54 yıl önce bu günlerde Türkiye`de garip bir
Transkript
54 yıl önce bu günlerde Türkiye`de garip bir
Ýçiþleri Bakaný Beþir Atalay, DTP Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ýn 12 Nisan 2009 tarihinde Van’ýn Muradiye ilçesinde polislerle mahalle gençleri arasýnda yapýlan dostluk futbol maçýnda yaþanan olaylarla ilgili soru önergesini yanýtladý. Mahalle maçýndaki olaylarýn iddia edildiði gibi gençlerin Kürtçe konuþmasýndan kaynaklanmadýðýný belirten Atalay’ýn þok açýklamasý þöyle: “Meydana gelen tartýþma olayý, oynanan maçýn heyecaný ve stresinden kaynaklanmýþtýr.” Bakan Beþir Atalay, polislerin dayak attýðýný da kabul etmeyip yaþananlardan sadece “olaylar” diye söz etti. Ailelere Þikayeti Geri Al Ziyareti Polisin çocuklara þiddet uygulamasýyla ilgili Muradiye Emniyet Müdürlüðü’ne baþmüfettiþ görevlendirildiðini belirten Ýçiþleri Bakaný Beþir Atalay, olaylar sýrasýnda yaralanan dört çocuðun ... 4’DE 2’DE 3’DE 3’DE Bir yýl önce rahim ameliyatý olan üç çocuk annesi 37 yaþýndaki Amine Akbulut, ‘10 dakikalýk’ denilen ameliyattan bitkisel hayatta çýktý. Akbulut, ameliyat olduðu hastanede tam bir yýldýr bitkisel hayatta, makinelere baðlý yaþam savaþý verirken eþi Hasan Akbulut doktorlar hakkýnda hem Tabip Odasý’na hem de Cumhuriyet Savcýlýðý’na suç duyurusunda bulundu. Tabip Odasý’nýn incelemesinde doktorlar ‘kusursuz’ bulunurken, konuyu soruþturan Cumhuriyet Savcýsý, doktorlarýn Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 89/1 maddesine göre ‘taksirle adam yaralama’ suçundan altý aydan üç yýla kadar hapisle yargýlanmasýný talep etti. Doðumun býraktýðý tahribat Amine Akbulut, Ýzmir’in Selçuk ilçesi Zeytinköy Akpýnar Mahallesi’nde, SSK’dan emekli 47 yaþýndaki kocasý Hasan Akbulut, oðullarý 15 yaþýndaki Mert ve 13 yaþýndaki Kadir ve kýzlarý 4 yaþýndaki Ýrem ile birlikte yaþýyordu. Geçen 11 Eylül’de karýn aðrýlarýndan Pir Sultan Abdal Kültür Derneði ve Alevi Bektaþi Gençlik Platformu (AGEP) üyeleri zorunlu din dersinin kaldýrýlmasý için Taksim Tramvay Duraðý’nda basýn açýklamasý yaptý. Okullarýn açýlacaðý... 3’DE 8’DE kurtulmak için doktora gitti. Daha önce de muayene olduðu Kadýn Hastalýklarý ve Doðum Uzmaný Dr. Meral Tüzün’e baþvuran Amine Akbulut, rahminde yýrtýk Ýnsaný hayata tutunmaya zorlayan en büyük güçtür inanç. En umulmadýk ve en zor þartlarda dahi maddi ya da manevi ufacýk bir umut kýrýntýsýna yüklediðimiz anlam ve inançla sonranýn bilinmezliðine olan merakýmýz kesiþtikçe yaþamaya devam etme isteðimiz bilenir. Hayata bir þekilde tutunarak yola devam etme isteðimiz, en uç ve en eðlenceli örneklerden biri olan ýssýz bir adaya düþtüðümüzde yanýmýza alacaðýmýz üç nesnenin ne olacaðý ile ilgili soruya verdiðimiz yanýtlarda da kendini belli eder. Sýrf daha da sonrasýna olan merakýmýz yüzünden yapayalnýz bedenimizi ýsýtmak, avlayabildiklerimizi piþirmek ya da uzaklardan fark edilebilmek adýna bir ateþ yakmak için olduðunu öðrendi. Akbulut, doðum yapan kadýnlarda görülebilen, bu rahatsýzlýðýnýn çözümü için önerilen ameliyatý kabul etti. 2’DE çakmak ya da kibrit götüreceðimizi düþünürüz yanýmýzda. Ya da ne olursa olsun zavallý bedenimizi koruyabilmek ve hayata bir þekilde devam edebilmek için çeþit çeþit kesici aletten birini seçeriz. 5’DE 54 yýl önce bu günlerde Türkiye'de garip bir hareketlilik vardý. Kýbrýs'ta yaþanan olaylar yýl boyunca ülkenin gündeminden hiç düþmemiþti. Dernekler kuruluyor, siyasetçiler halký Rumlara karþý içten içe kýþkýrtýyor, "Kýbrýs Türk'tür" mitingleri düzenleniyordu.. 6 Eylül günü, Mithat Perin'in sahibi, Gökþin Sipahioðlu'nun yazý iþleri müdürü olduðu, Demokrat Parti yanlýsý Ýstanbul Ekspres gazetesi "Atamýzýn evi bombalandý" manþetiyle ikinci baskýsýný yaptý. Gazete, tirajý 20 bin civarýnda olduðu halde, 6 Eylül'de 290 bin basýlmýþtý. O dönemde kurulmuþ olan Kýbrýs Türktür Derneði'nin üyeleri, o günkü sayýyý bütün Ýstanbul'da satmaya ve halký galeyana getirmek üzere kullanmaya baþladý. 6-7 Eylül gecesi Türkiye'nin tarihine bir kara sayfa daha eklendi. Görgü tanýklarýnýn ifadesiyle saat 19:00'da, Pangaltý'da, þu anda Ramada Oteli'nin yerinde bulunan ve Rum bir vatandaþýn sahip olduðu, dönemin popüler mekânlarýndan Haylayf Pastanesi'ne yapýlan saldýrýyla baþlayan olaylar, tüm Ýstanbul'a, oradan da yurda yayýldý. 7’DE 2 Baþtan aþaðý þiir kesilmiþ, hayatýný þiire dönüþtürmüþ bu insaný þairler olarak hepimizin kalbimizin güzel bir köþesine koymamýz gerek diye düþünüyorum Ýlhan Berk bir gün bana bir Lizbon anýsý anlatmýþtý. Yorgun ve dalgýn halde bir kafeye oturmuþ; Lizbon ya hep aklýnda þair Pessoa. Garson’a sormuþ: “Pessoa’nýn bir heykeli varmýþ; nerede?” diye. Garson gülümsemiþ ve “Masanýzda sizinle oturuyor” diye yanýtlamýþ. Ýlhan Berk baþýný çevirip bir bakmýþ gerçekten de Pessoa heykeli yanýnda. “Müzeyi de gezdiniz mi?” diye sormuþtum. Müzeden haberi yokmuþ. Ayrýntýlarýný anlatýnca çok üzülmüþtü. Geçen hafta Ýlhan Berk’e yolculuða çýktýk. Ben yaz baþýndan beri ona yolculuktaydým zaten. Gümüþlük Akademisi’nde Latife ile oturmuþ konuþuyorduk. “Burayla çok içli dýþlýydý. Ýlhan Berk’i anmak Akademi’ye düþer” diye. Akademi’de de olaðanüstü bir yaz yaþanmakta... Myndos konserleri, tiyatro gösterileri, atölyeler... Tarihi boyunca yaþamadýðý bir yoðunluk ve doluluk... Ama Ýlhan Berk olunca akan sular duruyor. Onun güzel anýsý öyle sýcak ve öyle bizimle ki. O gerçi Latife’ye ‘þair romancý’ derdi ama þiir akrabalýðýndan ve diðer yoðunluklardan iþin önemli bir bölümü bana düþtü. Sonunda bir otobüs dolusu þairi ‘Þiirli Otobüs’e doldurup Bodrum’a getirdim. 26 Aðustos sabahý erkenden yola çýktýk. Ýlk espiri Hüseyin Alemdar’dan geldi. “Ýlhan Berk’in bu yolculuktan haberi olsaydý þöyle derdi: Geri dönün!” ‘Þiirli Otobüs’ün seyir defterini þiir sitelerinden okuyanýnýz, yolculuðun fotoðraflarýna rastlayanýnýz olmuþtur. Ben, Ýlhan Berk Buluþmasý’nýn koordinatörü olarak biraz da çekmediðimiz fotoðraflar, yazmadýðýmýz ayrýntýlardan söz edeceðim. Onun balkonunda durduðumuz; odasýna baktýðýmýz bir an vardý. Oda pek bozulmamýþ. Mimar oðlu Ahmet Berk orayý ofis olarak kullanmaya baþlamýþ ama ev yine Ýlhan Berk’in izlerini taþýyor. Pessoa ve Avrupa kentlerindeki þair müzelerini düþününce aklýma þu gelmedi deðil: Bu iþler nasýl yapýlýr bilmem ama örneðin orasý Kültür Bakanlýðý tarafýndan satýn alýnsa ya da uzun süreli kiralansa (mirasçýlar arzu ederse tabii) ve Ýlhan Berk’in evi olarak hep yaþayabilse. Benim orada gözlerim doldu. Eminim o evde onun güzel konukseverliðini yaþayan pek çok þaire de ayný þey olmuþtur. Gözlerimin dolduðu ya da gözyaþlarýmýn aktýðý tek an bu deðildi tabii... Malum onca þairi idare etmek zor. Biz de bilindiði gibi kolay aðlayan cinsiz. Hele ben bu konuda ünlüyümdür. Gözyaþlarým hep hazýrda durur. Þairlerin çeþitli yaramazlýklar yapýp beni üzdüðü anlarda Ýlhan Berk’in bana bakýp derin derin düþündüðünü görmekteydim. Bu dünyayý býrakýp gitmiþ bir þairin bilgeliðiyle bütün olup biteni izlemekte olduðunu... Her yolculuðun içinde mutlu ve kederli anlar vardýr kuþkusuz. Bir de ‘þairlik’ dediðimiz bir ‘arýza varoluþ’ var bu dünyada. Þiire pek bir gerekli bir arýza hal ve gidiþi... Hem ‘ben çok önemliyim’ hem de ‘ben bir hiçim’i ayný anda hissetmek kolay deðil. Sonuçta þairin halini en çok þair anlar. Ýlhan Berk’in þu an yanýma gelebilseydi bana güzel þeyler söyleyeceðini biliyorum. Çünkü hep söylemiþtir. 