HF132 - Hayatım Futbol
Transkript
HF132 - Hayatım Futbol
1 3HAZİ RAN2 01 4-SAYI 1 3 2 Bi rZamanl arBr i l y PELE ZAGALLO NI LTON SANTOS 1970TAKI MI 1982TAKI MI Yayın Koordinatörü Bir zamanlar Brezilya’da İlker Yılmaz 1950’de Maracana’da Uruguay’a kaybedince bir daha hiç ayağa kalkamayacak gibiydiler. Ama kısa sürede dünya futbolunu domine edip, 52 yılda Dünya Kupası’nı 5 kez kazanmayı başardılar. Bugün, dünyanın en prestijli bu futbol organizasyonuna tam 64 yıl sonra ev sahipliği yapıyor Brezilya… Ve hedefleri hem 6. defa bu zaferi yaşamak hem de 1950’de bir ulusun yaşadığı travmanın üstünü güzel hatıralarla örtmek. Başarılarlar mı bilinmez onu hep birlikte zaman içinde göreceğiz ama gelin hep beraber zamanda bir yolculuk yapalım dedik ve Brezilya’nın futbol tarihine damga vurmuş isimleri, kadroları mercek altına almak istedik. 1970’deki herkesi sürklase eden Peleli, Rivelinolu, Jairzinholu takımı, 1982’de gönüllerin şampiyonu olan salt hücum takımını, bir ülkenin kaderini değiştiren Pele’yi, Brezilya’nın neredeyse her başarısında bir şekilde katkısı olan Zagallo’yu ve Roberto Carlos’a, Dani Alves’e ilham veren adam Nilton Santos’u sayfalarımıza taşıdık. Umarım Dünya Kupası’nın heyecanını yaşadığımız bu günlerde bu Brezilya dosyası sizler için doyurucu olacaktır. Editör Cantürk Temelli Yazarlar Alper Öcal Cihat Akbel Emre Çelik Fırat Topal Güner Çalış İsmail Şayan Varol Döken Keyifli okumalar, Cantürk Temelli iletisim@hayatimfutbol.com team@mobilike.com #132 BU SAYIDA BREZİLYA ÖZEL Pele Zagallo Nilton Santos 1970 Takımı 1982 Takımı 1950’nin Mabedleri Brezilya 1950’de oynanan maçlara ev sahipliği yapan stadyumlar Ateş Sönmüyor 3 Temmuz’un üstünden çok sular aktı ama UEFA her yaz başında kulüplerimize ceza yağdırıyor Dünya Kupası Bahane Varol Döken, size Dünya Kupası’nı bahane ederek İstanbul’da gidebileceğiniz ve kendizi Londra’da hissedeceğiniz bir pub öneriyor Varol Döken Maç Bahane HF132 DÜNYA KUPASI BAHANE Tüm sezon Fenerbahçe maçlarını bahane eden Varol Döken şimdi kolları Dünya Kupası için sıvadı Yok o kadar uzun boylu değil. 1 ay boyunca sürdürmeye çalışacağım bu özel yazı dizisinde artık kupadaki maçları bahane ediyorum demem, diyemem. Ellerim kilitlenir, tam anlamıyla izleyip hatırladığım ilk Dünya Kupası İtalya 90’ın Goygoecha, Milla, Schillaci gibi hayaletleri dizlerimi titretir. Neticede Dünya Kupası hiçbir bahaneye ihtiyacı olmayan kendiliğinden şenlikli, içmeden sarhoş eden bir organizasyon değil midir? Ama siz yine de bu Dünya Kupası’nı birasız rakısız geçirmeyin diye bu yazı dizisi boyunca maçları izleyebileceğiniz mekân önerilerinde bulunacağım. Şili gruptan çıkar mı? Brezilya şampiyon olur mu? sorularına cevap arayanlar da bir zahmet 131. sayıyı hatmetsin. Adamlar kasa kasa yazmış, kesin resimlerine bakıp geçtiniz değil mi? Lütfen satır satır okuyun, insan yazıyor bunları! Ben insan değilim, ben alkol sevdalısıyım, beni okumanıza gerek yok benimle kadeh tokuşturun yeter. Hazırsanız başlayalım… Millwall mu West Ham mı? Bu sorunun cevabını Green Street Holigans versin, bizim pub’ımızın adı Millwall. Eğlence dünyasına hızlı bir giriş yapmaktan (hakkımızda kısmından) başka bir amaçları var mıydı bu ismi alırken bilmiyorum. Menülerinde güzel bir Millwall hikayesi var ama. Sanırım sahipleri bu derbiden etkilenmiş olacak ki böyle bir isim seçmiş. Mekân güzelse isterse ismi Şanzelize Cafe Bar olsun bana fark etmez. Yine de Millwall daha güzel isim tabi. Tam adı Millwall English Pub olan mekânın Bomonti sponsorluğunda olması güzide ülkemizde artık alıştığımız işlerden. İngiltere görmüş bir insan evladı olarak en az 5 çeşit farklı fıçı birası olmayan yere pub diyemesem de yine de mekân güzel demem lazım. İki katlı geniş ferah, menüsü de fena olmayan, tam maç izlemelik işletme. Zaten kış boyunca burada Süper Lig maçları izlendi, ben de bir kere gelmiştim, yazıyı da o günkü tecrübelerden süzüp yazıyorum, eski tarihli bilgi kalmışsa affola. Nasıl gidilir? Avrupa yakasından gelecek olanlar; Kadıköy İskele’ye Karaköy, Kabataş, Eminönü Beşiktaş, Bakırköy yollarından biriyle ulaştıktan sonra Kadıköy Çarşı’yı bulsunlar. Çarşı’nın içinden dümdüz Moda tarafına doğru yürüyüp Neşet Ömer Sokak’ı da bulursanız Millwall’a ulaştınız demektir. Bu sokak aynı zamanda Kahve Dünyası, Akmar Pasajı’nın arka çıkışı, Migros, Büyülü Rüzgar’ın olduğu sokak. Sokağın ortasında sağ tarafta göreceksiniz Millwall English Pub’ı. Göremeyenler için bknz. Kadıköy’de göz doktorları… Mekan geniş, iki katlı ve ferah. İçkinizi yudumlarken maç izlemek için ideal bir yer. ediyorum. Maç günleri rezervasyon yaptırmakta fayda var. Biralar 8-10 TL’den 15 TL’ye kadar değişiyor. Yemekler de ortalama 25 TL falan. Pahalı diyemeyiz yani. Pahalı olan benim bir oturuşta 10 bira içmem. Ama o da sizin sorununuz değil zaten. Kitlesi genelde 20+ gençler. Benim gibi 35’lik delikanlılara her zaman yer var. 50+ olup mekânda Dünya Kupası kovalayan herkes zaten hem mekânın hem benim başımızın tacı. Gürültülü diyebiliriz biraz ama bu müzik anlayışından çok, ortamın kalabalıklığından. İçerisi biraz karanlık, pub ambiyansı verilmeye çalışılmış, ışıklar beni biraz yordu ama iki biradan sonra alışıyorsun. Alışamıyorsan da dışarıda otur, sonuçta çözüm adamıyız. Nasıl bir mekân? Yukarıda da yazdığım gibi iki katlı geniş, ferah bir mekân Millwall. Sigara içilebilen bir bahçesi var. Toplamda 200 kişiden fazlasını alır diye tahmin Yaklaşık 200 kişi kapasiteli Milwall English Pub’da bira fiyatları da 8 ila 15 Tl arasında değişirken karnınızı doyurmak için de 25 liranıza kıymanız gerekiyor. Nasıl izlenir? Dışarıda bir, içeride sanırım altı büyük LCD ekran olmak üzere televizyon stokları yeterli. İster içeride ister dışarıda maçları rahat rahat izleyebilirsiniz. Ses sisteminden ise çok emin değilim. Dediğim gibi bir Süper Lig maçında sadece 1 kere test etme imkanım oldu. Ama sorun yaşayacağınızı sanmıyorum. Zaten ne gibi bir sorun yaşayabilirsiniz allah aşkına, golü duymadık mı diyeceksiniz? Hiç… Ne yenir ne içilir? Menüsü tipik bar/pub menüsü. Sosis patates tabakları, schnitzeller, köfteler falan üzmez sizi. Atıştırmalık ve doymalık olarak birçok çeşit mevcut. Biralar ise her gün çeşitleniyor. Şişe birada fazla çeşit satan mekân pub olacak diye bir kaide yok bunda bir anlaşalım; ama ne kadar çok alkol çeşidi o kadar çok mutluluk. Bira dışında elbette viski, şarap, rakı, votka bulunuyor. Bir barın menüsünü ben bir süreden beri malt viski bolluğundan anlıyorum, şimdi Millwall’un barını hatırlıyorum dersem yalan söylerim, ama öyle çok malt çeşitleri vardı gibi de gelmiyor. Yine de butekrar söylüyorum- benim sorunum, siz söyleyin fıçı Efes’i keyfinize bakın. Dışarıda da oturma bölümü olan pubda, bu bölümdeki LCD TV sayesinde açık havada da maç izlenebilir. Ancak içerideki TV sayısı daha fazla. arkadaşlarımın (Serkan biraları buzluğa at, Levent koltukları tam TV’nin karşısına çek geliyorum) tuttuğu takım Şili. Sebebi de aşağıdaki link’te… İzleyip de Şili’yi tutmayan kesin paralel Dünya Kupacı’dır. 2010 yılında Şili’de yaşanan maden faciasında kurtulan işçiler, Dünya Kupası için bir banka tarafından hazırlanan reklamda oynadılar. Herkese keyifli, alkolü ve keyfi bol bir Dünya Kupası dileğiyle, bir sonraki hafta görüşmek üzere… Şu yenir, bu içilir öbürü kaçmaz diyebileceğim bir spesiyaliteleri yok. Ortalama bir kaliteyi tutturmuş olmaları bana yetiyor, size de yetsin, yetecek hatta! (yazar burada küçük çaplı bir faşizm kayması geçirdi, tarayıcınızın ayarlarıyla oynamayınız, şimdi düzelir) Kupa bizim, buz bizim Nerede izlerseniz izleyin, nasıl izlerseniz izleyin, Dünya Kupası çok güzel şey. 1 ay boyunca adeta oyuncakçıya bırakılmış çocuklar gibi hissedeceğiz. Kendimize bir takım bulacak, onunla yenecek onunla yenileceğiz. Bu kupada benim ve saz Herkese keyifli, alkolü ve keyfi bol bir Dünya Kupası dileğiyle, bir sonraki hafta görüşmek üzere… Milwall Pub: Caferağa Mah. Neşet Ömer Sokak No:16 Kadıköy www.millwallenglishpub.com 0216 450 36 61 Alper Öcal Brezilya Özel HF132 EN ZiRVEDEKi BREZiLYALI Hayal ettiği futbol topunun peşinden koşarken bir ülkenin kaderini değiştirdi. Kazandığı kupaların, attığı gollerin ve kırdığı rekorların yakınına dünya üzerine hiç kimse yaklaşamadı. 