İndirmek İçin lütfen tıklayınız.
Transkript
İndirmek İçin lütfen tıklayınız.
ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM ŞEHİR&TOPLUM Sayı:2, Haziran 2015, ISSN: 7897678343213 İMTİYAZ SAHİBİ Recep Altepe (Marmara Belediyeler Birliği Başkanı) YAYIN YÖNETMENİ Dr. M. Cemil Arslan EDİTÖR Ezgi Küçük YAYIN KURULU Doç. Dr. Nail Yılmaz Yrd. Doç. Dr. Şevket Kamil Akar Yrd. Doç. Dr. Ülkü Arıkboğa Yrd. Doç. Dr. Songül Demir Dr. Hasan Taşçı DANIŞMA KURULU Ahmet Güner Sayar (Prof. Dr.) Ahmet İçduygu (Prof. Dr.) Ali Yaşar Sarıbay (Prof. Dr.) Beşir Ayvazoğlu (Yazar) Coşkun Çakır (Prof. Dr.) Fatih Andı (Prof. Dr.) Feridun Emecen (Prof. Dr.) Hüsrev Subaşı (Prof. Dr.) Kemal Sayar (Prof. Dr.) Korkut Tuna (Prof. Dr.) Mustafa Armağan (Yazar) Recep Bozlağan(Prof. Dr.) Suphi Saatçı (Prof. Dr.) Yusuf Kaplan (Dr., Yazar) YAYIN ARALIĞI Şehir & Toplum dergisi, Marmara Belediyeler Birliği Şehir Politikaları Merkezi tarafından Haziran ve Aralık aylarında yılda iki defa yayımlanmaktadır. İÇİNDEKİLER BURSA’DA OSMANLI FETHİNİ ZORLAŞTIRAN YA DA GECİKTİREN COĞRAFÎ NEDENLER Metin Tuncel ....................................................................................................................................7 TÜRK EDEBİYATI VE BURSA Levent Ali Çanaklı........................................................................................................................13 SARAYBOSNA: BURSA’NIN GÜZEL KARDEŞİ Hasan Korkut, Tülay Zıvalı....................................................................................................37 KENT, ÜTOPYA, PLANLAMA VE KAPALI TOPLUM Ahmet Kemal Bayram................................................................................................................55 BURSA FETHİNE YÖNELİK YENİ YAKLAŞIMLAR VE BURSA’NIN GERÇEK FETİH TARİHİ Hakan Yılmaz ..................................................................................................................................61 BURSA VE ÇEVRESİNDE KOZA ÜRETİM SÜREÇLERİ İsmail Yaşayanlar ..........................................................................................................................75 TÜRKİYE’NİN KENTLEŞME DENEYİMİ VE BURSA KENTSEL DÖNÜŞÜM ÖRNEĞİ Zeynep Arslan .................................................................................................................................89 BURSA YEREL YÖNETİMLERİ ÜZERİNDEN BİR OKUMA Yasemin Çakırer Özservet ......................................................................................................103 ÜNİVERSİTE – KENT İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA YENİ BİR ÜNİVERSİTENİN KURULUŞU: BURSA TEKNİK ÜNİVERSİTESİ Gökçen Kılınç Ürkmez .............................................................................................................117 ALIŞVERİŞ MEKÂNLARININ DÖNÜŞÜMÜNÜN KENTSEL MEKÂNA VE YAŞAMA ETKİSİ: İSTANBUL ÖRNEĞİ İrem Erin, Tenay Gönül ............................................................................................................129 İLETİŞİM Tel: +90 212 514 10 00 Faks: +90 212 520 85 58 Adres: Marmara Belediyeler Birliği Ragıp Gümüşpala Cad. No:10 Eminönü 34134 Fatih / İstanbul BURSA VE YÖRESİNİN KÜLTÜR TARİHİNDEN NOTLAR VE YEREL İDARECİLERE IŞIK TUTMASI GEREKEN BİR ÇERÇEVE: “PRESTİJ KÜLTÜR” A. Sefa Özkaya .................................................................................................................................145 YAPIM Gafa Ajans İKİ BİLİM ADAMININ GÖZÜNDEN BİR ŞEHİR: BURSA ve CİVARI Betül Erdem ......................................................................................................................................159 Adres: Katip Mustafa Çelebi Mah. Anadolu Sok. No:23 D:13 Beyoğlu / İstanbul Tel: +90 212 243 20 86 Faks: +90 212 243 28 59 GRAFİK TASARIM Hasan Dede KAPAK TASARIM Max Lunin BASKI S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & TAKDIM Merhaba, Marmara Belediyeler Birliği Şehir Politikaları Merkezi bünyesinde hazırlanan ve birincisini deneme sayısı olarak çıkardığımız Şehir ve Toplum dergimizin ikinci sayısı ile karşınızdayız. Yılda iki sayı olarak planladığımız dergimizin kısa denebilecek bir süre içinde hem yayın periyodunun hem de sisteminin oturmuş olmasının mutluluğunu yaşıyoruz. bünyesinde daha önce başarılı çalışmalara imza atan Küçük’ün editörlük sorumluluğunu da başarıyla yerine getireceğine inanıyoruz. Şehir ve Toplum dergimizin “disiplinlerarası” çalışmalarla ve “geçmiş – bugün – gelecek” bütünlüğü içinde yayın yapmasını istiyoruz. Bu nedenle de; coğrafya, tarih, sosyoloji, mimari, planlama, edeÇalışmalarımızda eleştiri ve önerileri biyat, güzel sanatlar, mühendislik, yöneçokça önemsiyoruz. Şehir ve Toplum tim başta olmak üzere geniş bir çerçeve dergimizin birinci sayısı ile ilgili olarak içinde ama bilgi, ahlak ve saygıyı rehber da eleştirilere çok önem verdik. Yete- edinerek yolumuza devam ediyoruz. rince değerlendirme yapılamadığını veya yeterli veri toplanamadığını fark ettiği- Ülkemizdeki ve dünyadaki bütün memiz alanlarda, sözünü sakınmayacağını sele ve tartışmalar bizi ilgilendirir. Fabildiğimiz dostlarımıza dergimizi ulaştır- kat ilgilendiğimiz ve ele aldığımız hiçbir dık ve bizi “bilhassa” eleştirmelerini iste- meselede; serinkanlılığı, saygıyı, bilginin dik. Sonuçta da dergimizin kapağı dahil önceliğini ve ahlaki yükümlülüğümüzü olmak üzere beğeneceğinizi umduğumuz göz ardı etmeyeceğiz. Bilhassa aktüel ve bazı değişikliklerle yolumuza devam popüler konularda “ayartıcı” tuzaklara etme kararı verdik. düşmemeye, tam tersine kalıcı ve uzun vadede toplumsal faydayı arttıran bir Bu sayımız ile Şehir ve Toplum dergimi- yaklaşım sergilemeye özen göstereceğiz. zin editörlüğünü Marmara Belediyeler Birliği Şehir Planlama ve Tasarım Ko- Marmara Belediyeler Birliği’nin kırkıncı ordinatörü Ezgi Küçük devralmaktadır. yılında; gerek yayınladığımız kitaplar ve Dergimizin kuruluşunda yoğun bir emek etkin web sayfalarımız, gerekse dergilesarfeden ve birinci sayımızın editörlü- rimiz ile yerel yönetim alanında oluşan ğünü de üstlenen Marmara Üniversite- birikimi ülkemizin hizmetine sunmaya si öğretim üyesi Nail Yılmaz’a teşekkür çalışıyoruz. eder, editörlük sorumluluğunu devralan Ezgi Küçük’ e başarılar dileriz. Birliğimiz Keyifli okumalar… Recep Altepe Marmara Belediyeler Birliği Başkanı ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM EDITÖRDEN Merhaba, Her şehir hikâyeleriyle vardır. Şehir halkları; fiziksel ve sosyal dokusunda süregelen bir tarihin hem kahramanları hem yazarları olurlar. Günümüz ise, şehirlerin oluşumunda toplum tarafından yetkinliği meşru mühendis, tasarımcı ve yöneticilerce şekilleniyor. Dolayısıyla, şehri ve toplumu anlamaya ve yönetmeye çalışmak; hatta yönlendirmeye çalışmak büyük bir gücü gerektiriyor: Gerçek bilgiyi… Şehir ve Toplum Dergisi, Marmara Belediyeler Birliği Şehir Politikaları Merkezi’nin bilgiyi, bilimsel araştırmayı ve özgür düşünce ortamını savunan çalışmalardan yalnızca biri. İlk sayısını İstanbul temalı olarak sunduğumuz dergimizin editörlük görevini, Genel Yayın Yönetmenimiz M. Cemil Arslan’ın teklifi ile bu sayıdan itibaren devralıyorum. Bu vesile ile destek ve eleştirilerinize olan ihtiyacımı belirtmek istiyorum. Bursa şehrine dair çalışmalara odaklandığımız ikinci sayımızda başta Bursa olmak üzere, kentleri oluşturan süreçleri farklı uzmanlıklar gözünden okuma fırsatı ediniyoruz. Bildiğiniz üzere Bursa 2014 yılı itibari ile UNESCO Dünya Mirası Listesine; “Bursa ve Cumalıkızık: Osmanlı’nın Doğuşu” ile girmiş oldu. Cumalıkızık gibi korunarak yaşatılması gereken pek çok tarihi kent dokusuna sahip Bursa’da, yaşam; şehrin doğal ve kültürel zenginliğinin yanında gelişen ekonomik sektörleri ile de, şehir insanı ve yöneticileri için üzerinde daha çok düşünmeyi ve üretmeyi getiriyor. Bu sayımızda, pek çok medeniyetin izlerini taşımasının yanı sıra bir imparatorluk şehri olan Bursa’yı ilk olarak bir coğrafyacının bakış açısından; Osmanlı fethini zorlaştıran ya da geciktiren nedenleri görüyoruz. Bölgenin topografik haritası ve coğrafi analizleri ile beslenen makalenin sahibi Metin Tuncel bir şehrin kuruluşundaki coğrafi kriterleri irdelememizi sağlıyor. İkinci makale Levent Ali Çanaklı tarafından kaleme alınıyor. Bursa’yı Türk Edebiyatı üzerinden incelememizi sağlayan bu çalışmada; Süleyman Çelebi, Ahmet Paşa, Lâmîî Çelebi, Mehmet Akif ve Ahmet Hamdi Tanpınar eserleri ile anılıyor. Dünya şehirleri kategorisinde Bursa’nın güzel kardeşi Saraybosna var. Hasan Korkut ve Tülay Zıvalı’nın hazırladığı bu makalede Saraybosna şehrinin idari, mimari ve kültürel yapısı irdelenmekte. Dördüncü makale S I:2 H IR N 2 1 Ahmet Kemal Bayram’a ait olan “Kent, Ütopya, Planlama ve Kapalı Toplum”. Ütopik şehir tasarımı tarihini, günümüz planlama anlayışı işe ilişkilendiren keyifli bir yazı. Özellikle tarih araştırmalarını sevenlerin ilgiyle okuyacağı bir diğer çalışma, Bursa fethinin gerçek tarihi ve süreci üzerine Hakan Yılmaz tarafından ele alındı. Akademisyen ve uygulamacılarca en tartışmalı alanlardan biri olan kentsel dönüşüm sürecini beşinci makalemizde Zeynep Arslan, Bursa ili özelinde masaya yatırıyor. Bursa şehrinde üretim sektörlerinden biri olan ipek böcekçiliğini, yaptığı röportajlar ile detaylı inceleme fırsatı sunan İsmail Yaşayanlar; kozacılığın, bize yerel halk emeğiyle üretimden satışa süregelen sürecini anlatıyor. Yedinci makalede Yasemin Çakırer Özservet’in Bursa Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyeleri kapsamında yaptığı araştırma ile şehrin en önemli kullanıcıları olan çocuklar için yerel yönetimler bazında yapılmış projelerin derlemesi mevcut. Bir kentin temel araştırma, geliştirme ve bilim insanı ile uygulamacı yetiştirme noktası olan üniversitelerin yapısal olarak kentle ilişkisini inceleyen sekizinci makale de ŞEHIR & ise, Bursa Teknik Üniversitesi, Gökçen Kılınç Ürkmez tarafından ele alınıyor. Onuncu makale, İrem Erin ve Tenay Gönül’den şehirlerin en hareketli alanı olan alışveriş merkezleri üzerine. Alışveriş merkezlerinin tarihsel süreç içindeki dönüşümü ve günümüz avm yapılarının oluşumu, bu kez İstanbul şehri özelindeki örneklerle irdeleniyor. Yerel yönetimlere bir bakış açısı oluşturmak amacıyla Bursa’da prestij kültür üzerine hazırlanan Sefa Özkaya’ın makalesi; tarihini ve kültürünü bilerek oluşturulabilecek şehre aidiyet vurgusunu yapıyor. Dergimiz bu sayısını Victor Marie de Launay ve Charles Bonkowski’nin 19. yüzyılda Bursa üzerine pek çok alanda detaylı gözlem ve araştırmalarına dayanan bir kitabına odaklanarak bitiriyor. Türkçe çevirisi Burcu Kurt ve İsmail Yaşayanlar’a ait olan “Bursa ve Civarı” isimli kitap; Betül Erdem tarafından inceleniyor. Bilginin herkes tarafından erişilebilir olması ve günlük pratiklerde yer bularak bizi sorun çözen ve sorun önleyen şehir yöneticileri / mimarları / kahramanları yapması dileğiyle iyi okumalar diliyorum. Ezgi Küçük 5 I ŞEHIR & TOPLUM MAKALE ISSN: 7897678343213 S I:2 H IR N 2 1 RS ŞEHIR & S N I E HINI R Ş IR N YA DA GECIKTIREN COĞRAFÎ NEDENLER Metin Tuncel* Günümüzde Marmara Bölgesi’nin İstanbul’dan sonra ikinci büyük şehri olan Bursa, Osmanlı topraklarına geç katılan bir şehir olarak literatüre geçmiştir. Şu ana kadar yapılan araştırmalara göre, çevresindeki birçok yer ve geniş bir alan1 kendisinden önce Osmanlı topraklarına katıldığı hiç değilse, itaat altına alındığı halde, Bursa’nın fethi için 6 Nisan 1326 tarihini beklemek gerekmiştir. Bursa’nın fethediliş tarihi, Osmanlı’nın ilk dönem tarihine ait birçok yerin alınış tarihi gibi, tarihçiler arasında tartışma * Prof. Dr., Coğrafyacı 1 Bu konuda birkaç örnek vermek gerekirse, Bilecik 1299’da fethedilmiş, Bilecik’le birlikte Yenişehir, Yarhisar, İnegel de Osmanlı topraklarına katılmıştır. Dimbos Saıvaşı adı verilen savaşta (1303), Dimbûz (Dinboz, günümüzdeki ismi Erdoğan) kalesiyle birlikte, Ulubat’a kadar olan büyük bir alan Türkmen yerleşmesine açıldı. konusu olsa da2 şehrin uzun süren bir muhasaradan sonra alındığı bütün tarihçiler tarafından kabul edilmektedir. Biz de bu makalemizde, Türkiye şehirlerinin coğrafyası üzerinde yarım yüzyılı aşan bir süreden beri çalışan biri olarak, fetihteki bu gecikmeye neden olan coğrafya etkenleri üzerinde durmak istiyoruz. Bilindiği gibi şehir konusu birçok araştırmacıyı ilgilendiren bir konudur. Arkeolog sanat tarihçisi, tarihçi, sosyolog, şehirci mimar, edebiyatçı gibi meslek sahiplerinin hepsi şehirle ilgilenir. Bunlar kadar, belki de bunlardan da fazla şehirle ilgilenen bir başka bilim dalı da coğrafyadır. Üniversitelerin tüm coğrafya bölümlerinde mutlaka okutulan derslerden birinin adı “şehir coğrafyası”dır (Géog2 Nitekim dergimizin bu sayısında, Hakan Yılmaz adlı araştırmacının Bursa’nın fethine ait bir yazısını bulacaksınız. 7 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM yası” deyimini kullanmayı tercih etmektedir. Bu ikinci sorunun karşılığını aramak, ilk bakışta tarih biliminin konusu gibi görülebilir. Bu konuyu neden tarihçi değil de bir coğrafyacı ele alıyor? Diye düşünenler olabilir. Bununla birlikte, Bursa’nın tarih olayları karşısındaki durumu coğrafyayı ve coğrafyacıyı yakından ilgilendirir ve tarihin bazen haşin ve yıkıcı olan tesirlerine Bursa şehrinin ne şekilde direnç gösterdiğini belirtmek bakımından şehrin yüzyıllarca önce burada kurulmasına neden olan coğrafya şartlarının isabeti ortaya konmuş olur, bu da coğrafyacının işidir. Resim 1: Bursa şehrinin kurulduğu yerin topografya haritası raphie Urbaine). Bu son verdiğimiz örnek de şehir araştırmalarının coğrafya eğitiminde ve coğrafya araştırmasında ne kadar önemli bir yer tuttuğunu kanıtlamaktadır. Yalnız, coğrafyacının şehre bakış açısı, yukarıda sıraladığımız, şehirle ilgili diğer bilim dallarından daha farklıdır. Şehir coğrafyasıyla ilgilenen bir coğrafyacı şu üç soruya cevap arar ve bu üç sorunun cevabını verebilirse, Söz konusu olan şehrin etüdünü tamamlamış sayılır: Şehir nerede kurulmuştur? Neden orada kurulmuştur? söz konusu yerde kurulmuş olmasının avantaj ve eğer varsa dezavantajları nelerdir? 8 E Şehir kurulduğundan günümüze kadar nasıl yaşamıştır? Bu sorunun cevabı bizi şehrin alışılmış deyimle “tarihî coğrafyası”nı araştırmaya yöneltir. Bu satırların yazarı “tarihî coğrafya” deyimi yerine, “şehrin geçmiş dönemlerindeki coğraf- Şehir günümüzde nasıl yaşamaktadır? Bu sorunun da cevabı içinde, şehrin nüfusu, ekonomik coğrafyası, fonksiyon özellikleri etüt edilir. Ayrıca şehrin çevresine etkisi ve çevresinin şehre etkisi ele alınır. Bu kısa makalede, Bursa şehrinin tam bir etüdünü yapmayı düşünmediğimize yani klasik bir şehir coğrafyası yapmayacağımıza göre, yukarıda sıraladığımız sorulardan sadece birincisi üzerinde duracağız. Zira Bursa’da Osmanlı fethinin gecikmesine sebep şehrin kurulduğu yerin topoğrafyasıyla ilgilidir. Yani fizikî coğrafya şartlarıdır. Şehrin kurulduğu yerin fizikî coğrafya şartları, daha yukarıda da değindiğimiz gibi bazen avantaj, bazen da dezavantaj sağlayabilir. Bursa da şehrin kurulduğu yerin coğrafî özelliği, şehri ele geçirmek, yani fethetmek isteyenler (yani Osmanlılar) için bir dezavantaj, şehri almak isteyenlere karşı şehri müdafaa etmek isteyenler (yani Bizanslılar) içinse bir avantaj sağlamıştır. Şunu da söylemek gerekir ki, şehrin kurulduğu yerin bu açıdan bir S I:2 H IR N 2 1 avantaj ya da dezavantaj sağlaması günümüz savaş koşullarında, bir şey ifade etmeyebilir. Fakat Bursa’nın fethinin XIV. yüzyılın ilk yarısında gerçekleştiği, yani klasik savaş kurallarının geçerli olduğu bir dönemden söz ettiğimiz düşünülürse, şehrin kurulduğu coğrafî mevkiin, korunma açısından ne kadar önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Şehir araştırmalarında coğrafya biliminin önemini belirten bu giriş kısmından sonra, şehrin kurulduğu yerin coğrafya özelliklerine değinelim. ŞEHIR & Bursa’nın Kuruluş Yeri Marmara bölgesinin İstanbul’dan sonra ikinci büyük şehri olan Bursa, Uludağ’ın kuzeybatı eteğinde ve Mudanya dağlarının denizden ayırdığı bir ovanın güney kenarında, dağın sağladığı suyun yardımıyla gelişen bir yeşillik örtüsü arasında yer alır. Şehrin kurulduğu yerde ovanın (Bursa ovası) güney kenarı Uludağ kütlesinin (en yüksek doruğu Karatepe’de 2543 m., ikinci yüksek doruk Sığınaktepe’de 2493 m.) ön sırası ile sınırlanmıştır. Fakat ön sırayı oluşturan dağlardan ovaya geçiş, her tarafta birdenbire yani ani geçiş biçiminde olmayıp, bazı yerResim 2: Orijinal kesit (hazırlayan Seda Akkurt) 9 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM Resim 3: Aşağıdaki kesitin ana kaynağı olan topografya haritasıdır (hazırlayan Mehmet Fatih Döker) 10 E lerde araya plato ve tepeler girmektedir. Yapıları farklı olan bu plato ve tepelerin hemen hepsi Bursa şehri ile onun yakın civarında toplanmıştır. Uludağ masifinin ön sırasını meydana getiren, yer yer dağ, yer yer plato ve yer ye de tepelik bir görünüşte olan arazinin eteğinde bulunan Bursa şehri, genel olarak, kuzeye ve doğudan (Işıklar civarında 310 m.) batıya doğru (Hisar tepesinde 250 m.) eğik alçak bir plato üzerinde bulunmaktadır. Şehrin kurulduğu bu kesimdeki arazi parçasına plato dememiz, burada Gökdere ve kolları ile Cilamboz vadisi tarafından derin yarılmaların bulunması nedeniyledir.3 Burada arazi yarılmasına birkaç sayısal örnek vermek gerekirse Hisar civarındaki 250-260 m. Yüksekliğindeki plato yüzeyi (Osmangazi ve Orhangazi’nin türbelerinin bulunduğu kesim) ile batısında bulunan Cılomboz deresinin talveği arasında (coğrafyada 3 Fizikî coğrafyada arazi şekilleri içinde ova, dağ ve plato olarak üç ana tip ayırırız, bunlardan platoyu derin akarsu vadileriyle iyice yarılmış bir arazi şekli olarak tarif ederiz. bir vadinin en derin noktalarını birleştiren çizgiye “talveg” çizgisi adı verilir) seviye farkı 40-50 m., Hisar şehrinin doğusundaki Gökdere vadisinde ise “talveg” ile Gökdere’nin parçalandığı yüzey (Setbaşı mevkii) arasındaki seviye farkı 20-30 m. civarındadır. Başka bir değimle burada araziyi yaran dar ve derin vadiler, aslında yaşlı topoğrafya içinde genç şekiller meydana getirmişlerdir. İşte gerisini (güneyini) dağın dikliklerine (örneğin Diktekir mevkii) dayayarak kendisini güvenceye almış olan Bursa kalesi (Hisar mevkii), doğudan Gökdere ve kolları, batıdan Cılomboz deresinin dar ve derin vadisi ile yarılınca doğudan ve batıdan gelecek saldırılardan da, coğrafya şatlarının yardımıyla, korunması kolaylaşmıştır. Şehrin güneyi, doğusu, batısı güvence altında olduğuna göre şimdi kuzeyden yani ova tarafından gelebilecek bir saldırı akla gelebilir. Burada da coğrafya imdada yetişiyor. Hisar tepesine çıkışta oldukça sert bir diklikle karşılaşılır. Bu diklik makalemize ilave ettiğimiz ve ilk defa bu yazı için hazırlanan orijinal kesitte de dikkatli çekmektedir.4 Burada münhanilerin (eş yükselti eğrilerinin) son derecede sıklaşması, Hisar’dan ovaya inişin ne kadar dik bir kenarla olduğunu gösteriyor. (Bu dik kenar bu kesimde kireçli suların oluşturduğu bir birikim şekli olan “traverten” taraçasının kenarıdır5 bütün Hisar 4 Bu orijinal arazi kesitlerini özel olarak bu yazı için hazırlayan, Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Coğrafya Bölümü araştırma görevlilerinden Seda Akkurt’a ve Sakarya Üniversitesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mehmet Fatih Döker’e teşekkür ederim. 5 Hisar mevkiinin güzel bir tasviri çok yeni (yayını 2015 Mart) elimize geçen, iki genç tarihçi meslektaşının (Burcu Kurt-İsmail Yaşayanlar) yayınlandığı eserde bulunmaktadır. Bakınız kaynakça. S I:2 H IR N 2 1 Resim 4: Yukarıdaki topografya haritasından yararlanılarak bu makale için özel olarak hazırlanan iki kesit (hazırlayan Mehmet Fatih Döker) tepesi bu travertenlerden oluşmaktadır. İlk bakışta bir blok oluşturuyor gibi görünen travertenler, gerçekte tabakalar halindedir. Bunların alt kısmı daha eğik, üst kısmı az eğiktir. Travertenler bir yere kadar Bursa ovasının altında da devam eder: Ovada denizden 140 m. Yükseklikteki kesimde, artezyen kuyuları açmak için yapılan sondajlarda yeni çökeltiler altında 50 m. derinlikte travertenlere erişilmiştir. İşte bu traverten de ve özellikle onun kuzey yamacı Bursa’yı ele geçirmek isteyenleri, epeyce uğraştıran, coğrafî etkenlerdendir. Yalnız, bu söylemek istediğimiz husus yani coğrafyanın tarihi olaylara kolaylık sağlaması, ya da zorluk çıkarmasını, günümüzün modern koşullarında söz konusu edilmeyeceğini hiçbir zaman hatırdan çıkarmamak gerekir. ŞEHIR & Kaynakça 1. Darkot, B.-Tuncel, M., 1981, Marmara Bölgesi Coğrafyası, İstanbul, 2. Chaput, E. 1936, Voyages d’etudes géologiques et géomorphogeniques en Turquie, Paris, 3. Ardel, A., 1944, “Uludağ”, Türk Coğrafya Dergisi Sayı: 5-6, Ankara, 4. Ardel, A., 1945, “Bursa Ovası ve Çerçevesi”, Türk Coğrafya Dergisi, Sayı: 7-8, Ankara, 5. Chaput, E., 1976, Türkiye’de Jeolojik ve Jeomorfojenik Tetkik Seyahatları (çevrine: Ali Tanoğlu), İstanbul, 6. Darkot, B., “Bursa”, İA, cilt: II, 7. İnalcık, H., “Bursa”, DİA; Cilt: VI, 8. İnalcık, H. 2010, Kuruluş Dönemleri Osmanlı Sultanları (1302-1481), İstanbul, 9. Marie de Launay-Boukowski Bey, 2015, Bursa ve Civarı (trc. Ahmed Atâ, haz. Burcu Kurt-İsmail Yaşayanlar), İstanbul. Görsel Kaynakça Resim 1: Chaput, Ernest, Türkiye’de Jeolojik ve Jeomorfojenik Tetkik Seyahatları (çev. A. Tanoğlu), İstanbul 1976, s. 305. Resim 2: Seda Akkurt tarafından makale için hazırlanmıştır. Resim 3 - Resim 5 Mehmet Fatih Döker tarafından makale için hazırlanmışlardır. Resim 5: Kale’nin kuzey kenarının dikkat çekici dikliğini gösteren kesit (hazırlayan Mehmet Fatih Döker) 11 E ŞEHIR & TOPLUM MAKALE ISSN: 7897678343213 S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & TÜRK EDEBIYATI VE BURSA Levent Ali Çanaklı * Giriş Kuruluşundan bu yana geçen iki bin iki yüz yıldan fazla bir zamanda farklı kültür ve medeniyetlere ev sahipliği yapan ve bu kültürlerin izlerini hâlâ da taşımaya devam eden Bursa, esas olarak Türk-İslam medeniyetinin yarattığı en seçkin merkezlerden biridir. Bursa, hiç kuşkusuz, asıl önemini ve değerini Türklerin eline geçtikten sonra bulmuştur. Fethinden bir asır sonra Bursa’yı gören Avrupalı gezgin La Broquière’nin “Türklerin en muazzam beldesi” sözü1, Bursa’ya ne* Yrd. Doç. Dr., Uludağ Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Türkçe Bölümü Öğretim Üyesi 1 Halil İnalcık, “Bursa”, DİA, c. 6, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1992, s. 446. ler verdiğimizin özlü bir ifadesidir. Asya’dan batıya doğru ilerleyişimiz boyunca ruhumuzla şekillendirdiğimiz coğrafyada -kent tabiatının da harikulade katkısıyla- müstesna bir merhale olan bu şehir, Emir Sultan menkıbesinde kandilin söndüğü yer olmasıyla manevi bir imtiyaza da kavuşmuş; Türk Rumeli yaratılırken tekrar tekrar geriye dönüp feyz ve güç alınan bir manevi nüfuz alanı hâline gelmiştir. Dünya tarihinin bütün büyük şehirleri, kurucular eliyle yoğrulan bir ruha sahiptir. Bursa, böyle bir ruhu olan şehirler arasında yer alır. Ünlü mimar Le Corbusier’ye 1950’lerde “Ben dünyanın hemen tamamını gezdim, yeryüzünde yalnız iki tane şehir gördüm. Bunlardan 13 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM biri Floransa, diğeri de Bursa.”2 dedirten dikkatlerden biri belki de budur. 14 E Siyaset ve şehircilik tarihimiz için olduğu kadar kültür ve edebiyat tarihimiz bakımından da çok önemli olan Bursa, 1453’e kadar başkentliği hasebiyle Anadolu’nun en seçkin ilim ve sanat adamlarının yaşadıkları ve eser verdikleri bir şehir olmuştur. Saltanat merkezi İstanbul olduktan sonra Bursa tabii olarak gölgede kalmış, imparatorluğun yeni merkezi, hâliyle kültür ve edebiyatın da merkezi olmuştur. Ahmet Hamdi Tanpınar bu noktada Bursa’nın İstanbul karşısında 16. yüzyılda bile bir manevi saltanat sürdüğüne işaret eder. Tanpınar’ın kastettiği manevi saltanat, Bursa hakkında kullanılan “Burc-ı Evliya” övgüsüyle ve Emir Sultan, Muhyiddin Üftade gibi şahsiyetlerin İstanbul’a uzanan etkileriyle ilgilidir. Bununla birlikte edebiyat sahasında ismi Bursa’yla anılan bazı şahsiyetler vardır ki bunların isimlerini ve eserlerini dikkate alarak bu manevi saltanatın çerçevesini edebiyatı da kapsayacak şekilde genişletebiliriz. Büyük önem ve değerlerini bugün de koruyan Süleyman Çelebi ve Ahmet Paşa isimlerini zikretmek bile bu hususta yeterli olacaktır. Hatta büyük bir sufi ve Bursa ruhunun temel taşlarından olan Emir Sultan da, şöhretini belirleyen asıl unsur şairliği olmamakla birlikte, kendisine nispet edilen bazı ilahilerle bu kurucu şahsiyetler arasında sayılabilir kanaatindeyiz. Bursa’nın kültürel ve edebî anlamda önemi 16. yüzyıldan sonra da devam etmiş2 Hasan Tâib Efendi, Hatıra yahut Mir’ât-ı Burûsa, haz. Mehmet Fatih Birgül, Bursa İl Özel İdaresi Yayınları, Bursa, 2007, s. 11. tir. İstanbul’un fethinden sonra Bursa Osmanlı Devleti’nin en çok şair yetiştiren ikinci şehri olmuş, bu şairlerin birçoğu ilim ve sanat dünyamızın önde gelen isimleri arasında yer almış ve çok sayıda eserle kültürümüze büyük katkılarda bulunmuşlardır3. Bu çerçevede tezkire yazarı Kınalızade Hasan Çelebi, mutasavvıf şairler Lâmiî Çelebi ve İsmail Hakkı Bursevi, şair ve tezkire yazarı İsmail Beliğ, Bursa’nın ilk edebiyat ve sanat dergisi Nilüfer’i çıkaran tiyatro yazarı Feraizcizade Mehmet Şakir, Osmanlı Müellifleri adlı eseriyle ünlü biyografi âlimi Bursalı Mehmet Tahir, isimleri zikredilmesi gereken Bursa’nın yetiştirdiği önemli edebiyat ve sanat adamlarından birkaçıdır. Türk edebiyatında Bursa’nın yerini dört başı mamur olarak belirlemek bir yazının başlı başına haddi değildir çünkü Bursa’dan bahseden sadece seyahatnamelerin sayısı bile yüz seksendir4. Ayrıca şehir hakkında yazılan monografiler, makaleler, denemeler, tezler, şiirler, hikâye ve romanlardaki temaslar; şehrin edebiyat tarihimizdeki yerine dair çalışmalar; klasik Türk edebiyatı, Tanzimat ve Cumhuriyet Dönemlerinde şehirden yetişen sanatkârlar; edebî çevreler vs. bütünüyle düşünüldüğünde “Türk Edebiyatında Bursa”nın doktora düzeyinde birden fazla araştırmanın konusu olacak kadar geniş ve bereketli bir alan olduğu görülecektir. Bu sebeple tercihimiz, edebiyat tarihimizde Bursa denince hemen akla gelen beş büyük şair ve yazarımızın eserlerine değinmek olacaktır. Ağırlık 3 Kadir Atlansoy, Bursa Şairleri-Bursa Vefeyatnamelerindeki Şairlerin Biyografileri, Asa Kitabevi, Bursa, 1998, s. 142-143. 4 Heath W. Lowry, Seyyahların Gözüyle Bursa 1326-1923, çev. Serdar Alper, Eren Yayınları, İstanbul, 2004, s. 123. S I:2 H IR N 2 1 merkezine Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Bursa’sını aldığımız yazıda Süleyman Çelebi, Ahmet Paşa, Lâmiî Çelebi ve Mehmet Akif Ersoy’a yer vereceğiz. “Hazret-i Nâzım’’ Süleyman Çelebi ve Mevlid Toplumların edebiyat tarihlerine bakıldığında, kutsal kitaplar dışında, insanların dönem dönem etrafında toplandıkları, büyük önem atfettikleri metinler görmek mümkündür. Çok okunan ve çok sevilen bu türden eserler –Firdevsi’nin Şehname’si gibi- bir millî kültür hazinesi olarak görülür. Ancak çok uzun bir tarihî dönem boyunca tümüyle bir milletin tek bir eser etrafında toplanabilmesi; bu eserin asırlar boyunca bütün sevinç ve keder günlerinde, toplumun bütün tabakalarında hürmet ve sevgiyle okunabilmesi, sırf bu eser okunmaya devam etsin diye vakıflar kurulması5; dilin ve sanatın gücünü fazlasıyla aşan ve başka türlü kudrete ihtiyaç duyan bir başarıdır. Türk edebiyatında, belki de bütün dünya edebiyatlarında hiçbir şaire, yazara nasip olmamış böyle bir mazhariyete kavuşan Süleyman Çelebi, Vesiletü’n-Necât ya da çok sevdiğimiz adıyla Mevlid’i bundan 606 yıl önce, Timur askerlerinin yakarak harap ettiği Ulu Cami’nin imamı iken, Fetret devrinin kargaşası içinde kaleme almıştır. Kötü ve yakın hatıralar içinde ortaya çıkan bu şaheser, Anadolu’daki parça5 Ali İhsan Karataş, “Osmanlı Toplumunda Mevlid Vakıfları –Bursa Örneği-“, Uluslararası Süleyman Çelebi ve Mevlid Sempozyumu, Osmangazi Belediyesi Yayınları, Bursa, 2007, s. 34-42. ŞEHIR & lanmışlığın acısını gönüllerden silmek, peygamber sevgisi etrafında halkı toparlamak noktasında çok önemli bir işleve sahiptir diyebiliriz. Süleyman Çelebi bu manada kendisinden önce benzer şekilde bu işi yapan Yunus Emre’yi andırır. Yunus’un ve şiirlerinin devrinde çok sevilmesi şöyle açıklanır: “Moğol istilâsının kan ve ateş çağında, o bitmez tükenmez ıstırap, ölüm, hastalık, açlık ve ümitsizlik cehenneminde yaşayan insanlar bu sevgiye, tahammülü imkânsız realitenin ötesinde açılan bu geniş ve rahmanî ümit kapısına ekmek ve su kadar, rahat yastık ve uyku kadar muhtaçtılar.”6 Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inin de böyle bir etkiye sahip olduğu tahmin edilebilir. Öyle ki sadece Anadolu’da değil, muazzam imparatorluk topraklarının uzak köşelerinde bile Mevlid terennüm edilmiş; Süleyman Çelebi’nin sesi Boşnakça, Rumca, Arapça, İngilizce, Arnavutça gibi pek çok dilde yankılanmıştır. Günümüzde de bütün tazeliğini koruyan bu şaheserden sonra pek çok mevlid yazılmış olmasına rağmen mevlid denince akla her zaman Süleyman Çelebi gelmiştir: “Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n-Necât’ta ulaştığı lirizm, yaşadığı asır olan XV. asrı mevlid asrına dönüştürmekle kalmamış, Türk edebiyatında mevlid çığırı denilebilecek bir edebî hareketin doğuşuna da zemin hazırlamıştır. Ne var ki Süleyman Çelebi’den sonra bu türden pek çok eser kaleme alınmış olsa da mevlid lafzı Süleyman Çelebi’nin şahsında ebedîleşmiştir”7. Gerçekten de, Süleyman Çelebi 6 Ahmet Hamdi Tanpınar, “Yunus Emre”, Edebiyat Üzerine Makaleler, haz. Zeynep Kerman, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1995, s. 135. 7 Süleyman Eroğlu, “Vesiletü’n-Necât’ta Ahenk Unsurları”, Uluslararası Süleyman Çelebi ve Mevlid Sempozyumu, Osmangazi Belediyesi Yayınları, Bursa, 2007, s. 220. 15 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM ile bir tür olarak mevlid o kadar özdeşleşmiştir ki hemen her mevlid metni kataloglara Süleyman Çelebi’nin eseri olarak geçirilmiştir8. Eserin sahip olduğu bu kudretin sırrı yazarın şahsiyetinde gizlidir: “Mevlid’in zaferi, iddialı bir sanat adamından çok, samimi, bilgili, Allah’ına ve peygamberine bütün varlığıyla bağlanmış duygulu bir din adamının eseri olmasındandır.”9 Diğer taraftan, Süleyman Çelebi’nin kullandığı dilin de bunda payı vardır. Hz. Peygamber’in rıhletine üzülen sahabeler hakkındaki şu dizeler, eserin dilindeki samimiyet ve sadeliğin güzel örnekleridir. (Süleyman Çelebi Mevlid’inde Hz. Peygamber’in daha çok Mustafa ismini kullanmıştır. Türklerde Mustafa isminin sıkça kullanılmaya başlanmasında bunun ne derece etkisi olduğu araştırılmaya değerdir sanıyoruz): Ah idüp birbirine bakar idi Birinin odu birin yakar idi Didiler birbirine kim nidelüm Çünki Hak emridurur sabridelüm Çün sefer kıldı cihandan Mustafâ Dünyadan hiç kimse ummasın vefâ Gelünüz kim Mustafâ’ya gidelüm Mustafâ’suz bu cihanı nidelüm10 16 E Eserin sahibi Süleyman Çelebi hakkında çok net bilgiler yoktur. Bursa’da büyük ihtimalle 1351 yılında doğmuştur. Devrin devlet adamlarından Vezir Ahmet Paşa’nın oğludur ve ilimle uğraşan kültürlü bir aileden gelir. “Çelebi” unvanından ârif ve kâmil bir insan olduğu anlaşılmaktadır. Yıldırım Bayezid devrinde 8 A. Necla Pekolcay, “Mevlid”, DİA, c. 29, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2004, s. 486. 9 Eroğlu, “Vesiletü’n-Necât’ta Ahenk Unsurları”, s. 220. 10 Süleyman Çelebi, Mevlid, haz. Faruk K. Timurtaş, MEB Yayınları, İstanbul, 1990, s. 77-78. inşası tamamlanan Ulu Cami imamlığına Emir Sultan’ın tavsiyesiyle getirilir. Zaten kendisi de Emir Sultan müritlerindendir. Mevlid’i kaleme alışıyla ilgili anlatılan yaygın rivayet de onun bu görevi yürüttüğü yıllara aittir: Bir vaiz, Bakara suresinin 285. ayetini açıklarken peygamberler arasında bir fark bulunmadığını, bu sebeple Hz. Muhammed’in Hz. İsa’dan ve diğer peygamberlerden üstün olmadığını söyleyince cemaatten bazıları vaize karşı çıkmış, tartışmalar büyümüştür. Bunun üzerine Süleyman Çelebi “Ölmeyip İsa göğe bulduğu yol / Ümmetinden olmak için idi ol” beytini söylemiş, halkın çok beğendiği bu beyti Hz. Peygamber’in hayatının bazı bölümlerini içine alacak şekilde geliştirerek eserini tamamlamıştır11. Türk ve İslam dünyasının en önemli edebî metinlerinden olan Mevlid’in Bursa’da ve bir Bursalı tarafından yazılması şehir için başlı başına bir itibar kaynağı iken, Süleyman Çelebi’nin etkisiyle birçok mevlid şairi yetiştiren bir muhit haline gelmesi de Bursa’ya ayrıca bir değer katmıştır12. Vesiletü’n-Necât bu manada bir “kaynak metin” olma vasfına da sahiptir. Bir Bursa Sürgünü: Ahmet Paşa Bursa ve edebiyat deyince akla gelen ilk isimlerden biri Bursalı Şair Ahmet Paşa’dır (1426?1496). Büyük ihtimalle Edirne’de 11 Pekolcay, “Mevlid”, s. 486. 12 Bursalı Lâmiî Çelebi, Mevlidü’r-Resûl, haz. Süleyman Eroğlu, Bursa Kültür A.Ş., Bursa, 2011, s. 15. S I:2 H IR N 2 1 dünyaya geldiği halde ömrünün çoğunu Bursa’da geçirmesi ve burada ölmesi sebebiyle Bursalı olarak bilinir. Babası dönemin âlimlerinden, 2. Murat’ın kazaskeri Veliyyüddin Efendi’dir ve Ahmet Paşa da babasının yolundan giderek ilmiyeye intisap eder. Tahsili bitince müderris olarak Bursa Muradiye Medresesi’nde göreve başlar. Ardından Edirne’ye tayin edilir. 2. Mehmet’in tahta geçmesinden sonra kısa sürede yükselip önce kazasker, sonra padişah musahibi ve hocası olur. Ahmet Paşa, âlim ve şairliği kadar devlet adamlığıyla da öne çıkar. Bilhassa İstanbul kuşatmasında 2. Mehmet onu yanından ayırmamış ve askerin manevi gücünün yükseltilmesinde ondan yararlanmıştır. Fakat Fatih’in en yakınında bulunması kıskançlıklara yol açmış, bazı dedikodular üzerine hapsedilmiştir. Bu gözden düşmenin sebebi kesin olarak bilinmemekle birlikte, Fatih’in Ahmet Paşa’yı önce katlettirmek istemiş olmasından ciddi bir suçlama ya da komplo söz konusu olduğu düşünülebilir. Fatih’e hapisteyken yazdığı rivayet edilen, derin bir yakarışın ifadesi olan meşhur Kerem Kasidesi sayesinde affedilmiş ve Bursa’da Orhan ve Muradiye medreseleri mütevelliliğine atanarak İstanbul’dan uzaklaştırılmış, bir daha da dönememiştir. Muradiye’de kendi yaptırdığı medresenin bitişiğindeki türbeye defnedilmiştir13. Devrinde şairler sultanı olarak anılan Ahmet Paşa, divan şiirinin kurucu şairlerinden biridir. Onun şiirleriyle Türkçe bir şiir dili olarak daha da gelişmiştir. Eski kaynaklarda Ahmet Paşa’nın bu başarısında Çağatay şairi Ali Şir Nevâi’nin büyük payı olduğu ifade edilmektedir. 13 Günay Kut, “Ahmed Paşa”, DİA, c. 2, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1989, s. 111-112. ŞEHIR & Tezkirelerin anlattığına göre, Ali Şir Nevâi Sultan 2. Bayezid’e otuz üç gazelini göndermiş, 2. Bayezid de bu şiirleri Ahmet Paşa’ya göndererek nazire yazmasını emretmiştir. Ahmet Paşa bu gazelleri gördükten sonra güzel şiirler yazmaya başlamıştır. Fakat bu görüşün hatalı olduğu ortaya konmuştur. Zira Ahmet Paşa’nın edebî şöhreti Nevâi’nin gazelleri daha Anadolu’ya gelmeden önce teşekkül etmiştir14. Bu otuz üç gazel konusuyla ilgili bir tespite yer vermek gerekir. Orta Asya’dan gönderilen bu siparişname, şöyle bir meydan okumayı da içerir: “Bu siparişnameyle Hüseyin Baykara ve Nevâî’nin şahsında Timuroğulları, Osmanoğullarına belki de şöyle sesleniyordu: ‘Bizim ülkemizde Türk şiir dilinin çıktığı seviyeyi Nevâî’nin bu şiirleri göstermektedir. Sizin ülkenizde bu şiirlere denk şiirler yazacak şair var mıdır?’ Diğer bir ifadeyle Timuroğulları, Orta Asya şairleri ve Herat, Nevâî’nin bu gazelleri vasıtasıyla Osmanoğullarına, Anadolu şairlerine ve İstanbul’a üstünlük taslamakta ve kendilerinin daha büyük olduğunu iddia etmektedir, denilebilir.”15 Ahmet Paşa, yaşadığı devirde bir manada Anadolu şairlerinin temsilcisidir ve yukarıdaki çerçeveden bakıldığında cevap verme görevi 2. Bayezid tarafından kendisine verilmiştir. “Özellikle o devirlerin devlet geleneği siyasi rekabeti ve zaferleri kültür ve sanat alanında da göstermeyi gücünün mütemmimi olarak görmek14 Ali Alparslan, Ahmet Paşa, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1987, s. 11; Yusuf Çetindağ, “Ali Şîr Nevâî-Ahmet Paşa Etkileşimi ve Otuz Üç Gazel”, Bursalı Şair Ahmet Paşa ve Dönemi Sempozyumu, Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Bursa, 2010, s. 110-120. 15 Çetindağ, a.g.b., s. 112. 17 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM teydi.” İşte edebiyattaki bu rekabetin Anadolu tarafında yer alarak Anadolu Türk şiirinin büyüklüğünü göstermek Bursalı Ahmet Paşa’ya nasip olmuştur16. Ahmet Paşa’nın yaptırdığı medrese bugün Osmanlı Halk Kıyafetleri ve Takıları Müzesi olarak kullanılmaktadır. Türbe ise ziyarete kapalıdır. Türbenin kapısını çevreleyen kenarlık, yüzyıllardan beri ziyarete gelen şairlerce âdeta bir taziye defteri haline getirilmiş, Ahmet Paşa için beyitler yazılmıştır. Tanpınar, Bursa’yı ziyaretlerinden birinde, o zamanlar harap halde olan türbenin kapısındaki pervaz taşında okuduğu bir beyitten şöyle söz eder: “Bu türbenin kapısında -sol tarafta, pervaz taşında- Meşrutiyet’ten çok evvel Bursa’ya kaplıcalar için giden Şeyh Saffet Efendi’nin çok güzel bir ta’lik ile yazılmış bir beytini okumuştum. Yazık ki ezberimde değil ve şu anda notlarım arasında da bir türlü bulamadım. (…) Şeyh Saffet Efendi bu beytinde Ahmet Paşa’ya, ‘Hasta vücudum için senin ruhaniyetinden yardım istemeğe gelmiştim fakat türbeni kendi vücudumdan daha harab buldum.’ der. Son yirmi, yirmi beş senenin ciddi çalışmalarına kadar Bursa’da sanat eserlerimizin vaziyetini bu beytin isyanı kadar iyi hülasa eden cümle yoktur zannederim”17. 18 E Tanpınar’ın Şeyh Safvet Efendi’ye ait olduğunu söylediği beyit, hâlâ yerindedir. Ne yazık ki okunamayacak kadar silinmiştir. Beyit üzerindeki silinti izleri, bu yıpranmanın zamanla doğal şekilde ger16 Bedri Mermutlu, “Şair Ahmet Paşa’nın Döneminde Toplumsal Algı”, Bursalı Şair Ahmet Paşa ve Dönemi Sempozyumu, Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Bursa, 2010, s. 67. 17 Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, haz. Birol Emil, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1996, s. 223. çekleşmediğini düşündürüyor. Bununla birlikte, kapının üzerinde bu silme ya da silinmelerden kurtulmuş pek çok manidar beyit vardır. Tanpınar’ın andığı beyte çok benzer bir tanesi, meşhur şair Muallim Feyzi’ye aittir. Ahmet Paşa’nın Kerem Kasidesi’ne hoş bir telmihte bulunarak türbenin perişanlığını şöyle anlatıyor şair: Nola kerem kılup imara himmet eyleyesin Harap cismimizin farkı yok mezarından (1306/1888) 1620’lerde yazılmış olan bir diğer beyit, Ahmet Paşa’nın çok istemesine rağmen İstanbul’a ve hükümdara bir daha kavuşamamasına çok ince şekilde dokunur: Ne kadar cehd edersen bir murada Nasib olmaz mukadderden ziyade Hadis-i şerifte “Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir.” denir. Âlim ve şair Ahmet Paşa’nın ölümüyle Bursa’da doğan büyük boşluk, o sıralar henüz yirmi dört yaşında bulunan Mahmud adlı bir genç tarafından doldurulacaktır. Bir Bursa Vurgunu: Lâmiî Çelebi Bursa’da kültür ve edebiyat denince akla gelen ilk simalardan biri tartışmasız olarak Lâmiî Çelebi’dir (1472-1532). Asıl adı Mahmud, mahlası Lâmiî olan sufi şair, Yeşil Cami’nin nakışlarını yapan Nakkaş Ali Paşa’nın torunudur. Muradi- S I:2 H IR N 2 1 ye Medresesi’nde ilim tahsilinden sonra tasavvufa yönelerek Nakşibendi şeyhi Seyyid Ahmed Buhari’ye intisap etmiş, Bursa’nın zengin manevi ortamında tasavvuf ve edebiyatı birleştiren bir Nakşi şeyhi olarak yaşamıştır. Bütün ömrünü Bursa’da geçiren Lâmiî, İstanbul’da şeyhini ziyaret dışında pek bulunmamış fakat eserleriyle İstanbul’da tanınmıştır. Dört hükümdar dönemini idrak eden şair, Yavuz Sultan Selim’e takdim ettiği Hüsn ü Dil adlı eseri sayesinde 35 akçe yevmiye ile maaşa bağlanmış; daha sonra Kanuni’ye de eser sunarak çeşitli ihsanlara kavuşmuştur. Eserleri sayesinde elde ettiği gelir, herhangi bir resmî görev almadan kendisini ilim ve tasavvufa, eser yazmaya vermesini mümkün kılmıştır. Otuz yedi yaşında eser vermeye başlayan Lâmiî Çelebi, çekildiği köşesinde tespitlere göre telif ve tercüme kırktan fazla eser yazmıştır18. Klasik edebiyatımızın en verimli yazarlarından biri olmasında onun resmî bir görevi, herhangi bir işi olmamasının büyük etkisi vardır. Bu yönüyle Lâmiî Çelebi örneğinde, işi sadece okumak ve yazmak olan bir aydın da görebiliyoruz. Sanatkârın devlet eliyle desteklenmesinin ne büyük önemi olduğu da yine buradan çıkaracağımız derslerdendir. Lâmiî Çelebi; İranlı büyük sufi, âlim ve şair Molla Abdurrahman Câmi’nin başta Nefehâtü’l-üns adlı eseri olmak üzere bazı önemli eserlerini Türkçeye çevirdiği için “Câmi-i Rum” yani Anadolu’nun Abdurrahman Câmi’si olarak da tanınmıştır. Lâmiî’nin kendisi gibi bir Nakşibendi olan Molla Câmi’ye hürmet ve sevgisinin eseri olan bu tercüme eserler, aslında ter18 Lâmi’î Çelebi, Bir Bursa Efsanesi-Münâzara-i Sultân-ı Bahâr Bâ-Şehriyâr-ı Şitâ, haz. Sadettin Eğri, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2001, s. 42. ŞEHIR & cüme olmaktan ziyade uyarlama da sayılabilir. Şunun için ki Lâmiî Çelebi’nin medresede öğrendiği ilimler, araştırmacılığı ve tasavvuf içinde kazandığı irfan ve olgunluk, çevirdiği eserleri günün şartlarına göre şekillendirmesini ve uyarlama biçiminde yazmasını sağlamıştır19. Lâmiî’nin yazdıkları içinde doğrudan Bursa hakkında olan iki eseri vardır: Şehrengiz-i Bursa20 ve Münazara-i Bahar u Şita. Ağırlıklı olarak nesir şeklinde kaleme alınan Münazara-i Bahar u Şita yazarın ilk eserlerinden olup Kanuni’ye takdim edilmiştir.21 Uludağ’da mevsimlerin savaşan iki rakip hükümdar gibi temsil edildiği, mevsim geçişlerinin alegorik tarzda anlatıldığı22 güzel bir eser olan Münazara’da bitki örtüsü, yaylaları ve rüzgârlarıyla bütün Uludağ tabiatı tanıtılmış olmaktadır. Eserin yazılış sebebi de ilginçtir: Lâmiî Çelebi’nin arkadaşlarıyla bir sohbeti sırasında söz Keşiş Dağı’na (Uludağ’a) gelir. Dağın bu isimle anılmasından hoşnut olmayan Lâmiî bir kelime oyunuyla, Keşiş’in belki de rahip anlamında değil, Farsça keşiden (çekmek) filinden çekişmek anlamında bir kelime olabileceğini söyler. Dağın ismi de bahar ve kış mevsimleri arasında yaşanan çekişmeden gelir. Arkadaşları, Lâmiî Çelebi’nin bu yorumunu çok beğenirler ve bu konuyu yazmasını dilerler. Lâmiî eseri yazmaya bu sohbetten sonra karar verir23. Şehrengiz-i Bursa ise, bir şehrin güzellerini anlatmayı hedefleyen şehrengiz 19 Günay Kut, “Lâmiî Çelebi”, DİA, c. 27, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2003, s. 96-97. 20 Lâmi’î Çelebi, Bursa Şehrengizi, haz. Mustafa İsen-Hamit Bilen Burmaoğlu, Bursa Kültür A.Ş., Bursa, 2011. 21 Lâmi’î Çelebi, Bir Bursa Efsanesi, s. 58. 22 Lâmi’î Çelebi, a.g.e., s. 75. 23 Lâmi’î Çelebi, a.g.e., s. 76-77. 19 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM türünün en dikkat çekici örneklerinden biridir. Almancaya da çevrilmiş olan Şehrengiz’in yazılış tarihi belli değildir. Aslında şehrengizlerin konusu “güzellikleriyle şehirde fitne koparan güzeller”dir. Lâmiî’nin şehrengizi ise güzelleri değil, şehrin güzelliklerini anlatır. Çünkü devrin padişahı Kanuni Sultan Süleyman Bursa’yı ziyarete gelecektir. Lâmiî, padişaha bir hediye olmak üzere bu eseri yazar. Bursa’nın gezilip görülmeye değer yerlerini anlatmak amacıyla yazdığı Bursa Şehrengizi, bu manada bir gezi rehberi olarak görülebilir24. Eserin giriş kısmından sonra ilk olarak Uludağ’a övgüyle karşılaşılır. Mesire yerlerinin, sularının ve yaylalarının başka başka güzellikleri karşısında hangisinin tercih edileceği konusundaki şaşkınlık ifade edilir. Daha sonra medrese ve tekkeler, ardından da Kale ve Pınarbaşı anlatılır. Emir Sultan külliyesi tanıtılıp bazı şeyhler zikredilir ve camilere sıra gelir. Camiler içinde Ulu Cami özellikle vurgulanır, Ulu Cami girenlerin çıkmak istemeyeceği bir cennet olarak nitelenir. Türbeler, çarşılar, kaplıcalar, bağ ve bahçeler de eserde ihmal edilmez. Bursa’nın değişik mevsimlerde aldığı görünümlerle şehrin tanıtımı tamamlanır25. 20 E Ömrü boyunca Bursa’da yaşayan Lâmiî Çelebi, doğup büyüdüğü bu şehri hem manevi havası hem de tabiatının güzelliği bakımdan çok sever. Bursa’dan başka bir şehri tercih etmemesi bu sevgiden kaynaklanır. Öte yandan, bu tür eserler yazan diğer şairler gibi Lâmiî de Bursa 24 Lâmi’î Çelebi, Bursa Şehrengizi, s. 10. 25 Lâmi’î Çelebi, a.g.e., s. 11-12. Şehrengizi’ni bir hemşehrilik borcunun26 edası gibi görür. Yine de Bursa’yı Mısır ve Şam şehirlerini kıskandıracak kadar güzel anlatma isteği, şairin şehre karşı sevgisinin ifadesidir: Getür hemşehrilik hakkın yirine K’işidüp Mısr u Şâm anı yirine Mehmet Akif ve Bülbül Bursa, İstanbul’un ne kadar kıyısında da bulunsa, önemini şu ya da bu konuda ne kadar kaybetmiş de olsa hem evliya yurdu hem de “payitaht-ı kadim” olması bakımından her zaman el üstünde tutulmuştur. Bursa’nın Yunan ordusu tarafından işgalinin etkisi bu yüzden çok sarsıcı olmuştur. Bu olay üzerine Meclis kürsüsüne siyah örtü serilmiş ve işgal bitene kadar orada kalmıştır. O dönemin gazeteleri Bursa’nın işgalini büyük bir üzüntüyle karşılamış, Hakimiyet-i Milliye haberi “Türk’e verilen azapların en acısı” diyerek şöyle duyurmuştur: “Bursa bizim ikinci Kâbe’mizdi. Cedlerimiz, padişahlarımız, sanatlarımızla taşlarına, topraklarına kadar Türk olan Bursa şimdi hainlerin elinde çarmıha gerilen, bin yarasında bin sızı, sabırlı bir Mesih’ten başka bir şey değil. Bursa ne silahlı bir şehirdi ne de askerdi. Bursa Keşiş’in eteğinde itikâfa çekilmiş vecd içinde derin bir sanatkâr, bir âbiddi. Medeniyet 26 Lâmi’î Çelebi, a.g.e., s. 9. S I:2 H IR N 2 1 dünyasının bizi terbiye etmek için (!) silahlandırarak memleketimize salıverdiği Yunan çocukları kim bilir ona neler yapmışlardır! Bursa bizden maddeten uzaklaşan Mekke’nin, Medine’nin içimizde kalan son timsaliydi.”27 Türk edebiyatının Bursa’ya dair hissiyatımızı ifaden eden en güzel örneklerinden biri de, işgale dair çok kötü haberler gelirken Mehmet Akif’in kaleme aldığı anıtsal değerdeki Bülbül şiiridir. Büyük bir hayıflanmanın ve çaresizce öfkelenmenin görüldüğü bu şiir, Bursa’nın bizim için sadece kutsallığını ifade etmesiyle öne çıkar. Diyebiliriz ki Akif için İstanbul’un işgali bile Bursa’nın düşmesi kadar yıkıcı olmamıştır. Çünkü Bursa ocağın yeniden tutuştuğu, asırlar boyu İslam’ın hem kılıcı hem kalemi olmuş bir milletin Selçuklu’dan sonra yeniden büyümeye başladığı yerdir, kaynaktır. Yunan işgaliyle mahremiyetimize girilmiş, baba ocağımız çiğnenmiş, hakarete uğramıştır28. Akif’in şiirde kendimize bu kadar öfkelenmesinin, “Bugün bir hânümânsız serseriyim öz diyarımda” diyerek kendisini yurtsuz hissetmesinin sebebi budur. Mehmet Akif, bilindiği üzere pek çok şiirinde İslam âleminin içine düştüğü durumdan bahsederek felaketlerimizin sebeplerini, kurtuluş yollarımızı gös27 Alev Sınar, “Bir Şehrin Edebiyata Yansıyan Acı Hikâyesi: Milli Mücadelede Bursa”, U.Ü. Fen-Ed. Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, yıl: 8, sayı: 13, 2007/2, s. 343-344. 28 Yunan Başbakanı Venizelos’un oğlu Sophoklis, Osman Gazi türbesine kılıç saplamış; sonra Orhan Gazi türbesinde sandukaya pervasızca yaslanıp fotoğraf çektirmiş (Sınar, a.g.m., s. 343, 346.), Avrupa gazetelerine göndermiştir. Akif bu hayâsızlığa duyduğu öfkeyi de şiirinde dile getirir. Aynı öfkeyi vatan şairi Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem Bolayır “Dayanma” adlı şiiriyle gösterir: “Dayanma, saye-i sakfında hâşiane eğil / Eğil bu türbede alçak canınla, haddini bil!” (Ali Ekrem, Vicdan Alevleri, Ahmet İhsan ve Şürekâsı, İstanbul, 1341, s. 50.) ŞEHIR & termeye çalışır. Akif, bunu yaparken kendimizi zaman zaman çok sert şekilde eleştirir. Öyle ki “Pek az fikir adamı, Akif kadar kendi mensup olduğu zümrenin insanlarını bu kadar ağır bir şekilde tenkit edebilmiştir.”29. Bülbül’de bu tenkidin en acı şekillerinden biriyle karşılaşıyoruz. Klasik edebiyatımızda âşığın sembolü olan, hep sevilen ve acınan bülbül, Akif’le birlikte ve elbette Bursa vesilesiyle bambaşka bir şekilde düşünülmüştür. Bu şiirde bülbül, divan şiirindeki gibi bir sembol olarak değil, somut anlamıyla yer almıştır30. Aynı zamanda bu şiirle birlikte bülbül, bir şair tarafından belki de ilk kez sevgi dışında, öfke duygusuyla böylesine azarlanmıştır. Şiir, bunalmış olan şairin rahatlamak için çıktığı bir akşam gezintisi sırasında duyduğu bülbül sesiyle, daha doğrusu feryadıyla başlar. Bülbülün şikâyet eder gibi matemli feryadı Akif’e göre yersizdir çünkü bülbülün her şeyi vardır. Şair ise onun sahip olduklarının hiçbirine sahip değildir. Bülbülün ailesi, âşiyânı (yuvası), gelmesini beklediği bir baharı, kimselerin çiğneyemeyeceği bir yurdu, neşeli, aydınlık bir dünyası ve özgürlüğü vardır. Şairse hânümânsızdır (evsiz), baharı bile güze dönmüştür, ecdat toprağını Batı’ya çiğnetmiştir, memleket ufukları yüzlerce yıldır aydınlığa hasrettir ve özgürlüğü elinden alınmıştır. Böyle bir durumda matem tutmak ve feryat etmek bülbülün değil, şairin şahsında Türk milletinin hakkıdır. Akif’in kurduğu bu tezat, şiirin sanat gücünü arttıran bir unsur olarak görülebilir. 