ta bugün Türkiye sınırları içinde bulunan birçok yerin ismi geçmektedir. Bu yerlerin başında Dicle ve Fırat nehirleri gelmektedir. Tevrat'a göre, Tanrı Âdem'i yarattıktan sonra "doğuya doğru Aden'de" bahçe yaratmış ve Âdem'i buraya yerleştirmiştir. Buradan bir ırmak çıkmış ve daha sonra bu ırmak dört kola ayrılmıştır. Bu dört koldan ikisi Dicle ve Fırat'tır. Dicle ve Fırat nehirleri kaynaklarını Doğu Anadolu bölgesinden alan iki akarsuyumuzdur. Bu iki nehrin bulunduğu bölge Yahudiler açısından kutsaldır. Dicle'nin çıkış kaynağı ise Lice ilçesinde Bırkleyn mağarasıdır. Cennet Anadolu'da ama nerede? Dicle ve Fırat Nehirleri ve arasında kalan bölge (Aden Bahçesi): (Tevrat: Yaratılış (Tekvin) 2:13) Tekvin 2: 8–14 şu şekilde devam eder ve Adem'in yaşadığı ortamı ve yeri tarif eder. Ve RAB Allah şarka (doğuya) doğru Aden'de (Aden: zevk) bir bahçe dikti ve yaptığı adamı oraya koydu. Ve RAB Allah görünüşü güzel ve yenilmesi iyi olan her ağacı ve bahçenin ortasında hayat ağacını ve iyilik ve kötülüğü bilme ağacını yerden bitirdi. Ve bahçeyi sulamak için Aden'den bir ırmak çıktı ve oradan bölündü ve dört kol oldu. Birinin adı Pişon'dur; kendisinde altın olan bütün Havila diyarını kuşatır ve bu diyarın altını iyidir; orada ak günnük ve akik taşı vardır. Ve ikinci ırmağın adı Gihon'dur; bütün Kuş ilini kuşatan odur. Ve üçüncü ırmağın adı Dicle'dir; Aşur'un önünden akan odur. Ve dördüncü ırmak Fırat'tır. Ve RAB Allah adamı aldı, baksın ve onu korusun diye Aden bahçesine koydu. Yahudiler göre cennet Dicle ve Fırat arasında ve nehirin çıkış kaynağına yakındır. Dicle ve Fırat'ın arasında olan tek il Diyarbakır'dır. 424 Ermenilere göre Dicle, Fırat ve Aden bahçesi Ermeni Hıristiyanları anlayışına göre 'Adem ile Havva'nın cennetten kovulduktan sonra ilk defa ayak bastıkları topraklar Dicle kıyılarıdır. Çoluk çocuk elbirliğiyle bir şehir kurup Adem'in dem'ini de ters çevirerek adını Amed koymuşlar. Bağlar semtinde, o zamanlar Adem'in bağları varmış (24).Ermenilere göre, İncil'de geçen “cenneti sulayan dört ırmak” Kür, Araz, Dicle ve Fırat nehirleridir. Bu nehirlerin geçtiği topraklar ise, Tanrı tarafından Ermenilere verilmiştir (25). Diyarbakırda Suyun Tarihçesi Diyarbakır'ın bilinen en eski su isale hattı, kesin tarihi belli olmamakla beraber 1535 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Şehre 14 km mesafede bugün Serapgüzeli köyü diye bilinen ve Gözeli mevkiinde bulunan kaynaktır. Diyarbakır tarihinde önemli bir yere sahip olan kaynak Hamravat Suyu adıyla ünlüdür. Hamravat Suyu'nun şehre getiriliş tarihi, ilgili kaynaklarda değişik olarak verilmiştir. Evliya Çelebi, suyun h. 941 (m. 1535) tarihinde getirildiğini yazar.Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Zahuri Danışman Yayını, c. 6, s. 127, 1970. Evliya Çelebi Hamravat suyu için der ki: “….Eski bilginler, bu Hamravat suyu içine pamuk koyup sonra yine tartmışlardır….İstanbul'da Eski Saray kapısı önündeki biricik çeşme suyundan ıslanıp kuruyan pamuk ile, bu Diyarbekir Hamravat Suyunun pamukları beraber tartılmıştır. Bu kadar hafif sudur. Eğer pamuğu ağır olsa, acı olup faydasızlığına delalet ederdi. Bu Hamravat Suyu'nun safra, soda ve balgamı mahveylediği tecrübe ile malumdur. Hatta Osmanoğullarından İbrahim Han bu suyun vasıflarını duyunca, “Elbette bana Diyarbekir'den Hamravat Suyu gelsin!” diye hat-ı şerif ile dergah'ı ali kapıcı-başısı, memuren Diyarbekir'e gelmiştir. O zaman efendimiz Melek Ahmet Paşa, Kara-Amid valisi idi. Paşa, padişah emrini görünce baş üstüne deyip, onar okka su alır, altı adet gümüşten ve altı kurşundan ve altı adet tutyadan ve altı adet çam boduçlarından, toplam olarak 24 adet gümgümlere sular doldurup ve ağızlarını mühürleyip, gelen kapıcı-başıya on kese de ihsan verip teslim eyledi. Onatlı kese dahi gümgümlerin masrafını çekip ılgar ile Hamravatı İbrahim Hana gönderdi.Allah'ın hikmeti bu soğuk saf su İstanbul'a girdiği gün, yeni padişahın tahta oturduğu gün olup, bu Hamravat Suyu, Sultan İbrahim'in oğlu Dördüncü Mehmet Hana nasip olmuştur. 425 1056 Recebinin onsekizinci Cumartesi günü, ikindiden sonra tahta oturduğu vakit, ilk olarak Hamravat Suyu içti. Sözün kısası bu Hamravat Suyu Diyarbekir'in yüz suyudur.” Basri Konyar da aynı görüşe katılmakta ve şunları eklemektedir: “Kanuni bu suyun yayılan şöhretine alaka göstermekten fariğ olamadı. Mimar Sinan'ın kalfası Kastamonulu Kasım Çelebi'yi bu hayırlı işi başarmaya memur etti. Şehre 14 kilometre mesafede bulunan bu su, fen erbabının bugün bile hayretle gördükleri en ince ve derin hesaplarla, kaynağındaki irtifa seviyesini, geçtiği ivicaclı ve tümsekli yerlerde hiç kaybetmemek için tünellerden geçirilerek ve Bağlar mevkiinde Hükümet Konağının bulunduğu yerden otuz bir metre yüksekliği sağlanarak bu suretle en yüksek evlerin en üst katlarına çıkabilecek bir boy ve durumda kalması temin edilmiştir. * Diyarbakır da ilk şebekenin tarihi 1935'li yıllara gitmektedir. Vakıflar İdaresi tarafından yaptırılan şebeke font olup, şebeke kayıpları yüksektir. Diyarbakır kentinin artmakta olan içmesuyu ihtiyacını karşılamak amacıyla ilk planlı ve sağlıklı çalışmalar 1972 yıllarında başlamıştır. Gözeli Kaynağından 11 km. uzunluğunda 1000 mm çapında öngerilmeli beton borularla bir isale hattı teşkil edilmiş ve bu hattın sonunda 9000 m3 hacimli bir toplama deposu inşa edilmiştir. 1990' lı yıllarda artan yoğun göç nedeniyle mevcut su miktarı ve tesisler ihtiyacı karşılayamaz hale gelmiştir. Gözelide ilave kuyular açılmış ve isale hattının 1 km.'si yenileme çalışmaları başlatılmış ancak devam etmemiştir. 