2 günlüğüne bir savaşı bile durduran adam Pele, şüphesiz Brezilya futbolunun hatta dünyanın da gelmiş geçmiş en iyisi olarak tarihin altın sayfalarındaki yerini aldı ve uzun zaman daha orada oturacak gibi duruyor Ghiggia maçın bitimine 11 dakika kala skoru Uruguay lehine 2-1 yaptığında, Maracana tribünlerinde bitsin diye tırnaklarını yiyerek bekleyen Brezilya halkı, Jules Rimet’in söylediği üzere artık “Katlanılması zor, korkunç bir sessizliğe bürünmüştü.” Aslında bütün ülke tükenmişliği yaşıyordu. Maracanazo trajesidinden sonra canına kıyanlar, işini bırakanlar, kramponlarını asanlar... Öte yandan statta maçı izleyecek imkânı olmayan ama eski bir Fluminense futbolcusu olan Dondinho ile birlikte radyodan maçı dinleyen 9 yaşındaki Dico ise, bitiş düdüğüyle yıkılan babasının kulağına eğilerek “Endişelenme, bir gün kupayı kaldıracağım.” demişti. Bunu söylerken Bauru sokaklarında “Ayakkabısızlar” ismini verdiği bir grup arkadaşıyla çorap, gazete kağıtları ve greyfurttan yaptıkları toplarla çamur içinde, çıplak ayakla futbol oynamaktan ötesini yapamadığı düşünüldüğünde kulağa lafugüzaf geliyor. Ama Dico yine de marketlerde, kafelerde çırak olarak çalışarak; yollarda bulduklarını satarak bir gün istediği topu ve ayakkabıyı almak umuduyla ve ailesine yardım etmek için çalışmaktan da geri kalmıyordu. 11 yaşına geldiğinde Canto do Rio adında amatör bir takımda oynamak istediğinde 13 yaşından küçüklere yer verilmediği için amacına ulaşamamıştı. Babası devreye girip oğlunu, kendisinin de zamanında futbol oynadığı Bauru’ya götürdü. Çocuk artık gerçek bir takımda oynuyordu. 14 yaşına geldiğindeyse sadece kendisinin ve bir ülkenin değil aynı zamanda oyunun kaderini değiştirecek kişinin gözüne girdi. Brezilya Milli Takımı ile 1934 Dünya Kupası’nda ter döken Waldemar de Brito oyuncu izlemek için geldiği Bauru gençlerinin maçında Dico’yu gördü ve büyülendi. 1956 yılında henüz 15 yaşındaki çocuğu şehrin en büyük kulüplerinden biri olan Santos’a götürdü ve “Dünya’nın en iyisi olacak.” diye takdim ederek profesyonel yapmalarını söyledi. Günümüz süper yıldızlarının neredeyse tamamının değişmez bir parçası olan reddedilme hikâyesi Dico’nun yetenekleri karşısında öksüz kaldı. Çıktığı ilk Santos antrenmanında 4 gol atınca göze giren Dico, 1956 Haziran’ında profesyonel oldu. Ayda 10$ maaşa imza atmıştı. 3 ay sonra 7 Eylül 1956’da Corinthians karşısında ilk resmi maçına çıkıp golünü attığındaysa yerel basının süper yıldız yakıştırmaları artık ülke çapında yankılanmaya başlamıştı. Ailesinin Dico dediği Edson için yeni hayatı Pele markası üzerinde yükselecekti. Portekizce’de hiçbir anlamı olmayan Pele lakabı, artık futbolun ete kemiğe bürünmüş haliydi. 16 yaşında, Santos kulübündeki ilk sezonunda Pele o zamanlar sadece yerel düzeyde oynanan Brezilya liglerinde, Paulista ismiyle bilinen Sao Paulo eyalet liginde 17 golle kral oldu. Haziran 1957’de, daha profesyonellikte 1 yılını bile doldurmamışken Sylvio Pirillo tarafından Arjantin ile oynanacak Roca Kupası maçları için milli takıma davet edildi. Maracana’da çıktığı ilk maçta golünü de attı. Tarihin en genç yaşta gol atan milli futbolcusu olmuştu. Bu aynı zamanda hâlâ kırılamayan 77 gollük rekorunun ilkiydi. 1958 sezonunda Santos ile ilk lig şampiyonluğunu yaşadı ve attığı 58 golle kırılamayan bir başka rekora daha imza attı. İsveç’te düzenlenecek 1958 Dünya Kupası’nda teknik direktör Vincent Feola tarafından aday kadroya alındı ama sakattı. İlk iki maçta oynatılmamıştı. Gruptan çıkacak takımı belirleyecek Sovyetler maçı gelip çattığındaysa yine yedekti ama Vava başta olmak üzere diğer futbolcuların ısrarıyla Feola turnuvanın en genç ismi olan Pele’yi as takımla sahaya sürmek zorunda kaldı. Pele ağabeylerini mahçup etmeyerek Vava’nın ikinci golüne de asisti yaptı. Çeyrek finalde Galler karşısında turu getiren tek golü attı. Turnuva tarihinin en genç yaşta gol atan oyuncusu unvanına, bir sonraki turda Fransa karşısında yaptığı hat trick ile bir başka unvan daha ekledi. İsveç’e finalde attığı iki gol Brezilya’nın tarihindeki ilk şampiyonluğu yaşadığı an olarak hafızalara kazınırken, Pele’nin takım arkadaşı Gilmar Neves’in omzunda döktüğü gözyaşları belki de babasına 8 sene önce verdiği sözü tutmanın mutluluğuyla birleşerek her saniye daha da gür akıyordu. Garrincha ile birlikte topa her dokunuşu, her bir pası, şutu, driplingi futbolseverler için yepyeniydi. Olağanüstü bir keşfin hazzından farksızdı. İkisi Brezilya Milli Takımı’nda beraber oynadığında takım hiç yenilmedi. Bauru’da bir yandan nizami sahada futbol oynarken, diğer yandan salonda, Radium isimli bir takımda Salao adı verilen doğaçlama oyundan kazandıklarının etkisi kuşkusuz bu seviyeye gelmesinde yadsınamazdı. Daracık bir alanda, minicik bir topla kendinden yaşça daha büyüklerle oynadığı bu oyun, tekniğini ve karar verip uygulama hızını kusursuzlaştırmıştı. Olağanüstü atletizmiyle birleştiğindeyse ortaya her iki ayağını da aynı kalitede, sıradışı kullanabilen, her şeyi yapabilen ve Bobby Moore’un tabiriyle “1.73’lük boyuna rağmen sahada dev gibi görünen” bir mükemmellik kopyası beliriyordu. Pele, günümüzde hem bazı otoriteler hem de futbolseverler tarafından dönemin futbolunun karakteristiği yüzünden küçümsense de oyundaki dominasyonu su götürmezdi. İlla izlemek gerekmiyor. 9 sezon üst üste bırakın her toprağında yeteneğin fışkırdığı Brezilya’yı herhangi bir coğrafyada dahi gol kralı olabilmek mümkün değil. Pele hariç. Sıkça karşılaştırıldığı, zaman zaman ağız dalaşına girdiği Maradona, ya da yeteneğiyle büyülese de gününü gün eden George Best için böyle bir istikrardan bahsetmek mümkün değil. Cristiano Ronaldo ve Messi’yi günümüzde bu kadar eşsiz kılan da yeteneklerini devamlılıkla birleştirmiş olmaları ama Dünya futbolunda hiç kimse Pele kadar tek başına olmadı. Oynadığı 22 yıl boyunca var olduğu her turnuvayı kazanıp, her sahada futbolu domine edemedi. 3 Dünya Kupası kazanan bir futbolcu hâlâ yok. Medyanın geçmişte o kadar güçlü olmaması belki şu an kötü tahminciliğiyle birleşince kimilerine sadece imajını değil futbolculuğunu da sorgulamaya yol açıyor ama o zamanlar kulaktan kulağa Pele efsanesini perçinlemişti. Öyle ki; 1960 ve 61 yılında Santos okyanus ötesi bir tura çıktığında Juventus, Inter, Benfica, Barcelona demeden her takımı perişan ettikten sonra Avrupa’nın tüm dev kulüpleri Pele için yanıp tutuşunca Brezilya hükümeti çareyi kendisini ulusal hazine ilan ederek koruma altına almakta bulmuştu. Kuzey Kore’de adına pul basılan, 1969’da iki günlüğüne Nijerya’da iç savaşı durduran, İngiliz kraliyetinden şovalye, Birleşmiş Milletler’den barış elçisi unvanı alan, 1975’te ABD’ye gittikten sonra tribünlerdeki seyirci ortalmasını iki misli artıran, New York Cosmos’u kendisiyle her maçın ardından forma değiştirmek isteyen rakip takım oyuncularının her birine forma verdirmek zorunda bırakan, hakkında 7 film, 1 dizi, sayısız belgesel ve şarkı yapılan karşılaştırma götürmeyecek bir futbol abidesi. 92 kez hat trick, 31 kez 4 gol, 6 kez 5 gol ve bir kez de 8 gol atmışlığı olan, kariyerindeki 1283 golle Guinness rekorlar kitabına giren, sanki o meşhur reklamdan çıkmış ama duyguları da olan, risk alan bir yenilmez. 30 yaşında kupayı ilelebet Brezilya’ya getireceği 1970 finalinin ardından İtalya’da onu marke etmekle görevli Burgnich şöyle diyordu: “Kendime maçtan önce onun da herkes gibi etten kemikten bir insan olduğunu söylemiştim. Yanılmışım.” Övgü dizmekten pek hoşlanmadığı bilinen Cruyff için “Mantık sınırlarının ötesine geçen tek futbolcu”, Puskas için “Tarihin en iyisi Di Stefano’nun üzerinde karşılaştırılamaz bir mertebe.” , futbolun en kendi beğenmiş figürlerinden Moruinho için “Futbolun ta kendisi, gerçek special one.” 1970’te dikta tarafından sol sempatisi araştırılınca muhafazakar söylemlerde bulunması, ticari faaliyetleri, halihazırda kupayı protesto edenleri kınayıp takımın desteklenmesini belirten tavrı, absürd öngörüleri ne kadar itici ve saygınlığını sarssa da sahada olduğu zamanlarda yaptıklarının ihtişamını örtmüyor. Andy Warhol’un dediği gibi; “Pele’nin şöhreti 15 dakika değil 15 asır sürecek.” Cihat Akbel Brezilya Özel HF132 PROFESÖR Brezilya futbolunun mihenk taşı, göz ardı edilmese de asla değerini bulmayan ismi Mario Zagallo, Sambacıların elde ettiği tüm başarıların bir yerinde imzasını attı Brezilya ve Dünya futbol sahnesinin en büyük isimlerinden; Halit Kıvanç’tan aşina olduğumuz namı diğer profesör lakaplı Mario Jorge Lobo Zagallo. Brezilya’nın kazandığı 5 Dünya Kupası zaferinin 4’ünde birinci dereceden (1958-1962 oyuncu olarak, 1970 teknik direktör, 1994 yardımcı antrenör) pay sahibi büyük taktisyen deha Mario Zagallo. Bugün hasta olarak yattığı hastahane odasında ülkesinde yapılacak olan Dünya Kupası’nı bekliyor, arkasında bıraktığı kocaman bir canlı tarihle... Futbolculuk yılları Zagallo, profesyonel futbola 17 yaşında America Futbol Kulübü’nde başladı. Bir sene top koşturduktan sonra asıl zıplamasını yapacağı Flamengo’ya transferi gerçekleşti. 