Sayı: 132•Şubat 2011 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
Transkript
Sayı: 132•Şubat 2011 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
ŞUBAT 2011 - SAYI 132• 1• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM •2 Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM İÇİNDEKİLER Aylık Eğitim Dergisi•ISSN-1302-5600 Yıl: 11•Sayı: 132•Şubat 2011 ÇİZGİ•HAKKI USLU ........................................................................................ 2 Sahibi LEYLA•MEHMET EKİCİ .................................................................................... 3 • Genel Yayın Yönetmeni AZİZ ZEREN (Yayımlar Dairesi Başkanı) • Yazı İşleri Müdürü ARİF BÜK (arifbuk@meb.gov.tr) • Yayın Kurulu AHU ZAR•ZAHİT GENÇ . .................................................................................. 4 NİMET ÇUBUKÇU (Millî Eğitim Bakanı) DİNÇER EŞİTGİN ÇAĞRI GÜREL ŞABAN ÖZÜDOĞRU AYSUN İLDENİZ HAKKI USLU MACİT BALIK • Tasarım YÖNETİM VE YÖNETİM SÜREÇLERİ•RAMAZAN BALKİS . ..................................... 5 BİR SU DAMLASININ KISA ÖYKÜSÜ•KASIM KOÇAK ........................................ 10 HAYAT SUY(L)A YAZILAN YAZIDIR•VEFA TAŞDELEN . ....................................... 21 DURSUN YILDIZ İLE SU ÜZERİNE: “SU YAŞAMIN VE 21. YÜZYIL’IN EN STRATEJİK KAYNAĞIDIR”•ÇAĞRI GÜREL . ............................ 25 HAKKI USLU (huslu@meb.gov.tr) • İletişim ve Koordinasyon DİNÇER EŞİTGİN (desitgin@meb.gov.tr) • Yönetim Merkezi Yayımlar Dairesi Başkanlığı Teknikokullar/ANKARA http://yayim.meb.gov.tr e-posta: baae@meb.gov.tr Tel: (0 312) 212 81 45 / 4188 Fax: (0 312) 212 81 48 • Baskı Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü • Abone - Dağıtım HALİL İBRAHİM KINACI Tel: (0312) 866 22 01 / 246 Fax: (0 312) 866 22 72 Gönderilen eser ve çalışmalar yayımlansın veya yayımlan masın, iade edilmez. Yazıların içeriğinden yazarları sorum YUNUS EMRE’DE DÖRT UNSURA GİRİŞ -SU VE NİTELİĞİN HİKÂYESİ-•MUSTAFA TATCI ................................................. 31 YAŞAMIN ÖZÜ: SU•BUKET BAHAR DURMAZ DIVRAK - GALENA İŞ .................... 40 SU VE HİJYEN•ERKAN PEHLİVAN ................................................................... 45 SUYA HASRET BİR ŞAİR: FUZULİ•MUSTAFA ÖZÇELİK . ..................................... 51 TÜRKİYE’NİN YÜZEY SULARI VE YERALTI SULARI POTANSİYELİ GÜLTEKİN GÜNAY .......................................................................................... 56 SORUŞTURMA•ÇAĞRI GÜREL . ...................................................................... 61 ludur. Yayın Kurulu yazılar üzerinde değişiklik yapabilir. İLKÖĞRETİMDE SÜRDÜRÜLEBİLİR ÇEVRE EĞİTİMİNDE “Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim” adı anılmadan alıntı SUYUN YERİ•FATMA ÜNAL . .......................................................................... 68 yapılamaz. Millî Eğitim Bakanlığı Yayımlar Dairesi Başkan lığının 22.12.2005 tarih ve 6088 sayılı oluru ile basılmıştır. HÜSN Ü AŞK’TA ANÂSIR-I ERBAA (SU)•İBRAHİM GÜLTEKİN ............................ 74 Dergimizin yıllık abone bedeli 20 TL (öğretmen ve öğrenciler için 15 TL)’dir. Abone bedelinin Ziraat Bankası Elmadağ-An kara Şubesindeki Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğünün 2016676-5016 numaralı hesabına yatırılarak makbuzun ve açık adresin “Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü Hasanoğlan-ANKARA” adresine gönde SU VE UYGARLIK•ÖZDEMİR ÖZBAY ............................................................... 80 SU DOLU ATASÖZLER-DEYİMLER-DİZELER•ÇAĞRI GÜREL ................................ 83 rilmesi gerekmektedir. GÜNDEM ........................................................................................................ 87 Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları: 5007 Süreli Yayınlar Dizisi: 275 KAPAK FOTOĞRAFI: DİNÇER EŞİTGİN ÇİZGİ • Hakkı Uslu LEYLA MEHMET EKİCİ Sevdanın nârına yanmayan Mecnun Leyla’nın hatrına gözyaşı silsin Gözlerin her gece Leyla’ya benzer Görmeyen Leyla’yı, aşkı ne bilsin İstesen kalbimin süveydasından Kurtarıp sesimi vaveylasından Âşığın derdini o Leylası’ndan Sorsana Mecnun’a, ölüm, ne bilsin Çölde bir kum gibi ömür geçilmez Aşk, hasat mevsimi gelir biçilmez Derdimin dermanı hemen seçilmez Lokman’ın eczası, dilim ne bilsin Kalbimin canını köze çevirdin Vücûdumda yara göze çevirdin Şimdi gözlerini öze çevirdin Çektiğim hasreti ilim ne bilsin Bülbülüm ben, güle cesaretim yok Mecnun’um, Leyla’ya esaretim yok Doğmasam günlere beşaretim yok Yattığım o kara kilim ne bilsin 3• AHU ZAR ZAHİT GENÇ Var diyorlar her derdin bir dermanı, Dertler var ki, ateş yanar özünde. Gam ehlinin taşı deler figanı, Dertler var ki demir erir közünde. Acı dolu geçip giden günler var, Gönüllerde yer eylemiş ahu zar, Bunaldıkça sarar seni bir efkâr, Dertler var ki, yaş birikir gözünde. Düşüp dursa gözyaşların bağrına, Merhem olsun bir tebessüm ağrına, Sabır gerek, umut bağla yarına, Dertler var ki, derman yürür izinde. Dar gününde dostlarınız arardı, Kötü günde hayallerin karardı, Gül yüzünüz gam yükünden sarardı, Dertler var ki, yürek titrer sözünde. Gam yüküyle gece olur gündüzler, Gam yüzünden solar nice gül yüzler, Gamlandıkça çıkar yeni pürüzler, Dertler var ki, iz bırakır yüzünde. Yüreklere gam çöktükçe gülünmez, Dert dediğin başkasına dilenmez, Bahar da mı, kışta mısın bilinmez, Dertler var ki, kış yaşatır yazında. •4 YÖNETİM VE YÖNETİM SÜREÇLERİ RAMAZAN BALKİS Van Bilim ve Sanat Merkezi, Eğitim Yöneticisi Yard. İ nsanlar, tarihin ilk dönemlerinden beri çeşitli idari sistemler ve örgütler kurmuşlar ve bunları yönetmişlerdir. Toplumun en küçük birimi olan aile, yönetim bilgi ve tecrübelerinin kazanıldığı kurumların başında gelir. Yönetimle ilgili bilgi ve beceriler ilkin ailede edinilir ve sonra sosyalleşme süreci içerisinde okul, işyeri, dernek, vakıf ve siyasi parti gibi toplumun çeşitli kurumlarında geliştirilir. Aileden başlayarak aşiret, kabile, boy, site, krallık, imparatorluk ve ulus-devlet gibi biçimlerde ortaya çıkan sosyal ve siyasi kurumlar; insanların yönetim ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak oluşturdukları başlıca yapılardır. Bu bakımdan yönetim insanlık tarihi ile birlikte ortaya çıkmış bir beşerî ilişkiler olayıdır ve sosyal bir ihtiyaçtır. Yönetimin sosyal bir ihtiyaç olması, insanların birlikte yaşamalarının doğal bir sonucudur. Çünkü insan sosyal bir varlıktır. Tek başına hayatını sürdüremez; mutlaka başka insanlarla mal, hizmet, bilgi ve benzeri konularda karşılıklı ilişkiler içinde olması gerekir. İnsanlar arasındaki iktisadi, idari, siyasi ve sosyal ilişkiler; sosyal, idari, siyasi yapıyı meydana getirmektedir. Ramazan Balkis, Yönetim ve Yönetim Süreçleri, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011, ss. 5-8. Psikolojiden birey, sosyolojiden toplum, tarihten birikim, antropolojiden kültür, ekolojiden uyum, felsefeden ise düşünme bakış açılarını alan yönetimin, bunlardan yoksun kaldığı zaman hareket edemeyecek kadar dar bir alana sıkışacağı açıktır. Bu sebeple yönetim ve yönetici sosyal bilimlere vakıf olmalıdır. Çünkü sosyal bilimlerin yönetime kayda değer katkıları vardır. 5• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Örgüt ve sistemlerin hızla ve olağan gelişimi yönetim ve yönetici kavramlarına yepyeni anlam ve görevler yüklemiştir. Sosyal gelişmenin en belirli ve en mükemmel hali, fert ve toplum çıkarlarının birbirine zıt olmadığının anlaşılmasıdır. Eğitim kurumları da birer sosyal kurum olarak eğitici ve öğretici faaliyetlerini yerine getirirken, yönetim süreç ve özelliklerinden yararlanmak, kurumun ve iş görenlerin amaçları doğrultusunda gerçekleştirmek zorundadır. Başlıca yönetim süreçleri ise şunlardır: Karar verme Yönetim genel olarak, “işlerin yapılmasını sağlama” süreci olarak tanımlanır. Bu tanımda; daha önceden yapılan, hangi işlerin öncelik kazandığı konusundaki seçimin göz ardı edildiği g ö r ü l m e k t e d i r. Oysa neyin, nerede, nasıl, ne zaman ve kim tarafından yapılacağı belirlenmeden kişisel ya da yönetimsel hiçbir iş yapılamaz. Çünkü her şeyden önce, yapılması gereken yüzlerce, binlerce işten hangilerinin öncelikle yapılması, han- gisinden başlanması konusunda bir seçim, bir tercih yapmak zorunluluğu vardır. Karar verme; zihinsel bir süreç olup, örgütte herhangi bir işi, bir eylemi yapmadan önce gelir. Hiçbir örgütsel eylem karar vermeden yapılmaz. Örgütsel eylemlere ilişkin kararlar yönetim tarafından verilir. Bu nedenle; ünlü yönetim bilimci Simon’a göre; karar verme, yönetimin kalbidir. Davranışçı yönetim yaklaşımlarının; karar vermeyi, önemli bir yönetim bilimi konusu durumuna getirmelerinin ve onu yönetim süreçlerinin en başına koymalarının nedeni de, karar vermenin bu öneminden kaynaklanmaktadır. •6 Örgütlerde, insan davranışlarını etkilemenin ve ussal (rasyonel) davranışın anahtarı karar vermededir. Planlama Plan, önceden verilmiş bir karar türü olup, gelecekteki tutum ve davranışların bir resmi gibidir. Kuşkusuz; planlar, belirli bir süreyi kapsarlar. Plan; eldeki tüm kaynakları (bina, araç-gereç, ham madde, insan gücü, halkla ilişkiler vb.) kapsadığı gibi, yapılan ve yapılacak işlerin doğasını, tekniksel, ticari, parasal, ekonomik ve toplumsal koşulları dikkate almak zorundadır. Planlama; eldeki sınırlı kaynakların, toplum refahını ya da örgütsel verimliliği artırılmasında en az kayıpta kullanılmasını sağlamanın anahtarıdır. Bu açıdan; plan, örgütün gereksinimlerinin saptanmasını ve önceliklerin belirlenmesini gerekli kılar, uygulamalarda keyfiliği önler ve yönetici değişikliklerinde işin sürekliliğini sağlar. Yeterli bir iletişim sistemi ve etkili eşgüdümleme (koordinasyon), planlamanın sağlıklı olmasının ön şartlarıdır. Çünkü planlama, yönetici tarafından tek başına yapılan bir iş olmayıp, her ortak (kollektif) kararda olduğu gibi, çeşitli görevleri ve işlevleri yapan birimlerden gelecek bilgilere dayanır. Bununla birlikte; anımsatmak gerekir ki, kısa vadeli planlar, uzun vadeli planlara göre daha gerçekçidir. Örgütleme Örgütleme; belirli bir iş için, gerekli ve yararlı olan (insan gücü, para, malzeme, makine gibi) örgütün insan ve madde boyutuna ilişkin her şeyin sağlanması demektir. Başka bir deyişle; örgütleme, kimin ŞUBAT 2011 - SAYI 132• ve neyin nerede bulunması gerektiği ile ilgili kararlar vermeyi gerektirir. Örgütleme; kısacası insan ve maddenin en uygun biçimde kullanılmasını sağlamaktır. Emir verme Emir verme süreci; örgüt hiyerarşisi boyunca, her düzeydeki yöneticiler tarafından uygulanır. Klasik görüşlere göre; emir verme yetkisi pozisyondan gelir. Belirli bir yönetim görevine atanmış bulunan bir kişi, o pozisyona yasalarla verilmiş olan yetkilere sahip olur. Örgütte; genel müdür, genel müdür yardımcıları gibi, üst yöneticiler, şube müdürleri gibi orta düzey yöneticileri ve şefler gibi alt düzey yöneticileri bulunur. Her düzeydeki yönetici; üstlerinden emir alır, astlarına emir verir. Her yönetici için; emir vermenin amacı, kendi biriminde iş görenlerin örgüt amaçlarını gerçekleşmesine fazla katkısını sağlayabilmektir. Fayol’a göre; verilen emirlerin sağlıklı olması, belirli kişisel niteliklere ve yönetimin genel ilkelerine ilişkin bilgilere dayanır. Eşgüdümleme (Koordinasyon) Eşgüdümleme; iş bölümü yoluyla çeşitli parçalara ayrılmış bulunan örgütsel faaliyetlerin, değişik birimlerde değişik iş görenler tarafından harcanan çabaların, amaçları doğrultusunda bütünleştirilmesidir. Ne zaman iş bölümü zorunlu ise o zaman eşgüdümleme de zorunludur. İş bölümü yapılmamış bir örgüt düşünülemeyeceğinden, eşgüdümleme önemli bir yönetim sürecidir. Hatta çoğu kez, yöneticiler “koordinatör” olarak adlandırılırlar. Böylece yöneticilik ile koordinatörlük eş anlamlı iki sözcük durumuna gelmiştir. Eşgüdümleme açısından; yöneticiler bir orkestra şefi gibi işlevde bulunurlar. Bir orkestra şefinin; kendisi hiçbir müzik enstrümanı çalmadığı halde, birbirinden değişik müzik enstrümanları çalan müzisyenlerin çapalarını, elindeki değnekle belirli bir müzik parçasına dönüştürmeyi başardığı gibi, yönetici de örgütünde birbirinden farklı işler yapan bölümlerin, birimlerin, iş görenlerin çapalarını bütünleştirerek emirleri, planların, programların, bütçelerin uygulanmasını başarır. Eşgüdümleme; örgütü oluşturan tüm bölüm ve birimlerin, örgüt amacını en az para, zaman ve enerji kaybıyla gerçekleştirmesinin anahtarıdır. İletişim Örgüt, genellikle, bir iletişim ağı olarak tanımlanmaktadır. Gerçekten de iletişim sürecinin olmadığı herhangi bir örgüt düşünmek mümkün değildir. Karar verme, planlama, örgütleme, emir verme, eşgüdümleme, güdüleme, denetleme vb. tüm yönetim süreçlerinin temelinde iletişim süreci yatmaktadır. İletişim olmadan, herhangi bir örgütsel eylem ya da yönetim süreci gerçekleştirilemez. Etkili bir iletişime dayanan eşgüdümleme yoluyla, ortak bir anlayış geliştirerek, örgütteki birimler birbirine bağlanır. İletişim; insan ilişkilerinin ve güdülemenin can damarıdır. Güdüleme (Motivasyon) Her türlü örgütte yöneticiler tarafından, kişilerin tutum, davranış ve ilişkilerini değiştirerek yönlendirmek, çalışma isteğini artırır ve örgütün başarılı olmasını sağlar. Kısaca insan ilişkileri ve güdüleme tarihin her döneminde kişileri yönetmek durumunda olanların (yöneticilerin) ilgilendikleri bir konu olmuştur. Ünlü yönetim bilimci Chester Barnard’in tanımladığı gibi; örgüt, iki ya da daha fazla kişinin bilinçli olarak yaptığı faaliyetlerin eşgüdümlendiği (koordine edildiği) bir sistemdir. Denetleme Denetleme; örgütteki işlerin verilen emirlere, yasalara, planlara, bütçelere uygun olarak yapılıp yapılmadığının yönetici tarafından görülmesidir. Bunu, sonucun değerlendirilmesi izler. Bu anlamda denetleme, örgüt amaçlarına uygunluğun ölçülmesidir. Denetim, insan doğasının bir gereğidir. Her ne kadar; çağdaş yönetim anlayışında, insanların dıştan bir denetime ihtiyaç duymadığı kendi kendilerini denetleyip yönlendirebilecekleri anlayışı gelmişse de denetim önemli bir yönetim süreci olma özelliğini yitirmemiştir. 7• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Yapılan işlerin ölçülmesi, belirlenmiş standartlara uygunluğu açısından karşılaştırılması ve hataların düzeltilmesi denetimin üç önemli aşamasıdır. Bununla birlikte; eğitim örgütlerinde, etkinliği sağlamaya ve sürdürmeye yönelik denetimin rehberlik ve geliştiricilik yanı önem kazanır. Sonuç Eğitim sürecinde yol göstericilik ve geliştiricilik gibi önemli bir rol oynayan yöneticiler; çeşitli guruplardan ve çeşitli gereksinimleri, ilgileri ve beklentileri olan bireylerden oluşan toplumsal bir ortamda bulunmakta ve çalışmakta olduğunu unutmamalıdır. Görevinin; çeşitli güçleri, bireylerin ve grupların eylemlerini, olanaklar ölçüsünde ortak bir hedef doğrultusunda bütünleştirmek olduğunu bilmelerdir. Yöneticiler, yönetim alanındaki uygulamalarda kesinlikle hak, adalet ve eşitlikten ayrılmamalı, yönettiği personeli arasında asla ayrımcılık yapmamalıdır. Öte yandan, insan ilişkilerinde saygı, sevgi ve güvenin önemini bilmeli ve bu öğelere dayalı bir ortam oluşturmalıdır. Kurumundaki kişilerin her şeyden önce insan olduğu için çok üstün değer taşıdığını, onurlu, erdemli, bilinçli ve saygıdeğer olduğunu unutmamalıdır. İnsan değeri ile onurunun insan ilişkilerinde mihenk taşı olduğunu kavramalıdır. İnsanların farklı törelere, farklı düşüncelere ve farklı değer yargılarına sahip olduğunu unutmamalı ve bu farklılıkları ayrıştırıcı, parçalayıcı değil de, bütünleştirici, zenginleştirici ve birleştirici olarak görmelidir. Yine kurumla ilgili işlerde mutlaka personelinin görüşlerini (özellikle karar ve planlama aşamasında) almalı, onların görüş ve düşüncelerine değer vermeli ve gerekirse bu görüş ve düşünceleri rapor edip ilgili makamlara bildirmelidir. Ben yöneticiyim her şeyi ben bilirim, her şeyin iyisini ben yaparım, ben ne yaparsam doğrudur anlayışına kesinlikle sahip olmamalı ve bu anlayışın yönetim biliminde çok sakat ve olumsuz sonuçlar doğuracak bir anlayış olduğunu, başarının ve sağlıklı bir kurum kültürünün ekip çalışmasına bağlı olduğunu asla unutmamalıdır. Son olarak yönetici; yönetimin her aşamasında •8 yukarıda belirtilen yönetim süreçlerini çok iyi bilmeli ve bu süreçleri mutlaka uygulamalıdır. Yönetici; çağdaş yönetim anlayışı, çağdaş eğitim yönetimi, çağdaş okul yönetimi, çağdaş eğitim denetimi, yönetim süreçleri, yönetimde insan ilişkileri, çağdaş liderlik yaklaşımları, örgüt kültürü ve benzeri konularda kendisini çok iyi yetiştirmeli ve bu alanlarla ilgili çeşitli hizmet içi kurslarından geçirilmelidir. Kısacası yöneticiler sağlıklı bir eğitim ve yönetim anlayışı ile yetiştirilmeli ve buna bağlı olarak çok hassas bir konu olan yönetici atamaları da kesinlikle hak, adalet, eşitlik, liyakat ilkelerine ve sınav puanı üstünlüğüne göre yapılmalıdır. KAYNAKÇA Aydın, Mustafa. Eğitim Yönetimi Ankara Hertipoğlu Yayınları 2000. Bilal Eryılmaz, Kamu Yönetimi, İstanbul, 4. Baskı, Erkam Matbaacılık, 1998, s.1. Bursalıoğlu, Ziya. Okul Yönetiminde Yeni Yapı ve Davranış. Anadolu Üniversitesi Yayınları. 1979. Bursalıoğlu, Ziya, Eğitim Yönetiminde Teori ve Uygulama, A.Ü.E.F. Yay. 1974 Ankara. Cavide Uyargil, Stratejik İnsan Kaynakları Yönetiminde Kalite Yönetimi, Human Recources, Haziran 1997, İstanbul, s. 22. Çiğdem Kağıtçıbaşı, İnsan Aile Kültür, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1990,ss. 9–11. Çoşkun Can Aktan, Yönetimde Yeni Konseptler ve Tenikler, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı: 26, Cilt:26–27, 1999, s. 59. Elma, Cevat ve Arkadaşları, Yönetimde Çağdaş Yaklaşımlar, Anı Yay. 2003 Ankara. Erçetin, Şule, Yönetimde Yeni Yaklaşımlar, Nobel Yay. 2001, Ankara. İsmail Gökdeniz, Yönetimde Çağdaş Arayışlar, Yerel Yönetim Ve Denetim Dergisi, Cilt:3, Sayı: 8, Eylül 1998, ss. 4–5. Kaya, Yahya Kemal. Eğitim Yönetimi Ankara TODAİE Yayınları 1979. Kemal Tosun, İşletme Yönetimi, Genel Esaslar, Cilt. 1, İstanbul, 1989, s.5. Necmettin Tozlu, İnsandan Devlete Eğitim Ders Notları, Van, 2003. Kazanun önüne bir su geldi, Kazan aydur: Su Hak dizarın görmüşdür, ben bu su ile haberleşeyim, dedi. Görelüm Hanum nice haberleşdi, Kazan aydur: Çağnam çağnam kayalardan çıkan su Büyük büyük ağaç gemileri oynatan su Hasan ile Hüseyin’ün hasreti su Bağ ve bostanun zineti su Ayişe ile Fâtıma’nun nigâhı su Şahbaz atlar içdügü su Ağ koyunlar gelüp çevresinde yatduğu su Ordumun haberin bilir müsün degil mana Kara başum kurban olsun suyum sana [Orhan Şaik Gökyay, Dede Korkudun Kitabı, MEB Yay., İstanbul 2000, s. 20.] BİR SU DAMLASININ KISA ÖYKÜSÜ KASIM KOÇAK Prof. Dr., İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Kasım Koçak, Bir Su Damlasının Kısa Öyküsü, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011, ss. 10-20. • 10 1. Giriş G öktaşı parçalarından elde edilen fiziksel ve kimyasal kanıtlar, yer dahil olmak üzere güneş sisteminin yaklaşık 4.6 milyar yıl önce oluştuğunu göstermektedir. Bununla birlikte dünya üzerinde şimdiye kadar bulunan en eski kayaçlar yaklaşık 3.8 milyar yıl öncesine tarihlenmektedir. Greenland’da bulunan bu en eski kayaçlar içerisinde su bulunmuş olması, suyun tarihi açısından özellikle önemlidir. Volkanların o zamanlarda çıkardığı gazların bileşimi ile bugünkü bileşiminin aynı olduğu varsayılmaktadır. Bu gazlar %80 subuharı, %10 karbondioksit ve yüzde bir kaç azottur. Aradan geçen milyonlarca yıl içerisinde, dünyanın sıcak iç kısmından dışarıya doğru fışkıran gazlar, bulut oluşumuna izin verecek kadar zengin bir subuharı içeriğinin oluşmasını sağladı. Binlerce yıl yeryüzüne düşen yağmurlar akarsuları, gölleri ve okyanusları oluşturdu. Yaşamın vazgeçilmez bir unsuru olan su, yerine başka bir madde ikame edilemeyen, sınırlı bir doğal kaynaktır. Bu sınırlı kaynağın dünya üzerindeki yersel ve zamansal dağılımı düzenli değildir. Bu nedenle pek çok ülke zaman zaman ciddi boyutlarda kuraklık sorunuyla yüz yüze gelmektedir. Yavaş gelişen meteorolojik kökenli bir doğal afet olan kuraklık sonucunda önemli can ve mal kayıpları meydana gelmektedir. Diğer taraftan, düzensiz şehirleşme, aşırı nüfus ŞUBAT 2011 - SAYI 132• artışı, kirlilik, küresel iklim değişikliği vb. etmenler su kaynaklarını tehdit etmektedir. Su kaynakları üzerindeki bu olumsuz etkilerin devam etmesi durumunda uzak olmayan bir gelecekte, özellikle sınır aşan sulara sahip ülkeler arasında bir takım çatışmaların yaşanması kaçınılmaz görünmektedir. yükler konsantre olmuş durumdadır. Su moleküllerinin hegzagonal kristal yapıda bir araya gelmeleri, suyun katı hâli olan buzu oluşturur, (Şekil 2). Bu yazıda daha çok tatlı suyun oluşumu, yersel ve zamansal dağılımı, ana hatları ile su sorunu ve çözüm önerileri gibi konular üzerinde durulacaktır. 2. Suyun Özellikleri Gürünmez bir gaz olan subuharının atmosferdeki konsantrasyonu yersel ve zamansal olarak önemli ölçüde değişiklikler gösterir. Havanın subuharının ölçüsü nemlilik olarak adlandırılır. Subuharı atmosferdeki değişken gazların en önemlisidir. Yağışın kaynağı atmosferdeki subuharıdır. Ayrıca subuharının yoğuşması sonucu açığa çıkan büyük miktarda ısı, önemli bir atmosferik enerji kaynağıdır. Atmosferde cereyan eden pek çok fırtına (orajlar, tayfunlar, hortumlar vb.) bu enerjiyle beslenirler. Su, belirli sıcaklık ve basınç koşullarında hem gaz, hem sıvı ve hem de katı fazlarında bulunabilen tek maddedir. Bir gaz olarak subuharı molekülleri oldukça serbest hareket eder, komşu molekül ve atomlarla çok kolay karışır. Sıvı hâlde su molekülleri birbirlerine çok yakındır ve birbirleriyle sürekli olarak çarpışırlar. Katı durumda (buz) ise moleküller düzenli bir yapı içerisindedirler. Bu durumda moleküller titreşebilir ancak serbest bir şekilde hareket edemezler. Subuharı görünmez bir gaz olduğundan ancak bulut damlacıkları ve buz kristalleri gibi sıvı ve katı hâle dönüştüğünde görülebilir. Diğer bir deyişle su, faz değişimi ile görünümünü değiştirir ancak kimliği hep aynı kalır. Eğer faz değişimi aradaki sıvı fazın atlanması şeklinde gerçekleşiyorsa buna süblimasyon denir. Şekil 2. Buz kristalinin yapısı Su yüzeyinde sürekli olarak dinamik bir süreç cereyan eder. Yeterli hıza ulaşan bazı su molekülleri, su yüzeyinden kaçarak atmosfere karışırlar. Moleküllerin sıvı fazdan buhar fazına geçtikleri bu sürece buharlaşma denir. Bu süreç devam ederken bazı moleküller tekrar sıvı ortama dönerler. Moleküllerin gaz fazından sıvı faza geçtikleri bu süreç ise yoğuşma olarak adlandırılır. Buharlaşma-yoğuşma süreci esnasında bir süre sonra sudan havaya geçen su moleküllerinin sayısı, havadan suya dönen su moleküllerinin sayısı ile dengelenir. Diğer bir deyişle su yüzeyi üzerindeki hava, tutabileceği maksimum miktarda su buharı içerir. Bu durumda hava, subuharı ile doymuştur denir. Sıcak hava doymaya ulaşmadan önce, soğuk havanın tutabileceğinden daha fazla subuharı tutar. 3. Su Çevrimi Güneşten alınan ısı enerjisinin, okyanuslardan büyük miktarlarda suyu buharlaştırmasıyla, suyun atmosferdeki sirkülasyonu başlar. Rüzgârlar nemli 11 • DOSYA: SU Şekil 1, bir su molekülünü göstermektedir. Şekilden de görüldüğü gibi hidrojen atomları 105 derecelik bir açı oluşturacak şekilde oksijen atomuna bağlanmışlardır. Bu yapı içerisinde hidrojen atomları üzerinde pozitif, oksijen atomu üzerinde ise negatif Şekil 1. Su molekülü • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM havayı başka bölgelere taşırlar. Bu bölgelerde bulutlar oluşur ve atmosferdeki su bulutlardan yağmur veya kar şeklinde yağışa geçer. Yağışın okyanuslara düşmesiyle yeniden başlayacak olan bir çevrimin başına dönülmüş olur. Eğer yağış karalar üzerine düşerse, suyun okyanuslara ulaşmayı hedefleyen karmaşık yolculuğu başlamış olur. Suyun bu şekildeki hareketi ve sıvıdan buhara ve tekrar sıvıya dönüşümü su veya hidrolojik çevrim olarak adlandırılır. Şekil 3 hidrolojik çevrimin bazı önemli elemanlarını göstermektedir. Çoğu kez düşen yağış yeryüzüne ulaşmadan bir kısmı buharlaşarak atmosfere geri döner. Yağışın bir kısmı ise yeryüzündeki bitkiler tarafından tutulur. Bitkiler tarafından tutulan yağışın bir kısmı buharlaşır bir kısmı ise toprağa sızar. Yüzeyden derinlere sızan su daha sonra yeraltı suyunu oluşturur. Yağışın bir kısmı ise yüzey akışı ile doğrudan akarsulara karışarak okyanuslara döner. Göller, akarsular ve toprak yüzeylerinden de önemli miktarda su buharlaşma yoluyla atmosfere döner. Bitkiler terleme (transpiration) mekanizması yoluyla atmosfere subuharı veren önemli bir nem kaynağıdır. Buharlaşma ve terleme olayının birlikte değerlendirilmesine evapotranspirasyon denir. Bir yılda atmosfere dönen suyun % 15’i evapotranspirasyon yoluyla karalar üzerinden, % 85’i ise okyanuslardan olan buharlaşmadır. Eğer atmosferdeki nemin tamamı yoğuşup yeryüzüne yağmur olarak düşseydi, dünya üzerinde oluşturacağı suyun yüksekliği 2.5 cm olacaktı. 4. Bulut Nasıl Oluşur? Bulut görünmez bir gaz olan subuharının görünür hâlidir. Subuharı bu duruma şu şekilde ulaşır: Bulutun • 12 Şekil 3. Su (hidrolojik) çevrimi oluşabilmesi için birinci koşul nemli havanın varlığıdır. Nemli havanın aşağıda bahsedilecek olan yükselme mekanizmalarından biri ile atmosferde yükselir, bunun sonucunda soğur ve doymaya ulaşır. Havanın bu şekilde biraz daha yükselmesi sonucunda içerisindeki subuharı yoğuşma çekirdekleri denilen küçük partiküller üzerinde yoğuşmaya başlar, diğer bir deyişle subuharının görünür hâldeki bir kümesi olan bulut meydana gelir. Bu başlık altında öncelikle yoğuşma çekirdekleri, daha sonra havanın atmosferde yükselme mekanizmaları üzerinde durulacaktır. 4.1. Yoğuşma Çekirdekleri Çiy ve kırağının oluşması bir yüzeyin varlığını gerektirdiği gibi havadaki subuharının yoğuşarak bulut damlacıklarını oluşturabilmesi için de bir yüzeye gereksinim vardır. Herhangi bir günde bir insanın işaret parmağının hacmi kadar bir hava 1000–150000 arasında partikül içerir. Bu partiküllerin bazıları üzerlerinde subuharının yoğuşmasına izin verirler. Bu tip partiküller yoğuşma çekirdekleri olarak adlandırılır. Bulut oluşumu için en elverişli yoğuşma çekirdeklerinin yarıçapı 0.1 μm veya biraz daha büyüktür. 1 cm3 havada bu tür çekirdeklerin sayısı 00 ile 1000 arasında değişir. Bu partiküllerin ana kaynağı rüzgârların atmosfere karıştırdığı tozlar, volkanlar, fabrika dumanları, orman yangınları ve okyanuslardan atmosfere karışan tuzlardır. Atmosfere bırakılan bu ŞUBAT 2011 - SAYI 132• partiküllerin kaynağı yere yakın atmosfer olduğu için, konsantrasyonları da aşağı atmosferde en büyüktür. Yoğunlaşma çekirdekleri çok hafif oldukları için havada günlerce asılı hâlde kalabilirler. Endüstriyel bölgelerde 1 cm3 havada yoğuşma çekirdeklerinin sayısı 1 milyona kadar çıkabilir. Buna karşın kırsal bölgelerde ve okyanus üzerindeki havada cm3’de sadece bir kaç yoğuşma çekirdeği bulunabilir. Ortamın bağıl neminin % 100’ün altında olması durumunda bile üzerinde subuharının yoğuşmasına izin veren yoğuşma çekirdeklerine higroskopik çekirdek denir (Şekil 4). Okyanuslardan atmosfere karışan tuzlar en ideal higroskopik çekirdeklerdir. Ayrıca sülfürik asit ve nitrik asit partikülleri de diğer önemli higroskopik çekirdeklerdir. Bazı partiküller ise bağıl nem %100’ü aşsa bile üzerlerinde subuharının yoğuşmasına izin vermezler. Bu tip partiküller higrofobik çekirdekler de olarak adlandırılır, (Şekil 4). Herhangi bir zamanda atmosferde genellikle yeterli sayıda çekirdek vardır. Dolayısı ile bağıl nemin %100’e yakın veya altında olması durumunda pus, sis ve bulut oluşumu mümkün olur. a. Yüzeyin ısınması ve konveksiyon b. Topoğrafya c. Konverjans nedeniyle yüzey havanın yükselmesi d. Cephe yüzeyleri boyunca olan yükselme Yukarıda verilen mekanizmaların bulut oluşumunda oynadıkları rol Şekil 5’de bir arada verilmiştir. 4.2.1. Konveksiyon ve Bulutlar Sıcak bir günde, yer yakınındaki hava temasta olduğu sıcak yeryüzeyi tarafından ısıtılır. Bunun sonucunda hava genleşir ve yükselir, (Şekil 5.a). Havanın bu hareketi konveksiyon olarak adlandırılır. Atmosferdeki süreklilik nedeniyle yükselen havanın yerini yukarılardaki soğuk hava alır ve bu şekilde bir konvektif hücre oluşur. Konvektif hücreler genellikle çok hızlı yükselerek ani bir soğumaya ve arkasından şiddetli yağışlara neden olurlar. Bu şekilde oluşan yağışların bir özelliği de etki alanı bakımından sınırlı, süre bakımından ise kısa olmasıdır. Tepe kısımlarının zamanla örs şeklini aldığı kümülonimbüs bulut yapısıyla ayırt edilen gök gürültülü fırtına konvektif karakterlidir. Bu tip fırtınalar nisbeten dar alanlarda yağış üretirler. Bu yağış yersel dağılım açısından oldukça düzensizdir. Bir yerde şiddetli yağış varken biraz ötede çok hafif şiddette bir yağış olabileceği gibi hiç yağış olmayabilir de. 4.2.2. Topoğrafya ve Bulutlar Şekil 4. a) Higroskopik, b) Hidrofobik çekirdek 4.2. Bulut Oluşturan Mekanizmalar Bulutlar gelen güneş radyasyonunu yansıma ve saçılmaya uğratarak ve yerin yayınlamış olduğu infrared radyasyonu absorblayarak yer-atmosfer sisteminin enerji dengesinde önemli bir rol oynar. Bulutların neden olduğu yağış, taze suyun tek kaynağıdır. Dağın rüzgâraltı tarafındaki koşullar yağış oluşumu için uygun değildir. Hava dağın rüzgâraltı ta- 13 • DOSYA: SU Pek çok bulut, havanın yüselmeyle soğuması sonucu meydana gelir. Gözlenen bulutların pek çoğu aşağıda sıralanan mekanizmaların sonucunda oluşur: Orografik yağış, nemli havanın dağ sırası örneğinde olduğu gibi fiziksel bir engel tarafından yükselmeye zorlanması sonucu oluşur. Orografik etki rüzgârın denizden sahile doğru esmesi durumunda da ortaya çıkar. Sahilin hafif bir yükseltiye sahip olması ve pürüzlülük nedeniyle rüzgâr hızındaki azalmanın ortak etkisi havayı yükselmeye zorlar. Şekil 5.b’de görüldüğü gibi nemli hava önündeki engelle karşılaştığında yükselmeye başlar ve eylemsizlik nedeniyle yükselme tepenin üstünde bir miktar daha devam eder. Orografik yağış düzenli ve devamlı olma eğilimi gösterir. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Şekil 5. Bulut oluşum mekanizmaları rafında alçalmaya başladığında sıcaklığı artmaya, (havaya fazladan nem eklenmediği için) bağıl nemi azalmaya başlar. Yağış için havanın doymaya ulaşması gerektiğinden, dağın rüzgâraltı tarafında yağış gözlenmez. Yağışın gözlenmediği bu bölge yağmur gölgesi olarak adlandırılır. Orografik yağış analizinde hakim rüzgâr yönü dikkate alınmalıdır. Örneğin hakim rüzgâr yönünün dağ sırasının uzantısına paralel olması durumunda orografik yağış miktarı çok olacaktır. 4.2.3. Konverjansla Yükselme ve Bulutlar Şekil 5.c’de verildiği gibi yüzey havanın konverjans sonucu geniş bir alan üzerinde yükselmesi, bulut olşumunda karşılaşılan diğer önemli bir mekanizmadır. Havanın geniş bir alan üzerinde yükselmesinin temel nedenlerinden biri siklonik fırtına sistemleridir. Bu tip sistemler, farklı sıcaklık ve yoğunluktaki havayı ayıran cephelerle yakından ilişkilidir, (Şekil 5.d). Örneğin sıcak cephe yüzeyi boyunca tır- • 14 manan sıcak havanın oluşturduğu bulutlar yüzlerce hatta binlerce kilometre karelik bir alanı kaplayabilir. Bu şekilde oluşan bulutlar sirrostratüs, altostratüs, nimbostratğüs gibi tabakalı bulutlardır. Buna karşın, soğuk cephe yüzeyi boyunca yükselmeye zorlanan nemli havanın oluşturduğu bulutlar genellikle düşey gelişimli bulutlardır. Cepheler olmasa bile yüzeydeki bir alçak basınç alanının üzerinde de bulutlar oluşabilir. Hava bütün yönlerden alçak basınç merkezine doğru hareket eder. Merkez civarında karşılaşan havanın yükselmesiyle de bulutlar oluşur. 