Untitled - KIZIL BAYRAK
Transkript
Untitled - KIZIL BAYRAK
Parti değerlendirmeleri-1 EKSEN YAYINCILIK EKSEN B asım Yayın Ltd. Şti. Mollaşeref Mah., Turgut Özal Cad. Fatih/İ stanbul Tel: (2.12) 534 32 39 Fax: (212) 635 69 93 B askı tarihi: N isan. 2006 Baskı ISBN : I : 975-7271 -38-1 Baskı- Cilt Step Ajans, 0212 446 88 46 Parti değerlendirmeleri·1 İÇİNDEKİLER Sunuş Türkiye Komünist İ şçi Partisi kuruldu! Yeni bir yılın başında dünya ve Türkiye Seçim ler ve parti taktiği Devirmeyen darbe güçlendirir E mperyalizm ve Balkanlar 'da emperyalist savaş Zorlu döneme örgütsel hazırlık Kürt harekethde son gelişmeler Yeni eylem dalgası Yeniden inşa süreci Ulucanlar katliamı ve ötesi B irinci yılında parti Emperyalist stratejilerin kıskacındaki Türkiye Dostun düşmanın önünde yükseklere çekilmiş bayrak Gelişmekte olan işçi hareketi ve 1 Mayıs Dönemin görev ve sorumlulukları Gençlik hareketi ve partinin güncel sorumlulukları Hücre saldırısını püskürtmenin sorunları ve sorumlulukları Siyasal durum ve devrimci görevler Hücre saldırısı ve yeni zindan direnişi Yeni bir yıla girerken Sarsıcı ve aydıntatıcı gelişmeler Düzenin krizi ve devrimci sınıf alternatifi Geleceği kucaklamak için Dönemsel durum ve partinin sorumlulukları Düzen bekçileri hazırlanıyor S aldırı sonrası yeni dönem Emekçilere ve halkiara savaş i lanı Emperyalist savaşa karşı savaş! Zor dönem zorlu görevler Sınıf çalı şmasını n güncel sorunları Öncü işçi p latformları Sınıf çalışması ve kültür-sanat cephesi Geli şmeler ve güncel sorunlar Emperyal izmin kıskacında Ortadoğu Seçimler ve devrimci sınıf çizgisi Seçimler sonrası yeni dönem Sunu ş Burada iki kalınca kitap halinde sunduğumuz değerlen dirmeler büyük bir bölümüyle Türkiye Komünist İşçi Partisi Merkez Yayın Organı Ekim'in başyazılarından oluşmaktadır. Derleme başlangıçta yalnızca başyazılada sınırlı bir çerçeve de düşünülmüştü. Daha sonra belirli konulardaki (sınıf hare keti, kadın sorunu, kamu hareketi, kültür-sanat, ideolojik eği tim vb.) en temel bir ya da iki yazıyla desteklemenin amaca daha uygun düşeceği sonucuna varıldı. Bu, derlemenin hac mini doğal olarak biraz genişletti, fakat sonuçta daha güçlü ve amaca daha uygun bir bütün çıktı ortaya. Bu değerlendirmeler bir partiye ve bir döneme aittir. Döneme başlangıç olarak TKİP'nin kuruluş tarihi (Kasım 1998) ve bu çerçevede derlerneye başlangıç olarak da TK İP Kuruluş Bildirisi seçilmiştir. Bu öznel seçim derlemenin ama cına uygundur; amaç, devrimci bir partinin kuruluşundan bu yanaki temel siyasal değerlendirmelerini okura toplu olarak sunmaktır. Derleme bir döneme göre yapıldığı için aynı dönem içinde 7 çok değişik konulardaki metinler burada birarada yer almak tadır. Dünya ve Ortadoğu'daki siyasal gelişmelerden Türki ye'de siyasal süreçlerin çok yönlü seyrine, sınıf hareketinin sorunlarından gençli k ve kamu hareketine, Kürt sorunu ve hareketinden kadın sorununa, sendikalar sorunundan kültür sanat sorunlarına, hücre saldırısı ve zindan direnişinden dev rimci hareketteki tasfiyeci kan kaybına ve reformİst solun yeni yönelimlerine, n ihayet partinin örgütsel sorunlarından çalışma tarzına ve yayıniarına kadar, alabildiğine zengin b ir konu çeşitliliğinden oluşan b ir derlemedir bu. TKİP'n in kuruluş tarihi üzerinden seçilen bu döneme damgasını vuran olaylardan bazılarını burada rastgele s ıra lamak, bu derlernede ele alınan konuların önemine bir başka yönden ayrıca ışık tutmuş olacaktır. Dönem i n başlangıcı yaklaşık olarak Kürt hareketindeki köklü konum ve kimlik değiş imine denk geliyor. Devamında Ulucanlar katliamıyla startı verilen hücre saldırısı ve büyük zindan direnişi var. Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik çöküntüsünü i şa retleyen Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri aynı dönem için de bunları tamamlıyor. Bu aynı zamanda tahkim ve mezarda emeklilikten özelleştirmelere ve kölelik yasasına kadar i şçi sınıfı ve e�ekçilerin ekonomik ve sosyal kazanımiarına cum huriyet tarihinin en kapsamlı saldırılarından birinin yöneltil d iği bir dönemdir de. Ö te yandan Eylül 200 1 , dünyada İkiz Kuleler saldırısını ve dolayısıyla Amerikan emperyalizminin dünya halklarına karşı ilan ettiği yeni "haçlı seferi"ni i şaret liyor. Bunun devamında Afganistan ve Irak'a yönelik em peryalist savaşlar ve işgaller var. Bu aynı dönemde dünyada sermaye yönünden neo-l iberal saldırılar ile polis devletine geçiş uygu lamaları, işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen halklar cephesinden ise yeni bir sosyal mücadeleler döneminin önemli yeni çıkışları var. Türkiye'de sınıf ve kitle hareketleri yönün den nispeten durgun geçen bu dönem, sol harekette tasfiyeci 8 kanama ve savrulmaların yeni boyutlar kazanmasına da tanık hk ediyor. Reformist sol üzerinden parlamentarizınin yeniden güç kazanması ve bunun burjuva düzen akımlarıyla ittifakları gündeme getirmesi, anti-emperyalist mücadele sorununun or ta sınıfa denk düşen burjuva milliyetçi eğilimler halinde yoz laştırılması, devrimci program ve ilkeler bir yana bırakılarak devrimi açıktan terketmiş Kürt hareketine kuyrukçuluk çizgi sinde ısrar, bunun dikkate değer göstergelerinden yalnızca birkaçı olarak sıralanabilir. Sınıf ve kitle hareketindeki dur gunluk ile Kürt hareketindeki teslimiyet ve tasfiye yönelimi, karşı yönden devletin son derece hesaplı ve kapsamlı ezıne ve tasfiye etme saldırısı ile de birieşinet, l'u aynı dönem geleneksel küçük-burjuva devrimci-demokrat harekette ye ni iç çözülmelere ve reformist safiara geçişlere tanıkl ık etti. Bu temel önemde olaylar listesi, aynı dönemdeki genel ve yerel seçimlerde geleneksel