1995 yılında altyapının tamamen felç olması nedeniyle şehrin 2030 yılına kadar sorunsuz su temini için yeraltı suları yerine yüzeysel su kaynakları alternatifi üzerinde durulmuş; evvela Devegeçidi Barajı daha sonra kirlilik nedeniyle vazgeçilerek Dicle Barajı'na yönelenmiş ve kaynak olarak seçilmiştir. Son yıllarda yaşanan göçle, kent nüfusunun artması ve şebeke sisteminin eski ve kayıplarının fazla olması nedeniyle büyük oranda su sorunu yaşanmakta idi. Diyarbakır İçmesuyu Arıtma Tesisi Projesi kentin içme, kullanma ve endüstri suyu gereksinimini 2025 yılına kadar karşılayacaktır. Proje 2 kademeden oluşmaktadır. Şu anda işletilen kısım projenin 1. kademesini oluşturmaktadır. Kentte su sorununun oluşmasıyla birlikte 2. kademe programa alınacak ve ihale edilecektir. Önceki yıllarda kentin ihtiyacına cevap veremeyen su üretimimiz, 2001 Haziran ayında DSİ tarafından yapılan ve şu an DİSKİ tarafından işletilen Diyarbakır İçmesuyu Arıtma Tesisi'nin devreye alınmasıyla yeterli hale gelmiştir. Diyarbakır'ın kullanımına verdiğimiz su; son derece kaliteli ve Avrupa Topluluğu Standartları ve TSE 266 Standartlarına uygundur. “ Çağdaş bir kent” olgusunun en önemli temel taşlarından biri olan altyapı konusunda DİSKİ çalışmalarını son yıllarda hayata geçirdiği dev projelerle daha modern ve etkin hale getirdi (1,2,3,). 426 Kantaraların Oluşum Süreci Kanuni Sultan Süleyman'ın emriyle Mimar Sinan'ın Kastamonulu kalfası Kası Çelebi tarafından taş kanallar içinde güney surlarına kadar getirilen Hamravat suyunun kente dağılımını sağlamak üzere 27 müstakil ayak üzerine yaptırılan KANTARALAR (Su kemerleri) asırlarca kullanıldıktan sonra, 1935 yılında Vali Nizameddin Beg zamanında suyun künklere alınması sırasında yıktırıldı ve taşları alınarak resmi binaların yapımında kullanıldı. Su Kemerleri (Kantaralar) - (N.satıcı) Mehmet Mercan tarihi su ve çeşmelerimizi anlatıyor Hamravat suyu, Kanuni Sultan Süleyman hayratı olduğu için günümüzden 50-60 yıl öncesine kadar sokaklardaki HAYRAT çeşmelere, camilere, mescitlere, hatta yoksul semtlerdeki evlere ücretsiz veriliyordu. Su kanallarının ve çeşmelerin onarımı da "Sultan Süleyman Han Vakfı" aracılığıyla yapılıyordu. Bunun için gerekli para, ya esnaf ve tüccardan toplanıyor, ya da Evkaf İdaresi'nden karşılanıyordu. Suların belediyelere devri ile bu uygulamadan vazgeçildiği gibi sokaklardaki PİK dökümlü tarihi TULUMBA çeşmeler de kaderlerine terk edildi. Bazıları sökülüp çalındı, bazıları sokaklarda çocukların oyuncağı oldu, kırıldı. Bu şekilde, Diyarbakır'ın çeşitli semtlerinde, her biri ayrı bir öyküye konu olmuş ünlü hayrat çeşmeleri ve tulumbalar vardı.Bizim Fatihpaşa mahallesi, Bıyıklı Mehmet Paşa sokağındaki ÇIRIK ÇEŞMESİ bunlardan biriydi. Suyu ince ince aktığı için adına ÇIRIK demişler. Bitişiğindeki Nuri dayının fırını da ÇIRIK Fırını diye tanınırdı. İçkale'deki Aslanlı Çeşme ve Erbulak çeşmesi, İçkale'nin güney suru dışında Kanuni tarafından yaptırıldığı, bilinen türkülere girmiş kitabeli Arbedaş gözesi. Mardinkapı dışındaki, şu sıralarda Diyarbakır'ı Tanıtma Kültür ve Yardımlaşma Vakfı tarafından onarıma alınan HATUN KASTALI. Kışla caddesindeki Vali Kurt İsmail Paşa Çeşmesi, Dağ Kapıdaki tulumbalı çeşme, Ulu Cami arkasında Senceriye Medresesi bitişiğindeki çeşme ve ve çeşitli semtlerdeki pek çok tulumbalı çeşme… Ayrıca sur dışında ünlü kaynaklar da vardı. Dağkapı ile Urfakapı arasındaki Şakk-ül Acuz gibi.Ünlü mesire yerlerinden biri olan Şakk-ül Acuz Pınarı, bir söylenceye göre, büyücü bir kadının nazarının değdiği kayanın yarılmasıyla ortaya çıkmış. Buralarda yapılaşma başlayınca bu pınar da yok olup gitti. 427 İçkale'deki Aslanlı çeşmenin de üzücü bir öyküsü var. Siyah bazalt taştan yapılma kemerli çeşmede 1940'lı yıllara kadar mermerden yontulmuş biri erkek, biri dişi çift aslan vardı ve ağızlarından sürekli su akardı. Ne yazık ki o yıllarda bir gece bu aslanlardan biri kaidesiyle birlikte çalınmış. Halk arasında yaygın bir söylentiye göre, İçkalede bulunan Jandarma Komutanlığında görevli bir subay bir gece bu aslanlardan birini askerlere söktürüp almış… Ne yazık ki, Diyarbakır'dan çalınmış pek çok tarihi eser gibi bunun da izine rastlanamadı… Kentin hemen her semtinde hemen tüm sokaklarda hayrat için kurulmuş çeşmelerden başka o sokakta oturan varlıklı kimseler de hayır için çeşme yaptırıp, evinde suyu olmayan vatandaşların hizmetine sunarlardı. Bu arada sokaktan geçen, susamış vatandaşlar da bu çeşmelerden yararlanırlardı. Evinde suyu olan varlıklı aileler mahalledeki suyu olmayan komşulara günün her saatinde kapılarını açık tutar gelip kendilerinden su götürmelerini ısrarla isterlerdi. Hamravat Suyunun Yok oluşu Diyarbakır'ın simgelerinden biri sayılan Hamravat, ne yazık ki, kentin son 30 yıl içinde büyüyüp, genişlemesi sonucu, yetmez olunca çeşitli sularla karıştırıldığı için değerini ve özelliğini yitirdi. Hamravat suyuna başka suların karışımı ilk kez olmuyordu tabi… Eldeki kayıtlara göre ilk karışım 1902 yılında olmuş. Bu tarihlerde Hamravat suyuna "Nehr-i Cedid" adında bir suyun karıştırıldığı belirtilir. Yakın yıllarda ise İçkale, Balıklı, Anzele gibi çok değişik suların karıştırılması ile Hamravat suyu iyice bir bozuldu, özelliğini ve güzelliğini yitirdi. Ayrıca, Karacadağ eteklerinde, özellikle kaynakların yoğun olduğu Gözeli'de son 20 yıl içinde başlatılan yapılaşma yanında bazı sanayi tesislerinin oluşması da Hamravat kaynaklarını olumsuz etkiledi. Hatta zaman zaman buradaki sanayi tesislerinin kimyasal atıklarının Hamravat'a karıştığı da saptandı. Anlayacağınız, her derde deva bu şifalı suyu da kaybettik.Ve ne yazık ki Evliya Çelebi'nin "Diyarbekir'in yüz suyu" dediği Hamravat da diğer pek çok güzellik gibi artık anılarda kaldı.Ve ne yazık ki şimdilerde Diyarbakır'da yaşayanların pek çoğu Hamravat'ın adını bile bilmiyor.Günümüzde kentin çok büyük bir bölümüne artık "Kral Kızı Barajı"ndan getirilen su veriliyor...Yüksek basınçlı, soğuk, ama ne yazık ki bu suda Hamravat'ın tadı ve güzelliği yok. (Mehmet MERCAN @ Diyarbakır Mail Grubu ) Diyarbakır'ın tarihi önemli su kaynakları şöyle özetlenebilir -Urfa kapısının hemen dışında,sur duvarının eteğinde,tepe üzerinde bir su fışkırmaktadır -Kente girdiği yerde Ulu cami ve çeşmelere doğru kollara ayrılan,dereyi andırır (Bakıla) bir 3. kaynaktan 428 -Kale içinde yer alan 3 çeşmeyi ve buna bağlı bir çok değirmeni çalıştıran