Yayın No: 4053 • Yerel Süreli Yayın • Türkçe Yayınlanır
Transkript
Yayın No: 4053 • Yerel Süreli Yayın • Türkçe Yayınlanır
Yayın No: 4053 • Yerel Süreli Yayın • Türkçe Yayınlanır • Sayı: 22 • Ekim 2011 Yayın No: 4053 • Yerel Süreli Yayın • Türkçe Yayınlanır • Sayı: 22 • Ekim 2011 Yayın Sahibi OSİAD Ostim Sanayici ve İşadamları Derneği Adına Adnan KESKİN Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Şadan AYCAN Yayın Kurulu Ahmet KURT Ahmet ERBASAN Ayhan CAFEROĞLU Ayhan DÖNMEZ Bülent VURAL Gülşen İNAL Güven BOZSU Serhad ŞAHİN Taner Ahmet SARAÇ Grafik Tasarım İsmail Şadi AYCAN 0532 598 05 62 info@aycans.com OSİAD Üyeleri İçin Reklam Fiyat Tarifesi Reklam Yeri Ebadı Tek Yayın 6 Yayın (1 Yıl) Arka Kapak Tam Sayfa 1.000 TL.+KDV 850 TL.+KDV Ön Kapak İçi Tam Sayfa 500 TL.+KDV 400 TL.+KDV Arka Kapak İçi Tam Sayfa 500 TL.+KDV 400 TL.+KDV İç Sayfalar Tam Sayfa 400 TL.+KDV 300 TL.+KDV İç Sayfalar 1/2 Sayfa 200 TL.+KDV 150 TL.+KDV OSİAD Üyesi Olmayanlar İçin Reklam Fiyat Tarifesi Reklam Yeri Ebadı Tek Yayın 6 Yayın (1 Yıl) Arka Kapak Tam Sayfa 1.250 TL.+KDV 1.100 TL.+KDV Ön Kapak İçi Tam Sayfa 750 TL.+KDV 650 TL.+KDV Arka Kapak İçi Tam Sayfa 750 TL.+KDV 650 TL.+KDV İç Sayfalar Tam Sayfa 500 TL.+KDV 400 TL.+KDV İç Sayfalar 1/2 Sayfa 250 TL.+KDV 200 TL.+KDV Yayın Yönetim Uzayçağı Cad. No:12 Ostim-ANKARA Tel: 0312 354 47 47 (pbx) Faks: 0312 354 47 52 e-mail: osiad@osiad.org.tr www.osiad.org.tr Baskı DuMat Ofset Matbacılık Bahçekapı Mah. 2477. Sk. No: 6 Şaşmaz - ANKARA Tel: 0312 278 82 00 www.dumat.com.tr Basım Tarihi: 04.11.2011 Perçin Dergisi’ne Reklam vermek için; Uzayçağı Caddesi No:18 Ostim - ANKARA, Tel: 0312 354 47 47 • Faks: 0312 354 47 52, e-mail: osiad@osiad.org.tr, www.osiad.org.tr bilgilerinin her hangi birinden iletişim kurulabilir. Dergideki yazılardan yazarları sorumludur. Dergimizden izinsiz görüntü ya da her hangi bir alıntı yapılamaz. 3 İÇİNDEKİLER Erdoğan’dan yerli ürün kullanın çağrısı 6 Zamanın haklı çıkardığı bir kampanya 9 10 İthalat, miktar artışında ihracata fark attı 14 Cari açık ürkütüyor 16 Keskin: Lokmalar boğazımızdan geçmiyor 17 Sanayiciler iftar yemeğinde buluştu 18 KOBİ’lere gümrük kolaylığı 20 Somali’de yaşanan kıtlık ve sebepleri 22 GSM şirketlerinin büyük ayıbı İhalelere en düşük fiyatı teklif eden şirketler yanacak Yerli üründe sorun genelge değil imaj Bedelsiz arsaya 10 bin başvuru 31 Ekonomide sonbahar uyarısı 32 Yastık altında 300 milyar dolarlık altın var 33 Kişisel hesap oluşturulacak 35 Anadolu OSB’de sanayiciler parsellerine kavuştu 38 OSTİM’li KOBİ’lere tasarım merkezi 42 OSTİM Proje Ofisi ve ATAUM kol kola 44 İşçi sağlığı ve iş güvenliği için 46 Ostimli firma Mekatron’un büyük başarısı 48 27 İş güvencesi ya da işe iade davaları 50 29 Gıda güvenliği mi gıda egemenliği mi? 52 4 Yerli malı yurdun malı… H atırlar mısınız? Her yıl aralık ayında “Yerli Malı, yurdun malı. Herkes onu kullanmalı” kampanyası yapılırdı. Çocuklarda yerli malı kullanımına ilişkin bilincin yerleştirilmesi amacıyla düzenlenen bu kampanyada herkes yerli ürünleri okullara getirir, öğretmenlerimiz de neden yerli malı kullanmamız gerektiğini anlatırdı. Aradan çok uzun yıllar geçti, 1980 sonrasında Türkiye dışa açıldı, serbest piyasa ekonomisinin gereklerini yerine getirmeye başladı ve o kampanya bir nostaljiye dönüştü. Aynı duyarlılığı sürdürenler yok değildi. Ama sesleri pek duyulmuyordu ve zaten onlara da “çağdışı” deniliyordu. 1991 yılında kurulan, yerli malı kullanılması için yıllardır bir duyarlılık yaratmaya çalışan, kampanyalar düzenleyen, konuya her platformda dikkat çeken OSİAD, işte o sesi duyulmayanlar arasındaydı. Zaman geldi, Türkiye’nin ithalat bağımlılığı arttı, cari açık kontrol edilebilir düzeyin çok çok üzerine çıktı. Türkiye ekonomisi ciddi riske girmişti. Sonunda alarm verildi. Bakanımız Sayın Zafer Çağlayan, ithalatı düşürecek, yerli üretimi artıracak yeni düzenlemeler gerçekleştireceklerini açıkladı; hatta yeni teşvik paketi hazırlanırken temel bakış açısının ithalatı kısmak olacağını söyledi. Ardından Başbakan Tayyip Erdoğan, bir genelge yayınladı ve yerli ürün kullanılması konusunda duyarlı davranılmasını istedi. Çünkü cari açık ve işsizliğin reçetesinin yerli üretimden geçtiği anlaşıldı. Anlaşılan bir başka gerçek de OSİAD’ın yıllardır yürüttüğü “Yerli malı kullanalım” kampanyasının ne kadar isabetli olduğudur. KOBİ’lerin cesur ve gür sesi olarak derneğimizin sürdürdüğü bu mücadelenin zaman içinde haklılığının ortaya çıkması bizleri gururlandırmıştır. Şimdi başta hükümet olmak üzere iş dünyasının da yerli ürün konusuna daha fazla vurgu yapması Türkiye adına bir kazanç olduğu için sevindiricidir. “Ah keşke” demeden edemiyoruz. Keşke, Türkiye, ekonomik açıdan bu olumsuz noktaya gelmeden önce bu duyarlılığı artırarak gerekli mekanizmaları kursaydı da bu cari açık belasıyla karşı karşıya gelmeseydik. … Dergimizin baskıya verilmek üzere olduğu günlerde bizi derin acılara sevk eden iki üzüntü veren olay yaşadık. Birincisi, Hakkari Çukurca’da 24 askerimizin şehit edilmesiydi. Şehit askerlerimize Tanrı’dan rahmet, yakınlarına ve tüm ulusumuza da sabırlar diliyoruz. Bu acıyı içtenlikle paylaşıyoruz. 7 iklimin 5 yaşandığı bu cennet ülkede her zamankinden daha fazla barış ve kardeşliğe ihtiyacımız olduğu unutulmamalı… Türkler ve Kürtler, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da yine kardeşliğini sürdürecek ve kardeşi kardeşe kırdırmak isteyenlerin oyununa gelmeyecektir. ….. Bir deprem ülkesi olan Türkiye, bir kez daha depremle sarsıldı. Van’da meydana gelen depremde yüzlerce vatandaşımız hayatını kaybetti, yüzlercesi sakat kaldı. Okullar, daha yeni yapılmış evler yıkıldı. Her zaman olduğu gibi Van depreminde de yardımlar organize edilemedi, binlerce insan, kış ortasında soğukta kaldı ve binaların yapımında göz yumduğumuz ihmaller gündeme geldi. Yani deprem, bizlere bir deprem ülkesinde yaşadığımızı bir kez daha hatırlattı. Daha önceki depremlerde başaramadık ama umuyor ve diliyoruz ki, bu depremden gerekli dersleri çıkarır ve önlem alırız. Adnan KESKİN Ostim Sanayici ve İşadamları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Erdoğan’dan yerli ürün kullanın çağrısı Ostim Sanayici ve İşadamları Derneği’nin yıllardır gündemden düşürmediği “yerli ürün kullanalım” yönündeki çağrı ve kampanyaları artık önemini kabul ettirdi. Yıllar önce kampanyalar başlatıldığında “küresel çağa uymayan” refleksler olarak değerlendirilen yerli ürün kampanyaları, bir kez daha genelgeye dönüştü. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kamu kurum ve kuruluşlarınca gerçekleştirilecek mal alımlarına ilişkin uygulamalarda öncelikli olarak Türkiye’de üretilen ürünlerin tercih edilmesi gerektiğini vurgularken, yöneticilerden bu konuda gereken duyarlılığı göstermelerini istedi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kamu kurum ve kuruluşlarınca gerçekleştirilecek mal alımlarına ilişkin uygulamalarda öncelikli olarak Türkiye’de üretilen ürünlerin tercih edilmesi gerektiğini vurgularken, yöneticilerden bu konuda gereken duyarlılığı göstermelerini istedi. Yerli ürün kullanılmasına ilişkin Başbakanlık genelgesi, Resmi Gazete’de yayımlandı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzalı genelgede, tasarruf ve rekabet ilkelerine uygun hareket edilmesi kaydıyla, Türkiye ihtiyaçlarının yerli ürünlerden karşılanmasının ekonomi açısından büyük önem taşıdığı ifade edildi. Genelgede, şunlar kaydedildi: “Bu çerçevede, mevzuatımızda yerli ürün kullanımına yönelik mevcut hükümlerin uygulanmasına özen gösterilmesine ilave olarak, kamu kurum ve kuruluşlarınca gerçekleştirilecek mal alımlarına ilişkin uygulamalarda; -Teknik şartnamelerde Türkiye’de üretilen ürünlerin teklif edilmesini engelleyen düzenlemelerin yapılmaması, -Kamu ihale mevzuatına aykırı olarak, isteklilerin ithal ürün ya da belirli bir ülkenin malını teklif etmesine yönelik düzenlemelerin yapılmaması, -Ürünlere ilişkin olarak yabancı belgelendirme kuruluşları tarafından düzenlenen ve zorunlu olmayan belgelerin ihale dokümanlarında aranmaması, -İthal ürün teklif eden isteklilerin yurt dışında mal teslim edebilmelerine imkan tanınması durumunda, teslim yeri, navlun, gümrük ve vergi giderleri gibi unsurların tekliflerin değerlendirilmesinde nasıl dikkate alınacağına dair ihale 6 dokümanlarında düzenlemelerin yapılması, -İthal ürün teklif eden isteklilere mal tesliminden önce akreditif açılarak ön ödeme yapılmasına imkan tanınması durumunda, Türkiye’de üretilen ürünleri teklif eden isteklilere de avans ödemesi yapılmasına yönelik ihale dokümanlarında düzenleme yapılması, hususlarının dikkate alınarak, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu kapsamındaki alımlar ile Devlet Malzeme Ofisinden gerçekleştirilecek alımlarda öncelikli olarak Türkiye’de üretilen ürünlerin tercih edilmesini ve kamu kurum ve kuruluşları yöneticilerinin bu konuda gereken duyarlılığı göstermelerini önemle rica ederim.” 2023 ihracat hedefleri Resmi Gazete’de İhracata Dönük Üretim Stratejisi Değerlendirme Kuruluna ilişkin Başbakanlık Genelgesi de Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Genelgede, Türkiye’nin, Cumhuriyet’in yüzüncü yılı olan 2023’e yönelik stratejik dış ticaret hedefinin, dünya mal ticaretinden aldığı payın artırılarak ihracatının 500 milyar dolara çıkarılması olarak belirlendiği belirtildi. Bu hedefe ulaşılabilmesi için, öncelikle Türkiye’nin imalat sanayi ile hizmet üretim potansiyelinin ihracat odaklı olarak değerlendirilmesi ve yönlendirilmesi gerektiği vurgulanan genelgede, tüm sektörlerde ihracat hedeflerine uygun, ortak politikalar geliştirilerek sürdürülebilir ihracat artışının sağlanması, ihracatta pazar ve ürün çeşitlendirmesi, ihracata dönük üretim teknolojilerinin geliştirilerek yurt içinde üretilen katma değerin artırılmasının yakın gelecekte ulaşılması öngörülen hedefler arasında yer aldığı ifade edildi. Bu çerçevede, konuyla ilgili kurum ve kuruluşların bir plan dahilinde aktif olarak çalışmalara katıldığı, kurumlar arası işbirliği ve koordinasyonun sağlandığı, üretimle ihracatın birlikte ele alındığı “İhracata Dönük Üretim Stratejisi” geliştirmek amacıyla, 12 Mayıs 2010 tarihli ve 27579 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 2010/12 sayılı Başbakanlık Genelgesi ile “İhracata Dönük Üretim Stratejisi Değerlendirme Kurulu” nun kurulduğu hatırlatılan genelgede 61’inci Hükümetin kurulmasıyla birlikte bakanlıklarda meydana gelen isim ve görev değişiklikleri nedeniyle söz konusu Kurulun yeniden düzenlenmesi gerekli görüldüğü bildirildi. Buna göre, İhracata Dönük Üretim Stratejisi Değerlendirme Kurulu, Ekonomi Bakanı’nın başkanlığında; Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı ile Hazine Müsteşarlığının müsteşar düzeyinde; Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve Türkiye İhracatçılar Meclisinin (TİM) başkan düzeyinde; Türkiye İhracat Kredi Bankasının (Türk Eximbank) ise Genel Müdür düzeyinde katılımıyla çalışmalarına devam edecek. Ayrıca, ihtiyaç duyulması halinde ilgili diğer bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum ve meslek kuruluşlarının temsilcilerinin de Kurul çalışmalarına katılımı, Kurul Başkanı tarafından değerlendirilecek. Genelgeyle, 2010/12 sayılı Başbakanlık Genelgesi de yürürlükten kalktı. Yerli malı genelgesi sevindirdi Kamu kurumlarının yerli ürünü tercih etmesine yönelik genelge iş dünyasında destek topladı. İşdünyası, “Başbakan’ın talimatı yerine getirilmeli” diyor. Genelgenin yerli sanayiye desteğin yanı sıra yabancı yatırımı da artırıcı etkisi olacağı belirtiliyor. Yerli ürün kullanılmasına ilişkin Başbakanlık Genelgesi’ni memnuniyetle karşılayan iş dünyasından kamuya ‘genelgeye hassasiyet gösterin’ çağrısı geldi. Tasarruf ve rekabet ilkelerine uygun hareket edilmesi kaydıyla, Türkiye ihtiyaçlarının yerli ürünlerle karşılanmasının ekonomi açısından büyük önem taşıdığı ifade edilen genelgeyi, yerli üretimin önünü açacağını 7 belirten iş dünyası temsilcileri, genelgeyle yerli üretimi teşvik edici çok büyük adımlardan birinin atıldığı görüşünde. Sivil toplum kuruluşlarının başkanları, şimdi kamu kurum ve kuruluşlarının, uygulamada hassasiyet göstermelerini bekliyor. İşadamları, uygulama ile ekonomide gözle görülür bir canlanma sağlanacağı, dış ticaret açığı ve buna bağlı cari açıkla savaşta da önemli bir mesafe kaydedileceği görüşünde birleşiyor. Türk sanayisinin önemli dernek ve federasyon temsilcilerinin konuya ilişkin görüşleri şöyle oluştu: TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi: Özellikle 5’inci madde yerli için çok önemli Biz bunu kaç yıldır gündeme getiriyorduk. Çok doğru bir genelge. Özellikle bazı kamu kuruluşları, şartnameyi yazarken, ürün özelliklerini belirtmeden, ‘ithal ürün’ diye yazıyorlardı ve son derece yanlıştı. Artık bu genelgeyle, Türkiye’deki üretime, sanayiye zarar veren yaklaşımların da önüne geçilmiş olacak. İkinci önemli bir husus da, genelgenin 5’inci maddesinde bahsedilen ‘ön ödeme’ ile ithalata karşı haksız rekabetin önüne geçilecek. Özellikle sermaye birikimi olmayan işletmelerin şartları, ithalle aynı olacak. Genelge ayrıca, Türkiye’de üretilmeyen malların üretilmesinde de teşvik edici olacaktır. SEDEFED Başkanı Timur Erk: Savunma ve kimyaya etkisi büyük olacak Cari açık ve buna bağlı dış ticaret açığı nedeniyle, yeniden “ithal ikame” konuşmaya başladık ki bu doğrudur. Eskiden üretilen ürünlerin tekrar ülkemizde üretilmesi ve bunları üretirken, sektörlerin yatırım teşviklerinden faydalandırılması elzemdir. Dolayısıyla 1950-60’ların sloganı olan “Yerli Malı, Yurdun Malı, Her Türk Onu Kullanmalı” sloganı yeniden hayata geçmeye başlamıştır. Gerçi liberal ekonomide bu sloganın her yerde uygulanması mümkün olmasa bile bazı yerlerde elzem hale geldi. Kamu alımlarında yerlinin tercih edilmesi, özellikle savunma sanayi için rol model olarak hazırlanıyor ve kimya sektörüne de oldukça belirgin bir etki yapacak, diğer sektörlere de örnek olacak. Özet olarak ithal ikamesi mutlaka yapılmalı, bu yapılırken de, sektörler Ar-Ge ve inovasyon teşvikleriyle artık katma değeri yüksek ürünlere yönelmeli. bunu talimat olarak kamuya gönderdi. Resmi Gazete’de yayımlanan bu talimatın, yerli üreticiye de teşvik niteliğinde olacağına inanıyorum; ancak alımlarda fiyatların mutlaka yerli mallarla mukayese edilerek yapılması gerekir ve arada çok büyük fark yoksa yerlinin tercih edilmesi makul olur. Aksi halde, aradaki fiyat farkı, yine vatandaşın cebinden çıkacaktır. MÜSİAD Başkanı Ömer Cihad Vardan: Kamuda artık farkındalık oluşacak Kamunun yerli malı kullanması önemli ve yerinde bir genelge. Bu aslında yeni değil. Yönetmelik çok daha önceden çıkmıştı. Başbakan bu genelgeyle, dış ticaret dengesi sorunu nedeniyle devlet dairelerinin dikkatini çekmeye çalışıyor. Geçmişte kamu kuruluşları, Türkiye’de benzerleri olduğu halde, yabancı ürünleri tercih ediyorlardı. Bunların başında da ithal otomobil kullanımı geliyordu. Şimdi bu genelgeyle, en azından kamu kuruluşları yerli malına öncelik sağlayıp, farkındalık oluşturacak. TÜGİK Başkanı Erkan Güral: Ekonominin canlanması ve yeni pazar için önemli Öncelikle Sayın Başbakanımıza, yerli üretimin kullanılması yönündeki çağrısından dolayı teşekkür ediyorum. Bu çağrı, ülkemiz ekonomisinin daha da hareketlenmesi ve ihtiyaçlarımızda öncelikle yerli üretim mallarımızı kullanmak yeni pazarlar yaratmak açısından son derece önemlidir. Sayın Başbakanımızın göstermiş olduğu bu duyarlılığa, başta tüm kamu kurum ve kuruluşlarının yetkilileri ile özel sektör temsilcileri basta olmak üzere Türk halkının sahip çıkacağına yürekten inanıyorum. TGSD Başkanı Cem Negrin: Fiyat farkına mutlaka dikkat edilmesi gerekir Zamanında bunu Atatürk’de söylemişti. Bana bunu ilkokulda bunu öğretmişlerdi. Aradan kaç sene geçti şimdi de Başbakan ASKON Başkanı Mustafa Koca: Yan sanayi ve ara malı üretene destek olur Özellikle Kamu ihalelerinde konulan kotanın yüzde 15’den 25’e yükseltilmesini ASKON olarak biz 3 yıl önce teklif etmiş ve bunun takipçisi olmuştuk. 