Kafkasya`da Neler Oluyor?
Transkript
Kafkasya`da Neler Oluyor?
Tartışma Metinleri 0901 Kafkasya’da Neler Oluyor? Mitat Çelikpala Uluslararası İlişkiler Bölümü TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Söğütözü Ankara 1 Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Şenyuva Mah. Kafkas Sok. No:60 Beştepe Ankara www.kafsam.org Kafkasya’da Neler Oluyor? Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Tartışma Metinleri No. 0901 Ankara, Nisan 2009 Mitat Çelikpala Uluslararası İlişkiler Bölümü TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Söğütözü Ankara mitat@etu.edu.tr Özet Gürcü birliklerinin 7–8 Ağustos 2008’de “istikrar ve düzeni hâkim kılmak ve Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü yeniden tesis etmek” amacıyla Güney Osetya’ya yönelik kapsamlı bir askeri operasyona kalkışması Kafkasya’da, Rusya ile Gürcistan arasında var olan anlaşmazlığı çatışmaya dönüştürmüştür. Bu çalışmada Kafkaslarda yaşanan son gelişmeler, küresel ve bölgesel gelişmeler de dikkate alınarak incelenecek, Türkiye’nin durumu ve izleyebileceği muhtemel politikalar değerlendirilmeye çalışılacaktır. Anahtar kelimeler: Kafkasya, Türkiye, Gürcistan, Rusya Federasyonu Kafkasya’da Neler Oluyor? Giriş: Kafkasya’da Neler Oluyor?1 Gürcü birliklerinin 7–8 Ağustos 2008’de “istikrar ve düzeni hâkim kılmak ve Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü yeniden tesis etmek” amacıyla Güney Osetya’ya yönelik kapsamlı bir askeri operasyona kalkışması Kafkasya’da, Rusya ile Gürcistan arasında var olan anlaşmazlığı çatışmaya dönüştürdü. Rusya’nın Güney Osetya’daki gelişmelere müdahale etmenin ötesine geçerek Gürcistan’a müdahalesiyle bir tür mini savaşa dönüşen durum, neredeyse tüm dünya tarafından ilk önce bölgesel bir Rus-Gürcü savaşı, sonrasında da Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev’in Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlıklarını tanıyan kararnameyi imzalamasıyla Rusya ile Batı dünyası (özellikle ABD) arasındaki bir tür yeni “Soğuk Savaş”ın başladığı/yacağı şeklinde değerlendirildi. Gerçi Rusya, Gürcistan’ın Abhazya ya da Güney Osetya’yı kontrol altına almak adına atacağı adımlara sert bir tepki vereceğini defalarca belirtmiş, iki tarafın ilişkileri Mikhael Saakaşvili’nin iktidara gelişinden bu güne karşılıklı atışmalar ve sertleşen söylemler nedeniyle düzeltilemez bir noktaya taşınmıştı. Yine de iki tarafın çekişmesi, 2004 yazından bu yana bir takım karşılıklı ufak tefek güç gösterisi dışında, sertleşen söylemler ve diplomatik kınamalar düzeyinde kalmaktaydı.2 Belki de bu nedenle Gürcistan’ın attığı askeri adım ve sonrasında Rusya’nın tepkisinin boyutu/oransızlığı yine de şaşkınlıkla karşılandı. Şaşkınlığa küresel bir savaşa dönüşme potansiyeline sahip (en azından Soğuk Savaş bağlamında) yeni bir bölgesel savaş korkusunun eklendiği de belirtilmelidir. Zira bölgedeki diğer “dondurulmuş anlaşmazlıkların” kaderi, son gelişmelerden çıkacak sonuçlardan doğrudan etkilenecektir. Sorunun çözümünün küresel zeminde hangi pazarlıklar, kısıtlamalar ve gelişmeler bağlamında olacağı ve ne türde bir sonla karşılaşılacağı henüz belirsizdir. 1 Bu çalışma Eylül 2008’de TEPAV için hazırlanan bilgilendirme notundan faydalanılarak hazırlanmıştır. Bu operasyonun kim tarafından başlatıldığı tartışması son dönemi meşgul eden gündem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konuda Rusya’yı kışkırtıcılık ve işgal için altyapı hazırlamakla suçlayanlar olduğu gibi Saakaşvili’yi keyfi yönetim ve hesapsızlıkla suçlayanlalar da bulunmaktadır. Rusya’yı suçlayan değerlendirmeler için bkz. Vladimir Socor, Russia-Georgia War for South Ossetia: Watershed in International Politics, Compendium of Articles July-August 2008, Jamestown Foundation, Eylül 2008. Saakaşvili’nin Le Monde’da yaptığı açıklamada “yanlış hesap yapmışım” değerlendirmesi dışında pişma olmadığı, aynı durumda yaptığını yine yapacağı açıklaması da dikkate değerdir. Bkz. “Gürcistan Cumhurbaşkanı Saaakaşvili Pişman değil: Yine Yapardım”, Radikal, 19 Eylül 2008. 2 1 İki tarafın topyekûn bir savaşın sınırına gelmesine yol açan silahlı çatışmalar, AB’yi temsilen dönem başkanı Fransa’nın araya girmesiyle imzalanan ateşkes anlaşması neticesinde, şimdilik kaydıyla yatışmış gözükmektedir. Çatışmalar yatışmış gibi gözükse de savaş potansiyeli hala yüksektir. Tam ve doğru rakamlara henüz sahip olunmasa yüzlerce kişinin öldüğü3 ve 100 binin üzerinde kişinin de evini terk etmek zorunda kaldığı4 iddia edilmektedir. Rusya’nın yürüttüğü askeri operasyon sadece Güney Osetya topraklarıyla sınırlı kalmamış, Gürcistan topraklarına da yayılmış, eş zamanlı olarak Abhaz kuvvetlerinin giriştiği operasyonlar nedeniyle bu bölgeye de yansımıştır.5 Çatışmaların bitiği tarih itibarıyla Abhazya ve Güney Osetya’nın eski Sovyetler Birliği dönemi sınırlarını yeniden tesis ettikleri görülmektedir. Gürcü şehirleri Gori ve Zugdidi ile Poti limanı da ateşkes ve çekilme kararına rağmen uzun süre Rus kontrolü altında tutulmuştur. Gelişmelerin siyasi boyutu ise tahmin edilmeyen bir hız ve düzeyde ilerlemektedir. Rusya’ya yöneltilen başvurulan askeri gücün oransızlığı bağlamında eleştiriler, Rusya’nın aldığı beklenilmeyen tanıma kararıyla yönünü değiştirerek söylem bağlamında daha da sertleşmiştir. Uluslararası toplumun siyasi kınama mesaj ve çağrıları, Rusya’nın tanıma kararında geri adım atması beklentisiyle gündemi meşgul etmektedir. Rusya’nın bu beklentileri ciddiye almayan tavrı ise gündemi yeni “Soğuk Savaş” tartışmalarının kaplamsına neden olmaktadır. Meselenin özü Gürcistan ve toprak bütünlüğü merkezli olmaktan çıkarak uluslararası çekişme/mücadele merkezine doğru hızla kaymaktadır. Başta ABD olmak üzere bazı Batılı aktörler ile özellikle eski Varşova Paktı, yeni ABNATO üyesi Doğu Avrupa ülkelerinin Rusya’nın G8 gibi yapılardan çıkartılması, BM’de baskı altına alınması, 2014 Soçi Kış Olimpiyatlarının boykot edilmesi, NATO ile ilişkilerinin askıya alınması ve DTÖ üyeliğinin belirsiz bir tarihe atılması benzeri yaptırım çağrılarında bulunmaktadır. Rusya’nın uluslararası alanda izole edilmesi anlamını taşıyan 3 İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi bağımsız gözlemciler 100 civarında sivilin öldüğünü belirtirken Rusya 133, Güney Osetya yetkilileri ise 1492 sivilin öldüğünü iddia etmektedir. “Georgia/Russia: update on casualties and displaced civilians”, Human Rights Watch, 10 Ağustos 2008, http://hrw.org/english/docs/2008/08/10/georgi19581.htm; “Russia Scales Down Georgia Toll”, BBC, 20 Ağustos 2008; “The investigation is short on corpses”, Kommersant, 21 Ağustos 2008, http://www.kommersant.ru/doc.aspx?DocsID=1013890&ThemesID=301. Çatışmalar sırasında Gürcü kuvvetlerinin 215 ölü ve 1500 yaralı Rus güçlerinin ise 64 ölü 323 yaralısı olduğu açıklandı. Güney Osetya’nın kayıplarıylailgili henüz sağlıklı bir bilgi bulunmamaktadır. Bkz. Russia vs Georgia: The Fallout, s.3. 4 BM Göçmenler Yüksek Komiserliği (UNHCR) 18 Ağustos itibarıyla 30,000 Osetin Kuzey Oseya’ya 85,000 Gürcü’nün de Gürcistan’a kaçmak zorunda kaldığını açıkladı. Bunun 15 bini Güney Osetya’dan 3000’i ise Yukarı Kodor’dan. Geri kalan rakamlar ise Gori (45,000) ve Zugdidi’yi (7,000) terk etmek zorunda kalanlar. Bkz. Russia vs Georgia: The Fallout, s.3–4. 5 Abhaz kuvvetleri de Güney Osetya’da Rusya tarafından yürütülen operasyonla eş zamanlı biçimde 8 Ağustos sabahı giriştikleri operasyonla Abhazya’nın Gürcü kuvvetlerinin kontrolü altında bulunan Yukarı Kodor bölgesine yönelik askeri harekâta başladılar. Bölgeyi üç gün boyunca bombalayan Abhaz kuvvetleri bölgeyi herhangi bir direnişle karşılaşmadan ele geçirdiler. 2 bu türde adımların istenilen bir sonuç yaratıp yaratmayacağı ise kuşkuludur. Kısa vadede yapılan Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliği sürecinin yeni bir takım adımlarla hızlandırılması gibi tartışmalar ise gündemi işgal etmektedir (yeni kurulan NATOGürcistan Komitesi örneği gibi yeni girişimler bu yaklaşımın sonucu olarak görülmektedir). Bu adımların Rusya’yı rahatsız edeceği ve kışkırtacağı iddia edilebilir. Bu çerçevede Almanya, Fransa ve hatta İngiltere gibi bazı AB üyesi, Eski Avrupa ülkelerinin ise Rusya’ya yaptırımlar meselesini daha farklı ve “soğukkanlı” biçiminde ele alma eğiliminde oldukları görülmektedir. NATO içinde de, adı geçen AB üyelerine Türkiye’nin de eklenebileceği bir takım ülkelerin Rusya’ya karşı daha yapıcı ve akılcı/yapıcı bir yaklaşım geliştirilmesi fikrini benimsedikleri görülmektedir. Yine de denge sağlanması adına Batılı müttefiklerin uluslararası alanda Rusya’ya yönelik bir takım yaptırımları dile getirmesi beklenebilir. Bu adımların uygulanabilirliği ya da Rusya üzerindeki etkinliği tartışmalı olsa da bir takım sonuçlar yaratacağı söylenebilir. Nitekim Rus Maliye Bakanı Aleksey Kudrin çatışmanın yaşandığı bir haftalık sürede Rusya’dan kaçan yabancı sermaye miktarının 7 milyar ABD doları olduğunu ve bunun 2008 yılının tamamı için yaratacağı özel etkinin Rus Merkez Bankasınca 30–40 milyar dolar civarında olacağının tahmin edildiğini açıkladı.6 Bu durum Rusya’nın diğer alanlarda karşı karşıya kalabileceği yaptırımlarla daha da çarpıcı bir düzeye taşınabilir. Fakat bunun küresel ticaret ve ekonomiye bir takım kısa, orta ve uzun vadeli yansımaları olacağı da akılda tutulmalıdır. Diğer yandan Rusya’nın iç politik yapısına bakıldığında iktidar ile muhalefet arasında bir yaklaşım farklılığı olmadığı, kamuoyunun da sürecin yürütülme şeklini onayladığı görülmektedir. Toplumun, Rusya’nın eski dönemi hatırlatırcasına uluslararası alanda saygın konumuna döndüğüne inandığı ve bu yaklaşımı desteklediği görülmektedir. Putin/Medvedev iktidarının eskisinden daha güçlü olduğu iddia edilebilir. Gelişmelerin Gürcistan üzerindeki kısa vadeli etkilerinin daha rahatsız edici olduğu görülmektedir. Gürcistan’da son yıllarda büyük çabalarla ve Batı dünyasının desteğiyle kurulan altyapı yıkılmış, yeniden kurulan ordunun saygınlık ve kendine olan güveni büyük zarar görmüş, ulusal moral da darmadağın bir hale gelmiştir. Aralarında Türkiye’nin desteği ile modernize edilen Vaziani ve Marneuli üslerinin de bulunduğu bir takım askeri tesisler ile ticari önemi haiz Poti limanı ağır bir hasara uğramıştır. Çok sayıda köprü ve bağlantının bombalanması neticesinde kara ve demiryolu ağı zorlukla kullanılır hale 6 “Conflict Cost Russia $7Bln in Outflows”, 18 Ağustos 2008, http://www.moscowtimes.ru/articles/detail.php?ID=369845&print=Y. 3 gelirken, enerji nakil hatlarında büyük sıkıntılar söz konusudur. Bu ekonomik anlamda sadece Gürcistan’ı değil, başta Türkiye olmak üzere tüm komşu ülke ve bölgeleri doğrudan etkileyen bir durumdur. BTC petrol boru hattı çalışamaz duruma gelirken, BTK doğal gaz boru hattından da doğal gaz akışı güvenlik nedeniyle kısa süreli de olsa durdurulmuştur. Ermenistan’ın ticari bağlantıları kilitlenirken, Azerbaycan’ın gelirleri sekteye uğramış durumdadır. Gürcistan’da ve de dolayısıyla Kafkasya ve hatta Orta Asya’da yeni yatırımlara girişmek artık daha risklidir. Rusya’ya alternatif enerji hatları inşası meselesi bünyesinde yeni fırsatları barındırsa da yeni soru işaretleriyle doludur. Diğer yandan Rus barış gücünün süresiz biçimde anlaşmazlık bölgelerinde bulunarak devriye gezmesinin önü, ateşkes anlaşmasında da bu konuya yer verilerek