düzen partilerinin sandığa gö mülmesi ve dinci-Amerikancı AKP' nin siyaset sahnesinde belirgin biçimde güç kazanması, dizginsiz bir şovenizmin topluma egemen kılınmaya çalışılması ile devletin Kürt soru nundaki geleneksel politikasının çöküntüsü vb. olaylarla daha da uzatılabil ir. Burada okura iki kitap halinde sunduğumuz Parti De,�er lendirmeleri işte bütün bu konuları kapsıyor. bütün bu konu ları devrimci bir partinin bakışaçısından işleyen en temel metinlerden oluşuyor. Yine de bu son ifadede yanılgıya yolaça bilecek büyük bir eksiklik de var. Zira buraya alınmış değer lendirmeler yalnızca dolaysız olarak Parti adına ve Parti 'nin Merkez Yayın Organı üzerinden sunulmuş olanlardır. Oysa devrimci her parti gibi TKİP'nin siyasal değerlendirmelerinin de yeraltı basınıyla sınırlı olmadığını, dahası bugünün koşul larında yeraltı basınının bunun ancak küçük bir bölümünü tem sil ettiğini de biliyoruz. Buradan bakıldığında, bu derlemeler de sunulmuş değerlendirmeleri yalnızca daha kapsamlı bir 9 bütünün sınırlı bir parçası ol arak ele almak gerekir. Parti Değerlendirmeleri'ni izieyecek yeni kitaplar dizisi ile bu bütünü okurun kolay kullanımına sunmaya devam edeceğiz. Yazık ki Türkiye solunda süreli yayınlar üzerinden sunul muş değerlendirmeleri bir dönemin ardından kitaplaştıTarak böylece hem kalıcılaştırmak ve hem de okurun kolay kulla nımına sunmak alışkanl ığı fazlaca yok. Bu yola başvurul mamasının farklı nedenleri v ar kuşkusuz. Öncelikle bunun önemi yeterince gözetilmiyor. Her hafta ya da her ay çıkan bir yayında yeralan yazılara araya yıllar girdikçe okurun ulaşabilmesinin güçlükleri yeterince gözetilmiyor. Öte yan dan belki bundan da önemli olan, bu değerlendirmelere biz zat sahipleri tarafından duyulan belirgin güvensizliktir. Ara dan yıllar geçtikten sonra politik ağırlıklı değerlendirmeleri okurun karşısına dolaysız biçimde çıkarabilmek için bu değer lendirmelerin zamanında güçlü ve ayrıca da zamana dayanık lı olması gerekir. Oysa Türkiye, dönemsel siyasal değerlendir meleri bir yana bırakalım, 5 ya da 1 0 yıl gibi nispeten k ısa zaman dil imleri içinde bazı siyasal çevreler payına temel yaklaşımların, hatta programların bile eskitHebildiği bir ülke dir. Böyle olunca, süreli yayınlarda ortaya konulanların orada unuıulmaya terkedilmesi belirgin bir pol itik tercih olarak da kendini gösterebi liyor. Komünistler Türkiye soluna, süreli yayınlarda yeralan temel ve taktik değerlendirmelerin kitaplaştırılmak yoluyla y ıllar sonrasında okurun hizmetine dolaysız olarak sunul ması geleneğini getirdiler. Bu gelenek edinilmiş tutarlı bakış açısından, bunun ürünü değerlendirmelerin zamana olan da yanaklılığına duyulan güvenden ayrı düşünülemez kuşkusuz. Bu son yargı, burada okura sunulan değerlendirmelere bugü nün gözüyle bakışımızı da ortaya koymuş oluyor hal iyle. Nisan 2006 10 Devrim tarihimizde bir kilometre taşı: Türkiye Komünist işçi Partisi kuruldu! Devrim tarihimizde bir dönüm noktası oluşturacak olan devrimci adım atıldı. Komünistlerin işçi sınıfı n ın devrimci partisini inşa etmek için yıllardır harcadı kları zorlu ve inatçı ça ba l ar n ihayet başanya ulaştı. Türkiye Komünist İ şçi Partisi kuruldu! Partimiz'in kuruluşu, parti inşa örgütümüz olan EKİ M'in mevcut tüm örgütlerinin genişçe temsil edildiği Kuruluş Kong resi'nde gerçekleşti. Kuruluş Kongremiz Partimiz'in temel teorik yaklaşımlarını, programını, tüzüğünü, taktiğini ve örgüt sel çizgisini tartı ş ı p karara bağlayarak Türkiye Komünist İşçi Partisi 'nin kuruluşunu ilan etti . Böy lee e, geçen yılın ikinci yarısında "Herşey parti için! Herşey parti kuruluş kongresi için!" şiarl arını y ükselten komün i stler, işçilere, emekçitere ve devrimcilere verdikleri sözü yerine getirmiş oldul ar. Partimiz'in kuruluşu, insanlığı ve uygarl ı ğ ı tükenişe ve ll yıkıma sürükleyen emperyalist-kapitalist dünya düzenine karşı kendi coğrafyamızdan yükseltilen militan bir mücadele çağ rıs ı dır. Parti miz'in kuruluşu, ony ıllardır yıkılınayı bekleyen Türkiye'nin kokuşmuş ve çeteleşm iş kapital ist sömürü dü zenine militan bir savaş ilanıdır. Partimiz'in kuruluşu, onyıl lardır bu topraklarda devrim ve sosyalizm davası uğruna kavga vermiş, emek harcamış, acı çekmiş, büyük y iğitlik örnekleri sergiiemiş dünün ve bugünün devrimci kuşaklarının yarattığı birikimin güvenceye alınmasıdır. Ve nihayet Partimiz'in kuru luşu, kapitalist sömürü düzenini tarihe gömecek ve bu uğurda tüm emekçitere önderlik edebilecek yetenekteki tek gerçek toplumsal güç olan işçi sınıfının devrimci önderlik ihtiyacının somut olarak karşılanmasıdır. Türkiye Komünist İşçi Partisi dünyada ve Türkiye'de zafer ve yenilgilerden oluşan zengin bir devrimci mirasın üzerinde yükselmektedir. Partimiz bu mi rası kararlılıkla savunmakta, kendisini onun bugünkü temsilcisi ve yarınlara taşıyıcısı say maktadır. Fakat öte yandan Partimiz bizzat bu aynı devrimci geçmi şin çok yönlü bir eleştirel değerlendirmesinin ürünü olmuştur. Zayıf, eksik ve kusurlu olan her noktada bu geçmişi devrim ci eleştiriye tabi tutmuş, ondan gelecekteki mücadeleler için gerekli dersleri ve sonuçları çıkarmaya çalışmış, bu temel üzerinde devrimci bir yenilenmenin i fadesi olmuştur. Dünyada ve Türkiye'de yıkıcı yenilgilerle sonuçlanan bir tarihi dönemle devrimci hesaplaşmanın ürünü olan Türkiye Komünist İşçi Partisi, bu konumu ve kimliği ile yeni dönemi kucaklama iddiasındadır. Yeni dönem, ikibi n l i yıllar, dünya da ve Türkiye'de yeni devrim dalgaianna sahne olacaktır. Bu salt devrimci iyimserliğe dayalı bir kehanet değildir. Dün ya ölçüsünde işçi sınıfının ve ezilen halk kitlelerinin yeni