Tabiat ve İnsan 2013 Mart - Türkiye Tabiatını Koruma Derneği
Transkript
Tabiat ve İnsan 2013 Mart - Türkiye Tabiatını Koruma Derneği
Mart 2013 • Yıl: 47 • ISSN: 1302-1001 SUDAN UCUZ DEĞİL… S u kaynaklarımızın ve suyun; geleceği, gelecek kuşakları düşünmeden kullanılması, günümüzde artık su; ata sözünde olduğu gibi sudan ucuz değil. Yakın gelecekte, bu günün “soğuk su savaşlarının “ sıcak savaşlara dönüşebileceği bildirilmektedir. Neden “su” dan sebeplerden”... Su’dan ucuz... Su; hayattır, yerine başka hiçbir şey konulamaz... Su kaynakları hızla kirleniyor. Aşırı nüfus artışı, sanayileşme, sera gazlarındaki artış, küresel ısınma ve diğerleri... Doğada insanların dışındaki canlı türleri azalıyor ve bunların sorumlusu; birlikte yaşadığımız kedi, köpek, gül, solucan, kurbağa, inek, koyun, balık, tavuk, ayı, kuş, börtü, böcek, ot değil... Çok para kazanmak için insanların yaptıkları faaliyetler. Daha çok para kazanalım diye, göllerin doğal balıkları dişli balıklarla yok edilmedi mi? Nerede o eski balıklar, duvarlarda, fotoğraflarda, balık müzelerinde. Göllerin kirliliğinin temel nedeni daha çok para kazanalım diye tarım alanlarında kullanılan yapay gübre ve tarım ilaçları değil mi? Daha çok para kazanalım diye sanayi ve evsel atıklarımızı arıtmadan derelerimize göllerimize boşaltmadık mı? Tükettikçe artan enerji açığımızı gidermek için ekosistemin değerini gözetmeksizin derelerimizi barajlarla doldurmadık mı? Su artık, yaşamsal bir ihtiyaçtan ziyade insanı potansiyel ve zorunlu müşteriler haline getirirken, suyu da “etinden sütünden faydalanabilir, para kazanılabilir” hale dönüştüren ne? Kim? İnsan suyu kendi yararına doğal olmaktan çıkararak, önce onu kirletmiş, daha sonra da bu kirliliğinden kendisine yeni bir alan yaratmıştır. Su artık satılabilir ve temizlenmesi gereken bir maddeye dönüştürülmüştür. İçme suyunun plastik şişelerin içine girmesi daha çok yeni. 1990 yılında büyük şehirlerde, 2000 yılında her yerde en çok satılan şişe suyu oldu. İçme suyu kaynağı Eğirdir Gölü temiz de, neden çeşme suyunu içemiyor insanlar... Canlılardan, tekstile, elektroniğe, tarıma dayalı sanayiye ve diğerlerine de çok su gerekli; Bir tişört için gerekli 250 gram pamuk üretimi 25 metreküp su istiyor. Bir kilo buğday üretmek için ortalama 750 litre su gerekiyor. Bir kilo et için de 10 bin litre su tüketiliyor. İnsan vücudunun %70›i, ineği, koyunun, balığın %65-75, elmanın %85›i, domatesin %95›i, ıspanağın %91›i, sütün % 80-90›nı su. Suyun ne kadar temizse, yediklerin içtiklerin o kadar temiz, sağlığında o kadar sağlıklı. Su hakkı, hukuki metin ve yorumlarda, öncelikle “temel bir insan hakkı” olan “yaşam hakkı” kapsamında ele alınmaktadır. Şüphesiz bu yaklaşım doğrudur, çünkü yaşam için her durumda gereksinim duyulan kaynakların başında su gelmektedir. 22 Mart Dünya Su Günü’nde insanlar gelecek nesilleri ve diğer canlıları düşünerek, suyu dikkatli kullandığında bolluğun bereketin, suyu iyi kullanmadığında; kıtlığın felaketin geleceği unutulmamalıdır. Su için dayanışma içinde bir yıl diler, Uluslararası Su Dayanışma Yılınızı kutlarım. Yrd.Doç.Dr. Erol KESİCİ TTKD Bilim Kurulu Üyesi 1 TÜRKİYE TABİATINI KORUMA DERNEĞİ TURKISH ASSOCIATION FOR THE CONSERVATION OF NATURE TABİAT VE İNSAN IUCN NATURE AND MAN Sahibi / Owner TTKD adına Genel Başkan Yunus ENSARİ The World Conservation Union TTKD Dünya Koruma Birliği (IUCN)’nin Üyesidir İÇİNDEKİLER / CONTENTS Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Serap KANTARLI Yayın Kurulu / Editorial Board Dr. Ülkü MERTER Ali Rıza KOÇ Av. Tuncay AKI Hakan ÇELİK Alev TAŞKIN Onur KALE BAŞYAZI SUDAN UCUZ DEĞİL…....................................................................................................1 Yrd.Doç.Dr. Erol KESİCİ Yayın: Yerel Bilim Kurulu / Scientific Board Prof. Dr. İrfan ALBAYRAK Prof. Dr. Mustafa AYDOĞDU Prof. Dr. Seyit AYDIN Prof. Dr. Yusuf AYVAZ Prof. Dr. Murat BARLAS Prof. Dr. Banur BOYNUKARA Prof. Dr. Ali ERDOĞAN Prof. Dr. Sümer GÜLEZ Prof. Dr. Emrullah GÜNEY Prof. Dr. Saime ÜNVER İKİNCİKARAKAYA Prof. Dr. Mustafa KURU Prof. Dr. Latif KURT Prof. Dr. Ali ÖZPINAR Prof. Dr. Kenan PEKER Prof. Dr. Levent TURAN Prof. Dr. Tanay Sıdkı UYAR Prof. Dr. Hakan YARDIMCI Prof. Dr. Sedat YERLİ Doç. Dr. Tamer ALBAYRAK Doç. Dr. Adnan ALDEMİR Doç. Dr. Güner SÜMER Doç. Dr. Hakan SERT Doç. Dr. Atilla YILDIZ Yrd. Doç. Dr. Gül GÜNEŞ Yrd. Doç. Dr. Ertuğrul GÜREŞCİ Yrd. Doç. Dr. Erol KESİCİ Yrd. Doç. Dr. A.Selçuk ÖZEN Yrd. Doç. Dr. Lütfi NAZİK Yrd. Doç. Dr. Kayhan MENEMENCİOĞLU Yrd. Doç. Dr. Fatih MÜDERRİSOĞLU Yrd. Doç. Dr. Nahit PAMUKOĞLU Yrd. Doç. Dr. M. Ali TABUR Dr. Mehmet KARAKAŞ Öğ. Elem. Uzman Aysu BESLER Ön Kapak Fotoğrafı : Yazılı Kanyon, Eğirdir Yrd.Doç.Dr. Erol KESİCİ Adres: 2. Menekşe Sk. 29/4 Kızılay 06440 ANKARA Tel: (0.312) 425 19 44 - 419 09 91 Fax: (0.312) 417 95 52 E-posta: ttkder@ttkder.org.tr www.ttkder.org.tr Türkİye’dekİ Meyve Yarasası (Rousettus aegyptiacus)’NIN Dİyetİ....................3 Prof.Dr. İrfan ALBAYRAK Çanakkale Boğazı’nda (Türkiye) Yakalanan Berber Balığı, Anthias anthias (Linnaeus, 1758), Üzerine.................................................................9 Dr. Özgür CENGİZ Yrd.Doç.Dr. Alkan ÖZTEKİN Can Ali KUMOVA ENDEMİK ABANT ALASI................................................................................................13 Dr. Mehmet KARAKAŞ DNA’LARDAN EKOSİSTEMLERE BİYOÇEŞİTLİLİK: SUNDUĞU HİZMETLER ve FIRSATLAR ..........................................................................19 Prof. Dr. Kani IŞIK GIDALARDA NANOTEKNOLOJİ UYGULAMALARINA FARKLI BİR BAKIŞ..................31 Süleyman GÖKMEN Hasan YETİM TÜRKİYE’NİN CANLARI’NDAN BİRİSİ DAHA KURTULMA YOLUNDA… HATAY DAĞ CEYLANLARI...............................................................................................37 Doç.Dr. Yaşar ERGÜN Abdullah ÖĞÜNÇ DERNEĞİMİZİN GİRİŞİMİYLE İÇ ANADOLU BÖLGESİ STK’LARI ÇEVRE SORUNLARI İÇİN EYLEM PLANI HAZIRLAMAK AMACIYLA KAYSERİ’DE BULUŞTU .....................45 Dergimiz Geri Dönüşümlü Kağıda Basılmaktadır. Sümeyye SARAL Yazıların tüm teknik ve hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. İleri sürülen fikir ve iddialar derneğin görüşünü yansıtmayabilir. Dergiye gönderilen yazılar yayınlansın veya yayınlanmasın iade edilemez. Yazar ve kaynak belirtilerek bu dergiden alıntı yapılabilir. Hoşdere Caddesi 200/8 Çankaya / ANKARA Tel: 0 312 439 55 95 • Fax: 0 312 440 04 84 www.arkgrup.com Grafik Tasarım: Erdinç YALÇINKAYA Basım Tarihi: 30.03.2013 Yapım: ARK GRUP Tabiat ve İnsan Türkiye’deki Meyve Yarasası (Rousettus aegyptiacus)’nın Diyeti Diet of Fruit Bat (Rousettus aegyptiacus) in Turkey Prof.Dr. İrfan ALBAYRAK Kırıkkale Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Yahşihan, 71451, Kırıkkale 3 Tabiat ve İnsan ÖZET ABSTRACT Dünyadaki 1116 yarasa türünün %20’si meyve All over the world, twenty percent of 1116 bat species are frugivorous bats which feed on fruits. These bats are zoochory animals, and they act as a seed planter because seeds are left out falling after the fruit being eaten by them. Rousettus aegyptiacus which distributes from Hatay to Muğla provinces along with the Mediterrane an Region is the only fruit bat in Turkey. This study was based on some bioecological investigations on the Aegyptianf ruit bat, Rousettus aegyptiacus. Feeding behaviour of this species on fruits, protects the healty fruits from microorganisms because they feed on fruits which are in such a period of life cycle followed by maturation. Some wild and cultivated plants in the food diets of fruit bat were also recorded. Inaddition, feding behavior of this species was studied in natural and laboratory conditions. This species is entitled in the category of endangereds pecies as a result of destruction of habitat rapidly. Rousettus aegyptiacus now survives in the destructed habitats and needs environmental support. ile beslenen frugivorous yarasalardır. Bu yarasalar zookori hayvanlar olup yedikleri meyvelerin çekirdeklerini toprağa bırakırlar. Hatay’dan Muğla’ya kadar uzanan Akdeniz şeridinde yayılış gösteren Rosettus aegyptiacus, Türkiye’de yaşayan yegane meyve yarasasıdır. Bu araştırma 1977 ila 2010 yıllarında Mısır meyve yarasası, Rousettus aegyptiacus üzerinde yapılan bazı biyoekolojik araştırmalara dayanmaktadır. Bu türün olgunlaşma dönemini tamamlamış meyvelerle beslenmesi mikroorganizmaların sağlıklı meyvelere bulaşmasını önlemektedir. Meyve yarasasının besin diyetinde tespit edilen bazı yabani ve kültür bitkileri kaydedilmiştir. Ayrıca doğal şartlarda ve laboratuar ortamında türün beslenme davranışı incelenmiştir. Yaşam ortamlarının hızla tahrip edilmesi sonucu bu tür “nesli tehlike altındaki türler” kategorisinde yer almaktadır. Bugün daralmış habitatlarda varlığını sürdürmekte olan Rousettus aegyptiacus çevrenin desteğine muhtaçtır. Anahtar kelimeler: Rousettus aegyptiacus, diyet, biyoekoloji, zookori, Türkiye GİRİŞ D ünya yarasaları Chiroptera takımı içinde Megachiroptera ve Microchiroptera alttakımlarını temsil eden 1116 türe sahiptir. Yarasalar gerçek uçuş özelliğine sahip olup yüksek frekanslı sesle yer ve yön tayini yaparlar. Yarasaların büyük çoğunluğu böcek ve meyve ile beslenmektedir. Ayrıca nektarla ve bazı küçük hayvanlarla beslenen yarasalar vardır. En ilginç olanları kanla beslenen yarasalardır (Nowak ve Paradiso, 1983). Yarasalar pire, kene ve yarasa sineği gibi bazı hayvan ektoparazitleri taşıdığından tifo, tifüs ve tülerami gibi hastalıkların insanlara bulaşmasına sebep olabilirler (Corbet ve Southern, 1977). 4 Keywords: Rousettus aegyptiacus, biyoekoloji, zoochory, Turkey diet, Meyve yarasaları yedikleri meyvelerin çekirdeği uçarken veya tüneklerinden toprağa bırakırlar. Böylece adeta tohum ekici çiftçi gibi bitkilerin toprakta filizlenmesini sağlayıp yayılış alanlarının genişlemesine hizmet ederler. Dünyada 30 bitki türünün yayılışı sadece meyve yiyen yarasalar tarafından gerçekleşmektedir (Nowak and Paradiso, 1983). Meyve yarasaları iki çeşit meyveyi tercih etmektedir. Birincisi incir gibi küçük tohumlu meyvelerdir ve bunlar sindirim sisteminden geçtikten sonra çekirdekler dışkı ile atılmaktadır. İkincisi ise yeni dünya gibi büyük tohumlulardır ve bunlar yendikten sonra çekirdek ağızdan dışarı bırakılmaktadır (Morrison,1978; Fleming ve Heithaus, 1978; Charles-Dominique, 1986) . Tabiat ve İnsan Mısır meyve yarasası Rousettus aegyptiacus’un keçi boynuzu (Ceratonia siliqua), yeni dünya (Eriobotrya japonica), incir (Ficus carica), dut (Morus nigra) ve kocayemiş (Arbutus androchne)’in çimlenmesinde önemli role sahip olduğu kaydedilmiştir (Izhaki ve ark., 1995). Bu türün Israil’de monoöstrik değil poliöstrik olduğu ifade edilmekte olup ilkbahar ve yaz sonunda olmak üzere yılda iki defa yavru doğurduğu kaydedilmektedir (Makin, 1990). Bu araştırmanın amacı Türkiye’deki Mısır meyve yarasası Rousettus aegyptiacus’un doğal hayat ve laboratuar koşullarındaki beslenme biyolojisi ile ilgili besin tercihini tespit etmektir. MATERYAL ve METOT Bu araştırma 1977 ila 2010 yılları arasında Türkiye’nin Akdeniz Bölgesindeki Mısır meyve yarasası Rousettus aegyptiacus’un besin diyetinin tespitine dayanmaktadır. Araştırma Hatay’dan Muğla’ya kadar olan Akdeniz şeridinde yapılmıştır (Şekil 1). Şekil 1. Rousettus aegyptiacus’un Türkiye’deki yayılışı Besin tercihini araştırmak için laboratuara getirilen beş hayvan, yarasa evinde beslenmiş ve bir yıllık kayıtlar değerlendirilmiştir. Meyve yarasasının doğal yaşamdaki yediği bazı meyveler kaydedilmiş ve türün yıllık beslenme döngüsü hazırlanmıştır. BULGULAR Türkiye’de Megachiroptera alttakımı sadece Rousettus aegyptiacus (E.Geoffroy, 1810) türü ile temsil edilmektedir. Arazi çalışmaları: Meyve yarasası bazı mağaralar ile şehir içinde boş ve kullanılmayan büyük fabrika binalarında yaşamaktadır. Bu hayvanlar büyük kauçuk ağaçı (Ficus elastica) gibi bazı yabani meyveleri yemektedir. Yaz aylarında baraj savaklarında tünekledikleri tespit edilmiştir. Nehir kenarındaki atık su boşaltma dehlizlerinde veya tabakhane binasında tüneyen yarasalar akşam karanlığı ile birlikte şehir içindeki zamzalak veya ayı fındığı (Styrax officinalis) ile beslenmektedir. Bu yarasaların büyük mağaralarda koloniler halinde yaşadıkları tespit edilmiştir. Bu türün limon, mandalina ve çilek yetiştirilen bazı 5 Tabiat ve İnsan yerlerde herhangi bir problem yaratmadığı, ancak eskisi gibi meyve yarasalarının bu bölgelerde görülmediği ifade edilmektedir. Genel olarak narenciye, zamzalak, zeytin, yeni dünya, Trabzon hurması ve Bağdat hurması meyve yarasasının besinini oluşturmaktadır. Bu hayvanlarla yapılan mücadele meyve yarasası populasyonlarını zayıflatmış ve dağıtmıştır. Doğal mağaraları tahrip edilen yarasalar şehirlerdeki boş binalara girmek zorunda bırakılmıştır. Yarasaların meyvelerin olgunluk dönemlerini takip ederek kısa mesafeli göçlerle yer değiştirdikleri ve ilkbahardan kışa kadar değişik meyveler için aynı bölgeye iki defa geldikleri tespit edilmiştir (Şekil 2). Meyve yarasasının sürü halinde nisan ve mayıs aylarında yenidünya, eylül ve ekim aylarında da Bağdat hurması için aynı bölgeyi ziyaret ettiği saptanmıştır. Bazen bu meyvelerin gündüz vakti de yarasalar tarafından yendiğine işaret edilmektedir. Hatay’da bir mağara yakınındaki incir, üzüm, nar, hurma ve elma ağaçlarının meyve yarasaları tarafından ziyaret edildiği belirlenmiştir. Laboratuvar çalışmaları: İlk olarak 30 Eylül 2001 tarihinde laboratuvara getirilen biri dişi biri erkek iki meyve yarasası özel yapılmış kafeste beslenmiştir. Bu hayvanlar sırasıyla elma, üzüm, Trabzon hurması, armut ve eriği tercih etmiş fakat mandalinayı yememiştir (Şekil 3). Şekil 2. Yarasaların meyvelerin olgunlaşma zamanına bağlı olarak yaptıkları mevsimsel mağara ziyaretleri (A: Yenidünya, B: İran Leylağı, C: Trabzon hurması, D: Bağdat hurması, E: Yarasaların nisan ve mayıs aylarında ve F: eylül ve ekim aylarında tünedikleri mağaralar. Mavi çizgiler nisan ve mayıs aylarında, kırmızı çizgiler ise eylül ve ekim aylarında gelen yarasaların güzergahları) Mağaralarda meyve yarasası dışkılarına ve yenen zamzalak meyvesi çekirdeklerine rastlanmıştır. Bu yarasaların nisan ve mayıs aylarında yeni dünya ve zamzalak meyvelerini salkım halinde kopararak mağaraya taşıdıkları tespit edilmiştir. Eylül ve ekim aylarında da yarasaların bu bölgeye tekrar Trabzon hurması ve Bağdat hurması için geldiği görülmüştür. Yarasaların bazen elma, incir ve zeytin yemek için bu ağaçlara geldikleri gözlenmiştir. Ovalık alanlarda dut, kiraz, erik ve üzümün bu yarasalar tarafından yendiği ifade edilmektedir. Bu meyvelerden ilkbaharda olgunlaşmaya başlayan zamzalak kışı da geçirecek şekilde bir yıl boyunca ağaçta kalmakta ve kış uykusuna yatmayan ve göç etmeyen bu yarasaların temel besini arasında yer almaktadır. 