açılmıştır. Rusya’nın bir kısmı Gürcistan toprakları üzerinde kontrol noktaları oluşturması mümkün olmuştur. Bu durum, Sarkozy’nin anlaşması bağlamında Batı dünyasının imkân vermesi neticesinde bölgedeki Rus askeri varlığının meşrulaştırılması şeklinde değerlendirilmektedir.7 Başka bir deyişle, ateşkes çatışmaları sonlandırsa da Gürcistan’ın ve dolayısıyla Kafkasya’nın zorlu bir yakın gelecekle karşı karşıya olduğu açıkça görülmektedir. Rusya’nın gösterdiği tepki ABD ve AB başta olma üzere Batı dünyasınca orantısız görülse de Rusya şimdilik kaydıyla Kafkaslarda daha sağlam bir askeri/siyasi zemin edinmiştir. Taraflar arasında başlaması beklenen siyasi görüşmelerin şekli ve geleceği ise şimdilik belirsizdir. Gelişmelerin Batı dünyası üzerinde bıraktığı izler de dikkate alınmalıdır. Batı dünyasının üzerinde durduğu temel sorular “Rusya’nın küresel bir kutup mu olacağı, yeni bir Soğuk Savaş başlatıp başlatamayacağı” gibi noktalar çevresinde gelişmektedir. AB ülkeleri Rusya ile enerji merkezli olan ilişkilerini daha dikkatle ele almak zorunda olduklarının farkına bir kere daha vardılar. ABD’nin Transatlantik güvenlik algısının Rusya’yı merkeze alan bir biçimde yeniden şekillendirileceğinin sinyalleri ise yapılan açıklamalarda kendisini göstermektedir. Rusya’yı sınırlandıracak D8, NATO, DTÖ gibi yapıların Batılı aktörlerce kontrol edildiği akla getirildiğinde işbirliği ve cezalandırma senaryoları iç içe geçmiş biçimlerde karşımıza çıkmaktadır. Dünyanın karşı karşıya kaldığı uluslararası terörizm, başta nükleer silahlar olmak üzere kitle imha silahlarının yayılması ya da iklim değişikliği ve açlık gibi bir takım temel küresel sorunlara Rusyasız yanıt bulunup bulunamayacağı da dikkate alınması gereken diğer bir boyuttur. Bu bağlamda AB 7 Vladimir Socor, “Sarkozy-Medvedev Armistice Plan Favors Russia, Undercuts Georgia” ve “SarkozyMedvedev Plan Flawed in Substance and Process”, Eurasia Daily Monitor, Cilt 5, No 155, 13 Ağustos 2008; “Russia Preparing to Splinter Georgia After Sarkozy-Brokered Armistice”, Eurasia Daily Monitor, Cilt 5, No 158, 18 Ağustos 2008. 4 ve NATO dâhil olmak üzere Batı dünyasının aktörleri ve kurumlarında bir takım politika farklılıkları ve ayrılıkları gündeme gelebilir. Rusya’nın da kutup yaratmak yerine küresel oyuncu olmak adına girişeceği yeni ittifak arayışları, sistemde köklü bir takım dönüşümler yaratabilir. Bu küresel ve bölgesel değişikliklerden ve oluşan/oluşacak düzenden doğrudan doğruya etkilenen/etkilenecek aktörlerin başında kuşkusuz Türkiye gelmektedir. İlk aşamada Türk ekonomisinin ve ticari ilişkilerinin baskı altına alındığı görülmektedir. Türkiye’nin Azerbaycan ve Orta Asya’ya çıkışı Gürcistan’daki koşullar nedeniyle felç olmuş durumdadır. Eskiye dönmek için dahi ciddi bir takım alt yapı yatırımları gerekmektedir. Gürcistan’ın eski konumuna dönüp dönemeyeceği bilinmemektedir. Diğer taraftan ticari anlamda Rusya ile yürütülen işbirliği de yeniden masaya konmak zorundadır. Türk TIR’larının Rusya gümrüklerinde karşı karşıya kaldıkları uygulamalar ve bunun zamanlaması kafalarda çeşitli soru işaretleri yaratmıştır. Siyasi açıdan bakıldığında Türkiye’nin neredeyse son 15 yılda kurduğu Gürcistan merkezli Kafkasya politikasının sarsıldığı ve temel parametrelerinin gözden geçirilmesi gerektiği görülmektedir. Bölgedeki çatışmalara bakış, Abhazya ve Osetya ile bağlantılar, Ermenistan’la ilişkiler ve diğer bölgesel siyasi meseleler yeni bir bakış açısıyla ele alınmak durumundadır. Kuşkusuz bu yaklaşımın bölgesel ilişkilere olduğu kadar, hem AB-ABD ile ilişkilere hem de Rusya ile ilişkilere yansımaları olacaktır. Nitekim Türkiye’nin bölgesel girişimlerine başta ABD olmak üzere Batılı müttefiklerden gelen eleştiriler; Montrö ile Boğazlar ve Karadeniz’e geçiş ve seyir güvenliği konusunda Rusya’dan gelen eleştiriler; Ermenistan’la atılan adımlara Azerbaycan’dan ve iç kamuoyundan gelen eleştiriler, oyunun ne kadar zorlu ve çok bilinmeyenli olduğunun işaretleridir. Bu çalışmada Kafkaslarda yaşanan son gelişmeler, küresel ve bölgesel gelişmeler de dikkate alınarak incelenecek, Türkiye’nin durumu ve izleyebileceği muhtemel politikalar değerlendirilmeye çalışılacaktır. 1. Son Gelişmeler 7–8 Ağustos gece yarısı Gürcü birlikleri “Anayasal düzeni” tesis etmek amacıyla Güney Osetya’ya girdi. Gürcü kuvvetleri kısa sürede başkent Tskhinval ve çevresinin kontrolünü ele geçirdiler.8 Rus birliklerinin de neredeyse eş zamanlı biçimde Güney Osetya’da 8 Gürcistan açısından bu harekât Gürcistan’da anayasal düzenin yeniden tesis adına yapılması gereken polisiye bir operasyon, bir tür iç güvenlik harekâtıdır. 5 girişilen “soykırım”9 harekâtını engellemek iddiasıyla Roki tünelini geçerek Osetya’ya girmesi ve Gürcü birliklerine müdahale etmesiyle gelişmeler bir tür “savaş”a dönüştü. Savaş Rusya’nın askeri gücü karşısında Gürcistan’ın çekilmek zorunda kalması nedeniyle hızla Gürcistan topraklarına yayıldı ve Rus birliklerinin Zugdidi ve Gori gibi Gürcü şehirlerini işgal ederek Tiflis’e 40 kilometre yaklaşmaları üzerine uluslararası bir kriz halini aldı. Bu türde bir çatışma, bu boyutta olmasa da neredeyse ilkbahardan itibaren açıkça beklenmekteydi.10 Temmuz ayında Ortak Barış Gücü’nde11 görev yapan 4 Gürcü askerin Güney Osetya yönetimi tarafından gözaltına alınması sonrasında gerginleşen ilişkiler çatışmanın başlayacağının işaretlerini vermekteydi.12 Rus uçaklarının Gürcü hava sahasında uçuşa başlaması ve takiben tarafların çatışma bölgesi olarak tanımlanan hatta silahlanmayı, anlaşmalara aykırı biçimde hızlandırması dikkat çekmekteydi. Silahlı çatışmaların Ağustos başından itibaren arttığı ve Osetlerin evlerini boşaltarak Rusya’ya (Kuzey Osetya’ya) kaçmak zorunda bırakıldıkları gözlemlenmekteydi.13 Savaşın başladığı 7 Ağustos günü yaşanan çatışmalardan sonra özellikle Amerikalı yetkililerin sakin olunması ve herhangi bir askeri harekâta girişilmemesi yönündeki çağrılarına rağmen Gürcü birliklerinin başkent Tskhinvali’ye yönelik ağır topçu ateşiyle başlayan harekâtı kısa sürede bütün alanın Gürcülerce kontrolüyle sonuçlandı.14 Gürcü operasyonuyla neredeyse eş zamanlı olarak başlayan Rus karşı harekâtı sonunda Gürcü kuvvetleri aynı gün ilk önce Tskhinvali’yi sonrasında da 11 Ağustos itibarıyla Güney Osetya topraklarını tamamını terk etmek zorunda kaldılar.15 9 “Putin: Güney Osetya’da yaşananlar Oset halkının soykırımıdır”, Interfax, 9 Ağustos 2008, http://www.interfax.ru/news.asp?id =26152. 10 Socor, Russia-Georgia War for South Ossetia. 11 Güney Osetya’da görev yapan Ortak Barışı Koruma Gücü (Joint Peacekeeping Force) 1990–1992 döneminde yaşanan çatışmalardan sonra Temmuz 1992’de imzalanan Soçi Anlaşması olarak da bilinen “Agreement on the Principle of the Settlement of the Georgian-Ossetian Conflict between Georgia and Russia” anlaşmasıyla kurulmuştur. Anlaşmaya göre Rus, Gürcü ve Oset unsurlardan oluşan Kuvvetin bölgede barışın tesisi ve korunması görevini yürütmesi beklenmekteydi. Barışı koruma görevi yürütmesi beklenen bu unsurlar arasında zaman zaman yaşanan anlaşmazlık ve çatışmaların Nisan 2008’den itibaren arttığı görülmektedir. 12 Gürcistan bölgede 500 kişilik barışı koruma gücüne ek olarak askeri polis gücü ve düzensiz milis gücü bulundurmaktaydı. Buna karşılık Osetler’in de Rusya’nın da desteğiyle özel milis güçleri oluşturdukları savaş sırasında gayet açık bir biçimde görüldü. Ayrıntılı değerlendirme için bkz. Russia vs Georgia: The Fallout, International Crisis Group, Europe Report No.195, 22 Ağustos 2008, s.1–4. 13 Bkz. 2 Ağustos 2008 tarihli AGİT Basın Açıklaması, “OSCE Chairman-in-Office Condemns GeorgianOssetian Conflict Zone Violence, Reiterates Invitation for Dialogue” ve “Statement by the Presidency of the Council of the European Union following recent events in South Ossetia (Georgia)”, 5 Ağustos 2008, www.ue2008.fr/PFUE/cache/offonce/lang/en/accueil/PFUE-08_2008/PFUE-5.08.2008/PESCOssetieSud; jsession id = D2D68B9CD5D9CC3146C091D6692149C2. 14 “After Mixed U.S. Messages, a War Erupted in Georgia”, The New York Times, 12 Ağustos 2008. 15 Russia vs Georgia: The Fallout, s.2. 6 Abhaz birliklerinin de eş zamanlı olarak başlattığı harekât, Gürcü kuvvetlerinin 2006’dan itibaren kontrol altında tuttukları Yukarı Kodor bölgesini terk etmek zorunda kalmasıyla sonuçlandı. Gelişmelerin bundan sonraki seyri ise Rusya’nın uluslararası toplumca daha sert bir eleştiriye yol açan Gürcistan operasyonunu içermektedir. Rus güçleri bir yandan Osetya ve Abhazya üzerinden karadan, diğer taraftan da gemiler vasıtasıyla denizden Gürcü topraklarına girdiler. Hava bombardımanıyla kullanılamaz hale getirilen hava alanları ve diğer bir takım askeri tesislerin yanı sıra Güney Osetya sınırındaki Gori, Karadeniz kıyısındaki Poti (ve Poti limanı) ve Abhazya sınırındaki Zugdidi Rus kuvvetlerince işgal edildi. Rus güçlerinin ülkeyi birbirine bağlayan demiryolu ağının can damarı konumundaki demiryolu köprüsünü havaya uçurmalarıyla da Tiflis’in ülkenin batısıyla olan bağı kopartıldı. 12 Ağustos’ta AB Dönem Başkanı sıfatıyla Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin girişimleri sonucunda taraflara önerilen 6 maddelik ateşkes anlaşmasının 15–16 Ağustos’ta Abhaz ve Oset liderlerin yanı sıra Rus ve Gürcü liderlerince imzalanmasıyla çatışmalar tam olarak durmasa da azaldı. 6 maddelik ateşkes anlaşmasının süreci normalleştirerek bölgenin istikrarlı bir geleceğe taşınmasını sağlayacak asıl anlaşmalara zemin hazırlaması beklenmekteydi. Ateşkes anlaşması kuvvet kullanılmasına son verilmesini, bütün askeri eylemlerin durdurulması, insani yardımlara imkân tanınmasını, Gürcü birliklerinin eski mevzilerine dönmesini, Rus birliklerinin çatışma başlamadan öncesi konuşlanma yerlerine çekilmesi ile Güney Osetya ve Abhazya’nın müstakbel statüsü konusunda uluslararası görüşmeler yapılmasını öngörmekteydi.16 Uluslararası toplumun öncelikli beklentisi ateşkes anlaşmasının uygulanarak Rusya’nın çatışma öncesi konumuna çekilmesi, çatışmaların bir daha yaşanmaması ve bölgedeki sorunlara uluslararası toplumun katılımıyla herkesin kabulleneceği bir çözüm bulunması olarak belirginleşmişti. Fakat Rusya’nın bu yaklaşımı benimsemediği gelişmelerin hızlı seyri sonunda açıkça görüldü. Devlet Başkanı Dimitri Medvedev’den Başbakan Vladimir Putin’e, Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’dan BM’deki temsilcisi Büyükelçi Vitali Çurkin’e tüm Rus yetkililer imzaladıkları anlaşmanın son maddesine aykırı biçimde Abhazya ve Güney Osetya’nın statülerinin tartışma/pazarlık konusu olamayacağı, Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün gündemin dışında bir konu olduğu açıklamalarını yapmaya başladılar. Bu süreçte Medvedev’in, Abhaz lider Sergey Bagapş ve Oset Lider Eduard Kokoiti ile de sık sık 16 Anlaşma metni için bkz., “15-16 August Ceasefire Agreement and Side-Letter”, Appendix B, Russia vs Georgia: The Fallout, s.32-35. 