4.3. Bulutların Sınıflandırılması Pek çok gök cisminin ilk astronomlar tarafından bundan yaklaşık 2000 yıl önce isimlendirilmiş olmasına rağmen; farklı bulut tiplerinin ayırt edilmesi ve sınıflandırılması 19. yüzyıla kadar mümkün olmamıştır. İlk bulut sınıflandırması 1802 yılında Fransız doğa bilimcisi Lamarck tarafından önerilmiştir. Ancak Lamarck’ın sınıflandırması fazla kabul görmemiş- ŞUBAT 2011 - SAYI 132• tir. Bundan bir yıl sonra İngiliz doğa bilimcisi Luke Howard genel kabul gören bir bulut sınıflandırması yapmıştır. Howard bulutları tanımlamak için Latince kelimeler kullanmıştır. Bu sınıflandırmada tabaka şeklindeki bulutlar stratus, bir yığını andıran kabarık bulutlar kümülüs, çok ince bulutlar sirüs ve yağmur bulutları nimbüs olarak adlandırılmıştır. Bu bulutlar Howard’ın bulut sınıflandırmasındaki dört temel bulut tipidir. Diğer bulut tipleri, temel bulut tiplerinin birleştirilmesi yoluyla tanımlanırlar. Örneğin nimbostratüs tabakalı bir yapı gösteren yamur bulutunu, kümülonimbüs düşey gelişimli bir yapı gösteren yağmur bulutunu isimlendirmede kullanılır. Günümüzde kullanılmakta olan bulut sınıflandırması 1887 yılında Abercromby ve Hildebrandsson tarafından yapılmıştır. Bu sınıflandırma Howard’ın yapmış olduğu sınıflandırmanın çok az değiştirilmiş bir hâlidir. Bu sınıflandırmada on değişik bulut tipi dört ana bulut grubuna ayrılmıştır. Her bulut grubunun tanımlanmasında, bulut taban yükseklikleri esas alınarak alçak, orta ve yüksek bulutlar şeklinde isimlendirilmiştir. Dördüncü gruba giren bulutlar ise düşey gelişimli bulutlardır. Her bir grup içindeki bulutlar ise görünüşlerine göre sınıflandırılmıştır, (Tablo 1). Tablo 1. Dört temel bulut grubu ve tipleri Yüksek Bulutlar Orta Bulutlar Alçak Bulutlar Düşey Gelişimli Bulutlar Sirüs Altostratüs Stratüs Kümülüs Sirrostratüs Altokümülüs Stratokümülüs Kümülonimbüs Sirrokümülüs Nimbostatüs 4.4. Yağış Nasıl Oluşur? a. Çarpışma-birleşme süreci b. Buz-kristal süreci Donma noktasının üzerinde oluşan bulutlara sıcak bulutlar denir. Bu tip bulutlardan yağış oluşumunda, damlacıklar arasındaki çarpışmalar önemli rol oynar. Çarpışma yoluyla yağmur damlalarının büyüyebilmesi için, bazı damlacıkların diğerlerinden daha büyük olması gerekir. Şekil 6. Tipik bir yağmur, bulut ve yoğuşma çekirdeğinin büyüklüklerinin karşılaştırılması. Büyük damlalar, küçük damlalara nazaran daha hızlı düşerler. Dolayısı ile daha büyük damlalar yolları üzerindeki küçük damlalara yetişerek onlarla çarpışırlar. Bulut damlacıklarının çarpışma sonucu kütlelerinin büyümesi birleşme olarak adlandırılır. Eğer damlacıklar zıt elektrik yüklerine sahipse, birleşme işlemin daha etkin bir şekilde gerçekleşmektedir. Dolayısı ile bulut damlacıklarının büyümesinde ve yağmur oluşumunda atmosfer elektriği önemli bir rol oynar. Bulut damlacıklarının büyümesinde önemli olan diğer bir faktör de, damlacıkların bulut içerisinde kalış süreleridir. Yükselen hava akımları, damlacığın düşüş hızını yavaşlatır. İçerisinde güçlü yukarı doğru hava akımlarının olduğu kalın bir bulut tabakası durumunda, damlacıkların bulut içerisinde kalış süreleri fazla olmaktadır. Büyük damlalar hızla düştükleri için yere diğer damlalardan önce ulaşırlar. Bu nedenle büyük damlalar sıcak, konvektif bulutlardan meydana gelen sağanak yağışın başlangıcında görülürler. Çok hafif 15 • DOSYA: SU Şekil 6’da verildiği gibi tipik bir bulut damlacığının ortalama çapı 20 mm civarındadır ve tipik bir yağmur damlasından 100 kat daha küçüktür. Bulut damlacıkları çok küçüktür ve havada asılı vaziyette kalabilmeleri için, yukarı doğru hafif bir hava hareketinin olması yeterlidir. Bir bulut damlacığının yeterli büyüklüğe ulaşmasında aşağıda verilen süreçler önemli rol oynar: a. Çarpışma-Birleşme Süreci • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM yukarı doğru akıma sahip, nisbeten ince bir stratus bulutundan sadece çisenti meydana gelebilir. Buna karşın, içerisinde yukarı doğru kuvvetli hava akımları olan kümülonimbüs bulutları şiddetli sağanak yağışa neden olurlar. b. Buz-Kristal Süreci Buz-kristal süreci ile yağmur oluşabilmesi için, donma noktasının altında oluşmuş bir bulutta, buz kristalleri ve sıvı su damlacıklarının bir arada bulunmaları gerekir. Bu süreçle yağmur oluşumu orta ve yüksek enlemlerde önemlidir. Bulutun sıcak bölgesinde (donma noktasının üstü) yalnızca su damlacıkları vardır. Dolayısı ile bu bölgede bulut damlacıklarının büyümesi çarpışmabirleşme sürecine göre gerçekleşir. Bu bölgenin hemen üzerindeki soğuk bölgede (donma noktasının altı) bulut damlacıklarının büyük bir kısmı hâlen sıvı su damlacıkları şeklindedir. Donma noktasının altındaki sıcaklıklarda sıvı fazda bulunan su damlacıkları, aşırı soğumuş su olarak adlandırılır. Bulut içinde daha yukarı seviyelerde buz kristallerinin sayısı artmakla beraber, sıvı su damlacıkları sayıca daha fazladır. Sıcaklığın donma noktasının çok altında olduğu bulutun üst kısmı ise hemen hemen buz kristallerinden oluşmuştur. Sıvı bulut damlacıklarının yoğuşma çekirdekleri üzerinde oluşması gibi, buz kristalleri de donma noktasının altındaki havada bulunan buz çekirdekleri üzerinde meydana gelirler. Kil mineralleri, meteorik tozlar ve buz kristalleri bilinen en ideal buz çekirdekleridir. Bunun dışında geometrik yapıları buz kristaline benzeyen partiküller de buz çekirdeği olarak görev yaparlar. Bir soğuk bulutta her bir buz kristalinin etrafında aşırı soğumuş çok sayıda sıvı su damlacığı bulunur. Su üzerindeki doymuş buhar basıncının, buz üzerindeki doymuş buhar basıncından daha büyük olması nedeniyle, su damlaları çevresinde buz kristaline nazaran daha çok sayıda subuharı vardır. Damlacık çevresinde subuharının daha fazla sayıda olması, damladan buz kristaline doğru bir buhar transferinin • 16 meydana gelmesine neden olur. Bunun sonucunda damlacık buharlaşırken buz kristali büyür. Bu aşamada başka mekanizmaların devreye girmesiyle buz kristalinin büyümesi hızlanır. Bazı bulutlarda buz kristalleri aşırı soğumuş su damlacıkları ile çarpışır. Çarpışma sonucu su damlacığı donar ve buz kristaline yapışır. Bu süreç yapışma olarak adlandırılır. Yapışma süreci sonucunda kar topakları meydana gelir. Kar topakları düşmeleri esnasında bulut damlacıkları ile çarpışarak daha küçük buz partiküllerine dönüşürler. Küçük buz partikülleri daha sonra tekrar kar topaklarına, kar topakları da tekrar küçük buz partiküllerine dönüşürler. Daha soğuk bulutlarda ise buz kristalleri, diğer buz kristalleri ile çarpışarak, aşırı soğumuş damlacıkların temas etmeleri durumunda donmalarına neden olacak daha küçük buz kristallerine dönüşürler. Sonuç olarak her iki süreç durumda, çok sayıda buz kristali üreten zincirleme bir reaksiyon başlamış olur. Düşmeleri esnasında buz kristallerinin birbirleri ile çarpışması ve yapışması sonucu, buz kristallerinin bir kümesi olan kuşbaşı kar oluşur. Eğer kar tanesi yere düşmeden önce erirse, yeryüzüne bir yağmur damlası olarak ulaşır. Bu nedenle, yaz mevsiminde bile, orta ve daha yukarı enlemlere düşen yağmurun önemli bir kısmı kar olarak başlar. 4.5. Yağış Çeşitleri Bu başlık altında sadece yağmur, kar ve dolu gibi başlıca yağış çeşitleri üzerinde durulacaktır. 4.5.1. Yağmur Buluttan düşen herhangi bir sıvı su damlasının yağmur olarak adlandırılabilmesi için, çapının 0.5 mm veya daha büyük olması gerekir. Çapı bundan daha küçük olan üniform su damlacıklarından meydana gelen yağış çisenti olarak adlandırılır. Çisenti çoğunlukla stratüs bulutundan düşer. Bununla birlikte doymamış bir hava içerisinden düşen yağmur damlaları kısmen buharlaşarak yere çisenti olarak düşebilirler. Bağıl nemin çok düşük olması durumunda meydana gelen hızlı buharlaşma nedeniyle, buluttan düşen yağmur yere hiç ulaşmayabilir. Bir buluttan düşen yağmur damlaları, yukarı doğru bir hava akımıyla karşılaşmaları durumunda da yere ŞUBAT 2011 - SAYI 132• ulaşamayabilirler. Yukarı doğru olan hava akımının zayıflaması veya yön değiştirmesi durumunda, havada asılı hâlde bulunan damlalar hızla yere doğru inerler. Bu şekilde ani olarak bastıran yağış, sağanak olarak adlandırılır. Düşey gelişimli bir buluttan düşen sağanaklar kısa sürede çok miktarda yağış bırakır. Sürekli yağış ise, düşey hava hareketinin daha zayıf, kapladığı alan daha geniş olan tabakalı bulutlardan meydana gelir. Bu bakımdan nibostratüsler bol ve sürekli yağış meydana getiren bulutlardır. Yere ulaşan yağmur damlalarının çapı ender olarak 6 mm’yi geçer. Çünkü büyük damlaların çarpışma olasılığı daha büyüktür ve çarpışma sonucu daha küçük damlalara parçalanırlar. Diğer yandan belli bir büyüklüğü aşan damlalar daha kararsız bir hâle gelir ve bölünürler. 4.5.2. Kar Daha önce de bahsedildiği gibi, yere ulaşan yağış çoğunlukla kar olarak başlar. Yaz mevsiminde donma seviyesi yerden genellikle daha yüksektedir ve kuşbaşı kar taneleri yere ulaşmadan erir. Diğer taraftan kışın donma seviyesi daha aşağıdadır ve kuşbaşı kar taneleri erimeden yeryüzüne kadar ulaşabilir. Kuşbaşı kar, tamamen erimeden donma seviyesinin 300 m altına kadar düşebilir. Bulutun alt kısmındaki havanın nisbeten kuru olması durumunda kuşbaşı kar kısmen erir. Sıvı suyun buharlaşması kuşbaşı kar tanesini soğutur ve erime hızını yavaşlatır. Dolayısı ile hava sıcaklığının donma noktasının üzerinde olduğu nisbeten kuru hava koşullarında bile kuşbaşı kar taneleri erimeden yere ulaşabilirler. Dolu taneleri şeffaf veya kısmen opak; büyüklüğü bir bezelye tanesinin büyüklüğünden bir golf topunun büyüklüğüne kadar değişebilen buz parçalarıdır. Dolu taneleri küresel veya şekilsiz bir görünümde olabilirler. Dolu, kümülonimbüs bulutu içerisinde embriyo görevi üstlenen bir kar topağı, donmuş yağmur damlası veya herhangi bir partikülün (bu bir böcek de olabilir) üzerinde gelişir. Aşırı soğumuş su damlacıkları embriyo ile çarpışarak hızla donarlar ve embriyo üzerinde birikirler. Bir dolu tanesinin golf topu büyüklüğüne ulaşabilmesi için 5-10 dakikalık bir süre boyunca bulut içinde kalması gerekir. Çok şiddetli yukarı doğru hava akımları embriyoyu bulut içinde donma seviyesinden yukarı doğru taşır. Bu seviyede aşağı doğru düşmeye başlayan embriyolar diğer bir akım tarafından tekrar yukarı doğru taşınırlar, (Şekil 7). Şekil 7. Kümülonimbüs bulutu içinde bir dolu tanesinin büyüme mekanizması. Her aşağı ve yukarı taşınım esnasında, üzerine biriken bir buz tabakasıyla embriyo gittikçe büyür. Bulut içinde bu şekilde belli bir süre kalan embriyo sonunda farkedilebilir bir büyüklüğe ulaşır ve yükselen hava akımlarının artık tutamayacağı bir büyüklüğe ulaştıklarında, bulutun altındaki daha sıcak havanın içerisine doğru düşerler. Bu esnada daha küçük olan dolu taneleri erirler. Buna karşın daha gelişmiş bir kümülonimbüs bulutundan düşen dolu taneleri erimeden yere kadar ulaşabilirler. 17 • DOSYA: SU Gelişmekte olan bir kümülüs bulutundan düşen kar genellikle hafif kar sağanağı şeklindedir. Bu sağanak durumunda kar, kesikli olarak yağar ve yerde az miktarda birikme oluşturur. Daha şiddetli kar sağanağı tam kar sağanağı olarak adlandırılır. Bu sağanak da, hafif kar sağanağında olduğu gibi düşey gelişimli bulutlardan meydana gelir, kısa süreli fakat şiddetli kar yağışı ile karakterize edilirler. Sürekli kar yağışı ise daha çok nimbostratüs ve altostratüs bulutlarından meydana gelir. 4.5.3. Dolu • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM 5. Su Kaynaklarının Küresel Dağılımı Doğa su miktarı bakımından dinamik denge hâlindedir. Yerküresinin toplam su miktarı zamanla değişmez. Uzun bir süre gözönüne alındığında hidrolojik çevrimin herhangi bir parçasına giren ve çıkan su miktarları birbirine eşittir. Örneğin yeryüzüne bir yılda düşen yağış, o yıl içinde buharlaşarak havaya geri dönen su miktarına eşittir. Ancak kısa bir zaman aralığında bakılırsa çevrimdeki su miktarında büyük değişimler olduğu görülür. Herhangi bir anda suyun yerküresinin çeşitli kısımları arasında dağılımına bakarsak çok büyük bir kısmının (%97.4) denizlerde olduğunu görürüz, (Şekil 8). Karalarda ve atmosferde bulunan tatlı suyun dağlımı ise şöyledir: %77.23 kutup buzlarında, %22.21 yeraltı suyu hâlinde, %0.35 göllerde, %0.17 zemin nemi hâlinde, %0.04 atmosferde, %0.003 akarsularda. Şekil 8. Dünyadaki toplam suyun yüzde olarak bileşenleri. Şekil 9. Tatlı suyun yüzde olarak bileşenleri. • 18 6. Ana Hatları ile Su Sorunu ve Çözüm Önerileri 1. Sağlıklı suya ulaşmak her şeyden önce temel bir insan hakkıdır. Diğer bir deyişle su, toplumsal bir değer olarak düşünülmelidir. Su sorununun çözümüne öncelikle insanların suya bakış açılarını sorgulamakla başlanmalıdır. Günlük yaşamda sıklıkla duyduğumuz “sudan ucuz”, “sudan bahane”, “havadan sudan konuşmak” vb deyimler ne yazık ki suyun sınırsız, ucuz ve önemsiz bir kaynak olduğu izlenimini vermektedir. Bu düşüncelerle yetişmiş bir insanı su tasarrufuna alıştırmak daha zordur. 2. Ülkemizin yarı-kurak bir iklim kuşağında olduğu daima göz önünde bulundurulmalı, bütün su politikaları buna göre oluşturulmalıdır. 3. Kuraklık meteorolojik kuraklıkla başlar, bunu hidrolojik, tarımsal ve sosyo-ekonomik kuraklık takip eder. Bu nedenle yağışın yersel ve zamansal dağılımı çok iyi takip edilmelidir. 4. Su sorununun çözümünde su tüketiminin sektörlerarası dağılımı dikkate alınmalıdır. Türkiye genelinde toplam suyun %72’si tarımda, %12’si sanayide, %16’sı da içme ve kullanma amaçlı olarak tüketilmektedir. Gerek tarımsal, gerek sanayi ve gerekse bireysel amaçlı olsun suyu kullanan sonuçta insandır. Bu nedenle kullanıcıların bilinçlendirilmesi son derece önemlidir. Bu konuda diğer önemli bir nokta da bütün sektörlerin aynı kalitede su kullanmasının yanlış olduğudur. 5. Ülkemiz sanıldığının aksine su zengini bir ülke değildir. Su varlığına göre ülkeler, yılda kişi başına düşen ortalama kullanılabilir su miktarı 1000 m3 den az olan ülkeler “su fakiri”, 1000 m3 ile 3000 m3 arasında olanlar “su sıkıntısı” çeken ülkeler, 3000 m3 ile 10000 m3 arasında olan ülkeler “yeterli suyu olan” ülkeler, 10000 m3 den fazla olan ülkeler ise “su zengini” ülkeler olarak kabul edilmektedir. Ülkemizde kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı yaklaşık olarak 112X109/70X106=1600 m3/yıl dır. Buna göre ülkemiz su sıkıntısı çeken ülkeler arasında yer almaktadır. ŞUBAT 2011 - SAYI 132• 6. Ülkemizde nüfusun ve suyun yersel dağılımı bir birinin tam tersidir. Bu çarpıklığın düzeltilmesi için çalışmalar yapılmalıdır. 7. Su problemine kriz yönetimi değil risk yönetimi mantığı ile yaklaşılması, bu bağlamda arz ve talebin doğru yönetilmesi, doğru yatırımların doğru zamanda yapılması vb. son derece önemlidir. 8. Su hakkında söz sahibi otorite sayısının en aza indirilmesi, su kaynaklarının daha etkin yönetimini sağlayacaktır. 9. Kuraklığı ülke genelinde izleyecek, gerekli uyarıları zamanında yapacak, alınması gerekli önlemleri yetkililere ve kamuoyuna zamanında duyuracak, kuraklık konusunda bilimsel araştırmalar yapacak bir merkezin kurulması gerekmektedir. DOSYA: SU 10. Sınır aşan sularla ilgili ikili anlaşmalar değişen iklim koşulları dikkate alınarak yapılmalıdır. Ülkemizin brüt su potansiyeli içinde sınır aşan altı su havzasının payı yaklaşık %36 dır. Bu havzaların beşinde kaynak ülkesi olduğumuz gerçeği göz önüne alındığında, havza bazında su yönetiminin ve sınır aşan su politikalarının önemi ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan hızla artan nüfus nedeniyle daha fazla suya gereksinim duyulacağından, aynı su havzalarından yararlanan ülkeler arasında su yüzünden ciddi anlaşmazlıklar çıkabilecektir. Son yıllarda yaşananlar dikkate alındığında bu durum artık bir teori olmaktan öteye geçmiştir. Birleşmiş Milletler, Sudan’ın Darfur bölgesindeki 19 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM kanlı savaşın arkasında su kıtlığı olduğunu bildirmektedir. Diğer taraftan Somali kuraklık yüzünden savaşa gebe ülkelerin başında gelmektedir. Bununla birlikte ülkeler arasındaki su sorunun çözümünde tek çare karşılıklı anlayış ve işbirliğidir. 11. Su talebinin karşılanmasında yerel kaynakların akılcı kullanımı ön plana alınmalı, komşu havzalardan getirilen suyun toplam talebin belli bir yüzdesini aşmamasına dikkat edilmelidir. Her şeyden önce su alınan havzadaki mevcut ekosistemin dengesinin korunmasına özen gösterilmeli; bir sorunu çözmeye çalışırken birden çok soruna neden olmanın yaratacağı kısır döngüden kaçınılmalıdır. Diğer taraftan başka kaynaklardan gelecek suya gereğinden fazla bağımlılık son derece risklidir. Çünkü su alınan havza da her an kuraklık tehdidi altına girebilir. Kuraklığın noktasal değil bölgesel çapta bir doğal afet olduğu gerçeği unutulmamalıdır. 12. Gerekli önlemlerin alınmaması durumunda gelecekte ülkemizde ve civar ülkelerde artan sıklıkta yaşanacak daha şiddetli kuraklıkların ulusal güvenliğimiz için ciddi bir tehdit unsuru olduğu, üzerinde önemle durulması gereken bir husustur. Özetle su, stratejik bir doğal kaynaktır ve bu özelliği ile ulusal güvenlik stratejilerinin ayrılmaz bir parçası olarak dikkate alınmak zorundadır. 13. Su bir barajdan çıkıp kullanıldığı yere gelinceye kadar çeşitli kayıplara uğramaktadır. Bunlar sırasıyla buharlaşma kayıpları, sızma kayıpları, şebeke kayıpları ve bilinçsiz su tüketiminden kaynaklanan kayıplardır. Bu kayıpların dünya standartlarına çekilmesi sağlanmalıdır. Ülkemizin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğinden hareketle barajların yapımı için yer seçimi dikkatlice yapılmalıdır. Şehir şebekesinin peryodik bakım ve yenilemesi asla ihmal edilmemelidir. 14. Yeraltı suları stratejik su kaynaklarıdır. Bu kaynaklar, acil durumlarda kullanılmak üzere yeraltına depolanmış su varlığı olarak düşünülmelidir. Ülkemizin önemli bir kısmı deprem kuşağı üzerinde yeralmaktadır. Ciddi depremde mevcut su şebekesinin büyük ölçüde tahrip olması söz konusudur. Diğer taraftan ülkemiz yarı-kurak bir iklim kuşağındadır. Bütün bu doğal afetlerden en az zarar görecek • 20 olan yine yeraltı su kaynakları olacaktır. Bilindiği gibi yeraltı ve yerüstü su kaynakları karşılıklı bir etkileşim içindedirler. Yeraltı su seviyesinin önemli ölçüde azalması yerüstü su kaynaklarını da olumsuz etkileyecektir. Artan nüfüs ve sanayileşme sonucu yeraltı sularının önemli bir kısmı kirlenmiş, aşırı kullanmaya bağlı olarak da bazı bölgelerde tuzlanma sorunları ortaya çıkmıştır. Bu nedenle yeraltı sularının kullanımı çok sıkı denetlenmeli, bu konudaki hukuki altyapı günün koşullarına uydurulmalıdır. 7. Sonuç Buraya kadar ana hatları ile suyun doğada nasıl meydana geldiğini, dünya genelinde suyun durumunu, yine ana hatları ile su sorununun hangi bileşenlerden olştuğu üzerinde duruldu. Temiz bir çevre ve sürdürülebilir bir kalkınma için su en önemli faktördür. Tarihe baktığımızda geçmiş tüm uygarlıkların başarı ya da başarısızlıkları, su problemini çözmede ortaya koydukları yetenekle doğru orantılı olmuştur. Günümüzde su kaynakları ciddi tehlikelerle karşı karşıyadır. Bunların başında nüfüs artışı, çarpık kentleşme, arazi kullanımı ve ormansızlaştırma, üretimde eski teknolojilerin kullanımı sayılabilir. Özellikle son yıllarda bilim adamlarının dikkat çektiği diğer önemli bir konu da küresel iklim değişimidir. İklim değişimi karşısında takınılacak en gerçekçi tavır, değişen iklim koşulları altında yaşamayı, üretim yapmayı, su ve toprak kullanmayı öğrenmektir. Bunun yolu da hava, su ve toprak ortamını bozmadan, kirletmeden kullanmayı öğrenmekten ve hepsinden önemlisi gelecek nesillerin yaşam hakkına saygı duymaktan geçmektedir. KAYNAKÇA Ahrens, C.D. 2000: Meteorology Today, An Introduction to Weather, Climate, and the Environment, West Publishing Company. Bayazıt, M. 1999: Hidroloji, İstanbul Teknik Üniversitesi. http://web.itu.edu.tr/~kkocak/su_sorunu.htm http://web.itu.edu.tr/~kkocak/iklim.html http://web.itu.edu.tr/~kkocak/atmevrim.html Yıldız, S. 2008: Su Fakirliği Kapımızda mı? TÜBİTAK, Bilim ve Teknik, sayı:489. HAYAT SUY(L)A YAZILAN YAZIDIR VEFA TAŞDELEN 100. Yıl Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi İnsanın suyun kendi hayatı açısından taşıdığı değeri anlaması kuşkusuz hayatının ilk anlarına kadar geri gider; zira insan su ile birlikte vardır, hayat suyun oludu yerde mümkündür. İnsanın, düşüncedeki bir konu olarak suyla karşılaşması, onu kendisi açısından taşıdığı anlamı ve değeri anlamaya çalışması da çok eskilere gider. Mitolojilere, kozmogonilere, kutsal metinlere baktığımızda, suyun varlık ve oluş açısından temel bir konum kazandığını görürüz. Sözgelimi Akat kozmogonisinde başlangıçta her yerin sularla kaplı olduğu ifadesi geçer. Tanrı Marduk hasırını suların üzerine sermiş, onun üzerinde toprak ve canlılar 21 • DOSYA: SU Vefa Taşdelen, Hayat Suy(l)a Yazılan Yazıdır, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011, ss. 21-24. S u üzerine konuşmak, suyun canlılığı mümkün kılan kimyasal yapısının yanında ona bir anlam katma çabasını da ifade eder: Su üzerine konuşuyorum, çünkü onun varoluşum açısından taşıdığı anlamını anlamaya çalışıyorum; su üzerine konuşuyorum, çünkü onun benim açımdan taşıdığı değeri çoğaltıyorum. Bu faaliyet başlıca felsefe ve edebiyat alanında ortaya çıkar. Bu nedenle benim yazım da edebiyat ve felsefe planında kalarak suyun kimyasal yapısını değil, daha çok insan dünyasındaki anlamını konuşacak. Suyun edebiyatta ve felsefede ifade bulması demek, ona akılla ve duygularla bakılması demektir. Suyu felsefeye ve edebiyata katarken, onu duygularımla ifade ederim; suyun varoluşumdaki yerini, etkilerini dile getiririm. Suyu ifade ederken onun dünyaya ve varoluşa kattığı değeri kalbimle, aklımla, duygu ve düşüncelerimle kavramak isterim. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM oluşmuş.1 Aytmatov’un Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek hikâyesinde de benzer bir kozmogniye atıf vardır: Lura isimli dişi ördek yumurtasını bırakmak için bir parçacık toprak arar, fakat bulamaz; her yer, sularla kaplıdır. Yumurtasını sonsuz boşluğa düşürmekten korkar. Göğsünden bir parça tüy koparır, suların üzerine bırakır. İşte o tüylerden karalar, bitkiler, hayvanlar ve insanlar oluşur.2 Görüleceği üzere belli belirsiz suya “ilk madde” olma niteliğini kazandırıyor kozmogoniler, mitolojik söylemler. Homeros varolan her şeyin menşei olarak “okeanos” (okyanus)’tan söz eder; bunu “Okeanostur tanrıların babası ve anası” diye dile getirir.3 Felsefe de benzer bir söylemle başlar. Thales görünürdeki çokluğun temelindeki tekliğin, temel ilkenin “su” olduğunu söyler. Bu şekilde Homeros’un mitolojik okeanos öğretisine de belli belirsiz göndermede bulunur. Sümerliler suyu, insan sağlığının da temel ilkesi olarak görmüşlerdir. Onlara göre su dengesi, vücudun sağlık halidir. Bu denge bozulduğunda hastalık ortaya çıkar. “Suları Tanıyan Adam” (A-zu) adı ve- • 22 rilen doktorlar, bozulan su dengesini düzene koymaktan başka bir şey yapmazlar. Günümüzde de, vücuttaki sıvı dengesi, sağlık ve hastalık hallerinin belirtisi olarak görülür. Vücudumuzdaki muhtelif sıvıların tahlili, bir bakıma “suları tanıyan adamlar”a hastalıkları tedavi etme konusunda yol gösterir. Su aynı zamanda yok edici bir güçtür. Onun yok ediciliği en açık şekilde kutsal kitaplarda ifade bulur. Nuh Tufanı bunun örneğidir. Her yerin sular altında kalması yeryüzündeki varoluşun başa alınması, sıfırlanması demektir. Yakmak nasıl ateşin doğasında varsa, boğmak da öylece suyun doğasında vardır. Su, kimi zaman rahmet kimi zaman gazaptır. Sel baskınları, tusunamiler buna örnektir. Tufan anlatısı, kutsal kitaplardan önce Gılgamış destanının değişik tabletlerinde de yer alır. Tufan, varoluşu silip süpüren bir anlama sahiptir. Nitekim Giambattista Vico tarihi Nuh tufanı ile başlatırken4 bir bakıma tufanla her şey sıfırlandığına, tarihin ve varoluşun yeniden filizlendiğine de işaret eder. Gemi, varoluşun tohumudur. Eril ve dişil karakterler, onda yeniden bir varoluş atılımına dönüşür. ŞUBAT 2011 - SAYI 132• Potansiyel gazabına karşın, su, daha çok hayat verici yönüyle öne çıkar. Öyle ki, hayat, adeta suyla yazılan bir yazı gibidir. Bu noktada Mısır’a hayat veren Nil’i, Mezopotamya ovasına hayat veren Fırat ve Dicle’yi hatırlamamak olmaz. Bütün o bayındır görünümün ardında, Nil’in, Fırat ve Dicle’nin vadiye, ovaya bağışladığı canlılık ve bereket vardır. Nil, bir ana damar gibi geçer vadiyi; Mevlana’nın suyunun şeker gibi tatlı olduğunu söylediği5 Dicle ve Fırat da bereketli Mezopotamya ovasına hayatiyet kazandıran iki ana arter gibidir. Su akıştır. Akış bizi “ben kendimi araştırmaktan başka bir şey yapmadım” diyen Herakleitos’a götürür. Ona göre, aynı ırmaklara girenlerin üzerinden hep başka başka sular geçer. Şöyle der: “Aynı ırmaklara hem giriyoruz, hem girmiyoruz; hem biziz hem değiliz.” Hareket ve değişim, en vurgulu halini alır bu sözlerde; ateşi ve akışı hisseder gibi oluruz. İçteki ateş devinimi, akışı da sağlar. Böylece su ve ateş, bu iki karşıt doğalı unsur, aynı varlık bütünlüğü içinde, bir içsel savaşla, kozmosun uyumlu iki unsuru olup çıkar. Belki de bunun için şöyle der Herakleitos: İnen ve çıkan birdir, gece ve gündüz, birlikte günü oluştururlar.6 Harmonia, bu bütünlükte, kozmostaki birlikte, düzende, uyumda ortaya çıkar. Böylece su, “yapı taşı” olarak, bir kez daha varlığın ve varoluşun temelindeki yerini alır. Bir sevgi, bağlanma ve adanma klasiği olan Su Kaside’si, bizi suyun metafizik kaynağına doğru götürür. Bu kasidede, belki bir zaman aralığından uzaktaki sevgiliye tutkuyla yönelme çabası, bu çabanın şiirsel ifadesi vardır. Bu içsel bağlantıda, bir damla gözyaşı ile göklerin derinliği karşılaştırılır: acaba hangisi daha derin, hangisi daha duygulu, hangisi daha anlamlıdır? Başını taştan taşa vurup gezen su, belki Fuzûli’nin bu mısrasında olduğu kadar başka hiçbir şiirde görsel, işitsel ve imsel bir derinliğine kavuşmaz. Bu şiirde su, metafizik çağrışımı içinde, başını taştan taşa vurup avare gezerken bile, kendi çaresizliği ve amaçsızlığı içinde bir çareye ve amaca işaret eder: “Dest-bûsi ârzusiyle ger ölsem dostlar / Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su.” Su Kasidesi, bir aşkın ve hasretin terennümüdür; susuz kalmanın, yanmanın terennümüdür. Fuzûli, su ile halini anlatır, aşkını anlatır. Sular çekilir, ölümsüz bir eser kalır geride. Fuzûli, suyun ritminde kendi iç ritmini, kendi iç ritminde suyun ritmini bulur. Suyun ritmine kendini arar. Su, ateşi söndüren ve toprağa hayat veren bir maddedir. Toprak, ancak su ile hayata kavuşur, su ile potansiyel olmaktan çıkarak aktif ve doğurgan hale gelir. Islaklık, nemlilik hayatın belirtisi sayılmıştır. Toprak su ile kıvama gelir. Tohum su ile çatlatır kabuğunu. Su uygarlıktır. Su yoldur. Su berekettir. Su çaredir. Su, iletişimdir. Su ilaçtır. Su hayatın kendisiyle yazıldığı yazıdır. Bakarsak, büyük kentler, antik kentler su kıyılarına kurulmuştur hep. Uygarlıklar nehirlerin ve denizlerin kenarında serpilip gelişmiştir. Su, hayatın tazeliği, canlılığı. “Ölüme-doğru” olmanın imlediği anlamın aksine bir pınarın gözesinden fışkırır gibi “hayata-doğru” olma. Gençlik ve tazelik, temizlik ve paklık, saflaşma ve arınma. 23 • DOSYA: SU İbn Haldun da Mukaddime’de arzın küre şeklinde, etrafının sularla çevrili olduğunu, yerkürenin de bir üzüm tanesi gibi suların üstünde yüzdüğünü, Tanrı’nın yeryüzünü insanların, hayvanların ve bitkilerin yaşayışına elverişli hale getirmek için suların yeryüzünün bazı taraflarından çektiğini yazar.7 Nitekim Tekvin’de de suyun yaratılışından ve bir araya toplanmasından bahisle, “Tanrı, ‘göğün altındaki sular bir yere toplansın ve kuru toprak görünsün’ diye buyurdu ve öyle oldu.” denir.8 Kur’an’a göre de su “gökten indirilen”dir;9 adeta göksel bir mesaj, yeryüzündeki varoluşu mümkün kılan göksel bir armağandır. Su insanın yaşadığı dünyanın “dünyalığını” bağışlayan, orayı insan varoluşu için elverişli kılan bir unsurdur. Seyrelme, katılaşma ve buhar haline gelme potansiyeliyle çeşitli şekiller alabilir. Suyu bir metafor olarak kullanmak istesem, tıpkı Fuzûli’de olduğu gibi “ucu sevgiliye çıkan yol” derdim ona; sevinç, ferahlık, huzur, sağlık, tazelik, dinginlik de derim. Ve şöyle diyebilmeyi isterdim: “Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl / Başını taşdan taşa urup gezer âvâre su.” • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Onun için söylenebilecek en güzel söz de yetersiz; her damlası şifa. Cümle güzellikler onda. Bahar gelir, su yürür kurumuş dallara. Kuşlar gür akan suların coşkusuyla baharın dilinde söylerler şarkılarını. Su sevinçtir, kesintisiz akıştır, inadına akıştır, içe sızma, karanlığa sirayet etmedir. Su bir yerde takılıp kalma değildir. Akışta onun ritmi ve çağıltısı vardır. Akış sağlıktır, gömleğimizi çeken dikenlerden kurtulup özgürleşmektir. Su içimizde akar zaman zaman, duygularımız bizi alıp götürür. Gençlik akıştır, yaşlılık takılıp kalmaktır belki, akışın dışında bir yere. Su zihnimizde, ruhumuzda da akmalı, damarlarımızda da. Su iyiliğini gösterir; şifa olur, rahmet olur, huzur olur, güzellik olur, tazelik olur, gün aydınlığı, varolma sevinci, yaşama esenliği olur. Su serinlik olur, huzur olur, dinginlik olur. Bir an bile olsa hayatı hissedebilme, sevinci tadabilme olur. Çocukluğumuzda bir tür duayı sık sık işitirdik: Bağda bahçede çalışan büyüklerimize soğuk pınarlardan su götürüp ikram ettiğimizde duaları hazırdı hemen: “Su gibi ömrün uzun olsun!” Bu duanın başka versiyonları da vardır kuşkusuz: “Su gibi aziz olasın!” denir örneğin. Su azizdir, su vermek su gibi kutsaldır. Zira su bütün bir hayatı mümkün kılan ana maddedir. Thales’in “su” cevabı • 24 neden önemlidir diye sorulduğunda, öncelikle ve hemen akla gelen şey suyun önemidir. Su gerçekten önemlidir; zira hayatın temel maddesidir, insan vücudunun üçte ikisidir, dünyanın büyük bir kısmı sularla kaplıdır. Su varsa hayat da vardır, su varsa nefes de vardır. Belki bu yüzden gezegenler konusunda yapılan araştırmalarda sorulan ilk soru “acaba su var mı?” şeklindedir. Şöyle düşünülür: Su varsa hayat da vardır. Velhasıl su öyle işlemiştir ki insan dünyasına, şöyle denilse yeridir: “hayat suy(l)a yazılan yazıdır.” ___________________________________________________ 1 Bkz. Şafak Ural, Bilim Tarihi, Çantay Kitabevi, İstanbul, 2000, s. 32. 2 Cengiz Aytmayov, Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek, çev. Refik Özdek, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1997, s. 78. 3 Bkz. Walter Kranz, Antik Felsefe, çev. Suad Y. Baydur, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1984, s. 3. 4 Giambattista Vico, Yeni Bilim, çev. Sema Önal, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2007, s. 151, vd. 5 Mevlana, Mesnevi I, çev. Veled İzbudak, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1989, s. 217. 6 Bkz. Walter Kranz, a.g.e., s. 69, vd. 7 Bkz. İbn Haldun, Mukaddime I, Cilt, çev. Zakir Kadiri Ugan, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1988, s. 107. 8 Tekvin, 1:9. 