200’den fazla maça 30’a yakın gol ve kaydı tutulmamış onlarca asist sığdırdı. Kısa boyunu muhteşem bir şekilde taçlandıran patlama hızı ve top tekniği onu rakipleri arasında vazgeçilmez yapıyordu. Son durağı efsaneleşeceği ve defalarca kez kupalar kazanacağı Botafogo oldu. Flamengo’da geçen 8 senenin ardından 7 sene de siyah beyazlı kulübün formasını terletti. 1958’de milli takıma seçilen kısa boylu bu mütevazı adam kariyerini aynı yıl Dünya Kupası’nı kazanarak devam ettirirken, adını tüm futbolseverlere ezberletiyordu. 4 sene sonra da Şili’deki Dünya Kupası’nı da kazanan takımın değişmez oyuncularından olan Zagallo için tarih sahnesi oynamaya devam edecekti. 35 yaşında futbola veda etti. Antrenörlük yılları Botafogo’da futbolu bıraktığı yıl takımı devraldı. Kısa süre sonra Brezilya Milli Takımı’nın başına geçti. İşler yolunda gitmeyince tekrar Botafogo’ya döndü. Federasyon 1 sene sonra tekrar kapısını çaldı. 1970 yılında Brezilya Milli Takımı’nın başında Mario Zagallo vardı. Dünya Kupasını sürklase eden Pele’li, Carlos Alberto’lu, Rivelino’lu, Jairzinho’lu futbol tarihine damgasını vurmuş o kusursuz takımın yaratıcısı oldu. 39 yaşında Dünya Kupası’nı kazanan en genç ikinci teknik direktör olmasının yanında hem futbolcu hem de antrenörken bu kupayı kazanan ilk futbol adamı oldu. Samba futbolunun modern dönem mucidi olan Zagallo, muazzam bek oyunlarına hızlı paslaşmayı ekleyip dünyada yeni bir ekole imza atıyordu. Yıllarca dünya futboluna çift tarafı da oynayabilen muazzam bekler yetiştiren Brezilya’nın kader dönüşümü oluyordu. 1974’te takımın başından ayrıldı. Ara ara Botafogo’ya dönse de 2 sene sonra kendini Kuveyt Milli Takımı’nın başında buldu. Oradaki macerası da uzun sürmedi. Sırasıyla Botafogo, Al-Hilal ve Vasco da Gama’yı çalıştırdı. 1981 yılına gelindiğinde yine uzaklara Suudi Arabistan’ın başına geçti. Birçok futbol projesine imza attıktan sonra 3 yıl kaldığı Suudi Arabistan’dan ülkesine döndü. 1989 yılında Birleşik Arap Emirlikleri’nin dolgun maaşlı teklifini kabul etti. Takımı tarihinde ilk kez Dünya Kupası’na çıkardı fakat çeşitli sebeplerden dolayı turnuvada görevinin başında olamadı. 1991 senesinde Brezilya Milli Takımı’nın başına getirilen Carlos Alberto Parreira’nın yardımcılık teklifini büyük bir alçak gönüllükle kabul etti. Yaratıkları takım 3 sene sonra 1994 Amerika’da Dünya Kupası’nı kaldırdı. Zagallo futbol sahnesindeki gösterisine devam ediyordu. 1995 yılında sambacıların başına tek adam olarak tekrar geçti. 1998 Dünya Kupası finalinde Fransa’ya kaybettikten sonra görevden alındı. Herkes bunun Zagallo’nun son macerası olduğunu düşünse de 2003’te tekrar Parreira’nın yardımcısı oldu. 2006’da antrenörlük kariyerine noktayı koydu. Fahri ya da görevli olarak Brezilya Futbol Federasyonu’nda çeşitli hizmetlerde bulundu ve bulunmaya devam ediyor. Kazandığı ve kazandırdığı kupaların yanında dünya futboluna kattıklarının haddi hesabı yok hocaların hocasının. Pele gibi bir figürün yanında daha arka planda kalmasının tek sebebi tevazusu ve karakterli kişiliği. Pele’nin de hocasıydı Zagallo. Tıpkı diğer tüm Brezilyalı dünya yıldızlarının olduğu gibi. Bugün Rio sokaklarındaki çocukların ismini haykırdığı o büyük oyuncuların direkt ya da dolaylı etkisidir Mario Zagallo. 82 yaşında ve sağlığı iyiye gitmiyor. Son isteği Maracana’da kupayı kaldıranın Brezilya ruhu olması. Tam ismi:Mário Jorge Lobo Zagallo Doğum tarihi: 9 Ağustos 1931 Futbolculuk kariyeri: 1948-1949 America 1950-1958 Flamengo 1958-1965 Botafogo Milli takım: 1958-1964 Brazil Teknik adamlık kariyeri: 1966Botafogo 1967-1968 Brazil 1969Botafogo 1970-1974 Brezilya 1971-1972 Fluminense 1972-1973 Flamengo 1975Botafogo 1976Kuveyt 1977-1978 Botafogo 1979Al-Hilal 1980-1981 Vasco da Gama 1981-1984 Suudi Arabistan 1984-1985 Flamengo 1986-1987 Botafogo 1988-1989 Bangu 1989-1990 Birleşik Arap Emirlikleri 1990-1991 Vasco da Gama 1991-1994 Brezilya (yardımcı) 1994–1998 Brezilya 1999–2000Portuguesa 2001Flamengo 2003–2006 Brezilya (yardımcı) İsmail Şayan Brezilya Özel HF132 FUTBOL ANSiKLOPEDiSi Etkili hücum edebilen kanat bekleri futbolda en büyük silahlardan biri. Özellikle Brezilyalılar Roberto Carlos, Cafu, Dani Alves gibi özel örneklerle bu konuda bayrağı taşıyanlar. Pek çok Brezilyalıya göreyse tüm yapılan, dünyanın gelmiş geçmiş en iyi kanat bekinin, hatta kanat beki kavramını yaratan ‘Ansiklopedi’nin oyun anlayışını taklit etmek İsveç’teki 1958 Dünya Kupası’nda Brezilya’nın ilk maçının 50’nci dakikasında yaşanan, futbol tarihinin dönüm noktalarından biriydi. Nilton Santos, savunmada kazandığı topla birden hızlandı, orta çizgiye geldiğinde topu, o ana kadarki tek golü atan Jose Altafini’ye gönderdi. Ve sonra o dönemde hiç kimsenin beklemediği bir şey yaptı: İleriye doğru deparına devam etti. Kulübedeki arkadaşlarının maçtan sonra anlattığına göre teknik direktörleriVicente Feola da kulübeden depara kalkmış, “Geri gel, deli herif, geri gel” diye bağırıyordu. Durmadı. Koşusuna ve top istemeye devam etti. Gördüğü boşluğa doğru daldı ve topla buluştu. Yaptığı harika vuruşla takımını 2-0 öne geçiriyordu Avusturya karşısında. Ne bir bekin orta sahayı geçtiği ilk andı ne de bir bekin ülkesi için ilk golü. Dünya için özel bir andı çünkü ilk kez bir Dünya Kupası maçında birisi oyun akarken ‘bek’ kavramının tanımını ‘yalnızca savunma yapar’ sınırının ötesine taşıyordu. “Futbol bugün çok büyük bir sektör, sizin gibi beklerin bugün kazandığı paralara gıpta ediyor musunuz” diye soran muhabire “Hayır” diyordu. “Gıpta ettiğim tek şey hücuma çıkma özgürlükleri! Benim kaç katım para kazandıklarının hiç bir önemi yok”. Profesyonel futbola çok geç başlamıştı. Rio’nun Governador Adası’nda doğan 7 çocuğun en büyüğü, mahallesinin amatör takımı Flexeria’ta santrfor ve sağ açık olarak oynadı. 1948’de, 23 yaşında Botafogo’ya transfer olarak profesyonelliğe geçti. Ama kulüp başkanı Carlito Rocha, savunmacı olmasını istiyordu. Sol bek oynamayı kabul etti. İlk sezonunda milli takıma seçildi. Oyunu okuyuşu ve görüşü, tek kelimeyle ‘olağanüstü’ydü. Hem futbolcu hem teknik direktör olarak Dünya Kupası’nı kazanan ilk kişi olan takım arkadaşı Mario Zagallo “Sahada oluşan bir pozisyonun onu şaşırtması neredeyse imkansızdı. Yalnızca 5 dakika bile seyrettiğinizde onun futbol hakkında bilinebilecek her şeyi bildiğine emin oluyordunuz” diye anlatıyor Nilton Santos’u... Zaten bu yüzden ona hemen’A Enciclopédia de Futebol’(Futbol Ansiklopedisi) lakabı takıldı ve sonraki yıllarda onu seyredebilen hiç kimse bu lakabın sebebini sorgulamadı. İşte bu ayaklı ansiklopedi ‘bek’ kavramına sonsuza kadar kalacak bir imza attı. Dünyanın üçlü savunmadan dörtlü savunmaya evrildiği ilk yıllarda ‘hücumcu bek’ kavramını yarattı ve oyunu kökünden değiştirdi. “O günlerde biz beklerin, orta saha çizgisini geçmesi yasaktı. Ben o golü atmaya giderken Feola da arkamdan bağırıyormuş”. Sonrasını ise hem 1958’de hem 1962’de Dünya Kupası’nı beraber kazandıkları Zito anlatıyor: “Topla o kadar çok ve o kadar iyi oynayabiliyorsanız pozisyonunuzun bir önemi yoktur. Nilton Santos bir defans ya da bek değildi, o bir yıldızdı, bu kadar basit” Santos Reis! Futbolu böylesine iyi bilen bir adam, elbette bir yeteneği gördüğünde anlayacaktı. 1953’te bir O, bek kavramını değiştiren ve gelmiş geçmiş en iyi kanat bekiydi. Hatta birçoklarına göre ondan sonrakilerin yaptığı onu taklit etmekti. gün, o zamanlar adet olduğu üzere Botafogo antrenmanının son dakikalarına bir kaç genç oyuncu da denenmek için katılır. Sağ açıkta topla buluşan çocuk Nilton’u, herkesi şaşırtan bir hareketle geçer. Sonrasını Nilton dos Reis Santos anlatıyor: “Antrenman biter bitmez soluğu Gentil Cardoso’nun (Botafogo teknik direktörü) yanında aldım. Dinleyin dedim, dünyada bu sağ açığı durdurabilecek bir bek var mı bilmiyorum ama varsa da ben değilim, ben onunla aynı takımda olmak isterim. Lütfen bir an önce harekete geçin ve başka bir kulüple anlaşmadan önce ona imzayı attırın”. Kulübü, Nilton Santos’u dinledi ve dünyadaki tüm savunmalara on yıldan daha uzun bir süre işkence çektirecek olan bu gencecik çocuğa imzayı attırdı. Nilton Santos, adı Garrincha olan bu genci hemen kanatları altına aldı. Efsane sağ açık, küçük kardeşi gibiydi. Tüm kamplarda aynı odada kaldılar. Zagallo “Çok yakındılar. Garrincha’nın ona duyduğu saygı ve hayranlık müthişti” diyor. Bu saygı öyle büyüktü ki Garrincha gibi bir bağımlıyı alkolden uzak tutabilen tek şey olmayı başarıyordu. Saha içinde ve dışında hayran olduğu akıl hocasının varlığında Garrincha, içkiden uzak durmayı başarabiliyordu. Nilton dos Reis Santos’un tek etkilediği Garrincha değildi. Ansiklopedi, kariyeri boyunca hem hocalarından hem takım arkadaşlarından büyük saygı gördü. İsveç’te 17 yaşındaki Pele’yi ve Garrincha’yı gruptaki son maçta oynatması için Feola’yı ikna etmeyi başarabilmiş ve sonucunda kupa gelmişti. 