7 görüşmesi söz konusudur. Takiben süreç Abhazya ve Güney Osetya parlamentolarının, bağımsızlıklarının resmen tanınması için Rusya’ya 21 Ağustos’ta yeniden bir çağrı yapmalarıyla farklı bir zemine taşındı. Son gelişmeler dikkate alındığında bu çağrının cevap bulması beklenmekteydi. Nitekim bu çağrı dikkate alındı ve daha öncede defalarca yapılan başvurulardan farklı olarak, süreç bu defa hızlı bir biçimde sonuçlandı. Bu başvuruları görüşmek amacıyla yaz tatilini keserek toplanan Rus parlamenterler, Abhaz ve Oset liderlerin de katıldıkları toplantılarda Gürcistan’ı ağır biçimde eleştirdiler. Sonuçta Rus parlamentosunun üst kanadı Federasyon Konseyi 130–0, alt kanadı Devlet Duması da 447–0 evet oyuyla Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlıklarının desteklenmesi tavsiye kararını aldı. Devlet Başkanı Medvedev’de nerdeyse hiç beklemeden, hemen ertesi gün, 26 Ağustos’ta bu tavsiye kararını dikkate alarak Rusya Federasyonu’nun bu bölgelerin bağımsızlıklarını tanıdığını belirten kararnameyi imzalayarak yürürlüğe soktu. Bağımsız gözlemecilerin hiç biri Medvedev’in bu yönde bir adım atmasını beklemiyordu. Genel beklenti Medvedev’in bu tavsiye kararını, Batılılar ve Gürcistan’la yürütülecek müzakerelerde bir koz olarak elinde tutacağı yönündeydi. Her ne kadar, dışişleri bakanından başbakana tüm Rus yetkililer bu yönde adım atacaklarını defalarca belirtseler de uluslararası alanda, Rusya’nın hareket alanını daraltacağına inanılan bu adımın atılması beklenmiyordu. Şimdi gerek bölgesel gerekse küresel anlamda önemli siyasi ve hukuki bir takım değişiklikler olabileceği tartışılmakta ve beklenmekte. Söylenebilecek olan Rusya Federasyonu’nun Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlıklarını tanımasıyla Kafkaslardaki durumun beklenilmeyen ve çözümlenmesi zor uluslararası bir soruna dönüştüğüdür. İlk aşamada Kafkasların siyasi haritasının değiştiği belirtilmelidir. Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün bir daha tesis edilemeyeceği iddia edilmektedir. Kafkaslardaki güvensizlik ortamının bir derece daha ileri gittiği belirtilebilir. Anlaşmazlığın tarafların bir araya gelmesi artık çok da mümkün gözükmemektedir. Aynı zamanda Dağlık Karabağ gibi diğer etnik sorunlarda ne gibi gelişmeler yaşanacağı da bünyesinde büyük soru işaretlerini barındırmaktadır. ABD ve AB yetkilileri her ortamda Rusya’yı geri adım atmaya çağırırken, Rusya da kendi cephesini genişletmeye ve güçlendirmeye çalışmaktadır. Bir yandan AB üyesi büyük devletlerle ikili ilişkiler değerlendirilmeye çalışılırken, diğer yandan Rusya’nın etkili olduğuna inanılan diğer siyasi kurumlar kullanılmaya çalışılmaktadır. Nitekim 28 Ağustos’ta Duşanbe’de toplanan Şanghay işbirliği Örgütü’nün yıllık zirvesi de Rusya’nın bu yöndeki girişimlerine sahne oldu. Çin ve diğer Orta Asya cumhuriyetlerinin, kendi özel 8 sorunlarını da dikkate alarak Rusya’ya yeşil ışık yakmadıkları görülse de oyunun uluslararası düzlemde boyut kazanmaya başladığı değerlendirebilir. 2. Gelişmelerin Kafkaslara Yansımaları A. Aciz Devletten Demokratik Devlete Geçiş: • Kafkasya cumhuriyetleri, bağımsızlıklarını kazanmalarından bu güne bağımsızlığın bir daha kaybedilmeyeceği, sağlıklı ve kalıcı bir devlet yapısı oluşturmaya çalıştılar. Bu süreçte, gelişmelere ve beklentilere bağlı olarak her bir ülkenin, zaman zaman yalpalaması söz konusu olsa da kendine has özel bir politik çizgi oluşturmaya çalıştığı görülmektedir. Gürcistan, neredeyse başından itibaren Rusya’yı varlığına yönelik bir tehdit olarak algılayıp Batı dünyası ve onun kurumlarının bir parçası olmaya çalışırken, Ermenistan güvenlik ve toprak bütünlüğünün korunmasını Rusya ile tam bir ittifak içerinde yer almakta görmüştür. Azerbaycan ise, sahip olduğu doğal kaynakların zenginliği ve sorunların çeşitliliğinin de etkisiyle daha dengeci bir politika izlemeyi tercih etmiştir. Bu ülkelerin tamamının ortak noktası ise görece kırılgan ekonomik, siyasi ve toplumsal yapılara sahip olmalarıdır. • Gürcistan’ın etnik kompozisyonu ve bu etnik gruplar arasındaki çekişmeler, neredeyse 1990’lar boyunca yıkıcı bir etki yaratarak Gürcü yönetimini “aciz, düşkün” bir devlete (failed, weak state) çevirirken, bugünkü sorunlarının merkezinde yer alan Abhazya ve Güney Osetya bağlamında toprak bütünlüğüne sahip olamayan bir ülke konumuna taşımıştır.17 İktidara gelen isimlerin de çözümü milliyetçi, militarist ve sertlik yanlısı çözümlerde görmeleri, süreci bugünkü içinden çıkılamaz noktaya getirmiştir. • Gürcistan Sovyetler Birliği’nin dağılmasını izleyen süreçte Abhazya ve Güney Osetya üzerindeki fiili kontrolünü birbirini izleyen savaşlar neticesinde kaybetmiştir.18 Her iki bölgenin de Tiflis’in idari ve siyasi kontrolü altına sokularak Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün tesis edilmesi Gürcü yönetimlerinin asli hedefleri olmuştur. Abhazya başta olmak üzere bu bölgelerin de geçen süre içerisinde Tiflis’in kontrolünün dışında, bağımsızlık isteyen de facto devletler olarak siyasi sahnede yerlerini aldığını görmekteyiz. 17 Yaklaşık 5 milyonluk bir nüfusa sahip olan Gürcistan’ın nüfusunun yaklaşık % 85’i Gürcü üst kimliği altında sınıflandırılan Acara, Mingrel, Kartvel, Svan ve Laz’lardan oluşmaktadır. Azeri’ler nüfusun % 6,5’u, Ermeniler %5,7’si, Ruslar %1,5’i ve geri kalan nüfus ise aralarında Türk, Asuri, Çeçen, Rum, Kabardeylerin yer aldığı diğer halklardan oluşmaktadır. Bkz. https://www.cia.gov/library/publications/the-worldfactbook/geos/gg.html. 18 Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Mitat Çelikpala, “Kuzey Kafkasya’da Anlaşmazlıklar, Çatışmalar ve Türkiye,” Mustafa Aydın ve Çağrı Erhan (der.), Beş Deniz Havzasında Türkiye, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2006, s. 63–102. 9 • Başta ABD olmak üzere Batılı aktörlerin Gürcistan’ın sağlıklı bir yapıya kavuşarak güçlü bir devlet konumuna ulaşmasının kilidini demokratik, çoğulcu ve liberal bir Gürcistan’da gördükleri aşikârdır. Gürcistan bu bağlamda “Gül devrimiyle”, yeni devrimler sürecinin başarılı bir örneği olarak görülmüş, Mikhael Saakaşvili’nin iktidara getirilmesiyle de Gürcistan’da yeni bir devlet inşası projesi başlatılmıştır. Bu adımın, aralarında dondurulmuş anlaşmazlıkların da bulunduğu sorunları demokratik yollarla çözeceği ve Batılı değerleri Kafkaslara taşıyacağına inanılmıştır. • 2004’den itibaren Gürcistan’a mali, siyasi ve eğitim desteği sağlanması ile devletin yeniden yapılandırılması bu anlayışın sonucudur. Fakat gelinen noktada atılan bir takım olumlu adımlara rağmen Gürcistan’da muhalefetin yok edildiği, sorunların çözümünde önceki iktidarlardan farklı bir çizgi izlenmediği, sorunların silah zoruyla çözümlenmesinin hedeflendiği ve meselelerin Rusya ile Batı dünyası arasında küresel bir soruna dönüştürüldüğü görülmektedir. • Saakaşvili’nin sertlik yanlısı tutumu, her geçen gün Tiflis’i Sukhum ve Tskhinval’den uzaklaştırırken masada çözümü de imkânsız kılmıştır. Alternatif yönetimlerin tesisi, ayrılıkçı bölgelerin uluslararası sistemden izole edilerek Moskova’ya mahkum bırakılması, Saakaşvili’nin askeri gençlik kampları kurarak militarist söylemi öne çıkarması, çözüm yanlısı görülen her türlü söylemin bastırılması gibi adımlar Rusya ile gerginleşen ilişkilerle birleşerek son gelişmelere yol açmıştır. • Son gelişmelerden sonra Gürcistan’ın iç siyasal yapılanmasında da hareketlenme beklenmelidir. Karşı karşıya kalınan karmaşık ve keyifsiz durumun değerlendirmesi Gürcistan iç siyasetinde ve kamuoyunda henüz yapılmamıştır. Gürcistan’ın Batı yanlısı duruşunda herhangi bir değişiklik beklenmese de Saakaşvili’nin attığı adımın zamanlaması ve gerekliliği, meseleyi ele alış biçimi ve sonuçları bir süre sonra değerlendirmeye alınacaktır. Bu süreçte Saakaşvili’nin elinin zayıflayacağı, iktidarını tartışmalı bir hal alacağı beklenebilir. Muhalif hareketlerin birleşmesi ve Saakaşvili’nin görevden uzaklaştırılması yönünde faaliyet yürütmesi muhtemeldir. İç siyasi süreç ve rekabette başta ABD olmak üzere Batılı müttefiklerin tavrı kadar Rusya’nın takınacağı tavrın da dikkate alınması gerekmektedir. 10 B. Rusya Algısı, Abhazya ve Güney Osetya’ya Bakış: • Abhazya ve Güney Osetya’nın siyasi arenadaki konumlarının bağımsızlığın ilanından bu güne Gürcistan’ın Rusya ile olan siyasi ilişkilerine paralel olarak değişim gösterdiği görülmektedir. Gürcü yönetimlerinin Rusya’ya yakınlaşarak “dengeli” bir siyasi politika izlemeye başladığı dönemlerde Rusya’nın bu bölgeleri baskı altına aldığı ve sınırlandırdığı, Batı dünyasına yaklaştıkça da destekleyerek bağımsızlıklarını kabul yönünde umutlandırdığı görülmektedir. Sürecin Abhazya özelindeki yansıması, sınırlama ve denge mücadelesi içerisinde Abhazya’nın siyasi kurum ve kuruluşlarıyla devletleşerek konumunu sağlamlaştırmasıdır. • Bu süreçte, Saakaşvili’nin iktidara geldiği günden itibaren izlediği mücadele stratejisi Gürcistan’ın toprak bütünlüğü meselesinin uluslararası bir meseleye dönüştürülerek çözülmesi üzerine kuruludur. Bu bağlamda Saakaşvili, Rusya’yı Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün önündeki asli engel biçiminde tanımlamaktaydı. Rusya’nın da Gürcistan’ın Batı yanlısı tutumu ve NATO üyeliği vizyonunu kendisine doğrudan tehdit biçiminde değerlendiren yaklaşımı, bölgesel sorunları kendisini yeniden ve yeniden üreten bir tür döngüye mahkûm etmiştir. Gürcü yönetiminin iddia ve vurgusu, son iki yılda artan bir biçimde, Rusya’nın bölgesel sorunların tarafı, hatta tetikleyicisi olduğu, dolayısıyla sorunların çözümünde rol oynayabilecek tarafsız bir müzakereci ya da barışı koruma unsuru olamayacağı merkezindeydi. Saakaşvili’nin bu yaklaşımı sürekli biçimde vurgulayarak Rus-Gürcü ilişkilerinde gerginliği tırmandıran bir politik çizgiyi tercih ettiği görülmektedir. • Bu bağlamda diğer bir deyişle Saakaşvili’nin kendisi ironik (hatalı) biçimde Abhazya ve Güney Osetya meselelerini Rusya-Gürcistan meselesi olarak ele aldı, fiili Abhaz ve Oset yönetimlerini göz ardı etti. Hatta alternatif sürgünde yönetimler tesis ederek fiili yapıları yok sayma politikasını geliştirerek bir adım öteye taşıdı. Bu yaklaşım, Abhaz ve Osetleri Tiflis’e yabancılaştırarak, müzakereleri imkânsız kılmanın ötesinde, Rusya’nın siyasi bir manevra alanı görerek oyunun belirleyici aktörü konumunu elde etmesine yol açtı. Gürcistan’ın BDT üyeliği karşılığında Abhazya’ya ambargo uygulayan Rusya’dan Abhazya’nın bağımsızlığını tanıyan Rusya’ya geçiş bu yaklaşımın sonucudur. • Son çatışmalar ve Rusya’nın bu iki bölgenin bağımsızlığını tanımasıyla gelinen noktadan sonra artık, Abhazya ve Güney Osetya’nın Gürcistan’ın idari/siyasi/toprak bütünlüğüne geri dönmesini beklemek hayalcilik gibi gözükmektedir. Güney Osetya’nın Kuzey Osetya ile birleşmesi ve dolayısıyla öngörülebilir yakın bir gelecekte Rusya’nın bir 11 parçası olmasını beklemek mümkündür. Abhazya’nın bağımsızlığının ise uluslararası aktörlerin yaklaşımları çerçevesinde uzun soluklu, kalıcı bir bağımsızlık olması beklenmelidir. Abhazya ve Abhazların tarihine, Rusya ile olan ilişkilere bakıldığında bunun işaretleri görülmektedir. Batılı aktörlerin tavırları Abhazya için farklı bir siyasi çizgi dahi doğurabilir. C. Bölgenin Diğer Sorunlarına Yansımalar: • Son gelişmelerden sonra Dağlık Karabağ nedeniyle karşı karşıya gelen Azerbaycan ve Ermenistan için de zorlu bir süreç başlamıştır. Bugün, Dağlık Karabağ’ın dışında Azerbaycan topraklarının neredeyse yüzde 20’sini işgal altında tutan Ermenistan’ın uluslararası alanda içine düştüğü yalnızlık ve peşi sıra yaşanan iç siyasal istikrarsızlık Ermenistan’ı sıkıntılı bir noktaya getirmiştir. Karabağ meselesi kimsenin dokunmak istemediği bir sorun olarak ortada durmaktadır. Azerbaycan’da son dönemde Batı dünyasıyla ekonomik bütünleşmenin yarattığı zenginliğin nasıl bir siyasi gelecek yaratacağı, bölge dengelerinde ne türde bir değişime yol açacağı ise uluslararası toplumun tartıştığı önemli bir nokta olarak belirginleşmiştir. 