9 Bakara: 164, Enam: 99, vd. Dursun Yıldız İle Su Üzerine: “SU, YAŞAMIN VE 21. YÜZYIL’IN EN STRATEJİK KAYNAĞIDIR” ÇAĞRI GÜREL -Sohbetimize şu soruyla başlayalım isterseniz: Öncelikle dünya ölçeğinde meseleye bakalım. Su kullanımının nüfusa oranı bakımından nasıl bir tabloyla karşı karşıyayız? - Dünya genelinde su kaynakları nüfusa göre eşitsiz bir şekilde dağılmıştır. Örneğin dünyada yenilenebilir yüzeysel su kaynaklarının dörtte biri Güney Amerikada yer alırken burada dünya nüfusunun sadece yüzde sekizi yaşamaktadır. Yine Kuzey Amerika’daki durum da benzerdir. Burada da dünya nüfusunun yaklaşık % 8’i yaşarken dünya yenilenebilir yüzey suyu kaynaklarının % 15’i yer almaktadır. Yine dünya nüfusunun % 60’ı Asya Kıtasında yaşarken suyun sadece % 36’sı bu kıtada bulunmaktadır. Afrika’da dünya nüfusunun % 15’i su kaynaklarının da % 11’i bulunmaktadır. Bu oranlar tabi genel oranlar. Bu kıtaların kendi içindeki nüfus ve su kaynakları dağılımı oranları bölgesel lanımına da yansımaktadır. Birleşmiş Milletler raporlarına göre dünyada temiz suya ulaşma güçlüğü çeken ve günde 25 • DOSYA: SU olarak daha da eşitsiz olabilmektedir. Bu eşitsizlik su kulÇağrı Gürel, Dursun Yıldız İle Su Üzerine: “Su Yaşamın ve 21. Yüzyıl’ın En Stratejik Kaynağıdır”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011, ss. 25-30. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM 20 l’nin altında bir su ile yaşamak zorunda olan bir kaynaklarımız sektörel olarak hâlen %70’i tarımsal milyar 200 milyona yakın bir nüfus vardır. sulamada ,% 15’i endüstri suyu olarak % 10’u ise - Ükemize geçelim isterseniz. Su kaynakları yönünden ülkemize zengin bir ülke diyebilir miyiz? Ülkemizde tatlı su kaynakları sektörel olarak hangi oranlarda kullanılmaktadır? Ayrıca ülkemizin su gücü potansiyelini komşu ülkelerle paylaşımımız hakkında neler söylemek istersiniz? - Ülkemiz su kaynakları yönünden zengin sınıfında yer alan bir ülke değildir. Ülkemizde de su içme ve kullanma suyu olarak kullanılmaktadır. Ülkemizin hidro enerji potansiyeli DSİ’nin son revize çalışmalarına göre yılda 160 milyar Kwh civarındadır. Hâlen bu değer yaklaşık dörtte bir geliştirilebilmiştir. Ülkemizin sularının %36’lık bir bölümü sınıraşan ve sınıroluşturan su havzalarından beslenmekte kara sınırlarının ise dörtte birini nehirler oluşturmaktadır. - Komşu ülkelerle işbirliği… kaynakları yere ve zamana göre eşitsiz bir dağılım - Evet evet, ben de bunu söyleyecektim. Bu du- göstermektedir. Gerek bu durum gerekse yıllık ye- rum ülkemizin su kullanımı konusunda suyun gittiği nilenebilir tatlı su potansiyelimiz ülkemizin su kay- diğer ülkelerle işbirliği içinde olması gereğini ortaya naklarını akılcı, planlı ve verimli bir şekilde kullan- koymaktadır. Ülkemiz bu konuda uzun zamandır mak zorunda olduğunu ortaya koymaktadır. Su suyun bir çatışma değil işbirliği aracı olması gerektiğini ileri sürmekte ve buna göre davranmaktadır. Örneğin geçen yaz, kurak geçmesi nedeniyle Irak ve Suriye’nin ilave su talepleri ülkemiz tarafından karşılanmıştır. - Tarihten günümüze su politikalarımız hakkında bizleri kısaca bilgilendirir misiniz? - Osmanlı İmparatorluğu döneminde kemerler ve diğer su yapıları ile su temin edilirken, hızla artan nüfusun ve çeşitli sektörlerin su talebini karşılamak için Cumhuriyet dönemi boyunca su depolama yapıları yapmamız gerekmiştir. Cumhuriyet’in kuruluşundan 1980’li yıllara kadar su politikalarımız her alanda oluşan su talebini hızla karşılamaya yönelik olmuştur. Ancak daha sonra su yönetiminde kavram farklılaşmış ve öncelikle havza ölçeğinde entegre planlama ve mevcut su kaynağını daha verimli kullanma anlayışı hakim olmaya başlamıştır. Bu planlama ve politika değişikliğinde su kaynaklarının hızla artan nüfus ve kirlenme tehditi altında oluşu ve ekosistemin korunması anlayışında artan duyarlılıklar da etkili olmuştur. Bugünkü su politikaları geçmişten çok daha fazla doğal dengenin korunmasını dikkate almak durumundadır. • 26 ŞUBAT 2011 - SAYI 132• - Su kaynakları, yağış sistemi ve birçok so- çalışmasını sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır. rundan dolayı ülkemizin su ihtiyacı bölgesel Buna ihtiyaç vardır. Ancak bu yapılırken su kay- farklılıklar içermekte. Türkiye’nin koşullarına, naklarının ülke çapında merkezî kamusal bir otorite gelişme politikalarına, ihtiyaç ve çıkarlarına en tarafından planlanması ve tüm uygulamaların etkin uygun bir su yapılanması nasıl olmalıdır? Su ile bir kamusal denetime tabi tutulması kesinlikle göz- ilgili yapılan çalışmalar ve projeler hakkında bil- den uzak tutulmamalıdır. Ülkemiz çok dinamik bir gi verir misiniz? ülke. İhtiyaçları hızla artıyor. Bunların akılcı bir şekil- - Ülkemizin su ihtiyacı bölgesel farklılıklar içeriyor. Su kaynaklarımız da bölgelere göre eşitsiz dağılmış durumda. Bu da gelecekte önümüze yeni planlamalar ve politikalar oluşturma zorunluluğunu koyuyor. de karşılanabilmesi için su yönetimimizin ülkemizin ihtiyaçlarına, çıkarlarına ve çağın sunduğu olanaklara göre hızla yenilenmesi gerekmektedir. Bunun için ben ülkemizde bir “Su Kaynakları Bakanlığı”nın hızla kurulması gerektiğine inanıyorum. Aksi takdirde bugün yaşadığımızdan daha büyük bir karmaşa Ülkemizde su yönetimi çok uzun dönemdir ar- yaşanabilir, doğal ve malî kaynaklarımız verimsiz bir tan malî, idari ve politik sorunlar yaşamıştır. Hem şekilde kullanılabilir, ekosistem dengesi birçok böl- bu faktörlerin etkisi hem de artan ihtiyaçlar ve gede bozulabilir. olanaksızlıklar nedeni ile su yönetiminin kurumsal altyapısında sorunlar oluşmuştur. Ancak hâlen su kaynaklarımızın % 65’i geliştirilmeyi bekliyor Bu nedenle, su kaynakları planlamasından su hizmetleri yönetimine kadar mevcut sistemin hızlı bir şekilde yenilenmesi gerekir. Bu yenilenmede sitemin çok başlılıktan ve çok parçalı yapısından kurtarılması esas alınmalıdır. Yetki karmaşası ortadan kaldırılmalıdır. Sistemin daha hızlı ve verimli bir şekilde - Hayatımızın her anında mutlak bir birlikteliğimiz olan, uğruna nice savaşlar verilen, her bireyin ortak bir hakkı olan suyun; günümüz modern toplumunda uluslararası işletmelerin elinde bir ticari meta hâline dönüşmesi nasıl başladı? Alanında çok verimli çalışmalar yapmış ve maalesef 2004 yılında şüpheli bir trafik kazasında can veren Prof. Dr. Ali İhsan Bağış’ın şu DOSYA: SU 27 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM cümlelerini okumak istiyorum: “…son yıllarda coğrafya su kaynakları açısından zengin değildir. su telaffuz edildiğinde insanların aklına hemen Ancak sınıraşan suların kaynaklandığı bir coğrafya- savaş ve çatışma senaryoları gelmektedir. Bu dır. Bu nedenle ve hızla gelişen dinamik yapısı ve senaryolar büyük ölçüde Batı kaynaklı olmakla artan ihtiyaçları dolayısıyla ülkemiz küresel ölçekli birlikte maalesef bölge içinde de taraftar bul- su politikalarının ekonomik ve hidropolitik açılardan maktadır. Bunun da en önemli sebebi ne yazık ilgi alanı içerisindedir. Ancak ülkemiz bugüne ka- ki Ortadoğu düşünce sisteminin rasyonellikten dar sınıraşan sularını barış ve işbirliği amacı dışında ziyade retorik söylemler ile çoğu zaman gerçeği bir amaçla kullanmamıştır. Bu nedenle ülkemiz bu unutturmasıdır…” Şu soruya gelmek istiyorum: suların optimum, hakça ve makul kullanımı ilkesine Suyun bulanıklaşması da diyebileceğimiz bu uygun davranmaktadır. küreselleşme politikaları hakkında neler söylersiniz? Çünkü su biz insanoğluna birlikteliği, dinamikliği öğretir. Bulunduğumuz coğrafyanın tarihî şahsiyeti olan bizlerin, uluslararası su politikalarıyla parelellikleri ve zıtlıkları nelerdir? - Genel olarak bakıldığında su üzerine küresel politikaların yaklaşık çeyrek yüzyıl önce ortaya çıktığı ve küresel ölçekte aşama aşama şekillendirilmeye çalışıldığı görülüyor. Bu süreçte 1992 yılında Dublin’de toplanan Su ve Çevre Konulu Uluslararası Konferansı, suyun ekonomik bir meta olarak kabul edilmesi açısından önemlidir. Merhum Prof. Dr Ali İhsan Bağış benim bu alanda yetişmeme çok büyük katkısı olan bir bilim adamıydı. Kendisini rahmetle ve saygıyla anıyorum. Hocamın da ifade ettiği gibi Ortadoğu’da su konusu da dahil olmak üzere sorunların çözümünün önündeki engellerden birisi bölgenin özgün yapısı, petrol zenginliği kadar düşünce sisteminin rasyonellikten uzak oluşudur. Ancak son dönemde Türkiye ve komşuları arasındaki yumuşama ve karşılıklı bağımlılıkta artış, sorunların çözümüne olumlu katkıda bulunmaktadır. Su, hem ekonomik hem de stratejik açıdan daha değerli bir doğal kaynak hâline gelmiştir. Bu nedenle su kaynakları üzerine çeşitli küresel stratejiler geliştirilmektedir. Bu stratejiler sizin de belirttiğiniz gibi suyun bulanıklaşmasına neden olmakta ve bir işbirliği aracı ve insan hakkı olarak kullanılmasını zorlaştırmaktadır. Ülkemizin bulunduğu • 28 - Dünya ölçeğinde nasıl görüyorsunuz. 21. yüzyılda “Su Savaşları” çıkabilir mi? - Su, 21. yüzyılın en stratejik kaynağı olacak. Bu nedenle suyun daha kısıtlı olduğu bölgelerdeki ülkeler arasında bazı gerginlikler yaşanabilir. Ancak ben bunun tek başına ülkeler arasında bir sıcak çatışmaya neden olacağını düşünmüyorum. Suyun ŞUBAT 2011 - SAYI 132• bu bölgelerde çatışma ve gerginlik yaratmak için bir araç olarak kullanılması ihtimalini daha yüksek görüyorum. Çünkü su konusunda bir sıcak çatışmanın ülkelere sağlayacağı sürdürülebilir ve pratik bir yarar olmayacaktır. Aslında savaş bir trajedi ise su konusunda uzun zamandır yaşanan bir trajedi zaten var. Dünyada her gün, büyük bir bölümü 5 yaşın altında çocuk olmak üzere 15000 kişinin su ve suya bağlı hastalıklardan yaşamını yitirdiğini görüyoruz. Hangi savaşta bu kadar can kaybı yaşanıyor. Uluslararası sistem sudan savaş senaryolarını öne çıkartıp kullanmak yerine öncelikle hâlen süren bu trajediye son vermek için çalışmalar yapmalı. - Su kaynaklarının ve hizmetlerinin özelleştirilmesi konusunda neler söylemek istersiniz? Su kaynaklarının yönetimi sizce nasıl olmalıdır? - Bu konuda çok çeşitli şeyler söylenebilir. Ancak öncelikle söylenmesi gereken şey, su yaşamsal doğal bir kaynak olduğundan su yönetiminin en belirgin özelliği toplumda her kesimin yeterli miktarda temiz suya ulaşma hakkını sağlayacak bir yönetimin olmasıdır. Su hizmetlerinin özelleştirmesine gelince; su işletmeciliğinin özelleştirilmesi- ğında topladığı yıllık gelirler kamu finansman dön- nin bence en önemli sakıncası şudur: Bu durumda güsünden çıkacak bunun yerine piyasa-borsa fi- hâlen belediyelerin su ve atık su hizmetleri karşılı- nansman döngüsüne girecektir. Bu miktar yaklaşık DOSYA: SU 29 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM DSİ Genel Müdürlüğünün yıllık bütçesi kadardır, Bu gerekir. Belirttiğiniz gibi içme ve kullanma suyu su durumda kamu hizmet alanı önemli bir finansman temininde öncelikli bir kaynak olup belirli bir kaliteyi kaynağından vazgeçmiş olacaktır. Bunun yanı sıra sağlaması gerekir. Bu nedenle su kaynaklarının ön- su hizmetlerinin özelleştirilmesi sonucunda su üc- celikle kirletilmemesi ve sağlanan suyun daha ve- retlerinde artışlar oluşabilir. Bu durum toplumun alt rimli kullanılması anlayışı öne çıkartılmalıdır. Bunun gelir gurubundaki kesiminin bu kaynağa ulaşmasını için de su konusunda toplumsal bilincin arttırılması zorlaştırabilir. Söylemiş olduğum, bu husus, su hiz- çalışmaları çok önemlidir. Bu konuyu derginizde ele metleri özelleştirmesinde dikkate alınması gereken almanız da bu çabalardan birisidir. en önemli husustur. Su, yerine başka bir kaynağın ikame edilmesi mümkün olmayan yaşamsal bir kaynaktır. Suyun bir insan hakkı olduğunu düşünüyorum. Her insa- - Sayın Hocam, bu söyleşi için sizlere teşekkür ederiz. - Ben teşekkür ederim. nın yeterli miktarda su ve çevre sağlığı hizmetlerine kolayca ulaşabilmesi gerekiyor. Bu nedenle de bu DURSUN YILDIZ alan daha çok sosyal politikaların uygulanması ge- İnşaat Mühendisi ve Su Politikaları Uzmanı reken bir alan özelliği taşıyor. Su kaynaklarının yönetimi yukarıda belirttiğim anlayışla, son teknolojik gelişmeleri bünyesinde barındıran, hızlı karar veren, çevre duyarlılığı yüksek olan ve kamusal merkezî planlama ve etkin denetim yetkisi bulunan bir yönetim olmalıdır. - Yağışlar az olduğu zaman hemen endişeleniyor, “iklim değişikliği, küresel ısınma, buzullar eriyor, eyvah! bu yıl susuz kalacağız, barajlarda şu kadar su kalmış” gibi ifadeler kullanıyor, suyun bilinçli kullanımı ile ilgili alelacele somut adımlar atmaya çalışıyoruz. Başımıza gelmeden, serap görmeden, susuzluktan ölmeden… Son olarak şunu sormak isterim: İçme ve kullanma suyunun önemi çerçevesinde, tabiattaki suları içme ve kullanmada gerekli tedbirler için bireysel ve toplumsal olarak bizlere düşen vazifeler nelerdir? - Bu çok önemli bir konu. Su, su döngüsü dediğimiz bir çevrimin sonucu oluşan yenilenebilir bir kaynaktır. Ancak siz bu döngüyü yani doğal dengeyi bozarsanız bu kaynağın yenilenebilir özelliğini de tehdit altına sokarsınız. Bu nedenle su politikalarının sürdürülebilir olması büyük önem taşır. Bu politikaların doğal dengeyi küresel ölçekte koruması • 30 1958 yılında Samsun’da doğan Dursun Yıldız, 1981 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’nden mezun oldu. 1983 yılında DSİ Genel Müdürlüğünde çalışmaya başlayan Yıldız, bu dönemde Hollanda ve ABD’de lisansüstü mesleki teknik eğitim ve uygulama programlarına katıldı. ATAUM’da “AB Temel Eğitimi ve “Uluslararası İlişkiler Uzmanlık” programlarını izledi. Hacettepe Üniversitesi Hidropolitik ve Stratejik Araştırma Merkezinde, su politikaları alanında yüksek lisans eğitimini tamamladı. DSİ’de Teknik Araştırma ve İçmesuyu Dairesi Başkanlıklarında şube müdürlüğü ve daire başkan yardımcılığı görevlerinde bulundu. Bu dönem içinde Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi ve Hacettepe Üniversitesi Hidropolitik ve Stratejik Araştırma Merkezinde yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak ders verdi. UMAG’da su ve enerji politikaları konusunda da konferanslar veren Yıldız, 2007 yılında DSİ’den emekliye ayrıldı. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinde ve İnşaat Mühendisleri Odasında çeşitli dönemlerde yönetim kurulu üyeliği ve ikinci başkanlık görevlerinde de bulunan Dursun Yıldız’ın mesleki, teknik, teknopolitik ve hidropolitik alanlarında yurtiçi ve yurtdışında yayınlanmış çok sayıda teknik rapor, bildiri ve makaleleri ayrıca sekiz adet rapor ve kitabı vardır. Dursun Yıldız su politikaları konusundaki araştırmaları nedeniyle, Türkiye Ziraatçılar Derneği tarafından “2008 Yılı Başarı Ödülü’ne” layık görülmüştür. Halen kendi mühendislik- müşavirlik firmasını yürüten Yıldız, evli ve iki çocuk babasıdır. YUNUS EMRE’DE DÖRT UNSURA GİRİŞ - SU VE NİTELİĞİN HİKÂYESİ- MUSTAFA TATCI Dr., Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü N iteliğim soran işit hikâyet Su vü toprak od u yel oldu sûret (Ey benim niteliğimi/ne olduğumu / soran kişi, sana su ve toprak, ateş ve havanın birleşerek nasıl sûret olduğunu / cismimin nasıl yaratıldığını anlatayım, / dinle!) Yûnus Emre Kanaatimiz odur ki, dinî ve felsefî düşüncelerin çoğunda yaratılış (hilkat yahut fıtrat) konusu yanlış anlaşılmıştır. Ne yazık ki İslâm kültürü içinde yetişen ve yaşayan pek çok kişi de bu yanılgı içindedir. Kısaca ifade etmek gerekirse, insanın yaratılışı şöyle anlaşılmaktadır: Bir tarihte hiçbir şey yok iken Cenâb-ı Hak çamurdan bir âdem donattı, bu âdemin tesviyesi tamamlandığında ona rûh üfürdü, Havvâ’yı da Âdem’den yarattı ve böylece insan yeryüzünde göründü. Âdem ve Havvâ’nın her batında ikiz çocukları oldu ve çapraz evliliklerle insan yeryüzünde çoğaldı… vs. Çocukluğumuzdan beri zihnimizde yer eden düşünce aşağı yukarı böyledir. Yûnus’un yukarıdaki beyitte; yaratılış konusunu olmuş bitmiş bir hadise zanneden birine, yaratılışın el’ân devam eden bir olay olduğunu anlatır. Bu kişinin samimi bir tâlip olduğu, Yûnus’un konuyla ilgili ince sırlara girmesinden anlaşılmaktadır. Hâlbuki Yûnus -ve tabiî ki Yûnus’un bilincine ulaşan 31 • DOSYA: SU Mustafa Tatcı, Yunus Emre’de Dört Unsura Giriş -Su ve Niteliğin Hikâyesi-, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011, ss. 31-39. Esasen metnin yorumuna başlamadan önce “yaratılış” konusu hakkında bir değerlendirme yapmakta fayda vardır. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM ledün erleri- bu beyitte, bu beyitin yer aldığı şiir*de hatta Divan’ındaki yaratılış mevzuuna girdiği bütün şiirlerinde olup bitmiş hayâlî bir âdemin yaratılışından değil, bilâkis bizim yaratılış hikâyemizden bahsetmekte, bizim maddî ve manevî yaratılışımız nasıl gerçekleşmektedir, onu anlatmaktadır. Gerçek şu ki, insanoğlu yaratılış konusunu ilk günden (!) beri tefekkür etmektedir. Bu merak, insan ile yaşıttır. Esasen, Yaradan, bilinmek isteyen bir varlık; yaratılan da bu bilinme isteğinin peşinden giden bir yolcudur. İnsan, -siz buna bilinç de diyebilirsiniz- Yaradan’ına dönünce tamamlanacaktır! * Kur’ân’a ve Kur’ân’ın hakîkatini bilen ledün âriflerine göre, insanın yaratılışı heykele rûh üflenircesine bir anda değil; bir merâtip içinde, sırasıyla göklerin, yerin, bitkilerin ve hayvanların yaratılışından sonra tamamlanmıştır. İnsan yaratılış sırasının son merhalesidir. Bu yaratılış silsilesini de zamana bağlamak, bir ilk insan veya ilk madde aramak yanlıştır. İnsan, yaratılış konusunu kendi varlığında çözümlediği anda ilk yaratılanın kendisi (kendi nüvesi); kendi hakîkatinin de Hakk’ın hakîkati olduğunu anlayacaktır. Eşyânın hakikati ise, insan kendi yaratılışını tamamladığı anda kolaylıkla çözülecektir. Kur’ân’da varlığın hakîkatiyle ilgili olarak şunlar söylenir: İnsanın maddî yönü su ve topraktır. Hayat su ile başlamış ve yaratılış toprak(balçık)la devam etmiştir. Bu el’an böyledir: “İnkâr edenler, gökler ve yer yapışıkken onları ayırdığımızı ve bütün cânlıları sudan meydana getirdiğimizi görmüyorlar mı?” (Enbiya, 21/30). “Allah bütün cânlıları sudan yaratmıştır. Kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla yürür, kimi de dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır. Allah şüphesiz her şeye Kâdir’dir” (Nûr, 24/45). “Sizin için yeryüzünü döşeyen, yollar açan, gökten su indiren odur. Biz bu su ile türlü türlü, çift çift bitkiler yetiştiririz.” (Taha, 20/53). “Kasem olsun, biz insanı süzülmüş bir çamur veya bir hülasadan yarattık.” (Mü’minûn, 23/12). “Andolsun biz, insanı bir kara çamur ve şekillenmiş bir balçıktan yarattık.” (Hicr, 15/26). • 32 Yukarıdaki âyetlerden de anlaşılacağı üzere maddî tarafıyla toprağa ve suya ait olan insan rûhî yönüyle ilâhî nefhaya bağlıdır. Âyette şöyle denmektedir: “Ben onu düzenleyip insan şekline koyduğum ve ona rûhumdan üflediğim zaman, derhâl onun için (inkıyad=tam boyun eğiş, tam tâbi oluş) secdesine kapanın.” (Hicr, 15/29). İnsanın su ve toprakta başlayan yaratılış mâcerâsı onun tesviyesi tamamlanıp ilâhî nefha üfleninceye, yani hilâfete ulaşıp Hakk’ı idrâk edinceye kadar devam etmektedir. Gerçekte, insan denilen şerefli varlık da budur. Hiç şüphesiz, insanın maddî evrimi ve manevî tekâmülü ilâhî bir kanundur: “Ne diye Allah’a gereği gibi bir davranışta bulunmuyorsunuz? Hâlbuki o sizi evrim merhalelerinden geçirerek yaratmıştır.” (Nûh, 71/13-14). Bu noktada şunun da bilinmesinde yarar vardır: Kur’ân’da tekâmül eden varlık olarak insandan bahsedilmekte, Âdem’den bahsedilmemektedir. Şu halde Âdem, ilk yaratılan insanın adı değil, kendisine ilk peygamberlik verilen kişinin adıdır. O, evrimini tamamlamış ve hilâfete getirilmiş ilk insandır. Buradaki “ilk” kelimesini de iyi anlamak gerekir. “Allah’ın indinde İsâ’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Onu da topraktan yarattı Sonra ona “Ol!” dedi, o da oldu.” (Âl-i İmrân, 3/59). “Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yaratmış ve sizi çiftler halinde var etmiştir.” (Fatır, 35/11). Bu âyetlerden de anlaşılacağı üzere Âdem’in, yani insanın aslı topraktır. Hülasa, hayat su ile tebellür etmiş, yaratılış toprağa gelince iyice açığa çıkmıştır. Bütün merhaleler tamamlanıp da sefere çıkan nüve, insana gelince -ikinci defa, insanlığını gerçekleştirmek ve Hak varlığında uyanmak üzere“Ol!” emrine muhatap olmuştur. Şu âyet bunun açık bir delilidir: “O, seni yaratan, şekil veren ve mütenasip kılan ve dilediği şekilde seni terkip edendir.” (İnfitâr, 82/6-8). Evet, Cenâb-ı Hak insanı evvela yaratmış, çeşitli şekiller vermiş ve nihâyet terkibini insan ismi verilen bu vücûda getirmiştir. Kün “Ol!” emriyle başlayan bu oluş “feyekûn” (olur, olmaya devam eder) em- ŞUBAT 2011 - SAYI 132• riyle maddede, bitkilerde ve hayvanlarda sürecini tamamladıktan sonra insanda ve insan-ı kâmilde nihâyete erecektir. “Allah sizi yerden bir bitki olarak bitirdi.” (Nûh, 71/17). “Seni önce topraktan, sonra nutfeden yaratan, sonra da seni insan şekline koyanı mı inkâr ediyorsun?” (Kehf, 18/37). “İnsanoğlu, var edilip bahse değer bir şey olana kadar, şüphesiz uzun bir zaman geçmemiş midir?” (İnsan, 76/1). Oluşunu tamamlayan insan (ki buna artık âdem diyebiliriz) melekûtun secde ettiği, yani Allah’ın kudreti olan meleklerin aslını tanıdığı bir varlıktır. “Rabb’in meleklere: “Ben yeryüzünde balçıktan bir insan türü (beşer) yaratmaktayım, ona insan şekli verip rûhumdan üfürdüğümde ona secdeye kapanın demişti.” (Hicr/28) âyeti, tamamlanmış bir metin olan insân-ı kâmili anlatmaktadır. kademelerdeki sûretlerinden ibarettir. İnsan sûreta âlemde unsurların bütünüdür ve hakîkati itibariyle Hakk’ın halifesidir. Dolayısıyla Allah, mutlak olarak Hazret-i İnsan’dan bilinir. Mücerred olarak bilinmez. * Dört unsur, rûhun hapishânesi kabul edilmiştir. İnsan bu unsurlardan ne zaman kurtulursa o zaman aslına dönecektir. Osman Kemâlî Hazretleri (ö. 1954) bunu şöyle anlatır: Dâm-ı unsurdan halasa çâre ancak aşkdır İhtirâs tûl-i emel ceng ü cedel evlâd ü mâl (Dört unsurla teşekkül etmiş olan beden hapishanesinden (tuzağından) kurtulmanın tek çaresi aşktır. Bu tuzaklar, ihtiras, tükenmez arzu, savaşlar, kavgalar, evlâd ve mâl sevgisidir.) Dört melek derler mukarreb çâr unsur aslıdır Akl Cibrîl Refrefi aşk aşkla açtı per ü bâl Burada ayrıca bir şeyi daha hatırlatmakta fayda vardır: (Dört mukarrep melek dört unsurun aslıdır. Cibrîl, akıldır; Refref ise aşktır. Aşk Cibrîl’i ve aşk Refref’i aşk ile kol ve kanat açtı, varlığın aslına yükseldi.) Yukarıda sıraladığımız düşünceler ve alıntı yaptığımız âyetlerdeki yaratılış serüveni insana gelinceye kadar dikey, insanın yaratılışıyla alaka kurulurken yatay olarak düşünülmelidir. Yani varlık, insana gelinceye kadar -bizim, mahiyetini iyi bilemediğimiz bir şekilde- nasıl merhalelerden geçiyorsa, insanın ana rahminde de benzer merhalelerden geçtiğini iyi anlamak gerekir. Başka bir tâbirle, ana rahmindeki spermin (dört unsurla teşekkül etmiş olan varlığın) bir kan pıhtısından insana dönüşünceye kadar geçirdiği merhaleleri yatay olarak düşünmek gerekmektedir. Melek kuvvet anlamındadır. Burada kuvvet ile kasdedilen ilâhî kuvvettir. Allah, her zerrede mevcut olduğuna göre, her zerre bir melek, yani ilâhî kuvvettir dense, yanlış olmaz. Meleklerin insandaki tezahürü ise, ondaki hayat emaresi gösteren her şeydir. Şu halde insandaki kuvvet yani hayat unsurları ve her türlü kudret esasen melâikedir. Eşyânın tamamı ateş, hava, su, toprak (dört unsur)da toplanmıştır. Âteşin melekûtu (toplamı) Azrâil, havanın melekûtu (toplamı) Cebrâil; suyun melekûtu Mikâil; toprağın melekûtu İsrâfil’dir. * miştir. Görünen varlık, yani felekler, unsurlar, madenler, bitkiler ve hayvanat hep bu unsurların çeşitli “Suların toplamına deniz dediğimiz gibi, eşyanın toplamına da anasır-ı erbâa demişlerdir: ateş, hava, su, toprak. Bu anasır da birer şey olduğuna göre toplamına da yine birer şey denileceği gibi, meleklerin toplamına da “melekût” denir. Melekût, melekler toplulu- 33 • DOSYA: SU Burada dört unsurla ilgili biraz daha detaya girmekte fayda vardır. Şöyle ki, varlığın özü, ikisi dişi olan; su ve toprak ile, ikisi erkek olan hava ve ateşten yaratılmıştır. İnsan nefsi bu dört unsurun bileşiminden ibarettir. Ehlullah bu özelliğinden hareketle insanı küçük âlem, âlemi ise büyük insan kabul et- Osman Kemâlî Efendi “İrfân Sızıntıları” adlı eserinde anâsır-ı erbâanın melekûtu hakkında şunları söyler: • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM ğunun bir sultanı, bir reisi manâsına gelir ki, Kur’ân-ı Kerîm bunu haber vermektedir: “Allahu Teâlâyı tesbih ve tenzîh ederim ki her şeyin melekûtu onun elindedir ve her şeyin rücûu onadır; yani Allah’adır.” (Yâsin/83). Melekût, hevâ ki fasl-ı mahsûsunda yazılmıştır ve tesiri de malûmdur. Havanın eşyada sirâyeti meydandadır. Biz bunların melekûtunu melâike adedince Resûl-i Kibriyâ Efendimize salât ve selamla yazacağız. Melekûtun, melekler topluluğunun reisi veya sultanı olduğunu yazmıştık. Dört anasır olduğu gibi dört de mukarreb melek vardır, biliyoruz: Cebrâil, Mikâil, Isrâfil ve Azrâil aleyhimüsselâm. Hevâ ki, bir zümre-i melâikenin varlığıdır ve bunlar da kuvvetullahtır. Hevânın melekûtu Cebrâil aleyhisselâmdır. Uzaklardan haber getiren, uzaklara haber ileten, bir sayhasıyla yerleri harap eden ve kanadıyla Tûr Dağı’nı İsrailoğulları’nın üzerinde tutan kudret, Cebrâil aleyhisselâmın kudretidir. Unsur-ı mâ: Bu da bir alay melâikeden bir araya gelmiştir. Bunların melekûtu da Mikâil aleyhisselâmdır. Hani Peygamber-i zî-şan Aleyhisselâtü vesselâm efendimiz, “Yağmurlar Mikâil aleyhisselâm emriyle yağar ve erzâk-ı mukaddere onun eliyle taksim olur.” buyurmuşlardır. Unsur-ı türâb, yani toprak: Bunda neler mahfûz olduğunu, neler zuhûra geldiğini mümin de münkir de görmektedir. İşte kuvvet ve kudretullahtan ibaret olan bu melek varlığının melekûtu da İsrâfil aleyhiselâmdır. Kur’ân-ı Kerim’de “İsrafil sûra üfürdükte yerlerin parçalanacağı, dağların bir yün gibi atılacağı ve bütün insanların yeryüzüne çıkacağı” beyan buyurulmuştur. Unsur-ı nâr: Azrâil aleyhisselâmdır. Fakat, şu anasır-ı erbâa dediğimiz nasıl taklîb-i anasırla anasır-ı vâhide, yani bir tek unsur hâlini alırsa, bu melekler de öyledir. Nasıl ki heva dediğimizde; su, hava, ateş ve toprak mevcuttur. Bilginler havaya müvellidü’l-mâ ve müvellidü’l-humuza (oksijen) dediler. Yani hava; sudur, ateştir, topraktır da. O halde dikkat ediyor muyuz? Hani Azrâil aleyhisselâm • 34 hakkında boş mütalaalar vardı. Bir adam şarkta, biri de garptadır. Belki muhtelif yerlerdedir de… Aynı anda ölecek olan insanların cânını Azrâil nasıl alır diye epeyi akıl yorucu şeyler söylerdi. Şimdi anlıyoruz ki öldüren Azrâil, insanı yaşatan da yine Azrâil imiş. Hâlbuki bilmiyor ki insanın cânını alan Azrâil olduğu gibi insana cân veren de yine odur. Nasıl güneş doğduğunda her arzı kabiliyetine göre nûr verdiği gibi yine derece-i arza göre bazı yerler karanlıkta kalırsa insanın yaşaması ve ölmesi de melâikenin; yani kuvvet ve kudretullahın ona feyz verdiği müddetçedir. O kudretin hayat feyzi kesildikçe ölüm olur. Lâkin hiçbir maddesi zâil olmaz. Çünkü kudret ve kuvvetullahtan ibaret olan melâike bizim gibi olmayıp onlar feyyâz-ı hakîkînin emri dâhilinde âşikâr ve nihân olurlar. Şimdi görüyoruz ki “ve melâiketihi” demek “Bu kâinât varlığı yalnız kuvvet ve kudretullahtan ibarettir.” demekmiş. (Osman Kemâlî, İrfân Sızıntıları, İstanbul, 1987, s. 43 vd.) * Şimdi de söz konusu manzûmeden hareketle biraz daha tafsilata girebiliriz: Yûnus bu manzûmesinde insanın biyolojik ve rûhî yaratılışını iç içe ele alır. Manzûme bu yönüyle adeta Yûnus’un Risâletün Nushiyye’sinin bir özeti gibidir. Mesnevî şeklinde yazılan Risâletün-Nushiyye, altı yüz beyittir. Yûnus eserinin girişinde, aynen bu şiirde olduğu gibi insanın biyolojik ve metafizik yaratılışını anlatmaktadır: Yûnus’a göre Cenâb-ı Hakk’ın varlığı yaratmasındaki hikmet, insandır. Zaten “hikmet”, eşyanın hakîkati olan dört unsur (toprak, su, hava, ateş)un ilâhî bir terkiple yoğrulup insan (Âdem)ın nasıl yaratıldığını bilme sırrıdır. Yûnus özetle şunları söyler: Cenâb-ı Hak, âdemi halk etmeye “kendi ismi”yle, yani besmeleyle başlamıştır. Bu yaratılış esnasında Yaradan (=Hâlik), tek ve mutlak fâildir. Yani, işin içinde bizâtihi kendisi vardır. Bismillâh deyip getirdi toprağı Ol arada hâzır oldu ol dağı ŞUBAT 2011 - SAYI 132• Evvelâ, toprak ile su birleşir: Toprak ile suyu bünyâd eyledi Sonra, yel (hava) gelir toprakla suyu terkip eder (balçık haline getirir) ve harekete geçirir: Yel gelip ardınca depitdi (tahrik etti) anı Daha sonra, âteş gelir, üç unsur ile birleşir ve bu üçlü terkibe hararet verir. Cisim teşekkül etmeye başlar. Nihâyet cân cisme ulaşır. Artık pâdişâh(Allah) tan ferman olmuş, cân sûrete girerek sûret nûrla dolmuştur. Âdem hayat bulunca, Yaradan’ına hamd ve şükreder. Âdem’e, yaratılışındaki dört unsurla birlikte bazı sıfatlar da verilmiştir. Bu unsurlardan her birinin kendisine has dörder özelliği vardır. Yûnus Emre, bu noktada eserinde remzî sayılar kullanmaya başlar. Bu sayılar, dört unsur kavramıyla birlikte işlenir. Âdem’in vücût bulmasında adı geçen her bir unsurla dörder sıfat gelmiştir. Toprakla gelen dört özellik şunlardır: Cân ile geldi bile uş dört hisâl İzzet ü vahdet hayâ âdâb-ı hâl Risâle’den aldığımız bu beyitlere göre vücût, nefsî; cân da rûhî (ahlâkî) sıfatların kaynağıdır. Risâle’nin mukaddimesindeki on üç beyitte anlatılan dört unsurla ilgili düşüncelerden sonra bir mensûr metin bulunmaktadır. Bu kısa mensûrede akıl ve imâna ait özellikler dile getirilir. Buna göre akıl ve imân, insanın kabiliyetine göre idrâk edilir. Her iki kavram, remzî olarak üç ayrı grupta toplanmaktadır. Yûnus’a göre akıl, Tanrı’nın kadîm sıfatından zuhûr etmiştir. Dolayısıyla akıl, evveli olmayan bir varlıktır. Tecellîsine göre üç kısımda değerlendirilir: Akl-ı maâş: Dünya tertiplerini bildirir. Akl-ı maâd: Âhiret ahvâlini bildirir. Akl-ı küllî: Allah’ın marifetini bildirir. İnsan, tam bir imâna, akl-ı maâd ve akl-ı küllî ile ulaşabilir. İmân, Allah’ın hidâyeti nûrundandır. İmân da üç derecedir. Bunların yerleri bellidir: Toprak ile bile geldi dört sıfat Sabr ü eyü hû tevekkül mekrümet İlme’l-yakîn imân, akılda yerlidir. Su ile şu dört hâl gelmiştir: Hakke’l-yakîn imân, cânda yerlidir. Su ile geldi bile dört türlü hâl Ol safâdır hem sehâ lutf u visâl Yel(hava) ile dört heves verilmiştir: Yel ile geldi bile bil dört heves Ol durur kizb ü riyâ tîzlik nefes Od (âteş) ile dört sıfat gelmiştir: Ayne’l-yakîn imân, gönülde yerlidir. Cândaki imân, cân ile gider. İmân, insanın Cennet’te yahut Cehennem’de yaşayacağı hayatla yakından ilgilidir. Bunun için Yûnus, imânla beraber, Cennet ve Cehennem kavramlarından da bahseder. Yûnus’a göre Uçmak (Cennet), Allah’ın fazlı nûrundan, Tamu (Cehennem) ise, adli nûrundan yaratılmıştır. Bundan sonra tekrar dört unsurun hangi sıfattan zuhur ettiği açıklanır: Toprak, nûr sıfatından tecellî etmiştir. Od ile geldi bile dört dürlü dad Şehvet ü kibr ü tama’ birle hased Yel, heybet (sakınıp korkmak) sıfatından tecellî etmiştir. Od, hışm (öfke, kızgınlık) sıfatından tecellî etmiştir. 