6 Şekil 3. Meyve yarasasının elmada bıraktığı diş izleri (Fotoğraf: İ. Albayrak, 2001) Meyveler duvara asılı bırakılmış ve yarasalar akşam karanlığında kafesten dışarı çıkarak meyveleri yemiştir. Bu yarasalar 27 Kasım 2001 tarihinde boş bir odaya asılan bir yarasa evine konmuştur. Meyveler yarasa evine asılı olarak bırakılmıştır. Yarasalar ilk kez verilen muzu yemiş ve muzu Trabzon hurması ile armuda göre daha fazla tercih etmiştir. Kafese 21 Aralık 2001 tarihinde bir yarasa daha konmuştur. Bu yarasalara doğal meyvelerden biri olan zamzalak ile birlikte portakal elma, üzüm, muz konmuş ve portakalın hiç yenmediği tespit edilmiştir. Nihayet kafese 2 Ocak 2002 Cuma günü biri erkek biri dişi iki yarasa daha konmuştur. Tabiat ve İnsan TARTIŞMA ve SONUÇLAR Şekil 4. Yarasa evine asılı bazı meyveler ve yarasalar (Fotoğraf: İ. Albayrak, 2002) Dişi yarasanın daha aktif ve kavgacı olduğu görülmüş ve bu yarasanın 11 Şubat 2002 tarihinde muhtemelen bir kavga sonunda öldüğü tespit edilmiştir. Yarasalara ilk defa verilen yenidünyanın tercih edildiği fakat çileğin tercih edilmediği görülmüştür. Yarasalara bu defa kayısı, karpuz, kavun, kiraz ve vişne verilmiştir. Yarasaların 25 Kasım 2002 tarihinde verilen mandalinayı hiç yediği tespit edilmiştir (Şekil 5). Bu araştırmada laboratuarda beslenen yarasalara mevsime uygun meyveler verilmiş ve önce muz, üzüm ve elmayı sonra da zamzalak ve yeni dünyayı daha fazla tercih ettikleri saptanmıştır. Zamzalağın kuş ve yarasa tarafından yendiğine işaret ederek büyük tohumlu yenidünya, keçi boynuzu ve hurma gibi meyve çekirdeklerinin ağızdan, kocayemiş gibi meyvelerin küçük tohumlarını genellikle sindirimden sonra dışkı ile dışarı atıldığına işaret edilmiştir (Korine ve ark., 1998). Bu araştırmada yarasa gübresinde üzüm çekirdeklerine rastlanmıştır. Zamzalak İsrail’de hiç tercih edilmezken Türkiye’de meyve yarasası tarafından yendiği görülmüştür. Ayrıca İsrail’deki meyve yarasasının armut, elma, mandalina ve narla beslendiği rapor edilmektedir (Korine ve ark., 1998). Bu türün giderek artan populasyonunun Ürdün’de problem olduğu da belirtilmektedir (Qumsiyeh, 1980). İsrail’de bu yarasaların yaşadığı mağaralara duman verilmek suretiyle uzaklaştırıldığı kaydedilmiştir (Makin, 1988). Bazı çiftçilerin meyveleri korumak için bahçelerini tel örgü ile kapattıklarına işaret edilmektedir (Harrison ve Bates, 1991). Yarasalar yabani meyvelerdeki renk, koku ve tadın kültür bitkilerinde de olması nedeniyle kültür meyvelerini de yemektedir. Bu hayvanlara ağızda kolayca ezildiğinden olgunluk dönemini geçirmeğe başlayan meyveleri tercih etmektedir. Bu dönemdeki meyvelerin pazarda satışı yoktur. Çiftçiler meyve olgunlaşmadan dalından koparıp satışa sunar. Meyvenin olgunlaşması için bitki tarafından etilenin üretilmesi gerekmektedir (Burg ve Burg, 1965). Yarasanın meyveye yaptığı bir test ısırığı veya tırnakları ile bıraktığı bir çizik bitkide etilen üretimini hızlandırmaktadır. Bu durumda belki zamanından önce meyve prematür bir olgunlaşma göstermektedir. Bu meyvelerin meyve suyu ve konservede kullanılmasının hiçbir sakıncası yoktur. Böylece yarasaların verdiği zararın telafisi kısmen sağlanmış olabilir. Şekil 5. Yarasa evinde beslenen meyve yarasaları (Fotoğraf: İ. Albayrak, 2002) Meyveler zararlılardan korunmak için ilaçlanmaktadır. Olgunluk dönemini geçirmiş meyvelerin yarasa tarafından yenmesi ile meyvedeki mikroorganizmaların diğer meyvelere geçişi engellenmektedir. Aslında meyveler doğal olarak yarasalar tarafından denetlenerek meyvelerin dallarında daha uzun süre sağlıklı kalması sağlanmış olmaktadır. 7 Tabiat ve İnsan Bu hayvanlarla mücadelede Lindane (Gamma HCH) dumanı kullanılmakta ve yarasalar taciz edilerek uzaklaştırılmaktadır. Diğer bir yöntem ise mağaraların dinamitlenerek tahrip edilmesi olmuştur. Türkiye’de benzer metotlar uygulanarak meyve yarasası polpulasyonu zayıflatılmıştır. Türkiye’nin taraf olduğu ulusal ve uluslararası mevzuatlara göre yaban hayatı elemanlarının korunması gerekmektedir. Meyve yarasaları doğal mağaralarından uzaklaştırıldığında iri vücutlu olmaları sebebiyle barınak bulmada zorluk yaşamaktadır. Meyve çekirdeği veya tohumlar yarasa tarafından torağa bırakıldığında çimlenmekte ve böylece bitkiler yeni yayılış imkanı bulmaktadır. Bu hizmeti verdiği ve biyolojik zenginliğimizin bir unsuru olduğu için meyve yarasasına gereken destek verilmelidir. KAYNAKLAR Burg, S.P., Burg, E.A., 1965. Relationship between Ethylene Production and Ripening in Bananas. Botanical Gazette, 126(3): 200-204. Charles-Dominique, P., 1986. Inter-relations between frugivorous vertebrates and Pioneer plants: Cecropia, birds and bats in French Guiana. 119-135. in: Frugivores and Seed Dispersal. (A. Estrada and T. H. Fleming, Editors) Dr. W. Junk Publishes. Dordrecht. Corbet, G.B., Southern, H.N., 1977. The Handbook of British Mammals. Black well Scientific Publications, London, 1-520. Heithaus, E.R., Fleming, T.H., 1978. Foraging Movements of a Frugivorous Bat, Carollia perspicillata (Phyllostomatidae). Ecological Monographs, 48: 127143. Harrison, D.L., Bates, P.J.J., 1991. The Mammals of Arabia. Second edition, Harrison Zoological Museum. Lakeside Printing, London, 1-354. Korine, C., Izhaki, I., Arad, Z., 1998. Comparison of Fruit syndromes between the Egyptian fruit-bat Rousettus aegyptiacus and birds in East Mediterranean habitats. Acta Oecologica, 19: 147-153. Makin, D., 1988. Biology of fruit bat Rousettus aegyptiacus in Israel. South African Journal of Science, 93: 414-418. 8 Morrison, D.W., 1978. Influence of habitat on foraging distances of the fruit bat, Artibeus jamaicensis. J. Mammal., 59: 622–624 Nowak, R. M., Paradiso, J. L. (1983). Walker’s Mammals of the World. Fourth Edition. The Johns Hopkins University Press, Baltimore and London, 1-1362. Qumsiyeh, M.B., 1980. New records of Bats from Jordan. Säugetier kundliche Mitteilungen, 1: 36-39. Tabiat ve İnsan Çanakkale Boğazı’nda (Türkiye) Yakalanan Berber Balığı, Anthias anthias (Linnaeus, 1758), Üzerine On Swallowtail seaperch, Anthias anthias (Linnaeus, 1758), from Dardanelles (Turkey) Dr. Özgür CENGİZ Yrd.Doç.Dr. Alkan ÖZTEKİN Can Ali KUMOVA Arş. Gör. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesi Avlama ve İşleme Teknolojisi Bölümü Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesi Avlama ve İşleme Teknolojisi Bölümü Su Ürünleri Mühendisi Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Urla İlçe Müdürlüğü, İzmir 9 Tabiat ve İnsan ÖZET ABSTRACT Bu çalışmada Berber balığına, Anthias anthias In this study, one specimen of Swallowtail seaperch, Anthias anthias (Linnaeus, 1758), was captured by hand-line from Kerevizdere in Dardanelles (Turkey) on 15 December 2012. This record is second one of the species from Dardanelles. A short description certain of morphometric and meristic features of specimen are given (Linnaeus, 1758), ait tek birey Çanakkale Boğazsındaki Kerevizdere açıklarında olta ile 15 Aralık 2010’de yakalanmıştır. Bu tür Çanakkale için ikinci bir kayıttır. Türün morfometrik ve meristik özellikler kısaca verilmiştir. Anahtar Kelimeler: Berber balığı, Anthias anthias, Çanakkale Boğazı, Türkiye. Keywords: Swallowtail seaperch, Anthias anthias, Dardanelles, Turkey. GİRİŞ S erranidae familyasını üyesi olan Berber balığı, Anthias anthias, Akdeniz havzasında, Portekiz’den Azor adalarına kadar ki alanlarda ve güney Namibya’da dağılım göstermektedir (Fricke ve ark. 2007). Bu tür yaklaşık 200 m. üzerindeki kayalık ve çakıllı denizaltı mağaralarında bulunmaktadır (Tortonese, 1986). Bu çalışma Çanakkale Boğazı için türün ikinci kaydını içermektedir. MATERYAL ve METOT Berber balığına, Anthias anthias (Linnaeus, 1758), ait tek bir birey Çanakkale Boğazı’ndaki Kerevizdere açıklarında 25 m. den daha az olan bir derinlikte olta ile 15 Aralık 2010’de yakalanmıştır (Şekil 1). Türün tanımlayıcı özellikleri Tortonese (1996) göre yapılmıştır. a b c d Şekil 1. Berber balığı (Anthias anthias Linnaeus, 1758) (Orijinal Fotoğraf) 10 Tabiat ve İnsan BULGULAR Türün morfometrik ve meristik özellikleri Tablo 1’de gösterilmektedir. Tablo 1. Bu türün morfometrik ve meristik özellikleri Yazar Standart Toplam Toplam Vücut Baş Burun Göz Dorsal Pektoral Anal Ventral Lateral Boy Boy Ağırlık Yüksekliği Yüksekliği Uzunluğu Çapı Yüzgeç Yüzgeç Yüzgeç Yüzgeç Pul Sayısı 136 mm 225 mm 67,1 g. 51 mm 49 mm 11 mm 12 mm X 15 17 III 7 I 5 38 Bu çalışma Diğer özellikleri şu şekildedir. Oldukça derin bir vücut sahiptir, gözler büyük olup solungaç kapağı üzerinde 3 tane düz diken bulunmaktadır. Her iki çenenin önünde birkaç adet köpek dişleri mevcut olmakla beraber alt çenedeki dişler daha belirgindir. Pullar büyük olup ktenoid puldur. Renk kırmızımsıdır. Tek bir dorsal yüzgeci vardır. Pelvik yüzgeç, pektoral yüzgece kıyasla çok daha uzundur. Kaudal yüzgeç hilal şeklindedir. Lateral çizgi, kaudal yüzgecin kaidesine kadar uzanmaktadır. TARTIŞMA ve SONUÇ Bölgede türün ilk kaydı Tunçer ve ark. (2011) tarafından verilmiştir. Bu çalışma ile diğer çalışma arasıdaki morfometrik ve meristik özelliklerin kıyaslanması Tablo 2’de sunulmaktadır. Tablo 2. Bu çalışma ile diğer çalışma arasıdaki morfometrik ve meristik özelliklerin kıyaslanması Standart Toplam Toplam Vücut Baş Burun Göz Dorsal Pektoral Anal Ventral Lateral Boy Boy Ağırlık Yüksekliği Yüksekliği Uzunluğu Çapı Yüzgeç Yüzgeç Yüzgeç Yüzgeç Pul Sayısı Tunçer ve ark. (2011) 138 mm 233 mm 69,9 g. 52 mm 51 mm 11 mm 13 mm X - 15 17 III - 7 I 5 39 Bu çalışma 136 mm 225 mm 67,1 g. 51 mm 49 mm 11 mm 12 mm X - 15 17 III - 7 I 5 38 Yazar 11 Tabiat ve İnsan Daha önce Labropoulou ve Papaconstantinou (2000) Yunan sularında; Golani (2005) İsrail açıklarında türün varlığını rapor etmiştir. Türkiye sularında ise Eryılmaz (2003) Bozcaada’nın güney kıyılarında, Öğretmen ve ark. (2005) ise Gökova Körfezi’nde üç tane Anthias anthias’ı rapor etmişlerdir. İlkyaz ve ark. (2008) Ege Denizi’nde yaptıkları çalışmada türün boy ağırlık ilişkisini sunmuşlardır. Ege Denizi ile beraber Akdeniz’de de kaydı rapor edilmiştir (Fricke ve ark. 2007). Bu çalışma türün ikinci kaydını rapor etmek suretiyle dağılım alanı hakkında biraz daha bilgi sunmaktadır. KAYNAKLAR İLKYAZ A.T., METİN G., SOYKAN O., KINACIGİL H., “Length-weight relationship of 62 fish species from the Central Aegean Sea, Turkey” Journal of Applied Ichthyology 24: 699-702 (2008) LABROPOULOU M., PAPACONSTANTINOU C. “Community structure of deep-sea demersal fish in the North Aegean Sea (Northeastern Mediterranean)” Hydrobiologia 440: 281-296 (2000) ÖĞRETMEN F., YILMAZ F., KOÇ H.T. “An Investigation on Fishes of Gökova Bay (Southern Aegean Sea)” Balıkesir Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi 7(2) 19-36 (2005) ERYILMAZ L. “A study on the fishes of Bozcaada Island (North Aegean Sea)” Turkish Journal Marine Sciences 9(2): 121-137 (2003) TORTONESE E. “Fishes of the North-Eastern Atlantic and the Mediterranean. Serranidae” In: P.J.P. Whitehead, M.-L. Bauchot, J.C. Hureau, J. Nielsen and E. Tortonese (Eds), UNESCO 2: 780-792 (1986) FRICKE R., BILECENOGLU M., SARI H.M. “Annotated Checklist of Fish and Lamprey Species of Turkey, including a Red List of Threatened and Declining Species” Stuttgarter Beitrage zur Naturkunde Serie A (Biologie) 706: 1-169 (2007) TUNÇER S., BİLGİN S., ERYILMAZ L. “About the record Anthias anthias (Linnaeus, 1758), (Pisces: Serranidae) in the Canakkale Strait, Turkey” Turkish Journal of Fisheries and Aquatic Sciences 11: 165-166 (2011) GOLANI D. “Checklist of the Mediterranean Fishes of Israel” Zootaxa 947: 1-90 (2005) 12 Tabiat ve İnsan ENDEMİK ABANT ALASI Endemic Abant Trout Dr. Mehmet KARAKAŞ Ankara Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü 13 Tabiat ve İnsan ÖZET ABSTRACT Abant Gölü, Anadolu’nun kuzeybatısında bulu- Lake Abant is a freshwater lake in northwest nan bir tatlı su gölüdür. Bolu il sınırları içinde yer Anatolia. Located within the borders of Bolu alan Abant Gölü, Türkiye’nin doğal göllerinden Province Lake Abant is one of the most scenic birisidir. Göl 1.28 km lik bir alana sahip olup, en lakes in Turkey. It has an area of 1.28 km2 and 2 fazla 18 m derinliğindedir. Deniz seviyesinden 1328 m yüksekliktedir. Göl bir toprak kayması sonucu oluşmuştur. Abant Gölü, Abant alası olaraktan da adlandırılan, endemik bir kahverengi alabalık alttürüne, Salmo trutta abanticus sahiptir. Bundan dolayı göl, Türkiye’de biyolojik a maximum depth of 18 m. It is 1328 m above from the sea level. It was formed as a result of a land slide. Lake Abant has an endemic brown trout subspecies, Salmo trutta abanticus, also called “Abant alası”. Lake is important as a bi- gen kaynağı olarak önem taşımaktadır. Abant ve ological gene source for restocking in Turkey. çevresi doğal park alanı olaraktan da korunmak- Lake Abant and its surrounding area are preser- tadır. ved as a natural park. Anahtar kelimeler: Abant Gölü, Salmo trutta Key words: Lake Abant, Salmo trutta abanticus, abanticus, Abant alası. Abant trout. GİRİŞ A karsulardaki yaban hayatının, sağlıklı ve temiz olduğunun en önemli göstergelerinden birisi de alabalıklardır. Çünkü bu ortamlarda yaşayan alabalıklar, su kaynakları temiz, soğuk ve bol oksijenli kaldığı sürece canlılıklarını koruyabilirler. Bugün insanoğlu yaşadığı çevrede akarsulardaki doğal hayatı o kadar etkilemiştir ki, artık alabalıklar kendilerine uygun ortam bulamaz hale gelmişlerdir. Bu yüzden, alabalıkların akarsularda ve göllerde varlıklarının devamını sağlamak bile yetmemektedir. Bunun yerine bütün su havzalarının bu amaca dahil edilip korunması kaçınılmaz hale gelmiştir. Yer kürenin birçok bölgesinde olduğu gibi ülkemizde de yaşam alanları tehdit altındadır. Dağlarda madencilik, ormanlarda tomrukçuluk, tarımda ve hayvancılıkta gübreleme ve ilaç kullanımı, sanayi ve şehir gelişiminde kirlilik bunun yanında su akış ve ısısını etkileyen baraj yapımı, alabalık populasyonunu etkileyen en önemli faktörlerdendir. 