8 Bu nedenle, Sayın Başbakan’ın önceki gün yayımlanan bu genelgesi, bizim açımızdan ayrıca sevindirici oldu. Bu talimat yerine geldiğinde, özellikle yan sanayi ve ara mal yapan sanayicimizi de reel anlamda desteklemiş, ithalat girdimiz de azalmış olur. Dolayısıyla son derece olumlu bu genelgeyi, tüm kurumların hassasiyetle takip etmesi, gerek sanayiimiz gerekse ülkemiz ekonomisi için son derece yararlı olur. TÜRKONFED Başkanı Erdem Çenesiz: Yerliye destek, yabancıyı çekmek için de olumlu Türkiye’nin en temel sorunlarından biri olan cari açığın giderilmesi için atılacak en önemli adımlardan biri üretim yapısının değiştirilmesidir. Üretim yapısının değiştirilebilmesi için çeşitli mekanizmaların birbirini destekleyecek şekilde devreye sokulması gerekmektedir. Bu çerçevede Türkiye’de üretilmiş malların tercih edilmesi bu mekanizmalardan biri olarak görülebilir. Türkiye’de üretilen malların kullanımını desteklemek, gerek yerli yatırımcıya destek, gerekse yabancı sermayeyi Türkiye’ye çekmek için olumlu bir yaklaşımdır. Bu doğrultuda yayınlanan Başbakanlık genelgesini olumlu buluyoruz. Kaynak: Dünya gazetesi Yerli üründe sorun genelge değil imaj OSİAD Başkanı Adnan Keskin, Başbakan Erdoğan’ın yerli ürün kullanılmasına yönelik çağrısını olumlu bulurken “Genelge yayınlamak kolay, zihniyetleri değiştirmek zor. Daha önce de benzer genelgeler yayınlanmıştı ama uygulamada ithal ürün sevdası devam etmişti. Kamu kurumlarının kafasında ne yazık ki, yerli ürünlerin kalitesiz olduğuna dair yanlış bir imaj var. Önce bu imajı yıkmamız lazım” dedi. Ostim Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı Adnan Keskin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yerli ürünlerin ihalelerde tercih edilmesini isteyen genelgesini olumlu buldu ancak kamu kurumlarında yerli ürünlerin kalitesiz olduğuna dair kökleşmiş bir kanaatin, genelgelerin uygulanmasını zorlaştırdığını söyledi. Keskin, “Yerli ürünlerin tercih edilmesine ilişkin genelge daha önce de yayınlanmıştı ancak ithal mal düşkünlüğü devam etmişti. Sorun genelge eksikliği değil zihniyet” dedi. Başbakan’ın genelgesinin uygulanması halinde yerli sanayiye çok büyük destek verileceğini, cari açık ve dış ticaret açığının düşürülmesinde önemli bir işlevi yerine getirebileceğini belirten OSİAD Başkanı Adnan Keskin, kamu kurumlarındaki satın almacıların teknik şartnamelerde ürün özelliklerini belirtmeden ithal ürün diye yazdıklarını, bunun da baştan yerli üretici açısından caydırıcı olduğuna dikkat çekti. Bu yaklaşımın çok uzun yıllardır yerli sanayiye zarar verdiğini, OSİAD olarak yıllardır “Yerli ürün kullanalım” kampanyaları düzenlediklerini ve kamu kurumlarındaki satın almacıları Ostim’e getirerek bölgenin potansiyeli konusunda bürokratları bilgilendirdiklerini ifade eden Keskin, “Ancak, gördük ki, yerli ürünlerle ilgili yerleşmiş köklü olumsuz yargılar var. İthal malın daha iyi olduğuna yaygın kanaat, bürokratları satın almacıları ithal ürün almaya yöneltirken, bu konuda iyi niyetle atılmış adımları boşa çıkarıyor ve yayımlanmış genelgelerin kağıt üstünde kalmasına neden oluyor. Kuşkusuz olumsuz örnekler olabilir ancak olumsuz örnekler tüm sanayiciye teşmil edilemez ve Türkiye sanayisi mahkum edilemez. Ayrıca Türkiye’de çok güçlü bir ithalat lobisinin bulunduğunu da gözden ırak tutmamak lazım” diye konuştu. Her ülkenin öncelikle kendi iç 9 9 pazarını korumak durumunda olduğunu, Türkiye’nin hem zihniyet dünyasında hem de rekabet ve imaj bakımından kendi ürünlerini güçlendirmesi gerektiğini ifade eden Keskin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a yerli ürünlerin kullanılması yönündeki çağrısından dolayı teşekkür etti. Bu genelgenin savunma sanayinin yerlileştirilmesi, yerli otomobil çabalarıyla uyumlu olduğunu belirten Keskin, çok üst düzeydeki duyarlılığın bürokratlar, belediyeler ve satın almacılar tarafından da paylaşılmasını temenni etti. Zamanın haklı Yerli ürünlerin kamu ihalelerinde tercih edilmesi, ithalat sevdasından vazgeçilmesi için OSİAD, Türkiye’de örneği az rastlanır bir mücadele yürüttü. Cesur ve gür sesiyle “İlle de yerli ürün ve üretim” dedi. İşte o gurur veren mücadeleden bazı örnekler… Yerli ürünlerin kamu ihalelerinde tercih edilmesi, ithalat sevdasından vazgeçilmesi için OSİAD, Türkiye’de örneği az rastlanır bir mücadele yürüttü. Cesur ve gür sesiyle “İlle de yerli ürün ve üretim” dedi. Katalog Fuarı OSİAD, yıllar öncesinden Yerli malı kullanalım kampanyası başlatmıştı. İthalattaki bağımlılığın, ekonomideki yabancılaşmanın bir ülkenin siyasi ve ekonomik istikrarı üzerinde yaratacağı olumsuz etkiler o günlerde kimsenin aklına gelmiyordu. Belki gerçekler biliniyordu ama kimse söylemeye cesaret edemiyordu. OSİAD, şimdi herkesin paylaştığı ve dile getirdiği gerçekleri yıllar önce söylüyordu oysa. Bir ülkenin kurtuluşunun ancak kalite, marka, standart esasına dayalı üretimden gectığini, para politikalarıyla sağlanacak hormonlu büyümenin uzun dönemde fayda getirmeyeceğini OSİAD hep savundu, üretimden yana tavır koydu. O yüzden “hep üretim” dedi. öneminin kavranması için yurtiçinde ve yurtdışında fuar organizasyonları yapan OSİAD, işletmelerin Pazar imkanlarını genişletmek için geziler, toplantılar, söyleşiler, kampanyalar, basın açıklamaları yaptı. KOMATEK İş ve İnşaat Makineleri İhtisas Fuarı, Çevre Teknolojileri, Yerel Yönetimler, Tarım, Irak ve Suriye Fuar organizasyonları bunların belli başlı örnekleri olarak hatırlanabilir. “Yerli malı kullanalım” sloganlı kampanya ise 2003’den itibaren hızlandırıldı. Bunun için Ostim’de üretilen ürünlerin tanıtımının yapıldığı sergiler açıldı. Yine yerli firmaların gücünü ve ürünlerini göstermeye yönelik katalog fuarı düzenlendi. OSİAD’ın fuayesinde açılan bu fuar, aylar boyunca açık kaldı. Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın bürokratları için OSTİM’de firma gezileri düzenlenirken, birkaç defa da belediye başkanları Ostim’de ağırlandı. Belediye başkanlarına Ostim’in ürünleri tanıtıldı. TCDD ile birlikte açılan ortak serginin amacı ise demiryollarının ihtiyacı olup da OSTİM’de üretilebilecek ürünleri sergilemekti. Yıllarca Ostim’in ve KOBİ’lerin Kamuoyu oluşturma çalışmaları 10 çıkardığı bir kampanya Osiad’ın organizasyonu ile Ostim’de ağırlanan belediye başkanları OSİAD, öncelikle iç pazarın korunması, kamu ihalelerinde yerli ürünlere önyargıyla bakılmaması gerektiğine dair bilincin gelişmesi amacıyla konuyu kamuoyunun gündeminde sıcak tutmaya çalıştı. Basın açıklamaları ve çeşitli etkinliklerde yapılan konuşmalarda yerli ürün vurgusu yapıldı. İşte onlardan birkaç örnek: 7 Mart 2003 tarihli basın toplantısı “Türk sanayisini küçümsemeyiniz” Mehmet Akyürek (OSİAD Önceki Dönem Yönetim Kurulu Başkanı) Türkiye’yi yönetenlere sesleniyoruz. Türk sanayicisini, işadamını küçümsemeyiniz. Bizleri dikkate alınız. Türk KOBİ’lerini ve OSTİM’i küçümsemeyiniz. Burada binlerce çeşit ürün üretilmektedir ve firmalarımızın birçoğu uluslar arası düzeyde başarılar elde etmiştir ve de yeni yeni yatırımlar yapmaktadır. OSTİM’deki üreticinin korunmaya himaye edilmeye ihtiyacı yoktur. Biz sadece devletin terazisinin doğru tartmasını istiyoruz. Gelin OSTİM’i görün, doğru tartmayan terazinizi düzeltin. 7 Mart 2003 tarihli basın toplantısı Kampanyamız nostaljik bulundu Nihat Güçlü (OSİAD Önceki Dönem Yönetim Kurulu Başkanı) 11 “Bizler, yine ısrarla yerli malının kullanılmasının önemine işaret ettik. İthalattaki bağımlılığın, ekonomideki yabancılaşmanın bir ülkenin siyasi ve ekonomik istikrarı üzerinde yaratacağı olumsuz etkilere dikkat çektik. Yıllar önce Yerli malı kullanalım kampanyası başlattığımızda belki birileri, bizleri nostaljik buldu, belki güldü. Ama bugün içinde bulunduğumuz duruma baktığımızda keşke de yabancılaşıyor. Üretmeyen köleleşir. Artık yabancı hayranlığından vazgeçmek gerekiyor” dedi. OSİAD’ın 17. kuruluş yıldönümü gecesinde yapılan konuşma Ey gençlik! Birinci vazifen ithalatı önlemektir Adnan Keskin (OSİAD Başkanı) haklı çıkmasaydık diyorum. Çünkü, Türkiye ithalat cenneti oldu, KOBİ’ler çırpınıyor. Krizlere rağmen ayakta duran şirketlerimiz teker teker yabancıların eline geçiyor. Artık gazetelerde hergün, bir başka şirketin satıldığını, el değiştirdiğini üzülerek görüyoruz. Gidişat gösteriyor ki, artık kendi ülkemizde bizler yabancı olacağız. Üretimin, ihracatın, istihdamın zorluklarını yaşayan siz sanayici ve işadamlarımıza sesleniyorum şimdi… Ülkemizin, avuçlarımızın içinden kayıp gitmesine seyirci mi kalacağız? Elbette ki hayır. Silkelenip, kendimize geleceğiz ve bu gidişe dur diyeceğiz. Nice krizlerden sağ salim çıkmış bu ülkenin sanayicileri ve işadamları, yeni bir ruhla, Türkiye ve dünyanın gerçeklerini kavramış bir zihniyetle ülkemizin tek bir çakıl taşına bile sahip çıkacaktır. Çünkü, biz bu ülkeyi kolay kazanmadık.” OSİAD’ın 17. kuruluş yıldönümü gecesinde yapılan konuşma İthalat cenneti olduk Hüseyin Kutsi Tuncay (Anadolu OSB Yönetim Kurulu Başkanı) Anadolu OSB Başkanı Hüseyin Kutsi Tuncay, OSB’lerin üretim ve istihdamı artırdığına dikkat çekti. Türkiye’nin iç ve dış borçlarının arttığını, ülkenin ithalat cennetine dönüştüğünü vurgulayan Tuncay, ekonominin yabancılaşmasına dikkat çekti. Yabancıların Türkiye’de kurulu tesisleri satın aldığını, istihdamı, üretimi artırıcı yatırımlarda bulunmadığını ifade eden Tuncay, “Şirketlerimiz yabancılaştıkca siyasetimiz 12 “Sevgili gençler, sizler için en büyük tehlike ithalattır. Çünkü kendi malımızı kullanmıyoruz. Tarım yokoldu. Küçük atölyeler birer birer kapanıyor. Döviz baskısı ithalatı kamçılıyor ve ithalat lobisi ne yazık ki çok güçlü. Böyle giderse çalışacak işyeri bulamayacaksınız. TÜİK’in son açıkladığı rakamlara göre, bu yılın şubat ayında ihracatımız, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 22 arttı ama ithalatımız yüzde 48.7 arttı. Hammadde ithalatımız ise yüzde 51.8 arttı. Bu rakamlar, alarm rakamlarıdır. Bizim artık en öncelikli işimiz ithalatı önlemektir” 17 Nisan 2011 tarihli gazetelerde yeralan basın açıklaması Keskin: Yerli üretici hapı yuttu OSİAD Başkanı Adnan Keskin, Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın ithalatla ilgili çektiği fotoğrafın yerli üreticinin hapı yuttuğunu gösterdiğini söyledi. Keskin, “Dış ticaret yapan iki firmadan birinin ithalatçı olması, Türkiye açısından vahim bir noktadır. Uçurumun kenarındayız; ya kurtulacağız ya tepetaklak gideceğiz” dedi. Keskin, Bakan Çağlayan’ın ‘’Girişimci Özelliklerine Göre Dış Ticaret İstatistikleri’’ adlı çalışmasıyla ithalata dikkatleri çektiğini, ithalatı frenleyecek önlemleri de gündeme getirdiğini belirterek “Basın toplantısıyla “Türkiye, 2001 yılından beri uyguladığı düşük kur politikasıyla kendi üreticisini, ithalatçıya boğduruyor. Artık simidin susamının bile Çin’den getirildiği ve ucuz susamdan dolayı 3 simidin 1 liraya satıldığı Türkiye, ekonomik açıdan uçurumun kenarındadır. Türkiye, ya ithalatı azdıran politikalara dur diyerek, bizi uçuruma yuvarlanmaktan kurtaracak ya da düşük kur politikasıyla tepetaklak gideceğiz” dedi. ekonomistlerin son dönemde en önemli tehlike olarak niteledikleri, cari açık ve dış ticaret açığına karşı savaş açtıklarını söylemesi çok olumlu bir gelişmedir. Çünkü, yıllardır ihracatçı, 51 bin 627’sin de ithalatçı firma olduğunu, ihracatın yüzde 60’ını 250’den az çalışanı olan KOBİ’lerin yaptığını, ithalatın yüzde 60’ının ise 250’den fazla çalışanı ithalatın ekonomiyi çökerttiğini söylemiştik. Adeta dilimizde tüy bitmişti. Türkiye’de ilk defa dış ihracat rakamları açıklanırken madalyonun öbür yüzü de gösteriliyor. Sayın Çağlayan’ın bu çalışmasını takdirle karşılıyorum. Çağlayan’ın sunduğu veriler, Türkiye’de herkes için alarm olarak değerlendirilmeli ve durumdan vazife çıkarılmalıdır” dedi. Verilere göre, dış ticaret yapan firmalardan 47 bin 352’sinin olan şirketler tarafından gerçekleştirdiğini anımsattı. İki firmadan birisinin ithalatçı olmasını “vehamet” olarak değerlendiren Keskin, düşük kur politikasının ihracattaki olumsuz etkisine yıllardır dikkat çektiklerini ancak uyarılarının çok da dikkate alınmadığını söyledi. Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın da bu konuyu defalarca gündeme getirdiğini ancak hatalı kur politikasında ısrar edildiğini ifade eden Keskin, 13 Türkiye’nin genç bir nüfus yapısına sahip olduğunu, işsizlik ve istihdamın artık kronikleştiğini ifade eden Keskin, Türkiye’nin ithalat cenneti olmasıyla ekonomik ve sosyal hayatın denge unsuru KOBİ’lerin ithalata yenildiklerini anımsattı. İhracatın yüzde 60’ını 250’den az çalışanı olan KOBİ’lerin yaptığını, ithalatın yüzde 60’ının ise 250’den fazla çalışanı olan işletmeler tarafından yapılmasının KOBİ’lerin önemini ortaya koyduğunu dile getiren Keskin, “KOBİ’ler, sıkışık durumlarıyla, binbir güçlükle, kârdan fedakarlık yaparak ihracatın yüzde 60’ını sırtlıyor. En rahat gelir kaynaklarını elde eden gruplar ise, ithalata sırtını dayayarak, düşük kur avantajını da kullanarak yüksek kârlılıklarını devam ettiriyorlar. Bu, sürdürülebilir bir tablo değildir; er ya da geç duvara toslar” diye konuştu. Keskin, ithalatı frenlemek amacıyla gündeme getirilen “ortak satın almalar” “ithalatçı firmalara yatırım teşvikinin verilmesi” gibi önlemlerin olumlu etkilerinin olabileceğini de belirterek Çağlayan’a destek verdi. 23 Ocak 2011 tarihli basın açıklaması İthalat, miktar artışında ihracata fark attı Alaattin AKTAŞ Ocak-temmuz döneminde, aylık miktar ve fiyat endekslerinin aritmetik ortalaması üzerinden yapılan hesaplama, ihracatta fiyatların yüzde 14.4 gibi hiç de küçümsenmeyecek ölçüde arttığını gösteriyor. Ancak, ihracatta miktar artışının fiyattaki bu gelişmeye ayak uyduramadığı dikkat çekiyor. İthalat miktarındaki artışın oranı yalnızca yüzde 5.4 düzeyinde bulunuyor. İthalatta ise ihracattakinin tersi bir tablo var. Yedi ayın ortalamasında ithalat fiyatları geçen yılın yüzde 17.1 üstüne çıkarken, ithalat miktarındaki artışın oranı yüzde 20.4’e ulaşmış durumda. Bir başka ifadeyle ihracat ve ithalatta fiyat artışı sırasıyla yüzde 14.4 ve yüzde 17.1 olmak üzere birbirine yakın. Ancak, miktar artışında ithalat ihracata fark atıyor. İhracatın miktarı yalnızca yüzde 5.4 artarken, ithalat miktarındaki artışın yüzde 20’yi geride bıraktığı dikkat çekiyor. Belirleyici imalat sanayi İhracat ve ithalatta en büyük ağırlığa sahip olan imalat sanayi, doğal olarak miktar ve fiyat endekslerinde de belirleyici durumda. İthalat miktarını yedi ayda yüzde 20.4 artıran, imalat sanayiindeki ithalat. Bu dönemde imalat sanayi ithalatı miktar olarak yüzde 21.9’luk bir artış kaydetti. Tarım ve madencilik sektörleri ise genel artışı aşağı çeken bir etki yaptı. Yedi ayın ortalamasında tarım sektörü ithalatı miktar olarak yüzde 8.9, madencilik sektörü ithalatı ise yüzde 15.4 oranında artış gösterdi. İhracatta da en yüksek oranlı miktar artışı yüzde 6.3 ile imalat sanayiinde gerçekleşti. Balıkçılıkta da yüzde 0.3 gibi çok küçük bir artış oldu. Yedi ayın ortalamasında tarım sektörü ihracatı yüzde 3, madencilik sektörü ihracatı ise yüzde 9.1 oranlarında geriledi ve bunun sonucunda ihracattaki ortalama miktar artışı yüzde 5.4’te kaldı. Fiyat endeksinde durum İlk yedi ayın ortalamasında ithalat fiyat endeksi yüzde 17.1 artarken, tarımdaki artışın oranı yüzde 40.5’i buldu. Madencilik fiyatları yüzde 28.8, imalat sanayi fiyatları ise yüzde 13.6 arttı. İhracatta en yüksek fiyat artışı yüzde 25.3 ile balıkçılıkta görüldü. İkinci sırayı yüzde 14.6 ile imalat, üçüncü sırayı yüzde 13.6 ile madencilik, dördüncü sırayı ise yüzde 7 ile tarım aldı. İhracat fiyatlarındaki yüzde 14.4’lük genel artışı belirleyen de imalattaki yüzde 14.6’lık artış oldu. Dış ticaret haddi İhracat fiyat endeksinin, ithalat fiyat endeksine oranını gösteren dış ticaret haddi, haziran ve temmuz aylarında 92.7 ile sabit kaldı. Ocak ayında 94.2 olan ticaret haddi, daha sonraki 14 aylarda düzenli olarak gerilemiş ve mayısta 91.8’e kadar inmişti. İlk yedi ayın ortalamasında ise geçen yıl 95 olan dış ticaret haddi bu yıl 92.8’e geriledi. Dış ticaret haddi, geçen yılın temmuz ayında da 95.8 ile bu yılki düzeyin üstünde bulunuyordu. Dış ticaret haddi, ihracat fiyat endeksinin ithalat fiyat endeksine oranlanması yoluyla bulunduğu için, 100’ün üstündeki değerler, dış ticarete konu malları baz yılına (2003) göre pahalı satıp ucuza aldığımızı, yani ülke lehine bir durumun varlığını gösteriyor. Haddin 100’ün altında oluşması ise aleyhte bir duruma işaret ediyor. Türkiye dış ticaretini miktar yönünden kontrol etme şansına bir ölçüde de olsa sahip kuşkusuz. Elbette bu kontrol, bir takım kotalar uygulanması gibi anlamlara gelmiyor. Ekonomik büyümede yaşanacak yavaşlama, ki 2012’de bu yönde bir beklenti var, ithalatı da miktar olarak aşağı çekecek. Ancak ithalat fiyatlarını kontrol edebilme şansımız hiç yok. Özellikle enerji fiyatlarında ortaya çıkabilecek artışlar karşısında elimiz kolumuz bağlı. Dolayısıyla 2012’de ithalatın yapısının değişmesi, bu kez fiyat artışının miktar artışının üstüne çıkması