İndirmek İçin Tıklayınız!
Transkript
İndirmek İçin Tıklayınız!
Bakiyorum onlann yüzüne ne yenilmi ne eylem yorgunu, yeerttigi incecik tohumlar ülkemin; incecik bir günele, ama direnç dolu, kabukları arasından gelecek günlerin. K.Özer Eylül 92'de 1 Merhaba 2 Bu Ses Hiç Susmayacak/ Grup Yorum 9 Sanatçılar Cephesinde Yeni Birey Yok/ Selçuk Demirci 13 Aranıyor/Hayati Azim 16 Ulusal Kurtulu ve Kültür 2/ Amilcar Cabral 20 Unutkan/Ekin Yılmaz 24 Diyarbakır Notları/Zozan Evindar 27 Kemal Burkay'ın iiri ve Türkülerimiz/ Grup Yorum 28 Susmak Onaylamaktır/Tavır 32 Dostluklara,Kavgaya ve Yaama Dair/ Selçuk Hazinedar 38 Küba Sineması/Manfred Scholz 41 Grup Yorum'a gıyabi tutuklamayla balayıp, Ortaköy Kültür Merkezi'nin defalarca basılmasıyla yo unlaan son dönemdeki baskılar, devrimci sanatçıları tatilde de buldu. ktidarın, halktan yana sanata ve sanatçılara tahammülsüzlü ü öyle bir noktaya gelmitir ki, onların dinlenmeleri bile "suçlur artık 24 A ustos 1992 günü saat 21.00'de, Ortaköy Kültür Merkezi çalıanları, FOSEM, Aye Gülen Halk Sahnesi, Tavır Dergisi yazarları, Grup Özgürlük Türküsü ve Grup Yorum elemanlarından iki kii, 10 günlük b? tatil yapmak üzere gittikleri Karadeniz Ere li'de gözaltına alındılar. Dergimizin bu sayısı, aynı zamanda Tavır yazarlarının da içinde oldu u 15 arkadaımız gözaltındayken matbaaya veriliyor. Günele Ortak/AHS 44 Haber/Yorum "Bir sabah ayaa kalktık Aynı anda, birbirimizden habersiz Gözlerimiz yoksul ve kocaman. Birlikte çarpıyordu artık Aynı saçaın altında yüreklerimiz Yürüdük yaamı savunmak için Bir yanda umut, bir yanda düman" T A V I R 1 Grup Yorum Üyeleri: Kemal Sahir Gürel, Elif Sumru Gürel, Taner Tanrıverdi, Hilmi Yarayıcı KONYA DEVLET GÜVENL K MAHKEMES BAKANLII'NA; SORGUMUZDUR: BU SES HC SUSMAYACAK BU MAHKEMEDE SANIK SANDALYESNDEYZ iz Grup Yorum üye-leri bugün Konya'da, Devlet Güvenlik Mahkemesi'ndeki bu durumada sadece Eskiehir'deki bir sa-nat etkinliininin deil, halktan yana bütün kültür ve sanat faali-yetlerinin ve devrimci sanatçıların yargılanmakta olduunu biliyoruz Bu salon-da mücadelenin sanatı ve sanatsal faaliyetleri yargılanmaktadır. Bugün bu durumaya in-sanlık tarihine önemli kaza-nımlar olarak yazılmı bir tavrı sürdürmeye geldik. Ro- 2 TA V I R ma arenalarında, ortaçaın engizisyon mahkemelerinde, Osmanlı zindanlarında, Nazi toplama kamplarında ve An-tikomünist Soruturma Komiteleri'nin karısında yargı-lanan Phrynichus'un, Pir Sul-tan'ın, Paul Robeson'un, Na-zım Hikmet'in, Victor Jara'nın ve daha binlerce sanatçının oturduu sandalyede oturu-yor, çıkarıldıı kürsüden konuuyoruz. nsani deerleri, erdemi, onuru yücelten bu mirasa sahip çıkmaya çalıa-caız. Bu ülkede sanatçıların da çadıı karanlıklara ve yasakçı yasalara karı diren-me gelenei yaratabilecegini kanıtlayacaız Bunun için buradayız. Tutuklama karar-ları, zindanlar, baskı ve i-kence bizi yıldıramaz. Sanatımız büyük insanlık davasına sahip çıkmaya de-vam edecek. Emekçi yıınla-rın özgür, eit ve kardeçe bir dünya kurma mücadelesi-ne; baımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesine katılmaya devam edecek tür-külerimiz. Bu mahkemede sanık sandalyesindeyiz! Çünkü baskıya ve sömürüye karı boyun emezliin, bakaldı-rının türkülerini söylüyoruz. Bu mahkemede sanık sandalyesindeyiz! Çünkü sevgiden ve umuttan, emekçi terinin suladıı umuttan dillenen türkülerimiz meydanları saran uultuya, do-rukları sarsan rüzgârlara ka-rııyor. Bu mahkemede sanık sandalyesindeyiz! Çünkü gecekondu mahallelerinin, yok-sul ve acılı halkın türküsünü söylüyoruz. Bu mahkemede sanık sandalyesindeyiz! Çünkü hergün hayatı yeniden yara-tanların, alterlerin karısın-da, tribünlerin akıında yük katarlarına çile taıyanların; limanlarda, antiyelerde bek-leenlerin yürüyü kolundan yükselen uultuyla yüklü tür-külerimiz. Bu mahkemede sanık sandalyesindeyiz! Çünkü türkülerimiz üniverse koridorla-rında savrulan yumruklara kı-vam, gerici kuvvetlere karı kurulan etten ve kandan set-lere dayanma gücü oluyor. Bu mahkemede sanık sandalyesindeyiz! Çünkü ezi-len, horlanan, soykırıma u-ratılan Kürt halkını, insansız-latırılan da köylerinde, tank ve top atei altındaki kasaba-larda kentlerde yankılanan türkülerimizle savunuyoruz. Ve bir kere daha tekrar ediyoruz ki: Türkülerimiz ölüm pahasına savunulan her mevzide dalgalanan bay-raklarla kucaklamaya de-vam edecek; overlokçu kızla-rın, el arabalarının arkasın-dan sürüklenen iportacıların, asfaltın erittigi yol içilerinin, temizlik içilerinin, tozlu dosyaların, uzun yazı-maların arasında yoksulluk-tan usanan memurların, ö -retmenlerin, aydınların sanatçıların içinde büyüyen öz-lemle yükleyecek barikatları. Türkülerimiz cesaretle, dü-manın kalelerini sarsan cesa-retle bütünleecek. Bu mahkemede sanık sandalyesindeyiz. Tıpkı bun-dan 2486 yıl önceki gibi. Ya-zılı tarihin bugüne dein bu-lunabilmi ilk cezası bir sa-natçıya verilmitir. Bundan 2486 yıl önce;yani sa'nın doumundan 494 yıl önce, tıpkı Grup Yorum gibi bir sanatçı ve sanatçı topluluu ellerinde sazlarla eski Yunan kentlerinde dolaıyor, oluturdukları 50 kiilik koroyla hem dans ediyorlar, hem oyunlar oynuyorlar hem de lirik arkılar söylüyorlardı. lk epik tiyatronun kurucusu diyebileceimiz Phrynichus 494 yılında Atina'da "Pereler" adlı bir oyun oynadı. Konusu Millet kentinin Pereler tarafından nasıl alındıı. Bu tarih Millet kentinin Pereler tarafından acımasızca ele geçirilii, kentin yamalanması, insanların öldrülmesi ve tutsak edilerek Persepolis'e götürülmesinin birinci yıldönümü. Phrynichus ve topluluu, Atina'iı yöneticileri Millet kentinin ezilen, öldürü-len halkına yardıma koma-makla suçluyor, onların bencil vurdum duymazlıklarını eletiriyordu. "Atina'lılar Asya oniularını kendi balarına koskoca Pere ordusu karı-sında yalnız bırakmakla suç-luydular" Atinalı yöneticiler koskoca bir kent halkının öl-dürülmesi karısında suçluluklarını sergileyen bir sanat-çıya tarihin yazılı ilk cezasını vererek cezalandırmılar; sazlarıyla, korolarıyla kent kent dolaan topluluun bun-dan 2486 yıl önce tıpkı Grup Yorum'a yapıldıı gibi oyun-ları, türkü söylemeleri yasaklanmı, ve o zamana dein görülmemi bir para cezası ile, 1000 drahmi ile Phrynic-hus'u cezalandırmılardır. Bu neyi gösterir? Apaçık u gerçei: Sanat douuyla birlikte cezalarla karılamı-tır. Çünkü sanat, sömürülen, ezilen, öldürülen insanların yanında olmayla birlikte do-mutur. Özgür düüncenin, insan haykırıının ilk çılıı sanatta, sanatçıda kendini biçimlendirmitir. Ve tüm ce-zalara, yıldırmalara karın in-sanın direnii sanatçıda ken-dini belirleyerek tüm aama- lardan geçe gece günümüze dein gelmitir. Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin yargıçları unu bil-mek zorundadırlar: Sömürü-nün, haksızlıkların, ikence-nin, zulmün olduu bir dün-yada sanatçıların direnii kırılamayacaktır. Sanat direnile dodu, onunla sürüyor. Tıpkı Phrynichus'un örenci-si Aiskhulos'da olduu gibi. Aiskhulos "zincire vurulu Prometheus" adlı oyunuyla ilk çaın ilk diyalektik haykırı-ını bugüne dein ulatırabilmitir. "Bütün tanrılardan nefret ediyorum. Acımı deimeyeceim... Tüm bu zorlamaların hiç biri iktidar-dan kimin kendisini (Zeus'u) yerle bir edeceini söylete-meyecektir bana (...) Acı çekmeye zorunlu olanla birlikte paylaacaım, onun ya-nında ben de o acıyı "diyen ilk çaın bu ilk trajedi ustası Aiskhulos kentinden uzak-latırıldı, ülkesinin dıında ölmek zorunda bırakıldı. Ama sanatçı en az üçbin yıldan bu yana "acı çekmeye zorunlu olanla birlikte", onun ya-nında, onunla birlikte o acıyı paylamayı sürdürdü. 21. yüzyılın eiinde sanatçıları hapse koydurtmak isteyenler kendilerini u iki kimliin içinde kaskatı bula-caklardır: 1) Onlar engizisyon mahkemelerinin yargıçlarıdır. 2) Demokrasi sözcüklerinin ar-dına gizlenme gücünü bula-mayacak kadar anti-demokrat ve despotturlar. SANATIMIZIN KAYNAI HALKTIR nsanın doaya hükmet-meye yönelik en önemli, en kapsamlı eyleminin, baım-sızlık, demokrasi ve sosya-lizm mücadelesinin içinde yer alıyoruz. Sanatsal faaliyetlerimizle yeni bir dünya kurma mücadelesine katılır- TAV IR 3 ken toplumsal yaamın düzenlenmesinde politik müca-delenin belirleyici rolünün bi-lincindeyiz. nsan ruhunun mühendisleri olan sanatçılar, eserleri ve sanatsal faaliyet-leriyle yaamı yeniden düzenleyen politikanın hizme-tindedir. 17. yüzyılın sonlarında ta-rih sahnesine ilerici bir sınıf olarak çıkan burjuvazi, feo-dalizme karı yürütülen ikti-dar mücadelesinde emekçi halkı da yanına alırken sanatın insan ruhu üzerindeki etki gücünden sonuna kadar yararlanmıtı. leri üretim iliki-sini temsil eden burjuvazinin sanatı da ilerici bir misyona sahipti. "Eitlik, özgürlük, kardelik" sloganlarını sanatsal üretime yansıtarak sanatı sınıf çıkarlarına hizmet eden bir araç olarak kullanmaktan çekinmemilerdi. Ancak emperyalizm ça ında üretici güçlerin gelimesini engelle-yen "emperyalist" üretim biçi-miyle çürümeye balayan burjuva sistemi siyasi olarak da, bilim ve sanat alanında da gericilemitir. Ülkemiz emperyalizme ba lı bir yeni sömürgedir. Emperyalistler ve yerli ibir-likçileri egemenliklerini kalıcı kılabilmek için kültürel yaamı yönlendirmek ister. E itim kurumlarıyla, kitle iletiim araçlarıyla hayatın her alanı-na müdahale ederek halkın degerlerini, hayatı kavrayı biçimini de itirerek kültürel kimli i politik ve ekonomik egemenliklerinin sürdürülme-sine uyum sa layacak ekil-de biçimlendirmeye çalııyor-lar. te buna karı çıktı ımız için sanık sandalyesindeyiz. Ruhsal ve düünsel kont-rolü sa lamak için dinsel ide-olojinin etkinlik alanını geni-letiyor; ırkçı, oven, milliyeti duyguları körükleyerek faiz -me kitle tabanı yaratmaya çalııyorlar. te buna karı 4 TAVIR çıktı ımız için yesindeyiz. sanık sandal- Emperyalizmin kültür politikalarını ve faizmin demagojilerini tehir ediyoruz. Si-yasi gerçeklerin açıklanması-na, kitlelerin bilinçlenmesine yardımcı oluyoruz. Ezilen halkların çıkarlarını savunuyor, kurtulu yollarını sergile-yerek emekçi yı ınların birli i do rultusunda mücadele ediyoruz. te bunun için sanık sandalyesindeyiz. Türkülerimizde yaam sevinci, daha güzel bir dün-yaya olan inanç var, hak alma bilinci var. Halkın kültürel mirasını sınıfsız, sömürüsüz bir dünya kurma mücadele-sinin duyarlılıkları ile yo urup bu mücadeleye moral de er-ler, coku ve direnme gücü aılayan türküler söylüyoruz. Bizim yaptı ımız müzik bu topraklar üzerinde yaayan halkların, Türklerin, Kürtlerin, Çerkezlerin, Lazların, Erme-nilerin, Arapların müzi idir. Yoksul halkların müzi ini yapmak, onu gelitirmek, ev-rensele ulatırmakla sorumlu sayıyoruz kendimizi. Ulusal kimli i, dili, kültürü yok sayı-lan Kürt halkının türkülerini inatla ve ısrarla söylemek-ten, konserlerde ve geceler-de bunun öncülü ünü yapmaktan gurur duyuyoruz -te bunun için sanık sandalyesindeyiz. Kürt halkının özgürlük mücadelesini savundu u-muz için bizi zindana atmak isteyenlerin Galile'ye dünya dönmüyor dedirtmeye çalı-an ortaça engizisyoncula-rından farkı yoktur. Dünyanın döndü ü nasıl bir gerçeklik-se Kürt halkının varlı ı, dili, kültürü ve türküleri de böyle bir gerçekliktir. Kürt halkının türkülerini söylemeye devam edece iz. Sanatımızın kayna ı halk-tır. Halkın içinde, omuz ba-ında, gözünde, kula ında, dilinde, sıkılı yumru unda, umudunda, sevdasında, ekme inde, akındadır türküle-rimiz. Halkımız aydınlı a do ru giden atılımıyla esin kayna ımızdır. Eserlerimizi kabul edecek ya da redde-decek olan halktır. Sadece halkımız yargılayabilir bizi. Sadece halkın de er ölçüle-rine ve yargılarına önem ver-di imiz için gerici kurumlarla ve yasalarla mücadeleyi er-dem saydı ımız için sanık sandalyesindeyiz. Grup Yorum inat ve cesa-retle do ru bildi i yolda iler-leyen yasaklara ve tutukla-malara ra men türkülerini söylemekten vazgeçmeyen, tutarlı ve ilkeli tavrını sürdü-ren bir gruptur. Grup Yorum küçük burjuva sanatçıların yaam tarzlarıyla, ahlaklarıy-la, halka yabancılamı ken-dini be enen, popülist ben-cil tavırlarıyla arasına kalın çizgiler çekmitir. Grup Yorum'un zenginli i kollektiviz-midir. Mücadelenin soluk alıp verdi i her alan, mücadeleyi yüre inde duyan her insan iirleriyle, ezgileriyle, eletiri-leriyle ve önerileriyle bu kollektivizmin içindedir. Grup Yorum hayatın aktı ı bir po-tadır. Siz burada sadece bizi yargılamıyorsunuz. Burada, kasetlerimizi dinleyen, konserlerimizde cokulu halaylar çeken onbinleri de yargılıyor-sunuz. Bu davada türkülerini yaptı ımız yoksul gecekondu halkı da, her yıl grizu patla-malarına göçüklere yüzlerce ölüveren maden içileri; aç ve açıktaki emekbiler; pa-muk,tütün ve çay içileri, topraksız köylüler; üniversite ö rencileri ve namuslu ay-dınlar da yargılanmaktadır. Bizi yargılayan iktidarı sa-mimi olmaya davet ediyoruz. Siyasi iktidar imza koydu u uluslararası anlamalara uy-muyor. Paris artı'nı, Helsinki Senedi'ni, AGK Anlama- ları'nı hiçe sayan, baskıyı, ya-sa ı ve ikenceyi engelleme-yen iktidar samimi davranıp bu anlamalardan imzasını çekmelidir. SÖMÜRÜNÜN, HAKSIZLIKLARIN, KENCENN, ZULMÜN OLDUU BR DÜNYADA SANATÇILARIN DREN SÜRECEKTR nsanlık tarihi boyunca egemenler sömürüyü sürdürebilmek için bilim ve düün adamlarına ve sanatçılara baskı uygulamılardır. Tarih "tek bir nefesim ve kuvvetim kaldı ı sürece felsefeyle u -ramaya, rastladıklarımı bu yönde yüreklendirmeye ve onlara her zamanki yöntem-lerle ders vermeye devam edece im" diyerek egemenlerin zehirini kendi elleriyle içen Sokrates'e tanıklık etmitir. Tarih "dünyanın yuvar-lak olabilece ini" ileri süren ve bunu engizisyon mahke-melerinde tekrarladı ı için yakılarak katledilen Buru-no'ya da; "yarin yana ından gayri her yerde, her eyde hep beraber" diyebilmek için atını saraylara süren eyh Bedrettin'e ve "ite kemend ite boynum/ dönen dönsün ben dönmezem yolumdan" diyen Pir Sultan'a da tanıklık etmitir. Nazım Hikmet "bir a aç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeçesine" yaamak istedi i için çeitli davalarda 61 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum edilmiti. "Ben yan-masam/sen yanmasan/biz yanmasak/nasıl çıkar karan-lıklar aydın a" diyen ozan iyi ve güzel gnler görece i-miz inancını yitirmeden top-lam 18 yıl yattı cezaevinde Nazi propaganda bakanı Göbels "ben ne zaman kültür sözcü ünü duysam silahıma sarılırım" demekten çekinme-mitir. Tarihin en büyük vah- etinin yaratıcısı Alman fa-istleri tonlarca kitabı ve sa-nat eserini yakmılardır. 2. Paylaım Savaı'ndan sonra Amerika Birleik Dev-letleri'nde acımasız bir sanat dümanlı ı sergilenmitir. Mc Carty döneminde '"Ameri-ka'ya Karı Çalımaları Aratırma Komitesi"nce sendika-larda, üniversitelerde, sine-ma ve tiyatro alanında komü-nistleri ortaya çıkarmak için geni çaplı soruturmalar yü-rütüldü. Bu soruturma ko-misyonları aydınları, sanatçı-ları kara listeye aldı isiz bıraktı, yoksulluk çekmeye mahkum etti. Tanıklık etme-mekte direnenler komiteyi aa ılamak suçuyla hapse atıldılar. Alger Hiss idam ce-zasına çarptırıldı. Rosen-bergler bu cadı kazanında öl-dürüldüler. Ancak Mc Carty dönemi tarihe ilericiler, devrimciler açısından direni mi-rası da arma an etmitir. arkıcı Paul Robeson "Asıl Amerika'ya karı çalı-anlar sizlersiniz. Ben kendi halkımın bu ülkede haklarına kavumasını istedi im için buradayım. Yurt dıı konser-lerinde yaptı ım konumalardan dolayı buradayım..." di-yordu ba e meden oturdu- u sanık sandalyesinde.Se-narist John Howard Lasson "düüncelere sınır çizmek ve haberlemeye sansür koy-mak amacını güden, bu amacını tutanaklarda da be-lirten kimselerin saldırısına u ramaktan onur duydu u-nu" söylüyordu. Tarihin her sayfasında yasak ve zulüm varsa direni de vardır. 1973 yılında ili'de CIA ve emperyalist tekellerin deste iyle askeri darbe ger-çeklemi, Amerikan kuklası generaller yönetimi devral-mıtı. Victor Jara 12 Eylül Çaramba günü Teknik Üni-versite ö rencileri ve içilerle birlikte "ili" stadyumuna ge-tirilir. Üniversite hava akınla-rına u ramı ve bombalan-mıtır. Subayardan biri onu tanıyarak üzerine atılır. Ünlü halk arkıcısı ve tiyatro yönetmenine yapılan ikence-ler böyle balar. Dipçiklerle rastgele karnına, baıha ne-resine gelirse vururlar. Victor Jara yalnız kollarıyla korunur, kesinlikle ba ırmaz. kencecilerin komutanı "kesin ellerini" diye emreder. Hava-cı subaylar ve askerler salo-nun bir kenarına sürükleyip ellerini tel örgülere geçirirler ve hep birlikte parmaklarını parçalarlar. O gün bebin-den fazla insan vardır stadyumda, hepsi de bu olaya ta-nık olur. 15 Eylül Cumartesi sabahı onu tribünden alıp yoldalarının arasına kattıkla-rında yeni iirini "Stadyum ili"yi yazmaya balamıtır bile Victor Jara'yı uzun i-kencelerden sonra kırk içiy-le birlikte kuruna dizerler. Ama bir baka direniçinin arkısında "varsın güç olsun yolum/ dönmeyece im/ bili-yorum ve inanıyorum/ amaca erece im" demeyi sürdürür Jara gibi direnenler. Devrim-ci sanatçılar mahkeme kür-sülerinde ve zindanlarda Victor Jara'nın elindeki direni bayra ını taımayı sürdürecekler te bu inancı savundu umuz için sanık sandalyesindeyiz. Yunanistan'da Albaylar Cuntası bir sıkıyönetim bildi-risiyle "Karar verdik ve emre-diyoruz. Bu yasak bütün ülke için geçerlidir. Theodora-kis'in müzi ini ve arkılarını söylemek ve da ıtmak ya-saktır. Bu emre uymayacak vatandalar derhal askeri mahkemeye sevkedilecek ve ola anüstü askeri durum artlarınca yargılanacaktır" diye duyurmulardı. stanbul Valili i ise 14.2.1990 tarihli (1990/23 esas nolu) stanbul 1 Nolu TAVIR 5 dare Mahkemesi Bakanlı- ına gönderdi i yazıda Grup Yorum için öyle diyor: "... Söz konusu müzik toplulu u mensuplarının bugüne kadar çeitli eylemlere katıldıkları tespit edilmi ve konserlerde aırı solu simgeleyen ya da bölücü mahiyette sloganlar attırmak suretiyle ço unlu u gençlerden oluan izleyici toplulu unu galeyana getire-rek bir suçun ilenmesi için aleni olarak tahrik ettikleri THKP/C - DEV-SOL örgütü-nün militanı ve sempatizan-ları oldu u (...) ve bu tür kon-serlerden elde edilen para-nın büyük bir bölümünü bu örgüte aktararak maddi ve manevi destek sa ladıkları anlaılmakta olup, söz konusu konserlere (...) izin veril-mesi uygun görülmemitir." Albaylar Cuntası'nın sıkıyönetim bildirisiyle stanbul Valili i'nin mahkemeye gönd e rd i i yazı arasında hiç bir fark yoktur. Soruyoruz: Dev-let Güvenlik Mahkemesi'nin yargıçları cuntacıların bildirilerindeki engizisyon mantı- ıyla ve polis kaynaklı valilik fezlekelerine uyarak mı karar verecek? Halka ve halkın sanatçılarına uygulanan amansız baskılar egemen sınıfların gerici düzenini korumaya yetmeyecek. Tarih köhnemi sistemlerin ve örümcek kafalı yöneticilerinin yok olup gidiinin örnekleriyle doludur. Onuru ve erdemi savunarak direnen sanatçıların, ilerici, devrimci sanatçıların halkın gönlünde ve bilincinde yaadı ına tanı ız. Pir Sultan Abdal'ın direni ruhu yokedilebildi mi? Nazım Hik-met, Yılmaz Güney, Ruhi Su halkmızın mücadelesine güç katmaya devam etmiyor mu? Düüncelerini iirlere, öykülere, romanlara, resimlere yansıtı ı için komünizm propagandası yaptı ı gerekçe- 6 T A V I R siyle tutuklanan, zincire vu-rulan Rıfat Ilgaz'ın, katledilen Sabahattin Ali'nin, ikencelerden geçirilen, sürgüne gönderilen H. zzettin Dinamo'nun, Orhan Kemal'in, A. Kadir'in, Ahmed Arif'in, En-ver Gökçe'nin, Aziz Nesin'in, Avni Memedo lu'nun, Bala-ban'ın ve isimlerini sayama-dı ımız yüzlerce sanatçının yasaklanan eserleri bugün halkların kültürel yaamında nasıl yaayan de erler olu-turuyorsa bizim de türküleri-miz baskılara ve yasaklama-lara ra men halkların bilincinde ve sesinde dillenecek. Ateli silahların saldırısı-na u raması, basılmasının, yayılmasının hatta adından bile söz edilmesinin yasak-lanması Kürt kültürünü yoke-debildi mi? Kürt kültürü üze-rindeki bütün baskıları bu kürsüde mahkum ediyoruz. Bu mahkemede sanık sandalyesindeyiz. Bizi tutuklamak isteyen anlayı Ruhi Su'yu bile bile hastalı ıyla babaa bırakıp ölüme ter-keden, Yılmaz Güney'i yıllar boyu halkına yasaklayan, smail Beikçi'ye tutaklama kararları, hapis cezaları ve-ren anlayıın devamıdır. Yazdı ı bir hikayede as-kerin aya ını tökezletti i için Sait Faik'i sıkıyönetim komu-tanlı ına ça ıran; bir iirinde-ki "bu çürük yapı yıkıldı, yıkı-lacak" dizelerinden dolayı 1966 yılında ö retmen-air Talip Apaydın'ı savunma hakkı bile tanımadan bakan-lık emrine alan; "varmak için o güzel yarınlara/ bizim de da larımız vardır Che Gua-vera" dedi i için 1967 yılında Metin Demirta hakkında so-ruturma açan; Haldun Ta-ner'in yazdı ı ve 1965 yılında stanbul Belediyesi Yeni Komedi Tiyatrosu'nda oyna-nan "Ee in Gölgesi" adlı oyunda suç unsuru bulundu- u için oyunun senaryosuna, dekoruna, afi ve ilanlarına el koyan; filmlerin oynanaca- ı salonlara mahalli polis göndererek denetleten, san-sür yasasıyla birlikte, örne in 1960 yılında "oförün Karısı" adlı filmdeki "kazancımızı or-taya koyar birlikte harcarız" sözünü "bir çeit komünizm düüncesi aıladı ı" gerek-çesiyle senaryodan çıkartan anlayıı ve bu anlayıın ben-zer di er uygulamalarını yar-gılıyoruz bu kürsüde. 