37 yaşındayken 1962 kadrosuna alındı ve büyük tartışmaya sebep oldu. “Olanlardan sonra kupaya gitmeyi istememeye başlamıştım”. Ama takımın en büyük gücü Pele, ikinci maçta Çekoslovakya karşısında sakatlanıp turnuvayı kapattıktan sonra onun varlığının değeri daha da arttı. Bozulan moralleri tecrübesiyle düzeltmeyi bildi. Her maçtan önce hem Garrincha hem de Pele’nin yerini doldurma görevi verilen genç Amarildo ile özel olarak görüşüyordu. 1962 finalinin ardından 82 maça çıkıp iki Dünya Şampiyonluğu yaşadığı milli takım kariyerine noktayı koydu. Hayatım Botafogo Sade, basit bir yaşam sürmeyi tercih eden bir oyuncuydu Nilton Santos “Maaşlarımızı aldığımızda bunun inanılmaz bir şey olduğunu düşünürdüm. En sevdiğim şeyi yapmam, futbol oynamam için bana para ödüyorlardı, inanamıyordum!”. Garrincha’nın yeteneğini fark eden Santos, onu bir ağabey gibi kanatları altına aldı. de bıraktı. Ülkeyi Dünya Kupası’yla tanıştıran kadrodan Djalma Santos Temmuz’da, Gilmar ve De Sordi Ağustos’ta terk-i diyar eylediler. 27 Kasım 2013 günü ciğerleri iflas eden Ansiklopedi de onlara katılacaktı. Nilton Santos, belki bizim için pek tanıdık değil ama onu gelmiş geçmiş en iyi bek olarak görenler bir hayli fazla. Bek anlayışını kökünden değiştiren bu adam, kariyeri boyunca tam 34 final oynadı ve hepsini kazandı. Elbette ki Pele’nin meşhur listesinde o da vardı. Ayrıca, 250 futbol yazarının oylarıyla belirlenen “20. Yüzyılın En İyi Takımı”nda sol bek mevkisi ona verildi. Sağ açıkta “küçük kardeşi” Garrincha ile beraber. Belki bu kupayı da beraber izleyecekler. 39 yaşında futbolu bıraktı. Tek kulüp adamıydı. 16 yıl boyunca tüm görkemli tekliflere karşın canı gibi sevdiği Botafogo formasını terletti ve 743 maça çıkarak rekor kırdı. 2007’de Alzheimer teşhisiyle Rio’da bir kliniğe yatırıldı. Karısı Maria Celia, hastalığı boyunca onu, tek bir şeyin gerçek dünyaya döndürebildiğini söylüyor: “Ona usulca Botafogo’dan bahsetmem gerekiyor. Önce yüzünde bir gülümseme ardından gözlerinde bir ışıltı beliriyor. Sonra anlattığım her şeyi anlamaya başlıyor.” 2013, Konfederasyonlar Kupası’nı kazanmalarına rağmen Brezilyalı futbolseverlerde üzücü izler 2013 yılında hayata gözlerini yuman efsane hayati boyunca giydiği tek forma olan siyah-beyaz Botafogo formasına olan tutkusunu son nefesine kadar gösterdi. Güner Çalış Brezilya Özel HF132 BREZiLYA 1970 “Brezilyalılar, yalnız onlara bahşedilmiş olan yeteneklerinden gurur duyuyorlardı; ama sanki bir o kadar da, oyun hakkında bir şeyler söylemek istiyor gibiydiler. Bir oyunu sevmeden o oyunda dünyanın en iyisi olamazdınız; ve hepimiz, o gün Azteca’da, büyük bir hayranlık ve coşkuyla maçı izleyen herkes, sanki bir tür ‘oyuna hürmet’ gösterisine tanıklık ettiğimizi hissetiyorduk.” İskoç spor yazarı Hugh McIlvanney, Brezilya’nın 4-1 kazandığı final maçı sonrası 1970 finalinde İtalya ile karşılaşan Brezilya Milli Takımı rakibini sürklase ederek sahadan 4-1 galip ayrılır ve tarihinde üçüncü kez bu turnuvada zafere ulaşır. 1970 Dünya Kupası, pek çok açıdan, bugünkü şekliyle bildiğimiz Dünya Kupalarının ilkiydi. İlk kez, tüm dünyada canlı ve renkli televizyon yayını yapılıyor; Meksikalı gazetecilerin ortaya attığı grupo de la muerte, ölüm grubu tabiri, bundan böyle ölümsüzleşiyor; Adidas Telstar, siyahbeyaz çokgenli Dünya Kupası futbol toplarının ilki oluyordu. 1961’de İtalya’da başlayan Panini serüveninin ilk Dünya Kupası baskıları, 1970 Meksika’da yapılmıştı. Oyuncu değişikliği hakkı ve sarı-kırmızı kart uygulamaları, ilk kez bu kupada ortaya çıkıyordu. 1970, tüm dünyada takip edilebilirliğin önemli bir boyut atladığı ve getirdiği yeniliklerle, modern Dünya Kupası izleyicisinin hayal gücünü meşgul eden pek çok konunun temellerini atan unutulmaz bir turnuva olarak tarihe geçmişti. Lakin, bu kupanın hayal ile gerçek arasında gidip gelen efsanevi betimlemelerinin en değerli öğesi, kuşkusuz ki, John Motson’ın deyişiyle ‘tüm futbol fantezilerimizi gerçekleştirmeyi başaran’ sihirli Brezilya takımı idi. Belki de tarihin gördüğü en iyi takım oldukları algısı doğru değildi. Belki, İspanya 2012 onları çoktan sürklase etti bile; veya belki, böylesine bir futbol takımının ortaya çıkması, ancak taktik ve fiziksel gelişimin atıl kaldığı bir dönem içinde mümkündü ve tekrarı imkansızdı. Fakat onların niçin özel olduğunu ararken baktığımız yerler de, Güney Amerika elemeleri dahil olmak üzere, tüm maçlarını kazanarak kupaya ulaşmaları gibi hayranlık uyandıran istatistikler; veya maçı ne kadar domine ettikleri, turnuvayı ne kadar golle tamamladıkları gibi kıyaslamalar üzerinden sonuca varmaya çalışan değerlendirmeler olmamalıydı. McIlvanney, bu ayrımı en iyi yapanlardan biri olmuştu. Başka takımlar da sizi heyecanlandırmayı başarabiliyor ve onlara saygı duyuyorsunuz, diyordu. “Fakat Brezilyaları izlemek, derin ve doğal bir haz veriyor; sanki saf bir fiziksel deneyimden geçiyordunuz.” Renkli televizyonların karşısında, altın sarısı formalı adamların tiyatrosunu büyüleyerek izleyen yüz binlerce insanın hissettikleri, kuşkusuz bundan farklı değildi. Brezilya 1970, artık tarihin en iyisi olmuştu. Saldanha’nın sürgünü Brezilya; dünya şampiyonu İngiltere ve Avrupa şampiyonu İtalya ile beraber turnuvanın önemli üç favorisinden biri olarak gösteriliyordu. Yine de, 1966’ta gruptan çıkamadıkları akıllardaydı ve dengesiz savunma hatları, hiç de Dünya Kupası kazanabilecek bir takımınkini andırmıyordu. Turnuvanın başlamasına üç aydan az bir zaman kala, João Saldanha kovulacak ve yerine, dünya şampiyonu oldukları iki kupada da ilk 11 oyuncusu olan Mario Zagallo getirilecekti. Ama bu görev değişimi, saha içi nedenlerle açıklanabilir değildi. 1964’ten bu yana dikta rejimiyle yönetilen Brezilya’nın yeni lideri, bir sene önce, general Emilio Garrastazu Medici olmuştu. Medici, aynı zamanda fanatik bir Flamengo taraftarıydı ve hatta, favori oyuncusu Dario’nun, Flamengo’ya transferinde doğrudan etkili olduğu söyleniyordu. Eski bir gazeteci ve Komünist Parti üyesi olan Saldanha, Dario’yu milli takım kadrosuna almadığı Arjantin maçında beklenmedik bir yenilgi aldığında, hükümet kanadından tepkilerle karşılaşacaktı. Bunun üzerine, sonunu hazırlayan o meşhur karşı cevap ortaya çıktı: “Ben kabinenin nasıl kurulduğuna karışmıyorum; başkan da benim tercihlerime karışmamalı.” Saldanha; Tostao ve Pele’nin benzer oyuncular olduğunu savunuyor ve savunma yönünden memnun olmadığı Pele’yi takıma almamayı düşünüyordu. Bu durumda, efsaneler arasına yazdığımız Brezilya takımının ortaya çıkması asla mümkün olmayacak ve aynı turnuvada, en yaratıcı iki oyuncusu Mazzola ve Rivera’yı değişmeli kullanan İtalya gibi, sadece ‘saygı uyandıracak’ bir takım olmakla yetinmek zorunda kalacaklardı. 1958 ve 1962 şampiyonluklarında kullanılan 4-2-4 dizilimini geri getiren Zagallo, halkın da isteğine uyarak, elindeki yaratıcı oyuncuların tamamına ilk 11’de bir rol bulmayı başarıyor ve savunması dahi ofansif oyuncularından kurulu fantastik bir takım ortaya çıkıyordu. Brezilya’nın ‘beş 10 numaralar’ olarak bilinen hücum oyuncularından hiçbiri, gerçek anlamda bir merkez forvet değildi. Ortaya çıkan doğaçlama, akışkan futbolun -joga bonito’nun- en can alıcı noktası aslında buydu: öncelikle yaratıcı özellikleriyle öne çıkan beş oyuncuyla ve gerçek bir forvet kullanmadan oynuyorlardı. Takımın kağıt üzerindeki merkez forveti Tostão, gol becerileri kadar, ve belki bu becerilerinden de önce, oyun zekası -eski bir doktordu- ve paslarıyla bilinen bir futbolcuydu. Sürekli hareket halindeki 9 numara, sol iç oynayan Pelé’yle muazzam bir Zagallo elindeki tüm yetenekli oyuncuları 11’de kullanınca 70 Brezilya’sı savunması da dahil olmak üzere ofansif oyuncularından kurulu fantastik bir takıma dönüşüyordu. uyum yakalayacaktı. Sağ kanatta rakiplerin başını döndürme misyonu Garrincha’dan Jairzinho’ya geçmiş; ‘altın sol ayak’ Gerson, Didi’nin orta saha organizatörü görevini üstlenmiş ve merkezi oynayan sol kanat, yani bizzat Zagallo’nun oynadığı rol ise, ‘Bay Bıyık’ Rivelino’ya teslim edilmişti. Böylece, iki kez Dünya Kupası’nı kazanan kadronun dinamikleri bir nevi tekrardan vücut bulmuş oluyordu. Turnuva başlamadan 1-2 ay önce ortaya çıkan, oyuncuların pek çoğunun kulüp takımlarındaki esas rollerinde sahne almadığı bu takım, gelmiş geçmiş en iyilerden biri