bir mücadele dönemine gird iklerinin, proleter hareketin ve halk isyanlarının yeni bir tarihi evresinin başladığının şimd iden 12 çok sayıda somut göstergesi mevcuttur. Partimiz'in kuruluşu bu yeni dönemin, geleceğin yeni devrimler dalgasının kendi coğrafyamızdan başarılı bir önderlikle kucaklanabilmesine bir ilk hazırlıktır. Partimiz komünist sıfatı taşımaktadır, o komünizmin par tisidir. N ihai hedefi, toplumun sınıfiara bölünmesine kesin bi r biçimde son vermektir. B öylece bu bölünmeden doğan her türlü toplumsal ve politik eşitsizliği tamamen ortadan kaldırmak, onun ürünü olan her türlü kötülüğü kökünden yoketmektir. Baskının, sömürünün, her biçimiyle köleliğin ilelebet yokedildiği evrensel bir toplum düzenine ulaşmaktır. Partimiz devrimci bir kimlik taşımaktadır: o devrimin, proletarya devriminin partisidir. Bugün Partim iz'in önündeki temel devrimci görev, burjuvazinin sınıf egemenliğinin yıkıl ması, iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesidir. Sırtını emperyalizme dayamış mevcut burjuva sınıf egemenl iği, bu gün toplumumuzun karşı karşıya bulunduğu tüm temel top lumsal ve siyasal sorunların gerçek kaynağıdır. Bu sorunları çözmek egemen burjuva sınıfı devirmekten, onun egemenlik aygıtı olan mevcut devlet iktidarını şiddete dayanan bir dev rimle yıkmaktan, yerine proletaryanın tüm emekçilerin deste ğine dayalı devrimci iktidarını kurmaktan geçmektedir. Emek ç ilerin sömürüden ve her türlü demokratik hak yoksunlu ğundan, ülkenin emperyalist kölelikten. mazlum Kürt halkının sömürgeci boyunduruktan kurtulabilmesinin biricik gerçek yolu buradan geçmektedir. Partim iz'in bugünkü devrimci stratejik çizgisinin esası budur. Partimiz işçilerin, işçi sınıfının partisidir. Partimiz'in işçi sınıfının temel ç ıkarları dışında bir çıkarı, temel amaçları dışında bir amacı yoktur. İ şçi sınıfı toplumumuzu bugünkü çürüme ve kokuşmadan muzaffer bir devrimle çekip çıkamıa yeteneğinde olan tek gerçek toplumsal güçtür. Devrimimiz ancak bu sınıfın önderliğinde başanya ulaşabil ir. Partimiz'in 13 temel tarihi misyonu bu doğrultuda işçi sınıfına yoi göstermek, ona bugünkü mücadelesinde önderl ik etmektir. Bunda başanlı olabilmek için işçi sınıfıyla et ve tırnak gibi kaynaşmak Parti miz'in en aci l görevidir. Bu tüm öteki emekçi katmanlara, toplumun tüm öteki ezilen kesi mlerine başarıyla önderli k edebilmenin de biricik maddi güvencesidir. Partimiz Türkiye'nin on yılları bulan devrimci teorik ve pratik birikiminin en ileri düzeyde özümsenmesinin ve onun devrimci temeller üzerinde ileriye doğru aşılmasının bir ürünü olmuştur. Bu konum ve kimliği ile Partimiz, proletarya dev rimi davasına ve sosyalizme samirniyetle inanan tüm devrim cilerin altında birleşebilecekleri bir b�yrak yükseltmiştir. Par timiz'in kuruluşu komünist olmak iddiasındaki tüm devrimci lere bu bayrak altında birleşme çağrısıdır. Bugünkü çürüme ve kokuşma mevcut düzenin tarihsel öm rünü çoktan doldurduğunun maddi bir itirafından başka bir şey değildir. Bu olgu yeni de değildir. Son 30 y ıldır bu ko kuşmuş düzen yıkılınayı bekliyor. Bu yıkılışı olanaklı kılacak olan devrimci dinamikler her seferinde ancak askeri darbelerle dizginlenebildi. Son 3 0 yılın devrim cephesinden kendini en yakıcı bir biçimde hissettiren temel zaafiyeti devrimci önderlik alanındaki boşluktu. Partimiz bugün bu boşluğu doldurmak iddiasında dır. Partimiz ideolojik çizgisini, bunun ürünü olan programını ve nihayet bu temel üzerinde bugüne dek sağladığı maddi örgütsel birikimini bu iddianın somut güvencesi saymaktadır. Partimiz sınıf bilinçli işçileri ve tüm samimi devrimcileri kendi saflarında birleşmeye, devrimci önderlik iddiasına omuz vermeye çağırmaktadır. Yaşasın proletarya devrimi! Yaşasın sosyalizm! Türkiye Komünist İşçi Partisi Kasım '98 14 '99 vılına J!irerken... Yeni bir y1hn baş1nda dünya ve Türkiye yılını geride bıraktık. İkibinli yıllara yalnızca bir yıl kaldı. İnsanlık yeni bir yüzyıla, 21. yüzyıla giriyor. Biz Tür kiyeli komünistler gelmekte olan yüzyılı işçi sınıfının devrim ci partisinin kuru luşuyla, Türkiye Komünist İşçi Partisi 'nin ilanıyla karşılıyoruz. Ve biz, Türkiye devrimi için tarihi önem de gördüğümüz bu adımın yeni bir yüzyıla geçişle çakış masının sembolik olmaktan öteye bir anlamı olduğuna ina nıyoruz. Türkiye'de yeni temeller üzerinde bir komünist hareketin doğuşu, 12 Eylül askeri faşist darbesini i zleyen ağır ve her açıdan yıkıcı bir yenilginin sonrasına denk geldi . Bu yenil ginin yarattığı ağır tasfiyeci hava daha henüz dağılmamışken, bu kez uluslararası planda büyük bir gericilik dalgası baş gösterdi. Öylesine ki, komünist hareketimizin siyasal mücadele '98 · 15 alanına çıkışıyla bu uluslararası gericilik dalgasının başlan gıç startını oluşturan geli şmeler neredeyse üstüste düştü. Sovyetler Birliği'nde başlayan, tüm Doğu Avrupa'ya yayılan ve Sovyetler Birliği 'nin dağılmasıyla noktalanan bu olaylar zinciri, tüm dünyada devrim ve sosyalizme karşı tarihin gör düğü en büyük ideolojik, psikolojik ve siyasal haçlı seferine vesile oldu. Marks izm'e, sosyalizme, devrime dair herşey görülmemiş bir saldırı, karalama ve inkar kampanyasının hedefi haline geldi. Tarihi gerçekler tersyüz edildi. Gerici burjuva düşünce ve değerler kutsandı. Kapitali st düzenin ebediliği, dolayısıyla "tarihin sonu" ilan edildi. İ şte biz Türkiyeli komünistler, Partimiz'i, bir yenilgi sonra sının yıkıntı ortamında ve tarih i n bu en büyük uluslararası gericilik dalgasına göğüs gererek, inanç ve kararlılıkla adım adım inşa ettik. Gericilik dalgasının solu da sardığı, dünyada ve Türkiye'de irili-ufaklı bir dizi sol siyasal akımı tükettiği ya da "en az direnme çizgisi"ne ittiği, ihanete ya da kurulu düzenin icazeıine sürüklediği bir evrede, bizler, kendi coğraf yamızda, kom ünizmin ve devrimin partisini yaratma iradesi ve kararlılığını ortaya koyduk. Karalamalara ve inkara konu edilen devrimci geçmişin derslerinden en iyi biçimde öğren meyi bir an bile ihmal etmeksizin hep, geleceğe baktık, ge leceğin kaçınılmaz olarak kendini gösterecek yeni tarihi mü cadelerine hazırlandık. 