Prof. Dr. Mehmet MADEN
Transkript
Prof. Dr. Mehmet MADEN
KUZU ve OĞLAK İSHALLERİNİN TEDAVİ ve KORUNMASINDA GÜNCEL YAKLAŞIMLAR Prof. Dr. Mehmet MADEN Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Klinik Bilimler Bölümü, İç Hastalıkları AD-KONYA İshal, yeni doğan kuzu ve oğlaklarda sık olarak karşılaşılan, büyüme geriliği, ölüm ve tedavi maliyetlerinin birlikte oluşturduğu kayıplar nedeniyle önemli bir hastalık ve sürü sağlığı problemidir. İshal olgularında klinik tablo, sistemik belirtilerin olmadığı hafif-şiddetli ishalden hızlı sıvı kaybı, dehidrasyon, asit-baz ve elektrolit dengesi bozuklukları ve ölüm ile karakterize olan akut şiddetli ishale kadar değişebilir. Koyun ve keçi yetiştiriciliğinde kuzu ve oğlak kayıplarının en sık olarak, perinatal (doğumdan sonraki 24-48 saatlik dönem), doğumdan sonraki ilk 1 hafta ve sütten kesme dönemlerinde oluştuğu bilinmektedir. İngiltere’de 2010-2011 yıllarında HCC (Hybu Cig Cymru – Meat Promotion Wales) tarafından yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre kuzu kayıplarının % 49’unun doğumdan sonraki ilk 48 saat içerisinde, % 30’unun gebelik sürecinde, % 11’inin doğumdan sonraki 2-4 gün içerisinde ve diğer % 10’unun doğumdan sonraki 2 hafta içerisinde görüldüğü bildirilmektedir. Toplam kayıpların % 26’sının abort veya ölü doğum, % 9’unun hastalıklar nedeniyle oluştuğu kaydedilmektedir. Kuzu kayıplarının azaltılması ve önlenmesi için koyun beslemenin geliştirilmesi, proaktif veteriner sağlık planlamasının yapılması, kuzu bakım ve yönetim programlarının geliştirilmesi gerektiği ifade edilmektedir (1). İSHALİN NEDENLERİ Kuzu ve oğlak kayıplarının yoğun yaşandığı dönemler itibarı ile öne çıkan hastalıklardan en önemlisi “ishal ve sıvı kayıpları” olarak görülmektedir. Kuzu ve oğlaklarda ishalin nedenleri, enterotoksijenik Escherichia coli (E. coli, ETEC) serotiplerinin neden olduğu kolibasilloz başta olmak üzere Clostridium perfringens (C. perfringens) tarafından oluşturulan kuzu dizanterisi (tip B ve C) ve enterotoksemi (tip B, C ve D), etiyolojisi tam olarak anlaşılamamış olmakla birlikte etiyolojisinde E. coli’ye atfedilen ıslak ağız (watery mouth, rattle belly) sendromu ve salmonelloz bakteriyel; rotavirus ve coronavirus viral; kriptosporidiyoz ve koksidiyoz protozoon ve gastrointestinal helmint enfestasyonları paraziter nedenler olarak sayılmaktadır (2). Enterik viruslar, ETEC, Salmonellozis, kuzu dizanterisi ve kriptosporidiozis kaynaklı ishaller doğum sonrası ilk 3 haftalık dönemde; koksidiyozis ve gastrointestinal parazit kaynaklı ishaller 3-12 haftalık dönemde görülmektedir (3, 4). İshalin etyolojisinde yer alan en önemli bakteriyel etken E. coli’dir ve 1-3 günlük kuzularda şiddetli hastalığa neden olur. Stabil, ısıya dayanıklı ve antijenik olmayan enterotoksin üreten dirençli bir bakteridir. ETEC sahip olduğu adezyon faktörü pilus antijenleri (K99, F41) ile intestinal mukozaya tutunarak, doğumdan sonraki ilk 24 saatte abomazumda HCl sekresyonunun olmaması, intestinal motilitenin yavaş olması ve intestinal mikrofloranın henüz gelişmemiş olması nedeniyle ince barsak villuslarında kolonize olur ve çoğalarak, enterotoksemiye neden olur. İntestinal iyon ve sıvı sekresyonunu etkileyerek, yangısal olmayan, sekretorik ishale neden olur. Dışkı sulu ve kahverengi renklidir. Enteropatojenik E. coli barsaklara yapışır, bağlanma noktasında fırçamsı kenarların bozulmasına, mikrovillus yapısının kaybına, enzim aktivitesinde azalma ve barsaklardaki iyon taşınmasındaki değişikliklere ve verotoksin üreterek şiddetli hemorajik ishale neden olur. Bu enfeksiyon çoğunlukla sekum ve kolona, bazen distal ince barsaklara yerleşir. Şiddetli enfeksiyonlarda barsak lümeninde hemorajiye yol açan ödem, mukozal erezyonlar ve ülserasyon ile sonuçlanabilir. Sıvı tedavisi yapılmayan kuzu ve oğlakların çoğu ölür (2-4). Salmonellozis daha çok yetişkin koyunlarda ishal, ani ölüm ve abort ile karakterize olan bir hastalıktır. Salmonella enterica serotiplerinden S. typhimurium ve S. dublin ile bazı ekzotik salmonellalar genç kuzularda şiddetli hastalıklara neden olabilir. Salmonella türleri enterotoksin üretir, barsaklara invazyon yapar ve yangısal değişikliklere neden olur. Şiddetli intestinal yangı emilim kapasitesinin bozulması ve sıvı sekresyonun uyarılmasına neden olur. Bu türler invazivdir, bakteriyemi ve diğer organ sistemlerinde enfeksiyona neden olur. Bakterilerin ölümü ile endotoksinler sistemik dolaşıma geçer ve depresyon, dolaşım yetmezliği ve kardiyovasküler kollapsa neden olur. Klinik olarak, depresyon, yeşil- veya kahverengi renkli, kanla boyanmış, mukuslu ve kötü kokulu ishal ve değişken ateş görülür (2,3). Clostridium perfringens enfeksiyonları, kuzularda şiddetli enteritis, dizanteri, toksemi ve yüksek mortalite ile seyreder. Etkili aşılamalara rağmen klostridial hastalıklar halen her yıl çok sayıda ölüme neden olmaktadır. Sütten kesme döneminde yumuşak böbrek hastalığı (Cl. perfringens tip D) ve 1-3 haftalık dönemde kuzu dizanterisi (Cl. perfringens tip B) en sık gözlenen hastalıklardır (5). C. perfringens tip B ve C nekrotizan, öldürücü beta toksin üretir ve şiddetli barsak hasarına neden olur. Tip B “kuzu dizanterisinin” etkenidir. Üç haftalığa kadar olan kuzularda (2), sıklıkla 1-3 günlük veya 2 haftalıktan küçük kuzularda şiddetli enfeksiyona neden olduğu bildirilmektedir (3). Tip C enterotoksemisi “hemorajik enterotoksemi” olarak bilinir ve sıklıkla 10 günlükten küçük neonatal hayvanlarda görülür. Tip C beta toksininin temel işlevi, iyon akışını sağlayan uyarılabilir membranların geri dönüşümsüz depolarizasyonu olarak açıklanmaktadır. Abdominal ağrı veya kolik, opistotonus, konvulziyonlar ve kanlı ishal ile seyreder (6). Kuzu dizanterisinde ince barsaklarda lokal yangı ve nekroz tipiktir (5). Klasik enterotoksemi, C. perfringens tip D enfeksiyonu (pulpy kidney disease, overeating disease) koyun ve