bir su. Nasır-ı Hüsrev beş değirmen taşını çevirecek kadar bir sudan sözediyor. Evliya Çelebi buna kent sularından kaynaklanan bir su,değirmenleri döndürüyor,saraya kadar ulaşıyor,şelale ve sel haline dönüşerek Dicle'ye karışıyor bilgisini ekler. Bilindiği gibi, Diyarbakır surlarını batı ve kuzey yönünde bir yapay kanal savunmada yardımcı olmak üzere dolanıp, Fis kaya sından aşağıya akıyordu. Bu kaynaklar,böylesine bir kanalı besliyor olabilir.Bilindiği gibi Urfa kapı sının biraz güneyinde içeride,sur duvarına bitişik günümüze gelen bir değirmen vardı.Diyarbakır batıdan doğuya (bağlar semtinden kente doğru) az inişli(eğimli) bir düzlük üstünde olduğundan kentin(suriçi) batı yakasından surlarla beslenmesi topoğrafyasından kaynaklanır. Ali pınar köyü ve kaynağı,Hamravat suyu,Çift kapının hemen içindeki Ayn Zeliha gözesi hep bu yöndedir. Kentin kuzeydoğusunda yer alan İç kale suyunun nereden geldiği gizli tutulduğu için bilinmemektedir ve buradan doğuya akan suları günümüzde de birkaç değirmen çalıştırıp,bahçeleri sulayarak Dicle'ye karışır (4). Mustafa Akif Tütenk Diyarbakır suları ile ilgili makalesinde; Diyarbakır sularının sur içindeki kaynaklar ve şehre dışarıdan getirtilen menbaalar olarak ikiye ayırır. Sur içindeki Ayn-ı Zülal (Aynzele, Balıklı), Ali Dede ve Kal'a suyu olmak üzere üç kaynağın varlığını ifade eder ve ekler Tütenk: “Şehir içi menbaalarında Çift Kapıdaki Ayn-i Zülal (Anzele) suyu İç Kale (Kal'a) suyundan daha büyük ve bol olup birçok caminin ihtiyacını giderdikten sonra (Mardin Kapıda'ki) Sultan Şuca Çeşmesi'ne kadar varmaktadır.” 1874 tarihli Diyarbakır Salnamesi incelendiğinde görülür ki; şehirde (sur içinde) 130 çeşmenin varlığı söz konusudur. Bugün geriye dönüp baktığımızda bu çeşmelerden hemen hiçbirinin yaşamıyor olması ilginçtir. Bir kısmının yerinde eskiden çeşme olduğuna dair fiziki yapılar olmakla birlikte (İçkalede Aslanlı Çeşme, Mardin Kapı'da Hatun Kastal) suları akmamaktadır. Arbedaş'taki, Arbedaş kaynağı ise özel bir şahıs tarafından etrafına küçük bir havuz yapılarak ticari amaçla kullanılmaktadır. Üzerindeki kitabenin ise kimse farkında dahi değildir (5). 429 Anzele Şehir içi su kaynaklarından biride Çiftkapı'daki Ayn-i Zülal (Anzele) suyudur. İçkale suyundan daha büyük ve bol olup birçok camiin ihtiyacını giderdikten sonra Sultan Suca' Çeşmesi'ne kadar varmaktadır. Sultan Suca' Çeşmesi'nin bu kaynaktan suyunu aldığı söylenmektedir. Seyahatnamede Evliya Çelebi Anzele'nin öyküsünü ironik bir anlatımla şöyle anlatmıştır. Diyarbakır'ın 1950'lere kadar Sur içinde yaşadığı düşünülür ve Anzele'nin de Sur içindeki üç su kaynağından biri olduğu dikkate alınırsa Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nin Diyarbakır'la ilgili bölümündeki anlatımların önemi daha net anlaşılır olur. Çelebi'nin sözlerini günümüz Türkçesi'ne aktardığımızda ortaya şunlar çıkıyor: “Balıklı, şehirde önemli bir kaynaktır. Eski bir havuza akıp içinde binlerce çeşit balık bulunur. Ama kimsecikler de avlamaya cesaret edemezler. Bu balıkları avlamaya yeltenen birkaç kişi felç olup ağızları ve burunları eğilmiştir. Anzele'nin bir de garip hikayesi vardır. Şöyle ki; Bağdat Fatihi Sultan Murad Han (1623-1640), Bağdat'ı fethedip (1638) bir dolu insanın başını ateşle traş ettiğinde bu balıklar kendiliğinden yaralanıp havuz kan deryasına dönmüştür. Hatta Bağdat fethinden sonra Murad Han Diyarbekir'e gelip Şeyh Aziz Mahmud Urmevi'yi şehit edince Balıklı havuzu kan ile dolmuştur. Bizzat Murad Han bu Balıklı'daki kanı görüp şeyhi katlettiğine pişman olunca, havuzun içinden dört adet iri balığı tutturup solungaçlarına altın ve gümüş küpeler geçirip azad ettirmiştir. İşte bu Balıklı, ab-ı hayat bir sudur. Bir dolu insan soyu bu suda yıkanıp humma ve cüzzam gibi hastalıklarından, kırk gün yıkanarak ölümden kurtulmuşlardır. İşte bu suyun böyle bir su olduğu anlatılmıştır.(4) Bir zamanlar kadınların çamaşır yıkayıp ,çocukların yüzdüğü bu yerden eser yok. Bir çok insanın us'unda hatıraların olduğu Anzele 'nin yeniden yaşatılacağı çalışmaları bilgisini Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinden aldık .Koruma Amaçlı İmar planlaması çalışmalarından biriside; Diyarbakır Sur içindeki su kaynaklarının yeniden düzenlenerek işlev kazandırma çalışmasıdır. Şu anda itfaiye su dolum binası olarak kullanılan Anzele'nin suyunu açığa çıkararak etrafını yeşillendirmek amaçlanmaktadır. Böylece Anzele'nin ğözyaşları dinmiş, çevresi sosyal yaşam alanlarına dönüştürülerek geçmişi geleceğe aktarmış olacağız (6). Anzele (Aynzeliha) 430 Diyarbakır'da su tesisatının yeni bir düzene sokulmasıyla ilgili tarihi bir belge sunalım BELEDİYE BAŞKANI ADİL TEKİNİN NUTKU — 10 Şubat 1953 günlü Diyarbakır gazetesinden — Suyun işletmeye açılması münasebeti ile belediye önünde yapılan törende Belediye Başkanı Adil Tekin tarafından söylenen nutku aynen aşağıya yazıyoruz : Aziz hemşerilerim, muhterem vatandaşlarım, her fırsatta şehrimizin iktisadî, coğrafî, kültürel durumlarından ve her bir köşesi tarihin bir devrini şahit olarak gösteren, tarihî abidelerden iftiharla bahsederken, asıl hayat kaynağı olan Hamravat suyundan bahse cesaret edemiyorduk. Bunun sebebi aşikârdır. Çünkü: Abı hayat namile maruf olan Hamravat suyu, Türkiye'mizin belli başlı sularının en sıhhî ve içmeye en müsait olanıdır. Fakat bir zamanlar künklerle, bir zaman toprak kanallarla şehre gelen bu su 930 senesinde bir dereceye kadar tamire uğramış, Bağlarbaşı su deposundan şehre kadar borularla gelmişse de, bu tesisler de esas gayeye cevap vermemiştir. Muhterem dinleyicilerim, bu vesileden bilistifade evvelâ bu suyun tarihinden bir nebze bahsetmeyi faydalı buluyorum. Bu suyun ilk olarak Diyarbakır'a ne suretle geldiği hakkında tam bir malûmat bulunmamasına rağmen eldeki mevcut "vesikalara göre, bu suyun ilk defa 400 küsur sene evvel Kanunî Sultan Süleyman tarafından menbaı olan Gözeli'den kanalla şehre getirildiği ve bu suya 318 ve müteakip senelerce su yollarının bozulması