olarak anılacaktı. Kupada oynadığı 6 maçta 7 gol yiyen ve bir o kadar net pozisyonu da kalesinde gören Brezilya, muhtemelen, Dünya Kupası’nı kazanan takımlar arasında en kötü savunma hattına sahip olanlardan biriydi. Gollerin hemen hemen tamamı, kaleci Felix’in bireysel hatası veya savunma hattının, çoğu zaman gereksizce, kendi yarı alanında yaptığı paslar esnasında topu kaybetmesi sonucunda gerçekleşmişti. Yetmezmiş gibi, sağ bek Carlos Alberto’nun sonu gelmez bindirmeleriyle, takımın şekli 3-1-6 gibi daha da içinden çıkılmaz bir hâl alabiliyordu. Transitiondan en az hasarla çıkma ve ayak işleri göreviyse, yalnızca 1 sene önce ilk milli maçına çıkmış olan 19 yaşındaki Clodoaldo’nun omuzlarına yüklenmişti. Tarihin en iyi takımı, final maçının son golünü tarihin en iyi golü olarak hafızalara kazırken, Carlos Alberto’nun deyişiyle ‘karnavalı başlatan’ oyuncu, kendi yarı alanında dört İtalyan’ı birden çalımlayarak topu sola açan, takımda teknik özellikleriyle belki de en son akla gelecek Clodoaldo oluyordu. Emre Çelik Brezilya Özel HF132 GÖNÜLLERiN ŞAMPiYONU - 1982 BREZiLYA 5 kere Dünya Kupası’nı kazanmayı başaran Brezilya’da bu başarıyı elde edemeyen 14 takım arasında öyle bir ekip var ki diğerlerinden çok farklı; işte 82 model Brezilya Socrates kaptanlığını yaptığı 1982 Dünya Kupası’na giden Brezilya Milli Takımı için “Bu takım, hayal gücü, idealizm ve şiirin birleşimi. İnsanlar onların hayallerini yansıttığımız için bizi izlemeye geliyorlar. Futbol sahasında güzellik, zaferlerden daha güzeldir” diyordu. Aslında haksız da sayılmazdı. Tele Santana’nın Zico, Socrates, Eder, Falcao, Junior, Paulo Isidoro gibi özel ayaklardan oluşan ekibi, sihirli dokunuşları ve akıcı hücumları ile joga bonito kavramını diriltti ama Brezilya’nın sergilediği keyif verici futbol şampiyonluğa yetmeyecekti. 1982 Brezilya’sı için yapılan çoğu analizde takımın formasyonu 4-2-2-2 olarak gösterilse de özellikle takımın topu ayağına aldığında dönemin ekiplerinin aksine herhangi bir sisteme bağlı kalmadığını söylemek mümkün. Tele Santana’nın ekibi, topu ayağına aldığında savunmada zaman zaman 3 zaman zamansa 2 oyuncu kalıyor genellikle Oscar ve Luizinho – herkes ok gibi hücuma fırlıyor, topu hiç oyalamadan genellikle en fazla 2’şer 3’er dokunuşla doğrudan rakip kaleye gitmeye çalışıyor. Bu hızlı pas trafiğinde ileri uçta görev alan Serginho ve topa sahip olan isim hariç her oyuncu ise birbirlerinden bağımsız bir şekilde boş alanlara ok gibi fırlıyor. Hatta öyle ki 82 model Brezilya’da topun dolaşım hızına sahada sürekli hareket halindeki oyuncuların eklenmesi konusunda sadece izleyicilerin değil rakiplerin de başını döndürdüğünü söylemek mümkün. Bu trafikte Zico’nun harika dönüşleri, tek dokunuşlarla attığı çalımlar ve muazzam ara pasları; Socrates’in topukları, Eder’in tekniği, Falcao’nun neredeyse %100 verimlilikle attığı uzun toplar, Serginho’nun top kontrolü, neredeyse her oyuncunun adrese teslim pasları ve atılan birbirinden güzel goller - Brezilya’nın turnuvada attığı gollerden neredeyse takdire şayan olmayanı yok - de pastanın üzerindeki kremayı oluşturuyor. Gerçekten de Socrates’in ifade ettiği şekilde şiir gibi hücuma çıkan takım, dönemin şartları düşünüldüğünde - hatta şimdi de - son derece estetik bir futbolla görsel bir şölen sunuyor. 1982 model Brezilya için ayrıca asimetri kavramını da atlamamak gerekiyor. Tele Santana turnuvada oynanan 5 maç boyunca Brezilya 11’inde sol kanat kullanıp sağ kanat kullanmıyor. Her ne kadar birçok yerde Eder santrfor olarak gösterilip merkezden sola açıldığı ifade edilse de Brezilya’nın 1982 Dünya Kupası’nda oynadığı tüm maçlarda asıl mevki olarak sol kanatta görev alıp kanat forvet misali içeri kat eden bir oyuncu tanımlaması yapmak çok daha doğru olacaktır. Buna rağmen Brezilya’nın sağı, göbekteki dört isimden birinin inisiyatif alarak yapacağı koşulara endeksli. Bir tek İtalya maçını bu noktada istisna olarak gösterebiliriz ama o maçta da istikrarlı biçimde sağ çizgiye daha yakın oynayan isim aslen bir kanat oyuncusu değil, takımın kaptanı Socrates idi. Ayrıca joga bonito meselesine değinmişken Brezilya’nın oyununu daha bir sevdiren faktörlerden en kuvvetlisi hiç şüphesiz atılan jeneriklik goller. Brezilya, turnuva boyunca 5 maçta 15 gol kaydederken bunlardan 6’sı - Zico’nun Arjantin’e attığı golü Eder’e yazmamak ayıp olur ceza sahası dışından son derece bilinçli ve düzgün şutlar. Ayrıca Yeni Zelanda maçında gol perdesinin açıldığı Zico’nun muhteşem volesi, İskoçya karşısında farkı 3’e çıkaran Eder’in inanılmaz aşırtması da cabası. Geri kalan gollerde de hücum organizasyonunun kalitesi son derece üst düzey. Zico’nun milimetrik ara pasları, alan boşaltan koşular, harika bitiricilikte vuruşlar... 3 yıldız Malatya’dan geçti 1982 Dünya Kupası’nda Brezilya forması giyen Eder, Serginho ve yedek kaleci Carlos Roberto üçlüsünün yolu Türkiye’den de geçti. 1988’in yaz aylarında kulübün başkanlığını devralan Nurettin Güven kongrede “Maradona’yı getirebiliriz” dediğinde herkes tarafından küçümsenmişti. Malatyaspor, Maradona’yı kadrosuna katamadı belki ama o sene Eder, Serginho ve Carlos’u transfer etti. Yönetim, 2 yabancı kuralına rağmen 5 gün arayla önce Eder-Serginho, ardından da Carlos’u İstanbul’a getirip 100’lerce araçlık konvoylarla Malatya’ya kadar götürse de Eder konusundaki pürüzleri gideremedi. Eder Malatyaspor formasıyla tek maça çıkmadan yaklaşık 2 ay sonra Türkiye’yi terk ederken ardından başkan Güven de uyuşturucu kaçakçılığı iddiası üzerine hakkında açılan davalardan dolayı istifa edip yurt dışına kaçtı. Serginho ilk sezonun tamamlanmasının ardından serbest kalırken 1989/90’da takımın küme düşmesinin ardından Carlos’un da Malatyaspor macerası noktalandı. Başkan Nurettin Güven ise bir süre yasalarla boğuştuktan sonra yurt dışına kaçtı, İngiltere ve Fransa’da 4 kez tutuklanıp uzun süre hapishanelerde yattıktan sonra 2012 başında Türkiye’ye getirilip 2013 sonunda da tahliye oldu. fakat bunun çok da doğru olmadığını söylemek gerek. Brezilya topu ayağına alıp rakip takımı Hücum takımı? 1982 Dünya Kupası’nda boy gösteren Brezilya için genellikle saf hücum takımı tanımlaması yapılır Brezilya 82 kadrosunun güzel oyununa Zico’nun tek dokunuşları, harika golleri ve muazzam ara pasları da eşlik ediyordu. kendi yarı sahasına hapseden bir ekip kesinlikle değil. Özellikle dişli rakiplerle oynanan - Sovyetler, Arjantin, İtalya -maçlarda kısa dönemlerde rakip yarı sahaya tamamen yerleşseler de daha çok kontra atağa benzer bir sistem benimsedikleri gerçek; bir an önce rakip kaleye gitmenin yollarını - hem de sihirli ve spekülatif şekilde - arıyorlar. Fakat hücum takımı algısı oluşmasının güzel oyundan başka çok daha önemli bir sebebi var. 82 model Brezilya adeta savunma özürlü! Takımın özellikle orta sahanın ortasında yaptığı yığılmaya, kanat beklerinin ileri çıkışları ve savunma oyuncuları ile kaleci Waldir Perez’in yeteneksizliklerinin eklenmesinden dolayı 1982 model Brezilya savunmada son derece zorlanan ve kanatlardan oldukça kırılgan bir takım. Brezilya’nın turnuvada oynadığı 5 maçta sadece Yeni Zelanda’dan gol yememesi bir yana bu durumu maçları izlerken zorlanmadan gözlemlemek mümkün. İlk grup aşamasının en zorlu maçında Sovyetler Birliği karşısında sürekli kanat değiştiren Blokhin, Shengelia ve Gavrilov üçlüsü’nün Brezilya savunmasını hallaç pamuğuna çevirdiğini söylemekte beis yok. Sovyetler’in skoru bulduğu golde Oscar’ın uzun topu sektirmesi, 44’te Blokhin’in ortasıyla buluşan Bessanov’un 2 metreden topu dışarı atması (skor 1-0 Sovyetler lehine iken), 69’da yine Sovyetler öndeyken Gavrilov’un umarsızca harcadığı kontra atak gibi hücumlardan biri golle sonuçlansa Brezilya adına turnuva bambaşka şekilde de başlayabilirdi. 