2000 yýlýnda Yalova Þiir Festivali’nde onun için hazýrladýðýmýz sürpriz gece sonunda baþýna defne tacý taktýðýmda gözyaþlarýný tutamamýþtý. Þiir anlayýþýmýz ona yakýn olsun ya da olmasýn. (Onu sevmek için böyle olmasý gerekmez zaten). Baþtan aþaðý þiir kesilmiþ, hayatýný þiire dönüþtürmüþ bu insaný þairler olarak hepimizin kalbimizin güzel bir köþesine koymamýz gerek diye düþünüyorum. Seyir defterine girmeyen bir sahne var... Her þey bitip de otobüsün gittiðinin ertesi gecesi Latife ile tozuttuðumuz an. Ahmet Güntan’ýn yazdýðý muhteþem Ýlhan Berk metnini yýldýzlara okuyarak çýlgýnlar gibi dans ediþimiz. Akademi ahalisini uykularýndan ettiðimiz bu gecede Ýlhan bizi bir yerlerden izliyor olsaydý: “Derhal yatýn!” derdi. Ama insan bir kez coþtu mu önüne geçilemiyor. Sonuçta günler geceler boyunca emek harcanmýþ ve önemli bir iþ baþarýlmýþ. Biraz deþarj olmaya ihtiyaç var, deðil mi? O gece yarýsý yýldýzlar ve Akademi gönüllüleri þu güzel sözlerle uyandýlar: Ýlhan, bir handý. Ýlhan Han! ............................. Bizlere üstünde top koþturacaðýmýz geniþ bir toprak býraktýn. Büyük iyilik yaptýn. "Buralarý benim" demezdin. "Gelin çocuklar, buralarda oynayýn" diye bizi çaðýrýrdýn, heveslendirdin. ................. Ýlhan Han! "Sensiz yoksuluz, anlýyor musun?" * Bu güzel metnin tamamýnýný www.gumuslukakademisi.org sitesinden okuyabilirsiniz. BirGün Nesrin Coþkun ÝZMÝR - Bir yýl önce rahim ameliyatý olan üç çocuk annesi 37 yaþýndaki Amine Akbulut, ‘10 dakikalýk’ denilen ameliyattan bitkisel hayatta çýktý. Akbulut, ameliyat olduðu hastanede tam bir yýldýr bitkisel hayatta, makinelere baðlý yaþam savaþý verirken eþi Hasan Akbulut doktorlar hakkýnda hem Tabip Odasý’na hem de Cumhuriyet Savcýlýðý’na suç duyurusunda bulundu. Tabip Odasý’nýn incelemesinde doktorlar ‘kusursuz’ bulunurken, konuyu soruþturan Cumhuriyet Savcýsý, doktorlarýn Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 89/1 maddesine göre ‘taksirle adam yaralama’ suçundan altý aydan üç yýla kadar hapisle yargýlanmasýný talep etti. Doðumun býraktýðý tahribat Amine Akbulut, Ýzmir’in Selçuk ilçesi Zeytinköy Akpýnar Mahallesi’nde, SSK’dan emekli 47 yaþýndaki kocasý Hasan Akbulut, oðullarý 15 yaþýndaki Mert ve 13 yaþýndaki Kadir ve kýzlarý 4 yaþýndaki Ýrem ile birlikte yaþýyordu. Geçen 11 Eylül’de karýn aðrýlarýndan kurtulmak için doktora gitti. Daha önce de muayene olduðu Kadýn Hastalýklarý ve Doðum Uzmaný Dr. Meral Tüzün’e baþvuran Amine Akbulut, rahminde yýrtýk olduðunu öðrendi. Akbulut, doðum yapan kadýnlarda görülebilen, bu rahatsýzlýðýnýn çözümü için önerilen ameliyatý kabul etti. Geçen 11 Eylül’de de eþi Hasan Akbulut’la birlikte randevulaþtýðý gibi sabah erken saatte Özel Ege Saðlýk Hastanesi’ne geldi. Amine Akbulut, Opr. Dr. Tüzün ve Anestezi Uzmaný Dr. Özel Kars Yýlýk tarafýndan, ‘10 dakikalýk’ denilen ameliyata alýndý. Ancak iddiaya göre ameliyat sýrasýnda Amine Akbulut’un kalbi durdu, müdahalelere karþýn, Akbulut bitkisel hayata girdi. Nefes almasý için boðazýndan delik açýlan talihsiz kadýn, makinelere baðlandý. Bilinci kapalý, makinelere baðlý hortumla beslenen Amine Akbulut yoðun bakým sonrasýnda hastanenin 203 numaralý odasýna yatýrýldý. Talihsiz kadýn, bir yýldýr hastenede bu halde yaþatýlýrken, Hasan Akbulut eþinin ‘doktor kurbaný’ olduðu iddiasýyla savcýlýða baþvurdu. Akbulut, doktorlar hakkýnda Ýzmir Tabip Odasý ve Ýl Saðlýk Müdürlüðü’ne de þikâyette bulundu. Ýnceleme baþlatan Ýzmir Tabip Odasý, doktorlarýn kusurlu bulunmadýðý yolunda rapor hazýrladý. Bu duruma þaþýran Akbulut þunlarý söyledi: “Doktor eþimi ameliyata götürürken, bana ‘Sen otur, 10 dakika sürecek. Birkaç saat dinlenir, eve götürürsün. Gece kalmayacak’ demiþti. Ancak ameliyata girdikten kýsa bir süre sonra ben eþimin odaya getirilmesini beklerken doktor geldi, Amine’nin bir hastalýðý olup olmadýðýný sordu, kalbinin durduðunu söyledi. Sonrasýnda ise eþimi bize enkaz gibi getirdiler. Eþim ameliyata alýnmadan önce hiçbir muayene, tahlil yapýlmamýþtý. Eþim bir yýldýr öylece yatýyor. Bana birkaç kez ‘Hastaný al, git’ dediler. Üç çocukla, hangi imkânla ben eþime evde bakabilirim? Buradan eve götürmem, eþimin ölmesi demek.” TBMM’ye de baþvurdu Savcýlýða baþvurduðunu belirten Hasan Akbulut, davanýn açýldýðýný kaydederek, þunlarý söyledi: “Doktorlar Ýzmir 11’inci Sulh Ceza Mahkemesi’nde yargýlanacak. Ama Ýzmir Tabip Odasý’ndan gelen rapor çok ilginç. Doktorlarda kusur bulunmamýþ. Bu rapora itiraz ettik. Mücadelemden vazgeçmeyeceðim. TBMM Ýnsan Haklarý Komisyonu’na da þikâyetçi oldum. Bu bir yýldýr kimse gelip de eþimin durumunu tespit etmedi. Eþim sözde yaþýyor, ölmediði için doktorlar yaralamadan yargýlanacak. Tek umudum yargýda. Biz yandýk baþkalarý yanmasýn. Çocuklarým periþan, etkilenmesin diye sadece oðullarýmý iki kez annelerini görmeye götürdüm. Her gün baþýnda ailemden biri nöbet tutuyor. Doktorlar geri dönüþün olmayacaðýný söyledi, yani yaþarsa böyle yaþayacakmýþ. 10 dakikalýk denilen ameliyat bizi mahvetti. Tam bir yýldýr eþim bitkisel hayatta, iyileþmesi mümkün deðil. Bana da sadece evlatlarýma sarýlýp, umutla adaletin yerini bulmasýný beklmek kaldý.” Konuyu soruþturan Cumhuriyet Savcýsý, doktorlarýn TCK’nýn 89/1 maddesine göre, taksirle adam yaralama suçundan üç aydan bir yýla kadar, maðdurun bitkisel hayata girmesi nedeniyle de 89/3-A maddesine göre altý aydan üç yýla kadar hapisle yargýlanmalarý istemiyle dava açtý. Davanýn görülmesine önümüzdeki günlerde baþlanacak. Radikal Gazeteci Yesergepov'un 'devlet sýrlarýný açýða çýkardýðý' gerekçesiyle 3 yýl hapse mahkûm edilmesiüzerine Avrupa Birliði'nin yayýmladýðý 'basýna özgürlük' deklarasyonuna katýlmayan tek aday ülke Türkiye oldu Avrupa Birliði, Kazakistan’daki medya özgürlüðüyle ilgili bir deklarasyon yayýmladý. Devlet sýrlarýný açýða çýkardýðý gerekçesiyle tutuklanýp 3 yýl hapse mahkûm edilen Ramazan Yesergepov adlý gazeteciyle ilgili açýklamada basýn özgürlüðü dersi niteliðinde bir paragrafa da yer verilerek “Gazetecilerin, yetkililerin olasý yanlýþlarýný ortaya çýkararak demokrasiye hizmet ettikleri” vurgulandý. Tüm AB üyelerinin onayýný alan açýklamaya aday ülkeler Hýrvatistan ile Makedonya ve potansiyel aday olan batý Balkan ülkeleri de destek verdi. Açýklamaya katýlmayý uygun bulmayan tek AB adayý ülke ise Türkiye oldu. Gazeteci özgür olmalý Avrupa Güvenlik ve Ýþbirliði Teþkilatý’nda (AGÝT) yapýlan bir toplantý çerçevesinde yayýmlanan deklarasyonda resmi hükümet bilgilerinin açýða çýkarýlmasý konusunda gazetecilerin, kamu memurlarý ve devlet yetkililerine empoze edilebilecek yükümlülüklere tabi olmamasý gerektiði ifade edildi. Açýklamada, “Gazeteciler, devletin nasýl iþlediðiyle ilgili yorumlar da dahil olmak üzere kamunun yararýna olan tüm konularla ilgili haber yapmakta özgür olmalýdýr” denildi. Araþtýrmacý gazetecinin önemi Belgede, hükümetlerin hesap verebilirliði açýsýndan araþtýrmacý gazetecilerin çok önemli bir role sahip olduðu da vurgulanarak, “Onlar yetkililerin olasý yanlýþlarýný ortaya çýkararak demokrasiye, hukukun üstünlüðüne, insan haklarýna ve temel özgürlüklere hizmet ediyorlar” ifadeleri kullanýldý. AB, açýklamada gazetecinin yargýlanmasýnýn kapalý kapýlar ardýnda yapýlmasýný da eleþtirdi. Türkiye’nin tavrý deðiþmiyor Türkiye, AB’nin Özbekistan’daki medya özgürlüðü konusunda yaptýðý açýklama için de ayný tavrý sergiledi. Bu açýklamada da Özbekistan’ýn kriminal suçlamalarla baðýmsýz gazetecilerin seslerini kýsma çabasý içinde olduðu yönünde bir tespitte bulunuluyor ve atýlan adýmlarýn bu ülkenin medya özgürlüðü konusunda AGÝT bünyesindeki taahhütleriyle uyuþmadýðýnýn altý çiziliyor. Medya özgürlüðü konusunun iþlendiði bu iki açýklamaya destek veremeyen Türkiye, Daðýstanlý bir gazetecinin öldürülmesiyle ilgili olan ve gazetecilere yönelik þiddetin kýnandýðý Rusya’yla ilgili AB açýklamasýna katýlmayý uygun gördü. (Milliyet) Dostluk Maçýnda Dayak Atmýþlardý Ýçiþleri Bakaný Beþir Atalay, DTP Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ýn 12 Nisan 2009 tarihinde Van’ýn Muradiye ilçesinde polislerle mahalle gençleri arasýnda yapýlan dostluk futbol maçýnda yaþanan olaylarla ilgili soru önergesini yanýtladý. Mahalle maçýndaki olaylarýn iddia edildiði gibi gençlerin Kürtçe konuþmasýndan kaynaklanmadýðýný belirten Atalay’ýn þok açýklamasý þöyle: “Meydana gelen tartýþma olayý, oynanan maçýn heyecaný ve stresinden kaynaklanmýþtýr.” Bakan Beþir Atalay, polislerin dayak attýðýný da kabul etmeyip yaþananlardan sadece “olaylar” diye söz etti. Ailelere Þikayeti Geri Al Ziyareti Polisin çocuklara þiddet uygulamasýyla ilgili Muradiye Emniyet Müdürlüðü’ne baþmüfettiþ görevlendirildiðini belirten Ýçiþleri Bakaný Beþir Atalay, olaylar sýrasýnda yaralanan dört çocuðun da Muradiye Cumhuriyet Baþsavcýlýðý’na þikâyette bulunduklarýný anýmsattý. Bakan, “Emniyet Müdürlüðü tarafýndan olaydan sonra taraflarýn þikâyetlerinden