keçilerde görülür. Her yaştan hayvanı etkileyebilir, iki haftalıktan küçük kuzularda veya sütten kesilen ve yüksek karbonhidrat ve sulu yeşil otların bulunduğu meralarda beslenen hayvanlarda sık olarak görülür (2). Tip D enterotoksemisi ileusa yol açar, jejununda kolonize olarak epsilon toksini üretir. Bu toksin vasküler endotelyal hücreleri etkiler, protein ve sıvı refluksuna neden olur (6). Keçilerde klostridial enfeksiyonların çoğunluğu epsilon toksin üreten C. perfringens tip D ile ilgilidir. Tip B ve C ile C. tetani diğer klostridial hastalıklardır (7). Keçilerde enterotoksemi olgularının yaygın olarak tip C ve D kaynaklı olduğu ifade edilmektedir. C. perfringens tip C ve D aşılaması yapılan bir sürüde, enterotoksemi belirtileri gösteren 5 aylık bir oğlak, C ve D tipi antitoksin tedavisine rağmen ölmüştür, nekropside hemorajik barsak içeriğinden PCR ile C. perfringens tip A’nın sadece α ve α + β toksin üreten 2 farklı genotipi izole edilmiştir (8). Düzenli klostridial aşılama yapılan başka bir keçi sürüsünde, enterotoksemi teşhis edilen 18 aylık bir keçinin barsaklarından tip A, böbreklerinden tip D izole edilmiştir (9). Şiddetli ishal ile başlayan ve ani ölüm ile sonuçlanan bir olgu raporunda, 2 günlük bir oğlakta, barsak duvarında incelme ve sulu intestinal içerik ile birlikte ince barsaklardan yoğun gram pozitif basil izole edilmiş ve C. perfringens tip E olarak identifiye edilmiştir. Tip E izolasyonunun oğlak ishallerindeki ilk bildirim olduğu kaydedilmiştir (10). Bu durum oğlaklarda enterotoksemi olgularında tip A ve E gibi diğer klostridial etkenlerin de dikkate alınması gerektiğine işaret etmektedir Tip D enterotoksemisi kuzularda intestinal belirtilere neden olmaz, fakat oğlaklarda kataral, fibrinli veya hemorajik enterokolitise neden olur. Başlangıçta halsizlik ve depresyon, takiben abdominal ağrı belirtileri (diş gıcırdatma, abdominal kaslarda tutukluk/gerginlik, lateral pozisyonda yatış, karnı tekmeleme), opistotonus ve konvulziyonlar gözlenir. Kafa içi basıncının artması fokal simetrik ensefalomalasi belirtilerine (amaçsız gezinme, izolasyon, körlük, baş sallama) neden olur (6). Vasküler endotelyal hasara neden olan epsilon toksin nedeniyle, opistotonus gibi nörolojik belirtiler, bazı vakalarda beyinde şişme gözlenebilir. Toksemiye cevap olarak, hiperglisemi ve idrarda glikoz tespit edilebilir. Klostridial hastalıklarda vücut boşluklarında effüzyonlar, perikardiumda fibrinli içerik dahil, görülür. Karkas hızlı otoliz olur (5). Viral kaynaklı kuzu ishallerinde önemli etken rotavirustur. Grup A ve B rotaviruslar ince barsakların villuslarında olgun, absorbsiyon yapan ve enzim üreten enterositlerde çoğalır, enterositlerin rupturuna ve dökülmesine neden olarak komşu hücrelere yayılır. İnce barsakların villöz epitel hücrelerini istila eder, villöz atrofi ve kompenzatör kript hücre proliferasyonu sonucu absorbsiyonun azalmasına ve sekresyonun artışına neden olur. Özellikle 1 haftalık kuzularda görülür. Coronavirus daha çok buzağı ishallerinde etkili olur. Diğer bazı viruslar (Breda virus (torovirus), a calici-like virus, astrovirus, ve parvovirus) dışkıda gösterilmekle birlikte enfeksiyon bağlantıları açık değildir (2-4). Doğal rotavirus enfeksiyonu ile ilgili bir çalışmada, postpartum bir haftalık dönemde keçilerde ve 6-21 günlük (daha sıklıkla 6-10 günlük) oğlaklarda dışkıdan rotavirus izole edilmiştir. İyi hijyenik ve yönetim koşullarının enfeksiyonun seyri üzerinde etkili olabileceği, ishal oluşumunda rotavirus ile birlikte diğer bazı ajanların (C. parvum gibi) da etkili olduğu, 20 günlük bazı oğlaklarda sadece rotavirus kaynaklı ishallerin tespit edildiği bildirilmiştir (11). Cryptosporidium parvum kuzu, oğlak ve buzağılarda ishalin önemli aktörlerinden biridir, 7-10 günlük (1-3 haftalık dönem) kuzularda sık olarak görülür, 30 günlükten büyüklerde nadirdir. Distal ince barsak, ileum ve kalın barsakların proksimal kısımlarındaki enterositlerin apikal yüzeylerine tutunur. İntestinal mikrovillusların bozulması, yangısal hücrelerin infiltrasyonu, villöz atrofi, villöz füzyon ve kript hiperplazisine neden olur. Bu alandaki son çalışmalarda, parazitin kolera benzeri bir toksin ile klor sekresyonunu indüklediği ve apoptozise neden olarak epitel bariyer fonksiyonunun kaybına yol açtığı bildirilmektedir. Enfeksiyon şiddetli ishal dehidrasyon, metabolik asidozis ve ölümle sonuçlanır (2, 4, 12). Kuzu ve oğlaklarda 3 haftalıktan sonraki dönemde (3-12 haftalık periyot) koksidiyozis ve gastrointestinal helmintlerin neden olduğu ishaller görülür. Kuzularda koksidiyozis, Eimeria crandallis, E. ovinoidalis, E. ahsata oğlaklarda E. arloingi, E. Christenseni, E. ovinoidalis, E. Caprina ve E. ninakohlyakimovae tarafından oluşturulan bir protozoon enfeksiyonudur (3, 13). Hastalık 3-8 haftalık yaşlarda sık olarak görülür. Kalabalık ve hijyenik yetersizliklerin olduğu barınaklarda yaygın olan bir hastalıktır. Akut başlayan ishal, durgunluk, anoreksi, dehidrasyon ve ağırlık kaybı ile karakterizedir (3). Koksidiyozis ileum, sekum ve kolonu etkiler ve barsak duvarında kalınlaşma veya incelmeye neden olabilir (5), hafif klinik enfeksiyonlarda barsaklarda peteşiyel kanamalar, şiddetli ve ekstrem enfeksiyonlarda diffuz hemorajiler görülür. Nekropside kanlı, yarı sıvı, fibrin, mukozal doku parçaları ve bol ookist bulunan bir barsak içeriği ve mukozal yüzeyde beyaz lekeler veya çizgiler ile gri, kahverengi veya pembe-gölgeli alanlar görülebilir (13). Gastrointestinal helmintler içerisinde Nematodirus yaygındır, merada bulunan hayvanlarda akut diyare, letarji, abdominal ağrı, hızlı ağırlık kaybı, dehidrasyon ve 6-12 haftalık kuzularda ani ölümlerle karakterizedir. Barsaklarda şiddetli kataral yangıya neden olur. Son zamanlarda yaz sonunda sütten kesilen kuzularda atipik nematodirosis salgınlarının görüldüğü bildirilmekte ve “yaz nematodirozisi” olarak adlandırılmaktadır (3). Parazitik gastroenteritisin diğer etkenleri Tricostrongylus, Strongylus, Bunostomum ve Chabertia olarak gösterilmektedir (4). İshalin oluşmasında bazı yönetim ve uygulama hataları da etkili olabilmektedir. Fazla süt, kalitesiz veya yanlış formüle edilmiş mama ile besleme, yüksek ısıda denatüre olmuş proteinler, aşırı soya veya balık proteini ve süt orijinli olmayan karbonhidratların verilmesi ishal için önemli risk faktörleridir. Kloramfenikol, neomisin veya tetrasiklin gibi antibiyotikler malabsorbsiyona neden olan villöz değişikliklere ve hafif ishale neden olabilir. Uzun süreli ve yüksek dozda antibiyotik tedavisi, barsaklarda süperenfeksiyon sonucu ishal ile sonuçlanabilir (2). İSHALİN PATOGENEZİ Neonatal ruminantların ishali ince barsaklarla ilişkilidir ve hipersekresyon veya malabsorbsiyon nedeniyle gelişir. Hipersekretorik ishal, barsak lümenine anormal miktarda sıvı sekresyonu olduğunda ve mukozanın emilim kapasitesini aştığında gelişir. Malabsorbtif ishalde ise intestinal mukozanın sıvı ve gıdaları absorbe etme kapasitesi bozulur, bu durumda normal olarak sekrete edilen sıvılar ve sindirilmiş besinler de absorbe edilemez. Villus yüksekliğinin azalması (emilim yüzeyinin kaybı) ve fırçamsı kenardaki sindirim enzimlerinin kaybı, olgun enterositlerin kaybı ve villöz atrofi ile sonuçlanır. Villöz atrofinin kapsamı ve dağılımı patojenlere göre değişir ve klinik hastalığın şiddetini de etkiler. Malabsorbtif ishal, normal olarak ince barsaklardan absorbe edilen gıdaların kolonik fermentasyonu ile şiddetlenir. Fermentasyon ürünleri, özellikle laktik asit, ozmotik olarak kolonun içine suyun çekilmesine neden olur ve ishalin şiddetini artırır. Yangı, barsak enfeksiyonlarının çoğunluğunda ishalin patofizyolojisine katkıda bulunur. Yangı mediyatörleri barsaklara iyon hareketini etkileyebilir. Yangı aynı zamanda vasküler ve lenfatik hasara ve kript-villus ünitesinin yapısal hasarına yol açar (2). İshallerin enfeksiyöz formlarının çoğu hipersekretorik, yangısal ve malabsorbtif mekanizmalara sahiptir, genellikle bunların biri predominanttır. İshal sıvı, sodyum, potasyum ve bikarbonatın net kaybına yol açar, şiddetli olduğunda hipovolemi, hiponatremi, asidemi ve pre-renal azotemi gelişir. Bakteriyel enfeksiyonlarda (ETEC, Salmonella spp. ve klostridial hastalıklar), bakteri enterotoksinleri guanilat siklazı aktive ederek, sodyum ve klorun net sekresyonunu indükler ve hipersekresyonu uyarır. Membrana bağlı sodyum-glikoz taşıma sistemi fonksiyoneldir, fakat sekretor aktivite artışını kompanse edemez. Verotoksin üreten enteropatojenik E coli enfeksiyonları, kalın barsaklarda sıvı birikimi ve kalın barsak mukozasının aşırı hasarına (ödem, hemoraji, erozyon ve mukozanın ülserasyonu, lümende kan ve mukus birikimi) neden olur. Viruslar ise mukozanın emici hücrelerinin yıkımı ve intestinal villusların kısalması sonucu malabsorbtif ishale neden olur (2). Kriptosporidiyozis kaynaklı ishalin patogenezinde malabsorbsiyon ve sıvı sekresyonunun artışı olduğu, parazit ve konakçı faktörlerinin rolü bildirilmekle birlikte mekanizması halen anlaşılamamıştır. C. parvum öncelikle distal ince barsaklarda kolonize olur, fakat proksimal ince barsaklar, sekum ve kolona da yerleşebilir. Enfeksiyon villus hasarı (atrofi, füzyon), kript hiperplazisi ve intestinal mikrovillusların bozulmasına neden olur. Bu değişiklikler intestinal yüzeyin kaybı, membrana bağlı intestinal enzimlerin kaybı, besin ve elektrolit taşınmasının bozulması sonucu malabsorbsiyon ile sonuçlanır. Parazitin sekrete etttiği kolera-benzeri toksin sekretor tip diyare gelişimine neden olabilir. Son çalışmalar kriptosporidiumların apoptozisi indüklediğini ve bariyer fonksiyonunun kaybına neden olan epitelyal bağlantı noktalarında bozulmaya neden olduğuna işaret etmektedir. Bu patolojik değişiklikler kriptosporidiyoziste malabsorbtif ve sekretorik diyare geliştiğini göstermektedir (12). Coccidia spp. (keçilerde E. ninakohlyakimovae ve E. arloingi, koyunlarda E. ovinoidalis, E. crandallis ve E. ahsata) barsakların epitel hücrelerinin yıkılmayarak kataral enteritise (jejunum, ileum, sekum ve proksimal kolonda), sindirim mikroflorasının bozulmasına ve gram (-) bakteri popülasyonunun artışına katkı yaparak ishale neden olur. Mukoza ve sub-mukozada ödem dikkat çeker, mukozada küçük gri-beyaz lezyonlar/benekler (1-2 mm çapında nodüller) karakteristiktir. Epitel hücre yüzeyinin kaybı, villöz atrofi, kript yıkımlanması veya hiperplazisi başlıca histopatolojik değişikliklerdir (14). İSHAL OLGULARINDA TEDAVİ YAKLAŞIMLARI Neonatal ruminant ishallerinde ölüm nedeni, sıvı-elektrolit kayıplarının yol açtığı dehidrasyon ve asit-baz dengesizlikleridir. Fakat sahada tedavi uygulamaları, etiyolojik ajanı dikkate alan ilaç uygulamaları ile başlamakta sıvı tedavisi göz ardı edilmektedir. Bu yaklaşımlar önemli kuzu ve oğlak kayıpları ile sonuçlanmaktadır. İshal olgularında tedavi yaklaşımı, genel olarak dehidrasyonun giderilmesi, sıvı ve elektrolit kayıplarının karşılanması ve asit-baz bozukluklarının düzeltilmesi için sıvı-elektrolit tedavisi, antibiyotik, antienflamatuar ve bazı destek ilaç uygulamaları ile diyet düzenlemelerini kapsamalıdır. Bu noktadan hareketle, bu bölümde kuzu ve oğlak ishallerine neden olan hastalıklar dikkate alınarak, oral ve parenteral sıvı replasmanı ve ilaç uygulamaları tartışılacaktır. Sıvı ve Elektrolit Tedavisi Klinik hastalıkların tedavisinde, vücut su, elektrolit ve asit-baz dengesinin restorasyonu tedavi başarısı ve prognozunu önemli ölçüde etkiler. Sıvı tedavisinin hedefi, kardiyak atım ve doku perfüzyonunun sürdürülmesi, asit-baz ve elektrolit bozukluklarının düzeltilmesidir. İshal olgularında önemli sıvı ve elektrolit kaybı söz konusudur. Bu durumda dehidrasyonun derecesinin belirlenmesi önceliklidir. Bu amaçla mental durum, deri elastikiyeti, göz yuvarlağının çökmesi, mukoz membranların yapısı ve rengi, ekstremitelerin ısısı değerlendirilir. Hematokrit değer (Ht, PCV), plazma total protein (TP) konsantrasyonu ve idrar dansitesi gibi laboratuar parametrelerden yararlanılır. Serum kimyası ve kan gazı analizleri ile elektrolit, glikoz ve asit-baz dengesizlikleri belirlenir. Bu bilgiler ışığında sıvı tedavisi yapılır (15). Sıvı tedavisinin hedefine ulaşması ve tedavi başarısının temel noktaları bazı soruların cevaplanmasını gerektirmektedir: 1. 