29 Orhan Okay, Mehmed Akif Bir Karakter Heykelinin Anatomisi, Akçağ Yayınları, Ankara, 2005, s. 79. 30 Beşir Ayvazoğlu, Yahya Kemal Eve Dönen Adam, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1995, s. 58. 21 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM Şiirde matem hakkı bize verilir fakat İslam ülkelerinin düştüğü durumdan dolayı bütün millete hatta topyekûn İslam âlemine yöneltilmiş bir öfke de vardır. İstiklal şairimiz gelinen noktayı, dört kelimeyle özetler: hüsran, zillet, hicran ve haybet (mahrumiyet). Selahaddin-i Eyyûbi ve Fatih gibi büyük cetlerin yurtlarının Doğu’nun “vefasız ve kansız” evlatlarınca baştan başa çiğnetilmesi hüsran; Osman Gazi’nin türbesinde çan sesinin duyulur olması, ezan sesinin göklerden silinmesi, Orhan Gazi türbesinin düşman ayakları altına alınması büyük bir zillet; Yıldırım Camisi gibi mabedlerin öksüz kalışı, kudretli bir maziden ayrılış ve ona duyulan hasretimiz hicran; sığınaksız kalan Müslümanların yerlerde sürünmesi ve öldürülmesi ise haybettir. Bu şekilde Akif, Batı’nın emperyalist saldırıları ile bizim dinî ve millî değerlerimizi yok etmeyi hedeflediklerini de vurgulamış olmaktadır.31 Şiirde İslam âleminin sahipsiz kalışı, Osmanlı’nın yıkılışına bağlanır; bu yıkılışın en büyük acısı da Osmanlı’nın kurulduğu şehri kaybedişimizdir. Mehmet Akif bu şehri “İslam’ın haremgâhı” olarak niteler çünkü tam anlamıyla bir İslam şehridir Bursa; Peygamber torunu Emir Sultan’ıyla, Horasan erenleriyle, Mevlid’i ve Ulu Cami’siyle bir İslam şehri. 22 E Akif, Ankara’da Tâceddin Dergâhı’nda gözyaşı dökerek yazdığı32 bu şiirini çok sever ve tekrar tekrar okurmuş fakat okurken yüzünün rengi değişirmiş33. “Allah bu millete bir daha Bülbül şiiri yazdırmasın.” diyerek, şairin dövündüğü şu kısmı aşağıya alalım: 31 Nurullah Çetin, Emperyalizme Direnen Türk: Mehmet Akif Ersoy, Akçağ Yayınları, Ankara, 2012, s. 63. 32 Cemal Kutay, Necid Çöllerinde Mehmet Âkif, Tarih Yayınları, İstanbul, 1963, s. 259. 33 Mustafa Kara, Bursa’da Kırklar Meclisi, Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Bursa, 2011, s. 121. Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım: Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım! Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda; Bugün bir hânümânsız serseriyim öz diyârımda! Ne hüsrandır ki: Şark’ın ben vefasız, kansız evlâdı, Serâpâ Garb’a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı! Hayalimden geçerken şimdi, fikrim hercümerc oldu, Selahaddin-i Eyyûbi’lerin, Fatih’lerin yurdu. Ne zillettir ki: Nâkus inlesin beyninde Osman’ın; Ezan sussun, fezalardan silinsin yâdı Mevlâ’nın! Ne hicrandır ki: En şevketli bir mazi serâb olsun; O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun! Çökük bir kubbe kalsın mâbedinden Yıldırım Hân’ın; Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri Orhan’ın! Ne haybettir ki: Vahdetgâhı dinin devrilip, taş taş, Sürünsün şimdi milyonlarca me’vâsız kalan dindaş! Yıkılmış hânümânlar yerde işkenceyle kıvransın; Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın! Dolaşsın, sonra, İslâm’ın haremgâhında nâ-mahrem... Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!34 34 Mehmet Akif bu şiirin altına şu notu düşmüştür: “Bu manzume yazılırken Yunan istilası altındaki topraklarımıza hususiyle Bursa’ya dair, elîm haberler geliyordu; tetkikine de imkân yoktu.” Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Akçağ Yayınları, Ankara, 1994, s. 450. S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & ürünleridir. Ancak tamamlayıcı sıfatını Bursa’da Zaman38 şiiri için kullanmak doğru olmaz çünkü Bursa’ya yazılmış en güzel birkaç şiirden biri olan Bursa’da Zaman, Beş Şehir içindeki Bursa’da Zaman bölümünün özüdür diyebiliriz. Tanpınar Estetiğinde Bursa Bursa’yla ilgili olarak yazılan yüzlerce şiir, makale, deneme, şehir tarihi, roman vs. vardır. Bunların listesine kabaca bir bakış atıldığında Lâmii Çelebi’nin Şehrengiz-i Bursa’sından Mustafa Armağan’ın Bursa Şehrengizi’ne, Hüseyin Vassaf’ın Bursa Hatırası’ndan Attila İlhan’ın Bursa’dan Yaylımateş’ine varana kadar pek çok önemli isim ve eser bu noktada zikredilebilir. Ancak bu yazarlar içinden biri, kendisinden sonra Bursa hakkında yazanlardan pek çoğunu etkilemesi, yazdıklarıyla Bursa’nın kültür ve edebiyat tarihinde bu manada âdeta bir milat olmasıyla diğerlerinden ayrılır. Bu yazarımız Ahmet Hamdi Tanpınar’dır. Yazarın Bursa’yla ilgili en önemli nesri, 1946’da tamamladığı Beş Şehir35, daha doğrusu Beş Şehir’deki Bursa’da Zaman bölümüdür. 1941’de Bursa’da Zaman ve Hülya Saatleri adıyla yayımlanan bu metin, Beş Şehir’i doğuracak olan ilk eserdir aynı zamanda. Ayrıca Bursa’nın Daveti (1948)36, Bursa Yangını (1958)37 adlı yazıları Tanpınar’ın bu metni tamamlar nitelikteki diğer 35 Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, MEB, İstanbul, 1969. 36 Tanpınar, Yaşadığım Gibi, s. 215-219. 37 Tanpınar,, a.g.e., s. 220-225. Bursa hakkında yazdığı eserleri ile Tanpınar neden en öne çıkmış ve bu kadar sevilmiştir? Kanaatimizce bunun iki sebebi var: Birincisi, Tanpınar’ın ilim adamı kimliğidir. Hem kendi kaynaklarımıza hem de Batılı kaynaklara derin vukufu bilinen yazarımızın Bursa yazılarında tarih, edebiyat ve sanat konularında verdiği hükümlerin isabeti bununla ilgilidir. İkincisi, o büyük bir sanatçıdır ve bilgiyi en güzel, en etkileyici form içinde vermek ister. Tanpınar’ı anlatmak için kullanılan sıfatlardan birinin “estet” olduğu burada hatırlanmalıdır. Yani hayattaki ve sanattaki her unsura sağlam bir estetik terbiye ile bakar. Bu estetik yaklaşım onun yazdığı edebiyat tarihinden tutun, Avrupa’da gezdiği resim sergilerinde aldığı notlara varana kadar bütün yazılarında, her kelimesi özenle seçilmiş, düşünce ağırlığından başka hiçbir yükü olmayan harikulade cümlelerinde rahatlıkla görülür39. Bu bakımdan “Tanpınar’ın bir kelimesini bile feda etmemek lazım.” diyen Birol Emil çok haklıdır40. Büyük yazar, biraz da insana kendi dilinin imkânlarını yeniden öğreten yazardır. Tanpınar’ın yaptığı işin bir boyutu da budur. Onun Bursa’nın Daveti, Bursa 38 Ahmet Hamdi Tanpınar, Bütün Şiirleri, Dergâh Yayınları, haz. İnci Enginün, İstanbul, 1994, s. 50. 39 İnci Enginün-Zeynep Kerman, Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2008. 40 Turan Alptekin-Birol Emil, “Tanpınar’ın Bir Kelimesini Bile Feda Etmemek Lazım”, Kitap-lık, sayı: 40, YKY, İstanbul, 2000, s. 127. 23 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM Yangını yazılarını ve en önemlisi Beş Şehir’in Bursa’da Zaman bölümünü böyle bir açıdan okuduğumuzda, tanıdığımız şehri gözlerimizin önünde adım adım nasıl billurlaştırdığını görürüz. Bu doğrudan doğruya onun kendisine kurduğu ve mücevher gibi işlediği Türkçe ile ilgilidir. Sihirbazın dokunduğu nesnelerde gerçekleşen olağanüstülükler gibi, Tanpınar’ın dokunuşundaki büyü de dikkatine çarpan her şeyi değiştirir ve artık eskisinden daha başka ve daha değerli bir hâle getirir. Bursa’nın ilk kahramanları, ilk aşkları, Bursa mimarisi, Horasan erenleri, Muradiye hüznü ve bütün tabiat, Tanpınar’ın özgün ifade şekilleriyle ve elbette o muazzam dikkatiyle bambaşka bir havada karşımıza çıkar. Yazar “Ben ki dikkati ilahlaştırmışımdır” der. Dolayısıyla buradaki anahtar kavramın “dikkat” olduğunu vurgulamalıyız. Tanpınar’ın Bursa üzerine yazılarını bütün sanatkâraneliğine ve subjektif görünüşlerine aldanıp sadece birer deneme olarak kabul ettiğimizde, yazarın üzerinde çok düşünüldüğü belli olan tarih yorumlarını ve sosyolojik tahlillerini gözden kaçırma ihtimali vardır. Dolayısıyla bu yazılar böyle bir yaklaşımla da okunmalıdır. 24 E Tanpınar’ın ilk Bursa metni, 1941 yılında yazdığı Bursa’da Zaman şiiridir. Aşkı, ölümü ve sonsuzluğu Bursa’da birleştiren bu şiir o kadar sevilmiş ve etkili olmuştur ki kendisinden sonra yazılan Bursa şiirlerinden pek çoğu onun dilinden ve duygusundan bağımsız kalamamıştır. Sanatının “bütün bir tarafını” borçlu olduğu şehir hakkında yazdığı bu şiire baştan sona hâkim olan tevazu ve sükûnet, şiirin olduğu kadar Bursa’nın da asıl büyük taraflarını oluşturur. “Bursa’da bir eski cami avlusu / Küçük şadırvanda şakırdayan su” girişi, bu tevazu ve sükûneti en baştan çok güzel gösterir. Bursa’yı kuruluş devrinin kutlu hatıraları içinde sade fakat güçlü motiflerle vermesi, şiirin etkisini açıklayan diğer unsurdur: Bir duvar, bir çınar, birkaç semt ismi ve su sesiyle kadim başkentimizin çehresi Türk şiirinde ölmeyecek surette belirir. Sonra, tarihimizin acılarından olan kardeş ve evlat katli meselesini bir çırpıda özetleyen “Muradiye sabrın acı meyvası” yahut tarihe gark olmuş bir şehir halkını anlatan “Bu hayalde uyur Bursa her gece” gibi yoğun ve düşündürücü dizeler de şiirin niçin çok etkili olduğu hakkında fikir vermektedir. Şiirden yedi yıl sonra yazılan Bursa’nın Daveti, yazarın şu sorusuyla başlar: “Niçin Bursa’yı bu kadar seviyoruz?” Yazının tamamı aslında bu soruya verilmiş zengin, ayrıntılı bir cevaptır. Bu cevabın özü de şu cümledir: “Onda en saf şeklinde kendimizi gördüğümüz için Bursa’yı seviyoruz”41. Kendimizi; yani tarihimizi, dilimizi ve yaratıcı sanat kudretimizi. Kuruluş devrinin bütün şiirselliği, yeni yaratmaya başladığımız dünya, Bursa’dadır. Kazandığımız toprakların anavatana dönüşmesinde onun büyük yeri vardır. Gerçi Malazgirt’i tamamlayan İstanbul’un fethidir fakat Bursa bu ikisi arasında yolun yarısı denemeyecek kadar önemlidir; o, “yolun yarısından daha kuvvetli bir şeydir”42 yazara göre. Bu yazıda Tanpınar, Bursa hakkında daha önce başka yazarlarca belki de pek farkına varılmayan bazı konulara da işaret eder. 41 Tanpınar, Yaşadığım Gibi, s. 216. 42 Tanpınar, a.g.e., s. 217. S I:2 H IR N 2 1 Bunlardan biri Türkçenin Bursa’da aldığı kıvamdır. Üzerinde ilk durduğu örnek, kalıcı fetihlerin kılıçtan önce dil ile gerçekleştirildiğini ima eden “Gümüşlü” örneğidir. Geleneğe göre, Osman Gazi’nin gömülmek istediği yere verdiği bu isim, Türkçenin Bursa’yı bizim adımıza fethedişidir; “Türk muhayyelesinin Bursa’da ilk çalışmasıdır.”43 Beş Şehir’de ise Gümüşlü’yü anlatırken bu hususa daha başka ve sanatkârca yaklaşarak Gümüşlü kelimesinde sihirli bir aynanın parladığını, bir “istikbal rüyası”na benzediğini söyler. Türkçe ile ilgili diğer bir yargısı şöyledir: “İstanbul Türkçesi dediğimiz şey İstanbul’un fethinden evvel başlar.” Bu yargının hiç kuşkusuz Türkçeyi aşan bir tarafı vardır: İstanbul Türkçesi nasıl ki Somuncu Baba’nın sohbetinde, Emir Sultan’ın ilahilerinde, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inde, Ahmet Paşa’nın, Ahmed-i Dai’nin şiirlerinde ve nihayet bu yeni başkent ahalisinin dilinde neşv ü nema bulan Türkçeden nasiplendiyse; mimaride, yaşayış üslubunda ve kültür hayatında da böyle bir devamdan belli ölçüde bahsedilebilir. Yazar bu noktada özellikle mimari konusuna işaretle: “(…) Yıldırım’la, Muradiye’yi ve Yeşil’i yepyeni bir nisbet fikri, aydınlığı yeni kabul şekli onlardan ayırır. Bu, artık Akdeniz’i, Marmara’yı gören, onun dehasını benimseyen bir milletin mimarisidir. Bu, güneşin dilini bilen bir konuşmadır.”44 diyerek Bursa mimarisinin Asya’da bıraktığımız mimari ile ayrılıklarını ortaya koyar ve İstanbul’da devam edip yükselecek olan mimarinin başlangıcını da göstermiş olur. 43 Tanpınar, a.g.e., s. 216. 44 Tanpınar, a.g.e., s. 217. ŞEHIR & Tanpınar’ın en öznel görünen yargılarında bile bizi onun nesnelliğine inanmaya zorlayan bir çekicilik vardır. Yine Bursa mimarisi hakkındaki ilginç yorumlarını içeren aynı yazıdan aldığımız şu iki parçada bunun örneklerini görüyoruz. Yazar, Orhan Gazi ve Hüdavendigâr devirlerinde mimarlık eserleri olmadığını ileri sürdükten sonra şöyle devam ediyor: “Halbuki isteseler yaparlardı. Bütün Anadolu’da, İran, Suriye, Irak ve Mısır’la beraber çok kuvvetli (…) bir Türk mimarisi vardı. Fakat onlar yeni vatanın kendine mahsus bir mimarisi olmasını istediler.” “Kuruluş devrinin bütün füsûnu Bursa’dadır. Bu füsûnu, üstünde yükseldiği toprağı kavramasını bilen ve o kadar asırdan sonra ilk günlerin tazeliğiyle bizi saran mimari yapar. Bütün hayat orkestrasını bir sanatın tek başına idare ettiği bir şehir görmek isteyenler –hiç olmazsa vatanımızda- Bursa’yı görmelidirler.”45 Tanpınar Bursa’nın Daveti’nden on yıl sonra ve maalesef korkunç bir yangın vesilesiyle kaleme aldığı Bursa Yangını adlı yazıda, bu millî felakete hayıflanmakla kalmayıp kendimize karşı kayıtsızlığımızı sebepleriyle tahlil eder. Bu tahlilde sözü bağladığı yer, pek çok yazısında gördüğümüz gibi, insan ve zihniyet meselesidir. Bir Batılıdan naklen söylediği “daima bir şey bekliyormuş gibi” yaşamak, mensup olduğumuz zihniyetin en büyük zaaflarından biridir. Kapalıçarşı bölgesi gibi bir millî serveti “bir kıvılcımın tesadüfüne” bırakmak, ancak bu zaafla açıklanabilir. Çarşının yangınla neticelenen derbederliğine razı oluşumuza da bu türden anlamsız bir bekleyiş sebep olmuştur. Doğu, ya alışkanlıklarıyla yaşar 45 Tanpınar, a.g.e., s. 216. 25 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM ya da hayale kaçar: “Bunu yapar yapmaz da bugünün baskısı üzerimizden kalkar, kuş gibi hafifleriz. İçimizde daima aralık duran bu firar kapısı yüzünden tecrübe denen şeyin hayatımızda bir türlü sarih bir yeri olmamıştır. Son Bursa yangını cinsinden felaketlerin hakiki sebebi realiteye sarahatle bakmamamızdır.” Yazar, bu felaketten kendisini de sorumlu tutar. Bursa’yla ilgili korkularını, endişeli düşüncelerini hiç yazmamış, bunlardan kimseye bahsetmemiştir. Tek başına şu cümlesi bizim zihniyet dünyamızın bir tarafını bütün çıplaklığıyla ortaya koyar: “Bizde sorumluluk vicdan azabının çocuğudur.” 46 Bursa’nın yaşadığı doğal felaketlerin kısacık bir tarihçesini de veren yazarın yangından sonra şehri yeniden imar ederken dikkat etmemiz gerekenleri anlattığı kısım, bugün dahi bir şehircilik manifestosu olarak okunup değerlendirilecek kadar önemlidir. Ayrıca yazının bütünüyle birlikte bu kısım, Tanpınar’ın büyük üzüntü zamanlarında bile dilinin iç disiplininden, üslubundan hiç ödün vermediğini de bize öğretmektedir. Bursa ovasının ziyan edildiğini özellikle vurguladıktan sonra şöyle diyor Tanpınar: 26 E “Bugünün Türkiye’sine bu felaketle yeni bir vazife daha düşüyor. Bursa’yı yeniden kuracağız. Aman yanılmayalım ve üstünde bu mühim ameliyeyi yapacağımız şeyin Bursa şehri, yani bütün bir tarih olduğunu unutmayalım. (…) Bu ovayı bizim için o kadar manalı yapan ruhun, Bursa’nın tarihi ve sanat eserleri olduğunu söylemem icap ediyor. Tarih insandır. Tabiat insanla birleşince güzeldir. Bursa 46 Tanpınar, a.g.e., s. 221. cinsinden şehirler daima tarihî çehreleriyle ve ona sadık kaldıkları nispette mevcutturlar. Bu tarih bizden sonra da devam edeceğine göre onu yalanlayacak, onunla çatışacak hamlelerden sakınmalıyız. Bursa’ya benzeyen Floransa, Ravena gibi İtalyan şehirlerinin, Granada, Sevilla gibi İspanyol şehirlerinin güzelliklerini, bugünle tarihin kucak kucağa yaşaması vücuda getirir. Bu sadece tarihî eserlere hürmetle, onları, velev ki yıkık bir duvar yahut bir taş parçası olsun, ehemmiyetle muhafaza etmekle olmaz. (…) Ayrıca bu tarihin dikte ettiği dersi iyice dinlemek lazımdır. Bursa peyzajının rahatça tahammül edeceği mimarinin üslubunu, şehrin alacağı manzarayı ancak o zaman gerektiği gibi tayin edebiliriz. Zamanın yarattığı büyük ve canlı terkipler daima büyük dikkatler ister.”47 *** Rahmetli Hocamız Mehmet Çavuşoğlu’nun tabiriyle bir “çağrı-eser” olan Beş Şehir’in48 Bursa kısmı, Tanpınar’ın Bursa üzerine asıl konuşmasıdır. Bursa’da Zaman’ın şu yedi unsur üzerine kurulduğunu söyleyebiliriz: zaman, kuruluş dönemi kahramanları, aşk, su, mimari, ölüm ve sükûnet. Bu unsurlardan bazıları birlikte ele alınmıştır. Mesela ilk dönemin önemli şahsiyetlerinden bazıları aynı zamanda Bursa’nın ilk aşk hikâyelerinin de kahramanlarıdır. Yazar, dört aşk hikâyesi üzerinde durur: Osman Gazi ve Malhun Hatun, Orhan Gazi ve Nilüfer Hatun, Abdurrahman Gazi ve tekfur kızı, Emir Sultan ve Hundi Hatun. Ölüm 47 Tanpınar, a.g.e., s. 225. 48 Mehmet Çavuşoğlu, “Beş Şehir’i Okurken”, Bir Gül Bu Karanlıklarda-Tanpınar Üzerine Yazılar, haz. Abdullah Uçman-Handan İnci, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2002, s. 182. S I:2 H IR N 2 1 ve sükûnet de aynı şekilde birlikte değerlendirilir. Mimari, yazının ağırlık noktalarından birini teşkil eder. Bursa suları bahsinde ise iki isim anılır. Biri, “Velhasıl Bursa demek, sudan ibaret bir kelamdır.” sözü vesilesiyle Evliya Çelebi, diğeri sürgün geldiği Bursa’da yaptırdığı iki yüz kadar çeşme ile meşhur olan Şeyhülislam Abdülaziz Efendi’dir. Bölüm, kişisel bir izlenimle başlar. Bursa Tanpınar için iki zamanlı bir şehirdir; birincisi aktüel zamandır, ikinci zaman ise “Billur bir avize Bursa’da zaman” dizesinin ifade ettiği gibi, kristalleşmiş ve her an şehirli hayatının içine karışmış olan zamandır. İkinci zaman sanattan, ihtiras ve imanla yaşanmış hayattan ve tarihten oluşur. Bursa’nın belli bir döneme ait oluşundaki kuvvet de bunlardan doğmaktadır. Bu ikinci zaman kendisini o kadar kuvvetle hissettirir ki yazar birdenbire sırçadan bir kubbenin çatlayacağı ve altta birikmiş bu zamanın dışarıya taşacağı ŞEHIR & vehmine kapılır. Tarih elbette büyük bir tarafıyla mimaridir fakat isimler, yani dil bu tarihin hem parçası hem aktarıcısıdır. Gümüşlü, Yeşil, Muradiye, Geyikli Baba, Nilüfer vs. Bursa’da tarihi Türkçe adına ve belki yapılardan da fazla korur. “Siz mazi dediğimiz ıtrı bize zaman içinde uzatan altın, gümüş, billur mahfazalarsınız.”49 diyen Tanpınar’ın isimler üzerinde fazlasıyla durması, bu isimlerin kendi üzerindeki etkisini “tenha saatlerinize küçük ve munis rüyalar gibi sokulurlar.” yahut “çok hasretli lezzetleri vardır.” gibi sanatkârca yorumlarla vermesinin bir sebebi bu olsa gerek. Yukarıda sebeplerine işaret edildiği üzere Tanpınar, ilgili bütün metinlerinde Bursa’nın mimarisi üzerinde ısrarla durur. Önemli gördüğü eserler hakkında kuru bilgi vermek yerine sanat değerleri ve sanat tarihimizdeki yerleriyle ilgili tespitlerde bulunur. Elbette bu tespitleri kendine has üslubu ve dikkatleri çerçevesinde yapar. Mesela, Beş Şehir’de “Osmanlı macerası bir aşk romanıyla başlar.” deyip Orhan Gazi ve Nilüfer Hatun aşkından bahsettikten sonra Nilüfer Hatun vesilesiyle sözü İznik’teki Nilüfer Hatun İmareti’ne getirir: “İznik’teki o güzel imaret beş kapılı revakı ve çok rahat kubbesiyle Nilüfer Hatun’a izafe edilir. Selçuk mimarisinin renkli, teferruat üzerinde fazla duran itikâfından, bu imaretle ve Murad-ı Hüdavendigâr’ın Çekirge’deki camiiyle çıkarız.”50 Yukarıda vurguladığımız tamlama, Tanpınar’ın sanat eserini yorumlama tarzını anlamakta da bir ipucu sayılabilir. 49 Tanpınar, Beş Şehir, s. 112. 50 Tanpınar, a.g.e., s. 114. 27 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM Bir kubbe için basık, geniş, büyük, dar, küçük, gösterişli, muhteşem vs. sıfatlar kullanılabilir fakat rahat sıfatını kullanan Tanpınar olmuştur. Osman Gazi ve Orhan Gazi türbeleriyle Emir Sultan türbesine geldiğinde ise yazarın epeyce hayıflandığını görüyoruz. Tarihî adıyla Gümüşlü Kümbet depremde yıkıldıktan sonra bu türbeler Tanzimat zamanında yapılmıştır ve özel bir önem gösterilmesi gerekirken “gülünç şekilde resmi bir üslup”la karakol binası gibi yapılmıştır. Hiçbir ruhaniyet taşımayan bu binaların içinde iki büyük şahsiyet gurbette gibi yatmaktadırlar. Başlarının ucunda ise torunları Sultan Abdülaziz’in ihdas ettiği birer Osmanlı nişanı asılıdır. Tanpınar buna “talihin korkunç istihzası” der51. Yazarın korkunç bir alay olarak değerlendirdiği bu durum, yani devleti kuranların göğsüne torunları tarafından aferin der gibi ve üstelik kurucunun adını taşıyan bir nişan takılmasındaki tuhaflık, üslubun ve inceliğin kaybedilişinin de bir göstergesidir. 28 E Zaman içinde harap olan ve 3. Selim zamanında yenilenen Emir Sultan türbesi de Gümüşlü’de olduğu gibi asıl ruhunu kaybetmiştir. Zengin bir malzemeyle yapılmış olmasına rağmen bu bina “boş, manasız bir cümle gibi zekâyı bir müddet yorduktan sonra ‘Ben bir hiçim!’ diye zaafını itiraf” eder. O artık “büyük ruh rüzgârlarının estiği” bir mekân olmaktan çıkmıştır. Türk müziğinin Dede Efendi ile yaptığı rönesans devrinde böyle cansız bir mimari eserin vücuda getirilmesi ise yazarın asıl şaşırdığı ve tezatlı bulduğu durumdur52. 51 Tanpınar, a.g.e., s. 117. 52 Tanpınar, a.g.e., s. 125-126. Tanpınar yenilenen bu tür eserlerde kaybolmasından şikâyet ettiği ruhu Yeşil Cami ve Yeşil Türbe’yi gezerken bulur. Yazar, “Cedlerimiz inşa etmiyorlar, ibadet ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve imanları vardı.” diyerek övdüğü mimari anlayışın bu iki güzel örneği karşısında heyecanlanır ve Yeşil Türbe’de ölümün kazandığı yumuşak çehreyi şöyle ifade eder: “Bu türbe ve buna benzer yerlerde yatanlar için perdenin arka tarafı, şüphesiz ki sadece tatlı bir uyuşukluk içinde, kaybedilmiş nimetlerin hasreti duyulan bir rüyadan ibarettir. Onlar, velveleli bir hayatın sonunda dinlendirici hassaları olan bir suda yıkanır gibi bu mezarlarda uyuyorlar.” Bursa’da Zaman şiirinde geçen “İsterdim bu eski yerde seninle / Baş başa uyumak son uykumuzu” dizeleri, Yeşil Türbe’nin yazar üzerindeki bu etkisinden gelmektedir. Aynı etki, bizim ölümle kurduğumuz ilişkinin boyutlarını anlatırken de kendisini gösterir. Tanpınar’a göre ölümün korkunç gerçekliğini bizim kadar yumuşatabilen, onu ehlileştiren millet pek yoktur. Bu ehlileştirme ve hayatın bir parçası haline getirme işi de çok basit unsurlarla yapılır: “Sade mimarili bir türbe, çok defa tahtadan, sırasına göre oymalı ve zarif, bazen de düz ve basit bir sanduka, birkaç işlenmiş örtü veya düz yeşil çuha, bir kavuk, bir tuğ... İşte cedlerimize ebedî hayatı tecessüm ettirmeğe yeten malzeme bundan ibarettir.” Bu malzemeyi büyük bir sükûn yaratacak şekilde toparlayan eski sanatkârlar hanedan türbelerine bir şey daha kazandırırlar ki Tanpınar buna “evliya talihi” diyerek mimarinin toplum üzerindeki psikolojik etkisine işaret eder: S I:2 H IR N 2 1 “Bütün ömrü boyunca didişen, yabancı şöyle dursun oğul-kardeş kanı dökmekten çekinmeyen insanlar, usta mimarların ve sanatkârların ellerinden sızan hüner ve rahmaniyet sayesinde bir evliya talihini paylaşıyorlar.”53 Yazar, Bursa’da en beğendiği yapılardan biri olan Yeşil Cami’yi anlatmaya André Gide’den başlar. Ona göre, Yeşil Cami’yi en iyi anlayan yazar Gide’dir. Gide’in Günlük’ünde bu mabed karşısında ürperti, coşkunluk ve hayranlıkla söylediği sözler, İstanbul için söylediklerini Tanpınar’a affettirir, “Gide’i Bursa için yazdıklarından dolayı yine seviyorum.” der. Peki, Gide Bursa ve Yeşil Cami için neler söylemiştir? Günlük’ünden birkaç satırı takip edelim: “Çamların gölgesinde, derin bahçeleriyle nazlı bir gül, sâfiyet gülü olan Bursa, gençliğimin seni görememiş, tanımamış olması nasıl mümkün oluyor? (…) Bir dinlenme, berraklık, denge yeri, kutsal bir gök mavisi, kırışığı buruşuğu olmayan bir mavi; mükemmel bir zihin sağlığı… Ey Cami! Nefis bir Tanrı’nın mekânısın sen. Bu kutsal yerde uzun müddet murakabeye daldım ve nihayet tenkit Tanrı’sının ibadet için bizi burada beklettiğini ve bizi duruluğa çağırdığını anladım.”54 Gide’in bu hayranlığına Yeşil Cami’yi fazlasıyla layık görür Tanpınar. Mimarimizin en mükemmel eseri değildir kuşkusuz fakat Süleymaniye’nin ihtişamına giden yolda Yeşil Cami vardır. Tanpınar 53 Tanpınar, a.g.e., s. 122-124. 54 André Gide, Günlük (Seçmeler), çev. Fuat Pekin, MEB, Ankara, 1963, s. 221-223. ŞEHIR & üslubunda bu durum şöyle ifade edilmiştir: “Bayezid ve Süleymaniye’nin mükemmeliyetine ve ihtişamına doğru yol alan oluş halinde bir tekniğin bu camide en güzel ve en fazla telkin edici tereddütlerinden birini geçirdiği de muhakkaktır. (…) Ve daha ziyade ileriye doğru yürürken geriye atılan son bir bakışa benzer. Fakat bu bakış ne kadar hesaplı bir tecrübe ile doludur.”55 Bu tecrübeyi anlattığı bundan sonraki cümlelerinde Tanpınar âdeta bir tarih felsefesine gider. İlginçtir, aşağı yukarı aynı şablonu çok sonra yazdığı Huzur adlı romanında da kullanır. Dolayısıyla Beş Şehir, yazarın temel metinlerinden biri olarak sonraki eserleri üzerinde de fikir ve yaklaşım tarzı bakımından etkili olmuştur diyebiliriz. İlginç bulduğumuz bu durum, aşağıdaki iki parçada karşılaştırılabilir. İlk parça yukarıdaki paragrafın devamı, ikinci parça ise Huzur romanındaki bir yemek sahnesinden alıntıdır: “Gelenek ona erişmek için ne kadar zenginleşmiş, ne karışık merhalelerden geçmiştir. Bu hendesenin günün birinde bu vuzuh ve nispet içinde bu kadar sade bir oyunda kendini göstermesi için, ihtiyar Asya yerinden oynamış, medeniyetler birbirine girmiş, insan cemaatleri en geniş manada değişikliklere uğramıştır.” “Şu barbunyayı burada bu akşam beraberce yiyebilmemiz için kaderin asırlarca çalışmasını düşün. Evvela Yahya Kemal’in dediği gibi Don ve Volga, Tuna suları Karadeniz’e akacak. Dedelerimiz kalkıp Orta Asya’dan gelecek, İstanbul’a yerleşecekler. Sonra, İkinci Mahmud Nuran’ın büyük dedesini Bektaşidir diye 55 Tanpınar, a.g.e., s. 125. 29 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM yoksa vur deyince öldürmek deyimiyle mi anlatmalı, doğrusu bilemiyoruz.) İstanbul’dan Manastır’a nefyedecek; orada Merzifonlu zengin bir binbaşının kızıyla evlenecek. Benim dedem, karısı kaçtıktan sonra kendisini teselli için yazdığı, sonra bilmem hangi paşaya hediye ettiği bir Kur’an’ın parasıyla bu köşkü alacak. (…) Sonra Nuran’ın babası çocukken hastalanacak, annesi Aziz Mahmud Hüdai Efendi’ye adayacak, büyüyünce pirin dergâhına girecek, orada babamla dost olacaklar. Nuran doğacak… Siz doğacaksınız…”56 30 E Tanpınar Bursa sularına sözü getirdiğinde iki ismi anar. Bunlardan biri, büyük seyyah Evliya Çelebi’dir. Evliya’nın Bursa için söylediği çok meşhur iki cümlesi vardır: “Bir ruhaniyetli şehr-i kadimdir.” ve “Velhasıl Bursa demek, sudan ibaret bir kelamdır.” Bu sözleri çok önemseyen yazar, “Canım Evliya! Sade bu iki cümlen için benim hafızamda adın Bursa ile birleşiyor.” dedikten sonra, ruhunu şad etmek için Bursa çeşmelerinden birine onun adının verilmesi dileğinde bulunur. (Tanpınar’ın bu dileği yıllar sonra gerçekleşmiş ve UNESCO tarafından Evliya Çelebi Yılı ilan edilen 2011’de Bursa’ya Evliya Çelebi adına elli tane çeşme yapılmıştır57. Bunu kadirşinaslıkla mı 56 Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Tercüman 1001 Temel Eser, s. 141. 57 http://www.bursa.bel.tr/bursalilar-evliya-celebi-cesmelerinden-su-icecek/haber/7990/ Su vesilesiyle sözü geçen ikinci isim, sürgün geldiği Bursa’da yaptırdığı iki yüz kadar çeşme ile meşhur olan Şeyhülislam Karaçelebizade Abdülaziz Efendi’dir. Mustafa Armağan’ın hoş yakıştırmasıyla “Su gibi aziz ol!” sözünün kendisine atfen söylenmesi muhtemel olan eski şeyhülislam58, yazara göre bir su şehrinde hiç de ihtiyaç duyulmadan bu çeşmeleri yaptırmıştır. Abdülaziz Efendi’nin üzerine titrediği bu çeşmeleri yaptırmasının psikolojik temelinde Tanpınar iki sebep bulur: Güzelliğini gördüğü Bursa’ya -tıpkı çılgın bir âşığın sevdiği kadını değerli taşlara boğması gibi- “su seslerinden çelenkler, âvizeler” hediye etmek istemesi; sürgün geldiği bu şehirden bir daha dönemeyeceği sevgili İstanbul’una olan hasretinin bu çeşmeler aracılığıyla anılması. Yazar 17. yüzyılda yaşamış bu iki önemli sima vesilesiyle tarihimiz hakkında tahlillere de girişir. Devrin sözünü esirgemeyen sufilerinden bahisle vardığı şu düşünceyi örnek olarak verelim: “İslam ulemasının ve şeyhlerinin tarihteki rolü kadar tezatlı hiçbir şey yoktur. Bir taraftan fitneyi ortadan kaldırmak veya ona yol vermemek için en çetin istibdatlara razı olurlar. Diğer taraftan da cezbeleri tutunca en olmayacak zamanda hakikatleri söyleyerek sözün ayağa düşmesine ve fitne kapılarının ardına kadar açılmasına sebep olurlar.”59 Tanpınar, kanaatimizce en güzel Bursa 58 Mustafa Armağan, Bursa Şehrengizi, İz Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 80. 59 Tanpınar, Beş Şehir, s. 120. S I:2 H IR N 2 1 hatırasını sona saklamıştır. “Bütün pınarlardan içmiş olsam bile ne çıkar?” diyerek Bursa’da dolaşırken ölüm ve yokluk düşüncesinin boğuculuğu içinde bunalıp sıkıştığı bir anda, oturduğu kır kahvesinin ihtiyar kahvecisi, elindeki kocaman kırmızı bir gülü kurnanın içine atar. Tanpınar, şaşkınlığını ve hayranlığını şöyle ifade eder: “Bu ihtiyar ve biçare adam bu sanatkâr hareketi nereden öğrenmişti? Kendi talihine bırakılmış bu biçare adamda hangi asil terbiye, hangi güzellik ananesi devam ediyordu?”60 Sıradan bir göz için basit sayılabilecek bu jestle, Tanpınar bir hamlede “kıymetlerin dünyasına”, hayatımızın güzelliklerle dolu taraflarına yeniden döner. Suyun üzerinde yüzen bir gül, onun sanatkâr ruhunu ferahlatır. Mehmet Kaplan, Tanpınar’ın hayatında güzelliğin oynadığı rolü hiçbir şeyin bu parça kadar anlamlı şekilde izah edemeyeceği tespitinde bulunur. Buradaki azaplı ruh halinden birdenbire kurtuluş, Şeyh Galib’in o nefis müseddesinde anlattığı hali andırırken Tanpınar da çok sevdiği Galib’e benzer: Mahzun idi bir gün dil meyhane-i mânâda İnkâra döşenmişdim efkâr düşüp yâda Bir pîr gelip nâgâh pend etdi alelâde Al destine bir bâde derd ü gamı ver bâda61 (Bir gün gönül mana meyhanesinde mahzundu Aklıma efkâr düşüp inkâra döşenmiştim Ansızın bir pîr geldi, basitçe öğüt verdi: Eline bir kadeh al, dert ve kederi rüzgâra ver) *** 60 Tanpınar, a.g.e., s. 134. 61 Şeyh Gâlib Dîvânı, haz. Muhsin Kalkışım, Akçağ Yayınları, Ankara, 1994, s. 192. ŞEHIR & Son olarak Beş Şehir’in Bursa’sı ve Bursa’da Zaman şiiriyle ilgisi bakımından Tanpınar’ın bir hikâyesini gözden kaçırmamak gerektiğini söyleyelim. Emirgân’da Akşam Saati (1944-1946)62 adlı bu hikâyenin kahramanı Sabri, Bursa üzerine bir eser hazırlamaktadır. Bursa camileri ve mezarları üzerine çalışırken ölüm hakkında düşündükleri, aşk ve mimariyi iç içe görmesi, bu eserlerle benzer yanlar taşımaktadır. Bursa’da Zaman şiirindeki Yeşil Türbesini gezdik dün akşam (…) İsterdim bu eski yerde seninle Baş başa uyumak son uykumuzu dizelerinin bulunduğu ikinci kısım ve Beş Şehir’in Bursa bölümünde ölüm ve mimari üzerine söylenenler, hikâyedeki şu parçayla hemen fark edilen bir yakınlık gösterir: “Karısının hasreti âdeta beraberinde yürüyordu. Tanıdığı semt ve mimari eserlerinin, hayatlarını düşündüğü geçmiş insanların adlarına rast geldikçe ürperiyor, Bursa’daki hayatını özlüyordu. Yemek sofrasını, çocuklar yattıktan sonra geç vakte kadar Seher’le baş başa oturmalarını, içini altüst eden bir sıcaklıkla hatırlıyordu. Bu sıcaklık, mevzuuna da geçmişti. Daha doğrusu onun sayesinde kendi hayatı, Bursa mimarisi, hiç yaşamadığı devirler bir potada erimiş madenler gibi birbirlerine geçmişler, tek bir şey olmuşlardı. (…) Hiçbir şey kendisine yabancı ve kendisinin dışında değildi. Yeşil ve Muradiye, Seher’in kendisi değil miydiler? O 62 Ahmet Hamdi Tanpınar, Hikâyeler, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1992, s. 327-364. 31 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM türbelerin çinilerindeki renklerde onun sabahlarından, hâlâ gördüğü rüyaların akisleriyle -tıpkı güneş vurmuş bir akşam denizi gibi- zengin, mahmur uyanışlarından bir şeyler yok mu idi? Sonra bütün o ölüler, şimdiye kadar sandığı gibi kendisinden o kadar başka başka insanlar mı idi? İnsan ruhu o şekilde yaratılmıştır ki eşyanın dışında dolaşıp kalmazsak her şeyi benimseyebiliriz. (…) Evet bu ölüler kendisinden çok ayrı, çok başka şeyler değildi. Onların hepsi ömür dediğimiz o çeşitli kumaşı kendi içlerinden kopan bir şeyle dokumuşlar. Hepsi sevmişler, ayrılmışlar, mahzun bir yalnızlığa bir anne memesi gibi zaman zaman asılmışlar, gurbeti, ıstırabı, anlaşılmamazlığı, sevginin sıcaklığını tatmışlardı. Bütün bunlar her insanda o kadar bir olan şeylerdi ki bizden evvelkileri anlamak için kendi hayatımızı şuurla yaşamak yeterdi.”63 *** Edebiyat bir kültür işidir, bir yaşama ve görme biçimidir. Tanpınar Bursa’ya dikkatinin penceresinden ve böyle bir açıdan bakmış; sevdiği, gururlandığı, huzur bulduğu şehri kendi estetiği içinde yansıtmıştır. Bursa, değerini ve sahip olduklarını Tanpınar’a borçlu değildir elbette ama şurası kesin ki Tanpınar olmasaydı Bursa’yı bu kadar zengin ve derin şekilde hissedemeyecektik. 32 E 63 Tanpınar, a.g.e., s. 347-348. Sonuç “Türk Edebiyatı ve Bursa” başlığı altında andığımız bu büyük şahsiyetler dışında muhakkak ki Bursa’yla ilgili unutulmaması gereken önemli eserler veren pek çok yazar vardır ve bunların başında Evliya Çelebi gelir. Türk nesrinin şaheserlerinden sayılan Seyahatname’nin yazarı Evliya Çelebi, İstanbul’dan sonra ilk olarak Bursa’ya gitmiş; eserinin ikinci cildinde şehrin kuruluşuna dair rivayetleri, lodosu, Bursa sularını, ârifler mekânı olarak nitelediği Bursa kahvehanelerini, yılın her gününe bir tane düşecek kadar bol olan mesire yerlerini vs. mizahının büyük bir tarafını oluşturan o çok hoş abartmalarını da kullanarak anlatmıştır. Evliya Çelebi’nin yanında, Bursa’yı kaplıcalarından çarşı ve okullarına kadar tanıtan Bursa’dan Konya’ya Seyahat adlı kitabıyla Mehmed Ziya Bey’i, Bursa Haffaflar Çarşısı esnafının garip ve hasta kuşlara gösterdikleri alicenaplığı öğrendiğimiz Gurebahane-i Laklakan’ın yazarı Ahmet Haşim’i, Bursa’nın yeşili hakkında yazılmış en güzel şiir ve yazılardan biri olan Merhaba Yeşil’iyle Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu, zengin bakış açıları ve çağrışımlar taşıyan Bursa adlı şiiriyle M. Niyazi Akıncıoğlu’nu yahut “işte bursa şehri secdeye varmış” diyen Attila İlhan’ı da bu yazarlar arasında mutlaka hatırlamamız gerekir. Bursa daima sevilen bir şehir olmuştur. Ona duyulan sevgide hürmetle karışık ince bir hissiyat bulunur. Belki de bu sevginin sırrı, Hasan Âli Yücel’in sözünde gizlidir: “Her Türk biraz Bursa’da doğar, onun için Bursalı olmayan Türk S I:2 H IR N 2 1 yoktur.”64 Fakat İstanbul için öyle değildir; Nedim’den sonra çok sular akmış, İstanbul, mesela Tevfik Fikret için “facire-i dehr”; Mithat Cemal için ikiyüzlülüklerin, türlü ahlaksızlıkların yaşandığı bir şehir; Yakup Kadri için ateşle temizlenecek bir Sodom-Gomore olabilmiştir kimi zaman. İstanbul, kendisini o kadar seven Attila İlhan’ın bile “Ulan İstanbul” hitabına uğramıştır. Oysa Bursa daima hürmetle sevilmiştir; tarihî hatıraları, tabiatı, ipeği ve sularıyla daima çok hoş bir zariflikle sevilmiştir. Bugünkü korkunç göç dalgasından ve münasebetsiz şehirleşmeden sarfınazar, sükûnet telkin eden kimliği ve mekânlarıyla edebiyat ve sanat adamlarını hâlâ da çekmeye devam etmektedir. Medeniyet içinde insan, şehir, sanat ve edebiyat aynı ahenge mensuptur. Yükseliş birlikte olduğu gibi çöküş de birlikte gerçekleşir. Yükseliş ahengini tekrar yakaladığımızda asıl olarak üzerine titrememiz gerekenin Bursa’ya bu çekiciliği kazandıran tabii ve tarihî nitelikler olduğunun daha çok farkına varacağız, insanla sanat arasına giren mesafeleri kaldırmaya başlayacağız. Bu gerçekleştiği zaman, mimari tarihimizin başyapıtlarından olan, yerli yabancı onlarca sanat adamına coşkunluk veren Yeşil Cami gibi bir abidenin bulunduğu şehirde, yağlıboya ile çiğ bir yeşile boyayıp densizce “Yeşil Cami” adını verdiğimiz betonarme bir ibadethanenin hangi edebiyat adamına neyi yazdıracağını düşünmek zorunda kalmayacağız. ŞEHIR & Kaynakça 1. Ali Ekrem, Vicdan Alevleri, Ahmet İhsan ve Şürekâsı, İstanbul, 1341. 2. Alparslan, Ali, Ahmet Paşa, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1987. 3. Alptekin, Turan-Emil, Birol, “Tanpınar’ın Bir Kelimesini Bile Feda Etmemek Lazım”, Kitap-lık, sayı: 40, YKY, İstanbul, 2000. 4. Armağan, Mustafa, Bursa Şehrengizi, İz Yayıncılık, İstanbul, 1998. 5. Atlansoy, Kadir, Bursa Şairleri-Bursa Vefeyatnamelerindeki Şairlerin Biyografileri, Asa Kitabevi, Bursa, 1998. 6. Ayvazoğlu, Beşir, Yahya Kemal Eve Dönen Adam, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1995. 7. Bursalı Lâmiî Çelebi, Mevlidü’r-Resûl, haz. Süleyman Eroğlu, Bursa Kültür A.Ş., Bursa, 2011. 8. Çavuşoğlu, Mehmet, “Beş Şehir’i Okurken”, Bir Gül Bu Karanlıklarda-Tanpınar Üzerine Yazılar, haz. Abdullah Uçman-Handan İnci, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2002. 9. Çetin, Nurullah, Emperyalizme Direnen Türk: Mehmet Akif Ersoy, Akçağ Yayınları, Ankara, 2012. 10. Çetindağ, Yusuf, “Ali Şîr Nevâî-Ahmet Paşa Etkileşimi ve Otuz Üç Gazel”, Bursalı Şair Ahmet Paşa ve Dönemi Sempozyumu, Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Bursa, 2010. 11. Enginün, İnci-Kerman, Zeynep, Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2008. 12. Eroğlu, Süleyman, “Vesiletü’n-Necât’ta Ahenk Unsurları”, Uluslararası Süleyman Çelebi ve Mevlid Sempozyumu, Osmangazi Belediyesi Yayınları, Bursa, 2007. 13. Ersoy, Mehmet Akif, Safahat, Akçağ Yayınları, Ankara, 1994. 14. Gide, André, Günlük (Seçmeler), çev. Fuat Pekin, MEB, Ankara, 1963. 15. Hasan Tâib Efendi, Hatıra yahut Mir’ât-ı Burûsa, haz. Mehmet Fatih Birgül, Bursa İl Özel İdaresi Yayınları, Bursa, 2007. 16. http://www.bursa.bel.tr/bursalilar-evliya-celebi-cesmelerinden-su-icecek/haber/7990/ 17. İnalcık, Halil, “Bursa”, DİA, c. 6, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1992. 18. Kara, Mustafa, Bursa’da Kırklar Meclisi, Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Bursa, 2011. 64 Hasan Âli Yücel, “Bursa Bir Dış Değil, Bir İçtir”, Edebiyatımızda Bursa, c. 1, haz. Fâzıl Yenisey, Berksoy Basımevi, İstanbul, 1956, s. 18. 33 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM 19. Karataş, Ali İhsan, “Osmanlı Toplumunda Mevlid Vakıfları –Bursa Örneği-“, Uluslararası Süleyman Çelebi ve Mevlid Sempozyumu, Osmangazi Belediyesi Yayınları, Bursa, 2007. 20. Kut, Günay, “Ahmed Paşa”, DİA, c. 2, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1989. 21. Kut, Günay, “Lâmiî Çelebi”, DİA, c. 27, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2003. 22. Kutay, Cemal, Necid Çöllerinde Mehmet Âkif, Tarih Yayınları, İstanbul, 1963. 23. Lâmi’î Çelebi, Bir Bursa Efsanesi-Münâzara-i Sultân-ı Bahâr Bâ-Şehriyâr-ı Şitâ, haz. Sadettin Eğri, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2001. 24. Lâmi’î Çelebi, Bursa Şehrengizi, haz. Mustafa İsen-Hamit Bilen Burmaoğlu, Bursa Kültür A.Ş., Bursa, 2011. 25. Lowry, Heath W., Seyyahların Gözüyle Bursa 13261923, çev. Serdar Alper, Eren Yayınları, İstanbul, 2004. 26. Mermutlu, Bedri, “Şair Ahmet Paşa’nın Döneminde Toplumsal Algı”, Bursalı Şair Ahmet Paşa ve Dönemi Sempozyumu, Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Bursa, 2010. 27. Okay, Orhan, Mehmed Akif Bir Karakter Heykelinin Anatomisi, Akçağ Yayınları, Ankara, 2005. 28. Pekolcay, A. Necla, “Mevlid”, DİA, c. 29, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2004. 29. Sınar, Alev, “Bir Şehrin Edebiyata Yansıyan Acı Hikâyesi: Milli Mücadelede Bursa”, U.Ü. Fen-Ed. Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, yıl: 8, sayı: 13, 2007/2. 30. Süleyman Çelebi, Mevlid, haz. Faruk K. Timurtaş, MEB Yayınları, İstanbul, 1990. 31. Şeyh Gâlib Dîvânı, haz. Muhsin Kalkışım, Akçağ Yayınları, Ankara, 1994. 32. Tanpınar, Ahmet Hamdi, “Yunus Emre”, Edebiyat Üzerine Makaleler, haz. Zeynep Kerman, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1995. 33. Tanpınar, Ahmet Hamdi, Beş Şehir, MEB, İstanbul, 1969. 34 E 34. Tanpınar, Ahmet Hamdi, Bütün Şiirleri, Dergâh Yayınları, haz. İnci Enginün, İstanbul, 1994. 35. Tanpınar, Ahmet Hamdi, Hikâyeler, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1992. 36. Tanpınar, Ahmet Hamdi, Huzur, Tercüman 1001 Temel Eser. 37. Tanpınar, Ahmet Hamdi, Yaşadığım Gibi, haz. Birol Emil, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1996. 38. Yücel, Hasan Âli, “Bursa Bir Dış Değil, Bir İçtir”, Edebiyatımızda Bursa, c. 1, haz. Fâzıl Yenisey, Berksoy Basımevi, İstanbul, 1956. S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & 35 E ŞEHIR & DÜNYA ŞEHIRLERI 36 N ŞEHIR ERI ISSN: 7897678343213 S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & SARAYBOSNA: BURSA’NIN GÜZEL KARDEŞI Hasan Korkut *, Tülay Zıvalı ** Giriş Avrupa’nın göbeğinde bulunan bir saraydır burası. Dağlar asında gizlenmiş bir ova. İsmini de bu birleşimden alıyor: Saray Ova veya bizim Saraybosna’miz. Avrupa’nın Kudüs’ü olarak bilinir ve eski Yugoslavya’nın en dinamik, en stratejik şehri olan Saraybosna bugün Bosna Hersek Cumhuriyet`nin ve Bosna Hersek Federasyonu`nun başşehri ayrıca Saraybosna Kantonu`nun merkezidir. Osmanlı medeniyeti ve kültürünü yansıtan ve Osmanlı`nın kurduğu * Doç. Dr., Uluslararası Saraybosna Üniversitesi, İşletme Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi * * Uluslararası Saraybosna Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü Öğretim Görevlisi Resim 1: Boşnak Kapısı 37 N ŞEHIR ERI ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & bir şehiridr. Saraybosna’yı aslında iki temel özelliği ile anlayabiliriz. İlki, tarih boyunca birçok medeniyete, birçok ideolojik ayrılığa, farklı dinlere ve farklı milletlere ev sahipliği yapan ve halen misafirperverliğini devam ettiren bu Balkan şehri, kendini hiçbir zaman ara bölge olma konumundan çıkaramamıştır. İkincisi ise, zorluklar ve acılarla dolu tarihine rağmen, parlaklığını artırmayı ve büyümeyi becermiş, cok kültürlü tarihi tecrübesi ve toleranslıya hem Asya hem de Avrupa’daki medeniyetlere örnek olmayı başarmıştır. Tarih Bosna Hersek’in başkenti olan Saraybosna’nın tarihi Osmanlıların bölgeyi fethiyle birlikte önem arzeder ve yeni bir safhaya girer. Topografik yerleşim alanı olarak geleneksel bir şekilde nehir kenarında merkezini kuran ve zamanla nehrin iki tarafına da yerleşimini geliştiren Saraybosna’nın, kentleşme anlamında ilk yerleşimi fetihle birlikte gerçekleşmiştir. Saraybosna’nın bugünkü Baščaršija (Başçarşı) ve etrafında başlayan hikâyesi, zamanla kendini şehrin 38 N ŞEHIR ERI Resim 2: Saraybosna Panaroma batısında bulunan Ilidža (Ilıca), bölgesine kadar uzatmıştır. Miljacka (Milyaçka) nehrinin tam ortasından aktığı Saraybosna, uzunlamasına büyüyen bir şehirdir. Evliya Çelebi de nehrin güneyinde bulunan Hünkâr Camii’nin olduğu yerde bir saray inşa edilmek suretiyle şehrin ismine Saray dendiğini, nehrin adının ise Bosna olduğunu, nehir isminin şehir ismine izâfe edilmesiyle “Bosna-Saray” tabirinin ortaya çıktığını belirtir. Linguistik incelemelerde şehrin ismi; Slav dillerinde, Boşnakça’da ve Batı literatüründe Sarajevo, Osmanlı Türkçesi’nde Saray, Saray ovası, Saray kasabası, Saray veya Bosna Sarayı (Bosnasaray) adlarıyla geçer. İsimleri dillerde ve medeniyetlerde değişiklik gösterse de coğrafi özelliği, şehrin dağlarla çevirili olup, nehir ile süslenmesi ve bir ova içinde yer alması onu her hâlükârda Saray tadında bir şehir yapmaktadır. Şehir, önemli ulaşım yolları üzerinde bulunduğundan gelişmeye devamlı müsait olmuş ve bölgedes ürekli bir başkent potansiyeli taşımıştır. Topografik yapısından ziyade, stratejik önemi ile de kendisinden bahsettiren bu başkent S I:2 H IR N 2 1 tarih boyunca pek çok defa yıkıma ve kuşatmaya maruz kalmıştır. Tarihten günümüze Bosna Hersek’in coğrafi sınırları ve yönetim yapısı birçok kez değişmiştir. Farklı dönemlerden ve yönetimlerden geçen Saraybosna, çok kültürlü yapısını hala daha koruyabilmektedir. Osmanlı’nın Saraybosna’sını kolaylıkla ikiye ayırabiliriz. İlk olarak en parlak dönemi olan 16. yüzyıl ve diğeri ise 17. ve 18. yüzyıllarıdır. 16. yüzyıl Saraybosna için altın çağ olarak kabul edilebilir. En parlak döneminde, Balkanlarda en ehemmiyetli Osmanlı şehri olarak bölgeyi yönetmiştir. Osmanlının Balkanlarda zayıfladığı ve güç kaybettiği 17. ve 18. yüzyıllarda, Saraybosna’nın düşüşü ve ayrıca toplu yaygın hastalıkların aşırılaştığı bir döneme şahitlik ediyor bu topraklar. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Saraybosna’ya yeni olarak getirdiği en büyük katkı, şehri Avrupai bir hale sokmak olmuştur. İmparatorluk için gayet ender bir biçimde korunan Saraybosna’ya yatırımlar birçok alanda gerçekleşmiş, yeni mimarı getirilmiş ve şehrin ruhu olabildiğince korunup çok ŞEHIR & kültürlü yapısı desteklenmiştir. Avusturya-Macaristan dönemi Saraybosna’ya mimarı bir imza atmış ve dünya tarihinde bir devri bitirip bir devri başlatmasıyla ünlüdür. Dünyanın sadece bir şehri yirminci asra savaşla başlayıp aynı asrı yine savaşla noktaladı. Balkanların merkezindeki Saraybosna, tüm dünyayı içine sürükleyecek bir harbin de başladığı yer oldu. Bosna’nın bir asırlık acısını tarif etmek mümkün mü? Doksanlı yıllardan beri tüm tepeleri işgal eden mezarlıklar başkente tepeden bakıyor. Yüzyıla savaşla başlayan Saraybosna 11 bin kişinin ölümü ile yüzyılı yine savaşla noktaladı. Eski Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin parçalanmasının ardından, altıncı federe olan Bosna-Hersek, bağımsızlığını doksanlı yılların başında ilan etmiştir. Bu ayrılık ve bağımsızlık hareketi, ülke için çok kolay olmamış, Bosna yıkım ve soykırıma terk edilmiştir. Savaş, 20. yüzyılda da etnik ayrılıklar ve dini farklılıklar üzerinden ortaya çıkmıştır. Söz konusu ayrım ve farklıklar ve savaşın izlerini günümüzde de hissedilebilmektedir. Buna rağmen Saraybosna’yı 39 N ŞEHIR ERI ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & zengin kılan, bu farklılıkları hala bir arada barındırabilmesi olsa gerek. Bosna Hersek bugün bağımsız bir cumhuriyettir ve iki entitiden meydana gelmektedir: Toprakların %51’ine sahip olan Bosna-Hersek Federasyonu ve toprakların %49’una sahip olan Bosna Hersek Sırp Cumhuriyeti. Stratejik Önem 40 N ŞEHIR ERI Balkan Yarımadasına hâkim konumu ve merkezi bir yerleşimi olması sebebiyle, tarih boyunca Osmanlılar için Avrupa’ya geçiş noktası olma özelliği taşıyan Saraybosna, Avrupa için de batı merkezinden doğuya açılan bir kapı olarak algılanmıştır. 20. yüzyılda ise birçok büyük Avrupa ve Balkan kentine olan komşuluğu veya rahat ulaşılabilirliği açısından Sovyet Bloku için önemli bir jeopolitik rol üstlenmiştir. Şehrin, Balkanların kuzey batısında kalması aslında onu Batı ile Doğu arasında bir köprü haline getirmiştir. Şehrin bugünkü ulaşım şartlarından bahsedecek olursak, Bosna Hersek ülke olarak bu tür büyük yatırımlarda dış desteğe muhtaçtır. Bu minvalde, bugünlerde Türk şirketi tarafından Bosna’nın doğu ve batısındaki en önemli şehir olan Zenica (Zenitsa) ve Mostar’ı birbirine bağlamak üzere yaklaşık iki sene önce başlatılan otoban projesinden de bahsetmek gerek. Bu projenin şu anda son ayağı tamamlanmak üzeredir. Mimari Yapı ve Tarihi Eserler Tarihin kattığı farklılıklar özellikle şehir mimarisinde oldukça göze çarpıcıdır. Çeşitli dönemlerden zenginlikler taşıyan Saraybosna, doğası ve çevre planı ile hem kendini hem de ülkeyi ifade edebilir bir niteliktedir. Saraybosna’nın bir ova içinde inşa edildiğini düşünerek, şehrin her tepeden izlenilebildiği gerçeği ile karşılaşıyoruz ve bu sayede şehri tanımamızda kolaylıklara sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. Öyle ki, dört bir yandan şehri kuş bakışı izlemek mümkün. Günümüzde yaygın bir spor haline gelen free running yapanların bu şehri tercih etmesi de garip değil. Çünkü şehirde yürümek kadar şehri kuş bakışı izlemekte en az o kadar ilgi çekicidir. Parkur sporu yapan ve kendi alanında oldukça ün kazanan Alman asıllı Jason Paul şöyle anlatıyor tecrübelerini: “Saraybosna üç kültürün bir karışımı ve o yüzden çok ilginç bir şehir. Bir kilisenin yanından geçiyorsunuz ve sokağın sonunda cami ile karşılaşıyorsunuz ve fark etmeden yolunuz bir sinagoga çıkıyor. Çok ilginçbir şeydir bu, çünkü gezdiğim yerler arasında hiç böyle bir şey görmedim daha önce. Parkur yaparken, binadan binaya atlarken, sokakta koşarken, kendimi her an başka bir mimari tarzla inşa edilmiş yapılarda buluyorum. Eski yıkık dökük duvarlar, Viyana’dan veya Avrupa’nın diğer şehirlerinden tanıdık gelen binalar, çok alışkın olmadığımız minareler ve benzeri taşyapılar. Bunları görmek güzel, çünkü free runner olarak bizde bir şehrin mimarisi ve o mimarının çeşitliliği ile besleniyoruz”. Şehrin dokusu freerunning gibi bir dinamizm içinde tecrübe edinilebilindiği gibi, belirli durak noktalarını da şehri inceleyebilmek için kullanabiliriz. Bazen ise çeşitli binaların üst katına çıkıp yine Saraybosna manzarasından yararlanabiliriz. S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & Resim 3: Avaz Tower Şehri kuş bakışı izlerken gözümüze ilk çarpacak olan binalardan birisi Avaz Tower. 