beklenmeli. Kaynak: Dünya gazetesi 15 Cari açık ürkütüyor Merkez Bankası, bu yılın ilk yedi aylık döneminde cari işlemler hesabının bir önceki yılın aynı dönemine göre, 26 milyar 871 milyon dolar artarak, 50 milyar 662 milyon dolar açık verdiğini bildirdi. Merkez Bankası, bu yılın ilk yedi aylık döneminde cari işlemler hesabının bir önceki yılın aynı dönemine göre, 26 milyar 871 milyon dolar artarak, 50 milyar 662 milyon dolar açık verdiğini bildirdi. Merkez Bankası tarafından açıklanan 2011 Temmuz ayına ilişkin ödemeler dengesi verilerine göre, cari işlemler hesabı, yılın ilk 7 aylık döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre 26 milyar 871 milyon dolar artarak 50 milyar 662 milyon dolar açık kaydetti. Geçen yılın ilk 7 ayında, cari açık 23 milyar 791 milyon dolar düzeyindeydi. Bu gelişmede dış ticaret açığının 28 milyar 119 milyon dolar tutarında artarak 54 milyar 460 milyon dolara ulaşması etkili oldu. Geçen yıl temmuzda 3 milyar 565 milyon dolar açık veren cari işlemler hesabında, bu yılın aynı ayında 5 milyar 319 milyon dolar açık meydana geldi. Hizmetler dengesi kalemi altındaki turizm gelirleri, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 20,9 oranında artarak 11 milyar 744 milyon dolara ulaşırken, turizm giderleri yüzde 8,9 oranında artışla 2 milyar 936 milyon dolara yükseldi. Bu dönemde yatırım geliri dengesinin altında yer alan doğrudan yatırımlar, portföy yatırımları ve faizlerden oluşan diğer yatırımlarda gerçekleşen toplam net çıkış, 892 milyon dolar tutarında artarak bu yılın ilk yedi ayında 4 milyar 974 milyon dolar olarak gerçekleşti. Sermaye ve finans hesapları Sermaye ve finans hesapları kapsamında, yurt dışında yerleşik kişilerin yurt içinde yaptıkları net yatırımlar, ilk 7 aylık dönemde bir önceki yılın aynı dönemine göre 4 milyar 638 milyon dolar artarak, 9 milyar 133 milyon dolara yükseldi. Temmuz ayında gerçekleşen 2 milyar 756 milyon dolar tutarındaki net sermaye girişinin önemli bir kısmı enerji sektöründen kaynaklandı. Yurtiçinde yerleşik kişilerin yurt dışında yaptıkları net yatırımlar da ilk 7 aylık dönemde net 1 milyar 449 milyon dolar tutarında gerçekleşti. Yurtdışında yerleşik kişiler hisse senedi piyasasında Temmuz ayında 114 milyon dolar tutarında alıma rağmen ilk yedi ayda 672 milyon doları tutarında net satım yaptı. Yurtdışı yerleşikler, Temmuz ayında 1 milyar 716 milyon dolar tutarında devlet iç borçlanma senetleri (DİBS) alımıyla, ilk yedi aylık dönemde toplam 13 milyar 296 milyon dolar tutarında DİBS alımı yaptı. 16 Bankaların yabancı para ve Türk Lirası cinsinden efektif ve mevduat varlıkları, bu yılın ilk yedi aylık döneminde 790 milyon dolar tutarında artış gösterdi. Bu artışta yabancı paradaki 1 milyar 42 milyon dolar azalışa rağmen Türk Lirasındaki 1 milyar 832 milyon dolarlık artış etkili oldu. Öte yandan, diğer sektörlerin yurt dışındaki mevduat varlıkları hesaplanırken, Nisan-Temmuz 2011 dönemi için bankaların yurt dışı şubelerinin mizan verilerindeki ilgili hesaplar gösterge niteliğinde kullanıldı. Buna göre, söz konusu veri Temmuz ayında 169 milyon dolar artmakla birlikte, yılın ilk yedi aylık döneminde 10 milyar 970 milyon dolar tutarında azalma gösterdi. Genel hükümet, yurtdışı piyasalar ve diğer uluslararası kuruluşlardan sağlanan uzun vadeli kredilerle ilgili olarak, Temmuz ayında gerçekleşen 186 milyon doları net kullanımın katkısıyla ilk yedi aylık dönemde toplam 1 milyar 450 milyon dolar net kullanım yaptı. Bankacılık sektörünün net kredi kullanımında artış Bankacılık sektörünün net kredi kullanımı, bir önceki yılın aynı döneminde 2 milyar 670 milyon dolar iken, bu yılın aynı döneminde 8 milyar 927 milyon dolara yükseldi. Diğer sektörler ise, bir önceki yılın aynı döneminde 4 milyar 711 milyon dolar net kredi ödeyicisi konumundayken, bu yılın aynı döneminde 5 milyar 81 milyon dolar tutarında net kredi kullanıcısı oldu. Yurt dışı bankaların yurt içi bankalar nezdinde tuttukları yabancı para mevduatları söz konusu dönemde 2 milyar 338 milyon dolar artarken, Türk lirası mevduatları ise 6 milyar 93 milyon dolar düşüş kaydetti. Finans hesaplarının son kalemi olan rezerv varlıkların içinde bulunan resmi rezervler, Temmuz ayında 665 milyon dolar azalmasına rağmen, ilk 7 aylık dönemde 9 milyar 91 milyon dolar artış gösterdi. Keskin: Lokmalar boğazımızdan geçmiyor OSİAD heyeti TBMM Başkanı Cemil Çiçek’i ziyaret etti. Çiçek, ziyarette hükümetin Ankara’ya iki önemli kıyağının olduğunu söyledi. 7 ayda kaynağı belirsiz para 10,6 milyar dolar Ödemeler dengesi bilançosunda kaynağı belirsiz giriş-çıkışı gösteren net hata ve noksan kalemi temmuz ayında, 1 milyar 442 milyon dolar olarak gerçekleşti. Ocak-Temmuz döneminde bu kalemdeki tutar da 10 milyar 603 milyon dolar oldu. Geçen yılın 7 ayında söz konusu rakam ise 228 milyon dolar idi. Net hata ve noksan, tanım gereği ölçüm hataları ve tablodaki eksik ve fazla derlemesinden kaynaklanıyor. Uygulamada, cari işlemler hesabı ile rezerv varlıklar dahil sermaye ve finans hesapları toplamı çeşitli hata ve noksanlıklardan ötürü sıfırdan farklı sonuç verdiğinde, söz konusu toplam, ters işaret ile net hata ve noksan kalemine kaydedilerek ödemeler dengesi eşitliği sağlanıyor. Ostim Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı Adnan Keskin, Başkan Yardımcıları Ahmet Kurt ve Emrelluh Balıkçıoğlu, Yönetim Kurulu Üyesi Ömer Ildıroyuk, Denetim Kurulu üyesi İsmet Beyazkılıç ve OSİAD Genel Sekreteri Gülay Özdemir’den oluşan heyet TBMM Başkanı Cemil Çiçek’i ziyaret etti. OSİAD Başkanı Adnan Keskin, kabulde Çukurca’da 11 asker ve bir korucunun şehit edilmesiyle sonuçlanan saldırıdan duyduğu üzüntüyü dile getirdi ve “Böyle acı olaylar olduğunda lokmalar boğazımızdan geçmiyor” dedi. Ticari işlerinde şimdilik bir sıkıntı olmadığını ancak ABD’deki krizden dolayı bir tedirginlik yaşandığını belirten Keskin, “Olabildiği kadar dikkatliyiz” dedi. Fransa’nın 100 yıldır metro kullandığını anımsatan Keskin, Ankara’daki metro ağının ise yetersizliğine dikkat çekti. TBMM Başkanı Cemil Çiçek ise Türkiye’nin daha önceleri kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan krizleri yaşadığını, son krizlerin 17 ise dış kaynaklı olduğunu ifade etti. ABD ve AB’deki krizin Türkiye’yi sıkıntıya soktuğunu dile getiren Çiçek, “Çünkü, ihracatımız yarısını Avrupa ülkelerine yapıyoruz. Oradaki bir kriz haliyle bizi de etkiliyor” dedi. AK Parti hükümetinin Ankara’ya önemli iki destekte bulunduğunu anlatan Çiçek, bunlardan birinin metro inşaatlarını Ulaştırma Bakanlığı’nın üstlenmesi, diğerinin de Gerede suyunu Çamlıdere barajına akıtacak olan proje olduğunu söyledi. Türkiye’nin 2023 hedefinde hızlı tren ağını artırmanın bulunduğunu vurgulayan Çiçek, Çayyolu metrosunun yüzde 92, Keçiören metrosunun yüzde 40- 45, Batıkent metrosunun yüzde 70 seviyesine getirildiğini belirtti. Çiçek, Ankara’daki metro inşaatları açısından artık kaynak sıkıntısı çekilmediğini belirtirken Ankara- Konya hızlı treninin çok yakın bir zamanda hizmete gireceğini, Sivas- İstanbul hızlı tren hattının ise 2013 yılında sefere başlayacağını söyledi. Hakkari Çukurca’da düzenlenen saldırıda 24 askerimiz şehit oldu. Acımız büyüktür. Başımız sağolsun.... Van’da meydana gelen depremde kaybettiğimiz vatandaşlarımıza Tanrı’dan rahmet, yakınlarına sabır, tedavisi sürenlere acil şifa diliyoruz. İhalelere en düşük fiyatı teklif eden şirketler yanacak Kamu ihalelerinde en çok tartışılan konu olan düşük tekliflere yeni önlem kapıda. Kamu İhale Yasası’nda yapılacak değişiklikle belli bir değerin altında teklifi olan artık otomatikman ihaleden elenecek. Konuyla ilgili değişiklik çalışması Ulaştırma Bakanlığı’nın talebi üzerine başlatıldı. Hazırlanacak ihale yasası paketinde, kamu ihalelerini hızlandıracak başka düzenlemeler de yer alacak. Yürürlüğe girdiği 2002 yılından bu yana 20’den fazla değişikliğe uğrayan yasa için bir kez daha çalışma başlatıldı. Bu kez ise temel amaç, ihalelerde çok tartışmalı bir alan olan “düşük fiyatları” düzenlemek. Şu anki uygulanan sistemde, ihaleye çıkılırken, idare kendi piyasa araştırmasını gerçekleştiriyor ve ihalenin “yaklaşık maliyetini” belirliyor. İhaleye gelen teklifler arasında bu yaklaşık maliyetin çok altında değerler varsa, bu değerlere ilişkin açıklama Kamu ihalelerinde tartışma yaratan düşük teklife değişiklik geliyor. Düzenlemeyle en düşük teklifi veren elenecek. isteniyor. Firma veya isteklinin yaptığı açıklama yeterli kabul edilirse, ihale bu düşük değerli teklifle sonlandırılabiliyor. İhaleyi gerçekleştiren idare, isteklinin açıklamasını yeterli bulmazsa da, aşırı düşük teklifi ihaleden eleyebiliyor. Ancak aşırı düşük tekliflerin, rekabeti olumsuz etkilediği ve bu rakamlar üzerinden alınan ihalelerin sağlıklı sonuçlandırılmadığı; bu nedenle de aşırı düşük tekliflere ihalelerin verilmesiyle kamu kaynaklarının israf edildiği tartışması uzun süredir devam ediyor. Paket hazırlığı başlatıldı Ulaştırma Bakanlığı’nın da bu tartışmalardan rahatsız olması üzerine, Kamu İhale Yasası’nda bu konuda değişiklik yapılması için çalışma başlatıldı. Buna göre, belli bir değerin altında bulunan tekliflerin 19 ihale sürecinde otomatikman elenmesi ve bu firmalardan “aşırı düşük teklif” değerlendirmesi de alınmaması planlanıyor. Hazırlanacak yasa paketinde, Kamu İhale Kurumu’nun işleyişini hızlandıracak maddeler de yer alacak. Şu anda Kamu İhale Kurumu’nun kararları mahkemeye 60 gün içinde götürülebiliyor. Yapılacak değişiklikle ise, kurul kararlarının mahkeme yerine direkt Danıştay’a götürülmesi ve hızlı bir şekilde sonuçlandırılması öngörülüyor. Bu yolla da, ihale süreçlerinin hızlandırılması temel amaçlardan biri. Bakan Yıldırım istedi Değişiklik Ulaştırma Bakanlığı’nın tartışmalardan rahatsız olması nedeniyle gündeme geldi. Düşük tekliflerin rekabeti olumsuz etkilediği ileri sürülüyor. Kaynak: Radikal Sanayiciler iftar yemeğinde buluştu OSİAD, İÇASİFED, Anadolu OSB, OSİAD A.Ş, S.S. Ortabüyüklükte Sanayi Toplu İşyeri Yapı Kooperatifi, S.S. Osiad Toplu İşyeri Yapı Kooperatifi tarafından geleneksel olarak düzenlenen iftar yemeği Çırak Eğitim Vakfı Salonu’nda verildi. Geleneksel iftar yemeğine kurum ve kuruluşlar ile sanayiciler büyük ilgi gösterdi. Yemeğe, TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in yanı sıra CHP Ankara Milletvekilleri Sinan Aygün, Gökhan Günaydın, Bülent Kuşoğlu, ATO Başkanı Salih Bezci, Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar, Yenimahalle Kaymakamı Meftun Dallı, Sincan Kaymakamı Ufuk Seçilmiş, Yenimahalle İlçe Emniyet Müdürü Mehmet Zeki Aygümüş, Yenimahalle Müftüsü Eyüp Demir, Ankara Vergi Dairesi Başkanı Şinası Candan, KOSGEB Ostim Müdürü Mehmet Tezyetiş, Çankaya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ziya Burhanettin Güvenç, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Metin Doğan, Atılım Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu, Gazi Üniversitesi öğretim üyeleri Prof. Dr. Mehmet Arslan, Doç. Dr. Muharrem Tuna, Halkbankası Genel Müdür Yardımcısı Selahattin Süleymanoğulları, MHP İL Başkanı Fatih Çetinkaya, AKP Yenimahalle İlçe Başkan Yardımcısı Metin Gürbüz, sivil toplum örgütlerinin temsilcileri, SİAD başkanları, Ostim ve İvedik’teki bankaların OSİAD, İÇASİFED, Anadolu OSB, OSİAD A.Ş, S.S. Ortabüyüklükte Sanayi Toplu İşyeri Yapı Kooperatifi, S.S. Osiad Toplu İşyeri Yapı Kooperatifi tarafından geleneksel olarak düzenlenen iftar yemeği Çırak Eğitim Vakfı Salonu’nda verildi. Geleneksel iftar yemeğine kurum ve kuruluşlar ile sanayiciler büyük ilgi gösterdi. şube müdürleri, üyelerimiz ve işadamları katıldı. İftar yemeğinin açılışında konuşan OSİAD Başkanı Adnan Keskin, Ramazan ayının bereket ayı olduğunu belirtti ve bu ayın kardeşlik, dostluk, paylaşım duygularının artmasına vesile olmasını diledi. Açılıştan sonra Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar söz aldı. Başkan Yaşar, Ramazan’ın küslerin barıştığı, bereketin, hoşgörünün arttığı bir ay olduğunu söyledi. Böyle mübarek bir ayda Türkiye’nin doğusunda çatışmalar yaşandığını belirterek Ramazan’ın Türkiye ve tüm dünyaya barış ve bereket getirmesini diledi. TBMM Başkanı: Teröre karşı işbirliği TBMM Başkanı Cemil Çiçek, terörle mücadelede uluslararası işbirliği ve dayanışmaya ihtiyaç 20 olduğunu belirterek, ‘’Bir kısım ülkeler terörü hala ‘Bana değmeyen yılan bin yaşasın’ anlayışı içinde değerlendirmeye çalışıyor. Yılan yaşıyorsa bir gün onları da ısırır, ısıracağından hiç şüphem yok’’ dedi. Çiçek, OSTİM Sanayici ve İş Adamları Derneğinin (OSİAD) Çırak Eğitim ve Öğretim Vakfında düzenlenen iftar yemeğine katıldı. İftara, Çiçek’in yanı sıra CHP Ankara Milletvekili Sinan Aygün, Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar, Yenimahalle Kaymakamı Meftun Dallı ve iş adamları katıldı. İftarda konuşan Çiçek, Ramazan ayının İslam dünyasında ve Türk milletinin toplum hayatında önemli bir yeri olduğunu dile getirerek, bu ayda insani değerlerin en çok ön plana çıktığını söyledi. Türkiye’nin bu Ramazan ayının manevi atmosferini yaşadığını belirten Çiçek, ‘’İnşallah huzur içinde, ağzımızın tadı daha fazla bozulmadan bayrama da erişmiş oluruz’’ dedi. Ramazan ayında barışın, kardeşliğin, hoşgörünün öne çıktığını ifade eden Çiçek, geçtiğimiz günlerde okuduğu ‘’İnsan dünyaya bir defa gelir, adam gibi yaşamak için bir defa gelmek yeter’’ sözünü önemsediğini kaydetti. ‘’Adam gibi yaşamak biraz da başkaları için yaşamaktır’’ diyen Çiçek, Ramazan ayının adam gibi yaşamanın öğrenildiği, öğretildiği, özde Müslüman olmanın daha çok öne çıktığı önemli bir ay olduğunu, bu özelliklerin Türk milletini ayakta tutan en temel değerler olduğunu vurguladı. Çiçek, Türkiye’de ve dünyada Ramazan ayının güzelliğini gölgeleyen, huzuru kaçıran bazı olumsuz gelişmeler yaşandığını ifade ederek, şunları söyledi: ‘’Bunların başında terör belası var. Maalesef dün yine bir kısım vatan evlatlarını şehit verdik. Yüreğimiz yandı, ocağımıza ateş düştü. Türkiye 40 yılı aşan zamandan beri bu belayla uğraşıyor. Belki başlangıçta sadece Türkiye’yi ilgilendiren terör, şimdi insanlık için tehdit haline gelmiştir. Ancak bunu insanlığın yeteri kadar anladığı kanaatinde değilim çünkü maalesef terörün dini yok, mezhebi yok, etnik kökeni yok. En son Norveç’te yaşanan olay da Türkiye olarak söylediklerimizin ne kadar doğru olduğunu ortaya koydu. Ama hala Avrupa’nın bu konuyu yeteri kadar anladığı kanaatinde değilim. Bir kısım ülkeler terörü hala, ‘bana değmeyen yılan bin yaşasın’ anlayışı içinde değerlendirmeye çalışışıyor. Yılan yaşıyorsa bir gün onları da ısırır, ısıracağından hiç şüphem yok. Onun için herkesin bu alanda işbirliğine, samimi dayanışmaya ihtiyacı var. Dayanışma bir tarafa, terörü bir başka ülkeye belli politikaları empoze etmek için o ülkede huzuru, barışı, istikrarı, kalkınmayı engellemek için kullanılan en uygun enstrüman vermeyeceğini vurguladı. Özellikle İslam coğrafyasında yaşanan olayların ikinci rahatsızlık konusu olduğunu belirten Çiçek, olayların yaşandığı İslam coğrafyasının dünyanın doğal kaynak açısından en zengin coğrafyası olduğuna dikkati çekti. olarak bir kısım ülkeler gündeminde tutuyor. Onun içindir ki iş başa düşüyor. Terörle mücadelede ne yapıldıysa, milletimizin çabası, gayreti, fedakarlığı ve bu işte mücadele veren devletimizin güçlerinin başarısıdır.’’ Çiçek, ‘’İnsanların mutluluğu ve refahı için zenginlik adına ne lazımsa toprağın altında ve üstünde, hepsi bu İslam coğrafyasındadır. Ama gelin görün ki dünyanın en karışık coğrafyası, en fakir insanların, bir lokma ekmeğe muhtaç insanların yaşadığı coğrafya da burasıdır. Oturup düşünülmesi gereken husus budur. Her türlü zenginlik var ama açlık ve sefalet diz boyu, 7-8 milyon insan bir lokma ekmek için dış yardım bekliyor’’ diye konuştu. Cemil Çiçek, terörün daha uzun süre Türkiye ve dünyanın gündeminde olacağına dikkati çekerek, olup bitenlerin devletin ve milletin kararlılığında bir zafiyete sebebiyet 21 KOBİ’lere gümrük kolaylığı KOBİ’lerin gümrük işlemlerinin daha hızlı yapılması amacıyla yeni bür düzenlemeye gidildi. Gümrük işlemlerinin daha hızlı yapılması amacıyla ‘’onaylanmış kişi statüsü’’ sisteminde A ve B sınıfı için geçerli olan avantajların önemli bir bölümünden artık KOBİ’lerin dahil olduğu C sınıfı da yararlanabilecek. Gümrük ve Ticaret Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, gümrük işlemlerinin hızlı, güvenli ve basit bir şekilde yürütülerek ticaretin kolaylaştırılmasını hedefleyen Gümrük ve Ticaret Bakanlığının, onaylanmış kişi statüsüne ilişkin yeni düzenlemeleri hayata geçirdiği kaydedildi. Açıklamada, gümrük işlemlerinde kolaylık sağlayan ‘’onaylanmış kişi statüsü’’ sisteminin yaygınlaştırılması çalışmaları kapsamında yürürlüğe giren tebliğ ile A ve B sınıfı için geçerli KOBİ’lere 100 bin lira borsa desteği Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, KOBİ’lerin borsaya açılırken yapacakları masrafın, 100 bin liraya kadar olan kısmını KOSGEB’in karşılayacağını bildirdi Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, KOBİ’lerin borsaya açılırken yapacakları masrafın, 100 bin liraya kadar olan kısmını KOSGEB’in karşılayacağını bildirdi. Bakan Ergün, ayrıca, bağımsız denetim yaptırmak isteyen KOBİ’lere de 10 bin liraya kadar geri ödemesiz destek sağlanacaklarını açıkladı. olan avantajların önemli bir bölümünün artık küçük ve orta ölçekli işletmelerin dahil olduğu C sınıfının da yararlanabileceği bildirildi. Gümrük işlemlerinde güvenirliğini kanıtlamış, belirli bir dış ticaret hacmine veya sabit sermaye yatırımına sahip, mali yeterliliği tasdik edilmiş kişilere, gümrük ve dış ticaret işlemlerinde bazı kolaylıklar sağlayarak gümrük işlemlerini hızlandırmak amacıyla onaylanmış kişi statüsü tanındığı hatırlatılan açıklamada, şöyle denildi: ‘’Gümrük işlemlerinde önemli kolaylıklar sağlayan Onaylanmış Kişi Statüsü güvenirlik ve performans kriterlerine bağlı olarak, dış ticaret hacmi ve istihdam düzeylerine göre A sınıfı, B sınıfı ve C sınıfı olmak üzere üçe ayrılıyor. Düzenlemeyle daha önce sadece A ve B sınıfı onaylanmış statü belgesi sahibi kişilere tanınan eşyanın fiziki muayene ve belge kontrolüne tabi olmadan gümrük işlemlerinin yapıldığı ve eşyanın sonradan kontrolüne ağırlık verilen mavi hat uygulamasından yararlanma yetkisi, küçük ve orta ölçekli firmaların ihracatlarını daha hızlı ve kolay bir şekilde gerçekleştirebilmeleri için C sınıfı onaylanmış kişi statü belgesi sahiplerine de tanınıyor. KOBİ’lerin Gümrük Birliği kapsamındaki yapacakları ihracatların hızlandırılması ve maliyetlerinin düşürülmesi amacıyla getirilen bir diğer düzenlemeyle, A.TR dolaşım belgesi düzenleme ve onaylama yetkisi alabilme koşulu, C sınıfı için bir yıl içerisinde 50 adet A.TR belgesi düzenlenmiş olma olarak belirlendi.’’ Bakan Cevdet Yılmaz: Teşvikleri güncelliyoruz Hükümet, yerli yatırımcının elini rahatlatmak için yeni teşvik paketini ekim ayında açıklayacak. Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, mevcut teşviklerin sektörel bölgesel bazda güncelleneceğini belirterek, “Cari açığı uzun vadede aşağı çekecek şekilde yeniden düzenleniyor. Bölgesel ve sektörel boyutu da gözden geçiriliyor. Mevcut yatırımcı da paketten yararlanacak” dedi. Enerji ve prim desteklerinin artırılması öngörülüyor. Ekonomi yönetimi cari açıkla mücadele için detaylı bir program hazırlıyor. Bunun en önemli ayağını yatırım ve istihdam programları oluşturacak. Bakan Cevdet Yılmaz, bu konudaki çalışmaların olgunlaşmış bir şekilde ekim başında Ekonomi Koordinasyon Kurulu’na gündemine geleceğini söyledi. Yılmaz, dünyada artan işsizlik oranına karşı Türkiye’nin istihdam konusunda önemli bir performans sağladığını belirtti. 22 23 Somali’de yaşanan kıtlık ve sebepleri Yeryüzünde birçok noktada yıllık yağış miktarlarında dalgalanma gözlemlenmektedir. Ancak Afrika Boynuzu olarak tanımlanan bölgenin, dünyanın ve kıtanın diğer bölgelerine nazaran daha sık kuraklık ve kıtlık yaşaması sosyal meseleler üzerine düşünen insanları farklı sorular sormaya yönlendirmektedir. Nasıl oldu da 1970’lerde gıda üretiminde kendi kendine yeterli olan Somali son yıllarda kuraklıklara ve kıtlıklara maruz kaldı? Yaşamakta olduğumuz bu insanlık dramı sadece bir doğal afetin ortaya çıkardığı bir durum mudur? Batılı ülkeler, yaşanan bu insanlık dramına karşı birkaç aylık gıda yardımı göndermekten başka bir şey yapacak mıdır? Milyonlarca insanın yaşam mücadelesi verdiği bu kıtlığın birincil sebebi olarak ilk planda bahar yağmurlarının azalması gösterilmektedir. Ancak bu tür bir sebep-sonuç ilişkisi yüzeysel bir izah olacak ve yaşananları tam anlamıyla bizlere anlatamayacaktır. Doğa koşullarının etkisini göz ardı etmemekle birlikte Afrika Boynuzu’nda son yıllarda sıklıkla karşılaşılan kuraklık ve kıtlıkların sebebi öncelikle ülkede devam eden iç savaştır. Yirmi yıldır devam eden iç karışıklığın ortaya çıkmasındaki en büyük etmen ise 1980’li yıllarda uygulanan IMF reçeteleri, Soğuk Savaş dönemi ABD-SSCB rekabeti ve sömürgecilik zamanında uygulanan politikalardır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında bağımsızlıklarını kazanan eski sömürge devletleri ile birlikte Somali 1960 yılında bağımsız bir devlet olarak kuruldu. Ne var ki yeni Somali devleti için bir sorun vardı: batılı güçlerin çizdiği sınırlar, Somali halkını “Somali’de gıdadan çok silah var. Bu silahlar Somalililer tarafından üretilmedi. Onlara dış güçler tarafından dış güçlerin çıkarlarına hizmet etmeleri için verildi. Bu silahları tedarik edenler bugün işlenen suçların da ortaklarıdırlar.” farklı devlet sınırları içinde bırakmıştı. Etiyopya’nın doğusundaki Ogaden bölgesi ile Kenya’nın Somali sınır bölgeleri Somalililerin kendi ülkeleri dışında en çok yaşadığı bölgeler olarak kaldı. İlk on yılı barış içinde ve kısmen de olsa demokrasi ile geçen ülkede 1969’da kansız bir askeri darbe sonrası yönetime gelen Siad Bare ile Somali’de tek parti rejimi başladı. İdeolojik olarak sosyalizmi benimseyen Bare başlangıçta Sovyetler Birliği ile yakınlık kurdu. Siad Bare yönetimi boyunca, Etiyopya’nın doğusunda Somalililerin yoğun olarak bulunduğu Ogaden bölgesindeki Somalililerin ayrılık mücadelesi verdikleri Batı Somali Özgürlük Cephesi’ni (WSLF) destekledi. Temmuz 1977’de WSLF’i desteklemek için Etiyopya’ya savaş açan Bare yönetimi Sovyetler Birliği’nin desteklediği Etiyopya karşısında mağlup oldu. Yenilgi üzerine Sovyetler Birliği ile ilişkilerini kesen Siad Bare Amerika’ya yakınlaşmaya başladı. Amerika ve Batı’nın Soğuk Savaş sonrası demokrasiye geçen ülkelere uyguladıkları paket program 24 1970’lerin sonunda Somali’ye de uygulandı. Batılı ülkelerden maddi yardım almak zorunda kalan Siad Bare yardım ile birlikte gelen şartları da kabul etmek zorundaydı. İlk başlarda çok partili sisteme geçmeyen Somali ekonomik sistemini batıya uyarlamak zorundaydı ve bunu IMF ile gerçekleştirecekti. IMF Sonrası Somali Bir ülkenin ekonomik sistemini sil baştan kurmak isteyen IMF yöneticilerinin Somali’ye sundukları şartlar ülke tarımını olumsuz yönde etkiledi. İşe kamu harcamalarını düzenleyerek başlayan IMF, hükümetten tarım alanındaki harcamalarını kesmesini istedi çünkü Somali sanayi ülkesi olmalıydı ve bunun gerçekleşmesi için tarım sektörüne devlet yardım etmemeliydi. Sonuçta 1980’lerin ortalarında Somali’nin tarım sektörüne yaptığı harcamalar 1970’lere nazaran %85 azalmıştı. Soğuk Savaşın gergin atmosferinde kendilerine yaklaşan Somali’ye batılı ülkeler yardım göndermekte gecikmedi. Ancak bu yardım teknolojik değil daha çok gıda yardımı şeklinde oldu. Batılı ülkelerin yaptıkları gıda yardımlarının ülke pazarına girmesi, kamu harcamalarının kesilmesi nedeniyle zaten zor durumda kalmış Somalili çiftçilerin rekabet gücünü düşürdü. Özellikle Amerika başta olmak üzere kendi tarım sektörünü sübvanse eden batılı devletler, iç piyasalarından aldıkları tahıl ürünlerini “yardım” olarak Somali pazarına sürdüklerinde aslında bu ülkenin tarım sektörünü öldürmekteydiler. İşte bu tür politikalar yüzünden 1970’lerde kendi iç gıda ihtiyacını kendisi karşılayan yani kendi kendine yeterli olan Somali, yurtdışından gıda ithal eden bir ülke olmuştur. Kısacası, aslında tarım yapılamadığı için değil, tarım yaptırılmadığı için Somali’de gıda güvenliği sağlanamamış durumdadır. Yoksa normal şartlarda bir bahar yağmurlarındaki düşüş gıda üretimini düşürse de bu derece ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmazdı. IMF politikalarının sonucu olarak tarım alanında yaşanan geriye gidiş diğer alanlarda da yaşandı. Dünya Bankası verilerine göre devletin sağlık harcamaları 1989 yılında 1975 yılına göre %78 oranında azaldı. Michel Chossudovsky’nin verdiği bilgilere göre Somali devleti 1982 yılında her bir ilkokul öğrencisi başına yılda 82 dolar harcarken bu miktar 1989’da sadece 4 dolara düştü. Ülke nüfusunda olağan artışın devam etmesine rağmen 1981-1989 döneminde okula kayıt olan öğrenci sayısı %41 azaldı ve mevcut ilkokulların dörtte biri kapandı. IMF, birçok ülkeye yaptığı gibi Somali’ye de devalüasyona gitmesini önerdi ve Mart 1985’te varılan anlaşma ile Somali Şilininin değeri düşürüldü. Son yıllarda takip edilen politikalar yüzünden gıda ithal etmek zorunda kalan Somali ulusal para biriminin değer kaybetmesi sonucu gıda ithalatında zorlanmaya ve bunun sonucu olarak daha fazla borçlanmaya başladı. Helen Metz, devalüasyon sonucu Somali Şilininin değer kaybetmesinin Somali’de belki de en çok hayvancılıkla uğraşanları olumsuz etkilediğini savunur. Hayvancılık ve hayvan ihracı Somali’nin en önemli gelir kaynağı ve ihraç kalemi idi. Ülkenin 1980’li yıllarda Gayrı Safi Milli Hasılası’nın %47’sini ve ihracatının %60’ını oluşturan hayvancılık devalüasyon kararı ile zor durumda kaldı. Somalililer hayvanların sağlığını korumak için gerekli olan ilaçları ve besinleri yurtdışından ithal etmekteydiler. Somali Şilininin değer kaybetmesi ile birlikte hayvanlarının bakımlarını yapmakta zorlanmaya başladılar. Bu zorluğu aşmaya çalışan Somalililere bir kötü haber de Suudi Arabistan’dan geldi. Somali’nin hayvan ihracatında bir numaralı müşterisi olan Suudi Arabistan, 1983 Haziran ayında aldığı bir kararla artık hayvan ithalatını Somali’den değil Avustralya’dan yapacağını duyurdu. Siad Bare bir yandan batılı ülkelerden yardım alırken diğer yandan ülke içinde muhalif güçleri sindirmek için şiddete başvurdu. Tek parti iktidarına karşı gelen gruplara yönelik son derece sert politika izleyen Bare kendisine karşı gelen insanlara zulüm etmekte tereddüt göstermedi. Somali’yi “kalkındırmak” için Siad Bare ile görüşmeler yapan IMF ve Dünya Bankası da aynı yıllarda Somali’de yaşanan zulmün farkındalardı. Ülkede ordu ile yerel aşiret grupları arasında yaşanan küçük çapta çatışmalar ve Somali askerlerinin gözaltına aldıkları muhaliflere yaptıkları batılı ülkeler tarafından bilinmekteydi. Buna rağmen batılı ülkelerden Somali’ye gıda yardımı ile silah yardımı hiç aksamadı. Siad Bare batılı ülkelerin farklı alanlarda kullanılması için gönderdiği yardım paralarını da silahlı gücünü artırmak için kullandı. Yani batılı devletler yaptıkları “yardım” ile bir diktatörü ve diktatörlüğü desteklerken bir halkın mahvoluşuna yardım ettiler. 26 Çöken Ekonomi ve İç Savaş Afrika’daki birçok ülkenin aksine Somali son derece homojen bir sosyal yapıya sahiptir. Farklı lehçelerle de olsa ülkede tek dil konuşulur ve halkın neredeyse tamamı Müslümandır. Somali halkı ana birkaç aşiret ve bu aşiretlerin alt kollarına bağlı alt aşiretler halinde yapılanmıştır. Günümüzde Somali’deki iç savaş da aşiretler arasında yapılmaktadır. Ancak aşiret yapısı Somali’de yeni bir olgu değil, yüzyıllardır devam eden bir sosyal yapılanma biçimidir. Somali’deki aşiretler arasında geçmişte büyük çapta bir savaş yaşanmadığını ve sorunlarını diplomasi ve bazen küçük çaplı çatışmalarla çözdüklerini belirten Julius Ihonvbere haklı olarak “neredeyse bin yıldır savaşmayan aşiretler neden şimdi savaşıyorlar? Aralarındaki bu düşmanlık nereden geliyor?” sorusunu sorar. Aradığı cevabı ise XIX. yüzyılda başlayan sömürgeci yönetimlerin izlediği politikalarda bulur. Emperyalizmin klasikleşmiş “Böl ve Yönet” politikasını Afrika Boynuzu’nda da uygulayan İngiliz ve İtalyan sömürge yönetimleri aşiretleri farklı konularda birbirlerine karşı kullanmışlardır. Yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığım Somali’nin 1980’li yıllardaki durumu başkent Mogadişu’daki hükümetin halk neznindeki popüleritesini neredeyse tamamen kaybetmesine yol açtı. Ulaşım ve iletişim altyapısının olmaması merkezi hükümetin ülkenin her tarafında otoritesini tesis etmesini zorlaştıryordu. Uzun yıllar Mogadişu’daki hükümetten herhangi bir destek alamayan, aksine izlediği politikalardan dolayı zarar gören Somali halkı yerel düzeyde aşiretler halinde kendi idarelerini üstlendiler. Siad Bare yönetimi, güvenlik gibi bir devletin halkına sağlaması gereken temel hizmetleri sağlamakta zorlanınca aşiretler kendi hısımlarının haklarını korumaya soyundu. Aşiret içi bağların ve dayanışmanın yüksek olduğu Somali’de günümüzde aşiretlerin siyasi ittifakları üzerine kurulan dengeler ülkenin kaderini belirlemektedir. Siad Bare döneminde uygulanan şiddet ile halkı sindirme politikaları ve Bare sonrasında ülkedeki anarşik düzen aşiretleri kendi güvenliklerini üstlenmeye ittiği gibi silahlanma ve şiddeti de meşrulaştırmıştır. Kuraklık ve kıtlık bir yerin coğrafi koşulları ile doğrudan ilintilidir. Doğal bir afet olan kuraklık, tıpkı deprem gibi, önceden tahmin edilemez ve kaçınılmazdır. Tam da bu sebepten dolayı kuraklık ve kıtlık yaşanan yerlerde insanlar zor şartlarla karşı karşıya gelir. Ancak yaşanacağını önceden bilmememize rağmen depreme hazırlık yapmakta ve doğabilecek hasarı olabildiğince azaltmaya çalışmaktayız. Afrika Boynuzu bölgesindeki ülkelerde de tarım sektörüne yatırım yapılarak bu ülkelerin gıda güvenliğinin sağlanmasına yardımcı olunabilir. Somali topraklarının büyük kısmı tarım yapmaya elverişli değildir. Ama özellikle güney kesim tarım için elverişlidir ve ülkenin gıda ihtiyacını fazlasıyla karşılayacak potansiyele sahiptir. Ne acıdır ki, acımasız bir diktatör olarak anılsa da, Siad Bare 1984-1986 yılları için kamu yatırım planı hazırlayıp Dünya Bankası’ndan kredi talep ederken bu planı sundu. Planın en dikkat çeken projesi ise Somali’nin güneyindeki Barhir şehrine baraj yapılması idi. Ancak Dünya Bankası hükümetin bu yatırım planını “gerçekleştirilmesi zor” ve “ihtiraslı” olarak gördü ve kabul etmedi. Yatırım projelerini reddeden Dünya Bankası ve IMF ülkenin en büyük potansiyeli olan tarım ve hayvancılık sektörlerini iyileştirmek adına hiçbir destek sağlamazken ülkeye gıda yardımı yaparak piyasadaki yerel ürün fiyatlarının da düşmesine neden oldu. Kısacası, Somali’nin ekonomik durumu IMF ve Dünya Bankası ile görüşmelere başlamadan önceki durumundan çok daha kötüdür. Yaşanmakta olan kuraklık ve kıtlık aslında Dünya Bankası ve IMF’nin insani yardım anlayışının ve yapısal uyum stratejisinin iflas ettiğini gözler önüne sermektedir. Bugün dünyanın dört bir tarafından kıtlık bölgelerine yapılan yardımlar bir iki ay kadar yetecek miktardadır ve sürdürülebilir bir strateji değildir. Mülteci kamplarına sığınan insanların gıda güvenliğinin sağlanması için yardım etmek isteyen ülkeler daha büyük çapta projeler tasarlamalıdır. Uluslararası kuruluşların önceliği Somali’yi kapitalist ekonomik sisteme entegre etmek için serbest piyasanın tesis edilmesi veya çok partili bir demokrasinin kurulması olmamalıdır. Bunun yerine insanların hayat standartlarını yukarıya çekecek küçük çapta ama insanların yaşam şartlarına büyük çapta etki edecek projeler düşünülmelidir. Sonuç Daha önce Somali’deki iç savaşı durdurmak için Birleşmiş Milletler barış operasyonuna liderlik eden ABD’nin yeniden böyle bir girişime ön ayak olup olmayacağı tartışılmaktadır. Şayet uluslararası bir operasyon yapılacaksa bu ancak ABD’nin katılımıyla olacaktır. Tarihlerinin en kötü ekonomik krizleriyle boğuştukları bu dönemde Avrupa ve Amerika’nın ekstra maddi bir yükü omuzlarına alarak askeri bir operasyon ile Somali’deki iç savaşa son vermeleri beklenmemelidir. Hatırlanacağı üzere, 1993 yılında Türkiye’nin de katıldığı uluslararası operasyonda Amerikan askerleri hayatlarını 27 kaybetmişti ve Mogadişu sokaklarında direnişçilerce sürüklenen Amerikalı asker cesetleri büyük infiale sebep olmuştu. Böylesi acı bir tecrübe yaşayan ABD’nin tekrar bu ülkeye asker göndermesi Amerikan halkının tepkisini çekecektir. Kaldı ki Somali ne Amerika ne de Avrupalı ülkeler için stratejik bir öneme sahiptir. Her ne kadar Aden Körfezinin girişinde bulunması ülkenin konumunu önemli kılsa da komşu ülke Cibuti’de hem Amerika’nın hem de Fransa’nın askeri üssü bulunmaktadır. Kısacası Somali’deki iç savaşı durdurmak için uluslararası bir operasyon beklenmemelidir. Ancak taraflar üzerinde etkili olabilecek saygın bir veya birkaç ülkenin arabuluculuğu ve garantörlüğü ile iç savaşı sonlandırmak bölgenin gerçeklerine daha uygun olacaktır. Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreteri Boutros Ghali’nin 1993 yılında Somali’deki iç savaşı durdurmak üzere oluşturulan uluslararası gücün başarısız olması üzerine söyledikleri aslında bu ülkede yaşananlardan kimlerin sorumlu olduğunu göstermektedir. Boutros Ghali 18 sene önce şöyle demişti: “Somali’de gıdadan çok silah var. Bu silahlar Somalililer tarafından üretilmedi. Onlara dış güçler tarafından dış güçlerin çıkarlarına hizmet etmeleri için verildi. Bu silahları tedarik edenler bugün işlenen suçların da ortaklarıdırlar.” Kaynak: www.bilgesam.org 28 GSM şirketlerinin büyük ayıbı Somali’ye kısa mesajla gönderilen yardımlara ek olarak ücret alındığı ortaya çıktı. Somali’ye yardım için gönderilen her 5 liralık SMS için bazı GSM operatörleri kısa mesaj ücreti aldığı ortaya çıktı. Bir SMS’le 5 lira yardım yapan vatandaşlar, faturaları eline aldıklarında bir de kısa mesaj ücreti ödemek zorunda kaldıklarını gördü. Somali’ye yardım yapmak için Kimse Yok mu Derneği ve Kızılay’a gönderilen mesajlardan hiçbir ücret almadı. Ancak mesajla Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Diyanet Vakfı’na yardım edenler 21 kuruş ödemek durumunda kaldı. Mu Derneği’ne bağış yapanlar 2 SMS, Kızılay ve Diyanet Vakfı’na yardımda bulunanlar ise 1 SMS bedeli ile ücretlendirildi. Bu GSM şirketinin yetkilileri yaptıkları açıklama ile Somali’ye yapılan yardım mesajlarından ücret almadıklarında ısrar etti. Bugün Gazetesi’nin haberine göre, GSM şirketi kampanyanın başlangıcında vakfı ile yapılan bağışlardan SMS ücreti alındığı kabul etti. Açıklamada, “Ancak daha sonra Diyanet Vakfı’nın talebi üzerine yapılan yeni sözleşme ile bu ücreti kaldırdık” denildi. Ancak faturalarında Diyanet Vakfı’na gönderilen mesajın ücretinin yer aldığının ortaya çıkması üzerine yeni bir açıklama daha yaptı. Açıklamada, “Diyanet Başkanlığı ile yaptığımız protokolde mesajlardan ücret kesilmesin ibaresi yoktu. Daha sonra Ulaştırma Bakanlığı ‘sizin de bir katkınız olsun’ deyince biz de Somali’ye gönderilen yardım mesajlarından ücret almadık” denildi. Yardım mesajlarından ücret aldığı ortaya çıkan diğer GSM şirketinin çağrı merkezinden alınan bilgiye göre, Kimse Yok Açıklamada ayrıca, Kimse Yok Mu Derneği’ne gönderilen mesajlardan da ücret alınmadığı kaydedildi. 29 DİYANET: GEREĞİNİ YAPARIZ Diyanet İşleri Başkanlığı Basın Müşaviri Abdülkadir Özkan, Ramazan ayının başlangıcında SMS kampanyasını başlattıklarında tüm operatörlerle kontrat imzaladıklarını söyledi. Bu kontrat kapsamında operatörlerin gönderilen bağış mesajlarından ücret almayacağı bilgisinin yer aldığını kaydeden Özkan, “Eğer ücret alınıyorsa sözleşme ihlali yapılıyor demektir ve gereğini yaparız” dedi. Kampanya kapsamında geçtiğimiz hafta itibariyle 2 milyon 350 binden fazla SMS bağışı aldıklarını kaydeden Özkan, “Bunun yüzde 50’sinden fazlası bir operatör üzerinden yapıldı” diye konuştu. Kaynak: Sabah gazetesi 30 Bedelsiz arsaya 10 bin başvuru Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın OSB’lerde tamamen veya kısmen bedelsiz arsa tahsisi, yatırımcıdan yoğun ilgi gördü. Organize Sanayi Bölgeleri’nde (OSB) bedelsiz arsa tahsisi sağlayarak doluluk oranlarını artırmayı amaçlayan yönetmelik etkili oldu. Yönetmeliğin yayınlanmasının ardından 20 gün içinde OSB’lerde yer almak için yatırımcılardan 10 bin 200 başvuru geldi. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından Organize Sanayi Bölgelerinde Yer Alan Parsellerin Gerçek ve Tüzel Kişilere Tamamen veya Kısmen Bedelsiz Tahsisine Dair Yönetmelik’le ilgili olarak DÜNYA Gazetesi’ne konuşan Organize Sanayi Bölgeleri Derneği (OSBDER) Başkanı Hüseyin Kutsi Tuncay, yönetmeliğin yayınlanmasının üzerinden 1 ay geçmeden uygulamadan faydalanmak için gelen başvuruların 10 bin 200’e ulaştığını söyledi. “Bu çok önemli bir talep. Ancak bunların ne kadarı gerçekçi, ne kadarı yatırıma dönüşecek nitelikte onu önümüzdeki 1.5 yıllık dönemde göreceğiz” diyen Tuncay, “Eğer bu talep gerçekçi ise 100 bin kişinin istihdam edilmesi anlamına geliyor. Onun için buradan önemli bir istihdam ve gelir bekleniyor” diye konuştu. Ücretsiz arsa tahsisinin 2002-2003 Devlet Planlama Teşkilatı’nın Sosyo Ekomomik Kalkınmışlık seviyesine göre belirlendiğini aktaran Tuncay, “Buna göre iller sosyo ekonomik gelişmişliği bir ve birin üstünde olan illerdeki OSB’ler kapsam dışında kaldı. Türkiye genelinde 264 OSB bölgesi var. Ancak Ankara, İstanbul, Bursa ve İzmir ve buralarda yer alan 86 OSB kapsam dışında kaldı. Onun dışındaki illerde ise konuma göre yüzde 100 yada yüzde 30 destekler veriliyor” dedi. Türkiye genelindeki OSB’lerdeki boşluk oranlarının yüzde 75’leri bulduğunu aktaran Tuncay, bakanlığın bu bölgelerde üretimin artırılması için bakanlar kararı çıkardığını ifade ederek, “Ancak burada bir yatırımcı için arsa bedeli önemli bir maliyet olabilir ama daha da önemlisi yatırım yapılan yerin pazarlara yakınlığı ve minimum üretim maliyetlerinin olması gerekir. Dolayısıyla arsa bedelinin bedelsiz olması önemli ancak yatırım için yeterli bir sebep değildir. Normal şartlarda arsa bedeli yatırımın dörte biri yada beşte biridir. Ancak bazı bölgelerde hali hazırda metrekaresine 600700 dolar verdiğiniz halde yer bulamıyorsunuz. Çünkü pazarlara ve limanlara yakın olduğu için minimum nakliye maliyetleri ödendiği için arsa fiyatları yüksek” diye konuştu. Buna örnek olarak Gebze OSB’yi gösteren Tuncay, “Aynı avantaj Çankırı ve Ankara için yok. Ankara’da OSB’lerde 6065 dolara arsa satıldığı halde yatırımcı bulunamıyor. Burada da eğer arsa bedeli çok şey ifade ediyorsa bu OSB’nin kapsam dışı kalmasının bir anlamı yok. O yüzden OSB’lerin hangi ilde olduğuna bakılmaksızın bütün 31 OSB’ler için pozitif ayrımcılık yapılmasını bekliyoruz” Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kuruluşu (OSBÜK) Başkanı ve Ankara 1.OSB Yönetim Kurulu Başkanı Nurettin Özdebir, en fazla ilginin Osmaniye ve Düzce’deki OSB’lere geldiğini söyledi. Osmaniye’nin hemen yanında Adana ve İskenderun gibi sosyal ve kültürel gelişmiş gibi kentlerin olması ve limana yakınlığının burada yatırım yapmayı cazip kıldığını belirten Özdebir, Düzce’nin de Kocaeli ve İstanbul’a yakın olmasının önemli bir unsur olduğunu söyledi. Irak ve Suriye gibi komşu ülkelerle olan ticaretin gelişmesinden dolayı Urfa, Hatay, Gaziantep, Şırnak, Mardin gibi illerin OSB’lerinde de hareketlilik olduğunu ifade eden Özdebir, “Bu OSB’lerde daha önce yer alıp yatırım yapmayanlar yüzünden yeni yatırım yapılmıyordu. Ancak bu illerdeki arazilerin de tekrar tahsis edilen kişilerden alınıp yatırım yapacak insanlara verilmesi gerekir. Bu da faydalı bir şey olacak” dedi. 10 arsayı geri aldık Mevcut durumda arsa alıp buralarda yatırım yapmayanların 74 milyon kişinin hakkını yediğini dile getiren Özdebir, “Millet olarak böyle bir fedakarlık yapıyorsak bunun biran önce yatırıma dönüşmesi gerekir. Bunu yapamayacak olanlardan alınması son derece doğru bir karar. Biz Ankara Sanayi Odası olarak 2 yıl içinde yatırımcıdan 10 arsayı geri aldık dedi. Kaynak: Dünya gazetesi Ekonomide sonbahar uyarısı Dünya Bankası Başkanı Zoellick, küresel ekonominin, sonbaharda yeni bir tehlikeli döneme gireceğine dikkat çekti. Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick, küresel ekonominin, bu sonbaharda yeni bir tehlikeli döneme gireceğini bildirdi. Zoellick Pekin’de katıldığı “2030 Yılında Çin’in Geleceği” konulu konferansın açılışında yaptığı konuşmada, Avrupa’daki finansal krizin, parasal birlik, bankalar ve bazı ülkelerin rekabetçiliği üzerinde ciddi etkileri olan bir borç krizi haline geldiğine dikkati çekti. ABD’nin özel sektörün desteklenmesi için vergi reformu, harcama ve borç sorunlarıyla karşı karşıya bulunduğuna işaret eden Zoellick, mevcut uluslararası konjonktür dikkate alındığında büyümenin yavaşladığını, güveninse zayıfladığını vurguladı. Zoellick, Temmuz ayında Dünya Bankasının Çin’i üst orta gelirli ülkeler grubuna çıkardığını belirterek, ülkenin gelecek 15-20 yılda yüksek gelirli ülkeler grubuna dahil olacağını öngördüklerini ifade etti. Zoellick, çok az ülkenin bu geçişi başarabildiğine, çoğunun ise başarısız olduğuna vurgu yaptı. Orta gelirli ülkelerin yoksulken uyguladıkları büyüme modellerini sürdüremeyeceklerini kaydeden Zoellick, aksi halde teknolojik değişim ve yenilikçilik anlamında yüksek gelirli ülkelerle rekabeti Üst üste kriz uyarıları yapılıyor. Dünya Bankası Başkanı Zoellick, küresel ekonominin, sonbaharda yeni bir tehlikeli döneme gireceğine dikkat çekerken, Goldman Sachs, Türkiye ekonomisi için Ağustos ayı itibariyle resesyon olasılığının yüzde 54’e yaklaştığını belirtti. Rostowski ise euro bölgesinde yaşanacak bir çöküşün uzun vadede savaşa dahi neden olabileceğini söyledi. kaybedebilme tehlikesiyle karşı karşıya oldukları uyarısında bulundu. “Avrupa, ABD ve Çin’in kararları hepimizi etkiliyor” diyen Zoellick, dünyanın büyüme konusunda itici güce ihtiyacı olduğunun altını çizdi. Türkiye’de resesyon olasılığı arttı Goldman Sachs, Türkiye ekonomisi için Ağustos ayı itibariyle resesyon olasılığının yüzde 54’e yaklaştığını belirtti. Goldman Sachs, Türkiye ekonomisi için büyüme tahmini 32 aşağı çekerken Ağustos ayı itibariyle resesyon olasılığının yüzde 54’e yaklaştığını belirtti. Gayrı safi yurtiçi hasılanın (GSYH) art arda iki çeyrek boyunca daralması teknik olarak resesyon şeklinde nitelendiriliyor. Goldman Sachs tarafından yayımlanan araştırma raporunda Türkiye ekonomisinin 2011 için büyüme tahmini yüzde 7.5’ten yüzde 6.5’e çekilirken 2012 büyüme tahmini ise yüzde 3.5’ten yüzde 2’ye revize edildi. Böyle giderse Avrupa’da savaş çıkar Avrupa Birliği dönem başkanlığını yürüten Polonya’nın Maliye Bakanı Jacek Rostowski, euro bölgesinde yaşanacak bir çöküşün uzun vadede savaşa dahi neden olabileceğini uyarısında bulundu. CNBC’ye konuşan Rostowski, Avrupa’nın para birliğinin dağılmasının, Avrupa Birliği’nde de dağılma sürecini başlatacağını ve bunun bölgede yaratacağı risklerin yanında uzun vadede savaş sonucunu dahi doğurabileceğini belirtti. Rostowski, “Eğer euro bölgesi dağılırsa, AB’nin de dağılma olasılığını dışarıda tutmak zorlaşır. AB, 60 yıldır Avrupa’da barışın ve güvenliğin iki önemli dayanağından biri durumunda. Bu nedenle, sorunları barışçıl biçimde çözmemize olanak sağlayan, hem siyasi sistemimizin hem de güvenliğimizin en önemli iki payandasından birinin eksikliği, 10-20 yıllık uzun vadede otoriter hareketler ve bunun sonucunda da savaş riski artar” dedi. ECB ZAMAN KAZANDIRDI Rostowski, Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB), İtalyan ve İspanyol tahvilleri almak için piyasalara müdahale etmesini oldukça cesaretli bir adım olduğu kadar gerekli ve doğru bir hamle olduğuna da dikkat çekti. Rostowski, Avrupalı liderlerin ECB’nin bu müdahalesiyle kazanılan zamanı etkin şekilde kullanması gerektiğinin önemine de işaret etti. Rostowski, “Saatin gece 12’yi vurmasına az kaldı. Biraz daha zaman kazanmış olmamız, bu vakti boşa harcayabileceğimiz anlamına gelmemeli. Orta sahada topu çevirmeden, anlaşma sağlamak ve çözüm üretmek için bu fazladan zamanın her saniyesini dikkatli kullanmalıyız” dedi. Yastık altında 300 milyar dolarlık altın var İstanbul Altın Rafinerisi Yönetim Kurulu Başkanı Halaç, “Yastık altına giden altına, ekonomiden kaçırılan para olarak bakıyoruz” dedi. İstanbul Altın Rafinerisi (İAR) Yönetim Kurulu Başkanı Özcan Halaç, geleneksel yatırım aracı olan, Darphane’nin ürettiği çeyrek ve diğer altın fiyatlarının yükselmesiyle, vatandaşların daha çok takı amacıyla, ağırlığı ve fiyatı daha düşük olan 24 ayar gram altını tercih etmeye başladığını kaydetti. Gayrimenkul, ev gibi yatırım yapmak isteyenlere yastık altındaki altınları çıkarması tavsiyesinde bulunduklarını ifade eden Halaç, şöyle konuştu: ‘’Yastık altına giden altına, ekonomiden kaçırılan para olarak bakıyoruz. Şu an yastık altında tahmini 5 bin ton, yaklaşık 300 milyar dolarlık altın var. Bu çok büyük bir rakam. Bu, ekonomiden kaçırılmış para. Bunun tekrar ekonomi içine girmesini istiyoruz. Eğer varsa bir sebebi, vatandaşın altın satmasını, yoksa da altını yastık altında tutmaktan ziyade -altına 33 kar payı veren bankalar varbankaya yatırmalarını istiyoruz. Sonuçta yastık altındaki, her zaman ekonominin dışındaki bir varlık. Eğer bankacılık sisteminin içine girerse, ekonomiye faydası olacak. Bankalar yaklaşık yüzde 1,5 veriyor. O da yaklaşık 75 ton yapar. Bu kadar altın yastık altında duruyor diye 4 milyar dolar civarında getiri kaybımız var. Yastık altındaki tahmini 300 milyar dolarlık altın bankada hesapta altın olarak dursaydı yıllık 4 milyar dolar civarı getirisi olurdu. Bu parayı ekonominin içine koymalıyız ki, ekonomi büyüsün, gelişsin. Oradaki 300 milyar dolarla Türkiye çok büyük bir ivme kazanarak büyür ve kalkınır. Biz, oraya 300 milyar dolar koymadık. Bizim şansımız altının fiyatının yükselmesi. Biz koyduğumuzda belki 50 milyar dolardı. Fakat altının ani yükselmesi ile yastık altı altının değeri 300 milyar doları buldu.’’ Kişisel hesap oluşturulacak Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, kıdem tazminatı konusunda üzerinde çalışılan modele ilişkin bilgi verirken, “Kesinlikle hiç kimsenin hakkına hukukuna dokunmadan hak kaybı oluşturmadan geçmiş tecrübeleri de dikkate alarak yeni bir model tasarlanıyor” dedi. Yılmaz CNBC Televizyonunda katıldığı programda, hükümetin üzerinde çalıştığı kıdem tazminatı fonuna ilişkin soruları yanıtladı. Bakan Yılmaz, “istihdam paketinin en önemli ayaklarından biri olan kıdem tazminatında yeni dönemde Avusturya modelinin benimsenmesi mi söz konusu” şeklindeki soru üzerine Avusturya modelinin kendisinin zikrettiği bir model olmadığını söyledi. Uzun bir süredir bu konu üzerinde çalıştıklarını, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in de sosyal taraflarla istişare içinde bunu olgunlaştırma gayretinde olduğunu anlatan Yılmaz, “Olgunlaşma sağlandığında bunu Meclisimizde yasalaştırmış olacağız” diye konuştu. Türkiye’nin gerçekten böyle bir düzenlemeye ihtiyacı bulunduğuna işaret eden Yılmaz, mevcut yasal çerçeveye bakıldığında rekabeti desteklemeyen kayıt dışılığı teşvik eden, istihdam artışına engel olan bir yapının görüldüğünü dile getirdi. Bu Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, kıdem tazminatı konusunda üzerinde çalışılan modele ilişkin bilgi verirken, “Kesinlikle hiç kimsenin hakkına hukukuna dokunmadan hak kaybı oluşturmadan geçmiş tecrübeleri de dikkate alarak yeni bir model tasarlanıyor” dedi. yapının daha uzun çalışma saatlerini teşvik eden ama daha fazla işe alımı teşvik etmeyen bir sistem olduğunu ve bunun sürdürülebilir olmadığını belirten Yılmaz, şöyle devam etti: “Mevcut kıdem tazminatı sistemimiz işsizlik sigortası sonrası aslında reforme edilmeliydi. O anlamda geç kalmış. Bir taraftan da bu fon ne kadar kullanılıyor diye baktığınızda çalışanlarımızın sadece yüzde 7’si bundan faydalanıyor. Dolayısıyla bu artık modern olmayan, iş görmeyen Türkiye’nin rekabet gücüne, istihdamına katkıda bulunmayan bir sistem. Yeni sistemde kesinlikle hiç kimsenin hakkına hukukuna dokunmadan hak kaybı oluşturmadan geçmiş tecrübeleri de dikkate alarak, çünkü geçmişte gerçekten yanlış, güven kırıcı uygulamalar yaşanmış bunlar da çalışanlarımızın zihninde bazı endişeler oluşturmuştu. Bunun da önüne geçecek şekilde yeni bir model tasarlanıyor.” görebileceği, takip edebileceği onun nasıl değerlendirildiğini görebileceği bir yapı tasarladıklarını, bu şekilde burada biriken paranın başka şekilde istismar edilmesinin de önüne geçilmiş olacağını bildirdi. Yılmaz, bu yeni model sayesinde hem çalışanların hukukunu korumuş, hem güven duyulan bir mekanizma oluşturmuş olacaklarını söyledi. Cevdet Yılmaz, prim kesintisi oranı konusunda bir çalışma olup olmadığının sorulmasına karşılık da detayların çalışıldığını, şu anda Türkiye’de birçok ülkeye göre çalışma saatlerinin çok fazla olduğuna işaret etti. Yılmaz, insanların daha fazla çalıştırıldıklarını, işverenlerin yeni işçi almak yerine mevcudu daha fazla çalıştırmayı tercih ettiklerini vurguladı. Yılmaz, bunu ortadan kaldırmak, hem mevcut çalışanların çalışma saatlerini daha aşağı indirmek hem de işverenin gönül rahatlığı içinde yeni çalışanlar almasını ve bunu da kayıtlı yapmasını sağlamak istediklerini dile getirdi. Kişisel hesap oluşturulacak İstihdam en temel meselemiz Bu modelde bir fonun olacağını, ancak “kişisel hesap” düşündüklerini anlatan Yılmaz, herkesin kişisel bir hesaba sahip olacağı, o hesapta biriken miktarı 35 Bu yeni sistemin çok modern bir sistem