üzerine o zamanki Vali Nazım Paşa tarafından teşkil edilen bir heyet marif etile su sahiplerini tesbit ve halktan alınan altun para ile tekrar yeniden tamir edilerek, şehre akıtıldığı ve bu halin 930 Cumhuriyet devrine kadar devam ettiği. Su yollarının tekrar bozulması, kanalların arıza yapması yüzünden bu iş o zamanki Vali Nizamettin Ataker ve Belediye Reisi Gafur Bey tarafından bu işe Önem verildiği ve nihayet Bağlarbaşı'ndan şehre kadar üçyüzlük borular döşemek sureti ile şehre getirildiği ve Bağlarbaşı'ndan Gözeli'ye kadar kanalların tamir edildiği, bunu müteakip de şehrin birdenbire genişlemesi ve bilhassa yeni şehrin inkişafı ve çok su sarf eden istasyon ve civarı, tayyare alayı gibi yerlere suyun tahsisi üzerine, şehre su az geldiği gibi gerek miktar ve gerekse tazyik bakımından artık ihtiyaca cevap veremediği anlaşılmış, gerek memleket büyüklerinin ve gerekse seleflerimizin alâkası ile 949 yılında su işi tekrar ele alınmış ve keşifleri yaptırılarak inşaatına başlanmıştır. Kıymetli hemşerilerim, bu su tam Hamravat suyunun menbaı olan Gözeli köyünden doğrudan doğruya beşyüzlük demir boruya alınmak suretile şehre getirilmekte ve hiç bir yerde el sürülmeden ve mikrop almadan vatandaşların istifadesine arz edilmiş bulunmaktadır. Bu su için şimdiye kadar iki milyon lira sarf edilmiştir. Bunun bir milyon üç yüzbin lirası, demir borulara, altı yüzbin lirası inşaat müteahhidine, elli bin lirası bu işde çatışan mühendis ve personellere ve elli bin lirası da müteahhitten noksan alınan işlerin ikmaline sarf edilmiştir. Bu suretle bugün huzurunuza açılacak olan su, bu suretle şehre gelmiş bulunmaktadır. 431 Aziz hemşerilerim, işletmeye bugün açacağımız su tesisatı sur dışı tamamen ikmal edilmiştir. Sur içinde ise, Urfakapı - Balıkçılarbaşı - Alipaşa mahallesi ve Melik Ahmed'in iki tarafının boruları döşenmiştir. Ayrıca Dağ kapısından Mardin kapısı karakoluna kadar Gazi caddesi döşenmiştir. Boru döşenen bu yerdeki vatandaşlara Mart birden itibaren su verilmeğe başlanacaktır. Bu semt ve mahallelerin haricinde kalan yerlerin de keşifleri yapılmaktadır. Önümüzdeki yılda bunlar da ikmal edilerek, su verilmek için çalışılmaktadır. Şayın hemşerilerim, bugün huzurunuza açacağımız su, vaat edilen tarihte akıtılamamıştır. Biraz geç kalmıştır. Takdir edersiniz ki, su işi yeraltı inşaatıdır. Diğer inşaatlar gibi, çabuk yapılabilecek bir iş değildir. Belediyeniz, bu suyu akıtmak için iki seneden beri çok emek vermiştir 'Fak t bazı haklı sebepler dolayısı ile uzamıştır. Bununla- beraber, yine su akıtılmıştır. Belediyeniz bugünkü neticeyi almak için çok emek sarf etmiş ve büyük fedakârlıklara katlanmıştır. Bu suyun ilk banisi olmak itibari ile Sultan Süleyman hazretlerini burada yad etmeyi bir borç bilirim. Bunu müteakip bu suyun 318 tarihinde yeniden ele alınması ve bir esaslı şekle konulmasında büyük hizmeti geçen merhum eski Diyarbakır Valisi Nazım Paşa hazretlerine de Allah'tan rahmet diler hürmetle anarım. Yine bu suyu tekrar ihya etmek için çok emeği geçen ve bugün hâlâ içmekte olduğumuz suyun şehrimizde akıtılmasında büyük rolü olan eski Diyarbakır valilerimizden Nizamettin Ataker'i hürmetle anar kendisine minnet ve şükranlarımızı şehir namına sunarım.949 senesinden bugüne kadar bu su.işinde esaslı yardımları bulunan ve hizmetleri geçen eski ve yeni milletvekilleri ile belediye reis ve heyetlerinin büyük mesailerini de burada huzurunuzda anmayı büyük bir vazife bilirim. İçme su müteahhidi ile belediye arasında hasıl olan ve uzun müddet devam eden ihtilâfın halli hususunda ve bugünkü suyun fiilen akıtılmasında fiilen büyük bir hissesi ve yardımı olan maddî, manevî hiç bir mü-zaharetini esirgemeyen ve bu suretle geçmişteki selefine yakışır bir şekilde hareket ederek şehrimize hizmet eden valimiz sayın Servet Süren-kök'e, huzurunuzda şehir namına alenen teşekkür ederim. Bu arada muhterem vatandaşlarım, şehrimizin bu önemli derdi olan su işinde bütün isteklerimizi büyük bir anlayış göstererek aynen kabul eden devlet rical ve erkânımıza da şükranlarımızı sunar, memleketimize hayırlı olması için suyu işletmeye açarım. Günümüzde su sistemi Diyarbakır içme ve kullanma sularının temin yerleri: 1. Gözeli suyu kaynağı (Kaptaj): Ana kaynak serap gözelidir.Bu kaynak Urfa istikametinde 16.5 km. mesfededir. 5 sertlik derecesinde olan bu sus 1000 mm.lik borular vasıtasiyle 850 lt/sn.lik bir debiyle bağlarbaşındaki depolardan birine depolanarak kente verilmektedir. 432 2. Anzele kaynağı: Kaynağı sur içinde,şehir merkezinde olan anzele su deposunıun gözeli Alipınar kaynakları istikametindedir,Debisi 150 lt/sn.dir. İçilebilen bu su 5 sertlik derecesindedir. İskenderpaşa,Yenişehir,Alipaşa,Melik Ahmet paşa ve Lalabey mahallelerinin su ihtiyacını karşılamaktadır. 3. İçkale kaynağı suyu 12 sertlik derecesindedir. Fatihpaşa, cevatpaşa ve Dabanoğlu semtlerinin su ihtiyaçlarını karşılamaktadır. 4. 4.Alipınar: Su deposuna toplanan su şehrin batısındaki bir kaynaktan çıkmaktadır. Debisi 150 lt/sn olan bu su 6 sertlik derecesine sahiptir 5. Koşu meydanı kaynağı: Sondajla çıkartılıp koşu meydanı su deposuna toplamam 0 sertlik derecesindedir ve debisi 10 lt/sn'di. Bu depo bağların bir kısmı ile cezaevi civarının su ihtiyacını karşılamaktadır (10) İlimizdeki mevcut içmesuyu iki ana gruptan ibarettir; kaynak suları ve derin kuyulardan dalgıç pompalarla çıkarılan sular.Gözeli su kaynakları ve 20 kuyudan dalgıç pompa ile çıkarılan sular Bağlarbaşı ana su deposuna isale hattı ile gelmekte ve dağıtımı yapılmaktadır. Ayrıca şehirdeki mevcut depolardan dalgıç motorlarla su çıkarılıp dağıtılmaktadır. İçme suyu ana kaynaklarının başında Gözeli su membası gelmektedir. Diyarbakır'ın en eski su kaynağıdır. Zamanla kaynağın su kapasitesi artırılmıştır. Bu kaynaktan sağlanan içme suyu 810 L/s kapasiteli bir isale hattı ile şehir şebekesine verilmektedir. Ayrıca şehrimizin değişik semtlerinde bulunan 3 kaynak ve bir su sondaj kuyusu mevcuttur. Bunlardan Alipınar su kaynağı 