vazgeçmeleri hususunda herhangi bir giriþimde bulunulmadýðý gibi üst rütbeli personelce gençlerin ailelerine yanlýþ anlamalarýn giderilmesi için çeþitli ziyaretler yapýldý” dedi. Maçýn heyecanýyla dövmüþler Ýçiþleri Bakaný Beþir Atalay' Van’da yapýlan ‘dosluk maçý’nda polislerin Kürtçe konuþtuklarý gerekçesiyle çocuklarý dövdüðü iddiasýna ilgin bir þekilde açýklýk getirdi Atalay, polisin çocuklarý maçýn heyecanýyla dövdüðünü ve açýða alýnan polis olmadýðýný belirtti ‘Dostluk maçý’nda dayak atmýþlardý! Ýçiþleri Bakaný Beþir Atalay, Van’ýn Muradiye Ýlçesi’nde polisin 'dostluk maçý' yaptýklarý gençleri ‘Kürtçe küfür’ ettikleri gerekçesiyle dövdüðü iddialarýyla ilgili soru önergesine garip yanýtlar verdi. Ýçiþleri Bakaný Beþir Atalay, DTP Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ýn 12 Nisan 2009’da Van’ýn Muradiye ilçesinde polislerle mahalle gençleri arasýnda yapýlan futbol maçýnda yaþanan olaylarla ilgili soru önergesini yanýtladý. Mahalle maçýndaki olaylarýn iddia edildiði gibi gençlerin Kürtçe konuþmasýndan kaynaklanmadýðýný belirten Ýþte Atalay’ýn þok açýklamasý: Maçýn heyecanýyla yaþandý: Meydana gelen tartýþma olayý, oynanan maçýn heyecaný ve stresinden kaynaklanmýþtýr. Kürtçe konuþmayla ilgisi yok: Bölge hassasiyetlerini bilen Emniyet Müdürlüðü personelinin vatandaþlarýn sokakta Kürtçe konuþmasýný engellemeye çalýþmasý veya böyle bir talimat vermesi gibi bir þey sözkonusu deðildir. Dayakçý Polis Ýþe Devam Ediyor Polisin Kürt çocuklara þiddet uygulamasýyla ilgili Van Emniyet Müdürlüðünce idari tahkikat için Muradiye Ýlçe Emniyet Müdürlüðü’ne iki baþmüfettiþ görevlendirildiðini belirten Bakan Atalay, olaylar sýrasýnda yaralanan dört yurttaþýn da Muradiye Cumhuriyet Baþsavcýlýðý’na þikayette bulunduklarýný hatýrlattý. Açýða alýnan polis yok: Konuyla ilgili adli ve idari soruþturma halen devam etmektedir. Bu olayla ilgili açýða alýnan herhangi bir polis memuru bulunmamaktadýr. Ailelere ziyarette bulunuldu: Muradiye Ýlçe Emniyet müdürlüðünce olaydan sonra taraflarýn þikayetlerinden vazgeçmeleri hususunda herhangi bir giriþimde bulunulmadýðý gibi üst rütbeli personelce gençlerin ailelerine yanlýþ anlamalarýn giderilmesi için çeþitli ziyaretler yapýlmýþtýr. BirGün Pir Sultan Abdal Kültür Derneði ve Alevi Bektaþi Gençlik Platformu (AGEP) üyeleri zorunlu din dersinin kaldýrýlmasý için Taksim Tramvay Duraðý’nda basýn açýklamasý yaptý. Okullarýn açýlacaðý 24 Eylül’e dek her pazar yapýlmasý kararlaþtýrýlan eylemde Avrupa Ýnsan Haklarý Mahkemesi’nde açtýðý zorunlu din dersi davasýný kazanan Hasan Zengin de yer aldý. “Yargý kararlarý uygulansýn, zorunlu din dersi kaldýrýlsýn” yazýlý pankart taþýyan AGEP üyeleri adýna açýklamayý okuyan Semra Güneyli, Anayasa’nýn 24’üncü maddesinde herkesin vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahip olduðu, kimsenin ibadete, dini ayin ve törenlere katýlmaya, dini inanç ve kanaatlerini açýklamaya zorlanamayacaðýnýn, dini inanç ve kanaatlerinden dolayý kýnanamayacaðý ve suçlanamayacaðýnýn yazdýðýný hatýrlattý. Güneyli, din dersinin zorunlu olmasýnýn hem anayasal hem de etik açýdan hukuksuz olduðunu dile getirdi. Zorunlu din dersinin 12 Eylül darbecilerinin eseri olduðunu belirten Güneyli, din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin seçmeli olmasýný, müfredatýn yeniden hazýrlanýp alevilikle ilgili kýsýmlarýnýn alevi eðitimcilere býrakýlmasýný istediklerini ifade etti. soL - Haber Merkezi GEREKLÝ TELEFONLAR Hükümet, kasým ayýnda yeni kamu emekçisi alýmlarý için startý verdi. Devlet Bakaný Hayati Yazýcý, kamu kurumlarýna yazý göndererek taleplerini bildirmelerini istedi. Bakanýn yolladýðý yazýda, KPSS sýnavýný kazananlardan kasým ayýnda memur atamasý yapýlacaðýný belirtilerek, kamu kurum ve kuruluþlarýndan ihtiyaçlarýný 30 Eylül tarihine kadar iletmesi istendi. 2009 bütçesinde üniversiteler için 4 bin, diðer kamu kurumlarý için 21 bin olmak üzere toplam 25 bin kamu emekçisi atanmasý öngörülüyordu. BirGün MUSTAFA SÜMEN Kaymakam Kaymakamlýk Yazý Ýþ. Sos. Yar. ve Day. Özel Ýdare Nüfus Belediye Baþkanlýðý Milli Eðitim Müd. Halk Eðitim Müd. Askerlik Þubesi Kapalý Spor Salonu Devlet Hastanesi Ýlçe Saðlýk Grup Bþk. Tapu Sicil C.Savcýlýðý Adliye Adliye Kütüphane H.B.V Kültür Merkezi Müze Turizm Danýþma Emniyet Amirliði Karakol Amirliði Jandarma Ýlçe Tarým Lise Kýz Meslek Lisesi Mal Müdürlüðü Kadastro Karaburna Belediye Kýzýlaðýl Belediye PTT. T.M.O. Türkiye Ýþ Bankasý Ziraat Bankasý Þoförler Cemiyeti Esnaf Odasý Tarým Kredi Koop. TEDAÞ Çiftci M.K.Baþkanlýðý Rýfat Kartal Huzurevi Sulucakarahöyük Gzts Taþýyýcýlar koop Nevþehir Seyahat Þanal Seyahat Mermerler Seyehat Dergah Taksi Duraðý Terminal Taksi Huzurevi Hacýbektaþ Noterliði 441 3009 441 34 10 441 39 77 441 31 01 441 31 02 441 37 44 441 30 16 441 30 48 441 30 10 441 35 20 441 30 15 441 36 32 441 32 49 441 35 38 441 35 38 441 30 18 441 30 19 441 33 94 441 30 22 441 36 87 441 26 97 441 36 66 441 38 08 441 30 20 441 37 74 441 31 08 441 30 56 441 35 37 453 51 30 455 61 29 441 35 55 441 30 11 441 35 00 441 33 26 441 30 74 441 37 42 441 32 76 441 31 42 441 36 80 441 33 38 441 39 47 441 20 06 441 30 43 441 33 59 441 21 73 441 25 25 441 27 97 441 33 38 441 35 23 ARAÞTIRMA Global kapitalizm, üretim, tüketim, üleþim gibi iktisadýn doðal yasalarý ile müthiþ bir çeliþki içine girdi. Söz konusu çeliþki, kapitalizmin rekabetçi ve ithal ikameci dönemlerde olduðu gibi kendini bir üst düzeyde üretmesine olanak tanýmýyor. Geçmiþ kriz dönemlerinde olduðu gibi, yeniden Pazar paylaþýmý için bir dünya savaþý çýkartýp, milyonlarca tüketiciyi kýrýp, üretimi yükselterek krizden çýkamýyor. Çünkü krizin çýkýþ nedeni talep fazlalýðý deðil arz fazlalýðý. O nedenle krizden çýkabilmek için öncekilerden farklý yöntemler kullanmak zorunda kalýyor. Global kapitalizm, canlý emeðin yerine nesnelleþmiþ emeði yani makineyi koydu. Dolaysýyla üretim güçleri ile arasýndaki çeliþkiyi asgari düzeye indirdi. Ama hem üretici hem de tüketici olan canlý emeði üretim sürecinin dýþýna itmekle bu sefer de tüketici güçleri zayýflattý. O nedenle tüketiciyi imha etmiyor tüketicinin alým gücünü yükseltmeye çalýþýyor. Tüketiciye, “simit alýn, sarýmsak alýn, bir þeyler alýnki krizden çýkalým” reklamý yapýyor. Bu reklamlarý deve diþi gibi ekonomistlere yaptýrýyorlar. Ekonomi profesörleri, alýcýyý bir þeyler almaya ikna etmeye çalýþýyorlar ki, sistemi kurtarsýnlar. Ama sistemin böylesi uyduruk þeylerle kurtulma þansý hiç kalmadý. Nesnelleþmiþ emeðin ürettiðini, tüketebilecek yeterli bir tüketim gücü yoktur. Arz talep dengesi köklü bir þekilde bozuldu. Pazar dolu, alýcý yok. Global kapitalizm, kendisini var eden üretim, tüketim, üleþim gibi iktisadýn doðal yasalarý ile derin bir çeliþkiye düþerek, kendini aþma, yenileme yeteneðini kaybetmekle kalmadý, önlenemez bir yýkým sürecine de girdi. Buna raðmen bir devrim durumu da doðmadý. Ama, evrim süreci, nitel sýçramaya doðru bir geliþim eðrisi izlemeye baþladý. Bu verili durum, kapitalizmi, zorlu ve zorunlu bir iç baþkalaþým sürecine sokuyor. Global kapitalizm ayný þeyi Türkiye ye de yaþatýyor. Bazý þoven güçlerin baðýrma, çaðýrma, çeþitli çýðlýklarý arasýnda, dýþ dinamizm Türkiye’yi bir yerlere doðru sürüklemeye devam ediyor. Düne kadar emperyalizme sýrtýný dayayarak Türkiye’nin ilerici, devrimci, dinamik güçlerine kan kusturanlar, þimdi anti emperyalist kesildiler. Bu durum belli olanaklar da yaratýyor. Ortam bir çok þeye gebe. Ergenekon gibi devlet destekli, bir cinayet örgütünün çözülmesine, Ordunun cunta yapma yetkisinin elinden alýnmasýna, Kürt sorununun çözümüne, Alevilerin taleplerinin elde edilmesine, dolaysýyla da ortamýn biraz daha demokratikleþmesine doðru bir gidiþ var. Bu gidiþ her demokrasi gücüne belli olanaklar saðladýðý gibi Alevilere de baðýmsýz politika üretme, toplumun politize olma düzeyini yükseltme gibi olanaklar saðlýyor. Aleviler; kendi tarihlerinde ilk kez, politik zeminli, ideolojik bir iç bölünme yaþýyor. Bir kýsmý, kendisi olmak, kendisine özgü tüzel ve özel politik kimlik ve kiþilik yaratmak için mücadele ederken, bir kýsmý da onlarca yýldýr olduðu gibi bugün de