olduğunu ve Avrupa’da birçok ülkede uygulandığını belirten Yılmaz, bu modeli Türkiye’de yerleştirmek istediklerini söyledi. olmadığını sormaları üzerine Yılmaz, şunları söyledi: İşgücü paketinin içinde çok çeşitli unsurlar bulunduğunu ifade eden Yılmaz, esnek çalışmaya dönük, özellikle gençlerin ve kadınların iş dünyasına daha fazla katılmalarına dönük tedbirleri, daha fazla insana nitelik kazandırıcı, piyasaya onları hazırlayıcı kursları, programları bulunduğunu kaydetti. Yılmaz, “İstihdam konusu bizim en temel meselelerimizden birisi olarak gündemimizde ve sürekli de böyle olacak” dedi. “Avusturya modeli değil de çağdaş ülkelerde diyelim. Modern ülkelerde kullanılan yöntemler yani burada belli ülkeyi model olarak doğrusu ben, vurgulamadım. Bunu yorumla gazeteci arkadaşlarımız yaptılar.” Yıl sonuna kadar tamamlanacak Bakan Yılmaz, “çalışanlar ne kadarlık bir ödemeden sonra bu fondan yararlanmaya hak kazanacak” şeklindeki soruyu yanıtlarken de bütün detayların teknik düzeyde çalışıldığını, henüz açıklama yapabilecekleri bir konumda olmadıklarını söyledi. Yılmaz, yıl sonuna kadar bu çalışmaları bitirmiş olacaklarını belirterek, Meclis açıldığı zaman büyük bir ihtimalle bunların belli bir olgunlaşma dönemine girmiş olacaklarını ifade etti. Bu konuda hükümet programında ifade ettikleri cümleye atıfta bulunan Yılmaz, “kıdem tazminatı fonu sosyal taraflarla istişare içinde oluşturulacaktır” cümlesinin aslında herşeyi anlattığını, mevcut çalışanlara mevcut haklara hiçbir şekilde dokunmamanın temel prensiplerini olduğunu kaydetti. Avustuya modeli Gazetecilerin yeni modelin Avusturya modeli olup kararlığındayız. Kısa vadede de biliyorsunuz, kurda meydana gelen bu değerlenme, iç piyasada nispi olarak göreceğimiz yavaşlama, dünya piyasalarının daralmasıyla birlikte enerji piyasalarında beklediğimiz azalışlar bütün bunlar cari açığın azalmasına katkı sağlayacaktır” diye konuştu. Daha çok tanıtıma ihtiyaç var Yeni modeldeki ana esprinin kimsenin hakkının hukukunun kaybolmadığı, herkesin kendi hesabını şeffaf bir şekilde takip ettiği bir yapının kullanılması olduğuna dikkati çeken Bakan Yılmaz, “Böylece bizim hükümetlerimizden önce geçmişte yaşanan bazı olumsuzluklar tekrar yaşanmasın istiyoruz. Bunun alt yapısını hazırlıyoruz” dedi. Dünya piyasalarının daralması cari açığa olumlu yansıyacak Küresel durgunluk riskine karşı alınması gereken ek tedbirler olup olmadığının sorulmasına karşılık Yılmaz, bunları dikkatle takip ettiklerini söyledi. Türkiye’nin borç yükünün Avrupa’daki ülkelerin tersine düşme eğiliminde olduğunu, bütçe açıklarının da düşük olduğunu belirten Yılmaz, Türkiye’nin mali disiplini, güçlü bankacılık sistemi ve siyasi istikrarı ile diğer ülkelerden olumlu olarak ayrıştığını, ama cari açık konusunu dikkatle takip ettiklerini bildirdi. Yıl sonu itibariyle 70 milyar doların üstünde bir cari açık beklediklerini, ancak Türkiye’nin bunu finanse ettiğini belirten Yılmaz, “Burada bir sıkıntı yok, yine orta ve uzun vadeli cari açığa dönük ciddi politikalar tartışıyoruz ve uygulama 36 36 Cari açığın finansmanın kalitesini arttırmak için çaba gösterdiklerini anlatan Yılmaz, bu çerçevede daha fazla küresel sermayenin Türkiye’ye gelmesi için hem ülkenin tanıtımına hem de yatırım ortamının iyileştirilmesine yönelik çalışmalar yürüttüklerini söyledi. Bakan Yılmaz, cari açığın GSYH’ya oranına ilişkin soru üzerine de “Yüzde 9’dan aşağı olmaz diye düşünüyorum, yüzde 9-10 arası” diye konuştu. “Türkiye için orta ve uzun vadede sürdürülebilir oran nedir peki?” diye sorulmasına karşılık da Yılmaz, şunları kaydetti: “Şu rakam, bu rakam diyemeyiz. Bu düzeylerin sürdürülemez olduğunu görüyoruz. Bu düzeyi çok yüksek buluyoruz. Buradan yavaş yavaş aşağıya doğru inen bir patika izleyecektir, önümüzdeki dönemlerde orta vadeli programımızda burada alacağımız bir takım tedbirlerle, politikalarla, büyüme performansımızla mutlaka cari açıkta nispi olarak azalma olacaktır. Yalnız Türkiye gibi gelişmekte olan dış tasarrufa da ihtiyaç duyan bir ülkede, cari açığı sıfırlama diye bir hedef bana göre olmamalı. Türkiye kalkınmakta ve gelişmekte olan bir ülke, mutlaka dışardan sermaye cezbedecek, içerde yatırıma dönüştürecek bu anlamda belli oranda cari açık normal Türkiye için ama bu düzeyde değil.” Büyüme yüzde 7’lere yakın olur Bakan Yılmaz, dünyada ve Avrupa’daki kötüleşme, geçen yılın son çeyreğindeki büyümenin yüksekliği gibi faktörler dikkate alındığında yılın ikinci yarısında, birinci dönemdeki kadar yüksek bir büyüme beklemenin doğru olmayacağını belirterek, “Ortalama olarak yüzde 6’nın üzerinde belki yüzde 7’lere yakın bir büyüme beklentisi normal diye düşünüyorum. Gelecek yıl, iki yıl üst üste yüksek oranlı büyümenin de biraz etkisiyle ekonomide yumuşak geçiş yapma ihtiyacından diğer taraftan da dünyadaki ve Avrupa’daki, bölgemizde hadiseler büyümemizi bir miktar aşağıya çekecek diye düşünüyorum. Henüz tam kesin bir rakam söylemek mümkün değil, ama IMF’nin düşündüğünden daha yüksek bir büyüme sağlayacağız diye söyleyebiliriz” dedi. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın “yüzde 5’in altı sürpriz olmasın” sözünün hatırlatılması üzerine de Yılmaz, “Evet, yani 2,5 ile 5 arası bir rakam düşünün o zaman” cevabını verdi. Yabancılara konut satışı kolaylaştı Onlar konut alırken karşılık aranmayacak Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, gayrimenkul sektörünün son günlerde sıkça dile getirdiği yabancılaramülk satışında engel olduğu ileri sürülen mütekabiliyet (karşılıklılık) koşulu aranmadan gayrimenkul satışının önünü açacaklarını açıkladı. Bayraktar, “Mütekabiliyeti kaldırıyoruz, yabancılar kolaylıkla mülk alabilecekler” dedi. Bayraktar, “Kahramanmaraş’ı Yeniden Hayal Etmek” konulu ortak akıl toplantısına girişte sorular üzerine yabancılara mülk satışının önündeki engelleri kaldırmak amacıyla hazırladıkları kanun tasarısını önümüzdeki günlerde Meclis’e sunacaklarını belirtti. Gelişmiş ülkelerde Türkiye’deki gibi bir uygulama olmadığını kaydeden Bayraktar, sözlerini şöyle sürdürdü: “Eğer yabancı bir kuruluş çok büyük bir arsa almak isterse bunu için yasaya gerekli tedbirleri koyacağız. Yani güvenlik, milli strateji bakımından satmamamız gereken arsaları satmayacağız. Onların burada ikamet etmelerini sağlayacak yazlık, daire alacaklar. Çanakkale’den İskenderun Körfezi’ne kadar buralardamülk almak, daire almak isteyenlerin engellerini kaldıracağız. Ortadoğu ülkelerinden de talep arttı. Türkiye ciddi şekilde büyüyor. Dışarıdan bakan da bu gelişimi görüyor. Önce kendi insanımıza sonra komşularımıza fayda 37 sağlamalıyız.” Mütekabiliyetin esas ana ekseninin vatanınmenfaati olduğunu belirten Bayraktar, “Vatan eksenli, üretim eksenli, ekonomik bir bakışla kanunu yapıyoruz. Millimenfaatlerimizi düşünmek suretiyle böyle bir yasal düzenleme yaptık. Daha önceden de yapılmıştı ancak düzenlemeler istendi, onları dikkate aldık” dedi. Anadolu OSB’de sanayiciler parsellerine kavuştu 15 bin kişiye ekmek kapısı açacak olan Anadolu Organize Sanayi Bölgesi’nde 14 yıllık bir hayal gerçeğe dönüştü. Bölgenin birinci etabında 98 sanayiciye 188 parsel törenle dağıtıldı. Kurtuluş Savaşı’ne lojistik desteği sağlandığı Malıköy’de 15 bin kişiye ekmek kapısı açacak olan Anadolu Organize Sanayi Bölgesi’nde 14 yıllık bir hayal gerçeğe dönüştü. Sadece bir üretim merkezi değil aynı zamanda sosyal yaşam alanı olarak da planlanan Anadolu OSB’de altyapı inşaatı biten 1. Etap’ta 98 sanayiciye 188 parsel törenle dağıtıldı. Parsellerin dağıtımı için Anadolu OSB’de düzenlenen törene Sincan Kaymakamı Ufuk Seçilmiş, Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık, Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar, Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Nurettin Özdebir, İzmir Atatürk OSB Başkanı ve Organize Sanayi Bölgeleri Derneği Başkan Yardımcısı Hilmi Uğurtaş, TÜSİAV Başkanı Veli Sarıtoprak,Gebze Plastikçiler OSB Yönetim Kurulu Başkanı Osman Erkan, Bursa M. Kemal Paşa OSB Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Akdemir, Dökümcüler İhtisas OSB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Uğur Yavuz, Bilecik 1. OSB Yönetim Kurulu Başkan V. Lütfü Çakır, Polatlı OSB Yönetim Kurulu Başkanı Muzaffer Sevinçel Katıldı. OSB’ler cazibe merkezi olmalı Törenin açılışında konuşan 38 Anadolu OSB ve Organize Sanayi Bölgeleri Derneği Başkanı Hüseyin Kutsi Tuncay, 1997 yılında başladıkları çalışmalarına 14 yıl sonra başarıya ulaşmanın mutluluğunu yaşadıklarını, sıfırla başlayan bir hayalin 230 milyon dolarlık bir projeye dönüştüğünü bildirdi. Yaşanan süreci ‘’14 yıllık hayal’’ diye nitelendiren Tuncay, bu hayalin ana hedefinin küçük tasarrufların dev sanayi yatırımlarına dönüşmesi, kalkınmayı ve istihdamı artırmak olduğunu söyledi. Devletten yardım, kredi almadan kendi imkanlarıyla bir OSB oluşturmaya çalıştıklarını dile getiren Tuncay, şunları kaydetti: ‘’Ankara, sanayi teşviklerinden yararlanamıyor. Ankara’daki OSB’ler, devletin yapması gereken alt yapı yatırımlarını kendi imkanlarıyla gerçekleştirmeye çalışıyor. Bize göre, OSB’ler yatırım ve cazibe merkezi olmalıdır. Devleti, ayrım yapmaksızın OSB yatırımcılarının yanında görmek istiyoruz. Teşvik politikaları genellikle bölgelerin sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyine göre belirleniyor ve Ankara bu açıdan çok talihsiz bir şehir. Çünkü kamu kurumlarının burada olması, Ankara’ya ödenen vergileri artırdığı için Ankara, kalkınmış bölgelerin başında geliyor. Biz, OSB’lerin az gelişmiş bölgeler kapsamına alınmasını öneriyoruz. OSB’ler, pozitif ayrımcılıkla desteklenmelidir.’’ Caddelere tarihi isimler Anadolu OSB’nin toplam büyüklüğünün 410 hektar olduğunu ve 4 bin metrekare büyüklükte yaklaşık 650 parselden oluştuğunu anlatan Tuncay, 2 milyon 400 bin metrekarelik sanayi alanının 1 milyon 150 bin metrekaresini oluşturan 1. etapta yatırım yapmak isteyen 98 yatırımcıya 188 parselin dağıtılacağını bildirdi. Altyapı çalışmalarının büyük bir kısmının bittiğini, geri kalanın ise önümüzdeki yıllarda bitirileceğini aktaran Tuncay, geleneksel bahar kahvaltısı organizasyonlarını gelecek yıl Anadolu OSB’de kurulacak fabrikaların yanında yapmak istediklerini ifade etti. Temelli bölgesinin ve bu bölgedeki insanların Kurtuluş Savaşı’ndaki önemine ve verilen mücadeleye de değinen Tuncay, bu nedenle müteşebbis heyetinin, Anadolu OSB’nin cadde isimlerini Gelibolu, Dumlupınar, Sakarya, 29 Ekim ve 30 Ağustos Caddeleri olarak belirlediğini kaydetti. Tuncay, cadde isimlerinin Ankara Büyükşehir Belediyesi Meclisinden de geçerek, tescil edildiğini sözlerine ekledi. Özdebir:En önemli güç üretimdir Özdebir, burada yaptığı konuşmada, Anadolu OSB’nin 39 temelinin 3 yıl önce atıldığını ve geçen sürede çok işler yapıldığını bildirdi. Ülkelerin en önemli gücünün üretim olduğunu vurgulayan Özdebir, özellikle 2008 ve 2009 yıllarında tüm dünya ülkelerinin bu gerçeğin farkına vardığını söyledi. ABD’nin, o yıllarda yurt dışına göndermiş olduğu yatırımcılarını günümüzde teşvikler vererek geri çağırma gayretinde olduğunu dile getiren Özdebir, Türkiye’nin de söz konusu yıllarda yaşanan ekonomik krizde önemli kayıplar verdiğini, ancak dinamik yapısıyla çok fazla zarar görmediğini ifade etti. Türkiye’nin her açıdan dinamik bir yapıya sahip olduğunun altına çizen Özdebir, ‘’Türkiye bu yılın ilk ve ikinci çeyreğinde çok önemli büyüme rakamlarına imza atmıştır. Bu dönemde karlılığımız düştü, ona da bir çare buluruz ama burada asıl önemli olan Türk sanayicisinin dinamizminin devam ediyor olmasıdır’’ diye konuştu. Uğurtaş, OSB’lerin kesintisiz gelir kaynaklarına sahip olması gerektiğini de söyledi. Uğurtaş: Tek yolumuz üretmek İzmir Atatürk OSB Yönetim Kurulu Başkanı ve OSBDER Başkan Yardımcısı Hilmi Uğurtaş, dünyanın yeni bir krizin içine girdiğini, Türkiye’nin henüz bu krizden etkilenmediğini söyledi. Türkiye’nin tek yolunun üretmek olduğunu, altyapı zenginliğinin bulunmadığını ancak nitelikli bir işgücü ve girişimci bir ruhun varlığına işaret etti ve bu gücü üretime yönlendirmek gerektiğine dikkat çeken Uğurtaş, sadece emeğe dayalı rekabet yetmediğini, teknoloji ve bilime yatırım yapmak gerektiğini söyledi. OSB’lerin kendi kaynaklarıyla yatırım yaptığını, bu şekilde planlı sanayileşmenin sağlandığını aynı zamanda kayıtdışılığın önlendiğini ifade eden Uğurtaş, OSB’lerin sanayiciler tarafından yönetilmesinin önemine işaret etti. Altyapısı tamamlanmış bölgelerde OSB’lerin sanayicilerin kişisel gelişimi, ucuz enerji, mesleği eğitim gibi alanlarda potansiyelini harekete geçirdiğini anlatan Uğurtaş, İzmir Atatürk OSB’nin teknik üniversite kurma çalışması içinde olduğunu hatırlattı. 40 Tanık: Ankara geriledi Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık, emperyalizme karşı özgürleşme mücadelesinin verildiği topraklarda Anadolu OSB’nin ekonomik kurtuluş mücadelesi verdiğini söyledi. OSB’ler içinde çok özel bir yeri olan Anadolu OSB’nin planlı başlamış bir sanayileşme olduğunu ifade eden Tanık, 14 yıl önce hayal kurup damlaları biriktirerek bugünkü duruma getiren sanayicileri, işe önce çevre ve altyapı ile başlayan Anadolu OSB’yi kutladığını belirtti. Tanık, 15-20 yıl önce Ankara’nın ciddi bir savunma ve elektronik sanayi kenti olma yolunda olduğunu, üniversiteler ve eğitimli nüfusu ile de Türkiye’nin bilişim kenti olmaya en yakın il konumunda bulunduğunu ancak son yıllarda büyük bir gerilemenin içine girdiğini söyledi. Kent merkezi başta olmak üzere Ankara’nın ticaret/esnaf kesiminin de çöktüğünü ifade eden Tanık, finans kurumlarının merkezlerinin Ankara’dan taşınmasıyla ekonomik bakımdan gerilemenin perçinlendiğini anlattı. Üç büyük il içinde en fazla kepenk kapatmaların Ankara’da yaşandığını, enflasyonun en yüksek olduğu illerin başında Ankara’nın geldiğini belirten Tanık, bilişim vadisinin İstanbul’da kurulacağının açıklanmasıyla Ankara’nın gözden çıkarıldığını söyledi. Tanık, “Bizler belediye olarak sanayicileriyle, üniversiteleriyle, yerel yönetimleriyle bugüne kadar hakim olan olumsuz gidişatı tersine çevirmek için sıkı bir işbirliği ve gayreti içinde olmak durumundayız” diye konuştu. Yaşar: Türkiye büyük bir ülke Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar ise üretmek, istihdam yaratmak, ihracat yapmak için çalışan, krize ve zorluklara rağmen tek kurtuluş yolunu üretmekte gören ve kendi olanaklarıyla yatırım yapan Anadolu OSB’yi kutladı. Türkiye’nin içinde bulunduğu sıkıntılara, devlet işleyişindeki sorunlara rağmen çok büyük ve dünyanın en güzel ülkesi olduğunu belirten Yaşar, özel sektörün önünün açılması durumunda Türkiye’nin gücüne güç katılacağını söyledi. Ankara’nın 6 milyar dolar ihracat yaptığını, yeni OSB’ler ve teşvik yasası ile bu rakamın yükseleceğini söyledi. Seçilmiş: Gurur duydum 41 Sincan Kaymakamı Ufuk Seçilmiş, 14 yıllık bir rüyayı gerçeğe dönüştüren sanayicileri kutladığını belirtirken “Bu önemli güne tanıklık etmekten dolayı mutluyum” dedi. Parsel töreni Konuşmaların ardından sanayicilere parselleri dağıtıldı ve günün anısına toplu fotoğraf çekildi. OSTİM’li KOBİ’lere tasarım merkezi OSTİM Organize Sanayi Bölge Müdürlüğü, üniversite – sanayi işbirliğinde yeni adımlar atmaya devam ediyor. OSTİM’de faaliyet gösteren işletmelerin endüstriyel tasarım alanındaki ihtiyaçlarını tespit edip, çözümler üretmek amacıyla Gazi Üniversitesi ile işbirliği protokolü imzalandı. Törene OSTİM OSB Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Aydın, Gazi Üniversitesi adına Rektör Prof. Dr. Rıza Ayhan, Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Alev Kuru, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölüm Başkanı Sanat ve Tasarım Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Yrd. Doç. Dr. Serkan Güneş, Bölge Müdürü Adem Arıcı, Yönetim Kurulu Üyeleri, Birim Müdürleri ile OSTİM’den bazı firma temsilcileri katıldı. OSTİM adına Başkan Aydın’ın, Gazi Üniversitesi adına da Rektör Prof. Ayhan’ın imzaladığı protokolle OSTİM işletmeleri için tasarım konusunda eğitim, danışmanlık, araştırma, yenilikçilik uygulamaları, merkez veya arayüzlerin projelendirilerek oluşturulması amaçlanıyor. Ayhan: “Üniversiteler üretimin içinde yer almalı.” Törende konuşan Gazi Üniversitesi Rektörü Ayhan, 21. Yüzyılın üretimde farklı önceliklerin öne çıktığı bir dönem olduğunu, artık sadece ihtiyaç kadar üretme döneminin geride kaldığını belirtti. Ayhan, “Artık üretimde fark OSTİM OSB yönetiminin, firmaların üretim kapasitelerini ve çeşitliliklerini arttırmak için yaptıkları çalışmalar sürüyor. Bu