16’ncı dakikada Luizinho’nun ceza sahasında Gavrilov’a yaptığı çok açık penaltı ve skorun 1-1’e gelmesinin ardından 81’de Blokhin’e yapılan ortaya Luizinho’nun ceza sahası içerisinde açık bir şekilde yaptığı elle müdahale de cabası... Ve son 30 dakikalık periyot hariç Brezilya’nın rakibine mutlak bir oyun üstünlüğü kurduğunu söylemek zor. Brezilya bunun yerine kaptığı toplarla geliştirdiği hızlı hücumlar ve dönem dönem yapılan 5 dakikalık baskılarla skora gitmeye çalışıyor. Daha da önemlisi Sovyetler karşısında Brezilya’nın çektiği sıkıntılar sadece bu maçla Maradonalı Arjantin karşısında belki Brezilya topa fazla sahip olan taraf değildi ama öldürücü vuruşu yine yapmış ve sahadan galip ayrılmıştı. da sınırlı kalmıyor. Örneğin İskoçya maçında David Narey’in takımını 1-0 öne geçirdiği harika golü de sağa atılan uzun bir top ve akabinde John Wark’ın kafasıyla indirdiği topun ardından geliyor. Brezilya’nın 1982’de ‘geliyorum’ dediği 3-1’lik Arjantin maçı için de savunma yapamayan Brezilya’nın özellikle ikinci devredeki ‘ultra ekstra şansının’ fazlasıyla sambacıları aldattığını söylemek mümkün. Brezilya-Arjantin maçı hakkında biraz daha ayrıntı vermek gerekirse ilk 45 dakika boyunca maçın başından itibaren topla bariz bir şekilde daha fazla oynayan takım Menotti’nin ekibi. Hatta öyle ki oyunun neredeyse %60’tan fazlalık kısmı Brezilya yarı sahasında geçiyor. Fakat Arjantin son paslarda başarısız olurken zaten rakibini üzerine çekmiş Brezilya topu kapar kapmaz şimşek gibi çakarak rakibini maç boyunca gafil avlıyor. İlk yarıda Zico’nun, 11’inci dakikada Eder’in üst direkte patlayan harika frikiğini tamamlayarak attığı golde Serginho’ya yapılan faul de dahil olmak üzere 22’de Serginho, 33’te Falcao, 36’da Zico, 41’de Falcao ile Brezilya kontra ataklarla daha ilk yarıdan farkı 3-4’e getirebilirdi ki bu pozisyonlar Brezilya’nın saf hücum takımından ziyade gösterişli bir kontra atak takımı olduğunu destekler nitelikte. İkinci devrede ise Brezilya’nın gol yemeden üstünlüğünü korumasının tek sebebi Ramon Diaz. 50’de Maradona’nın atak yönüne göre sol kanatta 2 kişiyi dizip verdiği harika ara pası ile girdiği ve 62’de sağ kanattan alıp yaydan vurduğu isabetsiz şutların son derece net pozisyonlar olduğunu, hatta Ramon Diaz’ın pozisyona girebilmek için ekstra bir çaba bile sarf etmediğini söylemek mümkün. Bir de bu iki pozisyon arasında sağdan yılan gibi kıvrılıp ceza sahasına giren ama Junior tarafından ceza sahasında düşürülen Maradona’nın pozisyonu var ki çok net penaltı olmasına rağmen karşılaşmanın kaderini değiştiren faktörlerin en başında geliyor. Kısacası Brezilya ikinci devre şansla skoru koruyor, kenarlardan pozisyonlar veriyor, rakip kalede en ufak bir tehlike bile yaratamıyor ama 66’da Pasarella’nın kaybettiği topta gelişen kontra sonrası 2’yi bulup fişi çekiyor; fark 3’e çıkana kadar - Zico’nun inanılmaz ara pası ile Junior’a al da at demesiyle - Ramon Diaz kaçırmaya devam ediyor... Kısacası Brezilya 1982 hücum futbolu oynamıyor; göze hitap eden bir şekilde çok güzel hücum ediyor. Gol atmaktan başka her işe yarayan adam: Serginho 1982 Dünya Kupası’nda Brezilya’nın oynadığı herhangi bir karşılaşmayı 15-20 dakika izleyen birinin dikkatini çekecek ilk şeylerden biri de hiç şüphesiz Brezilya’nın en ucunda görev alan dev adam Serginho olacaktır. Deyim yerindeyse Serginho topu ayağına alır almaz fişek gibi ileriye fırlayan Brezilya orta sahasına yaklaşıp rakip kaleye sırtı dönük duvar görevi gören, kendine atılan hemen hemen her topu indirip servis etmeyi ya da bir şekilde saklamayı başaran, Brezilya adına oyunun akışı için önemli bir göreve sahip olan Serginho... Fakat işin bir de bitiricilik boyutu var ki Brezilya’nın belki de turnuvaya El Sarria’da İtalya karşısında veda etmesinin en büyük sebeplerinden biri. Tıpkı 11’inci dakikada Dino Zoff ile karşı karşıya kaldığı %100’lük pozisyonda yaptığı, daha doğrusu yapamadığı, final vuruşu gibi... Altını çizmekte fayda var; Serginho, doğrudan rakip kaleyi düşünen Brezilya’nın ofansif anlamda en yeteneksiz oyuncusu olabilir ama sistemin işlemesi adına da son derece önemli bir parçaydı. Kaleye sırtı dönük oynamaya yatkın olmayan, kısa, topu aldığında tıpkı Brezilya orta sahasının yaptığı gibi doğrudan rakip kaleye giden bir santrfor takımın sistemini ciddi anlamda etkileyebilir ve böylelikle Zico, Eder, Falcao, Socrates, Cerezo, hatta Junior’un 1982’deki hücumdaki sınırsız serbestliklerini ortaya koymalarını engelleyebilirdi. Serginho ise aksine sürekli orta sahaya yaklaşarak orta saha oyuncularına alan açan, rakibe pres yapan, top dağıtan ve çok da yavaş olmayan tarzıyla Santana’nın orta saha oyuncularının rakip kaleye bu kadar fazla gidebilme imkanını tanıyan önemli yapı taşlarındandı. Fakat şurası gerçek ki Serginho’nun bitiriciliği düşünüldüğünde de Hugh McIlvanney’in 1985’te The Observer’a yazdığı “[Serginho] muhtemelen turnuvayı kazanma ve kazanamama arasındaki farkı belirledi.” sözlerine katılmamak da elde değil. İtalyanlar kalpleri kırdı Dünya Kupası tarihinin görüp görebileceği ‘ölüm grubu’ tanımını en fazla hak eden grubun son maçında 5 Temmuz 1982’de El Sarria’da Brezilya ile İtalya karşı karşıya gelirken beraberlik ve galibiyet alması halinde Brezilya yarı finale yükselecekti. Enzo Bearzot’un öğrencilerine ise mutlak galibiyet gerekiyordu. Ve İtalyanlar tarafsız gözle turnuvayı izleyen hemen hemen herkesin şampiyon olmasını istediği Brezilya karşısında istediğini alarak milyonlarca kalp kırdı. Karşılaşma, yıllar sonra Brezilya’nın İtalya’yı yarı sahasına hapsedip bunalttığı bir maç olarak anılsa da açıkçası son bolüm hariç bunun böyle olmadığını söylemekte fayda var. Hatta İtalya maça daha etkili başlayan taraf tı ve neredeyse ilk pozisyonda da golü buluyorlar. 5’te sol kanattaki Cabrini’ye pasını veren Rossi ceza sahasına koşusunu yapıyor, Brezilya’nın en zayıf karnı olan çizgiden ortasını yapan Cabrini de arka direkteki bomboş Rossi’yi adrese teslim bir muz orta ile bulunca da İtalyanlar öne geçmeyi başarıyor. Brezilya, Rossi’nin golünün ardından biri golle sonuçlanan iki çok net pozisyon bulsa da oyuna girmekte pek başarılı olamıyor. 11’de Serginho, Dünya Kupası tarihinin belki de gelmiş geçmiş en net karşı karşıya pozisyonunu kaçırırken; 13’te Zico’nun önce dönüşüyle gölgesi Gentile’yi bakkala gönderip ardından da ölümcül ara pasıyla Socrates’in düzgün vuruşu birleşince skor dengeleniyor. Fakat dedik ya Brezilya skoru eşitlese de bir türlü istediklerini yansıtamıyor; şutlar kaleyi bulmuyor, tehlike yaratabilecek alana topu sokmakta zorlanıyor, paslar yerini Brezilya’ya yarı final için İtalya maçında 1 puan yetiyordu. tutmuyor.... Elbette bunda İtalya’nın başta Gentile ile Zico’ya uygulattığı adam adama markajlar, fauller, Brezilya’nın bu sefer yanında olmayan şansı da etkin. Nitekim 25’te Cerezo’nun atağı başlatırken yaptığı pas hatası ile karşı karşıya kalan Rossi kendisinin ve takımının ikinci golünü atarak skoru 2-1’e getiriyor. 25’inci ile Brezilya’nın skoru tekrar eşitlediği 68’inci dakikalar arası için şu benzetmeyi yapmak mümkün; Brezilya, 3-1 kazandığı Arjantin maçında Arjantin’in oynadığı gibi - topa sahip, rakip yarı alanda fakat verimlilikten uzak ve üretemeyen bir şekilde - oynarken İtalya ise o maçta hızlı ataklarla rakibini yıkan Brezilya’nın görüntüsüne bürünüyor. 53’te Conti, 60’ta ise Rossi karşı karşıya pozisyonlarda yaptıkları kötü vuruşlarla skoru 3-1’e getirme fırsatlarını tepiyorlar. Tabii iki pozisyonun da kontra-atak olduğunu söylemeye pek de lüzum yok... Dahası Brezilya turnuvadaki en büyük silahlarından biri olan kaleyi cepheden gören duran top fırsatlarını bulmasına rağmen o gün Eder ve Zico’nun şutları bir türlü 3 direğin arasını bulamıyor. Bu kadar olumsuzluğa rağmen Brezilya, El Sarria’da takımın beğenilmesine yol açan karakteristiğini ikinci ve son kez sahaya yansıtmayı bir şekilde başarıyor. 68’de Junior sağ kanattaki Falcao’yu gördükten sonra Luizinho’nun sağ kanattaki boş alana yaptığı koşu İtalyan savunmasını adeta sarhoş ediyor, 3 İtalyan’ı adeta bir dev, stadyumun solundan tutup kaldırmışçasına ters tarafa dökülmesini ve bu sayede Falcao’nun önünün açılmasını sağlıyor. Falcao’nun düzgün vuruşuyla da gol geliyor. Sevinci yine kısa sürecek bir gol... İtalya her zaman olduğu gibi 2-2’nin ardından da gole ihtiyacı olduğu için kontrolü eline alıyor. Hatta Brezilya belki de ilk defa 2-2’nin ardından istediği alanları buluyor, hızlı ve direkt çıkmaya başlıyor ama bu 6 dakikalık süreç sambacılara yetmiyor. İnsan, “72’deki kontrada Eder’in lakayıt ve boş vermiş davranışları olmasa” demeden edemiyor. Sovyetler maçında 89’da attığı efsanevi golle takımına galibiyeti getiren ve maçın ardından Socrates’ten “Bu vuruşu Dünya Kupası’nda yapmaya cesaret bile etmiş olması, bir yerden sonra sonucu boş vererek oynadığımız oyundan ne kadar büyük zevk aldığımızın canlı timsali. Eder sadece Dünya Kupası’nın değil belki de futbol tarihinin en seksi golünü attı.” övgüsünü alan Eder... 73’te ise ‘beceriksiz’ Brezilya savunmasının yiyeceği golün altyapısını hazırlıyor. Soldan gelen ortada kaleciye geri pasla topu vermek isteyen Cerezo isabet kaydedemeyip Peres de topu alamayınca İtalyanlar korner kazanıyor. Korner atışı sonrası ise önce Tardelli ardından da Brezilya’yı geçen İtalya yoluna devam etti ve 1982’de kupayı kazandı. Rossi’nin şutları ile de İtalya istediğini alıyor. Son 15 dakika ise tekrar filmi; 25-68’inci