1963 yılında açtı ı resim sergisini inceleme gere i bile duymadan komünizm propagandası yaptı ı savıyla res-sam Avni Memedo lu hakkında dava açan, onu tutuk-latan anlayıla, 19 Haziran 1992 tarihinde Eskiehir'deki "Bu Yaam BizimSevgi Ve Dostluk enli i"ndeki sergi-ledi imiz oyunlardan, slayt gösterilerinden, türkülerden dolayı bizleri gözaltına alan, tutuklayan, dia makinasına suç unsuru diye el koyan ya-sakçı, baskıcı, sansürcü anlayıı bu kürsüde mahkum ediyoruz. Biz halkın sanatçısıyız ve halkımıza reva görülen her eyin tanı ıyız. Onlara yönel-tilen namluların önüne iirle-rimizle, türkülerimizle, oyun-larımızla, resimlerimizle çıkı-yoruz. Haksızlı ın, ikence-nin, katliamların oldu u her yerde güzelliklere, mutluluk-lara do ru açan üretimleri-miz de olacak Bizler gözalıcı vaatlerle iktidara gelen hükümetlerin ikiyüzlü politikalarına ba lı, onların kurallarıyla yaayan, onlara tabi sanatçılar de iliz. Grup Yorum ulatı ı yere düzenin bütün yozlatırıcı olanaklarına sırt çevirerek geldi. "Politikadan vazgeçin, televizyon ve di er medya olanaklarına kavuun, köe dö-nün" tekliflerini kabul etme-dik, etmeyece iz. Türküleri-miz alınıp satılan bir mal de ildir. Üretimlerimizi onla-rın icazeti ve yardımları ekillendirmiyor. Halkımız onyıllardır an-lamsız vaatlerle, nutuklarla oyalandı,kandırıldı. 12 Eylül'ün ürünü ve fa-ist yasaların uygulayıcısı ANAP hükümeti halkların gö-zünde deifre olunca DYP-SHP koalisyon hükümeti gündeme geldi. Öyle parlak vaatler, gözalıcı programlar ortaya sürüldü ki geçmi dönemlerde her türlü baskıya u rayan, ikencelerden geçi-rilen ilericidemokrat sanatçı-aydınlar bile daha 80 öncesi döktü ü kanlar kurumamı, prim verdi i katliamlar unu-tulmamı olan sahte umutla-rın peine d ü t ü l e r . Karakol-lar effaf olacak, gözaltında kayıplar, emniyet pencere-sinden atmalar, kafasını du-varlara vurup intihar etmeler ve ikence sona erecekti; yargısız, sorgusuz infazlar son bulacaktı. ktidar "ikence yapanın ellerini kırarım, bana bir kayıp gösterin bunu yapanların anasından emdi i sütü burnundan getireyim" diyordu. Enflasyon düürüle-cek, borçlar ertelenecek, üc-retler artacak, düünen, sor-gulayan, konuan bir Türki-ye, örgütlü bir topluluk kuru-lacaktı. Kürt realitesi tanınıyordu. DYP, düzene yedeklenerek tekelci burjuva-zinin ve ABD emperyalizmi-nin çıkarlarını korumanın ampiyonlu una soyunan, hak alma mcadelesini, pro-testo eylemlerini iddet eyle-mi olarak niteleyen SHP ile birlikte iktidara geldi. Reform-lar için halktan süre talep et-tiler. Ama bu sürenin ne an-lama geldi i ortadadır. Seçimlerde vaatlerle yaratılan pembe bulutlar da ıtıldı. De-mokrasi, insan hakları, öz-gürlük söylemleri artık inanır-lı ını yitirdi. Seçimlerde kan tazeleyen iktidarın demokrasi maskesi dütü, katliamcı, sö- mürücü yüzü açı a çıktı. Tüm gücüyle deVrimcilere, demokratik muhalefet odak-larına ve halka saldırıyorlar. Ancak karılarında teslimiyeti de il direni ve atılganlı ı bu-luyorlar. Ekonomik gücü gün geç-tikçe gerileyen halklar, yürü-yüleri ve sendikal hak is-temleri copla karılanan me-murlar; dileriyle, tırnaklarıyla kurdukları ve ehitler pahası-na korudukları kondulardan binlerce polisin operasyonuy-la kovulmaya çalıılan gece-kondu emekçileri, do uda ve güneydo uda kurumlatırılan kontrgerilla operasyonları ve infazlar, ikenceler, gözaltında kayıplar ve baskınlar so-nucu Kasım 1991'den bu ya-na 200'ün üzerinde ölü var. Ama demokrasicilik oyunu tüm ikiyüzlülü üyle devam ediyor. Tabii ki kültür ve sa-nat alanında da bitmeyen nu-tuklar, her fırsatta tekrarla-nan ovlar ve peisıra gelen baskılar, engellemeler gö-zaltılar, tutuklamalar, katliamlar. Artık Türkiye'de susturu-lamayan devrimci sanatçılar katlediliyor. Aye Gülen tiyat-rocuydu Halkının özgür yarınlara olan umudunu, co-kuyla sahneye taıyordu. Sa-natın yaamı belirleyen politi-kadan ayrılamayaca ına, onunla içiçe yeermesi ge-rekti ine inanıyordu. Bunun bedelini yaamıyla ödedi. Ölümüyle baskılara, haksız-lıklara nasıl karı konulaca ı-nı gösterdi. ktidar namlusu-nu devrimci bir sanatçıya yö-neltmiken bu savaın bir baka yöntemi olarak da demokrasi ovları devam edi-yordu. "Yasaklar yasaklana-cak"... "Hiçbir sanatçı ürünle-rinden dolayı tutuklanmaya-cak" derken hemen yanıbalarında gerçekleen-leri görmezden geliyorlar. TE MD KARINIZDAYIZ Grup Yorum kuruldu u 1985 yılından bu yana kon-ser yasaklarıyla, gözaltılarla, soruturmalarla davalarla ve tutuklama kararlarıyla karı-latı. Adlarımızın polis zabıt-larında, mahkeme tutanakla-rında, arama tezkerelerinde yeralmasından utanmıyoruz. Grup Yorum'un 20 konseri-nin yasaklanması, 8 kez ve 16 gün gözaltında tutulması, 12 soruturma ve davada sanık sandalyesine oturtulup iki kez ve 95 gün cezaevine konulması, yasal kasetlerinin bazı illere sokulmaması, bazı illerde toplatılması, kasetleri-ni dinleyen ö rencilerin DGM'nde yargılanması, kimi üyelerine hiç bir yasal daya-nak yokken pasaport veril-memesi bu ülkede ortaça karanlı ını sürdürmek iste-yenlerin varlı ıyla açıklanabi-lir. Bu ülkede faizmin kültür ve sanat dümanlı ı hüküm sürüyor. Çalımalarımızı yü-rüttü ümüz Ortaköy Kültür Merkezi'ne ve OKM'ndeki di er sanatsal faaliyetlere yönelik baskılar hiçbir yasal ölçü ve sınıra sı mıyor 19 Haziran 1992'de Eskie-hir'de gerçekleen "Bu Ya-am BizimSevgi Ve Dostluk enli i" için Grup Yorum'un da içlerinde oldu u 13 sanat-çı ve 7 tertip komitesi üyesi hakkında tutuklama kararı verildi. Bir sanat etkinli ine 20 tutuklama kararı veren hukuk ça dııdır. Eskiehir Cumhuriyet Savcısı Muammer Akkaya ve mahkeme üyeleri, Grup Özgürlük Tür-küsü'nden sanatçı Hüseyin Akbulut'un enli e katılıp ka-tılmadı ını aratırmaya gerek bile duymadan hakkında tutuklama kararı verdiler. Hü-seyin, Eskiehir'deki konsere katılamamıtı. Avukatlarının Hüseyin için verdikleri itiraz dilekçelerinin de reddedilme-si önyargılı ve saldırgan bir davranıla karı karıya ol- TAVIR 7 du umuzu göstermiyor mu? te bunun için teslim olma-dık. Denetimden geçerek kasetimizde yeralan Em Ne Bınketi Ne adlı Kürtçe arkı-nın bu kaset yüzbinler sat-mıken savcılıkça suç unsuru olarak gösterilmesi bizi potansiyel suçlu olarak görüp kural tanımaz bir biçimde suç yaratılmaya çalııldı ını kanıt-lamıyor mu? te bunun için teslim olmadık Bizi günlerce gözaltında tutanlar, tutukla-yanlar hakkımızda açılan bütün davaların beraatle sonuçlanmasını dikkate almayarak Eskiehir kararlarıyla yeni bir haksızlı a u ramamızı istedi-ler. Hukuk diye diye hukuk'u katledenleri tehir etmek için teslim olmama hakkımızı kul-landık. Bugün mahkemeye geliimiz de tehir anlayıımı-zın sonucudur. Eskiehir'de verilen karar-ların sorumluları tarihin say-falarında benzersiz bir yer edindiler. Ça ımızın utanç belgeleri insanlı ın kara leke-si olarak aktarılacak gelecek kuaklara. te imdi karınızdayız! Kuruluu ça da hukuk kurallarıyla ba damayan bu mahkemenin yargıçları ku-kusuz verece iniz kararın in-sanlık tarihindeki yerinizi etki-leyece ini biliyorsunuz. Sa-natçıları zindanlara atarak utanç payelerine ulamak da elinizde, insan haklarına say-gı duymak da. Kararınızın ne-siller boyu tartıılaca ını, gelecek kuakların sizi kararla-rınızla anacaklarını biliyorsunuz. te imdi karınızdayız! Emirlerin, yasaların, zin-cirlerin, demir parmaklıkların, dara açlarının halktan yana sanatı yokedebilece ini mi sanıyorsunuz? 1973 darbesinden sonra ili Cuntası Quena, Zampo- 8 T A V I R na, Cherango adlı halk müzi- i çalgılarını yasaklamıtı. Bu müzik aletlerinin kitlelere gösterilmesi, kitle önünde çalınması politik ayaklanma-nın propaganda araları olarak görüldü ünden, bu alet-leri çalanlar siyasi faaliyet sürdürüyor gerekçesiyle tu-tuklanıyordu Yasaklar ve katliamlarla korunan ili cuntası yıkıldı. Ama onca yasa- a ra men bu aletler bugün ili'nin varolarında Victor Jara'nın türküleriyle özgürlü- ün, eitli in, ayaklanmanın sembolü olarak yaıyorlar. te imdi karınızdayız. Ve soruyoruz: Yunan cuntası Theodora-kis'i toplama kamplarına ka-patarak susturabildi mi? Theodorakis en güzel arkı-larını hücrelerde bestelemi-tir. Kalın duvarlar, paslı de-mirler kâr etmemi, direni arkıları Yunan halkına ula-mıtır. Bir kere daha hatırlat-mak istiyoruz: Mersin tutuk-laması Grup Yorum'u susturabildi mi? te imdi karınızdayız! Çürüyen düzene uyum sa lamayı düünmedik, ica-zet kabul etmedik. Bakaları gibi bavullarımızı toplayıp teslim olmak yerine direnme-yi ye ledik. Güzel bir dünya kurma, kardeçe yaama özlemi için bedeller ödedik, yenilerini ödemeye hazırız. Ekme ine ve türkülerine sal-dırılan acılı, kahırlı ama umutlu ve mücadeleci bir halkın ba rında saklanıyor-duk. te imdi karınızdayız. Ama hapishaneleriniz bizi yıldıramaz Konya ovasından bahtsız tarlalara, ter yuma ı tezgahlara, kondulara, üniversitelere emekçi selinin yı- ıldı ı meydanlara ve alev alev yanan doruklara ulaa-cak türkülerimiz. EMEKÇ HALKIN SÖYLENECEK SÖZÜ OLDUKÇA, MÜCADELE SÜRDÜKÇE GRUP YORUM SUSMAYACAK Hiçbir karar Grup Yo-rum'u yolundan döndüre-mez. Toplumsal ve siyasal ger-çekli i yorumlayıı, ülkesini ve dünyayı de itirme müca-delesinde duydu u sorumlu-luk, devrimci sanatçı tavrı Grup Yorum'un hiç susma-yaca ını gösteriyor. Halkın hak arama ve alma mücade-lesi eyleme dönüürken, Grup Yorum bu mücadeleyi omuzlayan kollektif yapının içinde mücadelenin acılarını, sevinçlerini, umutlarını ve öf-kelerini iliklerinde duyarak yaamaya ve türkületirme-ye devam edecek. Hiçbir karar Grup Yo-rum'u yolundan döndüre-mez. Hayat yürüdükçe, geni meydanlara açılan bir yol se-riyor önümüze. Yürüdükçe çiçeklenen da ları, kırları ge-tiriyor bize. Adım attıkça yıkı-lan her köhnemi duvarın ye-rinde, tu laları kavganın alevinde piirilmi, harcına halkın öfkesi, cokusu ve alınterinin katıldı ı bir yapı yükseliyor. Hiçbir karar Grup Yo-rum'u yolundan döndüre-mez. "Dünyanın kırlarında, varolarında, sokaklarında fabrikalarında, okullarında öz-gürlük güneine koanlara selam olsun" Özgürlük mü-cadelesinin sesi Grup Yorum'un sesi hiç susmayacak. "Gelecek bizimdir, gele-cek içilerin ve ezilen halkla-rındır." Türkülerimiz birgün zafer türküleri olarak söyle-necek. Buna inanıyoruz. Bu inanç için mücadele etmek-ten onu duyuyoruz. AYDIN MISIN? Kilim gibi dokumada mutsuzluu Gidip gelen kara kular havada Saflar tutulmu top sesleri gerilerden Tabanında depremi kara güllelerin Duymuyor musun Kaldır baını kan uykulardan Böyle yürek böyle atardamar Atmaz olsun Ses ol ıık ol yumruk ol Karayeller baına indirmeden çatını Sel suları bastıın topraı döndm dönüm Alıp götürmeden büyük denizlere Çabuk ol Tam çaı ie balamanın doan günle Bu içine tükürdüün kitapları yeniden Her satırında buram buram alınteri Her sayfası günlük günelik Utanma suçun tümü senin deil Yırt otuzunda aldıın diplomayı Alfabelik çocuk ol Yollar kesilmi alanlar sarılmı Tel örgüler çevirmi yöreni Fırıl fırıl alıcı kular tepende Benden geçti mi demek istiyorsun Aç iki kolunu iki yanına Korkuluk ol RIFAT ILGAZ TAV I R 9 SANATÇILAR CEPHESNDE YEN BR EY YOK. Selçuk DEMRC EVGL RUM, GRUP YO- Merhaba arkadalar, yürek dolusu merhaba. Özgürlüünüz eliniz-den almalı 48 gün ol-mu. Birkaç gün sonra da mahkemeniz var. Sizi orada görebilecek olmanın heyecanıyla çarpıyor kalbim. Neredesiniz bilmiyorum ama bizlere hiç de uzak olmadıınızdan eminim. Adresinizi bilmesem bile yakınlıınızın rahatlııyla yazıyo-rum bu mektubu. Tavır'da günlüünüzü okudum. Mücadelenin içinde yeeren sanatçıların her koul-da üretkenliini, yaratıcılıını kanıtlıyorsunuz. Peki biz neler yaptık, biraz bundan bahset-mek istiyorum. Mahkemeye çarı metniniz elimize ula-mıtı. Bu metni her kesime ulatırmalıydık. Ben sanatçıla-rı dolatım. Yüze yakın isim belirledik ve baladım dola-maya. lk duraım -Türkiye Yazarlar Sendikası. Hava oldukça sıcak. Fakat birkaç saat sonra bile her ta-rafı sel götürecek denli ya-mur yama olasılıı var. Bu nedenle o kızgın günete ya-nıma emsiyemi alıp Türkiye Yazarlar Sendikası'nın Setüs-tü'ndeki binalarına doru yola 10 T A V I R koyuldum. Ellerinde emsiyelerle dolaan tiörtlü insanlar dolu ortalık. Üstelik normal bireymi gibi. Bu normallik tuhafıma gidiyor. Nazım Hikmet'in dizelerini geçiriyorum aklımdan. "Acayipleti hava-lar/ Bir güne, bir yamur, bir kar/ Atom bombası deneme-lerinden diyorlar..." Havaların acayiplii yalnızca atom bom-bası denemelerinden deil ama, kapitalizmin kar hırsı ve rekabeti dünyada denge diye birey bırakmamı. Ne ozon tabakası salam kalmı ne de ormanlar. Yazarlar Sendi-kası'na geldiimde bu günün toplantı günleri olduunu ve hepsini orada bulacaımı bili-yordum. Dün aynı nedenle gittiimde görevli söylemiti. Sizin çarı metninizi de bırak-mıtım. Yani neden geldiimi de biliyorlardı. Görevli arka-da biraz beklememi söyledi. Giri kapısının hemen yanın-daki masada duran sanat dergilerini gözden geçirdim. Tavır yoktu. Oysa onlara yol-lamıtık. Gelmemi olduunu düünürken Tahir Öz el ik elinde Tavır'la yanıma geldi. "Biz de imdi derginizi inceli-yorduk. Arif Damar hakkında yazdıklarınızı okuduk". Ardın-dan ekledi; "Valla Arif solcu-luk üzerine mangalda kül bı-rakmaz ama.." "Ama?" "Ama bu sözleri gerçekten söylemi mi?... Bilmiyorum. Röportaj yapan arkadaınız biraz da gazetecilik gerei abartmı da olabilir". Hatırlıyorsunuz deil mi Arif Damar'ı? Aye Glen'in katledilmesi ve ge-nelde kültür ve sanat üzerin-deki baskılarla ilgili birkaç sa-yıdır Tavır'da çıkan "Susmak Onaylamaktır" baılııyla ya-yınladıımız seri röportajda, önce küçümseyen, sonra korktuunu söyleyip yanıt vermeyen ve Bodrum'a gidip iir yazacaını söyleyen "a-ir". Geçmite yazdıı iirler-den dolayı komünizm propagandası yaptıı için hakkında defalarca soruturma açılan air. "Hayır" dedim, "aksine yumuatılmı hali". Bir masa-ya otuVduk, biraz sonra Haya-ti Asılyazıcı da geldi. çeride Oktay Akbal, Demirta Cey-hun ve dier yazarların da olduunu biliyordum ama ne-dense onlar gelmediler. Etraf-lıca Eskiehir'deki enlii ve sonrasındaki gelimeleri anlattım. Onlara göre de 12 Ey-lül uygulamaları devam edi-yordu. Neydi bu Grup Yo-rum'un baına gelenler. Ra-hat bıraksınlardı artık unları. "Grup Yorum gibi sanatçılar rahat bırakılmıyorsa, halkların üzerindeki baskılar gün geç-tikçe artıyorsa bunda aydın ve sanatçıların duyarsızlıı ve suskunluunun da payı var. Birlikte hareket edip tepki göstermedikçe, siyasi iktida-rın vaatler ve uygulamalar konusundaki ikiyüzlülüünü hep birlikte tehir edip bu konuda bir baskı unsuru oluturma-dıkça saldırılar daha da arta-cak. Artık günümüzde sanatçılar katlediliyor. Buna dur de-menin ve bu suskunluu kır-manın ilk adımı 12 Austos'taki 20 sanatçının durumasına gitmek olsun". Bunları söylediimde masada ilginç bir hareketlenme oldu. Tedirginlikleri kolaylıkla farke-diliyordu. Hayır hayır bu insanlar biraz önceki sözleri söyleyenler deildi. Kısa sü-rede evrim geirdiklerine ve her birinin birer Arif Damar'a dönütüklerine tanık oldum. "Eee, bugün son toplantımızı yapıyoruz, sonra tatile çıkaca-ız. Ben o tarihte Antalya'da olacaım". "Ben de ne za-mandır yurtdıına gitmiyor-dum". Ve pei sıra korkunun teorileri sıralandı: "Valla aslın-da öyle bir dönemde yaıyo-ruz ki Arif Damar korkmakta haklı". "Ben ahsen bir vatan-da olarak Sirkeci'den Bakır-köy'e trenle gitmeye bile kor-kuyorum". Teorilerinde de baarılı deillerdi. "Valla imza isteseniz verirdik ama Sendika adına atamayız. Öyle sorunlarımız var ki, dernek muamele-si yapıyorlar bize". Sendikacı-lık görevlerini yerine getirebili-yorlar mı acaba, diye düün-düm. Egemen sınıfların, ken-dilerine alternatif olan devrim-cilere, devrimci sanatçılara ve üretimlerine azgınca saldırmalarına karı çıkmak onların tüzüklerinde yazmıyor galiba. Peki ya kafalarında? Tam o sırada Melisa Hanım belirdi; Genel Sekreter ve o andaki kurtaracıları. "Hah! Melisa Hn. bu delikanlı OKM Tavır'dan. Söyleyecekleri varmı, bir de siz dinleseniz" dedi ve kalktı Tahir Özçelik. Baa döndüm, tekrar anlattım. "Gündem maddemize alacaız" dedi, toplantıya giderken. Arkaların-dan seslendim, "o zaman lüt-fen ciddiye de alın ve sonuç-larını bize bildirin!". Tabi" dedi Melisa Hn. "Biraz bekleyin imdi gelirim". Beklemeye baladım. Pencereden dıarı baktıımda o nefis manzaray-la karılatım. Hava hâlâ gü-zel ve açık. Boaz tüm mavili-iyle Kabata'tan Marmara'ya doru akıyor. Salacak ve Kız Kulesi elle dokunacak kadar yakın. "Off, imdi Antalya ya da Bodrum'da tatil ne de gü-zel olur". Evet arkadalar, Se-tüstü"nde bunlar düünülü-yor. Hem de utanmadan, sı-kılmadan. Sanatçının çaının tanıı olduunu biliyorlar mı acaba? Bence biliyorlar, hem de çok iyi ve hâlâ bu sözü söylemekten de kaçınmazlar. Ama bir kere daha hatırlatmakta yarar var galiba; Sa-natçı çaının tanııdır. Halkına uygulanan baskıya ve teröre sessiz kalamaz. Çalıır, çaba-lar, üretir ve onların özgürce yaaması için gerekli mücadelenin bir halkasını oluturur. Eiticidir, gelitiricidir. Sanatçı susmaz, kendisine bir baskı uygulanırsa korkup bir köeye çekilmez. Sanatçı