kuyrukçuluk yaparak, Alevileri, sistem partilerinin yedeðine takma çalýþmalarýna devam ediyor. Bu yeni ve önemli bir yol ayrýmýdýr. Aslýnda yol ayrýmý, sadece kendi özel ve tüzel kiþiliðine bir kimlik oluþturanlar için geçerlidir. Kuyrukçuluða devam diyenlerin yeni bir þey yaptýklarý ya da denedikleri yok. Onlarýn bir kýsmý, yýllar önce olduðu gibi, CHP-MHP’nin kuyruðuna, bir kýsmý da AKP’nin kuyruðuna takýlmaya devam ediyor. Kendisi olmak, kendisi için siyaset yapmak, kendi özel ve tüzel kiþiliðini geliþtirip, siyasi arenadaki yerini alabilmek, halklarýn kurtuluþuna ve üyesi olduðu insan topluluðuna katký yapmak için Cumhuriyet’ten beri, (nesnel ortam itibariyle) Alevilere ilk kez böylesi bir fýrsat düþtü. Tek partili dönemde Alevilerin böyle bir þansý yoktu zaten. Çok partili döneme geçildikten sonra da, inanç temelli partiler yasaðý vardý. O nedenle de ideolojik hiçbir yakýnlýðý olmayan, sistem partilerinden birisinde kendini ifade etmek ve siyasete müdahil olmak zorunda kalýyordu. TÝP’ in kurulmasýndan sonra Alevilerin bilinçli olan kesimi TÝP’e yöneldi. Burjuvazi buna bile tahammül edemedi. Sözüm ona 12 yýldýzlý bir aslanlý Alevi partisi kurup, Alevilere hile yaparak TÝP’i parlamentonun dýþýna itti. Sonra da Alevi partisi diye kurmuþ olduklarý partinin milletvekillerinin bir kýsmýný satýn alarak, Alevilerin onuru ile oynadý ve o partiyi de bitirdiler. Sonraki süreçte, sistem partileri Aleviler üzerinde çeþitli oyunlar oynayarak, Alevi toplumunu peþlerinden sürüklemeye devam ettiler. Bu gün artýk Alevilerin alýn teri, emeði, yüreði ve bileðiyle kendini ifade edeceði, Türkiye halklarýnýn çýkarlarý temelinde mücadele yürüteceði bir siyasi yapýlanma yaratabilmek için yeni bir ortam oluþmuþ durumda. Ama buna raðmen, kuyrukçular aktif bir þekilde iþlevlerini sürdürmeye devam ediyorlar. Söz konusu kuyrukçuluðun baþýný Ýzzettin Doðan’la Çamuroðlu çekiyor. Çamuroðlu AKP’nin kuyruðuna, Ýzzettin Doðan’da MHP ile CHP’ þovenizminin kuyruðuna takmaya çalýþýyor. Aleviler, bu güne kadar sistem tarafýndan çok istismar edildi. Ama hiçbir istismar, Ýzzettin Doðan’ýn ki kadar utanç verici ve Alevilerin de insanlýðýn da yüz karasý olmadý. Ýzzettin Doðan, Aleviliði 12 Eylül faþizminin bir dayanaðý haline getirmeye çalýþtý. 12 Eylül’ün partisi olan Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP)’nin kurucu üyeliðini yaptý. O partide Malatya Milletvekili adayý olup Alevilerin o partiye oy vermesini, desteklemesini istedi. Malatya Alevileri oy vermedi. Dolaysýyla Parlamentoya seçilemedi. MDP, Türkiye çapýnda hezimete uðradý. Türkiye halklarý faþist MDP’yi benimsemedi, reddetti. Yine de cuntanýn zoruyla, parlamentoya 71 milletvekili soktu. Meclis celselerinin birinde, bir milletvekili iþkence iddialarýyla ilgili önerge verdi. Ýþkence iddialarýnýn arasýnda, iþkencecilerin kadýnlarýn cinsel organlarýna cop kullandýðý iddiasý da vardý.12 Eylülün partisi olan MDP’nin genel baþkaný Turgut Sunalp, Kürsüye çýkýp, “zýpkýn gibi genç delikanlýlar var elimizde, kadýnlara karþý neden cop kullanalým o gençleri kullanýrýz” gibisinden laflar etti. Bir Alevi dedesi olan Ýzzettin Doðan, kadýn erkek eþitliðini Batýdan da önce tanýmýþ, onlarý yaþamýn olmazsa olamazý olarak görmüþ Alevilere, kadýný bu þekilde aþaðýlayan bu adamýn liderliðindeki partiyi salýk verdi. Bu amaçla kurucu üyesi ve milletvekili adayý olarak, Alevileri bu liderin öncülüðündeki partiye katýlýp destek vermeye çaðýrdý. Yüz yýllardýr Kendisi de mazlum bir topluluk olarak, zalime karþý mazlumdan yana olan Aleviler, böyle bir faþist parti ve böylesine ahlak düþkünü liderin kuyruðuna takmaya çalýþtý. Bu ahlak dýþý olay, Alevilerin hiç unutmamasý gereken, onur kýrýcý, rencide edici, utanç verici, yüz karasý bir olaydýr. Geçen parlamento seçiminde de, Alevileri, þoven MHP, CHP koalisyonuna oy vermeye davet etti. Çamuroðlu’nun içine yatmýþ olduðu çamurun üzerinde durmaya hiç gerek yok. Ýçine düþtüðü çamur onu düþkün etti zaten. Alevileri, sistem partilerinin kuyruðuna takmaya çalýþan bu kuyrukçulara raðmen, Alevilerin artýk, katýlýmý oranýnda, kendi bileðinin gücü, alýn teri, emek deðeri olacak olan bir partinin kurulmasý için çalýþan, Alevileri kendi özel ve tüzel kiþilikleri ile kendisi olmaya davet eden Alevi Bektaþi Federasyonu var. Aleviler için böylesi bir tarihi fýrsat ilk kez doðmuþ durumda. Aleviler, birilerinin partisine destek olup kuyruðuna takýlmak yerine, sadece kendileri için de deðil, halk için halkala birlikte örgütlenme sürecini yakalamýþ durumda. Bu, süreç hýzla ilerliyor. Yakalanmýþ olan bu süreç, alevi halký tarafýndan güçlü bir þekilde desteklenir ve hedefine ulaþtýrýlabilirse, Aleviler kendileriyle birlikte, Türkiye halklarýnýn ve insanlýðýn geleceðine de katký yapmýþ olurlar. Alevilerin özgürleþmesi: özgürleþme yolunda yürüyen, solcular, sosyalistler, emekçiler, Kürt özgürlük hareketi gibi ezilenlerin kurtuluþunu amaçlayan güçlerle birlikte bir siyasi yapýlanmanýn yaratýlmasý ile mümkün olacaktýr. Bunlarý görmeyip, eskiden kalma kuyrukçuluk yapma ve Alevileri de bu mecrada tutmaya çalýþmak, kötülük üstüne kötülük yapmak anlamýna gelir. Siyasal olarak özgürleþmeyen, özgürleþme mücadelesi veren güçlerle bütünleþmeyen ve hala þu ya da bu partinin eteðine takýlan bir Alevi topluluðu inanç özgürlüðünü de elde edemez. Alevileri ve Alevilerle birlikte Aleviliði de özgürleþtirecek tek fenomen, Alevilerin kendisi için politika yapabileceði, özgürleþmek isteyen diðer güçlerle birlikte, siyasi ortama müdahale edebilecek bir politik perspektife sahip olmasýdýr. alamayacaðýmdan korkuyordum”. Böylesine güçlü bir inanca sahip olmak insan doðasýnýn da bir gereði olarak çok büyük umutlarýn beklentisiyle yaþamaya devam etmek demektir. Hastalandýðýmýzda iyileþeceðimize olan inancýmýzla yola çýkar, hastayken yapamadýðýmýz fakat daha önceki rutin hayatýmýzda yaptýðýmýz her eylemi tekrar yapabilmeyi umut ederiz. Baþarýsýz geçen bir sýnavýn ardýndan yenilgimizden kazandýðýmýz deneyimimize olan inancýmýza sarýlarak azimle bir sonraki sýnavda baþarýlý olacaðýmýzý umut ederiz. Ýnsaný hayata tutunmaya zorlayan en büyük güçtür inanç. En umulmadýk ve en zor þartlarda dahi maddi ya da manevi ufacýk bir umut kýrýntýsýna yüklediðimiz anlam ve inançla sonranýn bilinmezliðine olan merakýmýz kesiþtikçe yaþamaya devam etme isteðimiz bilenir. Hayata bir þekilde tutunarak yola devam etme isteðimiz, en uç ve en eðlenceli örneklerden biri olan ýssýz bir adaya düþtüðümüzde yanýmýza alacaðýmýz üç nesnenin ne olacaðý ile ilgili soruya verdiðimiz yanýtlarda da kendini belli eder. Sýrf daha da sonrasýna olan merakýmýz yüzünden yapayalnýz bedenimizi ýsýtmak, avlayabildiklerimizi piþirmek ya da uzaklardan fark edilebilmek adýna bir ateþ yakmak için çakmak ya da kibrit götüreceðimizi düþünürüz yanýmýzda. olan inanç; yolumuzun sonuna kadar karþýmýza çýkan her türlü hayata katlanarak yürümeye devam etmemizi saðlýyor. Ya da ne olursa olsun zavallý bedenimizi koruyabilmek ve hayata bir þekilde devam edebilmek için çeþit çeþit kesici aletten birini seçeriz. Bedenimizin yanýnda çaresiz kalmasýn diye ruhumuz için de oyalanacak bir kitap alarak kelimeleri yalnýzlýðýmýza ilaç yaparýz. Ayna, ip, defter, kalem, pusula, olta... Bir adanýn ýssýzlýðýnda bizi yalnýzlýktan uzaklaþtýrabileceðini düþündüðümüz binlerce somut cankurtaran sayabiliriz. Peki ya bunlardan hiçbirini, bir kibrit çöpünü bile yanýmýzda götüremeyecek olsaydýk yaþamaya devam etmek için neye ihtiyacýmýz olurdu? Yann Martel’in; hayatýn getirdiði olaðanüstü ve hatta biraz da olaðandýþý zorluklara karþý mücadele eden 16 yaþýndaki Hintli Pi Patel'in (tam adýyla Piscine Molitor Patel) hikâyesini konu alan romaný “Pi'nin Yaþamý”; rutin hayatýndan koparýlmýþ genç bir insanýn yaþamaya olan inancý ve meraký sayesinde, sýkýca tutunduðu hayatla, endiþelerine ve umutsuzluklarýna raðmen inatlaþmasýný ve korkularýyla baþa çýkarken beslendiði muazzam bir inanç anlayýþýný anlatan kurgu harikasý bir yapýt. Öncülüðünü Gabriel García Márquez ‘in üstlendiði (Yüzyýllýk Yalnýzlýk) ve Patrick Süskind (Koku) , Günter Grass ( Teneke Trampet) , José