14 Alabalıkların Genel Özellikleri Oldukça hareketli hayvanlar olan alabalıklar, dikensiz yüzgeçleri, küçük pulları ve benekli derileri olan lezzetli etçil balıklardır. Yüksek kesimlerde sıcaklığı 10– 15 °C arasında değişen iç sularda yaşarlar. Yumurtadan yeni çıkan yavru balıklar, genellikle sudaki sinek larvalarıyla beslenir, büyüdükçe küçük balıklar, tatlı su karidesi, sinekler ve uçan böcekleri yerler. Bunlar ileriki dönemlerde İlkbahar ve Sonbahar aylarında çiftleşirler. Dişi alabalık yumurtalarını çakıl ve kum kaplı dipte, kuyruğu ile karıştırıp açtığı çukurlara yayar. Dişinin yakın çevresinde bulunan erkek alabalık ise cinsine göre değişmekle birlikte ortalama 45 gün ile 3 ay arasında açılacak olan yumurtaları döller. Bir dişi alabalık bir mevsimde 5000–6000 kadar yumurta bırakabilir. Yumurtadan çıkan alabalık yavrularının yaklaşık %90’ı ilk üç ay içinde daha büyük balıklara yem olurlar. Tabiat ve İnsan Abant Gölü Abant Gölü (40°36’N; 31°16’E), Bolu (40°44N’; 31°36’E)’nun 34 km güneybatısında bulunan, çam ve göknar ağaçlarının baskın olduğu bir Tabiat Parkı içinde, yaklaşık 1320 metre yükseklikte ve 125 hektar alana sahip, derinliği 15-20 metre arasında değişen ve heyelan sonucu vadi çukurluğunun kapanması ile oluşmuş bir göldür (Şekil. 1). Yıllık ortalama su sıcaklığı 14 °C’dir. Yazları 25 °C’ye kadar çıkan su ısısı kış aylarında 5 °C’ye kadar düşmektedir. Bazı kış aylarında gölün donduğu da bilinmektedir. Göl florası sucul bitkiler ve alg yönünden zengindir. Suyun pH değeri mevsimlere göre değişiklik gösterse de genellikle 8.0-8.5 aralığındadır. Şekil.1 Abant Gölü (Anonim) Abant Alası (Salmo trutta abanticus) Yurdumuzda yaşayan alabalık türleri içinde Salmonidae familyasına ait, Latince adı Salmo trutta abanticus Tortonese, 1954 olan ve yerel isimle Abant alası olarak adlandırılan Abant Gölü alabalığı, Türkiye’de Abant Gölüne özgü endemik bir alttürdür (Şekil. 2). Bu alttür Abant Gölü’nden başka Yedigöller ve civarındaki derelerde de doğal form olarak bulunmaktadır (Şekil. 3). Tortonese, Abant alası hakkında ilk bilimsel kaynağı vererek, balığı yeni bir form olarak isimlendirmeyi yanıltıcı bulmuş fakat böyle dar bir alana sıkışmış küçük bir populasyona sahip olan Abant alasının kendisine özgü bir morfolojisi olduğunu belirtmiş ve taksonomik tanımlamanın gerekli olduğunu iddia etmiştir. Abant alasında vücut diğer alabalık tiplerine göre daha kaba yapılı, burun kısa ve küttür. Rengi açık sarı olup, üzerinde rasgele dağılmış iri siyah benek- 15 Tabiat ve İnsan ler mevcuttur. Sırt profili, burun ucundan dorsal yüzgeç başlangıcına kadar kubbemsi görünüştedir. Çeneler genellikle birbirine eşit ise de bazen alt çene hafifçe öne doğru çıkıntılı olabilmektedir. Vücudun zemin rengi açık sarı olup, üzerinde gelişigüzel dağılım gösteren siyah iri benekler vardır. Boy uzunlukları 30–60 cm arasında değişmektedir (Şekil. 2). Abant alası, Dağ alası (Salmo trutta macrostigma Dumaril, 1858) ve Dere alasına (Salmo trutta caspius Kessler, 1877) benzerlik gösterse de vücudunun yan taraflarında kırmızı beneklerin bulunmaması ile onlardan kolaylıkla ayırt edilebilir. Dağ ve Dere alaba- lıklarında vücutta çok sayıda yuvarlak, çevrelerinde açık renkli bantlar olan koyu lekeler ile yan çizgileri boyunca kırmızı lekeler mevcuttur. Abant alası 4-7 yaşlar arasında cinsel olgunluğa erişir. Vücut ağırlıkları 200g-1000g arasında değişim gösterir. Üreme zamanları ise yılın Kasım-Aralık aylarına rastlamaktadır. Erginlerde cinsiyet ayrımında bazı özellikler önem taşır. Ergin dişilerde karın şişkin ve cinsiyet açıklığının çevresi pembemsidir. Üreme zamanı erkeklerde alt çene öne doğru hafifçe uzayarak, kanca şeklinde yukarıya doğru kıvrılır ve vücut daha yassıdır. Şekil.2 Salmo trutta abanticus (Abant Alası)-(Yeşil-İz Dergisi) Şekil.3 Türkiye’de Endemik Abant Alasının Doğal Lokalizasyonu (Anonim) 16 Tabiat ve İnsan Abant Alası İçin Tehdit Unsurları Bugüne kadar ayrıntılı bir populasyon çalışması yapılmamış olan gölde, son yıllarda (2006) yapılmış bazı ufak örnekleme çalışmaları ile rakamsal veriler elde edilmiştir. Bu verilere göre populasyondaki şu anki baskın türün kadife (Tinca tinca Linnaeus, 1758) olduğu belirtilmiştir. Yine 2006 yılında bildirilmiş olan ayrı bir raporda izotop analizleri sonucu küçük ve orta boy alabalıkların beslendiği besinlerle gölde baskın durumdaki kadife balığının besinlerinin aynı olduğu, büyük alabalıkların da besin ağının en üstünde diğer balıklarla beslenen bir balık olduğu saptanmıştır. Abant Gölü’nde bulunan kadife balıklarının göle ne şekilde yayıldığı ise açıklık kazanmamıştır. Ancak Tortonese 1951 yılında Abant gölünde yaptığı örneklemede Tinca sp. ve Barbus sp. (Bıyıklı balık) türlerine rastlamıştır. Bunu takiben, 1956 yılındaki ilk Abant alası üretim teşebbüsünde de Abant Gölü’nde Barbus sp. ve nadir de olsa Leuciscus sp. (Tatlı su kefali) türlerine de rastlandığı bildirilmiştir. Bu verilere göre, kadife balıklarının kökeninin de oldukça eskiye dayandığı anlaşılmaktadır. Son yıllarda Abant Gölü’nde yer alan alabalık populasyonları artık karışmış durumdadır. Sportif amaçlı alabalık avcılığı amacıyla göldeki alabalık populasyonunu arttırmak için göle dışarıdan Dağ ve Gökkuşağı (Oncorhynchus mykiss Walbaum, 1792) alası da aşılanmıştır. Bu kaynaştırma sonucu, orijinal Abant alası göldeki etkinliğini kaybetmiştir. Av sezonlarında Abant alası artık nadiren yakalanmakta, yakalanan alabalıkların çoğunluğu da morfolojik olarak melez formunda çıkmaktadır. Bu ise Abant Gölü için endemik olan Abant alasının zamanla kaybolabileceğinin bir belirtisidir. Abant alasını tehdit eden sadece dışarıdan göle aşılanan alabalık veya sazangiller değil, aynı zamanda gölü olumsuz yönde etkileyen dış faktörlerdir. Balığın avlanma sezonunda aşırı ve kontrolsüz avlanması, kaçak avcılık, göl çevresine kurulan otellerin gölden sulama suyu çekmesi sonucu su seviyesindeki azalmaya bağlı göl daralması, gölün kış turizmine de açılması, gölün yağışlar sebebiyle de derelerden taşınan toprak dolgusuyla yer yer dolmuş olması önemli dış faktörlerdendir. Bunlara ilaveten, çevre köylerdeki hayvanların kıyı şeridi boyunca otlatılması, yöre halkının turistik amaçlı faytonculuk hizmetleri sonucu hayvan dış- kılarının bilinçsizce göle atılması ve böylece gölün azot ve fosfor bakımından zenginleştirilmesi sonucu içindeki bitki yoğunluğunun artırılması da sayılabilir. Göldeki bitki yoğunluğu arttıkça sazangiller kendileri için daha çok besin ve üreme alanı bularak, gölde baskın tür haline gelmiştir. Abant alasının geleceği için olumsuz koşullar yaratan bu faktörlerin ilk etapta ortadan kaldırılarak gölün kendi haline bırakılması gerekmektedir. Bunun sonucu Abant alasının gölün tekrar hakim türü haline gelmesi sağlanmış olacaktır. Göl ortamına azot ve fosfor girdisinin kontrol edilmesi ile de sudaki bitki yoğunluğu azalacak, populasyon düzeyi düşen sazangillerde besin zincirinin en üstünde bulunan alabalıklar tarafından kontrol edilmiş olacaktır. Son zamanlarda Milli Parklar Dairesi Abant gölü çevresine kaldırım döşeyerek yürüme yolları ve özel araçlarla insanları göl çevresinde gezdirme uygulamalarını başlatmayı planlamaktadır. Hatta kaldırım taşı döşenmesi başlamış olup göle yapay dolgular bile yapılmıştır. Fakat bu uygulamalar gölün ve çevresinin zaman içinde doğallığını kaybetmesine neden olacak ve bölgenin doğal fauna-flora örtüsü ile endemik türlerine zarar verecektir. Bu sonuçların ortaya çıkmaması için göl ve çevresi kesinlikle kendi doğal halinde bırakılmalıdır. Abant Alası Yavru Üretimi ve Aşılanma Çalışmaları Abant Gölü’nde yakalanan anaç balıklar Trabzon’a götürülerek, Trabzon Maçka Altındere Alabalık Üretme ve Yetiştirme İstasyonu’nda üretimi sağlanmaktadır. Yetiştirilen balık yavruları 13-14 aylık olduktan sonra göle bırakılmaktadır. Bırakılan yavrular 2-3 yaşına geldiğinde üremeye başlamaktadır. Üreme döneminde bir alabalık ortalama 1000-1500 yumurta bırakabilmektedir. Böylece bırakılan yavru balıklarla göldeki eksilen balık populasyonunun artırılması amaçlanmaktadır. Abant alasının neslinin devam etmesi için uygulanan proje kapsamında ortalama 90.000-750.000 Abant alası yavrusu, 2011-2012 döneminde, Bolu ve Ankara’da 9 farklı göle bırakılmıştır. Buna uygulamalarda: 17 Tabiat ve İnsan Bolu (Gölcük Gölü):.......................20.000 Bolu (Sülüklü Göl) :.......................15.000 Bolu (Sünnet Gölü) :.................... 140.000 Bolu (Abant Gölü) :.................... 215.000 Bolu (Yedigöller) :.................... 150.000 Bolu (Kayabaşı Göleti) :.................... 150.000 Ankara (Sorgun) :.......................45.000 Ankara (Karagöl) :.......................15.000 Bolu (Şirinyazı Göleti) :.......................15.000 Kaynaklar: adet balık bırakılmıştır. Bu uygulamalara ilaveten; Uşak (Baltalı Göleti) :.......................40.000 Ordu (Ulugöl) :.......................15.000 Tokat (Zinav Göleti) :.......................60.000 Tokat (Almus Baraj Gölü) :.......................60.000 Zonguldak (Ulutan Baraj Gölü) :.......................50.000 Zonguldak (Gülüç Baraj Gölü) :.......................50.000 Karabük (Eflani Baraj Gölü) :.......................50.000 Bolu (Köprübaşı) :.................... 150.000 adet balıkla aşılanmıştır (2012 Temmuz-Ağustos). (Şekil. 4) 3. Geldiay, R. Ve Balık, S. 1988. Türkiye tatlı su balıkları, Ege Üniversitesi, İzmir. 1. Akşıray, F. 1959. Abant Gölünde suni ilkah yolu ile ilk alabalık üretilmesi hakkında. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Hidrobiyoloji Enstitüsü Dergisi, Seri A–5: 115–124. 2. Beklioğlu, M. 2006. Abant Gölü balık toplulukları ve genel yapı üzerine değerlendirme. Bolu Dağı Koruma Milli Parklar Av ve Yaban Hayatı Koruma Şubesi Raporu. 4. Hatipoğlu, T., Akçay, E. (2010): Fertilizing ability of short-term preserved spermatozoa Abant Trout (Salmo trutta abanticus T, 1954). Ankara Üniv. Vet. Fak. Derg., 57: 33-38. 5. Tortonese, E. 1954. The trouts of Asiatic Turkey. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Hidrobiyoloji Enstitüsü Dergisi, Seri B–2: 1–26. 6. Uysal, I., Alpbaz, A. (2002). Food intake and feed conversion ratios in Abant Trout (Salmo trutta abanticus T, 1954) and Rainbow Trout (Oncorhynchus mykiss W, 1792) in pond culture. Turk. J. Biol., 26: 83-88. 7. Uysal, I., Alpbaz, A. (2002). Comparison of the growth performance and mortality in Abant Trout (Salmo trutta abanticus T, 1954) and Rainbow Trout (Oncorhynchus mykiss W, 1792) under farming conditions. Turk. J. Zool., 26: 399-403. 8. Uysal, I., Alpbaz, A. (2003). Comparison of fertilization, eyeing, hatching and survival rate of Abant Trout (Salmo trutta abanticus T, 1954) and Rainbow Trout (Oncorhynchus mykiss W, 1792). Ege Uni. Turk. Fish. Aquatic. Sci., 1-2: 95-101. Şekil. 4 Yavru Balık Üretim Çalışmaları 18 Tabiat ve İnsan DNA’LARDAN EKOSİSTEMLERE BİYOÇEŞİTLİLİK: SUNDUĞU HİZMETLER ve FIRSATLAR Prof. Dr. Kani IŞIK Akdeniz Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü 19 Tabiat ve İnsan ÖZET Canlıların yaşadıkları ortamlar, olaylar ve etkileşim halinde bulundukları diğer canlı ve cansızlar, biyolojik çeşitliliğin birer parçasıdır. Her canlı türü, biyosferde kurulu bulunan yaşam-destek sisteminin vazgeçilmez birer parçasıdır. Bu sistemin bir parçası olan insan türü de, biyolojik çeşitlilikten değişik ekonomik, ekolojik, estetik ve kültürel yararlar sağlamaktadır. Ekosistemin ve onun parçalarının bozulması, orada bulunan canlı ve cansızların sunduğu hizmetlerin durmasına, en sonunda sistemin tümünün bozulmasına (ve kendi türümüzün de neslinin tükenmesine) yol açar. 1. ÇEŞİT ÇEŞİT CANLILAR, ÇEŞİT ÇEŞİT BULUŞLAR… Yazılı ve görsel basında son yıllarda çıkan haber ve buluşlardan bazılarını kısaca tekrar hatırlayalım. Bu ilginç haberler ve bilimsel buluşlar genlerle (DNA’larla), onları taşıyan canlı türleri ile ve onların yaşamlarını ve nesillerini sürdürdükleri yaşama ortamlarıyla (ekosistemlerle) ilgili. 1) Dünyanın en önde gelen bilim dergilerinden biri olan Science dergisinde (28 Şubat 2003), dört Türk bilim insanının, önemli bir bilimsel buluşu yayınlandı (Erbil vd. 2003). Bir gün sonra da, günlük bir gazetede şu haber yer aldı: “Kocaeli ve Koç Üniversitesinden bilim adamlarının geliştirdiği yeni kaplama maddesi sayesinde, trafik tabelaları, antenler ve damlar kendi kendine temizlenecek…. Su geçirmeyen yeni kaplama su geçirmez 20 kumaşlarda, trafik işaretlerinde, kablolarda, gemi gövdelerinde vb. yerlerde kullanılabilecek… Süper hidrofob adı verilen sentetik maddenin üzerinde su damlacıkları ve çamur top haline dönüşerek yüzeyde durmuyor… Prof. Dr. ERBİL, ‘Biz nilüfer (Nymphaea) çiçeğinden esinlendik. Bu çiçek suda yaşıyor, ancak su tutmuyor. Biz de yaprakların yüzeyindeki etkiyi nasıl oluştururuz diye yola çıktık… ve kendi kendini temizleyen bir kaplama maddesi ortaya çıkardık...” (Hürriyet 1 Mart 2003). 