7-8 yıl önce gerici emperyal ist propaganda kapitalizmin ebediliğini, aynı anlama gelmek üzere tarihin sonunu ilan ediyordu. Bugün borsa çökuntilleri ve bir dizi ülkede kapita list ekonominin iflası eşliğinde kapitalizmin karanlık geleceği tartışılıyor. 7-8 yıl önce gericilik dünyasının sağır edici propa ganda�ı eşliğinde "sosyalizmin iflası" tartışılıyordu, bugün gitgide genişleyen bir çerçevede kapitalizmin kaçınılmaz so nu tartışılıyor. Sosyalizm, işçi sınıfı ve emekçiler için yeniden güçlenen bir umut haline geliyor. 16 Kapitalist dünya: Her alanda istikrarsızlik Kapitalist-emperyalist dünya sistemine bugün çok boyutlu bir genel istikrarsızlık egemendir. Bu istikrarsızlığın temelinde kapitalizmin, onunla belirlenen emperyalist dünya sisteminin onulmaz çelişkileri yatmaktadır. İktisadi bunalım, borsalarda birbirini izleyen mali çöküntüler zinciri, tek tek ülke ekono milerinin iflası, emperyalistler arasında kızışan rekabet ve nüfuz mücadeleleri, bölgesel çatışmalar, bir dizi ülkede siya sal kargaşa, ve elbette, birçok ülkede işçi sınıfının ve emek çilerin günden güne büyüyen toplumsal muhalefeti... Bunlar kapitalist dünya sistemine egemen istikrarsızlığın ilk akla gelen güncel unsurlarıdır. Tüm bu sorunlar tablosu '90'1arın başındaki iddialarla çarpıcı tezatlar oluşturmaktadır. Dünya nın emperyalist efendilerine '90'1ı yılların başında egemen iyimser havadan bugün eser kalmamıştır. O zamanlar insan lığın gelecek perspektifini ve umudunu yoketmek için "tarihin sonu" propagandası pompalayanlar, bugün zincirleme olarak birbirini izleyen mali ve iktisadi çöküntülere bakıp kapitaliz min geleceğine ilişkin kaygıtara gömülüyorlar. İçinden geçmekte olduğumuz günlerin en önemli ulus lararası gelişmesi, geçen yılın yazında Uzak Asya'da .başlayan, ardından sırayla Japonya, Latin Amerika ve son olarak Rus ya'da yaşanan mali çöküntülerdir. Birbirinden beslenen bu mali çöküntüler, emperyalist küreselleşmenin biriktirdiği çeliş kilere ve sorunlara çarpıcı örneklerdir. Bu zincirleme geliş meler kapitalist dünya ekonomisini bekleyen genel bir çö küntünün de yeni işaretleridir. Benzer olaylar yıllardır farklı biçimlerde tekrarlanmakta, her yenisi kapsam ve yıkıcı etkileri bakımından kendinden öncekini aşmaktadır. Dünya kapitalizmi 25 yılı aşkın bir süredir genel iktisadi durgunlukta ifadesini bulan bir bunalım içindedir. Kapitaliz17 min tarihinde görülmemiş boyutlarda mali spekülasyona, bor sa oyunlarına yönelmek, uluslararası sermayenin bu bunalı ma verdiği yanıt oldu. Çok uluslu tekeller ve bankalar buna lım koşullarında üretimden sağlayamadıklan aşırı kirları mali spekülasyonlarla sağlama yoluna gittiler. Öylesine ki, '70'1i yılların ortasında sermayenin yalnızca %I O'u spekülasyona yöneliyorken, bu oran '90'ların ortasında %95'i bulmuştur. Bu rakamlar dünya kapitalizmindeki asalaktaşmanın kazan dığı korkunç boyutlar konusunda herhangi bir yorumu gerek siz kılmaktadır. Fakat birbirini izleyen borsa çöküntüleri, uluslararası mali sermayenin iktisadi bunalıma çözüm alternatifi saydığı bu oyunun da sonuna gelinmektc olduğunu göstermektedir. Dün bir olanak, aşırı kar düzeyine bir çözüm olarak görülen şey, bugün krizi ağırlaştıran, dünya ölçüsünde genel bir iktisadi mali çöküntüyü hazırlayan etkene dönüşmüştür. Bu, borsa oyunlarına, mali spekülasyonlara dayalı "kumarhane kapita lizmi"nin, bu temel üzerinde yükselen emperyalist "küresel leşme"nin iflasından başka bir şey değildir. Ne var ki, bu iflasın faturasını dün olduğu gibi bugün de dünya çapında işçi sınıfı ve emekçi yığınlar, özellikle de bağımtı ülkelerin açlık, yoksulluk ve hastalıkla pençele şen geniş halk kitleleri ödüyorlar. Kriz ağırlaştıkça emekçitere yönelik iktisadi-sosyal saldırı da katmerleşiyor. Dünya çapındaki muazzam zenginlik biri kimine rağmen, kapitalist-emperyalist sistem yerkürenin dört bir yanında işsizlik, yoksulluk, açlık ve bunalım sonucu olan ölüm üretiyor. Servet-sefaJet kutuplaşması başdöndürücü bo yutlara ulaşmış durumda. Bu uçurum yalnızca bağımlı ülke lerin bünyesinde değil, emperyalist metropollerde de hızla büyüyor. Aynı kutuplaşma/gelir farkı uçurumu, sistemin em peryalist metropolleri ile bağımlı ülkeleri arasında da var. Özetle sistem çok boyutlu sosyal eşitsizlikleri, bunun ifadesi 18 toplumsal kutuplaşmayı, tarihinde görülmemiş boyutlara var dırmış durumda. Kapitalist dünya sisteminin temel çelişmelerinden biri olan emperyalistler arası çelişıneler de gittikçe keskinleşiyor. İktisa di bunalım emperyalist nüfuz mücadeleleri üzerinde şiddetlen dirici bir etkide bulunuyor. BM, NATO vb. uluslararası kuru luşlardaki iç sorunlar büyüyor. Emperyalistlerin çeşitli bölge ler ya da ülkeler üzerinde açık ya da örtülü nüfuz mücade leleri, özellikle Afrika önıeğinde görüldüğü gibi, gerici çatış malar için büyük kitlesel katliamlara, halkların y aşa m m da tamiri zor yıkımiara neden oluyor. Emperyalizmin artan sal dırganlığı, Balkar.!ar a NATO müdahalesi ve Ortadoğu'da süreklileşen ABD saldırganlığı, aym nüfuz mücadelelerinin doğrudan ya da dolaylı yansımalarıdır. İktisadi bunalımla içiçe kızışan emperyalistler arası rekabetin emperyalist ülkeler işçi