dakikalar arasının karbon kopyası. Topa sahip olan, çaresizce pozisyon bulmayı deneyen ama bir türlü beceremeyen Brezilya ile kontra ataklarla fırsat tepen İtalya. Son olarak da uzatma saniyelerinde Socrates’in kafa vuruşunu çizgiden çıkaran Zoff. Ve Zico’nun “Futbol o gün öldü.” sözleri... Akıllara şu soru gelmiyor değil. Beraberliğe ihtiyacı olan Brezilya neden daha savunma ağırlıklı bir kadroyla sahada yer almadı. Bu sorunun cevabını muhtemelen Tele Santana’dan başkası bilmiyor. Ama şurası da gerçek; Brezilya, 1982’deki yapısıyla - hele ki o kadroyla - geriye yaslanıp skoru koruyamazdı. Seçilen 11’e - İtalya maçına özel değildi; Santana, 5 maç boyunca istikrarlı bir 11 kullandı - savunma zaaflarının, kanatlardaki kırılganlığın ve bireysel hataların o gün can yakması, 82 model Brezilya’nın beğenilmesindeki en önemli faktörlerden biri olan uzaktan şutların kaleyi bulmaması gibi faktörler de eklenince İtalya ile oynanan maç literatürdeki yerini ‘Saria Trajedisi’ olarak aldı, 1982 model Brezilya da Hollanda 74 ve Macaristan 54 ile birlikte kupayı kazanamayan en güzel ve göze hitap eden takımlar arasındaki yerini aldı. Fırat Topal Dünya Kupası HF132 BiR ZAMANLAR BREZiLYA SAHiLLERiNDEYDiK #5 1950’NiN MABEDLERi Geride bıraktığımız perşembe günü başlayan 2014 Dünya Kupası’yla beraber biz de Brezilya’da bundan önce oynanan son kupa olan 1950’den anlattığımız hikayeleri, serinin son halkasıyla sonlandırıyoruz 2014 Dünya Kupası stadyumlarının inşaatları, hem harcanan paralar, hem hayatını kaybeden işçiler başta olmak üzere çalışanların hakları, hem de gecikmeler sebebiyle bir hayli konuşuldu. Bazı stadyumların yapımı, turnuvaya bir aydan kısa bir süre kalmışken dahi hala devam ediyordu. Bir ara bazı şehirlerin ev sahipliği hakkını kaybetmesi bile gündeme geldi ama sonunda, ilk planda karar verilen şehirlerin tümünde stadyumlar tamamlandı. Tam 12 stat maçlara ev sahipliği yapacak. 1950 yılında ise 16 takım olarak düşünülen turnuva için 6 stadyum seçilmişti. Serinin üçüncü yazısında anlattığımız, turnuvadan çekilen takımlar sebebiyle kupa 13 takımla oynandı ancak stadyum sayısında bir değişiklik olmadı ve 6 şehrin tümü ev sahipliğini sürdürdü. Serinin son yazısını bu stadyuımların hikayelerine ayırdık. Estádio do Maracanã Hakkında kitap yazılacak stadyumlardan birisi. 1950 Dünya Kupası finalinde oynanan efsane Brezilya-Uruguay mücadelesini tam 199.854 biletli seyirci izlemişti ve bu hala futbol tarihinde kırılmayan bir seyirci rekoru olarak yerini koruyor. O Dünya Kupası için inşa edilmişti Maracana. Brezilyalılar şampiyonluğa o kadar şartlanmıştı ki daha 1948’de inşaat başladığında, 2 yıl sonra çimlerin üzerinde kupa kaldırmaktan başka bir şey düşünmüyorlardı. Turnuvanın açılış maçı olan Brezilya-Meksika karşılaşması 24 Haziran’da oynanacaktı ve stadyum sadece 8 gün önce 16 Haziran’da açıldı. Çünkü planlanan inşaat süresinin çok gerisinde kalınmıştı. Hem de normalde görev yapan 1500 işçiye son aylarda eklenen ilave 2000 kişiye rağmen. 16 Haziran’daki açılış maçı, Rio Karması-São Paulo mücadelesinde, efsane Didi, stadyumun ilk golünü atan futbolcu oldu ve ev sahibi 3-1 kazandı. Tabii inşaat tamamlanmamıştı. Hatta ilk planda olan tüm ayrıntıların tamamlanması 1965 yılını buldu. 1950’de ise tuvaletler dahi tamamlanmış değildi, stadyum içinde birçok eksik vardı, ama FIFA maçların oynanmasına onay verdi. Brezilya kupadaki 6 maçının 5’ini burada oynadı. Ayrıca İngiltere-Şili (2-0), İspanya-Şili (2-0) ve, İspanyaİngiltere (1-0) maçlarına da ev sahipliği yapan devasa stat böylece 8 maçla turnuvada en çok mücadelenin oynandığı yer oldu. Zamanla, koltukların eklenmesi, güvenlik tedbirleri ve restorasyon çalışmaları sonucu kapasitesi 80 bin civarına düşürüldü. 2014 Dünya Kupası’nda da final maçı bu stadyumda oynanacak. Aslında bu dev mabedin resmi adı Estádio Jornalista Mário Filho. Mário Filho o yıllarda, stadyumun inşaatı için büyük çaba harcayan ve kampanyalar düzenleyen bir gazeteciydi. Zaten resmi adın tam çevirisi de Gazeteci Mario Filho Stadyumu. Ancak bu isim 1966’da, Filho hayatını kaybedince, anısına saygı göstermek için kullanılmaya başlandı, tabii hiç kimse Maracanã ismini kullanmaktan vazgeçmedi. “Maracanã” Estádio do Maracanã sözcüğü ise aynı bölgede yaşayan mavi kuyruklu papağanın zoolojideki adı. Primolius maracana. Estádio Independência 1950 Dünya Kupası için inşa edilen bir başka stadyum. Belo Horizonte’deki inşaatı 1947 yılında başlayan Estádio Independência, Sete de Setembro kulübüne aitti. Kulübün adı Brezilya’nın bağımsızlık günü olan 7 Eylül olduğundan stadyuma da “Bağımsızlık Stadyumu” adı verildi. Açılış maçı, kupadaki Yugoslavya-İsviçre maçıydı (3-0). Ayrıca serinin ilk yazısında incelediğimiz efsane A.B.D-İngiltere (1-0) maçı da bu stadyumda oynanmıştı. 30 bin kişilik kapasitesi sebebiyle, şehrin takımı Atletico Mineiro’ya yeni bir stadyum gerekti ve bu sebeple, 2014 Dünya Kupası’nda Estádio Independência kullanılmak için restorasyondan geçen Mineirão inşa edildi. Mineirão, 62 bin kapasiteye sahip, Estádio Independência ise sadece 23 bin. 1950 Dünya Kupası’nda, yukarıda bahsettiğimiz 2 maçın yanı sıra, Uruguay’ın Bolivya’yı 8-0 mağlup ettiği mücadele de bu stadyumda oynandı. Bugün América Mineiro da maçlarını bu stadyumda oynuyor. Estádio do Pacaembu Estádio do Pacaembu 2014 Dünya Kupası’nda São Paulo bir stadyumla temsil edilecek. O da yeni inşa edilen Arena Corinthians. 1950’de ise bu şeref Estádio do Pacaembu’nundu. Stadyum kupa için inşa edilmemişti. Nitekim 1940’da hizmete girdi, Palmeiras ve Coritiba arasında oynanan maçla. 1942’de oynanan derbi, Corinthians-São Paulo mücadelesinde stadyuma 71.281 bin kişi geldi ve bu hala seyirci rekoru. Turnuva için kapasitesi 60 bine düşürülmüştü, bugün ise, 2007’deki restorasyonun ardından kapasite 40 bin. Brezilya’nın Rio dışında oynadığı tek maç buydu ve Sambacılar İsviçre ile 2-2 berabere kalmıştı. Yani şehrin sakinleri, bu stadyumda Brezilya’nın Dünya Kupası galibiyetini hala görmüş değiller. Hoş tesadüf, 2014’ün açılış maçı aynı şehirde Brezilya ve Hırvatistan arasında oynanacak ve belki de halk mutlu sona kavuşacak. 64 yıl önce İsveç-İtalya (3-2), İtalyaParaguay (2-0), Uruguay-İspanya (2-2) ve Uruguay-İsveç (3-2) maçları da Pacaembu’da oynanmıştı. Ayrıca Iron Maiden, Rolling Stones, Red Hot Chili Peppers gibi gruplar da bu stadyuma uğradılar tarih boyunca. Estádio Durival Britto e Silva 1950 Dünya Kupası için Curitiba’da inşa edilen stadyumun adı, Brezilya Demiryolları’nın Genel Müdürü Albay Durival Britto e Silva’dan geliyordu. 1947 yılında açıldı ve sadece 10 bin kişilik bir kapasitesi vardı. Zaten toplamda oynanan maç sayısı da ikiydi. İspanya’nın A.B.D.’yi 3-1 mağlup ettiği, İsveç ve Paraguay’ın 2-2 berabere kaldığı mücadeleler. 2006 yılında, Serie B’de mücadele eden Paraná Clube stadyumun restorasyon çalışmalarını başlattı ve kapasite 20.083’e yükseltildi. Curitiba, 2014’ün de ev sahibi şehirlerinden birisi, ancak maçlar, 1999’da açılan ve Coritiba FC’nin da evi olan Arena da Baixada’da oynanacak. Aslında Orijinal Arena da Baixada, 1930’larda açılmıştı ama 1999’da, yıkılıp yepyeni bir stadyum inşa edildi. 2014 Dünya Kupası sebebiyle de elden geçirilip kapasite artırıldı. Estádio Ilha do Retiro Estádio Ilha do Retiro Recife’deki stadyum, 1950 Dünya Kupası’nın en ıssız stadyumuydu. Sadece, Şili’nin A.B.D.’yi 5-2 mağlup ettiği mücadeleye ev sahipliği yaptı o kadar. 1937’de açıldığında kapasitesi 10 bin civarındaydı. Yıllar içinde 30 bine yükseltildi. 1998’de Sport Recife ile Atlético do Porto arasındaki maça 56.875 kişi geldi ve seyirci rekoru kırıldı. Recife de 2014’ün ev sahiplerinden. Ama maçlar burada değil, yeni inşa edilen 46 bin kişilik Arena Pernambuco’da oynanacak. Yeni stadyum, planlar açısından en az sorun yaşananlardandı. Mayıs 2013’te açıldı ve o tarihten bu yana şehrin diğer takımı Náutico maçlarını burada oynuyor. Estádio dos Eucaliptos Son olarak Okaliptüs Stadyumu. Kupanın en eski stadyumuydu ve 1931’de Porto Alegre’de açılmıştı. İsmi okaliptüs bitkisinden geliyor tahmin edebileceğiniz gibi. Sebebi de stadyumun arsasını Internacional kulübüne satan çiftliğin sahibinin bu bitkiyi yetiştirmesi. Inter açılışından itibaren maçlarını burada oynuyordu. 1950 Dünya Kupası’nda YugoslavyaMeksika (4-1) ve İsviçreMeksika (2-1) maçları için kapılarını açtı. 1969’da ise Internacional’in, Rio Grande’yi 4-1 mağlup ettiği maçla kapılarını kapadı, zira takım kendisine yepyeni Estádio Beira-Rio’yu dikmişti. Stadyum 100 bin kişiyi alabiliyordu.Estádio dos Eucaliptos 2012’de yıkıldı, böylece o günden bu yana varlığını sürdüremeyen tek stadyum oldu. Estádio Beira-Rio, 2014 Dünya Kupası için bakımdan geçti ve ev sahibi stadyumlardan birisi olacak. Kapasitesi 51 bine düşürüldü. Cantürk Temelli Spor Hukuku HF132 ATEŞ SÖNMÜYOR Girişte belirtmek lazım, bu yazı bir spor hukukçusu gözüyle ya da bir hukukçu yaklaşımıyla kaleme alınmadı. 