katledilir ama emekten yana ürünleri, inancı ve düünceleriyle hal-kın kültüründe hep yaar. Öl-mek, yokolmak istiyorlarsa böyle yaamaya devam etsin-ler ama yaamak istiyorlarsa kalemlerini silaha çevirsinler, silahlarını da dorultsunlar zorbalıa. Yarım saat kadar bekledim, kimse gelmedi. Görevliye sonuçları OKM'ye iletmelerini istedim. Kapıdan çıkarken Tür-kiye Yazarlar Sendikası lev-hası iliti tekrar gözüme. Lev-hayı deitirmek istedim ama olanaım yoktu. Olsaydı unu yazardım herhalde; "Ölü" Yazarlar Sendikası". Emperya-lizmin pazar kavgasının so- nuçları doayla birlikte kimi sanatçıları da dengesizletir-mi. Bir o yana, bir bu yana. Ama halktan yana deil. Toplantılarının sonuçlarını iletmediler, mahkemenizde de olmayacaklar. Çünkü; Onlar imdi tatilde. Çarınızı en geni kesimle-re ulatırmak ve onların mahkemeye gelmelerini sala-mak için öylesine youn bir çalımanın içindeyiz ki, size duyduumuz özlemin ve sevginin, inancınızı ve kavganızı paylamanın istekli ve heye-canlı uraını veriyoruz. Ak-amları biraraya geiip kimle-re ulamıız, kimler gelecek diye bir muhasebe çıkardıımızda..."eee... eyy"... ama yok yok hiç de aırtıcı deil, hayal kırıklıı deil, sanatçılar cephesinden aldıımız yanıt-lar. Ah u sanatçılar! Üstelik hepsi de pek duyarlılar. Söy-lediimiz hereye katılıyor-lar, bizi doruluyorlar, kendi balarındaki sorunlardan bahsediyorlar ama öylesine younlar ve o kadar çok ile-ri var ki, mahkemeye gelemezlermi, gelmeyi çok istedikleri halde. Örnein Selda Hn. o tarihlerde TV çekimi ol-masa gelirmi. Aytaç Arman TAVIR 11 ve Halil Ergün Adıyaman'da film çekimindelermi, çekim olmasa gelirlermi. Fotorafçı Sevil Üzrek'in Karadeniz'de ani bir çekim ii çıkmı, bu nedenle gelemezmi. Kemal Özer o tarihlerde burada olmayacakmı, yoksa gelirmi. Mi mi mi... Önyargılı düündüümü, olayları subjektif deerlendirdiimi sanmayın. Evet bu gerekeler doru ola-bilir ama eer 20. yüzyılda ve demokrasi nutuklarının atıldıı bir ülkede bir gecede sanat-sal etkinliklerinden dolayı 13 sanatçı ve bir sanatsal etkinlik düzenleyen 7 kii hakkında tutuklama kararı çıkartılıyor, o sanatçıların evleri basılıyor, bulunanlar cezaevine gönde-riliyorsa ve mahkemeye çıka-rılıp yargılanacaklarsa ite o anda kalemler bırakılır, film çekimleri, TV çekimleri yarıda kesilir, tatiller ertelenir ve o mahkemeye gelinir. Sizleri dünyanın merkezine koymu da deilim. Çünkü unun bi-linmesi gerekir. Orada, Konya DGM'de suçlanan, yargılanan sadece siz deilsiniz. Sustu-rulamayan türküler, oyunlar, iirler, yokedilemeyen düün-celer suçlanacak ve savunu-lacak o kürsülerde. Üzerlerine alınmıyorlarsa kendi bilecek-leri i. mız ya da telesekreterlerine defalarca not bıraktıımız sanatçılar da var. Ama bir du-yarlılık göstermek için ille de bizim ulamamız mı gerekir? O insanların gazetelerde, dergilerde, bazen küçük bir kö-ede bazen de büyük punto-larla hakkınızda çıkan haber-leri, röportajları okumadıkları-nı yani olaydan haberdar olmadıklarını düünmek fazla iyimserlik, gereksiz bir hogö-rü olur herhalde. Ama bu hogörüyü kimi sanatçılara gösterdik. Bunlar özellikle aramadıımız, gerek görme-diimiz sanatçılardı. Örnein Edip Akbayram. Çünkü eer arasaydık karımıza ei çıka-bilirdi ya da kendisi. Ve diyebilirdi ki bize; "hayır efendim, gelmiyoruz. Yorum'un 'potansiyel suçlu' olmadıı ne malum". Aye Gülen'in katlinden sonra açtıımız imza kam-panyasında telefona ei çıkmı, imza vermeyeceklerini söylemi ve ardından ekle-miti: "Onun terörist olmadıı-nı nereden bilelim". "Bu konu-da aynı yanıtı Melike Demi-ra'dan da almıtık. Geçmite yaptıklarını reddeden ve dev-letin icazetiyle ortalıkta boy gösteren bir sanatçıya deer vermemiz mümkün deil. Eh biz de gereksiz yere vakit kaybetmek, böylesi bir sinir bozuculukla tekrar karıla-mak Her olumsuz yanıttan sonra istemedik ve aramadık onları. Orhan yilerle evinde yaptıı-mız Yani Edip Akbayram ve Melike sohbette konutuumuz bir Demira'ı hogörü-yoruz. Çünkü cümle geliyor aklıma. "n-sanlara, onlardan her-hangi bir duyarlılık devrimci düüncele-rimiz ve beklemiyo-ruz. ürünlerimizle hak alma ve mücadele bilincini gö-türürken bu bilinci önce bir yana savrulmu aydın ve sa-natçılara Haa, bir de "ulaılmayan" kazandırmak gereki-yor. Bu bizim sorumluluu-muz". Ve bu sanatçılar var. Tabii çalı, çabala, sorumluluk iin-de eletiriden yüksek mertebelere gel. Ondan sonra öyle herkesle görümek kaçınmayız. olur mu hiç? Örnein Zülfü Bir yandan sanatçılar, ayLivaneli. Sekreter duvarını amak dınlar, bir yandan bürokratlar, mümkün de-il. Aynı kalın duvar gazeteciler, çevremizde tanıTimur Selçuk'u ararken de çıktı dıımız, tanımadıımız pek çok karımıza. Telefonda sekreter insanla konuuyor, çarı-nızdan önce "kendisi yok, bana söyve 12 Austos'un öne-minden leyin, ben iletirim" dedi. Ko-nuyu bahsediyoruz. anlatınca da ne söylese Tabii arayıp da bulamadıı- beenirsiniz; "Kendisi uzun 12 TAVIR süre gelmeyecek, ona ne siz ulaabilirsiniz ne de ben". Bence iyi bir ogrenci. Dersini de iyi ezberlemi. Ulatıımız ve ulaamadıı-mız sanatçılardan bekledii-miz hiç bir zaman bir yardım deildi. Bütün istediimiz so-rumlulukları çerçevesinde ya-amaları ve davranmaları. Or-tak noktalarda biraraya gelip dayanıma içerisinde olmak bu sorumluluun gereidir. Konya Devlet Güvenlik Mah-kemesi iddia makamı sizi "kürtçülük ve bölücülük" prog-pagandası yapmakla suçlu-yor. Siz, halkların kardelii, Kürt ve Türk emekçilerinin or-tak kurtuluu için söylüyorsu-nuz türkülerinizi. Kürdistan'lı devrimcilerin, Kürt sanatçıların ve Kürt kültür kurumlarının sizin yanınızda olması gerek-miyor mu? Çalımalarımız çerçevesinde bu bilinci taıyan sanatçı-larla karılatık. Avni Meme-dolu, Rıfat Ilgaz, Aydın Il-gaz, Hayati Azim, Orhan yi-ler, Mehmet Arslan, Adnan Yücel, Zeynep Oral. Bu in-sanlar kaleme, fırçaya, boya-ya olan tutkularını hayata ve insanlıa karı duyarlılıkla bu-luturabilmi sanatçılar. Hep-si gelemeyecek mahkemeni-ze ama tüm samimiyetleriyle duyarlıklarını bize aktardılar. Ve adsız devrimci sanatçılar... Üzerlerine düen görev-leri eksiksiz yerine getirdiler. Siz kürsüde "bizi ancak halk yargılayabilir, siz deil" diyeceksiniz eminim. Ve hal-kın kimleri yargılayacaını bu zor günler çok iyi gösteriyor. Halkın içinde yaayan ve içinde halkı yaatan sanatçılar yargılanamaz. Hiç bir güç onları ve eserlerini engelleyemez. Özgürlüünüzün engellendii bu günlerde yepyeni Cemo'lar ve Cesaret'lerle çıkıp geleceksi-niz yine. Dörtgözle bekliyoruz sizi. Hoçakalın. Ö Y K Ü t geçidin karısın-da merdivenlerin bitimindeki duvarın önünde durmu ba-na bakıyorsun. nanamıyorum. Merdivenleri ikier üçer atlayıp komak isti-yorum sana. Kar taneleri uçuyor hücrelerinde. Donakalıyorum. Rüzgârlar esiyor dört bir yandan. Akıp gidiyorsun. Günee karımı saçların rüzgârlarla salınıyor. Açılmı alnın biraz, böyle de ildi son gördü ümde. Da ların doru undasın. Duyamadı ım bir türküye durmu dudakların. Mavzerin teti inde parma- ın okuyorsun yavatan. Alt geçitten çıkıp dolaıyo-rum tüm gecekonduları. Emek kavgasının türküsünü söylüyor diyorum zmir'de Zeybek... Kars'ta Bar'dasın. Ekmek çıkınlarını sırtlayıp ko-uyorum pein sıra. Karaça-lılar aya ımı kanatıyor. yorum. Benim diyorum ses-sizce. Beni tanımadın mı? Uçup bir a aca konuyorsun o ara. Bir bakası geliyor ya-nına... Sonra bir bakası da-ha... Karanlıklarda yitip gidiyorsun. Kaybetmek seni ve bir daha hiç görememek bel-ki de. Korkularım alevlen-mi, kouyorum karanlı ın içinde. Kouyorum, kouyo-rum, kouyorum... Yine alt-geçitteyim. Hâlâ alacakaran-lık.Sen yine orada, duvarın önündesin ve gülümsüyor-sun. Yakalıyorum bu kez seni. Sarılıp öpmek, gö süne yas-lanmak sonra. Yüre inin türküsünü dinlemek. Elin omu-zumda, yürüyoruz istanbul bomboçasına. Zaman nıyorum. yok diyorsun. Ara- Elim elinde kouyoruz. Siren sesleri yankılanıyor her bir yanda. Panzerler tutmu köebalarını. Köpek havla-malarına karımı siren ses-lerine . Projektörler parçalıyor geceyi. Gece bölünmü ve apaydınlık O zaman görebi- Gel diyorsun. Bir merdiven çıkıyorum. Merdivenler geri-sin geri akıyor, gele-miyorum. Öylece kalakal-mısın orada. ARANIYOR End yazacak perdede. Kut-larım sizi çocuklar derken küçük efendi, anariye dar-be indirdik demeçleri vere-cek büyük efendi/ Yaralısın. Bu taraftan diyor bir ses. Bir araba frenliyor yanıbaı-mızda. Çarçabuk biniyoruz. aıyorum,sürücü koltu u bo. Bir yürek var sadece tıp tıp atılarını duyumsadı ım Araba kullanmada usta mı usta. Uçuyoruz gökdelenlerin üstünden. Köpek havla-maları, siren sesleri duyul-mazlaırken panzerler kay-boluyor birer birer. Küçücük bir evdeyiz. Uzanıyorsun boyluboyunca. Gözlerim gökyüzünden bir parça, ya murlarını bırakıyor avucumdaki eline. ki yürek daha geliyor o ara, beyaz gi-yimli. Göz kapaklarını açıp bakarken biri, tansiyon aleti-ni koluna takıyor yanındaki. Do rulup kalkıyorsun tıpkı masallardaki gibi Gazetede-ki resimlerine bakıyo-rum.Çekip uzatıyorum saçını sakalını, kesip kısaltıyorum. Gözlerimi kapatıp açana kadar ben kaybolup gidiyorsun kuluk vakti Aranıyorum ben diyorsun. iki kii yanımdan geçip merdivenleri çıkıyor. Bakıp geçiyorlar sana. Burada kimse yok diyorum. Yürümeye balıyorsun. Arada bir arkana dönüp bakıyorsun izleniyor muyum di-ye Gerisingeri giden merdivenler de akıyor pein sıra. Ne bir sokak lambası, ne bir ıık... Koyu karanlık. Gözlerinin parıltısını görü- Hayati AZM liyorum. Geni mi geni bir caddedeyiz, kouyoruz elele. Apartmanlara, dük-kânlara kaçııyor kimi. Bal-konlardan, perde araların-dan bakanlar da var ürkek-çe. Banketlerde dikilip kal-mı binlerce insan bir gerilim filminin son karelerini izliyor. Kızla o lan vurulacak, The Yine o alt geçitte-yim. Ne zaman gel-dim buraya. Biraz daha karanlık imdi. Sen yine orada-sın. Duvarın önünde. O gördü üm yürekler de yanın-da. Gülümsüyorsu-nuz. Merdivenler size akıyor bu kez. Bu bir duvar, bu bir ilan. Aranıyor yazmılar ba-ınıza. Çekip alıyorum sizi duvardan. Bulamayacak-lar... T A V I R 13 SUSARAK KONUANLAR Susun Konumayın siz Çünkü bundan böyle En çetin susmalarıyla yücelenler Kayıp bedenlerinde suskunun keskinli iyle bilenenler konuacak Susun siz ıssız yolların gece ıslıkları Konumayın Küfür kâr ve korku ma arasının tortuları Siz rüvet gözlüler afyon bakılılar emanet hırsızları Konumayın siz batanaa ı bunalım girdapları Susun Açmayın a zınızı zehirli sözcükler kusanlar üphe ve tereddüt dünyasının ayya kahramanları Yeil bir dolara esir Yeil bir doların gölgesinde nsan ruhu satanlar 14 T A V I R Susun siz Konumayın nsanlık suçlarının uzmanları Arabeski dubleler eli inde Babelası gerçeklerden kaçarak a layanlar Ahh yalanlar yalanlar... Yalandan a layanlar Susun siz Konumayın Sevgi diyarı halkımın kalpsiz çölleri ak yoksulları nefret adaları Susun siz Konumayın Lanet dualarının iman tahtaları Nem üre ve kan yurdu kuytulukların sahte kabadayıları ibilenler güçten anlayanlar gündüzgözü kabusları Susun siz nsan kılı ında dolaan akrep kuyrukları Susun siz Konumayın Banka borsa ve sanayi artıklarında Tırnaklarına kadar ya ba layanlar Doping haplarında efelik arayanlar Bayan Manukyan bile utanırken rekorundan Manukyanların dizi dibinde kirli ya lı kirli ya lı gülenler kirli ya lı korkanlar kirli ya lı a layanlar kirli ya lı yalanlar yalanlar... Susun Susun siz susun Kirli ya lı döllenip kirli ya lı ölenler... Susun siz Konumayın Özleri ve sözleriyle insanlık dümanlar ı Bolukta savrulan yel sözlüler Dolar ve riyal kırması gözlüler Sizin ruhunuz Ferhat ve irinsizdir Beyinleriniz sermaye medyalarının oyunca ı yüreksizdir yürekleriniz Susun siz Konumayın Çünkü bundan böyle En çetin susmalarıyla yücelenler Kayıp bedenlerinde suskunun keskinli iyle bilenenler konuacak Susun yoksa suçlarınızı anarsınız andıkça ölürsünüz susun yoksa ölürsünüz ölürsünüz... BAK ALTIN TAVIR 15 ULUSAL KURTULU VE KÜLTÜR II Amilcar CABRAL urtulu mücadelesi, yükseli sürecinde farklı çıkarları uyum içine sokup çelikile-ri çözmeli ye kurtu-lu ve ilerleme ara-yıında ortak hedef-ler tayin etmelidir. Bu hedeflerin halkın geni kesimleri tarafından benimsenmesi -ki bu kendini halkın özveri gerekti-ren güçlükler karısında aldı-ı kararlı tavırla gösterir- bü-yük bir politik ve moral zafer-dir. Bu aynı zamanda kurtu-lu hareketinin geliimi ve baarısı açısından da belirle-yici önemi olan bir kültürel baarıdır... Baskı altına alın-masına, gördüü zulme, sö-mürgecilerle ittifak halindeki bazı sosyal grupların ihaneti-ne ramen Afrika kültürü köylere ormanlara, sömürgeciliin kurbanı olan kuakların ruhlarına sıınarak tüm fırtınaları atlatmayı bilmitir. Türünün ayakta kalıp geliebilmesi için uygun bir filizlen-me anınrkollayan tohum gibi, Afrika halklarının kültürü de ulusal kurtulu mücadelele-rinde bugün yeniden serpilip gelimektedir Bu mücadele-nin biçimleri, baarı ve geli-milik düzeyleri ne olursa ol-sun, bunlar kıtanın tarihinde 16 T A V I R yeni bir dönemin balangıç noktasını oluturmakta ve hem biçim hem de içerik ola-rak Afrika halklarının yaa-mındaki en önemli kültürel unsur olmaktadır. Bu kültürel gücün hem meyvesi hem de bir kanıtı olan Afrika halklarının özgürlük mücadelesi, kül-türün ilerlemenin hizmetinde,geliiminde yeni yeni ufuk-lar açmaktadır. Afrika kültürünün evrensel degeri artık su götürmez bir gerçektir; ancak u da unutulmamalıdır ki elleri ,ozanın deyiiyle, "tarihin temel talarını bir bir yerletiren" Afrika insa-nı, eer sürekli degilse- ou zaman kültürünü güç koullar içinde, çöllerden ekvator or-manlarına, sahillerdeki batak-lıklardan büyük nehirlerin sık sık sel altında kalan kıyılarına, bitkiler ve hayvanların yanı sı-ra insanları da yok eden sal-gın gibi onca güç koullara ramen gelitirebilmitir. Basil Davidson'la dier Afrika ta-rih ve kültür aratırmacılarının da hem fikir olduu gibi, Afrika insanı, olumsuz çevre ko-ullarına ramen gösterdii ekonomik, politik, sosyal ve kültürel alanlardaki baarıla-rıyla bir destan yaratmıtır. Kukusuz bu gerçeklik Afrika halklarının kurtuluu ve ilerlemesi uruna savaanlar için bir gurur ve tevik kayna-ıdır. Fakat hiçbir kültürün tam ve mükemmel olmadıı-nı da unutmamak gerekir. Tarih gibi kültür de büyüyen ve gelien bir olgudur. Ancak daha da önemlisi, u gerçek de hesaba katılmalıdır ki,bir kültürün temel karakteristii, çevrenin ekonomik ve sosyal gerçekligiyle yani onu yara-tan toplumun üretici güçleri-nin düzeyi ve üretim tarzıyla arasındaki balarının baımlı ve iki yanlı bir nitelik göster-mesidir. Tarihin bir meyvesi olan kültür, her an toplumun, bi-reyinsanın ve kendisini do-ayla ve ortak yaamın zo-runluluklarıyla karı karıya getiren çelikileri içinde top-lumsal bir varlık olan insanın maddi ve ruhsal gerçekliini yansıtır. Buradan da kültü rün temel ve tali unsurlardan, güçlülükle zayıflıklardan, ba-arıyla baarısızlıklardan, olumlu ve olumsuz yönler-den, ilerleten faktörlerle dur-duran ya da gerileten faktör-lerden olutuunu görürüz. Yine buradan unu da göre-biliriz ki toplumun yarattıı bir olgu ve tarihinin her bir rak Afrika halklarının kültürel deerlerinin sürekli gözardı edilmesi Afrika'ya büyük zarar vermitir. Aynı biçimde, hayati aamasnı belirleyen çelikileri çözmek üzere toplumun ürettii çözümlerle dengelerin sentezi olan kültür sosyal bir gergekliktir ve insanların iradesinden, derisinin renginden veya gözlerinin biçiminden baımsızdır. Hiç kuku götürmez ki, ırkçı bakı açısına ve Afrika'lının yabancılar tarafından sömürülmesinin devamlılıını salama niyetlerine balı olaönem taıyan ilerleme ihtiyacının gerekliligi çerçevesinde olur olmaz her eyin övülmesi; hataların görmez-likten gelinip sadece dorula-rın yüceltilmesiyle yetinilme-si; kültürel deerlerin o anda ya da potansiyel olarak taı-dıkları gerici unsurlarını hesa-ba katmaksızın körü körüne benimsenmesi; objektif ve maddi tarihsel gerçekliinin ifa-desi olanla garip bir mizacın ürünü ya da zihnin yaratisi olarak ortaya çıkanın birbiri-ne karıtırılması; sanatsal ya-ratıcılıın sözde ırksal özellik-lerle açıklanmaya kalkılması; ve nihayet kültür olgusunun bilimsel olmayan bir ekilde deerlendirilmesi... gibi tavır ya da davranılar da Afrika'ya daha az zarar vermemitir. Bu yüzden önemli olan, Afrika kültür deerlerinin özgülözgül olmayan karakteristik-leri üzerindeki bo tartıma-larla zaman kaybetmeyip, bu deerlere insanlıın evriminin bir ya da birkaç evresinde meydana getirdigi ortak mira-sı adına küçük bir parçasının ele geçirilmesi olarak bak-maktadır. Yine Onemli olan, Afrika kültürlerinin, kurtulu hareketi ve ilerlemenin ge- reklilikleriyle ilikileri çerçevesinde eletirel analizlerinin yapılması-dır. Afrika kültürlerinin evrensel uygarlık çerçe-vesindeki deerinin bilin-cinde olmak ancak bu ara-da, -üstünlüünü veya aaılıını saptamak için deil- ilerleme mücadelesinin genel çerçevesi için-de Afrika kültürünün ne gibi katkılarla bulundugunu ve bulunabileceini ve dierlerinden neler alabileceini ya da alması gerektiini saptamak üzere bu deeri dier kültürlerinkiyle karılatırmak da önemlidir. Daha once de söylediimiz gibi, kurtulu, hareketi eylemi-ni halkın kültürünün tam bilgi-si üzerine kurmalı, bu kültü-rün unsurlarını ,gerçek yerle-rini ve her bir sosyal grupta ulatıı düzeyi tesbit edebil-melidir. Hareket aynı biçimde, halkın kültür deerlerinin bütünlüü içinde temel olanla tali olanı, olumluyla olumsu-zu, ilerici olanla gerici olanı ve güçlülükle zayıflıı birbirin-den ayırdedebilmelidir. Mü-cadelenin gerekliliklerinin bir fonksiyonu olmaları ve tali olanı unutmadan eylemin temel olan üzerinde younlatı-rılabilmesi, olumlu ve ilerici unsurların gelitirilebilmesi, olumsuz ve gerici unsurlarla mücadele edebilmesi ve ni- n verimli bir ekilde hayet gücü kullanılabilmesi ve zayıflıın ortadan kaldırılma-sı ya da güce dönütürülebil-mesi bakımlarından bütün bunlar gereklidir. Kurtulu hareketinin asıl hedefinin, politik baımsızlıın kazanılmasından da öte, daha üstteki, üretici güçlerin tam kurtuluuna, halkın ekonomik, sosyal ve kültürel geliiminin salanması düzeyine geçilmesi oldugu ne kadar kavranılırsa, kültür deerlerinin kurtulu mücadelesi çerçevesinde seçmeci bir analize tabi tutulmasının gereklilii de o kadar çok ortaya çıkar. Kültür deerlerinin böylesi bir analize tabi tutulmasının gereklilii özellikle, özgürlük T AV I R 17 ları ve kendi sorunları için buldukları çö zümleri aynen benimsemenin ne kadar üto-pik ve saçma olduunu gös-termitir. davasında iddete bavur-mak üzere halkın güçlü ve disiplinli bir politik örgütü-nün yönetiminde harekete geçirilip örgütlenerek sömürgeci iddete karı koy-ması gerektii zamanlarda yani silahlı ulusal kurtulu mücadelesi dönemlerin de acil bir nitelik kazanır. Kültürün olumsuz deerle-ri genellikle mücadelenin geliiminin ve ilerlemenin önünde bir engel oluturur-lar. Bu perspektifle kurtulu mücadelesi, yukarıda sözü edilen analizlerin ötesinde, siyasal eylemin geliimine paralel olarak ve derece de-rece, mücadelede yer alan farklı sosyal grupların "kültür düzeylerini biraraya getirip içiçe