2. 3. 1. Sıvı tedavisi ihtiyacı ne kadardır? Nasıl (oral, damar içi) verilmelidir? Hangi tip sıvı kullanılmalıdır? Sıvı tedavisi ihtiyacı ne kadardır? Dehidrasyon düzeyinin belirlenmesi, aşağıda verilen (Tablo 1) bilgiler temelinde yapılabilir. Sıvı miktarı kaybedilen sıvı, devam eden kayıplar ve günlük sıvı ihtiyacı gözetilerek hesaplanır. Kaybedilen sıvı [Dehidrasyon yüzdesi, % x vücut ağırlığı, kg = Verilecek sıvı, L] in kg) formülü ile hesaplanır. Günlük sıvı ihtiyacı, kuzu ve oğlaklar için 7080 ml/kg/24 saat veya 4 ml/kg/saat olarak alınabilir. Devam eden kayıplar ise klinik ve laboratuar bulgular temelinde ve hastalığın seyrine göre değerlendirilir. Genel bir kural olarak, hidrasyon açığının/kaybının replasmanı yaklaşık olarak 4 saat içerisinde giderilmeli, günlük sıvı ihtiyacı ve devam eden kayıplar gün içerisinde karşılanmalıdır. Total protein konsantrasyonu düşük olan hayvanlarda, hidrasyon replasmanı 4-6 saat ve kalan sıvılar 12-24 saat içerisinde verilmelidir (15). Sıvı kaybı % 6’nın üzerine çıktığında dehidrasyonun klinik belirtileri başlar (2). Tablo 1. Ruminantlarda hidrasyon durumunun belirlenmesinde kullanılan fiziksel parametreler Hafif % 4-6 Orta % 7-9 Şiddetli > % 10 4-5 sn 5-7 sn > 7 sn Deri elastikiyeti Göz yuvarlağının 2-3 mm 3-4 mm 6-8 mm çökmesi Nemli, sıcak, pembe Yapışkan, soğumuş, solgun Kuru, soğuk, solgun Oral mukoza Sıcak Soğumuş Soğuk Ekstremiteler Ayakta, ilgili Sternal yatış, yavaş Lateral yatış, depresif Durum, davranış 2. Nasıl (oral, damar içi) verilmelidir? Sıvıların verilme yolu, parenteral veya enteral, hayvanın durumuna göre kararlaştırılır. Ruminantlarda hafif ve orta düzeyli dehidrasyonda, oral yoldan sıvı tedavisi yapılabilir. Oral sıvı tedavisi, mental olarak uyanık, gastrointestinal motilitesi iyi ve dehidrasyonu % 8’den az olan hayvanlarda yapılabilir. Bu şartlara uymayan hayvanlarda parenteral yollarla sıvı ve elektrolit desteği sağlanmalıdır (15). Yatan ve zayıf kuzularda sıvı kaybı % 8’in üzerindedir ve damar içi sıvı tedavisine ihtiyaç vardır. Bu durumdaki hayvanlar asidotiktir, sıvı ve baz kayıpları başlangıçta hipertonik sodyum bikarbonat solüsyonu (5 kg canlı ağırlık, hafif-orta-şiddetli dehidrasyonda kuzu/oğlak için % 8.4 solüsyondan 15-36 mL), takiben dengeli elektrolit solüsyonları 40 mL/kg/saat dozunda volüm kaybı düzeltilene kadar verilmelidir. Oral rehidrasyon sıvıları, damar içi tedavi ile birlikte devam eden sıvı ve elektrolit kayıplarını karşılamak için kullanılabilir (2). Tablo 2. Juguler kateterizasyon için kateter ölçüleri Yetişkin Koyun, Keçi Kuzu, Oğlak 16 gauge 14-16 gauge Hayvan 3.25 inç (8.3 cm) 3.25-5.5 inç (8.3-14 cm) Kateter büyüklüğü 3. Hangi tip sıvı kullanılmalıdır? Veteriner hekimlik pratiğinde kullanılan 4 temel solüsyon tipi vardır. Bunlar kristaloidler, kolloidler, parenteral besleme solüsyonları ve kan ürünleridir. Kristaloidler dengeli izotonik (elektroselüler sıvı kompozisyonunda, Ringer, Normosol, Plasma-Lyte gibi) ve dengelenmemiş izotonik (spesifik komponentler bulunan, % 0.9 NaCl, % 5 Dextrose, % 1.3 NaHCO3 gibi) solüsyonlardır. Bu sıvılar verildikten sonraki bir saat içerisinde sadece % 2025’i damar içinde kalır. Bu nedenle rehidrasyon, elektrolit ve asit-baz bozukluklarının restorasyonu için uygundur, fakat kardiyak atımın uzun süreli olarak sürdürülmesi için ideal değildir. Kolloidler yüksek moleküler ağırlıklı ürünlerdir, intravasküler aralıkta uzun süre kalır ve hipoproteinemi bulunan hayvanlarda intravasküler volümün artırılması ve sürdürülmesi için yararlıdır. Ozmotik basıncın sürdürülmesinde albümine benzer aktivite gösterir, % 6 Dextran 70, ozmotik olarak albüminden 2.5 kat daha aktiftir. Tam kan ve plazma doğal; Hetastarch, Dextran ve modifiye jelatin solüsyonları sentetik kolloidlerdir. Hetastarch, infüzyon sonrasında 96 saat süreyle plazma kolloid ozmotik basıncını sürdürebilir (15). Oral Rehidrasyon Sıvıları Oral rehidrasyon sıvıları (ORS), hafif ve orta dereceli sıvı-elektrolit tedavilerinde ekonomik ve etkili bir yöntemdir. Ayrıca oral tedavi, şiddetli hipokalemi ve hipofosfatemi durumlarında endikedir (Jones 2014). Kuzu ayakta durabiliyor ve emme refleksi varsa ORS kullanılabilir. ORS, glikoz ve aminoasitlerle birlikte sodyumun ko-transportunu destekler. ORS’de sodyum, glikoz, glisin, alanin, potasyum, bikarbonat, sitrat, asetat gibi ajanlar bulunabilir. . Bu solüsyonlar biberon veya sonda ile verilebilir ve rehidrasyon sağlanana kadar bol miktarda kullanılabilir (2). Suyun etkili bir şekilde emilmesi için oral sıvılar, intestinal mukozal taşımayı kolaylaştırmak için yeterli miktarda sodyum içermelidir. İdeal oral solüsyonlar, en azından 90 mmol/L sodyum içermelidir. Ruminantlarda anoreksi ve gastrointestinal stazis durumlarında plazma potasyum ve klor konsantrasyonları düşüktür. Bu nedenle ORS’ler bu elektrolitlerin ekstra-fizyolojik konsantrasyonlarını içermelidir. Yetişkin ruminantlar için su ile hazırlanacak 1 L ORS’de 7 g NaCl, 1.5 g KCl ve 1 g CaCl2 bulunmalıdır (15). D-laktik asidozis sendromu (Floppy Kid Syndrome, FKS), kuzu ve oğlaklarda tanımlanmıştır ve şiddetli metabolik asidozis, kas zayıflığı ve depresyon gözlenen olgularda dehidrasyon yoktur (15, 16). Bu sendromun tedavisinde 50 mmol NaHCO3 / 50 mL % 8.4 NaHCO3 oral olarak kullanılabilir veya kan gazları analizi temelinde baz açığı (BE, base excess) dikkate alınarak, oral NaHCO3 ile birlikte damar içi % 5 HCO3 solüsyonu verilebilir (15). Bir çalışmada D-laktat konsantrasyonu yüksek (7.43±2.71, kontrol 0.26±0.24 mM), Llaktat konsantrasyonu düşük (0.67±0.49, kontrol 1.60±1.02 mM) olarak bulunmuştur. NaHCO3 tedavisinin (I.V. ve oral) kan pH’sını ve BE’yi arttırdığı, anyon gapı azalttığı ve Llaktat konsantrasyonunu yükselttiği tespit edilmiştir (16). Antibiyotikler ve Antienflamatuarlar Sistemik hastalık bulunan ve yatan hayvanlarda parenteral antibiyotikler kullanılabilir. Saha çalışmalarına göre bakteriyemik sistemik hastalık bulunan ishalli buzağıların yaklaşık % 30’unun antibiyotiğe ihtiyacı olduğu değerlendirilmektedir. Etken çoğunlukla E. coli olduğundan, gram negatif bakterilere etkili antibiyotiklerin tercih edilmesi önerilmektedir (2). İki farklı antibakteriyel içeren ticari ürün ile yapılan karşılaştırmalı bir tedavi çalışmasında, Prestokon(R) (Neomycin sulphate, 1g, thalysulphathiazole 6 g, Spolamine Hcl 0.005 g, Vitamin A palmite 50000 iu, Vitamin E 0.4 g) ve Furazine-II(R) (Furazolidone % 11)’in tek doz uygulamasında 24 saat sonra dışkı bakteri oranlarındaki azalma (CFU/g) sırasıyla % 63.31±6.22 ve % 32.47±14.75 olarak tespit edilmiştir. Bu iki ajanın antidiyareyik olarak yararlı olmakla birlikte, kuzularda bakteriyel ishallerin tedavisinde neomisin sülfatın etkili bulunduğu ifade edilmiştir (17). Enterotoksemide klinik hastalık süresi çok kısadır, bu nedenle uygulamalar korumaya yöneliktir. Fakat teorik olarak, anaerobik bakterilere etkili olan antimikrobiyal ilaçlar yararlı olabilir. Bu amaçla penisilinler ve makrolidler uygun ilaç seçenekleridir. C. perfringensin in vitro analizlerde üçüncü kuşak sefalosporinlere duyarlı olduğu bildirilmektedir (18). Enterotoksemi şüphesi bulunan olgularda, damar içi anti-toksin tedavisi, bikarbonat ve elektrolit içeren sıvılar, parenteral penisilin ve fluniksin meglumin verilebileceği bildirilmektedir (19). İshalli buzağılarda yapılan çalışmalarda, sıvı tedavisi ile birlikte non-steroidalantiinflamatuar ilaç (NSAID) tedavisinin hızlı iyileşmeye ve ağırlık kazancına katkı sağladığı bildirilmiştir. Bu etkiler NSAID’lerin analjezik, anti-inflamatuar, antipiretik ve antisekretor özelliklerine atfedilmektedir (2). Neonatal kuzularda kriptosporidiyoziste profilaktik ve terapötik amaçlı olarak, bir NSAID olan Bobel-24’ün (2,4,6- triiodophenol, 50 mg/kg) ishal oranı, süresi ve ookist atılımını önemli ölçüde azalttığı ifade edilmiştir. Profilaktik olarak çok etkili olduğu ve neonatal kuzularda kriptosporidiyozisin erken kontrolünde kullanımının uygun olduğu bildirilmiştir (20). Antidiyareyik Tedaviler İntestinal motiliteyi azaltan hyoscine-N-butylbromide veya atropin gibi ilaçlar, dışkı çıkışında azalmaya neden olduğu için bazı durumlarda önerilebilmektedir. Fekal üretimin azaltılması pozitif tedavi yaklaşımı olarak değerlendirilmesine rağmen, bakteriler, toksinler ve sindirilmemiş gıdaları kapsayan barsak içeriğinin retensiyonuna neden olabilir. Bu nedenle ishal olgularında intestinal motiliteyi azaltan ilaçlar önerilmemektedir. Kaolin ve pektin gibi intestinal jel ve adsorbanlar genellikle kullanılmaktadır, fakat bu ajanlar sadece dışkının kıvamını artırmaktadır, su ve iyon kaybını engellemezler (2). Antiprotozoal Tedaviler Kuzularda ve oğlaklarda kriptosporidiyozisin neden olduğu ishallerin tedavisinde, 3 ve 7 gün süreli halofuginon laktat (100 μg/kg) uygulamasında, 7 günlük tedavi etkili bulunmuştur. Bu ilacın ishal insidansı ve ookist atılımını önemli ölçüde azalttığı, canlı ağırlık kazancında etkili olmadığı tespit edilmiştir. Bu ilacın aynı zamanda mortalitenin azaltılması ve önlenmesinde de etkili olduğu bildirilmiştir (21,22). Deneysel bir çalışmada, aynı dozda ve 10 gün süreyle kullanılan halofuginon laktatın ookist atılımı, ishal ve mortalite oranı üzerinde olumlu etkileri gösterilmiştir (23). Bir makrolid olan tilmicosin, bir saha çalışmasında 2 günlük oğlaklara 10 gün süreyle 25 ve 50 mg/kg dozlarında, oral olarak verilmiştir. Çalışmanın sonuçlarında ishal prevalansının ve ookist atılımının yüksek olduğu ve mortalitenin % 90’a çıktığı ifade edilmiştir (24). Bir diğer çalışmada tilmicosinin (25-50 mg/kg, 10 gün süreyle) oğlaklarda profilaktik amaçlı kullanımının klinik hastalığın gelişmesini önleyemediği gibi çevre kontaminasyonunu artırdığı tespit edilmiş ve kriptosporidiyoz tedavisinde küratif bir ajan olarak yararlı olmadığı bildirilmiştir (25). Paromomisin (100 mg/kg, 3 gün süreyle) kuzularda kriptosporidiyozisin tedavisinde etkili olduğu, fakat kriptosporidiyozisi tamamen baskılamadığı tespit edilmiştir. Klinik belirtilerde gelişme sağladığı ve ookist atılımını azalttığı için çevresel kontaminasyonun önlenmesinde yararlanılabileceği ifade edilmiştir (26). Kuzularda deneysel Cryptosporidium parvum enfeksiyonunda, β-cyclodextrin (1 g/kg, 3 gün) koruyucu ve tedavi edici etkinlik bakımından başarılı bulunmuştur. Koruyucu uygulama doğumu takip eden 1. günde, terapötik uygulama ise ishal başladığında yapılmıştır. İshalin şiddetinde ve ookist atılımında önemli azalma gözlenmiş ve kuzuların ilacı iyi tolere ettiği bildirilmiştir (27). Oğlaklarda süt ile günde 2 kez ve gebe keçilerde doğumdan 21 gün önce yeme katılarak verilen decoquinatın (2.5 mg/kg, 21 gün süreyle) kriptosporidoyozisteki klinik etkinliğinin değerlendirildiği bir çalışmada, mortalite ve ookist atılımında azalma ve dışkı skorlarında iyileşme gözlendiği, ilacın iyi tolere edildiği, fakat klinik kriptosporidiyozisin önlenmesinde etkili olmadığı bildirilmiştir (28). Kuzu ve oğlaklarda koksidiyoz tedavisinde, Diclazuril oral süspansiyon (1 mg/kg) tek doz olarak kullanılmaktadır. Enfestasyon basıncının yüksek olduğu durumlarda 3 hafta sonra ikinci doz önerilmektedir. Diclazurilin ookist atılımını 14 günün üzerinde süreyle azalttığı bildirilmektedir. Toltrazuril diğer bir oral antikoksidiyaldir, 20 mg/kg, tek doz olarak kullanılmaktadır. Toltrazuril prepatent periyotta, klinik