3 yıldır yaşanan süreçteki kararlar, raporlar, TFF’nin tutumu, mahkemelerin ve UEFA’nın verdiği kararlar neticesinde duruma ‘eleştirel’ bir bakış getirilmeye çalışıldı. Futbolumuzun her yaza UEFA’dan cezayla merhaba deme ritüeli bu sene de sekmedi. Öyle ki UEFA, 3 Temmuz sürecinde dosyada adları geçen Eskişehirspor ve Sivasspor hakkında Avrupa kupalarına katılım hakkı kazanmalarının ardından hemen soruşturma başlattı. Ve işleyen sürecin sonunda iki kulüp de UEFA Temyiz Kurulu tarafından 1 yıl Avrupa kupalarına katılımdan men edildi. Açıkcası Sivasspor’un ceza alması bu işlerle az çok ilgilenenler için beklenen sonuçtu. Ancak Eskişehirspor için aynı cümleleri söylemek pek mümkün değil. Çünkü Sivasspor’un yönetim kurulu üyesi Ahmet Çelebi ve Mecnun Otyakmaz şike suçundan mahkum olurken Eskişehirspor’da ise olaylara doğrudan ya da dolaylı olarak karışan bir yönetici mevcut değildi. Şike ve teşvik suçlamaları bir futbolcu (Ümit Karan) ve teknik direktöre (Bülent Uygun) yöneltilmişti. Ancak UEFA kırmızısiyahlılar için de olumsuzdu. Eskişehirspor da Ziraat Türkiye Kupası finalisti olmasıyla kazandığı Avrupa biletini iade etmek zorunda kaldı. UEFA, her iki kulübe de Avrupa Ligi 2014/15 sezonu tüzüğünün 2. Maddesi 7, 8 ve 9. fıkralarına göre cezalar verdi. (Bu maddelerde özetle, takımların Nisan 2007’den bu yana dolaylı ya da doğrudan şike ve teşvik fiilerine iştirak etmediklerini gösteren bir belgeyi kendilerine göndermeleri gerektiği, yapılacak soruşturmada iştirak edildiğine kanaat getirilirse de takımların Avrupa Ligi’nde yer alamayacağı belirtiliyor.) Yani sanıldığının aksine cezalar Disiplin Talimatnamesi uyarınca verilmedi. Tabii ki bu kararlara CAS yolu açık. Kulüpler 10 gün içinde gereken itirazlarını yapabilirler. Kişisel görüşüm de Eskişehirspor’un cezasının CAS’tan dönebileceği ancak bu olmasa bile gelecek yıl açılabilecek yeni bir soruşturmada ekstra ceza alması düşük bir ihtimal. Ancak Sivasspor için aynı pozitif cümleleri kurmak pek mümkün gözükmüyor. Çünkü Sivasspor için ‘yalan beyan’ söz konusu. Öyle ki UEFA’ya Nisan 2007’den bu yana temiz olduğuna dair bir kağıt gönderen Sivasspor buna rağmen ceza aldı, yani beyanı doğru çıkmadı. Bu da kırmızı-siyahlı camiayı gelecek zamanlarda UEFA’nın yargılamasında mevcut durumdan daha olumsuz bir tabloyla karşı karşıya bıraktırabilir. Karabükspor tehlikede Peki şimdi ne olacak? Türkiye’nin elindeki 5 Avrupa kupası biletinden 2 tanesi hangi takımlara devredilecek? En çok merak edilen konuların başında bu geliyor. 2013/14 sezonu sıralamasına baktığımızda Sivasspor’un hakkı Kasımpaşa’ya geçse de bu kulüp UEFA lisansı alamadığı için Avrupa kupalarına katılamayacak. Bir sonraki takım ise Kardemir Karabükspor. Herkesin burada aklına mutlaka Emenike geliyordur. Nijeryalının Fenerbahçe maçında oynamamak için sakat olduğunu söylediği ve bunun da daha önceden biten transferinden dolayı olduğu iddia ediliyordu. Ancak futbolcu ve şike faaliyetinin üstünden yürütüldüğü iddia edilen menajeri yöneltilen suçlamalardan beraat etti. Bu yüzden Karabükspor’un Avrupa’ya katılım elde etmesi halinde herhangi bir sorunla karşılaşmayacağını söyleyebiliriz. Ancak bu konuda bir makale de kaleme alan Avukat Mert Yaşar tam tersi bir yorum getiriyor. Yaşar, Karabüksporlu yetkililerin, Fenerbahçe maçında oynanamak için sakatlığını öne süren Emenike’nin Fenerbahçe yöneticileriyle görüştüğünü öğrendikten sonra şike faaliyetinde bulunmasından ve buna menajerinin aracılık ettiğinden şüphelendikleri için oyuncunun menajeriyle görüşmesine sınırlama getirmelerinin Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararında yer aldığını belirtiyor. Yaşar bu durum için de, Karabüksporlu yöneticilerin şike yapmadıkları gibi şikeyi de önlemeye çalıştıklarını ancak UEFA nezdinde bu durumun bağlayıcı olamayacağını dile getirerek UEFA Disiplin Talimatnamesi’ne göre müsabakanın gidişatına veya sonucuna etki edilmeye çalışıldığını öğrenen hakem, futbolcu ve yöneticinin ilgili durumu yetkili makamlara bildirmesi gerekliliği savını öne sürerek, Karabüksporlu yöneticilerin gerekeni yapmadığını ve bu yüzden onlar için de muhtemel bir cezanın çıkabileceğini ifade ediyor. Katılım hakkı Akhisar ve Bursa’ya Bu durumun gerçekleşmesi halinde ise Avrupa Ligi’ne katılım hakkı Bursaspor’a geçecek. Diğer takım için sıralamada gözümüze Gençlerbirliği çarpıyor ancak orada da karşımıza Zafer İpek çıkıyor. Dönemin Gençlerbirliği Kulüp Müdürü İpek’in Gençlerbirliği-Fenerbahçe maçında şikeye aracılık, Trabzonspor-Gençlerbirliği maçında ise teşvik primine aracılık ettiği iddia edilmiş ancak bu suçların işlendiği tarih 6222 sayılı kanunun çıkmasından önce olduğu için herhangi bir cezai yaptırım uygulanmamıştı. Ancak bu da Gençlerbirliği’ni kurtarmayacaktır. Çünkü UEFA’nın şikenin iç hukukta suç olup olmadığına bakmadan olayın olup olmadığına kanaat getirerek direkt olarak Gençlerbirliği’ne ceza vermesi muhtemel. Bu gerçekleşirse de Bursaspor ile Akhisar Belediyespor Avrupa Ligi’ne gidebilir. Tabii bunlar ihtimaller, çünkü Eskişehirspor ve Sivasspor CAS’a başvurursa ve olası bir yürütmeyi durdurma kararı çıkarsa (bunun için UEFA ve kulüplerin anlaşması ve CAS’a başvurması lazım aksi halde yürütme durdurulması olmaz) bu iki takım da Avrupa’da maça çıkacak, elemelerde oynayabilecek. Ancak daha sonra CAS’tan gelebilecek olumsuz bir kararda (Fenerbahçe’ye geçen sene olduğu gibi) yani UEFA Temyiz Kurulu’nun kararının aynen devam etmesi halinde katılım hakkı Türk takımlarına devredilmeyecek ve kimlerin şampiyonada yer alacağına UEFA karar verecek. Bu da ülke puanımıza direkt olarak olumsuz etki anlamına geliyor. Öyle ki turnuvada 3 Türk takımı devam edecek ve toplanan puanlar başlangıçtaki takım sayısına yani 5’e bölünecek. “Biz şikeyi kimle yaptık?” 3 Temmuz’dan sonra verilen cezaların neticesinde özellikle Fenerbahçe kanadından, “Biz şike yaptıysak kimle yaptık” sesi yükseliyordu. Ancak Sivasspor yöneticilerinin 6222’den hüküm yediği sanırım es geçildi. Spor yargılamasında ise UEFA, kendi organizasyonuna katılıma hak kazanan kulüpler için soruşturma açtı ve sırasıyla Fenerbahçe ile Beşiktaş’tan sonra 3 Temmuz sürecinde adı geçen ve bu sene Avrupa bileti alan Eskişehirspor ile Sivasspor’a da ceza verdi. Yani kimin kimle ne yaptığı da az çok netleşti. Bu da TFF Tahkim Kurulu’nun verdiği kararların tartışmalı olduğunu gösterir. Özellikle bu sene Eskişehirspor ve Sivasspor’un Avrupa’ya gidecek takımlar listesine koyulması da TFF açısından felaket bir karardır. Neticesinde UEFA, şikeye ve teşvik primine karışan takımlara verilmeyen cezaları ve bu takımların nasıl Avrupa’ya gönderildiğini de muhakkak sorgulayacaktır. Çünkü UEFA’nın şikeyle ilgili tanımı ve yaptırımı net. Disiplin Talimatnamesi’nin 12. Maddesinde de bu eylemi yapan ya da teşebbüs edenler arasında bir fark yok. Maçların gidişatını değiştirecek her türlü harekete de yaptırım uygulamaktadır. 2012’de değişmeden önce TFF’nin Disiplin Talimatnamesi’nde şike yapmak ve teşvik primi vermek ile teşebbüste bulunmaya karşı yaptırımlar tıpkı UEFA’nınki gibiydi. Ancak bugün gelinen noktada yeni adıyla 55. Maddede şike yapmak, teşvik vermek ile bunlara teşebbüs etmek arasında cezai yaptırım farkı koyulmuş, hatta teşebbüste ağır ihlal şartı eklenmiştir. Yani TFF’nin maçın gidişatını etkilemekle ilgili disiplin yaptırımıyla UEFA’nın bu konudaki yaptırımları birbirinden farklı bir hal aldı. İşte bu yüzden de 3 Temmuz 2011 sabahı yanmaya başlayan bu ateş kısa zamanda pek sönecek gibi durmuyor. Özellikle TFF’nin süreçteki tutumu (58. Maddenin değişimi), sürecin politize edilmesi ve bazı takımların bu sayede kendilerini bu işten kurtarıp “mağduru” oynaması yeteri kadar rahatsızlık yaratırken, bir de her an UEFA’dan gelecek cezaları bekler halde olmamız bu oyunun doğasındaki tutkuyu, tutkumuzu da azaltıyor. Ne diyelim... Futbolumuzun sonu hayrolsun. Antalyaspor boşa kürek çekiyor Eskişehirspor’un ceza almasıyla Avrupa’ya gitmek için TFF’ye başvuran Medical Park Antalyaspor’un bu talebi ise olumsuz yanıt bulacaktır. Kupada Eskişehirspor’a yarı finalde elenen kulüp bu hakkın kendilerine devredilmesini istese de bu mümkün değil. Bunun olabilmesi için Eskişehirspor’un Ziraat Türkiye Kupası’nı kazanması gerekiyordu.