sokmalı" ve bunları silahlı mücadelenin geliimine destek ve zemin oluturan 18 T A V I R ulusal kültür gücüne dönütürmelidir. u da bilinmelidir ki, kültürel gerçekliin analizi daha batan halkın mücadelenin gereklilikleriyle karı kar-ıya kaldıı andaki güçlü yan-larını ve zayıflıklarını az çok ortaya koyar ve böylece politik ve askeri alanlarda izlene-cek strateji ve taktiklerin oluumuna önemli katkılarda bu-lunur. Fakat buna ramen, kültürel sorunların karmaıklı-ı ancak mücadele sırasında trn boyutları ile kendisini gösterir. Bu da, sadece mücadelenin ortaya çıkarabilecei bu gerçekliklere göre sık sık strateji Ve taktik uyarlamaları gerektirir. Mücadele deneyim-leri, kendi yerel gerçeklerini (ve özellikle de kültürel ger-çekliini) hesaba katmaksızın dier halkların kurtulu mücadelelerinde gelitirdikleri plan- Yapılan hazırlıkların boyutu ne olursa olsun, mücadele nin balangıcında ne kurtulu hareketinin, liderle-rinin, ne militan kadroların ve ne de halk kit-lelerinin, kültür deerlerinin mücadelenin geliimi üzerin-deki güçlü etki-si, kültürün yaratacaı ola-naklar getire-cei sınırlamalar ve hepsinden önemlisi kültü-rün halk açısından ne kadar bitmez tüken-mez bir cesaret kaynaı, moral destek, zorluklarını gö-üslemelerini ve hatta "mucizeler" yaratmalar salayacak fiziksel ve ruhsal bir enerji kaynaı olduu hakkın-da net bir fikirleri yoktur. Fakat aynı kültür bazı alanlarda, tam bir engel ve güçlük, gerçeklerin yanlı yorumlan-masına yol açan, görevleri saptıran, savaın bilimsel, teknik ve politik gereklilikleriyle karı karıya olan müca-delenin verimliliiyle tempo-sunu düüren bir kaynak da olabilmektedir. Sömürgeciye karı balatı-lan silahlı kurtulu mücadele-si, hem kurtulu hareketinin lider kesiminin hem de mü-cadelede yer alan çeitli sos-yal grupların kültür düzeyleri-nin geliimi açısından zorlu fakat verimli bir unsura dönüür. Genellikle "küçük burjuvazinin" (aydınlar, memurlar) ya da kentli emekçi sınıfın (içi-ler, oförler, genel olarak üc-retliler içinden çıkan kurtulu hareketinin liderleri, kırsal bölgelerdeki farklı köylü gruplarıyla gün gün, yan yana yaayarak halkı her gün daha fazla tanırlar. Onların kültürel deerlerinin (felsefi, politik, sanatsal, sosyal ve ahlaki zenginliini kefeder, ülkenin ekonomik gerçekleri, halkın sorunları, acı ve umutları hakkında daha net yargılara sahip olurlar. Emekçi kitlelere ve de özellikle büyük çounluu okuma-yazma bilmeyen ve hayatı boyunca köyünden ya da yakın çevresinden dıarı çıkmamı olan köylülere gelince, bunlar dier gruplarla temasa geçerek, daha önceden bu tür temaslarını engelleyen komplekslerinden kurtulurlar. Mücadelede oynadıkları hayati rolün farkına varır; daha dün sadece köylerinden oluan evrenlerinin sınırlarını aıp, ilerici bir ekil-de ülkeleriyle ve dünyayla birleir; mücadelenin acil ve gelecekteki gereklilikleri açı-sından yararlı olacak sonsuz yeni bilgiler edinir ve müca-delenin hedefledii ulusal ve sosyal devrimin ilkelerini özümleyerek politik bilinçleri-ni güçlendirirler. Böylelikle kurtulu hareketinin ardında-ki temel gücü salama biçi-mindeki belirleyici rollerini daha kolay oynarlar. Bildiimiz gibi silahlı kurtulu mcadelesi, halkın önem-li bir bölümünün harekete ge-çirilip örgütlenmesini, çeitli sosyal sınıfların politik ve moral birliinin salanmasını, modern silahların ve dier sava araçlarının en verimli ekilde kullanılmasını, kabile zihniyeti kalıntılarının ilerici bir ekilde tasfiyesini ve mücadelenin geliiminin önünde engel oluturan sosyal, din-sel kural ve tabuların (Jeron-tokrasi (1), nepotizm 2), ka-dının ikinci plana atılması, mücadelenin rasyonel ve ulusal karakterine ters düen dinsel tören ve uygulamalar, vs.) reddedilmesini gerektirir Mücadele yıınların yaamı-na derin deiiklikler getirir. Bundan dolayı silahlı kurtulu mücadelesi, kültürel ilerleme yolunda yapılan gerçek bir zorlu yürüyütür. Silahlı kurtulu mücadelesi-nin doasında var olan u özellikleri getirin gözünüzün önüne: Demokrasinin, eleti-riözeletirinin hayata geçiril-mesi, kitlelerin kendi yaam-larını yönlendirme sorumlulu-unun artması, okuma-yazma çalımaları, okulların salık hizmetlerinin yaratıl-ması, köylü ve içi kökenli kadroların eitilmesi ve dier birçok baarılar. Bu özellikleri düündüümüzde unu görü-rüz ki, silahlı mücadele kültü-rün sadece bir ürünü deil, aynı zamanda "onun belirle-yicisidir". Bu da kukusuz sa-vaın gerekleri dorultusun-da gösterdii özverilerinin karılıında halkın elde ettii bir ödüldür. Bu perspektifte kurtulu hareketinin, müca-delenin belirleyici ve ayrılmaz bir parçası olarak kültürel di-reniin hedeflerini net bir ekilde saptaması gerekir. Buraya kadar söylenenler-den u sonuca varabiliriz ki, ulusal baımsızlıın kazanıl-ması çerçevesinde ve halkın ekonomik-sosyal geliimi perspektifinde hedefler en az aadaki gibi olmalıdır: "Bir halk kültürünün" ve tüm olumlu yerli kültür deerlerinin gelitirilmesi; mücadele-nin tarihiyle baarıları üzerin-de yükselen "bir ulusal kültü-rün gelitirilmesi"; halkın (tüm sosyal grupların) "politik, mo- ral ve yurtseverlik bilincinin", baımsızlık, adalet ve ilerleme davasına balılık ve öz-veri ruhunun gelitirilip yükseltilmesi; mücadelenin gereklerine uygun teknik, teknolojik ve "bilimsel bir kültürün" gehtirilmesi; in-sanlıın sanat i bilim, edebi-yat vb. alanlarda gerçekle-tirdii ilerlemelerin seçmeci bir yolla özümlenmesi teme-linde, kendi evrimi perspekti-finde çada dünyayla bü-tünlemek amacıyla "evren-sel bir kültürün" gelitirilmesi; hümanizm, dayanıma, insanlıa karılıksız sadakat duygularının sürekli olarak yükseltilmesi. Bu hedeflerin gerçekletirilmesi hiç de olanaksız deildir, çünkü emperyalist bir tehditle karı karıya bulu-nan Afrika halklarının somut yaam koullarında silahlı kurtulu mücadelesi tarih içinde gerçekleen bir döl-lenme eylemi-kültürümüzün ve Afrikalı özümüzün balıca ifadesidir. Zafer anında bu, kurtuluunu gerçekletiren halkın kültürünün ileriye do -ru bir sıçramasına dönüt-rülmelidir. Bunun gerçekletirilememesi demek, mücadele sırasında harcanan çaba ve özverilerin boa gitmesi, mücadelenin hedeflerine varamaması ve halkın genel tarihsel çerçevedeki ilerleme fırsatını kaçırması demek olacaktır. (1) Jerontokras i: h tiyarla r ın yönetimi (2) Nepotizm::Akrabalarınkayrılması * Bu metin ilk kez Syracuse Üniversite'sinde, Dou Afrika Aratırmaları Program çerçevesinde Eduardo Mondlane anısı-na düzenlenen seminerler sıra-sında, 20 ubat 1970 günü su-nulmutur. TAVI R 19 Ö Y K Ü BR MLTANA Ören ayrımına varmayı inceliklerin ve çiçeklerin kokularını ayırmayı hakkın yok arasıra bile yanlı yapmaya uzun yollar için dünyaya geldin "gündem'' inde ıık var seçtiin yolun ve cesaret yalnızca insana özgü! NICOLE DRAGO Türkçesi: Kemal Özer Erem Melike Roman UNUTKAN Ekin YILMAZ gün de, dier günlerde olduu gibi istedii saatte uyanamamıtı. Perde aralıından sızan ve oda ka-ranlıını bir çizgi halinde bölen güne ııı da alma-saydı gözünü, kimbilir daha ne kadar uyuyacaktı. Yataın sıcaklıı, kalkmaya olan isteksizliiyle bütünleince yatak daha da çukurlama-ya, baı biraz daha yastıa gömülmeye baladı. .... Alelacele üstünü giyin-mi, saını solunu devire devire hem atıtırıyor hem de çıkmaya hazırlanıyordu. Çok önemli bir randevusunu kaçırmak üzereydi. O sırada olanlar oluyor, ardı ardına gerçek yaamda aklına gelmeyecek denli aksilik gelii-yor, bir türlü kendisini evin dıına, sokaa atamıyordu. Alnının, gösünün ve koltuk 20 T A V I R altlarının ter içinde olduunu farketti. Sıkıntı ile ne yapa-caını düünürken, bir el sır-tını sarsarak "Al u havluyu, çok terlemisin" dedi... Aynı sarsıntıyı bu kez ger-çekten hissediyordu sırtın-da. Hafifçe gözünü araladı-ında Kemal'in elinde bir havluyla "A u havluyu, ne çok terlemisin böyle" diyen sevecen yüzüyle karılatı. Gerçekten ter içindey-di,hafızasını yokladı, biraz önce rüyada yaadıkları geçti gözünün önünden. Randevuya yetiemeyiinin ne kadar anlamsız aksilikler-den kaynaklandıını hatırla-yınca kendisi de güldü rüyasına. Birkaç dakika içinde gülü-ü dondu.... imdi sadece tedirginlik, geç kalmılıın douracaı aksilikler, bunla-rın altından nasıl kalkacaı-nın telalı burukluu okunu-yordu gözlerinden. Kırmızı- laan yüz, daha sonra sa-rafmaya baladı. Randevuya geç kalabile-ceini düünerek süratle fır-ladı yataından. On dakika sonra kendisini sokakta, te-lala yürür buldu. Ne sokak-lar, ne insan yüzleri, ne tela-ını merakla izleyen köebaı müdavimlerini umursamıyordu. Öyle ya da böyle bir tek ey vardı aklında "Yetimeliyim..." Heyecanla sol kolunu kal-dırıp baktıında saatini tak-mayı unuttuunu farketti. Al-ternatif randevu saati de nerdeyse geldi de geçiyordu. Bir ara soluklanmak için duraksadı. Sol tarafta, önüne, kaldırıma küçük masalar dizilmi bir kahvede çayını yudumlayan birini gördü. Bu oydu. Yüzünün yeniden kı-zardıını ve midesinin kasıl-dıını hissetti. imdi kahve-nin içindeydi ve eli nasıl ya-natıını bilmedii Meh- Ö Y K Ü met'in avucundaydı. Mehmet sinirli olduunu belli etmemeye çalıarak, sessizce ama etkili sözlerle konumaya baladı... Nasıl böyle sorumsuz olabilirdi? "Bir açıklaması vardır herhalde." Düündü... in açıkçası, söylenecek birey yoktu, dudaklarından mırıltı halinde" Saat..." sözcüü döküldü... Sonra bu sözcüe daha bir güçlü sarılarak sürdürmeye çalıtı konumasını. "Ama çalmadı... "Bunları söylerken elindeki çay kaıı ile masa-nın soluk bordo örtüsü üze-rinde sürekli daireler çiziyor-du. Gözleri buz gibi olmu çaydaydı. Bir süre sonra çiz-dii dairelerin küçüldüünü farketti. Hep aynı noktada dönüp durdugunu düündü birden... Ve içinden bir ses fısıltı halinde unları söyledi ona.. "..t... samimi ol" Kendisine i yarattıını, kı-sa sürede bitirebilecekken, aır davranıp çok geç yattı-ını ama saatini kurmayı unuttuunu anlattı birbir... Anlatırken yüzünün kırmı-zılıı daha da allaıyor, ama endieli yüz konuuyor, dü-rüstçe paylaıyor olmanın verdii huzurla doluyordu. Mehmet elini omzuna koyduunda sanki Ta-mam.."der gibiydi. "Anla-dım". Yapmı olduu hata-nın altında ezildiini ve ciddi kaygılarla düncelerini aça-bildiim görünce Mehmet de vazgeçmiti, daha fazla üze-rine gitmekten. Soluk tahtalı küçük kahvenin ön camına yakın masada imdi, birbiri-nin sıcaklıını ve samimiyetini bütünleyen bir hava ha-kimdi. Yapılacak olan çalı-manın detaylarını konumak üzere daha uygun bir yere doru yola koyuldular. ... Kemal, arkadaının te- lala kendini sokaa atmasını biraz akın, biraz ne ol duunu anlama gayreti içinde izlemiti. Sonra o da kahvaltı yapmadan, elinde keyifle ısırdıı küçük peynirli ekmeiyle dütü yollara. Otobste önde oturan çocuk dikkatini çekmiti. Çok sevimli kocaman kara gözleriyle oförü izliyordu. Öylesine dalmıtı ki oföre, otobüsü kendi sürüyor gibiydi. Çocuun kara gözleri içinde kendi çocukluuna dalıp gitti Kemal... Nasıl da parçalardı kendini tahta arabasını sürerken. En güzel oyuncaıydı. Elinden düürmez, sokakta, evde, balkonda büyüklerin azarlamasına aldırmaz,oynamaya devam ederdi. Sonra bilyalı küçük bir araba daha yapmıtı ken-disine... Otobüsün ani tre-niyle sıyrıldı düüncelerin-den. Kafasını soluna doru çevirip baktı, inmesi gereken duraı geçtiklerini anladı. Ancak asıl sorun bu degildi. Yaklaık 100 metre ötede çevirme vardı. Otobüsün durduu durak ise öyle inip, kolayca gidebilecei bir yere benzemiyordu. Çaresiz ne yapacaını düünürken elini gösüne doru götürdü... Parmakları imdi daha hızlı çalııyor, gösünü yırtarcası-na dolanıyordu. Eli,bir göm-leinin, bir ceketinin cebine giriyor, olmadı pantolonunun cebini yokluyordu. Ama yok-tu ite Birden vücudunun ürperdiini, souk ter damlacıklarının önce alnında birik-tigini, sonra akaından ya-vaça süzüldüünü hissetti. "Lanet olsun..." üzerinin temiz olduuna mı sevinsey-di, yoksa nerde bıraktıını ya da nerde düürdüünü anımsayamadıı notları bu-lamayıına mı üzülseydi. Kendisini alıp yıllar öncesine götüren küçük çocuu fark etti yeniden, ne gerei vardı duygusallıın? Ya üzerinde olsaydı notu yok edebilecek miydi acaba? nmesi gere-ken yeri geçmemi olsaydı, bu tür muhasebeye hiç ge-rek kalmayacaktı. Önce telalı ifadeyi sildi yüzünden. Yava yava sa-kin, sıradan bir insanın sa-dece meraklı gözlerle ba-kan hali gelip oturdu yüzü-ne. Hafifçe ama acıyla gü-lümsedi. Tıpkı evde arkadaının geç kaldıını anladıında yüzüne donan gülümseme gibi... Sorum-suzca davranmasının yükü-nü binlerce kat daha fazla hissetti omuzlarında. Kam-buru hafifçe çıkmı, öylece oturuyordu. Kimliini cüzda-nından çıkarıp uzatırken çok özenli ve doal davrandı. Fazlaca elinde tutmadan geri verdi polis,aynı sakinlik-le aldı o da.Kimlii cüzdanı-na yerletirirken birdenbire ortaya çıkan katlanmı küçük kaıtları gördü.Tehlike geçmiti ama öfkeden don-du kaldı. Elinde cüzdanı, öylece durdu biraz... Aklından cüzdanı kendisine armaan eden yoldaının sözleri geç-ti: "Özverili çabalarla ina et-tiimiz, kanla canla beslediimiz mücadeleyi gelitir-mek için öncelikle zaafları-mızı ve eksikliklerimizi gi-dermeliyiz. Bunu bir an olsun aklından çıkartma." çinden bir kere daha söz verdi kendine. Kontrol bit-mi, otobüs hareket etmiti. Artık ne dalgın küçük çocu-un gözleri ne de sokak-ta,evde ve odada elinden düürmedii tahta araba vardı aklında. Yoldaının söyledii sözleri kafasında yinelerken, dudaı hafifçe titriyordu... T A V I R 21 UMUT Umutluyum ben bu uzun yürüyüten bizim yürüyüümüzden sıcak ve ateli günlerden ve emekçi ellerden umutluyum ben umutluyum bu zorlu mücadeleden Gençlerin ve kızların omuzlarındaki silahlardan Siyahların Afrikasından Ve Atlantiin eteklerinden umutluyum ben Afrikalı kadınlar alıyor çocuklarımız açtır diyorlar onların gözyaları, ülkelerin bakaldırısıdır azı kanlıdır emperyalizmin ölüyor siyah bebekler siyah bebekler aç Afrika aç ve çıplak umutluyum ben bugün zencilerin mızraklarından bu umutlarımız, ki bugün Filistin ve Kürdistan direnilerinde kızıl afaklardır. bugün halklar uyanı içerisinde Devrimlere gebedir Paul Robeson'un ülkesi ve özgürlük güllerinden bir soluktur, siyahların bakaldırısı. umutluyum sevgilim: bilinçli ve aydın içilerden Emekçi köylülerden ve sarı, kırmızı, yeil renkli bayraktan bu özgürlük yürüyüünden umutluyum ben O senin umudundur benim umudumdur bizim umudumuzdur mazlum halkların umududur Ve biliyorum, O uzaklarda deil. bomba ve top sesleriyle birlikte Savaçı kızların zılgıt seslerini duyuyorum Emperyalizm sarsılıyor özgürlük kavgası kızgınıyor ve kavga güzelleiyor artık deliniyor karanlık geceler ve onlar devrimlerin aydınlıından korkuyorlar umutluyum yoldalar! daların doruklarındaki halaylardan kızıl çiçeklerden bahardan ve yazdan umutluyum ben açtı kızıl karanfiller, ortadouda intifadayla süslendi, Filistin kentleri Mem-û Zîne'nin ülkesinde, Kürt halkı halay tutmu nan ki, bu sevdadan umutluyum sevgilim! 22 T A V I R HEVDAR Hevîdarım ez Ji vêmea dırej Jı mea me Jı va rojên germ û bı agır Û ji desten kedkar hevîdarım ez Hevîdarım Ji vê tekoîna bı dıjwar Ji çekên l mılên xort û keçikan Ji Efrîqaya reıkan ÛJ ji pea Atlantikê hevîdarım ez Jınên Efrîqayê dıgrîn û dıbêjın: zarokên me bırçîne û hêstırên çavên wana serhıldanên welatane Emperyalî dev bı xwîne derguên reık dımırın derguên reık bırçîne Efrîqa bırçîye û tazîye îro ji rimên reikan hevîdarım ez Van hevîyên me îro berbangên sorın dı berxwedanên Fîlîstîn û kurdîstanê da îro dı nav îyarbunêdane gel ji oreanra avıse welatê paul robson û behnekî ji gûlen Azadîye Serhldana reıkan Hevîdarım Lê yara mın Ji karkerên zana û bıbawerî Ji gundîyen zehmetke û ji Ala kesk û sor û zer Ji vê mea Azadî hevîdarım ez Ew hevîy a teye hevîya mıne hevîya meye hevîya gelen bındeste û zanım ew en Lı dure bı dengen topan û orıncaura zılxıten keçikên ervan dıbîsım Emperyalî hejan dibe Serê Azadî germ dıbe û er xwe dıbe êdî dıçırın van even tar î û wana ji ronahîya oreen dıtırsın Hevîdarım havelno! Ji dîlana serê çîyan Jı kulîlkên sor Jı havînan û ji bıharan hevîdarım ez Qeranfilen sor vebun lı rojhılata navînê bı întifadayê xemılîn ar îs tanên Fîlistînê Geê kurd govend girtîye Lı welatê men û zînê û bawerke, jı vê evînê, hevîdarım ez yarê SALEHÊ HESEN T A V I R 23 DYARBAKIR NOTLARI SEYRANTEPE'DE YAAM Z o z a n EVÎNDAR iyarbakır'dayız, Di-yarbakır'ın en büyük gecekondu mahallelerinden biri olan Seyrantepe'de... Seyrantepe; Siirt, Urfa, Elazı yolunun kesitii bölgede ku-rulmu, ehir merke-zine 5-6 km. uzaklıkta 3000 hanelik bir yerleim birimi. Adeta bir köy 2-3 yl-dır inaatı süren salık ocaı henüz bitirilememi. Ortao-kul 1 yıl önce yapılmı. lko-kula birletirilen lköretim okulu yasak savar gibi Mahallenin giriinde ek-mek piirdikleri tandırlarla karılaıyoruz ve tandır yapı-mında kullandıkları malze- 24 T A V I R meler yıılı; toprak ve su tenekeleri Tandırlar sıra sıra, kuyu aızları, kesik küpler gibi toprak heykeller. Bir yanda da TEK binası... Beton duvarın tel kafeslerin yanında dizi dizi bidonlar, fo-toraf çekerken yüzlerini ka-payan kadınlar, çocuklar. ki gözlü bir gecekondunun önünde duran insanlar bize bakıyor merakla. Yanlarına yanaıyoruz. Dergimizi, da-ha önce dergimizde yayınla-nan "Beritan Göçebeleri" adlı yazımızı gösteriyoruz. Böyle bir yazı hazırlamak istedii-mizi söylüyoruz. Yazıyı görünce içlerinden - "Bizim durumumuz onlar-dan kötü." diyor. - "Ama bu insanlar göçe-be, yerleik hayatları bile yok." desek de diretiyorlar. - "Bizim de iimiz yok, bo geçiyor." gücümüz Ayak üstü yapılan bu soh-bet gittikçe koyulaıyor. Ya-nımızdan su taıyan kadınlar geçiyor. Burnuna sinekler üümü küçük bir kız çocu-u elinde bo bir bidon çemeye doru yürüyor. Kadın-lar ve çocuklar sabahtan ak-ama kadar birkaç kez ve arasıra giriyorlarmı. Ara sıra barımalar,su kavgaları olu-yormu. Kadınların günlük yaamla- nnın bir parçası, bitmez çilesi olmu u toprak. Gençler botaymı, hepsi-ni kahvede bulabileceimizi söylüyorlar. bulabilme umuduyla köyden ehire gö-çün sonucu olumu bu ge-cekondu mahallelerini dola-ıyoruz gençlerle birlikte. "Benim köyde 6 dönümlük arazim var Ancak 8 nüfu-suz, iki ortaız. Araziyi aa-dan satın aldık. Gel gör ki ekip biçmek masrafı bile kar-ılamıyor." Herkes umutla dümü yola, Seyrantepe'de umutların daraldıını, yittiini bilmeden. "Belediye Bakanı suları toprak aalarına satmı." di-yorlar. ki yer var su alabil-dikleri. TEK binası ve Diyar- çalı çırpıyı ve ölenin o sıca-ında bakır'ın giriindeki trafik kulübelerinin yanındaki çeme. Bazen su taımaktan vakit bu-lup cıvıl cıvıl oynayan çocuk-lar... günlerce su akmıyormu bu çemlerden.Akınca da Gecekonduları nasıl yaptıkince bir ip gibi, zoraki akı-yor. larrın ı soruyoruz. - "Tüm malzemeleri gece-den Elden düme eyaların sa-tıldıı bir pazarda eski panto-lon ve hazırlar ve ustayı da ayarlarız. O ceket sattıını söyle-yen Hazro'lu bir gece sabaha ka-dar iimizi bitirmek day 15 se-nedir burada olduunu ve zorundayız. Onun için evler böyle iki 15 senedir hiçbir eyin deime- göz." diini söylüyor. "Bir seferinde 12 - "Hiç geldiler mi?" metre kazdım ama su bu- "Kim" diyorlar, lamadım." - "Yıkmaya" Kıın çamurundan yazın kanalizasyon kokusundan - "En son üç dört yıl önce geçilemeyen Seyrantepe yol-larında, gelmilerdi. Yenilerde gelme-diler." tandır ekmei piiren kadınları, evlerin - "Yine gelirlerse ne yaparkenarına sı-ralanmı tezekleri, cam sınız?" üstle-rinde yıılmı tandıra yakılan TAVIR 25 diyor. Biz 12 nüfusuz. Üç kii ça-lııyor. Babam köyde iftçilik yapıyor. Yani geçim çok zor. Ben ilkokuldan sonra okuya-madım, u an traktör oförüyüm." Yanımızdan at arabasıyla su taıyan insanlar geçiyor. Baka birisi konumaya de-vam ediyor: - "Adam seçim zamanı oyumu alıp koltuunda oturuyor. nsan cahil olmazsa bunu yutar mı? nsan Hakları Bakanı buralı, ama konutuunda Türkiye'de ikinci sınıf vatanda yok diyor. Aldıkları bu oyun hakkı nerede." Yollar asfaltsız. Geçen yıl kıın bir kamyon çakıl getirilip dökülmü. Az da olsa çamur-dan kurtulmu. Ya bundan sonra... Kukusuz anlatılanlar ve gördüklerimiz, ülkemiz ger-çeinin küçük bir parçası. Bir de Kürt olmak buna eklenin-ce... Fotorafını çekerken zafer iareti yapan çocuklara bunu niçin yaptıklarını sorduu-muzda içlerinden biri bize: - "Biz Kürdüz, Kürt" diyor -Ne yapalım yıkarlar.Ama artık para vererek geçitirdi-imiz oluyor." Bunun böyle çözümlenemeyeceini, beraber karı çıkmak gerektigini söylüyo-ruz. Sonra Küçükarmutlu'dan bahsediyoruz. Yürüyoruz. Kanalizasyonlar tıkanmı, sokaklara akıyor. Fotorafını çekmek istedii-miz tandır ekmei yapan bir kadın bize çıkııyor Tandır gecekondu halkının yaamının ayrılmaz bir parça-sı olmu. Çarıda, fırınlarda yapılan ekmee para verme-mek için kendi ekmeklerini kendileri yapıyorlar tandırlar-da. Tandırın nasıl öreniyoruz. 