50 L/s civarında bir debiye sahip olup kaynak üzerinde kurulmuştur. Aynı şekilde pompa sistemi ile suları şehir şebekesine verilen Anzele su kaynağı 150 L/s, İçkale su kaynağı ise 40 L/s'lik bir debiye sahiptir. Koşuyolu su sondaj kuyusunun debisi ise 15 L/s'dir. Bu su direkt olarak şehir içme suyu şebekesine verilmektedir. Halen 34 su kuyusu mevcuttur. İlimizde kullanılan yıllık ortalama içme suyu miktarı 30.000.000 m3'dür. İlimizde içme ve kullanma suyu ile ilgili paket proje kapsamında Dicle Barajı şehir içme suyu isale hattı, isale hattı üzerinden yapılacak hamsu arıtma tesisleri, şehir içi içme suyu projesi, şehir içi kanalizasyon şebekesi projesi, yüklenici firma tarafından yapılmaya başlanmıştır. Su kirliliği için özel klorlama cihazları kullanılmaktadır. Klorlamanın sağlıklı yapılıp yapılmadığı her gün Çevre Sağlık Müdürlüğü teknisyenlerince şehrin çeşitli yerlerinden alınan su numunelerin tahlili ile denetlenmektedir. İlimizde içme ve kullanma sularının Hıfzıssıhha Müdürlüğü tarafından kimyasal ve bakteriyolojik analizleri yapılmakta olup Çevre Sağlık Müdürlüğü'nce kontrolü yapılmaktadır. Atık Su Sistemi, Kanalizasyon ve Arıtma Sistemi: Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, atık su arıtma tesisi DİSKİ Genel Müdürlüğü tarafından faaliyete geçirilmiştir. Büyükşehir Belediyesine tabi olan atık su arıtma tesisi, şuanda % 30 verimle, mekanik olarak arıtma yapmaktadır. 433 Şehirdeki evsel atıksular yaklaşık 300 km uzunluğunda toplama sistemi ile toplanarak, toplam 17 km uzunluğunda çapları 700 mm ile 1800 mm arasında değişen kolektör hatlarına bağlanarak 2000 mm' lik tek bir kolektör hattı ile cazibeli bir şekilde arıtılmak üzere Atık su arıtma tesisine verilmektedir. Kent içindeki atık suların toplanıp bunların tekrar kullanıma sunulması amacıyla yapılan toplama sistemleri üç alt kademe belediyesinden, Suriçi ve Yenişehir Belediyesi sınırları dahilinde tamamlanmış olup, Bağlar Belediyesi sınırları dahilindeki yerleşim alanlarında tamamlama çalışmaları sürdürülmektedir. Alt yapısı tamamen yenilenmiş olan Sur içi Belediyesi sınırları dahilinde evsel atık sular ve yağmur suları için ayrı toplama sistemleri yerleştirilmiş olmakla birlikte, büyük oranda eski toplama sistemlerinin kullanıldığı diğer yerleşim alanlarında evsel atık sular ve yağmur suları henüz aynı sistemle toplanmaya devam etmektedir (Kaynak: Diski Genel Müdürlüğü). Atık su arıtma tesisi çamur arıtım ünitesinden çıkan çürümüş çamurlar gerekli analiz ve araştırmalardan sonra uygun bulunursa tarım arazilerinde toprak iyileştirici ve gübre şeklinde kullanılması düşünülmektedir. Çıkacak olan metan gazının ise ısınma amaçlı kullanılması plânlanmaktadır (11). Diyarbakırın Tarihi Çeşmeleri: Diyarbakır'da irili ufaklı çok sayıda çeşme bulunmaktadır. Bu çeşmelerin büyük çoğunluğu Osmanlı döneminde yapılmışlardır. Kanuni Sultan Süleyman'ın Hamravat Kemeri ile şehre su getirmesinden sonra şehirde çeşmeler çoğalmıştır. Evliya Çelebi de şehrin sularının Ayn-ı Ali Pınarı, İçkale kaynağı Suyu ve Ayn-ı Şakkil-Acuz sularının şehrin su gereksinimini karşıladığını belirtmiştir. Bu sulardan ötürü Diyarbakır da su sıkıntısı çekilmemiş, ayrıca evlerin içerisindeki avlularda havuzlar, selsebiller ve su depoları yapılmıştır.1290 tarihli Diyarbekir Vilayeti Salnamesi şehirde 130 çeşmenin bulunduğunu yazmaktadır.. (7). Bugün çoğunun biraz şekil değiştirse de ayakta olduğu bu çeşmeler, genel olarak iki grupta toplanmaktadır. Birincisi bağımsız çeşmelerdir. Bu tip çeşmelerin en güzel örneklerinden biri İçkale'de kemerli kısmı geçince karşımıza çıkmaktadır. Halk arasında İçkale Çeşmesi, Arslanlı Çeşme diye tanınır. Üzerinde yazıtı yoktur. Çeşmenin musluk kısmı basık bir kemerle içeri çekilmiş, içerde tekrar dilimli bir kemere yer verilmiştir . Çeşmeye musluk yerine bir arslan heykeli konmuştur. Su bu arslanın ağzından akmaktadır. Devşirme olması mümkün bu arslan heykelinden dolayı, çeşme halk arasında Arslanlı Çeşme olarak bilinir. Bütün diğer Diyarbakır çeşmeleri gibi kesme kara taştan yapılmıştır. Bu çeşmede dikkati çeken diğer bir özellik üst kısmındadır. Çeşmenin üst kısmında iki beyaz kısa sütun üzerine üçgen bir alınlık konmuş, çeşmenin dikine çizgileri uzatılmıştır. Bu kısmın çeşmeye sonradan eklendiği, üst kısımdaki silmelerden açıkça belli olmaktadır. Bu tip çeşmelerin diğer bir örneği, Mardin Kapısı'ndan çıkar çıkmaz soldadır. 434 Halk arasında Hatun Çeşmesi, Hatun Kastal'ı olarak tanınır. Diğer çeşme gibi, kesme kara taştan yapılmıştır. Üç yönlü çeşmenin, hafif sivri kemerler içinde yer alan musluk ve taştan oluklarından su akmaktadır . Çeşmenin batıya, caddeye bakan kısmı düzdür. Doğu cephesinde ise büyük kemer bulunur. Kemerin içinde yalnız burada olmak üzere üç sıra beyaz taş kullanılmıştır. İki satırlık yazıtı okunamamaktadır. Aşağıdaki iki musluğun üstlerinde ise, iki niş yer alır. Kuzey ve güney dar cephelerinde de, aynı ön cephenin genel çizgileri hâkimdir, fakat dar olduklarından bir taş oluktan su akmakta ve üstlerinde bir niş yer almaktadır. Üçünün önüne ayrıca birer yalak konmuştur. Diyarbakır'da yoğun şekilde karşımıza çıkan çeşmelerin ikinci grubu, daha çok bir duvara, veya bir yapının cephesine yerleştirilmiştir. Bunun en eski örneklerinden birisi, Zinciriye Medresesi'nin ön cephesindeki çeşmedir. Ev duvarlarına, yapıların cephesine konan bu çeşmelerin bir diğer örneği, Örfizâde Tekkesi önündeki çeşmedir Diğer çeşmelerden pek farklı olmayan bu çeşmelerde, taştan konsolları bulunan taştan saçaklar dikkati çekmektedir. Genellikle yaslandığı duvardan biraz taşan, bir kemerle içeri girinti yapan bu çeşmelerde, kemerin içinde musluk ve nişler yer alır . Kemeri, köşelerindeki köşe sütunları süslü olanlar da vardır Bu tip çeşmeler içinde bir duvara yaslanmakla beraber, bağımsız çeşmelerin özelliklerini yansıtan örneklere de rastlanmaktadır. Bunların bir örneği Mardin Kapısı'nın hemen içinde Ömer Şeddad Camisi'nin önünde yer alan çeşmedir . Bir geniş