15 Ekim’deki başkanlık seçimleri sonrası iktidarın ne türde bir çizgi izleyeceği önem kazanmıştır. Bilindiği üzere yeni Ermeni-Azeri askeri ve siyasi dengesi son dönemlerde zaman zaman savaş beklentisiyle analiz edilmektedir. • Ermenistan’ın ticari ve ekonomik açıdan Rus-Gürcü savaşından en fazla zarar gören Kafkas ülkesi olduğu aşikârdır. Poti limanında batan Ermeni ticari mallarının dışında yaşanan gaz, benzin ve elektrik kesintileri Erivan’ı doğrudan etkilemiştir. Gürcistan sınırında sorun yaşanması Erivan’ı Azerbaycan ve Türkiye ile olan ilişkilerini gözden geçirmeye zorlamaktadır. Yeni durum Ermenistan’ı neredeyse sadece İran’a mahkûm konuma getirmiştir. Ermenistan’ın son dönemdeki siyasi alandaki adımları bu bağlamda ele alınmalıdır. • Azerbaycan’ın denge prensibi çerçevesinde yürüttüğü politik çizgisinin doğruluğu teyit edilmiştir. Yeni dönemde Azeri yönetiminin Rusya ile enerji nakli bağlamında da bir takım ticari ve ekonomik ilişkiler geliştirmesi beklenebilir. Bu yönde atılacak adımların Batı dünyası, özellikle de AB ve bu bağlamda Türkiye açısından bir takım olumsuzlukları beraberinde getireceği iddia edilebilir. 12 D. Gürcistan’ın Toprak Bütünlüğü ve NATO-AB Üyeliği: • Gürcistan’ın toprak bütünlüğü kavramı her seviyedeki Rus yetkililerin açıklamalarına bakıldığında artık herhangi bir şey ifade etmemektedir. Başta AB olmak üzere çözüm ve müzakere sürecinde en fazla sıkıntı yaratacak başlık bu noktada karşımıza çıkmaktadır. Rusya’nın aldığı tanıma kararının Gürcistan’ın toprak bütünlüğü bağlamında geri dönülemez bir süreci başlattığı görülmektedir. Rusya’nın atacağı (atabileceği) farklı bir adımın dahi geriye dönüşü mümkün kılmayacağı iddia edilebilir. • Bu bağlamda Saakaşvili yönetimi altında Batı dünyasıyla ilişkilerini sıkılaştıran Gürcistan’ın yeni siyasi konumunun orta ve uzun vadede Gürcistan’a neler getireceği dikkatle değerlendirilmelidir. Bu süreç Gürcistan’ı “küçük”, “federal” ya da “konfederal” bir Gürcistan’ a dönüştürebilir. Bu dönüşümün Gürcistan’a AB veya NATO üyeliği getirip getirmeyeceği ise şüphelidir. Rusya ve Batı arasındaki çekişmenin tırmanması, eğer Batı ortak bir vizyon ve politika geliştirebilirse bu yolu açabilir. Fakat bu kısa vadede pek de muhtemel görünmemektedir. • Diğer yandan Gürcistan’ın yeniden aciz/düşkün bir devlete dönüşmemesi de gerekmektedir. Bu gerek Kafkaslar için gerekse bölgesel ve küresel dengeler için önem arz etmektedir. Nitekim başta ABD olmak Batılı ülkelerin peş peşe yardım açıklamaları yapmaları, Dünya Bankası ve IMF gibi yapıların ekonomik programlar hazırlamaları bu yaklaşımın bir sonucudur. Bu yaklaşımların meselenin siyasi boyutuna etkisi, sorunların çözümüne katkısı ise henüz belirsizdir. 3. Rusya Ne İstiyor? A. Rusya’yı Küresel Bir Güç Yapmak: • 17 Şubat 2008’de Rusya’nın açıkça karşı duruş sergilemesine rağmen Kosova’nın, ABD ve AB’nin desteğiyle bağımsızlığını ilan etmesi ve bunun hızlı biçimde tanınması Kafkasya’daki gelişmelerin seyrini değiştiren önemli bir adımdır. Rusya’nın bu gelişmeyi sadece bölgesel düzlemde değil aynı zamanda küresel düzlemde de bir araç olarak kullanacağı aşikârdı. Nitekim askeri operasyon sırasında ve sonrasında yapılan açıklama ve değerlendirmelerde Güney Osetya-Kosova, Gürcistan-Sırbistan ve ABD/AB-Rusya benzetmelerine, “etnik temizlik” ve “soykırım” terimlerine sıklıkla başvurulması bu bakış açısının açık bir yansımasıdır. • Küresel düzlemde girişilecek rekabetin uygulama alanının ise Rusya’nın “yakın çevresi” olacağı, AB ve NATO genişlemeleri ve bu gelişmelere Rusya’nın tepkilerinde 13 açıkça görülmekteydi. Ukrayna ve Gürcistan bu bağlamda izledikleri politikalar ve Batı dünyasının da bu ülkelere yönelik yaklaşımları nedeniyle en muhtemel çatışma alanları olarak 2003’den bu yana öne çıkmaktaydılar. Son gelişmeler Ukrayna ve Gürcistan’da renkli devrimlerle başlayan sürecin bir tür zirvesi olarak görülebilir. • Rusya ile Gürcistan arasındaki ilişkiler Mikhael Saakaşvili’nin iktidara gelişiyle sonuçlanan “Güller Devrimi” sonrasında hızlı biçimde gerginleşti. Merkezine Abhazya ve Güney Osetya’nın statülerinin oturduğu Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü ilgilendiren çekişme, tarafların sert söylemleriyle sürekli olarak çatışma potansiyelini bünyesinde barındırdı. Gürcistan’ın Batı dünyası ve onun kurumlarının tam ve güvenilir bir parçası olma politikası, özellikle NATO üyeliği bağlamında, Rusya tarafından bir tehdit olarak değerlendirildi. ABD öncülüğünde Batı dünyasınca açıkça desteklenen renkli devrimler, sivil toplum ve demokrasi inşası projeleri, NATO ve AB genişlemeleri adım adım Rusya sınırına yaklaştıkça Rusya bunları kendi varlığına ve devlet yapısına doğrudan bir tehdit olarak algılamaya başladı. Gürcistan’daki Rus askeri üslerinin kapatılarak Rus birliklerinin alanın dışına çıkartılması, uzun ve sıkıntılı bir müzakere sürecinin sonunda gerçekleşse de Rusya bunu hiçbir zaman unutmadı. Doğu Avrupa’da Ukrayna hattı ile Kafkasya bu bağlamda Rusya tarafından bir tür “kırmızıçizgi” olarak tanımlandı. Bu yaklaşım 1993 tarihli Rus Askeri Doktrininde yer alan “yakın çevre” tanımlaması ile de uyumludur. • Bu şekliyle Rusya’nın Kafkasya’ya bakışının daha bir jeopolitik-jeostratejik yaklaşımın sonucu olduğu ileri sürülebilir. Rusya’nın Soğuk Savaş döneminden farklı olarak, sistemin büyük oyuncularıyla küresel bir mücadeleye girişmekten ziyade yakın çevresinde yer alan ve tehdit olarak gördüğü unsurlar üzerinde baskı kurmayı tercih ettiği görülmektedir. Bu baskı kurulurken Rusya’nın küresel değerler çerçevesinde hareket ettiğini ve istikrar istediğini vurgulaması ve elindeki imkânları sonuna kadar kullanması dikkat çekmektedir. • Bu yaklaşım Putin döneminde şekillendirilen ve Medvedev ile de uygulanmaya devam edilen yeni Rus vizyonuna da yansımıştır. Bu yaklaşım, içeride düzen ve büyümenin hâkim olduğu, dışarıda ise uluslararası kabul, saygınlık ve meşruiyetin öne çıkartıldığı bir Rusya öngörmektedir. Bu yöndeki beklentilerin karşılanması adına Rusya bölgesel anlamda, örneğin Kafkasya’da başta ABD olmak üzere Batılı aktörlerle gerektiğinde çatışabileceğinin, her türlü diplomatik, ekonomik ve siyasi mekanizmaları kullanabileceğinin işaretlerini de sürekli olarak vermiştir. 14 • Yeni Başkan Dimitri Medvedev’in’de parçası olduğu ve benimsediği Putin’in şekillendirdiği “2020’ye Gelişme Stratejisi” Rusya’yı küresel bir güç olarak nitelemektedir. Bunun ayakları ise “Güçlü Ekonomi, Güçlü Toplum, Güçlü Lider ve Güçlü Devlet” olarak tanımlanmıştır. Bu bağlamda enerji kaynakları başta olmak üzere Rusya’nın elindeki kaynakları kullanarak ülkeyi dünyanın 5. büyük ekonomisi yapmak hedeflenmektedir. Bunun unsurları olarak da nüfusun çoğunluğunun orta sınıfa mensup olduğu sosyal bir süreklilik sağlamak ve siyasal istikrarı kalıcı hale getirmek amaçlanmaktadır. İktidar partisinin hâkim olduğu çok partili siyasal hayat, güçlü devlet kurumları ve güçlü ordu ise bu sürecin itici motorları olarak düşünülmüştür. Rusya’nın son beş yılına bakıldığında bu politik vizyonun harekete geçirildiği ve mücadeleye girişildiği değerlendirmesi yapılabilir. Hedeflenen sonuç ise bölgesel ve küresel meselelerde söz sahibi Rusya’dır. • Nitekim Putin’in Şubat 2007 Münih Konferansı konuşmasıyla başlayan süreçte dozun giderek arttığı görülmektedir. Odağında ABD’nin yer aldığı Batı dünyasına yönelik gittikçe sertleşen eleştirilerle; 12 Aralık 2007 itibarıyla Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması’nı (AKKA) askıya alma kararıyla; Karadeniz ve Hazar bağlamında özel etki alanları yaratma girişimleriyle; İran ve Suriye gibi Orta Doğu ülkeleriyle farklı düzeyde yeniden kurulmaya çalışılan ilişkiler ile Kosova ve Abhazya gibi sorunlara Batı’dan farklı yaklaşımlarla Rusya’nın bu mücadeleyi şekillendirdiği değerlendirilebilir. Bu durum küresel alanda Rusya’nın yeniden bir uluslararası kutuplaşma yaratıp yaratmayacağı tartışmalarını da gündeme getirmiştir. Bu türden bir Rusya dönüşümünün odağında, yeniden kazanılan kendine güven duygusu ile büyük devlet psikolojisi yer almaktadır. Güney Osetya ve Abhazya merkezli son gelişmeler bağlamında Kafkasya da bu sürecin yeni mücadele alanı olarak dikkat çekmektedir. • Rusya bu mücadelede elindeki güç unsurlarının tamamını koşullar gerektirdiğinde çekinmeden kullanabilmektedir. Rusya’nın karar vericilerinin ellerini güçlendiren en temel etken ise artan petrol ve doğal gaz fiyatları sonucunda elde edilen gelirlerdir. Bu bağlamda enerji kaynakları ve bunların taşınması Rusya açısından dikkat çeken, etkin bir biçimde kullanılabilir bir koz olarak karşımıza çıkmaktadır. 15 B. Enerji ve Enerji Destekli Dış Politika: • Küresel gelişmelerden ve artan fiyatlardan sessizce ama azami düzeyde faydalanan Rusya, yeniden küresel bir aktör olma yolunda geçiş dönemini atlatarak ayağa kalkma sürecini tamamlamıştır. Bugün, petrol ve doğalgaz ağırlıklı enerji kaynaklarının satışından sağlanan gelir Rusya’nın GSMH’sinin yüzde 25’ini, ihracat gelirlerinin ve bütçesinin de yarısını oluşturmaktadır. Bu zenginliğin yarattığı güvenin Rusya’nın dış politika yapım sürecine doğrudan etkisi vardır. Geçtiğimiz son iki yılda Ukrayna, Gürcistan Azerbaycan ve Belarus’ta yaşanan gelişmelerle dikkat çeken bu durum, Avrupa ve Türkiye’ye olan yansımalarıyla daha fazla önem kazanmıştır. Başta AB olmak üzere sürekli ve güvenilir enerji kaynakları ihtiyacı ve beklentisi içinde olan aktörler, gelişmeler karşısında Rusya ile ilişkilerini gözden geçirmeye ve bu bağlamda alternatifler geliştirmeye girişmişlerdir. Bu noktada, merkezinde Rusya’nın yer aldığı temel dış politika tartışması, Rusya’nın sahip olduğu bu kaynakları Soğuk Savaş’ın ideolojik çekişmesi ve silahlanma yarışı yerine yeni bir silah olarak dış politikasında kullanıp kullanmadığıdır. • Petrol, doğal gaz, kömür, elektrik ve diğer kaynakların tamamının toplamına dayalı enerji üretimi dikkate alındığında, Rusya Federasyonu ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük enerji üreticisidir. Dünya enerji üretiminin yaklaşık yüzde 12’si Rusya tarafından gerçekleştirmektedir. Genel enerji tüketiminde ise Rusya ABD ve Çin’in ardından yüzde 7’lik oran ile üçüncü sırada yer almaktadır. Bu genel oranlar içinde petrol ve doğalgaz özel bir yere sahiptir. Daha özelde doğalgaz, Rus dış politikasında enerjinin rolünü öne çıkartan ana başlık konumundadır. Bugün Rusya dünyanın sahip olduğu kanıtlanmış petrol rezervlerinin yaklaşık yüzde 6’sına sahiptir. Üretici olarak ise Suudi Arabistan’dan sonra dünyanın en büyük ikinci petrol üreticisi konumundadır. Dünya petrol üretimin yaklaşık yüzde 12’sini gerçekleştiren Rusya iç tüketimde kullandığı üçte birin - ki bu Rusya’yı dünyanın 5. büyük petrol tüketicisi yapmaktadır- dışında kalan petrolü ağırlıklı olarak Avrupa Birliği ülkelerine satmaktadır. • Doğalgaz’da ise durum daha dikkat çekicidir. Dünyanın kanıtlanmış en büyük doğalgaz rezervleri Rusya’nın elindedir. 