176 Metre yüksekliğinde olan gökdelen hem Saraybosna’nın, hem de bugünkü Eski Yugoslavya topraklarında bulunan ülkeler arasında en yüksek bina olma özelliğine sahiptir. Kule kıvrak bir şekle sahip olmakla birlikte, cephesi renkli camdan oluştuğu için yakından ve uzaktan hemen göze çarpar niteliktedir. Bosna’nın tanınan medya grubuna ait olan bu binada ofis katları, en üst katında ise halka açık olan bir kafeterya bulunmaktadır. Şehrin ortasında bulunduğundan, buradan şehrin her yerini panoramik açıdan izleyebilirsiniz. Aynı hissiyata bir başka açıdan ve bir başka yapıdan varmak istenilirse merkezin hemen içinde Otel Hecco bulunmaktadır. Özgürlük ateşinin yanında ve Saraybosna’nın en önemli caddeleri Maršala Tita (Marsala Tita) ile Ferhadıja’nın (Ferhadiye) kesiştiği noktada bulunan bu otelin onuncu katına çıktığı- nızda dört bir yanı açık, dolaysıyla şehre 360 derece bir manzara sağlayan bir kafe bulabilirsiniz. Özellikle eski kent merkezine güzel bir manzara sunan bu kafede zaman zaman iş toplantıları için kullanılan mekân, ayrıca aileler ve gençlericin deçok nezih bir ortam. Saraybosna’nın en popüler manzara noktalarından bir tanesi olan Žuta Tabija (Sarı Kale), eski kent merkezinin hemen yokuş üstünde bulunup, özellikle güneş batımınnda ziyaret edilecek yerlerden bir tanesidir. Vratnik tepesinde bulunan ve Sarı Kale’ye on dakika yürüme mesafesinde bulunan Bijela Tabija’da (Beyaz Kale) görebileceğiniz antik bir mekan özelliği taşımaktadır. Kale Vratnik mahallesini koruma amaçlı çekilen duvarların bir parçası olarak inşa edilmiştir ve ziyaretçiler için Başçarşı’ya panoramik bir manzara sunar. Müslüman, Hristiyan ve Yahudilerin yanyana yattığı mezarlık, sözü edilme- 41 N ŞEHIR ERI ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & Resim 4: Başçarşı si gereken tarihi bir dokudur. Kovačići (Kovacıcı) tepesi eteklerinde bulunan ve Skenderija (İskenderiye) mahallesine ve merkeze görünüm sağlayan yeşil bir alandır. Yahudi mezarlarının olduğu kısım Avrupa’nın en büyük ikinci Yahudi Mezarlığı olması özelliği ile de tanınmaktadır. Daha önce de bahsettiğimiz üzere Bosna Hersek’te üç dönemin sentezi kendini hemen hissettiriyor; Osmanlı İmparatorluğu dönemi, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dönemi ve Yugoslavya dönemi. Bu dönemler en çok mimaride ve kentsel yapılanmada somut olarak göze çarpmaktadır. Osmanlı mimarisi insan merkezli, sıcak, canlı bir yapı arz ederken, Avusturya mimarisi soğukluğunu hissettirmektedir. Yugoslavya döneminde ise Doğu Bloku etkisi ile yüksek katlı binalar kendini göstermektedir. Son olarak da yeni dönemde inşa edilen modern binalar şehrin dokusuna eklenmiştir. Osmanlı Dönemi Bosna Hersek, Avrupa’da Osmanlı mirasını taşıyan ülkelerden biridir. Osmanlı kültürünü en batıda yaşayabilmek, ama aynı zamanda Avrupa’yı Osmanlı gözü ile görmek mümkün burada. Bosna Hersek’teki diğer Osmanlı mirasçısı şehirler gibi başkent de, Osmanlı kültürünü çok kuvvetli yaşatmaktadır. 42 N ŞEHIR ERI Saraybosna deyince ilk akla gelen Başçarşı, şehrin merkezinde bulunan derin tarihi ve kültürel birikimleri içinde barındıran meşhur bir Osmanlı çarşısıdır. 15. yüzyılda merkezin genişlemesiyle birlikte inşa edilen bu çarsı, 19. yüzyılda büyük bir yangın dolaysıyla yarısını kaybetmiştir. Savaş sırasında ise çeşitli saldırılara uğrayan bu çarşının sadece bir bölümü günümüze kadar ulaşmıştır. Saraybosna’nın sembolü haline gelen, 1753 yılında yaptırılan Sebil, Başçarşı’nın ana meydanında yer almaktadır. Zamanla yeniden yapılandırılan Sebil ve çeşmeleri şehirlilere ve yolculara şu ikram etmek için kullanılmıştır. Başçarşı başlıbaşına bir merkez olarak kullanıldığı için, çeşitli işlevleri olan binalara sahiptir ve mahalle yapısı özelliklerini korumaktadır. Bu mahalle anlayışı, dar ve kısa sokaklardan oluşur ve genelde araç trafiğine kapalıdır. Dükkânlar, hanlar, camiler, medreseler ve kapalı çarşılar içermektedir. Saraybosna`nın kuruluş hikâyesi Osmanlının Anadolu ve Balkanlar’da kurduğu şehirlerin temel özelliklerini taşır. Osmanlı şehirleri kurulurken genellikle İmaret, Bedesten Kervansaray, Ulu S I:2 H IR N 2 1 Cami (merkez cami) gibi sosyal, iktisadi ve dini müesseseler etrafında şekilendiği dikkati çeker. Saraybosna`da şahit olduğumuz diğer bir Osmanlı şehir geleneği ise vakıf anlayışına dayalı bayındırlık faaliyetleridir. Böylece Saraybosna`da olduğu gibi Osmanlı şehirlerinin kuruluşu, imarı ve iskânında vakıflara önemli rol düşmüştür. Balkanlar’da Osmanlıların kurduğu diğer şehirlerde olduğu gibi Saraybosna da klasik Osmanlı şehircilik anlayışı ile şehir kimliğine kavuşmuştur. Saraybosna onaltı ve onyedinci yüzyıllarda büyük bir gelişme göstermiş, Gazi Hüsrev Bey’in sancak beyliğine getirilmesi ile birlikte altın çağına ulaştğı bilinmektedir. Gazi Hüsrev Bey Külliye’si şehrin en önemli ve en görkemli tarihi yapıdır. Külliye Gazi Hüsrev Bey tarafından yaptırılıp bizzat onun ismini almıştır. Külliyenin yanı sıra vakıf- ŞEHIR & ların kurulmasında, ticari ve kültürel bakımdan şehrin zenginleşmesinde de onun katkısı çok önemlidir. Fatih Sultan Mehmet’in temellerini attığı Saraybosna, Hüsrev Bey tarafından ise güçlendirilip zenginleştirilmiştir. Gazi Hüsrev Bey Külliye’si; cami, türbeler, hamam, medrese, tekke, saat kulesi, fırın, çeşmeler, kapalı çarşı ve kütüphaneden oluşur. 1530’da inşa edilen Gazi Hüsrev Bey Camii külliyenin başyapıtı olarak hala kullanılmaktadır. Caminin yapısı tipik Osmanlı mimarisini temsil eder. 26 metre yüksekliğindeki kubbesi, camiyi özellikle iç kısımdan daha görkemli hale getirmektedir. Cami minaresi ise 47 metre yüksekliğindedir. Kubbe ve diğer kısımlarda yer alan işleme, süsleme ve halı gibi detaylar görülmeye değerdir. Caminin avlusunda zengin işlemeleri ile meşhur ahşap bir şadırvanbulunmaktadır. Külliyeye sonradan eklenen türbeler ise yine camii avlusunda görülebilir. Cami karşısında ise Gazi Hüsrev Bey medresesi yer alır. Kurşunlu medresesi olarak da isimlendirilen bu yapı Osmanlı döneminde mektep olarak kullanılmıştır. Medresenin iç kısmında bir avlu, avlunun içinde bulunan bir havuz günümüze kadar korunmuş ve ulaşmıştır. Medrese hali hazırda eğitim ve öğretim faaliyetlerine devam etmektedir. Tarihi bir diğer önemli yapı ise Morića Han’dır (Morica Han). 16. yüzyılda yapılan ve günümüze kadar ayakta kalan tek han, bir vakıf binası olarak inşa edilmiştir. Gazi Hüsrev Bey külliyesinin aynı sokağında bulunan han, eski çarşının en gözde mekânlarından bir tanesidir. Morića Han (Morica Han), 300 Resim 5: Başçarşı 43 N ŞEHIR ERI ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & yolcu ve 70 at kapasiteli bir kervansaray olarak kullanılmıştır. Hala vakıf idaresinde bulunan bu binayı sosyal ve dini aktiviteler düzenleyen kurumlar, restoran ve dükkânlar süslüyor. Öte yandan bir diğer Osmanlı tarihi mirası olan Svrzina Küća (Svrzo’nun Evi), konak tarzında olan bir mimari eserdir. Önemi ise 17. yüzyıla ait Müslüman bir ailenin yaşayışını anlatan bir ev olması dolayısıyladır. Klasik bir Osmanlı yapısına sahip olan bu ev, sadece dış cepheden değil, eve girildiğinde de haremlik-selamlık ayrımı ile dikkat çeker. Bugün müze olarak kullanılan ev, kendi dönemine ait orijinal eşyalar içermektedir. Avusturya-Macaristan Dönemi Saraybosna’nın yönetimi 1878 yılında Avusturya-Macaristan`a devredilir ve bu yönetim değişikliği şehirde kırk sene içinde önemli gelişmelere kapı açar. 44 N ŞEHIR ERI Resim 6: Latin Köprüsü (Latinska ćuprija) Öyle ki, hâlâ kullanımda ve şehirliler için vazgeçilmez bir toplu taşıma aracı olan Avrupa’nın ilk elektrikli tramvay hattı burada uygulanır. Viyana’dan bile önce, sokak lambaları yerleştirilir, yollar ve köprüler geliştirilir. Bununla beraber farklı ilginç gelişmeler de olur şehir adına; Teknolojinin müsaade edişi ile gelişen şehirde binaların yükseklikleri artar ve kamu alanlarının Osmanlı döneminden çok farklı kullanıldığı görülür. Avusturya-Macaristan döneminde kamusal alan ve özel alanların kullanım algısında değişim yaşanmış ve mevcut ayrımlar ortadan kalkmış, halka açık ortak kamusal alanlar çoğalmıştır. Avusturya-Macaristan döneminde yeni yatırımların ve inşaat çalışmalarının sonucunda, kazıma ve yapılanma işlemleri sırasında şehrin, Bütmir Kültürüne ait eski kalıntıları bulunur ve önemli arkeolojik değere sahip seramik eşyalar ve çanaklar tespit edilir. Bu eserlerden S I:2 H IR N 2 1 bazıları Bosna Hersek müzesinde sergilenmektedir. Osmanlı döneminde insa edilmiş köprülerden bir tanesini olan Latinska ćuprija, Saraybosna’nın ve dünyanın kaderini değiştirecek bir olaya şahitlik eder. Sırp milliyetçisi Gavrılo Princip, Avusturya tahtının varisi Franz Ferdinand’ı 1914’te bu köprünün yanı başında düzenlediği suikast sonucu öldürür ve bu olay tüm bölgenin sınırlarının yeniden çizilmesiyle neticelenen Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına yol açar. Avusturya-Macaristan dönemi mimarisini en iyi temsil eden binalardan bir tanesi milli kütüphane binası olan Vijećnica’dır (Viyecnitsa). Bu bina, hem görkeminden, hem yerleşiminden ve hem de tarihe şahitliğinden dolayı oldukça meşhurdur. 19. yüzyılın sonlarında inşa edilen ve idari bir bina olarak kullanılan yapı, 1949’da Bosna Hersek’in milli kütüphanesi olarak kullanıma geçmiştir. Doksanlı yıllardaki savaş nedeni ile yapının ve içeriğinin yüzde 80’i kadarı yakılır ve çok sayıda kitap ve belge kullanılmaz hale gelir. Sarı kırmızı tonlarda Endülüs mimarisi tarzında yapılan kütüphanenin yenilenmesi yıllar almıştır. 2014 yılında restorasyonu biten bu mimarı eserin, bugünlerde kütüphane hizmeti verebilmesine dönük çalışmalar devam etmektedir. Yugoslavya Dönemi Yugoslavya dönemine gelindiğinde ise Saraybosna ülkenin kültürel merkezlerinden biri oluyor. II. Dünya Savaşında Yugoslav partizanları tarafından korunan şehir, savaştan sonra endüstrileşme ŞEHIR & yaşayarak bölgenin en önemli sanayi ili konumuna geliyor. Saraybosna tarihinde önemli bir yere sahip olan 1984 Kış Olimpiyatları, bu durum farklı kültürleri içinde barındıran şehri daha da tanınır hale getirmiştir. Kendini savaş anılarıyla hatırlatan Yugoslavya döneminin en önemli mimarı mekânı Saraybosna’nın bir diğer dikkat çekici yapısı olan ve Vječna Vatra’dır (Özgürlük Ateşi). Saraybosna’nın modern şehir yapısına ev sahipliği yapan Maršala Tita (Marsala Tiata) caddesi üzerinde yer almakta olan bu anıt; II. Dünya Savaşı’nda ölen askerler ve sivillerin anısına yapılmıştır. 1946 yılında Almanya ve Hırvatistan tarafından dört yıllık bir işgalin bitmesiyle birlikte savaşta ölenlerinin anısına yakılmış ve bugüne kadar hiç sönmemiştir. II. Dünya Savaşından olumsuz anlamda oldukça etkilenen Saraybosna, bu dönemler içinde pek gelişim gösterememiştir. Batı Saraybosna’da sanayi bölgeleri yeni semtlerin oluşumunda önemli bir rol oynamıştır. Yugoslavya döneminde yapılan fütüristik ve sosyalist tarzdaki binaları görmek için Çiğlane semti güzel bir örnek teşkil etmektedir. Bu 60’li ve 70’liyıllarda inşa edilen işçi semti, merkeze yürüme mesafesiyle yarım saatlik bir uzaklıkta bulunur. Binalarını incelediğimiz zaman, oldukça dik olan dağ eteklerine kat kat inşa edilmiş komünizm tarzı binalar görebiliriz. Kış Olimpiyatları için kurulan Alipašino polje semti de tipik Yugoslavya dönemine ait izler taşımaktadır. On katlı apartmanlar, geniş kamu alanları ve merkezden uzak bulunan bu semt, olimpik havuza da ev sahipliği yapıyor. 45 N ŞEHIR ERI ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & Bosna Hersek Dönemi Saraybosna eski Yugoslavya’nın günümüzde en hızlı gelişen kentlerinden birisidir. Bosna savaşı sırasında tahrip olan binaların büyük bir kısmı onarılmış, bazılarının yerine yenileri yapılmış ancak yine de savaş izlerini binaların üstünde görmek mümkündür. Bazı binaların savaştan aldığı tahribi üzerinde hala daha taşımasının sebebi ise, Savaş hatıralarını diri ve taze tutması içindir. Çeşitli modern binaların şehrin gelişimine katkısı tartışılmazdır. Bunlardan en önemlileri Saraybosna’nın vazgeçilmez olan alışveriş merkezi binalarıdır: BBI Center, Sarajevo City Center ve Alta Center merkezde ki en büyük ve en bilinen alışveriş merkezleridir. Üçü de meydana ve ana caddeye bakmaktadır. Demografik Özellileri 46 N ŞEHIR ERI Saraybona tarih boyunca bölgesinde çekim gücü yüksek olmuş bir şehirdir. Bundan dolayı da sürekli nüfus yoğunluğu yaşamıştır. Osmanlı`nın Balkanlar`dan çekilmesiyle birlikte kısmen önemini kaybetmiş olsa da nüfus demografik staratejisini hep muhafaza etmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, özellikle Yugoslavya dönemi sanayileşmeye yönelik yatırımlar Saraybosna`nın nüfusunun hızla yükselmesine sebep olmuştur. Yüzyılın ortasında nüfusu yüzbin civarında iken son çeyreğinde üçyüz elli-dört yüzbin cıvarlarına sıçramıştır. 1948 yılında 116 bin iken 1991 yılında üç kat artarak 360 bin yükselmiştir 1992-95 yıllarında yaşanan savaş şehrin nüfus yapısını elbette olumsuz etkilemiştir. Saraybosna 1.425 gün kuşatma altında kalmıştır. Modern savaş tarihinin en uzun kuşatması olarak bilinir. Kuşatma sırasında sadece şehirde binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Hayatını kaybedenlerin çoğunluğu Müslüman Boşnak’lardır. 2012 yılında yapılan son nüfus sayımına göre Saraybosna kantonunun toplam nüfusu 442.669`dir. Kanton nüfusu aslında şehir nüfusu anlamına gelmektedir. Zira Kantonu oluşturan yerleşim birimleri merkez şehir ile birleşmiş durumda. Saraybosna konton olarak dokuz belediyeden müteşekkildir. Bu belediyelerin nüfus bilgileri sırasıyla soyledir: Centar Sarajevo: 68.933, Hadžıći: 22.777, Ilidža: 61.160, Ilijaš: 19.590, Novi Grad Sarajevo: 12.5626, Novo Sarajevo: 73.820, Starı Grad Sarajevo: 42.031, Trnovo: 2.850 ,Vogošća: 25882. (The Agency For Statistics of the Bosnia and Herzegovina, Sarajevo, 09. 2013. Broj / Number: 14.2.1) 2012`de yapılan sayımda nüfusun etnik dağılımı henüz ilan edilmemiş olsada Saraybosna`da yaşayan Müslüman Boşnakların sayısının artış gösterdiği ifade edilmektedir. Şehir nüfusunun yaklaşık yüzde 85-90`ı müslüman Boşnaklardan oluşmaktadır. Son yıllarda şehir göç alması hasebiyle nüfusun artış gösterdiği gözlemlenmektedir. Eğitim Kurumları Saraybosna tarih boyunca eğitim kurmlarına ev sahipliği yapmıştır. Daha önce ifade edildiği gibi Saraybosna Osmanlılar tarafından inşa edilmiş bir şehirdir. Şehirde kurulan medreseler şehrin ilk eğitim kurumları olarak sayılmakta- S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & dır. Avrupa`nın eski tarihi eğitim kurumlarından biri olan Gazi Hüsrev Bey Medresesi sembolik öneme sahiptir. Bugün hala faal olan Medreseler bu geleneği sürdürmektedirler. Türkiye`deki İmam Hatip Okulları tarzı eğitim veren medreseler ülkenin siyasi ve idari alanda yaşadığı değişimlere uygun bir biçimde müfredat değişikliği yaşamış olsa da şehrin en önemli dini okulları konumundadırlar. Özellikle Yugoslavya döneminde Saraybosna eğitim ve kültür şehri olarak öne çıkar. Bu çerçevede Saraybosna Üniversitesi bir çok ünlü ismin eğitim gördüğü yüksek öğrenim kurumu olur. Hukuk Fakültesi eğitime başlamıştır. 1949 yılında ise Mühendislik Fakültesi açılır. Aynı yıl Sarabosna Üniversitesinin ilk rektörü atanacaktır.1950`de Felsefe Fakültesi ve 1952`de Ekonomi Faultesi`nin açılması ile üniversitenin kurumsallaşma sürecinin ilk safhası tamamlanmış olur. 1955-1969 dönemi üniversitenin gelişme döneminin ikinci aşamasını oluşturmuştur. 1975 tarihine kadar Saraybosna Üniversitesi ülkenin tek üniversitesi idi. 1975`de Banyaluka, 1976`da Tuzla ve 1977`de Mostar`da kurlan üniversitelere de öncülük etmiştir. Bu dönemde üniversite biraz daha büyümüş ve yüksek lisans ve doktora programları da sürece eklenmiştir. Saraybosna Üniveritesi (Univerzitet u Sarajevu) Doksanlı yılların başlarına kadar üniversite göreceli olarak büyümüş, öğrenci sayısı artmış ve ulusal ve uluslararası düzeyde önemli akademik faaliyetler üretmiştir. 1992-1995 savaşı ülkenin diğer krumlarında olduğu gibi üniversiteyi de her açıdan ciddi ölçüde olumsuz etkilemiştir. Şehrin üç buçuk yıl kuşatma altında kalmasının getirdiği zorluklara rağmen Üniversite`nin yöneticileri, hocaları ve öğrencilerinin gösterdiği gayret neticesinde eğitime ara verilmemiştir. Savaşın hemen arkasından, üniversite fiziki ve akademik alanda yeniden inşa süreci yaşamıştır. Bu süreçte uluslararası örgütlerin önemli desteği olmuştur. Savaş sonrasında üniversite özellikle Avrupa yüksek öğretim modellerine uyum sağlayacak şekilde adımlar atmıştır. Saraybosna Üniversitesi yüksek öğretim alanında yüzyıllara uzanan derin bir tarihi tecrübe ve geleneğe sahiptir. Üniversitenin tarihsel geleneğini Gazi Hüsrev beyin şehri inşa ederken kurduğu ve dönemin usullerine uygun olarak eğitim veren medreselere kadar uzanmaktadır. Osmanlı klasik dönemi eğitim kurumlarında olduğu gibi Medrese olarak eğitime başlar sonra İslam hukuku eğitiminin verildiği yüksekokula dönüşür ve uzun süre eğitim verir. Avusturya-Macaristan döneminde zorluklarla yüzleşse de eğitimine devam eder. Saraybosna Üniversitesi`nin modern dönem tarihi 1940 yılında ilk seküler eğitim kurumu olan Tarım ve Orman Fakültesi`nin kurulması ile başlar. Hemen akabinden 1944 yılında Tıp Fakültesi kurlur. Ardından 1946`da Bugün Sarabosna Üniversitesi ülkenin en büyük devlet üniversitesi olarak otuz civarında birimi vardır. Bunlar: 22 fakülte, 3 akademi, 5 araştırma merkezi- 47 N ŞEHIR ERI ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & dir. Sosyal bilimler, temel bilimler, tıp, teknik bilimler, fen, bio-teknoloji ve sanat üniversitenin akademik çalışma alanlarıdır. Saraybosna Devlet Üniversitesi bini aşkın akademik kadrosu ve yaklaşık elli bin öğrencisi ile Balkanlardaki büyük üniversitelerden biridir. Eğitim dili Boşnakça olan üniversitede İngilizce eğitim veren yüksek lisans ve doktora programları da vardır. Uluslararası Saraybosna Üniversitesi (International University of Sarajevo) Boşnak Hersek`in ilk cumhurbaşkanı olan rahmetli Alıja İzzetbegoviç`in vasiyetini yerine getirmek üzere kurulur. Üniversite, kurucuları Türk ve Boşnak, akademisyen ve işadamları olan Saraybosna Eğitimi Destekleme Vakfı (SEDEF) tarafından 2003 tarihinde kurulmuştur. Ülkenin ilk ve en büyük özel/vakıf yükseköğretim kurumu durumundadır. Eğitim dili tamamen İngilizce olan üniversite; 40 ayrı ülkeden gelen öğrencisi, 20`yi aşkın farklı ülkeden gelen akademik kadrosu ve uluslararası standartlara uygun eğitim kalitesiyle dikkatleri üzerine çekmektedir. 48 N ŞEHIR ERI IUS halen üç fakülte (Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Ekonomi ve Yönetim Bilimler Fakültesi, Sanat ve Sosyal Bilimleri Fakültesi) altında 14 ayrı bölümde yaklaşık iki bin öğrenciyle eğitimine devam etmektedir. Araştırma Merkezi, Liderlik ve Girişimcilik Merkezi, Balkan Araştırmaları Merkezi, Hayat Boyu Öğrenme Merkezi ve İngilizce Hazırlık Okulu üniversitenin hem öğrencilere hem de Saraybosna halkına eğitim imkanı sunduğu diğer birimlerdir. Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora alanında yerli ve yabancı öğrencilere verdiği başarılı eğitimi dolayısıyla Bosna Hersek Avrupa Haraketi Ofisi tarafından 2014 yılında ödüllendirilmiştir. Saraybosna Bilim ve Teknoloji Üniversitesi (Sarajevo School of Science of Technology) 2004 yılında eğitime başlayan Saraybosna Bilim ve Teknoloji Üniversitesi, İngiltere’deki Buckingham Üniversitesi ile işbirliği içerisinde çalışmalarını sürdürmektedir. Buckingham Üniversitesi ve İngiltere’nin akademik yapısını ve eğitim anlayışını benimseyen üniversite, öğrencilerine 8 farklı dalda eğitim imkanı sağlamaktadır. Üniversitenin eğitim dili İngilizce’dir, bunun yanı sıra Almanca da zorunlu ders olarak okutulmaktadır. Yüksek lisans ve doktora programları da mevcuttur. Amerikan Üniversitesi (American University in Bosnia and Hersegovina) Aslında Tuzla şehrinde lisans eğitimi veren Amerikan Üniversitesi, 2007 yılında Saraybosna’da işletme alanında yüksek lisans eğitimi veren bölümünü açmıştır. Akademik kadro, eskiden ABD’de görev yapmış profesyonellerin yanı sıra Avrupalı ve Bosna Hersek’li akademisyenlerden oluşmaktadır. New York Devlet Üniversitesi ile işbirliği içerisinde olan okul, öğrencilerine bir dönem Amerika’da eğitim imkanı da sunmaktadır. 2011 de bu işbirliği son S I:2 H IR N 2 1 bulduktan sonra 2012’de West Virginia Üniversitesi ile işbirliği protokolü imzalanmıştır. Uluslararası Burch Üniversitesi (International Burch University) Bosna Hersek`te savaş sonrası dönemde eğitime destek vermek üzere Türk girişimciler tarafından 1998 yılında faaliyete geçen Bosna Sema Özel Eğitim Kurumu tarafından 2008 yılında kurulmuştur. Üniversite eğitim dili İngilizce`dir ve üç fakültesi vardır. Bunlar: Eğitim Fakültesi, Ekonomi ve Sosyal Bilimler Fakültesi ve Mühendislik ve Bilgi Teknolojileri Fakültesi`dir. Orta Eğitim Kurumları ŞEHIR & Gazi Hüsrev Bey Medresesi (1537) daha önce de ifade edildiği gibi şehrin en eski dini eğitim kurumudur. Ülkede lise düzeyinde dini eğitim veren altı medreseden biridir. Diğer medreseler sırasıyla şöyledir: 1626 tarihinde Tuzla şehrinde kurulan Behram-bey Medresesi; 1706 tarihinde Travnik şehrinde kurulan Elči İbrahim Paşa Medresesi; 1992 tarihinde Visoko`da kurulan Osman-ef. Redžović Medresesi; 1993 tarihinde Cazın`de kurulan Džemaludin-ef. Čaušević Medresesi; ve 1557 tarihinde Mostar`da kurulan Karagöz-Bey Medresesi. Medreseler lise satüsüne sahip olup mezunları üniversite eğitimine devam etme hakkına sahiptirler. İktisadi Durum Saraybosna’da yaklaşık 46 tane ilköğretim okulu, 33 tane lise vardır. Orta eğitim okulları daha çok Almanya ve Avusturya`da eğitim kurumlarının yapılanmasına benzemektedir. Gimnajıja, meslek okulları ve dini eğitim veren okullar şeklinde yapılanmıştır. ‘Druga gimnazıja’ adı verilen lise, öğrencilerine Uluslararası MYP ve İB diplomaları alma şansını sağlamaktadır. ‘Prva bošnjačka gimnazıja’ lisesi ise IGCSE and GCE gibi ileri düzey eğitimler sağlamaktadır. Ayrıca Saraybosna’da ilköğretim ve lise alanında eğitim veren İsa Beg İshakoviç Özel Ortaokulu, Uluslararası Saraybosna Okulu ve Fransız Uluslararası Saraybosna Okulu gibi özel eğitim kurumları da bulunmaktadır. Ekonomik yapı açısından bakıldığında, ülkedeki ticari firmaların büyük çoğunluğunun Saraybosna merkezli olduğunu görmekteyiz. Bunlar arasında BİH Havayolları, BİH Telekom, Bosnalıjek, EnergoPetrol, Bosmal, Fabrika Duhana Sarajevo ve Klas bulunmaktadır. Ticari alandaki bu şirketler kazandıkları gelir ile ilk sırayı alırken aynı zamanda toplam çalışanların % 20’sini istihdam etmektedirler. Sanayide, yiyecek ve içecek üretimi, tütün ürünleri, kimyasal ürünler, elektrik makineleri, metal üretimi, pamuklu ve tekstil üretimi, inşaat ve inşaat malzemeleri üretimi ön plana çıkmaktadır. Komünist dönemde daha geniş sanayi alt yapısına sahip olunmasına rağmen zamanla piyasa ekonomisine adapte olabilen şirket sayısında azalma görülmüştür. Medreseler Bosna`nın dini eğitim veren diğer orta eğitim kurumlarıdır. Saraybosna, dış ticarette uzun yıllardır negatif bir seyir izlemekte ve dış ticaret 49 N ŞEHIR ERI ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & açığı vermektedir. Bunun en iyi göstergesi toplam ithalatın toplam ihracattan 5 kat fazla olduğunu gözlemlediğimiz verilerdir. İthalat en çok yiyecek ve içeceklerde, kimyasal ürünlerde, iletişim cihazları ve ekipmanlarında yapılırken çeşitli makineler ve motorlu taşıtlarda da ithalat yapıldığı göze çarpmaktadır. Bazı önemli iktisadi kurumların Saraybosna’da bulunması da önem arzetmektedir. Bosna Merkez Bankası savaştan 2 yıl sonra Saraybosna’da kurulmuştur ve merkezi burada bulunmaktadır. Yaklaşık 19 farklı bankanın da idare merkezleri ile 2002 yılında kurulan Saraybosna Menkul Kıymetler Borsası Saraybosna’da bulunan diğer önemli iktisadi kurumlardır. 50 N ŞEHIR ERI Saraybosna çok geniş bir turizm sektörüne sahiptir ve hızla gelişen bu sektör turist sayısının yıldan yıla artmasıyla daha da güçlenmektedir. Saraybosna’nın Doğu ve Batı kültürlerinin etkisi ile şekillenen 600 yıllık tarihi geçmişi büyük bir turizm cazibesidir. Saraybosna’yı çevreleyen dağlardaki kayak merkezleri kış sporlarına ev sahipliği yapma şansını da bu şehre sağladığı için kış aylarında da sektörü canlı tutmaktadır. 2013 yılında 302.750 turist Saraybosna’yı ziyaret etmiştir ve bu 2012 yılına göre % 17,9 artış olduğunu göstermektedir. Bu durum Saraybosna ekonomisini pozitif etkilemektedir. Uluslararası yatırımın artması, uzun süre devam eden endüstriyel kalkınma ve Kış Olimpiyatları’nın da etkisiyle artan turist patlaması sonucu 1980’li yıllar Saraybosna ekonomisinin zirvede olduğu yıllardır. 1981 yılında Saray- bosna’da kişi başına GSYH Yugoslavya ortalamasının % 133’üne ulaştı. Ancak 1992-1995 savaş dönemi Saraybosna Kuşatması’nda, Bosnalı Sırp güçler, çoğunlukla büyük şirketlerin merkezleri, birçok işyeri ve kamu binaları gibi şehrin ekonomisini ayakta tutan anahtar noktaları hedef aldılar. Savaşın sonu ekonomik açıdan tahripkâr sonuçları da beraberinde getirdi. Kişi başı GSYH 500 doların altına düştü ki bu durum savaş öncesi seviyenin % 20’sı kadardır. Toplam üretim azaldı; fiziki sermaye tahrip edildi ve işgücü de ağır yara aldı. Nüfusun büyük bir kısmı yer değiştirdi ya da hayatını kaybetti. Şehir halkının sosyal dokusu derinden yara aldı. Savaşın hemen sonrasında, fiziksel ve psikolojik yaraların sarılmasının yanı sıra merkezi sistem ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş yapıldı. Tüm bu yaşananlar, iktisadi kalkınmayı negatif yönde etkiledi. Yine de savaş sonrası dönemden bugüne kadar, Saraybosna ekonomisi tekrar hızlı bir gelişim dönemine girmiş ve bugün 1996 yılı savaş sonrası dönemden önemli ölçüde daha iyi bir duruma gelmiştir. 2011 yılında Saraybosna’da ortalama GSYH’nin 6.30 milyar dolar olduğu ve bunun Bosna GSYH’sının % 37’sine tekabül ettiği tahmin edilmektedir. Saraybosna’da ortalama net maaş yaklaşık 575 avro ya da 11225 marktır ve bu rakam tüm Bosna Hersek’te en yüksek ve Balkanlarda da en yüksek rakamlardan biridir. Ancak istihdam düzeyi savaş öncesi dönemin çok altındadır ve bu durum Saraybosna ve çevresindeki bölgelerde önemli bir sorun teşkil etmektedir. Ülke genelindeki % 40 işsiz- S I:2 H IR N 2 1 lik oranı, hayat pahalılığı ve genel iktisadi durumun kötü olması nedeniyle Şubat 2014 yılında Tuzla’da başlayan, daha sonra Bihac, Zenica gibi şehirlere de sıçrayan, yalnız en çok ses getiren eylemlerin yine başkent Saraybosna’da yaşanmasıyla son bulan eylemler yaşanmıştır. Saraybosna’da Merkez Belediye Binası, Saraybosna Kantonu Binası ve zamanında Alıja İzzetbegoviç’in de görev yaptığı Cumhurbaşkanlığı binasını yakmak suretiyle ateşe veren protestocular, başlangıçta mevcut iktisadi duruma ve yolsuzluklara karşı başlattıkları haklı eylemlerini, bazı organize grupların ve siyasi kesimlerin kendilerine çıkar sağlama amacıyla işin içine girerek olayları siyasi ranta dönüştürmesiyle bambaşka bir şekle bürünerek son buldu. Sorunları 1995 yılında Dayton Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla Bosna’da savaş resmi olarak sona erdi. Ancak aynı antlaşma ülkenin savaş öncesi topraklarını ve Saraybosna şehrini de bir anda ikiye böldü. Sırpların çoğunlukta olduğu bölgeler Sırp Cumhuriyeti ve Boşnak ve Hırvatların yaşadığı Bosna Hersek Federasyonu olmak üzere ikili bir yapı ortaya çıktı. 1996 yılında Saraybosna, bölünmüş ve tahrip edilmiş bir şehir olarak yine bölünmüş, tahrip edilmiş ve uluslararası toplum tarafından yönetilen bir ülkenin sınırları içinde savaş sonrası birçok problemle karşı karşıya kaldı. 3 yıldan fazla süren Saraybosna Kuşatması’nda şehirdeki binaların % 65’ i zarar gördü, yaklaşık 70.000 apartman dairesi hasara uğradı. Şehrin yeniden ŞEHIR & imarı, şehirde ve özellikle kırsal bölgelerde yoğun olan mayınların temizlenmesi, savaş mültecilerinin savaştan önceki evlerine dönebilmesi gibi konular öncelikli hale geldi. Savaş sonrası Saraybosna, harap olmuş kentsel yapısına dair problemlerin yanı sıra tamamen farklı bir nüfus yapısıyla da karşı karşıya kaldı. Şehire savaş sırasında gelen birçok mülteci savaştan sonra da burada kaldı ya da savaş sebebiyle şehirden ayrılan birçok mülteci de başka bölgelerde yaşamaya başladı. Dayton Antlaşması’ndan sonra, eskiden çok kültürlü, heterojen olan şehir yapısı, neredeyse tamamen bölünmüş ve iki etnik yapıdan oluşan bir hale geldi. Saraybosna şehrinin bir tarafında Bosna Hersek Federasyonu’nun başkenti olan, şehir halkının % 87’den fazlasını yaşadığı, sayıları yaklaşık 350.000’e varan yerleşik halk olan Boşnaklar ve geri kalanın da büyük çoğunluğunu oluşturan Hırvat azınlık; şehrin diğer tarafında savaş öncesi mahallelerini ve evlerini içine alan yaklaşık 30.000 kişinin ikamet ettiği ve çoğunluğu Bosnalı Sırplardan oluşan Sırp Cumhuriyeti’nin bir kısmı bulunmaktadır. Bu bölünmüş yapı, savaş sonrası Saraybosna’nın yeniden inşasına negatif bir etki olarak yansıdı. Yeniden inşada tek bir ana plan oluşturmak imkânsız hale gelirken her iki tarafın belediyeleri ve kamu kurumları arasında işbirliği yok denecek kadar azdı. Saraybosna’da Federasyon bünyesinde bulunan 4 belediye, şehrin yeniden inşası için uluslararası fonlardan ve bilirkişilerden yararlanarak günümüze kadar önemli adımların atılmasını sağladılar. Bürok- 51 N ŞEHIR ERI ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & ratik engeller yine de bu sürecin oldukça uzun zaman almasına neden olmuştur. 2014 Şubat ayında bir dizi gösteri ve ayaklanmalarda, Saraybosna şehri savaştan sonra en şiddetli olaylara şahit olmuştur. Tuzla’da başlayan eylemler ülkenin diğer şehirlerine de sıçramış, Saraybosna’da belediye binası, Saraybosna Kantonu binası ve cumhurbaşkanlığı binasının yakılması ile had safhaya ulaşmıştır. Yüksek işsizlik oranı, siyasi istikrarsızlık ve yolsuzluklar eylemcilerin hükümeti devirme amacıyla sokaklara dökülmesine sebep olmuştur. Ancak sonrasında olayların hükümeti devirmeyi amaçlayan siyasilerin ortak planları ile alevlendiği ve gerçek amacından saparak rant kavgasında sivil halkın kullanıldığı gibi iddialar da dile getirilmiştir. 52 N ŞEHIR ERI Sonuç olarak Saraybosna, tarihi boyunca uluslararası önemi olan birçok olay yaşamıştır: Osmanlıların 15. yüzyılda bölgeyi fethiyle birlikte şehirde büyük bayındırlık faaliyetleri başlar ve bunun sonucunda Saraybosna, Türklerin Avrupa’da kurduğu en büyük kent olur. 1914 yılında I. Dünya Savaşı’nın başlamasına neden olarak gösterilen Arşidük Franz Ferdinand’ın Gavrılo Princip tarafından suikastı bu kentte gerçekleşmiştir. Bundan 70 yıl sonra 1984 Kış Olimpiyat oyunları bu kentte yapılmış ve şehir, Bosna Savaşı sırasında dünya modern savaş tarihindeki en uzun kuşatmaya maruz kalmıştır. Bugün Saraybosna, Bosna-Hersek’in en büyük kültürel ve ekonomik merkezi olarak savaş sonrasında kendini yenilemeye ve geliştirmeye çalışmaktadır. Türklerle olan bağlılığını hala kaybetmeyen bu güzel ova, bizler için her zaman farklı anlamlar taşımaya devam edecektir. Kaynakça 1. ARUCI, Muhamed, “Saraybosna“, TDV İslam Ansiklopedisi, XXXVI 2. DONIA, Robert J., Sarajevo: A Biography, University of Michigan Press. 2006. 3. DJURDJEV, Branislav, “Bosna-Hersek“, TDV İslam Ansiklopedisi, VI, 305. 4. EMECEN, Feridun, “Bosna Eyaleti”, TDV İslam Ansiklopedisi, VI, 297 5. EVLİYA ÇELEBİ, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, V, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. 6. GARCIA, Sofia ve KOTZEN Bronwyn, ‘Re-Constructing Sarajevo’ Report, www.lse.ac.uk/ Reconstructing- Sarajevo.pdf 7. HUKIC, Mersiha, Re-Building Bosnia and Herzegovina: Achievements and Difficulties, Report written for Center for Balanced Development, 2000. 8. PELIDIJA, Enes, EMECEN, Feridun, “Îsa Bey“ , TDV İslam Ansiklopedisi, XXII, 476. 9. RAYMOND, Andre, “Şehir“ TDV İslam Ansiklopedisi, XXXVIII, 441-446. 10. ŞAHİN, İlhan, “Osmanlı Döneminde Saraybosna’nın Kuruluşu ve Yükselişi (1455-1561)”, Bosna-Hersek, İstanbul 1992. 11. The Agency for Statistics of the Bosnia and Herzegovina, Sarajevo, 09. 2013. Number, 14.2.1. 12. http://www.sarajevo.ba/en Görsel Kaynakça 1. Resim 1 – Resim 2 Tülay Zıvalı fotoğraf arşivi 2. Resim 3: http://www.devimtours.com/img/photo-gallery/Sarajevo/o/avaz-tower.jpg 3. Resim 4: http://www.herseyianlatirim.com/ wp-content/uploads/2011/09/g3.jpg 4. Resim 5: http://tr.bosniatravels.com/cms/ tekstovi2/tekstovi_slike/120523050648_Bosnia-1680%20Bosnia%20Sarajevo%20Turkish%20 quarter.jpg 5. Resim 6: https://d38ls2kcjnhfdj.cloudfront. net/21d38826-3e35-4eb0-bda5-7c5310cb28a7.JPG S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & 53 N ŞEHIR ERI ŞEHIR & TOPLUM MAKALE ISSN: 7897678343213 S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & KENT, ÜTOPYA, PLANLAMA VE KAPALI TOPLUM Ahmet Kemal Bayram * “Devleti cehennem haline getiren şey, insanın onu cennet haline getirmeye kalkışmasıdır.” F. Hoelderlin “… işe önderlik eden kimseden, anlayışça aşağı olanların gözlemleriyle düzeltilmeyen hiçbir plan görmedim.” E. Burke Kentler, ister geçim tarzındaki köklü dönüşümün, ister güvenlik ihtiyacının, isterse ticaretin bir sonucu olarak ortaya çıksın (Şahin, 2011), insanlık tarihinde yerleşik yaşam ve dolayısıyla uygarlıkla başa baş bir gelişim çizgisi göstermişlerdir. İnsan topluluklarının, maddi ve maddi olmayan ihtiyaçlarını gidermek üzere hem doğal hem de sosyal çevresindeki değiştirme ve dönüştürme süreciyle ortaya çıkan kültürlerin kentsel ölçekte etkileşime girmesi, uygarlığı doğurmuştur. İnsan topluluklarının tamamının özgün bir kültür sahibi oldukları söylenebilse de bu kültürlerin bir araya gelip, etkileşerek uygarlığa dönüşmesi, tanımı gereği, zorunlu olarak kentsel mekânı gerektirir. Geniş ölçekli mekânlara kurulan kentlerde yerleşik yaşamla beraber güvenlik, artı değerin muhafazası ve paylaşımı, barınma, savunma gibi sorunlar, avcı ve toplayıcı geçim tarzı sürdüren toplumlara göre daha hassas ve karmaşık bir nitelik edinmiştir. Hatta öncelikle ordu bürokrasisinin ardından da devletin * Doç. Dr., Marmara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi 55 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM bu ihtiyaçların giderilmesi adına ortaya çıktığı, literatürde genel kabul gören bir iddiadır. Yerleşik yaşamın getirdiği bu ihtiyaçları gidermek adına, hem işbölümü hem de başından beri kentler için planlamalar söz konusu olmuştur. Kentleşme ile planlama arasındaki zorunlu ilişkiye dikkat çeken Keleş (2010:1), kentleşme sürecinde karşılaşılan meselelerin ana sebebi olarak plansızlığı ya da plandan sapmaları göstermiştir. Bu çerçevede tartışılması gereken meseleler arasında; planlamanın neleri kapsaması gerektiği, planlamanın nasıl yapılacağı, kim tarafından yapılacağı, kapsamının ne olacağı, ‘plancıları kimin planlayacağı’ gibi ‘teknik’ ya da ‘haritacılık hüneriyle’ (Tekeli, 2010:11) ilgili noktalar yer alabilir. Bu yazının amacını, söz konusu meseleler dışında, birer mekânsal tasarım, plan olan kent ütopyalarına yöntembilim ve özgürlük açısından yöneltilen eleştirileri ortaya koymak oluşturmaktadır. 56 E Yunanca, ‘hiçbir yer, olmayan yer’ anlamındaki outopia’dan veya ‘iyi yer’ anlamındaki eutopia’dan türetilen ütopya, ideal veya mükemmel toplum demektir (Heywood, 2007). Ütopyacılık ise, Kumar’ın (2009: 1045) ifadesiyle, ideal bir devlet veya toplum içinde istenen değer ve pratikleri destekleme çabalarından oluşan bir sosyal kuram biçimidir ve ütopyacı yazarların kendileri de bu tür devletlerin gerçekleştirilebilir nitelikte, en azından mükemmel şekilde resmettikleri gibi, olmadığının farkındadırlar. Düşünce tarihinin önemli kaynaklarından sayılabilecek “ütopyaların” tarihi, sistematik düşüncenin ilk ürünlerinin ortaya konduğu Antik Yunan dönemine, Platon’un Devlet eserine kadar götürülebilir. Orta çağlar boyunca hem Hıristiyan (örn. Aziz Augustine’nin ‘Tanrı Kenti’) hem de İslam dünyasında (Farabi’nin Erdem Kenti) ütopya örnekleri görülmüştür. Mevcut işleyişten duyulan rahatsızlığın bir ürünü olarak ortaya çıkan ütopya, kavram olarak ilk kez Thomas More tarafından aynı adlı kitabında kullanılmıştır (Ertan, 2003: 145). Bu çerçevede düşünüldüğünde ütopyalar, modern zamanlara damga vuran eserlerdir ya da modern zamanlara hâkim olan, rasyonel hümanizmin kışkırttığı bir akımdır. Thomas More’un Ütopya (1516), Campanella’nın Güneş Ülkesi (1602), Bene’nin Hakikat Kenti (1602), Francis Bacon’un Yeni Atlantis’i (1624) gibi en ünlü ütopyaların, modern zihniyetin kuruluş aşamasında ortaya çıkması tesadüf değildir. Resim 1: Thomas More’un Ütopya (1516) adlı eserinin ilk baskısı üzerindeki resim Rönesans hümanizmi ile beraber, aklın sesine kulak verildiğinde insanlığa kurtuluşu getirecek ilerlemenin müm- S I:2 H IR N 2 1 kün olduğu şeklindeki iyimser inancı barındıran Aydınlanma zihniyetini içeren modern anlayış, hesaplanabilir bir evren kavrayışı (Weber) dairesinde her şeyin planlanabileceğini ve plandan her sapmanın akıl kuralları dairesinde yola getirilebileceğini öngörüyordu. Günümüz ekolojik ütopyalarıyla beraber, tüm ütopyalarda ortak olan rasyonalizm, modern zamanlarda edindiği popülerlik çerçevesinde ütopya ‘…çocuksu bir akılcılıkla dinden bağımsızlaşmış bir meleklik karışımı’ (Cioran, 2010, akt. Yüksel, 2012:9) olarak, insanoğlunun egemenliği altında tuttuğu doğaya hiyerarşik bir ‘ayar çekme’ aracıydı. Bu zihniyetin ilk somut yansımaları Rönesans dönemi kentlerinin planlamasında ortaya çıkmıştı (Kürkçüoğlu, 2010). Yine aynı dönemde Kostof’un (1991, akt. Kürkçüoğlu, 2010) ifadesiyle ‘sınır’, düzenlilik, kapalılık, tanımlı bir nüfus, kontrol edilebilirlik’, ilkelerini barındıran geometrik biçimler, dönemin ideal kent anlayışını yansıtıyordu. Ancak bu donmuş, formüle edilmiş önceleri mekânı, daha sonra da zamanı (Kumar, 2009: 1046) - temel alan bu rasyonel tasarımlar, gerçek yaşamı karşılamak açısından kaçınılmaz olarak bazı eksikleri barındırmaktadır. Mannheim’ın (1954:36) ifadesiyle, “…ütopyacı düşünce, toplumun mevcut koşulların dönüştürülmesi ve tamamen ortadan kaldırılmasına o kadar odaklanılır ki… düşünce, toplumun mevcut durumunun doğru teşhis edilmesi becerisini kaybeder. …tüm ilgi, var olanın gerçekten ne olduğundan ziyade değiştirilmek istenen duruma yönelir. Hüsn-ü zannın yönlendirdiği ütopyacı zihniyetteki eylem istenci, gerçeğin belli başlı boyutlarını örter. …ütopya, gerçek- ŞEHIR & liğin ötesine geçer ve mevcut düzendeki bağları parçalar.” Gerçekle bağları bir şekilde parçalanmış olsa da, ütopyalarda hem doğal hem de sosyal çevre beraberce, plan ve projeler marifetiyle birer mühendislik nesnesine dönüştürülür. Yani, her ütopya aynı zamanda bir toplum mühendisliği, hatta davranış mühendisliği (Kumar, 2009:1046) projesidir. Bu açıdan, ütopya, topografya ve topoloji kelimelerinin aynı kökten gelmesi dikkat çekicidir. Resim 2: Bartolomeo Del Bene’nin 1609 tarihli Civitas Veri (Hakikat Kenti) gravürü. Kentsel ölçekteki ütopyalar da dâhil olmak üzere, sosyal yaşamın bir plana tabi tutulması görüşünü gerçekçi bulmamakla beraber şiddetle reddeden Hayek (2004), her türlü kolektivist tasarımın ve planın kaçınılmaz olarak özgürlüklere karşı bir risk barındırdığını belirtmiştir. Ona göre planlama, özgürlük düşmanlığıdır. Çünkü sosyal ilişkiler planlanamayacak kadar karmaşıktır. Planlamacılığın gerçekçiliğe aykırı bu özelliğinin yanında, Hayek’in asıl dikkat çektiği yön, planlamacılığın kolektivizme hizmet etmesiyle beraber, bir anlamda mühendisliğin sağladığı ‘bilimsellik’ avantajını kullanan ve zımnen de olsa ‘hakikatin sözcüsü’ plancının işgal ettiği konum itibariyle, vesayetçi unsurlar barındırması çerçevesinde bireysel özgürlükler için taşıdığı risktir. 57 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM Resim 3: Ebenezer Howard’ın Bahçe Kentler (1902) tasarımı 58 E Tarihsici (historicist) bir Arşimet noktasıyla işe koyulan ütopyacılar, ‘yeryüzünde cennet çağının geleceği kehanetini savunan peygamberlere…’ (Popper, 2008:5) dönüşmüşler ve Sokratesçi ‘soylu yalan’dan beslenen ‘aydın despotizmlerinin’ değirmenine su taşımaya başlamışlardır. Tek düzelik, türdeşlik, yalıtılmışlık, özel yaşamın her boyutunun düzenlendiği totaliter yekparelik, denetim, süreklilik, değişimden azadelik, hiyerarşik yapı, tanımlı-kısıtlı bir özgürlük, durağan bir kentle (Altunoğlu, 2012:6) beraber, toplum-doğa üzerinde mutlak egemenlik ve meritokrasi, ütopya örneklerinde sıklıkla rastlanan özelliklerdir. Ütopyalarda ön plana çıkarılan siyasal değer her ne kadar eşitlikçilik olsa da, meritokratik işle- yişin kaçınılmaz sonucu olarak yönetici elitler dışındaki herkesin yoklukta ya da ona bahşedilende eşitlenmesi, aldatıcı bir eşitlikçilik idealidir. Çünkü bir organizma olarak ütopyada yer alan kentin ‘sağlıklı” işleyişi adına meritokratik, liyakate dayalı işbölümü düzenlemesiyle herkes kendine en uygun işi yapacak, korporasyonlar oluşacak ve bir bütün olarak organın sağlıklı işleyişi teminat altına alınacaktır. Tüm bu özellikler beraberce, mükemmellik arayışındaki ‘erdem cumhuriyetlerini’, ütopyalar özelinde ise dini, ruhani boyutları olan ‘yeryüzündeki cennetlere’ dönüşmüş ‘gettoları’ işaret eder. ‘Kibirli akıl’ tarafından üretilmiş, totaliter bir plan, tasarım, umut, arzu barındıran ütopyalar, her entelektüel tasarım gibi, S I:2 H IR N 2 1 hakikat rejimi (Foucault) kuran bilginin vesayetini barındıran –bu açıdan yukarıda resmi yer alan Bene’nin ütopyasının adının Civitas Veri, Hakikat Kenti olması oldukça dikkat çekicidir- komüniteryan projeler olarak, ideolojik renklerle hala varlıklarını devam ettirmektedirler. Sonuç olarak, hızlı kentleşme gerçeğinin, ütopyalarda olduğu gibi, bir nesne gibi önceden belirlenmiş, planlanmış bir kent inşasını pratikte imkansız kıldığı gerçeği (Tekeli, 2010:11) gözden kaçırılmamalıdır. Ait olduğu ulus devlet dışında kendi başına siyasal aktör olabilen kentler, artık küresel rekabet ölçeğinde, klasik planlamalar dışında kent, bir plancının ürünü değil de toplumun bütününün ürünü olarak görülmeye başlanmıştır. Küreselleşme süreciyle örtüşen bu dönüşümle beraber, ütopyalarda en uç örneklerine rastlanan planlamanın da ‘müzakereci’ bir nitelik edinerek, yönetişim sürecine dâhil olması, bir anlamda demokratikleştirilmesi gerekmektedir. ŞEHIR & Kaynakça 1. Altunoğlu, M. (2012). “Takdim”, İdeal Kent, Sayı 5, ss.5-7. 2. Ciaron, E. M.(2010). Tarih ve Ütopya, İstanbul: Metis Yayınları. 3. Ertan, K. A. (2003). “Kentin Tükenişi ve Ütopyalar”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 36, Sayı 2, ss. 143-165. 4. Hayek, F.A.von, (2004) Kölelik Yolu, (çev.T. Feyzioğlu, Y. Arsan), Ankara: Liberte Yayınları. 5. Heywood, A. (2007). Siyaset, (çev. B.B. Özipek vd.), Ankara: Adres Yayınları. 6. İmga, O., Olgun, H. (2010) “Akademyanın Velut Kalemi”: Prof. Dr. İlhan Tekeli ile Kent Üzerine,İdeal Kent, Sayı 1, ss.8-27. 7. Keleş, Ruşen, (2010) “Önsöz”, Y. Şahin, (2011) Kentleşme Politikası, Trabzon: Murathan Yayınları. 8. Kostof, S. (1991). The City Shaped: Urban Patterns and Meanings Through History, London: Thames and Hudson Ltd. 9. Kumar, K. (2009). “Utopianism”, The Social Science Encyclopedia, (ed. A. Kuper, J. Kuper), London: Routledge. 10. Kürkçüoğlu, İ.E. (2010) “İdeal Arayışında Bir Dönüm Noktası: Yıldız Şehirler”, İdeal Kent, Sayı 1, ss.78-95. 11. Mammheim, Karl, (1954) Ideology and Utopia: An Introduction to the Sociology of Knowledge, London: Routledge and Keagan Paul Ltd. 12. Popper, K., (2008) Açık Toplum ve Düşmanları, (çev. M. Tunçay), Ankara: Liberte Yayınları. 13. Şahin, Yusuf, (2011) Kentleşme Politikası, Trabzon: Murathan Yayınları. 14. Yüksel, Ü.D. (2012). “Antikçağdan Günümüze Kent Ütopyaları”, İdeal Kent, Sayı 5, ss.8-37. Görsel Kaynakça 1. Resim 1 – Resim 2 İş Bankası Kültür Yayınları, Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi, İstanbul, 2006. 2. Resim 3 http://archimaps.tumblr.com/image/9470866525 59 E ŞEHIR & TOPLUM MAKALE ISSN: 7897678343213 S I:2 H IR N 2 1 RS ŞEHIR & E HINE NE I ENI ŞI R E BURSA’NIN GERÇEK FETIH TARIHI Hakan Yılmaz * Giriş Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti olan Bursa’nın fethi, şehrin fethinden iki asra yakın bir süre sonra yazılmış olan Osmanlı kaynaklarına, Osmanlılar’ın Bizans sınırında yaptıkları kayda değer ilk büyük fetih olarak yansımıştır. Osman Gâzî’nin daha önce sağlığında iken Bilecik ve çevresinde yaptığı fetihler ve Latin işgâli sırasında bir dönem Bizans’a başkentlik yapan İznik’in 1331’deki fethi bile onun kadar etkili olamamış; tümü XIV. yüzyılın ilk yarısında Bithynia çevresinde gerçekleştirilmiş olan bu fetihlerin hep- si, büyük Osmanlı fetihlerinin başlangıcı olarak kabul edilen Bursa fethinin gölgesinde kalmıştır. Nitekim XVI. yüzyıl Osmanlı müelliflerinden Seyyid Lokman ‘Aşûrî, Kıyâfetü’l-İnsâniyye fî Şemâ’ili’l-‘Osmâniyye’sinde1 yazdığı şu dizelerinde, Bursa’nın fethini sonraki tüm Osmanlı fetihlerinin aslı ve başlangıcı olarak nitelendirerek, şehrin fethine “Ümmü’l-fütûhîn: Fetihlerin anası” ibâresini tarih düşürmüştür: * Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeniçağ Tarihi Yüksek Lisans Öğrencisi 1 Seyyid Lokman ‘Aşûrî, Kıyâfetü’l-İnsâniyye fî Şemâ’ili’l-‘Osmâniyye, Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 1216. 61 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM “Çü feth itdi Bursa’yı Orhân tamâm Mutî’ oldı dergâhına hâss u ‘âmm O mülki açub Şâh-ı ‘âlî-nihâd Livâ-yı Hüdâvendigâr itdi âd Geçüb tahta oldı Şeh-i dîn-penâh Tapu kıldılar cümle mîr ü sipâh Yeñiden yapub kal‘asın kıldı harb Açıldı anuñla kamu şark u garb Açılmış bahâr-idi ol perde-nev Havâ müşk-i Çîn’den iletmiş grev Megârib meşârıkda pür zîndür Ki târîhi ‘Ümmü’l-fütûhîn’dür = 726.”2 Olub reşk-i Firdevs her cûybâr Müzeyyen şükûf-ile her şâhsâr Geyinmiş çemen Husrevî pür-niyân Yire la‘l saçmış gül-i erguvân Kamû sahn ü hâmûn çü mînâyıdı Zemîn sebzeden misl-i deryâyıdı Olub minber kamerî serv-i sehî Perr olmışdı hutbe ile mülk-i Şehî Gülüñ nakdine sikke urdı sabâ Nisâr itdi Şeh yolına câ-be-câ Zırhdan çıkub sîne kıldı siper Ne ider hûrde gonce başdan geçer Benefşe büküb hidmete kâmetin Bülend itdi serv i sehî râyetin Nefîr ü nakkâre sadâsın rimâh İrişdürdi âfâka şâm u sabâh Gülistân gibi baht-ı ‘Osmâniyân Açılmış güli feth idi der-miyân Alub koynına gonce koca koca Sanasın ki ak güldür Akça Koca 62 E Cihâda sanavber hırâmân idi Kızıl gül rıh-i ‘Abdu’r-Rahmân idi Çeküb nîze nevrestelerden nihâl Gazâ ‘azmine misl-i Köse Mîhâl Seyyid Lokman Bursa’nın fethine “Ümmü’l-fütûhîn” ifadesiyle, hatalı bir şekilde “726/1326” tarihini düşürmekle birlikte3, şimdiye kadar Bursa’nın gerçek fetih tarihini tespit ya da kontrol etmemizi sağlayacak tek bir çağdaş kaynak ya da belge ibrâz edilememiştir. Bu durum ise, Osman Gâzî’nin şehrin fethini görüp-göremediği ya da fetihten önce mi, sonra mı vefât ettiği gibi önemli tarihî belirsizlikleri beraberinde getirmiştir. Bursa’nın gerçek fetih tarihi konusu ve fetihle ilgili çelişkili meseleler, daha önce Necip Âsım-Mehmed Ârif gibi son devir Osmanlı tarihçileri ve İsmail Hakkı Uzunçarşılı gibi modern Türk tarihçileri tarafından tartışılmış ve bu konu, XV. yüzyılda yazılmış Osmanlı tarihlerindeki çelişkili rivâyetler ve kısa Bizans tarihlerindeki kaynağı meçhul bilgiler ekseninde, doğruya en yakın ihtimâller üzerinden çözümlenmeye çalışılmıştır4. Bu 2 Seyyid Lokman, a.g.e., vr. 23a-23b. 3 Son mısrâdaki “Ümmü’l-fütûhîn” târih ibâresi, ebced hesabına göre 726/1326 yılına değil, 626/1229’a denk düşmekte olup, bu durum kısa bir süre sonra Künhü’l-Ahbâr’ı kaleme alacak olan ünlü Osmanlı tarihçisi Gelibolulu ‘Âlî tarafından eleştirilmiştir. ‘Âlî’nin bu tenkidi hakkında, bk. a.mlf., Künhü’l-Ahbâr, TTK Ktp. nr.: Y/546, vr. 13b. 4 İlk iki müellif, Târîh-i ‘Osmânî Encümeni’nin Târîh’inde 726 yılını zikredip, diğer kaynaklarda yer alan bilgileri -çoğunu hatalı bir şekilde olmak üzere- dipnotta sıralamakla yetinirken; Uzunçarşılı aynı kaynak grubunu temsil eden birkaç Osmanlı tarihinin verdiği ortak bilgiden hareketle, fethin 726/1326 yılında gerçekleştiğini kesin olarak kabul etmiştir. Krş. N. Âsım - M. Ârif, Osmanlı Târîhi, I, 1335/1919, s. 627 vd.; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. I, TTK, Ankara, 1973, 118, dn.: 3. S I:2 H IR N 2 1 konuların kesin olarak tespit edilmesini zorlaştıran en önemli etkenler; fethin çağdaşı sayılabilecek tek bir tarihî kaynak ya da belgenin mevcut olmadığı varsayımı, ya da mevcut kimi belgelerin şimdiye dek göz ardı edilerek, bu gibi tartışmalı konuları çözümleyecek tarihî birer malzeme olarak kullanılmamasıdır. İşte biz bu makalede ilk kez, Osman Gâzî’nin ölümünden birkaç ay önce düzenlenmiş bir belgeye, Orhan Gâzî’yi oldukça erken bir târihte Bursa/Beg-sarayı’nda ziyâret etmiş bir seyyahın izlenimlerine ve yine 763/1362’den sonra Orhan Gâzî adına kaleme alınmış çağdaş bir kroniğe dayanarak, Bursa’nın gerçek fetih tarihini ve fethin diğer tartışmalı meselelerini aydınlatmaya çalışacağız. Bursa’nın Fetih Tarihi Hakkında XV.-XVI. Yüzyıl Osmanlı Kaynakları Neler Diyor? XIV. yüzyılda temelleri atılıp, XV. yüzyıllarda yazılmaya başlanan ve XVI. yüzyılda tamâmen yaygınlaşan Osmanlı tarihlerinde, Bursa’nın fetih tarihi hakkında 710/1310 ilâ 727/1327 yılları arasında değişen çok farklı tarihlere yer verilmiştir. Ünlü şâir Ahmedî, İskender-nâme’sinin içindeki “Dâsitân ve Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i ‘Osmân” adlı mesnevîsinde Bursa ve İznik fetihlerini özellikle ön plâna çıkarmasına rağmen, kronolojiden tamamen yoksun bir metin kaleme aldığı için her iki şehrin de fetih tarihinden söz etmez. Bununla birlikte, Fatih devrinde Behce- ŞEHIR & tü’t-Tevârîh adında Farsça bir İslâm tarihi yazmış olan Şükrullah Çelebi, aynı kaynağa dayanarak Osman Gâzî’nin Bursa kuşatması sırasında öldüğünü ve şehrin Orhan Gâzî tarafından 710/1310’da fethedildiğini belirtmekle yetinir5; onu tâkip eden Mehmed bin Hacı Halîl el-Konevî de Târîh-i Âl-i ‘Osmân ve’s-Selçûk adlı eserinde yine aynı tarihi verir6. Kanûnî’nin ünlü veziri Lütfi Paşa Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân’ında Bursa’nın fethinin 716/1316’da7, Fâtih devri tarihçilerinden Enverî Düstûr-nâme’sinde 720/1320’den sonra8, Rûhî Çelebi 725/1325’te gerçekleştiğini9 ifade ederlerken; Karamânî Mehmed Paşa10, Âşık Paşa-zâde11, Anonim târihler12 ve Edirne’li Oruç Beg, şehrin fethinin 726/1326 yılında gerçekleştiği noktasında birleşirler13. 