kapsamda OSTİM Yönetimi ve Gazi Üniversitesi arasında “Tasarım Merkezi Protokolü” imzalandı. Güneş, temel amacın OSTİM’i bir tasarım merkezi haline getirmek olduğunu söyledi. Projeden elde etmeyi umdukları en somut çıktının OSTİM’de üretilen yeni ürün sayısındaki artış olduğunu vurgulayan Güneş, üretim alanında zaten profesyonel olan OSTİM’in imajını, yeni ürün sayısındaki artışla da taçlandırmak istediklerini belirtti. yaratmak zorundayız, bu fark da tasarımda ortaya çıkacaktır. Artık üreticimiz tasarımın önemini kavramış durumdadır. Bu sebeple üniversite olarak bizim bilgi birikimimizi sanayiye aktarmamız, sanayinin de bizdeki bilgileri uygulamaya geçirme konusunda hevesli olması lazım. Üniversiteler fildişi kulelerinden inmelidir, üretimin içinde yer almalıdır. Bu anlamda Türkiye sanayisinin gözbebeği OSTİM’i bilime verdiği önemden dolayı kutluyorum” dedi. Protokolün amacı hakkında bilgi veren Gazi Üniversitesi Sanat ve Tasarım Uygulama ve Araştırma Merkezi (SANTUM) Müdürü Yrd. Doç. Dr. Serkan 42 Aydın: “Tasarım konusundaki tıkanıklık aşılacak.” Protokol konusunda söz alan Ostim Başkanı Orhan Aydın da bu tasarım merkezine neden ihtiyaç duyduklarını şu sözlerle anlattı: “Son yıllarda yürüttüğümüz kümelenme faaliyetlerinde, firmalarımızın fason imalatçılıktan üretime geçmeleri sürecinde tasarım noktasında tıkanıyorduk. Bu sebeple tasarım ofisleri ve tasarımcıların bölgemizde yerleştirilmesi son yıllarda çok gündemimize gelmeye başladı. Hatta yeni yapmış olduğumuz OSTİM Finans ve İş Merkezi’mize daha çok tasarım firması yerleştirebilmek için çaba sarf ettik. Bu çalışmaları sürdürürken Gazi Üniversitesi aklımızdaki işleri birlikte yapma teklifi ile gelince çok mutlu olduk. Bu projelerin firmalarımızın da ilgi ve desteğiyle OSTİM’e çok katkı sağlayacağını düşünüyoruz.” OSTİM Proje Ofisi ve ATAUM kol kola OSTİM OSB, hem kendi kurumsal projeleri, hem de bünyesindeki işletmelerin faydalanabileceği projelerin geliştirilmesi ve yürütülmesi için Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM) ile ortak çalışmaya başladı. OSTİM OSB, hem kendi kurumsal projeleri, hem de bünyesindeki işletmelerin faydalanabileceği projelerin geliştirilmesi ve yürütülmesi için Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM) ile ortak çalışmaya başladı. Bünyesinde 5 bin küçük ve orta ölçekte işletme barındıran OSTİM Organize Sanayi Bölgesi, firmaların gelişimi için yaptığı çalışmalara bir yenisini daha ekledi. Özellikle Avrupa Birliği 6. ve 7. Çerçeve programları kapsamında geliştirilebilecek projeler ve bu projelerin yürütülmesi için Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM) ile ortak çalışmaya başladı. OSTİM OSB Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Aydın, OSTİM birim yöneticileri ve ATAUM Müdürü Prof. Dr. Çağrı Erhan’ın katılımıyla OSTİM OSB Bölge Müdürlüğü’nde gerçekleştirilen toplantı ile yapılacak olan işbirliğinin detayları netleştirildi. Buna göre ATAUM öncelikle OSTİM’de kümelenme yapısını oluşturmuş olan savunma, yenilenebilir enerji, medikal ve iş ve inşaat makineleri alanlarındaki firmalarla bir tanışma süreci geçirecek. Bu süreç sonunda hangi firmalarla ne tarz projeler geliştirilebileceğine karar verilecek. ATAUM Müdürü Prof. Dr. Çağrı Erhan konuyla ilgili şu bilgileri verdi: “Bizler ATAUM olarak proje çağrıları ve olabilecek diğer işbirliği seçenekleri konusunda OSTİM’e danışmanlık ve yönlendirme hizmeti vereceğiz. Bunu yapabilmemiz için de OSTİM en rekabetçi olduğu bu 4 sektördeki firmaları ve kapasitelerini çok iyi tanımak zorundayız. Ayrıca bizler sadece AB projelerini değil Tübitak, DPT gibi diğer proje çağrısı yapan tüm kurumları OSTİM adına takip edeceğiz.” Türkiye’nin yazdığı birçok projenin daha içerik aşaması incelenmeden teknik yazım hataları sebebiyle reddedildiğine de dikkat çeken Erhan, bu sebeple bu işin profesyonelce, alanında uzmanlaşmış bir ekip tarafından yürütülmesinin de çok önemli olduğunu belirtti. Bu işbirliğinin asıl amacının OSTİM’in ve bünyesindeki işletmelerin kurumsal kapasitelerini arttırabilmek 44 olduğunu vurgulayan OSTİM Vakfı Genel Sekreteri Gülnaz Karaosmanoğlu ise konuyla ilgili şunları söyledi: “AB fonlarından özelde OSTİM ve genelde de tüm Türkiye’nin payının arttırılması gerektiğini düşünüyoruz. Biz OSTİM OSB yönetimi olarak kurumsal proje başvurularında bulunacağımız gibi özellikle OSTİM KOBİ’lerinin de Ar-Ge tabanlı, inovatif projeler ile bu fonlardan faydalanmalarını hedefliyoruz. Özellikle 6. ve 7. Çerçeve AB projelerinde Türkiye kendisi için ayrılan kaynağı tam olarak kullanamamakta. Dolayısıyla özellikle bu alanda çalışmalarımızı yoğunlaştırarak gerekli fonların ülkemiz firmalarına ulaşmasını istiyoruz. Yaptığımız araştırmalar sonunda, Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM) bu konuda en doğru çözüm ortağı ve güçlü bir partner olarak karşımıza çıktı. ATAUM, bu alanda uzmanlaşmış kadrosu ve tecrübesiyle OSTİM’in proje ofisi şeklinde çalışacak. Bizler OSTİM olarak AB’ye girmek ülkemiz adına ne kadar önemli bilmiyoruz ama şunu biliyoruz ki; onlara bu süreçte ‘uyumayacağımızı ve kendimizi unutturmayacağımızı’ göstermemiz gerekiyor.” Örnek Sanayi Sitesi 1259. Sokak No: 10 Ostim - Ankara Tel: (0312) 385 34 36 - 37 • Faks: (0312) 385 34 38 • www.ozercivata.com • ozercivata@ozercivata.com İşçi sağlığı ve iş güvenliği için Dünyada olduğu gibi ülkemizde de işçi sağlığı ve iş güvenliğinin tarihsel gelişimi çalışma yaşamındaki gelişmelere bağlı olarak benzer aşamalardan geçmiştir. Meslek hastalıklarının ve iş kazalarının önemli bir sorun olarak gündeme gelmesi sanayileşmenin gelişimi ile yoğunluk kazandı. Bu sorunların yoğunluğuna ve toplumsal tepkilere bağlı olarak da çözüm önerileri üretilmesi ve yaşama geçirilmesine yönelik çalışmalar, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusundaki etkinliklerin planlanması zorunlu hale geldi. Ülkemizde bu kapsamda, KOBİ olarak tanımlanabilecek küçük ve orta boy işletme sayısı oldukça fazladır. Genellikle atölye şeklinde faaliyet gösteren KOBİ’lerde işyerinin niteliğinden ve üretim teknolojinden kaynaklanan nedenlerle bir çok sağlık ve güvenlik sorunları ortaya çıkıyor. Bu olumsuz durum, mevcut çalışma koşulları ve üretimde kullanılan makine, teçhizat ve tezgâhların niteliğinden kaynaklanan güvensiz ortam, özellikle işletmelerin sınırlı sermaye yapıları ve iş güvenliği konusundaki bilinç eksiklikleri ile birleşince is kazalarının ortaya çıkması, meslek hastalıklarının görülmesi ve verimliliğin düşmesi kaçınılmaz oluyor. Ülkemizde iş kazaları sayıları Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) İstatistik Yıllıklarında yer almaktadır. İstatistik Yıllığı verilerine göre ülkemizde 2008 yılında 79.027 iş kazası, 574 de meslek hastalığı meydana geldiği; bu iş kazaları sonucunda 1.601 işçinin öldüğü ve 3.407 işçinin ise bir daha çalışamayacak şekilde sakat kaldığı Bunlar sonucunda ise Her yıl iş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle yüzlerce insan ölüyor. Türkiye de işçi sağlığı bakımından sicili parlak olmayan bir ülke… İşletmelerdeki tehlikelerin tanımlanması ve risk kontrol çalışmaları ile iş sağlığı ve güvenliği sorunlarını çözüme kavuşturmak, verimlilik ve kalite artışına katkıda bulunmak için OSİAD, AB destekli bir proje gerçekleştirdi. Proje kapsamında 4 ülkeye gezi düzenlendi. 1.895.235 iş günü kaybına sebebiyet verdiği görülüyor. Ortadoğu’nun en büyük organize sanayi bölgesine sahip yaklaşık 20.000 KOBİ ve 150.000 çalışanı olan Ostim, İvedik Organize sanayi sitesinde, 5856 işyerinde, 2009 yılında yapılan işletmelerde sanayi anketi sonuçlarına göre, İşletme sahipleri ve çalışanların, 4857 iş kanununda da zorunlu hale getirilen iş güvenliği eğitimi konusunda destek almak istedikleri ve işyerlerinden büyük çoğunluğunda iş güvenliği tedbirlerine itimat edilmediği, iş gücünün bu konuda bilinçsiz olduğu tespit edildi. (Ostim MEM2009 Anketi) Ankara’da bulunan organize sanayi bölgelerimizde ise, son 1 yılda 88 kişinin iş kazası sonucu hayatını kaybettiği ve 108 kişinin de çalışamayacak durumda olduğundan malülen emekli oldukları tespit edildi. 46 Projenin amacı Projenin amacı; işletmelerdeki tehlikelerin tanımlanması ve risk kontrol çalışmaları ile iş sağlığı ve güvenliği sorunlarını çözüme kavuşturmak, verimlilik ve kalite artışına katkıda bulunmak, AB İş güvenliği çerçeve yönetmeliğinin 7. maddesinin ülkemizde uygulama sürecini hızlandırmak amacıyla bölgemiz işverenler, eğitmenlerin İş sağlığı ve güvenliği konusunda bir farkındalık yaratmaktı. Özel amaç ise; Küçük ve Orta ölçekli İşletmelerde risk değerlendirme ve katılımı arttırma çalışmalarının yürütülerek, Ortadoğu’nun en büyük sanayi bölgesinde, KOBİ’lerde, sağlıklı ve güvenli bir ortamı temin etmek, iş kazalarını ve meslek hastalıklarını azaltmak, çalışanları yasal hak ve sorumlulukları konusunda bilgilendirmek, onların karşı İsveç heyeti: İsmail Erdem (OSTİM MEM), Güven Bozsu (Oluşum Grup), Ahmet Erbasan (OSKAR), Ahmet Kurt (NETMON), Mehmet Yılmaz (OSTİM MEM) Almanya heyeti: Hasan Gevrek (OSTİM MEM), Esin Acar (OSTİM MEM), İsmail Vekil (OSTİM MEM), Erol Şeker (OSTİM MEM), Yasemen Raziye Çınar (Etik Tasarım), Deniz Ezgi Ergül (Güney Yıldızı), Gülay Özdemir (OSİAD) karşıya bulundukları mesleki riskler ile bu risklere karşı alınması gerekli tedbirler konularında katılımcıların yeterliliklerini artırmak, AB Boyutunda İş Sağlığı ve Güvenliği kültürünün oluşturulması ve ülkemizde uygulanması, adaptasyonun sağlanarak, oluşabilecek iş kazaları riskini azaltmaktır. eğitim kurumlarından yönetici ve eğitimcilerden oluşuyor. Projenin katılımcıları Projenin katılımcıları, LdV Hareketlilik içindeki VETPRO grubunda yer alıyor. Katılımcılar, Eptim Elektrik Ltd. Şti., Alfer Mühendislik Taah. Tic. Ve San. A.Ş., Ostim Mesleki Eğitim Merkezi Müdürlüğü, Oskar Cephe Sistemleri Alüminyum İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti., Gölbaşı Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi, Ostim, İvedik, Sincan ve Gölbaşı Organize sanayi bölgelerinde hâlihazırda aktif olarak organize sanayi alanları, KOBİ, küçük, orta ve büyük işletmelerde iş sağlığı ve güvenliği sorumlu yöneticileri, işletme sahipleri, Heyette kimler yeraldı? 4 ülkede inceleme Proje kapsamında 5-12 Eylül tarihleri arasında Almanya, İsveç, İspanya ve Polonya’ya gezi düzenlendi. Projenin ikinci gezisi ise 2- 8 Ekim tarihleri arasında İtalya, Yunanistan’a yapılacak. İspanya heyeti: Nilgün Lük (OSTİM MEM), Bülent Durak (OSTİM MEM), Süleyman Özay (Yıldız Yemek), Nihat Güçlü (EPTİM), Ceren Ergül (Ergül Makine), Yeliz Özkaraoğlu (Özkara Hidrolik), Feruze Ergül ve Mehmet Tezcan (Ostim MEM), Polonya heyeti: Emrullah Balıkçıoğlu (Balıkçıoğlu), Ersel Akbaba (Ostim MEM), Adnan Keskin (YILPA), Ahmet Cemil Abiş (ACA METAL), Ömer Ildıroyuk (MAS Makine), Ali Özdemiroğlu (ALFER), Vedat İlçe (OSTİM MEM) 47 Keskin: İçerik ihtiyaca göre belirlendi Projenin içeriğinin katılımcıların istekleri ve ihtiyaç duydukları konular temel alınarak hazırlandığını belirten OSİAD Başkanı Adnan Keskin, “İş sağlığı ve güvenliği sistemlerinin ülkemiz KOBİ’lerine adaptasyonunun sağlanması, mesleki eğitim ve işletmelerin günümüz şartlarında geliştirilerek, Avrupa standartlarında bir konumuna gelebilmesini sağlayacaktır. Bu projenin hedefi, yurtiçi ve yurtdışı kurum ve kuruluşlarla işbirliği temaslarında bulunularak; devamlılığı sağlanacak bir iş sağlığı ve güvenliği iletişim ağının alt yapısını oluşturmak, piyasanın ihtiyaç duyduğu nitelikli ara eleman ihtiyacını karşılayacak ve tüm çalışanların da içinde olduğu iş sağlığı ve güvenliği eğitim politikalarını geliştirebilmek, iş sağlığı ve güvenliği tekniklerindeki benzerlikleri ve farklılıkları inceleyerek farkındalık bilinci oluşturabilmektir” dedi. Ostimli firma Mekatron’un büyük başarısı Elektrikli araca dönüşümde sona gelindi KOSGEB’den Ar-Ge desteği alınarak Mekatron firması tarafından başlatılan “İçten Yanmalı Motorlu Araçların Elektrikliye Dönüştürülmesi” projesinde büyük mesafe alındı. Projede sona yaklaşıldı ve dönüşümü yapılan ilk aracın yol testlerine başlandı. Elektrikli Seri Araç Dönüşüm faaliyetlerine 2012 yılı başında başlanılacağı bildirildi. TÜREV markalı Mekatron Ltd. Şti. OSİAD üyesi Zafer Demirbüken ve Demirbüken firmasının yan kuruluşu… Artan fosil yakıt maliyetleri ve çevre kirliliğinin son yıllarda elektrikli araçlara olan ilgiyi arttırdığı biliniyor. Elektrikli araçlar sıfırdan üretilebileceği KOSGEB’den Ar-Ge desteği alınarak Mekatron firması tarafından başlatılan “İçten Yanmalı Motorlu Araçların Elektrikliye Dönüştürülmesi” projesinde büyük mesafe alındı. Projede sona yaklaşıldı ve dönüşümü yapılan ilk aracın yol testlerine başlandı. Elektrikli Seri Araç Dönüşüm faaliyetlerine 2012 yılı başında başlanılacağı bildirildi. gibi, trafikteki mevcut araçların da elektrikli araca dönüştürülmesi mümkün. Sanayi Bakanlığı’nın 2010 yılında yayınladığı yönetmelik ile ilgili testleri yapmak kaydıyla ikinci el araçlarda elektrikli araca dönüşümüne izin verildi. Bakanlık, münferit dönüşüme izin vermiyor. Mekatron firması ilk dönüşümü yapılacak olan aracı Hyundai Accent olarak seçti. Bu 48 seçimdeki amaç, Hyundai Accent’in ülkemizde satışı en çok yapılan araç modellerinden biri olması ve alınacak Tip/ Onay Belgesi ile tüm Hyundai Accent’leri çevirebilecek olması. İlk olarak Türkiye’deki ticari taksiler, araç filolarına, araç kiralama firmalarına dönüşüm hizmeti verileceğini belirten Şirket Müdürü Makine Mühendisi Özer Arslan, “Bunu takiben diğer araçların modellerinin araç, minibüs, kamyonet hatta Sökülen parçaların yerine takılan parçalar ise şöyle: Elektrikli Araç Kontrol Ünitesi, E-ECU Aracın hareketini veren Elektrik Motoru, Elektrik Motorunu kumanda eden Motor Kontrol Bilgisayarı, Elektrik motoruna elektrik sağlayan Lithium Serisi Piller Litihium Pilleri şarz eden şarz cihazı. Elektrikli Araçlar için gerekli olan frenleme ve hidrolik direksiyon çözümleri ve diğer aksesuarlar. otobüsler dahil dönüşüm çalışmalarına da başlanılacaktır. Dönüşüm maliyetleri taksitler şeklinde kullanıcılardan tahsil edilecektir. Ortalama aylık taksit maliyetleri, benzin / lpg / mazota ve aracın bakımına aylık ödenen bedeller civarlarında olacak ve azami 12 ay içinde yatırım kendisini amorti edecektir.” dedi. Hafifleyen araçlar İçten Yanmalı Motora sahip (benzinli, LPG’li veya Dizel) bir aracın elektrikli araca dönüşümü sırasında aşağıda belirtilen araç parçalarının hepsi araçtan bir daha kullanılmamak üzere sökülüyor. Araçtan sökülen parçalar şöyle: İçten Yanmalı Motor (Buji, Enjektör, Yağ Pompası dahil) Şanzıman/Difransiyel Baskı/Balata, Debriyaj, Vites Kolu Radyatör/Antifriz Yakıt Deposu Şarz Dinamosu Marş Motoru Yakıt pompası Yağ Filitresi Hava Filitresi Yakıt Filitresi 49 Temel Teknik Özellikler: Aracın Motoru: AC tip, (Regeneratif frenlemeli, Motor kontrol bilgisayarlı) Aracın Azami Hızı: 120 km/saat Araç Şanzıman/Difransiyeli: Tek Dişli Oranlı (8:1, 10:1 veya 11:1 toplam dişli oranlarında seçenekli). Aracın Bataryaları: Lithium Fosfat (en az 3000 kere şarz ömrü) Araç içi şarz cihazı (Her hangi bir 220 volt prizde çalışabilen) Araç menzili: 220 km (şarz sonrası ikinci şarza kadar gidilecek yol) Sarfiyat: Kilometrede sadece 2 kuruş Sıfır Emisyon Sessiz Çalışan mekanik parça sayısının çok az olmasından dolayı düşük bakım maliyeti. 22. Cad. 1452. Sk. No: 94 İvedik Organize Sanayi Bölgesi - ANKARA Tel: 0312 395 23 34 Fax: 0312 395 23 54 www.mekatron.net skype: mekatro eng İş güvencesi ya da işe iade davaları Av. Serhad ŞAHİN Bugün yürürlükte olan anlamıyla iş güvencesi hükümleri 9 ağustos 2002 tarih ve 4773 sayılı kanun ile girmiştir. “İş Kanunu, Sendikalar Kanunu ile Basın mesleğinde çalışanlarla çalıştıranlar arasındaki münasebetlerin tanzimi hakkında kanunda değişiklik yapılması hakkında kanun“ başlığını taşıyan kanun 15 ağustos 2002 tarih ve 24847 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Kanun yayımlandığı tarihte yürürlükte olan 1475 sayılı İş Kanunu 22.05.2003 tarihinde kabul edilip 10 Haziran 2003 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 4857 sayılı iş kanunu ile yürürlükten kaldırılmıştır. (1475 sayılı iş kanunun sadece kıdem tazminatını düzenleyen hükmü yürürlükten kaldırılmamış olup, halen yürürlüktedir.) 