2.000–2.300 trilyon metreküp civarındaki bu rezervler dünya toplamının yaklaşık üçte birini oluşturmaktadır. İkinci sıradaki İran’ın sahip olduğu doğalgaz Rusya’nın ancak yarısına ulaşabilmektedir. Uluslararası alanda karşı karşıya bulunduğu sıkıntılı durum İran’ı bu kaynağı etkin bir biçimde kullanabilme konusunda kısıtlarken, Rusya’yı daha da ağırlıklı bir konuma taşımaktadır. Dünya doğalgaz toplam üretiminin yüzde 22’si Rusya tarafından gerçekleştirilmektedir. Rusya, yüzde 16’lık tüketim oranıyla ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük tüketicisi olarak 16 dikkat çekmektedir, ancak tüketiminden sonra elinde kalan miktarla dahi en önemli doğalgaz satıcısı konumuna gelmektedir. Bunun önemli bir kısmı Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı Avrupa’ya ihraç edilmektedir. • Bugün Avrupa petrol tüketiminin yaklaşık yüzde 15’ini Rusya sağlamaktadır. Bu rakama Avrupa’nın petrol ihracatı perspektifinden bakıldığında, bu oranın yüzde 30’ları bulduğu görülmektedir. Avrupa ülkelerinin azalan petrol üretimleri dikkate alındığında Rus petrolünün önemi daha da belirginleşmektedir. Doğalgaz ise bu açıdan daha önemli bir kaynaktır. Avrupalı ülkelerin doğal gaz tüketiminde yüzde 25’lik oranla Rus gazı ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Avrupa–30 olarak niteleyebileceğimiz 27 AB üyesi, İsviçre, Türkiye ve Norveç’in toplam doğal gaz ihtiyacının yaklaşık yüzde 70’i Rusya’dan ithal edilmektedir. Uluslararası Enerji Ajansı, 2030’larda Avrupa’nın doğal gaz talebinin iki katından fazla artacağını tahmin etmektedir. Doğal olarak, bu gazın tamamının Rusya tarafından karşılanması beklenmese de artan talebin Orta Asya ve Hazar dâhil olmak üzere Rusya bağlantılı kaynaklardan sağlanması gündeme gelmektedir. Bu aşamada, Rusya’nın bu oyunda nasıl bir vizyonla yer alacağı hususu önem kazanmaktadır. • Yukarıdaki genel rakamlara bakıldığında bile varılabilecek sonuç, Rusya’nın tam anlamıyla bir enerji devi ve ihracatçısı olduğudur. Kömür ve elektriğin dışında petrol ve doğalgaz, kurulan boru hatları vasıtasıyla giderek artan kullanımları nedeniyle özel bir konum kazanmaktadır. Bu hatların nasıl ve hangi güzergâh üzerinden inşa edileceği konusu bile günümüz uluslararası politikasının en hararetli ve dikkat çeken tartışmaları arasındadır. Rusya son 30 yıl boyunca petrol ve son dönemlerde de doğal gaz açısından Avrupa için her ne kadar güvenilir bir tedarikçi olmuş ise de, bu durumun önümüzdeki dönemde nasıl bir seyir izleyeceği merak konusudur. • Avrupa açısından her geçen gün biraz daha otoriter ve anti-demokratik bir şekil alan Rus siyaset ve idaresinin güvenilirliği konusu, son dönemde transit ülkeler konumundaki Belarus ve Ukrayna bağlamındaki gelişmelerle daha da dikkat çekici bir hal almıştır. Artan fiyatlar ve bunların tüketicilere yansımaları, transit ülkeleri aradan çıkartacak Burgaz-Aleksandropulos ya da Baltık boru hattı gibi alternatif hatların inşası konusunda yaşanan sıkıntılar ise meseleye yeni boyutlar kazandırmaktadır. Meselenin anlaşılması ise Rusya’nın enerji politikasının daha kapsamlı bir çerçevede analizi ile mümkün olacaktır. 17 C.Rusya’nın Enerji Politikası: • Rusya’nın 2003’te son halini alan “2020’ye Kadar Rus Enerji Stratejisi” belgesi, bu tarihe kadar dış politika bağlamında nispeten geri planda duran enerji politikalarının tutarlı, etkin ve dış politika aracı olarak kullanılabilecek bir enerji stratejisine dönüştüğü aşamadır. İç ve dış siyasal ortamın bu döneme kadar bu türde bir stratejinin oluşmasına ve kullanılmasına izin vermemiştir. Bu döneme kadar Rusya’da enerji politikası bir bölümü devletin dışında yer alan çeşitli aktörler tarafından belirlenmiştir. Merkezi bir planlama ve kontrol söz konusu olmamıştır. Bunda Sovyetler sonrası dönemin özelleştirme politikaları çerçevesinde petrol endüstrisinin özelleştirilerek çok başlıklı bir yapıya kavuşturulmuş olması etkendir. Bu bağlamda, bölgesel düzeyde belirlenen 11 ayrı şirkete devredilen yapı, merkezi hükümetin kontrolü dışında kalmıştır. Bu dönem, enerji şirketlerinin yöneticilerinin, hazineye para aktaran en önemli unsurların yöneticileri olarak hükümet düzeyinde karar alma süreçlerini etkiledikleri, hatta belirleyici oldukları bir dönemdir. Rusya içinde yaşanan kanlı mücadeleler, merkezi devletin etkinliğini kaybetmesi, Yeltsin’in iktidarını sağlamlaştıramaması bunun neden/sonuçlarıdır. • Bu sürecin Putin iktidarı ile değişmeye başladığı görülmektedir. Putin’in, enerjiyi dış politika aracı olarak kullanma imkân ya da becerisini elde etmek amacıyla, halen devletin elinde bulunan enerji devi Gazprom’u, yeni politika oluşturma sürecinin merkezine oturtarak, dağınık yapının aşılmasını hedefleyen farklı bir adım attığı görülmektedir. Putin’in yeni politikası, aslında planlı bir bakış açısının ve bilinçli politik bir yaklaşımın sonucudur. • Vladimir Putin iktidarının yaklaşımının temelini, piyasa koşullarında bir takım adımlar atılarak büyük devlet yapılanmaları kurulması ve bunların hedeflerinde Rus halkının ve devletinin çıkarlarının korunmasına öncelik verilmesi oluşturmaktadır.19 Burada öngörülen yöntem, devletin bu sektöre geniş faaliyet alanına sahip dikey örgütlenmiş şirketler vasıtasıyla doğrudan girmesidir. Gazprom’un kuruluşuna, yapısına ve hedeflerine bakıldığında; faaliyet şekli ve politikaları akla getirildiğinde, aradaki bağlantı daha da iyi görülebilmektedir. 19 Putin’in, Devlet Başkanı olmadan çok daha önce, 1997’de, St. Petersburg Madencilik Enstitüsü’nde savunduğu ve başarılı bulunan doktora tezi ile 1999’da aynı Enstitü’nün dergisinde yayımladığı makalesinin konusunun, başta petrol ve doğal gaz olmak üzere doğal kaynakların Rus ekonomisinin gelişimindeki rolü olduğu akla getirildiğinde, bu durum daha da anlaşılabilir olmaktadır. Putin bu çalışmasında, petrol ve doğalgaz başta olmak üzere hidrokarbon kaynakların Rusya’nın zenginleştirilmesi ve ekonomisinin ayağa kaldırılabilmesi için nasıl kullanılması gerektiğini incelemektedir. 18 • Aynı dönemde çeşitli nedenlerle hızla artan enerji fiyatları, ucuz ve temiz olduğu için kullanımı yaygınlaşan doğalgaz, Putin’in attığı bu adım ile başlayan yeni sürecin başarısını mümkün kılmış ve Moskova’yı konuya daha bir dikkatle eğilmeye yönlendirmiştir. Putin’in Rusya’nın “oligarklarıyla” Ocak 2001’de yaptığı toplantıda “ya siyaset ya ekonomi” uyarısı sonrası açtığı ve ardından başta istihbarat birimleri olmak üzere, devlet bürokrasisinin desteğini de aldığı savaş sonucunda devletin enerji sektöründe kontrolü yeniden eline almaya başladığı görülmektedir. D.Enerji Stratejisinin Hayata Geçirilmesi: • Yukarıda bahsedilen yeni Enerji Stratejisi bu sürecin belgesi, çerçevesi ya da uygulaması olarak algılanabilir. Rus hükümeti yeni bir strateji girişimine Kasım 2000’de başlamıştır. Putin’in değerlendirmesine göre, petrol ve doğal gaz özel sektöre değil devlete ait olmalıdır ve devlet de bu alanları devletin ve halkın çıkarları için işletmelidir. Yeni strateji enerji sektörünün büyütülmesini öngörmektedir. Bu büyümede mali yönden enerjiye bağımlı Rusya’nın ihracatının yeni piyasalar bağlamında başta Asya-Pasifik ve Kuzeydoğu Asya pazarıyla büyütülmesi hedeflenmekteydi. Bu bağlamda, tanımlanan yeni hedefler doğrultusunda 2,5 yıllık bir süreçte şekillendirilen yeni stratejiyle, Rusya için kuzey-güney-doğu hatlarında yeni işbirliğinin çerçevesi çizilmiş ve dış politika oluşturma sürecine girişilmiştir. Burada salt AB’ye endeksli ihracat modelinden uzaklaşma amaçlanmıştır. Bu tabi ki AB’den vazgeçilmesi anlamına gelmemekte; kurulu ağlar, ticari ilişkiler ve güvenilir müşteri konumu nedeniyle vazgeçilemeyecek bir pazar olan AB kenara itilmemekteydi. AB ile var olan ilişki ve ticaretin genişletilmesi yaklaşımı doğrultusunda, bir yandan yeni nakil hatları oluşturulurken, öte yandan da kalıcı işbirliği için AB’nin yeni enerji politikası oluşturma süreciyle uyumlu görüşmelere girişilmiştir. Bu türden bir AB stratejisinin oluşturulması gerekliliğinin yanı sıra, AB ülkelerinin Rusya’yı güvenilir ve sürekli bir ortak olup olmadığını tartışmaya açmasının yarattığı tutarlı ve etraflı bir politika geliştirme zorunluluğu, karşı tarafta yer alan Rusya’yı da sadece AB’ye bağımlı bir politik/ekonomik yaklaşımın dışına çıkmaya zorlamıştır. • Güney hattında Türkiye ile sorunlu hususlar bir kenara bırakılarak, Mavi Akım merkezli yeni ve alternatif hatlarla Orta Doğu ve İsrail pazarına girmeyi hedefleyen çok boyutlu bir ortaklık projesi uygulamaya konulmuştur. Hindistan, Çin ve Japonya Doğuya doğru büyüyen ve umut vadeden pazarlar olarak tanımlanmıştır. Çin’le hızla işbirliğine gidilerek 30 milyon ton kapasiteli yeni bir boru hattı inşa edilmesini öngören bir anlaşma imzalanmıştır. Bu hattın 2030’da 700 milyon ton petrol taşıyabilecek bir kapasiteye 19 ulaştırılması hedeflenmiştir. Rusya açısından Şanghay İşbirliği Örgütü’nün ve başta Türkmenistan olmak üzere Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin öneminin artması da bu bağlamda değerlendirilebilir. • Eş zamanlı olarak 2003 yılının başından itibaren Japonya ile de birliği görüşmelerine başlanmıştır. Ocak 2003 Rus-Japon Eylem Planı’nın merkezine de enerji merkezli işbirliği oturtulmuş ve bir boru hattı inşası, ayrıca, gerekirse Çin hattının büyütülerek genişletilmesi konuları gündeme gelmiştir. Güney Kore ve Moğolistan ile işbirliği başlatılması ve buna bir de Amerikan pazarına ulaşılması amacıyla Moskova ile Washington arasında yeni bir enerji diyalogunun gündeme gelmesi eklendiğinde, yeni Rus politikasında enerji konusunun merkeze oturduğu birçok-boyutluluk gözlenmektedir. Bu noktada belirtilmesi gereken husus, Türkiye’de Rusya ile özel yakınlaşma olarak görülen sürecin, aslında, Rusya’nın bilinçli bir tercihle dört bir tarafında yer alan komşularıyla geliştirmeye çalıştığı, merkezinde enerji ve ticaretin yer aldığı, planlı ve eşgüdümlü yeni bir dış politik tercihin yansıması olduğudur. • Bu çerçevede, başta doğal gaz olmak üzere enerji kaynakları, işbirliği olanağı tanıyan bir kaynak olmaktan çıkarak adım adım bir dış politika aracına dönüşmektedir. Devletin kontrolünün yüksek düzeyde olduğu doğalgaz ve elektrik en önemli araçlar olarak öne çıkmaktadır. Gerek eski Sovyet cumhuriyetlerinin (ya da BDT ülkelerinin) bu kaynaklara olan bağımlılıkları, gerekse Avrupa ülkelerinin artan petrol ve doğalgaz talepleri ile Hindistan, Çin ve Japonya gibi yeni taliplerin ortaya çıkması, bu kaynakların birer dış politika aracına ya da dış politika silahına dönüşmesine katkı sağlamaktadır. Bu durumda, Rusya’nın da yeni ticari/politik tercihler geliştirerek günümüze kadar siyasal etkinlik amacıyla ve Sovyet döneminin politik mirasının gereği olarak uyguladığı fiyatlama politikasını revize etmesi, bu ülkenin, enerji kaynaklarını yeni bir dış politika silahı olarak gördüğü tartışmasını da beraberinde getirmiştir. Hele bu fiyatlamanın ekonomik mantığı açıklanırken, aynı bölgede yer alan Ermenistan ve Gürcistan gibi aktörlere farklı politikalar uygulanması ve Rusya’nın bu politika farklılığını açıkla(ya)maması Rus politikalarına yönelik genel kuşkuyu beslemektedir. • Bilindiği üzere Rusya, daha önceki dönemde, gerek iç tüketimde gerekse eski Sovyet coğrafyasında insani gereklilik ve siyasal etkinlik çerçevesinde, doğal gaz ve petrolü piyasada oluşan fiyatlardan bağımsız bir biçimde ve büyük oranda sübvanse ederek sağlamaktaydı. Doğal gaz ve petrol talebinin artması, sağladığı ekonomik