5 Şükrullâh Çelebi, Behcetü’t-Tevârîh, Nuruosmaniye Ktp. nr.: 3059, vr. 159b; Behcetü’t-Tevârîh Tercemesi (trc.: Mustafa Fârisî), Süleymaniye Ktp. Hafîd Efendi, nr.: 222, vr. 232b. 6 Krş. Mehmed bin Hacı Halîl el-Konevî, Târîh-i Âl-i ‘Osmân ve’s-Selçûk, Bibliothèque Nationale, Supp. Persian, nr.: 1394, vr. 17a-18a. 7 Krş. Lütfi Paşa, Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân, ‘Âli Beg neşri, İstanbul, 1341, s. 27. 8 Enverî, Düstûr-nâme, haz.: M. Halil Yınanç, İstanbul, 1928, s. 8. 9 Rûhî Çelebi, Târîh-i Rûhî, Berlin Staatsbibliothek, Tübingen, MS Or. Quart, nr.: 821, vr. 25a; Y. Yücel - H. E. Cengiz neşri, TTK Belgeler, XIV/18, s. 383. 10 Karamânî Mehmed Paşa, Tevârîhu’s-Selâtîni’l-‘Osmâniyye, Süleymâniye Ktp. Ayasofya, nr.: 3204, vr. 4a. 11 Âşık Paşa-zâde, Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân, İstanbul Arkeoloji Mz. Ktp. nr.: 1504, vr. 13b. 12 Friedrich Giese, Die Altosmanischen Anonymen Chroniken, Breslau, 1922, s. 13. 13 Oruç bin ‘Âdil, Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân, Manisa İl Halk Ktp. Yzm. Genel, nr.: 5506/2, vr. 158a, st. 1-2. Bursa kuşatmasını 725’te başlayıp 726’da fetihle sonuçlanmış gösteren II. Bâyezid dönemi tarihçilerinden İdris-i Bitlisî ve Kemâl-Paşa-zâde de, Rûhî Çelebi’yi ve bu son kaynak grubunu takip etmiş gözükmektedir: İdrîs-i Bitlîsî, Heşt Behişt (Türkçe trc.), c. I, haz.: Dr. Mehmet Karataş-Dr. Selim Kaya-U. Yaşar Baş, Ankara, 2008, s. 181-183, 232; İbn Kemâl, Târîh-i İbn Kemâl, I. Defter, haz. Şerafettin Turan, TTK, Ankara, 1991, s. 193. 63 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM Görüldüğü üzere, erken dönem Osmanlı târihlerinde Bursa’nın fetih târihi 1310-1326 yılları arasına odaklandırılarak, 16 yıllık geniş bir zaman dilimine yayılmıştır. Bu târih kaynakları arasında, aynı takvimi tâkip eden son dört kaynaktaki “726” tarihi, S. Lampros ve K. Amantos’un yayınladıkları XVIII. yüzyıla ait Grekçe bir târihteki “6 Nisan” bilgisiyle birleştirilerek14, fethin gerçek târihinin 6 Nisan 1326 olduğu sonucu çıkarılmıştır15. Bursa’nın Gerçek Fetih Tarihine Işık Tutan Çağdaş Kayıtlar Yukarıda sıraladığımız tutarsız ve çelişkili tarihlere bakılırsa, mevcut bilgilere dayanılarak, Bursa’nın kesin olarak hangi tarihte ele geçirildiğini tespit etmek pek mümkün gözükmemektedir. Bunlardan sadece birkaçı, Bursa’nın fethinin 726/1326’da gerçekleştiği noktasında birleşmektedir. Yapılan yazım hataları yüzünden yılların tarihî takvimlerden sürekli yanlış olarak aktarılması, zamanla birbirinden çok farklı ve hatalı tarihlerin ortaya çıkmasına sebebiyet vermiş ve bugüne kadar bu tarihlerden hiçbiri o asra ait bir bulgu ile desteklenememiştir. 64 E Osmanlı tarihçileri arasında Bursa’nın fetih tarihini kesin bir te’yidle verebilen yegâne isim, Sultan II. Bâyezîd devrinde Kitâb-ı Cihân-nümâ adında bir dünya tarihi yazmış olan Bursa’lı Mehmed Neş14 Krş. S.P. Lampros & K. Amantos, “Brachea Chronika” (Βραχέα Χρονικά), Athens: Akademia Athenon Mnemeia tes Ellenikes Istorias, (A, 1932-1933), XII, No.: 27 (also in 1834 Bonn edition of Ducas, op. cit., ed. I Bekker, pp. 515-527), pp. 340. 15 Krş. Uzunçarşılı, a.g.e., c. I, s. 118, dn.: 3; H. İnalcık, “Bursa”, DİA, VI, 446, v.s. rî’dir. Rivayetlerini seçmedeki titizliği ve yüksek sentez gücü ile dikkati çeken Neşrî, eserinde yukarıdaki tarihçilerin tümünden farklı olarak, Bursa’nın fethinin “Hicretüñ yedi yüz yigirmi ikisinde” (722/1322) gerçekleştiğini söyler ve 726/1326 yılı da dahil olmak üzere, diğer kaynaklarda verilen tüm tarihlerin asılsız olduğunu öne sürerek: “Burûsa’nuñ fethi bu târîhden idügine (bu târihte gerçekleştiğine) hiç nizâ‘ (şüphe) yokdur.” der16. Görülüyor ki, birbirinden farklı tarihler veren onca Osmanlı târihçisi arasında, Bursa’nın fethi konusunda sadece Neşrî verdiği tarihin doğruluğundan emindir ve o da 722/1322 yılını zikrederek, fethin tarihini bilinenden 4 yıl daha geriye götürmektedir. Şu kadar var ki, Neşrî’nin kesin bir dille te’yid ettiği bu tarih de ancak, o dönemde yazılmış kaynak ya da belgelerle ispatlanabildiği takdirde “Bursa’nın gerçek fetih tarihi” olarak kabul edilebilir. Öyleyse Neşrî’nin bu iddiâsını haklı çıkaracak çağdaş kanıtlar mevcut mudur; yoksa o, bu kadar güvenilir bir tarihçi olmasına rağmen, bu konuda târihî gerçeklere aykırı bir yol mu tutmuştur? İşte, aşağıda ilk kez gündeme getireceğimiz XIV. yüzyıla ait çağdaş belge ve kanıtlar; Bursa’nın gerçek fetih tarihinin 722/1322 olduğu konusunda Neşrî’nin neden bu kadar kesin konuştuğunu göstermeye yetecektir. Bunlardan ilki; XIII.-XIV. yüzyıllar arasında yaşamış olan sûfî gezgin Seyyid 16 Mehmed Neşrî, Kitâb-ı Cihân-nümâ, I, haz.: F. Reşit Unat - M. Altay Köymen, Ankara, 1949, s. 134; Ğıhânnümâ: Die Altosmanische Chronikdes Mevlânâ Mehemmed Neschrî, T. Menzel nsh., nşr. F. Taeschner, Leipzig, 1951, s. 39. S I:2 H IR N 2 1 Kâsım el-Bağdâdî’nin (ö. 750/1350), otobiyografisini ve yaklaşık bir asır boyunca gezdiği ülke ve beldelere âit izlenimlerini içeren Arapça Seyâhat-nâme’sidir17. Günümüz araştırmacılarının çoğunun ismini bile işitmediği, ünlü Tanca’lı seyyah İbn Battuta’nın (ö. 770/1368) çağdaşı olmakla birlikte ondan çok daha önceki bir tarihte, 724/1324 yılı içinde Orhan Gâzî’yi Bursa’daki Beg-sarayı’nda ziyaret etmiş olan Seyyid Kâsım el-Bağdâdî’nin gezi notları, Bursa fethini bu ziyaretten 2 yıl sonrasına odaklandıran geç Bizans ve Osmanlı kaynaklarındaki 726/1326 tarihini peşinen çürütmekle kalmaz; Orhan Gâzî’nin Bursa’daki Saltanat sarayının, tahta müstakil bir “Sultan” olarak yerleştiği 1324 yılı başlarında mevcut olduğunu da, bir görgü şâhidinin ifadeleri ışığında kesin bir biçimde ortaya koyar18. Abdülkâdir Geylânî silsilesinden olup 130 yıl gibi uzun bir ömür sürmüş olan Bağdâdî, soy şeceresi, irşad icâzet-nâmesi ve 656-750/1258-1350 yılları arasında gezmiş olduğu yerlere ilişkin izlenimlerini biraraya topladığı bu küçük Seyâhat-nâme’de; tasavvufî faaliyetlerinin yanı sıra, özellikle Bağdat’ta Hülâgu tarafından katline şâhid olduğu son Ab17 Günümüze Seyyid Kâsım el-Bağdâdî neslinden iki şahsın elinde; biri rulo şeklinde, diğeri klasik formatta iki yazma nüshası ve yine kayıp bir yazmaya dayanan tıpkıbasım metni olmak üzere toplam üç ayrı metni ulaşmış bulunan bu Seyâhat-nâme’yi, ileride Arapça tenkidli metni, Türkçe tercümesi ve tıpkıbasımlarıyla birlikte yayınlayacağız. Eserin sınırlı sayıda bastırılıp dağıtılan tıpkıbasımı için, bk. Seyâhat-nâme li’ş-Şeyh Hacı Kâsım Bağdâdî, İbrahim Arvas, 1371/1951 (28 s). 18 Bursa Beg-sarayı’nın bu târihte mevcut olduğunu gösteren diğer bir kanıt, Orhan Gâzî’nin 1324 yılı Mart ayında düzenlenen Mekece Vakfiyesi’dir. Krş. İBB Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet, Fr. nr.: 10. Bu vakfiyenin Orhan Gâzî tarafından Harem ağası Tavâşî Şerefüddîn Mukbil’e verilmiş olması, hâl-i hazırda onun bir sarayı da bulunduğunun delilidir. Bu sarayın Bursa’daki Beg-sarayı olduğu, burada yayınladığımız yeni kayıtlar ışığında kesin olarak ortaya çıkmaktadır. ŞEHIR & bâsî halifesi el-Musta‘sım Bi’llâh, Cizre yakınlarındaki Küfra kalesi beyi Şerefü’d-dîn Şeref bin ‘İsâ Beg, Mısır Memlûk Sultânı Melikü’n-Nâsır’ın vezîri Husrev Paşa, Osmanlı Sultânı Orhan Gâzî ve Van-Hakkârî taraflarında hüküm süren Sutaylılar’dan İbrâhîm Şâh gibi zamanının ünlü devlet adamları hakkındaki izlenimlerini de ayrıntılı olarak aktarmıştır. Bağdat’tan Mısır’a kadar uzanan geniş bir coğrafyayı gezmiş olan Bağdâdî’nin, iki oğlu ile birlikte gittiği en uzak diyarın Bursa olması ve bu ziyaretin Mısır seyahatinden hemen sonraya rastlaması oldukça dikkat çekicidir19. İşte İbn Battuta’dan 8 yıl önce Orhan Gâzî’yi sarayında ziyaret eden Seyyid Kâsım el-Bağdâdî, Seyâhat-nâme’sinin Bursa seyahati ile ilgili kısmının ilk satırlarında; 1324 yılı Haziran ayında gittiği ve 6 aylık bir misafirlikten sonra 21 Aralık 1324’te ayrıldığı20 Bursa’nın, ziyaret ettiği tarihten tam iki yıl önce, yâni 722/1322 yılında fethedildiğine açıkça işaret ederek şöyle der: “Dokuz ay bu tarz üzere orada (Mısır/Ezher’de) durdum, sonra ayrıldım; ashâbımla birlikte Bursa tarafına, merhûmü’l-mağfûr es-Sultân Gâzî Sultân ‘Osmân Hân’ın oğlu, Halîfetü’l-‘âlem (yeryüzünün Halîfe’si), Sultânü’l-İslâm (Müslümanların Sultân’ı) 19 Bu noktada Osman Gâzî’nin, Orhan’ın dışındaki oğullarından birine “Melik” ve yine Orhan Gâzî’nin oğlu Gâzî Süleyman Paşa’nın da oğullarından birine “Melik Nâsır” adını koymuş olması, bu devirde Osmanlı-Mısır Memlûk yönetimleri arasındaki yakınlığın boyutlarını ortaya koyması açısından önemlidir. 20 Bağdâdî, Bursa sarayında 6 ay kaldığını söyledikten sonra, Orhan Gâzî ile vedâlaşma ânını anlatırken: “Bunlar yedi yüz yirmi beş yılı Muharrem’inin dördünde (21 Aralık 1324), Pazartesi günü oldu.” diyerek, saraya geliş târihinin 1324 yılı ortaları olduğuna ilişkin açık bir işâret verir. Krş. Seyyid Kâsım el-Bağdâdî, a.g.e., rulo nüsha, st. 168; matbû’ nüsha (tıpkıbasım), s. 24. 65 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM Gâzî Sultân Orhân’ın yanına doğru hareket ettim. Bursa fethi sonrasıydı, orayı kâfirlerin elinden alalı henüz iki yıl olmuştu.”21 Seyyid Kâsım el-Bağdâdî Bursa topraklarına 1324 yılı Haziran’ında ayak bastığına ve şehrin fethini bu tarihten iki yıl öncesine odaklandırdığına göre; Bursa’nın fethinin 722/1322 yılı ortalarında gerçekleştiği bizzat kendi ifadeleri ışığında ortaya çıkmış olmaktadır. Bağdat ve Mısır gibi, İslâm hilâfetinin uzun yıllar merkezi olmuş iki büyük beldede bulunan ve hayatı boyunca İslâm coğrafyasının önemli bir kısmını gezmiş olan Seyyid Kâsım’ın, burada Orhan Gâzî’den “Halîfetü’l-‘âlem” ve “Sultânü’l-İslâm” vasıflarıyla söz etmiş olması, İslâm dünyasını iyi bilen bir tasavvuf önderi olarak, umum İslâm hükümdarları arasında uç sultânı Orhan Gâzî’ye nasıl bir gözle baktığını çözmemizi sağladığı gibi; onu hükümdarlığının daha ilk aylarında, birkaç ay önce vefât etmiş olan babası ile birlikte “gâzî” unvanıyla anması ve ayrıca kendisinin ve neslinin kıyâmete kadar gazâ yolunda olmaları yönünde duâda bulunması da, ilk Osmanlı hükümdarlarının iddiâ edildiği gibi “yağma” ve “çapul” amacıyla değil, başından beri “din uğrunda” gazâ yaptıklarına kesin olarak ışık tutmaktadır22. Bursa’nın gerçek fetih tarihinin 722/1322 olduğunu gösteren diğer bir çağdaş ka66 E 21 Bağdâdî, a.g.e., rulo nüsha, Seyâhat-nâme kısmı, st. 146148; matbû’ nüsha (tıpkıbasım), s. 22. 22 Bu konuda ayrıntılı bilgi, ileride kaleme alacağımız “gazâ” ile ilgili makalemizde ve Osmanlı Araştırmaları Kongresi’nde sunacağımız “Seyyid Kâsım el-Bağdâdî ve Seyâhat-nâme’sinin Kuruluş Devri Osmanlı Tarihi Açısından Önemi” adlı bildiride yer alacaktır. Bu bildiride Seyâhat-nâme’nin bu devrin müessese ve medeniyet târihi açısından önemi hakkında vereceğimiz bilgiler, Kuruluş dönemi Osmanlı bürokrasisine ilişkin mevcut bazı bilgileri değiştirecek niteliktedir. yıt; Celâl-zâde Sâlih Çelebi’nin Hadîkatü’s-Selâtîn adlı eserinde yararlandığı başlıca kaynaklardan olup, Orhan Gâzî’nin ölümünden kısa bir süre sonra, onun adına yazılmış olduğu anlaşılan Menâkıb-ı Orhânî adlı kayıp eserde yer alır. 763/1362’den sonra kaleme alınmış olan bu kaynakta Orhan Gâzî’nin vasıflarından söz edilirken: “Tamâm kırk bir yıl dergâhında (sarayında) kös-i saltanat (saltanat davulu) dögüldi.” denilerek23, Bağdâdî’nin yukarıdaki kaydına paralel şekilde Bursa’nın 1322’de fethedildiği ve iç kalede bulunan Beg-sarayı’nın fetihten hemen sonra inşâ edildiği açıkça belirtilmiştir. Dolayısıyla bu çağdaş kayıt da, 763/1362’de ölmüş olan Orhan Gâzî’nin24, ölümünden tam 41 yıl önce, yani 722/1322’de Bursa’yı fethettiğini ve oturduğu Saltanat sarayını aynı yıl içinde faaliyete geçirdiğini belgelemektedir. Bursa’nın 726/1326’dan daha önce Osmanlı hâkimiyetine girdiğini gösteren üçüncü çağdaş belge ise; Osman Gâzî’nin ölümünden birkaç ay önce düzenlenmiş olup, şimdiye kadar üzerinde kayda değer hiçbir bilimsel çalışma yapılmamış olan Ramazân 723/Eylül 1323 tarihli Asporça Hâtûn vakfiyesidir25. Vakfiyeye göre 23 Celâl-zâde Sâlih Çelebi, Hadîkatü’s-Selâtîn, vr. 43b-44a; H. Yüksel - H. İ. Delice nşr., TTK, Ankara, 2013, s. 48. 24 Ankara Alâeddîn Câmii’nin 763/1362’deki restorasyonu sırasında hâlâ hayatta olan Orhan Gâzî’nin, aynı yılın Mart ayında vebâdan öldüğü hakkında, bk. Zeynü’l-Müneccim bin Süleymân el-Konevî, Zikr-i Tevârîh-i Ba‘z ez-Selâtîn-i Moğol, Nuruosmaniye Ktp. nr.: 2782, vr. 8a; O. Turan, İstanbul’un Fethinden Önce Yazılmış Tarihî Takvimler, TTK, Ankara, 1954, s. 72-73; Peter Schreiner, Die Byzantinischen Kleinchroniken, II: “Chronica Byzantina Breviora”, 290, Österreichiscen Akademie der Wissenschaften, Vienna, 1977. 25 Arapça olan bu vakfiyenin günümüze toplam dört sûreti ulaşmış olup, bunlar; Ankara Millî Ktp. Bursa Şer’iyye Sicilleri, nr.: 4121, vr. 82-83; VGMA, Defter, nr.: 891, s. 1-4; VGMA, nr.: 590/181, s. 207-208 ve Millet Kütüphanesi, Arabî, nr.: 4469’da kayıtlıdır. Bunların tümü, vakfiyenin aslından Cemâziye’l-evvel 963/Mart 1556’da S I:2 H IR N 2 1 Osman Gâzî, oğlu Orhan Gâzî’nin eşi ve torunları Şerefullâh ve İbrâhîm’in anneleri olan Asporça Hâtûn’a, Kite kazâsına bağlı olup Gemlik yakınlarında bulunan Nârlu, Kapaklı, Bürüm-hisâr, Mudânya, Firenkli, Çepni ve Yörükli köylerini bağışlamakla kalmamış; “Bursa kazâsı”nın içindeki “Balıklı çiftlük” adlı mezra‘ayı da bu bağış alanının içine katmıştır26. Devrin Kite kadısının düzenlediği vakfiyede, henüz fethi gerçekleşmemiş olan bir şehri Osmanlı Uç Sultanlığı’nın hâkimiyet alanı içinde göstermesi ve hâl-i hazırda hayatta olan Osman Gâzî’nin de bu şehrin sınırları içindeki bir mezra‘ayı gelinine vakfetmesi mantıken mümkün olmadığından, mevcut en eski tarihli Osmanlı vakfiyesi olan bu resmî belge de Bursa’nın 1323’ten daha önceki bir tarihte, yâni Seyyid Kâsım el-Bağdâdî Seyâhat-nâme’si ve Menâkıb-ı Orhânî’deki kayıtlara paralel şekilde 722/1322 yılı içinde Osmanlı hâkimiyetine girdiğine açık bir delil teşkil etmektedir27. Dolayısıyla tamamı Bursa’nın fethi ile çağdaş olan, doğrudan Orhan Gâzî asrından kalma bu resmî belge ve kaynaklara göre, çıkarılan sûretin kopyalarıdır. Bursa Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. tarafından yayınlanan Bursa Vakfiyeleri-I adlı kitapta (H. Basri Öcalan-Sezai Sevim-Doğan Yavaş, Bursa Kültür A.Ş., Bursa, 2013, s. 24-29) vakfiyenin sûretlerinin sayısı “2” olarak gösterilmiştir. Yakında bu vakfiyenin, yukarıdaki 4 sûretinin Arapça karşılaştırmalı metni, Türkçe tercümesi ve kuruluş devri Osmanlı tarihi açısından önemine ilişkin bir makale neşredeceğiz. 26 Krş. VGMA, nr.: 590/181, s. 207, st. 28-29; nr.: 1891/1, s. 2, st. 11. 27 Yukarıdaki çağdaş materyallerle tamamen örtüşecek şekilde, ünlü seyyah Evliyâ Çelebi de Seyâhat-nâme’sinde: “Bursa’yı kemâ-kân muhâsaraya şürû‘ idüp, …keferelere kaht [u] galâ müstevlî olup, âhir küffâr bir sene muhâsaradan soñra vire ile, bâ-sulh kal‘ayı Orhân Gâzî’ye sene 722 târîhinde teslîm itdiler.” cümleleriyle, Bursa’nın 722/1322’de fethedildiğine açıkça işâret etmiştir. Bk. a.mlf., Seyâhat-nâme, II, TSMK, Bağdat, nr.: 304, vr. 222b. Onun burada Neşrî’nin ana kaynağını ayrıntılı bir şekilde kullandığı, iki rivâyetteki ortak ifadelerden anlaşılmaktadır. ŞEHIR & Bursa’nın gerçek fetih târihinin 722/1322 yılı olduğu kesinlikle söylenilebilir. Bursa’nın Fethi ile İlgili Tartışmalı Diğer Meseleler Osmanlı târih kaynaklarında Bursa’nın fethi ile ilgili müphem ve çelişkili konuların, yalnız şehrin fetih tarihiyle sınırlı olmadığını belirtmiştik. Bursa’nın gerçek fetih tarihinin bilinmeyişinden kaynaklanan bu belirsiz noktalardan biri; Osman Gâzî’nin Bursa fethini görüp-göremediği ve oğlu Orhan Gâzî Bursa’yı tahtgâh edindiği sırada hayatta-olup olmadığı meselesidir. Yukarıda saydığımız kaynaklardan bâzıları, Osman Gâzî’yi Bursa’nın fethini göremeden ölmüş gösterirken; başta Âşık Paşa-zâde olmak üzere diğer kaynakların çoğu, Bursa’nın fethi sırasında Osman Gâzî’nin hayatta bulunduğu, yalnız ayağındaki nikris hastalığı sebebiyle kuşatma işini oğlu Orhan’a teslim etmiş olduğu bilgisi etrafında birleşirler. Ahmedî kuruluş devrinde yazılmış en eski tarih metni olarak bilinen Osmanlılar’la ilgili “Dâsitân”ında, Bursa ve İznik kuşatmalarını Osman Gâzî’nin başlattığını kabul etmekle birlikte, onun bu iki şehrin fethini göremeden öldüğünü öne sürerek şöyle der: Turmadı her yaña leşker saldı ol Az zamânda çoh vilâyet aldı ol Kâfiri yıhub, yahub ol nâmdâr Bursa vü İznîk’i eyledi hisâr Eylâ takdîr itdi Hakk ‘azze ve cell Ki almadın ol ikiyi irdi ecel28 28 Ahmedî, “Dâsitân ve Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i ‘Osmân”, İskender-nâme içinde, Bibliothèque Nationale, Supp. Turc. nr.: 309, vr. 291a. 67 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM Osman Gâzî’nin Bursa kuşatmasına oğlu Orhan’ı hayatta iken kendisinin gönderdiği konusunda tüm Osmanlı tarihçileri görüş birliği içindedir. Bu konudaki rivâyetlerin ana kaynağı olan Âşık Paşa-zâde, fetih sırasındaki durumu kısaca şöyle özetlemektedir: “Su’âl: Bu fethler kim olundı, ‘Osmân Gâzî hayâtda mıdı? Cevâb: Esahh kavl budur kim; ‘Osmân hayatdayıdı. Zîrâ ki oğlını bu seferlere atası göndermişidi. Su’âl: Ya ‘Osmân Gâzî kendü n’îçün bile varmadı? Cevâb: Anuñ-çün kim Orhân Gâzî’nüñ dahı iki oğlı varıdı ve bunı kasd iderdi kim: ‘Orhân Gâzî benüm zamânumda şevket bulsun!’ diridi. Ve hem ekser ‘Osmân’uñ ayağında zahmet vâkı‘ olmışıdı, varmamağa sebeb olıdı.”29 Bursa’nın fetih tarihinin 722/1322 yılı olduğunu doğru olarak zikreden Mehmed Neşrî de, bu târihin doğruluğunda hiçbir şüphe olmadığını söyledikten sonra: “Ammâ nizâ‘ anda kaldı ki; hîn-i fethde ‘Osmân Gâzî hayâtda mıydı, degül-miydi? Meşhûr ve esahh budur kim; hayâtda idi, zîrâ kim oğlını ol sefere ‘Osmân kendü göndermişdi.” diyerek30, asıl belirsizliğin bu noktada yoğunlaştığına dikkati çeker. 68 E rında yerini oğlu Orhan’a terk etmesi31; cülûsun mantıken bir önceki hükümdârın ölümünden sonra gerçekleşmesi gerektiğini düşünen sonraki Osmanlı tarihçilerinin bilinçaltına, Osman’ın ölmesi ve Orhan’ın babasının yerine geçmesi şeklinde yerleşmiş; bu nedenle Osman Gâzî’nin bu tarihten 2 yıl sonra meydana gelen Bursa fethini göremediği, fethin de onun ölümünden sonra, tek başına oğlu Orhan Gâzî tarafından gerçekleştirildiği düşüncesi akıllarda yer etmiştir. İşte bu konudaki tüm şüphe ve tereddütleri giderecek şekilde; 1332’de Bursa ve İznik’e gelerek Orhan Gâzî’yi ziyaret eden İbn Battuta, Orhan’ın beylik topraklarında bulunduğu sırada Sultân’ın bizzat kendisinden ya da yakınlarından, Bursa’yı hayatta iken bizzat Osman Gâzî’nin fethettiğini, ancak İznik’in fethini göremeden vefât ettiğini işitmiş ve bu bilgiyi Seyâhat-nâme’sine şu ifâdelerle kaydetmiştir: “Onun (Orhan’ın) babası Rumlar’ın elinden Bursa şehrini fethetmiş. Kabri oradaki bir mesciddedir. Oranın mescidi daha önceleri hıristiyanların kilisesi imiş. Söylendiğine göre; o İznik şehrini de yirmi sene kadar kuşatmış, ancak fethini göremeden ölmüş; zikrettiğimiz bu oğlu (Orhan) on iki sene daha kuşattıktan sonra nihâyet onu fethetmiş.”32 Osman Gâzî’nin 719/1319 yılı sonlarında ayağındaki nikris hastalığı nedeniyle Söğüt’te inzivâya çekilip, 720 yılı başla- İbn Battuta, Osman Gâzî’nin kabrinin önceden bir manastır olduğuna yaptığı atıfla, Neşrî’nin “Gümüşlü kubbe” adıyla anıyla anılan bu türbenin, hıristiyanlar tarafından yeni yapılmış bir manastır 29 Krş. Âşık Paşa-zâde, a.g.e., vr. 13b-14a. Ayrıca bk. F. Giese, a.g.e., s. 13. 30 Neşrî, a.g.e.,F. R. Unat - M. A. Köymen nşr., I, s. 136; Menzel nsh., s. 39, st. 21- s. 40. 31 İbn Kemâl, a.g.e., I. Defter, Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 30, vr. 33a, 34a; Ş. Turan neşri, I, s. 190, 194. 32 İbn Battuta, Tuhfetü’n-Nüzzâr fî Garâ’ibü’l-Emsâr ve’l-‘Acâ’ibü’l-Esfâr, bas.: Beyrut, ts., s. 308-309. S I:2 H IR N 2 1 olduğu yönündeki rivâyetini de33 tasdik etmektedir. Dolayısıyla bir görgü şâhidi olan İbn-i Battuta’nın kayıtlarından çıkan kesin sonuç; gerek Bursa, gerekse İznik kuşatmalarının Osman Gâzî tarafından başlatıldığı, Bursa’yı hayatında iken Osman Gâzî’nin aldığı, ancak İznik’in fethini göremeden öldüğü, bu yüzden ileride Orhan tarafından alınacak olan bu ikinci şehrin fethine tanık olamadığı yönündedir. İbn Battuta’nın bu sözlerine ve yukarıdaki Osmanlı rivâyetlerine paralel olarak, 1323 Eylül’ünde düzenlenen Asporça Hâtûn vakfiyesi de, Bursa’nın Osman Gâzî henüz hayatta iken alındığını ve ömrünün son yıllarını hastalıklar içinde geçiren Sultân’ın, fetihten sonra bir buçuk yıl daha yaşadığını çağdaş bir vesîka olarak ispat etmektedir34. Bununla birlikte, Osman Gâzî ayağındaki rahatsızlık nedeniyle kuşatmaya oğlu Orhan’ı gönderdiği için, Bursa’nın fethi resmî belgelerde doğrudan Orhan’a nisbet edilmiş; bu nedenle o, 761/1359-60 tarihli Bursa vakfiyesinde kendisini: “Kâli‘-i kılâ‘-i kefere’-i menhûsa, Fâtih-i kal‘a’-i Burûsa = “Uğursuz kâfirlerin kalelerinin 33 “Ol vakt kâfirler manastırı yiñi örtmişlerdi, gümiş-gibi yalabırdı, ırakdan gören gümiş sanurdı.” Krş. Neşrî, a.g.e., Unat-Köymen neşri, I, s. 144. 34 Bu vakfiyede Osman Gâzî henüz hayatta, ancak mahkemeye çıkamayıp yerine vekil tâyin edecek kadar hasta olarak görünürken, 1324 Mart’ında düzenlenen Mekece vakfiyesi’nde artık ölmüş ve yerine oğlu Orhan mutlak bir surette hükümdarlık tahtına oturmuş gözükmektedir. Bu durumda o, 723/1323 yılı sonunda vefât etmiş ve 724/1324 yılı başlarında oğlu Orhan tahta geçmiş olmalıdır. Bağdâdî’nin yukarıda naklettiğimiz parçada 1324 yılı Haziran’ında Osman Gâzî’den: “el-merhûmü’l-mağfûr es-Sultân ‘Osmân Hân el-Gâzî” diye söz etmiş olması da; bu tarihten 3 ay önce düzenlenen Mekece Vakfiyesi’ni te’yid edecek şekilde, Osman Gâzî’nin 1324 yılı başlarında artık hayatta olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. ŞEHIR & zaptedicisi, Bursa kalesinin fâtihi” unvânıyla anmakta herhangi bir sakınca görmemiştir35. * Bursa’nın fethi hakkında, asırlar önce tartışmaya neden olan bir başka konu da; şehrin “harp” ile mi, yoksa “sulh” ile mi alındığı meselesidir. Bu konu ilk kez XVI. yüzyıl tarihçilerinden İbn Kemâl tarafından ayrıntılı şekilde ele alınmış ve topografik deliller ışığında kesin bir sonuca bağlanmıştır. O, Târîh-i İbn Kemâl adlı eserinin Osman Gâzî dönemini anlattığı ilk defterinde bu konuyu: “Burûsa hisârınuñ keyfiyyet-i fethinde rivâyet arasında çok hilâf var; ‘Osmân Hân mı feth itdi, yohsa oğlu Orhân [mı], rivâyetlerinde ihtilâf var.” diyerek36 yukarıdaki mesele ile birlikte gündeme getirmiş; önce şehrin sulh yoluyla teslim olduğunu ve Osman Gâzî’nin o sırada hayatta olduğunu gösteren rivayetleri37, ikinci olarak ise Neşrî’den, şehrin savaş yoluyla ele geçirildiğini, Osman Gâzî’nin tekfurun isteğiyle hisar önüne gelerek burada rûhunu teslim ettiğini gösteren diğer rivayeti nakletmiştir38. Nihâyetinde ise, Bursa’nın mevcut topografyasını şiddetli bir “harb”e delil göstererek: “Mezkûr diyâr-ı meşhûruñ küffâr-ı bed-girdârı bahr-i harbe gark olub, Bûrsa şehri kahr-ile feth olmışdur; bu vechi mü’eyyeddür bu ki, ol hisâr dârü’l-İslâm oldukdan soñra, içinde ‘imâret-i küfrden (kâfirlerin binâlarından) ne eser görülmiş, ne nişân bulunmışdur.” demek 35 VGMA, Pâdişah Vakıfları, Defter: 574, s. 99; TİEM, nr.: 2203, s. 3. 36 İbn Kemâl, a.g.e, vr. 33a; Ş. Turan neşri, I, s. 190. 37 İbn Kemâl, a.g.e., vr. 32b-33a; Ş. Turan neşri, I, s. 187189. Neşrî’nin Cihân-nümâ’sındaki rivâyet için, bk. a.g.e., I, s. 144. 38 İbn Kemâl, a.g.e., vr. 33a-34a; Ş. Turan neşri, I, s. 190-194. 69 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM suretiyle39; şehrin şiddetli ve yıkıcı bir savaştan sonra fethedildiği ve kaynaklarda sözü edilen sulhün ancak bu savaştan sonra gerçekleştiği neticesine ermiştir. Geyikli Baba ve Dervişleri Bursa Kuşatmasında Bursa’nın fethi, İslâm ulemâ ve mutasavvıfları açısından da kuşkusuz son derece önemliydi. Mısır’dan Bağdat’a, Azerbaycan’dan Şam’a kadar İslâm dünyasının dört bir köşesindeki âlimler, seyyidler, abdallar, şeyhler ve dervişler; gerek Orhan Gâzî’nin Bursa’yı fethi sırasında, gerekse fetihten sonra uç diyarına yönelmişler, şehrin etrâfına ve çevresine âdetâ akın etmişlerdi40. Bunların en meşhurlarından biri olan Bâbâî şeyhlerinden Geyikli Baba da, rivâyete göre Bursa henüz kuşatma hâlindeyken Azerbaycan’ın Hoy şehrinden gelip İnegöl sınırına yerleşmiş ve muhâsaraya bizzat katılarak, dervişleriyle birlikte Kızılkilise taraflarını fethetmişti. Geyikli Baba’nın Bursa kuşatmasına katılması, fetihten sonra Orhan Gâzî ile tanışması ve Orhan Gâzî’nin İnegöl yakınlarında fethettiği yerleri ona vakıf olarak bağışlaması, Fetret devrinde Mûsâ Çelebi’ye hitâben düzenlenen bir belgeye şu ifâdelerle yansımıştır: “Kutbu’l-‘ârifîn Şeyh Geyiklü Baba Hôy’dan gelmişdür. Ulu geyigâ binüb gelmişdür, geyikler kendüye musahhar imiş, gâlib Eyne- 70 E 39 İbn Kemâl, a.g.e., vr. 34a. Analitik bir yaklaşıma sahip olan müellifin, burada rivâyetlerin doğruluğunu tespit ederken topografyadan yararlanmış olması ve tarihî bir gerçeğin belirlenmesinde bunu tek başına yeterli bir delil sayması kayda değerdir. 40 Bu konuda, bk. Hakan Yılmaz, “Muslihuddîn Fakîh ve Orhan Gâzî’nin Oğlu Gâzî Süleyman Paşa Adına Yazdığı ‘Tebâreke Tefsîri’ ”, HAİD, XIX/220 (Ocak/2012), s. 4546. göl’de mekân dutmış. Merhûm Sultân Orhân pâdişâh hazretlerinüñ fethinde merhûm Orhân pâdişâh ol kıyıları feth iderken, kutbu’l-‘ârifîn Şeyh Geyiklü Baba dahı ol cânibde üç yüz altmış kapulı bir kilîsâ va[r]mış, ‘Kızıl kilîsâ’ dimekle meşhûr imiş; ol kilîsâ’ı kendüler feth itmişler. Ceng iderken bir kestâne agacı varmış; cengi ider idermiş, ol kestâneye vardukda ol kestâne yarılub Baba’yı saklar imiş, kâfirler arar bulumazlar imiş. Sabâh gine çıkub kâfirlerle ceng iderdi; erenlerle, bu nev‘-ile alınmışdur. O zamânda Hazret-i Orhân pâdişâha şöyle haber virmişler ki: ‘Hôy’dan bir er gâlib, ulu geyigâ binüb Kızıl kilîsâ’yı aldı!’ diyü cevâb virmişler; virdüklerinde merhûm Orhân pâdişâh: ‘Baba mey-hôrdur’ diyü iki yük ‘arakî ve iki yük şarâb gönderüb, Baba dahı yanındaki Bâlum Sultân’a | cevâb virüp: ‘Pâdişâh bize iki yük bal ve iki yük yağ göndermişler!’ diyü bir kazân gâtürdüp, âteş yakdurub, kaynatdurub, içine pirînç koyub, a‘lâ zerde olub, gâtüren âdem naẓarında ve hem anuñla biraz zerdeden pâdişâha gönderüp ve hem altında yanan âteşden biraz kor bir panbuk içine koyub pâdişâha göndermiş. Pâdişâh anı görüb, bî-ihtiyâr naẓarlarına varup, anlar dahı gâyibden ta‘âm gâtürüp ziyâfet itmişler. Musâhabetde Baba’ya pâdişâh hazreti: ‘Bizüm dahı bir eserimüz olsun, ne dilerseñ vireyüm; gözüñ bakduğı yiri vireyüm!’ dimiş, anlar dahı: “Benüm gözüm çok yire bakar ve illâ benüm feth itdücegüm yiri virüñ!’ deyüp, pâdişâh hazreti dahı iki pâre kendünüñ feth itdügi köyi anlara vakf itmişdür. Ol vakf olan köyler mahsûlinden Baba’nuñ üzerinde Umâc şorbası bişüb, | âyende ve revende ve fukarâya bezl olınur. Baba bile cevâb idüb: ‘Her kim Baba şorbasın ister, bunda sâkin olsun ve hem her kim pilâv, zerde ve nefâyis isterse Tahtalı-köy’e gitsün!’ O zamânda Bûrsa’ya ‘Tahtalı-köyi’ dirler imiş. Ve dahı S I:2 H IR N 2 1 şikâr-î hümâyûnuñuzda buyurduğuñuz Geyikli Baba’nuñ ve Bâlum Sultân’uñ örtüsi tecdîd olup, kırk kazkân keşkek, üç dâne sığîr ve üç mût un yufka ve on kazkân pilâv ve on koyun dahı kurbân ihyâ olmışdur gönderdügüñüz ö[r]tüyile.”41 Mûsâ Çelebi’nin emriyle, Geyikli Baba türbesindeki örtülerin yenilenmesi ve Baba’nın ve Balım Sultan’ın çorba ve kurban geleneklerinin ihyâsı için icrâ edilenleri özetleyen bu belgede, Geyikli Baba’nın kuşatmaya iştirâki ve fetih sırasındaki faaliyetleri, Bursa’nın fethinden bir asra yakın bir süre sonra otantik bir dille hikâye edilmiştir. Dolayısıyla bu belge, uç bölgesini mekân tutan Türkmen babaları, şeyhleri ve dervişlerinin, Bursa’nın fethi sırasında mânevî bir rol üstlendikleri kadar, şehrin fethine zâhiren de destek verdiklerine ilginç bir biçimde işâret etmektedir. 41 BOA, Ali Emîrî Tasnifi, Musâ Çelebi, nr.: 1. Bu belge, tıpkı Geyikli Baba gibi Bâbâî şeyhlerinden olan Kızıl Deli Sultan’ın Dimetoka’daki vakıflarına ilişkin mülk-nâme ve benzeri diğer belgelerin kaydedildiği 11 sayfalık bir defterin arasında, üç ayrı parça hâlinde yer almaktadır. Yakın zamana kadar yalnızca ilk parçasından hareketle, üzerinden erken dönem Osmanlı Türkmenleri’nin dinî ve tasavvufî ekolünün mahiyetine ilişkin pek çok spekülasyonlar türetilen bu belge, yukarıda yayınladığımız tam metninden anlaşılacağı üzere Geyikli Baba’nın ve emsâli olan diğer Bâbâî şeyhlerinin yaşantısının klasik Sünnî İslâm anlayışının dışında bir yaşantı olmadığını, Heterodoksi/Gevşek İslâm iddialarının bâriz bir yanılgıdan öteye geçmediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu belgenin tam metni aslında ilk kez, tartışmayı başlatan Hilmi Ziyâ (Ülken)’in makalesinde referans gösterdiği Ahmed Refik (Altınay) tarafından, bu makaleden 3 yıl sonra Bizans Karşısında Türkler kitabının içinde yayımlanmış (Krş. a.mlf., “Geyikli Baba Hakkında Vesîka”, a.g.e., Ma‘rifet Matba‘ası, İstanbul, 1927, s. 169-170), daha sonra belgenin devamı Haşim Şahin’in doktora tezinde yeniden ibrâz edilerek (krş. a.mlf., Osmanlı Devletinin Kuruluş Döneminde Dinî Zümreler (1299-1402), MÜ Türkiyat Arş. Enst. Türk Tarihi ABD, Ortaçağ Tar. Bilim Dalı Doktora Tezi, İstanbul, 2007, s. 2, 96-98, 101, 219-229 vb.) tartışma kapsamlı bir şekilde mercek altına alınmıştır. Bu arada konu ile ilgili bir makâlemizde, belgenin devâmını Ahmed Refik’in eserinden ve Paris’teki anonim bir yazmadan çıkarıp yayınlayarak, mevcut iddiâların asılsızlığını biz de delilleriyle göstermeye çalışmıştık. Krş. Hakan Yılmaz, “Geyikli Baba Üzerine İlginç Bir Vesîka ve Hakkında Ortaya Atılmış Asılsız Bir İddiâ”, HAİD, XVI/192 (2009), s. 42-44. ŞEHIR & Bursa’nın fethi İslâm dünyâsında büyük bir yankı uyandırmış, İslâm dünyasının meşhur âlimlerinden, mutasavvıf ve seyyahlarından pek çok kimse, dâimî olarak yerleşmek ya da fethedilen bu büyük Rum şehrini görmek için, uzak diyarlardan yola çıkarak Orhan Gâzî’nin sarayına gelmişlerdi. Yukarıda işaret ettiğimiz sûfî gezgin Seyyid Kâsım el-Bağdâdî, fetihten iki yıl sonra, ünlü seyyah İbn Battûta ve yine Seyâhat-nâme’sinde ünlü bir seyyah ve şeyh olduğunu belirttiği42 Abdullâh el-Mısrî ise şehrin fethini tâkip eden on yıllık süreç içerisinde, Orhan Gâzî’yi Bursa’da ziyâret eden bu ünlü şahsiyetlerden sadece birkaç tanesidir. Mısır, Suriye ve Irak çevrelerinde yetişerek, 731/1330’da Orhan Gâzî ve oğlu Gâzî Süleyman Paşa adına bir Tebâreke Tefsîri yazmış olan, devrin meşhur âlimlerinden Ankara’lı Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed’in Osmanlı hânedânı ile geçmişe dayanan yakınlığı da43 Bursa’nın fethinden hemen sonra başlamış gözükmektedir. Sonuç Yukarıda ortaya koyduğumuz çağdaş kayıtlar Neşrî’nin iddiasını haklı çıkaracak şekilde, Bursa’nın 726/1326’da değil, 722/1322 yılında fethedildiğini; şehrin şiddetli bir savaştan sonra sulh yoluyla ele geçirildiğini, fetih sırasında hayatta olan Osman Gâzî’nin bir buçuk yıl daha yaşadıktan sonra vefât ettiğini ve kuşatmaya Geyikli Baba ve müridleri gibi Türkmen abdal ve dervişlerinin de destek verdiğini 42 İbn Battuta, a.g.e., s. 308. 43 Bu konuda, bk. Hakan Yılmaz, “Muslihuddîn Fakîh ve Orhan Gâzî’nin Oğlu Gâzî Süleyman Paşa Adına Yazdığı ‘Tebâreke Tefsîri’ ”, HAİD, XIX/220 (Ocak/2012), s. 45-46. 71 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM açıkça belgelemektedir. Birincil kaynaklar olma özelliği taşıyan çağdaş kaynak ve belgelerin tarihî gerçekleri tespit noktasında, diğerlerine nazaran kesinlik ve öncelik arz ettiği herkesçe bilinmektedir. Şimdiye kadar çağdaş tek bir kaynak ya da belgeye dayanılmaksızın belirlenen mevcut tarih tezi, burada ortaya koyduğumuz çağdaş kanıtlar doğrultusunda yeniden inşâ edilmeli; Bursa’nın gerçek fetih tarihi ve ona bağlı olarak ortaya çıkan yanlış veya belirsiz noktalar bu tarihî veriler ışığında düzeltilmelidir. Kaynakça Arşiv Belgeleri: - Asporça Hâtûn Vakfiyesi (Ramazân 723/Eylül 1323): VGMA, nr.: 1891/1, s. 1-4. VGMA, nr.: 590/181, s. 207-208. Ankara Millî Ktp. Bursa Şer‘iyye Sicilleri, nr. 4121, vr. 82-83. Millet Ktp. Ali Emîrî, Arabî, nr.: 4469. - Mekece Vakfiyesi (Rebî‘u’l-evvel 724/Mart 1324): İBB Atatürk Ktp. Muallim Cevdet, Fr. nr.: 10. - Orhan Gâzî Vakfiyesi (761/1359-60): VGMA, Pâdişah Vakıfları, Defter: 574. Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, nr.: 2203. - Geyikli Baba Türbesi’ne İlişkin Belge: BOA, Ali Emîrî Tasnifi, Mûsâ Çelebi, nr.: 1. Kaynak Eserler ve Araştırmalar: Ahmed Refik (Altınay), Bizans Karşısında Türkler, Ma‘rifet Matba‘ası, İstanbul, 1927. Ahmedî, “Dâsitân ve Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i ‘Osmân”, İskender-nâme içinde, Bibliothèque Nationale, Supp. Turc. nr.: 309. Âşık Paşa-zâde, Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân, İstanbul Arkeoloji Müzesi Ktp. nr.: 1504. “Bursa Vakfiyeleri-I”, haz.: H. Basri Öcalan-Sezai Sevim-Doğan Yavaş, Bursa Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş., Bursa, 2013. Celâl-zâde Sâlih Çelebi, Hadîkatü’s-Selâtîn, TTK Ktp., nr.: 21. ____________ Hadîkatü’s-Selâtîn, haz. Hasan Yüksel - H. İbrahim Delice, TTK, Ankara, 2013. Enverî, Düstûr-nâme, nşr. M. Halil Yınanç, İstanbul, 1928. Evliyâ Çelebi, Seyâhat-nâme, II, TSMK, Bağdat, nr.: 304. 72 E Gelibolu’lu Mustafa Âlî, Künhü’l-Ahbâr, TTK Ktp. nr.: Y/546. Giese, Friedrich, Die Altosmanischen Anonymen Chroniken, Breslau, 1922. İbn Battuta, Tuhfetü’n-Nüẓẓâr fî Garâ’ibü’l-Emsâr ve’l-‘Acâ’ibü’l-Esfâr, bas.: Dârü’s-Sâdır, Beyrut, ts. S I:2 H IR N 2 1 İbn Kemâl (Kemâl Paşa-zâde), Târîh-i İbn Kemâl, I. Defter, Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 30/1. ____________ Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân, I. Defter, haz.: Şerafettin Turan, TTK, Ankara, 1991. İdrîs-i Bitlisî, Heşt Behişt, c. 1, Dr. Mehmet Karataş-Dr. Selim Kaya-U. Yaşar Baş, BETAV Yay., Ankara, 2008. İnalcık, Halil, “Bursa”, DİA, c. VI, s. 446. ____________ “Osman I”, DİA, c. XXXIII, s. 451. ____________ Kuruluş Dönemi (1302-1481) Osmanlı Sultanları, İSAM Yay., İstanbul, 2010. Karamânî Mehmed Paşa, Tevârîhu’s-Selâtîni’l-‘Osmâniyye, Süleymâniye Ktp. Ayasofya, nr.: 3204. Lampros, S. P. & K. Amantos, “Brachea Chronika” (Βραχέα Χρονικά), Athens: Akademia Athenon Mnemeia tes Ellenikes Istorias, (A, 1932-1933), XII, No.: 27 (also in 1834 Bonn editionof Ducas, op. cit., ed. I Bekker, pp. 515-527), pp. 340. Lütfi Paşa, Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân, Âlî Beg neşri, İstanbul, 1341. Mehmed bin Hacı Halîl el-Konevî, Târîh-i Âl-i ‘Osmân ve’s-Selçûk, Bibliothèque Nationale, Supp. Persian, nr.: 1394. ŞEHIR & li’l-‘Osmâniyye, Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 1216. Şahin, Haşim, Osmanlı Devletinin Kuruluş Döneminde Dinî Zümreler (1299-1402), MÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk Tarihi Ana Bilim Dalı, Ortaçağ Tarihi Bilim Dalı Doktora Tezi, İstanbul, 2007. Şükrullâh Çelebi, Behcetü’t-Tevârîh, Nuruosmaniye Ktp. nr.: 3059. _____________ Behcetü’t-Tevârîh Tercemesi (trc.: Mustafa Fârisî), Süleymaniye Ktp. Hafîd Efendi, nr.: 222. Turan, Osman, İstanbul’un Fethinden Önce Yazılmış Tarihî Takvimler, TTK, Ankara, 1954. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, c. 1, TTK, Ankara, 1973. Yılmaz, Hakan, “Geyikli Baba Üzerine İlginç Bir Vesîka ve Hakkında Ortaya Atılmış Asılsız Bir İddiâ”, HAİD, XVI/192 (2009), s. 42-44. _____________ “Muslihuddîn Fakîh ve Orhan Gâzî’nin Oğlu Gâzî Süleyman Paşa Adına Yazdığı ‘Tebâreke Tefsîri’ ”, HAİD, XIX/220 (Ocak/2012), s. 45-46. Zeynü’l-Müneccim bin Süleymân el-Konevî, Zikr-i Tevârîh-i Ba‘z ez-Selâtîn-i Moğol, Nuruosmaniye Ktp. nr.: 2782. Mehmed Neşrî, Kitâb-ı Cihân-nümâ, c. 1, haz.: F. Reşit Unat - M. Altay Köymen, TTK, Ankara, 1949. ____________ Ğıhânnümâ: Die Altosmanische Chronikdes Mevlânâ Mehemmed Neschrî, T. Menzel nsh., F. Taeschner, Leipzig, 1951. Necip Âsım (Yazıksız)-Mehmed Ârif, Osmanlı Tarihi, c. 1, İstanbul, 1335/1919. Oruç bin ‘Âdil el-Edrenevî, Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân, Manisa İl Halk Ktp. Yzm. Genel, nr.: 5506/2. Rûhî Çelebi, Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân, Tübingen MS Or. Quart, nr.: 821. ____________ “Ruhi Tarihi”, Belgeler, XIV/18, s. 359472 (+ 466 s. tıpkıbasım), haz. Yaşar Yücel - Halil Erdoğan Cengiz. Schreiner, Peter, Die Byzantinischen Kleinchroniken, II: “Chronica Byzantina Breviora”, Österreichiscen Akademie der Wissenschaften, Vienna, 1977. Seyyid Kâsım el-Bağdâdî, Seyâhat-nâme’-i Şeyh Kâsım el-Bagdâdî, 750/1349-50’de yazılan aslî nüshadan 1098/1686’da istinsah edilmiş rulo nüsha. ____________ Seyâhat-nâme li’ş-Şeyh Hacı Kâsım Bagdâdî (Arapça harflerle tıpkıbasım), İbrahim Arvas, 1371/1951. Seyyid Lokman Aşûrî, Kıyâfetü’l-İnsâniyye fî Şemâ’i- 73 E ŞEHIR & TOPLUM MAKALE ISSN: 7897678343213 S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & BURSA VE ÇEVRESINDE KOZA ÜRETIM SÜREÇLERI 1 Ismail Yaşayanlar * Giriş 1 İpek böceği yetiştirme, kozasından ipek çekme ilk olarak Çin’de yapılmaya başlamıştır. Dayanıklılığı ve kalitesiyle pek çok insanın tercih ettiği ipek, özellikle Ortaçağ’dan itibaren lüks tüketim maddesi sınıfına dahil olmuştur. İpekli kumaşa olan talep koza yetiştiriciliğinin Çin’den Türkistan’a, İran sahasına, Ana* Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi 1 Bu çalışma Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde Prof. Dr. Cafer ÇİFTÇİ’nin yürütücülüğünde gerçekleştirilen 111K295 numaralı ve Bursa’da Koza Yetiştiriciliği ve İpekli Dokumacılık Sektöründe Sosyo-Ekonomik Değişim Analizi (1837-1990) başlıklı TÜBİTAK projesinin hazırlık sürecinde elde edilen sözlü tarih verileri ile hazırlanmıştır. dolu’ya ve Avrupa’ya yayılarak ipek üretiminin artmasına ve ülkeler arası önemli bir ticari meta olmasına sebep olmuştur. İran kökenli Anadolu ipekçiliğinin en önemli üretim merkezlerinden biri 14. yüzyıldan itibaren Bursa idi2. 15. ve 16. yüzyıllar boyunca Bursa, hem ham ipek üretimi hem de dokunmuş ipekli kumaş ihracatı hususunda önemli bir ticaret merkeziyd3. Özellikle 18. yüzyılda önce sadece ham ipek, sonra da mahsul koza ihracatçısı konumuna gelmiştir. Yarı iş2 Halil İnalcık, “İpek”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt 22, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayını, 2000, s.362. 3 Kamil Kepecioğlu, Bursa Kütüğü, Cilt 2, Haz. Hüseyin Algül ve diğerleri, Bursa: Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayını, 2009, s.238-239. 75 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM Resim 1: Koza Han’da Koza Borsası lenmiş mamul olarak değerlendirilebilecek ham ipek 1810’a kadar yoğun bir şekilde ihraç ediliyordu. Fakat yoğun ihracat piyasada yerli üretici için ham ipek sıkıntısına yol açtığından, yarı mamul maddenin ihracatı yasaklanmıştır. Bu durum dokumacılıkta kullanılan çeşitli boyaların Avrupa’dan ithalatına da sekte vurmuştur4. 76 E Bursa ipeğinin üretim aşamasındaki problemlerden bir diğeri de kozalardan tepme mancınık adı verilen ve insan gücü ile çalışan makinalarla iplik çekilmesidir. Bu durum hem üretimi yavaşlatıyor, hem de işgücüne olan ihtiyacı arttırarak maliyetleri yükseltiyordu. Fransa’da ilk defa 1828’de buharlı makinelerle kozadan 4 Donald Quataert, “19. Yüzyıla Genel Bakış: Islahatlar Devri 1812-1914”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Cilt 2, Ed. Halil İnalcık ve Donald Quataert, İstanbul: Eren Yayınları, 2000, s.1020-1021. ipek çekilmeye başlanılmasından ancak on yıl sonra Bursa’da ilk filatür açılmıştır5. Yüzyılın ikinci çeyreğinde ham ipek talebinde bir artış gözlemlenmektedir6. Bu artışın sadece filatürlerden kaynaklandığını söylemek ise yanlış olur. Fransa ve İtalya’da 1850’lerde ortaya çıkan ve ipekböceklerinde görülen pebrine (karataban) ve flacherie (baygınlık) hastalıkları, kısa sürede Avrupa’da üretilen koza miktarın dörtte üç oranında düşmesine sebep olmuştur7. Bu noktada özellikle Fransa’nın dış kaynaklara yöneldiği gö5 Fahri Dalsar, Türk Sanayi ve Ticaret Tarihinde Bursa’da İpekçilik, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Yayını, 1960, s.410. ; Leila Thayer Erder, The Making of Industrial Bursa: Economic Activity and Population In A Turkish City 1835-1975 [Yayınlanmamış Doktora Tezi], New Jersey: Princeton University, 1976, s.99-100. 6 Donald Quataert, Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü, Çev. Tansel Güney, İstanbul: İletişim Yayınları, 1999, s.211-214. 7 Cafer Çiftçi, “Hudâvendigar Vilâyetinde İpekböcekçiliğinin Canlandırılmasında Düyûn-i Umûmiyye İdâresi’nin Rolü”, Belleten, C. LXXVI, S. 277, 2012, s.912. S I:2 H IR N 2 1 rülür ki bu kaynakların en mühimi de Bursa’dır8. Fransız sermayedarlarının ve kalifiye elemanlarının desteği ile gelişen bu sanayi, yerli müslim ve gayrimüslim unsurların da katılımı ile yüzyıl sürecinde daha da gelişecektir9. Fakat bu durum dokumacılık sektörünün gelişmesini engelleyen sonuçlar doğurdu. Bursa’da işlenmemiş kuru koza fiyatları, ham ipek fiyatları ile aynı seviyeye geldiğinden, yerli üreticiler koza üretimine yönelmiştir10. Esasen Bursa ve köylerinde ipek böceği beslemenin yaygınlaşması, aileler tarafından tercih edilen bir faaliyet haline gelmesi bu dönemin bir ürünüdür. İpek böceği yetiştiriciliği bakımı oldukça zor olan ve titizlik gerektiren bir iştir. 1850’lerden sonra başlayan yoğun üretim, böcek bakım kalitesini düşürmüş buna dış faktörlerin de eklenmesi ile Avrupa’daki salgınlar, Anadolu coğrafyasına da sıçramıştır. 1865 sonrası hastalık sebebiyle krize giren kozacılık sektörü ancak Düyûn-i Umûmiyye İdaresi’nin kurulması ve bu idare tarafından gerçekleştirilen faaliyetler sayesinde düzelecektir11. Pasteur usullerinin Anadolu’da da uygulanmasını sağlayan bu faaliyetler, kısa sürede ürün kalitesini arttırdığı gibi, yerel üreticinin bilinçlenmesine de yardımcı olacaktır. 8 Zeynep Dörtok Abacı, “Bursa’daki Yabancı Konsolosluklar (19. Yüzyıl)”, Osmanlı Modernleşmesi ve Bursa Sempozyum Kitabı, Ed. Cafer Çiftçi, Bursa: Osmangazi Belediyesi Yayını, 2009, s.237-238. 9 Sevilay Kaygalak, Kapitalizmin Taşrası 16. Yüzyıldan 19. Yüzyıla Bursa’da Toplumsal Süreçler ve Mekansal Değişim, İstanbul: İletişim Yayınları, 2008, s.140. 10 Quataert, Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü, s.217. 11 Çiftçi, agm., s.937. ŞEHIR & Koza Üretim Süreçleri12 Pulkanatlılar familyasından olan ipek böceği, doğal gelişim sürecinde tırtıldan kelebeğe dönüşürken kendini ürettiği ipek kozaya hapseder. Kozanın içinde kelebek halini alan tırtıl, olgunlaştıktan sonra kozayı delerek dışarı çıkar, çiftleşir ve yumurtalarını bırakarak ölür. Barınma, yeme-içme ve giyinme gibi temel ihtiyaçların bir ürünü olarak ortaya çıkan dokuma ürünlerinden biri de ipekli kumaştır. İnsanoğlu bu süreçte ipek böceğinin doğal gelişimine müdahale etmiştir. İpekli kumaşlar üretim aşamalarının zorluğu, yünlü-pamuklu kumaşa nazaran daha maliyetli ve zahmetli olması sebebiyle, tarihin her döneminde “lüks” kategorisine giren önemli ticari ürünlerden olmuştur. Binlerce yıllık kıtalararası ortak bir üretim alanı olan kozacılık, yaklaşık 500 yıllık bir süreçte Anadolu coğrafyasında yapılmaktadır. İran sahasından Anadolu’ya nüfuz eden kozacılık, ipek ipliği üretimi ve dokumacılık sektörleri, bir yandan somut kültürel miras ortaya koyarken, bir yandan da oldukça zengin somut olmayan sözlü geleneği de bırakmıştır. İpek böceği üç-dört milimetre büyüklüğündeki tohum adı verilen yumurtalardan çıkarak 4 aşamalı bir gelişim sürecine girer. Böceğin tohumdan çıkması halk arasında inficar olarak adlandırılır ve bunun için belirli koşulların sağlanmış olması gerekir. 25-26 derecelik bir ısı ve nemli ortam, böceklerin tohumdan çıkması için ilk koşuldur. Bu süreç havaların ısındığı Mayıs ayının ilk veya 12 Bu bölüm Bursa merkez ve ilçelerine bağlı 32 köyde, 203’ü erkek 65’i kadın olmak üzerine toplam 268 kişi ile yapılan görüşmeler sonucunda elde edilen veriler çerçevesinde oluşturulmuştur. 77 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM ikinci haftasına tekabül etmektedir. Üreticiler evlerinde sobaya yakın bir alanda, eleğin içine serdikleri tülbentin üzerine tohumları dökerek böceklerin tohumdan çıkma sürecini hızlandırırlar. Bu esnada sobanın üzerine bir tencere içinde su koyulur, kaynayan su buharlaşarak ortamın nemini arttırır. Koşulların uygun olması durumunda böcekler birer birer yumurtalarından çıkmaya başlarlar. Yapılan görüşmelerde, böceklerin tohumdan erken çıkmasını isteyen üreticilerin tohumları bir kese içine koyarak evdeki yaşlı büyükannenin koltuk altında inficar ettikleri bilgisi elde edilmiştir. İnficar sürecinde tohumdan çıkan ipek böcekleri birinci yaşlarına girmiş olurlar. Toplam beş yaş ve dört uyku geçirecek olan böcekler kozalarını örene kadar yoğun bir şekilde beslenirler. İpek böceğini besleyebilecek tek şey dut ağacının yaprağıdır. Başka hiçbir yaprak türü böceğin gelişmesini ve hayatta kalmasını sağlayamaz. Kimi görüşmelerde mecbur kalındığında marul yaprağı da verildiği söylense bile, bu durum ipeğin kalitesini düşürücü bir etken olarak görülmektedir. Bir bölgede aktif koza üretimi yapılıyorsa, o çevrede geniş dut bahçeleri bulunmaktadır. Bugün Bursa ve çevresinde koza üretimi oldukça az olduğundan -ne yazık ki- dut bahçeleri de azalan üretimle 78 E Resim 2: Dut yaprağı yiyen ipek böcekleri birlikte yok edilmiştir. Sözlü kültürde yer eden “Buralar eskiden hep dutluktu” ifadesi bu durumun bir göstergesidir. Birinci yaşlarındaki böcekler eleğin içinde beslenir. Günde dört veya beş defa dut yaprakları tağra isimli bıçakla kıyılarak böceklerin üzerine serpilir. Çünkü birinci yaştaki böcekler bütün bir yaprağı yiyecek güce sahip olmaz. Birinci uykusunu uyuyup kabuk değiştirerek ikinci yaşına giren böcekler, kerevet adı verilen geniş altı delikli çerçevelerin üzerine alınırlar. Artık böceklere bütün yaprak verilebilir. Üçüncü yaştan itibaren ise dut yaprakları dalları ile birlikte kerevetlere koyulur. Her kerevetin altında yaprak artıklarının, böcek kabuklarının ve dışkılarının düştüğü küne adı verilen bir yaygı bulunur. Küne her yaşta değiştirilmelidir. Değiştirilmediği takdirde atık maddeler küflenip böceklere zarar verebilir. Aşırı nem böceklerin hastalanmasına hatta ölmesine neden olacak ilk faktördür. Yeni kesilmiş bir dut yaprağının doğrudan ipek böceğine verilmesi yahut yaprakların uzun süre bekletilerek verilmesi böceklerin çeşitli hastalıklara yakalanmasına sebep olur. İkinci en önemli faktör ise sentetik kokulardır. Tarım ilacı, parfüm, kolonya, sabun ve benzeri ürünlerdeki koku ipek böceğinin aniden ölmesine sebep olmaktadır. Özellikle Bursa merkez köylerinde kozacılığın bitmesinin en önemli sebebi sentetik kokulardır. Sanayileşmiş alanlardaki atık gazlar da böceklerin ölümüne yol açan önemli faktörlerdendir. Bunun yanında zeytin ve meyve ağaçlarına atılan tarım ilaçları da ipek böceğinin en büyük düşmanıdır. Bu sebeple zeytinci- S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & Resim 3: Hatice Softa, Düğüncüler Köyü, 10.06.2012 lik ve meyvecilik yapılan köylerde koza üretimi imkansız hale gelmektedir. İpek böceği dördüncü yaşında iken üreticiler son aşama için askı toplamaya başlarlar. Askı bölgede yetişen meşe, pıynar, katırkuyruğu, hardal otu gibi bitkilerden yapılır. Bu geleneksel askıların haricinde son yıllarda plastikten mamul suni askılar da kullanılmaktadır. Fakat üreticiler doğal askı kullanımının ürünün kalitesini arttırdığında hemfikirdir. Dördüncü uykusunu uyuyan böcekler koza örme öncesi son yaşlarına gelirler. Beşinci yaş toplam yedi gün sürer ve bu döneme halat yahut aladı adı verilir. Halat sürecinde böceklere durmaksızın dut yaprağı verilir. Yapılan görüşmelerde bu süreçte böceklerin bir mandadan daha çok yaprak yedikleri ifadelerine rastlanmıştır. Son yaşlarında yoğun bir şekilde yaprak yiyen ipek böcekleri kendilerine koza sarabilecekleri bir yer ararlar. Bu sürece askı arama adı verilir. Üreticiler daha önce topladıkları ve temizledikleri meşe, pıynar, katırkuyruğu, hardal gibi bitkilerin dallarını ipek böceklerinin koza sarması için askı olarak üzerlerine koyarlar. Koza sarmak için kendine en uygun yeri bulan ipek böceği, kendini ürettiği ipeğin içine hapseder. Koza sarma süreci bittikten sonra, henüz koza saramamış olan zayıf ve az gelişmiş böcekler üreticiler tarafından toplanır ve tavuklara yem olarak verilir. Zira bu böceklerin koza sarmaları durumunda, kozayı tamamlayamadan içinde ölerek suları çıkacak ve diğer sağlıklı kozalar bundan zarar görecektir. Askıdaki kozalar sertleşmeleri için üçdört gün üreticiler tarafından toplanmaz. Sertleşen kozalar toplandıktan sonra ise etrafındaki fazla ipekler ve askı parçalarının temizlenmesi gerekir. Bu işlem elle yapılabildiği gibi, basit makinalar vasıtası ile de yapılmaktadır. Temizlenen kozalar küfelere yahut harhar adı verilen büyük çuvallara konulurlar. Üretilen koza çoğunlukla Koza Han’da Haziran ayında kurulan koza borsasında satışa çıkarılır. Burada kozanın kalitesine ve cinsine göre eksperler ve tüccarlar tarafından fiyat biçilerek adeta bir açık arttırma usulü ile satış yapılır. 