belirtiler başlamadan önce çok etkili olmaktadır, bu nedenle grup veya pendeki tüm hayvanların aynı zamanda tedavi edilmesi önerilmektedir (29). Koksidiyozis olgularında barsak lezyonlarında sitokin/kemokin cevaplarının araştırıldığı bir çalışmada, kuzu ve oğlaklarda IFN-α, IFN-γ, IL-1α , IL-1β, IL2, IL6, IL10, TNF-α ve TNF-β immunoreaksiyonları tespit edilmiştir. Bu bulgulara göre IFN-γ ve IL2 immunoreaktivitesindeki artışlar, yangısal alanda NK hücrelerinin infiltrasyonunda artış (NK hücrelerinin enfekte hücrelerin lizisi veya IFN-γ kaynağı olarak koksidiyoz kontrolünde önemli rolü olabileceği ileri sürülmektedir) olduğu düşüncesini desteklemiştir. Bu noktalardan hareketle sitokinler ve kemokinlerin koksidiyozisn tedavisinde profilaktik ve terapötik amaçlarla kullanılabileceği değerlendirilmektedir (30). Probiyotikler/Prebiyotikler ve Promikrobiyal Tedavi İnsan hekimliğinde, probiyotik kullanımının çocuklarda akut ishalin tedavi süresini kısalttığı ve meta-analiz sonuçlarına göre antibiyotik kaynaklı ishallerin tedavisi ve önlenmesinde yararlı olduğu bildirilmektedir. Probiyotik konsepti, Louis Pasteur’den beri barsaklarda kolonize olabilen zararsız bakterilerin, enteropatojenlerin zararlı etkilerine karşı koruma sağlayacağı düşüncesine dayanmaktadır. Bu çerçevede çocuklarda ve yetişkinlerde antibiyotik kaynaklı ishallerin tedavisinde kullanılmaktadır. Oligofruktoz gibi prebiyotikler, bifidobakteri gibi yararlı bakterilerin çoğalmasını teşvik eder, metronidazole veya vankomisin tedavisi sonrasında gelişen C. difficile enfeksiyonu relapsını azaltır (31). Neonatal oğlaklarda ishalin önemli nedenlerinden biri olan ETEC (K88 ve K99) kaynaklı olguların kontrolü ve önlenmesinde, organik asit solüsyonlarının yararlı olduğu ifade edilmektedir. Organik asitlerin muhtemelen gastrik pH’nın düşürülmesi ve intestinal mikroflorada patojen olmayan fermentatif mikroorganizmaların veya enzim aktivitesinin artırılması suretiyle etki gösterdiği ve uygulamanın koruma amaçlı olduğu bildirilmektedir (32). Buzağılarda deneysel olarak oluşturulan E. coli enterotoksemisinde (O157:H7 serotipi), yetişkin sığırlardan izole edilen laktik asit üreten Streptococcus bovis LCB6 ve Lactobacillus gallinarum LCB12 içeren bir probiyotik ürün kullanılmıştır. Enfeksiyondan 7 gün sonra dışkı ile yoğun bakteri atılımı tespit edilmiş ve probiyotik uygulaması yapılmıştır. Bu probiyotiğin dışkı bakteri atılımını tamamen inhibe ettiği ve herhangi bir tekrar atılım gözlenmediği tespit edilmiştir. Bu alandaki ilk çalışmalardan biri olan bu denemede, bu probiyotik ürünün dışkı bakteri atılımının azaltılmasında kullanılabileceği değerlendirilmiştir (33). Son yıllarda bitkisel tedavilere ilgi önemli ölçüde artmıştır. Bu alanda arayışlar sürmektedir. Kuzu ishalleri ile ilgili bir çalışmada, bitkisel bir kombinasyon (Coptis chinensi, Magnolia officinalis, Atractylodes lancea, Prunus mume ve Poria cocos) ile antibiyotik + pepsin kombinasyonunun klinik etkinliği değerlendirilmiştir. İki tedavi arasında klinik iyileşme oranı (% 88 / % 78.9), iyileşme süresi (3.1 gün / 3.5 gün), mortalite (% 5.1 / % 13.8) ve tekrarlama oranlarının (% 8.7 / % 24.4) karşılaştırılmasında önemli sonuçlar alınmıştır. Ayrıca kuzularda büyüme performansını artırdığı bildirilmiştir. Bu bitkisel tedavi kuzu ishallerinde potansiyel etkili bir tedavi stratejisi olarak önerilmiştir (34). Diyet Uygulamaları Rehidrasyon sırasında sütle besleme tartışmalı bir konudur. Sütle besleme dışkı volümünü artırır, fakat enerji sağlar ve barsakların iyileşmesini destekler. Yeni doğanların enerji ihtiyacı fazla, rezervleri azdır. Elektrolit solüsyonlar enerji ihtiyacını karşılamaz ve süt 24 saatin üzerinde kesilmemelidir (2). İSHAL OLGULARINDA KORUYUCU YAKLAŞIMLAR Koyun yetiştiricilerinin güvenli üretim, yüksek kaliteli ürün, karlı ve sürdürülebilir bir işletme yapısı için yüksek standartlarda sürü sağlığı ve refahı uygulamalarına ihtiyacı vardır. Optimal fiziksel ve finansal performansın sağlanması için sürü sağlığı planlanmasının yapılması ve sürü sağlığı ve yönetimi uygulamaları odaklı bir üretim ve yetiştirme programı uygulanması önerilmektedir. Veteriner sürü sağlığı planlarının anahtar noktaları hastalık kontrol stratejileri, tüm üretim ve yetiştirme aşamalarında gözlem/izleme ve uygulamaların çıktılarının/sonuçlarının değerlendirilmesi ve yeni stratejilerin geliştirilmesini kapsamaktadır. Hayvan refahı da uluslararası düzenlemeler çerçevesinde bu tabloya eklenmiştir. Veteriner sürü sağlığı planlaması ileriye dönük bir programdır. Amacı, hayvan sağlığının korunması ve geliştirilmesi, fiziksel ve finansal üretkenliğin artırılmasıdır. İşletmeye/sürüye özel olarak hazırlanmış, hedefleri olan koruyucu yaklaşımlara odaklanmıştır (1). Sürü sağlığının korunmasında temel yaklaşımlar; neonatal hayvanların mikroorganizmalara maruziyetinin azaltılması için izolasyon, ayrılmış alanlarda barındırma ve genel hijyenik önlemlerin alınması, koyun/keçi ve yeni doğanlarda iyi bakım ve besleme uygulamaları ile non-spesifik direncin artırılması, kolostrum yönetimi ile pasif transfer yetersizliklerinin önlenmesi, koyun/keçi ve yeni doğanların aşılanması ile spesifik direncin artırılması olarak ifade edilmektedir (2). Hastalıktan korunma için 1) uygun bir aşı programı, 2) hastalıkların oluşumunda etkili olan risk faktörlerinin azaltılması için optimal yönetim stratejilerinin uygulanması, 3) verim özellikleri ve metabolik durumu dikkate alan uygun besleme programları, 4) metabolik durum ve verimliliğin değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır (35). Enterotokseminin kontrolü ve önlenmesinde yönetimin büyük rolü vardır. Enterotoksemi oluşumunda bağışıklık durumu, gastrointestinal sistemdeki klostridial organizma sayısı ve bu organizmaların toksijenik potansiyelinin büyük etkisi vardır. Aniden karbonhidrattan zengin beslemeye (sulu mera veya