gelir ve oluşan yeni siyasi hedefler, Rusya’yı farklı bir yöne itmiştir. Rusya, hem kendi iç pazarını koruyarak ucuz petrol arzı sağlamak hem de liberal ekonomik dünyanın bir parçası olmak 20 amacıyla gelirlerini arttırmak adına yeni bir fiyatlama politikasına gitmiştir. Öngörülen hedef, BDT’ye sağlanan petrol ve gazın fiyatlarının 2011’de Avrupa’ya satılanla eşitlenmesiydi. Bu türde bir fiyatlama mali/teknik altyapının yenilenmesi ve üretim ile tüketimin sürdürebilirliğinin sağlanması açısından bir zorunluluk ve gerçekçi bir politika gibi görülse de, bunun doğrudan sonuçları bir anda bağımsızlıklarını sağlamlaştırarak Rusya’dan uzaklaşmaya ve Batı dünyasıyla yeni ilişkiler kurmaya çalışan eski Sovyet ülkelerine yansıyıverdi. Yeni strateji çerçevesinde, bu ülkelere sağlanan petrol ve gazın fiyatları aşamalı olarak uluslararası seviyeye çekildi ve kıyamet bundan sonra koptu. Bu gelişme Rusya ile sorunlu ilişkileri olan eski Sovyet cumhuriyetlerince dünyaya Rusya’nın eski düzeni korumak adına elindeki enerji kaynaklarını birer dış politika aracı olarak kullanmaya başladığı şeklinde yansıtılmıştır. • Rusya ile sorunlu ilişkileri bulunan eski Sovyet cumhuriyetlerince bu gelişme, Rusya’nın eski düzeni korumak adına bu kaynakları bir dış politika aracı olarak kullanmaya başladığı şeklinde uluslararası arenaya yansıtılmıştır. Bu cumhuriyetlerin uyarısı ise “bizim üzerimizden oynanan bu oyuna son vermezseniz sıra size de gelecek” şeklindeydi. Bu durumun, Avrupalı alıcılar tarafından tepki ve korkuyla izlendiği özellikle belirtilmelidir. Bu bağlamda, gelişmelere bakarak Rusya’nın eski Sovyet coğrafyasında enerji kaynaklarını uzun soluklu bir silah olarak kullanmaya başladığı söylenebilir. Belarus, Gürcistan ve Ukrayna bağlamında gözlenen söz konusu gelişmeler, örnek olaylar olarak sıklıkla incelenmektedir.20 • Rusya’nın takındığı tavır ticari açıdan mantıklı ve doğru gözükse de, sürecin işletilmesine bakıldığında, Rusya’nın bu tarzını dış politik kararlarıyla eşgüdümlü yürüttüğü ve en azından diş geçirebildiği ülkelere, enerjiyi bir silah olarak kullanarak yaklaştığı görülmektedir. Azerbaycan ve Gürcistan’a karşılık Ermenistan’a tanınan ayrıcalıklar, bu yaklaşımın Kafkasya’daki yansıması ya da kanıtı olarak görülebilir. • Diğer taraftan, Rusya doğalgazı ihraç etmenin ötesinde, ister doğrudan Gazprom eliyle isterse Gazprom’un arkasında bulunduğu şirketler ve özelleştirmeler vasıtasıyla, BDT ülkelerindeki ve Avrupa’daki yerel dağıtım şirketlerini de ele geçirmeye 20 Bu uygulamaya konu olan ilk ülke Belarus’tur. Belarus’la iki devletli özel bir birlik kurulması hedefi çerçevesinde petrol ve doğalgaz önemli iki silah olarak kullanılmıştır. Belarus-Rusya arasında geçtiğimiz 2006 yılının son günlerinde yaşanan ve son anda aşılan doğalgaz krizine 2007’de eklenen petrol krizi Rusya’nın enerji kaynaklarını nasıl gördüğünün ve kullandığının en somut yansıması olarak değerlendirilebilir. Almanya, Polonya, Macaristan, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti’ni bir anda stratejik petrol rezervlerine başvurma durumuyla karşı karşıya bırakan bu yaklaşım, gerek Rusya’nın gerek eski Sovyet coğrafyasının gelecekte Avrupalılara enerji dar boğazları yaratabileceği korkusunu akıllara getirmiştir. Sorun her ne kadar kısa sürede çözüme kavuşturulmuş ise de Rusya’nın Gürcistan’a karşı takındığı tavır da korkuları tekrar canlandırmıştır. 21 çalışmaktadır. Bu durum, Rusya’nın gazın dağıtımında son noktaya kadar ulaşarak gaz fiyatlarını kontrolü altında tutmaya çalışmasının bir yansımasıdır. Böylece, Orta Asya veya benzeri alternatif kaynakları kısıtlama, hem alıcı hem satıcı hem de dağıtıcı olarak piyasaya tam hâkim olma çabaları da sürdürülmektedir. Rusya’nın Türkmenistan gibi kaynak sağlayıcı ülkelerin ürettiği gazı ve diğer kaynakları alarak kendi sistemine sokup yeniden fiyatlandırarak satma politikası bunun doğrudan yansımasıdır. Bu gibi kaynak ülkelerin, Rusya dışındaki üçüncü ülkelerle ilişkiler kurmaları ve alternatif sözleşmeler yapmalarının önüne geçilmesi çabaları da bunun bir sonucudur. Bu ise enerji merkezli bir dış politika oluşturulmasına ve uygulanmasına yol açmaktadır. • Gürcistan bu oyundaki konumu ise transit geçiş hattı olarak edindiği konumla ilgilidir. Hazar kaynaklarının, Orta Asya’daki kaynaklarla desteklenerek Batı pazarına ulaştırılması ve böylece Rusya’ya alternatif hat yaratılmasında Gürcistan önemli bir konuma sahiptir. İran ve Afganistan-Pakistan hattının bilinen kısıtlamaları, Türkiye ve Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sorunlar Gürcistan’ı alternatifsiz duruma sokmaktadır. • Bu konum Gürcistan’ın AB-NATO üyeliğini öngören yaklaşımı ve Rusya’nın da bölgesel ve küresel düzeyde şekillendirmeye çalıştığı politikalarıyla birleştiğinde Gürcistan’ı bir anda Rusya’nın hedefi konumuna taşımıştır. Bu koşullar altında bölgesel ve küresel seviyeler arasında gidip gelen çekişmede Rusya’nın elini güçlendiren bir diğer faktör Gürcistan’ın zayıf noktası olarak öne çıkan Abhazya ve Güney Osetya olmuştur. D.Gürcistan’ın Zafiyeti: Toprak Bütünlüğü: • Rusya’nın bölgesel anlamda yakın çevresine yönelik olarak başvurduğu enerji kartının yanı sıra elindeki diğer bir koz, Sovyet döneminin mirası etnik sorunlar ve yansıması dondurulmuş anlaşmazlıklardır. 1990’ların başından itibaren kronikleşen ve çözümlenmeden fiili yapılanmaların ortaya çıkmasına neden olan bu sorunlar hızla uluslararasılaşarak çözümsüz bir hal almışlardır. Gürcistan Acara, Abhazya ve Güney Osetya sorunlarıyla bu devletlerin en sıkıntılısıdır. • Abhazya ve Osetya meseleleri Gürcistan’ın Rusya tarafından sınırlandırılması ve bu bağlamda Rusya’nın istediği dış politika çizgisine getirilmesinde açıkça kullanılmıştır. Nitekim Gürcistan’ın BDT’ye katılması ve Şevardnadze’nin iktidar koltuğunda kalması, Gürcistan’ın dış politik alanda bir takım çizgi değişikliğine gitmesine neden olan 22 Abhazya’da yaşananlarla yakından ilintilidir. Üyelik sonrası Abhazya’ya BDT ambargosu uygulanması da Gürcistan’ın bu çizgiye çekildiğine ola inançla ilintilidir. • Gürcistan’ın Saakaşvili’nin iktidara gelmesiyle çizgisini yeniden değiştirerek yüzünü Batı’ya dönmesi üzerine Rusya’nın da Abhazya ve Güney Osetya politikaları bağlamında Gürcistan’a bakışını değiştirdiği görülmektedir. İlk olarak BDT ambargosu kaldırılmış, bu bölgelerde yaşayanlara Rus vatandaşlığı verilerek Rusya’ya entegre edilmeye çalışılmış, gerginlik arttıkça da Abhazya ve Osetya ile ikili düzeyde ilişkiler geliştirilmiştir. Rusya’nın Abhazya ve Osetya ile Kuzey Kafkasya’daki özerk cumhuriyetler düzeyinde kurulan ilişkilere benzer ilişkiler kurulması, ticari yatırımlarını hızlandırması kararı da bu yaklaşımın ürünüdür. • Çatışmalar sonrasında gelinen noktada Rus yetkililerin Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü adeta alaya alırcasına sorgulamaları ve netice itibarıyla tanıma kararıyla neredeyse tamamen ortadan kaldırmaları bu anlayışın zirvesidir.21 Rusya’nın gelecekte Gürcistan’da Ermenilerle ve diğer azınlık gruplarının yoğun biçimde yaşadıkları bölgelerde nasıl bir tavır takınacağı da henüz bilinmemektedir. 21 Bkz., Medvedev’in 12 Ağustos’ta Sarkozy ile yaptığı basın toplantısında söylediği sözler: “What is sovereignty? It is the supremacy of central government. Does Russia recognise Georgia’s sovereignty? Without any doubt it does, just as it recognises the Georgian government’s independence from any other governments. But this does not mean that a sovereign state has the right to do whatever it pleases. Even sovereign states have to answer for their actions. Regarding the issue of territorial integrity, this is a separate concept. Sovereignty is based on the people’s will and on the constitution, but territorial integrity is generally a reflection of the real state of affairs. On paper everything can look fine but the reality is far more complex. Territorial integrity is a very complicated issue that cannot be decided at demonstrations or even in parliament and at meetings of leaders. It is decided by people’s desire to live in one country”. “Kremlin Press Statement following Negotiations with French President Nicolas Sarkozy”, 12 August 2008, www.kremlin.ru/eng/speeches/2008/08/12/2100 type82912type 82914type82915_205208.shtml. Ya da Putin’in 9 Ağustos’ta yaptığı şu açıklamaları: “This is something that must take place in strict accordance with international law, though over these last years international law has given us numerous very complicated cases of peoples exercising their right to self-determination and the emergence of new states on the map. Just look at the example of Kosovo” … “a fatal blow has been inflicted on the territorial integrity of Georgia itself, and … its own sovereignty”. Benzer biçimde Lavrov’un 14 Ağustos’ta öyledikleri: , “one can forget any talk about Georgia’s territorial integrity”. Ya da Medvedev’in Kremlin’de Abhaz devlet başkanı Sergey Bagapş ve Güney Osetya devlet başkanı Eduard Kokoiti’ye söyledikleri: “And finally, what I wanted to say, last but not least. You know about the sixth principle – I just mentioned this – the issue of status. I would like you to know and to convey to the people of South Ossetia and Abkhazia that the position of the Russian Federation will not change: we will support any decision taken by the peoples of South Ossetia and Abkhazia in accordance with the United Nations Charter, international conventions of 1966, and the Helsinki Act on security and cooperation in Europe. And we will not only support these decisions but will guarantee them in the Caucasus and in the world”. Bkz., “Meeting with the President of South Ossetia Eduard Kokoity and President of Abkhazia Sergei Bagapsh”, Kremlin website, 14 Ağustos 2008, www.kremlin.ru/ eng/speeches/2008/08/14/1708_type82912type82914_205321.shtml. Ayrıca bkz. “Russia: Forget Georgian territorial integrity”, Associated Press, in International Herald Tribune, 14 Ağustos 2008, www.iht.com/articles/ap/2008/08/14/news/Russia- Georgia.php. 23 4. Küresel Alana Yansımalar: Yeni “Soğuk Savaş”? • Rusya’nın geçirdiği dönüşüm sürecinde AB ve NATO’nun öncülüğünde Transatlantik dünyasının Rusya’ya ve Kafkaslara bakışında ve politik yaklaşımlarında kökten bir takım dönüşümler yaşandığı gözlemlenmektedir. Doğu Avrupa ve Batı Balkanlar’daki siyasi bütünleşme süreçlerini tamamlamak üzere olan bu yapılanmaların yeni hedefleri Kafkasya olarak belirginleşmektedir. Nitekim tüm bu yapıların 2000’li yılların ortalarından itibaren Kafkasya’ya özel temsilci atadıkları, ürettikleri politika belgelerinde Kafkasya’yı özel bir bölge olarak tanımlayarak bir takım kestirimler yaptıkları ve hatta Kafkasya’ya özel politika açılımlarını içeren belgeler ürettikleri görülmektedir. • Bölge ülkeleri demokratik, liberal değerlerin hâkim olduğu, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygının öncelikli konumda olduğu devletlere dönüştürülmeye çalışılmaktadır. AB ve üye ülkelerin bu süreci mümkün olduğunca dengeli, yavaş da olsa işletilebilir bir vizyonla sürdürmeye çalıştıkları söylenebilir. Kafkas ülkelerinin bu süreçten fazla bir rahatsızlık duymadıkları, Rusya’nın da bu adımları kendi varlığı ve etkinliğine doğrudan bir tehdit olarak algılamadığı ileri sürülebilir. Bu bağlamda AB’nin bazı