26 T A V I R yapıldıını - Bize yardımcı olan mahallelilere teekkür edip ayrıl-mak istediimizde, bir çay ikram etmeden bırakmaya-caklarını söylüyorlar. Traktörle taıyoruz. 100.000 TL taıma ücreti ve-riyoruz. Her bir tandır yapımı 4-5 gün sürüyor. Tandırı ka-dınlar yapıyor Tandırın tane-sini 55-60 binTL'dan satıyoruz." Girdiimiz iki gözlü gecekonduda aramızdaki iliki yıl-ların verdigi tanııklık kadar yakın. Gözümüz evin içindeki renkli televizyona iliiyor. Tandır yapımının emek ve özen isteyen bir i olduunu seyrederek görüyoruz. - "Yeni mi aldınız?" diyoruz. 3.000.000 TL'ye aldıklarını, daha parasını ödeyemediklerini söylüyorlar. Çok sıcak olduundan, bir duvarın gölgesinde oturuyo-ruz. Bu susuzluk içinde Haz-ro'lu day bize buzlu souk su ikram ediyor. Bir genç anlatıyor: "Evlerin çou kiralık. Çünkü burada oturanların çounun köyle balantısı var.Burada i bulamayan tekrar köye gi- Önümüze getirdikleri bakır bir tepsinin içindeki peynir, yourt ve tandır ekmeiyle birkaç parça atıtırıp müsaa-de istiyoruz. Tavır'ın yeni sayısını bıra-kıp, ayrılıyoruz. 2.8.1992 tarihli Özgür Gündem'de "Okur Mektubu" köesinde, Cizre'den yazan Meh-met Kızılbayrak'ın Kemal Burkay'ın yazdı ı bir iirin Grup Yorum tarafından bestelenip kasede alınmasına yö-nelik eletirileriyle karılatık. Öncelikle belirtmek isteriz ki, dostluk çerçevesinde ge-len böylesi eletirileri, yapıcı buluyoruz. Bizi sevindiriyor. Kemal Burkay'ın siyasi kim-li ine yönelik eletirilere katı-lıyoruz. Sanatsal üretimin yalnız ideolojik yaklaımla de il, aynı zamanda yaam tarzıyla da uyum içinde olması gerekti ine inanıyoruz. Kemal Burkay, silahlı mücadeleyi terörizm olarak adlandırırken, yalnızca pasifist bir çizgiye dümekle kalmı-yor,objektif olarak da Kürt halkının ulusal ve toplumsal kurtuluunun karısında yer alıyor. ktidarın, emekçi yı ınların mücadelesini demokrasicilik oyunu ve kanlı politikalarla uysallatırmaya çalıtı ı bir süreçte savaı reddetmek, savaanları terörist olarak adlandırmak, düzen kanallarının içinde akmak, iktidarın demokrasi vitrininde irin bir parça olmak demektir. Kavga kaçkınları bir halkın direniinde söz hakkına sa-hip de illerdir. Mücadele kaygıları olma-yanlar için zafer ya da yenilgi kavramfarı da yoktur. Oysa Kemal Burkay'ın, "Em Ne Binketi Ne" (Yenik De iliz) adlı iirinde Kürt hal-kına yaatılan acılar, direnç ve gelece e dair umut var, kavga var Kukusuz Kürt halkının mücadefesine dair ileri de erleri duyumsayabilmek için ideolojik yaklaım ve yaam tarzı açısından, bu de erlerin ya-nında yer almak gerekir. Bu de erlerin yanında yer alma- KEMAL BURKAY'IN R VE TÜRKÜLERMZ Grup YORUM masına karın, Kemal Bur-kay'a bu iiri yazdıran neden-ler çok kapalı de il. Bir döne-min Zülfü Livaneli'sine, Çetin Altan'ına, Atilla lhan'ına bes-te yaptıran, iir yazdıran ne-denler de aynı. Nesnel gerçeklik, kiileri etkileyen, yönlendiren bir olgu haline geliyor. Nasıl ki toplumsal muhalefetin yükseldi i bir süreçte, küçük burjuva sa-natçılar, devrimci bir söylem-le yükselen yeni insan de er-lerini yapıtlarına konu edinmilerse Em Ne Bınketi Ne iirini yazdıran da Kürt halkının kurtulu mücadelesidir. Her ne kadar küçük burjuva sanatçılar, seksenli yılların yenilgi psikolojisiyle bir döne- Grup Y o r u m ve Kemal Burkay min mücadelesini ve bu mücadelenin yönlendiricili i ile gelien sanatsal üretimlerini yadsımılarsa da, bu ürünler, devrimci mücadelenin, emekçi yı ınların de erleri olarak halklara mal olmutur. Bu yanıyla baktı ımızda, Em Ne Bınketi Ne iiri de Kemal Burkay'ın degil, Kürt hal-kınındır artık. Çünkü Kemal Burkay'a "Yenik De iliz" dedirten, kendi politik mücade-lesi de il, Kürt halkının büyüt-tü ü direnitir. Bir bütün olarak, devrimci dinamiklerdir. Dolayısıyla, iir bir anlamda, anonimlemitir. Çünkü Kemal Burkay, siyasi yaklaı-mıyla kendi iirini inkâr eder-ken, Kürt halkı serhıldanlarıy-la iirin asıl sahibi olmutur. Bu nedenle, iiri, içeri i ve özü açısından sahipleniyo-ruz. Ancak Kemal Burkay'ın adını yazmak zorunda olma-dı ımızı belirtmek istiyoruz. iirin bestelenmesi süresin-de yaptı ımız tartımalarda da isim yazmama kararı al-mıtık. Ancak, teknik aama-lardaki bir iletiim kopuklu u, böylesi bir talihsizli e neden oldu. Bu noktadaki eletirilerinize katılıyoruz. Bu tür eletiriler almak, bizi sevindiriyor. Kemal Burkay'ı Grup Yorum'a yakıtıramamak, Grup Yorum'a verilen de eri gösteri-yor. Grup Yorum, kendisine duyulan güveni sarsmamaya daha fazla özen gösterecek T A V I R 27 SUSMAK ONAYLAMAKTIR TAVIR ye Gülen'in 16-17 Nisan'da öldürülme-si ile ilgili sürdürdü- ümüz dizi röportaj bu sayımızda son buluyor. Ancak bili-yoruz ki, halka ve onun yarattı ı her eye saldıranların düzeni de imedik-çe bu tartmalar son bulma-yacak. 19. sayımızda Rıfat Il-gaz, Metin Sever, Adnan Yücel, A.Hicri zgören ve Vey-sel Öngören'e yönelttik sorularımızı. "AYE GÜLEN'N ÖLDÜRÜLMES NANCIMI DAHA DA PEKTRYOR" "Son dönemde siyasi parti-ler ve iktidar partileri ne denli demokratikleme vaatlerinde bulunurlarsa bulunsanlar, Cumhuriyet'in kuruluundaki "askeri devlet" gelene i tüm varlı ıyla devam ediyor. Baskılar bu yapının do al sonu-cu. Askeri devlet yapısı demokratiklemeyi ve siville-meyi engelliyor. Bu konuda hükümeti bile sindirmi du-rumda. Genel Kurmay Ba-kanlı ı'nın Milli Savunma Ba-kanlı ı'na ba lanaca ına da-ir söz veren hükümet liderleri 28 T A V I R imdi bu konudaki sorulara bile yanıt veremiyorlar. Baskıların infazlara dönümesine gelince, 12 Eylül sonrasındaki bir çok geli-menin bu konuda etken ol-du unu sanıyorum. 70 yıllık Komünist Parti'nin legalle-mesi, daha sonra kapanıp düzen çarkında erimesi, 141-142. maddelerin kaldırıl-ması ve Anti-Terör yasasının getirilmesi gibi olgular baskı-lara yeni bir boyut getirdi. Askeri devletin gözünde 70 yıllık sol artık evcillemi du-rumda. Geriye kalanlarsa te-rörist ilan edilmi durumda. Bunlara yaama hakkı tanı-mak istemiyorlar sanıyorum." diye söze giren A.Yücel ay-dınları, sanatçıları duyarlılı a davet ederken öyle diyor: "Aydınların, devrimci, demokrat sanat çevrelerinin bu ve benzeri olaylar karısın-daki tepkisizli ini ülkemizde aydınların gerek anlamda aydın olmaktan korkmaları nedenine ba lıyorum. Olayı protesto etmek için imza atmaktan bile çekinmelerinin baka nedeni olamaz. Cumhuriyet'in baından beri aydınlar hep susturulmutur. Susturuldukça suskunla-mı, suskunlatıkça da kor- kaklamılardır. Oysa aydın-lar tarihin el fenerleri olmak-la yükümlüdürler. Demokrasi ve insan hakları mücadele-sinde ön saflarda olmakla yükümlüdürler." Yücel, sanatçı ve aydınların örgütlenmesinden yana. Varolan duyarsızlı ı örgütsüzlü e de ba layan air, "ö rgü tl ü sanatçı" kavramını tartııyor: "Aydınların, sanatçıların elbette ki bir örgütlülü ü olabilir. Böyle bir örgütlülü ün etkisinin de çok büyük olaca ı-na inanıyorum. Çünkü sanatçı tek baına bir birey olarak örgütü içinde bulun-maz. Her sanatçının bir de okur kitlesi ya da izleyici kit-lesi vardır. Bu nedenle üç-yüz kiilik bir sanatçı örgütü-nün en az üçmilyon kiilik bir etki gücü sözkonusudur. Bu büyük kamuoyu yaratma gücü ne yazık ki kullanılamıyor. Benim düündü üm aydın-sanatçı örgütlü ü, toplu-mun gerisinde de il, toplu-mun önünde olan bir örgüt-lülük. nsan hakları mücade-lesinde tiyatrocu dernekleri ya da Yazarlar Sendikası bir TAYAD'ın gerisinde kalma-malı. Tam aksine onların içinde, onlarla birlikte ve on- lara öncü olmalı-dır. "Örgütlü sa-natçı" kavramına daha de iik yaklamak gerekir. Bence sanatçı hem örgütlü ol-malı hem de ken-di sanat örgütü içinde yer alma-lı." "BU MEMLEKETTE DE BR GÜN SABAH OLACAKTIR" "Bunlara karı sanatçı ne düünsün. Hiç bir sanatçı bir gün benim de baıma gelmeyecektir diye düünmez. Düzene karı olan herkese karı bu baskılar uygulanı-yor" diyor Rıfat Ilgaz "Elbet-te bir gün benim de kapım çalınabilir" derken bunun genç kuaklarda korku uyan-dırmaması gerekti i üzerinde ısrarla duruyor. "Önce i sendikadan balı-yor, bir kere sendika kuramı-yoruz. Bir kiiyle olmaz bu i, bir örgütlenme olacak. O ögüt-ten kukulanıyorlar. Sendika kurma özgürlü ümüz yok. Aydın olarak, sanatçı olarak bir örgütümüz olmadı ı için ilk adımı atamıyoruz. Yazar-lar Sendikası diye bir sendika var, ben bunun sendika oldu una inanmıyorum. Ora-daki bir kaç kiinin kendisini tanıtmak için kullandı ı bir yer. Kendi kellemizi kurtar-mak için bile gayret dayıya dümütür. bu raddeye gelmitir. Gerçe i görüyoruz. Can kardei, kan kardei, an kardei demesini biliyor-lar ama esas yapılacak olan eyleri yapmıyorlar." Aye Gülen'in öldürülüü-nü bir cinayet olarak nitele- yen yazar konumasını öy-le sürdürüyor: "Birtakım güçler kararlar veriyorlar. Falanı gidin te-mizleyin. yi aydınlar gerekir, iyi toplumculuklar gerekir. Ça ına yaraır, bütün bu kukulardan uzak bir aydın ve sanatçı olarak da ileri bir devrimci sanat. Bütün bu kötülüklerin kökünü kurutan sonuçlar elde edecek atılım gerekir" "NSANLARIN YÜRENE KORKU TOHUMLARINI BIRAKMAYI HESAPLIYORLAR" "Öldürülen insanların içeri-sinde bir sanatçının olması önemli tabii. Ama bence sanatçı olmayabilirdi de. So-nuçta son infazlar ve ondan önceki infazlar düünüldü- ünde artık Türkiye'de dev-let güçlerinin kendi koyduk-ları yasalar çerçevesinde yargı mekanizmalını ilet-mek diye bir dertleri yok. Özellikle çelikilerin daha keskinleti i noktalarda, mücadelenin daha keskin sür-dü ü alanlarda tavırları mümkün oldu u kadar bu. Bunun kitlelerde ciddi bir pasifikasyon yaratmanın yolu oldu unu düünüyorum. Kamuoyunda ciddi bir yılgınlık yaratmanın, devleti güçlü göstermenin bir yolu. nsan-lara ciddi olarak gözda ı veriyorlar yani e er hayatın bir alanında mücadele ediyor-sanız bir gece ansızın kapınız çalınabilir ve öldürülebi-lirsiniz. Kendi koydukları yasalar çerçevesinde sizi yar-gının önüne çıkarmadan çok rahat size terörist damgası-nı, anarist damgasını vurup çok rahat öldürebilirler. nsanların yüre ine bu ekilde korku tohumlarını bırakmayı hesaplıyorlar.Burada bir sanatçının olmasının esprisi bence u: Sanatçı da olabi-lirsiniz, legal görünümünüz de olabilir ama mücadele-nin içinde bir yerdeyseniz si-zin sanatçı olmanız, legal ol-manız da sizi çok fazla bu akıbetten kurtaramaz imajını kitlelere vermeye çalııyor-lar." diyen gazeteci-yazar Metin Sever yanıtlıyor soru-larımızı. Metin Sever, hükümetin in-faz politikalarıyla kitlelerden ciddi bir destek aldı ını sa- T A V I R 29 erlendiriyor: nesi. Belki de Türkiye'nin bugün "Türkiye'de aydınlar bence hiçbir geldi i bu olumsuz du-rumun zaman aydın kavramı-nın içerisine arkasında yatan ne-denlerden birisi fazlaca durma-dılar. Bu dün de de bu." böyleydi, bugün de böyle. Bugün o "YERNDE NFAZ" DEY-M genel havayla biraz daha net YANLITIR ortaya çıkıyor bunlar. Bence Bu kez evinde ziyaret edip Türkiye'deki aydın dedi imiz kuak görülerine bavurdu umuz A.Hicri Cumhuri-yet'ten bu yana devletin zgören'le tartııyo-ruz: göl-gesi altında kalmı bir aydın "Türkiye'de 'Ölü olarak ele kuak. Yani devletin sınırları-nı çizdigi meruiyet zeminin-de büyük geçirildi' diye bir terim türetiloranda kalmı, devletin izin verdi i di son zamanlarda. Nerede oranda sınırları zorlamı bir aydın dilbilimcilerimiz? Birileri çıkıp da bu yanlı oldu unu kuak. Kemalist anlayıtan aydınlar deyimin hiç bir zaman kurtu-lamamılardır. söylemiyor. Ama son dö-nemdeki daha da Ele geçirmenin anlamı sa olarak katmerlen-mitir. "Yorgun aydınlar" anlaılır ve öyledir Öldürmeye, or-dusu var. 80'den sonra ve son katletmeye, kat-liama 'ölü olarak ele dönemde artık o liberal-lik dalgası geçirildi' deniyor. Yerinde infaz' hedefe daha içerisinde bir anlamda radikalli ini deyi-mi de yanlıtır. Sanki öldürüyitirmi bir aydınlar ordusu var. O len ulatılar, vatandalar yargılanmı yüzden beni aydınların tavrı çok olsalardı onlara böyle bir ce-za kitlelerin Tüm aydınlar, sanatçılar, deste ini bir fazla aırtmıyor ne ya-zık ki." verilecekti gibi bir anlam barındıyor. Aye'lere sıkılan her kurun ünüyorum. Sever, sanatçı olmak vas-fından hareketle kurulacak bir Evet bunun adı yargısız inBunu üç-be siz lere de sıkılmı demektir. kiinin örgütlülü ü oldukça zor görüyor: fazdır." veya prova"Belki her alanın kendi içerisinde Aye Gülen'i soruyoruz zKarı çıkmadıkça, sesinizi katörlerin bir örgütlülü ü olabi-lir. Bu tür gören'e: olaylardan örgütlenmelerin verimli oldu ü unu "Aye Gülen bir sanatçıydı. Bu yükseltmedikçe sıkılan her sonra bay-rak düünüyo-rum. Bu örgtlülüklerin konuda aydın ve sanatçı-lardan açması olarak sınırı-nı ve çerçevesini çizmek ge- yeterince kar cikıın olmayıı kurun savunduunuz de- erlendirmirekiyor. Genel bir sanatçı ör- ürkütücüdiJı . Türki-ye Yazarlar yorum. Kitgütlenmesinin sınırlarını çiz-mek Sendikası, PEN ve benzeri deerlere ve onurunuza da lelerin gerdaha zor ama her alana yönelik kuruluların tepki-sizli i genel çekten bu örgütlülü ün yaratılması bana biraz ahvalimizi yete-rince gösteriyor. konuda ses-siz sıkılmı demektir. Korku daha anlamlı geliyor. Bu nereye Ortada bir suç varsa hepikaldıkla-rını ve kadar gider bilmiyorum, o konuda mizindir. Görmüyorsak, duymed-yaların bu teslim olmaktır, susmak da çok iyimser de i-lim. Ama en muyorsak, susuyorsak evet bizim konuda cid-di azından denen-mesi gerekti ini de suçludur, kirlidir el-lerimiz. i gör-düklerini onaylamaktır. düünüyo-rum. Sadece sanatçılar Madem bana bir air olarak dü-ünüyorum." için de ü il hayatın her alanında sordunuz, isterseniz birkaç dizeyle örgtlüysen sesini çıkarma ansın de vurgulaya-lım: Metin Sever'le vardır. Hayatın her alanındaki bu konuda aynı örgütlülugü parça parça etmi görüleri olması 80'in en büyük paylamamız mümkün de il Ke disinin "Halk darbelerinden bir ta"Bir yalanın flaları patlar polise destek veriyor" balı ı yüzümde altında çizilen senar-yolardan Bütün bilgeler susmanın fazlasıyla etkilen-mi oldu unu ustası sanki düünüyoruz. Talan, kazan kaynatır beSever, aydınların bu olaya yinlerinde" tavırsız kalılarını öyle devunuyor: "Son bir yıl içinde bence Türkiye'nin geldi i en olum-suz noktalardan bir tanesi bu. Hem basında hem de genel olarak kamuoyunda yaptıklarına karı çok fazla ses çıkmaması ve yaptıklarının, bu infazların kitleler tara-fından büyük oranda onay-lanmı olması. Öyle bir nok-taya gelindi ki Cihangir Ope-rasyonu ile balayan infazlar ve son infazlardan sonra bel-ki de sistematik olarak he-defledikleri noktaya geldiler, infazları gerçekletirebiliyor-lar, soldemokrat kesimlere gözda ını verebiliyorlar, bu anlamda hedeflerine ulatılar. Belki beklemedikleri bir 30 T A V I R "BU TÜR TEPKLER DEL, YEN FORMÜLLER BULMAK GEREK" Prova sırasında görütü ümüz air ve tiyatro hocası Veysel Öngören, yargısız infazların yan-lı oldu unu, bu infazlara karı dergiler-de yayınlana-cak birkaç sö-zün çözüm olamayaca ını söyledi. Aye Gülen'in Türkiye'de devrimci sa-natçı olarak katledilen ilk in-san oldu unu, bu nedenle yazar ve sanatçılarla bu ko-nuyu tartıtı ımızı söyledik. Bu konuda birkaç ey söyle-menin bile önemli oldu u bu süreçte bundan kaçınan in-sanların da oldu unu belirt-tik. Bunun üzerine Veysel Ön-gören, bugüne kadar DKÖ'lerin bu konuda, böyle olaylar karısında çok eyler yaptı ını ve birbirinin tekrarı olduunu söyledi. "Yeni formüller bulmak gerek, çözüm olabilecek yollara bavur-mak gerek" diyerek korkma-dı ını, sayfalarca yazı yaza-rak altına imza atabilece ini ama bunun çözüm olmadı ı-nı tekrarladı. Bu tür olaylara karı duyarsız olmadı ını da ayrıca belirtti. oyunun bir parçası. Artan, yükselen muhalefeti parçala-maya, yok etmeye yönelik politikaların a ırlıklı bir yanı "infazlar". Düzene bakaldıran, "Hayır" diyebilenlere alt-tan alta bir mesaj iletiliyor: Susun, yoksa ölürsünüz. Aye, susmayanlardan, sustu-rulamayanlardan biriydi ve bunun bedelini yaamıyla ödedi. Ancak örgütlü olmanın bilin-cinde olmak, bunun sorum-lulu unu duymayı da gerek-tiriyor. Evet, aydın oldu unu, sanatçı oldu unu iddia edenler yaanan tüm baskıların, infazların sorumlulu u sizlerin de omuzlarınızda. Aye, bu sorumlulu u korkmadan, yılmadan yükle-nenlerdendi. Ve sanatçılarımız, aydınla-rımız Sanatın yaamı belirleyen sustular. Üstelik "bile bile" sustular. politikadan ayrı olmadı ını ama Susmanın da bir tavır alı oldu unu onunla içiçe yeermesi gerekti ini bile bile sustular. Aydın ça ının tasavu-nanlardandı. Ölümüyle de nı ıdır diyoruz, topiumun bir parçası baskılara, haksızlıklara nasıl ama ondan bir adım ileride, karı konulaca ını gösterdi Aye. do ruyu, güzeli, hak-lıyı savunandır Bir örgütlü sanatçı olarak toplumsal aydın. Bu bir sınavdı. Ve aydınlar, muhalefetin en billurlamı sanatçı-lar onlarcasından oldu u gibi yerinde ken-dini ifade etmesini bu sınavdan da baarısızlıkla çıktılar. bil-di.