kemerin şekillendirdiği bu çeşmenin, ortadaki biraz aşağıda olmak üzere üç nişi vardır. Nişlerin üzerinde üç bö lümlü yazıt dikkati çekmektedir. Zamanla bozulmuş olan bu yazıtlar, S. Savcı'nın 1208-1209 m. (605 h.) tarihli Şeyh Şüca Çeşmesı'ne ait verdiği yazıtlar olmalıdır (XIII. yüzyılın başına ait bu erken devir çeşmesi, ayrıca bir yapılar topluluğundan kalabilen kısımlardan biridir. Daha önce bu çevrede Şeyh Şüca adına bir medrese bulunuyordu. Zamanla medrese yıkılmış, çeşme ve türbe kalmıştır. Bu tip çeşmelerin son örneği Evliya Çelebî'nin Ayn-ı Erbaa-taş diye sözünü ettiği ve üzerindeki yazıttan 1531 m. (932 h.) yılında Kanuni Sultan Süleyman devrinde yapıldığı anlaşılan Arbedaş Çeşmesi'dir. Nasuh Paşa Meydanı'nda, Saray Kapısı'na gidilen yolun sol tarafında, sur burçlarının birleştiği noktadadır. Yol düzeyinden aşağıda bulunan bu çeşmeye, altı basamaklı bir merdivenle inilir. Önünde bir havuz vardır, iki musluktan su buraya akar. Daha çok pınar görünümündeki Arbedaş Çeşmesi, ikinci grup çeşmeler içine girmekteyse de, yine de özel bir durumu vardır (12). Şimdi çeşmelere biraz daha detaylı bakalım: İçkale Çeşmesi (Merkez) Diyarbakır'da İçkale'de bulunan, halk arasında Arslanlı Çeşme olarak tanınan bu çeşmenin kitabesi olmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. 435 Çeşmenin musluk yerinde bir arslan başı vardır ve sular buradan akmaktadır. Büyük olasılıkla bu arslan başka bir yapıdan buraya getirilmiştir. Çeşme kesme taştan yapılmıştır. Çeşmenin üst kısmında iki kısa beyaz sütun üzerine bir üçgen alınlık konulmuştur. Bunun da çeşmeye sonradan eklendiği sanılmaktadır. Hatun Çeşmesi (Merkez) Diyarbakır'da Mardin Kapısı çıkışında bulunan bu çeşmeye halk arasında Hatun Çeşmesi veya Hatun Kastalı denilmektedir. Bu çeşmenin de ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir Kesme kare taştan yapılan çeşme üç yönlüdür. Her bölüm sivri kemerli ayna taşı, musluk ve yalaktan meydana gelmiştir. Çeşmenin batıya yönelik kısmı düzdür. Doğu cephesinde ise büyük bir kemer bulunmaktadır. İç kısmında üç beyaz taş kullanılmıştır. Burada bulunan iki satırlık kitabe oldukça bozulmuş, bu yüzden de okunamamıştır. Kuzey ve güney yönündeki bölümleri oldukça dar olup buradaki dar bir oluktan su akmakta,üzerini de bir niş kapatmaktadır. Çeşmelerden her üçünün önünde birer yalak bulunmaktadır. Zinciriye Medresesi Çeşmesi (Merkez) Diyarbakır Zinciriye Medresesi'nin ön cephesinde bulunan bu çeşme kesme kaştan yapılmıştır. Ayna taşa yalak ve musluğun bulunduğu kısım yuvarlak bir kemer içerisine alınmıştır. Bu çeşmenin Zinciriye Medresesi ile birlikte XII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Örfizade Çeşmesi (Merkez) Diyarbakır Örfizade Tekkesi önünde bulunan bu çeşme yaslandığı duvardan biraz dışarı taşkındır. Üzerinde taş konsollar bulunan çeşmenin ayna taşı muslukları ve yalak kısmı sivri bir kemer içerisine alınmıştır. Kemerin köşelerine süs amaçlı küçük sütunlar yerleştirilmiştir. Ömer Şeddad Çeşmesi (Merkez) Diyarbakır Mardin kapısı içerisinde, Ömer Şeddad Camisi'nin önünde yer alan çeşme geniş bir kemerle sınırlandırılmıştır. Bu çeşmenin içerisinde üç niş bulunmaktadır. Bunların üzerindeki kitabe bozulduğundan tam olarak okunamamıştır. Arbedaş Çeşmesi (Merkez) Diyarbakır Nasuh Paşa Meydanı'nda, Saray kapısına giden yolun sur duvarları ile birleştiği yerdedir. Çeşmenin üzerindeki kitabede Kanuni sultan Süleyman zamanında l531 yılında yaptırıldığı öğrenilmektedir. Cadde seviyesinden aşağıda olan çeşmeye altı basamaklı bir merdivenle inilmektendir. Önünde bir havuzu bulunan çeşmeye iki musluktan su akmaktadır. (7) E. Çelebi bu suyu şekilde tanımlar; Erbaataş suyunun özellikleri:İsminin nedeni şöyledir: Çok soğuk olduğundan içinden dört taş çıkaramaya yaratılmış bir kişinin gücü yetmez. Onun için erbaa (dört) taş denilen temiz bir sudur. Bu saf su Nasuhpaşa Meydanı semtinde içkale duvarına bitişiktir (9). 436 Tahtalı Katsal Sokak Çeşmesi Melik Ahmet Paşa Caddesi, Ziya Gökalp Mahallesi, Tahtalı Katsal Sokak'ta bulunmaktadır . Çeşme nişinde 0.24 x 0.60 m. Ölçülerinde bir kitabe bulunmaktadır. Beyaz kesme taşa üç satır olarak yazılmış kitabenin yazı karakteri taliktir. Kitabenin bir kısmı tahrip olduğundan kısmen okunabilmiştir. Kitabenin ikinci satırında okunan “cedid” kelimesinden çeşmenin yenilendiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla mevcut kitabe bir onarım kitabesidir. - ………………………ﭼﺸﻢ ﺑﻮ اوﻻن وﻗﻔﯿﻨﺪان ﻗﺎﻧﻮﻧﻲ ﺳﻮﻟﯿﻤﺎن..…… ﻣﺼﻄﻔﻰ -ﺟﺪﯾﺪ……………………………………ﭼﺸﻢ ﺗﺤﺘﻠﻰ. - ……دﻋﺎﻟﺮﻻ ﻓﺎﺗﺤﯿﻼ……………روﺣﻮﻧﻮ ﺧﯿﺮ أھﻞ إﯾﭽﻨﻠﺮ ﺳﻮﯾﻮ١٣٤٥ Okunuşu: 1- Süleyman Kanuni Vakfından olan bu çeşmenin………….. Mustafa 2- Tahtalı Çeşme……………………………cedid 3- Suyu içenler ehli hayrın ruhunu…………fatihayla dualarla H.1345 Kitabedeki ifade ve vakıf eser olan çeşmenin halka sunulmasındaki sebepler daha belirgin olarak hadis literatüründe açığa çıkmaktadır: “Bir insan öldüğünde onun ameli(nin sevabı) kesilir(ameller defteri kapanır); yalnız, devam eden sadakası (hayır hizmeti), faydalı ilmi bir eseri, Allah'a onun için dua eden bir evladı olan kimsenin defteri kapanmaz” . Bu ve buna benzer ifadeler, hayır vakıflarının kurulmasında teşvik edici olmuştur. Tamamen düzgün kesme taştan inşa edilmiş olan çeşme bugün işlevini yitirmiştir. Diyarbakır çeşmeleri arasında en süslü çeşme olarak bilinen yapı, dikkat çekicidir . Tek kemerli çeşmenin yüksekliği 3.08 m., genişliği 2.36 m., derinliği ise 0.46 m.dir. Dikdörtgen bir form arz eden çeşme nişinin genişliği 1.97 m.dir. Nişin etrafını kuşatan 0.20 m. kalınlığından yarım daire formlu kemer sütuncelere oturmaktadır. Sütun başlıkları yüzeysel oyma şeklinde geometrik motiflerle bezenmiştir. Sütunlardan sağdaki sekiz kollu yıldız kompozisyonu daire formlu kemerde de kullanılmıştır. Ancak soldaki sütunda kompozisyon olarak eğik çizgilerle oluşturulmuş zikzaklar görülür.Ayna taşının üzerinde üç açıklık bulunmaktadır. Çeşmenin önünde 0.20 m. derinliğinde bir yalak bulunmaktadır. Yalağın her iki tarafında 0.37 x 0.47 m. ölçülerinde birer seki mevcuttur. Saçak kısmı yıkılmış olan çeşmenin kemer ve sütunlarındaki süsleme kompozisyonunun burada da olduğunu gösteren parçalar mevcuttur . Çeşmenin beyaz renkli kitabe taşı, kemer ve sütunlardaki yüzeysel süslemeler yapıyı ayrı bir konuma taşımaktadır. Arap Şeyh Cami Çeşmesi Hasırlı Mahallesi, Bahçe 2. Sokak'ta Arap Şeyh Camii bitişiğindedir. Çeşme üzerinde 0.40 x 0.22 m. ölçülerinde kitabe bulunmaktadır. İki satır halinde ve talik karakterinde yazılan kitabede H.1145/ M. 1732 tarihi ebced hesabı ile yer almaktadır. 