üyelerinin Rusya ile kurdukları özel ilişkiler, AB’nin Kafkasya’da anlaşmazlıkları çözmede kabul edilebilir bir aktör olarak faaliyette bulunmasına da imkân tanımaktadır. • ABD ise bu mücadelede etkin bir konuma sahiptir ve bölgeye girmeye çalışan küresel hegemon güç olarak algılanmaktadır. Son dönemde Karadeniz (bölgesi) merkezli şekillenen mücadele, ileri geri bir takım adımlarla Ukrayna, Moldova, Bulgaristan ve Romanya bağlantısıyla Gürcistan’a kadar ulaşmış durumdadır. Buna bir de füze kalkanı sistemi bağlantısıyla Polonya ve Çek cumhuriyetinin eklenmesiyle Rusya açısından bir çevreleme politikası uygulaması algısı ortaya çıkmaktadır. Güney Osetya’da yaşanan çatışmalar sonrasında Polonya’nın ABD ile masaya oturması, Ukrayna’nın Karadeniz’e açılan Rus donanmasına yönelik yaklaşımı, çevreleme politikasının uygulanmasının hızlanması ile Rusya’nın bu çevrelemeye göstereceği tepkilerin artarak sertleşmesi beklentilerine yol açmaktadır. • Bu girişimlerin tamamını engelleme yetisine sahip olmayan Rusya’nın ise oyunu Kafkasya merkezli kurduğu görülmektedir. Bu bağlamda küresel hâkimiyet mücadelesinde Kafkasya bir tür “savaş alanı” olarak belirginleşmektedir. ABD de etkinliğini daha da artırmak adına politikasının merkezine Gürcistan’ı oturtarak bir açılım yaratmaya çalışmaktadır. Bu çerçevede temel öncelik Abhazya ve Güney Osetya ile diğer 24 dondurulmuş anlaşmazlıkların ABD tarafından ve ABD’nin istediği yönde çözümlenmesine çalışmak olarak belirginleşmektedir. Bu bakış açısıyla Kafkasya’da ortaya çıkan yeni “soğuk savaşın” odağında bölgedeki dondurulmuş anlaşmazlıklar yer almaktadır. Karşımıza çıkan durum ya da Batı dünyası merkezli algı, Rusya’nın kendi özel çıkarları adına bu anlaşmazlıkların devamı ve hatta yeniden canlanması bağlamında girişimler yürütürken, ABD ve AB ile kurumlarının bu anlaşmazlıkların çözümü yönünde faaliyette bulundukları yönündedir. Ama sonuca bakıldığında tarafların tamamının bu anlaşmazlıkları kendi çıkarları bağlamında yönlendirmeye çalıştıkları görülmektedir. Bu bağlamda tarafların sorunun canlanması ya da kendi istedikleri yönde gelişmesi adına bir takım taktik ve stratejik adımlar attıkları görülmektedir. • Nitekim son dönemde Batı dünyasının sorunların çözümü yönünde AB öncülüğünde yeni adımları söz konusuydu. Çatışmaların başlamasından önceki hafta, Alman Dışişleri Bakanı Steinmeier’in girişimleri sonucunda, Gürcistan’ın Güney Osetya ve Abhazya yönetimleriyle bu bölgelerin statülerinin tartışılacağı yeni bir görüşme sürecini başlatması beklenmekteydi. Rusya’nın da onaylaması nedeniyle bir sonuca ulaşacağı düşünülen görüşmelere başlanması beklenirken bölge savaşla karşı karşıya kaldı. • Bu noktada söylenebilecek olan mücadelenin artık küresel düzeye taşınmış olduğudur. Bu mücadelenin, Doğu Avrupa ve Batı Balkanlar’da olduğu gibi Batı dünyasının lehine ve Rusya’nın aleyhine bir sona doğru gidip gitmeyeceği ise önemli bir soru olarak karşımızda durmaktadır. Zira Kafkasya Avrupa değildir, Kafkasya ülkeleri de Balkan ya da Doğu Avrupa ülkeleri. Rusya’nın yakın çevresi olarak gördüğü bölgedeki etkinliği ve varlığı da Avrupa’dan farklı bir görünüm sergilemektedir. • Sarkozy’nin girişimleriyle şekillenen AB ateşkes anlaşmasının da bu durumu teyit ederek Kafkasya’da belki de yeni devletler ve yeni sınırların söz konusu olacağı yeni bir dönemi başlatması hedeflediği iddia edilebilir. Fakat Rusya’nın tek taraflı olarak aldığı bağımsızlığı tanıma kararının Batı dünyasının küresel düzen ve işbirliği algısını temelden sarstığı görülmektedir. Batı dünyasının yeni bir küresel düzen oluşup oluşmayacağını ya da Soğuk Savaş’ın yeniden başlayıp başlamayacağını tartışmaya başlaması bu bağlamda değerlendirilebilir. • Batı dünyasının Gürcistan’daki gelişmelere tepkisi açıklanan bildirilerle ancak söylem düzeyinde kalabilmiştir. Uygulama ise insani yardım ile Gürcistan’ın yeniden inşası çerçevesinde maddi destek sözleri biçimindedir. İlk aşamada AB üyesi ülkelerin 25 liderlerinin, ABD Dışişleri Bakanının ve diğer liderlerin destek turları da bu bağlamda sembolik bir anlam taşımaktan fazla bir şey ifade etmemektedir. • Diğer yandan Batı dünyasının Rusya’ya yönelik yaptırım alternatiflerinin sınırlı olduğu iddia edilebilir. Rusya-NATO Konseyi’nin ve ortak tatbikatların askıya alınmasının, Rusya’nın DTÖ üyeliğinin ötelenmesinin, D8 üyeliğinin askıya alınmasının ya da olimpiyatların boykot edilmesinin pratik sonuçlarını Rusya’dan çok Batı dünyasının çıkarlarını zedeleyeceği iddia edilebilir. Bu adımların NATO ve AB üyesi ülkeler arasında bir bölünme yaratması ihtimali de göz ardı edilmemelidir. Nitekim bu konuyu değerlendirmek üzere acil/olağanüstü toplanan NATO ve AB zirvelerinden beklenilen/istenilen sonuçların çıkmaması bu yönde dikkate alınmalıdır. • Batı dünyasında bölünmeye yol açabilecek bir diğer konu ise eneri kaynaklarına duyulan ihtiyaçtır. Yukarıda da değinildiği üzere Bugün Avrupa petrol tüketiminin yaklaşık yüzde 15’ini Rusya sağlamaktadır. Bu rakama Avrupa’nın petrol ihracatı perspektifinden bakıldığında, bu oranın yüzde 30’ları bulduğu görülmektedir. Avrupa ülkelerinin azalan petrol üretimleri dikkate alındığında Rus petrolünün önemi daha da belirginleşmektedir. Doğalgaz ise bu açıdan daha önemli bir kaynaktır. Avrupalı ülkelerin doğal gaz tüketiminde yüzde 25’lik oranla Rus gazı ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Avrupa–30 olarak niteleyebileceğimiz 27 AB üyesi, İsviçre, Türkiye ve Norveç’in toplam doğal gaz ihtiyacının yaklaşık yüzde 70’i Rusya’dan ithal edilmektedir. Uluslararası Enerji Ajansı, 2030’larda Avrupa’nın doğal gaz talebinin iki katından fazla artacağını tahmin etmektedir. AB’nin ortak bir enerji ve hatta son gelişmelerin ışığında dış ve güvenlik politikaları geliştirilememesinin ardında bu gerçek ve özel çıkarların farklılaşması yatmaktadır. • Dolayısıyla Kosova ile başlayan sürecin Kafkaslardaki gelişmelerle uluslararası politik alanda yeni, sıkıntılı ve uzun bir döneme taşındığı iddia edilebilir. Bu süreçte Rusya’nın dışlanması ya da sisteme entegre edilerek karar süreçlerine dahil edilip edilmemesi merkezli bir çekişme, kısa ve orta vadede bizleri beklemektedir. 5. Türkiye’ye Yansımalar • Türkiye gerek bir bölge ülkesi olarak konumu ve Rusya ile ilişkileri gerekse Batı dünyası ve onun kurumlarının tarihsel bir ortağı/müttefiki olarak gelişmelerden doğrudan 26 doğruya etkilenmektedir. Kafkaslardaki son gelişmeler bir Kafkas ülkesi olmanın dışında, sınır boyu konumu; Azerbaycan ve Orta Asya ile bağlantının sağlanabilmesi; Gürcistan’a yapılan yatırımların geleceği; bu yatırımların Kafkasya ile oluşturulmaya çalışılan ulaşım, enerji ve ticaret ağlarına olan etkisi; Ermenistan’la ilişkilerin alabileceği seyir; küresel gelişmelerin Türk dış politikası üzerinde yaratacağı etkiler gibi sayısı artırılabilecek nedenlerle Türkiye’ye yakından ilgilendirmektedir. • Türk siyasa yapıcıları bu faktörlerin tamamını dikkate alan çok boyutlu bir vizyonla yeni bir bölge politikası geliştirmek durumundadırlar. Bu politikanın Türkiye’nin gerek bölgesel gerekse küresel aktörlerle ikili ilişkilerine olduğu kadar bölgesel ve küresel gelişmelere de doğrudan etkileri olacaktır. Bu bağlamda sabırlı, hesaplı ve kısa-orta ve uzun vadeli hedefleri bulunan çok boyutlu bir politikanın şekillendirilmesi gereklidir. • Son dönemde iç sorunlarla boğuşan Türkiye’nin bu süreçteki rolü ya da konumu, üzerinde özenle durulması gereken bir başlık olarak dikkat çekmektedir. Başbakan Erdoğan’ın Akdeniz İçin Birlik zirvesinde yaptığı konuşmada vurguladığı “Türkiye’nin çevresindeki bölgelerdeki sorunlara çözüm getiren ülke” algısının Kafkasya’daki sorunların çözümüne etkisi ve katkısının düzeyi değerlendirilmelidir. Benzer biçimde Temmuz 2008’de ilk defa yapılan Büyükelçiler Zirvesinde de Türkiye’nin içinde yer aldığı bölgelerde yapıcı roller yüklendiğinin/yüklenmesi gerektiğinin vurgulanması önemlidir. • Kafkaslardaki sorunların çözümünde Türkiye’nin konum ve yaklaşımı önemlidir. Bilindiği üzere Avrupa’daki sorunların çözümü ile AB/NATO genişlemelerinde Türkiye açıkça Batı dünyasının yanında yer almıştır. Türkiye Kosova’nın bağımsızlığını tanıyan ülkelerin de başındaydı. Fakat diğer yandan Karadeniz ve havzasında meydana gelen gelişme ve tartışmalarda, Montrö gibi temel bir takım anlaşmaların muhafazası ve kendi çıkarlarının korunması adına zaman zaman Batı dünyasıyla ters düşmekten de çekinmedi. Dönem dönem Türkiye’nin, özellikle ABD tarafından Rusya ile ittifak içinde hareket etmekle eleştirildiği durumlar dahi söz konusu oldu. Türkiye’nin Rusya ile artan düzeydeki ticari ilişkileri, bunların stratejik boyutta siyasi ve askeri ittifak ilişkilerine dönüşebileceği tartışmaları ise Türk iç/dış politikasının gündemini uzun süre meşgul etti. Gelinen noktada Kafkasya’nın konumu ve Türkiye’nin buradaki tavrı Avrupa ve diğer bölgelerden önemli bir farklılık göstermektedir. Türkiye bir Kafkas ülkesidir. Bu konumuyla Türkiye’nin Kafkasya’da takındığı ya da takınacağı tavrın, Türk-Rus ve Türk-ABD/Batı ilişkileri üzerinde doğrudan etkileri olacaktır. 27 • Türk siyasa yapıcıların gelişmeler karşısındaki ilk adımları tarafları itidal ve uluslararası hukuk çerçevesinde barışçıl çözüme dolayısıyla müzakerelere davet etmek olmuştur. Türkiye’nin somut önerisi ise daha sonra “Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu” adını alacak olan bir tür bölgesel girişim oluşturulmasıdır. A. Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu: • Tarafları normalleşme zemini yaratmaya davet eden Türkiye, “Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu” önerisi çerçevesinde Başbakan Tayyip Erdoğan’ın öncelikle Moskova ve Tiflis’e yaptığı ziyaretlerle gelişmeleri önemsediğini göstermiştir. Bu türde bir ittifakın ekonomik ve ticari ilişkiler merkezli şekillendirilerek bölge barış ve istikrarına katkı sağlaması amaçlanmaktadır. • Diğer taraftan bu girişimle ne elde edilmesinin hedeflendiği; ne türde bir yapılanmaya gidileceği ve bu karmaşık ortamda sürecin nasıl yürütüleceği meseleleri henüz açıklığa kavuşturulamamıştır. Bu çerçevede, ilk adımda yapılanların yarattığı/yaratacağı etkinin Türkiye’ye yansımaları başlangıçta ve hatta henüz, ne yazık ki dikkatle değerlendirilmemiştir. • Tahmin edilebileceği üzere Platform’un barış ve istikrar üreten kurumsal bir yapıya dönüşebilmesi bölge ülkelerinin birbirlerini algılamalarına ve yapıcı yaklaşımlarına bağlıdır. Gürcistan’ın Rusya’ya bakışı, Azerbaycan-Ermenistan ilişkileri, bunların küresel alana yansımaları ile Türkiye’nin Kafkasya’da, bölgesel bir takım sorunların doğrudan tarafı olduğu akla getirildiğinde bunun zorlu bir girişim olduğu açıkça görülmektedir. Kısa vadede olumlu bir hava hissedilemese de gelişmelerin seyri Türkiye’yi doğrudan ilgilendirmektedir. Özellikle Türkiye-Ermenistan, Azerbaycan-Ermenistan, Dağlık Karabağ ve Abhazya/Güney Osetya (Rusya-Gürcistan) sorunları benzeyen ve benzemeyen nedenleriyle Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren sorunlardır. Platformun bu meselelerin çözümünde rol oynayacak bir çerçevede olması zorunluluktur. • Platformun bu türde bir rol yüklenebilmesi için, anlaşmazlığın aldığı boyutlar nedeniyle sadece bölge ülkeleri tarafından değil küresel aktörlerin de olumlu biçimde algılanması/desteklenmesi