sınıfına da günden güne ağırlaşan bir maliyeti var. İşsizlik, sürekli yok:)ullaşma, sosyal ve demokratik: hakların sistematik gaspı , halihazırda bu ülkelerde işçi s ınıfını n ödediği fatura oluyor. Kapitalizmin ağırlaşan küresel krizi ve onun işçilerin, emekçilerin ezilen halkların yaşamındaki yıkıcı etki l er i sos yalizmin bugün ne denli acil bir ihtiyaç haline geldiğinin de bir göstergesidir. "Ya barbarlık ya sosyalizm!" şiarı bugün dünya ölçüsünde her zamankinden daha güncel, daha anlam l ı , daha yaşamsaldır. B ugün dünya ölçüsünde sosyalizm mücadelelerinin henüz son derece zayıf olması olgusu bu gerçeği değiştirmemektedir. Bu nesnel zemin ve ihtiyaç ile öznel durum arasındaki bir uyumsuzluktur. Ama her zaman olduğu gibi burada da ihtiyaç keşfin anasıdır. Eğer sistemin genel gidişi kapitalist barbarlığa karşı sosyalizmi her zaman kinden daha çok bir ihtiyaç haline getirmişse, zaman söz konusu uyumsuzluğun azalması ve aşılması doğrultusunda işleyecektir. , · , 19 '89 çöküşünün yıkıcı ve sersemletici etkisine rağmen, '90'1ı yıllar yaygın s ınıf ve halk hareketlerine sahne olabildi. Ko münistler olarak son yıl l arda birçok kez ifade ettiğimiz gibi, sınıf ve halk hareketlerindeki gelişmeler, dünya ölçüsünde devrimin ve sosyalizmin güçlerinin yeniden toparl anmasına ve giderek mücadele içindeki k itlelerle buluşmasına uygun bir maddi zemin, buna uygun bir politik ve moral atmosfer oluşturmaktadır. Türkiye: Ağırlaşan kriz ve krizi yönetme manevralan Türkiye yeni bir yıla ağırlaşan bir ekonomik kri z tablo suyla giriyor. Tüm veri ler, bu krizin ' 99 y ı l ı içinde daha da ağırlaşacağını, yıkıcı etkisini asıl bundan sonra göstereceği ni ortaya koyuyor. Krizin faturası ise her zamanki gibi işçi sınıfına ve tüm öteki çalışan kesimlere ödetiliyor. Yüzbinlerce işçi bir anda sokağa atılıyor. Sürekli düşen ücretler, artan hayat pahalıl ığı, sonu gelmeyen hak gaspları, hayatı işçiler ve emekçiler için i y ice çekilmez hale getiriyor. Ağırlaşan krizle birlikte yeni bir "İMF reçetesi" de gün demde. Gerçekte hükümetler son 20 y ıldır kes intisiz olarak İ MF reçeteleri uyguluyorlar. Fakat krizin ağırlaştığı evrelerde toplu bir fatura olarak özel önlemler gündeme getiriliyor. Bugün bunların bir yenisi tartışılıyor ve en geç seçimler sonrasında gündeme getiril eceğine kesin gözüyle bakılıyor. İ şçi sınıfının sermayenin krizle birlikte şiddetleneo sal dırılarına ilk tepkileri, örgütsüzlük ve önderlik boşluğu orta mında, hızlll kırılmaya uğruyor. B ugün sendikalar devlet ve sermaye tarafından tamamen denetim altına al ı nmış durum dalar. Satılmış sendika bürokratları kelimenin tam anlamıyla sermayenin işçi sınıfı içindeki ajanları olarak iş görmektedir ler. Oynarlıkl arı rol yalnızca işçi sınıfını sermayeni n sonu 20 gelmez saldırısı karşısında eli-kolu bağlı tutmaktan ibaret de kalmıyor. Türk-İ ş ve D İ S K y önet i mleri, b irer MGK oluşumu olan "beşli inisiyatif' ve Ekonomik ve Sosyal Konsey aracılığı ile, artık işçi sınıfını devlet politikaları çerçevesinde yönlendirmek gibi daha aktif ve doğrudan görev ler de üstlenmiş bulunuyorlar. Sendika konfederasyonlarının sınıf hareketine ve genel toplumsal muhalefete karşı oynarlıkları bu karşı-devrimci rol, kriz i ç indeki sermaye düzeninin halihazırdaki en temel i mkanlarından biridir. Öte yandan, işçi sınıfına v e emekçilere yönelik toplam devrimci çalışma son i ki yıl içinde bugün en geri noktaya düşmüş durumda. Son altı ay içerisinde, özellikle de metal işçilerinin sendikal ihanete karşı patlayan öfkesinden bu ya na, sınıf hareketinin yaptığı çeşitli çıkışlara devrimci cephe den sözü edilebilir bir karşılık verilememesi, bu zayıflamanın bir yansımasıdır. Bugün devrimci hareket büyük bir güç erozyonu içi ndedir. Bunda yapısal zaaflarının kaçınılmaz son uçları ile devletin kesintis i z saldırıların ı n mahakkak ki temel önemde bir payı vardır. Bununla birlikte, son iki yıl üzerinden bak ı ldığında, ordunun yaptığı 28 Şubat çıkışının bunda özel bir rol oynadığı da bir gerçektir. Ordunun manev raları ve sistemi belli zaaf noktalarından restore etme girişim leri, toplumsal muhalefetin şaşırtılmasında ve saptırılmasında önemli bir başarı sağladı. Bu girişim, toplumsal muhalefeti dizginleyip saptırmak yoluyla, devrimci hareketin güçleneceği zemini alabildiğine daraltırken, reformisı solu önplana çıkaran bir ortam hazırladı. Komünistler. daha henüz 28 Şubat kararlarının açıklan madığı bir evrede, Sincan'daki tank gösterisiyle h ızla toplumun gündeminin ana ekseni haline getirilen "Refah-ordu gerginliği" üzerine değerlendirmelerinde, bu tehlikeye açıkça dikkat çek mişlerdi. Ekim'in 15 Şubat '97 tarihli başyazısı, ordu manev rasının iç politikadaki dört temel amacından ilkini şöyle ortaya 21 koymuştu: "'Refah-ordu gerginliği' nin iç politikadaki en önemli sonucu, ordunun siyasi yaşama yönelik kaba ve dolaysız müda halesinin meşrulaştmlmasıdır. Ve ordu bunu bu kez, toplumun ilerici kesimlerine sempatik görünebilecek ve toplumsal muha lefet saflarında zihinsel ve politik karışıklık/ara neden olabi lecek gerekçeler üzerinden yapmıştir. Ortaya, şeriat hevesli lerine karşı laikliğin, çağdaş değerlerin ve yaşam biçiminin tavizsiz bekçisi kılığında çıkmıştır. Bu konumda bir çıkışın, önemli bir güç kazanmış şeriatçı gericilik karşısında güçsüz, çaresiz ve tedirgin durumdaki kent orta sıniflarının ve küçük buıjuvazisinin, onların modern yaşam biçimini benimsemiş kesimlerinin sempatisini ve desteğini aldığı kesindir. Sosyal demokratlar, sendika bürokratlan ve İP türünden kemalist reformisı akımlar ise, ordunun çıkışiarına açık ya da örtülü destekler