79 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM Resim 4: Kestelek Köyü’nde Necla Cansever’in İpek Böcekleri Koza Üretiminin Gündelik Hayata Etkileri Kolektif bir faaliyet olan koza üretimi ailenin tüm bireylerinin katılımı ile gerçekleşir. Bu süreçte erkekler yaprak toplama ve eve getirme işini üstlenirler. Dut yaprakları sabah erken saatte yahut akşam güneş battıktan sonra toplanır. Amaç, yaprakların içindeki suyun dışarı çıkmasını engellemektir. Kadınlar ise yaprakları ayıklama ve kıyma, küne temizleme, böcekleri besleme ve kozaları temizleme gibi işleri gerçekleştirirler. Evin çocukları süreçlerin tamamına dahil olur. 80 E Koza üreticileri çoğunlukla yaşadıkları evin belirli odalarını boşaltarak, böcekler için alan açarlar. Hane başı ortalama ikiüç kutu böcek beslendiğinden bu durum büyük problemler oluşturmaz. Fakat üç ve üstü paket tohum açılması halinde daha geniş alanlara ihtiyaç duyulacaktır. Üç-dört milimetrelik tohumlardan çıkan böcekler, son yaşlarında 7-8 santim boyutlarına ulaşırlar. Bu durumda her uykudan sonra böcekleri seyreltmek gerekmektedir, aksi takdirde hastalanma riskleri artacaktır. Çok miktarda kutu açan üreticilerin çoğunlukla gündelik hayatlarını geçirdikleri hane alanının haricinde böcek evi adı verilen ve genellikle iki yahut üç katlı, dikdörtgen formlu geniş binaları bulunur. Bu yapıların kat araları ahşap malzeme ile örtülüdür. Bu, binanın hava almasını kolaylaştırır ve nem oranını sabit tutar. Koza üreticileri ile yapılan görüşmelerde yaygın olarak karşılaşılan batıl inançlar, böceklerin bakımı esnasında üreticilerin hassasiyetlerini göstermesi açısından önemlidir. En yaygın batıl inanışlardan olan nazar, üretim esnasında aile dışı bireylerin üretim alanına alınmaması olarak kendini göstermektedir. Üreticiler komşularını dahi böceklerin bulunduğu odalara almak istemezler. Bir diğer inanış ipek böceklerinin doğadaki düşmanlarından olan fareler ve karıncalardan korunmaları için ise dut yapraklarının sap- S I:2 H IR N 2 1 larından örülen halkaların dua okunarak böcek beslenen odalara asılmasıdır. Bu uygulamaya farelerin ağzını bağlamak adı verilir. Bunlardan başka yapılan görüşmelerden üretim yapılan bölgede bulunan yatırların mezarlarından alınan toprağın böceklerin üzerine serpilmesi gibi uygulamaların da gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Mahsulün Satılması Koza mahsulünün satılması, üretimin esasen en önemli kısımlarındandır. Doğduğu köyden başka hiçbir yer görmeden ölen insanların var olduğu düşünüldüğünde, koza satımı için yılda bir defa şehre gidilmesi üretici ve ailesi için oldukça önemlidir. Satış işlemi genellikle erkekler ve çocuklar tarafından gerçekleştirilir. Koza Han 15 Haziran’da açılan Koza Borsası ile üreticilerin on günlük süreçte en uğrak noktası olur. Borsanın açıldığı ilk günler köylerden Koza Han’a gelen o kadar çok ŞEHIR & üretici olur ki içeri girmek için saatlerce çuvallarıyla sıra beklemek zorunda kalırlar. Eksperlerin kontrolünde açık arttırma usulü ile satılan koza kısa süre içinde elden çıkarılmalı ve işlenmek için fabrikaya yahut atölyeye götürülmelidir. Mahsulünü bir gün içinde satamayan köylü çoğunlukla Koza Han’a yakın arabacı hanlarında konaklamak zorunda kalırlar. Mahsulünü satan üretici şehirden evine götürmek üzere belli başlı ürünler alır, çocuklarını üretime yaptıkları katkıdan dolayı ödüllendirmek için onları köfte-kebap yahut dondurma yemeğe götürür. Üretime katılan fakat koza satışında bulunamayan aile bireyleri için şehirden hediye almak da adettendir. Şehirden köye götürülen hediyeler arasında elbiselik kumaş, ayakkabı, çamaşır, ziynet eşyası şehir ekmeği ismini verdikleri francala ekmek, simit, yaşadıkları köyde yetişmeyen meyve-sebze çeşitleri ve koza şekeri bulunur. 81 E Resim 5: Meryem Zeybek ile ropörtaj yaparken (Kestelek Köyü, 31.05.2012) ŞEHIR & TOPLUM ISSN: 7897678343213 Resim 6: İkinci yaş ipek böcekleri zamanına denk gelmektedir. Bu bağlamda kozadan kazanılan paranın bir kısmı bu ürünleri biçtirmek amacıyla adam tutmak için kullanılmaktadır. Bunun haricinde aynı dönemde tütün ekimi de yapıldığı bilinmektedir. İpek böcekleri beslenirken, bir yandan da köylü tütün filizlerini eker. Tütün mevsimi bittiğinde ise yazlık sebzeler ekilecek, yazlık sebzeleri kışlık sebzeler takip edecek ve böylece zirai döngü bir sonraki bahara kadar işleyecektir. Kozadan Elde Edilen Gelirin Değerlendirilmesi 82 E Yaklaşık 40 gün gibi bir süreçte ürünün yetiştirilmesi ve satılarak nakde çevrilmesi göz önüne alındığında, koza üretimi zahmetinin yanında oldukça karlı bir iştir. Somut olarak fark edilmeyen ancak yapılan görüşmeler neticesinde anlaşılan köylünün zirai döngüsü içinde koza hem bir ara gelir kaynağı, hem de tarımsal sermaye olarak kullanılmaktadır. Kış boyunca köy bakkalından alınan malzemelerin parası çoğunlukla koza satılınca ödenir. Köy bakkallarının veresiye defterlerinde koza parası zamanı ödenecek ibarelerinin bulunduğu çalışmalar esnasında ulaşılan bilgilerdendir. Koza, zirai döngü içinde tarımsal sermaye olarak değerlendirildiğinde ise şunlar karşımıza çıkmaktadır: Öncelikle koza satış zamanı, buğday-yulaf-arpa biçme Büyük koza üreticileri, elde ettikleri gelirin bir kısmını menkul ya da gayrimenkul yatırımlar için de kullanırlar. Düğün-nişan gibi merasimler koza mahsulünün satıldığı döneme denk getirilir. Dolayısıyla özellikle Haziran-Temmuz arası Koza Han ve Kapalı Çarşı bölgesinde ekonomik hareketlenme yaşanır. Sonuç Yüzlerce yıllık tarihi mirasımızın bir öğesi olan “ipek üretimi” sosyal, kültürel ve ekonomik süreçleri kapsamaktadır. Üreticinin gündelik yaşamını etkilemesinden, mahsulden elde edilen gelirin değerlendirilmesine, kozadan ipek çekilmesinden, çekilen ipeklerin kumaş haline getirilmesine kadar geçen süreç ipeğin maliyetini arttırmakta ve onu lüks tüketim ürünleri arasına sokmaktadır. Özellikle 1992’den sonra gümrük politikalarındaki değişim, üreticinin desteğinin kesilmesi, artan sanayileşme gibi sebeplerle kozacılıktan uzaklaşan üretici, böcekler için temel ihtiyaç olan dut ağaçlarını dahi sökerek bu işten tamamen uzaklaşmışlardır. Bugün devletin ve Kozabirlik’in de destekleri ile yeniden canlandırılmaya çalışılan kozacılığın en S I:2 H IR N 2 1 önemli sorunlarından birisi yetişmiş ağacın bulunmaması ve ipekli ürünlerin eskisi gibi tercih edilmemesidir. 1900’lerden itibaren kumaş dokumacılığından halı dokumacılığına kayan sektör, bugün hammadde temini konusunda yerli kaynakları değil yabancı kaynakları tercih etmektedir. Tüm bu faktörler kozacılığı tehdit etmektedir. Bunun yanında az sayıda üretim yapan merkezden uzak köylerin sayısının desteklerle arttırılmaya çalışıldığı da görülmektedir. Ek-I: ŞEHIR & tane, onlar çıktı kelebek oldu. Çiftleştiler, tohum verdi. Ama verimli olmuyor. Koza üretirken uğurlu veya uğursuz olduğuna inandığınız şeyler var mıdır? Böcekleri göstermek istemezdik. Nazar değiyor derler. Hele üçüncü uykudan sonra kimseye böcekleri göstermezlerdi. Davulgu Dede vardı bizim orada. Kadınlar hıdrellez günü böcekleri koyunlarına alırlar, gezirirler ve Davulgu Dede’ye götürürlerdi. Böcekler iyi olsun diye, hasta olmasınlar diye yapılırdı. Çekirge’de evliya kurnasından su alınırdı bir şişe, ağzını bağlardık sıçanlar yemesin diye, böcek beslenen odaya bırakılırdı. Kozalar toplandıktan sonra suyu tekrar götürür evliya kurnasına dökerdik. Yine dut saplarını birbirine bağlar halka yapardık. Üç İhlas, bir Fatiha okunurdu, onu da böceklerin olduğu odaya asardık. Sıçanların ağzını bağladık derdik, onu odaya asardık. 17.12.2011 tarihinde Kayapa Köyü’nden Hatice Ertürk ile Yapılan Röportaj Koza Han’a kozaları satmaya siz de gidiyor muydunuz? Gidiyorduk evet. Çocukları götürürdük. O bir şenlikti artık. Dondurma yerdik, salatalık alırdık. Akide şekerleri alırdık. Sıçırtma13 yaptınız mı hiç? Bir defa yaptım. İri kozaklar kalmış birkaç 13 Kelebeklerin kozadan çıkarak çiftleşmeleri ve yumurta bırakmalarına müsaade edilmesine verilen isim. Bu yolla elde edilen tohumlar kalitesiz ipek yapacak böceklerin oluşmasına sebep olur, verimi düşürür. 83 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM Ek-II: 10.12.2011 Tarihinde Hasanağa Köyü’nden Kadri İlhan İle Yapılan Ropörtaj Yılda ortalama kaç kutu besliyordunuz? Aşağı yukarı 9 kutu besliyordum. Kutu başına ortalama kaç kilo koza elde ediyordunuz? Ortalaması 25 kilo. Tohumları nereden alıyordunuz? Tohumları enstitüden14 veya kooperatifinden15 alıyorduk. Tohum fışkırtmayı16 nasıl yapıyordunuz? 84 E Fışkırtma çeşit çeşitti. En iyisi tabla vardır altı siyah bez. Aşağı yukarı 12 santim genişlik 30 santim uzunlukta bir tabladır bu. Bu siyah bezin üzerine kutu böceği dökeriz. Onu tohum kutusuyla elimizi 14 Tarım Bakanlığı’na bağlı Bursa İpekböcekçiliği Araştırma Enstitüsü 15 Görükle Tarımsal Kalkınma Kooperatifi 16 Tohum fışkırtma, inficar. sürmeden incecik yayarız. Oda sıcaklığını aşağı yukarı tahminime göre 24-25 derecede tutarız. Bu kuluçkaya girdiği zaman bir hafta içinde kendiliğinde canlanma başlar. Hareketlenir canlanır yumurtayı deler. Deldikten sonra içinden karınca gibi böyle kıllı bir mahlûk böcek çıkar. Ondan sonra dut bahçeleri vardır, dut bahçelerinden yaprakları keseriz bıçakla koyarız. O yaprakları bütün bütün o fışkırtının üzerine koyarız. O kokuya hayvanlar hemen gelir. Kerevetleri kurarız. Kerevetlerde böcek kâğıdı derler böyle yağsız kâğıtlar onları yayarız. O yaprakları birer birer alıp kerevetlere koyarız. Kerevetlere koyduktan kelli o yaprakların suyuyla 24 saat beslenirler. Tekrar böcek yaprağını alırız birer birer ayırdıktan sonra bıçakla kıyarız parçalarız yani. Kıydıktan kelli böyle un sepeler gibi sepeleriz. O böcek kendiliğinden dağılır. Arada bir hafta geçer sonra uyku denen uykuya yatar. Ondan sonra yaprağı yemez altına pusar. 24 saat sonra tekrar uyanır. Kılıf değiştirir. Kılıfını atar içinden başka çıkar. Karınca kadar olan böcek aşağı yukarı 1-2 santim büyür. Ondan sonra o böcek tekrar yem veririz o böcek dağılır. Dağıldıktan kelli aradan bir hafta geçer. Bir haftadan sonra böcek tekrar uykuya yatar. Yine yemini keseriz. Ama yaprağı hep parçalar da veririz. İkinci uyku deriz buna. Tekrar uyandığını zaman tekrar kılıf değiştirir. Ondan sonra böcek beş santimse bu sefer sekiz santim olur. Kâğıdın üzeri dar gelmeye başlar. Biz onları alırız bu yandaki temiz kâğıdın üzerine koyarız. Pis kâğıt böceği hasta yapar o yüzden onu atarız. İki metre olan yeri genişletiriz. Böcek büyüyor çünkü. Haftada tekrar uyur biz buna küçük uyku deriz. O uykudan sonra aynen S I:2 H IR N 2 1 gider yemi kesilir. Böceklerin başları kocaman olur, ağızları da bağlı olur. Orayı açar oradan kılıf çıkar. Velhasıl üçüncü uykudan sonra uyandığı zaman üzerine dal koyarız altını alır tekrar temiz kâğıda koyarız. Bir kerevet üç kerevet olur. Üçüncü uykudan sonra 8-10 santim olur. İki gün falan uyur böcek, yemez. Uyandıktan sonra yeniden dal koyarız ve yahut da ben azıcık da fenni baktım. Şimdi naylonlardan böyle örgü şeyler vardı. Un eleği gibi böyle delik delik vardı. Hala var onlardan. Onu bu kerevetin üzerine koyardık. Koyduktan sonra mesela bunun üzerine yaprağı koyardık. Böcek onun üzerine çıkar. İki gün bunu dağıtmadan yemlerdik. Yaprağı alır başka kağıda koyarız. Kolaylık olurdu altta böcek kalmazdı. Böcek çoğaldı artık. İyi bakıldığı zaman çıkışından 27. veya 28. gün askı dikilir. Hava şartları çok önemli. Havalar serin giderse askıyı geç dikeriz. En son dördüncü uykudan kalktığı zaman dut yaprağını verdiğinde şarıl şarıl yer. Mandadan fazla yer affedersiniz. Ben o zaman kendim beygir koşuyordum. Günde üç araba dolusu yaprak getiriyordum yetmezdi mübarek hayvana. Sizin dutluğunuz var mıydı eskiden? Kaç dönümdü? Derleyip toplarsan 7-8 dönüm bahçe vardı. Ekseriyetle tarla kıyılarına ekerdik. Tarla kıyılarında hem zararlı olmaz hem dutlar çok gelişir. Çünkü serbest. Dutlar duruyor mu? Duranları var. Tarla kıyılarından olanlar duruyor. Kozadan kazandığınız parayı nereye harcardınız? ŞEHIR & O zamanlar babalarımız kozağı sattığı zaman nişanımı yapıyordu babam. Tütünü sattığı zamanda düğünü yapıyordu. Öyle yerlere harcıyorduk. Kozağı sattığım zamanda ben eşime üç tane beşibirlik yaptığımı biliyorum. Hemen sarrafa gider beşibirlik yaptırırdık ya da çocuğuma nişan hazırlığı yapardık Kozaları nereye satıyordunuz? Kozahan’da tüccara veriyorduk. Sıçırtma yapıyor muydunuz? Böcekleri tohuma bırakıyor muydunuz? Yok, onu biz yapamayız. Onu ancak enstitü yapardı. Böcek beslerken uğurlu ya da uğursuz olduğuna inandığınız şeyler var mıydı? Çok nazara gelen bir hayvandır. Hele rahmetli anam vardı, böcekleri kimseye göstermezdi. Misafir dahi gelse böcek odasına sokmazdı. Siz bu işten en çok ne zaman para kazandınız? 75 senesine kadar kozacılık çok para kazandırdı. Ne zaman bitti? 96 senesinde bitti. Ben işi bıraktım. Neden bitti peki sizce? Rusya dağıldı. Oradan Azerbaycan, Nahcivan demokrasiye geçti. O yanda bu ipekçilik çok olduğu için onlara kapıları açtık. Oradan gümrüksüz ipek hatta kozak geldi. Buradaki adam pasif kaldı. Ondan sonra da bu iş çığırından çıktı. 85 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM Böcek beslediğiniz odaları nasıl temizliyordunuz? Böcek tutacağınız odayı en az 10 gün evvel odayı tamamen yıkar temizler badana yaparız. İkincisi; göz taşıyla iki tarafa tahtalara göztaşının suyunu sepelerdik. . Askı olarak ne kullanıyordunuz? Askı olarak ekseriyetle pıynar, hardal, meşe dalları dikeriz. Kaç gün çalışıyordunuz bu işte? 45 gün. Kozaları buradan Kozahan’a nasıl götürüyordunuz? Köy otobüsleri vardı otobüslerle götürürdük. Daha evvelinden eşeklerle götürürdük. Bu işi yaparken komşular arasında yardımlaşma olur muydu? Mesele bu komşu bana gelir benim son zamanda yaprak çoğalınca gelir yardım eder. Koza toplarken yardım eder. 86 E Görsel Kaynakça 1. Resim 1 – Resim 6 İsmail Yaşayanlar fotoğraf arşivi S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & 87 E ŞEHIR & TOPLUM MAKALE 88 E ISSN: 7897678343213 S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & R I E NIN EN EŞ E ENE I I E BURSA KENTSEL DÖNÜŞÜM ÖRNEĞI Zeynep Arslan * İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra iktidarlarca benimsenen ekonomi politikalarıyla birlikte Türkiye; fiziksel izlerinin bugün dahi kentsel mekânlarda gözlemlenebildiği, hak ihlallerinin zaman içinde hak, yasa ihlallerininse yasa doğurduğu, beraberinde birçok sosyal problemi de getiren ve geçen 60 yıllık dönemde gerek politika üretilemediği için piyasa mekanizmasına bırakılan konut sorunu, gerekse de bu hususta üretilen politikaların yetersizliği sebebiyle, ortaya çıkan farklı mülkiyet tipleri sebebiyle günümüz koşullarında çözümü daha da güçleşen bir kentleşme süreci deneyimlenmiştir. * Marmara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü Araştırma Görevlisi Türkiye, 1947 yılında önerilen ve 19481951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı Marshall Planı yardım paketinden yardım alan 16 ülkeden biridir. 1948-1951 yılları arasında toplam 137 milyon dolar yardım almış, savaş sebebiyle düşen tarımsal üretimi ve buna bağlı ihracat gelirlerini arttırmak amacıyla, parti tabanını da göz önünde bulunduran Demokrat Parti, Ziraat Bankası aracılığıyla ucuz krediler sağlayarak köylünün makine alması amaçlamıştır. Dönemin başbakanı Menderes bu politikayı şu sözlerle dile getirmiştir: Türkiye’nin %80’i köylerde yaşıyor. Köylerde üretim toprağa bağlıdır. Toprak iyi tohum ister, gübre ister, makine ister, 89 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM Tablo 1. 1927- 2014 Dönemi Kır ve Kent Nüfusu ile Yüzdeleri Yıl Toplam Nüfus Kent Nüfusu* Kır Nüfusu Sayı % Sayı % 3.305.879 24,2 10.342.391 75,8 13.648.270 3.802.642 23,5 12.355.376 76,5 16.158.018 4.346.249 24,4 13.474.701 75,6 17.820.950 4.687.102 24,9 14.103.072 75,1 18.790.174 5.244.337 25 15.702.851 75 20.947.188 1955 6.927.343 28,8 17.137.420 71,2 24.064.763 8.859.731 31,9 18.895.089 68,1 27.754.820 1965 10.805.817 34,4 20.585.604 65,6 31.391.421 13.691.101 38,5 21.914.075 61,5 35.605.176 16.869.068 41,8 23.478.651 58,2 40.347.719 19.645.007 43,7 25.091.950 56,1 44.736.957 26.865.757 53 23.798.701 47 50.664.458 33.326.351 59 23.146.684 41 56.473.035 44.006.274 64,9 23.797.653 35,1 67.803.927 49.747.859 70,5 20.838.397 29,5 70.586.256 56.222.356 76,2 17.500.632 23,7 73.722.988 71.286.182 91,8 6.409.722 8,2 77.695.904 1927 1935 1940 1945 1950 1960 1970 1975 1980 1985 1990 2000 2007 2010 2014** * 1927-1990 yılları arasında nüfusu 10.000’in üstünde olan yerleşim yerleri; 2000 yılından itibarense il ve ilçe merkezleri kentsel nüfus olarak kabul edilmiştir. **2012 yılında kabul edilen ve 2013 yılında yapılan mahalli idareler genel seçimiyle birlikte yürürlüğe giren 6360 sayılı kanunun getirdiği yeni düzenlemeyle birlikte büyükşehir belediye sınırları il sınırlarına genişletilmiş böylece il sınırları içerisinde köy ve belde kalmadığı için bu kapsama giren illerde ki kır nüfusu da kentsel nüfusa dâhil edilmiştir. 90 E sulama ister Köylümüz bunları bir başına yapamaz. Devlet olarak buna elimizi uzatmamız gerekli. Ziraat Bankası yoluyla, kooperatifler yoluyla ucuz faizli krediler sağlayacağız. Köylüler bunu kullanarak makine alacak1. Marshall Planı kapsamında Türkiye’nin 1 Celal Bayar, Başvekilim Adnan Menderes, Der: İsmail Bozdağ, 1. Basım, Baha Matbaası, 1969, s137. aldığı yardımların başında büyük ölçüde tarımsal malzeme ve mekanizasyon gelmiş, özellikle traktörlerin ülke topraklarına girmesiyle birlikte üretim hızlanmış, meralar ve diğer kırsal alanlar daha fazla üretim amacıyla ekili alanlara çevrilmiş ve küçük, bağımsız çiftçilerin güçlenmesiyle aile içi üretim modeline geçilmiştir (Oktar, Varlı 2010). Meraların ekili alanlara dönüştürülmesinden en çok hayvancılık sektörü etkilenmiş, özellikle de geçimini otlakçılıktan kazanan kesim zarar görmüştür. Bunun yanı sıra daha önceleri ekonomik sebeplerle bir araya gelerek üretim yapan ve ortakçılık olarak geçen üretim modeli terk edilmiş, ortakçılar da zarar gören kesime dâhil olmuştur. Böylece, tarımda makineleşme akımına ayak uydurarak traktör sahibi olamayan, meraların azalmasıyla otlakçılık yapamayan ve aile içi üretim modeline geçilmesiyle işleri sekteye uğrayan ortakçılık yapan kesim, kırdan kente göç eden ilk dalgayı oluşturmuştur. Tarım sektörünü kalkındırmaya ek olarak, sanayi sektörünü de geliştirmek o dönemin ekonomik politika hedeflerinden biri olmuş, devlet destekli özel sektör öncülüğünde ithal ikameci sanayileşme stratejisi benimsenmiştir. İthal ikameci sanayileşmenin özelliklerinden biri de esas olarak yurt içindeki pazarı önemsediği için, bu malları tüketecek bir tüketici kitlesine ihtiyaç duyulmasıdır bu bağlamda üretim esnasında işçilere ödenecek olan ücretler maliyet unsuru olmanın yanı sıra aynı zamanda birer talep unsurudur (Eşiyok, 2004). İthal ikameci sanayileşme modelinin benimsendiği 1950’lerden, 1970’li yılların ortasına kadar devam eden dönemde kırdan kente S I:2 H IR N 2 1 gelen göç dalgası, sermayenin ihtiyaç duyduğu ucuz iş gücünü karşılamış aynı zaman da tüketici kitlesi arasında yerini almıştır. Tüm bu gelişmelere ek olarak, kentlerde hali hazırda ikamet eden orta sınıf 1940’larda dahi konut stoku problemi yaşadığını ve kentlerde zaten var olan bu problemin gelen göçlerle birlikte kentlerdeki önlenemez nüfus artışıyla daha da kötüleştiğini söylemek mümkündür. Hatta, orta sınıfın konut problemini çözmek amacıyla kat mülkiyeti kavramı gündeme getirilmiştir. 1948 yılında parlamentodan geçemeyen kat mülkiyetine ilişkin kanun teklifi 1954 yılında tekrar gündeme getirilmiş ancak 1960 darbesinden sonra, 1965 yılında kabul edilen irtifa hakkı ve kat mülkiyeti neredeyse 30 milyon konutu ilgilendirmiş ve 1966 yılında yürürlüğe girmiştir (Tekeli, 2012). Kentlerdeki mevcut nüfusun bile konut stoku sorunuyla karşı karşıya kaldığı yıllarda, kırdan kente göç eden nüfusun kentlerde yaşadığı konut bulma sorununun boyutları anlamak için Tablo 1’de yer alan nüfus bilgileri ve kent nüfusundaki değişimin yüzdeleri yol gösterici olacaktır. 1950’li yıllardan itibaren kent nüfusu dramatik bir artış gösterirken, kır nüfusu da aynı zamanda azalarak artmaya devam etmiştir. 1980’li yıllara kadar ülke nüfusunun yarıdan fazlası kırlarda yaşarken bu gösterge 1980’den son tersine dönmüş ve 1985’ten nüfusun yarıdan fazlası kentlerde yaşamaya başlamıştır. 2013 yılı itibariyle hayata geçen yeni yasal düzenlemeyle birlikte Türkiye’de kentlerde ikamet eden nüfus %77’den %92’ye yükselmiştir. ŞEHIR & Tablo 2. Yıllara göre Türkiye’de Gecekondu Sayısı ve Gecekonduda Yaşayan Kentli Nüfus Yıl Gecekondu Tipi Konut (Birim) Gecekonduda Yaşayan Kentli Nüfus (%) 1950 50.000 4,7 1960 240.000 16,4 1965 430.000 22,9 1967 400.400 - 1968 450.000 - 1969 - 23,2 1970 600.000 23,6 1980 1.150.000 26,1 1990 1.750.000 33,9 1995 2.000.000 35 Kentlere gelen yoğun göçle ortaya çıkan barınma ve konut ihtiyacı mevcut konut stokuyla çözülememiş, buna paralel olarak bu amaçla bir konut politikası oluşturulmayarak sorunun piyasa mekanizmasına bırakılması, göçle gelenlerin bu sorunun çözümüyle kendi yöntemlerince başa çıkmasına sebep olmuştur. Ortaya çıkan hemşehri ağları ve diğer enformel ağlarla birlikte hazine arazilerinde ve imarsız alanlarda gecekondu tipi konut inşası başlamış, dönem dönem yıkımlar olsa da Tablo 2’de görüleceği üzerine gecekondu sayısı ve gecekonduda oturan nüfus kent nüfusundaki artış da göz önünde bulundurulunca ciddi oranda artış göstermiştir. Yıllar içinde gecekondu yapımının önüne geçilememiş aksine geliştirilen patronaj ilişkileri ve çıkarılan imar aflarıyla birlikte gecekondu tipi konutlarda çok katlı apartmanlaşmaya dahi gidilmiştir. 1953 yılında çıkarılan 6138 sayılı Bina Yapımını Teşvik ve İzinsiz Yapılan Binalar Hakkında Kanunu takip eden 1966 tarihli 775 sayılı gecekondu 91 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM kanunu ve 1976 tarih 1990 sayılı, 1983 tarih 2805 sayılı, 1984 tarih 2981 sayılı, 1984 tarih 2985 sayılı, 1986 tarih 3290 sayılı, 1987 tarih 3336 sayılı ile 2012 yılında çıkarılan ve 2B yasası olarak bilinen 6444 sayılı af kanunları özellikle gecekondu kanunu olarak bilinen kanunlar olup 3184, 5162, 5216, 5302, 5366, 5392, 5706, 6306 sayılı kanunlarda da gecekondulara ilişkin düzenlemeler bulunmaktadır. Çıkarılan af kanunları, gecekondu tipi konutlara ve kaçak yapılaşmalara imar affı gelmesi üzerinden hak sahipliliği yaratması sebebiyle yıllar içerisinde gecekondulaşmayı önlemekten ziyade insanlar üzerinde neredeyse özendirici bir rol oynamıştır. Bursa, her zaman için nüfus itibariyle büyük şehirlerden biri olmakla birlikte Türkiye kentleşme deneyimini batı bölgesinin gerek göç alan gerek de göç veren şehirlerinden biri olarak bizzat deneyimlemiştir. Tablo 3. 1950-2014 Dönemi Bursa Nüfusu Yıl 1950 1960 1965 1970 E - 420.456 Kent (İl ve İlçe Merkezleri) - 335.048 Toplam 103.818 153.866 755.504 431.222 416.662 847.884 454.533 507.106 961.639 1980 511.582 636.910 1.148.492 1990 2007 459.877 1.979.999 2.439.876 0 2.787.539 2.787.539 1975 92 Kır (Belde ve Köy) 1985 483.921 840.094 1.324.015 445.332 1.157.805 1.603.137 2000 494.200 1.630.940 2.125.140 2014 Tablo 3’de sunulan veriler ışığında Bursa’nın yıllar içinde aldığı göç ve kır- kent nüfusundaki değişimi gözlemlemek mümkündür. 1. Beş Yıllık Sanayi Planı kapsamında aldığı teşviklerle 1925 yılında Bursa Dokumacılık Fabrikası, 1938 Yılında Bursa Merinos Fabrikası ve Gemlik Suni İpek Fabrikası kurulmuştur. Bursa hızlı endüstrileşme ve kentleşme deneyimini tecrübe eden şehirlerden biri olmuş ve 1950’li yıllara kadar özellikle tekstil sektörüne yapılan yatırımlar ve 1960’li yıllardan sonra da otomotiv sektörünün gelişmesiyle birlikte büyük bir işgücü ihtiyacı doğmuştur (Taş, 2015). 1961 yılında Devlet Planlama Teşkilatı’nın yaptığı araştırmada Bursa, İstanbul, Adapazarı, Adana, Mersin ve Zonguldak illeriyle birlikte sanayi alanı için uygun şehirlerden biri olarak seçilmiş ve 1961 yılında Bursa Organize Sanayi Bölgesi türünün ilk örneği olarak hayata geçmiş ve 1966 yılında resmi olarak hizmet vermeye başlamıştır. Tablo 3’de de görüleceği üzere 1960’lı yıllarda aldığı göçlerle birlikle Bursa nüfusunda bir sıçrama yaşanmış, 1950’den 1965 yılına kadar geçen 15 yıllık süre zarfında neredeyse 7 kattan daha fazla bir artış göstermiş, günümüze gelindiğindeyse Bursa nüfus bakımından Türkiye’nin en büyük dördüncü şehri konuma gelmiştir (TUİK 2013). Tüm bunlara ek olarak ifade etmek gerekir ki Bursa sadece yurt içinden gelen göçlere maruz kalmamış, kendi içinde de sunduğu iş imkânları ve yoğun işgücü gereksinimiyle birlikte kırdan kente göçe maruz kalmıştır. 1960’li yıllara kadar daha çok kültür, tarım ve sanayi merkezi olarak gelişen Bursa, 1960’lı yıllardan itibaren daha çok S I:2 H IR N 2 1 bir sanayi şehri olarak anılmıştır. Endüstrileşmenin getirdiği bu yoğun nüfus artışı şüphesiz ki konut alanlardaki değişikliği de beraberinde getirmiştir. Türkiye genelinde çoğunlukla imarsız alanlarda görülen kaçak yapılaşmadan farklı olarak, Bursa sanayiye yakın ve yerleşilecek imarlı alan olmasına rağmen kaçak yapılaşmanın en çok görüldüğü şehirlerden biridir. ŞEHIR & ti ve Yakın Çevresi Nazım Planı yapılmış ancak Bursa’nın hızla artan nüfusu ve Bursa’nın tarihi dokusunu korumak sebebiyle yeni imar planına ihtiyaç duyulmuş ve 1984 yılında 1/5000 ölçekli imar planı hazırlanmıştır. 1990 ve 1995 yıllarında yapılan planlar 1/5.000 ve 1/25.000 ölçekli imar planlarının revizyon imar planı olarak gerçekleşmiş, 1998 yılında ise 1/100.000 ölçekli Bursa Çevre Düzeni Planı yeni yerleşim alanları açmak ve mevcut alanlardaki plansız gelişmeyi önlemek amacıyla Bursa 2020 Çevre Düzeni Planı olarak kabul edilmiştir. Resim 1: Piccinato Planı (Kaynak: Bursa Kent Raporu-2009, TMMOB Şehir Plancıları Odası Bursa Şubesi) Bursa’nın ilk planı 1924 yılında Karl Löcher tarafından Ebenezer Howard’ın bahçe-şehir akımından esinlenerek yapılmış fakat mevcut kullanımları göz ardı eden bir planlama yaklaşımı olduğu için Bursa kentsel alanının şekillenmesinde bir rol oynamamıştır. 1938-1944 yıllarında uygulamaya konan ve Hausmann’ın Paris planına benzerlikler taşıyan ikinci plansa 1940 yılında Henri Prost tarafından yapılmış ve ana yollar bu planla belirlenmiştir. Luigi Piccinato danışmanlığında bütüncül planlama anlayışıyla 1960 yılında hazırlanan 1/4.000 ve 1/10.000 ölçekli imar planları aynı zamanda Bursa Organize Sanayi Bölgesinin kurulacağı düzlemi de belirlemiştir. Ancak yaşanan aşırı göç imar planlarının önüne geçmeyi başarmıştır. 1976 yılında 1/25.000 ölçekli Bursa Ken- Resim 2: 1984 İmar Planı (Kaynak: Bursa Kent Raporu-2009, TMMOB Şehir Plancıları Odası Bursa Şubesi) 1998 yılında yapılan bu plan 2003 yılında 1/100.000 Ölçekli Metropoliten Alan Planı olarak değiştirilmiş ve onaylanmış ancak farklı idarelere verilen plan yapma yetkisi sebebiyle iki plan da farklı idarelerce üst ölçekli plan olarak kabul edilmiş ve uygulamalar yapılmıştır. Bu bağlamda Bursa Büyükşehir Belediyesi 1998 yılında yapılan 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planını esas alarak 2006 yılında 1/25.000 ölçekli Nazım İmar Planlarını onaylamıştır. Bursa iline ait onaylanmış en güncel plan 2020 yılı 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı olup Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 2013 yılında onaylanmıştır. İmar planlarına ek olarak 2006-2009 yılına 93 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM ait ilk Stratejik Plan 2006 yılında Bursa Büyükşehir Belediyesince hazırlanmış bunu 2010-2014 ve 2015-2019 Stratejik Planları izlemiştir. Resim 3: Merkez İlçeleri içeren 1/25.000 ölçekli Merkez ve Batı Planlama Bölgesi 2006 Yılı Nazım İmar Planı 1987 yılında çıkarılan 3391 sayılı Kanunla birlikte Büyükşehir statüsü kazanan Bursa’da kent merkezi Yıldırım, Osmangazi ve Nilüfer olmak üzere üç merkez ilçeye ayrılmıştır. 2005 yılında çıkarılan 5216 Sayılı kanunla da Büyükşehir sınırları genişletilmiş; Gemlik, Mudanya, Kestel ve Gürsu ilçeleri de merkez ilçeler arasına katılmıştır. 2013 Yılında Çıkarılan 6360 sayılı kanunla büyükşehir belediye sınırlarının il sınırına genişletilmesiyle birlikte bugün, Bursa Büyükşehir Belediyesi 17 ilçeden oluşmaktadır. 94 Resim 4: Bursa Büyükşehir Belediyesi ve İlçe Belediye Sınırları E Osmangazi ilçesi ve yakın çevresi eskiden beri Bursa ilinin merkezi olmuştur. Uludağ’ın kuzey yamaçlarının uzandığı kentin güneyindeki tarihi kent merkezinden, kuzeyde Bursa Ovasına kadar geniş bir alana yayılmış olan yerleşim bölgesinde Uludağ’ın yamaçları olan güney yönünden doğu ve batı aksında çevrelemiş 20’ye yakın gecekondu mahallesinden oluşan gecekondu kuşağı bulunmaktadır (Çalışkan, Akbulak 2010). Özellikle ipek fabrikalarının kentin bu kısmında yer alan derelere yakın kurulması ve bu fabrikalarda işgücüne duyulan gereksinim gecekondu yerleşiminin bu bölgede yoğunlaşmasının temel sebeplerinden biri olmuştur (Dostoğlu, 2004). Bursa’daki gecekondu türü konut yapılaşmasının coğrafik izdüşümü Türkiye pratiğine benzerlik arz etmekte Erman (1997)’ın da vurguladığı üzere hem şehir merkezine yakın alanlarda hem de yüksek eğilimli ve akarsu yatakları gibi coğrafi olarak uygun olmayan alanlarda yaygınlaşmıştır. Ancak, gerek Türkiye ölçeğinde gerekse de Bursa özelinde gecekondu türü konutun yıllara göre gelişimine ilişkin net ve devamlılık arz eden veriler bulunmamaktadır. Özellikle kalkınma planlarında ulusal ölçekte bir konut politikası oluşturmak ve mevcut politikaların etkinliğini değerlendirmek maksadıyla değinilen gecekondu sorununa ilişkin veriler üç büyük il olan ve gecekondu türü yapılaşmanın daha yoğun olarak rastlandığı İstanbul, Ankara ve İzmir illerine ilişkindir. Bu bağlamda özellikle Bursa’nın kentsel gelişimine ilişkin veriler ve çalışmalar oldukça sınırlıdır (Çalışkan, Akbulak 2010). Bursa’da her ne kadar çeşitli yıllarda imar planları yapılıp, kaçak yapılaşmanın önüne geçilmeye çalışılsa da göçlerle meydana gelen konut ihtiyacının piyasa mekanizmasıyla karşılanamaması, kaçak yapılaşmanın imarlı alanlarda S I:2 H IR N 2 1 meydana gelmesine yol açmıştır. Özellikle imar planlarıyla birlikte açılan yeni yollar ve oluşturulan yeni mahallelerin çevrelerinde gecekondu mahalleleri oluşmuştur (Çalışkan, Akbulak 2010). Bursa’nın %60’ı plansız olarak gelişmiş yapılaşma alanına sahipken, kaçak olarak oluşmuş kentsel yapılaş alanın %76’sı 1/1000lik ve 1/5000 ölçekli imar planı olan arazilerde gerçekleşmiştir. Kaçak konut inşa etmeye yönelik girişimler ve göz yummalar sadece 2000 öncesine ait olmayıp, yıllar içinde gelişen ve kemikleşen patronaj ilişkisiyle birlikte 2000’li yıllara da taşınmıştır. Bu çalışma değinilmemekle birlikte patronaj ilişkilerinin kentlere verdiği zararın boyutunu anlamak açısından 16 Temmuz 2008 tarihli Milliyet gazetesi haberi örneği önemlidir. Bursa’da gecekondu yapmak isteyenlere yer temin ettikleri iddia edilen çeteye yönelik operasyonda, aralarında rüşvet alıp kaçak yapıya izin veren 6 belediye zabıta memurunun da bulunduğu toplam 15 kişi gözaltına alındı. Bursa Cumhuriyet Savcılığı, kaçak yapıların giderek arttığı merkez Yıldırım ilçesinde inceleme başlattı. Polis ekiplerinin yaptığı araştırmada, belediye zabıta memuru olarak çalışan Y.D….ve R.Y.’nin aldıkları 1500 ile 3 bin TL rüşvet karşılığı, kaçak bina yapan kişiler hakkında tutanak tutmadıkları ve bu kişilere, ‘Gönül rahatlığıyla binanı yap, güle güle otur’ dedikleri belirlendi (Çakır, 2011). Bu gelişmelere paralel olarak çıkarılan ve patronaj ilişkilerini güçlendiren imar aflarıyla birlikte Bursa’da müstakil mülkiyet yapısından ziyade hisseli ve özel hisseli mülkiyet yapısı gelişmiş, tek katlı ŞEHIR & yapılar çok katlı apartmanlara dönüşmüş ve yıllar içerisinde daha yoğun bir kentsel doku ortaya çıkmıştır. Gelişen bu patronaj ilişkisinin ve çıkarılan imar aflarının sonucu olarak kaçak yapılaşma gerçeği zaman içinde kanıksanmıştır. Bursa Büyükşehir Belediye sınırları içerisinde, 2004-2008 yıllarını kapsayan 5 yıllık dönemde 18.472 kaçak yapı zaptı tutulmuştur, bu zabıtları 8173’ü Osmangazi, 7329’u da Yıldırım Belediye sınırları içinde tutulmuş olup toplamda 2970 yapı yıkılmıştır (Bursa Kent Raporu). Yıllar içinde sayısı oldukça artan ve sanayinin ana ulaşım aksları boyunca yayılması kent merkezinin tarihi dokusuna bir hayli zarar vermiştir. Günümüzde Bursa’da tecrübe edilen ve hayata geçirilmeye çalışılan kentsel dönüşüm projeleriyle birlikte hem kentin kaçak yapı dokusundan arındırılması hem de kentin tarihi dokusunun yenilerek yeni bir kent kimliği oluşturulması amaçlanmaktadır. Resim 5: Bursa’daki Kentsel Dönüşüm Projeleri (Kaynak: Kentsel Dönüşüm ve Bursa Raporu üzerinden yazar tarafından güncellenmiştir) TBMMOB Şehir Plancıları Odası 2008 tarihli Kentsel Dönüşüm ve Bursa Raporu’na göre Bursa ili sınırları dâhilinde 10 kentsel dönüşüm projesi yürütülmekte ve yürütülen bu projelerden 9 tanesi Bursa Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisinde yer almakta, biri de Karacabey 95 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM ilçesi sınırların toplu konut projesi olarak yer almaktadır. Kükürtlü Dericiler Bölgesi Sıcaksu Kentsel Dönüşüm (KD) ve Gelişim Projesi (GP), Santral Garaj ve Çevresi KD vs GP, Emirsultan Camii ve Çevresi KD ve GP, Yalova Yolu KD ve GP halen daha İntam ve Çevresi KDP ile Gemlik Kayhan Mahallesi ve Engürücük Kentsel Dönüşüm Alanıyla birlikte Bursa Büyükşehir Belediyesi kentsel dönüşüm projeleri arasında yer almaktadır. Bunun yanı sıra aynı raporda yer alan ve Yıldırım Belediyesi tarafından yürütülen dört kentsel dönüşüm projesi tamamlanmıştır. Tamamlanan kentsel dönüşüm projelerine ek olarak Yıldırım Kentsel Dönüşüm Projesi Master Planı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylanmıştır2. Tamamlanan kentsel dönüşüm projeleri içinde en çok tepki çeken proje ise Bursa Osmangazi Doğanbey Kentsel Yenileme Projesidir. de tarifi imkânsız bir zarar verilmiştir. Yapılan plan değişikliğiyle 75-100kişi/ ha’dan 800 kişi/ha’ya çıkarılan yoğunluk sebebiyle gelecekte alt yapı kaynaklı birçok sorunla da karşılaşılabileceği meslek odalarınca öngörülmüştür3. Bursa Büyükşehir Belediyesi 2013 Faaliyet Raporuna göre Emirsultan Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında bölgedeki mevcut konutlar yıkılarak 4000m2 açık alan 50 konut ve 13 dükkânın inşa edilmiştir. Resim 7: Emirsultan Kentsel Dönüşüm Proje Alanı ve Meydan Düzenlemesi (kaynak: http://projeler.bursa. bel.tr/emirsultan-meydani.html) Resim 6: Bursa Doğanbey Kentsel Yenileme Projesi TOKİ Konutları 96 E Şekil 5’te yer alan görsellerden de anlaşılacağı üzere kent dokusuyla çelişen, çevresindeki emsallerin kat kat üzerindeki emsalle kadim şehrin tarihselliğine 2 http://www.yildirim.bel.tr/haber/haberler/kentsel-donusume-bakanliktan-onay/249.html http://www.olay.com.tr/bursa-haberleri/kentsel-donusum-projesi-master-plani/11816/erişim 01.03.2015 Osmangazi ilçesi sınırları içerisinde yer alan Santral Garaj Kentsel Dönüşüm Projesi 12 hektarlık bir alanı kapsamakla beraber 2004’te yarışmaya çıktığından bu yana yüksek rayiç bedellerden dolayı kamulaştırmaları yapılamayan binalar sebebiyle halen daha hayata geçirilememiştir. 3 http://www.bursamimar.org.tr/index.php?p=haberler&s=basin&lid=390 S I:2 H IR N 2 1 Çekirge Mahallesi İntam Kentsel Dönüşüm Projesi 2006 yılında yaşanan heyelandan sonra gündeme alınmış, anlaşılamayan hak sahiplerinin mülkleri için de kamulaştırma çalışmaları başlamış ancak 2015 yılı itibariyle proje henüz nihayete erdirilememiştir. Gemlik Kayhan Mahallesi heyelan sebebiyle yaşanan yıkımların ardından riskli binalar boşaltılmış ve 2010 yılında Gemlik Kayhan Mahallesi ve Engürücük Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje alanı ilan edilmiştir, TOKİ işbirliğiyle geliştirilecek olan proje onayıysa 2015 yılı itibariyle henüz gerçekleşmemiştir. Yalova Yolu Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi henüz hayata geçmemekle birlikte Osmangazi ilçesi Yalova yolu çevresinde Santral Garaj ve Yakın Çevre Yolu kavşağı arasındaki 9 mahalleden oluşmaktadır. Osmangazi Kentsel Dönüşüm Master Planına göre bu projeyle birlikte şehir merkezinde yer alan ve tarihi bölgeye kadar uzanan bu yolun yayalaştırılıp, raylı ve toplu taşıma hizmetlerinin geliştirilerek merkezden Merinos Kültür Merkezine kadar yeşil bir aks oluşturulması planlanmaktadır4. 4 http://www.osmangazi.bel.tr/sayfa.asp?mdl=projeler¶m=278 ŞEHIR & Resim 8: Yalova Yolu Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi (Kaynak: Bursa Büyükşehir Belediyesi 2012 Faaliyet Raporu ve Kentsel Dönüşüm Alanları Faaliyet ve Proje Bilgileri) Planlanan kentsel dönüşüm projelerine ek olarak tamamlanmış projeler arasında yer alan Bursa Merinos Kentsel Dönüşüm Projesi Bursa’da çalışmaları başlayan dönüşümün karakteristiğini anlamak bakımından önemlidir. Şekil 5’te de görüleceği üzere, kentsel dönüşüm projeleri özellikle eskiden beri kent merkezini oluşturan Osmangazi ve Yıldırım ilçelerini kapsamakta ve kenti her anlamıyla yeniden inşa etmeye yönelik projelerden oluşmaktadır. Merinos Yün Fabrikası 1933 yılında, Türkiye’ nin endüstrileşme çabalarının ilk girişimlerinden biri olarak Osmangazi ilçesinde İzmir- Ankara karayolunun kuzeyinde kurulmuş fakat yeni teknoloji ihtiyaçlarına yönelik yatırımların yapılamaması sebebiyle 1991 yılında özelleştirme programı kapsamına alınmış ve 2000 yılında Özelleştirme Yüksek Kurulunun kamu yararını gözettiği kararıyla 314.569 m2 lik alanı kültür, sanat ve spor alanı yaratılması için Bursa Büyükşehir Belediyesine devretmiştir (Polat, Erbil 2011). Bu dönüşüm sade- 97 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM ce fabrikanın kurulu olduğu alanı değil, yakınındaki iş merkezi ve gecekondu alanlarının dönüşümünü de sağlayarak Bursa merkezinde başarılı bir kongre ve kültür merkezi oluşturmaya başardı ve Bursa’nın sanayi kimliğini geri plana atarak stratejik planlarda da yerini alan yeni kimliğ;i çağdaş turizm kenti olma yolunda ilk ve en temel adımı da atmış oldu (Polat, Erbil 2013; Tomruki Akpınar, 2010; bursa.bel.tr; artitera.com). Bursa Merinos- Atatürk Kültür Merkezi dönüşüm projesinin tamamlanmasıyla birlikte özellikle uluslararası kongre merkezi olma yolundaki girişimiyle birlikte Hilton, Baia, Crowne Plaza gibi uluslararası zincir otellerle beraber yabancı sermaye de Bursa’da varlık göstermeye başlamıştır (Polat, Erbil 2013). 98 E Resim 9: Merinos Fabrikası ve Merinos Atatürk Kültür Merkezi (Kaynak: http://v3.arkitera.com/UserFiles/ Image/news/2006/09/20/manset1.jpg, http://fotograf.bursa.com.tr/galeri/ATATURK-KONGRE-KULTUR-MERKEZI-MERINOS-18-1024x682.jpg) Bursa’nın tarihi kimliğini yeniden canlandırarak kentin turizm kenti kimliğini pekiştirmeyi amaçlayan kentsel dönüşüm projelerine ve bu çalışmada yer verilmeyen birçok meydan yenileme projesine eşlik eden, heyelan riski altındaki alanların ve gecekondu mahallelerinin dönüştürülmesine yönelik kentsel dönüşüm projelerini şüphesiz ki olumlu karşılamak gerek. Ancak ne var ki Merinos ve Doğanbey projeleri, kentsel yenilemenin ve dönüşümün iki yüzünü de ortaya çıkarmaktadır. Çevre görüntüsünü güzelleştirmeyi ve daha sağlıklı konut ve yerleşim düzeni planlayan kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı ilan edilen alanların çoğunlukla imarlı alanlarda olup, mülkiyet bakımından hak sahipliliği problemi olmayan alanlardır fakat imar planı kararları gerektiği gibi uygulanamadığı için sağlıksız ve düzensiz yapılaşma sorunu ortaya çıkmıştır. Proje aşamasında belediye hak sahipleriyle anlaşma yolunu tercih etmekle beraber anlaşmanın sağlanamadığı hak sahiplerine ait taşınmazlar için kamulaştırma yoluna gidilmiştir. Kamulaştırması yapılacak olan taşınmazlar Bursa kent merkezinde kaldığı için rayiç bedeller yüksek çıkmakta ve kamulaştırma işlemleri tamamlanamadığı için projeler hayata geçirilememektedir. Diğer yandan kamulaştırma işlemleri tamamlanmış, 1/5000 ve 1/1000 ölçekli imar planı, zemin etüt ve ekspertiz raporu çalışmaları tamamlanmış olan ve TOKİ’yle imzalanan protokol kapsamında hayata geçirilen ve inşa edilen konutlar Doğanbey örneğinde olduğu gibi kent dokusuna ve siluetine zarar vermekte ve hayata geçirilecek olan diğer projelere kuşkuyla yaklaşılmasına sebep olmaktadır. Çok sayıda olan geniş alanlara yayılan projelerin farklı belediyeler tarafından S I:2 H IR N 2 1 ilan edilip uygulamaya geçirilecek oluşu, birbirinden kopuk ve bütünlük arz etmeyen dönüşüm alanlarıyla bir kentsel alan yaratma riski de taşımaktadır. Özellikle çevresel koşulların ve kent kimliğinin gözetilmediği, estetik yoksunu TOKİ konutlarının kent kimliğine vereceği zararla birlikte Bursa tarihi kimliğini yeniden canlandırmak isterken kimliksizleşme riskiyle karşı karşıya kalacaktır. ŞEHIR & Kaynakça 1. Çakır, Sabri (2011) Türkiye’de Göç, Kentleşme/Gecekondu Sorunu ve Üretilen Politikalar. SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi SDU Faculty of Arts and Sciences Sosyal Bilimler Dergisi Mayıs 2011, Sayı:23, ss.209-222. 2. Çalışkan Vedat, Akbulak Cengiz (2010) Bursa Kentine Yönelik Göçlerin Gecekondulaşma Sürecine Etkileri: Uludağ Yamacındaki Gecekondular. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi 3(12) s.115-122. 3. Dostoğlu, Neslihan (2004) Bursa’nın Kentsel Gelişimi. Bursa’da Yaşam. Mayıs s.52-68. 4. Ekici Yusuf (2012) Neoliberal Politikalar Ekseninde Doğal çevre Üzerinde Yaşanılan Mekânsal Değişim ve Dönüşüm: Bursa “Yeşil Şehir Örneği”. Mekânsal Değişim Dönüşüm. TMMOB Şehir Plancıları Odası s.807-824. 5. Erman Tahire (1997) Squatter Housing Versus Apartment Housing: Turkish Ruralto- Urban Migrant Resident Perspectives. Habitat International 28(1) s. 91-106. 6. Eşiyok, Ali B. (2004) Türkiye Ekonomisinde Kalkınma Stratejileri ve Sanayileşme. Türkiye Kalkınma Bankası A.Ş. s.3-21. 7. Küçükali Ufuk Fatih (2013) Risks Caused by the Spatial Formation of the Cıty of Bursa (Turkey) in Historical Process, Current Development Plans and Land Usages Based on Development Plans. 1st Annual International Interdisciplinary Conference AHC, Portugal. s. 376-385 8. Oktar, Suat; Varlı, Arzu (2010) Türkiye’de 19501954 Döneminde Demokrat Parti’nin Tarım Politikası. Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt XXVIII, Sayı I, s. 1-22. 9. Polat Sibel, Erbil Yasemin (2011) Trademark City Bursa: Merinos Park and Ataturk Culture and Congress Center. Ozean Journal of Applied Science 4(2) s.171-181. 10. Taş Nilüfer, Taş Murat (2015) Determining of the Local Housing Identity in Urban Transformation Areas Under Disaster Risk: Bursa, Turkey. Springer. Natural Hazards 75: 119-139 11. Tekeli, İlhan (2012) Türkiye’de Yaşamda ve Yazında Konutun Öyküsü (1923-1980). Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s. 61-63, 142-1433, 277-278 12. Tomruk Banu, Akpınar İpek (2009). Bursa Interrogated, Search For a New Urban Identity. International IAPS-CSBE& Housing Network, İstanbul, s.43-57. 99 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM 13. Tomruk Banu, Akpınar İpek (2010). Emerging Urban Dynamics: The Making of Public Spaces in Bursa. 14th IPHS International Planning History Society Conference, ITU Istanbul, s.103-117 14. Kentsel Dönüşüm ve Bursa Raporu (2008) TMMOB Şehir Plancıları Odası Bursa Şubesi s.20-37 15. Türkiye’de Konut Sorunu ve Konut İhtiyacı Raporu http://www.imo.org.tr/resimler/dosya_ekler/ 9ca6617c167713d_ek.pdf 16. Nüfus Projeksiyonları 2013-2075 http://www.tuik. gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=15844 17. Bursa 2020 Yılı 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı Plan Kararları ve Uygulama Hükümleri http://www.bursa.bel.tr/dosyalar/resimler/meclis_imar/105_100000_lekli_plan_deBursa_hkmler_ tarm_ve_orman__onama_snrl_tm_1003_2014onayl.pdf Görsel Kaynakça 100 E 1. Tablo 1 TUİK verilerinden yazar tarafından hazırlanmıştır, TUİK (www.tuik.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=1587) 2. Tablo 2 Kalkınma Raporu verilerinde yazar tarafından hazırlanmıştır. 3. Tablo 3 TUİK verilerinden yazar tarafından hazırlanmıştır 4. Resim 1 Bursa Kent Raporu-2009, TMMOB Şehir Plancıları Odası Bursa Şubesi 5. Resim 2 Bursa Kent Raporu-2009, TMMOB Şehir Plancıları Odası Bursa Şubesi 6. Resim 5 Kentsel Dönüşüm ve Bursa Raporu üzerinden yazar tarafından güncellenmiştir. 7. Resim 6 www.doganbeytokibursa.com/wp-content/uploads/2012/04/basbakan-dugumu-cozdu-doganbey-toki-de1.jpg, http://www.mimdap. org/wp-content/uploads/11030.jpg 8. Resim 7 http://projeler.bursa.bel.tr/emirsultan-meydani.html 9. Resim 8 Bursa Büyükşehir Belediyesi 2012 Faaliyet Raporu ve Kentsel Dönüşüm Alanları Faaliyet ve Proje Bilgileri 10. Resim 9 http://v3.arkitera.com/UserFiles/Image/ news/2006/09/20/manset1.jpg, http://fotograf. bursa.com.tr/galeri/ATATURK-KONGRE-KULTUR-MERKEZI-MERINOS-18-1024x682.jpg S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & 101 E ŞEHIR & TOPLUM MAKALE 102 E ISSN: 7897678343213 S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & RIN ŞEHRE I I I: BURSA YEREL YÖNETIMLERI ÜZERINDEN BIR OKUMA Yasemin Çakırer Özservet * Giriş Bir yerleşme biçimi ve bir topluluk türü olarak şehir insana hizmet eder ve ettiği oranda şehirdir, medeniyettir. Şehrin açık alanları her sınıf, kültür ve grubu kapsayan kamusal mekânları olarak şehir bütünü için önemli rol oynamaktadır. Şehirde kamuya açık alanlar, birey ve toplumun bir arada bulunmasına imkân veren, sosyal etkileşimin yoğun olduğu toplumun heterojen yapısını ortaya koyan ve grupları bir arada paylaşımda tutan mekânlardır. Elbette şehir içerisinde farklı profillerde, farklı gereksinmeleri bulunan topluluklar ve gruplar bulunmaktadır. Cinsiyet, yaş aralığı, etnik köken, fiziksel, zihinsel yeterlilik * Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yerel Yönetimler Bölümü Öğretim Üyesi ayrımı gözetilmeksizin her bireyin özgürce şehir mekânından faydalanabilmesi asıl olandır. Ülkemizde yaş grubu olarak nüfusun üçte birlik diliminden fazlasını temsil eden çocuk grubu adına şehirde daha özenli ve kapsamlı bir çalışma yapılması gerektiği ortadadır. Çocuğun şehir mekânında birebir her şeyiyle var olabilmesi, yaşamı boyunca sağlam bir temel oluşturması için çok önemlidir. Şehir bağrında çocuğu kucaklayabilirse o şehir insani özelliklere sahiptir denilebilir. Şehir mekânını belirli bir kullanıcı açısından anlamaya çalışmak bizlere önemli veriler sunar. Bugün bizler şehirleri nesne odaklı planlamadığımız için insanları mutlu etmeyen mekânlar üretmekteyiz ve yavaş yavaş şehrin içerisinde insani bir yaşamdan uzaklaşmaktayız. 103 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM Bu nedenle bu çalışma daha insani yaşamlar üretmek için şehrin yöneticilerinin dikkatini çocuk kullanıcıya (yani insanın özünü temsil eden gruba) çekmek arzusundadır. Çalışma, Bursa bütününde şehri mekânlarında çocuklara ayrılan alanları, çocuklara sunulan fırsatları, çocukların sundukları fırsatları yerelden sorumlu yerel yönetimler üzerinden anlamaya çalışmaktadır. Çocuk ve Şehir Mekanı İlişkisi Eskiden çocuklar, her yaştan bireylerin bir arada bulunduğu geniş bir aile içerisinde, sayıları çok fazla olmayan taşıtların olduğu, seyyar satıcılar ve oyun oynayan diğer çocuklarla bir arada bulunulan sokaklarda yaşardılar. Çocuklar komşularını ve mahallelerini keşfetme imkânına her zaman sahiptiler. Çok az bir özel mekân ve geniş; genel bir serbest mekân arasında yer alan bir hayata sahiptiler. Günümüz şehirlerinde yaşayan çocuklar ise bu yaşamın ve bu yerlerin tümüne yabancı durumdadır. Bugün bir kısmı kendisine ait bir odaya sahip; fakat hem odasında hem de şehrin her noktasında özgürlüğü kısıtlanmış şekilde nefes almaya çalışmaktadır. Günümüz çocukları mekânsızlıktan kıvranmaktadırlar. 