2) Büyük haber ajanslarından biri (Reuters News Agency) 7 Şubat 2003 tarihinde bir haber geçti (Keating, G., 2003). Aynı haber, iki gün sonra Türkiye’de günlük bir gazetede şu şekilde yer aldı. “Irakta savaşmaya hazırlanan Amerikalı askerlere karides kabuğu ve sirkeden yapılmış soslar içeren bandajlar dağıtılacak... Karides kabuklu sihirli formülün yarayı anında sararak kabuk tutmasını sağladığı ve Tabiat ve İnsan kanamayı durdurduğu belirtiliyor… Yaralanan askerlerde kan kaybı durdurulursa, can kaybı azalacak… Proje sorumlusu, bandaj fikrinin nasıl ortaya çıktığını şöyle anlattı: ‘Araştırma ekibimizden biri, karides kabuğundaki chitosen maddesinin alyuvarlarla temasa geçince, kanın pıhtılaştığını söyledi... Bu noktadan hareket ettik… Yeni bandaj, hem çok soğuk hem de çok sıcak ortamlarda bozulmadan uzun süre dayanmaktadır.. Pentagon iki hafta içinde teslim edilmek üzere, şirkete 10,000 adet karides kabuklu bandajdan ısmarladı…” (Hürriyet, 9 Şubat 2003). 3) İngiltere’de yayınlanan New Scientist dergisinde (Haziran 19, 1999) şu bilgiler yer alıyordu: “Pamukta zararlı böceklere karşı, biyo-pesticit olarak kullanılan Bacillus thuringiensis (Bt) bakterisinin yeni bir soyu bulundu. Bu yeni soyun örnekleri ilk kez Mısır’da bir pamuk tarlasında, pembe pamuk kurdunun ölü larvalarından izole edildi. Şimdiye kadar bilinen Bt tipleri, sadece sınırlı sayıda böcek türünü öldürüyordu. Örneğin, sivrisinek larvası için geliştirilmiş olan Bt soyunun toksinleri, diğer böcek tırtıllarını hiç etkilemiyordu. Geniş bir etki alanına sahip olan bu yeni Bt soyu, 18 ayrı toksin üretmekte, bu toksinler çok farklı gruplara ait olan böcekleri – güveleri, kabuklu böcekleri, sinekleri - ve kök kurtlarını etkisiz hale getirmektedir…” 4) Örümcek ağındaki ipeksi maddenin çelikten beş kat daha sağlam, naylondan iki kat daha esnek ve su geçirmez özelliklerde olduğunu biliyor muydunuz? Yine Science dergisinde çıkan bir yazıda Massachusetts Üniversitesinden David TIRRELL (1996) özetle şöyle diyor: “Örümcek ağındaki ipeksi madde, binlerce yıldan beri doğa bilimcileri etkilemiştir… Ancak son zamanlara kadar, bu maddenin laboratuvar koşullarında üretilmesi düşünülmemiştir. Biyoteknolojinin sağladığı yeni yöntemlerle, önce örümcek ağındaki ipeksi maddenin moleküler yapısını anladık. Sonra da DNA teknolojisi ile, onların aynısını laboratuvarda üretme aşamasına geldik…”. Başka bir deyişle, bu maddenin yapılmasında etkili olan genler örümcekten izole edilecek, bu genler başka bir canlıya (bir aracı bakteriye) aktarılıp orada çalışır hale getirilecek, sonra da istenilen kimyasal maddenin bu “evcilleştirilmiş bakteriler” sayesinde üretilmesine geçilecektir. Tirrell’e göre, örümcek ağı maddesindeki bu çalışmalar, biyomateryal biliminde yepyeni başka buluşların yolunu açacaktır. 5) Biyoteknoloji ve Gelişim Dergisi’nde (Bioechnology and Development Monitor) 1994 yılında özetle şu bilgi yer alıyordu (Jaffe and Rojas, 1994): “Güney Amerika’da And Dağlarındaki bir derede, 1980li yıllarda, daha önce hiç bilinmeyen küçük bir balık türü bulundu. Bu balığa Pseudopleuronectes americanus adı verildi. Balık, sıfırın altındaki sıcaklıklarda da rahatça yaşayabiliyordu. Araştırmacılar, bu balığın kanındaki bir hormonun antifriz (buzlanmayı önleyici) görevi yaptığını buldular. Sonra bu hormo- 21 Tabiat ve İnsan nu kodlayan genleri belirleyip balık yumurtasından izole ettiler. Daha sonra Peru’da bulunan Uluslar arası Patates Araştırma Merkezi (International Potato Center) (CIP), bir banka (Andean Development Bank) ve ABD’nin Louisiana Üniversitesi devreye girdi. Balık genleri patates genlerine aktarıldı ve soğuya dayanıklı GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) patates soyları elde edildi. Soğuk iklimlerde besin açığına ve açlığa çare olarak görülen bu patates soyu, ilk olarak 1993 yılında, And Dağlarının yüksek yaylalarında, belirli alanlarda sınırlı da olsa yetiştirilmeye başlandı.” 6) ABD- Ulusal Kanser Enstitüsü’nün 1993 yılındaki bir yayınında, pek çok hastaya umut veren, özet olarak şu bilgiler yer alıyordu (Adams vd. 1993): “Kimyager Monroe Wall 1971 yılında, Pasifik Porsuk Ağacının (Taxus brevifolia) kabuğunda bulunan ve TAXOL denilen bir madde keşfetti. Bu maddenin anti-kanser özelliklere sahip olduğunu belirtti… Daha sonra, ABD-Ulusal Kanser Enstitüsünün (NCI) konuya sahip çıkmasıyla, bu konuda pek çok araştırmalar yapıldı. Bir ilaç firması (Bristol Myers-Squibb) (NCI ile yaptığı kontrat sonucunda), Taxol içeren ilk ilaçları 1990lı yılların başında piyasaya çıkardı. Bu ilaçlar, başta yumurtalık ve göğüs kanseri olmak üzere, pek çok kanser çeşidini durdurucu etkilere sahiptir… Tek bir hastanın tedavisi için 2.08 g taxol gerekli; ve bu miktarda taxolu elde etmek amacıyla yaklaşık 5 ila 10 ağacın kabuğunun işlenmesi gerekiyor…”. Bu buluşla birlikte, ormancılıkta odun özellikleri bakımından hiç istenmeyen, ormandan kesilip dışlanan ve kenara atılan bir ağaç türü olan Taxus, artık çok kötü bir derde derman olan değerli bir ağaç türü oldu… Fidanları geniş alanlara dikilmeye başlandı. 7) Science dergisinde yayınlanan (Ow vd. 1986) bir makalede, ateş böceği (Lampyris sp.) türünde ışık saçmaya yol açan luciferase geninin izole edilerek, tütün bitkisi (Tobacco sp.) hücrelerine aktarıldığı ve ışık saçan tütün bitkisi klonları elde edildiği yazıyordu. Bu konudaki teknoloji ilerledikçe, aynı genin, önce Noel ağacı olarak kullanılan göknar türlerine, daha sonra da kent sokaklarına dikilen çeşitli ağaç türlerine aktarılabileceği düşünülmektedir. Artık, sokaklarda elektrik direğine ve ampule ihtiyaç kalmayacak... Sokaklar, kendi kendine yanıp sönen ağaçlarla donatılacak… Yukarıda, çeşitli canlı türlerinden ve bunlarla ilgili buluşlardan örnekler verildi. Bu ve benzeri örnekler çoğaltılabilir. Bu örneklerin her birinde belirli canlı türleri, onların genleri, onların yaşama ortamları söz 22 konusu. Nilüfer, karides, örümcek, And Dağları balığı, taksus ağacı, ateş böceği, pembe pamuk kurdu… daha binlerce, milyonlarca farklı tür, sadece o türlere özgü farklı DNA’lar… Sadece o türlerin yaşamasına ortam hazırlayan farklı ekosistemler, farklı olaylar…. 2. DNA’LARDAN EKOSİSTEMLERE BİYOÇEŞİTLİLİK Yukarıda adı geçen türler, taşıdıkları genler, yaşadıkları ortamlar, aralarındaki etkileşimler ve olaylar… Bu canlıların her biri, kendi türüne özgü genleri (DNA molekülleri = Yönetici Moleküller) taşır. Bu genetik materyale bağlı olarak, her canlı türü ve her birey, yalnızca kendi türüne ve kendi şahsına özgü belirli kimyasalları üretir, belirli fizyolojik ya da yapısal özellikler sergiler. Bir bakıma canlıyı, taşıdığı DNA molekülleri ve onların “çeşit”leri yönetir. Ayrıca, bu türlerin her biri, genlerinin belirlediği ve uyum yapabildiği belirli habitatlarda ve belirli ekolojik ortamlarda yetişip gelişebilir. Örneğin, nilüfer bitkisi, ancak, kirlenmemiş sulak ve bataklık arazilerde yetişir. Karidesler, genellikle tuzlu sularda, kumlu, çamurlu ve yosunlu ortamlarda yaşayıp üreyebilirler. Ateş böceği, nispeten açık, ağaçlık, çalılık ortamlarda, belirli bitkilere bağımlı olarak yaşayabilir. Yaşadıkları ortamlar ve bu ortamlarda bağımlı oldukları başka canlılar yok olunca, kendileri de yok olurlar; Tabiat ve İnsan çünkü bağımlı oldukları ortamlar ya da canlılar yok olunca, ilgi odağı canlı da yaşam evrelerinden birini veya birkaçını yerine getiremiyor. O halde biyoçeşitlilik; canlı türlerini, onların yaşadıkları ortamları, orada yaşayan başka canlılarla olan etkileşimlerini (beslenme, barınma vb..) içine alan çeşitliliktir. Biyoçeşitlilik söz konusu olduğunda, en üst düzeyde ekosistemler (yaşama ortamları) yer alır. Ekosistemlerin içinde canlı türleri, her bir canlı türü içinde de genler yer alır. Bir de bunları birbirine bağlayan ve milyonlarca yıllık evrim süreci içinde şekillenmiş olan karmaşık yapılı ekolojik olaylar bulunur. Bunların hepsi, kendi içlerinde ve kendi aralarında uyumlu ve dinamik bir bütün, ya da bir sistem oluştururlar. 3. EKOSİSTEM: ADI ÜSTÜNDE BİR “SİSTEM”DİR Sistem; birbirine bağımlı değişik parçalardan oluşan, kendi parçaları arasında bir eşgüdüm ve işbirliği bulunan, bu işbirliğinde her parçanın belirli bir işlevi olan ve toplu halde belirli bir görevi yerine getiren bütündür. Ekosistem de, adı üstünde bir “sistem”dir ve kısaca “doğa parçası” demektir. Sözcük anlamı, “eve ait, ev ile ilgili”, ya da yaşanılan yere ait “sistem”dir. Bulundukları coğrafyaya, bulundukları arazinin topoğrafik yapısına, bölgesel ve yöresel iklime bağlı olarak Yerküre üzerinde farklı ekosistemler ortaya çıkar. Bu nedenle yeryüzü üzerinde küçük, orta, ya da geniş ölçekte alanlara yayılmış olarak sulak alan ekosistemleri, çöl ekosistemleri, orman ekosistemleri, yüksek-dağ-kuşağı ekosistemleri, kent ekosistemleri… gibi değişik ekosistemler görülür. Bir ekosistemin görevi, o ekosisteme özgü olan ve orada yaşayan canlıların nesillerini sürdürmektir. Çöl ekosistemi, çöl ortamına uyum sağlamış bir deve türü için ne kadar önemli ve değerliyse; buzullarla kaplı bir ekosistem de, soğuk bir ortama uyum sağlamış bir kutup ayısı türü için o kadar önemli ve değerlidir. Çünkü bu canlıların her biri, genetik, anatomik, fizyolojik, biyokimyasal… yapısıyla bulunduğu ortama uyum sağlamıştır; o ortamda üreyip çoğalabilmekte, ancak o ortamdaki canlılarla beslenebilmekte ve böylece neslini sürdürebilmektedir. Ekosistemler yalnızca develerin değer yargısına göre belirlemiş olsaydı tüm dünyanın kocaman bir çöl; yalnızca kutup ayılarının değer yargısına göre belirlemiş olsaydı her yerin buzullarla kaplı (kutuplar gibi buz gibi) olması beklenirdi. 4. BİYOÇEŞİTLİLİĞİN SUNDUĞU HİZMETLER Yeryüzünde farklı ekosistemlerde yaklaşık 15-milyon çeşit canlı türünün var olduğu tahmin edilmektedir. Bilim adamları tarafından, bunların yalnızca yaklaşık onda birinin tanımı yapılabilmiş, isimlendirilmiştir. 23 Tabiat ve İnsan Geri kalan % 90 canlı türünün ne olduğu, nerede yaşadığı, ne yiyip içtiği, ne işe yaradığı, anatomisi, fizyolojisi, genetik ve biyokimyasal özellikleri… henüz bilinmemektedir. İnsanın kendi türü ise Yerkürede yaşayan milyonlarca canlı türünden sadece biridir (ki, ait olduğumuz türümüzün bilimsel adı Homo sapiens). Diğer türlerden farklı olarak düşünebilir; aletler yapabilir; bu aletleri kullanabilir. Diğer canlıları kendi amaçları yönünde (akıllıca veya hoyratça, planlı veya plansız, sürdürülebilir ölçüde veya tamamen tüketerek) kullanabilir. Canlı türlerinin insan türüne sağladığı yararlar, 4E kısaltmasıyla özetlenebilir: A- Ekonomik, B- Ekolojik, C- Estetik ve D- Etik yararlar (Işık 1988) (Tablo 1). Tablo 1- CANLI TÜRLERİNİN İNSAN TÜRÜ İÇİN SAĞLADIĞI YARARLAR Kullanılış Amacı Açıklamalar A- EKONOMİK Gıdalar Bitkiler, Hayvanlar Gen kaynağı Hibritlemeler Transgenik Bitki ve hayvanlar (GDO) Biyolojik Kontrol Araçları Faydalı böcekler, kuşlar, faydalı bakteriler Doğal ve endüstriyel ürünler Pestisitler, organik gübreler, İlaçlar, antibiyotkler, Değişik endüstriyel maddeler Kişisel ve teknik hizmetler Bitkiler, hayvanlar (yunus, güvercin, at…) Bilimsel modeller, Biyomimetik materyaller Bitkiler, hayvanlar (nilüfer çiçeği, örümcek ağı….) Gelecekte fırsatlar, farklı seçeneklerin sunulması Bitkiler, hayvanlar B- EKOLOJİK Canlıların dostluk hizmetleri Bitkiler, hayvanlar, mikroorganizmalar Biyolojik tehlike uyarıları Kuş zehirlenip ölürse, sıra kime gelecek? C- ESTETİK ve KÜLTÜREL İlginç ve nadir Ekosistemler Jeolojik, biyolojik, kültürel değerler İlginç türler Süs bitkileri, süs hayvanları D- ETİK Gerek dini gerekse felsefi görüşlere göre her canlı türünün yaşama ve neslini sürdürme hakkı vardır A-Ekonomik yararlar i) Gıda: İnsanoğlunun ihtiyaç duyduğu proteinlerin % 90’dan fazlası, sadece dokuz (9) adet evcil türden gelmektedir (bunlar sırasıyla sığır, domuz, koyun, keçi, manda, tavuk, ördek, kaz ve hindidir). Su ürünleri veren bazı canlılar (balık, karides, midye...) ise, evcilleştirme (çiftlik) programına sadece son yarım yüz yıl içinde alınmıştır. Yeryüzünde 500.000’den fazla bitki türü biliniyor. Bunlardan 40-50 bin kadar tür, yenilebilen çeşitli ürünler (yaprak, gövde, kök, 24 meyve, tohum, özsu) veriyor. Ama bugün, dünyada tüketilen gıda miktarının %90’ı, sadece 15 bitki türünden üretiliyor; bunun %60ı da sadece üç türden (buğday, mısır ve pirinç) elde ediliyor (Bryant 2002). Bunlar son 2000 yıl içinde evcilleştirilen bitkiler. Geri kalan ve halen yabani olan on binlerce tür arasında, gıda üretimi için büyük gizilgücü (potansiyeli) olan bitkiler var. Bazıları yakın gelecekte evcilleştirilebilir, ya da onların taşıdığı faydalı genler, daha önce evcilleştirilmiş türlere aktarılmak için kullanılabilir. Tabiat ve İnsan ii) Gen kaynağı: İnsanoğlu için, gıda üretimi bakımından, sadece sınırlı sayıda canlı türüne bağımlı kalmak güvenli bir yol değil. Örneğin, 19. yüzyılda İrlanda’da halkın dayandığı tek gıda kaynağı olan patates, 1845 -1850 yılları arasında bir mantar hastalığına yakalandı, üretim durdu ve milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan açlık başladı. O nedenle, bağımlı olduğumuz bitki ve hayvan türlerinin sayısı, çeşidi ve genetik tabanı (çeşitliliği) artırılmalıdır. Özellikle Tropik bölgelerde, evcilleştirme potansiyeli olan çok tür var. Evcil türlerin yabani ataları, genetik çeşitlilik bakımından, evcil türlere göre çok daha zengin. Evcil bitkilere, yabani ataların bulunduğu