vererek, benzer bir etkiyi işçi sım/ı ve emekçi kat manlar içine taşımaktadır/ar. "DolaylSiyla, ordu, iç politikada tekelci bu1juvazinin, dış politikada emperyalizmin ve siyonizmin çıkarlarını ve tercih lerini kollayan bir çıkış yaparken, bunu toplumsal muhalefeti yedeğine a/manm ve emekçileri şaşırtmanın bir olanağına da çevirebilmektedir. Bu olgunun önemi küçümsenemez ve mevcut ·oyun'un temel unsurlarından biri budur." ( Ekim, sayı: 163, Güncel Gelişmeler ve Devrimci Görevler-4) B unun küçümsenemez bir manevra olduğunu aradan ge çen iki yıllık süreç bütün açıklığı ile gösterdi . Tahribatı toplumsal muhalefet kadar sol akımlar da yaşadılar. Bu ma · nevraları boşa çıkaracak olanak ve yeteneklerden yoksun olan devrimci akımlar hızla güç kaybederlerken, reformİst akımlar daha da sağa kaydılar, düzenle, onun şu veya bu akımıyla daha uyumlu hale geldiler. ÖDP'nin CHP' ye doğru yer de ğiştirmesi; EMEP'in Ö DP'den boşalan yere geçmesi; İP'in ordunun gönüllü sivil uzantısı kemali st-şovenist bir kimliği övünç vesilesi haline getinnesi: SİP'in gericiliğe karşı müca deleyi orduya bırakmamale k ıl ıfı içinde 28 Şubat'ın etki sahasında politika yapma hevesi; KESK 'in düşürüldüğü utanç verici durum; tüm bunlar, son iki yılın solda yarattığı tahribata birer örnektir. Türkiye'nin siyasi yaşamında her zaman dolaysız bir güç olan ordu, I 2 Eylül sonrasında ise burjuva siyaseti üzerinde tam bir vesayet kurmuş durumda. Türkiye'de burjuva siyaset sahnesinin ölü olduğunu, mevcut partilerin ve parlarnemonun ordunun iradesi ve tercihleri karşısında artık tümüyle işlev sizleştiğini, ya da yalnızca hiçbir inandırıcılığı kalmamış bir "parlamenter rej im " aksesuarı işlevi gördüğünü bil iyoruz. Bu olgularda bir yenilik yok, bunlar ı2 Eylül sonrasını n gerçekleri. Son iki yılda ortaya çıkan yeni olgu ise, ordunun kendi vesayetini toplumsal muhalefetin ve sol hareketin bir kesimini de kapsayacak tarzda genişletmesidir. Bu, ordunun d insel gericiliğe ve güya "devlete sızmış" çetelere karşı mücadele manevrasının bir başarısı oldu. Oysa gerek dinsel gericilik, gerekse çeteler burjuva düzen ad ına gerçek yönetici gücü oluşturan ordunun kendi öz ü rünleridir. Bunlar toplumsal m uhal efete ve devr i m c i gelişmelere karşı özel olarak geliştirilmiş, güçlendirilmiş, her yolla teşvik edilmiş ve bunlardan en iyi biçimden ya rarlanılmıştır. Fakat tam da kabul ve kontrol edilebilir sınırlar dışına çıktıkları bir noktada, düzenin genel çıkarları adına bunlara müdahale, bunları yeniden kabul ve kontrol edilebilir sınırlar içine çekmek bir ihtiyaç haline gelmiştir. Ve işin hazin tarafı, çeteleşmiş devletin omurgası ve kontrgerillanın beyni olarak ordunun, zorunlu hale gelmiş bu operasyonları bu kez solu ve toplumsal muhalefeti yedekleme manevrasıyla yerine getirmiş olması ve bundaki büyük başarısıdır. 23 Ordu ve irtica Türkiye'de devletin kontrgeril l a yapılanması ve bu ya pılanma içinde ordunun yerini bu ülkede yaşayan herkes bilir. Devlet çeteleşmiş bir aygıttır ve bu aygttın beyninde ve omur gasında ordu vardır. Devleti çetelerden temizleme adı altında yapılan, gerçekte Susurluk'la birlikte açığa çıkan ve başlangıçta devl et karşıtı kitle tepkisini ateşleyen gelişmelerin önünü almak, çete devletini temize ç ıkartmak operasyonudur. Dene tim dışına çıkmış ve bizzat devletin, onun omurgası olarak ordunun kendisi için bir sıkıntı kaynağı haline gelmiş üç beş mafyacı-tetikçi unsurun tasfiyesi, bu demagojik manevranın aracı olarak kullanılmıştır. Böyle yapılarak Genelkurmay denetimindeki kontgerilla yapılanması gözlerden g izlenmeye çalışılmıştır. Bu böyleyken, ordunun çetelere karşı mücadele etti ğ i, devleti çetelerden temizlediği iddiası tam bir maskaralıktır. Bu ciddiyetsiz ve gerçekte kimsenin inan madığı iddiayı bir yana koyalım. Ordunun reformİst solun bir kesimine inandırıcı gelen ve bu kesimleri cezbeden asıl icraatt, "irticaya karşı" mücadeledir. Buna karşı söylenebilecekleri ise, 28 Şubat'ı izleyen aylarda kaleme alınan "Ordu ve İrtica" başlıklı değer lendirmede yeterl i açıklıkta ve fazlasıyla zaten söylemiş bu lunuyoruz: "Türkiye' de sosyal mücadele/erin büyük bir sıçrama yapiiğı ve bu zeminde solun büyük bir güç kazandığı '60' ll yillardan beri, ordu ve dinsel gericilik, düzenin iki temel dayanağı ve silahı olarak öne çıkmış/ardır. Ordu' nun işlevi bellidir; alt smıflann sosyal mücadelelerini belli periyot/arta gündeme getirilen askeri darbelerle dizginlemek ve bunun ürünü olan devrimci birikimi ezmek. Ordunun emekçi sımf ve katmanların ileri kesimlerine karşı yaptı,�ım, düzenin bizzat besleyip destek ledi,�i dinsel gericilik aym sımf ve katmanların geri kesimleri 24 üzerinden farkit bir biçimde yapageldi. Ordu ileri kesimleri dizginleyip ezerken, dinsel gericilik aynr şeyi geri kesimleri aldatıp afyon/ayarak yaptı. "'70' li yillardaki devrimci yükselişten büyük ürkünlü duyan sermaye düzeni, 1 2 Eylül' ün 01·dmdan dinsel gericili,�e si yasal ve kültürel cephede görülmemiş bir geniş alan açt1. Bugün 'irtica karşw' rolü oynayan ordu, 12 Eylül icraatıyla bu alan açma operasyonunun doğrudan p/anlaylctsl ve uygu lay/Clslydi. 'Türk-İslam sentezi' bu dönemde resmi ideolo ji haline getirildi, imam-hatip okulları, cami/er, Kur'an kursları vb., bu dönemde en büyük patlamayi yapll. Bizzat ordu Kürt halktnın özgürlük mücadelesine karşt dinsel ideolojiyi bir . silah olarak kullanma yoluna gitti. Ve en önemlisi. 12 Eylül'de süngü zoruyla uygulanan iktisadi ve sosyal politikalar y1,�ınlarr görülmemiş bir yoksulluğa, sosyal-kültürel y1kima siiriikle di. Her türlü ilerici Çikişın ve demokratik hakk1n boğuldu,qu. yığınların yoksullukla elele giden bir çaresizfiğe mahkum edildi,�i bu sosyal-kültürel ortam, dinsel gericili.