Saramago (Baltasar ve Blimunda) gibi yazarlarýn da eserleriyle devam ettirdiði büyülü gerçekçilik akýmýnýn en güzel örneklerinden biri olan romanýn ilk bölümü, okuyucuyu Piscine Molitor Patel ile tanýþtýrýyor. Ýsmini Fransýzcada “havuz” anlamýna gelen Piscine kelimesinden alan Pi; romanýn ikinci bölümüne kadar, bir okyanusla kýyaslamak gerekirse sýnýrlarý açýsýndan adeta bir havuza benzetilebilecek 16 yýllýk yaþamýný, çok geniþ bir dünya ve inanç anlayýþýyla þekillendirerek neredeyse ansiklopedik ama bir o kadar da eðlenceli bir dille bizlere anlatýyor. Bu olasýlýðý düþündüðümüz anda görüyoruz ki devreye " inanç" giriyor. Bedenimiz de dâhil olmak üzere çevremizdeki tüm somut düzene ve dünyaya katlanabilmemizi saðlayan ve devam etme isteðimizi güçlendiren en soyut yoldaþýmýzdýr inanç. Tolstoy'a göre "hayata, ölümün yok edemediði bir anlam vermek” Kanadalý bir ailenin; gözlerini Ýspanya’da dünyaya açan oðlu Yann Martel’in Meksika, Fransa, Alaska, Kosta Rica baþta olmak üzere dünyanýn birbirinden farklý birçok ülkesinde geçirdiði çocukluk ve gençlik yýllarý ve ardýndan Ýran, Hindistan ve Türkiye’de geçirdiði zaman dilimi, roman kahramanýnýn da geniþ bir dünya görüþünün, evrensel inanç kavramlarýnýn ve zengin mizah anlayýþýnýn okuyucuya yansýmasýný saðlýyor. Kahramanýn; romanýn birinci bölümünde anlattýðý aile yaþantýsý (Hindistan’ýn Fransýz sömürgesi olan Pondicherry kentinde geçen çocukluk ve okul yýllarý) hakkýnda edindiðimiz bilgilerden sonra Patel ailesinin, sahip olduðu hayvanat bahçesini Kanada’ya taþýma kararlarýyla ve bu köklü kararýn ardýndan gelen trajik bir kaza sonucu yük gemisinin okyanusun derinliklerine batýþýyla karþýlaþýyoruz. Romanýn sonuna kadar heyecanla okunacak ve asýl hikâyenin baþladýðý ikinci bölümünde ise yaklaþýk 250 gün boyunca Richard Parker adýndaki 300 kiloluk bir Bengal kaplanýnýn da varlýðýyla ( kazadan kurtulan tek hayvanat bahçesi sakini) uçsuz bucaksýz Pasifik Okyanusun ortasýnda bir filika üzerinde yaþam mücadelesi veren Pi’nin; korkularý, endiþeleri, umutsuzluklarý karþýsýnda yüce bir güce olan kuvvetli inancý sayesinde yaþadýklarý, okuyucunun empati duygularýný keskinleþtirirken olay örgüsünün kusursuzluðuyla okuyucuya yadsýnamayacak bir haz yaþatýyor. Pi’nin vahþi Pasifik okyanusunun ortasýnda bir Bengal kaplaný ile geçirdiði zor günler boyunca zaten Tanrýca zengin bir ülkenin vatandaþý olarak Tanrý’ya olan inancýný daha da güçlendirdiðini görüyoruz : “ Tanrýya baðlýlýk bir açlýk, bir deliliktir, derin bir inançtýr, özgür bir sevgi gösterisidir”… Güçlenen inancýn bir sonucu ve en yakýn arkadaþý olarak bu sefer de karþýmýza ümit etmek çýkýyor : “ …ama bazen sevmek o kadar güçleþir ki. Bazen öyle bir ümitsizlik, terk edilmiþlik ve býkkýnlýk hissine kapýlýyordum ki; yüreðimin Pasifik’in dibine batacaðýndan ve onu geri Yaþadýðýmýz hayatýn zorluklarýna katlanýrken Tanrý’ya olan inancýmýzýn ýþýðýnda son nefesimizi verdikten sonra ödüllendirileceðimizi umut ederiz. Hayatta karþýmýza çýkabilecek her türlü zorluða katlanabilmemizi ve hayata dört elle tutunabilmemizi saðlayan güçlü bir daldýr inançlarýmýz ve ardýndan gelen umutlarýmýz. Romanýn kahramanýnýn da düþtüðü boþluktan ve yaþadýðý bir anlýk ümitsizlikten sonra kendini nasýl ümitlendirdiðini ve telkin ettiðini görüyoruz: “Böylesi anlarda moralimi yükseltmeye çalýþýyordum. Gömleðimden geriye kalanlarla yaptýðým sarýðý elleyip yüksek sesle, bu Tanrý’nýn þapkasý diyordum. Richard Parker’ý iþaret edip yüksek sesle, bu Tanrý’nýn kedisi diyordum. Filikayý iþaret edip yüksek sesle bu Tanrý’nýn gemisi diyordum. Gökyüzünü iþaret edip yüksek sesle bu Tanrý’nýn kulaðý diyordum. Ve böylece evreni ve içindeki yerimi hatýrlamýþ oluyordum. Ýçimi saran karanlýk harekete geçiyor ve en sonunda da kayboluyordu ve Tanrý, yüreðimin içinde parlak bir nokta gibi kalýyordu. Ben sevmeyi sürdürüyordum”. Yazarýn bize anlattýðý bu macera hikayesini kendi hayatlarýmýza metaforik açýdan uyarladýðýmýzda yani uçsuz bucaksýz ve vahþi Pasifik Okyanusu’nu dünya, kahramanýn içinde sürüklendiði filikayý hayatýmýz ve bu zorlu yolculuk boyunca ona eþlik eden yýrtýcý kaplan Richard Parker’ý da hayatta karþýmýza çýkan ya da çýkabilecek tüm zorluklar olarak tanýmladýðýmýzda içimizde yüce bir güce olan inancýn pekiþtiðini hissediyoruz. Peki, bu kadar inançlý ve ümitli olmak bize hayatýmýzdaki her zorluða katlanabilme gücünü verir mi yoksa tam tersine inançlý olmamýza raðmen yaþadýðýmýz en ufak bir hayal kýrýklýðý sonucu ümitlerimiz yýkýldýðýnda Nietzsche’nin de buyurduðu gibi kendimize kötülük mü ederiz? Yann Martel’in sunduðu inanç ve huzur dolu dünya mý yoksa Tanrý’nýn öldüðünü iddia eden Nietzsche’nin yýllar önce yýktýðý tabularýn ardýndan seslendiði gibi “ümit etmek insanýn kendisine yapabileceði son kötülüktür ve iþkenceyi uzatýr” felsefesinin ýþýðýnda bir dünya mý? Sanýrým bu ayýrýmý yapmak ve karar vermek tamamen okuyucuya kalýyor. *** Yann Martel, Pi’nin Yaþamý, Ýnkýlâp Yayýnlarý, 2003 BirGün Aleviler niçin CHP’ye meylediyor? Geçen hafta Alevilerdeki partileþme fikrine iliþkin düþüncelerimi yazýya dökerken, Aksiyon’a mülakat veren Murteza Demir’in iddialarýný deðerlendirmeyi bir sonraki yazýda yapabileceðimi yazmýþtým. Demir’in Aksiyon’da yaptýðý mülakat, “CHP’nin kitle partisi olmasýný Aleviler önlüyor” baþlýðýný taþýyor. Acaba söylenenlerden hareketle Dergi mi bu baþlýðý atmýþ diye merak ediyor olabilirsiniz. Ben de öyle düþünüp mülakatý okudum; Demir, “CHP’nin her kesimden oy alan bir kitle partisi olmasýna Aleviler engel olmaktadýr” ifadesini kullanýyor. Baþlýkla içerik olarak çeliþmiyor. Dolayýsýyla Demir’in CHP ve Aleviler iliþkisine dair iddialarý üzerinde durmak gerekiyor. Eðri Cetvelden Doðru Cizgi Çýkmaz! “Alevilerin yeni bir siyasi arayýþa girmesini nasýl deðerlendiriyorsunuz” sorusuna Demir, “Alevilerin... Kendilerini ifade etmekten baþlayýn, ötekileþtirme çabalarýna kadar. Fakat oy verdikleri partinin (CHP) bu sorunlarýn çözümüne dair projesi yok” cevabýný veriyor. Bununla yetinmiyor; “Hükûmetin Alevi oy tabaný olmamasýna raðmen, hakkýný teslim etmek... Alevilerin sorunlarýna çözüm getirme noktasýnda çabalarýný görmezden gelmemek... Ýnkârcý, çifte standartçý olmamak gerekiyor” diyerek Hükümete de bir güzelleme yapýyor. CHP karþýtý ve Hükümete sempatik ifadeler ayný paragrafta peþ peþe söylenince Demir’in “doðru” kabul edebileceðimiz saptamalarý da güme gidiyor. Zira “eðri cetvel” kullanýyor. Yaklaþýk altý ay önce Türkiye bir yerel seçim yaþadý. Hükümetin bu seçim öncesinde Aleviler için olumlu bir cümle kullanmadýðýný biliyoruz. Seçim sonrasýnda giriþtiði “çalýþtay” serüveniyse orta yerde duruyor. Hükümetin ilk “çalýþtay”da alýnan, Cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi, zorunlu din dersleri konusunda alýnan yargý kararlarýna uyulmasý gibi “ortak kararlar”a iliþkin adým atmadýðý da dikkate alýnýrsa insanýn Demir’e sorasý geliyor; neymiþ bu “hak teslim etme”yi gerektirecek çabalar? CHP’nin yerel seçim bildirgesi olan Pusula 2009’da, “Farklý inanç ve düþüncelere saygý gösterilecektir.../Cemevleri de dahil olmak üzere tüm ibadethanelerin elektrik ve su giderleri bedelsiz olacaktýr” ibaresi, özel bir vurguyla belirtiliyor. CHP’li baþkanlarýn bu vurguya uygun davranýþlar gösterip göstermeyeceðini; bu vurguya aykýrý davranýþlar gösterecek olan baþkanlara karþý CHP’nin nasýl bir yaptýrým uygulayýp uygulamayacaðýný yaþayarak göreceðiz. Ancak ayný paragrafta icraatýn baþýna yönelik sempatik ifadeler kullanýlýrken, muhalefetteki partiyi projesizlikle suçlamak, insaf ölçülerini aþýyor. Aleviler Hükümete Haksýzlýk mý Yapýyor? Alevilerin CHP ile iliþkisini, yerinde bir saptamayla, bir çeþit “gönüllü tutsaklý(ða)” benzeten Demir, hemen akabinde, “kendine yakýn davranmaya çalýþan, çözüm öneren siyasi kesimlere de uzak duruyor” ifadesiyle “adrese teslim” bir cümle kuruyor. Ýddialarýný ifrata vardýrýp, üstü örtük bir biçimde Alevileri, AKP’yi “günah keçisi ilan etmek”le suçluyor. Doðrusu, CHP ile Aleviler arasýndaki iliþki, bir çeþit gönüllü tutsaklýða benziyor. Ancak bu tutsaklýkta Alevilerin bir kusuru bulunmuyor. Osmanlý