437 Arap Şeyh Camii Vakıflarındaki kaydına göre, Diyarbakır'ın 71. Osmanlı Valisi Kara Mustafa Paşa, tarafından 1650 tarihinde yaptırılmıştır. (Tuncer, 1996, s. 179). Bu bilgi doğrultusunda Arap Şeyh Cami Çeşmesi 1650 tarihinden sonra inşa edilmiş olmalıdır. Bu bilgilerden yola çıkarak çeşmeyi, XVII. Yüzyılın ikinci yarısına tarihlendirebiliriz. Kitabenin metni şöyledir: - ﻧﻚ ﭼﺸﻤﺴﮫ ﺧﺎﺗﻮن ﺷﺮﯾﻔﮫ ﺗﻌﻤﯿﺮﻧﻰ اﯾﻠﺪى. ...... اﯾﻠﮫ م..... ﺗﺎرﯾﺦ....دف.....ج: ١٠٧٢ ١١٤٥ Okunuşu: 1- Eyledi tamirini Şerife hatun çeşmenin H.1072 / M. 1661 2- …..m ile tarih ……def'i H. 1145 / M. 1732 Bugün kullanılmayan çeşme tamamen kaba yontulmuş kesme taştan inşa edilmiştir (fot.2). Çeşmede kemerin bittiği seviyede ayrıca bir sıra beyaz kesme taş da kullanılmıştır. Arkasındaki camii avlusunun duvarına bitişik inşa edilen çeşme kareye yakın bir form arz etmektedir. Yapının lüle kısmı dışında tamamı sağlam durumdadır. Tek kemerli olarak inşa edilen çeşme, 2.43 m. yükseklikte, 2.78 m. genişliğinde ve 0.74 m. derinliğindedir. Nişin etrafını kuşatan 0.20 m. kalınlığındaki sivri kemer, beş sıra düzgün sıralı kesme taş ayaklar üzerine oturmaktadır. Çeşmenin ayna taşı üzerinde 0.42 x 0.34 m. ölçülerinde niş bulunmaktadır. Sivri kemerin bitim noktasında bir sıra beyaz taş kullanımı yapıya hareketlilik katmıştır. Sade görünümlü çeşmede süsleme olarak sivri kemer yapısından, beyaz taş kullanımından ve oldukça düzgün yazılı kitabesinden söz edilebilir. Çeşmede saçak kısmı düz bir silme şeklinde düzenlenmiş olup cepheden 0.10 m. dışa taşırılmıştır (8). Tahtalı Katsal Sokak Çeşmesi Melik Ahmet Paşa Caddesi, Ziya Gökalp Mahallesi, Tahtalı Katsal Sokak'ta bulunmaktadır . Çeşme nişinde 0.24 x 0.60 m. Ölçülerinde bir kitabe bulunmaktadır. Beyaz kesme taşa üç satır olarak yazılmış kitabenin yazı karakteri taliktir. Kitabenin bir kısmı tahrip olduğundan kısmen okunabilmiştir. Kitabenin ikinci satırında okunan “cedid” kelimesinden çeşmenin yenilendiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla mevcut kitabe bir onarım kitabesidir. - ………………………ﭼﺸﻢ ﺑﻮ اوﻻن وﻗﻔﯿﻨﺪان ﻗﺎﻧﻮﻧﻲ ﺳﻮﻟﯿﻤﺎن..…… ﻣﺼﻄﻔﻰ -ﺟﺪﯾﺪ……………………………………ﭼﺸﻢ ﺗﺤﺘﻠﻰ. - ……دﻋﺎﻟﺮﻻ ﻓﺎﺗﺤﯿﻼ……………روﺣﻮﻧﻮ ﺧﯿﺮ أھﻞ إﯾﭽﻨﻠﺮ ﺳﻮﯾﻮ١٣٤٥ Okunuşu: 1- Süleyman Kanuni Vakfından olan bu çeşmenin………….. Mustafa 2- Tahtalı Çeşme……………………………cedid 3- Suyu içenler ehli hayrın ruhunu…………fatihayla dualarla H.1345 438 Kitabedeki ifade ve vakıf eser olan çeşmenin halka sunulmasındaki sebepler daha belirgin olarak hadis literatüründe açığa çıkmaktadır: “Bir insan öldüğünde onun ameli (nin sevabı) kesilir (ameller defteri kapanır); yalnız, devam eden sadakası (hayır hizmeti), faydalı ilmi bir eseri, Allah'a onun için dua eden bir evladı olan kimsenin defteri kapanmaz” . Bu ve buna benzer ifadeler, hayır vakıflarının kurulmasında teşvik edici olmuştur. Tamamen düzgün kesme taştan inşa edilmiş olan çeşme bugün işlevini yitirmiştir. Diyarbakır çeşmeleri arasında en süslü çeşme olarak bilinen yapı, dikkat çekicidir . Tek kemerli çeşmenin yüksekliği 3.08 m., genişliği 2.36 m., derinliği ise 0.46 m.dir. Dikdörtgen bir form arz eden çeşme nişinin genişliği 1.97 m.dir. Nişin etrafını kuşatan 0.20 m. kalınlığından yarım daire formlu kemer sütuncelere oturmaktadır. Sütun başlıkları yüzeysel oyma şeklinde geometrik motiflerle bezenmiştir. Sütunlardan sağdaki sekiz kollu yıldız kompozisyonu daire formlu kemerde de kullanılmıştır. Ancak soldaki sütunda kompozisyon olarak eğik çizgilerle oluşturulmuş zikzaklar görülür.Ayna taşının üzerinde üç açıklık bulunmaktadır. Çeşmenin önünde 0.20 m. derinliğinde bir yalak bulunmaktadır. Yalağın her iki tarafında 0.37 x 0.47 m. ölçülerinde birer seki mevcuttur. Saçak kısmı yıkılmış olan çeşmenin kemer ve sütunlarındaki süsleme kompozisyonunun burada da olduğunu gösteren parçalar mevcuttur . Çeşmenin beyaz renkli kitabe taşı, kemer ve sütunlardaki yüzeysel süslemeler yapıyı ayrı bir konuma taşımaktadır (8). Arap Şeyh Cami Çeşmesi Hasırlı Mahallesi, Bahçe 2. Sokak'ta Arap Şeyh Camii bitişiğindedir. Çeşme üzerinde 0.40 x 0.22 m. ölçülerinde kitabe bulunmaktadır. İki satır halinde ve talik karakterinde yazılan kitabede H.1145/ M. 1732 tarihi ebced hesabı ile yer almaktadır Arap Şeyh Camii Vakıflarındaki kaydına göre, Diyarbakır'ın 71. Osmanlı Valisi Kara Mustafa Paşa, tarafından 1650 tarihinde yaptırılmıştır. (Tuncer, 1996, s. 179). Bu bilgi doğrultusunda Arap Şeyh Cami Çeşmesi 1650 tarihinden sonra inşa edilmiş olmalıdır. Bu bilgilerden yola çıkarak çeşmeyi, XVII. Yüzyılın ikinci yarısına tarihlendirebiliriz. Kitabenin metni şöyledir: - ﻧﻚ ﭼﺸﻤﺴﮫ ﺧﺎﺗﻮن ﺷﺮﯾﻔﮫ ﺗﻌﻤﯿﺮﻧﻰ اﯾﻠﺪى. - ...... اﯾﻠﮫ م..... ﺗﺎرﯾﺦ....دف.....