gen merkezlerinden melezleme (hibritleme) ve son yıllarda da gen teknolojisi yoluyla gen aktarımı yapılmaktadır. Aktarılan bu genler, özellikle mantar ve virüslerin yol açtığı hastalıklara, böceklere, kuraklığa, herbisitlere (ot öldürücülere), depolamaya dayanıklılık sağlayan; lezzet ve aroma veren, bağışıklık sağlayıcı vb. genlerdir. Gen aktarımı yoluyla elde edilen canlılara kısaca GDO (Genetik yapısı, gen teknolojisi yoluyla Değiştirilmiş Organizmalar) denilir. Son yıllarda buğday, arpa, pirinç, mısır, patates, domates, şeker kamışı, soya fasulyesi… vb türleri içinde GDO soyları yaygınlaşmıştır. ABD’de ekilen soya fasulyesi tohumlarının yaklaşık %57’si, mısırın yaklaşık %30’u GDO olarak elde edilmiş soyların tohumlarıdır. GDO ile ortaya çıkan canlıların çevrede ne yapacakları, bu canlılardaki yeni genlerin uzun sürede nasıl davranacakları konusunda yeterli bilgiler bulunmadığı için, GDO’ların yaygın olarak yetiştirilmesi konusunda bir takım sınırlamalar vardır. Nitekim 1999 yılına kadar ABD ve Kanada’da 64, Japonya’da 20, Avrupa’da 8 bitki varyetesi GDO sertifikası alabilmiştir (Bryant 2002). iii) Biyolojik kontrol araçları: Biyolojik kontrol aracı olarak, zararlı böceklere karşı çeşitli canlılar kullanılır. Örneğin kuşlar, değişik Bacillus thuringiensis soyları, istenmeyen bir canlı türüne özgü hastalık ve hasar yapan değişik mantar hastalıkları... en yaygın olan biyolojik araçlardır. Bu uygulamalarla, tarım alanlarında böcek öldürücü ilaçların (pestisit) kullanılması azaltılmakta ve çevre kirlenmesi önlenmeye çalışılmaktadır. Potansiyel olarak biyolojik kontrol ajanı olarak kullanılabilecek pek çok bitki, hayvan, bakteri ve mantar türleri vardır ve bunların tanımlanması ve etkin biçimde kullanıma alınmaları üzerinde yoğun araştırmalar sürmektedir. iv) Doğal ve endüstriyel ürünler: Gıda maddesi dışında, canlılardan elde edilen birçok ürün, binler- ce yıldan beri insanlar tarafından kullanılmaktadır. İlaç, ağrı giderici, sakinleştirici, keyif verici olarak; dokumada kullanılan lif ve selüloz maddeleri; avcılık aletleri yapılması; yapıştırıcı, inşaat malzemesi … vb amaçlarla, birçok bitki ve hayvan türünden elde edilen ürünler, özellikle gelişmekte olan ülke toplumlarında bu gün bile geleneksel yöntemlerle elde edilip etkin biçimde kullanılmaktadır. Piyasada satılan ilaçların yaklaşık %25i yüksek yapılı bitkilerden elde edilir (Örneğin, morphine, codeine, quinine, atropine, ve digitalis içeren ilaçlar). Bütün bunlar, tropik bölgelerde yaşayan bitki türlerinin sadece % 1’inin bilimsel anlamda denenmesiyle ortaya çıkarılmıştır. Geride, henüz denenmemiş ve el atılmamış %99 potansiyel vardır. Son yıllarda değişik bitki ve hayvan türleri (onların değişik organları ve ürettikleri kimyasal maddeler) kullanılarak anti-kanser ve anti-AIDS araştırmaları yoğunlaşmıştır. ABD- NCI (ABD Ulusal Kanser Enstitüsü), 1991 yılına kadar 35 000 bitki ve hayvan türünü taramış; denenen bu türlerden 800 adedi anti-HIV, 60 adedi de anti-kanser etkileri göstermiştir. Bunların da ancak binde biri klinik test aşamasına gelmiştir (Bryant 2002). Bazı bakterilerden, mantarlardan, denizde yaşayan ilkel yapılı canlılardan önemli antibiyotikler elde edilmektedir. Bunlardan başka, bitki ve hayvanlar, pek çok endüstriyel ürünün ortaya çıkması için hammadde kaynağı olarak kullanılmaktadır [inşaat malzemeleri, lif, selüloz, yapıştırıcılar, çözücüler, boya maddeleri, endüstriyel yağlar, terpenler, yüzey kaplama ve koruyucu maddeleri, biyo-polimerler... endüstriyel yağlar... enzimler (özellikle termal ortamlarda yaşayan canlılardan elde edilen sıcağa dayanıklı enzimler)]. Bütün bunlar dikkate alınınca, henüz denenmemiş, keşfedilmemiş canlı türleri ve onların yaşadıkları ekosistemler yok olursa, kaybedeceğimiz değerlerin ne olduğunu takdir edersiniz. v) Bireysel ve teknik hizmetler: Evcil hayvanların ve çiftlik hayvanlarının sağladıkları geleneksel hizmetlere ek olarak, yeni evcilleştirilen bazı türlerin sağladığı yeni tip hizmetler de vardır. Örneğin, haberci güvercinler, savaş zamanlarında kullanılan yunus balıkları, meyve ve kozalak toplamada kullanılan maymunlar, mayın yerlerini bulmaya yarayan bakteriler, ağır metallerin bulunduğu ortamları ve bilinmeyen maden yataklarını işaret eden “gösterge bitki türleri”… gibi. Bunların pek çoğu henüz keşfedilmiş değildir. 25 Tabiat ve İnsan vi) Bilimsel modeller: Yabani bitki ve hayvanlar, temel bilimler için birçok yönleriyle model oluşturmaktadır. Kimyagerler, canlıların bizzat kendilerinin ürettikleri kimyasalların önce doğal özelliklerini çalışıp öğrenir, sonra da onların bazılarını yapay olarak üretirler. Bilgisayar teknolojisinin devreye gelmesiyle, bu yöndeki çalışmalar hızlanmıştır. me vb. bilimsel denemelerde bu hayvan türünden yararlanılmaktadır. Bu armadillo türü ve onun yaşadığı ekosistem yok olursa, insanlık, milyonlarca yıllık bir evrimin birikimi olan ve bir daha hiç elde edilemeyen bir biyolojik bilgi deposunu (organik kütüphaneyi) tamamen kaybetmiş olacaktır. Doğadaki canlıların sadece kimyasal yapıları değil, anatomik ve morfolojik yapıları ve bu yapıların çalışma mekanizmaları hakkında elde edilen bilgiler, bilimde yeni gelişmelere model olmuş ve olmaktadır (Odonata-Helikopter; Yarasa-Radar, su altı canlılar-denizaltı sanayiinde kullanılan maddeler, Beyaz ayı - ısı tutucu elbiseler, Örümcek ağı-yeni ve dayanıklı biyo-materyaller…). Robot teknolojisinde böcekler, kırkayaklar, kertenkeleler, yengeçler … ve onların değişik özellikleri araştırılmakta, bu canlı türleri model olarak ele alınarak insanlık için oldukça yararlı yeni buluşlar ortaya çıkmaktadır. B- Ekolojik hizmetler vii) Gelecekte doğabilecek fırsatlar: Bugünkü değer sistemlerimiz ve değer yargılarımızla gelecek kuşakların değer sistemleri ve yargıları farklı olacaktır. Bugün önemsiz sayılan, hiç istenmeyen, hatta zararlı olan bir tür, veya bir ekosistem, gelecek kuşaklarca çok yararlı ve aranan bir kaynak olabilir. Nitekim geçmişte hiç önemsenmeyen birçok canlı türü, bugün önemli buluşların kaynağı olmuştur. Örneğin, Güney Amerika’da yaşayan armadillo türü, insanlara özgü bir hastalık olan cüzam hastalığına yakalanan tek hayvan türüdür. Cüzam hastalığı ile ilgili aşı geliştir- Çevremizde yaşayan canlı türleri, hem insan türü için, hem de başka canlı türleri için yaşamsal önemde pek çok hizmetleri yerine getirmektedir (Tablo 2). İnsanoğlu en son teknolojilerini kullanarak bu hizmetleri yapmaya kalksa, çevremizdeki ekolojik hizmetlerin çoğunu bu derece etkin olarak yerine getiremezdi. Günlük yaşantımızda hiç bir bedel ödemeden bizlere yapılan bu hizmetlerin değerinin ne olduğu, çoğumuzun hiç aklına bile gelmez... Yiyeceklerin ve hammaddelerin üretilmesi, iklimin ve atmosferik gazların düzenlenmesi, su düzeninin sağlanması, toprak erozyonu kontrolü, toprak oluşması, atıkların temizlenmesi, besin elementlerinin döngüsünün sağlanması, dinlenme (rekreasyon)... Bütün bu hizmetlerin yapılabilmesi için, bir bedel ödenmesi gerekirse bu bedel ne kadar tutar? Değişik bilim dallarında (ekolog + coğrafyacı + ekonomici+ diğerleri) 13 bilim adamının yaptığı bir grup-çalışmasına göre, eğer bu hizmetler, bir süper-şirkete yaptırılmış olsaydı (ki böyle bir şirket de yoktur ve olamayacaktır), bu şirkete yılda ortalama 33 trilyon dolar ödenmesi gerekirdi (Costanza et al. 1997). Tablo 2: CANLI TÜRLERİNİN EKOLOJİK HİZMETLERİ Hizmet Çeşidi Hizmet Veren Canlı Grubu 1- TOZLAŞMA (elma, incir, muz.. bahçeleri, pamuk vb. tarım alanları...) Arılar, Kelebekler, Böcekler, Yarasalar 2- BIYODEGRASYON (biyolojik ayrıştırma) (düşen yapraklar, çöpler, canlı atık ve artıkları...) Böcekler, Bakteriler, Mantarlar 3- TOPRAK VERIMLILIĞINI ARTIRMA (solucanların havalandırma, azot bağlayıcı bakteriler,) Solucanlar, Toprak içi canlılar, Bakteriler 4- OKSIJEN – KARBON DIOKSIT DÜZENİ (fotosentez olayı) Bitkiler 5- İKLİMİ DÜZENLEME (CO2 tüketerek global ısınmayı önleme, hava nemi vd.) Bitkiler 6- SU DÜZENİ Bitkiler 7- SULARI FİLTRELEME VE TEMİZLEME (planktonları vd. Kontrol etmeleri ve deniz suyunu temizlemeleri) Çeşitli deniz hayvanları 8- BİYOLOJİK İYİLEŞTİRME (toksik atıkları sömürme, sağaltma...) (ağır metalleri topraktan emip, dokularında depolayan bitkiler – örnek turpgiller: böyle bitkiler, böceklere ve ot yiyen hayvanlara karşı da zehirlidir). Bitkiler 26 Tabiat ve İnsan i) Canlıların yaptığı dostluk hizmetleri: Hiç nefes alıp vermeden, bir kaç dakika durdunuz mu? Sakın, denemeyin! Oksijensiz kalıp hemen hayatınızı kaybedebilirsiniz. Yaşamımız için bu denli gerekli olan bu gaz, yaptığı hizmet karşılığında hiç bir bedel istemeyen bitkiler tarafından üretiliyor. Örneğin, yeryüzünü kaplayan ormanlar yılda 93 milyar ton oksijen üretiyor. Bu miktar, karada yaşayan bitkilerin ürettiği oksijenin üçte ikisi kadardır. Ayrıca, suda yaşayan algler, yılda üretilen oksijenin %50’den fazlasını karşılıyor. Öte yandan bitkiler, havadaki karbondioksiti de havadan kendine çekip bağlıyor. Bir kayın ağacı yüz yaşına kadar, 6000 kg karbonu gövdesinde tutuyor. Bu yüz yıl boyunca 40 milyon m3 havayı fotosentez sırasında yapraklarından alıp süzüyor. Bu hava, her biri yaklaşık 400 m3 iç hacme sahip olan, yaklaşık 100 bin villanın içindeki hava kadar yer tutuyor (Çepel 2000). Bitkiler, bir bakıma hiç bir yakıt ve elektrik istemeyen, bedava iş yapan havalandırma sistemleri gibi çalışıyorlar. Organik artıkları ve atıkları parçalayan böcekler ve onları ayrıştırıp toprağa karıştıran binlerce çeşit mikroorganizmalar olmasaydı, bugün tüm diğer canlılar, yer yüzeyini örten ve yüzlerce metre kalınlığında biriken çöp yığını içinde boğuşmakta olurdu... bitki türleri vardır. Böyle bitki türleri, değişik atıkların biriktirildiği çöplük vb. alanlara ekilip dikilerek, toprak, bu zehirli metallerden temizlenebilmektedir. Ayrıca böyle türler, söz konusu metallerce zengin topraklarda yetiştikleri için “gösterge türler” olarak kullanılırlar. Bunlara ek olarak, bu bitki türleri, zehirli metallere dayanıklı olma ve onları depolama özelliklerini sağlayan genler açısından, birer genetik kaynaktır. Bu tür bitkilerde bulunan genetik materyal, değişik amaçlar için başka bitki türlerine de aktarılabilir. Bir ilkbahar gününde, kırlarda uçuşup çiçekleri dolaşan bütün böceklerin işlerini bir hafta boykot ettiğini düşünün! Sadece meyve ağaçlarında tozlaşmayı sağlayan böceklerin ait olduğu tek bir sendika bile boykota katılsa, insan dahil, pek çok, kuş, böcek ve hayvan türü, önümüzdeki bütün bir yıl boyunca meyvesiz ve vitaminsiz kalırdı!... Ağır metalleri (bakır, nikel, kurşun, kadmium, çinko, kobalt, cıva, selenyum, krom gibi) topraktan kolaylıkla alabilen, bu zehirli (toksik) elementlere dayanıklı olan ve bunları özel hücrelerinde depo edebilen bazı Bitkileri gövdesine ve diğer organlarına bağlanmış olarak onlarca, hatta yüzlerce yıl kilitli tutulan karbon havada serbest kalsaydı, hayvan türlerinin hemen hepsi karbon dioksit zehirlenmesinden ölürdü... ii) Biyolojik tehlike uyarıları: Maden ocağında zehirli gaz birikmesi ve grizu patlaması olup olmayacağını anlamak için, madenciler yanlarında taşıdıkları kafeslerde kanarya beslerler. Ocağın içindeki kafeste kuşlar ölmeye başlamışsa, madenciler, kendileri için de tehlikenin yaklaştığını anlar ve hemen önlem 27 Tabiat ve İnsan alırlar... Bir canlı türü kitle halinde ölüyorsa, balıklar sahile vuruyorlarsa, bazı türler azalıyor ve nesilleri tükeniyorsa, bazı nadir ekosistemler bozulup değiştiriliyorsa... bunlardan bir ders almamız, doğanın bu uyarısını doğru yorumlamamız, gerekli önlemleri almamız gerekir... Çevredeki hayvanlar ve bitkiler yaşadıkları ekosistemleri, gıda ve yiyecek kaynaklarını, yerlerini, yuvalarını ve en sonunda canlarını ve nesillerini kaybediyorlarsa, er ya da geç, aynı akıbete bizim türümüz de uğrayabilir. Bunu iyi bilmeliyiz. Son yıllarda Kuzey kutbunda buzullar erimeye başladığından beri, görsel basında bir kutup ayısı görüntüsü sıklıkla ekrana gelmektedir. Kuzey Denizinin buz gibi suları içinde henüz erimeden kalabilmiş küçük bir buzul adacığı ve bu adacık üzerinde tutunarak bekleyen - ve “evi” saydığı daha büyük buzul adalarını endişeli gözlerle ufukta arayan- çaresiz bir kutup ayısı… Bu görüntü size, madencilerle birlikte yaşadıkları yeraltında, çok yaklaşmış olan grizu patlaması tehlikesini ölerek haber veren kanaryaları hatırlatmıyor mu? İklimin değişmesiyle, sıcaklığın artmasıyla, havanın-suyun-toprağın kirlenmesiyle, kısacası ekosistemlerin değişmesi ve yok olmasıyla başka bazı türler tek tek ya da kitleler halinde yok oluyorsa, bunun anlamı, “sıra bize (insan türüne) de geliyor” demek değil midir? O nedenle önlem almalıyız, önlem alması gerekenleri de yılmadan uyarmalıyız. Son yıllarda gelişen “ekoturizm” kavramı, aslında doğal ekosistemlerden ve oradaki canlılardan uzakta kalan insanların yarattığı bir harekettir. Ekoturizm etkinlikleri ile insanoğlu, atalarının yaşadığı ortama ve kendi özüne dönüşü yaşamaktadır. Çünkü insanın ruhsal ve bedensel yapısı, yüz binlerce yıldan beri, el değmemiş, çağımızın her türlü kargaşasından uzak, diğer canlı türleri ile iç içe, uçsuz bucaksız, sere serpe uzanan doğal ekosistemlerde gelişip şekillenmiştir. İnsan türü, ruhsal yapısı yönünden, yaşamında çeşitlilik ve sakinlik isteyen bir türdür. Bu nedenle, benim türümün bireyleri, hangi soydan gelirlerse gelsinler, kentlerin yapay ve gürültülü çevresinden uzaklaşıp, bin-bir çeşitlilikle dolu doğal çevreye kavuşma tutkusu içindedir. D- Etik nedenler C- Estetik ve kültürel hizmetler Gerek dini gerekse felsefi görüşlere göre her canlı türünün yaşama ve neslini sürdürme hakkı vardır. Kutsal din kitaplarında verilen bilgilere göre, Tanrı, Nuh peygambere, her canlı türünün bir erkeğini bir de dişisini gemisine almasını bildirmiş; afet