�in palaz lanmastna son derece uygun bir zemin oluşturdu. ''Özetle, toplumsal gelişmeye pe devrime karş1 bir dal ga k1ran rolü oynas1n diye dinsel gericiliği düzen bizzat kendisi besledi; ordu ise ona her seferinde yol açt1, zemin düz/edi. Ne var ki bu toplam süreç, resmi dilde 'irtica' olarak nitelenen dinsel gericiliği kontrol edilebilir s1mrların öte sinde bir etki ve güce de kavuşturdu. 'İrtica'. y1,�tnlann geri kesimlerini dizginleyen ve düzene ba,�layan bir imkan o/mamn ötesine taşt1; genel toplum ve devlet düzenine kendi ruhunu ve rengini verme iddiasım uygulamaya geçirecek bir ge lişme düzeyine ve konuma u/aşt1. "Gelinen yerde dizginlenmesi, güç ve etkisinin t11palanmas1. düzen için kabul edilebilir Sl/1/rlar ve işlevler içine çekil mesi gerekiyor. Kurulu düzenin vurucu gücü ordu şimdi bunu yap1yor. 'Durumdan' Çikanlan 'vazife' budur. 25 (. .. ) "Bu siyasal oyunun vahim yam, toplumsal muhalefeti şaşırtmada ve etkisizleştirmede, dahası sosyal-demokratların ve hain sendika bürokratlarının marifetiyle bizzat generaliere yedeklenmesinde sağlanan görülmemiş kolaylıktaki haşarıdır. Neredeyse 30 yıldır dinsel gericiliği kullanarak ilerici top lumsal muhalefeti dizginleyenler, şimdi toplumsal muhale feti yedek/eyerek dinsel gericiliği dizginlemeye çalışıyorlar. "Türkiye'nin bugünkü tablosu gitgide ağırlaşan bir siya sal kriz tablosudur. Oysa böyle bir ortamda devrimci ha reket ve kitle hareketi kendi cephesinden son yılların en zayıf. dağınık ve etkisiz tablosunu sunmaktadır. Bu, generallerin oynadığı oyunun şu aşamadaki en büyük avantajtdtr." (Ekim, sayı:l 7 l , 15 Haziran '97, başyazı) Son iki yılın toplam tablosu, bu oyunun fazlasıyla tuttuğu nu ve en bunalımlı b ir dönem inde d üzene soluk aldırdığını göstermektedir. Kürt hareketinin saplandığı çıkmaz Aynı dönem Kürt hareketinin de ciddi gerilemeler yaşadığı bir dönem oldu. Bu gerileme ilkin mücadele mevzilerinde, ikinci ve asıl olarak da izlenen siyasal çizgide kendini gösterdi. Kürt hareketi kendisini Türkiye 'deki işçi ve emekçi dinami ğiyle buluşturacak bir stratejik ç izgiye yönelmekten ısrar la geri duruşun sonuçlarını yaşıyor bugün. En dar anlamıyla bir ulusal i stemler ç i zgisine kayan ve kurulu düzen çerçe vesinde bir "siyasal çözüm"ü erken çözüm adına bir sapiantı haline getiren PKK, '80'Ii y ıllarda önünü açtığı, '90'1ı ilk yıllarda ileri bir noktaya taşıdığı özgürlük mücadelesini geli nen yerde bir ç ıkınaza saplamış durumda. Emperyali s t dünyanın ağırlığını kullanarak ulusal özgürlüğün kazamirlığına tarih henüz tanıkhk etmedi . Dünyada devrim dalgasının dibe 26 v urmuş olmasının verdi ğ i bir umutsuzlukla dev rimci çözü mü gerçekçi bulmayanlar ve "siyasal çözüm "ü dünya ve Türkiye koşullarında tek gerçekçi yol sayanlar, gerçekte sorunu tam bir belirsizliğe ve çözümsüzlüğe süri.lklemişlerdir. Kürt sorunu ya devrimle çözülür ya da Güney Kürdistan örneğinde olduğu gibi emperyalizmin ve bölge gericiliğinin politik hesap ve manevraları i ç i nde sürünür. Bu ikisi n in ortası yoktur. PKK'nin kendi deneyimi bile bunun ortasının olmadığını daha bugünden göstermekted ir. PKK 'nin devrimci ç izgide ısrarlı olduğu bir evrede top lumda bugünkü türden bir şovenizm cereyanı yaralılamadığı gibi, d üzen kamuoyun un hatırı sayılır bir kesimi bile "si yas al çözi.lm" tartışmalarını yapmak zorunda kalabiJiyordu . Oysa "siyasal çözüm" çizgisinin biricik stratej i haline geldiği bugün düzen cephesinde "sorun"un varlığı bile ağza alırunıyor. Düzen koro hal inde "terörizm" üzerine d izginsiz bir kam panya yürütüyor. Devrimci ç izgide yükseliş süri.lyorken Kürt sorunu kon usunda kendi içinde bölünenler, bugünkü refor misı uzlaşma platformu karşısında inkarcıl ıkta birleşiyorlar. Bu çarpıcı olgu da bir kez daha gösteriyor ki, temel top lumsal ya da siyasal bir sorunda nispi kazanımlar bile, ancak devrimde ısrarın yan ürünleri olarak elde edilebiliyorlar. Türkiye'nin tüm öteki toplumsal ve siyasal sorunları gibi Kürt sorunu da ancak i şçi sın ıfı önderliğinde Türk ve Kürt emekç i lerinin birleşik devrimci mücadelesiyle çözülebilir. Kürt özgürlük mücadelesinin 1 5 y ıllık zorlu deney imi, bu temel b i l i m sel gerçeği farklı bir düzeyde bir kez daha doğrulamıştır. Sınıf hareketi ve çıkış olanakları Ordunun 28 Şubat süreciyle toplumu içine hapsettiği çar p ık tabloda henüz sembolik değerde de olsa ilk gedikleri 27 yine de sınıf hareketi bünyesinde yaşanan çıkışlar açtı. Eylül ayında metal i şiii ieri kendilerini periyodik olarak sermaye ye satan, böylece sefaJet ücretlerine mahkum eden Tük Metal çetesi şahsında satılmış sendikacı takımına karşı ayağa kalktı. Onu SEKA işç ilerinin özelleştirme saldırısına karşı kararl ı direnişi izledi. Son aylarda i se tekstil, metal ve deri işçi leri kriz bahanesiyle yaşanan geniş çaplı tensİkatlara karşı seslerin i yükselttiler. Sınıf hareketinin kendiliği nden kıpırdanışiarı olarak ortaya çıkan, basit, dar ve sınırlı gibi görünen bu tepkiler, bu tep kilerin yöneldiği soru nlar, gerçekte bugünkü çarpık çatışma tablosunu değiştirecek imkanl arı ve dinamizmi taşıyor içinde. İ şçi kitlelerini, onunla birlikte geniş emekçi halk katman larını burjuvaziyle, onun devletiyle, baskı aygıtlarıyla, bur j u vazinin hizmetindeki hain sendikacı takımıyla, burjuva zinin arkasındaki emperyalizmle çatışmaya sürükleyecek yakıcı ve acil sorunlar alan ıdır bu. Bu eylemlilik damarlarının geliştirilmesi, sırufı ve emekçi leri bugünkü sahte kutuplaşmaların figüranı olmaktan kur taracak gerçek