104 E “Günümüzün, eğitilmiş, sakınılmış, hasta olunca tedavi edilmiş, izlenmiş, yönlendirilmiş ve hoş tutulup eğlendirilmiş çocuğu, evine ve ailesine ancak üretim dışı zaman dilimlerinde kavuşabilmektedir. Tehlikelerle dolu sokaklardan uzaklaştırılmış, avlu ve merdivenlerden püskürtülüp atılmış, komşularca unutulmuş, aile büyüklerinden, teyze ve amcalardan uzakta kalmış çocuk, artık yalnızca uz- manlaşmış ilişkileri, sınırlandırılmış bir mekanı ve düzenlenip denetlenmiş bir zamanı tanımaktadır”(Barre, 1984). Çocukların şehirde ihtiyaç duydukları fiziksel mekanlar bugün sağladığımızın çok ötesinde keşif duygusu verecek, merakı harekete geçiren bir karmaşıklık ve doğallıktır. Şehrin sokaklarında inmeye, tırmanmaya, mevsimleri algılamaya, sıcağı ve soğuğu tanımaya, ışığa ve gölgeye ve hepsinden önemlisi akıp giden zamanın yavaş yavaş bıraktığı izleri okumaya gereksinim duymaktadır”(Barre, 1984). Şehirleri yönetenler ve tasarlayan ekipler olarak biz bu bilincin ne kadarını yaşayabiliyor ve yaşatabiliyoruz sorusunu sormak gerekmektedir. Ülkemizde, ulusal bir çocuk politikası henüz oluşmadığı ve bir dizi çabanın da henüz ulusal düzeyde yerleşmiş bir bilince işaret etmediği için yerel yönetimlere ve topluma büyük görevlerin düştüğünü söylemek durumundayız. Yerel yönetimlerin sorumluluk alanında olan sosyal hizmetler politikasının içerisinde, yardım hizmetlerinin hemen akabinde çocuk ve aile refahı hizmetleri zaten yer almaktadır (SHGM, 1968:364). Yerel yönetimler, çocuklar için yaşanabilir çevreleri oluşturmak durumundadır ki birçok konuda hem probleme hem de çözüme en yakın kurumlar kendileridir. Dolayısıyla çocuk konusunda belediyelerin öncü olması oldukça önemlidir. Dünyada gelişmiş ülke örneklerinde de görüleceği üzere, yerele yönelik hizmetlerin karşılanmasında özellikle de çocuklara yönelik konularda, belediyelerin merkezi idareye göre daha etkin olması zorunluluk olarak görülmektedir (Çakırer-Özservet,2015a). S I:2 H IR N 2 1 ‘Çocuk Dostu Şehir’ Projesi, yukarıda sayılan kaygıların ve sorumlulukların farkında olunarak ortaya çıkarılmış ve yerel yönetimlerin çocuğa uygun ortamlar sunması amacıyla bir dizi yapılması gerekenler hatırlatması içeren projedir. Belediyeleri şehirlerinde çocuk odaklı çalışmalar yapmaya teşvik etmeye çalışmaktadır. IKEA ve UNICEF Türkiye Milli Komitesi’nin finansal desteği ile çocuk dostu politikalar ve programlar geliştirilmesi ve çocuk dostu mekânlar oluşturulması konusunda belediyelere çeşitli destekler vermektedir . ‘Çocuk Dostu Şehir’ Projesinde bir şehir, çocuk haklarını gözeten iyi bir idari sistemi öngören şehirdeki tüm hizmet birimleri aracılığıyla çocukların şehir yönetimine ve karar alma mekanizmasına aktif katılımını sağlayan, ilgili bütün kararları çocuk hakları perspektifiyle değerlendiren ve temel hizmetlere eşit erişim hakkı sağlamak üzere gerçekleştirilmesi gereken yapılanmalar ile etkinlikleri yaşama geçirmekle yükümlü olan şehirdir. Çocuk Dostu Şehir kapsamında çocuklar, düşüncelerini ve görüşlerini ifade etme hakkına sahip vatandaşlar olarak kabul edilmektedir. Bu durum, şehirlerin, kurumsal, yasal ve bütçesel reformlar yapmalarını ve çocukların ailelerinde, bulundukları semtlerde ve şehirlerde yaşam çevrelerini dönüştürmek için bir strateji geliştirmelerini gerektirmektedir (Riggio, 2002:45). ‘Çocuk Dostu Şehir’ girişimi bu düşüncenin hayata geçirilmesine olanak tanıyan bir proje olma özelliğine sahiptir. Çocuk haklarına yönelik sorumluluklarının farkında olan belediyelerin üzerinde düzenleme yapmaları gereken alanlardan genel olarak bahsedecek olursak; şehir ŞEHIR & hakkında karar vericilere etkide bulunma, nasıl bir şehir istedikleri hakkında düşüncelerini paylaşma, aileye, topluma ve sosyal hayata katılma, sağlık ve eğitim gibi temel gereksinimlere erişme, temiz suya ve sağlıklı besine ulaşma, şiddete ve kötülüklere karşı korunma, kendi alanlarında güvenli bir şekilde yürüme, arkadaşlarla buluşma ve oyun oynama, bitkiler ve hayvanlar için yeşil bir çevreye sahip olma, kirliliğin olmadığı bir çevrede yaşama ve kültürel ve sosyal etkinliklere katılma şeklindedir (Url1). Çocuk Hakları Stratejisi ve çocuk dostu olma durumu, çocuklar için gerçekten bir şeyleri değiştirmek amacıyla yeterli yetkinin sağlanması için yerel yönetimin en üst siyasi düzeyinde kesintisiz taahhütünü gerektirmektedir (Url 2). Çocukların şehre katılımı çocuk dostu olmanın temel dayanağıdır ve çocukları toplumun eşit ve katılımcı aktörleri haline getirmektir. Bu çalışmada çocukların şehirdeki aktivitelere ve şehre katılımları; Roger Hart’ın (1992) katılım merdiveni olarak tanımladığı ve içerisinde kullandığı gençlerin ve çocukların katılımı aşamaları ele alınmadan genel bir katılım ölçeği oluşturularak değerlendirme yapılacaktır1. Çünkü katılım merdiveninde bahsedilen ve katılımı temsil eden 4. basamaktan ötesi henüz ülkemizde çok az örneğe sahip olan aşamalardır. Birçok basamakla çok olumsuz bir tablo çizmek yerine ve hızlı çözüme ulaşmak adına daha genel bir ölçeklendirme tercih edilmektedir. 1 Buna göre, bir merdivenin basamakları şeklinde tanımlanan sekiz katılım aşaması bulunmaktadır ve ilk üç aşama katılımcı görünen ama aslında katılımcı olmayan aşamalardır. (Dekorasyon Aşaması, Sembolik Aşama, Görevlendirip Bilgilendirme Aşaması ) Dördüncü aşamadan itibaren katılımcılığa adım atılmış olunmaktadır. (Çakırer-Özservet,2014b) – (Kente Katmak) (Danışılma ve bilgilendirme aşaması). 105 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM Resim 1: Bursa metropoliten alan ve ilçeleri haritası Yöntem Çocuğun şehre katılımı üçlü bir ölçeklendirme üzerinden değerlendirilecektir. İlki katılımcı olmayan çabalar, yarı katılımcı çabalar ve katılımcı olan çabalar şeklindedir. 106 E Bu çalışmada kullanılan veri derleme yöntemi nitel araştırma yöntemlerinden medya tarama yöntemidir. Kullanılan ikinci yöntem de yerel yönetimlerin birebir erişilebilecek telefonla iletişim kanalından verileri derlemektir. E-posta yoluyla soru sormak üçüncü yöntem ve çok az ele alınan bir yöntem olarak benimsenmiştir. Çalışmada yer alan verileri yerel yönetimler medya araçlarını sağlıklı kullanıp kullanmadıkları açısından ele alarak da biz öz değerlendirme yapabilirler. Çalışmada, Bursa ile ilgili verilere öncelikle Bursa’nın ilçe belediyeleri ve Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne dair web siteleri taranarak başlanmıştır. İkinci aşamada, bütün belediyeler telefonla aranarak çocukla ilgili yaptıkları çalışmalar hakkında bilgi alınmaya çalışılmış, kendilerinden gerekli bilgiler yazılı olarak talep edilmiştir. Araştırma süreci yayılarak toplamda 2-3 ayı bulmuştur. Bursa İl Bütününde Çocuklara Yönelik Hizmetler Araştırması Bulguları Bursa ülkemizin nüfus açısından dördüncü sırada yer alan bir ildir. Ortalama hane halkı büyüklüğü 3,4 kişidir. Nüfus yoğunluğu Türkiye’nin ortalaması olan 101 kişinin 2,5 katı civarında ve 267 kişidir. Büyükorhan, Harmancık, Keleş ve Orhaneli son yıllarda az da olsa nüfus kaybeden ilçelerdir. Çocuk yaştaki nüfus oranı il bütününde %30 ile Türkiye ortalamasına (%33) yakındır (Url 3). Çalışmaya öncelikle Bursa metropoliten alanı üzerinden başlanılacaktır. Ardından diğer ilçelere değinilecektir. S I:2 H IR N 2 1 Bursa Büyükşehir Belediyesi’ ne ait web taramalarında, Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı çeşitli faaliyetlere rastlanmıştır. Bursa Büyükşehir Belediyesi Kent Konseyi’ne bağlı bir Çocuk Meclisi bulunmaktadır. Çocuk Meclisi üyeleri seçiminin demokratik yollarla olduğu ifade edilmiştir. Çocuk Meclisi’nin yaptığı çalışmalarda, çocukların bilinçlendirilmesine yönelik çeşitli çalışmalar göze çarpmaktadır. Toplumsal sağlık ve çevre sağlığı bilinçlendirilmesi, kariyer bilinci geliştirme eğitim programları, “Bir umut ol benim için” ve “Mutlu çocuk, umutlu kent” adı altında çocuk eğitim programları, çocuk hakları ile ilgili bilinçlendirme programları, çocuk işçiliğine karşı protesto gösterileri, çocuk istismarına karşı veli bilinçlendirme programları ve ayrıca çocuklar için düzenlenen şenlikler, tiyatro festivalleri faaliyetleri arasında yer almaktadır. Bursa Büyükşehir Belediyesi ile yapılan telefon görüşmeleri bilgi alma talebinin bilgi verebileceği düşünülen bir üst makama aktarılmasıyla ve görüşülecek kişilerin defalarca aranmasına rağmen bulunmaması ile sonuçlanmıştır. En sonunda ulaşılan kişinin e-mail geri dönüşü ile Bursa Büyükşehir Belediyesi Çocuk Meclisi Kitapçığı’na ulaşılmıştır. Çocuk Meclisi Kitapçığı’nda yer alan bilgilere göre; “çocuklara kendi sorunlarına sahip çıkmaları, şehirdeki sorunların her alanına katılmaları ve sorunlarına çözüm arayışlarında gerekli karar alma mekanizmalarında yer almaları” hedef olarak sunulmuştur. Bu mekanizmanın üyeleri olarak, çocuklar ile ilgili kamu kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, ilk ve orta öğretim temsilcilerinin oluşturduğu Bursa Kent Konseyi Çocuk Meclisi’nden bahsedilmiştir. ŞEHIR & Gemlik, Gürsu, Kestel, Mudanya, Nilüfer, Osmangazi ve Yıldırım Bursa metropoliten alanı oluşturan 7 ilçedir ve sırasıyla değerlendirilecektir. Gemlik Belediyesi’ne dair yapılan web taramasında yeni kurulan bir kent konseyi ve buna bağlı olarak da çocuk meclisi kurulacağı haberi görülmüştür. Web’de Gemlik Kumla’da bir çocuk sığınma evi açıldığı ve burada yapılan sanat faaliyetleri de yer almaktadır. Gemlik Kent Konseyi ile telefon görüşmesi yapılmış ve görüşmede Çocuk Meclisi’nin henüz kurulmadığı belirtilmiştir. Kaymakamlığın yönettiği Çocuk Koruma Kurulu toplantılarına katıldıklarını belirtmişlerdir. Okullardan seçilmiş başkanlardan oluşan Çocuk Meclisi’nin ise henüz kurulmakta olduğu söylenmiştir. Gürsu Belediyesi ile yapılan web taramasında çocuklarla ilgili satranç turnuvası etkinliği, çocuklara kırtasiye yardımı, çocuklara ait parkların yapılması, toplu sünnet töreni, çocuklara dair eğlenceler, başarılı sporcu çocuklara dağıtılan ödüller göze çarpmıştır. Belediyeye ait facebook sayfasında çocuklara verilen ilkyardım derslerinden de bahsedilmektedir. Gürsu Belediyesi’yle yapılan telefon görüşmesinde alınan bilgiler ise şöyledir: Gürsu Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nden alınan bilgilere göre, belediyeye ait toplam 3500 m2 oyun alanı bulunmaktadır. Yani çocuk başına 0,16 m2 oyun alanı demektir ki bu yasal standartların (1.5 m2) çok altında seyretmektedir. Çocuklara dair yapılan faaliyetler sorulduğunda, Hacivat Karagöz gösterisi ve Ağaç Dikme Etkinliği’nden bahsedilmiştir. 107 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM 108 E Kestel Belediyesi’nin web sayfasında çocuklarla ilgili yürütülen faaliyetler anlamında: açılan çocuk parkları, tiyatro etkinlikleri, okul ziyaretleri, başarılı öğrencileri ödüllendirme, toplu sünnet, park restorasyonları, okul açılışları, okul bakımları, düzenlemeler, çocuk şenliği, geziler, yüzme havuzu açılışı gibi haberler yer almaktadır. Kestel Belediyesi’nin organizasyonu olan kent meydanında ikincisi düzenlenen “Geleneksel Çocuk Oyunları Şenliği”nden de bahsedilmektedir. Kestel’deki tüm okulların katılımları ile gerçekleşen bu etkinlikte çocuklar, mendil kapmacadan yakartop’a, halat çekmeden tombik oyununa kadar geçmişte sokaklarda oynan oyunlarla tanıştırılmaktadır. Kestel Belediyesi ile yapılan telefon görüşmesinde çocuk meclisinin bulunmadığı öğrenilmiştir. Yazılı bilgi talep edildiğinde, “2015-2019 Stratejik Planı” gönderilmiştir. Stratejik Planda, nüfusun eğitim çağı grupları itibariyle dağılımı verilmiştir. Kestel’de toplam 324.100 m2 park alanı bulunmaktadır. Bu da kişi başına 6m2 aktif yeşil alan demektir. Bu yeşil alanların ne kadarının çocuk oyun alanına ayrıldığı belirtilmemiştir. Kestel Belediyesi’nin stratejik planları arasında: “Toplum ve çevre sağlığı konusunda bilinçlendirme çalışmalarının yürütülmesi; Parkların Bakım ve Onarımlarını Yapılması, Yeşil Alanların ve Görsel Zenginliğin Arttırılması; Yeşil Alanların Nitelik ve Kullanılabilirliğinin Arttırılması; Çocuklar ve Gençlerin Sağlıklı Bir Geleceğin Parçası Olması İçin Planlamalar Yapılması ve Organizasyonlar Düzenlenmesi” yer almaktadır. Çocuklarla ilgili ne yapılacağına yönelik alt stratejiler bulunmamaktadır. Mudanya Belediyesi’nin web sayfasında yer alan “Kreş Müdürlüğü” dikkat çekmiştir. Web sayfasında yer alan güncel haberlerde çocuklarla ilgili olarak spor takımları galibiyet haberleri dışında bir bilgiye rastlanmamıştır. Mudanya Belediyesi’yle telefon görüşmesi sonucunda dönüş yapılan e-postada, atıl durumda ve işlevsiz olan Mudanya Kent Konseyi’nin yeniden aktif olarak yaşama geçirilmekte olduğu ve bu yapı içinde bir çocuk meclisi olacağına dair bilgilendirme yapılmıştır. Öte yandan her bir mahallede Mahalle Meclisleri oluşturmaya başladıklarını ve bu meclislerde de çocukların temsilini sağlamaya çalışmakta olduklarını belirtilmiştir. Talep edilen bilgilerin tekrar dönüşü ise yapılmamıştır. Nilüfer Belediyesi’yle ilgili yapılan web taramasında, “Çocuk Meclisi” göze çarpmaktadır. “Çocuk Meclisi” üyelerinin demokratik bir yarışla seçildiği haberine rastlanmıştır. Çocuk Meclisi’ne katılımın kolaylığı da, “Bizi arayın, katılın” ibaresiyle belirtilmiştir. “Dünya Çocuk Hakları Günü” kutlama ve etkinlikleri, Nilüfer Belediyesi Çocuk Kütüphaneleri ile ilgili haberler, kütüphanelerin çocuklar için bastırdığı kitaplar, çocuklarla birlikte yapılan ağaçlandırma kampanyaları, hayvanseverlik aşılama projeleri, çevre koruma bilinçlendirme çalışmaları, engelli çocuklarla ilgili çalışmalar, çocuk işçiliği, çocuk gelinler ile ilgili bilgilendirme çalışmaları yer alan diğer haber başlıklarıdır. Nilüfer Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü ile yapılan telefon görüşmesine bilgi dönüşü yapılmamıştır. Nilüfer Belediyesi Kent Konseyi’yle yapılan telefon görüşmesi sonucu: Nilüfer Kent Konseyi çatısı altında 3 Mart 2012’de Çocuk Meclisi kurulmuş olup S I:2 H IR N 2 1 150 gönüllü üyesi vardır. Bunlardan yaklaşık 40’ı aktiftir. İlk kuruluş aşamasında ve her genel kurulda Nilüfer sınırlarındaki tüm ilk ve ortaöğretim okullarına çağrıya çıkılarak 1 erkek ve 1 kız temsilci istenmektedir. 2 yılda bir seçimli genel kurul yapılarak yürütme kurulu seçilmektedir. Meclis üyeleri hangi gün ve ne sıklıkta toplanacağı kararını kendileri verilmektedir. 22 Kasım 2014 tarihli seçimli genel kuruldan sonra yaptıkları ilk toplantıda alınan karar doğrultusunda 15 günde bir, cumartesi günleri saat 15:00’da toplanma kararı almışlardır. Çocuk Meclisi 2014 yılında “Oyun Engel Tanımaz” adında bir proje yürütmüştür. Çocuk Meclisi’nin daha da aktif olması için gerekli kolaylaştırıcılığı yapmaya çalıştıklarını eklemişlerdir. “Oyun Engel Tanımaz” projesinde, çocukluktan başlayarak kendi yaşam çevresinin biçimlenmesinde söz sahibi olma, sorumluluk alma ve aktif biçimde yerel inisiyatifin bir parçası olma bilinci yaratma hedeflenmektedir. Osmangazi Belediyesi web sitesinde, çocuklar için yapılması planlanan çeşitli projelere yer verilmiştir. “Mutlu insanların sağlıklı şehri” projesi, sokaklarda boş alanlarda sağlıksız ortamlarda oynayan çocuklar olmasın diye ortaya çıkmıştır. TRT 33. Uluslararası Çocuk Şenliği, 2011 yılında Osmangazi’de Türkiye’nin ilk telli su kayağı tesisi olan Sukaypark’ta yapılmıştır. Bilgi evleri bu projelerden biridir ancak kurumsal web sayfasında herhangi bir bilgi yer almamaktadır. Genel web taramasında iki bilgi evi (Mehmet Akif ve Demirkapı mahallelerinde) açıldığı anlaşılmıştır. Bilgi evlerinin hedefi ise şöyle açıklanmaktadır: “Çocukların araştırma yapma, soru sorma, merak etme ve oku- ŞEHIR & ma isteklerini desteklemek amacıyla oluşturulacak bu proje, çocuklar için hayata geçirilecek en büyük sosyal projelerden birisi olacak” şeklinde açıklanmıştır (Url 4). Küçükbalıklı bölgesinde bir atletizm salonu projesi hedef projelerden birisidir. “Çocuk Dünyası” projesi yine belediyenin hedeflerinden biri olarak web sitesinde yer almaktadır. Bununla İstanbul’da açılan Kidzmondo benzeri bir proje hedeflenmektedir. Her köye spor ve park alanları yapmak belediyenin hedefleri arasında yer almaktadır. Ayrıca; “Geri dönüşüm atığını getirene, sinema bileti hediye” kampanyasıyla çocukları bilinçlendirme yoluna gidilmektedir. Osmangazi Belediyesi Sahipsiz Hayvanlar Doğal Yaşam ve Tedavi Merkezi›nde yer alan ağaçlar, anaokulu öğrencilerinin boyadığı kuş evleri ile donatılmıştır. Sağlık İçin Hareket Et› kampanyası kapsamında Yusuf Köstem İlköğretim Okulu öğrencileri arasında bir etkinlik gerçekleştirilmiştir. Yıldırım Belediyesi web taramasında, gençleri madde bağımlılığı ve sosyal problemlerden uzak tutmak için açılan 75. Yıl Gençlik Merkezi’nden bahsedilmektedir. Bunun dışında, Bursa Müzik Akademisi ile birlikte engelli ve ailelerinin katıldığı ‘Engelleri Sevgiyle Aşıyoruz’ programı düzenlemiştir. Yapılan bir başka organizasyon ise, çocukları bilinçlendirmeye yönelik geri dönüşümün önemini anlatan ‘Atıkların Dünyası’ adlı oyunu olmuştur. Yıldırım Belediyesi tarafından, içerisinde kapalı spor salonu, futbol sahası, tenis kortu, engelli çocukların spor yapabileceği bir alan ve gençlik merkezi olan 5 bin kişilik bir spor kampüsü inşa etmekte oldukları da web’de yer alan haberler arasındadır. Yıldırım Belediyesi Çocuk Masası 109 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM ile telefonla irtibat kurulmuştur. Çocuk Masası’nın amacı, çocukların da söz haklarını olduğunu göstermek ve bunları rahatlıkla dile getirebildikleri bir masa oluşturmaktır. 0-18 yaş arası tüm çocukların sorunlarına çözüm bulma, yerine göre hem sosyal hem de kültürel etkinlikler düzenlemek olarak açıklanmıştır. Çocuk hakları gününün kutlanması, lösemi haftasının kutlanması, ev ziyaretlerinde bulunulması, resim sergisi, okul ziyaretlerinde bulunma, çocuk masasını ziyarete gelen miniklere hediyeler verme, ilçede doğum yaptıran tüm hastanelerde yeni doğanları ziyaret edip hediyelerini verme olarak yapılan etkinler anlatılmıştır. 3 ay önce kurulmuş bir Çocuk Meclisi’nden de bahsedilmektedir. Meclis 85 kişiden oluşmaktadır fakat katılım 35-40 kişi arasındadır. Ayda bir toplanan meclis üyelerine tek tek telefon açılması ve toplu mesaj yolu ile irtibat sağlandığı söylenmektedir. Üyeler en azından ilkokul öğrencisi olmak zorundadır. Bu da çocuk işçileri ve sokakta yaşayan ya da engelli çocukları kapsayamadıklarını göstermektedir. Üye olmak için Çocuk Masası’na başvuru yapmaları yeterli görülmüştür. Çocukların şimdiden çok güzel projeleri, hedefleri olduğundan bahsedilmiştir. Bursa’nın diğer ilçe belediyelerde ise durum aşağıdaki gibidir. 110 E Büyükorhan Belediyesi’ne dair yapılan web taramasında çocukla ilgili hiçbir şey bulunamamıştır. Yapılan telefon görüşmeleri sonucunda bilgi verebileceği düşünülen yetkili kişi ile Ankara’da olduğu için görüşme de yapılamamıştır. Harmancık Belediyesi ile yapılan web taramasında çocuklara dair çok etkinliğe rastlanmıştır. 23 Nisan’da sembolik bir belediye başkanlığı, çocukların belediye hakkında bilgilendirilme süreci, çocuklardan bir kısmının Almanya’ya gönderilişiyle ilgili bir manşet, başarılı öğrencilere dizüstü bilgisayar hediyeleri, çocuk şenlikleri, spor aktivite haberleri, yapılan öğrenci misafirhaneleri gibi web’de ayrıntısı bulunmayan bir takım bilgiler vardır. Telefon görüşmesinin ardından bilgilendirme dönüşü ise yapılmamıştır. İnegöl Belediyesi web taramasında; başarılı çocuk sporcuların ödüllendirilmesi, çocuk parkları açılışı, çocuk parkları restorasyonları, çocuklar için yapılan tiyatro etkinlikleri, çevre kirliliği ile ilgili bilinçlendirme çalışmaları, öğrencilere verilen hediyeler, çocuklar için düzenlenen eğlenceler, kreş ve okulları ziyaret, muhtaç öğrencilere yardım, yaz okulları, spor turnuvaları gibi haberler yer almaktadır. Onun dışında çocukların katılım gösterdikleri herhangi bir program ya da meclis çalışması bulunmamaktadır. İnegöl Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nden yetkili birine ulaşılamamıştır. Bilgi talep mailine ise dönüş yapılmamıştır. İznik Belediyesi web taramasında, belediyeye ait Facebook sayfasında ve belediye sayfasında da diğer ilçe belediyelerinden farklı haberlere rastlanmamıştır. Özellikle de İznik Belediye’sine dair web taramasında çocuklara dair haberler yok denecek kadar azdır. Telefon görüşmesi sonucu bilgi talebine de yanıt bulunamamıştır. Karacabey Belediyesi web taramasında, hiçbir şey bulunamamıştır. Karacabey Belediyesi’ne ait Facebook sayfasında ise, Karacabey Belediyesi’nin Karacabey S I:2 H IR N 2 1 Ömer Matlı İlk ve Orta Okulu’nun tüm orta öğrenim gören öğrencileri ile birlikte, “Argodan uzaklaşmak ve Türkçe’ye sahip çıkmak için” atasözleri ve deyimler yazılı tişörtlerle dolaşmalarına dair bir haber yer almaktadır. Karacabey Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü ile telefon görüşmesi sonucu bilgi talebine herhangi bir geri dönüş yapılmamıştır. Keleş Belediyesi’nin Facebook profilinde “Ben Oynadım Şimdi Sen Oyna” adı altında, kullanılmış oyuncak ve kitapların hediye edildiği bir proje haberi yer almaktadır. Belediye’deki tüm okulları dolaşan üç çevre mühendisi ile çocuklarda “atıkların geri dönüşümü” bilinci oluşturmak amaçlanan bir başka proje haberi görülmektedir. Bunun dışında çocuk oyun parkları açılışları, yüzme kursu etkinliği, futbol turnuvası ve sporcuların ödüllendirilmesi, okul tadilatı, öğrenci tiyatro aktiviteleri, ,belediye başkanının okulları ziyaretleri haberleri yer almaktadır. Yazı İşleri Müdürü ile yapılan telefon görüşmesi sonucu e-posta dönüşünde verilen bilgilere göre Keleş Belediyesi’nde bir çocuk meclisi bulunmamaktadır. Çocuklara yönelik parklarda çocuk oyun gruplarının çoğaltıldığı; çocuklara daha çok oyun alanları ve materyaller hazırlamak üzere çalıştıkları ve toplamda 4000 m2 Çocuk Oyun alanının mevcut olduğu belirtilmiştir. Çocuk başına 1,01 m2 çocuk oyun alanı düşmektedir. Mustafakemalpaşa Belediyesi’nin web sitesinde çocuklarla ilgili faaliyet anlamında pek fazla haber bulunamamıştır. Sadece “Gençlik Merkezi Sosyal Yaşam ve Spor Tesisleri” adı altında bir alan planlandığı görülmüştür. Çocuklarla beraber düzenlenen piknik etkinliği, ŞEHIR & orman haftasında öğrencilerle birlikte fidan ekimi ve yapılan tiyatro etkinlikleri de yer almaktadır. Telefon görüşmesinde, Belediye’nin kültürel, sosyal ve sportif alanlarda çeşitli çalışmaları olduğu söylenmiştir. İlçenin önemli 5 noktasında Uğur Böceği Kültür Merkezleri kurulmuştur. Çocukların bilgisayar, televizyon vb. karşısında vakit geçirmemeleri amacıyla çocukların ilgi duyacağı çeşitli kurs faaliyetleri düzenlenmiştir. Kurslar; Ebru, karakalem, karate, tiyatro, koro, güreş, basketbol, gitar, satranç gibi alanlardadır. Belediyeye ait bir çocuk meclisi yoktur. Çocuk nüfus oranı da belirtilmemiştir. Orhaneli Belediyesi’nin web sitesinde yer alan bilgilere göre her yıl Haziran ayında, 3 gün süren Karagöz Şenlikleri düzenlenmektedir. Sünnet şenlikleri yapılmaktadır. Facebook sayfasında, başarılı öğrencilere ödül verilmesi, düzenlenen sünnet ve karagöz şenliklerinden başka bilgiye yer verilmemiştir. Orhaneli Belediyesi’yle yapılan telefon görüşmesinde talep edilen bilgileri ancak Sosyal İşler Müdürlüğü’nün yanıtlayabileceği söylenmişse de defalarca aranmasına rağmen kendilerine ulaşılamamıştır. Orhangazi Belediyesi’nin web sitesinde hakkında çok bilgi bulunmayan yaz kurslarından bahsedilmektedir. Bunun dışında spor takımlarının başarıları, şiir yarışması ve birinciye verilen ödül, çocuk parklarının yenilenmesi, bir engelli çocuk parkı açılışı, eğitim seti dağıtımı, halk oyunları festivalleri ve folklora destek (Uluslararası Halk Dansları Festivali), sünnet şölenleri ile ilgili haberler ve fotoğraflar yer almaktadır. Facebook profilinde de yine aynı haberlerin tekrarları 111 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM yer almaktadır. Yaz ayına yetiştirilmek üzere gençler için skate park (Patenli Kaykay) ve basketbol sahası, çocuklar için çocuk oyun grupları yapımı hazırlığına girmiştir. Orhangazi Belediyesi’yle yapılan telefon görüşmeleri sonucu bilgi talebimize dönüş yapılmamıştır. Yenişehir Belediyesi Facebook sayfasında folklor, spor ve tiyatro faaliyetleri ile ilgili haberler yer almaktadır. Yenişehir Belediyesi web sayfasında ise çocuklara dair bir bilgiye erişilememiştir. Yenişehir Belediyesi santral telefonları ısrarla aranmasına rağmen kimseye ulaşılamamıştır. 112 E Tablo 1’de Bursa bütününde şehirlerde çocuk katılımının değerlendirmesini görmek mümkündür. İlçe belediyelerinde genel olarak katılımcı bir yaklaşımla faaliyetler yapılmamaktadır. Katılımcı olmayan ancak çocuklara yönelik sunulan hizmetler noktasında yerel yönetimlerin ağırlığı bulunmaktadır. Yarı katılımcı olabilecek çeşitli faaliyetler olsa da, çocuk sadece bu faaliyetlerin kullanıcısı konumunda olduğu müddetçe tam katılım düzeyine ulaşmak mümkün değildir. Bir yerel yönetimde çocuk meclisinin var oluşu o yörede çocuğun katılımının varlığına işaret etmektedir. Bursa’daki yerel yönetimlerin çoğunda çocuk meclisi var olmamakla birlikte, var olan çocuk meclislerinin de göstermelik olmaktan öteye gitmediği anlaşılmaktadır. Çocuk meclislerine çocukların seçim şekli de mekânsal anlamda her mahallenin temsilini sağlamak durumundadır. Ayrıca toplantı yapabilecek ve o toplantıda çocukların birbirlerini dinleyebilecekleri optimum sayıda olmalıdır. Çocuklar öncelikle bu meclise inanmalı ve aldıkları kararların yetişkin yöneticiler tarafından uygulanabileceğini görmelidirler. İtalya örneğinde, çocuk meclisleri oldukça aktif ve çocuk meclisi kararlarının yerel yönetim organlarınca oldukça dikkatli şekilde ele alındığı görülmektedir. “İtalya’da Çocuk meclislerinde konuşulan konular, o an gündemde olan ve o şehirle ilgili her şeydir. Genellikle oylama yöntemi hiç kullanılmamakta ve çoğunluk kararı gibi sonuçlar hedeflenmemektedir. Bir kaç çocuğun bile ihtiyaçları, istekleri böylece dikkate alınmış olmaktadır. Yetişkinler bu meclise karışamıyor ve tek soru sorma ve dinleme hakkı olan yetişkin belediye başkanı olmaktadır. Çocuk meclisleri belediyelerin kendi istekleri ile kuruldukları için yönetime direk katılımları söz konusudur ve böyle bir hakları vardır. Çocuk meclisi üyeleri istedikleri zaman belediye meclisi üyeleri ile görüşebilmektedirler” (Çakırer-Özservet, 2014d). Olması gereken çocuk başına oyun alanı standardı 1.5 m2’dir ve ilçelerdeki oyun alanları bunun çok altındadır. Yerel yönetimlerin büyük bir kısmı da bu bilgileri paylaşmamışlardır. Sonuç ve Değerlendirme İnsanların kentsel yaşama ve kentin yönetimine katılım hakkının uygulanmasında yerel düzeyin önemi çok büyüktür (Çakırer-Özservet, 2014b). Çocuğun şehre katılımı söz konusu olduğunda, çocuğun yerel yönetim içerisinde bir yerinin olması da gerekmektedir (Çakırer-Özservet, 2014c). Günümüz şehirlerinde çocuklar için tasarlanmış mekânlar sadece sıra sıra dizilmiş, doğadan ve çoğunlukla birbirinden kopuk mekânlar sunulmaktadır (Çakırer-Özservet, 2015b). Çocuklar farklı mimari eserleri tanımadan, kültür ve sanattan uzak bir S I:2 H IR N 2 1 yaşam sürmektedirler. Çocuklar mekân algılarını ve mekânla ilişkilerini bu kısır ortamlarda oluşturmak zorundadır. Çocukların yetişmesindeki bu kısırlık tehlike sinyallerini bir müddettir vermektedir. Sadece sanal mekânlara hapsedilmiş, sorgulamayan, düşünmeyen, ezbere yaşayan bir nesilden ülke adına daha korkutucu bir şey olamaz. İnsanları tasarlanmış mekâna uydurmaya çalışmak değil, mekânı ve tüm yönetim biçimini katılımcı şekilde insana göre tasarlayarak adapte etmek birincil sorumluluğumuzdur. Çocuklar yalıtılmış, sadece onlara ayrılmış mekânları kullanmaktan hoşlanmamakta ve yetişkinlerle ortak mekânlarda bir yetişkin gibi var olmak istemektedirler, bu noktada insan yerine konulma arzularını net şekilde vurguladıkları söylenebilir. Çocuklar geleceğimiz ise, onların en temel hakkı olan oyun oynamalarına izin verecek politikaların bir an önce geliştirilmesi gerekmektedir. Çocuklar oyun oynarsa o şehir, insani bir yerleşime dönüşecektir (Çakırer-Özservet, 2014d). Bugün, çocukların mekânı dediğimizde aklımıza sadece çocuk parklarının gelmesi aslında çocukların ne kadar mekânsız kaldığının da bir göstergesidir. Çocuğun yeniden şehirde aidiyet bilincine kavuşması için, ev ve yakın çevresi (sokak dokusu) ve şehrin bütünü ile ilişkisini kuracak araçlara acilen sahip olması gerekmektedir. Çocuklar kentlerde sokağa çıkabilen ve kentsel mekânları güven içinde kullanabilen bir yapıya kavuşmak durumundadır (Çakırer-Özservet, 2014a). Bugün yapacağımız düzenlemeler bizi yakın zamanda değil ama daha uzak bir zamanda geleceğin sağlıklı ve ideal şehirlerini oluşturmak adına çok büyük altyapı çalışmaları olacaktır. ŞEHIR & Kaynaklar 1. Barre, F. (1984). Çocuk Ve Mekan ya da Yitirilmiş Kent. Mimarlık, 15-17. 2. Çakırer-Özservet, Y. (2014a). How Do I See The Neigborhood I Live in? Reading The Drawings of Children from Kasımpaşa- Istanbul, EJRE (European Journal of Research on Education). Special Issue: Social and Behavioral Sciences: 2(2), 162-172. (DOI: 10.15527/ejre.201426260). 3. Çakırer-Özservet, Y. (2014b). ‹Katılım Merdiveni› ve Çocukları Kente Katma Çabalarımız. Marmara Life (Marmara Belediyeler Birliği Dergisi). Sayı:35. Sayfa:60-63. 4. Çakırer-Özservet, Y. (2014c). 1990›lardan bu yana Çocuk Dostu bir Şehir: Fano. Marmara Belediyeler: Marmara Bölgesi Yerel Belediyeler Haber Dergisi, Yıl:1 Sayı:2, sayfa:122-127. 5. Çakırer-Özservet, Y. (2014d). «La Citta Dei Bambini» Fano›dan Roma›ya Çocukların Şehri Hareketi. Marmara Belediyeler: Marmara Bölgesi Yerel Belediyeler Haber Dergisi, Yıl:1 Sayı:3, sayfa:130-135. 6. Çakırer-Özservet, Y. (2015a). Çocuk Dostu Belediyecilik, TBB İller Belediyeler Dergisi. (yayın aşamasında) 7. Çakırer-Özservet, Y. (2015b). Bu yapılar insan olsa! Esenler İlçesi Çocuklarının Mimari Yapılara Yönelik Algıları. (Poster sunum). 4. Ulusal İç Mimarlık Sempozyumu, 6-8 Mayıs 2015. MSGU. İstanbul. 8. Hart,R. (1992). The Ladder of Participation. 9. (http://www.learningtolearn.sa.edu.au/tfel/files/ links/Ladder_of_Participation_1.pdf) 10. Riggio, E. (2002). Child Friendly Cities: Good Governance in the Best Interests of the Child. Environment & Urbanization, 14(2):45‐58. 11. Sosyal Hizmetler Genel Müdürlügü (SHGM). (1968). III. Milli Sosyal Hizmetler Konferansı, Türkiye’de Sosyal Degişme ve Sosyal Hizmetler, Ankara. 12. Url 1 (http://unicef.org.tr/sayfa.aspx?id=64) 13. Url 2 (http://childfriendlycities.org/tr/building-a-cfc-2/cds-yapi-taslari/) 14. Url 3 (www.bursa.gov.tr/icerik/240/nufus.html) 15. Url 4 (http://www.milliyet.com.tr/bilgi-evleri-gelecege-isik-saciyor-bursa-yerelhaber-638434/) Görsel Kaynakça Resim1. (http://www.bursa.gov.tr/jandarma/img/ harita2.jpg) Tablo 1. Yazar tarafından hazırlanmıştır. 113 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM Tablo 1: Bursa bütününde şehirlerde çocuk katılımının değerlendirilmesi Bursa Metropoliten Alan Belediyeler Nüfus (2014) Çocuk Nüfus (%30) Çocuğun Şehre Katılım Düzeyine Yönelik Faaliyetler Katılımcı Olmayan Yarı Katılımcı Çocuk Sanat evi, Çocuk Meclisi faaliyetleri (Örnek: Katılımcı olan Çocuk Meclisi varlığı ancak kuruluma ve sürece çocuk katılımı konusu belirsiz (?) Bursa Büyükşehir 2.141.022 642.306 Gemlik 103.390 31.017 Pek Görünmüyor Çocuk meclisi kurulacak Görünmüyor Gürsu 74.827 22.448 Çocuklara yönelik çeşitli aktiviteler, 0.16 m2 çocuk oyun alanı Görünmüyor Görünmüyor Kestel 52.938 15.719 Çocuklara yönelik çeşitli aktiviteler, “Geleneksel Çocuk Oyunları Şenliği” Görünmüyor Görünmüyor Çocuklara yönelik çeşitli hizmetler “Mutlu çocuk, umutlu kent” çocuk senliği) Mudanya 80.385 24.115 Spor takımları faaliyetleri Çocuk meclisi kurulacak Mahalle meclisleri oluşturuluyor(genel katılım açısından çok olumlu görünmektedir) Nilüfer 375.474 112.642 Çocuklara yönelik çeşitli aktiviteler, Çocuk meclisi var Çocuk Meclisinin katılımcı olduğu anlaşılmaktadır. 243.978 Çocuklara yönelik çeşitli aktiviteler, Bilgi evleri, Çocuk dünyası eğlence merkezi Görünmüyor Görünmüyor 640.746 203.439 Çocuklara yönelik çeşitli aktiviteler, Çocuk Masası Çocuk Meclisi var ancak kuruluma ve sürece çocuk katılımı belirsiz (?) Büyükorhan 11.396 3.419 Görünmüyor Görünmüyor Görünmüyor Harmancık 6.873 2061 Çocuklara yönelik çeşitli aktiviteler, Görünmüyor Görünmüyor İnegöl 242.232 72.670 Çocuklara yönelik çeşitli aktiviteler, Görünmüyor Görünmüyor Osmangazi Yıldırım 114 E 813.262 S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & İznik 42.727 12.818 Çocuklara yönelik çeşitli aktiviteler, Görünmüyor Görünmüyor Karacabey 80.594 24.178 Çocuklara yönelik çeşitli aktiviteler, Görünmüyor Görünmüyor Keleş 13.123 3.936 Çocuklara yönelik çeşitli aktiviteler, 1.01 m2 çocuk oyun alanı Görünmüyor Görünmüyor Mustafa kemalpaşa 99.651 29.895 Çocuklara yönelik çeşitli aktiviteler, Uğur Böceği Kültür Merkezleri Görünmüyor Görünmüyor Orhaneli 21.563 6.469 Çocuklara yönelik çeşitli aktiviteler, Karagöz şenlikleri, Görünmüyor Görünmüyor Görünmüyor Görünmüyor Görünmüyor Görünmüyor Orhangazi 76.143 22.842 Çocuklara yönelik çeşitli aktiviteler, engelli çocuk parkı, Halk oyunları festivali, Yenişehir 52.215 15.664 Çocuklara yönelik çeşitli aktiviteler, TOPLAM 2.787.539 836.262 115 E ŞEHIR & TOPLUM MAKALE 116 E ISSN: 7897678343213 S I:2 H IR N 2 1 NI ERSI E ŞEHIR & EN I IŞ ISI NI ERSI ENIN R IN Ş : ENI IR BURSA TEKNIK ÜNIVERSITESI Gökçen Kılınç Ürkmez * Özet Bursa’nın ikinci devlet üniversitesi olarak 2010 yılında kurulan Bursa Teknik Üniversitesi, geçen beş yıl zarfında, bir yandan kaliteyi esas alarak akademik çalışmalarını sürdürmeye ve kent ve sanayi ile sağlıklı bir ilişki geliştirmeye çabalarken diğer yandan da mekânsal ve kurumsal yapılanmasını tamamlamaya çalışmıştır. Ancak Bursa gibi Türkiye’nin dördüncü büyük kentinde yer almasına * Yrd. Doç. Dr., Bursa Teknik Üniversitesi Doğa Bilimleri Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Üyesi rağmen kuruluş süreci beklenildiği kadar hızlı ve sıkıntısız ilerleyememiştir. Bu yazıda, BTÜ ile aynı zamanda kurulan diğer 6 devlet üniversitesinin özellikle yerleşkelerinin oluşmasında hangi düzeyde oldukları incelenerek, üniversite-kent ilişkisi bağlamında BTÜ’nün konumu değerlendirilmeye çalışılacaktır. 117 E Giriş Marmara Bölgesi’nin güneyinde yer alan ve tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan Bursa, Türkiye’nin en büyük kentleri olan İstanbul Ankara ve İzmir’in oluş- ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM turduğu üçgenin merkezinde konumlanmıştır. Brookings Institution ve JP Morgan’ın 2014 yılı baz alınarak oluşturduğu ekonomide yükselen kentler sıralamasında Türkiye’den dört şehrin yer aldığı sıralamada, Bursa 300 şehir arasında İstanbul’un ardından 4. Sırada yer almıştır. (İzmir 2, İstanbul 3, Bursa 4, Ankara ise 9’uncu sırada yer aldı)1. 118 E Tarihsel süreçte pek çok medeniyete beşiklik etmiş olan Bursa, Bizans ve Osmanlı dönemine ait eserlerle oldukça zengin bir kültürel mirasın da ev sahipliğini üstlenmiştir. Cumhuriyet dönemindeki yatırımlar ile önemli bir sanayi kenti halini alan kent, özellikle otomotiv sektöründeki öncü rolü nedeniyle CNN International tarafından “Türkiye’nin Detroit”i olarak da tanımlanmıştır. Uzun yıllar boyunca Anadolu sanayisi için pilot il görevi üstlenen Bursa’nın diğer yandan, tarihi İpek Yolu üzerinde bulunmasından kaynaklı ticaret kenti olma özelliği de halen devam etmektedir. Kısacası Bursa, Asya ile Avrupa, Doğu ile Batı uygarlığı arasında köprü görevi gören bir coğrafyada konumlanmasından ve önemli geçiş yolları üzerinde yer almasından dolayı bir ticaret kenti, Osmanlı İmparatorluğunun ilk başkenti olması sebebiyle tarihi bir kent, Türkiye’nin otomotiv ve tekstil sanayinin merkezi olması nedeniyle endüstri kenti, 20 km. uzaklıktaki sahilleri ve kış sporlarıyla bir turizm kenti, verimli topraklarıyla bir tarım kenti, kültürel avantajlarıyla bir sanat kenti olarak tarihin her döneminde ilgi odağı olmuş, bu özellikleri ile de hızlı bir kentleşme ile karşı karşıya kalmış1 Milliyet gazetesi, 23.01.2015 http://www.milliyet. com.tr/4-turk-sehri-dunya-zirvesinde-/ekonomi/detay/2002817/default.htm tır2. Kuzeyinde verimli tarım arazileri, güneyinde ise Uludağ olduğu için kent doğu-batı aksı boyunca yayılmaktadır. Kent, sanayileşme ve Balkanlardan gelen yoğun göçün etkisiyle hızlı bir göçe sahne olmuş, bunun sonucunda da pek çok kentsel problemle yüzyüze kalmıştır. Hızlı sanayileşme, göç ve nüfus artışı beraberinde çevre kirliliği, kaçak yapılaşma, işsizlik, suç oranının artması gibi dünyanın büyük metropollerine özgü birçok kentsel sorun doğurmuştur. Hızlı kentleşme ile birlikte ortaya çıkan kaçak yapılaşma Bursa Ovası’nı tehdit etmeye başlamış, ruhsatsız konut ve sanayi alanları ovaya yayılmıştır. (BTÜ Stratejik Planı, 2013) Bursa’da ilk üniversite 1975 yılında “Bursa Üniversitesi” adıyla kurulmuş ve daha sonra 1982 yılında çıkan kanunla “Uludağ Üniversitesi” adını almıştır. İkinci bir üniversitenin kurulması konusu, Bursa gündeminde uzun bir süre tartışılmış ancak bu konuda somut bir çalışma yapılmamıştır. Ancak Bursa, hem nüfusu hem de coğrafi konumu itibariyle öğrenciler ve akademisyenler tarafından çok yoğun tercih alabilecek bir il durumundadır. Sonuçta Bursa ikinci üniversitesi olan Bursa Teknik Üniversitesi’ne ancak birincisinden 35 yıl sonra 2010 yılında kavuşabilmiştir. Üniversite bünyesinde halen Doğa Bilimleri, Mimarlık ve Mühendislik, İnsan ve Toplum Bilimleri, Denizcilik, Orman, İletişim, Sanat ve Tasarım Fakülteleri olmak üzere 6 Fakülte, Fen Bilimleri ve Sosyal Bilimler Enstitüleri olmak üzere 2 Enstitü ve Yabancı Diller Yüksek Okulu bulunmaktadır (BTÜ Stratejik Planı, 2013). 2 http://markakentbursa.tr.gg/AVRUPA-YOLUNDA-KENTLESEN-BURSA.htm S I:2 H IR N 2 1 BTÜ aynı kanunla kurulduğu diğer altı üniversite (Yıldırım Beyazıt, Medeniyet, Katip Çelebi, Abdullah Gül, Konya (Necmettin Erbakan) ve Erzurum Teknik) ile birlikte kanun koyucu tarafından ‘araştırma üniversitesi’ niteliğinde yapılandırılması öngörülen bir yükseköğretim kurumu niteliğindedir. Üniversiteler bünyelerinde barındırdıkları eğitim birimleriyle, araştırma merkezleriyle, sosyal ve kültürel tesisleriyle içinde bulundukları kentlerin ve hatta bölgelerin sosyal, ekonomik ve fiziksel gelişimlerini etkileyen/yön veren bir yapıya sahiptirler. Ülkemizde de siyasiler tarafından hemen her dönemde üniversiteler bölgelerarası dengesizlikleri gidermek, ekonomik canlılığını yitirmiş kentlerin sosyal ve ekonomik olarak gelişimini sağlamak, başka bölge ve kentlere kayan nitelikli işgücünü o kentte tutabilmek için önemli bir araç olarak görülmüştür. Bu politikalar sonucunda, bugün itibariyle Türkiye’de her ilde en az bir üniversite olmak üzere, 193 adet devlet ve vakıf üniversitesi kurulmuş bulunmaktadır3. Üniversiteler dinamik birer kuruluşlardır ve sürekli olarak değişim ve gelişim içindedirler. Bu nedenle de kuruluş yerlerinin hem kent hem de kent içindeki konumları itibariyle en uygun şekilde seçilmesi ve planlanması gerekmektedir. Kentin imar planına ve gelişme yönüne uygun, üniversitenin akademik ve kurumsal olarak gelişmesini destekleyecek, hızlandıracak bir mekanda üniversiteler hızla gelişecek, kent için beklenen olumlu katkıyı sunabileceklerdir. (Kavili Arap, 2007) 3 http://www.yok.gov.tr/web/guest/universitelerimiz ŞEHIR & Üniversite-kent ilişkisi Türk Dil Kurumu üniversiteleri, bilimsel özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip, yüksek düzeyde eğitim, öğretim, bilimsel araştırma ve yayın yapan fakülte, enstitü, yüksekokul vd. kuruluş ve birimlerden oluşan öğretim kurumu olarak tanımlanırken, diğer bir kaynakta, genel anlamda orta öğretim düzeyinden sonra, kültürün yenilenmesi, kuşaktan kuşağa aktarılması ve gençlerin bazı mesleklere hazırlanması gibi görevleri üstlenen yükseköğretim kurumları olarak tanımlanmaktadır (Türeyen,2002). Yüksek öğretim kurumları; toplumda verimliliğin artması, işsizliğin azalması, bireysel gelirin artması, bunların sonucunda ülkenin ekonomik gelişiminin sağlanması ve pek çok sosyokültürel gelişimleri de beraberinde getirdiğinden bireyler ve toplumlar için oldukça önemli kuruluşlardır. Üniversitelerin ana misyonu, kişisel gelişime ve insanların entelektüel yaşamlarına katkıda bulunmak olsa da ekonomik etki potansiyelleri göz ardı edilmeyecek boyuttadır. Yüksek öğretim kurumları 1960’lı yıllardan bu yana birçok Avrupa Ülkesinde bölgesel kalkınma aracı olarak görülmüş ve bulundukları bölgeleri çok yönlü etkileyecekleri beklentisiyle gelişmemiş ve çöküntü bölgeleri halini almış alanlarda yaygınlaştırılmıştır (OECD, 1982) Kentler, üretim ve tüketim faaliyetlerinin önemli bir kısmının gerçekleştiği yerler olarak sosyal, ekonomik ve fiziksel unsurların birbiriyle etkileşim içinde olduğu ve bu unsurlar arasındaki dengelerin rahatlıkla gözlemlenebildiği bir yapı sunmaktadırlar. Üniversitelerin 119 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM bulundukları kentle ve kentte yaşayan insanlarla ilişkilerinin gelişmesi, güçlenmesi her iki tarafın da menfaatine olan ve değişen dünya şartlarına uyum sağlayacak biçimde yeniden gözden geçirilmesi gereken bir konudur. Bu, gelişmiş batı toplumlarında da “kent-cübbe” ilişkisi (town-gown relationship) deyimiyle sıkça gündeme gelmektedir. (Oktay, 2007). Yeni bir üniversitenin doğuşu uzun yıllar alan, büyük, önemli ekonomik ve toplumsal bir olaydır. Kurulacak üniversitelerin amaçları, ülke, bölge ve kent içindeki yerlerinin seçimi, arazinin belirlenmesi, üniversitenin genel karakterinin ve büyüklüğünün saptanması, organizasyonel yapısının düzenlenmesi ve dolayısıyla mimari tasarıma esas olacak programların yapılması, gelişme nitelik ve kriterlerinin belirlenmesi, tasarım temel kararlarının alınması gibi birçok önemli aşamadan geçmesi gereken bu sürecin, eksik ve yetersiz bir çalışma sonucunda başarısızlıkla sonuçlanma riski büyüktür (Yekrek, 1999). 120 E Günümüzde, üniversiteler, özellikle “çevrenin korunması ve sağlıklı bir kentsel gelişmenin gerçekleştirilmesi” konusunda artık kent yönetimlerinin en önemli ortaklarından birisi olmak durumundadır veya böyle bir sorumlulukla karşı karşıya kalmaktadır. Bir yüksek öğrenim kurumunun kurulduğu kentle nasıl ilişkiler geliştirdiği ve orada neyi değiştirdiği sorusunun cevabı ise kentlere ve üniversitelere göre farklılık gösterecektir. Çünkü her yer için farklı tarihi, coğrafi, kültürel, toplumsal ve kurumsal yapılanma söz konusudur. Ancak bu ilişkiyi belirleyen daha somut etmenler de ortaya koymak müm- kündür. Öncelikle, üniversitenin kente göre konumu, yani kentin içinde ya da dışında oluşu ve ne biçimde planlandığıyla önemli bir unsurdur. Üniversitenin kent sınırları içinde olması, yani bir kent üniversitesi olması, çok boyutlu bir üniversite-kent ilişkisinin doğmasında doğal olarak kolaylık sağlamakta, ama bunu mutlak kılmamaktadır. Üniversitenin kentle olan ilişkisinde en önemli etmenleri, iyi planlama ve iyi çevre tasarımı, çevreci yaklaşımların öncülüğü, kentin sosyal-kültürel yaşamına destek ve kentin ekonomisine katkı olarak sıralamak mümkündür. (Oktay, 2007). Bu katkıları sunabilen bir üniversite kuşkusuz kentsel gelişmeyi de olumlu yönde etkileyebilecektir. Özellikle bölgelerarası gelişmişlik farklarının azaltılması konusunda üniversiteler önemli birer araç olarak görülmektedir. Üniversiteler, bulundukları bölgelerin sosyal ve ekonomik kalkınmasına sağladıkları katkılar nedeniyle, genellikle bölge ve kent halkı tarafından istenilen kurumlardır. Goddard (1997), özellikle şu iki konu üzerinden üniversitelerin bölgesel kalkınmada iş payına dikkat çekmektedir: (1) Üniversitelerin çalışanlarıyla ve öğrencileriyle yerel ekonomi üzerinde doğrudan iş gücü etkisi yapan ekonomik gücü (Bu gücün ekonomik çözümlemelerle (analizlerle) ortaya konmasının gerekliliğini de vurgulamaktadır), (2) Teknoloji aktarımı. Teknoloji aktarımında özellikle bilimsel parkların kurulması (veya teknokentlerin oluşturulması) büyük önem taşımaktadır. (Goddard,1997, aktaran: Özcan, 2008) Ayrıca üniversite yerleşkelerinde hizmet sunan ve zamanla değişen şirketlerin teknolojik yenilikleri S I:2 H IR N 2 1 yakalama gizilgücü de teknoloji aktarımında başarı düzeyini etkilemektedir. Bu bağlamda üniversiteler bulundukları kenti teknolojiyle tanıştırmaktadırlar. Bu durum başta sanayi kuruluşları olmak üzere kentte üretim yapan tüm kuruluşları ilgilendirmektedir (Özcan, 2008). Charles (2003) da, üniversitelerin kentsel ve bölgesel gelişme açısından sermaye ve işgücü hareketliliğine büyük destek sağladığını belirtmiştir. Ayrıca bu durumun kentte ve bölgede yeni iş alanları yarattığını, sanayi kesimini malların ve hizmetlerin üretiminde ve dağıtımında bilimsel temelli teknolojik yeniliklere veya yeni yöntemler kullanmaya teşvik ettiğini vurgulamaktadır (Özcan 2008). Üniversite ve kent arasında sağlıklı bir iletişimin kurulabilmesi için ise erişilebilirlik son derece önemlidir. Üniversitelilerle kentlilerin buluşması yalnızca konferanslar, konserler, festivaller gibi özel etkinlikler aracılığıyla değil, halkın günlük yaşam içinde keyifle zaman geçirebileceği ve üniversiteden bir öğrenci, bir öğretim üyesi ya da bir memurla iletişim kurabileceği ortamlar aracılığıyla da gerçekleştirilmelidir (Oktay, 2007). Keleş’e göre üniversiteler, bulundukları bölgeye ve kentlerin gelişmesine katkıda bulunmaktadır fakat bu katkının gerçekleşmesi için alanın iyi tanımlanması ve gerekli koşulların sağlanması gerekmektedir. Üniversitenin kurulduğu bölgedeki fırsatlar, tehditler, güçlü ve zayıf yanları en doğru şekilde saptanarak planlamaya başlandığı takdirde, üniversitenin katkısı artacaktır. Örneğin; üniversitenin kurulduğu kent bir sanayi kenti ya da tarım ve sanayinin gelişmesiyle varlığını sürdüren bir kent olabilir. Bu bir potan- ŞEHIR & siyel olarak görülebilir ve üniversite bu dallarda fakülteler açarak, araştırmalar yapabilir, kenti de bir laboratuvar gibi kullanabilir. Ayrıca üniversitenin kuruluş ve işleyişi sırasında ihtiyaç duyulacak maddi fedakârlıkları kolaylıkla yapabilen kentlerle, öğretim üyelerinin ekonomik ve sosyal hayatta ek görevler yüklenerek daha fazla yararlı olabilecekleri yerler tercih edilebilir (Keleş,1972). Bununla birlikte, üniversitenin kurulduğu kentin büyüklüğü de önemli bir unsurdur. Metropollerin sunduğu ekonomik, sosyal, teknik ve politik imkânlar üniversitelerin de gelişmesini destekleyecek/tetikleyecektir. Büyükşehirler, üniversitelerin gelişmesi, büyümesi ve hedeflerine hızlı ve kolay bir şekilde ulaşmaları için oldukça uygun bir zemin oluşturmaktadırlar. Diğer yandan ise, büyük şehirlerde fiziksel iletişim mesafesinin artması, üniversiteler açısından erişilebilirlikle ilgili çıkabilecek sorunların önceden öngörülerek çözülmesini gerektirecektir. Ülkemizde yeni kurulan üniversitelerin kampüs üniversiteleri şeklinde planlanması pek çok bilim adamınca Türkiye için en geçerli planlama biçimi olarak görülmektedir. Kuşkusuz bu yargının oluşmasında bu tür üniversite yerleşkelerinin daha çağdaş bir planlama niteliği göstermesi ve ülkemizdeki ilk yerleşke üniversitelerinin başarılı olmalarının örnek oluşturmaları, daha sonra kurulan üniversitelere model olmaları etkili olmaktadır. Özellikle fakültelerin ihtiyaç duydukları arazilerin ortak kullanıma açık olarak tesis edilebilme kolaylığı, farklı meslek disiplinlerinin bir arada çalışma olanağının sağlanması, spor ve 121 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM rekreasyon alanlarının yeterli sayıda ve sadece üniversite bileşenlerinin değil, zaman zaman kentlilerin de ortak kullanımına açık olması başarılı bulunmada önemli örnekler olmuşlardır (Oruçkaptan, 2003). Ancak yerleşke tipi üniversite yerleşiminin tıpkı gelişmiş batı ülkelerinde olduğu gibi Türkiye ölçeğinde de benzer olumsuzluklara neden olduğu üzerinde de durulmuştur. Bunlar, salt ekonomik ve siyasal gerekçelerle gelişmemiş yörelerde kurulan üniversitelerin kentle iletişiminin kopuk olması, birçoğunun kentsel gelişime uygun bir planlama içermemesi, geniş ve verimli arazilerin amaç dışı kullanılması, vb. olarak sayılmaktadır (Kavili Arap, 2007). Üniversitelerin kurulması ve yer seçimlerinde politik unsurlar her dönemde ağırlıkta olmuştur. Tekeli (1972), üniversitelerin yer seçiminde etkili olan politik kararları şu şekilde sıralamıştır: a. Üniversitelerin merkezleşmesi (büyük kent merkezlerinde kurulması) veya çevreselleşmesi (bölge merkezi şehirlerde kurulması) kararlarının belirlenmesi, b. Üniversitelerin yerleşme kademelenmesinde, kurulacağı şehrin kademe ve temel ekonomisinin belirlenmesi, c. Üniversitelerin yer seçimi kriterlerinin, bölgelerarası dengesizliğe etkisinin belirlenmesi, d. Üniversitelerin kurulduğu bölgeye değişim ve kalkınma açısından getirilerinin belirlenmesi 122 E Üniversitelerin planlama aşamalarında ise öncelikle ülke ve bölge içindeki konumu, coğrafi kriterler, bulunduğu kent ya da bölgenin demografik, sosyal ve ekonomik yapısı gözönünde bulundurulmalıdır. Kent ölçeğinde de yeni bir üniversite yerleşkesi için seçilecek yerin özellikleri, planlama ve tasarım çalışmaları kadar önemlidir (Erkman 1990). Kurulacak üniversitenin, genel karakteri, seçilecek arsaya ilişkin bazı büyüklük, biçim topoğrafik yapı gibi fiziksel nitelikleri belirleyici olacaktır. Bu nedenle, yer seçimi öncesi, üniversitenin genel karakterinin bir ön program çalışmasıyla ortaya konması ve arsa konusundaki yönlendirici kriterlerin belirlenmesi gereklidir (Korkut, 2011). Tüm bu değerlendirmeler, üniversite-kent ilişkisinin ve kurulacak yeni bir üniversite açısından doğru yer seçimi kararının hem üniversitenin gelişmesi hem de kent ve bölge açısından beklenen faydaların sağlanması bağlamında ne denli kritik ve mutlak olduğunu göstermektedir. Bu çerçevede BTÜ ile aynı dönemde kurulan üniversitelerin yer seçimleri ve mevcut durumlarına bakarak, BTÜ’nün katetmiş olduğu aşama ile karşılaştırmak anlamlı olacaktır. 