bir zorunluluktur. Nitekim özellikle ABD, başlangıçta Türkiye’nin istikrar platformu açılımını ittifakın bilgisi ve beklentisi dışında tek taraflı atılan bir adım olarak algılayarak rahatsızlık duyduğunun sinyallerini vermiştir. Türkiye’nin müttefiki/parçası olduğu ülkeler/yapılar ile müzakere etmeden, Kafkasya’da ABD ve AB dışında bir takım adımlar atmaya çalışması olarak değerlendirilen bu durum 28 çatışmaların sona ermediği, masaya oturma aşamasına daha ulaşılamadığı bir zeminde Türkiye’nin farklı bir vizyonu olup olmadığı tartışmalarına dahi yol açmıştır. Eş zamanlı olarak İran cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın Türkiye gezisi, öncesinde Dışişleri Bakanı Babacan’ın yaptığı Tahran ziyaretleri ve Enerji Bakanı Güler’in çeşitli enerji anlaşmaları imzalamak amacıyla yürüttüğü görüşmeler de Amerikalılarca son gelişmelerle ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. • AB dönem Başkanı Fransa’nın liderliğinde Sarkozy tarafından yürütülen girişimler nedeniyle de Türkiye’nin açılımı anlaşılmaya çalışılmış bir takım soru işaretleriyle karşılanmıştır. Sonrasında Dışişleri Bakanının gerek AB gerekse diğer müttefik ülkelerin yetkililerine bir takım açıklamaları, toplantılarda yapılan değerlendirmeleri yapılsa da girişim şimdilik kaydıyla askıya alınmış gibi görünmektedir. B. Bölgesel İlişkilere Etkiler: • Atılan adımların Türkiye ile bölge ülkeleri ilişkilerine de yansımaları söz konusudur. Bu yansımalar, Türkiye’nin sınır konumu bağlamında, aynen güney sınırlarımızda olduğu gibi, uzun soluklu risklerle dolu yıkıcı gelişmeler biçiminde ya da yeni boyutlar kazandırması bağlamında fırsatlar biçiminde Türkiye’nin önüne çıkacaktır. • İlk aşamada söylenebilecek olan Rusya ile Gürcistan arasındaki ilişkilerin çökmesi ve tarafların yıkıcı bir savaşın sonucu olarak karşı karşıya kaldıkları uzlaşmaz zemin Türkiye’nin KEİ, BTC boru hattı, BTK demiryolu hattı gibi ekonomik ve siyasi projelerinin kötü etkilemiştir. Bunun da ötesinde gelişmeler Türkiye’nin Karadeniz merkezli BLACKSEAFOR ve Karadeniz Uyumu gibi bölgesel güvenlik girişimlerini de çökertme potansiyeli taşımaktadır. Yıllarca süren ince ayrıntılarla adeta tırnakla kuyu kazarcasına şekillendirilen bölgesel projelerin çökmesi Türkiye’nin istemeyeceği gelişmeler/sonuçlar olacaktır. • Hatırlanacağı üzere 1990’ların ortalarına dek Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya politikalarında önemli bir yer edinemeyen Gürcistan, Ermenistan’la bir türlü geliştirilemeyen ilişkiler, İran’ın uluslararası alandan yalıtılması ve Rusya ile yaşanan rekabet gibi nedenlerle, bu tarihten itibaren Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya’ya yönelik politikalarının merkezine oturdu. Türkiye BTC ve BTK petrol ve doğalgaz boru hatları gibi enerji projelerinin yanı sıra Bakü-Tiflis-Kars demiryolu gibi ulaşım projelerinin merkezine de Gürcistan’ı oturttu. Saakaşvili’nin iktidara gelişini takip eden dönemde ABD ile birlikte Gürcistan’ın bir aciz, düşkün devlet (failed state) olmasının önüne geçecek sivil, askeri, 29 sosyal ya da ekonomik birçok projede etkin rol yüklendi. Bu yatırımlar ve girişimlerin yarattığı en temel sonuç ekonomik ve ticari anlamda Türkiye’nin Gürcistan için asli ortak olmasıdır. • Gürcistan Türkiye’nin Azerbaycan ve Orta Asya’ya ulaşmada temel ortağı haline gelmiştir. Bunun yansıması olarak siyasi, ekonomik ve ticari ilişkiler en üst düzeye çıkartılmıştır. Gürcistan eski Sovyet devletleri arasında ekonomik ve ticari alanda Türkiye’nin Rusya’nın önüne geçebildiği ilk ve tek ülkedir. Gürcistan-Türkiye ticaret hacmi 2007 yılı itibarıyla 940 milyon dolara ulaşmıştır. Bu rakam Gürcistan’ın toplam ticaret hacminin %20’si’ne tekabül etmektedir. Türkiye’nin savaş öncesindeki 5 yıllık hedefi 3 milyar dolar seviyesine ulaşmaktı. Türkiye’nin Gürcistan’daki müteahhitlik hizmetleri de 750 milyon dolar seviyesindedir. Diğer yandan Türk yatırımcıların getirdiği sermaye miktarı Türkiye’yi Gürcistan’daki en büyük doğrudan yabancı yatırıma sahip ülke konumuna taşımıştır. Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya’ya çıkış kapısı olarak görülen Sarp sınır kapısından geçen araç sayısı yılın ilk 5 ayında 25 bini (geçen sene 18 bin) bulmuştur. • Bu rakamlar Türkiye’nin ekonomik ve ticari büyüklüğü dikkate alındığında çarpıcı rakamlar olarak görülmese de sembolik/siyasi açılardan birçok şeyi ifade etmektedir. Ayrıca Kafkaslar çapında önemli rakamlardır ve Türkiye’nin bölgesel etkinliğini göstermesi açısından da ciddiye alınmalıdır. Ermenistan’ın Türkiye ile ilişkiler kurmak bağlamında politik çizgi değişikliğine gitmeye zorlanmasında Gürcistan’la kurulan ilişkilerin düzey ve biçimi ayrıca önemlidir. • Üzerinde durulması gereken bir diğer nokta Türkiye’nin Gürcistan aracılığıyla oluşturmaya çalıştığı Kafkasya ve Orta Asya’nın tamamına ulaşması hedeflenen ağdır. Bu bağlamda son gelişmelerin Gürcistan’a verdiği zarar kadar Türkiye’ye ve Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya politikalarına zarar verdiği/vereceği iddia edilebilir. Ekonomik anlamda karşılaşılacak sıkıntıların ötesinde Türkiye’nin neredeyse son on yılda büyük çabalarla, zaman zaman görünmeyen biçimde oluşturduğu alt yapı ve politik çizgi/vizyon büyük zarar görmüştür. Türkiye’nin Azerbaycan ve Orta Asya ile olan bağı kopmakta, güvenilir bir hat oluşturma politikasının çökmesi ihtimali hala bulunmaktadır. • Türkiye için istikrarsız ve iç savaşa sürüklenmiş bir Gürcistan, toprak bütünlüğü sağlanamamış bir Gürcistan’dan daha büyük bir tehdittir. Gürcistan merkezli bir istikrarsızlık ve düzensizlik Türkiye’yi farklı alternatiflere zorlayacaktır. Bu alternatiflerin çok da çeşitli olmadığı da aşikârdır. İran’la ilişkilerin geliştirilerek çeşitlendirilmesi ABD 30 ve bir dereceye kadar İran’ın politik tercih ve yaklaşımlarıyla ciddi bir biçimde sınırlandırılmaktadır. Geriye kalan alternatif ise Ermenistan olarak belirginleşmektedir. Ermenistan’la var olan sıkıntılı ilişkileri aşma yönünde, gizli ve dolaylı yürütülen görüşmelerin hızlandırılması ve Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki sorunların çözümü yönünde sürecin ilerletilmesi beklenilebilir. Diyaspora ile birlikte Ermenistan’ın Rusya ile ilişkileri ise bu sürecin en temel sınırlandırıcısı olacaktır. Azerbaycan yaklaşımı da bu bağlamda bir diğer önemli parametre olarak karşımıza çıkmaktadır. • “Futbol diplomasisi” çerçevesinde Ermenistan’la ilişkilerde atılan adımların zamanlamasının ve olumlu havasının son gelişmelerden bağımsız olduğu düşünülemez. Her ne kadar iki ülke arasında bir takım gizli görüşmelerden bahsedilse de son gelişmelerin ilişkilere yeni bir boyut ve hız kazandırdığı iddia edilebilir. Bunun seçim sürecindeki Azerbaycan’daki yansımaları ve Türk-Azeri ilişkilerine etkileri meselenin boyutlarını yine karmaşık düzeye taşımaktadır. • Bölgesel sorunlara yaklaşım bağlamında dikkate alınması gereken bir diğer nokta bağımsızlıklarını ilan eden Abhazya ve Güney Osetya’nın gelecekteki durumları ve Türkiye’nin buna yaklaşımlarıdır. Bu yapılarla ilişki kurularak uluslararası toplumun, Batı dünyasının birer parçası olmaları teşvik edilmelidir. Özellikle Abhazya’nın gerek stratejik konumu, gerekse Türkiye’de yaşamlarını sürdüren Abhaz diyasporası bağlamında Türkiye açısından göz ardı edilmemesi, yok sayılmaması gereken bir unsur olduğu aşikârdır. Türkiye’nin burada atacağı adımların herkesin faydasına olacağı hem Gürcistan’a hem de müttefiklere rahatlıkla anlatılabilir. Bu yönde bir altyapı ve politika çalışması derhal yapılmalıdır. • Bu çerçevede gelişmelerin iç politik etkilerinin olacağı da akılda tutulmalıdır. Türkiye’de yaşayan Kafkas kökenli nüfusun talep ve eleştirilerinin yanı sıra ideolojik bakış açılarına bağlı olarak iç politik etkileri de söz konusu olacaktır. Kafkas-Abhaz Dayanışma Komitesi ve Gürcü dernekleri gibi diyaspora örgütlenmelerinin hızla tepki verdiği, protesto gösterileri düzenlediği görülmüştür. Muhalefetin de açılımı dikkatle takip ettiği ve atılan adımları değerlendirildiği görülmektedir. Bu bağlamda son yıllarda Dışişleri Bakanlığı nezdinde yapılan lobi faaliyetinin artarak devam edeceği görülmektedir. C. Rusya İle İlişkiler: • Gelişmeleri değerlendirirken Türkiye’nin dikkate almak zorunda olduğu bir diğer önemli başlık ise Türk-Rus ilişkileridir. Türk-Rus ilişkileri 1990’ların ortalarından itibaren 31 imzalanan anlaşmalar neticesinde 2001 itibarıyla “Çok Boyutlu Stratejik Ortaklık” düzeyine taşınmıştır. Sorunları kenara bırakarak işbirliği alanlarına öncelik vermek, bir nevi bardağın dolu tarafını görmek prensibiyle şekillenen ilişkiler özellikle ekonomik ve ticari ilişkiler ayakları üzerine kurulmuştur. • Türkiye ile Rusya ticaret hacmi 2007 yılı itibarıyla 28 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır. 2008 ilk altı ayında ulaşılan düzey 19,9 milyar dolar seviyesidir ve yılsonu hedefi 38 milyar dolardır. Avrupa’nı ekonomik devi Almanya’nın Rusya ile ticaret hacminin bu hedef seviyesinde olduğu akla getirildiğinde rakamın büyüklüğü daha iyi analiz edilecektir. Türkiye’nin Rusya’da yüklendiği müteahhitlik hizmetleri de 25-30 milyar dolar seviyesindedir ki bu rakam Türkiye’nin yurtdışında yüklendiği işlerin toplamının %22’sidir. Turizm gelirleri de bu bağlamda unutulmaması gereken bir başlık olarak dikkate alınmalıdır. • Türkiye bu bağlamda bölgedeki girişimlerini şekillendirirken ve politika yürütürken Rusya ile olan ekonomik ve ticari bağlarını ve bunun siyasi yansımaları ile Rusya’nın çıkar algılamalarını da dikkate almak durumundadır. Platform girişimi için Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ilk önce Moskova’ya gitmesi, Ermenistan’ı sürece dâhil etmek için Rusya’nın arabuluculuğuna başvurması, Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın Rus meslektaşıyla istişarelerde bulunması gibi sayısı artırılabilecek örnekler Türkiye’nin bunun farkında olduğunun işaretleridir. • Bu durumun Türkiye’nin ABD-AB ile iliklerinde bir takım sıkıntıları doğurma potansiyeli bulunmaktadır. Türkiye’nin müttefiki unsurları rahatsız etmeden, çıkarlarını dikkate alan adımlar atması gerekmektedir. Bu bağlamda en öncelikli sıkıntı Karadeniz merkezli yürütülen ekonomik, siyasi ve askeri girişimlerin geleceği konusunda karşımıza çıkmaktadır. Örneğin KEİ eldeki bir kurumsal yapılanma olarak sürece dâhil edilememiştir. Karadeniz’e giriş yapan ABD gemileri bağlamında da Montrö’nün ihlal edilip edilmeyeceği, geleceğinin ne olacağı tartışmaları yeniden yapılmaya başlamıştır. • Sonuç olarak Saakaşvili’nin kendisini, Gürcistan’ı ve Türkiye ile birlikte müttefiklerini zorlu bir sürecin içine soktuğu görülmektedir. Çok bilinmeyenli birkaç denklemi bünyesinde barındıran pazarlıklar farklı bir Gürcistan ve farklı bir Kafkasya yaratacaktır. AB ve ABD’nin etkin bir rol yükleneceği bu süreçte, Abhaz ve Osetlerin yanı sıra Gürcülerin nasıl bir konumda olacakları soru işaretleriyle dolu bir süreçtir. Türkiye ise bu süreçte masada mutlaka yer bulmak durumundadır. Zira Türkiye’nin bölgesel çıkarları, savunulması en yakın müttefikleri de dâhil olmak üzere, hiç kimseye bırakılamayacak 32 kadar hayatidir. Siyasi karar alıcılara güncel, sağlam ve yapıcı alternatiflerin sunulması, karar alıcıların hızlı ve doğru hareket etmesi kadar büyük önem taşımaktadır. 33