Ölümü, katledilii bir ça Evet, bir kez daha kendilerine rıdır, bir mesajdır onun: biçilen sıfatın, "aydın" sıfatının "Demokrasi" nutuklarıyla, a ırlı ı altın-da ezildiler.Demokrat Tüm aydınlar, sanatçılar, gözboyamalarla gölgelenme-ye ilerici, olumlu unsurlar da yok mu Aye'lere sıkılan her kurun sizlere çalıılan devlet terörünün, baskıların aralarında? Evet, var Varol-du unu de sıkılmı demektir. Karı günbegün yaygın-latı ı bir süreci yaptı ımız "aydın so-ruturması" da çıkmadıkça, sesinizi yaıyoruz. Gün geçmiyor ki gösterdi. Ör-gütsüzlükten, seslerini yükseltmedikçe skılan her kurun gözaltındaki kayıplara, ikencede duyu-ramamaktan yakınan sanatsavundu unuz de- erlere ve çılar, aydınlar ço unlukta. öldürü-lenlere yenileri eklenmesin. onurunuza da sıkılmı demektir. "nfazlar" da oynanan bu Korku teslim olmaktır, susmak onayla-maktır. T A V I R 31 Nejdet PMLER'E bütün yüreimle... DOSTLUKLARA, KAVGAYA VE YAAMA DAR Selçuk ki eski ve gerçek dost dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir sa-atte karılasalar ne ya-parlar..? Nasıl anlatılır böyle bir anın tüm ayrın-tıları, yaananın zenginli-ini, güzelliini yoksul-latırmadan..? Sanye-lerle ölçülen ilk irkilite yüreklerden, gözlerden, beyinlerden neler ge-çer... Zaman, yıllar, hayat.. Neler gitmi, neler gelmi, neler kalmıtır... Merak sevinç karıır birbirine. ki dosttur karılaan. Ve onların dostlukları zamanın amansız yıpratıcılıına, kirine-pasına yenik düesi deildir. Acının ve atein ortasında mayalanmı, fırtınalarda sınanmı-tır çünkü. lk an. O tatlı akınlıın gözlere, yüze yayılan bir ııltıya dönümesi hızla Vücudun aırlı ı yok olmu, zaman mekan silin mitir. Sadece onlar vardır dün- 32 T A V I R Hazinedar yada. Sadece kardelik, vefa, namus... Sarılırlar ııltılarını kaçırmadan gözlerinin taa öteleri-ne, onları tamamlayan çizgiler-le mimiklere merakla, eskiye göre daha katıksız, daha uslan-maz, diplerden gelen sevinçler, dirençler bulmak kaygısıyla ba-karlar... Ortak olan umutlar, sevdalar, anılar büyütülmü ço-altılmı mıdır... Yüreklerin kut-sal, en temiz en özel yerleri ne-leri korur, neleri saklar, neleri çoaltır... te bahse konu karılama-da bütün bunlar yaandı ve düünüldü bir an. Sonra yaprakla-rı sararmı koca çınarın altında-ki bo masalardan birine oturu-lup çaylar söylendi. "Çaylar demli olsun"du. Dostluklar gibi, sevgi gibi, namus, vefa, içten-lik, kavga gibi onun da kokusu, rengi hissedilmen, yürei ısıt-malıydı. (Anlatımı mümknsüz, ozanın deyiiyle, "kurun geç-mez geceler" günler ikisini de çaya sigaraya alıtırmıtı.) Konutular konutular... Daha çok da gözleriyle. Ancak dostluun kardeliin erbabı anlayabilirdi böyle konumala-rı. Sonra bir de çok hasret, çok yokluk, çok sevda, çok çi-le çekenlerle, çok umut çok namus taıyanlar... Sessizlik... Yürekler ve göz-ler hereyi içmiti sanki. Tatlı bir doygunluk çöktü üzerleri-ne. Bakılar uzak boluklara doru çivilendi karılıklı... Ne-den sonra biri dierine fısıldar gibi (yücelten, çoaltan, arıtan sessizliin o tanımsız büyüsü-nü bozmaktan korkarak) "sa-na bir iirimi okumak istyo-rum" dedi... Birden imekler çaktı. Biraz önceki zamandıı sevdanın yüreinde kaybolu, bir baka boyutta tür deitirdi. O ak-am bulundukları semtte elekt-rikler kesik olduundan masa- larını küçük bir mum gecenin len sözcükler, yüzün co rafyası, sessizli ini bozmaktan korkar-casına bakılar, jestler, mimikler birer titrek ııklarıyla aydınlatı-yordu. ipucudurlar ço u zaman ama bu, Masalar boalmı çevre az sayıda insan sarrafına ıssızlamıtı. Ve hayret çoktan göre böyledir. balamıtı gece. 12'yle bala-yan bir sonbahar gününden beri gitgide iir devam ediyordu: soyları tüketilmeye çalıı-lan bu hilesiz hurdasız dostluk-lara kendisi de hasret kalan ya-lı çınar, do al ( ........ ) bir içgüdüyle bu iki dostu ve Düünüyorsun dostlu u yaamın binbir tuza ına, Kaç arkada kaldı kua ından kalleli ine kar-ı perdelemi, sarıp Ortak sevdaları kavgaları bösarmalamı-tı sanki... Unutmaya yüz tuttu u mutluluk duygusunu yeniden lütü ün Sade efendi ölümüne namus-lu kefeder gibi oldu. Dallarında, yaprak uçlarında gayri ihtiyari u o sonsuzca yaafısıltı dolatı: "Bunlar bizim ço- yası çocuklardan cuklar, bunlar bizimkiler...! De-mek Nasıl alçakça yok ediyorlar yok edemediler. Yine bi-zimleler!." nsanlık bahçesinden yeri dol-maz Bir an onlar da bu güngörmü koca çiçekleri çınarı, rüzgârı, yaprak hıırtılarını Nasıl hoyratça yoluyorlar dinlediler... Garip bir yakınlık do du arala-rında... Bir sıcaklık, saygı, ( .....) kader-dalık.. Gelgeç olana Ve tarih yazılmıyor modaya, zamana direnç gibi ortak (bakaları yapsın kaygı-lardan kaynaklanan. Gökyüzü onu) kopkoyu bir lacivert içindeydi ve Yaratılıyor yıldızlar gizli yürek köpüklenme-leri, kanın ve atein daha fazla iç hesaplama iste i dogurarak, yüzleri soylu-luklara ortasında dönük, o dokunulmamı muzip inceli in onurun çocuk gülücükleri gibi pı-rıltıyla mihenk taında yanıp sönüyorlardı... Yaratılıyor iir, her yanı sırılsıklam sevgi Kürdistan da larında yüklü bir dostluk gecesinin üze-rine stanbul'un zmir'in damla damla dütü: Ankara'nın Adana'nın varolarında DÜENLERE VE YÜRÜYEN-LERE..." Yoksullu un ve sömürünün (...... ) Nabzının attı ı heryerde ..... diye balıyordu. Sözcükler Gecekondularda fabrikalarda kristal oklar, gümü damlalar gibi üniversitelerde beyine, yüre e iliyordu. Ne okuyan esmer adam ne de sözcükler ba ırıyorlardı. Daha do -rusu te Olcay, Ferit, ite Faruk gerek duyulmuyordu böyle Akif... u "nice selden sonra" zorlamalara. Bedelini ödemi ve yerli yerine oturmu her ey gibi sade lk 1 Mayıs'ta a dasız, alçakgönüllüydü-ler. "pi en önde gö üsleyen" ço-cuk Büyüklükleri daha ziyade gerekli te Birtan oldukları zamanlarda ve olaylar Kafası demirlerle parçalanan içinde ortaya çıkan he-men Faizmin karanlı ında herke-se hereyin esas cevheri, dur-gun zamanlarda ola anın sıra-dan, bir ıık mütevazi kabu una sarınır, özüne Bir-Taan olan çekilir. Ancak yine de tec-rübeli, usta Ser verir sır vermez gözler kabu un öte-sindeki cevheri u yaman delikanlı sezebilirler. Gözlerdeki ıık, sesin tınısı, seçi"YAKN GEÇME, Alnı yıldız yıldız gömle i kanlı Ve ite geliyorlar arkadan erefli zincirin tunçtan halka-ları Geliyorlar 12 Temmuz 17 Nisan destanının kahramanları Yıkılıyor bedenlerine sapla-nan her kurunla Yıkılıyor Faizmin zulümden sarayları Çevreyi unutmulardı. Üzerinden yorgunluk akan bir gar-son iki ayran barda ını kibarca masalarına bıraktı. ki dost "bu da nereden çıktı" dercesine baktılar. "u karı masada otu-ran beyefendi 'lütfen kabul et-sinler dedi. Kusura bakmayın sohbetinizi böldüm" diyerek uzaklatı garson. aret edilen yere do ru baktılar. Gerçekten de hemen yakınlarındaki karı masalardan birinde oturan yal-nız, orta yaın üzerinde birinin kendilerine derin bir muhabbet-le baktı ını gördüler. Çekilen uzun eski acıların, sevinçlerin sindi i bu yüzde ve bakılarda çok ey gizliydi. Biraz tereddüt-lüce kalktı. Çekingenli i çok zor farkedilen adımlarla iki can dos-tun masalarına do ru yürüdü. Selamlayarak "masinıza otura-bilir miyim?" dedi. ki dost bu il-ginç davetsiz konu u buyur et-tiler. "Kardeler damdan düer gibi oldu, kusura bakmayın. Ka-nımıza girmi bir kere bu virüs. Namuslu, iyi güzel olana kayıt-sızlık ne mümkün artık.." diye-rek sandalyesine yerleti. Göz-lerinde hereye ra men yor-gunlu un ve yenikli in bastıra-madı ı çocuksu, sevecen, namuslu ııklar oynaıyordu. Göz kenarları, alnı hayli kırı-mı, saçları neredeyse yarı ya-rıya aklamıtı. Yüzünde güven veren bfr duruluk, arınmılık, bilgece bir ifade vardı. "Anlıyo-rum kardeler" dedi. "Yüre im sizden yana... Ve inanın ben bu yetersiz yürekle bile görüyorum ki insan adil, onurlu ve güzel olanı arayacak. Ancak insanlık T A V I R 33 buldu u ve oynadı ı son dere-ce de erli eylerin oyuncakla-rın de erini bilmeden onları kı-rıp döken, yeniden yapan ve tekrar bozan bir çocuk gibi... Bu çocuk büyüyecek Hem de be-nim gibilere ra men, hem de el-leri ayakları kanayarak, hem de zulmün ve sömürünün bütün tu-zaklarına, kalleliklerine ra -men... Onu kırdıranlara, korku-tanlara, uyutanlara ra men... te o zaman kurup-yaptıklarının kendisi ve insanlık için anlamını çok daha derinden kavramı olarak, eserini tarifsiz bir tutkuyla kıskançlıkla koruyup gelitirecektir. te o zaman ya pılanları kimse yıkamayacak, yıkmayacaktır. Kardeler. Bü-tün bunlar; dünya, emek ve insanlık ailesi sizlerin öncülü ün-de yaratılacak.. Siz hamuru na-mustan, onurdan, yi itlikten yo rulmuların öncülü ünde. iirinize sohbetinize ister iste-mez kulak verdim. Ben de bir iirimi okumak istiyorum size.." ki can dosttan iir okuyan esmeri "Tabi buyur oku. Biz iiri de airleri de severiz" deyince, zamana direnmeye çalıan bu kırılgan eski tüfek bo uk bir sesle u buruk dizeleri okudu: "Her ey biraz tozlanmı my-dı ne Dostlukları aradım anıları Terkedilmi Rum-Ermeni evlerinin bembeyaz Öksüz yalnızlıklarını buldum hüzünbaz Korkunç bir mevsimsizlikti gezinen Herey biraz paslanmı mıydı ne..." Dostlardan esmer olanı: "iiri-ni sevdim. Ama bu hüzün bu kı-rıklık... neden? Haydi diyelim ki Asya'lı, Do u'lu ve Akde-nizliyiz... Yine de bu iirde bir eyler eksik de il mi?.. "Evet bireyler eksik.. Belki de o eksikli i buradan kalktık-tan sonra giderebilece im.. Yıl-lar önce yitirdiklerimin ayak izle-ri ile karılatıktan sonra. Yani iirimde eksik olanın yaamdaki karılı ı karımda oturan sizler-siniz.. iirin devamı sizlersiniz. Bu anlamda hem eksik hem de- il. Acıya gelince, acı belki de 34 TAVIR hayatın yarısı.. Demin bahsetti- im co rafyadan, tarihten, kül-trden gelen özellikler de ekle-nince belki yarıdan da fazladır. nsanın gerçek insan olmasın-da u ya da bu orandaki rolünü yadsyamayız. Hatta insanlı ın tarihi, acıyı sevince dönütür-menin de tarihidir diyebiliriz. Sevinçle acı ikiz kardetir bence. Acıyı derinligine duyumsayıp irdeleyemeyen, mutlulu u ve koullarını üretemez. Sorun acıya yenilmemekte, teslim olmamaktadır. Güzeli-iyiyido ruyu arar, onlar için kavga ederken; onu bir kaldıraç, dina-mo gibi kullanabilmektedir. Mutluluk ve sevinç için kavga-nın fedakârlı ın boyutu, zulmün sefaletin sömrünün ve insanlı- ın tüm acıları karısında duyu-lan sızının büyüklü ü ile orantı-lıdır. Bilirsiniz gitar Akdeniz'in insanlı a arma an etti i içli bir çalgıdır. Sayın ki, ben bu çalgı-nın en hüzünlü ses veren telle-rinden biriyim. Bize de bu dü-tü. Ve ben di er tellerin beni dengeleyip kurtaraca ına inanı-yorum. Sonuç olarak gitarın di er tellerine sonsuz saygım ve sempatim var. En olumsuz durumlarda bile kendimi insanhgin kurtuluu davasına ba lı saydım..." dedi gittikçe canlanan bir ses tonu ve pıhltıyla gözle-rinde... Dostlardan o ana kadar hiç konumayan kumralı, özgüveni ve adanmılı ı çok derin bir insanın kararlı yumuaklı ı ve ses tonuyla; "Bugün belki her zamankinden çok daha zorlu günlerdeyiz. nsanlık tarihinin en acı cezirlerinden birini yaı-yoruz... En aa ılık caniler, en utanmaz alınteri hırsızları, tes-cillikaarlanmı namussuzlar güruhu bugün ortada barı ve iyilik mele i olarak dolaıyorlar, kabul göryorlar. Kümes tilkiye emanet edilmi, "barı ödülle-ri"yse en aa ılık militaristlere veriliyor... Yaratılan sis ve toz duman arasında gerçekler bu-landırılarak beyaz siyah, siyah-sa beyaz olarak gösteriliyor. Vicdan akıl ve nice insanlık de- eri artık dolara ayarlı. Do ruyu ve yanlıı para tayin ediyor. Paranın sömürünün ve zulmün saltanatı ezeli ve ebedi gibi gösterilmeye çalıılıyor. nsanlık bir yalan bombardımanı altında. nsanlı ın en soylu davranıları, bakaldırı, adalet ve onur tutku-su anlamsız, modası ça ı geç-mi övalyelikler veya enayilik-ler derekesine düürülmeye ça-lıılıyor. Hani mehur iirde söylendi i gibi, "antenler, Vota-tifler, kalemler" yalan söylüyor. Sınıflı topluma karı çıkmak ayıp ve anormal, ama onayla-yıp övgüler dizmek çok normal. Böyle bir mantıktan daha aa ı-lık, daha riyakâr ne olabilir..? Hayır! Namussuzlu a, yalana bırakılmamalı meydan. Sömürüsüz, sınıfsız, sınırsız, nüfus ka ıtlarının miliyet kısmında sadece insan yazan milyarlardan olumu "Dünya Emekçiler Cumhuriyeti" özlemi, "Dünya nsanlık Cumhuriyeti" kavga ve tasarımı hiç bir zaman bu kadar gerekli, bu kadar yakın, bu kadar haklı olmadı. . Sosyalizm davasına ve devrimci prensiple-re ba lı kalmak ancak bir onur ve dahası bir ayrıcalıktır bugün. nsan sonsuz ve tükenmez bir arkıdır. Onun tükenmezli ini bil . oruz. nsanlık erginleecek-tir.. Burada sözü arkadalardan esmer olanı aldı: "Her son aynı zamanda bir balangıçsa, insanlı ın o çileli ve uzun ama erefli yürüyüün-de sonuna gelinen ve tüketilen sadece yanlılarımızdır... Do -rularımızsa yürek ve bilinç dal-galandıran yıldızlar kümesinden ebedi kurtulu do rultusunu gösteren bir Samanyolu olarak hep bizimle... Namussuzlar, uaklar, satılmılar ve kafa yerine mide, yü-rek yerine cüzdan taıyanların hereyi oralardan görenlerin söyledikleri ya da özledikleri gibi insanhgın eitlik, adalet, onur tutkuları hedef tasarım ve dü-leri sönmedi, yenilmedi, bitme-di, imkansızlamadı... Aksine yeni ve çok daha olanaklı bir aamada... Bedreddin'den, Pir Sultan'dan, Nesimi'den, Sandi-no'dan daha elverisiz koullar- da mıyız? Spartaküs'ten, Pugaçev'den, Zapata'dan, Panço Villa'dan daha mı çaresiz...? Asla..! Her afaktan önce koyu bir karanlık sarar gökyüzünü; sanki hiç sabah olmayacakmı gibi gelir insana... Derken birden ta a arır... te kimisi o koyu ka-ranlık anında tereddüte düer, umutsuzlu a kapılır... Tereddüte dümeyenler, karanlı a aldırma-dan arkasındaki afa ı görenler ve onu yakalayanlardır..." Esrarengiz eski devrimci çok sevilen bir eski dostla karılaın-ca duyulan sevinç, heyecan, akınlık karıımı tatlı bir tela içinde sanki kendi kendine ko-nuur: "Herhalde her insan, 'hayatın anlamı nedir' sorusuna namuslu bir cevap vermek zorundadır... Evet bu cevap erefli olmalıdır. Erteleyebilir, oyalayıp avutabilir insan kendini ve çevresini. Ama bütün bunlar bir sonuca ba lan-mak zorunda. Havasız kalmı gibi bo uluyo-rum. Temiz havaya ve beni ora-ya taıyacak bir eylere iddetle ihtyacım varken size rastladım. u parkın kalabalı ı içinde farklı bir haliniz vardı. Sanki bireyler beni size çekti. Sezdim. iirinize kulak verdim. Gelmeden ede-medim yanınıza. yi ki de edeme-dim. Hiç olmazsa biraz insanlı ı-ma döndüm. Tazelendim, güç-lendim yanınızda. Garip bir trajedi bizimkisi... Kendimi, iç dünyamı gözlüyo-rum; yüre im, aklım, vicdanım... Bir gücü tam olarak bulamıyo-rum kendimde... Evet... bulamı-yorum. Ama yine de bir eyler yapmak... bu gö üslenmeli...! Gerçi ne benim haddim ne de sizin ihtiyacınız var ama yine de yüre imden geliyor ve hogörece inizi umarak söylüyorum: Dayanın kardelerim! Umudu, sevdayı, kavgayı öksüz, o hepimizin Küba'sını yalnız komayın. Karaib'lerin, Che'nin iirine bu co rafyadan yeni iirler eklen-mesi, kimbilir ne titreimler yara-tırdı dünyanın turn izilenlerinin yüreklerinde..." Yine bir an zamanın ve meka-nın dıına çıkarak bakılarını nesnelerden geçmie do ru döndürdü. Kimseyle de il kendi vicdanı ve yüre yle konuur gibiydi: "Dokunulmamı lekesiz dü-ler, çıkarsız kavgalar. Faizm... da lar, zindanlar, vuruanlar, düenler... O Metris, o Dyarba-kır.. Kırımlar, kıyımlar... Ve yıl-lar... Acılarla ayrılıklarla ödenen zaferlerle örülmü destan yıllar... Yorulanlar, yitip gidenler bir da-ha gelmemecesine... Geçmiini ilaçlı bir süngerle hiç iz bırakma-macasına silenler; yetinmeyip bandı ters saranlar ve bunu di yalektikle açıklayanlar... Ve ya-amı bir bitmemi iir, bir anda içimizi coku ve umutla doldura-rak kayan bir göktaının ııklı izi kılanlar... Hep yüksek ve yalçın da larda, derin vadilerde, ulu az tanınan ormanlarda günein zor batt ı sonsuz uzak ovalarda açan çiçekler... Ütopyalarımız hiç yitmeyen... Hülyalarımız varlık nedenimiz vazgeçemedi imiz... Yol..; yürünmesi, demir asa, demir çarık yürünmesi gereken o yüce ey.." Gözleri dolmutu.. Ama bakılarındaki eski yorgun gölgeler yoktu artık. Taa içerlerden gelen seviç güven ııltıları vardı yerlerinde. "Ah kardeler" dedi; "bu kırık Akdeniz gitarının en acılı teli sevinirken bile hüzünlü sesler çıkardı görüyorsunuz.." ki dost gülümsediler bu insa-na, kollarından tutup sevecen-likle sıktılar... Bu sıkıta here-ye karın namuslu kalmaya ça-lıan bu eski devrimciye karı bir efkat, yardım için uzanan elini tutma iste iyle daha birçok duygu ve düünce gizliydi...Bi-liyor ve sezyorlardı ki bu namuslu, tedirgin ve kendini sor-gulayan yan onu hep sınırın bu tarafında tutacaktır.. Bu ilginç konuk neden sonra kalktı. Minnet, sevgi ,güven do-lu, genç bir sesle; "Baarılar dostlar" dedi. "Sıkıırsanız ad-resim budur." Yürüdü. Çökük omuzları imdi daha dik durur gibiydiler. ki dost bakıtılar... Esmer, sessiz, bilge görünen: "te insanın evrensel trajedisi ve dar kalıplara sı mazlı ı..." deyince öbürü "evet.. insanda akıl al-maz yücelikleri de cücelikleri de görmek mümkün" cümlesiy-le tamamladı onu. Ayrılık denen u ursuz eve davetsiz misafir, onların da kapılarını çalmaya hazırlanıyordu. Yaamlarında böyle anlar azdı zaten. Eski tanılar, yakınlar, aile, sıla, kimi anılar gökyüzü- T A V I R 35 nün çook uzak derinliklerinde belli belirsiz parıldayan unutulm u y i t i k yıldızlar gibiydiler. B u daha ziyade mücadelenin gere i olarak yapılan gönüllü bir seçimdi. Onun için de bu bulu-m anın her saniyesini de erlendirmek istiyorlardı. Nihayet o an geldi. Yaam buy- du ite. Sanki bir yanıyla h e p yarım kalmaya yazgılı, hali özel ve insani olan her ey çok çok ilerde bir gün gerçekleecek maddi kısmının yerine imdilik iiriyle cevap veriyor, onunla sarmalıyordu insanlı ı... Evet insan bölünmütü, sevgiler bö -lünmütü... Çoraklama, çölleme, kokuma korkunçtu... Ve sanki bundan öte hiçbir ey yokmu gibi görünüyordu ama iir ve umut hep yanı baındaydı bütün bunların... nsanlı ın vicdanı yarını, u m u d u , bilinci olanların eylemlerinde, dülerinde, arayılarında soluk alıp veriyordu... Masadan kalkıp a ır a ır yürü meye baladılar. Kumral olan sessizli i bozdu: " E v e t karde" dedi "biliyoruz ki temel hayati sorunların çözülmedi i bir dünyada ne gerçek sevgi ve arkadalıklar, ne de insani moral de erler yeerebilir. te bunun için de g e r ç e k insan, tüm tali sorunların çözümü için temel sorunun çözümüne kendini adayan, bir ermi vazgeçiiyle koulların, yaamın önüne ve üstüne fırlayarak onu aarken, kendinde, y a a m ı n d a insanlı ın da çoraklaıp çöllemesinin en b ü y ü k engeli olandır. O insan adına hak kazanarak, gelece in kurtuluunda ve kazanılmasında yapı taı olurken, yeni ve gerçek insanın da vicdanlara, akla ve yüre e hitap eden esin-leyici m o d e l i olmaktadır. " E e r bir y e r d e insanlar açlıktan ölüyorsa orada, ekilecek tarladaki kır çiçeklerinin güzelli inin farkına varabilmek zordur. Çiçeklerin kalması için insanların açlıktan ölmelerine kayıtsız kalabilmek, en azından ciddi bir psikolojik bozuklu a dengesizli e iaret eder." " E v e t bir ç o k insani ve do a 36 T A V I R ihtiyaç baka temel önceliklerin içinde eriyor, dılanıyor.. Birgün kusursuz olarak eit ve herkesçe gerçekletirilebilmelerinin asgari ve a z a m i ortamını yaratabilmek için." " imdiden kestirilemeyen bilinmezler, sorunlar var tabii. Aılması gereken zorluklar. H e r türlü çözüm, reçete hazır de il... D e n e y l e r i n v e aklın ç ö z d ü - ü yerde onlar, imdilik onların çözemedi i y e r d e u m u t , yürek ve iir bizimle... te bu nedenledir ki bir büyük devrimcinin ifade etti i gibi: " Bütün gerçek devrimciler birer ozandır." "Devrimci, hayatın en temel ve tali sorunlarının çözümü için aklın, bilimin, iirin