geçtikten ve gemi karaya oturduktan sonra bu canlılar nesillerini sürdürmeye devam etmişlerdir. Bu dini bilgi, insanların diğer canlıları ve onların yaşama alanlarını istedikleri gibi yok etmeye hakları olmadığını, fakat her canlı türünün yaşama ve neslini sürdürme hakkına sahip olduğunu vurgulamaktadır. İnsanlık tarihinin başlangıcından beri, etkileyici havası, derin sessizliği ve emsalsiz güzellikleriyle doğa ana, insana ilham kaynağı olan cömert bir ana olmuştur. Dini bilgilere göre İsa, Musa ve Muhammet, doğal çevre ile sık sık baş başa kalmayı tercih etmişler; “tanrıdan gelen mesajlarını” orada bulundukları sırada almışlardır. Birçok sanatçı, yazar, şair, müzisyen, ölümsüzleşen eserlerini orada, onunla baş başa iken, onun canlı ve cansız parçalarından ilham alarak hazırlamışlardır (Işık 1976). Doğanın ve orada yaşayan canlıların değerini bilen toplumlarda, insanlar bilir ki, çeşitlilik insan kültürüne renk ve çeşni katar. Bireylerin hem hayal güçleri hem de yaratma güçleri, çevrelerinde gördükleri varlıkların çeşitliliğiyle orantılı olarak artar. Bir çöl ekosisteminde yaşayan bir kabilenin üyeleri ile, bir tropik orman ekosisteminde yaşayan başka bir kabilenin üyelerinin yaratıcılık ve kültür düzeyleri arasındaki fark, orman kabilesi lehine çok fazladır. Çünkü çöl ekosistemi monoton (tekdüze) bir yapıya, orman ekosistemi de bin bir çeşitlilikle dolu, kamçılayıcı bir ortama sahiptir. Yeryüzündeki canlıları yukarıdaki Tablo-1 ve Tablo-2’deki gibi sınıflandırıp okuyucularıma sunarken, itiraf etmeliyim ki ben de önemli bir yanlışlık yaptım: Tüm diğer canlıları, ait olduğum insan türünün önyargıları ve insan türüne özgü içgüdülerimin kesin yönlendirmesiyle kendi türümün çıkarlarına göre sınıflandırdım. Tüm diğer canlılara, sadece türdeşlerime sağladıkları yarar açısından baktım; onları kendi türdeşlerimin çıkarı açısından değerlendirip sınıflandırdım. Kendimi bu egoist önyargıdan arındırmaya ve tarafsız kalmaya çalışarak, bir biyolog ve bilim adamı gözüyle, etik değerler açısından şunu belirtmeliyim: Benim türüm için yararı olmayan hatta benim türüme zararlı olan bir tür, başka bir canlı türü için vazgeçilmez bir kaynak olabilir. Aynı şekilde benim türüm için çok değerli olan bir tür, başka bir tür için hiç önemli sayılmayabilir. Her canlı türü, tıpkı benim yaptığım gibi, başka canlıları, kendisine sağladığı çıkar açısından değerlendirme hakkına sahiptir. Kim bilir, benim ait olduğum insan türü, yerküresin- 28 Tabiat ve İnsan de yaşayan kaç türün gözünde gereksiz, zararlı ve hatta yok edilmesi gereken amansız bir türdür? İtiraf etmeliyim ki, bu duygularımı açıklarken, pek çok türdeşimin de duygularını paylaştığımı düşünüyorum. Bu itirafla ve bu paylaşım duygusuyla yaşamak, etik olarak beni (ve umarım pek çok türdeşimi) rahatlatmaktadır. SONUÇ: Çeşitlilik zenginliktir Özetlenirse; ekonomide, ekolojide, sanatta ve kültürde… çeşitlilik sistemin ayrılmaz bir parçasıdır. Bir bakıma çeşitlilik zenginliktir. Yapı ve işlev bakımından çeşitliliğe sahip olanlar - ister bir kişi, ister bir kurum, isterse bir varlık olsun - daha renkli, daha güzel, daha uyarıcıdır. Çeşitlilik, onu taşıyan sistem için bir çeşit sigortadır; ona esneklik sağlar, ona seçenekler sunar. Çeşitlilik, onu taşıyanlara direnç ve istikrar, güç ve canlılık, tat ve çeşni kazandırır. Canlılar dünyasını ilgilendiren çeşitlilik de biyoçeşitlilik adını alır. Biyoçeşitlilik; diğer sistemlerde bulunan çeşitlilik gibi, aynı erdemleri, benzer özellikleri sergiler. Çeşitli özelliklere, öğelere ve canlı türlerine sahip olan bir doğa parçası, tekdüze yapıda bir doğa parçasına göre daha güzel, daha renkli, daha zengin, daha dirençli, daha istikrarlı, daha yaratıcıdır. Doğada çeşitlilik, ekosistemlere (doğal ortamlara) direnç ve istikrar kazandıran, güç ve canlılık veren, sistemdeki canlıların uyum esnekliğini artıran, canlıların nesillerinin sürdürülebilmesi için farklı seçenekler sunan… dinamik bir özelliktir. Bu nedenle türler, o türlerin taşıdıkları genler ve o türlerin yaşadıkları ortamlar – ve onlar arasındaki etkileşimler- korunmalı ve sürdürülebilir bir şekilde yönetilmelidir. Sadece türlerin bizzat kendisini korumak yetmez. Onlar, ait oldukları ekosistemlerle birlikte korunmalıdır. Çünkü bir tür ile o türün canlı ve cansız çevresi arasındaki etkileşimler, ve birçok ekolojik olaylar, ancak doğal ekosistemi içinde gerçekleşir. Örneğin bilim adamları, tropik bölgelerde yaşayan milyonlarca bitki ve mantar türleri arasında ilaç olarak kullanılabilecek olanları belirleyebilmek ve o yönde bir ipucu yakalayabilmek için değişik yöntemlere başvururlar. Bu yöntemlerden biri, o ekosistemlerde yaşayan şempanzelerin davranışlarını ve bu hayvanların orada bulunan çeşitli bitkileri ne amaçla ve nasıl kullandıklarını gözlemektir. Hayvanat bahçesi gibi yapay bir ortamda, ekosistemlerde görülen olaylar çeşitliliğini gözleyemezsiniz. Hayvanat bahçesinde, insana bağımlı olarak yaşayan (ve nadir de olsa orada üreyebilen) bir şempanzeyi gözleyerek, böyle bir ipucunu yakalayamaz, böyle bir etkileşimi gözleyemezsiniz. Çevre; gerek iklim gerekse kimyasal ve fiziksel özellikleriyle (yavaş ya da hızlı, doğal ya da insan eliyle, durmadan ya da arada bir, belli ya da belirsiz) değişmeyen bir değişim süreci içindedir. Gelecek on, elli, yüz, bin, onbin… yıl içinde, bugün bulunduğumuz çevre koşullarından tamamen farklı çevre koşulları ortaya çıkabilecektir. O takdirde, değişen çevreye uyum yapabilecek çeşitli genlere, gen kombinasyonlarına ihtiyaç vardır. Onlar bir depoda, bir “banka”da, başka bir deyişle “doğadaki gen bankası”nda depolanmalı, orada çoğalmalarına ortam yaratılmalıdır. Biyoçeşitlilik yok olursa, pek çok gen, pek çok canlı türü de yok olacak demektir. Ekosistemlerin bozulup değiştirilmesine, türlerin ve ırkların yok olmasına göz yumarsak, kendi türümüzün de yok olmasına ortam hazırlamış oluruz. Şu ya da bu şekilde kendi türümüz neslini sürdürmeye devam edebilse bile, geleceğin bize sunacağı fırsatları (bugün hayal bile edemeyeceğimiz fırsatları) şimdiden yok etmiş oluruz. Bu davranış; gelecek kuşaklara karşı büyük bir sorumsuzluk, affedilmez bir ihanet demektir. İnsan türü; başlangıçta zekâsı ve sopasıyla, daha sonra ateşi ve okuyla, çağımızda da değişik makineleri ve kimyasallarıyla çevresine zarar vermekte ve biyoçeşitliliği yok etmektedir. Neslini sürdürmek, her türde bir temel içgüdü olagelmiştir. Biz (insan türü) de, kendi türümüzü ve türümüzün geleceğini, sadece içgüdümüzün ve makinelerimizin değil, aklımızın da gücünü kullanarak güvence altına almak zorundayız. Bugün ekosistemlerin tahrip edilmesi pahasına biriktirilen ekonomik kapital, yakın bir gelecekte işlemez hale gelen ekolojik sistemleri (doğal kapitali) kurtarmaya yetmeyecektir. Günümüzdeki üretim ve tüketimle ilgili ekonomik yaklaşımlar değişmeli; ekonomik kapital birikimi değil, doğal kapital (biyoçeşitlilik) birikimi ön plana geçmelidir. Bu konuda en sağlam strateji, mümkün olduğu kadar daha çok seçeneği, daha çeşitli ekosistemleri, daha farklı türleri, yok edilmeden yedekte bulundurmaktır. Hedef; biyolojik çeşitliliği yok ederek ekonomik zenginlik sağlamak değil, biyolojik çeşitliliği çoğaltarak ekolojik zenginlik ve doğal kapital sağlamak olmalıdır. Çünkü sürdürülebilir ekolojik zenginlik, sürekli ekonomik zenginliği doğurur. Oysa, arkasında ve temelinde ekolojik ve doğal zenginlik olmayan bir ekonomik zenginlik, er ya da geç yok olmaya mahkumdur. 29 Tabiat ve İnsan KAYNAKLAR Adams, J.D., K.P. Flora, B.R. Goldspiel, J.W. Wilson, S.G. Arbuck, and R. Finley. 1993. Taxol: a history of pharmaceutical development and current pharmaceutical concerns. Monogr-Natl-Cancer Inst. 15: 141-147. Boşgelmez, A. 2006 (editör).Gölbaşı Mogan Gölü, Andezi Taşı, Centaurea Tchihatcheffii. Bizim Büro Basımevi, Ankara. Bkz. Sayfa: 270-313. Bryant, Peter J. 2002. Biodiversity and Conservation: A Hypertext Book at http://darwin .bio.uci.edu/~sustain/bio65/lec07/b65lec07.htm. Çepel, N. 2000. Orman- Erozyon ilişkisi. Yeri: Erozyonla Mücadele – TEMA Eğitim Seminer Notları. TEMA Vakfı yayını no:26, pp:103-126. Costanza, R., R. d’Arge, R. de Groot, S. Farber et. al. 1997. The value of world’s ecosystem services and natural capital. Nature, May 15, 387:253-260. Erbil, H. Y., A. L. Demirel, Y. Avcı and O. Mert. 2003. Transformation of a Simple Plastic into a Superhydrophobic Surface. Science, 299: 1377-1380. Graham, L.E., J. M. Graham and L. W. Wilcox. 2003. Plant Biology. Prentice Hall, Pearson Ed. Inc., New Jersey, 497 pp + App. Işık, K. 1976. Doğal alanların ve canlı türlerinin korunması, insanlık için neden önem taşır? Bilim ve Teknik (TÜBİTAK) 105 (3):6-9. Işık, K. 1988. Doğa Koruma Biyolojisi (DBK): Genlerden Ekosistemlere. Yeri: Biyoloji Eğitiminde Çevre Sorunları Sempozyumu. Hacettepe Üniv. Yayınları E/1 (Editör: A. Güner, D. Kolankaya, A. İzbırak, 20-21 Aralık, 1988, Ankara). ss: 22-30. Işık, K. 1998. Biyolojik Çeşitlilik. Yeri: Çevre ve İnsan. Anadolu Üniv. Açık Öğt. Fakültesi yayını N: 560. Sayfa: 13-39. Işık, K. 1999. Çevre Sorunları, Biyolojik Çeşitlilik ve Orman Gen Kaynaklarımız. Tema Vakfı Yayın No: 25, İstanbul, 197 Ss. Işık, K. 2003. Genlerden Ekosistemlere: Biyoçeşitlilik ve Sunduğu Hizmetler. Bildiri: (İngilizce olarak sunuldu). United Nations Tematic Group for Sustainable Rural Development and Food Security. Workshop by Sub Group on Wildlife, Biodiversity and Organic Agriculture, Coordinated by FAO Representation in Turkey, April 15-16, 2003, DIE / SIS Conference Hall, Necatibey Cad. - Ankara Işık, K. 2006 (1). Biyoçeşitlilik. Yeri: Erozyon, Doğa ve Çevre. TEMA Vakfı yayını No. 51. Sayfa: 357-384. Işık, K. 2006 (2). Biyoçeşitlilik. Yeri: Gölbaşı Mogan Gölü, Andezit Taşı, Centaurea Tchihatcheffii. Bizim Büro Basımevi, Ankara (Editör: A. Boşgelmez, 2006). Sayfa: 270-313. Jaffe, W. And M. Rojas. 1994. Transgenic potato tolerant to freezing. Biotechnology and Development Monitor No:18, March, p.10 Keating, G. 2003. New field dressing uses shrimp shells to stanch wounds. Reuters News Agency, Feb. 7, 2003 – Page A11, Los Angeles. New Scientist, 1999 (Reports, June 19). Egyptian researchers discovered a powerful strain of the pesticide Bt in the pink boll worm dead larvae in Egypt. Ow, D. W. et al. 1986. Transient and stable expression of the firefly luciferase gene in plant cells and transgenic plants. Science (Nov. 14) 234: 856-859. Tirrell, D. A. 1996. Putting a New Spin on Spider Silk. Science, Jan.5, 271:39-40. Yazarın bu makalesi, iki ayrı kısma bölünerek ve kısaltılarak, İSTANBUL SANAYİ ODASI DERGİSİ’nde yayınlanmıştır. Bkz. Işık, K. 2008… İstanbul Sanayi Odası Dergisi. Kasım 2008 (512), Sayfa: 70-73 ve aynı dergi Aralık 2008 (513) sayısı, Sayfa: 68-73. Ayrıca, makalenin daha geniş yazılmış ve fotoğraflarla desteklenmiş özgün formu, şu kitapta yer almaktadır: Boşgelmez, A. 2006 (editör). Gölbaşı Mogan Gölü, Andezi Taşı, Centaurea Tchihatcheffii (II. Ulusla arası Gölbaşı Göller-Andezit ve Sevgi Çiçeği Festivali). Bizim Büro Basımevi, Ankara. Bkz. Sayfa: 270-313. 30 Tabiat ve İnsan GIDALARDA NANOTEKNOLOJİ UYGULAMALARINA FARKLI BİR BAKIŞ Süleyman GÖKMEN Hasan YETİM Muş Alparslan Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Gıda İşleme Bölümü Erciyes Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü 31 Tabiat ve İnsan ÖZET ABSTRACT Nanoteknoloji son yıllarda sıkça karşılaştığımız Nanotechnology is frequently encountered in teknolojiler arasında yerini almıştır. Nanotekno- recent years has taken its place among the te- lojinin tanınmasıyla ilgili olarak Amerika da 1800 chnologies. 1800 people in the United States kişiyle yapılan anketlerde nanoteknolojilerin on the recognition of nanotechnology as the hayata geçirildiğini duyanların sayısı %20 nin altındayken bunu az duyan ya da hiç duymayanların sayısı yaklaşık olarak %80 civarındadır. Bu sonuçlarda nanoteknolojinin iyi bir şekilde tanıtılmadığını ortaya koymuştur. Nanoteknoloji- number of people who migrated to the polls 20% of nanotechnologies to life under the less it not heard that number or not at all close to 80% approximately. According to these results nin gıdalardaki uygulamaları mevcut olup çoğu not recognized to reveal that in a good way of araştırma safhasındadır. Nanoteknoloji gıdalar- nanotechnology. Many of nanotechnology in da bir çok uygulamalarda kullanılmakla birlikte food applications are available trial stage. Nano- her tekniğin olumlu yönleri olduğu gibi olumsuz technology is a food with any technique used in yönlerinin de olduğu bildirilmiştir. Bu nedenle many applications; the positive aspects as well çoğu bilim adamları bu teknolojiye tedbirli yak- as negative aspects have been reported. For this laşmaktadır. Nanoteknolojinin birimi olan nano reason, many scientists caution that the techno- sensörler gıdalarda kullanılarak gıdaların zehirli olup olmadığını bilebilmemiz için yapılan çalışmalar mevcuttur. Bununla birlikte gıdaların kalitesi ve korunmasında da kullanılmaktadır. Bu teknolojinin olumsuz yönlerinden biri de özellik- logy is approaching. Using nanotechnology in foods, toxic foods, which are the nano-sensors, might know whether the studies are available. However, the quality and preservation of foods le son yıllarda önemini arttıran gıda terörizminin is also used. One of the negative aspects of this nano teknoloji kullanılarak yaygınlaştırılması en- technology is of increasing importance in re- dişe verici boyutlara gelmesi ihtimalinin olması- cent years; particularly alarming spread of food dır. Bununla birlikte Nanopartiküllerin insanda terrorism by using nano technology is likely to toksikolojik olması nanopartiküllerin serbest arrive. However, being free of nanoparticles in olmasıyla oksidatif stres artmaktadır. Kanser, human toxicology of nanoparticles is increa- beyin hasarı, DNA mutasyonu hücre ölümüne sed oxidative stress. Cancer, brain damage, cell neden olmaktadır. Uluslar arası yasalarda bunun bir mevzuatı yoktur. Bu nedenle nanoteknolojinin kullanılması kayıt altına alınması gerektiği ve nanoteknoloji kullanılarak üretilmiş olan gıdalarında farklı renkli ambalaj ve/veya etiketli olması death is caused by mutations in the DNA. A law that no international laws. For this reason, the use of nanotechnology should be recorded and which is manufactured using nanotechnology gerektiği ve bu gıdalar için ayrı bir mevzuat ya- in foods of different colored packaging and / or pılması gerektiğinin sonucuna varılmıştır. it should be labeled, and concluded that these Anahtar Kelimeler: Nanoteknoloji, Gıda, Uygulama 32 foods should be done for a separate legislation. Key Words: Nanotecnology, Food, Application Tabiat ve İnsan GİRİŞ N ano yunanca bir kelime olup cüce anlamına gelmektedir. Bununla birlikte 10-9 nanopartikül boyutudur. Bu anlamda virusun boyutu da 100 nm dir. Nanoteknolojide moleküller arasındaki manyetizma, yer ve optik etkiler önem taşımaktadır (Anonim 2012a). Nanoteknolojinin gıda sanayinde genel anlamda besin değerinin arttırılmasında, renginin korunmasında olduğu gibi gıdanın kalite kriterlerinin arttırılması ve bozulmasının engellenmesi için kullanımları mevcuttur (Anonim 2012b). 