35 • DOSYA: SU Âdem’in cisminde var olan bu on altı sıfat, cân ile birlikte gelen dört sıfatla yirmiye ulaşır: Su, hayât sıfatından tecellî etmiştir. Kadriye Demiroğlu (Tuval Üzerine Yağlı Boya, 70X90) • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Toprak ve suyun yeri Uçmak’tır. Od ve yelin yeri Tamu’dur. Od ve yel ile dokuz kişi gelmiştir. Bunlar binbaşıdır, her birinin biner eri vardır. Tamamı dokuz bin kişidir. Bunlar insanı Tamu’ya çekmekle vazifelidirler. Yûnus bundan sonra tekrar manzûm bölüme geçer. Bu bölümde çeşitli nefsî sıfatların, daha doğrusu, insana, toprak su, hava ve ateşle gelen sıfatların şerhini yapar. Toprak ve su ile on üç kişi gelmiştir. Bunlar da, binbaşıdır ve biner erleri vardır. Tamamı on üç bin kişidir. İnsanı Uçmak’a çekmekle vazifelidirler. Yûnus’un bu konudaki yorumlarıyla bir karşılaştırma yapabilmek için mesela XVIII. asır mutasavvıflarımızdan Kırımlı Selîm Dîvâne’nin (Âriflerin Delili, Ankara 2004, s. 62) şu ifadelerine bir göz atmakta fayda vardır: “Ey benim cânım! Bu sırları cân kulağıyla dinle. İnsan dört şeyden yaratılmıştır: Ateş, su, hava ve toprak. Meselâ, ateşin tabiatı gazap, havanın tabiatı gaflet, su ve toprağın tabiatları ağırlıktır. Bunların tabiatları alçaktır. Yasaktan murat, elden geldiği kadar kendini kontrol edip çalışarak bunların tabiatlarından kurtulmaktır. Emirden murat, rûha bağlanıp rûhaniyyet kazanmaktır. Eşrefoğlu Sultan’ın, Cân ile dört kişi gelir. Her birinin biner erleri vardır, tamamı dört bin kişidir. Cân ile olan kişiler, didâra müstağrak olurlar. Toprak ve suyla gelenler Uçmak’ta od ve yel ile gelenler Tamu’da kalacaklardır. Cân ile gelenler ise Tanrı huzurunda müstağraktırlar. Yûnus bu bilgileri verdikten sonra insana sorar: “İmdi bil ki hangi bölüktensin?” Cevâbını yine kendisi verir: “Hangi bölüğün sözünü tutarsan o bölüktensin!” • 36 Değilem oddan u sudan veyâ toprak veyâ yelden Ben irden var idim irden henüz yoğidi bu ezmân ŞUBAT 2011 - SAYI 132• Zamânsız bî-zamânam ben mekânsız bî-mekânam ben Dü âlemde hem ânam ben benem her görünen gören Sanırsın Eşrefoğlu’yam ne Rûmî’yem ne İznikî Benem ol dâim ü bâkî göründüm sûretâ insân “Allah her şeyi kuşatmıştır.” âyetine göre nefsin ve unsurların tabiatı olan gaflet, gazap, kibir, kin, şehvet, riyâ ve benzerini terk etmelisin. Özünü, yani iç yüzünü bilip rûhun hareketi olan daima Allah’ı düşünmelisin. Halkın halk yüzüne bakmayıp iç yüzüne bakarak gafleti terk etmelisin. Eğer böyle yaparsan, Hak gözüyle Hakk’ı görüp kendini ve her şeyi aradan kaldırarak Hakk’a ulaşırsın. İşte Hakk’ın tecellîsiyle vuslatın mânâsı budur. Bu gözle bakmadıkça ve bu fikri gerçekleştirmedikçe halka hiç karışmayıp bütün ömrünü halvetle geçirsen fayda etmez. Vuslatın mânâsı budur. Yoksa sen önceden Hak’la olup sonradan Hak’tan ayrılıp çalışırsan senin vücûdun bir başka ve Hakk’ın vücûdu bir başka olup senin vücûdun Hakk’ın vücûduna ulaşır demek değildir. * Yûnus Emre, gerek Risâletün Nushiyyesi’nden ve Divan’ındaki başka manzûmelerinden anlaşılacağı üzere insanın yaratılış mes’elesi hakkında hayli tefekkür etmiştir. Değişik şiirlerden aldığımız şu beyitler bunu teyit etmektedir: Toprağı kadarladı sûreti hat bağladı Durgurdu dört âleti adın insân eyledi (Toprağı düzenledi, sûreti yarattı. Dört unsuru iyi- 37 • DOSYA: SU dediği buna işarettir. Yani ben mürşidimin himmetiyle bu nefse ait tabiatları, ki bu dört unsurdan meydana gelir, anâsırın tabîatını ve nefsin isteğini tamamen terk edip rûha bağlanarak saf bir rûh olup bütün varlıkları kendimde topladım ve önceden sultanlık yaptığım âlemime geri döndüm. Bu dört unsurun tabîatı ve nefsin isteği olan beşeriyet tabîatından tamamen geçip pak ve saf, kutsal bir rûh, izafe edilmiş bir rûh oldum, demektir. Sonuç itibariyle hakîkate ve hakka’l-yakîne binde bir âşık ulaşır. Rûh ulvîdir. Rûhun tabiatı ve gıdası zikrullah, sürekli olarak Allah’ı düşünmek ve âriflerin sohbetinde bulunmaktır. Nefisten murat, dört unsurun tabiatıdır. Buna tasavvuf dilinde “çelîpâ” derler. Bir âşık vücûdunun tabiatını terk edip mürşid-i kâmilin himmetiyle rûhun huyu ile huylanıp alçaklıktan kurtulup yücelik kazanır, Hakk’a ulaşır. Nitekim Allahu taâlâ buyurur: “Biz insanı en güzel şekilde yarattık. Sonra onu aşağıların en aşağısına attık. “(Tîn/4-5). Bâtın mânâsı: Biz insanı en güzel şekilde yarattık, demektir. Burada “en güzel şekil”den murat rûhtur. Rûhta nefsaniyyet, şehvet, uyku ve gaflet yoktur. “Sonra aşağıların en aşağısına attık. “Burada aşağıların aşağısından murat, dört unsurdur. Yani biz rûhu unsurlarla kayıtlandırıp bağladık. Dört unsurun tabiatı alçaktır, nefsaniyyettir, şehvet ve gaflettir. Rûhta bu tabiatlar bulunmaz. Şimdi bu âyetin yedinci kat bâtın mânâsı: Biz insanı en güzel şekilde yarattık demek, izâfî rûh; bizden ayrı olmayıp daima bizim ile yakınlığı olduğundan, en güzel şekilde olup bütün noksan sıfatlardan bizim gibi uzakken; ateş, su, hava ve toprak olan insanın vücûduna bağladık. Bunların tabiatları ise nefsanî ve süflî olup şehvet, gaflet, uyku, yeme ve içmeden ibarettir. Bunlara uyup bizimle olan yakınlığı -ki rûhaniyyet ve temizlikti- onu unutup unsurların tabiatıyla kayıtlanarak nefsiyle yakınlaşıp bizden uzak düştü demektir. Bizden uzak düştü demek, bizden ayrıldı demek değildir. Rûhun tabiatını terk edip nefsin tabiatına ve isteklerine uydu demektir. Şimdi bundan anla ki, Hakk’a ulaşmak ne demektir ve Hak’tan ayrılmak ne demektir? “Nerede olursanız olun o sizinle beraberdir.” (Hadîd/4) âyetine göre Hak’tan ayrı bir şey yoktur. Rûh Hak’tan ayrı değildir. Sen Hak’tan ayrılmak istesen bile Hak senden ayrılmaz, mümkün değildir ki ayrılsın. Çünkü bir şey mademki vardır, o Hak ile birlikte vardır. Senin Hak’tan ayrı olman demek, rûhaniyyetten nefsaniyyete geçmen demektir. Rûhaniyyet, Hakk’ın latîf yüzüdür. Nefsaniyyet, kesif (yoğun) yüzüdür. Eğer sen nefsin isteklerine uyarsan Hakk’ın latîf yüzüyken kesif yüzü oldun demektir. Eğer rûha uysan, rûhun yakınlığı Hak ile olduğundan sultana uydun demektir. Nefse uysan sultan iken kul oldun demektir. Yoksa Hak’tan ayrı bir şey yoktur. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM ce işledi ve ona rûh verip adını insan koydu.) * Od u su vü toprağı yeli bile Anun ile bünyâd eyledi teni (Teni, ateş, su, toprak ve yel ile yaptı, yarattı.) Yûnus, dört unsurun rûh ile hayât bulduğunu başka beyitlerinde de söyler. Rûh, vücûtta Allah’ın sırrıdır. İnsan “anasır-ı erbâa”yı aslına terk edip, “bîten ve bî-cân” olup Hakk’a dönmelidir. Yaratılmaktan da gaye budur. Bu takdirde insanın ayn-ı sâbitesi altı yönden zuhur edecek ve insan tensiz ve cânsız bir “nûr” (asıl varlık) olacaktır: Terk edem nâr ile hâki bâdı nârı aslına Şeş cihetden ben çıkam bî-ten olam bî-cân olam Yûnus bu şiirinin devamında dört unsuru dört başlı bir ejderhaya (ve tabii ki dokuz gökleri dokuz arslana, yedi gökleri evrene) benzetir. İnsan, bu yırtıcı ve öldürücü varlıklarla bir pehlivan -kuvvetiyle meşhur Zaloğlu Rüstem- gibi mücâdele etmeli, yani, tenini cân etmeli; maddesini manâya, dünyasını ukbâya döndürmeli, mücâdeleden müşâhedeyle çıkmalıdır: Bu dokuz arslan u yedi evren ü dört ejdehâ Bunlarınla ceng edem Rüstem olam destân olam Yûnus Emre, bir yerde nefsî doğumu -rûhun bedende tecellîsini- şöyle anlatır: Bilmezem aslım nedir ata hod bahânedir Ezel ana karnında kan yiyip dirilmişem Kan değil benim aşım hırs u hevâ yoldaşım Hazrete uçar kuşum meğer tene girmişem Beyitte geçen ana kavramı, hem dört unsur, hem de bizi vücûda getiren ana anlamındadır. Kan ise, dört unsurun terkibi olduğu gibi, ana rahminde anneden aldığımız, yani yediğimiz gıdadır. İnsan nefsinin ham maddesi bu kandır. Dünyaya gelen insan buradaki nimetlerden zevk almaya başlayınca kendisini besleyen ana rahmindeki kandan tiksinecektir. • 38 İnsan, dünya hayatında hırs ve hevâyı yoldaş edinirse, tende muztarip olacak, rûh kuşu, asıl âlemine uçamayacaktır. Esasen, dört unsur içinde hapsolup kan yiyerek (nefsi besleyerek) vakit geçirmek yani mâsivâ ile oyalanmak âşıkların işi değildir. Âşıklar, ölmeden önce ölüp rûhlarını Hazret’e uçurmak isterler. * İmdi burada, niteliği bilinmeyen asıl, rûhtur. Nitekim ele alınan şiirde bedenin ham maddesi olan dört unsur anlatıldıktan sonra ona üflenen rûh hakkında “Rûhumdan kimsene haber veremez.” denilecektir. Yûnus Emre’nin manzûmelerinde dört unsur ve rûh hakkında daha başka örnekler de vardır. Söz konusu örneklerden hareketle şu söylenebilir: İnsan, yani beşer dört unsur içinde yolculuk yapan bir yolcu gibidir. Başka bir ifadeyle insan, dört duvar içinde hapsolmuş bir dilbere benzer. Hazret-i Mısrî, bu dört unsur ve bu unsurların terkibine üflenen rûhu, “beşer/ beş er” tevriyesiyle anlatır. Beş er (beşer) bir demde (Kün!) yola girip madenlerden bitkilerden, hayvanattan insana gelinceye kadar her tarafa çalınıp çok adları takınıp nihâyet dört tekbiri bire dönüştürme makâmı olan insana gelmiş ve vahdette son (âhir) hayatını yaşayıp Hakk’a dönmüştür. Hazret-i Mısrî insandan insan-ı kâmile kadar gelen bu yaratılış serencâmını kısaca şöyle anlatır: Ahvâl-i serencâmım bu sâate erince Diyem sana icmâlin tâ gâyete erince Biz beşer /beş er/ idik çıkdık bir demde yola girdik Kırk yılda ere erdik bu sohbete erince Her yanaya çalındık çok adları takındık Dört tekbîri bir kıldık tâ kâmete erince ….. Kesret idi bir oldu sûret idi sır oldu Zulmet idi nûr oldu bu âyete erince Çün cân ile bir idik ebdân ile dağıldık Âhir ki deme erdik bu vahdete erince ŞUBAT 2011 - SAYI 132• Nihâyet, âlemin bir özeti olan ve ulviyetten halk munun hikâyesidir. Maddî ve manevî oluşumu ana edilen insan rûhu, malzemesi dört unsur olan be- karnında ve zâhir âlemde izlemenin imkansız olduğu dende zuhur etmiştir. Bu manâda beden ulvî nefesin bir çağda Yûnus’un bu düşünceleri dile getirmesi, bir bineği gibidir. Varlığın maddî tekâmülü insanda ancak onun basîret gücüyle açıklanabilir. tamamlanmış olsa da, insanın rûhî tekâmülü sona Sadede gelelim. Ne diyordu Yûnus: ermez. Hep söylediğimiz gibi, âlemin oluş sebebi sevgi ve Cenâb-ı Hakk’ın bilinmek isteyişidir. Bu Niteliğim soran işit hikâyet Su vü toprak od u yel oldu sûret sebeple insanın tekâmülü de aşk yoluyla olacak ve insan aşk ile Yaradan’ını tanıyacaktır. Yani insan nasıl ve neyle geldiyse aslına da öyle dönecektir. Bu husus, varlığa gelmenin püf noktasıdır. Hazret-i Peygamber’e inen ilk âyetler insanın yaratılışını anlatmaktadır: “Yaratan Rabb’in adıyla oku. O, insanı bir “alak”tan (asılıp tutunan nutfeden) yarattı.” (Alâk/1-2). Allah, insanın yaratılış aşamalarının bir kısmını şöyle bildirmiştir: “And olsun, biz, insanı süzme bir çamurdan yarattık. Sonra onu bir su damlası olarak sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra o su damlasını bir alâk olarak yarattık; ardından o alakı bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir.” (Mü’minûn /12-14). Cenâb-ı Hak bir âyetinde de, “Ben cinleri ve insanları ancak beni bilsinler, bana ibadet etsiler diye yarattım.” (Zariyat/56) der. “Beni bilsinler!” emrinden de anlaşılacağı üzere, insan, Hakk’ın birlik sırrını evvela kendi nefsinde bulmalıdır. Şimdi anlaşıldı ki Cenâb-ı Hak, bu âlemi kendi ihtiyacı için değil, varlığının bilinmesi için yaratmıştır. Aslı dört unsurdan ibaret olan insana rûh nefyedilmekle birlikte nefsini bilme kabiliyeti verilmiştir. Hazret-i Peygamber’in “Nefsini bilen Rabb’ini bilir.” sözü bunun teyididir. * Hazret-i Yûnus, ele aldığımız bu şiirinin son beytinde “Gönül dost durağı dilim şehâdet” diyerek biyolojik (dört unsurla ilgili) oluşumunu tamamlayan ve bir insan gönlünün Hakk’ın mekânı olduğunu ifade eder. Gerçekte bu hikâye, Yûnus’un kendi oluşu- Evet, Yunûs, bu manzûmesinde insan nefsinin zuhûrunu, insanın manâdan maddeye nüzûlünu anlatmaktadır. Manzûmenin devamında o, insanın, unsurlar âlemindeki seyâhatini ve sonunda bütün unsurları kendi vücûdunda toplayarak nûr-ı Muhammedî’den, gönülde, yeniden nasıl yaratıldığını hikâye edecektir. ___________________________________________________ * Niteliğim soran işit hikâyet Su vü toprak od u yel oldu sûret Dört muhâlif nesneden dört dîvârım Sâzikâr eyledi verdi kerâmet Yel ile toprağı kıldı muallak Su içinde odu tuttu selâmet Rızkı ömrü tamâm eyledi henüz Şeş cihet olmadan tutduğu kisvet Rûhumdan kimsene haber veremez Emrdir kâdırlığı verir hareket Bâkî tertîblerimi şerh edeyim İnâyet mevcûdu sem’ ü basâret Aklımın haberi bugünki değil Anı irder isen evvelki âyet Suâl cevâb kelecisi buna değindir Bundan böyle cihânım bî-nihâyet Yûnus ile buna denlü nasîbim Gönül dost durağı dilim şehâdet DOSYA: SU kendisine rûh üflenip metafizik yaratılışını idrâk eden (Ey benim niteliğimi / ne olduğumu / soran kişi, sana su ve toprak, ateş ve havanın birleşerek nasıl sûret olduğunu / cismimin nasıl yaratıldığını anlatayım, / dinle!) 39 • YAŞAMIN ÖZÜ: SU BUKET BAHAR DURMAZ DIVRAK WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Doğa Koruma Müdürü GALENA İŞ WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Doğa Koruma Sorumlusu U zaydan bakıldığında dünya, okyanusların ve bulutların rengiyle özdeşleşen mavi beyaz bir gezegendir. Bulutlar kaynaşır, sessizce hareket eder, yayılır, iyice yakınlaşır, az sonra yağacak yağmurun dam- laları kırık cam parçaları gibi yeryüzüne dökülür. Yağmur damlaları okyanusların, denizlerin, göllerin, soluğuna, buzulların sessiz çıtırtısına, yeryüzünün derinliklerindeki soğuk ve kayıtsız suyun billurluğuna, kayalardan fışkıran akarsuların tutkusuna, sellerin çığlığına, davul gibi gürleyen şelalelerin heyecanına, zümrüt yüklü ırmakların usul usul akışına, bitki köklerindeki özsuyun önlenemez yükselişine ve milyarlarca kalbin küt küt atışına dönüşür. Su, yeryüzüne ait herşeyi biçimlendiren ve canlandıran evrensel bir maddedir. Buket Bahar Durmaz Dıvrak - Galena İş, Yaşamın Özü: Su, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011, ss. 40-44. • 40 ŞUBAT 2011 - SAYI 132• Tatlı Su Kaynaklarının Önemi Güneş sisteminin tek mavi gezegeni olan dünyanın dörtte üçü sularla kaplıdır. Ancak dünya üzerinde bu denli fazla yer kaplayan su kaynaklarının %97,5’i tuzlu, yani içilemeyen sulardan oluşur. Yeryüzündeki toplam suyun yalnızca %2,5’i tatlı sudur. Bu tatlısu kaynaklarının %69’u kutuplarda buzullar halinde, %30’u da yeraltındaki derinliklerde bulunurken, yalnızca %1’i göller, nehirler, akarsular, çaylar, dereler, sulak alanlar, bataklıklar gibi doğrudan ulaşılabilen yüzeysel kaynaklardan oluşur. Bir başka deyişle su, aslında dünyada az bulunan, oldukça sınırlı bir kaynaktır. Artan Dünya Nüfusu ve Su Talebi Muazzam bir makine gibi her gün yılmadan, durmaksızın çalışan su döngüsünü lehine kullanmayı başaran insanlık bu mucizevi maddenin her türlü hünerinden yararlanarak üretime geçmiş, Sanayi Devrimi’ne uzanan süreci başlatmıştır. Ancak nüfusun ve talebin önlenemez artışıyla birlikte, insanlık suyun dostluğunu kötüye kullanmaya başlamış, kendi geleceğini hazırlarken, suyun geleceğini tehlikeye atmıştır. Giderek artan dünya nüfusu ve buna paralel olarak farklı sektörlerdeki su talebi artışı, su kaynakları üzerinde ciddi baskılar oluşturmaktadır. Sürdürülebilir olmayan su yönetimi ve uygulamaları doğal hidrolojik döngülerin kırılmasına neden olmaktadır. Daha sık seller, kuraklıklar ve ekosistem hizmetlerinin yok olması bu kırılmaların doğal sonuçlarıdır. Su sıkıntıları, su kalitesinin ve ekosistemlerinin mı, ekosistem kullanımı, ekonomik kalkınma, enerji bozulması; ekonomik ve sosyal gelişimi, siyasi istik- üretimi, ulusal güvenlik gibi suyun gerekli olduğu rarı ve ekosistem bütünlüğünü ciddi biçimde tehdit birçok sektör vardır. İnsan kullanımı, ekosistem kul- eder hale gelmiştir. Hızlı nüfus artışı, sürdürülemez lanımı, ekonomik kalkınma, enerji üretimi, ulusal gü- su harcama alışkanlıkları, yetersiz yönetim, kirlilik, venlik gibi suyun gerekli olduğu birçok sektör var- yetersiz yatırım ve sektörel su kullanımındaki verim- dır. Sürdürülebilir kalkınma için en önemli yaşamsal liliğin düşüklüğü nedeniyle su kaynakları bütün dün- kaynaklardan biri sudur. yada ciddi bir baskı altındadır. 41 • DOSYA: SU Su; hayatın ve canlıların kaynağıdır. İnsan kullanı- • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Dünya nüfusu geçtiğimiz yılda 3 kat artmıştır. Küresel iklim değişikliği Türkiye’yi kuraklıkla Aynı dönemde su kullanımı ise 6 katına çıkmıştır. vuracak. Küresel iklim değişikliğinden en fazla etki- Önümüzdeki 30 yıl içerisinde dünya nüfusunun iki lenecek ülkeler arasında yer alan Türkiye, BM Çevre milyar daha artacağı ve kişi başına düşen su mikta- Programı’nın (UNEP) tahminlerine göre, Avrupa’da rının daha da azalacağı öngörülmektedir. çölleşmenin ilk önce başlayacağı ülkeler arasındadır. TEHLİKE ALTINDAKİ SU Suyu verimsiz kullanıyoruz. Türkiye’de su kay- Türkiye’nin suyu tükenmek üzere. Son 20 yılda kişi başına düşen su miktarı, 4000 m3’ten 1430 m3’e geriledi. 2030 yılına kadar, nüfusumuzun 100 milyona çıkacağı ve kişi başına düşen suyun 1100 m3’e düşeceği öngörülmektedir. Türkiye, son hızla su fakiri olma yolunda ilerlemektedir. naklarına yönelik ana sorun suyun plansız kullanılmasıdır. Su kullanımının sektörler arasında dağılımı sırasıyla su şekildedir: %72-tarım, %18-evsel, %10-endüstriyel. Bu üç grup için ortak olan ana sorunlar; yasa dışı kullanım, aşırı kullanma ve kirlenme olarak sıralanabilir. Rakamlarla Su- SU KRİZİ • Bir ülkenin su zengini olabilmesi için kişi başına düşen yıllık ortalama su miktarının en az 8.000-10.000 metreküp olması gerekir. • Kişi başına yılda ortalama 92.000 metreküp su düşen Kanada, su zenginliğinde birincidir. • Kişi başına 138 metreküp su düşen Ürdün ve 124 metreküp su düşen İsrail en az suyu olan ülkedir. • Türkiye kişi başına düşen yıllık ortalama 1.430 metreküp su ile su yoksulu olma yolunda ilerlemektedir. Ülke- Kıta Ortalaması Kişi Başına Düşen Kullanılabilir Su Miktarı (yıllık) SURİYE 1.200 m3 LÜBNAN 1.300 m3 TÜRKİYE 1.430 m3 IRAK 2.020 m3 BATI AVRUPA ORT. 5.000 m3 AFRİKA ORT. 7.000 m3 GÜNEY AMERİKA ORT. 23.000m3 DÜNYA ORT. 7.600 m3 • 2030 yılında nüfusu 100 milyona ulaşacak olan Türkiye, kişi başına düşen 1100 m3 kullanılabilir su miktarıyla, su sıkıntısı çeken bir ülke durumuna gelecektir. • Brezilya, Rusya, Kanada, Endonezya, Çin ve Kolombiya olmak üzere yalnızca 6 ülke, dünyanın tatlı su kaynaklarının yarısına sahiptir. Buna karşılık, yeryüzünün toplam nüfusunun 1/5’inin yaşadığı kurak ve yarı kurak bölgelerdeki insanların bu ortak mirastan aldıkları pay yalnızca yüzde 2’dir. • Nil Nehri’nin %84’ünü barındıran Etiyopya, 12 milyon kişinin açlık çektiği, suya muhtaç bir ülkedir. • Gana’da yaşayan bir kişinin yıllık su tüketimi, Amerika’da yaşayan bir kişinin yıllık su tüketiminden 300 kat azdır. • Dünya nüfusunun yüzde 9’u toplam su varlığının 3/4’ünü kullanarak su tüketiminde ayrıcalıklı bir konumda bulunmaktadır. • İnsanoğlu şimdiden, yeryüzündeki toplam tatlı su miktarının yarısından fazlasını tüketmiş durumdadır. Yapılan tahminlere göre, önümüzdeki 25 yıl içerisinde, kurumuş, bitmiş ya da kirlenmiş tatlı su miktarı, toplam tatlı su miktarının dörtte üçüne çıkmış olacaktır. • 42 ŞUBAT 2011 - SAYI 132• Rakamlarla Su – ÇEVRESEL VE SOSYAL SORUNLAR • Büyük kentlerin kanalizasyonu durumuna gelen okyanuslara her yıl 20.000 ton atık boşaltılır. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, okyanus kıyılarındaki yoksul ülkelerde yaşayan yaklaşık 30 milyon kişi, hastalık taşıyan deniz canlılarını tüketerek zehirlenmektedir. • Her yıl 250 milyon insan, kirli sularla bulaşan hastalıklara yakalanmakta ve yaklaşık 5 milyon kişi yaşamını kaybetmektedir. • Yeryüzündeki kirletilmiş su miktarı 12.000 kilometreküptür ve bu miktar, dünyanın en büyük 10 nehrinde bulunan tatlı su miktarından fazladır. • Her gün 2 milyon ton insan kaynaklı atık su kaynaklarına (akarsu, göl ve diğer sulak alanlar) boşaltılmaktadır. • WWF’nin Yaşayan Gezegen Endeksi’ne göre, 1970’li yıllardan beri tatlı su kaynaklarındaki biyolojik çeşitliliğin yarıdan fazlası kaybedilmiş durumdadır. • Dünyanın büyük nehirlerindeki balık stokları, kirlilik nedeniyle yüzde 90 azalmıştır. Kentlerde şebeke suyundaki sızıntılar suyun yarısının boşa gitmesine neden oluyor. 2004 tarihli “Belediye İçme ve Kullanma Suyu Göstergeleri”ne göre, şebeke tarafından sağlanan ve son kullanıcıya ulaşan su miktarının farkı alınarak hesaplanan içme ve kullanma suyu şebeke kaybı %55’dir. Türkiye nüfusunun %40’ının yaşadığı 16 büyük şehirin ortalama şebeke kaybı yaklaşık olarak %50’dir. Tarım, Türkiye’deki en büyük su tüketicisidir. Tarımsal su kullanımında ana sorun sulama tekniklerinin verimliliğiyle ilgilidir. Sulanabilir alanların yalnızca %8’inde modern sulama sistemleri (yağmurlama ve damla sulama) kullanılmakta, %92’sinde ise geleneksel yüzey sulama (“vahşi sulama”) yöntemleri uygulanmaktadır. Kontrolsüz yeraltı suyu çekimi çok yaygınlaşmıştır. Yeraltı sularındaki düşüşle birlikte giderek daha fazla göl kuruma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Özellikle, tarımsal sulamanın ve endüstrinin yoğun olduğu (İç Anadolu, Marmara, Ege ve Trakya) son 40 yılda yaklaşık 1.300.000 hektarlık sulak alan kuruma, doldurulma veya diğer müdahaleler sonucu ekolojik ve ekonomik değerini kaybetmiştir. Su kaynakları kirletiliyor. Endüstri, genellikle civa, kurşun, krom ve çinko içeren atık suyun yaklaşık %53’ünü herhangi bir arıtma yapılmadan göllere ve kıyı sularına boşaltmaktadır. Evlerde ve tarımda kullanımı giderek artan yeraltı suları, atık su ve çöplerdeki sızıntılarla kirlenmektedir. ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Ülkemizde daha etkin bir su yönetimi için şu çözüm önerileri söylenebilir: • Suya olan bakış değiştirilmelidir. Tamamen ikame edilemeyen su kaynakları; kısıtlı bir sosyal ve ekonomik kaynaktır. Toplumun tüm kesimlerine bu anlayış yerleşmelidir. • Kapsamlı bir Ulusal Su Yasası’nın hazırlanmalıdır. Katılımcı, yenilikçi ve “talep yönetimi” odaklı bir anlayış geliştirilmelidir. alanları kuruma tehdidiyle karşı karşıyadır. Sosyal rel su kullanımları ve verimliliğin artırılması, sulak ve çevresel etkileri göz önüne alınmadan inşa edilen su altyapıları, suyun kendi yatağında akmasını engelleyerek doğal yapıyı değiştirmiştir. Türkiye’de alanların korunması, yeraltı suyu kullanımının kont- dir. rol altına alınması, su kalitesinin iyileştirilmesi, etkin ve düzenli izleme ve denetleme mekanizmalarının 43 • DOSYA: SU Sulak alanlar kuruyor. Ülkemizin önemli sulak • Su kaynaklarının yönetiminde havza ölçeğinde ve entegre bir bakış açısı geliştirilmeli ve tüm dünyadan kabul gören “Entegre Havza Yönetimi” yaklaşımı benimsenmelidir. Havza bazında sektö- bölgelerde yeraltı suyu çekimi alarm verici düzeyde- • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM kurulması gerekmektedir. Bu kapsamda, ülkemizin • Tuzlusu artımı ve havzalararası su transferi 25 akarsu havzasının su bütçesi çıkarılmalı, Havza yaşanan sorunların çözümü için “sihirli formüller” Komisyonları oluşturulmalı ve havza planları katılım- olarak sunulmamalı; kamuoyu bilinci, politikaları ve cı bir yaklaşımla hazırlanmalıdır. kamu kaynakları su kaynaklarımızın akılcı yönetimi • Su kaynakları ile ilgili geçmiş ve güncel bütün yerine bu gibi pahalı, çevresel ve sosyal etkileri olan bilgilerin/verilerin toplandığı Ulusal Su Veri Banka- ikincil yöntemlere doğru yöneltilmemelidir. Her hav- sı oluşturulmalı ve bu konuda çalışan bütün kamu, zanın su sorunu öncelikle kendi içinde çözülmeli ve özel, akademik birimlerin ve sivil toplum örgütlerinin mevcut kaynakların en efektif şekilde kullanımı sağ- kullanımına açık olmalıdır. lanmalıdır. • Sulak alanlarımız korunmalıdır; mevcut alan- • Tarım politikaları ve uygulamalarında köklü de- ların daha fazla tahrip olması önlenmelidir. Ekolojik ğişimler olmalı; tarım-su-çevre politikaları birbiriyle yapısı bozulmuş alanlar için mutlaka restorasyon ve rehabilitasyon programları oluşturulmalı; finansal uyumlu ve tamamlayıcı nitelikte olmalıdır: kaynak ayrılmalıdır. Nehirlerin ekolojik kalitelerinin • Ulusal ve bölgesel tarımsal üretim planlaması korunması ve iyileştirilmesi konusundaki önlemler yapılmalı, çiftçi kayıt sistemi ve tarımsal veriler gün- gelecek için su kaynaklarının kalite ve kantitelerinin cellenmelidir. korunmasında kilit öneme sahiptir • Korunan alanların sayısı mutlaka artırılmalıdır. • Doğrudan gelir desteğinin verilmesinde “iyi tarım uygulamaları” koşulu getirilmelidir. • Geçmiş yıllarda planlanan su altyapı projeleri • Ürün bazlı destekleme sistemi yerine iklim, mutlaka günün koşullarına göre gözden geçirilmeli toprak ve su yapısı, biyoçeşitlilik gibi kriterleri göz ve güncellenmelidir. Yeni su altyapılarının geliştiril- önüne alan bölgesel destekleme sistemi oluşturul- mesi ve inşasından önce; sadece su ekosistem- malıdır. lerinin doğal kapasite ve değerleri değil verimlilik artırımı yoluyla potansiyel su tasarrufu hesapları da • Üreticilerin çevreye uyumlu alternatif ürünlere tutarlı bir şekilde yapılmalıdır. Su altyapı projeleri, geçişinde yeni ürüne geçişin yol açtığı gelir kaybının talep yönetimi hesapları üzerine kurulmalıdır. Tüm devlet tarafından tazmini garanti edilmeli ve alter- planlanan projeler; olası iklim değişikliği etkileri ve natif ürün önerileri daha az su kullanımı üzerinden değişik kalkınma seçeneklerini de dikkate alan kap- geliştirilmelidir. samlı, gerçekçi fayda-maliyet analizleri yapılmalıdır. • Yağmurlama ve damla sulama sistemleri yay- • Tüm sektörlerde kaçak su kullanımının önüne gınlaştırılmalıdır. Finansal desteklerin yanında mut- geçmek ve özellikle sanayinin kullandığı suyu geri laka sulama mühendisi desteği sağlanmalı, bu ko- dönüştürerek yeniden kullanımını sağlamak için ge- nuda yetişmiş uzman sayısı artırılmalıdır. rekli adımlar bir an önce atılmalıdır. • Yeraltı suları; çevresel ve nükleer etkilerden en az kirlenen su kaynağı olması nedeniyle bir ülkede en az kullanılması gereken kaynaklardır. Yeraltı su rezervlerini eksiltmemek ulusal politika haline getirilmeli, kaçak kuyularla ilgili yaptırımlar artırılmalı, bu konudaki izleme ve denetim mekanizmaları güçlendirilmelidir. • 44 • Su kullanımının ve tarımsal üretim verimimin artırılmasında arazi büyüklüğü önemlidir. Miras hukukundan kaynaklı, çok parçalı arazi yapısı doğal kaynakların efektif kullanımını azaltmaktadır. Bu nedenle, sulamaya yatırımları yapılmadan önce mutlaka “arazi toplulaştırması” yapılmalıdır. SU VE HİJYEN ERKAN PEHLİVAN Prof. Dr., İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Y erkürenin dörtte üçünü kaplayan su kütlesi gezegenimizde canlılığın başlıca kaynağıdır. İnsan hayatının sürdürülmesinde elzem olan tatlı su kaynakları tüm su kütlesinin yalnızca %2,5’u ka- dardır. Bunun da % 90’ı buzul kütleleridir. Yapılan hesaplamalara göre içme ve kullanma suyu olarak arz edilebilecek su miktarı bütün kütlenin yalnızca %038’i kadardır ki, bu durum bize su kaynakları yönünden nasıl bir hassas denge üzerinde bulunduğumuzu gösterir. Dünyada kişi başına yıllık ortalama 3000m3 su arzını sağlayabilen ülkeler optimum, 10000m3 ve üzeri zengin, 1000m3 altında ise “su fakiri” ülkeler olarak değerlendirilir. Yıllık kişi başına arzı 90000m3 ile Kanada birincidir. Türkiye ise tatlı su kaynakları (kaynak su, baraj, dere, çay, nehir, gölet) yönünden kişi başına yıllık arz miktarı olan 1400-1500m3 ile yoksulluk sınırında bir ülkedir. Suya dair fiziki ve biokimyasal özellikler Bir yanıcı (H+) gaz olan hidrojen ile bir yakıcı gaz olan (O-) birleşmesi ile meydana gelen su molekülü yeryüzündeki tüm canlılar için elzem yaşam kaynağıdır. 