gibi Ýslam’ýn yönetim anlayýþýyla þekillenen bir devletten Cumhuriyet gibi bütün din ve inançlara negatif bir yaklaþým gösteren devlete geçiþ sürecinde Alevilerin tercihlerinin Cumhuriyet olmasý; bu süreci þekillendiren CHP’ye oy vermeleri bir zorunluluða iþaret ediyor. Cumhuriyet döneminde Alevilere yönelik olumlu bir adýmdan söz edilemez; ancak, hiç olmazsa Alevi kimlikleri nedeniyle soruþturulup, sürgünlere gönderilmiyor. Bütün bunlarý bir yanlýþa dikkat çekmek için yazýyorum. Yoksa Cumhuriyet’in demokratikleþmesi, baþta Aleviler olmak üzere bütün din ve inançlara ve bu arada inançsýzlýklara da özgürlükçü bir ortam saðlanmasý, temel insan hak ve özgürlüklerinin en geniþ anlamýyla uygulanmasý gerektiði fikri tartýþma götürmez. Diyanet’in ortadan kaldýrýlmasý ya da bir çeþit üst kurula dönüþtürülmesi, Devlet eliyle Sünni Müslümanlýðýn yaygýnlaþtýrýlmasýnýn önüne geçilmesi gerektiði açýktýr. Ancak, Demir’in söyledikleri bu çerçeveyi aþýyor. Sanki Alevilerin taleplerini programýna koyan; Hükümet olunca da bu talepleri gerçekleþtiren partiler varmýþ da, Aleviler buna raðmen CHP’de ýsrar ediyorlarmýþ gibi bir hava yaratýyor. Mesela mevcut Hükümet, devleti temsil eden Cumhurbaþkaný, yüzlerce yýldýr Alevilere yönelik gerçekleþtirilen yok etme politikalarý nedeniyle Alevilerden özür mü dilemiþler; mesela insanlýk tarihinin gördüðü en vahþi katliam olan Madýmak’ýn müze olmasý talebini kabul mü etmiþler; mesela Alevi çocuklarýna zorla Ýslam dininin gereklerini öðretmeyi amaçlayan zorunlu din dersinin kaldýrýlmasý konusunda talimat mý vermiþler? Bütün bu sorularýn yanýtlarýnýn olumsuz olmasýnýn sorumlusu kim? CHP mi, Aleviler mi? Doðru Tespitleri Yanlýþ Yerde Söylemek!... Demir’in söylediklerini ayýkladýðýmýzda CHP’ye iliþkin eleþtirilerinde doðru kabul edilebilecek ifadeler de, bu “adrese teslim” ifadelerin arasýnda kaynayýp gidiyor. Alevilerden büyük destek alan CHP’nin ülkenin temel meseleleri hakkýnda daha açýk sözlü, daha çözüm üretici olmasý gerektiði doðrudur. Ancak AKP ile karþýlaþtýrýldýðýnda CHP’nin “çabasýzlýðýndan” bahsetmek insaf ölçülerini aþar. Yedi yýlý aþkýn bir süredir Hükümette olan AKP’nin Aleviler lehine yaptýðý bir tek olumlu icraatý göstermek bile mümkün deðilken, AKP’ye yakýn bir Dergi’de CHP’yi eleþtirmek ne kadar insaf ölçülerine sýðar? Peki gönül rahatlýðýyla oy verebilecekleri bir partinin bulunmamasý ve bu nedenden dolayý ehven-i þer gördükleri CHP’ye oy vermiþ olmalarý Alevilerin suçu mu? Yukarýda açýklamaya çalýþtýðým gibi oylarýný blok olarak CHP’ye vermek zorunda kalýyor olmalarý, niçin bir suçmuþ gibi gösteriliyor? Demir’in “Aleviler, diðer partilere oy verirse, diðer partilere verilen oylar da daðýlacak” saptamasýysa sosyal bilimleri alt üst edecek bir içerik taþýyor. Evet, Aleviler, CHP’ye oy veriyor; çünkü, hiç olmazsa CHP, Alevilerin varlýðýný tanýyor. Hükümet olduklarýnda bu tanýmanýn nasýl bir seyir izleyeceðini göreceðiz ama yedi yýldýr Hükümet olup da hiçbir þey yapmayanlarý eleþtirmek dururken CHP’yi ve hatta CHP’ye oy veriyor diye Alevileri eleþtirmek için “rota”yý kýrmýþ olmak gerekiyor. NOT: Geçen haftaki “Alevilerdeki partileþme fikri neyi ifade ediyor” baþlýklý yazýma çok sayýda sözlü ve yazýlý tepki aldým. Elektronik postama özel mail atanlara ve telefonla ulaþýp fikirlerini paylaþanlara, “görüþlerinizi kamuoyuyla paylaþýn” önerisinde bulundum. Kamuoyuyla paylaþýlýrsa hep birlikte “ortak akla” ulaþabileceðimizi düþünüyorum. Çünkü eðer herhangi bir Alevi, Alevi kimliði nedeniyle yeni kurulabilecek bir parti sürecinde aktif rol oynamanýn gerektiðine inanýyorsa ayný nedenden dolayý bir Sünni de Sünni kimliðiyle bu sürece katýlmayý hak ediyor olmaz mý? Öte yandan “partileþme fikri, yalnýzca Alevileri deðil, herkesi kapsýyor”sa baþtan “Alevi partisi” tanýmlamasýnýn süreci daraltacaðýný da düþünmek gerekiyor. Bir kez daha belirtmek istiyorum; eleþtirilerdeki hareket noktam, “daha önce iki kez denendi, baþarýsýz oldu” görüþü deðil. Zira bu bir gereklilikse iki kez de, 22 kez de denenebilir. Kýrmýzý Baþlýklý Kýz masalýnýn kötü kurdu, Çin'de kaplan oluyor; baþkahraman küçük kýz da Ýran'da bir erkek çocuðuna dönüþüyor Ýngiliz Durham Üniversitesi’nde yapýlan bir araþtýrma, çocuklarýn okumaktan büyük keyif aldýðý masallarýn kökeninin, zannedildiðinden çok daha eskiye dayandýðýný ve anlatýldýðý yerlere göre kahramanlarýnýn deðiþtiðini ortaya koydu. Araþtýrma için biyologlarýn sýklýkla kullandýðý ‘taksonomik yaþam aðacý’ tekniðini (tüm türlerin ortak bir atadan nasýl geldiðini gösteren teknik) benimseyen antropologlar, pek çok halk hikâyesinin köklerini keþfederek, farklý ülkelerin kültürlerinde anlatýlan versiyonlarýn arasýndaki iliþkinin izini sürdü. 35 versiyonu var Durham Üniversitesi’nden kültürel antropolog Dr. Jamie Tehrani, Fransýz yazar Charles Perrault tarafýndan 17. yüzyýlda kaleme alýnan ‘Kýrmýzý Baþlýklý Kýz’ masalýnýn dünya çapýnda 35 farklý versiyonu olduðunu belirtti. Buna göre Çin’de kýrmýzý baþlýklý kýz, kötü kurt tarafýndan deðil, kötü kaplan tarafýndan kandýrýlýyor. Ýran’da ise küçük kýz çocuklarýnýn gezintiye çýkmasý garip karþýlandýðýndan, hikâyenin kahramaný bir erkek çocuðuna dönüþüyor. 2 bin 600 yýl önce... Hikâyenin tüm çeþitlemelerinin, 2 bin 600 yýl öncesine kadar uzanan ortak bir ataya dayandýðýný belirten Dr. Tehrani, halk hikâyelerini biyolojik organizmalara benzeterek “Bu öykülerin pek çoðu yakýn zamana dek kâðýda dökülmediðinden, nesiller boyunca ya yanlýþ anýmsanýyor ya da bazý ögeler baþtan kuruluyor. Bu da bize insan psikolojisi ve neleri hatýrlanmaya deðer bulduðumuz hakkýnda ipuçlarý veriyor” diye konuþtu. Radikal 7 Tanýklarý Samatya'da 6-7 Eylül'ü Anlatýyor Samatyalý Aðavni Tantig anlatýyor: Demirci Oskiyan Sokaðý’nýn köþesinde oturuyorduk; sonra Demirci Osman oldu adý. O gün akþamüstü sokaktan geçen bir kamyon gördük kardeþimle. Arkasý adam dolu. Ellerini boðazlarýnýn altýna götürüp býçak gibi göstererek bize iþaret yapýyorlardý. Çok kondurmamýþ, gülüp geçmiþtik. Aris NALCI Ýstanbul - Agos 54 yýl önce bu günlerde Türkiye'de garip bir hareketlilik vardý. Kýbrýs'ta yaþanan olaylar yýl boyunca ülkenin gündeminden hiç düþmemiþti. Dernekler kuruluyor, siyasetçiler halký Rumlara karþý içten içe kýþkýrtýyor, "Kýbrýs Türk'tür" mitingleri düzenleniyordu.. 6 Eylül günü, Mithat Perin'in sahibi, Gökþin Sipahioðlu'nun yazý iþleri müdürü olduðu, Demokrat Parti yanlýsý Ýstanbul Ekspres gazetesi "Atamýzýn evi bombalandý" manþetiyle ikinci baskýsýný yaptý. Gazete, tirajý 20 bin civarýnda olduðu halde, 6 Eylül'de 290 bin basýlmýþtý. O dönemde kurulmuþ olan Kýbrýs Türktür Derneði'nin üyeleri, o günkü sayýyý bütün Ýstanbul'da satmaya ve halký galeyana getirmek üzere kullanmaya baþladý. 6-7 Eylül gecesi Türkiye'nin tarihine bir kara sayfa daha eklendi. Görgü tanýklarýnýn ifadesiyle saat 19:00'da, Pangaltý'da, þu anda Ramada Oteli'nin yerinde bulunan ve Rum bir vatandaþýn sahip olduðu, dönemin popüler mekânlarýndan Haylayf Pastanesi'ne yapýlan saldýrýyla baþlayan olaylar, tüm Ýstanbul'a, oradan da yurda yayýldý. Çoðumuz yakýn tarihimizdeki bu olaylarý yayýmlanan fotoðraflardan ve kitaplardan takip edebildik. Beyoðlu Ýstiklal Caddesi'ne dökülmüþ gayrimüslim iþyerlerine ait mallarýn fotoðraflarý, akýllarda kalan en çarpýcý karelerden oldu. Ancak 6-7 Eylül sadece Pera'da deðil, Ýstanbul'un genelinde, hatta Türkiye'de büyük ölçekli bir etki yarattý. Yýllar sonra, emekli orgeneral Sabri Yirmibeþoðlu, gazeteci Fatih Güllapoðlu'na verdiði bir röportajda, 6-7 Eylül olaylarýný, "Mükemmel bir özel harp harekâtýydý, amacýna da ulaþtý" diye anlatacaktý. Selanik'teki bombalama olayýnýn da Türkiye devleti tarafýndan tertiplenen bir kýþkýrtma olduðu, Yunanistan makamlarýnca o günlerde ortaya çýkarýldý. Olayla ilgili olarak, Selanik Hukuk Fakültesi'nde burslu öðrenci olarak okuyan ve MÝT ajaný olduðu belirtilen Oktay Engin ve Selanik Baþkonsolosluðu Kavasý Hasan Uçar yakalandý. Konsolosluk yetkilileri dokunulmazlýklarý olduðu için yargýlanamazken, Uçar ve Engin bir süre tutuklu kaldýktan sonra tahliye edildiler. Engin, daha sonraki dönemde MÝT'te önemli görevlere getirildi, devlet kademelerinde hýzla ilerledi, ve 1992'de Nevþehir Valiliðine kadar yükseldi. 