1. Nanoteknolojinin Ambalajlama ve Gıda Güvenliğindeki Uygulamaları Nanopartiküllerin insanda toksikolojik olması nanopartiküllerin serbest olmasıyla oksidatif stres artmaktadır. Kanser, beyin hasarı, DNA mutasyonu hücre ölümüne neden olmaktadır. Uluslararası yasalarda bunun bir mevzuatı yoktur. Sağlıklı gıdanın geleceğini oluşturmada nanoteknoloji iyi bir rol oynayabilir. İnsan ve çevre sağlığında nanoteknolojinin olumsuzlukları dikkate alınmaktadır(Anonim 2012c). Nano gıdalar genellikle ürün pazarının korunması amacıyla üretilmekte özellikle akıllı ambalajlar gibi farklı üretim teknolojileriyle gıdalarla etkileşimler esas alınarak nano kapsüller tat, lezzet ve renk arttırıcılar kullanılmaktadır. Nano makineler kullanılıp nano gıda üretmek tam anlamıyla gerçeği yansıtmamaktadır. Gıda güvenliğini korumak için farklı teknolojileri kombine kullanmak daha doğru olduğunun kanısındayım. Besin kalitesi sindirilebilirliği esas almasından dolayı öneme sahiptir. Raf ömrünü optimize etmekte, çevre koşullarını ve müşteri memnuniyetini optimize etmek amacıyla bu teknoloji kullanılmaktadır. Ambalaj materyalinin fiziksel, kimyasal ve mekanik özelliklerini geliştirmek amacıyla da bu teknoloji uygulanmaktadır. Bu teknolojiyle akıllı ambalaj pazarının kar marjı 3,7 milyar dolar artması beklenmektedir. Akıllı ambalajlama teknolojisinde renk değişimi esas alınarak, renk indikatörleri kullanılarak gıdaların taze ve bayat ve/veya bozulmuş ve bozulmamış olması tespit edilebilmektedir. Yapılan bir çalışmada KU2-2601 nolu bir ambalaj materyali hem ısıya dayanıklı (nem, oksijen) hem de mekaniki direnç bakımından dirençli olarak üretildi(Parada and Aguilera,2009). Yapılan bir çalışmayla raf ömrü 1 ay olan bir gıdanın raf ömrü nanokompositler kulla- 33 Tabiat ve İnsan nılarak 26 hafta kadar arttırılmış oldu. Nanoteknoloji kullanılarak gıdalarda E.coli ve Salmonella gibi gıda patojenlerinin üremesini engelleyen ambalaj materyalleri geliştirilmiştir. Patojenler ve toksinleri elemine etmek için nanosensörler geliştirildi. Pestisitler için mikroarray sistemi geliştirilerek meyve ve sebzede bulunan bu gıda kontaminantların engellenmesi sağlanmıştır. Son yıllarda paketi kir tutmayan ambalaj materyalinin geliştirilmesi üzerine çalışmalar yapılmaktadır. Magnezyum oksit ve çinko oksit nanopatikül olarak ambalaj materyaline uygulanmasıyla mikroorganizmanın öldürülmesinde etkili olmuştur. Nano sensörler kullanılarak gıdaların zehirli olup olmadığını bilebilmemiz için yapılan çalışmalar mevcuttur. Özellikle son yıllarda önemini arttıran gıda terörizminin nano teknoloji kullanılarak yaygınlaştırılması endişe verici boyutlara gelmesi ihtimali vardır. Gıda kontaminatlarından serbest radikallerin doğal olarak yada sonradan oluşmasının önlenmesi ve / veya temizlenmesinde nanoteknoloji de olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Gıda kalite kontrolünde nano sensörler kullanılmıştır. Renklendirme amaçlı kullanımı mevcuttur. Amerika da 1800 kişiyle yapılan anketlerde nanoteknolojilerin hayata geçirildiğini 34 duyanların sayısı %20 nin altındayken bunu az duyan ya da hiç duymayanların sayısı yaklaşık olarak %80 civarındadır (Anonim2012d ; Anonim2012e). Ekstrüzyon ürünlerinin saklanmasında biyosensörler kullanılmış ve olumlu sonuçlar alınmıştır. Biyosensörlerle gıdalardaki bakteriyi tanımlama ile ilgili çalışmalar mevcuttur (See and Stanley,19998). Nanoteknolojinin kromotografik ve spektrometrik yöntemlerle de kombine kullanımına dayalı yöntemler mevcuttur. Bunlardan 100 den fazla gıda ürünlerinde ambalaj materyallerinde akıllı ambalajlama uygulamaları mevcuttur. Özellikle enkapsülasyon teknolojisinde kontrollü salınım önemlidir (Skurtys vd.,2008; Zwan vd.,2006; Walther vd.,2004). Yapılan çalışmalarda karbon nano tüpleri ile E. coli nin üremesi engellenmektedir. Oksidasyon, mikrobiyal üreme, solunum, aroma kontrolü yine bu teknolojilerin kullanımıyla gerçekleştirilmiştir. Beta karoten depolama stabilitesinin arttırılmasında olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Gıdalarda nanolif kullanılması da son yıllarda önem kazanmaktadır. Nanolif elektro spin ve elektriksel bir voltaj oluşturulmasında öneme sahiptir. Mikroemülsiyon ve nanolif birleştirilerek aktif antimikrobiyal nano lif sistemi oluşturulmaktadır. Nano teknolojinin Tabiat ve İnsan kullanımıyla ilgili temel endişeler insanlar için ciddi bir yeni toksisitelerin oluşmasına yol açmasından endişe edilmektedir. Buna bağlı olarak çevre içinde ciddi riskler ve yeni sorunlara yol açmasından korkulmaktadır. Nanoteknoloji atomik ve moleküler seviyede güçlü bir teknolojidir. Nanoteknoloji çoğu bilim adamlarına göre insan ve çevreye atom ve molekül ölçeğinde maddenin manipülasyonu ciddi yeni farklı riskler oluşturmaktadır. Dünya da son yıllarda nanoteknolojik sistem kullanılarak üretilmiş ancak etiketlenmemiş gıdalar göze çarpmaktadır. Dünyada gıdaların üretiminde farklı teknolojilerin kullanımı ve kimyasal katkıların kullanımının artması nedeniyle insanların organik gıdaya yönelmelerine yol açmıştır. 2. Gıdaların Üretimi ve İşlenmesinde Nanoteknolojinin Uygulanması Gelecekte nanoteknoloji uygulamalarıyla olması beklenen gıdaların akıllı emniyet ambalajı ile sarılması ile gıdaların bozulmalarının önüne geçilecektir. Probiyotiklerin nanokapsülasyonu bakteriyel tanım için kullanımı vardır (Kobashigawa vd.,2005; Parada and Aguilera, 2007; Anonim 2012h). Nanoemülsiyonlarda zerdeçal gıdaların sarı rengini vermesinde öneme sahiptir ( Ricardi,2007). Alerjen gıdaların(ekmek, fındık vb.) algılanabilmesinde nano sensörlerin kullanımı mevcuttur (Weiss vd.,2006; Anonim 2012g). Yapılan diğer çalışmalarda dondurmanın tekstürünün iyileştirilmesi, süt teknolojisinde sütün filtrasyonuyla bozulmanın önlenmesi, farklı gıdalara omega yağ asidi takviyeleri nano teknolojik uygulamalarla sağlanmıştır(Jongsma and Litjens, 2006; Anonim 2012f ). Ürünlerde insanların sağlık ihtiyaçlarının karşılanması için besin değeri, lezzet ve renk geliştirmek için uygulamalar yapılmaktadır. Nanotech firmaları besinlerin kapsüllendirilmesi suretiyle gıdaları güçlendirmek için çalışmaktadırlar. Gıdaların yağ ve şeker içerikleri nanomodifikasyonlar tarafından devre dışı bırakılmaktadır. Dondurma, çikolata gibi gıdalarda şeker yağ içerikleri değiştirilebilmektedir. Yine bununla bağlantılı olarak yağ şeker yerine farklı nano partiküller kullanılarak gıda sindiriminde yağ ve şekerin vücut emilimi önlenmektedir. Bu şekilde lifli gıdaların üretimi yaygınlaşacaktır. Bu şekilde obosite de kısmi olarak önleme imkânı sağlanmış olmaktadır. Yakın zamanlarda nanokapsüller sağlıklı çikolata üretimi sağlanması vb. sağlığı yararlı ürünlerin üretimine imkân sağlanacaktır. Bununla birlikte lezzet, renk açma konsantrasyonlarına dair çalışmalar mevcuttur. Bazı gıda uygulamalarında örneğin osteoroporoz riski olan hastalarda kalsiyum un serbest kalmasını sağlayacak uygulamalar mevcuttur. Akıllı ambalajlama ve izleme ile gıdaların raf ömrü arttırılabilmektedir. Bunlar için nano sensörlerin ve anti mikrobiyal faktörlerin dikkate alınması esastır. Nanoteknoloji son yıllarda özellikle hayvansal kaynaklardaki uygulamalarına bakıldığında balık tadının hissetmek istemeyenler için nanokapsüllerin geliştirilerek gıdaların besin değerlerinin bu şekilde insanların doğrudan balık tüketmeyerek alınmasının sağlanması başarılmıştır. Son yıllardaki çalışmalarda nanoantimikrop salınımı yapabilen sistemlerin oluşturulması ile gıdaların raf ömrünün uzatılmasına dair çalışmalar devam etmektedir. Yapılan bir araştırmada nanokapsüller kullanılarak lokumda doğal boyaların kullanımına olanak sağlayacaktır. Bu amaçla lokum bilindiği üzere yapay gıdaların kullanılarak ve nişastanın kullanılarak yapıldığı bir gıda maddesidir. Amaç olarak β-karoteni protein-karbonhidrat matriksi içerisinde hapsederek ve antosiyaninin lokum imalinde doğal boya kullanarak %100 doğal lokum imal etmektir. Bu amaçla yapılan araştırmalarla 1 mg,2 mg ve 3 mg 100 gr örnek için katılarak dinlenme aşamasında bu işlem uygulanarak renk oluşumuna katkı sağlayan allurared vb. gıda boyalarının kullanımının önüne geçmektir. Böylece doğal ürünlere doğru eğilimin arttırılması amaçlanmıştır (Parada and Aguilera, 2009). SONUÇ Nanoteknoloji günümüzde etkinliğini hızla arttırmaktadır. Bu nedenle bu teknolojinin kullanımıyla ilgili detaylı bilgilere ihtiyacımız artmaktadır. Nanoteknolojinin birçok uygulamalarında olumlu sonuçlar alınmış olmakla birlikte genetiği değiştirilmiş gıdalarda olduğu gibi gelecekte insan ve çevre için ne gibi riskler meydana getireceği kesin olarak bilinmemektedir. Bu nedenle gelecek nesillerde yeni risklerle karşılaşabilmemiz sürpriz olmayacaktır. Dünya da son yıllarda nanoteknolojik sistem kullanılarak üretilmiş ancak etiketlenmemiş gıdalar göze çarpmaktadır. Dünyada gıdaların üretiminde farklı teknolojilerin kullanımı ve kimyasal katkıların kullanımının artması nedeniyle insanların organik gıdaya yönelmelerine yol açmıştır. Bu nedenle nanoteknolojinin kullanılmasında tedbirli olunmalı ve bu teknolojiyle üretilmiş gıdalar mutlaka diğerlerinden ayırt edici özelliklere sahip olması gerektiğinin sonucuna varılmıştır. 35 Tabiat ve İnsan KAYNAKLAR 1. Anonim 2012a,http://www.understandingnano. com/food.html 2. Anonim2012b,http://www.understandingnano. com/column-food.html 13. G Ricardi, G Clemente, and R Giacco. 2003. The importance of food structure in influencing postprandial response. Nutrition Reviews 61:S56–S60. 3. Anonim2012c,http://www.nanowerk.com/spotlight/spotid=1360.php#ixzz1xItrXjod 14. MA Jongsma and RH Litjens. 2006. Self-assembling protein arrays on DNA chips by auto-labeling fusion proteins with a single DNA address. Proteomics 6:2650–2655. 4. Anonim2012d,http://www.ncbi.nlm.nih.gov/ books/NBK32727/figure/ch2.f3/?report=objectonly 15. Anonim 2012f, http://www.er.doe/gov/bes/scale_of_things.html.This section is a paraphrased summary of Jochen Weiss’s presentation. 5. Anonim 2012e, http://www.nap.edu/openbook. php?record_id=12633&page=23 16. J Weiss, P Takhistov, and DJ McClements. 2006. IFT Status Summary: Nanotechnology–Applications in Food Processing and Product Development. Journal of Food Science 71(9):R107–R116. DJ McClements, J Weiss, and EA Decker. 2007. Emulsion-based delivery systems for lipoliphic bioactive components. Journal of Food Science 72(8):R109–R124. Reproduced with permission of Blackwell Publishing Ltd. 6. See, JM., Aguilera, DW., 1999. Microstructural Principles of Food Processing and Engineering, 2nd Edition. Heidelberg, Germany: Springer. 7. Skurtys, O., Bouchon, P., Aguilera, JM., 2008. Formation of bubbles and foams in gelatine solutions within a vertical glass tube. Food Hydrocolloids 22:706–714. 8. Zwan, E van der., Schroën, K., Dijke, K., Boom, R., 2006. Visualization of droplet break-up in premix membrane emulsification using microfluidic devices. Colloids and Surfaces A: Physicochemical and Engineering Aspects 277:223–229. 9. 9. B Walther, L Hamberg, P Walkenström, and A-M Hermansson. 2004. Formation of shaped drops in a fast continuous flow process. Journal of Colloid and Interface Science 270:195–204. 10. Y Kobashigawa, Y Nishimiya, K Miura, S Ohgiya, A Miura, and S. Tsuda. 2005. A part of ice nucleating protein exhibits the ice-binding ability. FEBS Letters 579:1493–1497. 11. J Parada and JM Aguilera. 2007. Food microstructure affects the bioavailability of several nutrients. Journal of Food Science 72:R21–R32. 12. J Parada and JM Aguilera. 2009. In vitro digestibility and glycemic response of potato starch is related to granule size and degree of gelatinization. Journal of Food Science 74:E34–E38. 36 17. Anonim 2012g, http://www.nap.edu/openbook. php?record_id=12633&page=23 18. Anonim 2012h, http://www.nap.edu/openbook.php?record_id=12633&page=23 19. J Parada and JM Aguilera. 2007. Food microstructure affects the bioavailability of several nutrients. Journal of Food Science 72:R21-R32. 20. J.Parada and JM Aguilera. 2009. In vitro digestibility and glycemic response of potato starch is related to granule size and degree of gelatinization. Journal of Food Science 74:E34-E38. 21. G Ricardi, G Clemente, and R Giacco. 2003. The importance of food structure in influencing postprandial response. Nutrition Reviews 61:S56-S60. 