v e d ü ü n kullanımını en güzel becerebilen evrensel vicdanıdır insanın... Ezilenlerin ve insanlı ın en üst, en saf, en namuslu, en soylu özlemlerinin, u m u t ve hülyalarına sözcülük edendir. Günlük, do al, insani kimi ihtiyaç ve ilikilerinden u z a k da olsa en bütünlüklü olan, insan adına ihanet etmeyendir." Yürüyorlardı... Sa larından sollarından taksiler, sarho ve yıkık i m a n c a h a y a t kadınları berdular, g e c e vardiyasından gelen içiler, e lencesini biraz uzatmı orta ve ü s t sınıftan insanlar geçiyorlardı... N e d e n sonra esmer, bilge görünen, "evet yaamda iir var. Bence iir varlı ın ya da yoklu un, anlamın y a d a anlamsızlı ın e n u ç noktalarında ç o k yo un damıtılarak, kendi büyük soru ve sorunlarıyla yeniden yaratılmalarıdır. e y l e r i n bir d a h a tekrarlan-m a y a n anlarının ve görüntülerinin ve henüz bilinmeyen yanlarının dille sözcüklerle resmidir.. Sözcüklerin kurgu ve mimarisiyle gizleri neterleme, geçici ve ölümlü olana m e y d a n okuyutur. Ozanlara sözcüklerin simyacıları denir. Çok güzel bir tanım bence de. Ozanların ve sanatçıların güçleri ve büyüklükleri, eyleri yüreklerinin v e akıllarının kristal p r i z m a l a r ı n -dan geçirip yeniden do urup yaratırlarken, sonsuzlu un bir yerinde hep ıık saçan bir havai fiek, bir rengarenk gökkua ı haline getirebilmelerindendir. Güçleri, h a m olan, do aya insanlı ın uzun tarihi sürecine y a yılmı da ınık olayları, ekilleri, nesneleri yeniden yorumlayıp sentezleyerek, insanlı ı sonsuza kadar heyecanlandırıp esinleyecek doruk yapıtlar ortaya koyabilmelerindendir. " S o n r a a . . . sonra iir biziz" d e -di. "Kavganın ve sevdanın haklı olarak zor fırsat tanıdı ı u k a r -ılamamız. Hiç kir ve günah bu lamamı dostluklar, vefa... Sonra çınar a acı,hafiften esen rüzgâr,ıssızlamı masalar... u arkıları, sloganları kulaklarımıza kadar gelen, fabrikalarının önünü çocukları, eleri ve s e m t halkıyla bayram yerine çevirmi grevci içiler, koyu lacivert gece, bu güzel karılamamızı ve grevci içileri selamlarcasına g e cede kayan, göz kırpan yıldızlar, namuslu kalmaya çalıan u eski tüfek, omuzlarında matlamı havluları ve beyaz gömlekleriyle son servislerini yapan garsonlar"dı. Ve iir; "Direncimiz, umudumuz , yenilgilerimiz, zaferlerimiz, çilelerimiz ve yarınlarımız"dı... Suskunluk bir üzüncü büyütür, bir yarayı kanatırcasına geniletir. Durdular.. Elleri karılıklı birbirlerinin omuzlarında öylece bakıtılar. Bu bakılarında mutluluk, güven, doyum biraz da acı vardı. Birbirlerini bekle dikleri, h a y a l ettikleri gibi yi it ve ço almı bulmanın mutlulu u.. V e ayrılı ın ( belkide cis men ebedi ayrılı ın) hüznü . . birbirlerini sıkarlarken önce hangisinin söyledi i belli olmayan, yine bir büyük devrimcinin cümlesi; verilen bir söz , içilen bir ant gibi döküldü dudaklarından: "risklerin ve ideallerin kar-eli iyle.. S o n u n a kadar.. Sonuna kadar..." imdi bu nice umur görmü tarihi kentin parke ta döeli ıssız sokaklarında duyulan, vedalaan iki dostun a y a k sesleri de ildi yalnızca; b i r d o s t l u k v e ayrılık senfonisinin o yıpranmı, ilemeli oymalarıyla m a h s u n ve öksüz ermeni-helen evlerine çarpa çarpa, sokaktan soka a sonsuzca uzayıp giden iç bur -kucu ezgisiydi de aynı zaman -da... N O T A MISR KIZ SÖZ: ADNAN YÜCEL MÜZK: GRUP YORUM T A V I R 37 dökümanter film üretilebiliyordu. Üretimde kısa dökümanter filmler ve "Noticie-ros" aktüel filmleri tercih edi-liyordu. Bu tercih bugün de geçerli. Bu çalımalar -ö rencilik ve staj evresi olarak- yeni sinemacılar yaratıl-masına da hizmet ediyordu. KÜBA SNEMASI Manfred SCHOLZ FLM BR SANATTIR üba'da devrimden sonra hazırlanan kültür yasasının önsözü bu cümleyle balıyor. Bu yasayla 24 Mart 1959'da ICAIC (nstituto Cubano de Artey ndustria Cinematopraficos- Küba Sinema Sanatı Enstitüsü kuruldu. Devrim öncesinde köklü bir gelene-çi olmamasına karın üç ay i i n d e sinema sanatına yö-nelik önemli de erler yaratıl-dı, cesaret verici adımlar atı-labildi. Bu yasa ve ICA-IC,Küba için yeni zenginlik-ler yaratılmasının yolunu açmıtır. EKRANIN LEMES SÖMÜRGE- Küba, sinema makinesiyle 1897 yılında tanıabilen ve kısa bir süre sonra da film çekimine balanılan bir Latin Amerika ülkesidir. Küba da diger küçük Latin ülkeleri gibi öncelikle Kuzey Amerika, Arjantin ve Meksi-ka filmleriyle istila edilmiti.Birbirinin aynı fabrikasyon filmlerin dıında az sayıda gerçek film çekilebiliyordu. Angaje olmamı filmler za-ten diktatörlüklerin sansürü 38 TAVIR altındaydı. Küba'daki tek film stüdyosu Columbia Pictu-res'e aitti. Sinema kültürel hegemonyanın aracı haline getirilmitir. Küba tarihini çarpıtarak ulusal kimli i yok etmeye çalımılar, Ameri-kan yaam tarzını sinema aracılı ıyla empoze etmiler-dir. Devrimden önce Kü-ba'da gösterilen filmlerin, yarısından fazlası ABD'den olmak üzere %99,65'i kapi-talist asıllıdır. Küba o günlerde egzotik do asıyla macera filmlerinin çekildi i bir mekan olarak görülmekteydi. Ülkede sinema gelene i olumamı,yeterli teknik eleman yetitirilememiti. Tek-nik donanım ve eleman Meksika'dan getiriliyordu. ICAIC bu sorunu da çözmek zorundaydı. KÜBA SNEMASI ICAIC kendi filmlerini çek-me zorunlulu undan do du. Amaca hizmet etmeyen kali-tesiz, baya ı yabancı yapım-ların ucuz kopyaları yerine ICAIC'ın akılcı perspektifiyle yava yava ve adım adım nitelikli Küba sineması yara-tıldı. 60'lı yıllarda ancak iki uzun metrajlı sinema filmi ve bir Bugün ICAIC yılda 10 sinema filmi ve 60 dökümanter film üretebiliyor. Ancak bu sayıyı üç katına çıkarabi-lecek sayıda sinemacı var. Küba'ya uygulanan ticari ablukaambargo sinema alanında da hissediliyor. Sinema alanında kullanılan teknoloji eski, teknik donanım yetersiz. Yeni teknolojiyi edinebil-mek hemen hemen olanak-sız. Olanaksızlıklar giderilmeye çalıılıyor, dokuz yıldan bu yana yeni bir kopya atölyesi hizmet veriyor. Hemen bütün filmlerde ORWO ve FUJI ham filmi kullanılıyor. (Küba'lılar espriyle KÜBACOLOR diye niteliyor.)Ancak uzun metrajlı filmler için daha çok ham fil-me ihtiyacımız var. Gelimi ticari olanaklara sahip Brezilya sineması ile karılatırıldı ında Küba'lı sinemacıların prodüksiyon olanaksızlıklarından daha az etkilendi i görülür. Bu duruma atıf yapan Küba'lı rejisör Julio Garcia Espino-sa "Sadece teknik ve sanat-sal güçle oluan sinema her zaman geri bir sinemadır" diyor. HALKIN SNEMASI Küba devrimi yeni sine-mayı sadece film endüstrisi-nin yaratılması olarak görmüyordu. 1959'da sadece büyük ehirlerde sinema salonu vardı. Halkın birço u sinemadan habersizdi. Bir halk sanatı olan sinemayı benimsetmek hiç de kolay olmadı. Küba'nın gerçek ka-pasitesini yansıtmamasına karın binlerce film gösteril-di.Sinemacılar 1920'lerde Sovyetler Birli i'nde dene-nen bir yola bavurdular. Sinemayla ilgili malzemeler, kamera, film makinesi, filmler kamyonlara, sandallara, at arabalarına, ka nılara yüklendi. Ülkenin en ücra köelerine ulaıldı. Seyyar sinemalar, gezici sinema grupları sinemayı Küba hal-kına tanıtmayı baardı. Hal-kın da yo un talebiyle sinema ehirlerdeki ayrıcalıklı kimli inden uzaklatı, halka maloldu. Filmlerin yarısı kapitalist ülkelerden geliyor. Ticari am-bargoya ragmen % 10'u ABD'den, büyük bir bölümü Japonya'dan ICAIC'ın yönetmenlerinden Santiago Al-verez 1977'de öyle diyor: "Küba sinemasının dünya si-neması içinde önemli bir yeri var. Basın ve yayın özgürlü- ünün savunuldu u ABD'de filmlerimizin çok azı gösterilebiliyor. Üçüncü dünyadan bir filmin ABD'de gösterime girmesi çok zor. Ancak Küba farklı. Latin Amerika'dan, Bo-livya'dan, ili'den, Uruguayan... Kendi ülkelerinde yasaklanmı iyi filmleri gösteriyoruz. Amerikan filmleri de gösteriyoruz. Amerika'dan ödünç film almak isti-yorduk, fakat vermediler. Ama kapitalizmde geçerli olan para kazanmaktır stedi imiz bütün filmleri temin edebiliyoruz." ABD filmleri gösterirken, ideolojik ayrılı ı göz önünde tutuyoruz. Gazete sütunla-rında, televizyon programla-rında, i yerlerinde ve kitle örgütlerinde filmler tartıılı-yor. Halk emperyalist sine- mayı da tanıyor,tartııyor. DEVRMC NEMA BR SLAH S- Küba için sinema sıradan bir iletiim olana ı de ildir. Devrimci mücadele içinde görevleri var, yani halka bi-linç verip onlara zorlukları,problemleri amalarında yol gösteriyor. (Etkileyici olanları mesela "Retrado de Teresa" Pastor Vego'dan, Sera Gomez'den "De cierta manera" ikisi de Machismo'nun problemlerini yaka-lamaya çalııyor.) Bir de em-peryalistlerin Küba devrimi hakkındaki demagojilerine gerçeklerle karı konuluyor. Dökümanter filmlerin Kü-ba'da di er ülkelere göre da-ha fazla de eri var Küba'lı sinemacı Santiago Alverez dökümanter filmlerden bir sanat formu yarattı. "Hanai, Martes 13" di eri "De America soy hijo... a ella me debo", "Yel cielo fue tomado por asalto" ve "Abril de Vietnam en el ano de galo" filmleri öyle sıradan filmler de il, politik ve tarihi dokuyu ger-çek sanat eserleri olarak ili-yor. Santiago Alverez dev-rimci filmi öyle niteliyor: "Ben filmin bir silah oldu u-na inanıyorum, enformasyon ve devrimci propaganda da bir silah. Onun için pahalı çalıma materyallerini israf etmeden de erlendirebilme-liyiz. Çünkü filmlerin ithali ve film bandı üzerinde not almak için kullanılan ya lı ka-lemler pahalıya maloluyor. Onun için devrimci filmler üretmeliyiz. Hollywood'da yapılan filmler gerici ö elerle mantıksız iddet ve sadistlik-le dolduruluyor. Onların amacı sadece para kazanmaktır. De iik eyler onları ilgilendirmez. Biz ise burada para için de il devrim için film yapıyoruz" T A V I R 39 OTUZ DÖRTLERN TÜRKÜSÜ gün gecenin yataından uyanıp bulutlara tutunup yekinip kalktı güne sarı saçlı bir çocuk gibi koarken sevinçle gökyüzüne gecenin esmer nazlı kucaı haziran topraı kadar sıcaktı bulutların gözlerinde hüzün tanyerinde tela vardı kular ku diliyle kurtlar kurt diliyle alıyorlardı Dicle, Fırat'ın bilge suları öfke ile köpürüp çalıyorlardı sordum aaçlara otlara çiçeklere güngörmü topraa sordum yanıt bekledim vermediler korkarım Kürdistan'da gene gene acı gene aıt gene gözyaı vardı keskin gagası kan içinde güçlü kanatları yorgun bir kartal getirdi bana haberi otuz dört kürt köylüsü otuz dört sevda çemesi otuz dört tükenm ez umud otuz dört yaam türküsü sabahın seherinde söylenecekken günün serin da rüzgârları yarin saçlarını okar gibi ipeksi saçlarını okayacakken halkımın kurun geçmez ormanından onun tarihler seyrangahı uygarlıklar dergahı topraından newroz günlerine düman dehaklar tarafından otuz dört tane nar otuz dört tane selvi otuz dört tane çınar kesilip atılmılar tufanlı kurunların bıçkısıyla gelincikler kadar suçsuz insanların ölülerini televizyonda gösterdiler CNN'i ortak ederek yalanlarına onlara teröristtir dediler kuzu sürüsüne dalan aç kurtlar gibi öldürdüler kuzularımızı kıyıcılar kekik kokulu kırlarında kürdistan'ın 40 T A V I R turnalarımız üveyiklerimiz turaçlarımız özgürce uçabilsinler diye su balarına korkusuzca inebilsinler diye ceylanlarımız vurdularsa itleri çakalları keklik dümanı akbabaları avlamılarsa özgürlüün namlularıyla halkımın nesimileri pir sultanları zulüme bakaldıran dadaloulları yüce kavanın çocukları sorarım terörist olur mu çubua durmu bir ekinken biçilse de acımasızca halkım kalır geride cudiler kalır nemrut kalır zozan kalır arıdaı kalır yaralı mazlum tarihim kalır memelerinden uygarlıklar emzirmi dizlerinde ninniler söylemi çalara nice yıkımlar görmü geçirmi sevdamız hasretimiz kalır kalır mezopotamya topraı dünya'ya seslendik duymadılar insanlar dedik insanlar sesmize kulaklarını tıkadılar bir türkülerimiz kaldı elimizde bir de ölülerimize yaktıımız aıtlar feryadımıza türkülerimizi çaırdık gelip canevimize konuk oldular paylatılar acılarımızı kardeçe oy dünya oy duymaz mısın sesimizi bilmez misin acımızı gösümüze özgürlüün yangını dümü yanarız yanarız oy MEHMET ERCAN OYUN GÜNELE ORTAK (Kadın elinde mektup sahneye girer. Sevinçlidir. Kocasına seslenir.) ESMEHAN- Yakup! Yakup! gel, gel. Postacı mektup getirdi. (Dıardan) Y A K U P - Mektup m u ? N e mektubu? ESMEHAN- Sakın Ankara'dan olmasın? Halil A abey göndermesin? YAKUP- Evet ya... Geliyorum, geliyorum. (Sahneye girer. Mektubu alır, hızlı hızlı açar. Mırıldanarak okur. Sevinçle.) Evet Esmehan, Ankara'dan mı . Artık bu köyü terk edece iz. Çocu umuz ehirde gün yüzü görecek. ESMEHAN- Halil A abey yanında i ayarlayabilmi mi bari? YAKUP- Halil iyidir. Biraz oynaktır, yaramazdır ama... Neyse canım ne de olsa hemerimiz. Elin adamı de il ki bizi hor görsün. Elimizden tutar, bizleri kardei gibi kollar. En kısa zamanda toplanın gelin, diyor. ESMEHAN- Rahat edebilecek miyiz Yakup? Evimizi, barkımızı bırakıyoruz ama... Ne bileyim, korkuyorum. YAKUP- çimde bir umut var. u günei görüyor musun? Sanki günele ortak. Ocakta yanan atele ısınır gibiyim. ESMEHAN- Neler diyorsun Yakup? YAKUP- Esmehan biliyor musun? Köyümüzü de seviyorum ama, artık yaanacak durum kalmadı. Topra ımız ilemez hale geldi. ehirde güzel günler hayal ediyorum. Sen hiç meraklanma, korkma... Haydi bir an önce bizimkileri haberdar edelim. (Sahneden çıkarlar. Di er köede Halil belirir. Kapı sesi duyulur kapıyı açarlar.) HALL- Ooo... Hemerim Yakup gelmi. Ho geldiniz. Gelin oturun hele. YAKUP- Nasılsın Halil abi? HALL- yiyim, iyiyim. YAKUP- ler nasıl? HALL- Çok ükür. N'olsun ite. Ev buluncaya kadar burada kalırsınız. imdilik idare etmeye çalıın. Yakup yarından itibaren ie balayacaksın. Ben seni alırım. Sabah 5'te iyerinde olmalıyız. Ona göre erken kalkmaya çalı. YAKUP- Sen nerde kalacaksın? HALL- Ben bir yerlerde kalırım. Siz düünmeyin beni. Neyse benim gitmem gerekiyor. (Yakup'un kula ına e ilerek para ister. Yakup parayı uzatır.) Sonra derli toplu konuuruz. Hadi bakalım, imdi iyi bir dinlenin. Görüürüz. (Önce Halil, sonra di erleri sahneden çıkarlar. Bu arada di er taraftan içiler girmeye baT A V I R 41 O Y U N lar. Üümektedirler. Aralarında konuup, akalamaktadırlar.) 1. Ç- Yanımda durma ya. Çek git urdan. 2. Ç- Nedenmi o? Dursam ne oluV? 1. Ç- Allah Allaah! ine baksana sen 3. Ç- Yahu ne dalaıp duruyorsunuz? 2. Ç- Akam oyunda kaybetti de. imdi hıncını benden alıyor. 3. 1. Ç- Ne bilgiç eysin sen be... 4. Ç- Yeter artık Cafer. 1. Ç- Ya hemerim. Saffet sizin paraları verdi mi? 3. Ç- Yok arkadaım yok. Nerdee... uramıza geldi artık. Üç ay oldu nerdeyse. Zaten al-dı ımızla karnımızı zor doyuruyoruz. 2. Ç- Napaca ız abi be. 3. Ç- Bir çaresi olmalı. Yapaca ımız bir eyler olmalı. Ama... (Yakup ve Halil girerler.) YAKUP- Burda mı bekleyece iz? (Herkes akın Yakup'a bakarlar. Aralarında fısıldaırlar.) HALL- He ya. Selamünaleyküm arkadalar. Bu Yakup. Benim canci er arkadaım. (El sıkıırlar.) 3. Ç- Hogeldin arkadaım. Memleket nasıl?Anan,baban? YAKUP- Hamdolsun iyiler abi. Sizler nasılsınız? 3. Ç- yi diyelim, iyi olalım be arkadaım. Böyle her sabahın köründe bekleriz burada.Ha geldi,ha gelecek derken.gelir bir tanesi, seçer bizden iki, üç, sonra kalanın ansı, onu da bakası alır götürür. Yoksa yarına kalır. 2. Ç- Tabii çalıanların nasıl çalıtı ı da Allah'a kalmı. 3. Ç- He valla, koca bir inaatın içinde insan mıyız, hayvan mı belli de il. Kendimizden, on kat fazla yükü taımak var ya, öldürüyor adamı. Üstelik de sigortasız. Valla ne diyeyim ölüm kapıda bekliyor bizi. YAKUP- Niye? Hakkınız olanı isteyin siz de. 3. Ç- (Gülerek) Güzel söyledin be arkadaım. 2. Ç- Sıkıyorsa bir iste, sokakta bulursun kendini. Aç kalmak istiyorsan buyur. Yapı yakasına YAKUP- Yo, ne aç kalmak isterim, ne de sokakta kalmak. 3. Ç- Aslında bu adamlar bize muhtaç. Bu ücrete kim çalıır ki? 1. Ç- Aha, Saffet geliyor. (çiler tedirgin olmaya balar. Saffet gelir, hepsini teker teker inceler) SAFFET- Selamünaleyküm millet. Yeni bir i alanına gidece iz. ki tane babayi it istiyo-rum. Güçlü kuvvetli olacak. Halil sen garantisin. Gel bakalım bu tarafa. 3. Ç- Saffet bey bizim ücretleri bu ay içerisinde verebilecek misin? Güç durumda kaldık. Bir sürü borçlandık. SAFFET- Tamam o lum, yazıyoruz deftere. Ne kadar çalıtıysanız alacaksınız paranızı. Ne gevezelik ediyorsun? Biz sanki cennette mi yaıyoruz? Biz de zorluklarla bo uuyoruz. Bak Halil neyin ne oldu unu iyi biliyor. (Halil'e) De il mi Halil? HALL- Tabii abi. SAFFET- Adam olun biraz adam. HALL- (Yakup'u göstererek) Bu benim hemerim abi. SAFFET- Öyle mi? Hogeldin o lum. lk iin galiba. Nasıl? Bu ilerden anlıyor musun. Seni de götürelim. YAKUP- Sa ol beyim. 3. Ç- (Sinirli) Halil niye garanti diyorsun? 42 T A V I R OYUN SAFFET- Neeee? 3. Ç- Madem güçlü kuvvetli insana ihtiyaç var, burada daha yapılı insanlar var. Sen adam kayırıyorsun. Hem ücretleri de zamanında vermeyeceksen niye gelelim ki senin iine? SAFFET- (Geri geri yürüyerek, yapmacık gülerek) Neyse canım. (Yakup'a do ru) Aman da aman u pazulara bak, u cüsseye bak. Söyle bakalım en fazla kaç kilo kaldırırsın? YAKUP- Yüz kiloya kadar kaldırırım abi. SAFFET- (Alayla) Yemezler, karında enayi mi var? Seni be enmedim. (1. çiye) Sen gel bakalım. (Giderken) Sizler de aklınızı baınıza devirin. Hayırlı iler beyler. YAKUP- Ne biçim insan bu yahu? 2. Ç- (3. Ç'ye) Fazla sert çıktın be arkadaım. 3. Ç- Çıkmasa mıydım? De ien birey mi olacaktı? 2. Ç- Yok yani... Neyse, Allah sonunuzu hayretsin. (Kızarak) Ulan bunların hepsi bir. Halil'e gelince, O da Saffet'in aya ına takılmı sürüyor ite. 3. Ç- u ilerde kahve var. Oraya gidelim, biraz konualım isterseniz. (Sahneden çıkarlar. Yakup ie girmitir. Karanlıkta bekçinin "MOLA" sesi duyulur. Yakup ve içiler sahnededir.) 2. Ç- Eee Yakup nasıl gidiyor amelelik? Alıabildin mi hele? YAKUP- Elbette alıtık ama... 1. Ç- Aması ne? YAKUP- Bireyler eksik. Ne bileyim, köydeyken ne hayaller kurmutum. Aha u güne, sanki ceketimden tutup çekiyordu beni. G e r i imdi de öyle. Baktıkça yüre- im ısınıyor. Umut doluyor içime. Sanki bireyler söylüyor bana . (Hepsi bir süre bakarlar günee.) 1. Ç- Gözüm kamatı abi. 3. Ç- (Yere uzanır, ellerini baının arkasına alır.) Güne hep do ruyu söyler. YAKUP- Orta ız onla. çimdeki umutla onun sıcaklı ı bir. 3. Ç- Bana da varolana razı olma, diyor. Hakkını ara, diyor. Köle de iliz, esir de iliz onun bunun emrinde sürünecek. Aha böyle diyor. 1. Ç- yi de abi, o zaman iten atarlar. Valla güneten beter yanarsın. 3. Ç- Yoo... Korkmakla bu i yürümüyor. Çalıan bizsek emek harcayan bu ellerse, yoru-lan aha bu bedense hak eden de bu bedendir, bu yürektir. 2. Ç-Napabiliriz ki? 3. Ç- (Fırlar yerinden.) Hakkımızı ararız be. 2. Ç- Nasıl, yani? 3. Ç- Birlikte. YAKUP- Birlikte mi? 3. Ç- Evet, hep birlikte. Kaybedecek neyimiz var ki? 1. Ç- Do ru söylersin de, ya çoluk çocuk? YAKUP- Sanki imdi aç de iller mi? 3. Ç- Ama birlikte davranıp hakkımızı istersek ite o zaman (günee bakar)... ite o zaman günele ortak oluruz. 2. Ç- Evet birlikte 1. Ç-Birlikte. YAKUP- Birlikte. 