ج: ١٠٧٢ ١١٤٥ Okunuşu: 1- Eyledi tamirini Şerife hatun çeşmenin H.1072 / M. 1661 2- …..m ile tarih ……def'i H. 1145 / M. 1732 Bugün kullanılmayan çeşme tamamen kaba yontulmuş kesme taştan inşa edilmiştir. (fot.2). Çeşmede kemerin bittiği seviyede ayrıca bir sıra beyaz kesme taş da 439 kullanılmıştır. Arkasındaki camii avlusunun duvarına bitişik inşa edilen çeşme kareye yakın bir form arz etmektedir. Yapının lüle kısmı dışında tamamı sağlam durumdadır. Tek kemerli olarak inşa edilen çeşme, 2.43 m. yükseklikte, 2.78 m. genişliğinde ve 0.74 m. derinliğindedir. Nişin etrafını kuşatan 0.20 m. kalınlığındaki sivri kemer, beş sıra düzgün sıralı kesme taş ayaklar üzerine oturmaktadır. Çeşmenin ayna taşı üzerinde 0.42 x 0.34 m. ölçülerinde niş bulunmaktadır. Sivri kemerin bitim noktasında bir sıra beyaz taş kullanımı yapıya hareketlilik katmıştır. Sade görünümlü çeşmede süsleme olarak sivri kemer yapısından, beyaz taş kullanımından ve oldukça düzgün yazılı kitabesinden söz edilebilir. Çeşmede saçak kısmı düz bir silme şeklinde düzenlenmiş olup cepheden 0.10 m. dışa taşırılmıştır (8). Sultan Şüca Çeşmesi Ali Paşa Mahallesi, Mardin Kapısı'nda bugünkü Turistik Cadde'nin sol kanadında yer almaktadır. Çeşme üzerinde mevcut üç kitabe bulunmaktadır. Bu kitabeler, 1943 yılında Süleyman Savcı tarafından okunmuştur. Ancak günümüzde bu kitabelerden yalnızca ortadaki okunabilecek durumdadır. Savcı'ya göre H.605 /M.1208-1209 tarihli olan bu çeşme; XIII. yüzyılın başına tarihlendirilen daha önce bu çevrede Şeyh Şüca adına yapılan medrese, türbe ve çeşme gibi yapılar topluluğundan kalan bir eserdir (Savcı, 1943, s. 748-750; Sözen, 1971, s. 222). Çeşme nişinde yer alan kitabelerden ortadakinin metni şöyledir: - ﺳﻨﮫ اﻟﻔﺎﺗﺤﮫ٦٠٥ - اﻟﺸﺠﻌﻰ اﻟﺴﻠﻄﺎن - ﻣﺎﺋﺔ ﺳﺘﺔ ﺧﻤﺲ ﺳﻨﮫ ﻓﻰ Okunuşu: 1- El Fatiha sene 605 2- Es Sultani Eş-Şüca 3- Fi sene hamse ve site mie Kitabelerden sağdakinin metni ise şöyledir: - (دﻋﺎدر اوﻻن ﻣﺮاد ﻣﺘﻦ )ﻋﻼ. - ﭼﺸﻤﺴﮫ ﺑﻮ اﯾﺶ ﺳﻰ١١٢٥ Okunuşu: 1- (ala)metten murat olan duadır bugün bana…? 2- İş bu çeşmenin 440 Sene 1125 Ömer Şeddad Camisi'nin önünde yer alan çeşme, arkasında bir Duvara yaslanmış durumdadır. Günümüzde kullanılan çeşme düzgün Kesme taştan inşa edilmiştir. Sivri kemerli yapılan çeşme, 3.10 m. yükseklik, 6.86 m. genişliği ile yatay dikdörtgen bir form arz etmektedir. 0.74 m. derinliğinde olan çeşme nişinin etrafını 0.12 m. kalınlığında sivri kemer kuşatmaktadır . Kemer yanlarda zeminden altı sıra düzgün sıralı kesme taş ayaklar üzerine oturmaktadır. Geniş çeşme nişinin, ortadaki biraz aşağıda olmak üzere üç nişi vardır. Nişlerin üzerinde üç bölümlü yazıt dikkati çekmektedir. Zamanla tahrip olmuş kitabelerden bugün sadece ortadaki okunacak durumdadır. Çeşmenin aynalığında birinden su akan, ikisi kapatılmış toplam üç lülesi bulunmaktadır. Çeşmenin önünde ayrıca 0.12 m. derinliğinde yalak yer almaktadır. Çeşmede saçak kısmı düz bir silme şeklinde düzenlenmiş olup, cepheden 0.13 m. dışa taşkındır. Oldukça sade görünümlü çeşmede, süsleme olarak çeşme nişi içerisinde bir sıra beyaz taşın kullanıldığından ve sivri kemerden bahsedilebilir . Ayrıca çeşmeyi kullanacak insanların eşyalarını koymaları için yapılmış küçük nişçikler de yapıya hareketlilik kazandırmıştır. Çeşmelerin cephe biçimlerini oluşturan kemer formları çeşitli olup sivri kemer ve yarım daire formlu kemer daha çok tercih edilmiştir. Çeşme nişlerini kuşatan kemerler, yanlarda duvar ve duvara gömülü sütun ve sütunçelere oturmaktadır. Çeşmelerin ahşap çatı ve sundurmaları mevcut değildir. Çeşmelerde dikkati çeken en önemli husus, taslıkların kemerli küçük birer niş formunda olmasıdır. Ayna taşlarında ve kitabelerde farklı malzeme kullanılmayıp, kesme bazalt taş malzemenin tercih edildiği görülür. Diyarbakır çeşmelerinde, süsleme daha çok ön cephede yoğunlaşmıştır. Süslemenin taşa bağlı olarak çeşitlilik gösterdiği söylenebilir. Çeşmelerden bazılarında renkli taşla yapılan süslemeler dikkati çeker. Çeşmeler arasında süslemenin en yoğun kullanıldığı Tahtalı Katsal Çeşmesi'nin geometrik ve bitkisel süsleme kompozisyonlarının yüzeysel olarak işlendiği görülür. Diyarbakır merkezinde bulunan çeşmelerin; malzeme ve yapı tasarımı bakımından, Anadolu'daki tarihi su yapıları içerisinde önemli bir yere sahip olduklarını söyleyebiliriz. Tarihi kaynaklarda 131 tane çeşmenin varlığından söz edilirken, bugün sadece 33 tane çeşmenin sağlam durumda günümüze ulaşması konunun önemini ortaya koymaktadır. Çeşmelerin önemi konusunda dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus, dönemlerinin üslup özelliklerini yansıtmakla birlikte mahalli özellikler göstermesidir. Diyarbakır'ın sıcak yaz günlerinde insanların kullanımı için çeşmelerin bir an önce onarılarak eski canlılığına kavuşturulması sağlanmalıdır. Bu eserler ancak asli fonksiyonları kazandırılarak gelecek kuşaklara bir kültür mirası olarak bırakılabilir (8). 441 Çeşme resimlerine örnekl İçkalede aslanlı çeşme Mardinkapı Sultan Suca çeşmesi Sarı Saltuk türbesinde eski bir çeşme 442 Nasuhpaşa cami karşı sokağında eski bir çeşme Karşık Budak........ mescidi çeşmesi . Yiğit Ahmet sokakta bir çeşme Kadı cami karşısında çeşme Sultan Suca çeşmesi Mardinkapı'da Alipaşa tarafında atıl bir çeşme Kurt İsmail paşa çeşmesi İsmet paşa ilkokulu önünde çeşme (Altında şeyh Ömer efendi yatıyor.) Meryemana kilisesi çeşmesi İsmetpaşa ilkokulu arkası tahtalı kastal 443 . Ziya Gökalp sokakta bir çeşme Şeyh Arap camii çeşmesi Hanzade camii çeşmesi Hz Süleyman Camii içinde tarihi bir çeşme 444 - - Kadın destek merkezi yanı çeşme - Behrampaşa konağı çeşmesi Lala kasımbey camii çeşmesi Dabanoğlu mahallesinde bir çeşme Fiskayada hamidiye çeşmesi (Şu an yok) Cemil paşa konağı önünde çeşme Hatun kastalı Anıtparkta bulunan geçmişten esin alınarak yapılan çeşmeler 445 KAYNAKLAR 1- Basri KONYAR Diyarbekir Yıllığı Ankara 1936, sf 207, 211-212 2- Şevket BEYSANOĞLU Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi 2. cilt 3- (DİSKİ) 4- O. Cezmi Tuncer. Diyarbakır Evleri.Büyükşehir Belediye yayi.1999.s.10 5- Muştafa Âkif Tütenk Aımid Şehrinin Hicretten Evvel Menba Suları» Karaamid dergisi. 1956-1957-1958 .365 6- Öğr. Gör. Aysel Yılmaz **Yrd. Doç. Dr. Mine Baran. Diyarbakırın Tarihi Suları Ve Çeşmeleri Diyarbakırda Tarım Çevre Doğa Sempozyumu.2011.C.2 7-www.kenthaber.com 8- Evindar Yeşilbaş Diyarbakır Çeşmelerinden Üç Örnek. Mukaddime, Sayı 1, 2010.s.47 9-Martin van Bruinessen ve Hendrik Boeschoten. Evliya Çelebi Diyarbekir'de. İst.1997.s.265 10- M. Faruk Albayrak: Diyarbakır Merkez İçme Suları.D.Ü.Coğrafya eğitimi bölümü.Diyarbakır.1996.s.19 11- T.C. Diyarbakır Valiliği Çevre Ve Orman Müdürlüğüdiyarbakır 200 4il Çevre Durum Raporu diyarbakır – 2005 12- Metin Sözen Diyarbakır'da Türk Mimarisi.İst.Evren ofset.1971. 446