1781 yılında yer jeni yaktığında su elde ettiğini gördü. Bunun üzerine suyun Erkan Pehlivan, Su ve Hijyen, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011, ss. 45-50. bir element olmadığını keşfetti. Su tatsız, kokusuz, renksiz 45 • DOSYA: SU kürenin yoğunluk deneyleri ile uğraşan H. Cavendish hidro- • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM bir sıvıdır. Suyun tadı olmaz ama içme suyu olarak kullandığımızda lezzetli olup olmadığını anlarız. Suya lezzeti, içinde erimiş halde bulunun O2 ve CO2 iyonları verir. Kaynamış sularda bu iyonlar buharlaşarak uçar, bu sebeple su yavanlaşır. Bu yavanlık temiz bir ortamda kaptan kaba boşaltılarak giderilebilir. Güneş ışınlarının bir kısmının su kütlesi tarafından emilmesi sonucu su tabakası mavi bir renk alır, su derinleştikçe renk laciverte dönüşür. seller ile düşman hâline gelebilir; ancak, yıl içindeki su döngüsünde yere düşen yağış miktarında deği- Gezegenimizin fizikojeolojik tarihi, bir bakıma su- şiklik olmaz. “Fazla yağmak” başka bölgenin payını yun tarihidir. Çünkü suyun parçalayıcı etkisine da- almaktan ibarettir. Buna mukabil “yağmamak” ise yanabilecek bir madde yoktur. Hatta hiçbir kimyasal yağmur payını başka bölgelere kaptırmak demektir. işlem susuz gerçekleşmez. Su, kimyanın geliştirmiş olduğu periyodik cet- Su sıvı hâlde iken diğer birçok maddenin aksi- veldeki davranış kurallarına ilişkin bilgileri redde- ne katı hâlinden daha yoğundur. Diğer maddelerin der. Yani su kaynama ve donma noktası konusunda aksine donarken genleşir. Katı hâli sıvısı üzerinde cetveldeki kurallara aykırı davranır. Maddelerin sıvı yüzer. +4 C’ de en ağır hâldedir. Su buharlaşırken hâlleri yer değiştirirken ses çıkarmadığı hâlde, su çevreden ısı enerjisi kullanır. Güneş altında kesilen akarken kulağa hoş gelen sesler çıkarır (adezyon- karpuzun soğuması bu özellik sebebiyledir. Genel kohezyon özellik). Kılcal borularda 100 metreye ka- anlamda suyun bu fizikokimyasal özellikleri iklimle- dar yükselme özelliği gösterir (elektriksel dipol özel- rin oluşmasında yardımcıdır. lik). Bu özellik sayesinde bitkiler yükseklere doğru o H2 ve O2 molekülleri çarpışarak birleşir. Bu tep- büyürler. kime yüksek düzeyde ısı ortamında gerçekleşir. Bu Bir immünolog olan J. Benveniste 1970’li ve tez, su kütlesinin yeryüzünün başlangıcında mey- 1980’li yıllarda yapmış olduğu çalışmalar sırasında dana geldiği fikrini desteklemektedir. Yıl içinde bu- suya ilave edilen ve milyonlarca defa sulandırılıp harlaşan su miktarı ile yağan yağmur birbirine eşit- yüksek hızlarda karıştırılan maddenin suda kaybol- tir. Küresel iklim değişiklikleri ile bize dost olan su, madığını keşfetmiştir. Suyun hafızası olduğu konu- • 46 ŞUBAT 2011 - SAYI 132• sundaki iddiaların bir temeli bu deneylere dayan- lere verilen addır. Gıda üretiminde, ilaç ve kosme- maktadır. Diğer bir temel ise M. Emoto’nun çalışma- tik sanayinde hijyenik olma, kalite güvencesinin bir larına dayanır. Emoto su damlacıklarını dondurarak anahtarıdır. Bir çok sağlık alanı hijyenle birlikte ifade moleküler düzeyde su moleküllerinin fotoğraflarını edilir; uyku hijyeni, mental hijyen, dental hijyen, iş çektiğinde, çevresel etkilerin suda çok farklı kristal hijyeni, su hijyeni, gıda hijyeni, kişisel hijyen, el hij- desenler yarattığını bulmuştur. En güzel kristal şe- yeni gibi. Sağlıklı bir yaşam sürmek, temiz içilebilir kil gösteren suların temiz akarsular ve kaynak suları su ve hijyenik yaşam biçimi ile mümkündür. ABD’de olduğunu ve hatta müziğin kristal yapıyı etkilediğini Hastalıkları Önleme ve Koruma Merkezi (CDC) uz- iddia etmiştir. Konuya ilişkin yazdığı kitaplar bir çok manlarına göre el yıkamak, herkesin yapabileceği ülkede yayımlanmıştır. en etkili hastalık önleme metodudur. Bedenimizde Canlı organizmaların cüsselerinin büyük çoğunluğu sudan ibarettir. Organizmadaki suyun kalitesi sağlıklı olmanın başlıca göstergesidir. Yetişkin insanın günde yaklaşık günde 2-2,5 litre suya ihtiyacı olur. Bu ihtiyacı su yerine başka içeceklerle gidermek zordur. Çünkü çoğu içecekler diüretik (idrar söktürücü) maddeler içerir. Organizmanın ihtiyacını karşılayacak miktarlarda mineral içeren içme sula- ve yakın çevremizde ne kadar mikroorganizma olduğunu düşünmek için şu ilginç deneye bir göz atalım. John Hopkins Üniversitesi’nden P. Price 1930 yılında 14 tane küvetin içini steril saf suyla doldurur. Ellerini her küvette birer dakika olmak üzere sabunla yıkar. Sonra usulüne uygun metotlarla 14 küvetteki toplam bakteri sayısı tespit eder, sayı yaklaşık 4,5 milyondur. rının yerini hiçbir içecek tutamaz. Bir sıkıntı anında Son bilimsel çalışmalara göre, elleri bir kez yıka- bile rahatlamak için bir bardak su önerilir. Yatmadan ma ile yaklaşık 200 milyon civarında bakteri, ayrıca önce ve sabah kalkınca yemeklerden önce ve sonra virüs ve mantarlar ellerimizden uzaklaşmaktadır. Ter- bir bardak su sağlıklı bir beden için elzemdir. Suyun leme sırasında avuçlarımızdaki ter bezleri ellerimizi bir çok hastalığı tedavi eden bir iksir olduğu kabul nemlendirirken, bu arada bakterilere de su vermiş edilir. oluruz. Derimizin epidermis tabakasındaki kanallar Suyun insan için bir başka gücü de hastalıklardan korunmada yani hijyeni sağlamada elzem olmasıdır. İnsan ve hayvan atıkları eninde sonunda suya ulaşır. Bir çok hastalık etkenini taşıyan atıklar sağlığı bozan başlıca faktördür. Bu atıkları da suyun gücünden yararlanarak izole etmeye çalışırız. Şimdi hijyen konusuna geçebiliriz. Hijyen* Eski Yunan’da Apollon’un oğlu Aesculape tıbbın tanrısı olarak bilinir. Aeskulape’ın kızı Hygia ise sağlığı korumanın tanrıçası olarak kabul edilir. Bundan köken alan hijyen (hygiene) kavramı geçmişte sağlık ve güzelliği temsil eder iken, günümüzde bir ve her yerde kişisel ve profesyonel uygulamalar ile hastalıkların yayılmasını ve sıklığını azaltan işlem- tebek yuvaları gibidir. Mikroorganizmalar için tırnak altları (subungual bölge) en güvenli sığınaklardır. Öksürük, aksırık ve tozlarla havada asılı kalabilen ve bünyemize sirayet eden mikroorganizmalar bu hesaba dâhil değildir. Hijyeni sağlamada su ile birlikte en yaygın kullanılması gereken sabundur. Esasında günlük yaşam sırasında su ve sabun dışında dezenfektan amaçlı başkaca bir maddenin kullanılmasına gerek yoktur. El ile insan dışkısı (feçes) arasındaki temel bariyer tuvaletlerden sonra bolca sabunlu su ile elleri yıkamaktır. Normal miktardaki bir feçeste bir trilyon civarında virus, 10 milyon civarında bakteri bulunur. Bu mikroplar su, toprak, sinek ve eller ile gıdalara oradan yeni konakçıya (insana) ulaşır. Burada zincirleri kırmak için hijyen ve sanitasyon teknikleri 47 • DOSYA: SU tıbbi terim olarak bilinir. Evde, işte, okulda, sokakta ve elimizin üzerindeki kıl dipleri bakteriler için kös- • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM devreye girmelidir. Yerleşim yerlerinde atıkların fenni sanitasyondan yetersiz bu su kaynaklarına atfedil- usullerle izolasyonu gerekir. Su hijyeni, çevre hijyeni mektedir. Sonuçta dünyada yıllık ölümlerin %3.1’i ve el hijyeni ile gündelik yaşamda ayrıca sağlanması (1.7 milyon kişi), yıllık hastalık yükünün %3.7’si (54.2 gereken önceliklerimiz olmalıdır. Yapılan bilimsel ça- milyon kişi) kirli su kaynaklı ishalli hastalıklardan lışmalar sonucunda günlük hijyende sadece ellerin olmaktadır Türkiye’de görülen ishalli hastalıkların sabunlu su ile yıkanması sonrasında ishalli hastalık- yaygınlığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, yılda ların % 47 oranında, solunum yolu hastalıklarının ise 12 milyon kişinin hastalığa yakalandığı ve büyük % 23 oranında azaldığı tespit edilmiştir. Sabunlu su çoğunluğu çocuk olmak üzere 10000 kişinin de bu ile el yıkamanın etkili olabilmesi için 30 saniye - 1 da- hastalıklardan öldüğü tahmin edilmektedir. kika arasında sabunu köpürterek, parmak aralarını ve uçlarını da kapsayacak şekilde dikkatli uygulama yapmak gerekir. Burada önemli bir konu da yıkamadan sonra ellerin kâğıt havlu parçası ile kurulanması ve bu kâğıt kullanılarak çeşme kurnasının kapatılmasıdır. El yıkama sonrası sıcak hava üfleyen makinelerin kullanılması sakıncalıdır. Günlük yaşamda hijyeni etkileyen araçlardan biri de paradır. Dolaşımdaki başta kâğıt paralar olmak üzere bozukluklar da mikroplar için taşıyıcı ortamı oluştururlar. Kâğıt paralar başta olmak üzere dolaşımda olan eskimiş ve kirli paralar yapılan çalışmalarda 20 çeşit mikroorganizmayı barındırdıkları bulunmuştur. Para-el-ağız ilişkisinde tifo, dizanteri, hepatit A, tuberküloz, paraziter ve diğer ishalli hastalıklar yayılma gösterir. Bu konuda risk yaratan başlıca grup pazar yerlerinde gıda ve sebze satanlardır. Hem poşetleri dolduran hem de para alış verişini yapan kimse mikrop yayılmasına en çok yol açan kimsedir. Ayrıca paraları küçük çocuklardan uzak tutmak başlıca öneme sahiptir. Su kirliliği ve hastalıklar Tifo, dizanteri, kolera, gastroenteritler gibi bakteriyel; .giardia, toksoplasma enteomeba histolytica ve diğer bir çok parazitler; norwalk, rota, hepatit A ve E gibi virüsler su ile kolayca yayılabilen hastalıklardır. Toplumun tüketimine sunulan suyun sanitasyonu çok önemlidir. Hijyen ve sanitasyon zincirinde ufak bir aksama felaket tarzında salgınlara (epidemi) yol açabilir. Su kesintileri de kirliliğin başlıca kaynağı olabilir. Kesintiler sırasında negatif basınç sebebiyle şebeke sularının kirlenmesi mukadderdir. Su kesintileri sonrası şebekenin kirli akması bu negatif basınç sebebiyledir. Bu dönemlerde su hijyenini sağlamak için dezenfeksiyon dozunu artırmak gibi ek önlemler alınır. Şebeke suları, için bir kirlenme tehlikesi de depolarının korunaklı olmaması ve depo temizliğinin yapılmamasıdır. Hayvan ve insan atıklarının karışması ile karakterize kirlilikler dışında şebeke suyu depolarının, okul, kışla, yurt, fabrika gibi toplu yaşanılan yerlerdeki su, depolarının altı ayda bir temizlenmemesi algler yönünden su kalitesini düşüren kirliliklere de yol açmaktadır. Aynı sorun evde damacana, su Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre yılda 5 mil- sebili (pınar) gibi malzemeler için de geçerlidir. Bu yon civarında insan su, ev içi hijyen ve atık izolas- tür malzeme ve cihazların depo ve başlıklarının 2-3 yon yetersizliği sebebiyle yakalandıkları ishalli has- ayda bir klorlu sularla temizlenmesi önerilmektedir. talıklardan ölmektedir. Bunun 2 milyon kadarı 5 yaş altı çocuklardır. Dünya’da yaklaşık 1,1 milyon insan içme suyuna sahip değildir ve güveli olmayan suyu içerek günlük yaşamını sürdürmektedir. 2,4 milyar insan ise sanitasyon işlemi görmemiş suyu içmektedir. Demek ki dünya nüfusunun yarısı hijyenik suya sahip değildir. İshalli hastalıkların % 88’i hijyen ve • 48 Su hijyeni Avrupa Birliği mevzuatına uyum çerçevesinde çıkarılan “insani tüketim amaçlı sular hakkında yönetmelik”e göre üç türlü içeceğimiz vardır. Bunlar: Kaynak suları, içme suları, içme ve kullanma suları. Mineralli sular bu kapsam dışındadır. Türkiye’de ŞUBAT 2011 - SAYI 132• tüketim miktarı az olan mineralli sular içinde en çok yole ile dezenfeksiyon yapmaktır. Her iki yöntem de tüketileni sodadır. Soda sodyum bikarbonatlı olup pahalı yöntemlerdir. Su, şebekede ilerlerken kesin- karbondioksit gazı ile zenginleştirilmiş içecektir ve tiler sırasında ve kazaen kirlenmeye uğrayabilir. Bu çok fazla tüketilmesi önerilmez. Günde 1 litreye ka- kirlenmeler üzerinde ozon, ultraviyole ve klor diok- dar tüketilmesi önerilen başta mağnezyum, kalsi- sit etkide bulunamaz. Sonraki kirlenmeler üzerinde yum flour, silisyum dioksit gibi minerallerden zengin etkisi olması sebebiyle şebeke suyu dezenfekiyonu sulardır. Bu suların dolum tesislerinde sanitasyon için klor tercih edilir. Suya klor karıştırılınca suda sağlanarak cam şişelere doldurulması, içerik etiket- serbest kalan kısım dezenfektan etki gösterir. Bu lerinin tam ve okunaklı yazılması hijyen yönünden miktarın uç noktalarda 0,5 mg/l değerini aşmaması yeterli olarak değerlendirilebilir. beklenir. 0.4 mg/l’den sonra suda klor kokusu olu- Kaynak suları, kendiliğinden yeryüzüne çıkan minerallerden daha zengin, dolum tesislerinde hijyenik yöntemlerle pet şişelere veya damacanalara doldurularak tüketime sunulan sulardır. Herhangi bir şur. Bundan rahatsızlık duymamak gerekir. Bazı yan etkilerine karşılık elde edilen fayda nedeniyle tüm dünyada su dezenfeksiyonunda klor yaygın olarak kullanılmaktadır. kimyasal işlemden geçmez. Bu tür suların kapları ile Ev içi şartlarda hijyenik vasıfları tam olan şebeke ilgili son zamanlarda bazı şüpheler ortaya atılmıştır. suları tercih edilmelidir. Bir salgın anında alınabile- Polietilen ve polikarbonattan imal edilen bu plastik cek birincil önlem suları kaynatarak içmektir. Kay- kaplar Bisphenol A maddesi içerikleri nedeniyle pek namış suların vücudun ihtiyaç duyduğu mineralleri de masum değillerdir. İçeceklerimizin uzun süre bu kaybetmediği bilinmektedir. Bu suların havalandıra- kaplar içerisinde muhafaza edilmemesi güneş altın- rak yavanlığı giderilip içilmesi önerilir. da bekletilmemesi önerilir. Kır şartlarında toplumun tüketimine sunulacak su İçme suları, kaynağı ne olursa olsun tüketime miktarı günlük 20 l/kişi altında olmamalıdır. Bu şart- sunulmadan önce bir işlemden geçirilmiş sulardır. larda klor tabletleri ile dezenfeksiyon sağlanmadan Kaynak suyu, artezyen kuyu suyu veya yüzeysel bir suların içilmesi önerilmez. Türkiye’de kent şartların- su eksiklikleri giderilir ve son aşamada genellikle da kişi başına günlük ortalama 110 l civarında su ozonla dezenfeksiyon edildikten şişelenerek tüketi- arzı gerçekleşmektedir. Bu arzu edilebilir bir miktar me sunulur. Bu tür suların etiketinde doğal kaynak değildir. Bu miktar tatlı su kaynaklarımızın kirletilme- suyu ibaresi bulunmaz. mesinin ne denli önemli olduğunu göstermektedir. İçme ve kullanma suları ise kaynağı bir yer altı Okullar, kışlalar, yurtlar, fabrikalar gibi toplu ya- kaynak suyu olabileceği gibi genellikle yüzey suları- şam şartlarında temiz içme suyu ve kişisel hijyen son nın arıtılması sonucu şebekeye verilen sulardır. Her derece önemlidir. Görevli sağlık elemanı bulunmayan içme kullanma suyu toplum tarafından içilebilir bi- yerlerde yöneticilerin; içme suyu denetimlerinin ve su rincil su kaynağı olmalıdır. Yüzey sularının arıtılması depolarının temizleme işlerinin vaktinde yapılmasını kendine has teknikleri ve kimyasal işlemleri olan bir takip etmeli, kişisel hijyen tedbirlerinin uygulanması- süreçtir. Bu suların en temel özelliği son aşamada nı kolaylaştıracak imkânları sağlamalıdır. dezenfeksiyon işlemine tâbi tutulmalarıdır. Bu amaçla yaygın olarak kullanılan dezenfektan madde ise klordur. Çok iyi bir oksidan olması, kötü tat ve kobeklenir. Ancak, ozonla sadece depodaki mevcut su kütlesi dezenfekte edilir. Bir diğer yöntem de ultravi- rektiği süre kadar sabunlu su ile yıkanması temel kişisel hijyen için zorunlu bir şarttır. Sonuç olarak; çocuklar, gençler ve yetişkinler, 49 • DOSYA: SU kuları gidermesi sebebiyle ozonun tercih edilmesi Unutmamak gerekir ki, temiz bir içme suyu kaynağı mevcudiyeti, ve ellerin gerektiği zaman ve ge- • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM pozitif sağlık bilinciyle hijyen kurallarını benimseye- sintileri ve Hastalık Riski. Ankara, 2007 ss.09-20 rek ve gündelik yaşamda uygulayarak sağlıklı top- 11- Pehlivan E, Güneş G, Karaoğlu L, Eğri M, Genç lumları oluşturabilirler. Bu konuda eğitimcilere ve yöneticilere büyük sorumluluk düşmektedir. KAYNAKLAR 1-Polat A.: Bir Damla Su. Ofset Matbaacılık, Birinci Bas.İstanbul Ekim 2009. 2- Emoto M.: Sudaki Mucize. Arıtan Yayınevi. İstanbul, Mayısı 2008 3- Batmanghelidj F.: Vucudunuz Sizden Su İstiyor, Hasta Değil, Susuzsunuz. Domino Yayıncılık, İstanbul. 2005 4- Ashbolt JN.: Microbial Contamination of Drinking Water and Disease Outcomes in Developing Regions. School of Civil and Environmental Engineering, University of New South Wales, Sydney, NSW 2052, Australia, 2004 5- Blumenthal, U., Peasey, A.: Critical Review of Epidemiological Evidence of the Health Effects of Wastewater and Excreta Use in Agriculture. London School of Tropical Medicine, London. 2002. 6- Zaza S.: “Commucable Disease” Section Two, pp. 77-65. In. Wallace / Maxy - Rosenau – Last. Preventive Medicine and Public Health. Editors: Robert B. Wallace and Neal Kohatsu. 15 th Edition, The McGraw - Hill Companies. Iowa. 2008. 7- Wilson WR, Sande ME. Current Diagnosis and Treatment in Infectious Diseases, Lange. Çev: İ. Hakkı Dündar. Current Enfeksiyon Hastalıkları: Tanı ve Tedavi. Nobel Tıp Kitabevleri, 2004 8- Bishop RF. Natural History of Human Rotavirus Infections.: Z. A. Kapikian, Viral Infection of The Gastrointestinal Tract. Revised Second Edition. Melbourne, Australia, 1994 pp. 131-165 9- WHO: Diarrhoeal Disease, Water, Sanitation and Hygiene. Combating Waterborn Disease at The Household Level, Geneva 2007. 10- Güler Ç. “Şebeke Kirliliğinin Yarattığı Halk Sağlığı Tehlikeleri” Editör: Ankara Tabip Odası. Su Ke- • 50 M.: Bir Salgının Öyküsü. II Çevre Hekimliği Kongresi Kitabı. Ankara 18-21 Ocak 2006 pp 12- Bryce J, Boschi-Pinto C, Shibuya K, Black R: WHO Estimates of The Causes of Death in Children. The Lancet, Volume 365, Issue 9465, 2005, Pages 1147 - 1152 13- Kelkar SD, Ray PG, Shinde N.: An Epidemic of Rotavirus Diarrhoea in Jawhar Taluk, Thane District, Maharastra Indian December 2000 January 2001, Epiedemilogy an Infection, 2004, 132:2 pp. 337-41 14- Andrade IG, Queiroz JW, Cabral AP, Lieberman JA, Jeronimo SM.: İmprovwd Sanitation and Income are Associated With Decreased Rate Hospitalization for Diarrhoea in Brazil Infants. Transactions of the Royal Societies Tropical Medicine Hygiene. 2009 Feb. 10 (Epub Ahead Print) 15- Curtis V, Cairncross.C.: Effect Of Washing Hands With Soap on Diarrhoea Risk in The Community: a Systematic Review. The Lancet Infectious Diseases, Volume 3, Issue 5,2003 Pages 275-281 16- Fewtrell L,.Kaufmann R,.Kay D, Enanoria WHaller., LColford, ., J.: Water, sanitation, and hygiene interventions to reduce diarrhoea in less developed countries: a systematic review and meta-analysis. TheLancet Infectious Diseases, Volume 5, Issue 1, 2005 Pages 42-52 17- Tekbaş, ÖF.: Çevre Sağlığı. Gülhane Askeri Tıp Akademisi Basım Evi. Ankara, 2010 ___________________________________________________ (*) Temizlik ve dezenfeksiyon için ‘hijyen’ dışında kullanılan bir diğer terim de ‘sanitasyon’dur. Sante Latincede sağlık manasındadır. Mühendislik uygulamaları kullanılarak sağlıklı hâle getirme demektir. Mesela su arıtılması ve dezenfeksiyonu bir sanitasyon işlemidir. Tıp alanında “hijyen ve sanitasyon” birlikte kullanılır. Günlük dilde ise hijyen iki terimi de kapsayacak bir mana içerir. Suya hasret bir şair: FUZÛLÎ MUSTAFA ÖZÇELİK 1. S u, Antik Yunan düşüncesinde de İslâm tasavvufunda da varlık nazariyesinin en temel motiflerinden biridir. Eskilerin “anasır-ı erbaa” diye isimlendirdikleri bu anlayışa göre varlığın dört temel unsuru mevcuttur. Ana unsur toprak, ona katılıp onu balçık haline getiren su, bu balçığı kurutan hava ve bu varlığı ısıtan ateş… İşte bu yüzden bu dört unsur, felsefenin, tasavvufun dolayısıyla edebiyatın da vazgeçilmez konuları arasındadır. 51 • DOSYA: SU Mustafa Özçelik, Su’ya hasret bir şair: Fuzûlî, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011, ss. 51-55. Bu dört unsur arasında suyun ayrı bir yeri vardır. Kur’an-ı Kerim’de de belirtildiği gibi canlı olan her şeyin sudan yaratılması suyu diğer unsurlardan daha ayrıcalıklı konuma getirmiştir. Şüphesiz suyun çok zengin bir çağrışım ve anlam dünyasına sahip olması da yine bu konuda özel bir sebep olarak düşünülebilir. Durum böyle olunca, söz mülkünün sultanları olan şairlerin de suya ilgisiz kalamadıklarını ve sudan bahseden şiirler yazdıklarını görürüz. Bu bağlamda pek çok şairden ve şiirden bahsedilebilirse de akla ilk olarak Fuzûlî ve onun “Su Kasidesi” olarak bilinen meşhur şiir gelecektir. XVI. asırda gönülden dile dökülen bu şiir, işte o tarihten beri bugüne kadar yazılmış en güzel su şiiri olarak suya hasret çeken gönüllerin tercümanı olmuştur. Ne zaman bir ırmak kıyısında durup akan sulara baksak ne zaman yağmur yağsa ne zaman susuzluktan kavrulmuş bir yolcuyla karşılaşsak ne zaman bir bahçede bir servinin köklerine suyun aktığını görsek akla bu şiir gelecektir. Tabiî, bunlarla • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM da sınırlı kalmayacaktır bu şiirin söyledikleri. Çünkü su, bu şiirde asıl değerini temsil ettiği varlıktan, efendimizden aldığı için aynı zamanda efendimize bir mehdiye olarak şairinin ona duyduğu hasretin de tercümanı olarak bilinecektir. 2. İşte Su Kasidesi’nin sırlarını araştırırken Fuzulî’nin ömrünü geçirdiği yerin Bağdat ve Kerbelâ bölgesi olduğunu, onun acının ve ıstırabın şairi olduğunu hep akılda tutmak gerek. Zira Bağdat; bütün Güneydoğu şehirleri gibi suya hasret duyan, suyu arzulayan, su arzusuyla yanıp tutuşan bir şehirdi. Aradığı, bulmak istediği suydu Bağdatlıların. Çünkü kuraktı Bağdat… Susuz yaşamak mümkün değildi ne insanlar ne de diğer canlılar için. Bundandır ki her Bağdatlının her sözü su üstünedir. Günler ve geceler boyu su üzerine konuşulur. Dicle girer rüyalara gümrah sularıyla akan bir nehir olarak... Ama dedik ya bu bir özlemdir ve Bağdat susuzluktan kavrulmaktadır. Bundandır ki arzu ettiği, hasret çektiği her şeyi su ile anlatır olmuştur. Aynı zamanda peygamberimizin torunu Hz. Hüseyin’in ve yakınlarının bir yudum suya hasret bırakılarak şehit edildiği yerdir Bağdat… Zira Kerbelâ burada, Bağdat’a yaklaşık yüz km. mesafede bir yerdeydi. Bundan dolayı su, Bağdatlılar için aynı zamanda böyle bir mana da taşıyordu. Fuzûlî ki kendini “rind-i şeydâ” olarak vasıflandıran bu şair de her Bağdatlı gibi suya hasret çekenlerdendi. Onun da dudakları susuzluktan şerha şerha idi. O da her gün Dicle Nehri’nin sularına bakarken, kavurucu sıcakta suyun bu şehir ahalisi için ne anlama geldiğini, dolayısıyla suyun nasıl bir nimet-i ilahi olduğunu tefekkür etti hep. Bu tefekkür onu suyun öteki yüzünü de görmesini sağladı. Mademki âdemdik ve su, varlığımızın özüydü ve su hayattı. Madem öyleydi öyleyse ona sadece kurumuş dudaklara, çatlamış topraklara can veren bir maddi nesne olarak bakamazdık. Böyle bakmak yanlış değildi ama eksik bir bakıştı. Beden gözü değil can gözüyle baksaydık eğer çok daha başka manalar bulabilirdik. Fuzûlî’nin gözü de işte öyle bir gözdü. Çölde aşkın ve ateşin sınavından geçmiş ve bilgili iken • 52 bilge şairler katına yükselmiş şair de suyun öteki yüzünü görmekte gecikmeyecekti. İşte suyun bu yüzünde kâinatın yaratılma sebebi olan efendimiz, sevgili peygamberimiz duruyordu ve Fuzûlî onun sadık âşıklarındandı. Aşkla yaradılana, aşktan yaradılana âşıktı. Nasıl aşkın sahibine duyduğu yakıcı sevgiyi Leyla sembolü ile anlatmışsa şimdi de aşkı yeryüzünde cisim ve ruh olarak kendinde gösterene, yani efendimize olan aşkını da su ile anlatmıştı. Burada yine Kerbelâ’yı da hatırlamak gerek.. Fuzûlî her ne kadar bu trajedinin hikâyesini asıl olarak “Hakikat’üs-Süeda”sında anlatmış olsa bile bu kasidesinde de derinden derine bir Kerbelâ acısı vardır. Kerbelâ şehitlerinin su özlemi mısralara öylesine sinmiştir ki her beytin sonundaki su redifi, beyitler peş peşe okunduğunda “su…. su..” diyerek susuzluktan ölenlerin çığlığına dönüşür. ŞUBAT 2011 - SAYI 132• 3. Şimdi bu muhteşem şiirin dünyasına girelim. Önce şiirin adıyla başlayalım söze… Şiirin asıl adı “Kaside-i der-na’t-i Hazret-i Nebevi” dir. Dolayısıyla bir naattır, yani Hz. Peygamber için yazılmış bir övgü şiiri. Şiirin, asıl kıymeti buradan gelir; ama 32 beytin tamamında her beyit “su” redifiyle bittiği için asıl adının yerini sudan mülhem olarak şu meşhur ad alır: “Su Kasidesi”. Bu, son derece anlamlıdır. Su istiaresi mademki peygamberimizi anlatmaktadır. Öyleyse onu hangi adıyla anarsak analım bu şiir, suyun şaire verdiği ifade imkânlarıyla anlatılan bir peygamber hasretinin destanına dönüşür. Bu kaside kendisine verilen meşhur adın da ifade ettiği gibi baştan sona bir su tasviridir. İlk 15 beyit karşımıza su kelimesinin hemen bütün çağrışımlarını çıkarır. Öncelikle bağrı yanık bir âşık görürüz burada.. Bu yüzden su, önce karşımıza gözyaşı olarak çıkar. Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su Ardından da gök kubbeyi kaplayan, saran bir mavilik olur su. Sonra sevgilisinin kılıca benzeyen keskin bakışlarının gönülde açtığı yaralardan söz ederken bunu suyun akarken toprakta bıraktığı yarıklara benzetir. Bu da yetmez, yarası olan bir hastanın suyu nasıl ihtiyatla içtiğinden söz eder. Dahası da var. Su, kalemin mürekkebidir. Hastanın istediğidir. Zahidin kevseri, âşığın şarabıdır. Bahçede nazlı nazlı salınan servinin sevdalısıdır. Güle rengini veren bülbülün kanıdır. Fuzûlî, bunları söyledikten sonra, oradan bir bağ ve bahçıvan tasvirine yönelir. Yine su vardır sözün burasında da… Bahçıvanın en güzel gülü yetiştirmek için beklediğidir su… Ki bu beyit kasidenin en güzel beyitlerinden biri olarak hafızalara kazınır. Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su İşte bu söyleyiş, suyun ötesine geçmek, ötesinde olanı söylemektir. Öyle de yapar ve 16. beyitten itibaren sahne daha da aydınlanır ve şiirin yazılmasına sebep olan asıl varlık ortaya çıkar. Bu varlık, kendisine bizzat varlık sahibinin “sen olmasaydın, felekleri yaratmazdım” buyurduğu efendimizdir. Su, bu bölümdeki bu ilk beyitte efendimize uyan, onun yolundan giden müminler arasında münasebetin bir unsuru olur. Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr’a su Su, öylesine zengin çağrışımlara, istiarelere müsait bir semboldür ki şair, bu ilk beytin hemen ardından bu defa da peygamberimizle su arasında bir münasebet kurar ve onun su ile ilgili mucizelerine değinir. Buna göre efendimizin mucizeleri şer sahiplerinin ateşlerini söndüren sudur. Mu’cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su Yine sözlerinin bir inci değeri taşıdığının belirtilmesi de suyla ilgilidir. Şair, bu ifadesiyle peygamberimizi su dolu bir deryaya, onun ağzından çıkan sözleri de seçkin incilere benzetir. Söz burada da bitmez. Peygamberimiz, mucizesiyle sert taştan su çıkarmıştır. Bunu da peygamberlik gül bahçesinin tazeliğini, parlaklığını tazelemek için yapmıştır. Öyleyse bu gülü tazeleyecek olan yine sudur. Burada taştan su çıkarmasının dışında peygamberimizin hayatındaki su ile ilgili acı suyun tatlılaştırılması, Tebük Gazvesi sırasında yanındakiler susuz kaldığında parmaklarından su akıtması şeklindeki diğer mucizelerini de hatırlamak gerekir. Bunlar hatırlandığında da peygamber gerçeğini anlatmada suyun şair için nasıl büyük bir imkâna dönüştüğünü de görmüş oluruz. Bu yüzden şair, sözünü yine peygamberimizin 53 • DOSYA: SU Şairin su temsiliyle peygamberi anlatması 16. beyitte başlayacaktır ama bu noktadan itibaren söyleyeceklerine bir işaret olsun diye söylenmiş olmalıdır bu beyit… Zira burada gül ile peygamberimizin yüzü arasında bir benzetme kurularak asıl konuya bir giriş yapılmıştır. Bu beyitle şairin su ile asıl anlatmak istediğinin ne olduğunu böylece anlamış oluruz. Der ki, “Bahçıvan gül bahçesini, suya (sele) versin. Çünkü bin tane gül bahçesini sulasa senin yüzün gibi bir gül açılmaz (yetiştiremez.)” Kadriye Demiroğlu (Tuval Üzerine Yağlı Boya, 50X60) • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM kâfirlerin puthanelerindeki binlerce ateşi söndüren suya benzeterek sürdürür. “Ab-ı hayat” bilindiği gibi içeni ölümsüzlüğe ulaştırtan bir sudur. Şair, Hz. Peygamber’in insanlara nasıl bir din getirdiğini anlatmak için de yine sudan yararlanır. Hz. Peygamber bir ab-ı hayattır. Onun dostu zehir içse ab-ı hayat olur. Tabiî bu söyleyişi anlamak için Hz. Peygamber’in bir yakının zehirli bir yılan soktuğunda peygamberimizin zehrin etkisini gidermek ve hastayı yeniden hayata döndürmek şeklindeki mucizesini de hatırlamak gerekecektir. Böylece şair şiirin sonuna kadar, Hz. Peygamber ile su arasında münasebet kurarak efendimizin insanlık için ne anlam taşıdığını suyun çağrışım imkânlarıyla anlatmaya devam eder. Mesela bir sonraki beyitte abdest kavramından söz eder. Malumdur ki, abdest su ile alınır. Böylece peygamberimizin yüzüne temas • 54 eden her su damlası binlerce rahmet denizine dönüşür. Böylece Hz. Peygamber getirdiği dinle insanların Allah’ın rahmetine ulaştıklarını belirttir. Hasretin yakıcılığını ise dünyada bu şekilde söyleyen hiç olmamıştır: Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su “Dostlarım! şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem, öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla sevgiliye su sunun.” Sözü söyleyen şairse, şiirde şairce hayaller anlatılana daha bir güzellik, dinleyene daha bir ufuk açıklığı verecek demektir. İşte bunun güzel bir örneği de suyun akışına dair yapılan şu yorumlamadır. Şaire göre su Hz. Peygamber’in ayağının ŞUBAT 2011 - SAYI 132• toprağına(mezarına) varayım diye başını taştan taşa vurarak avare gezip durur. Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su Muhtemeldir ki, şair burada bulunduğu coğrafyadaki ırmaklara Fırat ve Dicle’ye bakarak onların dağ taş akıp gitmeleri ile kendisinin Mekke ve Medine’ye gitme arzusu arasında bir münasebet kurmaktadır. Devamındaki beyitte de bu tablo şu tür bir söyleyişle tamamlanır. Suyun bütün arzusu bu yolculukta taşlara çarpa çarpa parça parça olmaktır ama; yine de dönmeyecektir yolundan. Dolayısıyla bir peygamber âşığı da hangi zorlukları çekerse çeksin peygamberimizin bulunduğu diyara mutlaka ulaşmak isteyecektir. Naat, şüphesiz ki, şiirlerin tacıdır. Sezai Karakoç da naatı bu yüzden olacak “şiirin ufku” olarak niteler. Fuzûlî de 25. beyitte “sarhoşlar sarhoşluklarını (başağrılarını) gidermek için su içmeleriyle günahkârların da naatını dillerinden düşürmemesini günahlarına derman bilirler” diyerek bu iki kavram arasında bir münasebet kurar. Buna göre peygamberimizi anlatan metinleri yani naatları okumak da insanlara şifa verecektir. Çünkü bu tür şiirlerde peygamberin adları geçeceğinden her naat aynı zamanda bir esma-yı nebidir. Onun her bir adı ise Muhibbi’nin “Umaram her bir adun başka şefaat eyleye” mısraında belirttiği gibi bir şifa sebebidir. Şair böylece yine peygamberimizin isimleri ile su arasında kurduğu ilginç bir benzetmeyle karşımıza çıkar. Buraya kadar olan peygamberin genel tasviridir. Ama onun şair için daha özel bir anlamı vardır. Zaten şiir de aslında bunun için yazılmıştır.. Şair, bunu belirtmek için de yine suyun imkânlarından yararlanarak; “Ey Allah’ın sevgilisi! Nasıl dudağı susuzluktan çatlamış olanlar iştiyakla su beklerlerse işte ben de senin böylesi bir tutkununum.” diyerek bu arzusunu dile getirir. Yâ Habîbullah yâ Hayre’l beşer müştakunam Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su Şiirin son bölümleri ise yine aynı tema çerçeve- Görüldüğü gibi yerden göğe yükselmiştir şair. Miraç mucizesinin Allah’a en yakın olma misali olduğundan hareketle şairin de âşığı olduğu peygamberine nasıl en yakın olma isteğinin bir anlatımıdır bu beyit. Bir sonrakinde ise gökyüzünden yere inilir. Der ki, “Senin kabrini yenileyen mimara su gerekse güneş pınarından her an bereketin saf hoş içimli suyu iner.” Burada da şairane bir benzetmeyle peygamberin duyurduğu hakikat insanlığı aydınlatan güneşe benzetilir. Tabiî yine su kelimesinin anlam ve çağrışım imkânlarından yararlanarak. Çünkü güneşten akan ışık seli ile su arasında bir münasebet kurulmuştur. Şairin peygamber övgüsü son beyitlerle de devam eder. Şefaatini ister peygamberin. Çünkü ötede cehennem korkusu gönüle gam ateşi saldığında o ateşe su serpecek olan odur. Sözü anlamlı kılan nasıl söylendiği kadar ne söylendiğiyle de ilgilidir. Mademki Su Kasidesi’nde peygamber anlatılmıştır. Fuzûlî’nin sözleri işte bunun için kıymetli bir inciye dönüşmüştür. Yümn-i na’tünden Güher olmuş Fuzûlî sözleri Ebr-i nasandan dönen tek lü’lü-i şeh-vare su Hep bir umuttur şairin beklediği. Çünkü onun ebedi hasretinin bu dünyada dinme imkânı yoktur. Bu ancak mahşerde gerçekleşecektir. Sözün sonunda ise bu yüzden şöyle diyecektir: “Mahşer günü gaflet uykusundan uyanık olan sana hasret gözyaşlarından uyanık gözlere su serpildiğinde, yani ağladığında umduğum o ki kıyamet gününde senin yüzünü görmekten mahrum olmayayım. Ben yüzüne susamışa senin vuslat pınarın su versin.” Anlamca aktardığımız bu son iki beyit aynı zamanda kasidenin dua beyitleridir. Böylece şiir, maverada kanatlanarak duaya dönüşür. KAYNAKÇA Abdülbaki Gölpınarlı, Fuzûlî Divanı, İstanbul 1961 Adem Çalışkan, Fuzûlî’nin Su Kasidesi, Ankara 1992 İskender Pala, Dört Güzeller, İstanbul 2008 55 • DOSYA: SU 4. sinde önümüze bu defa başka tablolarla çıkar. Peygamberin Miraç mucizesine temas edilir. Buradaki benzetme de son derece özgündür. Şöyle der şair: “Sen Miraç gecesinde feyzinin şebnemi ile yıldızlara su ulaştıran bir keramet denizisin.” TÜRKİYE’NİN YÜZEY SULARI VE YERALTI SULARI POTANSİYELİ GÜLTEKİN GÜNAY Prof. Dr., Hidrojeoloji Mühendisi Hacettepe Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi Gültekin Günay, Türkiye’nin Yüzey Suları ve Yeraltı Suları Potansiyeli, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011, ss. 56-60. • 56 YÜZEY SULARI S u yaşamın temel öğelerinden biridir. Su, bir besin maddesi olmasının yanı sıra, içerisinde bulundurduğu mineral ve bileşiklerle vücudumuzdaki her türlü biyokimyasal işlevlerin gerçekleşmesinde etkin rol oynamaktadır. Vücudumuzun pH dengesinin korunmasından başlayarak besinlerin, ilgili yerlere taşınmasına kadar pek çok görev alır. Bu nedenle susuz hayat düşünülemez. Su, canlının ve canlılığın her şeyidir. Su, aynı zamanda canlılar için bir yaşam ortamıdır. Yeryüzünün ¾’ünün sularla kaplı olması, dünyada su bolluğu olduğu görünümü veriyorsa da içilebilir nitelikteki su oranı ancak % 0.74 civarındadır. 18. yüzyılın son çeyreğinde, Sanayi Devrimi başlangıcında 1 milyar olan dünya nüfusu, 1950 yılında 2,5 milyar, 2005 sonunda ise yaklaşık 6,5 milyara ulaşmıştır. Dünya nüfusunun çok hızlı artışı, sanayi ve teknolojinin aşırı gelişmesi, ayrıca çevre bilincinin yeterince yerleşememesi veya yaygınlaşamaması gibi nedenler dünyada içilebilir su miktarının giderek azalmasına sebep olmaktadır. Bunların yanı sıra, içilebilir su kaynaklarının sorumsuzca kirletilmesi, geri dönüşümü olanaksız sorunların yaşanmasına zemin hazırlamaktadır. Tahminler, artan su ihtiyacı ile giderek azalan temiz su kaynağı eğrilerinin 2030 yılında kesişeceğini göstermektedir. Bu durum doğal olarak evrensel bir kriz olacağı anlamına gelmektedir. Bu çalışmada, suyun yaşam için taşıdığı önem ŞUBAT 2011 - SAYI 132• nedeniyle, ülkemizin tatlı su potansiyeli, bunun su havzalarına göre dağılımı, miktarı ve havzaların kirlilik durumları konularında bilimsel verilerden yararlanarak özet bir profilinin çıkarılması amaçlanmıştır (M.Akın, G.Akın,2007 ). 