3. Ç- Birlikte. KORO-BRLKTE. TAVIR 43 HABER YORUM KONYA NOTLARI Hayati AZM skiehir'de ÖZGÜR-DER'in katkılarıyla ger-çekleen "Bu Yaam Bizim-Sevgi Ve Dost-luk Gecesi"nde Yorum için çıkarılan gıyabi tu-tuklama yarın son bulacak. Bir olasılık elleri kelepçeli cezaevine gidecekler. Gözlerimizde sevinç ve özlem parıltıları sarılıp öpe-ce iz onları belki de. Aynı gece nedeniyle onbir kiinin tutuklu-lu u ise devam ediyor. Grup Yorum iki ayı bulan gı-yabi tutukluluk döneminde ka-muoyunu duyarlı kılma çabala-rını sürdürdü Bavullarını topla-yıp karakola gitmeyi do ru bul-madılar bu süre içinde. Bir-dört yıl arasında istenilen cezalar nedeniyle bir Avrupa ülkesine göçmeyi ise hiç düünmedi. Grup Yorum dinleyenlerinin arasındaydı yine. Konserlere çıkamadılarsa da tutuklama ka-rarına denk düen günlerde pi-yasaya sürülen "Cesaret" ka-sedi her kasetçinin tezgahın-dan ve evlerden haykırdı cesaret diye. Cesaret dedi Yorum'cular da. Yakalanmamaya özen göster-diler bu süre içinde. Kak ola-rak basın toplantısı düzenledi-ler. 32. Gün'ün çekimlerine ka-tıldılar. 12 A ustos'taki mahkemele-rine gideceklerini, tutuklanma-larının ve ceza almalarının önemli olmadı ını, baka birile-rinin Yorum'u devam ettirece i-ni ve Yorum'un hiç tükenmeye-ce ini söylediler basın toplantı-larında. Türküler susmayacak, halaylar sürecekti Yorum'cular olmasa da. Yorum'un basın toplantıları, kamuoyunu duyarlı kılmaya yönelik ça rıları Özgür Gündem, Yeni Ülke, Cumhuriyet ve Mücadele gazetelerinde yer alır- 44 T A V I R ken, sanatı düzen savunuculu- u olarak veya bacak göster-mek olarak algılayan basın gör-mezlikten geldi Yorum'u. Otobüsler kiralanmıtı. Sana-ta yönelik baskıları protesto et-mek ve Yorum'cularla dayanı-mak isteyenlerin bir bölümü OKM'ye gelmilerdi. kier üçer OKM'den çıkılıp Harem'e, oto-büslere gidilirken üç sivil görevli OKM'ye gelip nasıl gidilece ini soruyordu. Bir bakaları da çev-redeki esnaftan bilgi almaya ça-lııyordu. OKM'den çıkan üç ki-iden karikatürist Mehmet Ars-fan gözaltına alındı. Bu arada amblemli iki poet tiörte de el konulmutu. Yorum tüm sanatçıları Kon-ya'ya davet etmiti. Ulaabildik-lerine yüzyüze, yüz kadar sa-natçıya telefonla,ulaamadıkla-rına basın aracılı ıyla yapmıtı ça rısını. Sanata sanatçıya ya-pılan baskıları boa çıkaralım demiti. Harem'de birikmeye balayan insanların arasında duyarlı yazarları, airleri özellikle de müzikçileri aradı gözlerim. air Fikret Görken'le merhabalatık. Gün ikindiyi geçse de hava sıcak mı sıcak Ressam Avni Memedo lu sık sık çok sigara içti imi vurgulayarak yaptı ı tablolar nedeniyle dört kez yar-gılandı ını ve Harbiye hücrelik-lerini anlatıyor. 68 yaındaki ressamın hereye karın tüken-memilikle parıldayan ve sanat-çıya yönelik baskılarla hüzünle-nen gözlerine bakıyorum. Saat ondokuzotuz, gün grili- e bürünürken biniyoruz oto-büslere. Yalnız degilsin Yorum, senin türkülerini getiriyoruz sana. Biz de yalnız de iliz. Malat-ya'dan, Ankara'dan, Ada-na'dan Eskiehir'den de kalkı-yor otobüsler. Yunanistan'dan Hollanda'dan,sviçre'den gelen heyetler de bizimle. stanbul otobüslerinde Grup Özgürlük Türküsü, Aye Gülen Halk Sahnesi oyuncuları ve Ta-vır Dergisi çalıanları, Ankara otobüsünde Grup Ekin ve Ankara Halk Sahnesi oyuncuları, size geliyoruz. stanbul ardımızda kalıyor gün karardıkça. nsanların sesi çatallaıp sustu unda Yo-rum'un kasetleri yırtıveriyor suskunlu u. Gece ilerledikçe uykular alı-yor cokunun yerini. Sabah saat bete otobüsümüz duruyor. Sekiz, on katlı apartmanları gö-rüyorum ilkin. "Burası Konya mı?" diye soruyorum yanımda-kine. "Konya'ya az kaldı. Sel-çuklu" diyor Bir polis kıyıda beklerken tavırlarından nereye gitti imizi bil-di i belli olan bir sivil de "Nere-ye gidiyorsunuz bakalım siz?" diye soruyor. Arkalardan kalkıp gelen bir avukat mahkemeleri her isteye-nin izleyebilece ini de vurgulayarak Yorum'un mahkemesine gitti imizi söylüyor. Kimlik kont-rolü yapılıyor Kontrol bitti inde gidece imizi düünüyoruz o ara. Otobüslerin önünde bir polis arabası. Gidemiyoruz. He-men arkamızdaki kavakta po-lislerle gidip gidemeyece imizi tartııyor avukatlar. Avukata "Karakola mı gidiyoruz?" diye soruyorum. Daha bu tartıma bitmeden önümüzde giden polis otosu duruyor. Peinden otobüslerimiz. Sa yanımızda altı-yedi katlı bir yapı: Selçuklu Emniyet Amirli i Cumhuriyet Karakolu. Bu kez bir kaç kii birden biniyorlar otobüse. Kimlik kontro-lü yapacaklarını söylüyorlar yine Az önce kimlik kontrolünün yapıldı ı, mahkemeye geç kala-ca ımız söylense de yetiirsiniz diyorlar. Bu kez daha a ırdan gidiyor kimlik kontrolü. Yine sıcaktan terlemeye balayanlar aa ıya iniyor, az son-ra da otobüslerde sakatların dı-ında kimse kalmıyor. Yunan heyeti ikinci kez pasaportlarının kontrol edilmesine tepki duyuyor. Vermek istemi- yorlar pasaportlarını. Uzun tartımalar, karakollara davetler ve gözaltı tehditlerinden sonra zo-raki bir biçimde ikinci kez kont-rol ediliyor pasaportları. Avukatların "Bizi burada tut-makla suç iliyorsunuz" uyarıları pek bir eyi de itirmiyor "Avukatlar, gazeteciler ve yabancı heyetler gidebilir, di erlerini daha sonra gönderece iz" deni-yor. Yorumla dayanıma ama-cıyla Yorum dinleyicileriyle bir-likte yola çıkan yabancı uyruklu heyetler ve avukatlar gitmek is-temyor Yorum'un mahkemesi-ne. Orada olan insanlarla dayanıma ön plana çıkıyor. Gündem muhabirleri ise kendilerine foto raf temin edilece i söylenmesine karın önce biraz bocalasalar da daha sonra ayrılıyorlar oradan. Avukatlarsa sü-rekli olarak otobüslerin bırakıl-ması konusunda diretiyor. Heyetlerin çabaları da sonuç-suz kalyor. Hollanda heyeti konsolosluklarını aramak istiyor. Karakolun ehirlerarası konumalara kapalı oldu u söylenince baka bir telefondan ulaıyorlar konsolosluklarına. Malatya'dan gelen 11 kii ge-ce saat 04'te Konya'da oluyor. Adana'dan gelen onyedi kiiyle Eskiehir'den gelenleri gözaltı bekliyor Konya'da. Eskiehir'den trene binen onsekiz kii bir olasılık izleniyorlar yol bo-yunca. Konya'ya iner inmez de gözaltına alınıyorlar. Polisin muhtemel suçlu gibi davranması ikide bir "Ben dev-letin güvenli ini almak zorunda-yım" demesi mahkemeye yeti-ememe kaygıları yaayan kitle-de huzursuzlu u arttırıyor. Sakatlar otobüslerden kucaklanıp indiriliyor, arabalarına oturtuluyor. Sakatlarla baston yardımıyla yürüyebilen analar kortejin önünde yürümek istiyor- Gerekçe ise oldukça komik. Mahkemeye gelenlerin halk tarafından dövüldü ü, polisin on-ları linç edilmekten kurtarmak için gözaltına aldı ı söyleniyor. Ancak o gün söz edilen "halk" mahkeme çevresinde hiç gö-zükmüyor. Yorum saat dokuzda geliyor mahkemeye. Konya'ya girebil-mi dinleyicilerinin arasında giri-yorlar mahkemeye. stanbul otobüsleri ise hâlâ gözaltında. Yorum'un mahkemeye geli saati yaklatı ında iki avukat gözaltındaki otobüs-lerden ayrılıp mahkemeye gidi-yor. Öteki avukatlar ise otobüs-lerde. Yorum'un mahkemesine yetiilemeyece i kanısı arttıkça gerginlik de artyor. Özgürlük Tür-küsü arabanın gölgesinde gitar çalıp Yorum'un türkülerini söylemeye balıyor bu ara. Otobüsle-re Avukatlar bırakılma konusun-da binip , gözaltından kaçarak direttikçe Emniyet Amiri "Hiç-biriniz Yorum'un mahkemesinde olma gözaltında de ilsiniz" der-ken daha düüncesi a ır basıyor. oförler sözünü bitirmeden "Gözaltında korkup kabul etmiyor bunu. de ilsek bırakın da gidelim" sesleri Konya'ya yürüyüp gitmekten öte çözüm yok artık. yükseliyor kitle-den. lar. Daha yürüme hazırlıkları tamamlanmadan gözaltında de ilsiniz denilen insanların önü-ne polis barikatı kuruluyor. Yürüme kararıyla geri adım atıyorlar ve ikinci bir aramadan sonra bırakılaca ımızı söylüyor-lar. Aramanın nasıl yapılaca ı konusunda süren tartımalar-dan sonra yine otobüslere bini-yoruz. Bir kaç çantaya baktık-tan sonra kimlik kontrolü yapılı-yor. Kendi aralarındaki kısa bir tartımanın ardından, Konya'ya do ru hareket ediyoruz. Biz gitti imizde mahkeme balamı, Bu Yaam Bizim Gecesi'nin organizasyon görevlile-ri, AHS oyuncuları ve air ve ozan Muzaffer Özdemir savun-malarını bitirmi, Yorumcu, ay-nı zamanda da Tavır Dergisi yazı ileri müdürü ve sahibi Elif Sumru Gürel yazılı savunmayı okuyor. O sıcak günde Yo-rum'un mahkemesini izlemeye gelen yüzlerce insan Yo-rum'cuları görebilmek için ayak uçlarına dikiliyordu. SAT-1 televizyonu, 32. Gün ekibi ve gazetecilerin izledi i mahkeme yumuak bir ortam da geçti. Sanık sandalyesinde oturan Yorum ve öteki devrimci sanatçılar sanık sandalyesinde de ildiler o gün. Bu Yaam Bi-zim Gecesi'nde görev alan gü-venlik güçlerinin tutumunu, mi-lattan önce 494 yıl öncesinde Phrynichus toplulu unun müzik aletleri çalmasını yasaklayan mantı ı ve günümüze de in gelen sanata baskıları yargıladı-lar. DUYURU Kapitalist Emperyalizm ve birlikçi Uydu ülkelerin, temiz halk yı ınlarını yozlatırmaya yönelik KÜLTÜR VE SANAT DEOLOJLER paralelinde, çirkin SANAT SMSARLARINCA, çirkin bir META durumuna düürülen RESM SANATININ, Beyzadelerin ve Hanımefendilerin lüks salonlarını süsleyen bir MOBLYA AKSESUARI olmayıp, yaratıcılı a dayalı, geni bir kültür, sa lam teknik ve yo un bir içilik ürünü, ulusal, toplumsal ve evrensel sorumluluk taıyan, kalıcılı ı amaç edinen bir u ra ve beceri oldu una inananlar için Ressam AVN MEMEDOGLU tarafından atölye çalımaları sürdürülmektedir. Bu derslere katılmak isteyenler her gün saat 9-12 ve 20-24 arasında 347 76 65 numaralı telefona, saat 14-19 arasında 337 84 83 numaralı telefona bavurmalıdırlar. Dostluk ve sevgilerle. YENDAL SANAT GALERS Altıyol, Halita a Caddesi, emsitap Soka ı, No: 2, DKC HANI Teras katı. KADIKÖY-stanbul TAVIR 45 HABER YORUM BR SERG VE KARKATÜRE GÖZALTI Mehmet ARSLAN onu sergi oldu unda yazılanlar, genellikle serginin açılıı, kok-teyl sohbetleri, varsa ödül töreni ve do al olarak sergideki ürünlerin de erlendi-rilmesidir. Ben de bunlara de inece im. Ama ister istemez alıılmıın dıı-na çıkaca ız. Önce çizerlerimizi tanıyalım isterseniz. kısaca Türkiye'nin yaayan en yalı çizeri Necmi Rıza Ay-ça: Onu yıllar önce Akbaba mizah dergisinden tanıyan-lar, yıllar sonra gördüklerin-de sanki bir dostlarını, arka-dalarını görmü gibi akın-lık ve hayranlıklarını gizleyemiyorlardı. Engin Gülen, ya lı boya tekni iyle ilk kez karikatürler çizen de erli bir çizerimiz. Muhittin Köro lu pastel, guaj ve di er boyaların belki de tümünü aynı anda kendi-ne özgü bir biçimde kullanan usta bir çizerimiz. Ve amatör olarak karikatür çizen ben. Sinop Belediyesi'nin düzenledi i "Turizm enlikleri" kapsamında açılması iste-nen sergiye dört çizerden 46 T A V I R yaklaık 60 karikatürle katıl-dık. Necmi Rıza Ayça, Engin Gülen ve ben davetli olarak Sinop'a gittik. Sergimizin açı-lıını vali yaptı. Ayrıca bir mil-letvekili, Belediye Bakanı, Emniyet Müdür ve di er yetkili ve etkili insanlar da açılıa katılıp sergiyi izlediler. O gün ve ertesi gün bir sorun çıkmadı. Ne var ki polisin hogörü sınırı ancak iki gün-lüktü ve üçüncü günü dört karikatürümü ve beni savcılı- a götürdüler. Savcı sorgula-mada, karikatürlerimde "Gü-venlik kuvvetlerinin ikence yaptı ını ima etmekle" suç-landı mı bildirdi ve dört kari-katürümü "gözaltına" aldı. Oysa aynı karikatürlerim da-ha önce çeitli gazete ve dergilerde yayımlanmıtı. Önce burada suçlamanın komikli ine bakalım, Türki-ye'de nsan Haklarının ayak-lar altında oldu unu uzun uzun anlatmaya gerek var mı? Veya bundan haberdar olmayan hatta bu kötü mua-mele veya ikencelerin her- hangi bir türünü yaamayan var mı? Bakanlı a görümeye gi-den memur temsilcilerine panzerle saldırılan bir ülke, sorgusuz infazların yaandı- ı, insanların kayboldu u, devrimci basın mensuplarının adeta yok edilmek istendi i, karakollarda intiharların gide-rek arttı ı bir ülkede güvenlik güçlerinin ikence yaptı ını söylemek bir suçlama degil, ne yazık ki açık bir gerçek Bu açık gerçeklerin dıın-da, devletin halka karı aldı ı davranıların tümü bir anlam-da insan hakları ihlali sayıla-bilir. çilerin iten atılmaları, direnen içilere copla, silahla saldırmaları, DKÖ'ni kapat-maları, gecekondu mahalle-lerini adeta kuatıp igal et-meleri, ö rencileri pencerelerden atmaları, konserleri yasaklamaları, sanatçıları, sanat eserlerini gözaltına al-maları, devrimci basına san-sür uygulamaları ve toplat-maları, do uda Kürt halkına adeta soykırım politikaları ve daha nice antidemokratik HABER uygulamaları bu ülkede yaı-yoruz. Burada konumuz sanat mı? Sanat bunca yaanan olum-suzluklardan soyutlanabilir mi? Payını alamayabilir mi? Bir de ona bakalım. Abdal oyunu bugün de yasaklanıyor. Neden? Onlara göre haksızlıklara karı, halkın saflarında yer al-mak, halk için iir yazmak, öykü-roman yazmak, resim yapmak, karikatür çizmek, türkü söylemek, sinema-tiyatro yapmak, halk için oyun oynamak suç... Çünkü: Onlar istiyorlar ki, sanatçı-lar bankaların tehir salonla-rından, sergi galerilerinden dıarı çıkmasınlar. Onlar istiyorlar ki, sanatçı-lar entel barların sarholu-undan hiç uyanmasınlar: smini burada sayamayaca-ımız kadar çok yazar, çizer, ressam, ozan, düün adamı sinemacı, tiya rocu insanımız sayısız ikence ve baskı çei-dini tanıdı. Yattıkları cezaev-leri, anıları ve sayıları belki bir kütüphaneyi doldurabilir. Ru-hi Su'nun, pasaport verilme-dii için tedavisizlikten öldü-üne daha dün tanık olduk. Aye Gülen'in suçu halk için sanat yapmaktı. Grup Yorum'un halkla beraber haykır-masını hazmedemiyorlar. Asırlar önce Onlar istiyorlar ki, ödül tö-renleri, yaamı bilgelii kadar asi bir insan plaketler, övgüler, renkli basın, TV Pir Sultan görüntüler yapmacık alkılar sanatçılara YORUM yetsin. Ve onlar istiyorlar ki, sanat-çılar kendilerini güldüren, e-lendiren soytarıları olsun. Aksi olduunda, yani sa-natçı yaadıı çaın ve toplu-mun elikilerifii gördüünde ve bunlara karı halktan ya-na tavır aldıında, ite o za-man açık yüzlerini ortaya ko-yuyorlar. Onların açık yüzleri sansür, yasaklama, gözaltı, imha etme, öldürme, kan ve kinden baka bir ey deil. Bunu yaıyor ve biliyoruz. Ve biliyoruz ki bu kötü niyet-lerini yok etmenin tek yolu daha çok çalımak, yazmak, çizmek, türkü söylemek, si-nema ve tiyatro yapmaktır. Halkımızla ve haklılıımızla birlikte... BASINA 20 Austos 1992 tarihinden bu yana, Kültür ve Sanatta TAVIR Diyarbakır büromuza polisler gelip-gitmektedir. Geli-gidilerine neden olarak Hüseyin Aksoy ve temsilcimiz Talat Ersoy'un birlikte kurmak istedikleri "ORTADOU KÜLTÜR SANAT B L MSEL ARATIRMA VE YAYGINLATIRMA ORGAN ZASYON SANAY T CARET L M TED RKET " ünvanlı irket için kiiler hakkında tahkikat yapıldıı gerekçe gösterilmektedir. Bugüne kadar dört kere gelen polisler tarafından ev adresi istenmi, dördüncü gelite de temsilcimiz Talat Ersoy o anda büroda bulunmadıından onu görememiler "Hem irket kurmak istiyorlar hem de kaçıyorlar" diye bir yakıtırma yapmılar, Kültür ve Sanatta TAVIR büromuzun yasal olmadıını, bundan ötürü temsilcinin Emniyete gitmesi gerektiini söyleyip ayrılmılardır. Daha önce de ayrı polisler tarafından temsilcimiz, ifadesi olduu gerekçesiyle bürodan alınmı, birgün keyfi olarak hücrede tutulmutur. Daha önce de polis tarafından dört kez gözaltına alınan temsilcimiz hakkında her türlü bilgi Emniyet Müdürlü-ü'nde mevcuttur. Buna ramen hakkında güvenlik soruturması olduu gerekçe-yle rahatsız edilmektedir. Ayrıca ne zamandan beri, ticari amaçla kurulmak istenen bir irket için güvenlik soruturmasına gerek görülmektedir? Acaba Kemal Horzum için de güvenlik soruturması yapıldı mı zamanında, ya da bakaları hakkında... Ayrıca dördüncü gelilerinde TAVIR tanıtım ve irtibat büromuzun yasal olmadıı ve bunun için bildirimde bulunmamız gerektii söylendi. Ne zamandan beri Bakanlıkça onaylanan ticari bir irketin sözlemesinde yer aldıı ve çıkarmı olduu sanat bülteni için bildirimde bulunmak gerekiyor? Bunun polisle ne ilgisi var? Polisin bu keyfiyeti bölgedeki emekten ve halktan yana sanata tahammülsüzlüün göstergesidir. Ama biz bugüne kadar Kürt halkının ezgilerini, yaam biçimini aratırdık, inceledik, söyledik, savunduk ve buna devam edeceiz. Bakanlıın ve Emniyet Müdürlüü'nün bu keyfi tutumunu protesto ediyoruz. Kültür ve Sanatta TAVIR Diyarbakır Temsilcilii TAVIR 47 BR KTA P TUTSAK ALELER 12 EYLÜL VE TAYAD LANET OKUDUKLARINIZA BR KEZ DAHA LANET OKUYACAKSINIZ u kitabı okumak için, Türkiye'de bir siyasi tutuklu veya hükümlü yakını olmanız gerek-miyor. Çünkü Türki-ye'de yaamayı göze alan kii zaten bu "risk"i de göze alıyor demektir. Bu kitap, dolayısıyla yarın sizin için de yazılabile-cek gerçek yaam deneyimle-rini aktarıyor.Anaların, kar-delerin, babaların, elerin ve dier yakınların mütevazı ama onurlu, ürkek ama gittikçe yol gösteren, cahil ama ülkemiz aydınlarını bile utandıran bir bilgelie doru komalarının devrimci hikayesi... Yaayan canlı tanıklıkları; yakın tarihi-mizin... yetkililerin kendi halkına karı nasıl gerektiinde kaçamak, kandırmacı; gerektiinde ise dorudan bir Amerikan igal subayı ya da Gestapo efi kadar açık yüzlü davranma becerisini gösterdiini göre-cek, o günlük yaamınızın sorunları içinde kaynayıp giden görüntü ve sözler aklınıza geldikçe "Aaa!" deyip akın-lık geçirecek, ta 1981'lere uzanacaksınız. Yani tarihiniz-le bir kez daha yüzleeceksiniz. Meydanlarda, tanklar, dev-riyeler, polis copları, düman-ca ve güvensiz bakılardan baka bir eyin dolamadıı o "kuVak" günlerde, anaların acılı feryatlarıyla önü açılan serin rüzgârların, direnme, in-san olma onurunun kendini hatırlatmaya 12 Eylül'ün dorudan aksa-kallı ve kabul ettirme-ye baladıını dedelerden kucaktaki be-belere göreceksiniz. Devlet kapılarında kadar düen gölgesi-nin,yine her zulüm ka-pılarını, yalanı, ikenceyatan insanları-mızı nereden nereye yi,dayaı, kandırmayı, baın-dan getirdii-ni görmek isteyenler bu kitabı savmayı, tehdit etmeyi ve dura dura okumalı. Dura dura tutuklamayı ama tüm bun-lara okumalı, çünkü her öykü son-rasında ramen 1981'lerden bu-günlere; insan anlatılan tarih-sel kesitte adım geliip büyüyen adım kendisi-ni sorgulama, "Ben o yuvarlandıkça zaman neredeydim, ne yaptım" deme kartopu gibi güçlü bir muhalefet odaı haline gelenlerin ihtiyacı duyuyor baemezliini gö-receksiniz. Ve Bildik, tanıdık ilikiler ve kiilanet okuduk-larınıza bir kez daha ler olmasına karın, cuntacı lanet 48 T A V I R okuyacak, gerçek annelii, babalıı, kardelii, can yoldalıını sorgulayacak, kendi-nizde yeni duygular kefede-ceksiniz. Ne çok kapı var dünyamız-da. Sadece devlet kapıları mı? Evlerin feodal kapıları kı-rıldıktan sonra, cahillie kat-lanıp, küçük küçük cesaretle-ri yüreklerinde biriktire birikti-re bir umut diye koulan "aydın" kapıları.. Ve aydın sanılan kapıların bazen ger-çekte korkak bir böbürlen-meyle tilki yuvalarından fark-sız olduunun dolu gözlerle, burkulan yüreklerle duyumsanması.. Ve yine de açıldık-ça aydınlanan aydın kapıları. Kim ne dedi, kim ne yaptı, hangi taı hangi duvarın gedi-ine koydu ve kimler birer fare gibi duvarın temeline sıvııverdi? ite ülkemiz yakın ta-rihine bir de yaadıklarıyla, yaananların dersiyle, bilinç-ten süzülen bilgiyle; umudu, onuru çinetmeyen direnii güzelleyen anaların tanıklııy-la bakmak isteyenler; "Tutsak Aileleri 12 Eylül ve TA-YAD"ı okumalısınız...