6-7 Eylül korkusu 6-7 Eylül 1955'te, gayrimüslimlerin yaþadýðý bölgeler özellikle hedef seçilmiþti. Samatya'daki olaylarý anlayabilmek için evinin kapýsýný çaldýðýmýz Aðavni Tantig (teyze) ve kýz kardeþi Hýripsime, hatýrladýklarýyla o günlerin Samatya'sýna ýþýk tutmaya çalýþtý. Ýki kýz kardeþ o dönemde 17 ve 19 yaþlarýndaymýþ. Gençliklerinin en önemli yýllarýna, 6-7 Eylül olaylarý damgasýný vurmuþ. Yaþananlarla ilgili bir yazý yazmak istediðimi söylediðimde, elleri titreyerek, "Aman oðlum aman, yaþandý bitti iþte. Yazma, bak þimdi bir þey olmaz ama ilerde baþýna neler geleceðini bilemezsin. Yazma" diyor. Oysa bize çay getirirken elleri titremiyordu. Belli ki ellerinin titremesi yaþlýlýktan deðil. Hem konuþmaktan hem de olanlarý hatýrlamaktan ne kadar korktuðunu anlýyorum. "Bak, bizim ailemiz aksor'dan (sürgünden) önce ne kadar zenginmiþ, ne kadar özgürmüþ. Ne oldu þimdi, hepsi öldü, kimse kalmadý. Yazma, sen beni dinle!" Biraz heyecanýnýn geçmesini bekliyorum. Havadan sudan sohbet ediyoruz. Son 1 Mayýs'ta neler olduðunu anlatýyor bana. Kurtuluþ Caddesi'nden geçenleri görmüþ. Olaylarýn geldiði boyutu örnek göstererek "Yazma" sözünü desteklemek istiyor. Nafile... Dinlemek istediðimi söylüyorum. O da kýramayýp, korkulu yýllara dalýyor yaþlý gözlerle. "Garo aðabeyim Kapalýçarþý'da çalýþýyordu o zaman. Olaylardan bir gün önce eve geldi, dedi ki 'Yarýn ortalýk karýþabilir, dýþarý çýkmayýn. Bugün Çarþý'da bir dedikodu vardý, dikkat edin.' Samatya'da Demirci Oskiyan Sokaðý'nýn köþesinde oturuyorduk o zaman; sonralarý deðiþtirdiler, Demirci Osman oldu adý... O gün akþamüstü sokaktan geçen bir kamyon gördük kardeþimle. Arkasý adam dolu. Sokaktan geçerken, ellerini boðazlarýnýn altýna götürüp býçak gibi göstererek bize iþaret yapýyorlardý. Çok kondurmamýþ, gülüp geçmiþtik. Garo da akþam öyle deyince bir tedirginlik baþladý tabii." Kýsa bir ara veriyoruz. Demirci Oskiyan Sokaðý adý ilgimi çekiyor. "Samatya Surp Kevork Kilisesi'nin üç üst sokaðýydý. Bizim alt sokaðýn adý da Doktor Miricanyan'dý" diye anlatýyor Aðavni Tantig. Doktor Miricanyan Sokaðý'nýn þimdiki ismi Mercan Sokak. 6-7 Eylül bölgedeki gayrimüslim nüfusunu uzaklaþtýrmakla kalmamýþ, ayný zamanda, gayrimüslimlerin izlerini de silmiþti. Sokak isimlerinin deðiþtirilmesi, olaylarýn hemen ardýndan, birkaç yýl içerisinde gerçekleþmiþ. Anlaþýlan o ki 6-7 Eylül'ün korkusu yýllarca sürmüþ. "O tarihlerde korkudan kimse dýþarý çýkmazdý" diye anlatýyor Aðavni Tantig. Kilisenin atlýsý Surp Kevork "6 Eylül akþamý, geç saatlerde baþladý yaðma. Samatya Kilisesi'nin oradaki Ermeni manavýn dükkânýný daðýtmýþlardý. Tüm Rum kiliselerine girdiler, yaktýlar. Bizimkileri de. Altý Mermer Kilisesi'ni de yakmayý denediler ama çok zarar veremediler. Bizim Surp Kevork'u yakamadýlar bir tek. Öyle anlattýlar bize. Kilisenin jamgoçu bayrak asmak için kilisenin kapýsýný açýyor. Kilise normalde içeri kýsýmda olduðundan gözükmezdi. Bir tek þimdiki dernek binasý gözükürdü. Ama kapý açýlýnca yaðmacýlar içeri girmiþler. Önce müþtemilatý yakmýþlar, orasý yanýp kül olmuþ neredeyse. Kiliseye girmeye kalkmýþlar. Ama kapýdan girenler dýþarý çýkmýþ, içeride elinde mýzraklý bir atlý ile karþýlaþtýklarýný söylemiþler. 'Lanetleneceðiz' deyip, Surp Kevork'a dokunmamýþlar. Bunu yapanlardan biri ertesi gün Surp Kevork Kilisesi'nin köþesindeki, sahibi Ermeni olan kahvehaneye gidip anlatmýþ herkese. Oradan biliyoruz biz. Sonra efsane olarak yayýldý bu, 'Samatya'daki Ermenileri Surp Kevork kurtardý' diye. Ama tüm Rum kiliselerini yaktýlar. Bütün gayrimüslim esnafýn mallarý sokaklara döküldü." Kasap Fikret'in ruhu þad olsun "Bizim alt katta bir Kasap Fikret vardý. Olaylar baþlayýnca ben ve kardeþim indik sokaða, kapýlara vurmaya baþladýk. Kasap Fikret bizi içeri soktu. Eline koca kasap býçaðýný aldýðý gibi oturdu kapýnýn önüne. Kardeþimin kocasýna da 'Al bir bayrak, çýk yukarý as' dedi. Vahram Aðabey de öyle yaptý. Evimiz köþede ya, çýkmýþ, yukarýdan, elindeki bayraðý bir yan sokaða doðru, bir diðer sokaða doðru sallýyor ki gelmesinler. Biz de içeride korkudan titreyerek seyrediyorduk olan biteni. Sað olsun, Kasap Fikret kurtardý evimizi ve onun gibi birçok Samatyalý yerli Türk aile de sahip çýktý o gün Samatyalý gayrimüslimlere." "Bizim Kasap Fikret kapýda beklerken, yan binadaki Rum ailenin evini talan ettiklerini görmüþ. Bir þey diyememiþ. Sonra evden çýkan iki çocuk, oradan aldýklarý bir köstekli saati paylaþamayýp sokakta kavgaya tutuþmuþlar. Arkadaki evde Rum ailenin aðlayan kýzlarýný gören Fikret sinirleniyor, dayanamayýp 'Evlerini yaktýnýz, bir saatin peþine mi düþtünüz þimdi?' diyor, saati de alýp satýrýyla parçalýyor." 6-7 Eylül'de Samatya'da bu tip hikayeler çok. Ancak komþusu olan Ermeni'yi koruyup oðlunu yaðmaya gönderenler de var: "O dönem mahallede bir tren kondüktörü vardý. Sokakta gördüm onu, evleri yaðmalamaya gelenlere gayrimüslimlerin evlerini gösteriyordu. Oðlunu da onlarla yaðmaya gönderdi." "Mabel" adýyla gelen saldýrý Aðavni Tantig devam ediyor anlatmaya: "Köþede bir bakkalýmýz vardý. Türk'tü. O hafta yurtdýþýndan mallar getirmiþti satmak için. Mabel Çikolatalarý da vardý gelen mallar arasýnda. O zaman tüm çocuklar hayrandý Mabel'e. Bakkal Mabel tabelasý asmýþtý olaylardan bir gün önce. O tabelayý görenler onu da Rum sanýp içeri girdiler. Paramparça ettiler adamýn dükkânýný. Hiçbir þey kalmadý." Bir çocuðun gözünden Uzun süre Samatya Sahakyan Nunyan Okulu ve Surp Kevork Kilisesi Vakfý'nýn yöneticiliðini yapmýþ olan Melkon Karaköse, çocukluk yýllarýnýn en kara günlerini þöyle anlatýyor: "Samatya'da, Marmara Caddesi Teferruat Sokak'ta oturuyorduk. 8 yaþýndaydým. Hiçbir þeyden haberimiz yoktu. Akþam saat 10 gibiydi, 'hareket' baþladýðýnda evimizin salonundaydýk. Sokaktan patýrtýlar yükseldi. Kalabalýk bir grubun uðultularýydý bu sesler. 'Bayrak as!', 'Rumlar Yunanistan'a, Ermeniler yerin dibine!' diyerek baðýrýyorlar. Bizim semtte o kadar Rum yoktu, Rumlar daha çok Yedikule tarafýnda otururlardý. Müthiþ bir kalabalýktý, çok iyi hatýrlýyorum. O kalabalýk, bizim sokaðýn köþesinde oturan, radyo tamirciliði yapan Niko'larýn evine daldý. Hemen sonra yukarýdan, Niko'nun evinin penceresinden radyolarý atmaya baþladýlar. Ben o gece ilk kez bir buzdolabý gördüm. Niko'larýn buzdolabýydý, evin camýndan aþaðý atýyorlardý. Gördüðüm ilk buzdolabý sokakta parçalanýyordu. Ateþin gökyüzünü kýrmýzý yaptýðýný ben o yaþta öðrendim. Bir tarafta bizim Altýmermer Kilisesi'nin yanýndaki Rum Kilisesi, öbür tarafta da Pulcu Sokak'ta bulunan baþka bir Rum kilisesi vardý. Bunlarýn arasýnda bir kilometre ya var ya yok. Ýki taraftan yükselen ateþle gök kýpkýrmýzý olmuþtu. Mamama, babama sordum, 'Nedir bu?' diye. 'Yangýn var, bu onun kýrmýzýlýðý' dediler. Kristali de, Pulcu Sokak'ta yakýlýp yýkýlan Rum kilisesinin yere dökülen avize taþlarýndan tanýdým." 6-7 Eylül zengini "Nikolar bir daha evlerine gelmediler, Ýstanbul'u terk ettiler. Ýki çocuðuyla birlikte Yunanistan'a kaçtýlar. Babam o dönemde deri fabrikasýnda ustabaþýydý. Patronlarý Rum'du. Onlar da gittiler, evleri yaðmalanmýþtý o gece. O zaman Kazlýçeþme'de hep Rum patronlarýn fabrikalarý vardý, 'Çorbacý' derlerdi. Deri iþi onlarýn elindeydi. Bu arada, Samatyalý aklýselim Müslüman komþularýmýz yaðma iþlerine karýþmadýlar ve hatta korumaya aldýlar birçok evi. 6-7 Eylül zenginleri de çok vardý. Büyüdüðümüzde, bize gösterirlerdi 'Bu adam Varlýk Vergisi zengini, bu adam 6-7 Eylül zengini' diyerek. Kara bir gündü. Ermenilerden korkan çok oldu, ama ayrýlmak için hiçbirimizin imkâný yoktu. Zaten Yozgat'tan, Sivas'tan göçlerle oraya gelmiþtik. Gidebileceðimiz bir yer yoktu. Ama bu olay zaman içerisinde etkisini gösterdi. Durumunu düzelten birçok Ermeni ülkeyi terk etti." Hasarlar Basýna göre 11 kiþi, bazý Yunan kaynaklarýna göre 15 kiþi öldürülmüþtür. Resmi rakamlara göre 30 kiþi, gayri resmi rakamlara göre 300 kiþi yaralanmýþtýr. Tecavüze uðrayan kadýnlarýn sayýsýnýn 200'ü aþtýðý tahmin edilmektedir. (Ayþe Hür, "6-7 Eylül'de devletin 'muhteþem örgütlenmesi'", Taraf gazetesi, 26 Nisan 2009) 4.214 ev, 1.004 iþyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastýr, 26 okul ile aralarýnda fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduðu 5.317 mekân saldýrýya uðramýþtýr. Maddi hasarýn, o günün deðerine göre 150 milyon ile 1 milyar Türk Lirasý arasýnda olduðu tahmin edilmektedir. Demokrat Parti hükümeti, zarara uðrayýp tescil ettirenlere toplam 60 milyon Türk Lirasý civarýnda tazminat ödemiþtir. ("67 Eylül Olaylarý", Radikal gazetesi, 6 Eylül 2005 ) Zamanýn gazetelerine göre asýl suçlu, Türkleri provoke eden Rumlardýr. Halbuki 6-7 Eylül olaylarýnýn sadece Kýbrýs'la ilgili olarak Rumlara yapýlmýþ bir misilleme olmadýðýnýn bir göstergesi, tahrip edilen iþyerlerinin yüzde 59'u Rumlara aitken, yüzde 17'sinin Ermenilere, yüzde 12'sinin Yahudilere ait olmasý, hatta dönmelere ve Müslüman olmuþ Beyaz Ruslara ait mekanlarýn bile saldýrýya uðramýþ olmasýdýr. Saldýrýlarýn kontrol edilememesi üzerine Baþbakan Adnan Menderes Sapanca'dan çaðrýlýr ve sýkýyönetim ilan edilir. Olaylarla ilgili olarak önce 3 bin 151 kiþi tutuklanýr, daha sonra bu sayý 5 bin 104'e yükselir.