1. Türkiye’nin Su Potansiyeli 2. Yağışı Etkileyen Etmenler Bir ülkenin iklimi ve dolayısıyla su potansiyeli, bulunduğu yerin enlemine, boylamına, jeolojik, topoğrafik yapısına ve bitki örtüsüne göre oluşmaktadır. Aynı şekilde ülkemizin jeolojik, topoğrafik ve iklim özelliklerinin yöre ve bölgelere göre farklı olması nedeniyle yeraltı ve yüzey suyu potansiyelinde farklılıklar görülmektedir. Yağış getiren rüzgârlara karşı olan ve özellikle cephesel depresyonların yolu üzerinde bulunan yerlere fazla yağış düşer. Buna örnek olarak Doğu Karadeniz Bölgesi’ni verebiliriz. Doğu Karadeniz Bölgesi, ülkemizin en fazla yağış alan bölgesidir. Yıllık ortalama yağış miktarı 1198 mm’dir. Buradaki illerden Rize’de yıllık yağış miktarı 2346,3 mm, Giresun’da 1267,7 mm’dir. Bulunduğu bölge- 57 • DOSYA: SU Ülkemizde ortalama yıllık yağış miktarı 643 mm olup, bu yağış miktarı ortalama 501 milyar m3 suya karşılık gelmektedir. Yağışın 274 milyar m3’ü dere, nehir, göl ve denizler ve bitkilerden buharlaşma yoluyla atmosfere geri döner. Yağışla toprağa düşen suyun 158 milyar m3’ü irili ufaklı pek çok akarsuyla deniz ya da göllere ulaşmaktadır. Geriye kalan 69 milyar m3’ü yeraltı suyunu oluşturur. Oluşan yeraltı suyunun 28 milyar m3’ü kaynak suyu hâlinde yüzey sularına tekrar katılmaktadır. Ayrıca Meriç ve Asi gibi nehirlerle komşu ülkelerden ülkemize yılda ortalama 7 milyar m3 su gelmektedir. Yağışla oluşan 158 milyar m3’lük yüzey suları ve yeraltı sularından kaynak suyu şeklinde tekrar yüzeye ulaşan 28 milyar m3’lük su ile komşu ülkelerden akarsularla gelen 7 milyar m3’lük sular ülkemizin brüt su potansiyelini (158+28+7=193 milyar m3) oluşturur. Yeraltına ulaşarak yeraltı suyuna katılan 41 milyar m3’lük (69-28=41 milyar m3) su miktarı da eklendiğinde, ülkemizin yenilenebilir brüt su potansiyeli 234 milyar m3’e (193+41 = 234 milyar m3) ulaşır. Günümüz teknolojik ve ekonomik koşulları çerçevesinde çeşitli amaçlara yönelik tüketilebilecek yüzey suyu potansiyeli, ülke içindeki akarsulardan 95 milyar m3 su ve komşu ülkelerden ülkemize gelen 3 milyar m3 suyla toplam 98 milyar m3’ü bulmaktadır. Yapılan hidrojeolojik hesaplamalara göre, çeşitli şekillerde yeryüzüne çıkarılabilen su miktarı 14 milyar m3 civarındadır. Çalışmalar ve etütler, günümüz şartlarında yurdumuzun tüketilebilir yüzey ve yeraltı suyu potansiyelinin yılda ortalama 112 milyar m3 (98+14) olduğunu göstermektedir. Bugünkü koşullarda 95 milyar m3 yüzey suyu potansiyelimizin ancak 27,5 milyar m3’ünden (%29) yararlanılabilmektedir. Yararlanılan su potansiyelinin 20,9 milyar m3’ü (%76) sulamada, 3.85 milyar m3’ü (%14) belediyeler tarafından içme suyu olarak, 2.75 milyar m3’ü (%10) de sanayide kullanılmaktadır. Ülkeler, yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarına göre sınıflandırı- lırlar. Buna göre, yıllık kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 1000 m3’ten az ise su fakiri, 1000-2000 m3 arasında ise su azlığı çeken ülke ve 2000 m3’ten çok ise su zengini ülkeler olarak nitelendirilirler. Bugün ülke nüfusumuzun tahmini 72 milyon olduğu kabul edilirse, kişi başına düşen 1555 m3’lük yıllık kullanılabilir su miktarıyla su azlığı yaşayan bir ülke olduğumuz söylenebilir. Ülkemizde kentlerin hem sayısının hem de nüfuslarının giderek hızlı bir şekilde artması, oluşan kentlerin su ihtiyaçlarının sadece kaynak ve yeraltı sularından karşılanmasını imkânsız hale getirmektedir. Bu nedenle hızla büyüyen kentlerin su ihtiyaçları, kaynak ve yeraltı sularının yanısıra, büyük bir kısmı akarsu, baraj ve göllerden arıtma yapılarak temin edilmeye çalışılmaktadır. Ayrıca son yıllarda membran teknolojisindeki gelişmeler nedeniyle deniz suyundan arıtma yöntemiyle de içme suyu elde edilmektedir. Yerleşim yerinin topoğrafik, jeolojik ve iklimsel durumu, yapılaşma biçimi ve ergonomik olarak ne kadar nüfusu barındırabileceği gibi kriterler şehirleşmede dikkate alınmalıdır. Öte yandan kentin su, kanalizasyon, ulaşım, park, yeşil alan gibi yaşamsal ihtiyaçlarının nasıl karşılanıp oluşturulacağı önceden planlanırsa, kentleşmenin çağı yakalama çabaları olarak değerlendirilmesi geçerlilik kazanır. Hidrojeoloji, jeoloji, mühendislik, mimarlık, coğrafya, jeoloji, gibi bilimlerin verilerinden yararlanılmadan yapılan hızlı ve plansız kentleşmenin birçok sorunları da beraberinde getirdiği unutulmamalıdır. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM nin yıllık yağış ortalamasının hayli üzerinde olan, konumu ve özelliğiyle bu gruba giren illerden Muğla 1216,4, Antalya 1057, Bitlis 1034,3, Muş 870,9 mm yıllık yağış almaktadır. İç Anadolu platoları, Doğu Anadolu’nun yüksek dağlarla çevrili havzaları ve Güneydoğu Anadolu platoları ile ovaları ülkemizin az yağış alan bölgeleridir. Buralarda yıllık ortalama yağış miktarı 400-500 mm’nin altına düşmektedir. İç Anadolu’da Konya Ovası ve Tuz Gölü çevresi Türkiye’nin en geniş yüzey alanlı, az yağışlı yöreleridir. Buradaki illerden olan Konya’da yıllık yağış ortalaması 336,1 mm’dir. Aynı şekilde Doğu Anadolu’da yüksek dağlarla çevrili depresyonlar ile vadi tabanlarında yer alan Malatya’da ortalama yıllık yağış miktarı 393,8 mm, Erzincan’da 374,9 mm, Iğdır’da 258,8 mm kadardır. Batı Toroslardan başlayarak doğuya doğru Suriye platformuna gidildikçe yağış miktarında önemli ölçüde azalma göze çarpar. Suriye platformunda yer alan Diyarbakır’da yıllık yağış miktarı 499.7, Şanlıurfa’da 476.6 ve Ceylanpınar’da ise 336.8 mm’dir. Doğu Karadeniz Bölgesi, ülkemizin en fazla yağış alan bölgesi olmasına karşın, topografyasının aşırı derecede eğimli ve jeolojik yapısının genelde volkanik kayaç niteliğinde olmasına bağlı olarak kaynak ve yeraltı suyu potansiyeli açısından ülkemizin en fakir bölgeleri arasında yer alır. Doğu Karadeniz Bölgesi’nin kuzey bölümünde, kuzeyden güneye doğru derin vadilerle kesilmiş ve aşırı eğimli bir topografyanın bulunması, mevsimlik su debisi değişiminin yüksek olmasına neden olmuştur. Buna rakamlarla örnek vermek gerekirse, Doğu Karadeniz Bölgesi’nin yıllık yüzey suyu miktarı 15 milyar m3 düzeyindedir. Bu miktar, Türkiye genelindeki yüzey suyu potansiyelinin % 7,9’unu oluşturmasına karşın, toplam ülke yüzölçümü içindeki oranı ise ancak % 5,1’i kadardır. Doğu Karadeniz’in güney kesiminin topoğrafik ve jeolojik yapı özellikleri kuzey bölgesinden farklı olduğundan, burası daha az yağış almasına rağmen kaynak ve yeraltı suyu bakımından daha zengindir. Doğu Karadeniz’in güney kesiminde jeolojik birimlerin yüksek oranda kalsiyum karbonat içermeleri ve akifer niteliğinde olmaları nedeniyle kaynak ve yeraltı suyu miktarı da fazladır. Yöre, su temini yönünden uygun niteliğe sahip havza özelliğindedir (M.Akın, G.Akın, 2007). • 58 3. Hidrolojik Su Havzaları Ülkemiz topoğrafik yapıya bağlı olarak 26 hidrolojik su havzasına ayrılmıştır. Bu havzaların toplam yıllık ortalama akışları 186 milyar m3’tür. Hidrolojik su havzalarının her birinde yıllık yağış miktarı aynı olmadığından, verimleri ve su potansiyelleri de farklıdır. Fırat Havzası 31.61 milyar m3 ile en fazla su verimine sahiptir. Dicle Havzası ise 21.33 milyar m3 ile ikinci sırayı almaktadır. Fırat ve Dicle havzaları, toplam ülke su potansiyelinin yaklaşık %28,5’ini oluşturur. Akarçay Havzası 0.49 milyar m3 ve Burdur Gölü Havzası 0.50 milyar m3 ile su potansiyeli en düşük havzalardır. Türkiye’nin jeolojik yaş olarak oldukça genç ve arazinin fazla eğimli olmasına bağlı olarak oluşan topografyası sonucu akarsuların rejimleri genellikle düzensiz ve vahşi dere karakterindedir. Bunun için gerekli düzenleme ve önlemler alınmadan doğrudan su kullanımı çoğu zaman mümkün olamamaktadır. Türkiye’de su fazla gibi gözükse de, havzalara farklı miktarlarda yağış düşmesi ve yılın faklı zamanlarında yağış alması nedenleriyle her zaman ihtiyaç karşılanamaz. YERALTI SULARI Hidrojeoloji (Yeraltı suları hidrolojisi) yeraltında suların bulunuşu, dağılımı ve hareketi ile ilgili bilim dalıdır. Jeohidroloji ise, hidrolojik olaylara ağırlık veren bir bilim dalıdır. Yeraltı sularının kullanımı eski çağlardan beri süregelen bir olaydır, ancak suların yeraltında bulunuşu ve hareketini hidrolojik çevrimin bir parçası olarak incelemeye son yıllarda başlanmıştır. Yeraltı suyu hidrolojisi, jeolojik yapı içindeki gözeneklerde suyun bulunuşu ile ilgili özellikleri inceler. Doygun zon dediğimiz bu zonun üstünde ise doygun olmayan zon veya havalanma zonu dediğimiz bir bölge bulunur. Doygun olmayan zon, yağışların süzülerek ulaştığı ilk bölgeyi tanımlar. Bu bölgede bitki köklerinin çevresinde toprak nemi görülür. Yeraltı suyu, petrol mühendisliğinde de önemli rol oynar. Petrol ve sudan oluşan ikili sıvı sistemi ve petrol-su ve gaz’dan oluşan üçlü sistem petrol oluşumunu etkiler. Bu sistemler için de aynı hidrodinamik koşullar geçerlidir. ŞUBAT 2011 - SAYI 132• 1. Tarihsel Gelişme Yeraltı sularının gelişimi tarihsel zamanlardan beri çok bilinen bir olaydır. Eski yöntemler; kuyu, kaynak ve yeraltı suyunun geliştirilmesini kapsar. Kazma kuyular dışında eskiden beri bilinen yatay kuyular “kanat” olarak adlandırılır. Kanat’lar özellikle Afganistan ve Fas’ta, Kuzey Afrika’da yaygın bir şekilde kullanılır, yatay bir kuyu olan Kanat, çok sayıda şaft içerir. Kanat’ın baş konumunda da ana kuyu bulunur ve üretim bu kuyudan yapılır. Bütün kuyular alüvyon içinde açılır ve topografya ile kesiştiği yerde yüzeye ulaşır. Kanat ile ilgili olaylar 3000 yıllık bir tarihe sahiptir. İran’da ise ülkede kullanılan suyun yaklaşık %75’ini sağlayan 22000 kanat mevcuttur. Kanatların uzunluğu 30 km’ye ulaşır. Ancak genellikle 5 km uzunlukta olur. Kanatlarda ana kuyunun derinliği 50 m’yi bulur. Kanatların debileri mevsimsel olarak değişiklik gösterir ve 100 m3/saat’i nadiren aşar. 2. Yeraltı Suları Teorileri Yeraltı suyunun kullanımı açısından, suyun kökeni, bulunuşu ve hareketini anlamak önemlidir. Yunanlı ve Romalı bilginler kaynakları ve yeraltı suyunun içerdiği teorileri doğruya yakın bir şekilde anlatmaya koyulmuşlardır. 17. asrın sonlarına doğru kaynaklardan boşalan suyun yağışlardan geldiğine inanılmamaktaydı ve yeraltındaki boşlukları bu suyun verebileceği düşünülmemekteydi. Yunanlı filozoflardan Homer, Tales ve Plato, kaynakların deniz suyu etkisiyle, dağların altındaki yeraltı boşluklarından beslendiğini daha sonra arıtılmış olarak yüzeye çıktığını hipotez olarak öne sürmüşlerdir. 59 • DOSYA: SU Çocuk Gücüyle Çalışan Pompa Güney Afrika’nın kırsal bölgelerinde yaşayan insanlar için günlük su gereksinimlerini sağlamak zahmetli bir iş. Su, genellikle uzaktaki bir kaynaktan kovalar ya da bidonlarla eve taşınıyor. Bazı yerlerde su kuyuları var. Evin su gereksinimini sağlamaksa genellikle çocukların görevi. Güney Afrikalı bir grup buluşçu, tüm bunları göz önünde bulundurarak özel bir pompa geliştirmişler. Adı, “oyna-pompala”. Pompanın çalışması için, üzerindeki oyuncağın döndürülmesi gerekiyor. Bu, oyun parklarında bulunan döndürmeli oyuncakların tıpkısı. Oyuncak döndürüldükçe su, kuyudan yüksekteki bir depoya pompalanıyor. Çocukların kaplarını suyla doldurmak için tek yapması gereken, deponun altındaki musluğu açmak. Bu pompayla, depoya saatte 1500 litre su pompalanabiliyor. Çeşitli yerlere kurulan 400 oyna-pompala sayesinde 200.000 kişinin su gereksiniminin karşılandığı belirtiliyor. (Kaynak:TÜBİTAK) • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Aristo ise, soğuk ve karanlık mağaralara giren havanın burada yoğunlaşarak suyu oluşturduğunu ve kaynakları beslediğini iddia etmiştir. kayaçların bir bölümü de akifer özelliği göstermektedir. Menba sularının bir kısmı bu tür oluşuklardan çıkmaktadır. Bundan sonra da bu alanda Yunan ve Fransız bilginlerin çalışmaları oldu. Ancak hidrolojik çevrimin anlaşılması 17. asırda olmuştur. İlk defa gözlemlere ve ölçümlere dayanan teoriler ortaya konulmuştur. Ülkemizin su kaynaklarını yağışlar oluşturmaktadır. Yıllık yağış ortalaması 642.6 mm (643 mm) olduğuna göre Türkiye’ye düşen yıllık ortalama yağış miktarı 501.0 km3tür. Su kaynaklarımızı Yerüstü ve Yeraltı suları olarak iki başlık altında incelenebilir. 18. asırda yeraltı suyunun jeolojiyle ilgisi, bulunuşu ve oluşumu üzerindeki teoriler geliştirilmiştir. 19. asrın birinci yansında Fransa’da birçok artezyen kuyu açılmıştır. Fransız hidrolik mühendisi Henry Darcy (1803-1858) kum içinde suyun hareketini incelemiştir. Onun çalışmaları 1856’da kendi adıyla anılan Darcy Yasası’nı ortaya koymuştur. Bu yasa daha çok alüvyon ve sedimanter kayaçlar içindeki suyun hareketini incelemiştir. Henry Darcy’den sonra J. Bousseinesg, G.A. Daubree, J. Dupuit, P. Forchheimer, ve A. Thiem yeraltı suyu hidroliği ile ilgili çalışmalarını başarıyla sürdürmüşlerdir. Bu arada H. Schoeller ve G. Thlem’in çalışmaları hidrojeolojide önemli aşamalar kaydetmiştir. Bu arada Amerikalı araştırıcılar O.E. Meinzer, M.S. Hantush, C.E. Jacob hidrojeolojide çok önemli araştırmalar yapmışlardır. 3. Yeraltı Suyu Kullanımı Doğal sular içinde yer alan yeraltı suları önemli bir su kaynağıdır. Bilindiği gibi yüzey ve yeraltı sularının asıl kaynağını yağmur ve kar suları oluşturmaktadır. Dünyadaki suların dağılımı genelde %97.32 tuzlu okyanus suyu, %2.14 buzul, %0.61 yeraltı suyu, %0.009 yüzey suları, %0.005 toprak nemi, %0.001 atmosferdeki suyu oluşturur. Ülkemizdeki dağılım da buna paralel olarak gelişmiştir. Hidrolojik çevrim bilindiği gibi yağmur ve kar sularının yüzeyde akışı ve yeraltına süzülmesi, sonradan kaynaklarda ve kuyularda tekrar yüzeye çıkması, yüzeyde ise buharlaşma ve terleme ile kaybedilmesi şeklinde gelişir. Yeraltı suyunun düşey dağılımı, havalanma bölgesindeki ve doygun bölgedeki suların özelliklerini yansıtır. Yeraltısuları, başlıca sedimanter kayaçlarda bulunur. Sedimanter kayaçlar, pekişmiş ve pekişmemiş oluşuklar diye ikiye ayrılır. Bunun dışında magmatik • 60 Yüzey Suları: Yıllık akış (ortalama): 186.05km3 Yıllık akış/yağış oranı: 0.37 km3 Tüketilecek yıllık su miktarı (ortalama): 95.000 km3 Fiili yıllık tüketim (ortalama): 32.41 km3 Yeraltı suları: Çekilebilir yıllık su potansiyeli: 12,3 km3 Tahsis edilen miktar : 9.1 km3 1km3 = 1 milyar m3 Hidrolojik çevrimde yağış suları yüzeysel akışa geçer, bir kısmı yeraltına süzülür. Yüzeysel akışın bir kısmı akarsu ve gölleri besler. Yeraltına süzülen sular yeraltı sularını ve sıcak suları oluşturur. Sular, buharlaşma ve terleme ile tekrar atmosfere ulaşarak hidrolojik çevrimi tamamlar. Yeraltı suları genel sınıflamaya göre “havalanma zonu” ve “doygunluk zonu”nu oluşturur. Havalanma zonunda başlıca toprak suyu, çekim suyu ve kapiler saçak zonları bulunur. “Doygunluk Zonunda” ise asıl yeraltı suyu bölgesi bulunur. Ayrıca yeraltı suyu taşıyan formasyonlara akifer adı verilir. Akiferde açılan kuyular pompa denemeleri yapılarak akifer karakteristikleri denilen parametreler öğrenilir. Daha sonra söz konusu kuyulara pompa monte edilerek üretim sağlanır. KAYNAK Akın M. , Akın G., 2007 . AÜ –DTC Fak. Dergisi, 47,2 – 105. Ankara. Günay G., 2000. Yeraltı suları, HÜ Hidrojeoloji Müh.Böl. Ankara. Çongar B., 2000. Türkiyenin Su Kaynakları ve Su Politikaları, DSİ , Ankara. SORUŞTURMA ÇAĞRI GÜREL K endi pencerenizden baktığınızda, “su” kelimesinin sizde uyandırdığı çağrışımları, üç yudumda bizlerle paylaşır mısınız? Zekâi Şen Prof. Dr., İTÜ Öğretim Üyesi, Su Vakfı Başkanı Düşünce dünyasında ilk fesefeciler dünyadaki her varlığın bir tek sebebinin olabileceğini düşünerek, bizim Anadolu’nun Milas ilçesinden eski Yunan düşünürü Tales, herşeyin sudan ortaya çıktığını ileri sürüp çok tanrıcılıktan maddesel tek varlık sebebine ulaşabilmiştir. Daha sonraları hava, toprak ve ateşin de her şeyin ilk sebebi olabileceğinin ortaya atılması ile eskilerin söylemi ile anasır-ı erbaa yani dörtlü unsurlar olarak su, toprak, hava ve ateşin herşeyin ortaya çıkmasında ortaklaşa rol oynadıkları fikrine ulaşılmıştır. Bugün bile bunlar arasında en önemlisinin su olduğunu kimse inkâr edemez. Toprak susuz bir işe yaramaz, tarım yapılamaz; hava susuz (nemsiz) bir işe yaramaz yağmur vermez; ateş susuz söndürülemez. Bugün ateş “enerji” anlamında kullanılmalıdır. Enerjinin en önemli kaynağı, ülkemiz bakımından yerli olanı, su enerjisidir (hidroelektrik enerji). Gelecekte insanlığa sınırsız denilebilecek enerji kaynağının 61 • DOSYA: SU Çağrı Gürel, Soruşturma (Zekâi Şen, Mine İzmirli, Hasan Kırmızıtaş, Cemal Zehir, Suavi Kemal Yazgıç, Yusuf Turan Günaydın, Harun Sönmez, Reşat Gürel, Ahmet Doğru), Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011, ss. 61-67. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM yine suyun oksijen ve hidrojene ayrıştırılması ile su- alış-veriş merkezlerinin bulunduğunu hemen anlaya- dan elde edilen hidrojen enerjisinin olabileceği enerji biliriz. Her tüketimin ham maddesi ne olursa olsun araştırmaları gündeminin ilk sırasını teşkil etmekte- onun da işlenmesinin temel ham maddesi sudur. O dir. Manevi açıdan, Kur’an-ı Kerim’de yaşayan her- hâlde tüketicilik suyun israfı ile tam doğru orantılıdır. şeyin sudan yaratıldığının belirtilmesi, suyun canlı Doğal dediğimiz bugünkü taşkın (feyezan), kuraklık hayatı için vazgeçilmez bir madde olduğunu idrak ve su sıkıntılarının ortaya çıkmasının temel sebepleri etmemize işaret etmektedir. arasında insanın değişik faaliyetlerinin de (tüketiciliği, Hiçbir medeniyet şimdiye kadar susuz olamamıştır. Gelecekte de susuz gelişme ve insanlığa faydalı hiçbir işin yapılması düşünülemez çünkü su, kendi kendisinin aynısıdır, onun yerine geçebilecek başka bir maddenin bilimsel veya teknolojik olarak ortaya çıkarılmasına imkân olmamıştır ve olmayacağı en uzak ufuklarda bile anlaşılmıştır. sanayileşmesi, israfı…) olduğu akıldan çıkarılmamalı ve ona göre önlemler alınmalıdır. Her bir kişinin israfı önlemek için yapacağı, damla kadar da olsa önlem, bu damlaların birleşmesi ile uzun gelecekte hem atmosferimizi hem de hayatın en elzem malzemesi olan su kaynaklarının korunması anlamına gelecektir. Bu bakımdan herşeyi devletlerden beklemeden önce insan, kendi nefsini sorgulayarak karınca kararınca Bilimsel yöntemlerle suyun akılcı yönetimi yapıla- yapacağı katkılarla su israfı, kirlenmesi, sıkıntısı, bilir ve teknolojik cihazlarla suyun kalitesi iyileştirile- azalması ve sıradışı etkilerini (taşkın, kuraklık) azal- bilir ama miktarı dünyada sabittir, artırılamaz. İnsan- tacak davranış biçimlerine sahip olmaya çalışmalıdır. lık tarihi boyunca tarım ve sanayi devrimleri olmuş, Su ile ilgili temel eğitimlerin değişik vesilelerle halka şimdilerde de bilgi devrimleri olmaktadır. Bunların yayılmasına önem verilmelidir. hepsinde su en önemli bir etken olarak rolünü oynamıştır ve oynamaktadır. Suyun önemsenmemesi durumuna tarih boyunca rastlanılmamıştır. Hatta su için savaşlar olduğu gibi birçok savaşın kazanılmasında su kaynaklarının rolü bulunmuştur. Suyun ye- Mine İzmirli TEMA Vakfı Kurumsal İletişim ve Çevre Politikaları Bölümü Savunuculuk Koordinatörü terli olmaması durumunda bırakın gıda güvenliğini, TEMA Vakfı olarak stratejimiz, doğal bir miras ola- psikolojik olarak su sıkıntısı ile karşı karşıya kalan rak tanımladığımız suyun, başta ülkemiz olmak üzere toplumlardaki sosyal dengelerin hareketliliğinde bile tüm dünyada güvenilir şekilde, katlanılabilir bir be- önemli değişiklikler (göçler, kavgalar, anlaşmazlık- delle, adil bir sunumla, etkin, verimli ve sürdürülebilir lar…) ortaya çıkmıştır. bir yaşamı destekleyecek şekilde kamu tarafından Yukarıda söylenenlerin ışığı altında suyun stratejik öneminin ne kadar fazla olduğunu kavrayabiliriz. Özellikle son yılların bir yapay afeti (insan kaynak- sunulmasına yönelik tüm bilinçlendirme çalışmalarını başlatmak, yürütmek ve bu konuda tüm kamu ve sivil örgütlenmelerle işbirliği geliştirmektir. lı atmosfer kirlenmesi) olarak ortaya çıkan küresel Havza yönetimi ve arazi kullanımı kavramları, ısınma, sera etkisi ve bunların sonucunda iklim de- doğal bir miras olarak tanımladığımız suyun korun- ğişikliğinin ilk olarak etkileyeceği maddi ortamların masında kilit kavramlardır. Bu iki kavram, akarsu su kaynakları olduğu düşünülürse, suyun yeryüzün- havzalarına yönelik genellikle değişken olan talebin deki dağılımnın ne kadar hassas dengeler üzerinde bir göstergesidir. Türkiye hidrografik olarak 26 akar- bulunduğunu anlayabiliriz. Yapay sebepleri olan bu su havzasına ayrılmıştır. Sürdürülebilir kalkınmanın afetin temelinde insanların nerede ise sınırsız diye- anahtarı, nehirlerin ve diğer tatlı su ekosistemlerin bileceğimiz tüketim arzusu ve bu dürtüyü tetikleyen kullanımının kurallara dayanmasına bağlıdır. • 62 ŞUBAT 2011 - SAYI 132• Bunun için; yenilenebilir doğal kaynaklarda ve- şumlara kökeni Latince olan “akifer” denilmektedir. rimliliği en üst düzeye çıkarmak, toplumun refah dü- Akiferler esas itibarı ile yer altında binlerce, hatta zeyini yükseltecek ve buna hizmet edecek her türlü milyonlarca yıl önce oluşmuş ve günümüze kadar tarımsal, ekonomik ve teknolojik tedbirleri almak, korunarak gelmiş doğal baraj gölleridir. Bu baraj arazileri, kullanıma uygunluk sınıf ve ilkelerine bağlı gölleri parasız inşâ edildiği gibi, buharlaşmaya da kalarak işletmek, erozyon, kayma, sel ve taşkınları maruz kalmazlar. Bir nükleer savaş halinde nükleer önlemek, havzadaki kültürel, arkeolojik, estetik de- kirlenmeden tüm yüzey suları anında kirlenebilece- ğerleri vb tüm havzadaki varlıkların uyum içinde ko- ği halde yeraltı suları en az etkilenebilecek hatta hiç runmasını sağlamak gibi öncelikler ele alınmalıdır. etkilenmeyebilecek sulardır. Bu nedenle yeraltısuları Hasan Kırmızıtaş Jeoloji Mühendisi Su; her canlının kutsal hakkı olan yaşam için olmazsa olmazıdır. İnsan vucudunun büyük çoğunluğu sudan oluşmaktadır. Dünyanın 3/4’ü su ile kaplıdır. Birçoğumuz yerküredeki su miktarının %97 civarının okyanus ve denizlerdeki tuzlu sudan olduğunu dikkate alarak hayıflanmaktayız. Hâlbuki okyanuslar ve denizler insanoğlunun önüne konmuş tabii arıtma tesisleridir. Özellikle insanoğlu tarafından kirletilen ve bu mümkün mertebe yıllık beslenim miktarı kadar kullanılarak akiferin zarar görmesi engellenmelidir. Yer altında depolanmış tatlı sular çoğu yerde kaynaklar halinde tekrar yeryüzüne çıkarak akarsuları oluşturur. Yeryüzünde akışa geçen dere ve göller yeraltına sızarak yeraltı sularını zenginleştirdikleri gibi, yeraltı suları da kaynaklar vasıtasıyla yeryüzüne çıkarak dere, nehir ve gölleri beslerler. Bu nedenle bu sulardan birinde görülen bir olumsuzluk özellikle kirlilik diğerini de kısa zamanda etkileyerek kullanılamaz hale getirebilecektir. nedenle sadece içme ve kullanmak için değil; tarım- Günümüzde birçok bölgede insanlar temiz sudan sal sulamada, sanayide dahi kullanılamaz hale gelen yoksun yaşamaktadır. Birleşmiş Milletler (BM) verile- yüzey suları ulaştıkları geniş alanlar kaplayan deniz rine göre (Temmuz/2010) yılda 884 milyon insanın ve okyanuslarda oluşan buharlaşma sonucu temizle- güvenli içmesuyuna ulaşma, 2,6 milyarı aşkın kişinin nerek saf su halinde tekrar yeryüzüne, tüm canlıların temel sağlıklı suyu kullanmasından yoksun olduğu, yararlanması için geri gelmektedir. Tüm bu işlem için her yıl 5 yaş altındaki yaklaşık 1,5 milyon çocuğun ise sadece güneş enerjisi yeterli olmaktadır. su koşulları nedeniyle öldüğü belirtilmektedir. Deniz ve okyanuslardan buharlaşma sonucu te- Sonuç olarak; su hayattır. Hayat yaşamdır. Ya- mizlenenen ve yeryüzüne düşen yağışlar atmosfer- şam her canlının en kutsal hakkıdır. Bu nedenlerle den alabildiği çok az mineral nedeniyle saf su özel- her canlının özellikle insanların güvenli, temiz, erişe- liğine sahiptir. Saf su insanoğlu için içme ve kullan- lebilir, ulaşılabilir ve yeterli suya kavuşturulması ana- mada uygun olmadığı gibi canlılar için besin kaynağı yasal bir haktır. Ulusal ve uluslararası hukuk bu hakkı da oluşturmaz. Yeryüzüne düşen yağışlar toprak ve güvence altına almalıdır. jeolojik birimler üzerinde akışa geçerek bu birimlerden aldığı mineraller sayesinde zenginleşerek canlıların da besin kaynağını oluşturur. Yeryüzünde akışa geçen tatlı su kaynağına sahip jeolojik birimlerin gözeneklerinde, çatlak ve kırıklarında depolanmıştır. Yeraltısuyu depolayan bu olu- Doç. Dr., Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Geleneksel medeniyetlerde su, içerisinde mistik bir arıtma ve temizleme gücü barındıran saflığın, sadeliğin, bilgeliğin sembolüdür. 63 • DOSYA: SU nehir ve göllerden 80 kat daha fazla su yeraltında Cemal Zehir • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Meşhur Çinli bir alim olan Chuang-Tzu şöyle diyor: “Su hiç bir şeyle yarışmaz, fakat her şeyi geçer. Bilge kişi de su gibidir. Kimseyle yarışmayıp kendi yolunda giden ama bu yüzden de herkese üstün gelen kişidir.” Suyun bilgelik ile bilgeliğin de saflık, temizlik ve ihlas ile olan ilişkisini geleneksel kültür işte böyle kurmuştur. Su medeniyeti derken bu medeniyeti inşâ eden suyu tanımak gerekir. Su hayat hakkıdır, hayata dairdir, hayatın kendisidir. “Canlı olan her şeyi sudan yarattık.” ayetiyle bu hakikat nas haline gelmiştir. Bir çakıl taşı kadar sert ve kurumuş tohumlardan mucizevi bir şekilde yeşil sürgünler fışkırtan güç suyun harikulade mucizesidir. Su ile hayat arasında ilahi ilgiye işaret eden Kur’an hükmü Müslüman’ı da suyun bir zerresi ile deryası karşısında aynı derecede edepli olmaya sevk etmektedir. Altı yüzyıldan fazla yaşayıp dünyanın gelmiş geçmiş en büyük devletlerinden birini kuran Osmanlı Devleti, kendinden önce eşi görülmemiş ve adına su medeniyeti denilen bir şehirleşme ve ulvileşme modeli ortaya koymuştur. İster içme suyu olsun ister dere ve kuyuların olsun isterse denizlerin ve okyanusların olsun; suların kirlenmesi, yeryüzünün bu en kıymetli sıvısının formuna ve fonksiyonuna yapılan bir saldırıdır. Şimdiye dek gördük ki, su sırf bir fiziki maddeden ibaret değildir. Bütün kültürlerde, tarihî bir süreklilik halinde, kutsal bir değere sahip olagelmiştir. Su, hayatın vasıflarını somutlaştırır; o, ibadetlere dönüşen bir derin insani şuurun uzantısıdır. Dolayısıyla, suya sadece maddi bir nesne olarak muamele etmek, bu sıvının her damlasından fışkıran köklü kültürel mirası inkar etmek demektir. Suavi Kemal Yazgıç Şair Su bulunduğu kabın şeklini alır. Kadim zamanlarda dört temel unsur kabında servis edilen su, modern zamanlarda iki hidrojen bir oksijen kabına boca edilerek tüketime sunulmuştur. Bu kaplar insan zihninin yansımalarından ibarettir. Bir kap kapsadığı, tuttuğu, hapsettiği şeyler kadar tutamadığı, kapsa- Kâinatta su hem maddi hem manevi öğe olarak medeniyetlere kaynaklık teşkil etmiştir. Suyun manevi öğe olarak kabul edilişinin kaynağı kutsal kitaplardır. İlahi ve beşeri dinlerin suya bakış açısını incelediğinde suyun çok özel bir değeri olduğu görülür. Bu gerçeği ilahi kitaplardan Kur’an birçok ayetinde şöyle ifade etmiştir. “Yaşayan her şeyi sudan yarattık.” (Enbiya, 21: 30). “İnsanı bir çeşit sudan yaratıp nesiller vücuda getiren O’dur.” (Furkan, 25: 54). “Sonra dünya hayatının misalini de ver. O tıpkı bir su gibidir ki, biz onu gökten indiririz ve yeryüzünün bitkileri onunla karışıp yeşerir. Sonra da o bitkiler kuru birer çöp haline gelir ve onu da rüzgâr savuruverir. Allah’ın kudreti her şeye yeter” (Kehf:, 18:45). Kur’an-ı Kerim bu ayetler gibi birçok ayette suyun hayat için ne kadar önemli olduğunu ve bütün canlıların ona ihtiyacı bulunduğu belirtmektedir. yamadığı şeylerle de kaptır. Su hayatın sadece formunu değil cevherini de teşkil etmektedir. aklımdan bile geçmeyen insanlarca okunacak. Bu • 64 İnsan üçte ikisi itibariyle su yüklü, dünya ise büyük bir yüzde ile su dolu bir kaptır. Su bulunduğu kabın şeklinde anlaşılır ama bu bir yanılgıdır. Suyun da bir zikri vardır. Su da yaratılışınca yağar, ağar, akar, durur, gözden yiter ve belirir. Suyu dinlemesini bilmeyen bir medeniyet inşa edebileceğini sananlar bir hamburger üretimi için 4 litre su, 100 gram çikolata üretimi için 1 litre su, bir otomobil üretimi için 150 ton su, bir varil petrolü rafine etmek için 7 ton su kullanırlar ama su israfına karşı yapılan kampanyalarında bunlardan hiç bahsedilmez. Dişlerimiz fırçalarken harcadığımız su miktarıyla bütün bunların önüne geçebilirmişiz gibi hitap edilir bize. Suyu okumasını bilen İvan İllich ise H2O adlı kitabı için kaleme aldığı Türkçe önsözde “Bu eser, hazırlarken beni korkutuyor. Bu nedenle İstanbul’dan yollanan ŞUBAT 2011 - SAYI 132• mektubu aldıktan sonra kütüphaneye gittim ve birkaç gün ‘İstanbul’un suları’na daldım. Ancak yüzeyi eşeleyebildiğim halde, 9 ciltlik Lane Poole’daki ‘ma’ bileşimlerinin zenginliği kısa sürede beni sarhoş etti. Yusuf Turan Günaydın Yazar Hanefilik mezhebindeki suyla ilgili yasaların inanıl- Gül, İnsan ve Su maz yalınlığından çok etkilendim. Osmanlı (tatlı sert) 1. yudum: siyasetindeki bilgelik ve İstanbul’daki su tesisatının yeniden kurulmasında gösterilen üstün başarı beni derinden etkiledi. (...) Kısa sürede asla araştırmayı düşleyemeyeceğim bir anlamlar ve simgeler hazinesinin ortasında buldum kendimi. (...) Suya anlam Su menşedir: Toprağa verdiği hayat, çiçeklerin önderi olan gülün gövdesinde, dikenlerinde, hatta kokusunda güzellik olarak karşımıza çıkar. Güzelliğin remzi gül ve gülün remzi su ise, Hz. Peygamber’in kazandıran ve âşık olduğum Tevrat’taki çok sevdi- remzi güldür. ğim cümlelerden çok daha muhteşem olan dizeler 2. yudum: -ne yazık ki çeviri- okudum. (...) Tursun Bey’in Sultan Mehmet biyografisinde yeni su tesisatı ile yeni camiler arasında kurulan bağlantıyı okurken suyla dinsel ayin arasındaki ilişkinin öngörülemez duygusal boyutunu anladım. (...)....İslâm’ın suları ve Osmanlı kaynaklarının ihtişamı karşısında hayretler Su esirgenendir: Kerbelâ’da Hz. Hüseyin tarafından şiddetle arzu edilmiş, fakat zalimler güruhunca zâtından esirgenmiştir. Hz. Peygamber’in remzi gül ise Hz. Hüseyin’in remzi sudur. 