22. Gökmen, S. ;Yetim, H. “Lokum İmalinde beta karoten ve antosiyaninin mikroenkapsüle yöntemi kullanılarak renk skalasının korunması “I. TİM ArGe Gıda Proje Pazarı 28-29 Mayıs 2012,S. 192,İzmir. Tabiat ve İnsan TÜRKİYE’NİN CANLARI’NDAN BİRİSİ DAHA KURTULMA YOLUNDA… HATAY DAĞ CEYLANLARI Doç.Dr. Yaşar ERGÜN Abdullah ÖĞÜNÇ Proje Koordinatörü TTKD Hatay Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi TTKD Hatay Şubesi Başkanı 37 Tabiat ve İnsan H atay Dağ Ceylanları (Gazella gazella) ilk kez 2008 yılında Doç. Dr. Yaşar Ergün tarafından TUBİTAK Amanoslar Doğa Okulu için alınan fotoğraf makinası ve tele-zoom objektif kullanılarak fotoğraflandı. Geçmiş yüzyılda Anadolu topraklarından bildirilen iki farklı ceylan türünden birisi (Gazella subgutturosa) bilinirken, diğer türün (Gazella dorcas ya da Gazella gazella) ne olduğu hakkında elde hiçbir zaman doğrulanmış bir bilgi olmadı. İlk kez fotoğraflanmasının ardından tür Dr. Tolga Kankılıç tarafından Şanlıurfa’dan alınan örneklerle karşılaştırmalı olarak bir TÜBİTAK projesi dahilinde yapılan genetik analizlerle ortaya konuldu ve yeni kayıt olarak Türkiye memeli listesine nihayet dahil oldu. 2010 yılında kurulan Türkiye Tabiatını Koruma Derneği Hatay Şubesi çatısı altında yazılan ilk proje konusu olarak “Gazella gazella’ların (Hatay Dağ Ceylanı) Yaşam Ortamlarını İyileştirme ve Risklerin Azaltılması Projesi” 2012 yılında WWF-Türkiye “Türkiye’nin Canı Hibe Programı”na destek için sunuldu ve WWF Türkiye tarafından desteklendi. 38 Projenin ana hedefleri 1) Bilinirliğin sağlanması a) Tabelalama çalışmaları b) İlköğretim okullarındaki eğitim çalışmaları c) Yetişkinlere ve özellikle yöredeki çobanlara yönelik eğitim çalışmaları d) İlköğretim öğrencilerine yönelik gözlem çalışması e) Bir gözlem yeri inşası f ) Basın ve yayın organlarında görünürlüğün ve türün farkındalığın sağlanması 2) Yaşam ortamının iyileştirilmesi a) Bölgede avcılığın engellenmesi b) Yazın su kaynağı olmayan bölgeye bir ya da birden fazla su içecek doğala en yakın kaynağın yapılması Tabiat ve İnsan 3) Risklerin ortadan kaldırılması a) Yaşam alanındaki vahşi köpek probleminin çözülmesi b) Yöre insanının ceylan yavrularını yakalayarak evlerde beslemelerinin önüne geçilmesi şeklinde belirlendi ve bu amaçla eldeki kıt kaynaklar en verimli şekilde ve iyi niyetimize ortak olan iyi insanların yardım ve destekleri ile yola çıkıldı. Fotoğraf: Ceylanlar için bilgilendirme panosu Hatay’da bilinirlik çalışması olarak panolar yaptırıldı ve kendi çektiğimiz fotoğraflarla tasarladığımız tabelalar Hatay’ın ve Kırıkhan’ın muhtelif yerlerine yerleştirildi. Ceylanların yaşam alanına gitmek isteyecekler için yönlendirme tabelaları ihmal edilmedi. Ziyaret- çiler İncirli Köyü Perişan Mahallesinde ceylanları kolay gözleyebilsinler diye en geç bir saatlik bekleme sonunda yılın her mevsimi güneşin olduğu her saat mutlaka ceylan görebilecekleri bir mevkiye gözlem yeri inşa edildi. 39 Tabiat ve İnsan Fatoğraf: Ceylan gözlem kulesi inşaatı Bu arada Anadolu Ajansı ve NTV ana haberde, projenin duyurusu bölgede çekilen görüntüler eşliğinde bizim anlatımımızla kamuoyu ile paylaşıldı. Bu esnada aldığımız bir haber bizleri çok üzdü. Ceylanların yaşadığı ana tepelik alanı çimento hammaddesi olarak kullanmak isteyen bir şirket bölgeye bir çimento fabrikası kurmak için girişimlere başlamıştı. ÇED sürecinde zorunlu olarak yapılması gereken halkı bilgilendirme toplantısına sivil toplum örgütleri ile birlikte katılarak itirazlarımızı bildirdik ve bu konuda binlerce dilekçeyi ilgili makamlara gönderdik. Tayin edilen bilirkişi bizi haklı buldu ve bölgede çi- mento fabrikası yapımı durduruldu diye düşünürken bu kez aynı firma bilirkişiye itiraz etti. Yeni bilirkişi tayini sürecinde yine internet üzerinden başlattığımız imza kampanyasına onbinlerce imza ile ülkemizin her köşesinden ve dünyanın adını bilmediğimiz yerlerinden destek verildi. Şu an yeni tayin edilen bilirkişinin raporu beklenmekte. Bu esnada Orman ve Su İşleri Bakanlığı yetkilileri bölgede bir ceylan üretim istasyonu kurarak üretilecek populasyonun benzeri bir habitata yedek populasyon olarak taşınması hususunda girişimleri başlattı ve 160 dekar alan bu iş için tahsis edildi. Yarım milyon liraya yakın bütçe 2013 için tahsis edildi. Fotoğraf: Ceylanlar için yönlendirme levhaları 40 Tabiat ve İnsan Ceylanlar sadece kendilerini kurtarmakla kalmadılar hemen yanı başlarındaki kurutulan Amik Gölü’nün son kalıntısı olan Gölbaşı Gölü’nün de ihyasına katkı sağladılar. Gölbaşı gölü sulak alan ilan edildi şu an yönetim planı çalışmaları ve çevre düzenlemesi ceylan üretim istasyonu ile birlikte hızla devam ediyor. Biz bu arada ceylanlara doğala en yakın olduğunu düşündüğümüz su yalağını kayaların üzerinde imal ettik. Yazın ceylanların burayı su kaynağı olarak kullanacaklarını umuyoruz. Eğer ceylanlar burayı benimseyip su içerlerse en az 6 bölgede daha bu kaynaktan yapmak gerekecek. Fotoğraf: Ceylanlar için su yalakları TRT’de bize duyarsız kalmadı ve TRT Belgesel kanalı için Hatay Dağ Ceylanı belgeseli hazırladı. Birinci bölüm master kopya elimize ulaştı duygulanarak seyrettik ve “TRT işi” inanılmaz bir belgeseli daha arşive kazandırdık. İkinci bölüm mayıs ayında yavrulama mevsiminde çekilecek. Sanırım eylül gibi yeni yayın döneminde ilgililerin dikkatine sunulacak olan belgesel bu konudaki bir açığı kapatmış olacak. Fotoğraf: Ceylanlarla ilgili belgesel çekimleri 41 Tabiat ve İnsan TÜBİTAK hem keşfedilmesine hem de türün doğrulanmasına katkı sağladığı ceylanlara ocak 2013 sayısında proje yürütücüsü tarafından çekilen bir fotoğrafla iki tam sayfalık bir yer ayırdı. Proje ve koruma çalışmasında yapılanları kısaca özetleyerek Türkiye’yi haberdar etti. CNN Türk televizyonundan Yeşil Doğa programı ceylanları konu alan bir Hatay bölümü ha- zırladı ve yayınladı. Yüzlerce kez haber olduk binlerce ve hatta on binlerce farklı ulusal ya da yerel medyada yer aldık. 2008 senesinde ceylan ve Hatay kelimeleri aranınca sonuç bulamayan google bugünlerde 226 000 sonuç verir oldu. Eğitim çalışmaları için okullara gittik büyükleri ya işte ya dağda yakalayıp kendimizi anlattık. Fotoğraf: Okullarda ceylanlarla ilgili eğitimler ve öğrencilerin ceylan gözlemleri Yazın ceylanların su içtiği çiftlikleri ziyaret ettik ve hedeflerimizi anlattık. Kimseyi ceza ile şikayet etmekle jandarma ile tehdit etmedik. Uzun, zor ama kalıcı olan yolları denedik. İnsanların sofrasına oturduk, dost olmaya çalıştık, tuzumuz ekmeğimiz, selamımız, içecek çayımız oldu. Çobanlar çok sevdikleri ceylanları başkalarının da koruduğunu öğrenince bize destek oldular. 42 Tabiat ve İnsan Fotoğraf: Ceylanlarla ilgili halkın ve çobanların bilgilendirilmesi Fotoğraf: Çobanlar tarafından bildirilen yaralı ceylanın tedavisi ve doğaya bırakılması Bölgedeki sınır karakollarındaki erden tabur komutanına herkesi ziyaret ettik. Valiye, kaymakama, belediye başkanına yaptıklarımızı anlattık. Fotoğraf: Belediye Başkanı Murat SAKMAN’ı ziyaretimiz. Fotoğraf: 1. Hudut Tabur Komutanı Piyade Yarbay Ragıp TAYGAN’ı ziyaretimiz. 43 Tabiat ve İnsan Çok az para ile yola çıkmıştık bu kadar işi o kadar para ile yapmak çok zordu ama kimseden para da istemedik. Proje dahilinde yapılması gerekenleri yapmak ya da satın almak için gittiğimiz yerlere kendimizi tanıttık, ne için kullanacağımızı söyledik azımızı çoğa saydılar, yetmeyen yerde kendimiz çalıştık. İlk resim çekildiği 2008 şubatında yaklaşık 110 civarında olan ceylan sayımız 2012 sonunda yapılan resmi sayımla 230 olarak kayıt altına alındı. Artık ceylanlar kendilerinin yıllardır yaşadığı 4.5 km’ye 11 km’lik alandan taşmaya başladılar. Sağ olsunlar bakanlık yetkilileri olaya sahip çıktılar ve bugünlere geldik. Sivil toplum temsilcileri olarak yapılacak daha çok şey var. Destek buldukça gerçekleştirecek daha çok projemiz var. Desteğinizi bekliyoruz. 44 Tabiat ve İnsan DERNEĞİMİZİN GİRİŞİMİYLE İÇ ANADOLU BÖLGESİ STK’LARI ÇEVRE SORUNLARI İÇİN EYLEM PLANI HAZIRLAMAK AMACIYLA KAYSERİ’DE BULUŞTU Sümeyye SARAL TTKD 45 Tabiat ve İnsan D erneğimizin girişimiyle Sivil Toplum Kuruluşları için Teknik Destek (TACSO)’nun finansal desteği ile İç Anadolu Çevre Platformu (İÇAÇEP) İç Anadolu Bölgesi’nin çevre sorunlarına çözüm üretmek ve harekete geçmek için 23 Mart 2013 tarihinde Kayseri’de toplandı. Toplantıya, Türkiye Çevre Platformu (TÜRÇEP), Batı Karadeniz Çevre Platformu, Ege Çevre Platformu ve Doğu Akdeniz Çevre Platformundan temsilciler ve Erciyes Üniversitesi’nden akademisyenler katıldı. Çalıştay, Derneğimiz adına projeyi sunan ve yürüten Genel Başkan Yardımcısı Serap KANTARLI’nın toplantının amacı konusunda bilgi vermesiyle başladı. Oturum başkanı TÜRÇEP Genel Sekreteri Prof. Dr. Tanay Sıdkı Uyar, konuşmasında, İÇAÇEP’in gönüllülük esası ile yürütülen ve toplantının yapıldığı kentin sorunları öncelikli olmak üzere yapılan bölge toplantılarının gündemini yereldeki katılımcılarla belirlemenin ve yerelde çözmenin önemini belirtti. Ayrıca toplantılarda, bilgilenmenin, birlikte değerlendirmenin ve sonuçlarla varılan noktayı toplumsallaştırmanın platformların temel felsefesi olduğunu söyledi. Çalıştayın öğleden önceki oturumunda İç Anadolu Bölgesi’nin çevre sorunlarına çeşitli sunumlarla deği46 Tabiat ve İnsan nildi. İlk olarak İÇAÇEP’in Genel Sekreteri Abidin Özkaymak yaptığı sunumda bölgesel toplantılarda ele alınan çevre sorunları ve sonuç bildirgeleri hakkında bilgi verdi. pasite çalışmamasına ve endüstriyel atıklara yönelik tehditlere dikkat çekildi. 2005’ten günümüze kadar yapılan 10 bölgesel toplantının içerik olarak çoğunlukla göllerin ve sulak alanların sorunlarından oluştuğu görüldü. Bölgenin göller yöresi olması, iklim değişikliği, kuraklık ve su sıkıntısı konuları ön plana çıktı. Seyfe Gölü, Meke Gölü, Hürmetçi Sazlığı, Eşmekaya Sazlığı gibi önemli sulak alanların karşı karşıya kaldığı kirlilik, kuraklık ve tuzlanma sorunlarına ve bilinçsiz saz kesimleri ile sazlık alanların yakılması baskılarına dikkat çekildi. Su ve sulak alanlar konusunda Doç. Dr. Fatih Duman yaptığı sunumda ülkemiz sulak alanlarının son 40 yılda yarısının kaybedildiğine dikkat çekti. Uluslararası Sulak Alanlarının Korunması Sözleşmesi Ramsar’a taraf olmamızın korunması planlanan sisteme pek bir katkısı olmadığı kimi katılımcılar tarafından vurgulandı. Sulak alanların sahip olduğu sazlıkların ticari amaçla sömürüldüğü, yeraltı sularının, İç Anadolu bölgesi için önemi açık olmasına rağmen, kaçak kuyular aracılığıyla sulamada kullanıldığı ve bölgedeki kuyuların kapatılması gerekliliği üzerinde duruldu. Yapılan yorumlarda belirli göl ve bölgelerde koruma çabalarından bahsedilerek Tuz Gölü’ne evsel atıkların bırakılmasının durdurulması gibi iyi sonuçların alınabileceği belirtildi. Bunun yanı sıra bölgedeki kum ocaklarının baskısı, nehir yataklarının değişmesi, Kızılırmak üzerinde faaliyete geçen yeni HES oluşumlarına, Kayseri’deki arıtım tesislerinin tam ka- Bu sunumların arkasından, Prof. Dr. Tanay Sıtkı Uyar, enerji üretimi ve kullanımı üzerine Türkiye’nin yenilenebilir enerji potansiyeli ve bu potansiyelin gerçekleştirilebilirliğinin önemini anlatarak %100 yenilenebilir enerjinin Türkiye için hedef olması gerektiğinin altını çizdi. Bunun için öncelikle enerji verimliliğinin her alanda uygulamaya geçirilmesi gerektiğine ve 47 Tabiat ve İnsan gelişmiş ülkelerin çevre dostu olmayan eski teknolojilerine mahkum olmak zorunda olmadığımıza vurgu yaptı. Türkiye’de yenilebilir enerjinin önündeki yasal engellerin aşılması durumunda, yenilenebilir enerjinin toplum için özgürlük, eşitlik, barış ve yerel iş imkanı anlamına geleceğinin altını çizdi. Prof. Dr. Tanay Sıdkı Uyar “toplumsal maliyet kavramının çevre sorunlarının çözümünde çok önemli bir rol oynadığı açıktır. Değerlendirmeler yaparken bu kavramın göz önünde bulundurulması uygulanacak olan planın toplumsal maliyetinin çıkarılarak ne gibi yarar ve zararlara yol açacağı tartışılmalıdır. Bununla birlikte Aarhus Sözleşmesi’nin önemine varılmalı, bilgiye erişim, karar verme aşamasında halkın katılımı ve çevresel meselelerde adalete erişim kavramları adım atacağımız aşamalarda yol gösterici olmalıdır. Platformlar nezdinde toplumsallaştırdığımızı, oy verdiğimiz siyasi partiler ekseninde de siyasallaştırmamız gerekmektedir.” değerlendirmesinde bulundu. Katılımcılar tarafından, rüzgar enerjisinin kurulacağı bölgelerin mera alanlarının kullanımını kısıtlamaması konusunda dikkatli olunması gerektiğine vurgu yapıldı. Daha sonra Yrd. Doç. Dr. Sancar Bulut tarafından bölgenin tarım kaynaklı çevre sorunları, Mustafa Kaya 48 tarafından ise çevresel ve kültürel değerlerin korunması konusunda sunumlar yapıldı. Konya kapalı havzasında yoğun su kullanımı ve şeker pancarı, mısır gibi su ihtiyacı çok olan tarımsal ürünlerin üretiminin havzada artış göstermesine dikkat çekildi. Özellikle Kapadokya bölgesinde turizm faaliyetlerinin yoğunlaşması nedeniyle peri bacalarının tehdit altında olduğu belirtildi. Bölgedeki balonculuk faaliyetlerinin düzenlenmesi ve denetlenmesi gerektiği, koruma planlarının oluşturularak bir an önce kültürel ve doğal değerlere sahip çıkılması gerektiği bildirildi. Çalıştay sonucunda bölgede yerel düzeyde faaliyet gösteren STK’ların katılım desteği ile sorunlara çözüm üretecek bir eylem planının hazırlanması için hazırlık yapıldı. Eylem planının; Türkiye’de çevresel mücadelenin etkinliğinin artırılması; su, enerji ve iklim değişikliği; doğal ve kültürel varlıkların korunması; TÜRÇEP ve İÇAÇEP etkinliğinin artırılması ana başlıkları altında toplanmasına karar verildi. Kayseri Çalıştayında İç Anadolu Çevre Plaformu İÇAÇEP’e Nevşehir, Kayseri ve Eskişehir’den yeni katılımlar oldu. Bu katılımların Platformun ekolojik sorunlara daha güçlü ses vereceği anlamına geleceği vurgulandı.