tane yemler gibi) geçmek, C. perfringens popülasyonunda artışa neden olur ve perakut hastalığın patogenezinde önemli rol oynar. Kolostrum yönetimindeki uygulama hatalarının neden olduğu pasif transfer yetersizliği, sütten kesme sonrasında besleme yönetimindeki hatalar ve aşılama protokollerinin uygun olmaması enterotoksemi riski oluşturur. Çiftliklerde bu hatalardan kaynaklanan entrotoksemi vakalarına rastlanmaktadır (8). Kriptosporidiyoz kontrolünde en etkili yaklaşımın önleyici ölçümler olduğu bildirilmektedir. Biyogüvenlik ölçümleri ile insanlarda ve hayvanlarda Cryptosporidium enfeksiyonunun etkili bir şekilde önlenebileceği, çiftlik hayvanlarında risk faktörlerinin tanımlanması ile önleme ve kontrol stratejilerinin geliştirilebileceği ifade edilmektedir. Bu parazit ile mücadelede kontamine su kaynakları, ookist atılımı ve çevresel kontaminasyon durumu tespit edilmelidir. Korunmada temel yaklaşımlar; çevrenin ve barınakların ookistlerden temizlenmesi (% 5 amonyak solüsyonu ile dezenfeksiyon), neonatal enfeksiyonların ve mortalitenin minimize edilmesi için hasta hayvanların izolasyonu, direncin artırılması için yeni doğanların yeterli kolostrum almasının sağlanması ve bakım-yönetim düzenlemeleridir. Ağıllarda yoğunluğun azaltılması, genç hayvanların yetişkinlerden ayrı tutulması, personel ve hayvanların temasının sınırlandırılması ve parazitin sürü içinde yayılımının azaltılması için senkronize doğum periyodunun kısa tutulması bazı yönetimsel tedbirler olarak önerilmektedir. C. parvum ile enfekte buzağı, kuzu ve oğlakların ekskrete ettiği ookistler serin ve nemli ortamlarda aylarca enfeksiyon yeteneğini korur, ookistlerin enfeksiyon yeteneği soğuk-don havalarda düşer, tropikal iklimlerde kaybolur. Bu nedenle güneş ışığının ookistler üzerindeki etkisine yönelik araştırmalara ihtiyaç olduğu ifade edilmektedir. Genç hayvanlarda C. parvuma karşı sentetik kolostrum içerisinde antikor verilmesi ve bazı rekombinant C. parvum proteinlerinin koruma sağladığı gösterilmiştir. Bu hastalıktan korunmanın yakın gelecekte immunoterapi ve selektif ilaç kombinasyonları ile sağlanabileceği değerlendirilmektedir (25). Kuzuların/oğlakların koksidiyozdan korunması için kalabalık barındırmadan kaçınmak gerekir. Ağıllar, gezinti alanları ve tüm doğum penleri temiz ve kuru olmalı, tüm altlıklar ookistlerin sporlanmasını önlemek için düzenli bir şekilde uzaklaştırılmalıdır. Yemlik ve suluklar temiz olmalı ve dışkı kontaminasyonları önlenmelidir. iyi yönetim koşulları sağlandıktan sonra bile bazı koruyucu önlemler gerekli olabilir. Bu önlemlerin zamanlaması, hastalık riskine göre 7-10 gün önce yapılmalıdır. Bu amaçla diclazuril ve toltrazurilin tedavi dozları kullanılabilir (29). Doğal koksidiyoziste profilaktik ilaç kullanımının ekonomik etkilerinin değerlendirildiği bir çalışmada, diclazuril (1 mg/kg, oral, 3 hafta ara ile 2 doz) ve sulphadimetoxinin (50 mg/kg, oral, 5 gün süreyle) canlı ağırlık, karkas ağırlığı ve karkas klasifikasyonu üzerindeki etkinliği tartışılmıştır. Bu ilaçların ortalama yağlanma süresini kısalttığı (deneme 52-55 gün, kontrol 60 gün), büyüme oranlarını artırdığı ve tek doz diclazurilin % 8, iki doz diclazurilin % 16 oranında yemden yararlanmayı artırdığı bulunmuştur (36). Aşılama Aşıların doğru ve düzenli kullanımı, spesifik hastalıkların insidansını ve şiddetini azaltabilir. Aşı programları bölgeler veya çiftlikler arasında farklılık gösterebilir. Aşı programı bölgede gözlenen hastalıkların ve laboratuar taramaların sonuçları ışığında muhtemel risklere göre oluşturulur. Klostridial aşılar, tüm koyun ve keçilere yapılması gerekli olan aşılardır ve aşı programının önemli bir parçasıdır. Diğer aşılar işletmeye özel sürü sağlığı programı ve bölgesel hastalık riskleri dikkate alınarak programa eklenir (35). Bu aşı programında ülkemizdeki hastalıklar dikkate alınarak, kombine klostridial aşılarla birlikte prevalansı yüksek olan şap, çiçek, koyun-keçi vebası, peseudotüberküloz, mavi dil, ektima, Pasteurella spp., E. coli ve bazı bölgelerde kuduz yer alabilir. Enterotoksemiden korunmada immunoprofilaksi çok önemlidir. Zira hastalık hızlı seyirlidir ve tedavi için zaman yoktur. Hastalıktan korunma için ticari multivalan toksoid aşılar kullanılmaktadır. Koyun ve keçiler, bölgesel hastalık suşları dikkate alınarak, ihtiyaçlar doğrultusunda A, B, C ve D tiplerine karşı gebelik döneminde aşılanmalıdır (18). Koyunların aşılaması, gebeliğin son döneminde, doğumdan 3-6 hafta önce yapılmalıdır. Böylece kolostral antikor düzeyi yükseltilerek, kuzular ve oğlakların korunması sağlanabilir. Kuzu ve oğlakların aşılaması 4-8. haftalarda yapılabilmektedir (19). Biyogüvenlik Biyogüvenlik programları, enfeksiyon hastalıkların kontrolünde en kritik konudur. Sürüye dış kaynaklardan yeni hastalıkların girişinin önlenmesi veya azaltılması, sürüde bulunan hastalıkların yayılmasının önlenmesi ve muhtemel risklerin azaltılması gibi yönetim uygulamalarını kapsar. Biyogüvenlik uygulamaları içerisinde bulaşma kaynakları, izolasyon ve dezenfeksiyon değerlendirilmelidir. Pratik biyogüvenlik prensipleri, hastalık durumu bilinen çiftliklerden hayvan satın alınması, hayvan taşımalarının temiz ve dezenfekte edilmiş araçlarla yapılması, satın alınan hayvanların sürüye katılmadan önce 2-4 hafta karantinada tutulması, karantina sürecinde kaşıntı, topallık, eksternal şişlikler ve açıklanamayan ağırlık/kondisyon kayıpları yönünden gözlemlerin sürdürülmesini kapsar. Karantina sürecinde işletmede uygulanan aşı programı kapsamında aşılamalar ve anti-paraziter tedaviler yapılmalı, tırnak kesimi ve piyeten/footrot (Dichelobacter nodosus enfeksiyonu) kontrolleri yapılmalıdır. Satın alma öncesi ve izolasyon sırasında, enfeksiyon hastalıkları ve aşı geçmişi serolojik testlerle kontrol edilmelidir. İnsan ve hayvan hareketleri, işletme araç trafiği, kontamine materyaller ve vektörler gibi bulaşma kaynakları sınırlandırılmalı, ziyaretçiler uygun tek kullanımlık kıyafetler, çizme ve dezenfeksiyon kuralları çerçevesinde işletmeye alınmalı, iyi yönetim uygulamaları çerçevesinde bakım-besleme ve aşılama ile sürü direnci artırılmalıdır (35). Kaynaklar 1. Phythian C, Phillips K, Wright N, Morgan M. Sheep health, welfare and production planning 1. Recording and benchmarking performance indicators of flock health and production. In Practice 2014;36:-85-95. 