(Yahya Koçoðlu, 'Azýnlýk Gençleri Anlatýyor', Metis Yay., 2001. s. 25-31.) Kiliseler ve mezarlýklar da saldýrýlardan payýný almýþtýr: Kiliselerin içindeki kutsal resimler, haçlar, ikonalar ve diðer kutsal eþyalar tahrip edildiði gibi, Ýstanbul'da bulunan 73 Rum Ortodoks kilisesinin tamamý ateþe verilmiþtir. Ýzmit ve Adapazarý'ndan gelen yaðmacýlar, geri dönmek üzere Haydarpaþa istasyonuna geldiklerinde, üzerlerinde yaðmaladýklarý mallarla yakalanýrlar. Yaðmacýlarýn büyük bir bölümünün baþka þehirlerden getirildiði ortaya çýkar. Emekli hakim Amiral Fahri Çoker'in Tarih Vakfý'na býraktýðý belgelerde yer alan verilere göre, Sivas'tan 145, Trabzon'dan 117, Kastamonu'dan 116, Erzincan'dan 111 kiþi getirilmiþtir. (AN/TK) Bianet Vietnamlý Devrimci, halký ile birlikte Üçüncü Dünya denilen ülkelerin, uluslararasý kapitalist güçler tarafýndan sömürülmesine ve sömürgeciliðe karþý mücadelenin bir simgesi haline geldi. Onun adý, ülkesinin sýnýrlarýnýn çok ötesinde, komünist solun dünyadaki en ünlü þahsiyetleri arasýnda bulunuyor. Vietnam, Birleþik Devletlere karþý kazandýðý zafer ile kaynaklarda büyük eþitsizlik olmasýna raðmen emperyalizmi yenmenin mümkün olduðunu gösterdi. Dünyanýn her yerinde, büyük halk güçleri Vietnam devrimi ile dayanýþma içinde oldu ve Ho Chi Minh figürü dünya çapýnda hak ettiði iyi bir üne ulaþtý. Ho Chi Minh tarafýndan örgütlenen halk ordusu, dönemin en güçlü üç emperyalist gücünü bozguna uðrattý: Fransa, Japonya ve Amerika Birleþik Devletleri. Bunlar, kitle imha araçlarý karþýsýnda hiçbir korumasý bulunmayan Vietnam halkýný katlettiler. Ho Chi Minh, halký ezenleri ve istismar edenleri, hatta kapitalizmi dayatmaya çalýþan ve dünyaya hükmeden Amerika Birleþik Devletleri'ni yendi. 19 Mayýs 1890 yýlýnda, bugünkü Vietnam’ýn kuzeyinde bulunan Annam’da doðdu. 30 yýldan beri Fransýz sömürge yönetimi altýnda bulunan bu bölgede, çocukluðunun ilk yýllarýndan itibaren emperyalizmin ihlallerine tanýk oldu. Bir doða bilimcisinin oðluydu, Saygon’da okudu. Babasýnýn resmi görevinden alýnmasý ve ailesinin aþaðýlanmasýndan sonra ülkenin aðýr sosyal koþullarý ve sömürgeci güçlerin baskýsý nedeniyle göç etmeye karar verdi. 1912 yýlýnda, uzun ve karmaþýk bir yolculuktan sonra Londra’ya geldi. Burada, fotoðraf rötuþçusu ve otel bekçisi olarak üç yýl boyunca düþük ücretle çalýþtý. Bu onun sola olan inancýný güçlendirdi. Paris’te, yeni baþlayan anti-sömürgecilik hareketleri ile iliþki kurdu ve Fransýz Sosyalist Partisi’ne katýldý. Tours kongresinde, enternasyonalistlerin çoðunluðu ile birlikte III. Enternasyonal’e katýlmaya karar verdi. Daha sonra Fransýz Komünist Partisi (PCF) adýný alacak olan Komünist Enternasyonal'in Fransýz seksiyonunun kuruluþuna katýldý ve bir eylemci olarak ortaya çýkmaya baþladý. L'Humanité’nin editörlüðünü yaptý. Daha sonra, sömürge ülkelerinin devrimci liderlerine sesleneceði “El Paria” gazetesini kurdu. Burada, uluslararasý iþçi hareketinin ve Marksizm'in önemli kiþiliklerini tanýdý. Ve yine bu dönemde, þair yönü dâhil olmak üzere büyük bir entelektüel üretim ile hayatýnda çok önemli bir aþama yaptý. Onun makalelerinde ve yazýlarýnda, sömürgecilik tarafýndan egemenlik altýna alýnan halklara uygulanan baskýya ve emperyalizme karþý mücadeleyi, güçlü bir þekilde üstlenme görülür. Versalles konferansýnda, Hindiçin kolonisi için eþit haklar tanýnmasý ve baskýya karþý müdahaleleri dikkat çekti. Paris’ten Moskova’ya taþýndý ve orada Enternasyonali biçimlendirdi. Sonra Çin Komünist Partisi’yle iþbirliði yapmak için Çin’e geçti ve orada, askeri ve siyasi eðitimini tamamladý. 1927 yýlýnda, bu ülkede, devrimcilere karþý olan olaylardan sonra Çin’den kaçtý ve yeraltýna geçerek Burma, Çin ve Siyam’da (bugünkü Tayland) silahlý ayaklanmalar ve grevler organize etti. 1930 yýlýnda, Vietnam Komünist Partisi’ni kurdu. Fakat sonra bir kez daha tutuklandý. Egemenlik durumunda beklenmeyen bir deðiþiklik oldu ve Fransýz egemenliði altýnda bulunan Hindiçin, Japonya’nýn egemenliðine geçti. 1940 yýlýnda serbest býrakýldý ve ülkesine geri döndü. Vietnam’ýn Baðýmsýzlýðý için Birlik Cephesini (Viet Minh) kurarak Vietnam’dan sürülene kadar Japon iþgaline karþý beþ yýl mücadele etti. Ýngiliz birliklerinin güneye girdikleri sýrada Çinli milliyetçiler, ülkenin kuzeyini iþgal etti. Ayrýca Fransýzlar da kendi sömürge alanlarýný kurtarmak istediler ve ülkeyi yeniden iþgal etmek için deri döndüler. Bu sýrada Kuzeydeki Vietnamlý gerillalar, Çinlilere karþý koyarak bu bölgeyi özgürleþtirdiler. 2 Eylül 1945’te, Vietminh, Demokratik Vietnam Cumhuriyeti’ni kurarak baðýmsýzlýðýný ilan etti. Ama emperyalistlerin planlarýnda, bölge için baðýmsýzlýk deðil tersine bölgenin kapitalist güçler arasýnda yeniden pay edilmesi vardý. Fransýzlar, 1946 yýlýnda, Haiphng’i bombalayarak binlerce sivili öldürdü ve halk buna 19 Aralýk’ta genel bir ayaklanma ile cevap verdi. Fransýz ordusu yenildi ve Ho Chi Minh Demokratik Vietnam Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaþkaný olarak ilan edildi. Ama Ngo Dinh Diem’in liderliði altýndaki Güney Vietnam, Ho Chi Minh’in seçim zaferi öncesi, ABD’nin desteði ile seçimlere katýlmayý reddetti. General Eisenhower, Vietnamlýlarýn yüzde sekseninin Ho Chi Minh’e oy vereceðine inanýyordu ve bu yüzden Birleþik Devletlerin Dýþiþleri Bakanlýðý, komünizmi frenlemek ve bölgedeki nüfusunu korumak için güneye askeri destek vermeye karar verdi. Fransa’ya karþý savaþ, ABD’ye karþý savaþa miras kalmýþtý. Ho Chi Minh, hemen harekete geçti ve Viet Kong ve Ulusal Kurtuluþ Cephesini (FNL) kurarak gerillalara destek verdi. 5 milyondan fazla Vietnamlý öldü ve 3 milyon insan, güçlü bir kimyasal silah olan portakal gazýnýn etkilerinden zarar gördü. Savaþ süresince 7 milyon tondan fazla bomba ve 100 bin zehirli kimyasal madde kullanýldý. Ýkinci Dünya Savaþý boyunca kullanýlan bombalardan daha fazlaydý. Ho Chi Minh, 2 Eylül 1969 yýlýnda, Hanoi’daki mütevazý evinde, 79 yaþýnda, kalp durmasý nedeniyle hayatýný kaybetti. Bir yaþamý adadýðý, devrim eserinin tamamlanmadýðýný göremeden öldü. Vietnamlýlar için Amerika Birleþik Devletlerini yenen Ho Chi Minh’ti. Muzaffer tanklarýn bir pankart taþýdýðý anlatýlýr: Ho amca, daima bizimle yaþýyorsun. [Rebelion’daki Ýspanyolcasýndan Atiye Parýlyýldýz tarafýndan Sendika.Org için Sendika. Org Maya þehrinde biten yaþamýn sýrrýný kan örnekleri aydýnlatacak. Þehrin yok olmasýnýn ardýndaki neden büyük olasýlýkla bir savaþ Guetamala’da Maya uygarlýðýnýn hüküm sürdüðü en önemli þehirlerden olan El Mirador’un sýrrý DNA testi ile çözülecek. Arkeologlarýn yaptýðý kazýlarda ortaya çýkan mýzrak ve ok kalýntýlarýndan alýnan kan örneklerini inceleyen araþtýrmacýlar, þehirdeki yaþamýn bitme nedeninin kanlý bir savaþ olabileceði ihtimali üzerinde duruyor. Savaþ aletlerinde bulunan kan örnekleri inceleniyor. Yapýlan test sonucunda iki farklý DNA tipi ile karþýlaþýlýrsa þehirdeki hayatýn bitmesine büyük bir savaþýn neden olduðu ortaya çýkacak. BirGün