1475 sayılı iş kanununda 2002 yılında yapılan değişiklikle hukukumuza giren “İŞ GÜVENCESİ” kavramı 4857 sayılı İş Kanununda da korunmuştur. Konuya genel olarak baktığımızda işverenin, tazminatlarını ödemek kaydıyla, işçisi ile yaptığı iş akdini dilediği zaman feshedeceğini görürüz. (istisnai haller saklı kalmak kaydıyla) 2002 yılında yapılan değişiklikle işverenin bu serbestisine kısıtlama getirilmiştir. Bu değişiklik ile işverenin tazminatlarını vererek işçisini işten çıkarmasının yolu daraltılmıştır. Kavram 1475 sayılı (eski) iş Kanununda yapılan değişiklikle hukuk uygulamasına girmiş olmakla beraber halen yürürlükte olan 4857 sayılı İş Kanununda da uygulama alanı bulmuş olması sebebiyle, biz konuyu güncel olan 4857 sayılı iş kanunu açısından ele alacağız. KAVRAM: İş güvencesi nedir? İş güvencesi bir işyerinde çalışmakta olan işçinin iş akdinin keyfi olarak (herhangi bir sebep göstererek veya göstermeksizin) sona erdirilememesi, akdin sona erdirilmesi için sebep gösterilmesi ve bu sebebin kanunda gösterilen hallere uygun olması olarak tanımlanabilir. İş Kanununda iş akdinin feshi için haklı sebepler ve geçerli sebepler öngörülmüştür. Haklı sebeplerin varlığı halinde işveren, herhangi bir tazminat ödemeksizin iş akdini feshedebilir. Örneğin, işyerinde suç işleyen (hırsızlık yapan, işverene veya çalışma arkadaşlarına karşı suç sayılan eylemlerde bulunan v.s.) işçinin iş akdi işveren tarafından tazminatsız olarak feshedilebilir. Peki işçinin herhangi bir kusuru yok ancak, işçinin çalışmasına artık ihtiyaç duyulmuyor ise ne olacak İşte iş güvencesi kavramı 50 50 burada karşımıza çıkmaktadır. İşçinin herhangi bir kusuru, iş akdinin işçiden kaynaklanan feshini gerektirecek bir durumun bulunmaması halinde dahi, feshi zorunlu hale gelebilir. Örneğin, 5 işçinin yaptığı işin daha ucuz ve daha kısa sürede- daha kaliteli yapılması için makine alınması halinde bu işçilerden 3 tanesinin çalışmasına artık ihtiyaç duyulmayabilir. İşveren bu durumda, karşısına çıkan iş güvencesi hükümleri sebebiyle, artık ihtiyaç duymamasına rağmen bu kişileri işyerinde tutmaya devam etmek zorunda mıdır? 4857 SAYILI İŞ KANUNUNDAKİ DÜZENLEME : İş güvencesi hükümlerinin hukukumuza girdiği tarihten itibaren uygulanması için getirilen ön şart, işyerinde çalışan işçi sayısının asgari 30 olması gerektiğidir. Yani, İş güvencesi hükümleri 30 kişiden az sayıda çalışanın olduğu iş yerlerinde uygulanmayacaktır. Otuz veya daha fazla işçinin çalışması şartı yanında iş sözleşmesinin belirsiz süreli olması, işçinin en az altı aylık kıdeminin olması, feshin işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından yada işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanın geçerli bir sebebe dayanması gerekmektedir. (iş Kanunu md.18) Kanun hangi hallerin geçerli sebep olarak kabul edilemeyeceğini de göstermiştir; birkaç örnek verecek olursak: sendika üyeliği, çalışma saatleri dışında veya işverenin rızası ile çalışma saatleri içinde sendikal faaliyetlere katılmak, işyeri sendika temsilciliği, sözleşmeden veya mevzuattan kaynaklanan haklarını takip etmek veya yükümlülüklerini yerine getirmek için işverene aleyhine adli veya idari makamlara başvurmak başlatılmış olan bu sürçlere katılmak ırk, renk, cinsiyet, medeni hal, aile yükümlülükleri, hamilelik, doğum, din, siyasi görüş ve benzeri nedenler, v.s. İş kanunu, 30 ve daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde hangi hallerin geçerli sebep sayılamayacağını açıkça göstermiştir. Peki, örneğin, işverenin işçiyi çıkarması halleri bu yasaklardan birisinin kapsamına girmekle beraber, işveren kanunun kabul ettiği bir sebebi gerekçe göstererek işçiyi işten çıkarabilir mi? İş Kanunun 19. maddesine göre, işveren, iş akdinin feshini yazılı şekilde yapmak ve iş akdinin fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde göstermek zorundadır. İş Kanunun 20. maddesi hükmüne göre de işçi, fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren 1 ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir ve işe iade edilmesini isteyebilir. Bir aylık süre kesin süre olup, hak düşürücüdür. Yani, işçi 1 ay içinde işe iade davasını açmaz ise, bu davayı açma hakkını kaybeder. Ancak, işçinin işe iade davası açma hakkını kullanmaması diğer haklarını kullanmasını engellemez. (örneğin işveren tazminatsız olarak iş akdini feshetmiş ise işçi tazminatlarının ödetilmesini dava edebilir.) İş akdinin hangi sebeple sona erdirildiğini ispat yükü işverendedir. Ancak, işçi, işverenin ileri sürdüğü fesih sebebinden ötürü değil de başka bir sebeple iş akdinin feshedildiği iddiasında ise, bu iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Yukarıda verdiğimiz örneğe dönersek, işveren yeni ve yüksek teknolojiye sahip bir makine alındığı için çalışan 5 işçiden 3’ünün çalışmasına ihtiyaç kalmadığı gerekçesiyle işten çıkardığını bildirmiş ancak çıkarılan işçilerden bir tanesi, kendisinin örneğin dini veya siyasi sebeplerle işten çıkarıldığı iddiasında ise iş mahkemesinde dava açıp bu iddiasını ispatlayarak işe iadesini isteyebilir. İŞÇİNİN İŞE İADE DAVASI AÇMASI VE SONUÇLARI İş kanunun 20.maddesi gereğince işçi iş akdinin feshedildiğinin kendisine tebliğinden itibaren 1 ay içerisinde iş mahkemesine müracaat ederek akdin feshinin geçersizliğinin tesbiti ile işe iadesini talep edebilir. Bu durumda mahkeme yapacağı yargılama ile durumu inceleyecek, gerekirse bilirkişiden görüş alacak ve işveren tarafından iş akdinin feshedilmiş olmasının iş kanununa uygun olup olmadığını tesbit edecektir. Şayet, iş akdinin feshinde gösterilen sebepler kanunda gösterilen sebeplere uygun ve ispatlanmış olursa, işçinin açtığı işe iade davası reddedilecektir. Ancak, iş mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonunda, iş akdinin feshinin dayandığı sebepler geçersiz bulunursa ne olacak ? Mahkeme işçinin talebini haklı görürse, iş akdinin feshinin geçersizliğine, işçinin işe iadesine ve ayrıca işçinin çalıştırılmadığı dönem için en fazla 4 aya kadar ücret ve diğer haklarının işçiye ödenmesine karar verir. Mahkemece verilen kararın kesinleşmesinden itibaren işçi, 10 gün içinde işverene müracaat ve işe başlatılmasını talep etmek, bu müracaat üzerine, işveren, 1 ay içinde işçiyi işe başlatmak zorundadır. Mahkeme kararında, işverenin bu 1 ay içinde işe başlatmaması halinde ödemesi gereken tazminat miktarını da gösterir. Buna göre, işçinin 10 gün içinde başvurusuna rağmen 1 ay içinde işe başlatmayan işveren, işe başlatmama tazminatı olarak mahkeme kararında gösterilen, en az 4 aylık en fazla 8 aylık ücret tutarında tazminatı da ödemekle yükümlü olacaktır. Eğer işveren iş akdini feshederken işçinin tazminatlarını da ödemiş, 51 51 ancak, mahkemece feshin geçersizliğine ve işçinin işe iadesine karar verilmiş ise, bu durumda işçiye yapacağı ödemelerden daha önce yaptığı ödemeleri mahsup edebilir. Yukarıda da bahsettiğimiz üzere, işçi, mahkemenin işe iade kararının kesinleşmesinden itibaren 10 gün içinde, işe başlatılmak üzere işverene müracaat etmemiş ise artık iş akdinin feshi geçerli hale gelmiş olur. İş kanunu 21. maddesi bazı yasaklamalar getirmiştir: Maddede öngörülmüş olan işe başlatmama halinde ödenecek tazminatlar (en az 4 aylık ücret en fazla 8 aylık ücret tutarında), çalışılmadan geçen sürelere ilişkin ödemeler (4 aya kadar ücret ve doğmuş diğer hakları) işçinin başvurusundan itibaren 1 ay içinde tekrar işe başlatma zorunluluğuna ilişkin hükümlerin sözleşme ile değiştirilemeyeceğini, bunların aksi yöndeki hükümlerin geçersiz olduğunu da hükme bağlamıştır. HUKUK UYGULAMASI: İş kanunun 20.maddesine göre işe iade davalarının 2 ay içinde mahkemece sonuçlandırılması temyiz edilmesi halinde Yargıtay tarafından 1 ay içinde sonuçlandırılması gerekmekte ise de uygulamada iş yoğunluğu bu sürelere uyulmasını olanaksız hale getirmektedir. Burada son olarak şunu belirtmek isterim; yukarıdaki açıklamalar sadece özet bilgi verici mahiyettedir. İşe iade – iş güvencesi konusu boyutları çok geniş bir konu olup, ciltlerce esere, binlerce mahkeme-Yargıtay kararına konu olmuştur. Halen de konu ile ilgili pek çok yeni görüş ve karar ortaya çıkmaktadır. Şahin Hukuk Bürosu Av. Serhad ŞAHİN - Av. Songül ÖZDEMİR SEYFİ Alınteri Bul. Ostim İş Merkezleri B Blok No: 27/13 Ostim - Ankara Tel/Faks: 0312 354 56 19 385 46 02 GSM: 0532 313 81 79 0536 774 08 05 Gıda güvenliği mi gıda egemenliği mi? Koray ÇALIŞKAN Uluslararası güvenlik uzmanları eskiden soğuk savaşı, ideolojileri, silahlanma yarışını konuşurdu. Artık güvenlik denince akla gıda geliyor. Çeyrek yüzyıl içinde uluslararası ilişkilerdeki en önemli krizlerin gıdaya hâkimiyet nedeniyle çıkacağı tahmin ediliyor. Çok geliştiğine inanılan medeniyetimizin kendini nasıl doyurabileceğini hâlâ çözememiş olması ilginç bir ironi. Dünyada 800 milyon insan aç, 800 milyon insan obez. Tam distopya. Küresel bir gıda krizine doğru ilerlerken, iki çözüm stratejisi belirdi. İlki, Dünya Bankası ve IMF’nin reçetesini yazdığı ‘gıda güvenliği’ stratejisi. Serbest piyasa reformlarının genişlemesini, şirket tarımının özendirilmesini, tek tip ve hatta GDO’lu tohumun kullanılmasını özendiren bu strateji, gıdayı para kazanmak için bir fırsat olarak görürken, gıda üretenleri ve gıdanın üretildiği yerleri gıda ‘sektörü’ için bir araç olarak görüyor. Biri üretsin, bir toplasın, biri dağıtsın, biri yesin, şirketler de hani bana desin… Gıda egemenliği başka İkinci strateji, ‘gıda krizi’ni, krizin çözümü olarak önerilen yaklaşımın yarattığını düşünüyor. İnsanın doğayla ya doğrudan ya ailesiyle ilişki kurması gerektiğini özendiren ‘egemenlik’ yaklaşımı, şirketlerin kâr hırsı kontrol edilmedikçe, gıdada değil güvenlikten, egemenlikten dahi bahsedemeyeceğimizi savunuyor. 2007’de Mali’de ilk kez toplanan Gıda Egemenliği 52 Forumu, küresel bir güç olarak örgütlenmeye karar veriyor. Son dört sene içinde onlarca toplantı ve forum düzenliyor. Bu forumlardan sonuncusu, Nyeleni Avrupa Gıda Egemenliği Forumu, Avusturya’nın Krems kentinde geçen hafta toplandı ve pazartesi günü bir deklarasyon yayımladı. Tüm Avrupa ülkelerinden 400’den fazla delegenin katıldığı forumda bizi Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu, Tohum İzi Derneği, Kibele Ekolojik Üreticiler Kooperatifi, Boğaziçi Üniversitesi Tüketim Kooperatifi ve Ekoloji Kolektifi’nden köylüler, akademisyenler, kooperatifçiler ve aktivistler temsil etti. Avrupa’nın en kalabalık köylü nüfusuna sahip Türkiye’nin de orada olması önemliydi. Forumun dünyada ve Avrupa’da vardığı sonuçlar önemli. Öncelikle gıda üretim, dağıtım ve paylaşımında sistemik bir değişikliğe gitmeden adil ve çevreye duyarlı bir gıda rejimi yaratılamayacağını savunuyorlar. Bunun için beş adımlık basit bir model öneriyorlar: 1) Endüstriyel olmayan, küçük çiftçi tarımına, işlemesine ve alternatif bir dağılıma dayanan, ekolojik olarak sürdürülebilir ve sosyal olarak adil bir gıda üretim ve tüketim modeli icin çalışmak. 2) Gıda dağıtım sistemini yerelleştirmek ve üreticiler ile tüketiciler arasındaki zinciri kısaltmak. 3) Gıda ve tarım alanında çalışma koşullarını ve sosyal koşulları iyileştirmek. 4) Ortak varlıkların (toprak, su, hava, geleneksel bilgi, tohum ve hayvanlar) kullanımı ve mirası hakkındaki karar alma mekanizmalarını demoratikleştirmek. 5) Kamu politikalarının, kırsal bölgelerin canlılığını, gıda üreticileri için adil fiyatları ve herkes için güvenli, GDO’suz gıdayı garanti etmesini sağlamak. İki model Önemli bir karar eşiğindeyiz. Önümüzde ya gayrimedeni bir neoliberal Gıda Güvenliği Modeli var. Ya da adaleti ve çevre duyarlılığını bir araya getiren medeni bir Gıda Egemenliği modeli. İlki şirket tarımını özendiren, bebeklere dahi GDO’lu mamalar vermede sorun görmeyen, suyu, toprağı havayı me(f)ta olarak gören bir piyasacı mantık. İkincisi, Gıda Egemenliği Forumu’nun önerdiği, 53 sürdürülebilir, gıdayı üreten ve tüketenin ortak iradesiyle şekillenmiş bir zincire dayanan, yemeği şirketin değil yiyenin ve üretenin hâkimiyetine bırakan insancıl mantık. Güvenlikçiler hakkını yeterince kullandı. Sonuç: Kitlesel açlık veya şişmanlık. Artan fiyatlar. Tarlayı basan zehirler, şirketlerin tellerle çevirdiği tarlalar, hıyarla domatın hızla birbirine yaklaşan tadı… Sıra, “Gıdada egemenlik kayıtsız şartsız önce doğanın, sonra halkın” diyenlerde. İlk grupta köylüler yok, gençler yok. Küreği, çapayı kazma sananlar çoğunlukta. İkinci grupta kadınlar, gençler, köylüler, akademisyenler, aktivistler, kadınlar, herkes var. Büyük şirketler ve tarım bakanları yok. Yakında bir tercih yapmak zorunda kalacağız. Karar vermeliyiz. O parlak parlak, hıyar gibi domatlardan gına gelmedi mi? Kaynak: Radikal.com – 26 Ağustos 2011 Muhafazakarlık Philippe Benetonİletişim Yayınevi Muhafazakârlıktan ne anlamalıyız? Fransız siyaset bilimci Philippe Bénéton, bu soruyu sorarak başladığı eserinde muhafazakârlığın nasıl doğduğunu, nasıl geliştiğini ve dünya siyaset tarihine etkilerini ele alıyor. Bénéton’a göre muhafazakârlık Fransız İhtilali’nden sonra ortaya çıkan entelektüel ve siyasal bir hareket. Modern zamanlarda moderniteye karşı ortaya çıktığı için doğası gereği karşıdevrimci bir ideoloji. Bu nedenle muhafazakârlar devrimin her türlü uygulamasını ve ilkelerini insanın toplumsal ahlâkına ve doğasına aykırı buldukları için kökten reddederler. Buradan hareketle aydınlanmaya, insan haklarına, daha genel olarak da modern siyaset projesine karşıdırlar. Bénéton muhafazakârlık üzerine düşünen ve eser veren, başta Edmund Burke, Joseph de Maistre, Louis de Bonald ve Charles Maurras gibi dönemin önemli yazarlarının çalışmalarından da faydalanarak karşı devrimci ve gelenekselci muhafazakârlığın 19. yüzyıl Avrupası’na nasıl bir siyasal ve entelektüel katkıda bulunduğunu inceliyor ve Avrupa’nın tarihsel evrimini yavaşlatıp yavaşlatmadığını sorguluyor. Dünyada ve Türkiye’de Yazılım Sektörü Fuat Alican İletişim Yayınları Dünyada ekonomik ve politik alanlardaki gelişmeler; bilişim, internet, arama motorları, dijital fotoğraf, televizyon, multimedya, oyun, taşımacılık, telekomünikasyon, insanla makine arasındaki ilişki, ses tanıma, dış kaynak kullanımı, açık kod, süreç ve dağıtım ağları gibi alanlardaki yenilikler, yazılım ürün ve hizmetlerinin yönünü de etkilemektedir. Avrupa Birliği sürecinde ve bilişimin yalnızca kullanıcısı değil, aynı zamanda üreticisi olmaya geçiş aşamasında, yazılım, Türkiye için öncelikli sektörlerden biridir. Türkiye’de yazılım sektörü, son yıllardaki bazı çabalara rağmen, gerekli atılımı henüz gerçekleştirememiştir. Bu yapıt, Türk yazılım sektörüne yön ve strateji belirleyici; sorunları analiz eden ve çözüm önerileri getiren; ülke özelliklerini ve dünyadaki gelişmeleri göz önünde bulunduran; ülkelerarası karşılaştırmalı; hem teorik hem pratik tarafı olan; yazılımın ülke ekonomileri için önemini teorik olarak anlatan, aynı zamanda somut ve toplumsal problemlerin çözümüne katkıda bulunmayı amaçlayan; üniversite ve diğer eğitim merkezlerinde bilişim ve iktisadi ve idari bilimler öğrencilerinin, devlet ve hükümet yetkililerinin, yazılım sektörü firmalarının, müşterilerin ve yatırımcıların yararlanabileceği bilimsel ve akademik bir araştırma örneğidir Genin Yüzyılı Evelyn Fox Keller Metis Yayınları Yaşam nedir? Keller’ın “genin yüzyılı” adını verdiği yirminci yüzyılda egemen paradigma, biyoloji biliminin temel derdi olagelmiş bu soruya genleri ve gen replikasyonunu merkez alan bir cevap vermişti: Kalıtsal özelliklerin kuşaklararası istikrarı ile evrim için zorunlu olan değişim arasındaki dengenin sırrı, adeta sihirli özellikler atfedilen “gen” kavramında aranıyordu. Keller, genetik ve moleküler biyoloji alanında gen kavramı sayesinde elde edilmiş olan kazanımların, tarihsel bir bakış açısıyla kapsamlı bir analizini yapıyor. Ama hepsi bu değil: Bizzat bu kazanımların yaşamın özünü salt gende arayan anlayışa nasıl meydan okuduğunu da gösteriyor. Hâlâ işe yarasa da, üzerine gereğinden fazla yük bindirilmiş olan gen kavramını yavaş yavaş geride bırakacak yeni bir sözcük dağarcığına ihtiyacımız olduğunu, öncelikle de şunu kavramamızın elzem olduğunu söylüyor: Bir sistemin bileşenlerini anlamak, bu bileşenler arasındaki etkileşimleri anlamaya yetmeyebilir. İnsan Genom Projesi’nin yakın tarihlerde tamamlanmış olmasının anlamı ve bilgisayarlarla canlı organizmalar arasında kurulan analojilerin ne ölçüde işe yaradığı gibi daha popüler meseleleri de değerlendiren kitap, bilimsel düşüncede kaydedilmiş aşamaları, pasif bir biçimde öğrenilip iman edilmesi gereken nihai hakikatler olarak sunmuyor. Eskileri sarsacak yeni hakikatler aramaya kılavuzluk eden ipuçlarının izini sürerek, bilimin bir donmuş doğrular deposu değil bitimsiz bir faaliyet olduğu gerçeğini vurguluyor. 54 55