2. Gruenberg W. Diarrhea in Neonatal Ruminants (Scours). http://www.merckmanuals.com, (Erişim tarihi: 20.03.2014). 3. Sargison N. Differential diagnosis of diarrhoea in lambs. 2004;26:20-27. 4. Mitchell G, Linklater K. Differential diagnosis of scouring in lambs. In Practice 1983;5:4-12. 5. Lovatt F, Stevenson H, Davies I. Sudden death in sheep. In Practice 2014;36:-409-417. 6. Rings DM. Clostridial disease associated with neurologic signs: tetanus, botulism, and enterotoxemia. Vet Clin Food Anim 2004; 20:379–391. 7. Harwood D. Diseases of dairy goats. 2004;26:248-259. 8. Dray T. Clostridium perfringens type A and β2 toxin associated with enterotoxemia in a 5-weekold goat. Can Vet J 2004;45:251–253. 9. Miyashiro S, Nassar AFC, Del Fava C, Cabral AD, Silva M. Clostridium perfringens Types A and D associated with enterotoxemia in an 18- month-old goat. J. Venom. Anim. Toxins incl. Trop. Dis 2007;13(2):885-893. 10. Kim HY, Byun JW, Roh IS, Bae YC, Lee MH, Kim B, Songer JG, Jung BY. First isolation of Clostridium perfringens type E from a goat with diarrhea. Anaerobe 2013;22:141-143. 11. Munoz M, Lanza I, Alvarez M, Carmenes P. Rotavirus excretion by kids in a naturally infected goat herd. Small Ruminant Research 1994;14:83-89. 12. O’Handley RM, Olson ME. Giardiasis and Cryptosporidiosis in Ruminants. Vet Clin Food Anim 2006;22:623–643. 13. Jolley WR, Bardsley KD. Ruminant Coccidiosis. Vet Clin Food Anim 2006;22:613–621. 14. Chartier C, Paraud C. Coccidiosis due to Eimeria in sheep and goats, a review. Small Ruminant Research 2012;103:84–92. 15. Jones M, Navarre C. Fluid Therapy in Small Ruminants and Camelids. Vet Clin Food Anim 2014; 30:441–453. 16. Bleul U, Schwantag S, Stocker H, Corboz L, Grimm F, Engels M, Borel N, Lutz H, Schönmann M, Kahn W. Floppy Kid Syndrome Caused by D-Lactic Acidosis in Goat Kids. J Vet Intern Med 200.6;20:1003–1008 17. Mohammed AK. Comparision of Prestokon® and Furazine - II® in the treatment of Microbial diarrhoea in neonatal lambs. Veterinary World 2011;4(9):420-422. 18. Songer JG. Clostridial Enterotoxemia (Clostridium perfringens). In: Food Animal Practice (Fifth Edition), 2009;19:62-64. 19. Emilio M. Treatment of Emergency Conditions in Sheep and Goats. Vet Clin Food Anim 2011;27:33–45. 20. Castro-Hermida JA, Garcia-Presedo I, Gonzalez-Warleta M, Mezo M, Fenoy S, Rueda C, del Aguila C. Activity of an anti-inflammatory drug against cryptosporidiosis in neonatal lambs. Veterinary Parasitology 2008;155:308–313. 21. Giadinis ND, Papadopoulos E, Panousis N, Papazahariadou M, Lafi SQ, Karatzias H. Effect of halofuginone lactate on treatment and prevention of lamb cryptosporidiosis: an extensive field trial. J. vet. Pharmacol. Therap. 2007;30:578–582. 22. Giadinis ND, Papadopoulos E, Lafi SQ, Panousis NK, Papazahariadou M, Karatzias H. Efficacy of halofuginone lactate for the treatment and prevention of cryptosporidiosis in goat kids: An extensive field trial. Small Ruminant Research 2008;76:195–200. 23. Petermann J, Paraud C, Pors I, Chartier C. Efficacy of halofuginone lactate against experimental cryptosporidiosis in goat neonates. Veterinary Parasitology 2014; 202:326–329. 24. Paraud C, Pors I, Chartier C. Evaluation of oral tilmicosin efficacy against severe cryptosporidiosis in neonatal kids under field conditions. Veterinary Parasitology 2010;170:149– 152. 25. Noordeen F, Rajapakse RPVJ, Horadagoda NU, Abdul-Careem MF, Arulkanthan A. Cryptosporidium, an important enteric pathogen in goats – A review. Small Ruminant Research 2012; 106:77–82. 26. Viu M, Quilez J, Sánchez-Acedo C, del Cacho E, López-Bernad F. Field trial on the therapeutic efficacy of paromomycin on natural Cryptosporidium parvum infections in lambs. Veterinary Parasitology 2000;90:163–170. 27. Castro-Hermida JA, González-Losada Y, Freire-Santos F, González-Warleta M, Mezo-Menéndez M, Ares-Mazás E. Efficacy of β-Cyclodextrin against Experimental Cryptosporidiosis in Neonatal Lambs. The Journal of Parasitology, 2002;88(1):185-187. 28. Ferre I, Benito-Peña A, García U, Osoro K, Ortega-Mora LM. Effect of different decoquinate treatments on cryptosporidiosis in naturally infected cashmere goat kids. The Veterinary Record 2005;27:261-262. 29. Andrews AH. Some aspects of coccidiosis in sheep and goats. Small Ruminant Research 2013; 110:93–95. 30. Ozmen O, Adanir R, Haligur M. Immunohistochemical detection of the cytokine and chemokine expression in the gut of lambs and kids with coccidiosis. Small Ruminant Research 2012;105:345–350. 31. Kelly P. Infectious diarrhoea. Medicine 2015; http://dx.doi.org/10.1016/ j.mpmed.2015.02.005. 32. Kritas SK. Prevention of Scours in Neonatal Kids after Oral Administration of an Organic Acid Solution. J. Vet. Med. A 2002;49:23-26. 33. Ohya T, Akiba M, Ito H. Use of a trial probiotic product in calves experimentally infected with Escherichia coli O157. JARQ 2001;35(3):189-194 34. Li S, Cui D, Wang S, Wang H, Huang M, Qi Z, Liu Y. Efficacy of an herbal granule as treatment option for neonatal Tibetan Lamb diarrhea under field conditions. Livestock Science 2015;172:79–84. 35. Scharko P, Johnson J, Mobini S, Pugh DG. Flock and Herd Health. In: Sheep and Goat Medicine (Second Edition), 2012;19:539-556. 36. Alzieu JP, Mage C, Maes L, De Mûelenaere C. Economic benefits of prophylaxis with diclazuril against subclinical coccidiosis in lambs reared indoors Veterinary Record 1999;144:442-444.