3. yudum: içinde kalıp bir çocuk gibi dilim tutuldu. İşte bu nedenle bu özellikle ince kitabın Türkçeye çevrilme- Su insandır: Şair insanı bir damla suda kayna- siyle onurlandırılmaktan şiddetle rahatsız oluyorum. şan bin kaygı olarak nitelemiş. Damla ise rahimde Okurlarımın bu konuşmanın dünyanın en eski şehri olan Çatalhöyük yakınlarında, Anadolu’da değil de, Rahman ve Rahim olanın nezdinde gelişir ve insanın remzi bütünüyle ve sadece sudur. kovboyların şehri Teksas’ta yapıldığını hatırlamalarını dilerim. Bu konuşma, ataları oldukça yakın bir zamanda Teksas’a yerleşen ve beraberlerinde ne Ortadoğu çöllerinin anılarını ne de Kur’an ayetlerini Harun Sönmez MEB Müfettiş getirmiş insanlara yönelikti...” diyordu. Su: Varlıklar henüz yokken var olan “her şeye can Suyun bulunduğu kabın şeklini aldığını sanırız. veren” hammadde/unsur. Diri olmanın, dirilik üzere Barajlar, bendler kurar, su için böylece dev kaplar olmanın ve daima diri kalmanın simgesi. Kesintisiz inşa ettiğimizi sanırız. Su berekete de sele de vesi- akışı ile cömertliğin zikri… İnsan ruhunun arıtıcısı… ledir. Kıraç toprakların da münbit arazilerin de vesilesidir su. Su: Gözlerinden şıp şıp su damlayan dedelerimiz Yağmur adındaki torunlarından bir bardak su isteyince “Su gibi aziz ol evladım” diyerek onun kıy- tan akar”, “Suyun yüzü yerde” atasözleri de alçak metini belirttiler. Gelen misafire öncelikle soğuk su gönüllü olmayı ifade eder. Feyzin kaynağından isti- vermekle şerefini yücelttiler. Su dağıtanın en son iç- fade edilmesini belirtmek üzere, “Suyu başından iç- mesini tavsiye ederek bize fedakârlığı, kardeşimizi mek gerek” denilir. kendimize tercih etmeyi öğrettiler. Okyanusta bile Su dilini bilene kaside yazıdır. olsa suyu israf etmemeyi öğrettiler… Suya verenin 65 • DOSYA: SU Su dağıtana “Su gibi aziz ol” denir. “Sular alçak- • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM adıyla başlamayı sonunda yine O’na teşekkür etmeyi öğrettiler… Su: Upuzun akıp giden bir ırmak… Irmaklar: Şairin “Coşkun sel gibiydim, yoruldum gayrı/Çok bulanık aktım, duruldum gayrı/Nice güzel gördüm, hep Binlerce yıllık Asya dönemlerinde “Munçak” veya “Tepegöz” adını verdikleri hamamlarda yıkanan Türkler, dökündükleri son tas suyla veya nehirdeki son dalışlarında Ulu Tanrı’dan “Arılık” ve “Duruluk” dilemişlerdir. ayrı ayrı/ Hakikatte gönül birmiş meğer!” dediği de- “Suluk” adını verdikleri havluyu, mendil ve sü- likanlılık, orta yaş çağları, hayat ve zamanın akışı… pürgeyi ilk onlar kullanmışlardır. İslâmiyet öncesi Semanın gözyaşları… Çelendeki su damlacıkları… dönemlerinde ellerini göğe doğru açarak göğün do- Kurnasından insanların, kurunundan hayvanların kuzuncu katında yaşadığına inandıkları Gök Teng- yararlandığı çeşme… Çeşmeler: Söğütlerin komşu- ri’lerinden rahmet dilemişlerdir. Avrupalıların, ruhuna su, âşıkların adresi… Yol güzergâhındaki medeniyet şeytan girmiş, diye ruh hastalarını yaktıkları yüzyıl- işaretleri… Yine şairin “Çay benim, çeşme benim/ larda onlar hastalarını su sesiyle tedavi ettiler. Suyu, Aman derdimi eşme benim” diye çağıldayışına ilham hastaları için rahmet bilip ve gönderilen rahmete hiç kaynağı… Susuz ciğerlerin sakisi, bulutların sessiz- hainlik etmeyerek, “suyu kirletmeyi en büyük günah” liği... Su yüklü bulutlar: Yerinde durmaksızın daima lardan biri saydılar. hicret eden… Kuraklıktan yarılan toprakların bayram sevinci, yağmurun habercisi… Yağmur: Dualarla davet ettiğimiz konuk… Söz ustalarının düş gücü… Ayırt etmeksizin bereket dağıtıcısı… Ve abı hayat! Sebillerden bedelsiz dağıtılan bengisu, ikramların Endamı en güzel kızlara Suluv, ceylanın en güzel gözlüsüne Suna adını verdiler. Erişilmesi en zor güzeli “Bir İçim Su” olarak tahayyül ettiler. Cihan yıkılsa dönmeyecekleri sözleri için Ant içtiler… baş tacı… Kevser iksiri… Kutlu nebinin mübarek el- “Su gibi konuşmak” gerekmiyorsa susmayı en leri semaya kalkınca sevgilinin davetini geri çevirme- büyük erdem kabul ettiler. Susamakla susmak ara- yip, rahmetini boşaltan. sında anlatılmayan ama hissedilen, yaşanan bir ba- Su: Bir küçük bardak, küçük bir yağmur taneciği, zirvedeki karlar hepinizin bileşkesi aynı. Sizinle her gün gönüllerimizi arıtıyoruz en kara kirinden, günah çeperlerini seninle yok ediyoruz. Esenlik esintilerini seninle yaşıyoruz. İnsanlık seninle nesillerini devam ettiriyor. Reşat Gürel Yazar, Tarih Öğretmeni ğın gücünü erken zamanlarda fark etmelerinin İlâhî ödülünü Alp’likle Eren’liklerinin bütünleşmesinde gördüler. Daraldıkları yerden demir dağları eriterek çıktılar. Demir, ateş ve su. Suyun ateşi söndürdüğünü, ateşin demiri erittiğini fark etmeleriyle başlayan ustalıklarını geliştirdiler. Ateşle suyu demire kattılar. “demire çifte su verme” bilgeliğini kutlu bir sır gibi sakladılar. Dokuz atası demirci ustası olanlara Tarhan adını verdiler. Tarhanların kılıcını tutup da bileği bükülmeyen yiğide Tarkan dediler. Su, damarlarında akan kan kadar kıymetliydi on- Talas gibi bir ulu derya kıyısında en büyük ger- lar için. Ötüken’i sulak bir yer olduğu için kendilerine çekle tanıştılar. “Temizlik imandandır.” diyen en son merkez kabul etmişler, göçebe hayatlarını; suların, dinin sesini duyunca engin bir hazla benimsediler ve yeşil otlakların en bol olduğu yerlere doğru sürdür- Müslüman oldular. müşlerdir. Ataları Oğuz Kağan’ın; “Nehirleri takip ederek denize ulaşın.” buyruğu, onları Anadolu gibi sular ülkesi bir ebedî yurda ulaştıracaktır. • 66 Her abdest alışlarında gönüllerinde ummanlar çağıldadı ve “su gibi aziz olma” yolunda mecralarını buldular. ŞUBAT 2011 - SAYI 132• Bütün İslâm âleminin duasını alarak çıkacakları Van Gölü çevresindeki Malazgirt Savaşı ile Selçuklu, Anadolu’yla bütünleşti. “Altaylardan kopan bir çığ” gibi yayıldılar. Susamışlara sundukları su testilerinden hiç eksilmedi. Haçlılar tarafından yağmalanan Kudüs’ü Hıttin Gölü yakınlarında Selahattin olup huzura kavuşturdular. Bulutlarla toprağına rahmeti eksiltmeyen Allah, gözlerine, gönüllerine sevgi damlacıklarını da esirgemedi. Tuna’lar, Nil’ler, Sakarya’lar Türkçe destanlar söyleyerek aktılar. Aktıkları yerlerde, döküldükleri Kara’lı, Ak’lı denizlerde gözyaşları kanlı akmadı asırlar boyu. “Dest busü arzusuyla ölürsem dostlar / Kuze eylen toprağım sunun onunla yâre su.” dediler. Ve deryaların birleştiği bir boğazda zalimler yığını en büyük dersini aldı ve Çanakkale’nin şehitlerini “Aguşunu açarak bekledi Peygâmberleri.” Ahmet Doğru Edebiyat Öğretmeni, Su Edebiyat Dergisi Editörü Kendi alanımızdan, yani sözden suya baktığımızda evvela Mevlana Hazretleri’nin şu sözü aklıma geliyor: “Su bize nur geldi. Nur latif, su zariftir. İkisinin tabiatında da kiri gidermek var. Bunu da kin cihetiyle değil, bir ümitten ötürü iyi niyetle yaparlar.” Divan-ı Kebir’den. Sonraki düşünceleri üç yuduma bölersem, şöyle olur: 1. Yudum Sözün ışık ve su ile yoğrulduğunu düşünüyorum. Çünkü ağızdan çıkan ses, suyun yardımıyla çıkıyor. Bu sebeple dilin hayatiyetini suya bağlamak da mümkün. Konuşmacıların tıkandığı yerde suya sarılmalarını yoksa nasıl izah edebiliriz? Son nefeste su verilmesi de zannımca son söylenecek sözü söyleyebilmek içindir. 2. Yudum Su’da ‘güzel adam’ yüzümüzü tutabilmemiz, aşkı söze sindirmemiz ve ‘yârin kapısında’ durabilmemiz yeterlidir. Omuzlarımıza binen yük ne kadar ağırlaşırsa, görünürlüğümüz de o kadar fazlalaşacaktır mutlaka. Su bizi olduğu kadar sözü de görünür kılacaktı kuşkusuz. En çok istediğimiz de zaten kendimizi değil, sözümüzü görünür kılabilmekti. Su, aynanın atası olduğu gibi, sesin de atası demek isterim, sözün de. Çağıldayan ırmaklar, su sesleri hep ruhumuzun derinliğini bize gösterir çünkü. 3. Yudum “Her şeyin özü, usaresinde gizlidir” derler. Bundan dolayı sözün özünün de suda gizli olduğunu düşünmüşümdür. Su, özsu olduğu zaman, özet haline gelir. Yani sözün özeti, sözün özsuyu ki bu şiir olmalı, usaresindedir. DOSYA: SU 67 • İLKÖĞRETİMDE SÜRDÜRÜLEBİLİR ÇEVRE EĞİTİMİNDE SUYUN YERİ FATMA ÜNAL Dr., Sosyal Bilgiler Öğretmeni İ nsanoğlu, refah seviyesini yükseltmek için gelişen teknolojiyi de kullanarak yaşadığı çevreyi değiştirmektedir. İnsanlığın geleceğini her geçen gün daha güçlü tehdit eden çevre sorunları da bu mücadelenin ve değişikliklerin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Çevrede meydana gelen değişiklikler olumsuz ve bozucu özellikte ise bunlar çevre sorunları olarak değerlendirilmektedir. Çevre sorunlarının gelecekte daha büyük sıkıntılara sebep olabileceği endişesi sürekli dile getirilmektedir. Konuyla ilgili ulusal ve uluslararası otoriteler çevre sorunlarına gereken ilgiyi gösterip kısa ve uzun vadeli planlar hazırlamaz, insanlara benimsetmez, insanlar alışkanlıklarına devam ederlerse, dünyamız yakın gelecekte çok büyük felaketlerle yüz yüze gelebilir. Hatta Dünya Meteoroloji Örgütü Genel sekreteri Prof. Obas’ın ifadesi ile dünyadaki siyasi mültecilerin yerini çevre mültecileri alabilir (Gündüz, 2004). Avrupa Birliği başta olmak üzere birçok topluluk, insanlığın daha sağlıklı çevrelerde yaşayabilmeleri için birtakım projeler ortaya koymakta ve önlemler almaya çalışmaktadır. Yapılan çalışmalar için ayrılan bütçeler astronomik rakamlar olmakla beraber, yapılanların başarılı olması için her bir bireye büyük görevler düşmektedir. Öncelikle bireylere, çok küçük yaşlardan başlayarak çevre bilinci kazandırılmalıdır. Bu da ancak etkili ve verimli bir eğitim, özellikle çevre eğitimi ile sağlanabilir. Fatma Ünal, İlköğretimde Sürdürülebilir Çevre Eğitiminin Yeri, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011, ss. 68-73. • 68 Çevre eğitiminin değişen dünyada önemi hızla artmak- ŞUBAT 2011 - SAYI 132• Karikatür: Sönmez Yanardağ / Eğitimci-Karikatürist Sürdürülebilir çevre eğitimi ilk olarak ailede başlar daha sonra ise okulda devam eder. Eğer ailede bu eğitim verilmemişse okulun bu konudaki önemi daha da artmaktadır. Söz konusu eğitim sistemi ve onun temel ögeleri olan öğretmen ve öğrencilerin bu amaçla en iyi şekilde bilinçlendirilmeleri sağlanmalıdır. Bu koşul yerine getirilebilirse bireylerin davranışlarında olumlu gelişmeler olur ve çevreyi koruma gerçekleşir. ta ve giderek üzerinde daha fazla durulan bir konu hâline gelmektedir. Ancak gelinen noktanın yeterli olduğundan söz etmek mümkün değildir. Demirkaya (2006)’nın aktardığına göre çevre eğitimine yönelik üç yaklaşımdan söz edilmektedir. Bunlar; 1. Çevre yönetimi ve kontrolü için eğitim: Bu yaklaşıma göre, çevre eğitimi fiziksel ve beşeri sistemler ile bu sistemlerin karşılıklı etkileşimlerinin algılanmasını ve öğrenilmesini teşvik eder. 2. Çevre bilinci ve yorumu için eğitim: Bu yaklaşıma göre, çevre yoluyla eğitim öğrencilerin çeşitli beceriler kazanmalarını sağlar ve arazi gezileri vasıtasıyla öğrenmeye yönelik bir kaynak olarak eğitimin kullanıldığı ilgi ve uğraşları teşvik eder. Ülkemiz dünyanın yarı kurak bir bölgesinde yer almaktadır. Dünya yüzüne düşen yağış ortalaması 800 mm civarında iken bu değer Türkiye’de yılda ortalama 643 mm’dir. Ülkemizde bölgeler arasında da büyük farklılıklar görülmekte, yağışlar bazı yörelerde yılda 2000 mm’yi aşarken bazı yörelerde ise 250 mm’nin altına düşmektedir. Bu yüzden, ülkemiz açısından su kaynakları planlama ve geliştirme ça- 69 • DOSYA: SU 3. Sürdürülebilirlik için çevre eğitimi: Bu yaklaşıma göre çevre eğitimi, öğrencileri kendi davranışlarından sorumlu olmaya teşvik eden bir çevre etiği ve cesareti kazandıran, bilgiye dayalı konuların yer aldığı önceki iki yaklaşımın üstüne inşa edilmiştir. Sürdürülebilir çevre eğitiminin önemli bir konusu ise yaşam kaynağı olan sudur. Su, yüzyıllar boyunca tüm medeniyetler için çok önemli bir doğal kaynak olmuş, bütün büyük uygarlıklar su kenarında kurulmuştur. Teknolojinin ilerlemesi ile sudan faydalanma şekil ve oranlarının artması, su kaynaklarının içme-kullanma, sulama suyu, enerji üretimi gibi pek çok amaç için geliştirilebilmesi, ülkelerin ekonomik kalkınmasında suyun vazgeçilmez bir yer edinmesinde büyük rol oynamıştır. Bugün “gelişmiş ülke” olarak tanımlanabilen pek çok ülke bu seviyelere, ülkelerinin su potansiyelinden azami faydayı sağlayarak ulaşmışlardır. Teknolojinin ilerlemesi, su kaynaklarından azami faydanın sağlanmasına aracı olmakla birlikte, bu ilerlemeye paralel olarak sanayileşmenin ve şehirleşmenin de artması beraberinde “çevre kirliliği”ni ve özellikle “su kirliliği”ni gündeme getirmiştir. Su kirliliğinin giderek önemli boyutlara ulaşması, ülkeleri bu konuda ciddi önlemler almaya zorlamış, bu da bu alanda pek çok mevzuatın oluşması sonucunu doğurmuştur. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM arasında yer aldığı görülmektedir. lışmaları geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte de daha büyük önem ve değer kazanarak devam etmek zorundadır. Yapılan etütler neticesinde günümüz teknik ve ekonomik şartları çerçevesinde çeşitli maksatlara yönelik olarak tüketilebilecek yerüstü ve yeraltı suyu potansiyelinin ise yılda ortalama 110 milyar m3 olduğu belirlenmiştir. Su varlığına göre ülkeler aşağıdaki şekilde sınıflandırılmaktadır (www. dsi.gov.tr): 2. Tablo’da görüldüğü gibi ülkemiz mevcut su potansiyelin %36’sını kullanmaktadır. Suyun kullanıldığı sektörlerde en büyük pay sulama ve sırasıyla içme-kullanma ve sanayidir. 2030 yılında nüfusumuzun 100 milyona ulaşacağı tahmininden hareketle kişi başına düşen kullanılabilir su miktarının 2030 yılında 1 000 m3/yıl olacağı söylenebilir (www.dpt.gov.tr). Mevcut büyüme hızı, su tüketim alışkanlıklarının değişmesi gibi faktörlerin etkisiyle, su kaynakları üzerine olabilecek baskıları tahmin etmek mümkündür. Bütün bu tahminler mevcut kaynakların geleceğe tahrip edilmeden aktarılması durumunda söz konusu olabilecektir. Dolayısıyla Türkiye’nin gelecek nesillere sağlıklı ve yeterli su bırakabilmesi için kaynaklarını çok iyi koruyup akılcı kullanması gerekmektedir. • Su fakiri: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 1 000 m3’ten daha az. • Su azlığı: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 2 000 m3’ten daha az. • Su zengini: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 8 000-10 000 m3’ten daha fazla. 1. Tablo: Kişi Başına Düşen Su Miktarı Ülkeler m3 / yıl Su zengini ülkeler (Kanada, ABD, Kuzey ve Batı Avrupa ülkeleri) 10.000 + Irak 2.110 Türkiye 1.652 Suriye 1.420 İsrail 300 Ürdün 250 Filistin 100 IX. Beş Yıllık Kalkınma Planı Toprak ve Su Kaynaklarının Kullanımı ve Yönetimi Özel İhtisas Komisyonu Raporu’nda, toprak ve su kaynaklarına yönelik belirlenen temel amaç ve politikalardan biri, “Toprak ve su kaynaklarının kullanımında toplum bilincini yükselterek korunması, geliştirilmesi ve toplum yararına kullanımının sağlanması”dır. Bu amaç ve politikaya dönük belirlenen öncelik ve tedbirlerden bazıları ise şunlardır (www.dpt.gov.tr): • Çeşitli eğitim ve öğretim kademelerinde toprak ve su kaynaklarının korunması ilkesinin aşılanması, • Basın ve yayında toprak ve su kaynaklarının korunmasına yönelik programlar yapılması, 1. Tablo’da görüldüğü gibi Türkiye’de bugün için kişi başına düşen kullanılabilir su potansiyeli, 1.652 m3/yıl civarındadır. Türkiye’nin kişi başına kullanılabilir su varlığı, diğer bazı ülkeler ve dünya ortalaması ile karşılaştırıldığında su zengini olmayan ülkeler • Köy eğitim programları hazırlanması, • Toplum bilincinin yükseltilmesi ile ilgili çalışmalara sivil toplum örgütlerinin katılımının sağlanması. 2. Tablo: Türkiye’de Sektörlere Göre Su Kullanımı Toplam Kullanılan Su Su Kullanıcı Sektörler Sulama İçme-kullanma Sanayi milyar m3 % milyar m3 % milyar m3 % milyar m3 % 40,1 36 29,6 74 6,2 15 4,3 11 • 70 ŞUBAT 2011 - SAYI 132• ile ilgilidir. İlköğretim programlarında sürdürülebilir çevre eğitiminin önemli bir konusu olan suyun yeri aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. 3. Tablo’da görüldüğü gibi hayat bilgisi dersi kazanımlarının içeriğini kaynakları bilinçli tüketme ve çevreyi temiz tutma oluşturmaktadır. Bu dersin kazanımlarında geçen “kaynak” ifadesinin su konusunu kapsadığı söylenebilir. Karikatür: Sönmez Yanardağ / Eğitimci-Karikatürist Fen ve teknoloji dersi kazanımlarının içeriğini doğal kaynakların dikkatli tüketilmesi, çevre kirliliği, çevreyi koruma oluşturmaktadır. Bu dersin kazanımlarında suyun konusuyla ilgili yaşam için önemi, su kirliliği, bireysel sorumluluk, katılım gibi bilgi, beceri ve değerlere yer verilmiştir. Türk millî eğitiminin amaç ve ilkeleri doğrultusunda hazırlanan “İlköğretim Kurumları Yönetmeliği”nde yer alan çevre içerikli ilköğretimin amacı ise “Doğayı tanıma, sevme ve koruma, insanın doğaya etkilerinin neler olabileceğine ve bunların sonuçlarının kendisini de etkileyebileceğine ve bir doğa dostu olarak çevreyi her durumda koruma bilincini kazandırmak”tır (www.meb.gov.tr). Türkçe dersinde ise, çevre eğitimi ile ilgili zorunlu bir tema vardır. Ancak bu temada yer verilecek metin konuları ders kitabı yazarının seçimine bırakıldığı için, su konusunun Türkçe dersinde yer alması yazarın inisiyatifine göre değişecektir. İlköğretim programlarında su ile ilgili kazanımların daha çok çevre eğitimine yönelik “çevre yönetimi ve kontrolü için eğitim” ile “çevre bilinci ve yorumu için eğitim” yaklaşımlarını kısmen karşıladığı, buna karşın “sürdürülebilirlik için çevre eğitimi” yaklaşımına yeterince yer verilmediği söylenebilir. Genel olarak, ülkemizdeki öğretim programlarında “sürdürülebilirlik için çevre eğitimi” konusunda yeterli kazanımın yer almadığı söylenebilir. Bu nedenle, günümüzde var olan ve gelecekte yaygın olan eğilimleri göz önünde bulundurarak geleceğin öğret- 71 • DOSYA: SU İlköğretim programlarında çevre eğitimi ya da sürdürebilir çevre eğitimi adı altında seçmeli ya da zorunlu bir ders bulunmamaktadır. Çevre eğitimi, zorunlu üç derste, -hayat bilgisi, sosyal bilgiler, fen ve teknoloji derslerinde- farklı tema/ünitelerde yer alan kazanımlarla iç içe geçmiş ve Türkçe dersinde zorunlu bir tema olarak sunulmaktadır. Bunun yanında hayat bilgisi dersi için “kaynakları etkili kullanma” becerisi, sosyal bilgiler dersi için ise “doğa sevgisi” ve “doğal çevreye duyarlılık” değerleri çevre eğitimi Sosyal bilgiler dersi kazanımlarının içeriğini ise doğal unsurları tanıma, doğal ortamı değiştirme ve ondan yararlanma, doğal kaynakların bilinçsizce tüketilmesinin etkileri, çevre sorunlarında dayanışma ve işbirliği ile kurumsal ve bireysel sorumluluk oluşturmaktadır. Bu dersin kazanımlarında su konusuyla ilgili doğrudan bir konu bulunmamakla beraber “doğal kaynak” ve “çevre sorunu” ifadelerinin su konusunu kapsadığı söylenebilir. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM 3. Tablo: İlköğretim Programlarında Suyun Yeri Sınıf Ders Tema / Ünite Kazanım 1 Hayat Bilgisi Okul Heyacanım A.1.38. Okuldaki kaynakların neden bilinçli tüketilmesi gerektiğini açıklar. 1 Hayat Bilgisi Benim Eşsiz Yuvam B.1.23. Evlerde kullanılan kaynakların hayatımızdaki yerini ve önemini belirtir. 2 Hayat Bilgisi Okul Heyacanım A.2.27. Okuldaki kaynakları bilinçli tüketmenin önemini açıklar. 2 Hayat Bilgisi Benim Eşsiz Yuvam B.2.31. Evdeki kaynakları bilinçli olarak tüketir. 2 Hayat Bilgisi Dün, Bugün, Yarın C.2.23. Yaşadığı çevreyi temiz tutmasının kendisinin ve başkalarının sağlığı ve gelişimiyle ilişkili olduğunu kavrar. 3 Hayat Bilgisi Okul Heyacanım A.3.16. Kişisel bakımını yaparken kaynakları tutumlu kullanır. 3 Hayat Bilgisi Benim Eşsiz Yuvam B.3.25. Kaynakları bilinçli olarak tüketmenin aile bütçesine katkısını açıklayan çeşitli etkinliklerde bulunur. 3 Hayat Bilgisi Dün, Bugün, Yarın C.3.31. Yaşadığı çevreyi daha temiz bir hâle getirmek için bir proje tasarlar. 4 Fen ve Teknoloji Maddeyi Tanıyalım 4.4. Doğal kaynakların neden dikkatli tüketilmesi gerektiğini, bu konuda insanların bilgilendirilmesinin önemini açıklar. 4 Fen ve Teknoloji Gezegenimiz Dünya 2.9. Hava, toprak ve suyun yaşam için öneminin bilincine varır. 2.10. Hava, toprak ve su kirliliğini önlemek için alınabilecek önlemleri araştırır ve sunar. Canlılar Dünyasını Gezelim, Tanıyalım 2.4.Yaşam alanlarının insan faaliyetlerinin olumsuz etkisinden korunması gerektiği çıkarımını yapar. 2.5.Yakın çevresindeki kirliliği fark eder ve bu kirliliğe neden olan maddeleri listeler. 2.6.Çevreyi temizlemek amacı ile basit yöntemler geliştirir. 2.7.Çevreyi korumak amacı ile yapılan birçok faaliyete gönüllü olarak katılır. 2.8.Çevreyi korumak ve geliştirmek için bireysel sorumluluk bilinci kazanır. 4 Fen ve Teknoloji 5 Fen ve Teknoloji Canlılar Dünyasını Gezelim, Tanıyalım 8.1. İnsan etkisi ile çevrenin nasıl değiştiğini araştırır. 8.3.Yakın çevresindeki veya ülkemizdeki çevre sorunları hakkında bilgi toplar ve sunar. 8.4 Yakın çevresinde, çevreyi bozabilecek davranışlarda bulunanları uyarır. 6 Fen ve Teknoloji Yerkabuğu Nelerden Oluşur? 4.4. Yer altı ve yer üstü sularının kullanım alanlarını (içecek, sulama, sağlık, elektrik enerjisi üretimi vb.) örneklerle açıklar. 7 Fen ve Teknoloji İnsan ve Çevre 1.9. Ülkemizdeki ve dünyadaki çevre sorunlarından bir tanesi hakkında bilgi toplar, sunar ve sonuçlarını tartışır. 1.10. Dünyadaki bir çevre probleminin ülkemizi nasıl etkileyebileceğine ilişkin çıkarımlarda bulunur. 1.11. Ülkemizdeki ve dünyadaki çevre sorunlarına yönelik iş birliğine dayalı çözümler önerir ve faaliyetlere katılır. 7 Fen ve Teknoloji Maddenin Yapısı ve Özellikleri 4.11. Suları, havayı ve toprağı kirleten kimyasallara karsı duyarlılık edinir. 4 Sosyal Bilgiler Yaşadığımız Yer 6. Çevresinde gördüğü doğal ve beşerî unsurları ayırt eder. • 72 ŞUBAT 2011 - SAYI 132• 5 Sosyal Bilgiler Bölgemizi Tanıyalım 4. Yaşadığı bölgedeki insanların doğal ortamı değiştirme ve ondan yararlanma şekillerine kanıtlar gösterir. 6 Sosyal Bilgiler Ülkemizin Kaynakları 4. Doğal kaynakların bilinçsizce tüketilmesinin insan yaşamına etkilerini tartışır. 6 Sosyal Bilgiler Ülkemiz ve Dünya 4. Ülkemizin diğer ülkelerle doğal afetlerde ve çevre sorunlarında dayanışma ve işbirliği içinde olmasının önemini fark eder. 7 Sosyal Bilgiler Ülkeler Arası Köprüler 2.Küresel sorunlarla uluslararası kuruluşların kuruluş amaçlarını ilişkilendirir. 3.Küresel sorunların çözümlerinin yaşama geçirilmesinde kişisel sorumluluğunu fark eder. 1-5 Türkçe Sağlık ve Çevre Teması: Çevre bilinci, toprak, su, hava olayları, bitkiler, hayvanlar vb. 6-8 Türkçe Doğa ve Evren Teması: Çevrenin Korunması. menlerinin ve öğrencilerinin bu dönüşümler ışığında bir çevre eğitimi almaları için öğretim programlarını değiştirmek ve/veya düzenlemek gerekmektedir. Çevre içerikli su gibi konulara programlarda yer verilmesi kadar önemli bir başka konu da kazanımların gerçekleştirilmesi için uygun zaman, yer ve etkinliklerin sağlanmasıdır. Çünkü çevre temelli kazanımlar, uygulama yapılmadan gerçekleşebilecek ve kısa sürede sonucu gözlenebilecek kazanımlar değildir. Sadece formal ve örgün eğitim kapsamında değil informal ve yaygın eğitim ortamlarında sağlanan etkinliklerle bütüncül bir çevre eğitimi yapılması; okulların çevre eğitimine uygun olarak düzenlenmesi, devlet kurumları, farklı çevre organizasyonları ya da gönüllü kuruluşlarla çevre temelli çalışmaların nitelik ve nicelik yönünden artırılması yoluna gidilmelidir. Avrupa ülkelerinde giderek yaygınlaşan sürdürülebilir çevre uygulamalarına benzer çalışmaların daha etkin ve geniş katılımlı hâle getirilmesi, bu konuda atılacak önemli adımlardan biri olacaktır. 73 • DOSYA: SU KAYNAKÇA Alım, M. (2006). Avrupa Birliği Üyelik Sürecinde Türkiye’ de Çevre ve İlköğretimde Çevre Eğitimi. Kastamonu Eğitim Dergisi,14:2, 599- 616. 5. Dünya Su Forumu. (2009). http://www.worldwaterforum5.org adresinden 01.01.2011’de alınmıştır. Demirkaya, H. (2006). Çevre Eğitiminin Türkiye’deki Coğrafya Programları İçerisindeki Yeri ve Çevre Eğitimine Yönelik Yeni Yaklaşımlar. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 16:1, 207-222. 9. Kalkınma Planı. (2007-2013). Çevre Özel İhtisas Ko- misyonu Raporu. Ankara: Devlet Planlama Teşkilatı. www.dpt.gov.tr adresinden 01.01.2011’de alınmıştır. 9. Kalkınma Planı. (2007-2013). Toprak ve Su Kaynaklarının Kullanımı ve Yönetimi Özel İhtisas Komisyonu Raporu. Ankara: Devlet Planlama Teşkilatı. www.dpt.gov.tr adresinden 01.01.2011’de alınmıştır. Gündüz, T. (2004). Çevre Sorunları. Ankara: Gazi Kitapevi. MEB İlköğretim Kurumları Yönetmeliği. (2010). Resmi Gazete: 10.7.2010/27637. www.meb.gov.tr adresinden 01.01.2011’de alınmıştır. MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı. (2010). İlköğretim Programları (Türkçe, Hayat Bilgisi, Fen ve Teknoloji, Sosyal Bilgiler). www.ttkb.meb.gov.tr adresinden 01.01.2011’de alınmıştır. Su Kaynakları Hakkındaki Gerçekler. (2010). Birleşmiş Milletler Dünya Su Gelişim Raporu 2’nin Özeti. www.greenfacts.org/tr/water-resources/waterresources-foldout-tr.pdf adresinden 01.01.2011 ’de alınmıştır. Tanrıverdi, B. (2009). Sürdürülebilir Çevre Eğitimi Açısından İlköğretim Programlarının Değerlendirilmesi, Eğitim ve Bilim, 34:151. Toprak ve Su Kaynakları. www.dsi.gov.tr adresinden 01.01.2011’de alınmıştır. Türkiye’de Su Yönetimi: Sorunlar ve Öneriler. (2008). Ankara: Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği. Ünal, S. ve Dımışkı, E. (1999). Üniversite Öncesi Çevre Eğitimi ve Sorunları, T.C. Çevre Bakanlığı Çevre ve İnsan Dergisi, 42:56. HÜSN Ü AŞK’TA ANÂSIR-I ERBAA (SU) İBRAHİM GÜLTEKİN H er şey bir dost meclisinde başlar. Genç şairler, şiirden anlayan nüktedan kimseler bir mecliste toplanmışlar hem Nabi’nin Hayrâbâd’ını okuyorlar hem de bu eseri övgü dolu sözlerle selamlıyor- lardı. Dostlarının, Nabi’nin Hayrâbâd’ını değerinden fazla övdüğünü düşünen Galib, önce Nabi’nin bu eserini ve Nabi’nin şairliğini çok ağır sözlerle eleştirir ardından da dost meclisinde bulunanların, “Madem ki bu kadar eleştiriyorsun, haydi o zaman sen bir mesnevi yaz da davanı ispat et.” demeleri üzerine Mesnevi’yi kaleme alır. Hüsn ü Âşk mesnevisi Şeyh Galib’in 26 yaşında ve altı ay gibi kısa bir süre içinde kaleme aldığı manzum bir âşk hikâyesidir. Eserin yazılış tarihi 1782’dir. Şeyh Galib, büyük bir şair olduğunu 24 yaşında Divan’ını tamamlayarak göstermiş, Hüsn ü Âşk mesnevisi ile de şiir vadisindeki kudretini taçlandırmıştır. *** Şeyh Galib Divanı ve Hüsn ü Âşk mesnevisi üzerine tez, kitap, makale vb. türünde epey fazla çalışma yapılmış İbrahim Gültekin, Hüsn ü Aşk’ta Anâsır-ı Erbaa (Su), Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011, ss. 74-79. • 74 ve onun eserleri, eserlerinin dili, anlamı, üslubu vs. ortaya konulmaya çalışılmıştır. Ortak görüş şudur ki, Divan şiiri ŞUBAT 2011 - SAYI 132• Galib’le birlikte zirveye çıkmış ve Galib’ten hemen leri içinde kullanılmıştır. Çalışmamızda öncelikle bu sonra zevale ermiştir. Ayvazoğlu’na göre Şeyh Galib kelimelerin geçtiği beyitleri belirledik. Daha sonra bu ve onun Mesnevi’si “Kuğunun Son Şarkısı”dır. (1) beyitleri su kelimesinin anlam dairesine göre tasnif Bu çalışmada yapmaya devam ettiğimiz tezden (2) de yararlanarak Hüsn ü Âşk’ta Anâsır-ı Erbaa (3) konusu merkezinde “su” başlığını ele aldık. Anâsır-ı Erbaa, Türkçe karşılığı olarak dört unsur demektir... Su, ateş, toprak ve hava. Felsefi bir terim olan anâsır-ı erbaa İslâm felsefesine eski Yunan düşüncesinden dahil olmuştur. Bu felsefi düşünceye göre kainatın temelinde ve insan vücudunda bu dört unsurun dengeli bir şekilde yer aldığı belirtilmiştir. Cabir’e göre âlemde önce Tanrı’dan başka hiçbir varlık yoktu; sonra keyfiyetler, ardından da dört unsur meydana gelmiştir. Nasıl kainatta unsurlar dört tane ettik ve Mesnevi’de “su”ya yüklenen anlam çeşitliliği ve özelliklerine göre açıklamaya çalıştık. “Eski telakkiye göre “âlem-i ecsâm” üç kısma ayrılır: 1. Eflâk (Dokuz gök), 2. Erkân (Ateş, hava, su, toprak), 3. Müvelledât (Maden, nebât, hayvan…). Anâsır-ı Erbaa da tabiatları veya vasıfları bakımından ayrı olup her unsur çifte özelliğe sahiptir.” (Kurnaz, 1998; 494). Su akıcı bir özelliğe sahiptir. Suyun akıcılığının ve ateşin de sıçrayıcı özelliğinin verildiği aşağıdaki beyitte âlem-i ecsâmı hatırlatıcı kavramlar bir beyitte toplanarak tenasüp yapılmıştır. Su ve ateş, at (Aşkar)ın benzetileni olarak kullanılmıştır. ise bir yılda dört mevsim, insan bedeninde dört ka- Su gibi akar zemîn ü kâna rışım ve organlar arasında da dört ana organ vardır. Âteş gibi sıçrar âsmâna (1501. b.) “Toprağa ve Burçlara göre insan karakterinin özellikleri konusunda da “dört unsur”dan yaralanılmaktadır. Buna maden ocağına su gibi akar; gökyüzüne ateş gibi sıçrar.” (5) göre Burçlar; Su Grubu, Hava Grubu, Ateş Grubu Eski Yunan filozoflarından Empedokles’e göre ve Toprak Gurubu şeklinde dört grupta toplanır ve dört unsur kainatın ana maddesini teşkil eder. “Bü- burçlara, burçların içinde yer aldığı dört gruba göre tün varlıkların yapısında bu dört madde değişik şe- insan karakterinin özellikleri açıklanmaya çalışılır. killerde bulunmaktadır. Bunlardan mutlak ağır olan Anâsır-ı erbaa dediğimiz su, ateş, hava ve toprak unsurlarının tabiatları bakımından çift özelliklere sahiptir: Bunlar, ateş: Kuru, sıcak (yâbis ve har), hava: Sıcak, rutubetli (râtib ve bârid), su: Rutubetli, soğuk (râtib, bârid), toprak: Soğuk, kuru (bârid ve yâbis) olarak adlandırılır. Anâsır-ı erbaa, divan şairleri tarafından bazen tenasüp içinde, bazen tezat teşkil edecek şekilde bazen de sevgili ya da başka bir figür için benzetilen unsuru vs. biçiminde bir mazmun olarak ya da şiirin önemli bir malzemesi anlamında sıkça kullanılmıştır. Hüsn ü Âşk’ta Su Hüsn ü Âşk mesnevisinde su; “âb, âb-ı rû, Fevvâre-i âb-ı lâ’l-i sîr-âb, cevher-i sebz-i âb-ı şemşîr, bekâ, âb-ı ergevân, âb-ı hayât, âb-ı hayvân, âb u tâb, su ve gümüş suyu” kelime ya da kelime öbek- sur (ateş) yukarıya doğru, izafî ağırlık ve hafifliğe sahip bulunan diğer ikisi de bunların arasında hareket ederler.” (Karlığa, 1991; C.3, 149-150). Beyitte suyun zemine akması, ateşin de gökyüzüne doğru sıçraması ile yukarıdaki telakkiye telmih vardır. Ayrıca su-ateş, zemin-âsmân kelimelerini şair karşıtlık ilgisi ile kullanır. Su, şeffaf, saydam, parlak ve latif bir görünüme sahiptir. Bu itibarla sevgilinin güzelliğini tavsif için “âb u tâb” (güzellik, parlaklık, letafet) kelime öbeği kullanılır: Artırdı cemâlin ızdırâbı Nev’-i dîger oldı âb ü tâbı (545.b.) “Çektiği ıztırab, yüzünün güzelliğini artırdı; alımı ve parlaklığı bir başka hâl aldı.” Âşk’ın manevi yolculuğunda yolu, üzerinde 75 • DOSYA: SU Hızr âbı, âb-ı Hızr, Mevc-âver-i âb-ı lâl ü yâkût, âb-ı unsur (toprak) aşağıya doğru, mutlak hafif olan un- • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM mumdan gemilerin yüzdüğü Ateş Denizi’ne uğrar. rilen insan bedeninin büyük bir bölümünü su teşkil Gemilerin içinde dev ve cinler vardır ve bu yaratıklar eder. Su temizleyicidir, kirden, pastan arınma vası- Âşk’ı mumdan gemilere binmeye davet etmektedir. tasıdır. Su azizdir; onun içindir ki kendisine su ikram Ateş Denizi, Âşk’ın yolcululuğunda aşması gereken edilen kişi ikram edene “Su gibi aziz ol!”, “Su gibi engellerden birisidir. Ancak Âşk, hiçbir şey yapamaz ömrün olsun!” duaları ile kaşılık verir. Su, sadece in- hâlde şaşkınlık tutsağı olarak orada kalır. sanoğlu için değil aynı zamanda nebatat ve hayva- Kaldı orada esîr-i Hayret Ne tâb-ı güzer ne fikr-i avdet (1575.b.) Bunun üzerine yol arkadaşı Gayret onun Ateş denizini geçmesini sağlamak üzere cesaretlendirici sözler söyler: nat için de varlık aleminde bir hayat menbaıdır. Cennet ve cehennem insanoğlunun ebedi olarak kalacakları son duraklarıdır. Cehennem tasvirinde temel unsur ateş ise cennette ateşin yerini su (7) alır. Bu münasebetle insanoğlu ebedilik kavramı ile suyu özdeşleştirmiş, suda ölümsüzlüğü aramıştır. Nitekim Gayret dedi Âşk’a yakma cânın insan aradığını simgesel anlamda da olsa zulümat Bu âteşidir o kîmyânın (1596.b.) “Gayret, Âşk’a ülkesinde Hızır ve İlyas’a buldurmuş ve adına “Âb- dedi ki: “Canını (tereddüt ateşinde) yakma; bu o bü- ı hayat”, “âb-ı hayvan” “âb-ı Kevser”, âb-ı Hızır(8) yünün ateşidir.” vb.” diyerek onu ortak kültürün korunaklı şiir kanal- Mânend-i ukâb eyle pervâz Ol pûta-i imtihânda mümtâz (1597.b.) “Kartal gibi uç ve bu imtihan potasında yükseklere tırman!” Sanma ki bu kapudan gelirsin Âteşde gider sudan gelirsin (1598.b.) “Bu kapıdan geleceğini sanma! Ateşe gidip, sudan döneceksin.” Bu nâr-ı fenâdan olma ferrâr Batn-ı feres içre girme tekrâr (1599.b.) “Bu fanilik ateşinden kaçma da tekrar arslanın karnına girme!” ları vasıtasıyla tarihten günümüze su gibi berrak bir biçimde akıtmıştır. Hüsn ü Âşk mesnevisinde de ebedilik suyu, geleneğin ortak kullanımına uygun olarak yerini almıştır. Galib ölümsüzlük kaynağı suyu “âb-ı Kevser (1), Hızır âbı, âb- Hızr (3), âb-ı bekâ (1), âb-ı hayat (1), âb-ı hayvan (6) tamlamaları içinde kullanır. Dört unsur fikrini sistemleştirerek tabiat bilimlerinde hâkim görüş hâline getiren Aristo olmuştur. Ona göre kainat, ay üstü ve ay altı olmak üzere ikiye Gayret’e göre Ateş denizi bir tılsımdır, imtihan ayrılır. Ay üstü âlem ebediyet diyarı olduğu için bu- potasıdır ve fanilik ateşidir. Nitekim Âşk, atı Aşkar’ın rada oluş (kevn-generation) ve bozulma (fesat – cor- sırtında Ateş denizini geçer. ruption) yoktur ve bu sebeple ay üstü âlemde bit tek 1598. beyitte dört unsurdan ateş ve su kavramla- unsur vardır. Aristo buna esîr adını verir. rı “ateşte gitmek” ve “sudan gelmek” fiilleri ile birlik- Türkçe “boğazından geçmek” deyiminin de kul- te kullanılır. Kanaatimizce burada insanın anatomik lanıldığı aşağıdaki beyitte Galib, “Yâri ateşlere tut- olarak yaratılış hadisesine bir gönderme yapılmak- sak olanın Kevser suyu boğazından geçmez” diyor. tadır. Ateşin özelliği “kuru ve sıcak” (yâbis ve har) Güzel ve tesirli bir söyleyiş. Beyitte ateş ile su yine (Kurnaz, 1998; 494) olmasıdır. İnsanın var olması çe- bir arada kullanılmış ve ayrıca kanaatimizce “esîr” şitli evrelerde gerçekleşir. İnsanın dünyaya gelişinin kelimesi tevriyeli bir anlam kazanmıştır. esas kaynağı hararettir. Daha sonra bu hararet bir su damlasına dönüşür. (6) Bu durum insanın varlık âlemine atacağı adımın henüz ilk evresini teşkil eder. Su hayatın kaynağıdır. Su özdür, cevherdir. Dünyanın üçte ikisi sudur. Topraktan kendisine şekil ve- • 76 Yâri olanın esîr-i ahker Geçmez boğazından âb-ı Kevser (1416.b.) Klasik edebiyatımızda sevgilinin dudakları ve ağzı, içinden çok güzel sözler çıkması, küçüklüğü ve âşıklara hayat verici özellikleri dolayısıyla Hz. İsa’ya ŞUBAT 2011 - SAYI 132• benzetilmiştir. Şeyh Galib, Âşk’ın dudaklarının gü- Aşağıdaki beyitte de “âb-ı hayvan” tamlaması ile zelliğini vasfederken iki katlı bir mübalağaya baş- birlikte “Hızır, zulmet” kelimeleri kullanılırken 423. vurmakta ve onları ölümsüzlük suyunu içmiş İsa’ya beyitte Hüsn’ün çene çukuru, gümüşten bir âb-ı benzetmektedir.” Hatta Âşk’ın dudakları ‘ab-ı Hızr’ı hayvan kadehine benzetilir. içmiş Hz. İsa’dan daha üstün ve daha başka manalar ifade eder, demektedir. Beyitte aynı zamanda; Hızır’ın âb- hayatı bulma kıssasına ve Hz. İsa’nın mucizeleri hatırlatılmaktadır. (Doğan, 2006; 123). Hat ile Hızır arasındaki renk ilgisi yanında ‘ab, leb, hat, Hızır, nûş etmek” kelimeleri de tenasüp içinde zikredilebilir. Nûş eylese âb-ı Hızr’ı Îsâ Hatt-ı leb-i Âşk başka ma’nâ (512.b.) Aşağıdaki beyitte de su, Hızr âbı tamlaması içinde yer alırken, âb ile birlikte dört unsurdan bir diğeri olan hâk (toprak) kullanılmıştır. Şerefli topraktan kasıt, içinde Feyiz Havuzu bulunan Mana Mesiresi’dir. Hızr âbı basıp o cây-ı pâki Sebz eylemiş ol şerîf hâki (684.b.) Bir taraftan âşıkların gönlündeki kana benzetilen at (Âşkar), diğer taraftan Hızır âbı olarak tavsif edilir; ancak rengi kan rengindedir. Kanın renginin kırmızı oluşu ve ateşi çağrıştırması sebebiyle “âb” kelimesi ile iham-ı tezat teşkil ettiği söylenebilir: Hûn-ı dil-i âşıkâna benzer Hızr âbı velîk kana benzer (1488.b.) Yanağı siyah renkli bir ay olarak tavsif edilen Âşk, perde arkasına gizlenmiş hayat suyunu teşbih edilir. Ayın perde arkasına gizlenmesi geceyi hatırlatırken verâ-yı perde tamlaması ile de “âb-ı hayat”ın karanlıklar ülkesinde bulunmuş olması kıssasına telmih yapılır. Bir mâh-ruh-ı siyâh-çerde Çün âb-ı bekâ verâ-yı perde (475.b.) Hz. Peygamber’in Miraç hadisesinin gerçekleştiği nurlu gece rengi siyah ve dalgaları yeşil âb-ı hayat Zulmet görünürdi âb-ı hayvân (460.b.) Leb-teşne-i hayrete zenahdân Peymâne-i sîm-i âb-ı hayvân (423.b.) Seylan bir ada ülkesidir ve Hind Okyanusu’nun incisi olarak kabul edilir. Mana Mesiresi’nin siyah erikleri hem renk hem de sululuk bakımından ölümsüzlük suyuna ve Seylan’ın eşsiz incisine teşbih edilir: Âlû-yı siyâhı âb-ı hayvân Ya gevher-i bî-nazîr-i Seylân (668.b.) Aşağıdaki beyitte yaşlı bir tabip kılığına girerek Âşk’ın yardımına gelen Sühan’ın suya teşbih edilen yüzü ebedîlik ırmağı olarak tavsif edilir: Cûbâr-ı hayât âb-ı rûyı Mehtâb gibi sefîd mûyı (1879.b.) “Kendini zorlayarak çok ricada bulunmak” anlamında “yüz suyu dökmek” deyimini Galib, âb-ı rûyın dökmek” şeklinde kullanır. Cennetteki Tesnim Irmağı, (Mana Mesiresindeki Feyiz Havuzunu) görseydi, yüzünün suyunu dökerek (ricada bulunarak) onun suyundan dilenirdi. Deryûze ederdi görse suyın Tesnîm dökerdi âb-ı rûyın (682.b.) “Çeliğe su vermek” deyimi, çeliği özel bir biçimde hızla soğutarak daha çok sertleşmesini sağlamak” anlamındadır. Şiirimizde bu deyim “kılıca su vermek” şeklinde kullanılmıştır. Aşağıdaki beyitte sevgilinin yanağındaki hat (ayva tüyleri) koyu yeşil rengi andırması ve ince kıllar olması ile su verilmiş kılıç üzerindeki koyu renkli çizgilere benzetilmiştir. Hat, sevgilinin suya benzer dudaklar etrafında biter. Su kaynaklarının etrafı da ince sazlıklarla örülüdür. Hat ile su arasında bu şekilde Çün âb-ı hayât o şâm-ı enver bir ilgi vardır. Ayrıca beyitte, daha çok sertleşmesini Rengi siyeh idi mevci ahdar (49.b.) sağlamak için kılıca su verilmesi fiiline de gönderme 77 • DOSYA: SU olarak tavsif edilir: Çeşminden ereydi Hızr’a dermân • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM yapılmaktadır. Hat cevher-i sebz-i âb-ı şemşîr Mehtâb-ı siyeh-bahâr-ı Keşmîr (476.b.) Âb-ı ergevân” (ergevan renkli su) ile kastedilen Bu havuzun suyu gümüştendir. Su ile gümüş arasında renk ilgisi vardır. Etmiş meger ol riyâzı Mevlâ Yekpâre gümüş suyı ile irvâ (676.b.) şaraptır. Beyitte su ile birlikte ateş unsuru, kendi an- Galib bu havuzu (içindeki suyu) esrarlı güzellikler lamları dışında başka varlıklar için benzetilen olarak aynasına (677.b.), gökyüzündeki güneşi o havuzun kullanılır. balığına, ayı da Yunus’a (681.b.) ve Hızır’ın ölümsüz- Sâkî getir âb-ı ergavânı Yakdı beni âteş-i cüvânî (835.b.) “Âb” kelimesi ile birlikte “âb-dâr, âb-keş” kelimeleri de kullanılır. Sulu ve hoş bir lezzete sahip olduğu söylenilen armut kişileştirilerek “âb-keş”(9) gibi bağa su taşıdığı ifade edilir. Emrûd ki âb-dâr u hoşdur Destiyle o bâğa âb-keşdir (662. b.) Kış tasvirinin yapıldığı bölümde Galib, “şarap kadehini içinde bulundurduğu şarabın kırmızlığı sebebi ile kor ateşe benzetir (Doğan, 2006; 283). Beyitte “âb-ı huşg” tamlaması geçer. Kurnaz, bu tamlamaya lük suyuna (684.b.) benzetir. Katıksız şarap, o suya vardığında kıskançlıktan ateş kesilmiştir (683. b.). Doğan, “ayn” kelimesinin bir kaynağının da “su kaynağı, göze” olduğunu ve bu anlamı ile şarap, ateşin kaynayıp aktığı bir gözeye benzediğini söyler. (Doğan, 2006; 157). Beyitte dört unsurdan su ile ateş birlikte kullanılmıştır. Varmış o suya şerâb-ı bî-gaşş Kim reşk ile olmuş ayn-ı âteş (683.b.) Galib, Hüsn’ün Sühan vasıtasıyla Âşk’a hediye ettiği kılıcı, içinden su yerine can akan uçsuz bucaksız bir ırmağa benzettir: Hayali Bey’in billur cam, şişe anlamında kullandığı- Bir tîğ ki bahr-ı bî-kerâne nı, aşağıda örmek olarak aldığı beyitte de kelime ile Su yerine cân eder revâne (1467.b.) çakmak taşı veya şarabın kastedildiğini sandığını söyler: Mesnevi’de su, yukarıda ifade edildiği gibi güzel ve olumlu özellikleriyle zikredilmiştir. Ancak eşyanın Salmağa gam-hâne-i hicrâna yer yer âteşi zıttı ile var olduğu gerçeği düşünüldüğünde suyun Âb-ı huşg içinde saklarsam n’la ter âteşi (G 399/ olumsuz özellikleri de mutlaka vardır. Su ateşi sön- 18/1 (Kurnaz, 1998; 495). Galib’in beyti ile Hayali Bey’in gazelinde geçen beyitte âb-ı huşg dışında âteş-i ter kelimeleri ortaktır ve her iki beyitte de Kurnaz ve Doğan’ın belirttikleri gibi tamlama “şarap kadehi” anlamındadır. Mey-hârelik oldı zühde hem-ser Âb-ı huşk oldı âteş-i ter (1369.b.) “(Bu ortamda) ayyaşlıkla zahitlik hemen hemen bir oldu; (çünkü) kor ateş, (soğuktan) donmuş suya dönmüştü.” Hüsn ü Âşk’ta Hüsn ile Âşk’ın buluştukları Mana Mesiresi’nde bir Feyiz Havuzu vardır ve Mana Mesiresi bu mübarek havuzdan sulanmaktadır (675.b.) • 78 dürdüğü gibi ya da hayatın kaynağı olduğu gibi aynı zamanda öldürücüdür de. Örnek olarak hastalara su vermek hasta için zararlıdır. Su yağmur olur, fırtınaya dönüşür ve sel olup ölüm yağdırabilir. Galib’in Mesnevi’sinde su kelimesi etrafında bu tür olumsuzluklara yer verilmemiştir. Sadece Âşk’ın önüne bir engel olarak çıkan cadının tasvirinde “su” olumsuz anlam çağrıştıracak şekilde kullanılmıştır. Bu tasvire göre cadının “ağzından iğrenç sular akmakta ve (ağzından) lağım gibi pis kokular gelmektedir.” Ağzından akar kerîh sular Kârîz gibi kötü kokular (1394.b.) Sonuç olarak dört unsurdan su, hayat vericidir, ölümsüzlük kaynağıdır, parlak ve latiftir; sevgilinin ŞUBAT 2011 - SAYI 132• dudağı ve yanağıdır. Su unsuru, Mesnevi’de daha damlası bile içildiğinde insanı ölümsüzleştiren ve çok ateş unsuru ile birlikte kulanılmıştır. ebedileştiren su. Bu suyun doğuda karanlık bir yer- NOTLAR de bulunduğuna, Hızır ve İlyas’ın bu çeşmeden içip (1) Kuğunun Son Şarkısı Beşir Ayvazoğlu’nun ölümsüzlüğün sırrına erdiğine inanılır. İskender-i Zül- Galib hakkında yazdığı eserinin adıdır. Ayvazoğlu, karneyn bu suyu bulmak için Hızır’ı kılavuz yaparak Beşir, Kuğunun Son Şarkısı, Ötüken, 1999, İstanbul. günlerce karanlıklar içinde yürümüş, ancak onu göz- (2) “Hüsn ü Âşk’ın Anlam Dünyası ve Hüsn ü Âşk den kaybedince yolunu şaşırmış ve perişan bir hâlde Bağlamında Şeyh Galib’in Üslup Özellikleri” konulu geri dönmüş. 3. Mec. İçimi hoş, soğuk ve berrak su. doktora tez çalışması tarafımızdan yapılmaya de- 4. Maşukun ağzı, dudağındaki ıslaklık. 5. Sevgilinin vam etmektedir. sözü ve sohbeti. 6. Tas. a. Evliyanın sözü, öğüdü ve (3) Anâsır-ı Erbaa hakkında verilen bilgilerin oluş- nefesi. b. Âşk ve muhabbet çeşmesi ki ondan içen turulmasında Dr. Mehmed Çavuşoğlu, Necâti Bey asla yok olmaz. Âb-ı hayata başka isimler de verilir: Divanı’nın Tahlili, Anâsır-ı Erbaa mad. Prof. Dr. Ah- âb-ı câvid, âb-ı câvidân, âb-ı zindegâni, âb-ı Hızır, met Mermer-Neslihan Koç Keskin, Eski Türk Edebi- âb-ı İskender. Sufi şairler ve yazarlar âb-ı hayattan yatı Terimler Sözlüğü, Prof. Dr. Cemâl Kurnaz, Hayali söz ederken ebediyet, zulmet, güneş, Hızır, İsken- Bey Divanı’nın Tahlili, Dr. M. Nejat Sefercioğlu, Nev’î der, meşakkat e hüsran gibi hususlara doğrudan ya Divanı’nın Tahlili, H. Bekir Karlığa, Anâsır-ı Erbaa da dolaylı olarak işaret ederler. (Uludağ, 2005; 20). mad., Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İs- (9) âb-keş: Eskiden sebilhanelerde, tekkelerde kender Pala, Anâsır-ı Erbaa mad., Ansiklopedik Di- kuyudan su çekmek, kaplara ve bardaklara su dol- van Şiiri Sözlüğü adlı eserlerden yararlanılmıştır. durlmakla görevli kimse. (4) Su ile ilgili unsurlardan sadece “umumi anlamKAYNAKÇA da su”yun ele alındığı bu yazı, deniz ve denizle ilgili unsurlara, akarsu ve ilgili tasavvurlara bulut ve ilgili tasavvurlara, yağmur, çiğ tanesi ve ilgili tasavvurlara yazının sınırlılıkları münasebetiyle değinilmemiştir. (5) Hüsn ü Âşk mesnevisine ait beyitler ve nesre çevirileri Prof. Dr. Muhammet Nur Doğan’ın Hüsn ü Âşk adlı kitabından alınmıştır. Eserin tam künyesi Kaynakça bölümünde verilmiştir. (6) Konu ile ilgili ayetlerden bazıları: [“Allah, her canlıyı sudan yarattı.” (24/45), “Sizi adi bir sudan yaratmadık mı” (77/20), Bel ile kaburga kemikleri arasından çıkan, atılan bir sudan.” (86/6-7).] (7) Bu konuda Kur’an’da birçok ayet vardır. “… Allah inanan erkeklere ve inanan kadınlara, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler va’d etmiştir. Allah’ın (onlardan) razı olması ise hepsinden büyüktür. İşte büyük başarı budur. (9/72). leri Sözlüğü’nde âb-ı hayat şu şekilde açıklanır: 1. Can suyu, içene ebedi hayat veren su. 2. Efs. Bir Kur’an Fihristi, Dördüncü Basım, İstanbul, Pınar Yay. Ayvazoğlu, B. (1999). Kuğunun Son Şarkısı, Birinci Basım, İstanbul, Ötüken. Çavuşoğlu, M. (1971). Necâti Bey Divânı’nın Tahlili, s. 259-263, Birinci Basılış, İstanbul, MEB Yayınları. Doğan, M. N. (2006). Hüsn ü Âşk, Nesre Çeviri Notlar ve Açıklamalar, Birinci Baskı, Yelkenli Kitabevi, İstanbul. Karlığa, H. Bekir, (1991). Anâsır-ı Erbaa, İslâm Ansiklopedisi, (C. 3, s. 149-150, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul) Kurnaz, C. (1996). Hayâlî Bey Divânı’nın Tahlîli, s. 494512, Birinci Baslı, İstanbul, MEB Yayınları, Mermer, A., Keskin, K. N. (2005), Eski Türk Edebiyatı Terimler Sözlüğü, s. 11, Birinci Baskı, Ankara, Akçağ. Pala, İskender, (2005). Anâsır-ı Erbaa, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, 14. Basım, s. 23, İstanbul, Kapı Yayınları. Sefercioğlu, M. Nejat (2001), Nev’î Divanı’nın Tahlili, s. 396-405, İkinci Basım, Ankara, Akçağ. Uludağ, S. (2005), Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 20, İkinci Baskı, İstanbul, Kabalcı Yayınevi. 79 • DOSYA: SU (8) Prof. Dr. Süleyman Uludağ’ın Tasavvuf Terim- Aykan, Recep (2005). Kelime ve Konularına Göre SU VE UYGARLIK ÖZDEMİR ÖZBAY Avukat, DSİ Eski Başhukuk Müşaviri T üm canlıların yaşam kaynağı olan; savaşlara, büyük göçlere, barışlara neden olan su, kıyılarında kurulan büyük uygarlıkların doğmasına da neden olmuştur. Çağdaş bilim, yaşamın su ortamında başladığını, evrimleşmenin ortamının da en azından başlangıçta su olduğunu kabul eder. Su candır, su yaşamdır. Bu yaklaşım günümüzden geriye bilinen bütün çağlarda aynı anlayış içinde devam etmiştir. Bunun içindir ki tüm uygarlıklar suyun en kolay temin edileceği ya da suyun en iyi ulaşım yolu olabileceği, suyun en güçlü korunma seddi olabileceği yerlerde doğmuştur. En eski çağlara doğru dönüp bir gezinti yapalım. Kendi coğrafyamızdan başlayalım bu gezintiye. Uygarlıkların katmanlaştığı Anadolu, Orta Doğu, İran-Hindistan ekseni... Buralarda Proto Hitit kültürü, Kızılırmak yayında ve Fırat kıyısında doğmuştur. Eski çağın o görkemli, Asur, Sümer, Kalde, Elam daha sonraları Finike, İbrani kültürleri hep su kıyısında hayat bulmuştur. Nil, o şanlı Mısır kültürünün hem anası hem besin kaynağı olmuştur. Frig uygarlığı Sakarya olmasa idi acaba bulunduğu coğrafyada doğabilir miydi? Likya, Kayra Pamifilya, Bithinya bölgeleri, Sard kültürü, İyon, Dor Korenth kültür ve uygarlıkları hep böyle, subaşlarında, su kıyılarında doğmadı mı? Özdemir Özbay, Su ve Uygarlık, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011, ss. 80-82. • 80 Tarihte ilk kez depolama amaçlı baraj, MÖ 2950- 2750 tarihleri arasında Mısır’da inşâ edilen Saad El Kafara’dır. Bu ŞUBAT 2011 - SAYI 132• barajın yapılışına yakın tarihlerde Anadolu platosunun en yüksek yaylalarından Uzunyayla’da Pınarbaşı/Karakuyu köyünde de Hitit çağında yapılan bir baraj bulunmuştur. Suyun gücünden yararlanmak için ilk su çarkı ise İspanya-Kordoba’da Endülus müslümanları tarafından bulunmuş. Daha sonra Avrupa bu buluşu türbün’e dönüştürmüştü. Yine ulaşım anlamında ilk kez Arno Irmağı’nı regüle etme çalışmalarının Leonardo da Vinci tarafından yapıldığını biliyoruz. İnsanoğlu bu vazgeçilmez kaynaktan yaşamsal anlamda yararlandığı kadar suyu sanatına, edebiyatına ve mimarisine de yansıtmıştır. Uygarlık ürünü olan, insanoğlunun muhayyilesinden doğan mitolojik ve anonim destanlardan bir örnek vermek isterim. Antik Yunan Destanları İlliada ve Odissea’dan bin yıl daha eski olan ve Antik Yunan Tanrı panteonunun ana kaynağı olan Kuzey Kafkaysa mitolojisinde varolan, Athena, Artemis ve Afrodit gibi üç tanrının ilk çıkış kaynağı olan Tanrıça Seteney birgün ormanda gezerken, o güne dek görmediği güzellikte bir çiçek 81 • DOSYA: SU Asya’ya baktığımızda yine uygarlıkların Amuderya, Siriderya, Sarı Irmak, İndus ve Ganj gibi nehirlerin çevresinde doğup geliştiğini görürüz. Bir de günümüzdeki büyük kentlere bakalım; Londra Thames ile, Paris Sen ile, Hamburg Weser ile, Roma Tiber ile, Budapeşte Tuna ile, Bağdat Fırat ile, Tiflis Kura ile hayat bulmuştur. Bugün insanoğlunun en büyük gereksinimi olan su, tüm gereksinimlerinin, besin kaynaklarının da anasıdır. Susuz bir tarım, susuz bir hayvancılık düşünülemeyeceği gibi enerjisiz bir endüstri de düşünülemez. Zira elektrik enerjisi üretiminin en önemli kaynaklarının başında hâlâ su gücü gelmektedir. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM kümesi ile karşılaşır. “Böylesine büyüleyici güzellikteki bir çiçek ancak bana yakışır, bu çiçeği bahçeme dikeyim, dikeyim ki büyüyüp çoğalsın, diğer tanrılar beni kıskansın, görenler bu güzelliğe şaşsın” diye düşünür. Çiçeğin kökünü zedelemeden çıkarıp getirip bahçesine diker. Gece olunca mutlu bir gülümseme ile uykuya dalar. Sabah olup uyanınca bir de ne görsün. Diktiği çiçek boynunu bükmüş, pörsümüş durmuyor mu? Hemen koşmuş. Ormandan bir başka kök getirip dikmiş, ertesi sabah bu çiçeğin de aynı âkibete uğradığını görmüş; “Neden onları ormandan söküp getirdim? Yaşamlarını engelledim, bencilliğimi yenemedim” diye dövünmüş. Gece üzüntü içinde yatağına çekilmiş. Onun bu üzüntüsünü anlayan Büyük Tanrı Tlepş, Yağmur ve Bereket tanrısına yağmur yağdırsın diye emir vermiş. Birden gök gürlemeye başlamış, şimşekler çakmış, bardaktan boşanırcasına yağmur yağmış. Sonraki gün Güzel Seteney yağmurların yıkadığı, aydınlık pırıl pırıl bir güne gözünü açmış, açmış ama bir de ne görsün? Ölümlerine üzüldüğü çiçek fideleri canlı mı canlı, ona bakıp gülümsemezler mi? Güzel Seteney mutludur, Güzel Seteney kelebek kanatlıdır, sevinçten uçar, uçar gider de bir taraftan da söylenip: “Daha şimdi anladım su candır, su yaşamdır” demiş. İnsanın su ile tanıştığı öykülerden birisidir bu öykü. Gerçekten de Kuzey Batı Kafkasya’da konuşulan Çerkes gurubu dillerde örneğin Adıgece’de Psı=Su demek. Psa=Can demektir. Abaza diyalektinde ise direk olarak Psı=Can anlamına gelmektedir. Dünyada su=can anlamına gelen bir başka dil de yoktur. Aynı şekilde Antik İyonya kültüründe de su ile ilgili “Nympha” denilen su perileri mitoloji tekstlerinde yer almıştır. Bununla da kalmamış, bu superisi heykelleri ile heykel sanatına da yansımıştır. Bu superisi heykellerinden birisi Bergama kentinin uzantısı olan Paşa Ilıcası yöresindeki kazılarda bulunarak Bergama müzesine kaldırılmıştır. • 82 Su farklı çağlarda, farklı uygarlıklarda, farklı kültürlerde ozanların, ressamların, heykeltıraşların ve müzisyenlerin hep ilham kaynağı olagelmiştir. Ünlü mutasavvuf ozanımız Muhammed Fuzuli “Su Kasidesi” adlı o görkemli şiirinin içinden yüzyıllar ötesinde çağımıza seslenirken, sanki dizelerinde şarıldayan, susuzluk gideren suyun sesini duyar gibi bir duyguya kapılırız. “Dest bûsi arzusıyla ger ölürsem dostlar / Kûze eylen toprağım, sunun anınla yâre su” “Yârin elini öpme arzusu ile ölürsem dostlar / Mezarımın toprağından bir testi yapıp onunla yârime su sunun.” Fuzuli toprak olduktan sonra, yârine sunulacak suyun konulacağı kabın kendi toprağından yapılmasını ve o yolla yârine ulaşmayı arzu etmektedir. Tabi bu lirik ve güçlü anlatımda vuslatın Tanrı sevgisi olduğunu açıklamaya gerek yok. Su her çağda yaşamın, uygarlığın, sanatın kaynağı oldu demiştik. Nazım Hikmet “Hazarda Kayık” adlı şiirinde suyun hareketlenişini, dalgaların şahlanışını anlatan sanki bir su senfonisi besteler gibidir.. “İniyor kayık, çıkıyor kayık / Şahlanan bir atın sırtından inip / Kükreyen bir atın sırtına biniyor kayık!” Su mimariyi de şekillendirmiştir. Yerleşim yerlerinin su ihtiyacı için görkemli çeşmeler (Roma’da, Sultanahmet Çeşmesi’nde olduğu gibi) havuzlar, hamamlar, su bendleri, köprüler, viyadükler, sebiller yapılmıştır. Yaşadığımız coğrafya bu yapılardan özellikle de su kemerleri yapılarından çok örnek görebileceğimiz bir coğrafyadır. Ülkemizde, Romalılardan kalma; Side, Efes, Phaselis, Alinda Yalvaç, Urla, Laodikeia, su kemerleri vardır. Ayrıca İstanbul su kemerleri, Valens ya da Bozdoğan Su Kemeri, yapımı Hadrianus döneminde (117-138) başlamıştır. Kanuni Sultan Süleyman devrinde onarılmıştır. Bunun dışında Mimar Sinan tarafından da Mağlova, Uzunca Kemer, Güzelcekemer, Müderris kemeri gibi su kemerleri kurulmuştur. Kısacası su yaşamdır, iyi yönetildiğinde mutluluk, kötü yönetildiğinde ise felaket getirir. SU DOLU ATASÖZLER-DEYİMLER-DİZELER ÇAĞRI GÜREL 83 • DOSYA: SU Çağrı Gürel, Su Dolu Atasözler-Deyimler-Dizeler, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011, ss. 83-86. acı acıyı keser, su sancıyı acıkan doymam sanır, susayan kanmam sanır acıkanın yanağından, susayanın dudağından belli olur adamın yere bakanından, suyun yavaş akanından kork akan su yosun tutmaz akıllı, köprü arayıncaya dek deli suyu geçer arığa su gelene kadar kurbağanın gözü patlar balık çok konuşurum ama ağzım su dolu demiş bıçağı kestiren kendi suyu, insanı sevdiren kendi huyu çömlekçi suyu saksıdan içer değirmenin suyu nereden geliyor dibi görünmeyen sudan geçme dökme su ile değirmen dönmez eşeği düğüne çağırmışlar, “ya su lazımdır ya odun” demiş eşek hoşaftan ne anlar; suyunu içer, tortusu kalır geçme namert köprüsünden, ko aparsın su seni göle su gelinceye kadar kurbağanın gözü patlar herkesin bir derdi var, değirmencininki su hıyar akçesiyle alınan eşeğin ölümü sudan olur kanı kanla yumazlar, kanı suyla yurlar kar susuzluk kandırmaz keçinin uyuzu, çeşmenin gözünden su içer kır atın yanında duran ya huyundan ya suyundan kimi köprü bulamaz geçmeye, kimi su bulamaz içmeye komşu kızı almak, kalaylı kaptan (tastan) su içmek gibidir köpek suya düşmeyince yüzmeyi öğrenmez malın iyisi suya yakın, daha iyisi eve yakın mürüvvetsiz adam, suyu çekilmiş değirmene benzer od ile su, dilsiz yağıdır selden gelen suya gider su aktığı yere (yine) akar su başından (bendinden) kesilir (bağlanır) • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM su bulanmayınca durulmaz su içene yılan bile dokunmaz su küçüğün, söz (sofra, yemek) büyüğün su testisi su yolunda kırılır su uyur, düşman uyumaz su yatağını bulur suyu getiren de bir, testiyi kıran da suyu görünce teyemmüm bozulur suyun duru akanından, insanın yere bakanından sakın suyun sessizinden, insanın sözsüzünden kork tarlanın iyisi suya yakın, daha iyisi eve yakın taşıma su ile değirmen dönmez tatsız aşa su neylesin, akılsız başa söz neylesin taze bardağın suyu soğuk olur yedi adım yolun, bir yudum suyun hakkı vardır aç susuz kalmak ağzı sulanmak ağzının suyu akmak akan sular durmak aralarından su sızmamak ayağı (ayakları) suya ermek ayağına sıcak su mu, soğuk su mu dökelim? ayaklarına (ayağına) kara su (sular) inmek ayranım budur, yarısı sudur başından aşağı kaynar sular dökülmek beyni sulanmak bıçak suyu kesiyor bin dereden su getirmek bir bardak suda fırtına koparmak bir içim su (gibi) bir şey) su gibi gitmek (bir şey) su sabun görmemek (bir şey) suyu nereden geliyor? (bir şey veya bir şeyi) suya düşmek • 84 (bir şeyin) üstüne bir bardak (soğuk) su içmek (bir yerde) içecek suyu olmak (bir yerin) suyu mu çıktı? (birinden) gözü su içmemek (birinin) canına susamak (birinin) düğününde kalburla (elekle) su taşımak (birinin) dümen suyunda gitmek (birinin) eline su dökemez (birinin) huyuna suyuna gitmek (birinin) kanına susamak (birinin) pirinci (çok) su kaldırmamak (götürmemek) (birinin veya bir şeyin) yüzü suyu hürmetine bulaşık suyu gibi canına susamak çakı suyu kesiyor çapanoğlunun abdest suyu gibi çeliğe su vermek dizlerine kara su inmek eceline susamak ekmek elden su gölden eline su dökemez (elinden gelse, bıraksalar) bir kaşık suda boğmak elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak eşek sudan gelinceye kadar dövmek gözleri sulanmak hak deyince akan sular durur havanda su dövmek huyu huyuna suyu suyuna (uygun) huyunu suyunu değiştirmek içine su serpilmek içtikleri su ayrı gitmemek kalburla su taşımak kana susamak kanı sulanmak keçesini sudan çıkarmak keçeyi suya atmak kestane suyu gibi kırk dereden su getirmek köküne kibrit suyu köküne kibrit suyu dökmek (kökünü kurutmak) kulağına kar suyu kaçırmak kulağına kar suyu kaçmak lafı sulandırmak ölümüne susamak pişmiş aşa (soğuk) su katmak saman altından su yürütmek ŞUBAT 2011 - SAYI 132• sayım suyum yok sıkıp suyunu çıkarmaK su almak su basmak su çarpmak su çekmek sudan çıkmış balığa dönmek sudan bahane sudan ucuz su dökünmek su gibi su gibi akmak su gibi aziz ol! su gibi bilmek (okumak) su gibi ezberlemek su gibi gitmek su gibi olmak su gibi terlemek su görmemiş su götürür yeri olmamak su içinde su içinde kalmak su iktiza etmek su kapmak su katılmamış su kesmek su koyuvermek su serpilmek su sulamak su vermek su yapmak su yürümek su yüzü görmemiş su yüzüne çıkmak su yüzüne (üstüne) çıkmak sudan çıkmış balığa dönmek sudan geçirmek sular kararmak sular seller gibi suya düşmek suya göstermek suya götürüp susuz getirmek suya sabuna dokunmamak suya salmak suyu baştan (başından) kesmek suyu bulandırmak suyu çıkmak suyu görmeden paçaları sıvamak suyu ısınmak (kaynamak) suyu kesilmiş değirmene dönmek suyu mı çıktı suyu nerden geliyor suyu seli kalmamak suyun akıntısına gitmek suyun başı suyun yüzüne çıkmak suyuna gitmek suyuna pirinç haşlanmaz suyuna tirit suyunu almak suyunu çekmek suyunun suyu taşı sıksa suyunu çıkarır tepesinden kaynar sular dökülmek ya huyundan ya suyundan yelkenleri suya indirmek yem istemez, su istemez yerinde su çıkmak yüreğine su serpmek zemzem suyu ile yıkanmak DOSYA: SU 85 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Taştın yine deli gönül sular gibi çağlar mısın vakit yok bakışmaya11 Aktın yine kanlı yaşım yollarımı bağlar mısın1 Suyun sızladığını kimseler bilmez12 Su alçağa meyl eyler Canlar gücenmesin diye Hoş savt ile hoş söyler2 Can attım gül atamadım Hemen ağlayı geldim âleme ağlayı gittim ben Suları ıslatamadım.13 San ol nilüferim kim suda bittim, suda yittim ben3 Alev alev bir gül attım su yandı14 Abı kevser ırmağından içerken Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma Susuz pınarlardan kandırdı beni4 Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma.15 Her geçtiği araziyi şenlendiren ırmak5 Bir damlacık su yok avcumun kıyısında16 Beyaz boyunlarını uzattılar taslara... İçenler suyundan rahmet okumuş, Bir damla suya hasret gideceklermiş meğer.6 Yunusça arınıp yunmuş çeşmeler.17 Ey suyun sesinden anlıyan bağlar, Su/ol/da/ak/ki/ak/la/beni18 Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.7 Gel beni şerhet ellerim yoruldu sulara tutunmaktan19 Su zamanı düşündürür der Borges. Çavlan sesimize akıp gelirmiş20 Sanki çocuklar, sanki küçük köylerdir su: Ellerin yordamıyla Zamanda dolaşmaya çıkmıştır.8 Kendini arayan su21 Kâinatta ne varsa suda yaşadı önce Suya inerdim sevinsin diye kuşlar22 Üstümüzden geçer su doğunca ve ölünce9 Sularını yüzümde kurutan ırmak23 Ya ben gidip bir çeşmeye kapansam Öfkemi suya versem tufanıma kim boy verir24 Ya çeşme bana açılsa10 Derin sulardan geçtim ve hâlâ yol eriyim25 su akar ben akarım kapıdan su gibi çık ömrün gibi uzun olsun26 ben akarım su akar Sakın suyu kırma dedi içinden, sakın kırma27 Yunus Emre İbrahim Hakkı Hazretleri 3 Rehayi 4 Karacaoğlan 5 Cahit Sıtkı Tarancı 6 Ziya Osman Saba 7 Faruk Nafiz Çamlıbel 8 İlhan Berk 9 Necip Fazıl 10 Sezai Karakoç 11 Edip Cansever 12 İsmet Özel 13 Abdurrahim Karakoç 14 Ali Akbaş Erdem Bayazıt Sedat Umran 17 Mehmet Avşar 18 Metin Altıok 19 M. Ragıp Karcı 20 Tayyib Atmaca 21 Cengiz Coşkun 22 İbrahim Tenekeci 23 Gökhan Akçiçek 24 Erdal Çakır 25 Mehmet Aycı 26 Dinçer Eşitgin 27 Ali Cevher 1 15 2 16 • 86 GÜNDEM İLKÖĞRETİMDE DEV İŞBİRLİĞİ Millî Eğitim Bakanlığı ile Başbakanlığa bağlı kuruluşlar, Adalet, İçişleri, Dışişleri, Sağlık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlıkları arasında, ilk kez geniş katılımlı olarak “İlköğretime Erişim ve Devamın İzlenmesi’’ işbirliği protokolü imzalandı. Protokol imza töreni Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun huzurlarında gerçekleştirildi. Protokol imza töreni öncesinde yaptığı konuşmada Bakan Çubukçu, kız ve erkek tüm çocukların ücretsiz, zorunlu ve kaliteli eğitime erişimleri ve devamlarını sağlamak üzere yeni bir işbirliğinin hayata geçirildiğini belirtti. Protokolün, Millî Eğitim Bakanlığının ilköğretimde yüzde 100 okullaşma hedefine dö- nük çalışmalarına çok büyük oranda hız kazandıracağını vurgulayan Bakan Çubukçu, “Temel amacımız zorunlu ilköğretim çağındaki tüm çocuklarımızın eğitime erişim ve devamlarının önündeki engelleri kaldırmaktır’’ dedi. İlköğretime erişimi yüzde 100’e çıkarma hedefinin, hükûmetin öncelikli görevleri arasında yer aldığına işaret eden, geçen eğitim öğretim yılında ilköğretimde net okullaşma oranının yüzde 98.97 olarak gerçekleştiğini vurgulayan Bakan Çubukçu, “Bu oran kızlarda yüzde 98.68, erkelerde ise yüzde 99.24’tür. On yıl önce ilköğretime kayıtsız çocuk sayımız 1 milyon 434 bindi. 2008-2009 eğitim öğre- tim yılında ilköğretime kayıtsız toplam çocuk sayısı 289 bin 316’ya düşürülmüştür. 2009-2010 eğitim öğretim yılında zorunlu eğitim çağında olup ilköğretime kayıtsız çocuk sayısı 139 bin 691’dir. Bugün itibariyle ilköğretime kayıtsız çocuk sayısı 51 bin 605’i kız, 30 bin 502’si erkek olmak üzere 82 bin 107’dir. Aynı zamanda cinsiyetler arasındaki makas da neredeyse kapanmak üzeredir.” dedi. Zorunlu eğitim çağında olup da ilköğretime kayıtsız ve kayıtlı olan çocukların izlenmesi ve değerlendirilmesi çalışmalarından elde edilen verileri açıklayan Bakan Çubukçu, “Verilere göre, ilköğretime göre kaydın önündeki 87 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM en önemli engeller sırasıyla nüfus ve adres kaydıyla ilgili sorunla, çalıştırılan çocuklar, özürlülük hali ile ekonomik, sosyal, kültürel boyuttur. İlköğretime devamın önündeki engellere baktığımızda ise ekonomik, sosyal ve kültürel boyut ilk sırada yer almaktadır. Bunu özürlülük hali, çalıştırılan çocuklar ve nüfus kaydı, adres taşınması izlemektedir. İzleme çalışmaları sonucunda asıl sorunun okula kayıtlı olup da devamsız durumdaki öğrencilerin sayısındaki önemli artış olduğu ortaya çıkmıştır.” dedi. Okula devamla ilgili kimi engellere bakıldığında, bazı erişim engellerinin, Millî Eğitim Bakanlığının geliştirdiği strateji ve yapılan iyileştirmelerle nihai çözüme kavuşturulamayacağının görüldüğünü belirten Bakan Çubukçu, bugün temelleri atılan işbirliğinin sadece Millî Eğitim Bakanlığına • 88 değil diğer kurumların misyonuna katkı sağlayacağını vurguladı. Eğitimle birçok sosyal sorunun daha doğmadan çözümlenebileceğine işaret eden Bakan Çubukçu, burada sağlanan kazanımların çalıştırılan çocuklar, suça sürüklenen çocuklar gibi birçok alana olumlu getirileri olacağını kaydetti. Bakan Çubukçu, çalışmalara medyanın vereceği desteğin önemine değinerek, “Gerçekten ülkemizin önemli sosyal sorunları bir koordinasyon işbirliği içinde gerçekleşmediği sürece yapılan bütün iyi niyetli ve gayretli çalışmaların yetersiz kaldığını tecrübelerimizle biliyoruz” diye konuştu. rabilirsek hep beraber biz başardık Protokol imza töreninde konuşan, Millî Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürü İbrahim Er, projenin önemine işaret ederek, “2 bin çocuğumuzu eğer okula kazandı- dığını belirten Abulaban, “Biz hem diyebilme fırsatı bulacağız” dedi. Çocukların eğitime erişimi önündeki engellerin tek tek kaldırılmasının hedeflendiğini söyleyen İlköğretim Genel Müdürü Er, “Deneyimlerimiz bize öğretti ki bu sorun sadece Millî Eğitim Bakanlığının kendi uğraşlarıyla baş edebileceği bir problem değil, elbette ki diğer kurumların bu konudaki katkılarını almalıydık’’ diye konuştu. UNICEF Türkiye Temsilcisi Ayman Abulaban bugünkü törenin Türkiye’nin bu alandaki taahhüdünü ve kararlığını ortaya koyduğunu söyledi. Türkiye’de kızların ve erkeklerin okullaşmasında ciddi adımlar atıldünya çocukları hem de Türk çocuklarına daha iyi bir gelecek elde edilmesine çalışmaktan gurur duyuyoruz” dedi. ŞUBAT 2011 - SAYI 132• 89 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM • 90