2010 yılında BTÜ ile birlikte kurulan devlet üniversitelerinin durumu: BTÜ ile aynı Yasa ile kuruluş kararı alınan diğer 6 üniversitenin yerleşkelerinin konumları ve şu anki durumları web sayfalarından edinilen bilgilere göre şu şekildedir. Abdullah Gül Üniversitesi: Kayseri’nin ikinci devlet üniversitesi olarak eğitim sektöründe de kentin önemli bir merkez olması vizyonu çerçevesinde kurulmuştur. Biri kent merkezinde (Sümer Kampüsü) diğeri ise kentin yeni gelişen bölgesinde (Mimar Sinan Kampüsü) olmak üzere iki ayrı yerleşkede hizmet vermesi S I:2 H IR N 2 1 planlanmıştır. Her iki yerleşke ile ilgili tahsisler gerçekleşmiş ve projelendirme aşamaları tamamlanarak Sümer kampüsünde inşaatlar başlanmıştır4. Katip Çelebi Üniversitesi: İzmir’de kuzey aksında sanayi ve yerleşimin hızla geliştiği bir bölgede yerleşkesinin kurulması planlanan Katip Çelebi Üniversitesi için üçüncü kuşak üniversite kavramında, sanayide üniversite prensibi çerçevesinde Atatürk Organize Sanayi Bölgesi (AOSB)’ne bitişik olan ve özelleştirme kapsamına alınan “Balatçık Yaprak Tütün İşleme Tesisleri’nin” bulunduğu arazinin devir işlemleri tamamlanmıştır. Üniversitenin, Çiğli Ana Yerleşkesi olmak üzere, Bayraklı Sağlık Yerleşkesi, Urla Gemi İnşaatı ve Denizcilik Fakültesi Uygulama Alanı ve Necati Cumalı Yerleşkesi, Çiğli Sasalı Su Ürünleri Yerleşkesi, Mithatpaşa Rektörlük ve İdari Birimler, Çiğli Aydınlıkevler Sağlık Yerleşkesi, Çiğli Merkez Eski Belediye Hizmet Binası (4-6. katlar) olmak üzere toplam 346000 m2 kapalı, 813500m2 açık alanda hizmet sunması planlanmıştır5. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi: Ankara’nın 5. devlet üniversitesi olarak kurulan Yıldırım Beyazıt üniversitesi, Etlik, Cinnah, Bilkent, Esenboğa,Ulus ve Keçirören olmak üzere 6 farklı lokasyonda eğitim ve öğretim faaliyetlerini yürütmekte olup, Esenboğa’da kurulması planlanan merkez yerleşkesinin birinci etap inşaatı 2014 yılında başlamış ve 2015 yıl sonu itibariyle tesliminin yapılarak eğitim öğretim faaliyetlerinde kullanılması planlanmıştır. Toplamda 12 fakültenin kurulacağı kampüs arazisinin 4 www.agu.edu.tr 5 http://www.ikc.edu.tr/Gelisim_Plani/tarihce.html ŞEHIR & 1500 dönümlük bölümü yapılaşma için ayrılmış, kalan bölümlerin ise “gelişme bölgeleri, rekreasyon alanları, sosyal yaşam ve ormanlık bölgeler” olarak değerlendirilmesi projelendirilmiştir6. Erzurum Teknik Üniversitesi: Atatürk Üniversitesi’nin bir kısım arazisi üzerine kurulması planlanan üniversitenin yerleşkesi ile ilgili “tarım arazisi” olduğu gerekçesiyle mahkeme kararıyla bir süre yürütmeyi durdurma kararı çıkmış ancak daha sonra Danıştay 10. Dairesi tarafından bu karar bozulmuştur. Yürürlükteki planlarda da “eğitim alanı “olarak planlanan arazinin Erzurum Teknik Üniversitesi’ne kampüs alanı olarak tahsis edilmesinden sonra Gelişim Raporu ve bu rapora istinaden Kampüs Master Planı hazırlanmış ve Kalkınma Bakanlığı’nca onaylanmıştır. Yaklaşık 4000 dönümlük araziye sahip olan kampüs alanının projelendirme çalışmaları tamamlanmış olup 2012 yılı itibariyle kurulum çalışmaları başlatılmıştır7. Medeniyet Üniversitesi: Medeniyet Üniversitesi, İstanbul’un Anadolu yakasında ulaşım imkânlarının güçlü olduğu merkezi bir noktada 2 yerleşke üzerine kurulmuştur. Yabancı Diller Yüksekokulu bünyesindeki İngilizce hazırlık sınıfında okuyan öğrenciler, geçici bir süre için, Maltepe’de 7000 metrelik alana sahip bir binada eğitim görmektedirler. Rektörlük ofisi, fakülteler, laboratuvarlar ve merkez kütüphane Kadıköy ve Üsküdar bölgesindeki ana kampüste yer almaktadır. Tıp Fakültesi ve Tıp Fakültesi Hastanesi 6 http://www.ybu.edu.tr/ogrenci/custom_page-257-yerleskeler.html 7 http://www.erzurum.edu.tr/Menu/81/konum-ve-yerleske, http://www.haberler.com/etu-den-danistay-aciklamasi-4896270-haberi/ 123 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM (Kadıköy) Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesinde bulunmaktadır8. Konya (Necmettin Erbakan) Üniversitesi: Konya üniversitesi adıyla kurulan ve 2012’de ismi Necmettin Erbakan Üniversitesi olarak değiştirilen üniversitenin Meram ilçesi sınırlarında yerleşkesinin kurulması planlanmış, bununla ilgili tahsis ve projelendirme işlemleri tamamlanarak etap etap inşaatlara başlanmıştır. Geçen eğitim-öğretim yılında Köyceğiz Kampüsünde 3 bloktan oluşan 27 bin m² alanda yapımı tamamlanan kısımlarda; Havacılık ve Uzay Bilimleri, Mühendislik-Mimarlık, Sosyal ve Beşeri Bilimler fakülteleri faaliyetlerine başlamış, diğer fakülte ve birimler de kent içinde kendilerine geçici olarak verilen alanlarda faaliyetlerini sürdürmektedirler9. Bursa Teknik Üniversitesi: Bursa Teknik Üniversitesi (BTÜ), 21.07.2010 tarih ve 27648 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan ve 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununa eklenen 95. Ek Madde ile rektörlüğe bağlı olarak bulunan 6 fakülte (Doğa Bilimleri, Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi, Denizcilik fakültesi, İnsan ve Toplum bilimleri Fakültesi, Orman Fakültesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi), 2 enstitü (Sosyal Bilimler Enstitüsü, Fen Bilimleri Enstitüsü) ve 1 yüksekokul (Yabancı Diller Yüksekokulu ) olarak kurulmuştur. 124 E Şu anda 3 yerleşkede eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdüren üniversitenin, Yıldırm Yerleşkesinde Rektörlük, Ya8 http://www.medeniyet.edu.tr/universite_asil_yerleskemiz_hakkinda.html 9 (www.konya.edu.tr) bancı Diller Yüksekokulu; Osmangazi Yerleşkesinde Doğa Bilimleri, Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi, Fen Bilimleri Enstitüsü; Merinos Yerleşkesinde Orman Fakültesi hizmet vermektedir. Halihazırda, tahsisli 45.880 m² yüzölçümlü “Yıldırım Yerleşkesi” ile 8.648 m² yüzölçümlü “Osmangazi Yerleşkesi”nde eğitim öğretim faaliyetlerini sürdürmektedir. Bursa Büyükşehir Belediyesinden kiralanan Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi içerisindeki yaklaşık 1.300 m²’lik alanda ise Orman Fakültesi faaliyetini sürdürmektedir Üniversitenin merkez kampüsünün Bursa’nın doğusunda Kestel ilçesi, Çataltepe-Kale ve Serme köyleri sınırlarında toplam 1.537.928,51 m2’lik bir alan üzerinde kurulması öngörülmekte ve yerleşke tamamlandığında tüm birimlerin bir araya toplanması amaçlanmaktadır. Kestel yerleşkesinin kuzeyi Bursa-Ankara (D200) karayolu, güneyi, doğusu ve batısı ise boş parsellerle çevrilidir. En yakın yerleşim yeri nüfusu yaklaşık 14000 kişi olan Kestel (500 m güneybatısında), ve nüfusu yaklaşık 1000 kişi olan Çataltepe köyüdür (1000 m güneydoğusunda) (Şekil 1, Foto.1,2). Arazide, kısmen hazine, kısmen orman, kısmen de özel mülkiyete konu olan parseller bulunmaktadır. Oldukça engebeli bir topoğrafik yapıya sahip arazinin (arazi içinde yaklaşık 200 metrelik kot farkı bulunmaktadır) Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası’na göre 1. derece deprem bölgesi üzerindedir. Söz konusu alan 24.12.2012 tarih ve 1343 sayılı Bursa Büyükşehir Belediye Meclisi kararı ile 1/25000 ve 1/5000 ölçekli nazım imar planlarında “üniversite alanı” olarak ayrılmıştır (NET, 2013). S I:2 H IR N 2 1 Resim 1: Bursa Teknik Üniversitesi Kestel yerleşkesinin konumu Resim 2: Bursa Teknik Üniversitesi Kestel Yerleşkesinden görüntü 2013 yılı Mayıs ayında Kestel Çataltepe’nin Bursa Teknik Üniversitesi merkez kampüs alanı olarak belirlenmesinden sonra ÇED süreci başlatılmış ve sürecin tamamlanmasının ardından arazide yapılaşmaya yönelik Jeolojik - Jeoteknik etüt raporu hazırlatılması için Kestel Belediyesi’ne başvurulmuştur. Arazi içerisinde yer alan 318 bin 235 m2 yüzölçümlü 44 adet özel mülkiyetli taşınmazın kamulaştırılması işlemlerine de 24 Mart 2014’te alınan Kamu Yararı Kararı ile başlanmış, kıymet takdir komisyonu oluşmasının ardından bütçede kamulaştırma için 2014 yılında 3 ŞEHIR & milyon TL ödenek ayrılmıştır10. Ancak geçen süre zarfında üniversitenin dışında gerçekleştirilmesi gereken bürokratik işlemlerin uzaması, arazideki kamulaştırma maliyetlerini de oldukça artırmıştır. Bu konuda medyaya yansıyan haberlerde başlangıçta 6,5 milyon TL olan kamulaştırma maliyetlerinin, sürecin uzaması ve spekülatif nedenlerde 15 milyon TL’ye kadar yükselmesi11 yerleşkenin kuruluşunda en önemli sorun olarak açığa çıkmış bulunmaktadır. Sonuç ve Değerlendirme: Üniversitelerin gelişmesi, bilimsel anlamda nitelikli çalışmaların ortaya koyabilmeleri ve kuruldukları bölgelerin de kalkınmasına katkıda sunabilmeleri için öncelikle kent ve üniversite ilişkisinin doğru kurgulanabilmesi gerekmek10 (http://www.hurriyet.com.tr/egitim/26991444.asp) Bursa Teknik Üniversitesi kampüsüne kavuşuyor” 12 Ağustos 2014 11 http://www.emlakhaberleri.co/kent-haberleri-haberleri/ btu-kamulastirma-bekliyor_88741.html 125 E Resim 3: Bursa Teknik Üniversitesi Kestel Yerleşkesinden görüntü ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM tedir. Üniversiteleri salt ekonomik ve toplumsal gelişmenin bir lokomotifi gibi görmek ve bu kurumların ihtiyaçlarını gözetmeden bölge ve kent ölçeğinde yer seçimi kararları vermek ülke kaynaklarının yanlış kullanılmasının yanı sıra, sonuçları itibariyle de hem toplumda hem de üniversitede çalışanlar için hayal kırıklığı yaratabilecektir. Bu bağlamda 2010 yılında Bursa Teknik üniversitesiyle birlikte kurulan toplam 7 devlet üniversitesi geçen 5 yıl süresince bir yandan misyonlarına uygun olarak araştırma ve geliştirme faaliyetlerine ağırlık vermek durumunda kalırken diğer yandan da sağlıklı bir yerleşkede gelişmelerini sürdürme savaşı vermişlerdir. Türkiye’nin en büyük kentlerinde-büyükşehirlerde kurulmalarının avantajları olmakla birlikte özellikle yerleşkelerinin oluşmasında çok fazla dış faktörün devreye girmesi gelişmelerinin istenilen düzeyde olmasını engellemiştir. Bulundukları kentlerdeki arazi fiyatlarının çok yüksek olması, üniversitelerin gelişmesi ve büyümesi için uygun arazinin sınırlı olması, yoğun kentleşme sorunları, biran önce kuruluşlarını tamamlamaları yönündeki toplumsal ve siyasal baskılar bu dezavantajlardan bazıları olarak sayılabilir. 126 E Özellikle yoğun göç alan ve önemli boyutta planlama sorunları ile karşı karşıya bulunan Bursa, İstanbul, Ankara ve İzmir’de bu süreç daha bir sancılı yaşanmaktadır. Bugüne kadar, dağınık bir şekilde kent içinde kendilerine tahsis edilen geçici mekânlarda eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdürmeye çalışan bu yedi devlet üniversitesi henüz yerleşkelerini tamamlayabilmiş değildir. Web sitelerinden edinilen bilgiye göre BTÜ hariç diğerleri yerleşkeleri ile ilgili projelen- dirme aşamalarını tamamlayarak inşaat faaliyetlerine başlamış görünmektedir. BTÜ ise merkez yerleşkesinin yer seçimi kararının gecikmesi, arazinin mülkiyetinden kaynaklı sorunlar nedeniyle inşaatlara başlamamış olmakla birlikte Yıldırım’da ve Osmangazi’de kendisine tahsis edilen alanlarda yapılan yeni inşaatlarla eğitim - öğretim faaliyetlerini aksatmadan bugüne kadar sürdürebilmiştir. Doğu-batı aksı boyunca gelişen Bursa’nın batısında yer alan Uludağ Üniversitesi’nin kentin bu yönde gelişmesinde önemli bir etken olması nedeniyle, nispeten geri kalmış doğu bölümünün gelişmesi için BTÜ yerleşke alanı olarak Kestel ilçesi tercih edilmiştir. Bu karar, üst ölçek planlama kararları açısından yanlış olmamakla birlikte kamulaştırma maliyeti, ulaşım, kente uzaklık, arazinin yapısı, altyapı, depremsellik gibi bir yerleşkenin oluşturulmasında dikkat edilmesi gereken diğer parametreler gözönünde bulundurulmadığı için üniversitenin istenilen seviyede gelişmesi önünde önemli bir engel teşkil etmiştir. Kent-üniversite ilişkisinin sağlıklı bir zeminde ilerleyebilmesi kentteki tüm aktörlerin üniversitelerin kuruluş ve gelişme aşamalarında destek olmalarıyla mümkün olabilecektir. Bu konuda Kayseri, geçmişte güzel bir model oluşturmuş, kentteki 2. devlet üniversitesi olan Abdullah Gül Üniversitesi’nin kuruluşunda da bu yapı devreye girmiştir. O nedenle AGÜ kuruluşunda diğer üniversitelerin yaşamış oldukları problemleri nispeten daha az hissetmiştir. Bu bağlamda BTÜ’nün kentsel aktörler tarafından daha çok desteklenmesi hem üniversitenin gelişmesini hem de kent ile entegrasyonunu hızlandıracak önemli S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & bir unsur olarak dikkati çekmektedir. İyi bir planlama, iyi bir çevre tasarımı, yüksek erişilebilirlik unsurları göz önünde bulundurularak oluşturulacak bir yerleşke kuşkusuz kentte ekonomik kalkınmayı sağlayacak, sosyo - kültürel yaşama destek verecektir. Üniversiteler için kentler önemli birer laboratuvar durumundadırlar. Bursa kenti de sanayi, tarım, turizm, ticaret sektörlerinde öncü rolüyle BTÜ için son derece kapsamlı bir saha sunmaktadır. Kaynaklar: 1. BTÜ Stratejik Planı, 2013. “Rektör Sunuşu”. 2. Erkman, U., 1990. Büyüme ve Gelişme Açısından Üniversite Yerleşkelerinde Planlama ve Tasarım Sorunları, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, İstanbul 3. Goddard, John (1997), “Universities and Regional Development: An Overview”, (Background paper to OECD Project on the response of Higher Education to regional need), Web: http://www.campus. ncl.ac.uk/unbs/hylife2/lib/files/JBG3.pdf, 4. 5. 6. 7. Kavili Arap, S. (2007) Türkiye’de Üniversitelere İlişkin Politikalar ve Üniversitelerin Kuruluş Yeri Seçimi, Doktora Tezi, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Malatya Keleş, R., 1972). Yerleşme Kararları Açısından Büyük Kent Dışı Üniversiteler Sorunu, Mimarlık Dergisi, (12):25-35 Korkut, G., 2011. “Üniversite Yerleşkelerinin Kentsel Mekan Kurgularının Biçimlenmesine Kentin Etkisi” Yüksek Lisans Tezi, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul. NET (Netçevre Mühendislik Danışmanlık Mak. Elk. San. Ve Tic. Ltd. Şti.), 2013 “Bursa Teknik üniversitesi Merkez Kampüs Projesi Tanıtım Dosyası”. 8. OECD, 1982. The University and the Community, The Problems of Changing Relationships, OECD Pub., Paris 9. Oktay, D., (2007) Üniversite-Kent İlişkisi, Yapı Dergisi, (302):42-47 10. Oruçkaptan, A. (2003), “TMMOB Peyzaj Mimarları Odası”, H. H. Doğan, F. Akyıldız (Ed.), (2004), Üniversite Yerleşke Planlaması ve Çevre Düzenlemesi 1. Ulusal Çalıştayı 16-17-18 Ekim 2003, Malatya: İnönü Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma Merkezi, s:165-172. 11. Özcan, Ayşe (2008) “Türkiye Üniversitelerinin Çevre İşlevleri ve Kentsel Gelişmeye Katkıları”, Doktora Tezi, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Malatya. 12. Tekeli, G., 1972. Büyükkent Dışı Üniversitelerin Kuruluş Yeri Sorunları Üzerine, Mimarlık Dergisi, Sayı:12, S.36-40, Ankara. 13. Türeyen, M. N., 2002. Yükseköğretim Kurumları-Yerleşkeler, Tasarım Yayın Grubu, İstanbul. 14. Yekrek, T., 1999. “Üniversite Yerleşkeleri Yerleşim Sistemlerinin Fiziksel Sorunu, Mimarlık Dergisi, (12):25-35 15. http://www.hurriyet.com.tr/egitim/26991444.asp. Bursa Teknik Üniversitesi kampüsüne kavuşuyor” 12 Ağustos 2014 (erişim:25.06.2015) 16. http://www.emlakhaberleri.co/kent-haberleri-haberleri/btu-kamulastirma-bekliyor_88741.html (erişim:25.06.2015) 17. http://www.ikc.edu.tr/Gelisim_Plani/tarihce. html(erişim:25.06.2015) 18. http://www.ybu.edu.tr/ogrenci/custom_page-257-yerleskeler.html(erişim:25.06.2015) 19. http://www.erzurum.edu.tr/Menu/81/konum-ve-yerleske, (erişim:25.06.2015) 20. http://www.haberler.com/etu-den-danistay-aciklamasi-4896270-haberi/(erişim:25.06.2015) 21. http://www.medeniyet.edu.tr/universite_asil_yerleskemiz_hakkinda.html(erişim:25.06.2015) 22. www.konya.edu.tr(erişim:25.06.2015) 23. www.agu.edu.tr(erişim:25.06.2015) 24. http://www.yok.gov.tr/web/guest/universitelerimiz(erişim:25.06.2015) 25. http://www.milliyet.com.tr/4-turk-sehri-dunya-zirvesinde-ekonomi/detay/2002817/default. htm (erişim:25.06.2015) 26. http://markakentbursa.tr.gg/AVRUPA-YOLUNDA-KENTLESEN-BURSA.htm(erişim:25.06.2015) Görsel Kaynakça 1. Resim 1 Google Earth 2. Resim 2 – Resim 3 Gökçen Kılınç Ürkmez fotoğraf arşivi 127 E ŞEHIR & TOPLUM MAKALE 128 E ISSN: 7897678343213 S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & IŞ ERIŞ E N RININ N Ş EN SE E N E Ş E N N ISI: ISTANBUL ÖRNEĞI Irem Erin*, Tenay Gönül** Giriş Alışveriş mekanları tarih boyunca kentin ana toplanma mekanlarında konumlanmış ve kentlileri bir araya getirme, sosyalleştirme ve farklı aktiviteleri barındırma özellikleriyle ana hedefi olan alışveriş maksadını aşarak cazibesini arttırmıştır. Kültürel değerlere ve kentleşme seviyesine göre çeşitlilik gösteren alışveriş mekanları, tarihsel süreçte de form, işlev ve konum açılarından dönüşüm geçirmiş, kendi dönüşümü ile birlikte kentte de fiziksel ve sosyal açıdan değişimle* Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Araştırma Görevlisi ** Yüksek Mimar – Şehir Plancısı re yol açmıştır. En yalın haliyle tapınak çevresinde kurulan açık pazarlar, sıra halindeki yarı açık ve kapalı çarşılarla düzenini geliştirmiş, biçim değiştirmiş ve sonrasında alan, satış büyüklüğü ve içerdiği aktiviteler ile kapasitesini arttırarak günümüzün alışveriş merkezlerine dönüşmüştür. Alışveriş merkezleri, ilk aşamada tüketiciye kolaylık sağlama amaçlı kurulmuş, birçok perakende dükkan ve hizmeti bir arada sunan, merkezi bir birim tarafından idare edilen komplekstir. ICSC’ye (International Council of Shopping Centers) göre, bu mekanların AVM olarak kabul edilebilmesi için en az 5000 metrekare gibi belli bir büyülükte kiralama alanı kaplaması gerekmektedir. 129 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM Resim 1: Atina Kenti Agora Planı, M.S. 150 Böyle büyük bir alanı kapsayan AVM’lerin kentlere etkileri de yadsınamayacak derecede büyük olmaktadır. Bu çalışma, alışveriş mekanlarının tarihsel süreçte dönüşümünü, dönüşümün nedenlerini ve kente etkisini incelemektedir. Günümüz alışveriş mekanlarının özellikleri form, işlev ve konum çerçevesinde araştırılmış, geçmişteki özellikleri ile yine bu çerçevede karşılaştırma yapılmıştır. Bu doğrultuda, alışveriş mekanlarının dönüşümünün kent mekanına ve kent yaşamına etkisi İstanbul örneği üzerinden değerlendirilmiştir. Tarihsel Süreçte Gelişim 130 E Alışveriş mekanları sanayi öncesi dönem, erken modernizm dönemi ve metropolleşme dönemi olarak üç farklı dönemde ele alınabilir (Dökmeci, 2010). Bu bağlamda sanayi öncesi dönemde alışveriş mekanları Yunan agorası, Roma forumu, Orta Çağ pazarları ve Doğu çarşı- Resim 2: Trajan Forumu, Roma ları; erken modernizm dönemi alışveriş mekanları pasajlar ve çok katlı mağazalar (department store); metropolleşme dönemi alışveriş mekanları ise günümüz alışveriş merkezleri olarak sınıflandırılabilir (Birol, 2003). İlk çağlarda, alışveriş faaliyetleri insanların yetiştirdikleri tarımsal ürünleri ve zanaat ürünlerini değiş tokuş etmesi ile başlamıştır. Açıkta satış ve birçok satıcının birleşip toplu halde satış yapmasıyla pazar kültürü oluşmuştur. İlk pazarlar toplanma mekanı yakınlarında ve avlanma alanlarında kurulmuştur. Bu ticari faaliyetler Antik Yunan’da belli bir düzen içinde, agora adı verilen şehrin merkezi olarak kabul edilen açık meydanlarda yapılmaktaydı (Resim 1). Şehrin kalbi olan agoranın en önemli kısmı, sıra kolonlarla çevrili stoalardır. Kamu kullanımı için üstü kapalı yürüyüş mekanını oluştururlar. Stoalar ve porticolar sıra kolonları ile sivil mimariye önemli bir biçimsel unsuru ka- S I:2 H IR N 2 1 zandırırken, sonrasında gelişen Roma forumları ve bedestenlere de sistem modeli olmuştur. Agora ile birlikte bir uygarlaşma sembolü olan ticari faaliyetlerin kentlerin en merkezi alanında olması fikri yerleşmeye başlamıştır. Roma Dönemi’nde bu gelenek devam etmiş ve alışveriş faaliyetleri forum adı verilen meydanlarda süregelmiştir (Resim 2). Antik Yunan-Hellenistik dönemde oluşturan agora da, Roma Dönemi’nde şehir merkezinde yer alan forum da, planlanmış alışveriş noktaları olmakla birlikte diğer kamusal alanları da kapsamaya başlamış ve şehrin merkezinde tapınağa yakın konumlanmıştır. Orta Çağ’da 500 yıllık bir karanlığa gömülen Avrupa’da, ticari faaliyetler çok gelişmese de pazar alanlarında devam etmiştir. Karanlık dönemin kapanmasından sonra ticari alanlar gelişerek ticaret merkezlerine dönüşmeye başlamıştır. Bu merkezlerin ve ticari faaliyetlerin getirdiği gücü kontrol altında tutmak amacıyla, pazar alanı olarak kullanılan meydanların yanında karma kullanımlı binalar oluşmaya başlamıştır. Dönemin kent merkezlerinde alt katları pazar alanı olarak işlev gösteren binaların üst katları belediye binası olarak kullanılmaya başlanmıştır (Coleman, 2007). Avrupa’daki alışveriş mekanlarının gelişimine paralel olarak Doğu’da da pazar alanları kentin önemli merkezi alanlarından biri olarak gelişme göstermiştir. Çarşı olarak adlandırılan bu alanlarda organizasyon açısından Batı ile büyük bir farklılık vardır. Çarşılarda satılan mallar türlerine, gelişme ölçeklerine ve bulundukları alanın mimari biçimlerine göre kategorize edilerek konumlandırılmış, ŞEHIR & mekan organizasyonu buna yapılmıştır. Ana cadde etrafındaki çeşitli ölçeklerdeki dükkanlardan oluşan ve gittikçe genişleyen bu çarşılar zamanla kapalı çarşılara dönüşmüştür. Batılı pazar alanlarında çok katlı binaların ilk katları ticari fonksiyona sahipken, Doğu çarşılarında tüm alan ticaret fonksiyonuna sahip az katlı yapılardan oluşmaktadır (Coleman, 2007). XVI. yüzyılda pazar meydanları ve belediye binası ile bütünleşik pazar alanları yerini bir aksın iki tarafında dükkanlardan oluşan lineer bir yapıya bırakmıştır. Soğukta kısa sürede alışverişi bitirme zorunluluğu, sıcakta bitkin kalmaksızın alıveriş yapılabilecek yeni bir oluşum olarak kapalı alışveriş mekanları gelişmiştir. Mağazalar dizi dizi bir araya gelerek bu büyük mekanları oluşturmuş ve insanlara iklim açısından daha konforlu bir seçenek sunmuştur. Eski İtalyan şehirlerinde tonoz örtülerin altında, yağışlı hava şartlarından etkilenmeden rahatça vitrin bakılabilen ve içlerine girilip alışveriş yapılabilen sıralı kemerlerin yanında bulunan mağazalar bu yapının akla ilk gelen örneklerindendir. İtalya’da başlayan bu gelişim, XVII. yüzyılda kuzey Avrupa’da merkezi caddelerin iki tarafı dükkanlar, kafeler ve barlardan oluşan alışveriş caddelerine dönüşmesi ile devam etmiştir. Bu yönteme daha üst bir model olarak yağıştan ve sıcaklıktan etkilenmeyi engelleyen tamamen kapalı mekanlar ortaya çıkmıştır. Bu mekanların tarihi olanlarında veya tarihi bağ kurmaya çalışanlarında tonoz örtüler ve kolonların tekrarı görülmektedir. XVII. yüzyıl sonu ve XVIII. yüzyılda başlayan Avrupa’nın modern çarşıları olan pasajlar, yayaların kullanımı açı- 131 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM sından kaliteyi arttırıcı yönde bir düzen belirlemiştir. Kolonlar dizisi sayesinde biçimlenen ve önceki düzensel gelişimini referans alan ana yürüyüş yolu, alışveriş yapan yayalara kolaylık sağlamış, taşıtla bağlantısını kopartmıştır (Geist, 1983). Pasajların mekansal organizasyonu Rönesans Dönemi binalarına benzer olarak, ilk katı alışveriş mekanları, üst katları ofis işlevleri olarak tasarlanmıştır. XIX. yüzyıla gelindiğinde ise, pasajların, bugün de en belirgin yapısal özellik olan, cam kubbe örtüsü ortaya çıkmaktadır. Cam örtü yağışlı iklim koşullarından korurken, aynı zamanda gün ışığından faydalanılmasını sağlamıştır. Bu yüzyılda inşaatta kullanılan yeni malzemelerin ortaya çıkmasıyla, demir ve cam malzemenin kullanıldığı en çok pasaj inşaatı, Avrupa’nın en büyük şehirleri olan Paris, Milano, Berlin ve Londra’da görülmüştür. konseptinin oluşmasında department storeların işlevsel düzeninin ve büyüklüğünün çok büyük bir önemi vardır. En bilinen örnek olarak, 1851’de açılan Londra’daki Kristal Palas verilebilir (Resim 3). Trend malzemeler olan demir ve camın beşik tonoz şeklindeki kullanış biçimi, yapının büyüklüğü ve iç kısmında yarattığı bahçe hissiyatı veren konsepti ile Kristal Palas alışveriş mekanlarının gelişiminde önemli bir yer teşkil etmiştir. Avrupa’daki kapalı alışveriş mekanları bu şekilde gelişirken Doğu’daki alışveriş mekanları da bedestenler üzerinden gelişimini sürdürmüştür. Bedestenler, lineer sıra düzeninde veya bu sıraların kesişme düzeni ile organize olmuş birçok dükkanın bir araya geldiği, üstünün tonozla örtülü olduğu genellikle tek katlı çarşılar, alışveriş yapılarıdır (Resim 4). Resim 3: Kristal Palas, Londra 132 E Batıya bakıldığında, XVIII. ve XIX. yüzyıllarda köşe, lineer, bina içinde saklı veya aksine büyükçe olan pasajların daha üst bir modeli olan department storelar (çok katlı mağazalar) inşa edilmiştir. Department storelar, pasajların ayrık dükkan düzenine karşın markaların büyük bir birim altında toplanmasıyla oluşmuştur. İthalat, ihracat ve üretim fazlasıyla desteklenmiştir. Bugünkü alışveriş merkezi Resim 4: Mahmutpasa Bedesteni (Kursunlu Bedesten) Plani, Ankara S I:2 H IR N 2 1 XX. yüzyıla gelindiğinde, tamamen kapalı ve mevsim koşullarına bağlı yapay yollarla iklimlendirilmiş alışveriş yapıları görülmeye başlar. II. Dünya Savaşı sonrası ulaşım alt yapısının gelişmesi, araç sahipliğinin artması ve böylece orta sınıfın kent merkezinden çeperlere doğru taşınması ile banliyö yerleşmeleri artmıştır. Bu gelişme alışveriş mekanlarının da tüm tarihsel sürecinde radikal bir değişimine yol açmıştır. Daha önce merkez ve merkez çevresinde yer alan alışveriş mekanları, banliyölerde içerisinde donatı alanlarını da barındıran yapılara dönüşmeye başlamıştır. Özellikle otomobile dayalı olarak gelişim gösteren Amerikan kentlerinde banliyölerde, yeni merkez arayışları ortaya çıkmış ve alışveriş merkezi konusundaki ilk değişim Kuzey Amerika’da AVM’lerin hızlı artışı ile kendini göstermiştir. Yeni alışveriş merkezi yani mall kavramı Avusturyalı mimar Victor Gruen tarafından geliştirilmiştir. Gruen’nin düşüncesine göre, yeni ‘mall’ olgusu geleneksel kent merkezi işlevi görerek, banliyölerde yaşayan insanları bütünleştirmek, sosyalleştirmek ve bütün ihtiyaçları karşılanabiliyormuşçasına keyif almalarını sağlamaktı (Tokay, 2005). Coleman’a (2007) göre ilk alışveriş merkezi Amerika Birleşik Devletleri’nde Edin, Minesota’da kurulan Southdale Center’dır. Bu konsepti baz alarak ilk AVM’ler şehir dışında, ölçek tanımaksızın, çevre mekanından kopuk bir tasarım anlayışı içerisinde izole, büyük otoparklı kapalı ve klimalı mekanlar olarak inşa edilmiştir. Sonuç olarak, genel özelliklerine bakıldığında endüstri öncesi dönem, erken modernizm dönemi, metropolitenleşme dönemi olarak sınıflandırılabilen alışveriş mekanlarının ŞEHIR & bu üç dönemde kent dinamizmine uygun olarak konumlarının merkezilikten kent dışına doğru kaydığı görülmektedir (Resim 5). Resim 5: Alışveriş Mekanlarının Konumsal Açıdan Gelişimi İstanbul’un Alışveriş Hikayesi Bizans Dönemi’nde pazar alanı Ayasofya yakınlarından başlayıp Divanyolu, Çemberlitaş, Beyazıt, Şehzadebaşı’na, Aksaray Koska’ya kadar uzanmaktadır. Bugünkü Kapalıçarşı’nın bir bölümü ile Sirkeci’nin 133 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM bir kısmının da pazar alanı olarak kullanıldığı ve bu pazarlarda tüm mesleklerin bir arada bulunduğuna dair bilgiler bulunmaktadır. Bunlara ek olarak, Balık Pazarı’nda balık satıcılarının bulunduğu bilinmektedir. Bizans’taki ticaret yapıları Orta Çağ Avrupası’nda olduğu gibi dükkan ve hanlardan oluşmaktaydı. İstanbul’da çarşı alanı ve alışveriş faaliyetleri Türkler’in fethinden sonra da aynı yerlerde devam etmiş, fakat Kapalıçarşı bölgesinde yoğunluk kazanarak artmıştır (Cezar, 1985). İstanbul’un ilk kapalı alışveriş mekanı niteliğindeki Kapalıçarşı içinde 4000’i aşkın mağaza haricinde, hemen yakınındaki camisi, çeşmeleri ve bankası ile birlikte planlanmış bir kompleksin parçasıdır (Resim 6). Kendi bünyesindeki kafe ve restoranların dışında zaman içinde çevresinde de yeme içme yerleri açılmıştır. Alışverişini yapan ara verdiğinde yemek ihtiyacını giderebilmekte, öğle yemeği için gelmiş olan geçerken alışveriş yapabilmektedir. Yani alışveriş ve yeme içme yerlerinin birliktelikleri hem ekonomik açıdan hem de kullanım rahatlığı açısından uyum içerisindedir. 134 E Osmanlı Dönemi’nde Kapalıçarşı’ya ek olarak Yeni Cami yakınındaki 1660 yılında inşa edilen Mısır Çarşısı ile Süleymaniye Külliyesi’ne dahil olan 1557 tarihinde yapılan Tiryaki Çarşısı da yoğun ticaret bölgelerini oluşturmaktaydı (Özdeş, 1953). Kapalıçarşı ve diğer bedestenlerin sattıkları giysi, altın ve gümüş ürünlerinden farklı olarak baharatlar, yine kapalı bir alışveriş mekanı olan Mısır Çarşısı’nda satılmaya başlanmıştır (Resim 7). Böylelikle, Eminönü’ndeki pazar daha da büyümüş ve İstanbul ekonomisi için önemli bir yer kazanmıştır. Resim 6: Osmanlı Dönemi’nde Kapalıçarşı Resim 7: Günümüzde Mısır Çarşısı XIX. yüzyılda, gayrimüslim ve Levanten nüfuslarının arttığı Galata ve Pera (Beyoğlu)’da da ticari faaliyetler önem kazanmaya başlamıştır (Cezar, 1985). Vitrin tasarımı ve reklam sektörünün de gelişim göstermesi ile bölge vitrin seyretmeye, dolaşmaya çıkılan, büyük mağazalar, ticarethaneler, bankalar, pastane ve kafelerin de bulunduğu Batılı tarzda bir ticari merkez halini almıştır. 1810’larda Avrupa’da gelişim gösteren pasaj kültürünün, Çiçek Pasajı (1875), D’Andria (1875) ve Suriye Pasajı (1908) gibi ilk örnekleri ve bonmarşeler de Pera’da görülmüştür (Şekil 8, Şekil 9). Üstü kapalı alışveriş olanağı sağlayan bu pasajlarda binaların alt katlarında mağazalar yer almakta, üst katlarında ise sigorta, acente gibi hizmet ile konut fonksiyonları bulunmaktadır (Aksoy, 2009). S I:2 H IR N 2 1 Resim 8: Çiçek Pasajı Resim 9: Suriye Pasajı Cumhuriyetin kurulmasından sonra 1950’lere kadar olan dönemde, başkentin Ankara’ya taşınması ve II. Dünya Savaşı’nın yaşanması gibi nedenlerle İstanbul’da ticari faaliyetlerin gelişiminde bir duraklama yaşanmıştır. Fakat bu dönemdeki faaliyetler yine Tarihi Yarımada ve Beyoğlu - Galata çevresinde devam etmiştir. 1950’lere kadar alışveriş açısından prestij alanı olan bu bölgeler, zamanla alt ve orta-alt gelir grubuna hitap etmeye başlamış, perakende ticaret bu alanda önemini yitirmeye başlamıştır. Buna karşılık İstanbul’da alışveriş alışkanlıklarına ve mekanlarına dair üç gelişme yaşanmıştır. Öncelikle, süpermarket türünde gıdaya yönelik ilk market zinciri Migros ŞEHIR & 1955 yılında açılmıştır. Daha sonra Bon Marche tipi çok katlı mağazalar 19 Mayıs mağazaları ve Yeni Karamürsel mağazaları örnekleriyle 1960’larda kurulmaya başlanmıştır. Son olarak, 1970’li yıllarda Şişli’de yeni apartmanlarla birlikte tiyatro ve sinema gibi aktiviteleri de içeren pasajlar yapılmaya başlanmıştır (Cengiz & Özden, 2003; Aksoy, 2009). Türkiye’de perakendecilik sektörünün Batılı tarzda büyük ölçekli gelişimi 1980’lerden sonra olmuştur. Ekonomide ithal ikameci ve devletçi politikalardan dışarıya açık ihracata dayalı serbest ekonomiye geçilmesi alışveriş alışkanlıklarının da değişmesine neden olmuştur (Kompil & Çelik, 2006). Bu yeniden yapılanma sürecinde ithal ürünlerin piyasaya girmesi, tüketici kesimin taleplerinin artması ve yurtdışı ile ilişkilerinin sıkılaşması, kentleşme hızının artması, kredi kart kullanımının yaygınlaşması ve araç sahipliğinin artması Türkiye’de alışveriş yapısının değişiminde etkili olmuştur (Özaydın & Firidin Özgür, 2009). Buna paralel olarak gelişmiş ülkelerin pazarlarının doygun seviyeye ulaşması dayanıklılık ve devamlılık sağlamak açısından perakendecileri gelişmekte olan ülkelerde yatırım yapmaya itmiştir. Türkiye’deki radikal değişim ise, yabancı yatırımcılar açısından bir çekim yaratmış ve özellikle 1990’lı yıllardan sonra AVM’ler büyük bir hızla artış göstermiştir (Kompil & Çelik, 2006). İlki 1988’de İstanbul Ataköy’de açılan Galleria’yı takiben 1993’te Altunizade’de Capitol ve Etiler’de Akmerkez, 1995’te Bakırköy’de Carousel, 1996’da İçerenköy›de Carrefour, 1997’de Beylikdüzü’nde Migros ve Silivri’de Maxi City, 1998’de Profilo gibi 135 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM birçok AVM açılmış ve bu AVM’ler konum olarak alt merkezleri tercih etmişlerdir. İstanbul’da 1995 öncesi dönemde 6 adet olan AVM’ler, 2000 yılına gelindiğinde 16’ya ulaşmış, 2000’den sonra ise her yıl katlanarak artan büyük bir ivme kazanıp 2005’te 35’e, 2010’da 77’ye ve 2015’te de 117 adede ulaşmıştır (Özaydın & Firidin Özgür, 2009; Url 1) (Grafik 1). dana atlıkarınca yerleştirilmiştir ve halen kullanılmaktadır (Resim 11). Bu iki yapının genel durumu ele alındığında çok katlı olması, yapay havalandırma sistemlerinin olması, otopark alanlarının olması, çatılarının bazı kısımlarının gün ışığı geçirebilecek şekilde tasarlanmış olması yine eski alışveriş yapıları örneklerini referans göstermektedir. Bu iki alışveriş merkezinin de ortasında bulunan meydan işlevi gören alanlar incelendiğinde, bina tasarımında dikkat çekme, farklı yaratma ve içerideki satışı arttırmaya yönelik kararların ön planda tutulduğu görülmektedir. Fakat bu mekanlar, bu tarz aktivitelerle kullanıldığında, mekansal bütünlükten ve gerçek işlevinden kopmaktadır. Böylelikle, kullanıcının yasadığı tecrübe yavanlaşmakta ve yapaylaşmaktadır. Grafik 1: Yıllara Göre İstanbul›da AVM Sayısı 136 E İlk dönemde daha çok yüksek gelirli sınıfa hitap eden bir imaj çizen AVM’ler, günümüzde farklı konseptler ve fonksiyonları barındırmaktadır (Özaydın & Firidin Özgür, 2009). Türkiye’nin ilk AVM’si olan Galleria’ya (1988) bakıldığında toplayıcı meydanı, mağazaların sıra sıra ve birbirine karşılıklı bakan düzeniyle tarih boyunca örneklerini gördüğümüz alışveriş mekanı özelliklerini göstermekle birlikte, üst katlarındaki ofis fonksiyonu ve buz pisti gibi farklı bir aktivitenin kullanıma katılmasıyla da yeni bir konsept oluşturmuş, cazibesini arttırmıştır (Şekil 10). 1993’te açılan Carousel’de de benzer toplanma mekanı aktivitesi olarak mey- Resim 10: Galleria Alışveriş Merkezi’nin Orta Alanının Buz Pateni Kullanımı ve Değişimi S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & Resim 11: Carousel Alışveriş Merkezi Orta Alanın Atlıkarınca Kullanımı İstanbul’daki birçok AVM’nin orta alanı meydanı andıran ve meydana benzer işlevli, büyük bir açıklıkta, toplayıcı alan olarak düzenlenmiştir. Temel özellikleri olan mağazaları, department storeları, hizmet sektörüne yönelik işyerlerini, otopark, büyük yeme-içme alanlarını, sinemalar ve bazen ofis alanlarını bulundurmaktadır; fakat son yıllarda AVM fonksiyonlarının yelpazesi bir hayli genişlemiştir. Bu genel fonksiyonlara ek olarak gelen konut kullanımı ve trend olan ‘mixed-use’ inşaat sektörünün revaçta olan ürünleri arasındadır. İstanbul’daki Kanyon ve Zorlu Center örneklerinde, konut alanları çok katlı olan alışveriş alanlarını aşıp dikeyde gelişmiştir. Bu iki AVM’nin bir diğer ortak özelliği ise, tamamen kapalı ve klimalı alışveriş merkezi tanımına uymaktan çıkıp, sokak mağazası hissini uyandıran açık alanların bulunduğu, mağazalara direkt açık alandan girişlerin verildiği ve peyzaj unsurlarının dış çevre ile bütünleştiği tasarımların olmasıdır. Bu yönelimin bir nedeni ise, AVM’lerin kamunun sosyalleşme alanları haline dönüşmüş olmasıdır. Resim 12: Kanyon AVM Üstten Bakış Resim 13:: Kanyon AVM Açık Alan ve Yeşil Kullanımı Konumsal açıdan ise Eminönü ve Beyoğlu’ndaki tarihi alışveriş mekanlarına ek olarak AVM’ler Şişli, Mecidiyeköy, Gayrettepe, Levent, 4. Levent ve Maslak’ı kapsayan Büyükdere Caddesi başta olmak üzere merkezi iş alanı (MİA) doğrultusunda ve alt merkezlerde geli- 137 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM şim göstermiştir. Bu gelişim durdurulamaz bir hal almış ve alışveriş caddesi geleneğinin devam ettiği Nişantaşı Taksim gibi tarihi merkezlere de sıçramıştır (Resim 14). Resim 14: Günümüzde İstanbul’daki Alışveriş Mekanlarının Konumları 138 E Kentlerde alışveriş mekanlarının form, işlev, konum ve niceliksel açıdan bu denli değişimi nüfus artışı ile nüfus artışının tetiklediği nedenlerden dolayı meydana gelmiştir. İstanbul, Türkiye’nin nüfusu en hızlı artan ve nüfus büyüklüğü en fazla olan şehri olarak, bu değişimden en çok etkilenen şehir olmuştur. 1950’lerden itibaren geç sanayileşme nedeniyle büyük bir göç dalgasına maruz kalan şehirde, nüfusa paralel olarak alışveriş talebi ve rekreasyon alanı talebi de giderek artmıştır. Aynı zamanda mekansal ve ekonomik açıdan hızla gelişen şehir yeni alt merkezlerin oluşmasıyla tek merkezli bir yapıdan çok merkezli bir yapıya dönüşmüş, merkezi iş alanı (MİA)’nın konumu değişmiştir (Dökmeci & Berköz, 1994). Geleneksel ticaret alanlarında otopark problemleri ve yetersiz altyapının oluşu, tarihi alanların yasalarla koruma altına alınması gibi nedenlerle yeni alışveriş alanları eski kent merkezinden uzaklaşmıştır. Böylelikle yeni alışveriş mekanları çeşitli bölgelerde oluşmaya başlamıştır. Başlarda sadece alışverişe yönelik olan talep zamanla tüm donatı ve olanakları içine alan mekanların talebine dönüşmüştür. Buna kent meydanlarının yetersiz sayı ve nitelikte oluşu da eklenince kentli nüfusun sosyalleşme, diğer insanlarla karşılaşma, yüz yüze ilişkilerde bulunma gibi kamusal alanlara yönelik ihtiyaçlarının AVM’ler aracılığı ile karşılanmaya çalışıldığı bir dönem başlamıştır. Ulaşım ve altyapı sistemlerindeki gelişim de AVM’lerin sayısının artmasında bir etken olmuştur. Boğaz köprüleri, E-5 ve E-6 çevreyollarının gelişimine ek olarak araç sahipliğinin artışı, daha çok insanın uzun mesafelerdeki AVM’lere ulaşmasını, böylelikle AVM’lerin sayısının artmasını sağlamıştır. Alışveriş Mekanlarının Dönüşümünün Kentsel Mekana Etkileri Yeni AVM’ler sahip oldukları işlevler ve karşıladıkları talepler açısından kentin ve gündelik hayatın bir parçası haline gelmişlerdir. Dolayısıyla mekanın şekillenmesinde ve dönüşümünde doğrudan etkili olmuşlardır. İlk ortaya çıkan ve gözlemlenen etkilerden biri alışveriş mekanlarının kent mekanından yalıtması ve kentsel doku ile ilişki kuramamasıdır. Ayrıca sahte bir kamusallığın yaratıldığı AVM’lerin gelişmesi, desteklenmesi ve cazibe merkezine dönüşmesi kentsel kamusal alanların canlılığını yitirmesine neden olmaktadır. AVM’lerin gelişiminin alt merkezler üzerinde de etkileri büyüktür. Alışveriş mekanlarının dönüşümü, İstanbul›un Eminönü ve Beyoğlu›nu merkez alarak S I:2 H IR N 2 1 kapsayan tek merkezli bir yapıdan çok merkezli bir yapıya geçmesini hem etkilemiş hem de bundan etkilenmiştir (Dökmeci & Berköz, 1994). Tüm alt merkezler çevrelerinde bir ya da birden çok AVM veya süpermarket bulundurmaktadır. Ayrıca yeni yapılan AVM yatırımları çevrelerindeki bölgelerin gelişmesine ve alt merkeze dönüşmesine yol açabilmektedir. Yeni AVM’lerin çevresindeki arazi değerleri artarken, köhneleşmiş alanlarda kentsel dönüşüm de tetiklenmektedir. Buna ek olarak, arazi kullanımı değişim göstermektedir. AVM’ler yakın çevresindeki konut alanlarını ticaret alanlarına dönüştürmekte, ikincil etki alanındaki konut alanlarının da yoğunluğunu artırmaktadır. AVM’ler bulunduğu bölgede taşıt ve yaya yoğunluğunu arttırmaktadır. Bundan dolayı özellikle bu alanların giriş ve çıkış noktaları ile kavşak noktalarında yoğun trafiğe neden olmaktadır. Kent merkezlerinde ve ana ulaşım akslarında yapılan AVM’ler mevcut trafik yoğunluğunu daha da artırmakta ve tüm kentin ulaşımını negatif yönde etkilemektedir. Bu sonuç, doğal çevre için de tehdit oluşturarak, hava ve gürültü kirliliğine neden olmaktadır. Diğer bir etki ise kendi yapı yoğunluğuna ek olarak çevresindeki yapı yoğunluğunun da artmasına neden olan ŞEHIR & AVM’lerin çevresinde rekreatif alanların azalmasıdır. İstanbul’daki AVM sayısının, arazi değerlerinin ve nüfusun hızla artmasıyla, kamu alanlarının kent içindeki dengeli varlığı çoklu değişkenlere bağlı hale gelmiştir. İstanbul’da artan nüfus ile birlikte, açık yeşil alan, çocuk oyun alanları ve spor alanı ihtiyacı artmıştır. Fakat İBB Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nün yayınladığı 2004-2010 yılları arasındaki faaliyetleri sunan tabloda, 2008 yılından itibaren, yapılan park sayısında ani bir düşüş olduğu görülmektedir (Şekil 14). Her ne kadar parklar açılmaya devam etmekteyse de, bu kamusal açık alanlar erişilebilir kent noktalarında görülmemektedir. Bir diğer kamu ihtiyacı ise, yetersiz sayıda olan kültürel faaliyetlere yönelik performans alanlardır. Bu ihtiyaç boşluğundan da faydalanan AVM’ler sanki bütün kamu ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir misyon edinmişçesine, açık yeşil alan, gösteri merkezleri içererek, alternatifinin çok olmaması sebebi ile, halkı kullanımına motive etmenin ötesinde bir şekilde mecbur bırakmıştır. Bu alanlar sözü geçen ihtiyaçları geçici olarak karşılamaktadır. Hakikisi gibi olamaması, yapay ortamlar olması, birbirinin benzeri ve kimlik yoksunu yerler olması ve isimleri hatırlanamayacak kadar çok Tablo 1. İBB Park ve Bahçeler Müdürlüğü 2004-2010 Faaliyet Tablosu 139 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM sayıda olmasıyla beraber kent alanında birbirlerine çok yakın konumlanması ile ihtiyacın neye yönelik olduğu konusunda kafa karışıklığı yaratmaktadır. Böylece mekansal yanılsama görsel boyutu dışında da sosyal bir yanılsamaya dönüşmektedir. Alışveriş Mekanlarının Dönüşümünün Kent Yaşamına Etkileri 140 E Alışveriş mekanlarının dönüşümü tüketim alışkanlıklarının yanı sıra kent yaşamı ve gündelik aktivitelerde de değişikliklere neden olmuştur. Mekan ve yaşam biçimindeki bu değişiklikler karşılıklı olarak birbirini etkilemiş ve günümüzdeki halini almıştır. Günümüz İstanbul’unda AVM’ler buluşma ve sosyalleşme mekanı olarak kamusal açık alanların yerini almıştır. Çeşitli aktivitelerin de AVM’lerde toplanmasıyla alışveriş mekanlarındaki aktif alış-satış davranışı pasif alış-satış davranışına dönüşmüştür. Alışveriş yapma öncelikli olan bu mekanlar zamanla boş zamanların geçirildiği merkezler halini almıştır. Bunun nedeni AVM’lerin mağazalar, restoranlar, rekreasyon alanları, dinlenme alanları, eğlenmeye yönelik aktiviteler, tiyatro ve sinemalar, sanat merkezleri, kişisel bakım ve spor merkezleri barındırmalarıyla beraber konforlu ve güvenli bir mekan sağlaması olmuştur. Özellikle gençler ve çocuklu aileler için çekim merkezine dönüşen bu alanlar ekonomik sınıflar açısından farklı amaçlarla kullanılmaktadır. Kocaoğlu’na göre AVM’ler düşük gelirli grup için gezinme alanı, orta gelirli grup için gündelik yaşamın bir parçası, yüksek gelirli grup için ise ev ve iş arası zaman geçirme noktası olmuştur (Dökmeci, 2010). Fakat bu mekanlar kentsel doku ile ilişki kuramadıkları, yapay bir kamusallık sağladıkları ve kent mekanından kopuk oldukları için geleneksel kent merkezinde olduğu gibi bir kentsel aidiyet hissi oluşturamamaktadır (Özaydın & Firidin Özgür, 2009). AVM’lerin başka bir etkisi de alışveriş eylemini bir araca dönüştürmesi olmuştur. İnsanların birbirlerini incelediği bir alana dönüşen AVM’ler şık giyinerek gezinilen mekanlar halini almıştır. Bu nedenle, AVM’ler yabancılar üzerinde yüksek gelirli bir sınıfa mensup etkisi yaratmak, sosyal hayatta bir rol üstlenmek amaçlarına hizmet etmekte ve insanların bunun üzerinden kimlik kazanmaları için araç olmaktadırlar (Dökmeci, 2010). AVM’lerin günlük hayatın bir parçası haline gelmesiyle, yeni bir kültür doğmuştur. Yazılı olmamasına karşın, herkesin bildiği ve takip ettiği kurallar bilinmektedir. Kullanıcılara hayranlık uyandırma amacıyla tasarlanmış, işlevine göre abartılı mimari şekiller ve malzemeler, yapay bitki ve havuzlarla pekiştirilmiştir. Bu yapay ortamda kullanıcı ve satıcı da yapaylığın bir parçası haline gelmiş, tekdüze diyaloglar kurmaya, gerçek ifadelerini ve davranış şekillerini sınırlandırmaya yönlendirilmişlerdir. AVM’lerin içerisinde bulundurduğu havuzlar, teraslar ve balkonlar, insanların birbirlerini görmesini sağlamaktadır. Bu şekilde ‘görmek’ ve ‘görülmek’ de alışveriş kadar temel bir aktivite haline gelmiştir (Vural & Yücel, 2006). S I:2 H IR N 2 1 Sonuç Alışveriş mekanlarının tarih boyunca konumları, işlevleri ve formları incelendiğinde, süreklilik veya benzerlik gösterdiği özellikleri olmakla birlikte zaman içerisinde konumda farklılıklar göstermeye başlamış, fonksiyonlarını genişletip, hedef kitlesini arttırarak da kapladığı alanı bir hayli büyütmüştür. Alış-veriş ihtiyacına cevap vermesi en temel amacı iken, kamusal alanların yetersiz kalmasını ve kamunun farklı ihtiyaçlarını fırsat bilerek, sosyalleştirme rolünü oynamakta; eğlence ve kültür aktivitelerini de bünyesinde toplayarak çekim gücünü arttırmakta kendi başına bir merkez halini almaktadır. Bu değişimin hem kent mekanına hem de kentsel yaşama etkileri olmuştur. Mekansal açıdan kentsel dokudan kopukluk, arazi kullanımının değişmesi, arazi değerlerinin artışı, trafik problemi, hava ve gürültü kirliliği, kamusal alanların canlılığını yitirmesi, rekreasyon alanlarının azalması gibi sonuçlar doğurmuştur. Sosyal açıdan ise kentsel aidiyet hissi yaratmakta başarısız olan ve kentsel kimlik yaratamayan AVM’ler kişisel açıdan boş zaman geçirme/sosyalleşme mekanı ve kimlik edinme aracına dönüşmüştür. AVM’ler, kentsel arazinin en etkin ve verimli kullanımı ile kar maksimizasyonunu amaçlayan gayrimenkul geliştirme projelerinin başlıcalarındandır. Buna ek olarak donatı eksiklikleri ve tüketici talebi nedenleriyle son yıllarda İstanbul’da AVM sayısında büyük bir artış olmuştur. Fakat şehir planlamada amaç kar maksimizasyonu değil, kamu yararının gözetilmesidir ki bu nedenle bu iki amaç birbiri ile çelişki yaratmaktadır (Dökmeci, ŞEHIR & 2010). Sonuç olarak, AVM’lerin kentsel mekana ve sosyal hayata negatif etkilerinin yanında kar maksimizasyonu amacına yönelik olarak gelişim göstermesi, dolayısıyla plansız gelişen bir metropol olan İstanbul’da bu kadar yüksek sayıda olması, bu mekanların bütün olarak kent için yararından çok zararı olduğunu göstermektedir. Kaynakça 1. Aksoy, M.İ., (2009), Günümüz Alısveris Kavramında Değişme Olgusu ve Bu Olgunun Alısveriş Merkezi Tasarım İlkeleri Üzerindeki Belirleyici Etkilerinin İrdelenmesi: İstanbul Kenti Modeli, Yüksek Lisans Tezi, Y.T.Ü., Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul. 2. Birol, G. (2003). “Evolution of Trade Centres in Relation to Changing Trade Activities”, Doktora tezi, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü. 3. Birol, G. (2005). Çağdaş Alışveriş Merkezlerinde Kent Dokusunun Yeniden Yorumlanması. Gazi Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Dergisi, 20(4). 4. Cezar, M. (1985). Tipik Yapılarıyla Osmanlı Şehirciliğinde Çarşı ve Klasik Dönem İmar Sistemi, MS Ü. Yayını, İstanbul. 5. Coleman, P., (2007), Shopping Environments: Evolution, Planning and Design, Architectural Press, Oxford, USA. 6. Dökmeci, V., & Berköz, L. (1994). Transformation of Istanbul from a monocentric to a polycentric city. European Planning Studies, 2(2), 193-205. 7. Dökmeci, V. (2010), Transformation of Urban Systems Ders Notları, İ.T.Ü, İstanbul. 8. Geist, J. F, (1983), Arcades, The History of a Building Type, MIT Press, Cambridge. 9. Kompil, M., & Celik, H. M. (2006). Analyzing the retail structure change of Izmir-Turkey: integrative and disintegrative aspects of large-scale retail developments. In 42nd ISOCARP Congress on Cities between Integration and Disintegration: Opportunities and Challenges. 10. Özaydın G., Firidin Özgür, E. (2009), “Büyük Kentsel Projeler Olarak Alışveriş Merkezlerinin İstanbul Örneğinde Değerlendirilmesi”, Mimarlık Dergisi 347, 84-88. 141 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM 11. Özdeş, G., (1953), Türk Çarşıları, Doçentlik Tezi, İ.T.Ü., İstanbul. 12. Tokay, V., (2005), Yeni Tasarım Kültürü Işığında Alışveriş Mimarlığı ve Gösteri Kültürü, Yapı E-Dergisi. 13. Vural, T., Yücel, A., (2006), Çağımızın Yeni Kamusal Mekanları Olan Alışveriş Merkezlerine 14. Eleştirel Bir Bakış, İ.T.Ü. Dergisi, Mimarlik, Planlama, Tasarim, Istanbul 15. Url1, <http://www.businessht.com.tr/emlak/ haber/1063166-istanbulun-avm-haritasi>, Erişim Tarihi: 30.06.2015. Görsel Kaynakça 1. Resim 1: http://www.agathe.gr/image?id=Agora:Image:2008.18.0013&w=800&h=600 2. Resim 2: http://www.laits.utexas.edu/moore/ rome/image/forum-trajan 3. Resim 3: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/ commons/f/f0/Crystal_Palace.PNG 4. Resim 4: http://mehmet-urbanplanning.blogspot. com.tr/2006/12/ankara-angora-geleneksel-kent-merkezi_23.html 5. Resim 5: Dökmeci, 2010. 6. Resim 6: http://kapalicarsi.com.tr/ 7. Resim 7: http://www.iamistanbul.tv/haber/eminonu-misir-carsisi.html 8. Resim 8: http://www.iamistanbul.tv/haber/cicek-pasajinin-ismi-nereden-geliyor.html 9. Resim 9: http://www.istanbulplaces.com/beyoglunun-pasajlari-istiklal-taksim/ 10. Resim 10: http://i.milliyet.com.tr/YeniAnaResim/2010/04/02/fft99_mf578357.Jpeg http://www.avmgezgini.com/upload/images/ avm-fotograflari/Galleria-avm-atakoyic.jpg 11. Resim 11: http://www.avmgezgini.com/upload/ images/avm-fotograflari/carousel_foto01.jpg 142 E 12. Resim 12: http://www.dsmimarlik.com/templates/images/galery/p16oltl4bigi1mn61m7mibe1gcff.jpg 13. Resim 13: http://www.kanyon.com.tr/_Media/ Images/TempImage/Kanyon4.jpg 14. Resim 14: http://www.businessht.com.tr/emlak/ haber/1063166-istanbulun-avm-haritasi. 15. Grafik 1: Yazarlar tarafından derlenmiştir. 16. Tablo 1: http://www.ibb.gov.tr/tr-TR/BilgiHizmetleri/Istatistikler/Documents/bldhizmetleri/2010/parkvebahceler_mud_2004-%202010.pdf S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & 143 E ŞEHIR & TOPLUM MAKALE 144 E ISSN: 7897678343213 S I:2 H N IR N 2 1 ŞEHIR & RS E RESININ R RIHIN EN R E ERE I RE I ERE IŞI SI ERE EN IR ER E E: “PRESTIJ KÜLTÜR” A. Sefa Özkaya * Giriş Son yapılan çalışmalara göre yaklaşık 8000 yıllık bir tarihi geçmişi olduğu belirlenen1 Bursa, tarih boyu varlığını koruyan şehirlerden olmuştur. Bilindiği üzere tarihte şehirler kurulurlar ve zamanla gelişirler. Bazı şehirler ise kuruldukları yerde kalmaz, yer değiştirirler. Bazıları ise tamamen metruk olarak kalmaya mahkûm olmuşlardır. Gelgelelim Bursa, tarih boyunca öneminden bir şey kaybetmemiştir. Herodot (490-420), Strabon (MÖ 64-MS 21) gibi birçok antik dönem tarihçisi sık sık Bursa’dan * Araştırmacı - Tarihçi 1 Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Yusuf Oğuzoğlu; 8500 Yıllık Uygarlığın İzinden Bursa Tarihi, Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Bursa 2013 bahsederken, Olympos Dağı’ndan2 da aynı Bursa gibi sürekli söz etmişlerdir. Dolayısıyla Bursa antik dönem tarihinde İstanbul’dan farklı olarak bir dağ ile birlikte anılır. Bizans döneminde de keşişlerin yaşadığı ve ibadet ettiği manastırların bol olduğu Olympos Dağı, Türk fethinden sonra Müslüman dervişlerin istirahatgâhı ve ibadethânesi olur. Dağ ve kırsal böyle bir değişim geçirirken, Bursa şehri ise büyük bir dönüşüm geçirir. Çünkü fetihle birlikte başşehirliğe terfi eder3. 2 Bugünkü Uludağ’ın antik dönemdeki adı. 1925 yılında Osman Şevki Bey’in önerisi ve Bursa Vilayeti Coğrafya Cemiyeti’nin de öncülük etmesi ile dağın adı “Uludağ” olarak değiştirilmiştir. 3 Bursa’nın gerçek fetih tarihi, Hakan Yılmaz’ın ilk defa bu dergide ve bilhassa bu sayıdaki neşrinde makale olarak kaleme alınmıştır. 145 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM Aslında Bursa’nın ilk İslam fethi Osmanlı dönemi değil, Selçuklu dönemindedir. Anadolu Fatihi Süleyman Şah 1080’de önce İznik’i alıp kendisine merkez yapmış, daha sonra da Bursa’yı fethetmiştir4. Fakat 1107’de Kılıçarslan’ın ölümü sonrasında başlayan şehzadeler kavgasında Bursa’nın elden çıktığı tahmin edilmektedir5. Daha sonra yeniden Osmanlı’nın fethi ile Bursa iktisadî, idarî, sosyal önemini artırmış ve Hindistan ile Avrupa arasında ipek ticareti bakımından önemli bir merkez olmuştur6. Ticari önemi koruyan her şehirde ise tarih ve kültür hem varlık, hem de devamlılık gösterirler. Bursa da işte bu tarihi canlılık ve devamlılığın verdiği bir hızla büyümüş ve 1573 tarihli tahrir defterine göre 60.000’i geçmiştir7. Böylelikle Bursa başşehirliği İstanbul’a kaptırsa da, büyümesini ve gelişmesini sürdürmüştür. Bu makalenin amacı Bursa tarihi ve kültürü ile ilgili bazı verilerin arz edilmesi, bu kapsamda Bursa’nın tarihi derinliğine nüfuz edebilme kaygısına ve Bursa’nın katma değer üreten bir şehir olma potansiyeline kültürel bir katkı sunulmasıdır. Bu katkı şüphesiz önce şehirden ve kültürden sorumlu olan yerel yönetimler bazında olmalı; daha sonra şehri ve kültürü sahiplenen, şehrî kültürün bilinciyle hareket eden, hemşehrilik hisleri yüksek bireyler için gereklidir. 146 E Modern toplumlarda bilimsel ve teknolojik ilerlemeler birer gelişmişlik göstergesi 4 Halil İnalcık; “Bursa”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 6, s. 446 5 Halil İnalcık, age, aynı yer 6 Halil İnalcık; “Bursa and the Commers of the Levant”, Journal of the Economic and Social History of the Orient, Vol. 3, No. 2 (Aug., 1960), s. 131 7 Halil İnalcık; “Bursa”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 6, s. 447 kabul edilirken, diğer taraftan kültürel çevre ve tarihi derinlik de, kültürel gelişmişlik düzeyini bölgesel ve küresel bazda ortaya koyan birer gösterge olarak algılanmaktadır8. Bu yüzden bu göstergeler şehirdeki mimari, etik, estetik, tarihi-kültürel varlıklar ve bunların tarihi derinliği, etnografik ve felsefi alanlarda taşıyıcı görev ifa etmektedirler. Buna ilaveten bu makalenin bir diğer amacı da Halil İnalcık’ın ortaya koyduğu prestij kültür kavramının içeriğini ve etrafını doldurmak ve bu kavramın kullanımının gerekliliği, sıhhati ve yetkinliğini ortaya koymaktır. Faslı Seyyah İbn Batuta’ya Göre Yedi Asır Önce Bursa ve Çevresindne Kesitler Bursa sadece iktisâdi anlamda değil, sosyo-kültürel anlamda da bir merkez olmuştur. İstanbul’a gelen her seyyah, mutlaka eski başşehir olan Bursa’yı da ziyaret etmiştir. Üstelik Bursa henüz başşehir iken 14. yüzyılın ikinci çeyreğinde ünlü Arap seyyah İbn Battuta 1304-1369 tarafından da ziyaret edilmiştir9. Asıl adı “Şerefeddin Ebu Ab8 Küresel şehir endeksleri ve endekslerde kültürel çevrenin yeri ile ilgili olarak bkz. A. T. Kearney Küresel Şehir Endeksi, Economicss İnteligence Unit-Küresel Şehir Rekabet Endeksi, GaWC (Globalization and Worl Cities) Dünya Şehirleri Endeksi, Knigt Frabk-Küresel Şehir Araştırması, Mori Memorial Vakfı-Küresel Güç Şehir Endeksi. 9 Erken Osmanlı döneminde, Orhan Gazi’nin saltanatında Bursa’ya gelen bir başka seyyah daha vardır ki; hem Bursa, hem Osmanlıların kullandığı Bey Sarayı, hem de kuruluş dönemi Osmanlı araştırmalarına açıklık getirecek bilgiler ile dolu olan bir seyahatnâme kaleme alan bu kişi Seyyid Kasım Bağdadî’dir. Osmanlı kuruluş dönemi üzerine çalışan tarihçi Hakan Yılmaz adıgeçen seyyah ve onun seyahatnâmesi ile ilgili bir çalışmayı yakında neşredecektir. Bu seyahatname; hakkında çok az şey bilinen Osmanlıların ilk sarayı olan Bursa Bey Sarayı hakkında oldukça ilginç bilgilerin verilmesi, Osmanlı hükümdarı Orhan’ın Sultan ünvânını kullanması, Osman Gazi’nin ölüm tarihi ve Bursa’nın fetih tarihi ile ilgili çağdaş kaynak olarak bilgi vermesi bakımından kuruluş dönemi Osmanlısı ile ilgili belki de en önemli kaynak olacaktır. S I:2 H IR N 2 1 dullah Muhammed bin Abdullah bin Muhammed bin İbrahim et-Tancî elLevâtî” olan İbn Batuta seyahatnâmesi “Tuhfetu’n-Nuzzâr fi Garâibi’l-emsâr ve Acaibi’l-esfâr” adlı kitabı, daha çok “Rıhle” adıyla tanınır. Seyahatnâme; yeme-içme, giyim-kuşam, alet-edevât, gelenek-görenek, iktisadî-beşerî hayat gibi sosyal motifler hakkında muazzam bir bilgi kaynağıdır. Birçok memleketi gezmiş olan bu seyyahın Bursa’ya uğramış olması da Bursa için bir şanstır. Burada “Osmancık oğlu İhtiyarüddin Sultan Orhan Beğ” şeklinde adlandırdığı Türk hükümdarının Bursa’da birçok ihsanına mazhar olduğunu anlatır10. Bursa’dan sonra İznik’e geçen İbn Battuta İznik’le ilgili son derece ilginç bilgiler verir: “İznik Kalesi dört kat surla çevrilmiştir. Her iki sur arasında su ile dolu bir hendek bulunur. Şehre, istenildiği zaman kaldırılabilen ahşap bir köprü vasıtasıyla girilir. Kalenin içinde bostanlar, evler ve tarlalar bulunur. Herkesin evi, tarlasına veya bahçesine bitişik vaziyettedir. Halk su ihtiyacını civardaki kuyulardan temin eder. İznik’te her cins meyve yetişir. Bilhassa ceviz ve kestâne pek bol olup, fiyatı da ucuzdur. Türkler ‘kastala’ya ‘n’ harfi ile ‘kastana’11, ‘ceviz’e ise ‘k’ ile ‘koz’ derler12. Orada yetişen ‘İzarî’ denilen üzümü dünyanın başka hiçbir ülkesinde görmedim13. Çok tatlı bir üzüm olup kabuğu ince, rengi şeffaf, taneleri ise iri idi. Her tanesinde tek bir çekirdek bulunurdu.” 14 Yine Bursa tarih ve kültürü ile ilgili 10 Muhammed Et-Tancî; İbn Battuta Seyahatnâmesi I-II, sadeleştiren ve baskıya hazırlayan: Mümin Çevik, s. 213 11 Kestane 12 Eski yazıda “kaf-vav-ze” harfleri ile yazıldığı için “kavaz” yahut “koz” şeklinde telaffuz edilme farkından kaynaklanan okuma farklılığıdır. 13 İbn Battuta dünyanın pek çok ülke ve bölgesini gezmiştir. Örneğin; Nil deltası, Irak, İran, Mezopotamya, Doğu-Orta- Kuzey-Güney ve Batı Anadolu, Kırım, Bulgaristan, Harezm, Maveraü’n-nehir, Horasan, Afganistan, Hindistan, Sumatra, Çin, bütün Kuzey Afrika, İspanya, Nijerya vs. 14 Muhammed et-Tancî; age, s. 213 ŞEHIR & bize bilgi veren pek çok seyyah vardır. Kronolojik olarak birkaçından bahsetmek gerekirse İbn Battuta, papaz Stephan Gerlach, Reinhold Lubenau, tabip Jacop Spon, botanikçi Georges Wheler, seyyah Richard Pococke, rahip Dominique Sestini, papaz Jacques Dallaway, ünlü tarihçi Joseph von Hammer, Charles Texier, Miss Pardoe, Dr. Charles A. Bernard ve Mordtmann bunlardan sadece bir kaçıdır. İki Bizans Yapısında Yatan İki Osmanlı Padişahı: Osman ve Orhan Gazi Farklı kültürlerin izlerini taşıyan Bursa’nın ilginç bir özelliği de iki kültürden taşıdığı izleri, iki Osmanlı padişahının kabrinde birleştirmesidir. Osmanlı Devleti’nin ilk hükümdarı olan Sultan15 Osman Gâzi’nin mezarı, ölümünün ardından Bursa’da şimdi bulunduğu yere defnedilmiştir. Fakat defnedildiği yerde aslında eski bir Bizans kilisesi vardı. Daha sonra yıkılan bu bina erken sayılabilecek Bizans mimarisi, yuvarlak bir binadır. Bizans sanat tarihçisi Eyice’ye göre narteks16 kısmı sonradan eklenmiştir ve bina en geç 6. yüzyıldan kalmadır17. Eyice, bu binanın vaftiz binası yahut martyrion18 olabileceği ihtimalini belirtir19. Orhan Gazi’nin türbesi ise merkezi kubbesi bulunan, ortası dört sütunlu, dışarı taşkın apsisi20 olan, ka15 Yakın bir tarihe kadar ilk Osmanlı padişahları olan Osman ve Orhan Gazilerin sultan ünvânını kullanmadıkları görüşü hâkim olduysa da, son yıllarda yapılan çalışmalar bunun aksini göstermektedir. 16 İslam mimarisinde son cemaat yeri 17 Semavi Eyice; Bursa’da Osman ve Orhan Gazi Türbeleri, Vakıflar Dergisi, sayı 5, s. 143 18 Hristiyan mimarisinde şehitlik amasıyla yapılan bina 19 Semavi Eyice; agm, aynı yer 20 İslam mimarisinde ‘mihrap’a karşılık gelen bölüm 147 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM palı Yunan haçı planlı orta devir Bizans mimarisidir. Her iki eser de 1855 depreminde tamir olunamayacak şekilde tahrip olunca Sultan Abdülaziz’in emri ile yeniden yaptırılır. Osmanlı Arşivi’nde bulunan 29 Rebîu’l-ahir 1272 tarihli (M. 1856) bir belgeye göre, Bursa’da depremden zarar gören türbe ve camilerin tamiri ve masraflarının karşılanması için bir emir çıkarılmıştır21. İşte bu günkü bu iki türbe binası da 1855 sonrası yapılan türbelerdir. Geriye kalan Bizans devrini yansıtan ise taban mozaikleridir. Bu mozaikleri şehre gelen bazı seyyahlar bize haber vermektedir. 19 Mayıs 1779’da Bursa’ya gelen İtalyan rahip Dominique Sestini bu mozaiklerden “döşemesi harika bir mozaik” olarak bahseder22. Yine Demiriz’in Bizans antrolaklı23 mozaikleri ile ilgili çok kıymetli eserinde belirtildiği gibi 1855 depremi sonrası 1856 yılında Bursa’ya gelen Alexander von Warsberg, Orhan Gazi’nin yıkılan türbesi ile ilgili olarak toprağın yüzeyinin çok karışık olduğunu, porfir24, verde antico25, çeşitli renklerdeki taşlar ve hatta mozaik parçaları ile kaplı olduğunu belirtir ve insanın kendisini burada bir taş ocağı karmaşası içinde bulduğunu söyler26. Bursa’daki 1855 depreminin şiddeti ve türbenin durumu ile ilgili bu görgü tanığı da Bursa için önemli bir kaynaktır. Orhan Camii ile ilgili son olarak söylenebilecek bir ilginç nokta da, burada bulunan Orhan Camii’nin kitabesinin daha sonra Hüdavendigâr Camii’ne konulmasıdır. 148 E 21 Başbakanlık Osmanlı Arşivi; A.}MKT.MVL. 73. 76 22 Yıldız Demiriz; Örgülü Bizans Döşeme Mozaikleri, s. 16, dp. 7’den naklen; D. Sestini; Voyage dans la Gréce Asiatique a la Peninsula de Cyzicue a Brousse et a Nicée, s. 101-105. 23 Bizans sanatında birbirine geçmeli, örgü şeklinde çerçeve oluşturan yuvarlak mozaik 24 Bizans döneminde bir dönem imparatorluk ailesine mahsus olan, kırmızı-bordoya çalan bir mermer 25 Antik yeşil rengi mermer 26 Yıldız Demiriz; aynı eser, s. 16, dp. 11’den naklen; A. Von Warsberg, Ein Sommer in Orient, s. 118 vd. Resim 1: Orhan Camii Türbesindeki Bizans taban Mozaikleri Orhan Gazi türbesi ile ilgili olarak varılacak sonuç, seyyahların anlattıkları ve mimarinin verdiği ipuçların birleştirilmesiyle ortaya konulmaktadır. Buna göre Orhan Gazi türbesi kiliseden çevrilen cami ile birleşik bir yapıda idi. Çünkü gelen seyyahlar türbenin caminin içinde olduğunu belirtmektedir. Buna dayanarak caminin iç mekânından ziyade camiye bitişik olan ve eksonarteks denilen dış son cemaat yerinde27 türbenin var olduğunu söyleyebiliriz. 27 Cami ve kilise binalarındaki orta mekândan çıkıldıktan sonraki kısma son cemaat yeri veya narteks, eğer varsa ikinci bir çıkış olan kısma ise ikinci son cemaat yeri veya eksonarteks (dış narteks) denir. S I:2 H IR N 2 1 Ertuğrul Gazi Türbesi ve Ertuğrul Gazi’nin Ölümünden Sonra Türbede Medfun Bulunan Hanımının, Annesi Zannedilmesine Sultan Hamid’den Müdahale Yine Osmanlı Arşivi’nde Dâhiliye Mektûbi tasnifinde bulunan bir başka belge de, Bursa’nın tarihçesi açısından ilginç bir bilgi verir. 1313 (M. 1897) tarihli bu belge “Söğüt kasabasındaki Ertuğrul Gazi’ye ait sanduka örtüsünün yenilenmesi, mezar taşlarından birinde Ertuğrul Gazi’nin validesinin ismi yazıldığından bu mezarın zevcesine ait olması dolayısıyla tashihi, Ertuğrul Gazi Camiinin tamiri”28 hakkındadır. Görüldüğü gibi Ertuğrul Gazi’nin Söğüt’te bulunan türbesinde medfun bulunan ve Ertuğrul Gazi’nin annesi zannedilen kişi aslında eşidir. Fakat nasıl olduysa mezar taşına “validesi” şeklinde yazılmış, bu yanlış dikkat çekince de, yanlışın tashihine dair emir çıkmıştır. Bu, Osmanlıların Söğüt’teki bir mezar taşındaki hataya müdahalesini belirttiği için ilginç bir nottur. Yani Osmanlı hanedanı, İstanbul’a taşındıktan sonra bu bölgeyi kaderine terk etmemiş, aksine Ertuğrul Gazi’nin defnolunmasından 6 asır geçmesine rağmen, bu hatayı bir emir yollayarak düzeltecek kadar hassasiyetini muhafaza etmiştir. Daha sonra bunun üzerine türbenin avlu kapısından girildiği zaman sağda bulunan bu mezara bir taş yaptırılmış, doğru ismi ise Sultan Abdülhamid’in bulduğu da, 1887 yılında29 taşa hâk edilmiştir: 28 Başbakanlık Osmanlı Arşivi; DH.MKT. 13/411 29 İbrahim Hakkı Konyalı; Söğüt’te Ertuğrul Gazi Türbesi ve İhtifali, s. 23 ŞEHIR & “Fatihâ-han istiklâliyet ve müessisi Bünyan-ı Devlet-i Osmaniye Sultan Osman Gazi Hazretlerinin valid-i macid-i kesiri’l-mehamidi Ve cedd-i âlâ-i Hazret-i Padişah-ı Firdevs Makam Ertuğrul Gazi Hazretlerinin Zevce-i30 cihan-aşiyanları hanımının halife-i Süleyman bargâh-ı zaman Sultan Gazi Abdülhamid Han-ı Sani Hazretlerinin Taraf-ı bahir-i eşref-i mülûkânelerinden Buldurulan darih-i gufran Sarihleridir Ruhiyçün Fatiha Sene 1305” Üstelik aynı belgede çok ilginç başka birkaç mesele daha vardır. Birincisi Bursa’daki Orhan Gazi Camiinin avlusunda ve kapı ayağında bulunan ve üzerinde haç olan taşların kaldırılmasıyla ilgili bir emirdir. Bu açıkça ortaya koyuyor ki Roma, Doğu Roma, Osmanlı İmparatorluğu gibi büyük devletler, devşirme malzemeyi sık sık kullanmaktadır. Örneğin Çanakkale’de tarihte 9 antik dönem şehri var olmasına karşın, günümüzde bunların hiçbirinin kalıntıları dahi mevcut değildir. Bunun sebebi hem Roma-Bizans, hem de Osmanlı İmparatorluklarının bu devşirme malzemeye ihtiyacı olmasıdır. Çünkü bu malzemeler zor bulunan, üretimi zahmetli olan malzemelerdir. Ayrıca devletler zorunlu olarak hizmet üretmeyi tarihi eserlerin orijinalitesine tercih etmişlerdir. Aynı bu örnekte olduğu gibi Bursa’da da Osmanlı döneminde devşirme malzeme kullanılmıştır. Fakat bu 19. yüzyıla kadar bir sıkıntı teşkil etmezken, bu dönemde bir soruna yol açması ilginçtir. Bunun sebebi devletin zayıflamaya başlamasıyla ilgili olsa gerektir. 30 Konyalı, age, aynı yerde bu kelimenin bulunduğu kısmın kırıldığını da belirtmiştir. 149 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM Mihrabında Beddua Yazısı Bulunan Bursa Yeşil Camii ve Yunan İşgali’nde İçinde Ateş Yakılan İznik Yeşil Camii Bursa kültür tarihinden bahsederken ‘Yeşil Cami’lerden bahsetmeden geçmemek gerekir. Bu isimde biri Bursa’da, diğeri İznik’te olmak üzere iki cami vardır. İkisi de erken devir Türk sanatı bakımından son derece önemli eserlerdir. İznik’teki Yeşil Cami Bursa’daki kadar çini süslemesine sahiptir. Fakat biz, bu şaheserin az bilinen kısmına değinmekle iktifa edeceğiz. Bu cami Yunan işgali sırasında oldukça büyük bir mezalime ve harabâta gark olmuştur. Minaresi zarar görmüş, içindeki kıymetli levhalar ve halılar çalınmış, hatta binaya zarar vermek için Yunanlılar, mihrabın sol tarafına, ayrıca içeri girildiğinde sağda bulunan büyük sütuna yağ sürerek yakmışlardır31. Böylelikle bu taşıyıcı taşları çatlatabilmişlerdir. Bundan başka dış taraftaki el işçiliği mermer parmaklıkları da tamamıyla tahrip etmişlerdir32. 150 E Bursa’daki Yeşil Camiinin mihrabının ise az bilinen bir hikayesi vardır. Bu caminin yivli gövdelere sahip olan sütunçeler; turkuaz-beyaz-sarı renkli rumili kıvrımlı dalların birbirine geçmeli şekilde oluşturduğu sonsuzluk hissi veren bitkili süslemelerden müteşekkil bir mihrabı vardır33. Bu mihrabın sağ tarafında Arapça olarak “Tebrizli ustaların eseridir”, sol tarafında ise Farsça “Bana zulmeden 31 A. Memduh Turgut; İznik ve Bursa Tarihi, s. 160 32 A. Memduh Turgut; age, aynı yer 33 Savaş Yıldırım; “Bursa Yeşil Cami Mihrabı”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, sayı 47, s. 169 zalimin böbürlenmesi kendisine kaldı, bu kötülük benden geçti, vebali bunu bana reva görenlerin boynuna kaldı” mealinde İranlı şair Sadi-i Şirâzi’nin Gülistan adlı eserinden alınma ilginç bir ifade vardır. Bu ifade Yıldırım’ın makalesinde bahsettiği gibi farklı yorumlara sebep olmuştur. İlk yorum, binanın mimarı “Sahibü’s-seyf ve’l-kalem ve’l-hesap”, yani kalem, kılıç ve hesap (mühendislik) sahibi olan Hacı İvaz Paşa’nın Çelebi Sultan Mehmed tarafından gözlerine mil çekildiği için bu yazıyı buraya koydurduğudur. İkinci yorum ise Timur’a yapılan bir atıftır. Yani “Timur’un zalimlikleri bu topraklardan gelip geçti, ama buraya camimizi yaptık” şeklinde ifade edilen bir yorumdur. Üçüncü yorum ise İvaz Paşa’nın işçileri çok fazla çalıştırdığı, o yüzden bu yazının buraya çalışanlar tarafından konulduğu şeklindedir. Fakat bu son ihtimal biraz zayıf gözükmektedir. Çünkü bunun arka planında bu çinilerin hazırlanması vardır. Bu ise ciddi organizasyon ve sanat isteyen bir iştir. Kaldı ki bu çiniyi buraya koyacak olanın, mimar İvaz Paşa’nın bilgisi ve izni haricinde buraya koyması, sonuçlarına katlanmasını gerektirebilir. Nitekim İvaz Paşa’nın izni dışında konulan bu çini yerinden sökülebilir. Bu yüzden ilk iki ihtimal daha akla yatkın durmaktadır. Yani ya İvaz Paşa gözlerine mil çekmekten daha ileriye gitmeyeceğini düşündüğü için bu yazılı çiniyi koydurmuş, yahut Timur’a atfen yaptırmış olabilir. Bir diğer ihtimal bunu padişaha karşı yazdırmış, fakat muhtemel bir sorgulama durumunda Timur seçeneğini kalkan olarak kullanmış da olabilir. Her nasıl olursa olsun, bu çiniler bu gibi hikâyeleri ve orijinal işçilikleri açısından ve arka planındaki felsefesi bakımından S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & Resim 2: 1890’da Yeşil Cami ve Türbesi Bursa için âsâr-ı nadiredendir. Resim 4: Bursa Yeşil Camii Mihrap Sağ Kolunda Yer Alan Usta Kitabesi Bursa Kaplıcaları ve Türkiye’de Modern Tıbbın Kurucusu Olan Doktor Bernard’ın Bursa Kaplıcaları İle Alakası Resim 3: Bursa Yeşil Camii Mihrap Sol Kolunda Yer Alan Beddualı İfade Bursa kültürü ve tarihinden bahsederken kaplıcalardan bahsetmeden geçilemeyeceği kanaatindeyiz. Tarih boyunca kaplıcalar Bursa’nın ününe ün katmış, hatta Texier’ye göre Bursa, ününü kaplıcalara borçludur34. Bursa’ya gelen birçok seyyah bu kaplıcalardan bahsetmektedir. Biz bunlar içinde en ilginç olanından bahsetmek istiyoruz. Fakat hikâyeye tersten başlamayı uygun buluyoruz. 34 Charles Texier; Küçük Asya, çev. Ali Suat, 207 151 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM Avusturya’daki Viyana Savaş Arşivi Kriegsarchiv’de35 bulunan vaftiz belgesine göre 19 Aralık 1909’da36 bir bebek doğar. Bebeğin vaftiz adı Charles Ambroisse Bernard’dır. Bernard Viyana’da tıp fakültesini bitirdikten sonra Czernowitz’de bulunan bir piyade alayında stajyer olarak göreve başladığında37 ileride Türkiye’nin modern tıbbının kurucusu olacağından habersizdir. Burada başladığı görev hayatı daha sonra Osmanlı Sultanı II. Mahmud’un daveti ile Türkiye’de devam eder. Bu davet ise padişahın sıhhatinin bozulması ile alakalıdır. Zira padişahın sağlığı kötüye gitmektedir ve yerli tabipler bu konuda yetersiz kalmaktadırlar. Devreye padişahın damadı Ahmet Fethi Paşa38 girer. O sırada Paris sefiri olan Ahmet Fethi Paşa Avusturya Başvekili Prens Metternich’den Saray-ı Hümayun için nitelikli doktorlar bulmasını rica etmiş, Prens de bunun üzerine özel doktoru Dr. Friedrich Jager von Jaxstthal’ı bu iş için görevlendirmiştir. Dr. Jaxstthal da Osmanlı sarayı için Dr. Bernard, Dr. Neuner ve eczacı Hoffman’ı önermiştir39. Fakat Viyana elçisi Mehmet Rıfat 152 E 35 Genelkurmay Karargâhı’nda bulunan ATASE Daire Başkanlığı’na denk düşen bir birimdir. 36 Bernard’ın doğum tarihi daha önce 1952 tarihinde Beyoğlu’nda bulunan Santa Maria İtalyan Katolik Kilisesi’ndeki mezar taşından Semavi Eyice tarafından 23 Şubat 1808/Praq olarak tespit edilmiştir. Krş. Semavi Eyice; Mekteb-i Tıbbîye’nin İlk Müdürü Dr. Bernard’ın Mezarı, İÜEF Tarih Dergisi, cilt 2, 1952, s. 92. Daha sonra Viyanalı tıp tarihçisi Manfred Skopec Dr. Bernard’ın vaftiz belgesini bularak doğru tarihi ortaya koymuştur. 37 Cem Uysal vd.; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Adli Tıbbın Kurucusu: Charles Ambroise Bernard”, Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, c. 8, s. 25 38 1846 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nda “Mecmua-i Esliha-i Atîka” veya Askeri Müze’nin kurucusu olarak bilinse de, Askeri Müze’nin asıl kuruluş tarihi farklıdır. Bunla ilgili tarafımızdan yazılan “İstanbul’da Cebehâbe Binasının Teşekkülü ve Askeri Müze’nin Kuruluş Tarihinin Değiştirilmesi Üzerine Bir Öneri: 1453” adlı makale, yakında Genelkurmay ATASE Daire Başkanlığı tarafından yayınlanan Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi’nde neşr edilecektir. 39 Cem Uysal vd.; agm, aynı yer Bey nitelik bakımdan bu görevlileri bir tıp imtihanına tâbi tutturmuş, imtihanı geçmelerine rağmen İstanbul’da verim elde edilemediği takdirde özellikle bu iki doktorun değiştirilme haklarını elinde tutan bir mukavele hazırlamıştır40. Nitekim bu üç modern tabip saraya gelerek özel bir statüyle göreve başlamışlardır. Bu kapsamda saraydan haricen dışarıda iş yapma, kalacak yer, nakliye vs gibi ek avantajlar da elde etmişler ve 1838 yılında payitahta gelmişlerdir. Avusturya’dan gelen heyetin başında bulunan Dr. Bernard, saray hekimliğinin yanı sıra Karantina Meclisi Üyeliği gibi idari görevler de yapmıştır. Tıbbi alanda poliklinik, diseksiyon41, otopsi gibi faaliyetler Galatasaray’da yeni kurulan tıbbiye binasında icra edilmeye başlanmış ve o güne kadar Türkiye’de teorik olan bu işlemler pratiğe kavuşmuştur42. Türkiye tıp tarihine bu eşsiz katkılarıyla ün yapan bu genç bilim adamı, aynı zamanda Avusturya Hastanesi’nde de görev yapmış, bu hastanede bazı klinik dersleri uygulamalı göstermiş, aynı hastanede mevcut olan ölüleri de normal ve patalojik anatomi için değerlendirmiştir43. Fakat özellikle cesetler üzerinde yaptığı otopsi için padişahtan çok zor izin koparmıştır. Bunda şüphesiz İslâmiyetin ölüler üzerinde bir işlem yapılmasına müsaade etmemesinin etkisi söz konusudur44. İşin ilginç tarafı bu otopsinin bir gayrı40 Hülya Öztürk-Cezmi Karasu; “Mekteb-İ Tıbbiye-İ Adliye-i Şahane›nin Kurucusu Charles Ambroisse Bernard’ın Eserleri Ve Osmanlıya Etkileri Üzerine Bir Değerlendirme”, Adli Tıp Bülteni, sayı 19 (3), s. 126 41 Bir canlının üzerinde yapılan kesip parçalama, parçalara ayırma işlemi 42 Cem Uysal vd.; agm, aynı yer 43 Cem Uysal; agm, s. 25-26 44 Bu konu hakkında Ebu Davud ve İbn Mâce kaynaklı hadisler şu şekildedir: “Ölülerin kemiklerini kırmak, onları diri iken kırmaya benzer”. Krş. Ebu Davut: 3207 ve İbn Mâce: 1616 S I:2 H IR N 2 1 müslim üzerinde tatbik edilmesidir. Adı geçen gayrımüslim, bir inşaatta çalışan Hırvat bir ameledir. Yine Türkiye tarihini ikinci otopsisi olan bir diğer otopsi de, Avusturya savaş gemisinde görevli iken ölen bir subay üzerinde uygulanmıştır. Yapılan bu otopsi günümüz otopsilerine çok benzemekte ve aynı bugünkü gibi baş, göğüs ve batın boşluklarından vücuda üç adet delik açılmaktadır. Dr. Bernard bundan başka eczacılık ve ebelik okulları açmış, botanik bahçesi45, kütüphane, fizik-kimya laboratuvarı kurmuş, ayrıyeten mineraloji koleksiyonu oluşturmuştur. İşte bu gibi çalışmaları Türkiye’ye getiren ve çok genç yaşta ölen Dr. Bernard ölmeden önce Bursa ile ilgili bir kitap yazmıştır. Bu eserin adı Les Bains de Brousse, En Bithynie’dir. Bu kitapta modern tıbbın Türkiye’deki babası olarak, ilk defa Bursa kaplıcalarındaki suların hangi hastalıklara iyi geldiğini tespit etmiştir. Görüldüğü üzere Bursa kaplıcaları herkesin olduğu gibi Dr. Bernard’ın da dikkatini çekmiş ve bu incelemeler de modern tıp bakımından Bursa kaplıcalarının tarihçesindeki ilk ilmî incelemeler olmuştur46. Bütün bu veriler, Bursa tarihinde kaplıcaların nasıl bir yer kapladığının nişanesidir. 45 Dr. Bernard botanikle ilgili olarak ayrıca Element De Botanique Ei’ Ecole De Medicine Imperial De GalataSerai adlı bir de eser kaleme almıştır. 46 Bir müddet sonra 1869’da şehre gelen Leh kökenli Osmanlı saray kimyâgeri Charles Bonkowsky (1841-1905) de Bursa kaplıcalarını incelemiş ve bu incelemelerin sonuçlarını aynı yılda Gazette Médicale d’Orient adlı gazetede “Excursion a Brousse et Dans ses Environs” adlı makale ile yayınlamıştır. Bonkowsky ve Bursa üzerine yaptığı incelemelerin detayları için bkz. Marie De Launay-Bonkowsky Bey; Bursa ve Civarı, haz. Burcu Kurt-İsmail Yaşayanlar, Heyamola Yayınları, İstanbul 2015 ŞEHIR & Fransız Profesör Albert Gabriel’in Bursa Sevgisi 1966 yılında Paris Türkiye Büyükelçiliği’nde büyükelçi Nurettin Vergin, Prof. Dr. Albert Louis Gabriel’e İstanbul Üniversitesi tarafından layık görülen Doctoris Honoris Causa’sını sunarken onu Le plus Turc des Français, et parfois , plus Turc que les Turcs47 olarak selamlar48. Çünkü o Türk sanatının ve mimarisinin özgün olduğunu, asla kendinden önceki medeniyetlerin basit bir kopyası olmadığını dünyaya ilk ve en iyi duyuran kişidir. Kendinden sonraki kuşakları Türkiye ve Türk sanatı üzerine çalışmaya teşvik etmek ve bunda başarılı olmak, bilim insanlarının Türkiye’de araştırma yapabilmesi için İstanbul’da Fransız Arkeoloji Enstitüsü’nü kurmak, Türk toprakları olan Rodos ve Oniki Ada İtalyanlar tarafından işgal edilince İtalyanlara ağır eleştirilerde bulunan iki yazı kaleme almak, klasik Türk musikisine vakıf olacak kadar Türk müziğini sevmek, Boğaziçi’ndeki yalıları ve medeniyeti incelemek ve Anadolu tarihi eserleri üzerine değil yıllarını, neredeyse ömrünü vermek gibi Türkiye menfaatine olacak pek çok faaliyete imza atan Gabriel’in her zaman övündüğü iki şey vardır. Bunlardan biri İstanbul, diğeri ise Bursa hemşehriliği ile övünmektir. Bu haklı övünç, onun Türk kültürü üzerine yoğun bir şekilde çalışmasına yol açmasının bir sonucudur. Anadolu ve Türk kültürüne olan hayranlığı herkes tarafından bilinen Gabriel bu hayranlığını ortaya koyduğu eserler47 “Fransızların en Türk’ü, bazen de Türklerin en Türkü” 48 Zeki Arıkan; “Kitabiyat”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, 6/15, s. 348 153 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM le kanıtlamıştır. Bu eserlerden bizi en çok ilgilendireni ise Une Kapitale Turque: Brousse’dir. Fakat Türkiye’deki en büyük beşinci şehrini, Osmanlı’nın bir dönemki payitahtını anlattığı bu eserin 1958 yılında yayınlanmasına rağmen, tam yarım asır sonra Türkçe’ye çevrilmesi bizim kültürümüze verdiğimiz önem bakımından hem manidar, hem de ibretlik bir durumdur. Neslihan Er, Hamit Er ve Aykut Kazancıgil tarafından 2008’de Türkçe’ye çevrilen bu eser, adı geçen üç bilim insanı sayesinde Bursalı Türk okuyucu ve araştırmacının istifadesine sunulmuştur49. Bir Türk Başkenti Bursa adıyla Türkçe’ye kazandırılan bu eser, Gabriel’in yoğun mesaisinin bir ürünüdür. İstanbul’da “özene-bezene” kurduğu enstitü gibi50 bu da Bursa için özene-bezene emek verdiği bir eserdir. Bursa yazarın son eseridir. Gabriel’in Bursa için duyduğu sevgi sadece tarihi eserleri ile ilgili değil, aynı zamanda edebi eserleri ile de ilgilidir. Örneğin şiirini ve kendisini çok sevdiği Yahya Kemal Beyatlı’nın Bursa’da Zaman adlı şiirini Fransızcaya çevirecek kadar da Bursa’ya ve Türk şiirine düşkündür. Bu hizmetlerinden dolayı Gabriel için “Dinince dinlensin” şeklinde bir yorum yerinde olur(Çünkü devlete hizmeti geçse de bir gayrımüslim için “Allah rahmet eylesin” denmez. Bunun yerine bu ifade kullanılır) 154 E Onun Türk mimari ve sanat tarihi kökeninden gelen Bursa sevgisi, görüldüğü üzere onu her yanından sıkı sıkı sarmış49 Zikredilen eser için bkz. Albert Gabriel, Bir Türk Başkenti Bursa, II, çev. Neslihan Er, Hamit Er, Aykut Kazancıgil, Osmangazi Belediyesi, İstanbul 2008 50 Kurulduğu dönemdeki adı “Fransız Arkeoloji Enstitüsü” olan bu kurum günümüzde Fransız “Anadolu Araştırmaları Enstitüsü” adıyla faaliyetlerine devam etmektedir. tır. Bir Fransız’ın Bursa üzerine olan bu düşkünlüğünde, günümüz Bursa’sının ve Bursalılarının alması gereken çok önemli dersler vardır. Çünkü hala Bursa ne kadar modern-leşse de Osmanlı dönemi sokak motifini muhafaza etmekte, modernite eksenindeki tahribata paralel olarak da hala tarihi dokusunun bir kısmını korumaktadır. Sonuç Yerine Yerel İdarecilere Işık Tutacak Bir Perspektif Kavram: Prestij Kültür Anlatmakla ve yazmakla bitmeyecek bir kültürel geçmişi olan Bursa’nın görüldüğü üzere tarihin derinliklerinde kalmış ve keşfedilmeyi bekleyen bir mazisi vardır. Bir şehir mazisi ile vardır ve mazisi, bir şehrin hüviyeti, tapusudur. Her ne kadar pek fark etmesek de, bir Osmanlı münevveri olan Bursa Valisi Ahmet Vefik Paşa, Bursa’nın 1855 deprem sonrası şehirleşme sürecini, bir dönem bulunduğu Paris’te belediye başkanlığı yapan Haussmann’dan etkilendiği rol-model olarak yürütmüştür. Şahsi çabaları ile Fransa’dan getirdiği mimar Leon Parvillee, Bursa şehir planı üzerine tasarımcı hüviyeti ile dokunuşlarda bulunur. Görüldüğü gibi şehirler farklı kültürlerin izlerini bilinerek yahut bilinmeyerek taşırlar. Bu izler şehirlerin ruhudur. Bu ruhu oluşturan ise birkaç kişidir. Dolayısıyla birkaç münevverin faaliyeti, şehirlerin ruhunda ve dokusunda, çarpan etkisi yüksek birer maniveladır. Fakat birkaç kişinin elinden çıkan bu şehir ve içindeki eserler bütün toplumu tesiri altına alır. Örneğin erguvan şenliği Bursa ile özdeşleşmiş bir şenliktir. Ama bir kişinin S I:2 H IR N 2 1 yön vermesiyle ortaya çıkmıştır. Zira bu şenlik Yıldırım Bayezid döneminde yaşayan ve padişahın damadı olan mutasavvıf Emir Sultan’la neşv-ü nevâ bulmuştur. Aynı şekilde belediyecilik faaliyeti de birkaç insanın elinden çıkan ve bütün toplumu etkileyen bir faaliyettir. İşte bu yüzden yerel idarecilerin topluma yakın olması, toplumun değerlerini sahiplenmesi, hatta gerektiğinde toplumun kültürel kodlarını topluma nakş etmek için, mahalli kültüre aşina olması gerekmektedir. Bu şüphesiz ki felsefi boyutu olan bir meseledir. Mahalli idarecilerin de bu konuda kendini gerektiği kadar yetiştirmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bu ise şehirde oluşan kültür çevrelerine girmek, sanat faaliyetlerinin müdavimi olmak, şehrin müziğinin armonisine ve şehre ait ezgilere nüfuz etmek demektir. Yerel idareci şehir kültürü ve şehirlilik müesseselerinde yönlendirilen değil, yönlendirici olacak kadar kendini yetiştiren bir konuma gelmelidir. Bunun başlangıç noktası ise şehri tanımaktan geçer. Bunla ilgili bir misal vermeyi zorunlu buluyoruz. Örneğin tarih boyunca İstanbul’un Boğaziçi’ndeki tepeleri, çalılık olup ağaçlık olmayan bir morfolojiye sahiptir. 1880-1890’lı yıllarda çekilen fotoğraflara bakıldığında bu tablo net olarak görülür. Yani bu fotoğraflar normalde bilinen aksine, İstanbul tepelerinin sürekli rüzgâra ve yağmura maruz kalmasından dolayı erozyona uğradığını ve bu sebeple üzerinde fazla toprağı tutamadığı için çalılıkla kaplı olduğunu gösterir51. Tek tük kalabilen ağaçlar da genelde ya sınır belirlemek için bir 51 Örneğin Beykoz Akbaba’da bulunan bir arazinin çalılıkla kaplı olduğunu gösteren 19. yy sonu haritası için bkz. Sultan II. Abdülhamid Devri Harita ve Planlarında İstanbul-Arşiv serisi-1, yay. haz. A. Yaşar Koçak vd., İBB Kültür AŞ Yayınları, İstanbul 2013, s. 132-133 ŞEHIR & şekilde tutturulmuş, yahut toprağın birikmeye müsait olduğu vadi tabanlarında yetişmiştir. Boğaziçi sırtlarına evler ve mezarlar yapılmaya başlandıktan sonra çekilen fotoğraflar incelendiğinde, toprağın akmasını önleyerek suni set vazifesi gören mezarlar ve duvarların mevcudiyetiyle Boğaziçi yeşillenmeye, yani ağaç tutmaya başlamıştır. Bu tarihi dönüşümü anlatmamızın sebebi ise konunun kendisinden daha ilginçtir. Çünkü görüldüğü üzere Boğaziçi sırtlarının ağaçtan mahrum kalmaması için bu gibi setlerin toprağı tutması elzemdir. Fakat gelgelelim, günümüzde Boğaziçi İmar Kanunu’na göre bugün Boğaziçi bölgesine set yapmak yasaktır. Bundan çıkan sonuç, bir şehir için karar alan kişi veya mekanizmalar, bu şehri tanımadığı zaman o şehri yönetemez. Tarihçi İdris Bostan’ın deyimi ile “Şehri yönetmek, tarihi yönetmek demektir”. Dolayısıyla sadece mahalli idareciler değil, aynı zamanda kanun yapıcılar da şehri tanımak zorundadır. Tanımadıkları zaman o şehre zarar verdiğini bilmeden şehrin tahrip olmasına sebep olurlar. Bu yüzden bir şehrin kültürü, hem tarihi derinlik açısından, hem kültürel-yerel-bölgesel sermaye açısından son derece önemlidir. Günümüzde Paris, her yıl milyonlarca turisti, yani direkt olarak cazibeyi, endirekt olarak da küresel gücü, kültürünü pazarlayarak toplamaktadır. Bu yüzden kültürel sermaye bir şehirde ve yönetiminde en ön planda yer almak zorundadır. Bu kültürel sermaye bilinçli şehirlilerin yetişmesine yol açacağı gibi, şehrin ticari ve diğer iktisâdi faaliyetlerini de şehrin kültürünü koruyarak geliştiren bir insan havuzu meydana getirecektir. Böylelikle tarihi süreçte devamlılıktan kopmayacak, sosyokültürel kesintiye uğ- 155 E ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & TOPLUM ramayacaktır. Beşeri sermayenin nitelikli olması sadece yerel-bölgesel bazda değil, ayrıca küresel bazda da bir manivela işlevi görecektir. Halil İnalcık bu durum için prestij kültür tabirini geliştirmiştir. Yani hem kültür, hem de bu kültürün itibarı söz konusudur. Bu kavramı, hiç şüphesiz ki şehir, medeniyet ve kültür tarihimiz için kullanmamız, anlamı üzerine tefekkür etmemiz, algılarımızı bu istikamete kanalize etmemiz gerekmektedir. Son yıllarda özellikle artan yerel yönetim neşriyatları oldukça memnuniyet verici ölçülere ulaşmıştır. 15 sene kadar önce şehir ve şehircilikle ilgili çıkan her yayın takip edilebiliyorken, artık bugün bunun mümkünatı kalmamıştır. Bu çok ümit verici bir gelişmedir. Fakat asıl mesele nicelikten ziyade niteliktir. Çünkü Fransız İmparator-General Napolyon’un söylediği gibi “Savaşta insanlar hiçbir şeydir. İnsan ise her şeydir”. Yani kitlelerden ziyade tek tek nitelikli bireylerin oluşturduğu toplumlar daha takdire şayandır. Bu şehir ve şehircilik için de böyledir. Özellikle, Bursa tiyatrosunun kurucusu Ahmet Vefik Paşa tarafından 15 Eylül 1879 gibi erken bir tarihte Moliere’in Meraki’sinin oynandığı bir şehir olan Bursa için bu durum fazlasıyla geçerlidir. 156 E Her tarihçi ve araştırmacının muhakkak günün birinde başvurduğu ve özellikle batılıların “Türklerin bibliyografya oluşturamayacak kadar eser telif etmekten geri kaldığını” savunan batılı yazarların tezini çürüterek “Osmanlı Müellifleri” adlı eseri kaleme alan52 ünlü bibliyograf Bursalı Mehmed Tahir Bey’i (ö. 1925) yetiştiren bu güzel şehir bütün bu temkini fazla52 Ömer Faruk Akün; “Bursalı Mehmet Tâhir”, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt 6, s. 458 sıyla hak etmektedir. Kaldı ki Gureba-i Laklakân adında hasta ve yaralı leyleklere vakıf kuracak kadar medeniyetin zirvesine tırmanan bir görgü müessesesi teşkil etmiş bir milletin bu şehirde kültürel mirasa başka bir gözle bakması lazımdır. Böylesine güzel bir şehrin bir anlığına Fransızların elinde olduğu ve bir Türk’ün buraya gelip hayran kaldığını farz edelim. Kültürüne sahip çıkan bir Fransız “Bir Türk’ün kendi şehirlerine hayran kaldığını, bu kültüre kendilerinin sahip olduğunu, bir başka milletin ferdinin şehre hayranlık duymasını, hatta hemşehrilik hissi geliştirmesini” göğsünü gere gere söyleyecektir. Dünyaca ve özellikle Avrupa’da ünlü olan Prof. Dr. Gabriel, işte tam da tahayyül ettiğimiz gibi bir yabancının şehrine âşıktır ve o şehre karşı hemşehrilik hissi geliştirecek kadar sahiplenmiştir. Mekân ve insan ortadadır. Sonuç da ortadadır. Yeşil Cami’deki ilginç yazılı çinilerden Bursa Hamamlarına, padişah Sultan II. Abdülhamid’ün 500 sene evvel vefat eden büyük ninesinin mezar taşına duyduğu hassasiyetten, Türkiye’deki modern tıbbın kurucusu olan Dr. Bernard’ın Bursa kaplıcalarına duyduğu ilgiye kadar kültür, hayatımızın her tarafındadır. Hiç fark etmesek de şehir ve şehir kültürü bizi her taraftan kuşatmıştır. Örneğin Olympos Dağı’nın (Uludağ) eski adı, dağın eteklerinde keşişlerin yaşamasından kaynaklanmaktadır. Yani mimari bir konumlanma dağın adını belirlemiştir. Fakat sadece dağın adını değil coğrafi bir terimin de kaynağı olmuştur. Çünkü İstanbul’a güneydoğudan, yani Keşiş Dağı’ndan gelen rüzgâr “Keşişleme” olarak adlandırılmıştır. Dolayısıyla mimari, şehir planı, şehir coğrafyası, şehir tarihi S I:2 H IR N 2 1 vs gibi farklı disiplinler toplandığı zaman tek bir ana başlığı oluştururlar: Kültür. Bu yüzden mesele kültürün var olup olmama meselesi değildir. Kültür her zaman vardır. Mesele prestij kültürden ne kadar nasiplendiğimizdir. Sonuç olarak, hem akademisyenlere, hem de yerel yöneticilere burada düşen başlıca vazife, bir Fransız profesörü Gabriel gibi bu şehre niteliklerini bilerek hayran olmak, hemşehrilik hissiyatını ve şehre olan aidiyetini kuvvetlendirmektir. Tarih, kültüre hizmet ettiği müddetçe vardır ve prestij kültüre sahiptir. Prestij kültür yok olduktan sonra medeniyet de, devlet müessesi de varlığını sürdüremez. Kaynakça 1. Akün, Ömer Faruk; “Bursalı Mehmet Tâhir”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt 6, İstanbul 1992 2. Arıkan, Zeki; “Kitabiyat”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, 6/15, 2007 3. Başbakanlık Osmanlı Arşivi; A.} MKT. MVL. 73/76 4. Başbakanlık Osmanlı Arşivi; DH. MKT. 13/411 5. Demiriz, Yıldız; Örgülü Bizans Döşeme Mozaikleri, Yorum Sanat ve Yayıncılık, İstanbul 2002 6. Dostoğlu, Neslihan Türkün; Osmanlı döneminde Bursa: 19. Yüzyıl ortalarından 20. yüzyıla Bursa fotoğrafları, Suna-İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü, Antalya 2001 7. Eyice, Semavi; “Bursa’da Osman ve Orhan Gazi Türbeleri”, Vakıflar Dergisi, sayı 5, Resimli Posta Matbaası, Ankara 1962 8. Gabriel, Albert; Bir Türk Başkenti Bursa, II, çev. Neslihan Er, Hamit Er, Aykut Kazancıgil, Osmangazi Belediyesi, İstanbul 2008 9. İnalcık, Halil; “Bursa”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt 6, İstanbul 1992 10. İnalcık, Halil; “Bursa and the Commers of the Levant”, Journal of the Economic and Social History of the Orient, Vol. 3, No. 2, s. 131-147, AUG 1960 11. Konyalı, İbrahim Hakkı, Söğüt’te Ertuğrul Gazi Türbesi ve İhtifali, Sinan Matbaası, İstanbul 1959 ŞEHIR & 12. Launay, Marie De, Bonkowsky Bey; Bursa ve Civarı, haz. Burcu Kurt-İsmail Yaşayanlar, Heyamola Yayınları, İstanbul 2015 13. Muhammed Et-Tancî; İbn Batûta Seyahatnâmesi I-II, sadeleştiren ve baskıya hazırlayan: Mümin Çevik, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1966 14. Oğuzoğlu, Yusuf; 8500 Yıllık Uygarlığın İzinden Bursa Tarihi, Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Bursa 2013 15. Öztürk, Hülya, Cezmi Karasu; “Mekteb-İ Tıbbiye-İ Adliye-i Şahane›nin Kurucusu Charles Ambroisse Bernard’ın Eserleri Ve Osmanlıya Etkileri Üzerine Bir Değerlendirme”, Adli Tıp Bülteni, sayı 19 (3), 2014 16. Sestini, Domenico; Voyage dans la Gréce Asiatique a la Peninsula de Cyzicue a Brousse et a Nicée, Londra-Paris 1789 (İtalyanca aslı Livorno 1785) 17. Sultan II. Abdülhamid Devri Harita ve Planlarında İstanbul-Arşiv serisi-1, yay. haz. A. Yaşar Koçak, Abdullah Ademoğlu, Atilla Beşli, Zekiye Eraslan, N. Yasemin Akçay, İBB Kültür AŞ Yayınları, İstanbul 2013 18. Texier, Charles; Küçük Asya I, mütercimi: Ali Suad, Matbaa-i Amire, İstanbul 1339 19. Turgut, A. Memduh; İznik ve Bursa Tarihi, Bursa Vilayet Matbaası, Bursa 1935 20. Uslu, Fatma Serra; Bursa Yeşil Camii Çini Tezyinatı, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İslam Tarihi ve Sanatları Bilim Dalı Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2012 21. Uysal, Cem; Mustafa Karapirli, Mehmet Akif İnanıcı; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Adli Tıbbın Kurucusu: Charles Ambroise Bernard”, Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, c. 8, Şanlıurfa 2011 22. Von Warsberg, Alexander Freiherr; Ein Sommer im Orient, Viyana 1869 23. Yıldırım, Savaş; “Bursa Yeşil Cami Mihrabı”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, sayı 47, s. 165-177, Ankara 2007 Görsel Kaynakça Resim 1: Yıldız Demiriz, Örgülü Bizans Döşeme Mozaikleri Resim 2: Sebah Joailler Resim 3: Fatme Serra Uslu, Bursa Yeşil Camii Çini Tezyinatı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi Resim 4: Fatme Serra Uslu, Bursa Yeşil Camii Çini Tezyinatı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi 157 E ŞEHIR & KITAP ANALIZ ISSN: 7897678343213 S I:2 H IR N 2 1 ŞEHIR & I I I I ININ N EN IR ŞEHIR: BURSA VE CIVARI Betül Erdem * 1822 yılında Fransa’da doğan Victor Marie de Launay (1822-?) ile 1841 İstanbul doğumlu bir Leh olan Charles Bonkowski (1841-1905)’nin yolları 19. yüzyılın ikinci yarısında Bursa’da kesişir. Her ikisi de Osmanlı devlet hizmetinde olan iki görevlidir. Her ikisi de aynı zamanda bilim adamı olduğundan yaptıkları gözlemler hem bilimsel, hem de son derece ilginçtir. Örneğin eserin içinde turizm, tarih, bilim tarihi, demografi, kimya, jeoloji, botanik, iktisat tarihi gibi çok farklı disiplinlerden önemli miktarda veriler mevcut. Asıl adı Brousse et ses Environs olan eser Fransızca kaleme alındıktan sonra Osmanlı Gazetesi’nde tefrika halinde yayınlanıp, daha sonra ise TürkçeResim 1: Marie De Launay, Bonkowski Bey, Bursa ve Civarı, Haz. Burcu Kurt, İsmail Yaşayanlar, İstanbul: Heyamola Yayınları, 2015. * MSGSÜ, Fen Edebiyat Fakültesi 4. Sınıf Öğrencisi 159 I N I ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & Yer isimleri ve özel isimler titizlikle çevrilmiş. Eseri telif eden yazarlardan de Launay Kırım Harbi (1853-1856) sırasında 1855 yılında Türkiye’ye gelen ve Bahriye Nezareti Fenerler İdaresi’nde çalışan bir ressam-mimar olduğunu öğreniyouz. Diğer yazar Bonkowsky Bey ise Leh asıllı bir İstanbullu ailenin çocuğu olarak dünyaya geliyor. Paris’te kimya ve eczacılık eğitimi gördükten sonra Türkiye’ye dönerek 1880’lerin başlarında Mekteb-i Tıbbiye-i Şahâne’de kimya öğretmeni olarak işe başlıyor. 1894’te ise Saray-ı Hümâyun’un Başkimyacısı oluyor. Resim 2: Bursa ve Civarı isimli kitabın Osmanlıca ve Fransızca nüshalarının bir arada bulunduğu pembe kadife üzerine altın yaldızla desenler işlenmiş cilt. ye çevriliyor. Çeviri ise Ahmet Atâ tarafından yapılıyor. İki tarihçi, Burcu Kurt ve İsmail Yaşayanlar; seyahatnâme kıvamında, fakat aslında çok daha fazlasını ihtiva eden bu eseri transkript (latinize) ettiler. Mart 2015’de, İstanbul’da Heyamola Yayınları tarafından basılan eser böylelikle günümüz Türkçesine kazandırıldı. Şüphesiz bu çok önemli bir kazançtır. Çünkü içinde iki bilim adamının gözünden hem şehir hayatı ve yerleşimi, hem de meslekî-teknik gözlemler inanılmaz bir detaylılıkla okuyucuya arz ediliyor. 160 I N I Kitabı yayına hazırlayan tarihçilerin oldukça nitelikli bir emek verdiği ilk bakışta belli oluyor. Örneğin metnin niteliğini bozmamak için, günümüzde kullanılmayan Arapça-Farsça kelimelerin anlamı, metnin içinde parantezle gösterilmiş. 1869 ve1881 aralığında Bursa’yı anlatan eserin tamamı çok farklı alanlarla ilgili ve Bursa açısından çok önemli olduğu için biz birkaç ilginç nota dikkat çekmekle yetineceğiz. Bunlardan ilki “Bursa şehr-i lâtîfi” ifadesi ki, Bursa’nın niteliğini yansıtan bir vasıf taşıyor. Bir diğer önemli bilgi ise şöyle: “Bu hoş manzaranın iki ucundan birinde köyler ovaya doğru uzanıp gitmiş, diğerinde ise Eski Kale Mahallesi’nin evleri bir tepenin yamacından başlayarak tepenin arkasına doğru kayboluyor”. Bursa şehir yerleşimini tam göz önüne getirecek şekilde yapılan bu anlatım, dönemin tarihi topografyasını resmetmesi bakımından oldukça etkili bir manzara sunuyor. Sadece Osmanlı dönemi değil, aynı zamanda Bizans dönemi kaynaklarından da yapılan alıntılarda Bizanslı tarihçi Etienne’in, “Orada bir therma (hamam) vardır. Bunlar Pruse şehrinde krala (İmparatoru kastediyor) mahsus hamamlardır” ifadesine yer veriyor. Bursa hamamlarının Bizans döneminde de ne kadar gözde olduğunu, Osmanlı dönemindeki bir gayrımüslim S I:2 H IR N 2 1 Osmanlı memurunun Fransızca eserinin Osmanlıca çevirisinden yapılan Türkçe transkripsiyonunda görmek, Bursa’nın tarihi perspektifi hakkında daha iyi bir manzara teşkil etmemizi sağlıyor. Hatta bu hamamlara İmparator Justinian’ın daha önce kötü yola düşmüş olan eşi İmparatoriçe Theodora ve beraberlerinde 4000 hizmetkâr ile Pytia kasabasındaki kaplıcaya gelişinden de bahsediyor. Yine eserde Bursa tarihini ilgilendiren ilginç bir detay daha geçiyor. II. Murad’ın savaşta giydiği ve günümüz insanın taşımakta oldukça zorlanacağı sarığın türbeyi ziyaret edenlere gösterildiğini belirtiyor. Müellifler az bilinen başka ilginç bilgiler de veriyorlar. Abdal Murad’ın mezarında bulunan bir kılıçtan bahsederken bu kılıcın Kutsal Roma Germen İmparatoru Charlemagne’ın (Şarlman, 742?-814) yeğeni Du Randal Du Comte Roland’a ait olduğunun sanıldığını ve Sultan I. Ahmed’in (1590-1617) bu kılıçtan bir parçayı kestirerek sarayına aldırıp hazinede muhafaza ettiğini öğreniyoruz. ŞEHIR & yazarların ne kadar ince iktisâdi tetkikler yaptığı da ortaya çıkıyor. Bundan başka sosyal hayatla, özellikle yemek kültürü ve otelcilik ile ilgili olarak da dikkat çekici bir noktaya parmak basılıyor. Don Giuseppe Loschi ile Francesco isimli iki idarecinin yönettiği ve giriş katının deniz seviyesinden 180 metre yüksekte olduğunun belirtilerek jeomorfolojik özelliklerinden de bahsedilen Keşiş Dağı Oteli’ne pek çok dünya hükümdarının ve prensinin kaldığını, burada Avrupa usulü yemekler olduğunu, işin daha da ilginci bu yemeklerin hakkını vererek yapıldığından bahsediliyor. Eserde Bursa’nın kaplıcalarından bahsedilmeden geçilmiyor. Bu kapsamda Çekirge Menba’ı hariç diğer kaynakların etrafındaki toprağın sürekli yükseldiği Eserde, ipekçiliği ile ünlü olan Bursa’daki meşhur İpek Hanı’nın tarifi verildikten sonra, handaki fıskiyeli havuzdan bahsediliyor ve burada serin olduğu için memurların görev yaptığını söylüyor. İktisâdi anlamda da özel bilgiler arz eden eserde Gemlik ve Mudanya arasında tahminen 400.000 ağaç olduğundan ve bundan da tahminen 7.200.000 kg “zeytunyağı” elde edilebileceğinden bahsediliyor. Buna ilaveten bir Ermeni cemiyetinin Ermeni okulları için 16.000 kuruş yardım yaptığından da bahsedilen eserde, 161 I Resim 3: Marie De Launay, Bonkowski Bey, Burusa ve Civârı, Mütercimi Ahmed Atâ, İstanbul: Kırkanbar Matbaası, 1298. N I ISSN: 7897678343213 ŞEHIR & belirtiliyor. Bu farkın ise Bursa kaplıcalarının bir kısmının kükürtlü, bir kısmının ise madenli olduğundan kaynaklandığına dikkat çekiliyor. Ayrıca Çekirge Suyu’nun 48 derece sıcaklıkta olduğundan ve buna müşterilerin dayanamadığından dem vuruluyor. Bursa ile ilgili saymakla bitmeyecek kadar çok ilginç ve kıymetli bilgiler verdiği için son olarak bir de kriminal bir vak’a ile tanıtımı tamamlamakta fayda var. Bursa Ovası’nın doğu ucuna doğru Ilıcak Boğazı adlı korkutucu yerden bahsediliyor. Burada vaktiyle Manoli ve Lefteri adlı iki eşkıyanın yolcuları soyduğu anlatılıyor. Bursa ve Civarı adlı eserde kitabı hazırlayanlar Burcu Kurt ve İsmail Yaşayanlar eseri Servet-i Fünun Arşivi, Sebah&Joaillier, Abdullah Freres ve Fettel gibi sanatçıların fotoğraflarıyla süsleyip bizi çok keyifli, her sayfasında bir heyecan ve tarihi yaşanmışlık dolu bir yolculuğa çıkarıyorlar. Bu keyfe varmanız dileğiyle… Görsel Kaynakça 1. 162 I N I Resim 1 – Resim 3 İsmail Yaşayanlar fotoğraf arşivi