bir olanaktır. Tarihi n her döneminde işçi sınıfı ve emekçilerin kendi en yakıcı sorunlan üzerinden gösterdiği eylemlilik; onların egemen sınıf ve onun devletiyle karşı karşıya gelmesine vesileler oluşturmuştur. Yeter ki, devrimci önderlik müdahalesi bu eyleml iliklerle pratikte buluşsun ve bunu, hoşnutsuzluk, öfke ve eylemi besleyen sorunların asıl kaynaklarına yöneltecek devrimci önderlik başarısıyla bir leştirebilsin. Partimiz, devrimci akımlar tablosunun bugünkü umut kırıcı manzarasına olduğu kadar, kendi maddi güç ve olanaklarının tüm sınırlılığına da aldırmaksızm, Türkiye'nin bugünkü çarpık tablosuna buradan yüklenmesini bilmeli ve başarma azmiy le hareket etmelidir. (Ekim, sayı: 200, Ocak 1 999, haşyazı) 28 Seçimler ve parti taktiği Gündemde 1 8 Nisan'da birlikte yapılacak genel v e yerel seçimler var. Konu haftalardır parti basınımızda değişik yön leriyle irdeleniyor, değerlendirme ve teşhirlere konu ed ili yor. Kuruluşundan beri kesintisiz süren bir si yasal polis saldınsının hedefi olmasına ve bunun yarattığı güçlüklere rağmen, Partimiz de seçim döneminden en iyi biçimde ya rarlanabilmek için hazırlıklarına devam edi yor. Normal süresinden birbuçuk yıl önce yapılacak olan 1 8 Nisan genel seçimlerinin, parçalanmışlığı i le bir siyasal bu nalım öğesi olan parlamento bileşiminde ciddi bir değişiklik yapmasını kimse beklem iyor. Seçi mler bu tür bir beklenti nin değil, fakat göstermelik hal i yle bile herhangi bir işlev yerine getiremez duruma düşen parlamentodak i tıkanıklı ğın ürünü olarak gündeme geldi . 28 Şubat süreciyle siyasal yaşam 29 üzerinde kurdukları denetimi zaafa uğratabileceği kaygısıyla seçim kararını ertelernek için çabalayan generaller, bunun mümkün olmadığını görünce sonucu kabullenmek durumun da kaldılar. Şimdi bu zorunlu formalitenin bir an önce ve rej imin işleyişinde bir zaafıyet yaratmaksızın geride kalmasını bekliyorlar. Bu elbette edilgen bir bekleyiş değil . Tersine MGK üzerinden seç i mlere yönelik olarak saptadı kları po litikalara, hazırladıklan genelgelere başbakanlık mühürü basıp uygulamaya geçiyorlar. Bu arada Yargıtay Başsavcılığı, Ana yasa Mahkemesi , Yüksek Seç i m Kuru l u gibi sözde hukuk sal kuru mlar ile sermaye medyası , seçim döneminde de MGK'nın emir-komuta işleyişi içinde üzerlerine düşeni tam olarak yapıyorlar. Adına "derin devlet" denilen kontra rejiminin seçim dönemi önlemleri çerçevesinde üç amacı var. Bunlardan ilki, 28 Şubat sonrasında terbiye işlemine tabi tutulan d insel geri c i l i ğ i , seçim ler döne m inde kendini rejime kanıtlama psikozu içi ne sokmak, böyle bir sonuç elde etmektir. İkincisi, PKK l iderinin tutsak edilmesini de en iyi biçimde kullanarak, Kürt halk kitlelerinin HADEP şahsında ortaya koyduğu tutumu en geri bir noktaya çekmek, bu arada olanaklıysa HADEP ' i seçime sokmamaktır. Üçüncüsü ise, devrimci akımların seçim dönemi politizasyonundan devrimci amaçlarla yararlanmasını mümkün olduğu ölçüde engellemektir. MGK'nın başbakanlık mühürü basarak yayınladığı "irticai, bölücü ve yıkıcı faa liyetlerin engellenmesi"ne ilişki n genelge bu amaçları açı k v e veciz b i r biçimde oraya koymaktadır. İ lk amaca ulaşınada fazl a bir güçlük görünmüyor. Ge neraller bu alanda ciddi bir problem görmekten çok bunu kendi müdahalelerini meşrulaştırmanın, geni ş toplum kesim lerine sempatik göstermenin bir olanağı olarak k ullanıyorlar. Asıl hedef Kürt hareketi ile devrimci harekettir. Abdullah Öcalan'ın tutuklanıp Türkiye'ye getirilmesi faşist kontra re30 j imine bu alanda büyük avantajlar sağladı. Bu olay genel olarak 1 8 Nisan seçimlerine de ayrı bir zemin kazandırdı. Şimdi bir bütün olarak düzen cephesi bu olayın siyasal ve psikolojik avantajlarını azami ölçülerde kullanmaya çalışıyor. Bir yandan Türk işçi ve emekçilerini şovenizm ve "güçlü devlet" propagandasıyla sersemletmeye, öte yandan Kürt hareketinin kitle desteğinde moralsizlik ve çözülme yarat maya çalışıyor. Bu arada bu olaydan, seçim ortamını dev rimci ve yurtsever harekete karşı yoğun saldırılarla teröri ze etmek için yararlanmaya çalışıyor. Son olarak da, "ta rihi zafer" olarak sunulan bu olay kullanılarak, 28 Şubat müdahalesi çerçevesi nde birlikte hükümet eden ve MGK ile en uyumlu çalışan iki partinin, ANAP ile DSP'nin, seçimlerden güçlü çıkması , dolayısıyla da seçim ertesinde kurulacak yeni hükümetin ana eksen i olması için çal ışıyor. Bu son nokta tekelci burjuvazinin 1 8 N isan seçimlerinden herşeye rağmen bekl�diği en önemli sonuçlardan biridir. Yeni bir parlamento, onun içinden çıkacak yeni bir hükümet yeni bir başlangıç olarak sunulacağı için, burjuvazi böyle bir fır sattan da en iyi biçimde yararlanma umudunda ve hazırlığın dadır. Yeni hükümet yeni bir İMF "istikrar paketi", dolayısıy la işçi sınıfına yeni bir büyük saldırı demektir. Seçimi he men izieyecek en önemli gelişme bu olacaktır. *** Türk parlamentosu başından itibaren güctürnlü bir kurum olarak doğdu ve bütün bir tarihi boyunca da öyle kaldı. Fakat güdümlü olması işlevsiz olması ile aynı şey demek değildi. Tersine, rej ime yığınlar nezdinde parlamenter bir görünüm kazandırması , "hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" yanılsa masına bir inandırıcıl ık sağlaması , özell ikle çok partili dö nemde "demokras i c ilik" ve "milli irade" oyununa aksesuar oluştu'r ması bakımından hakim sınıf payına hayl i işlevsel d e oldu. 27 Mayıs darbesi ile birlikte "anayasa! bir kurum" 31 olarak MGK üzerinden ordu vesayetine alman hükümetler ve parlamento, buna rağmen, halkın yükselen topl umsal m uhalefetinin de basıncı alt ı nda, egemen sınıflar arası çe l işki ve çatışmaları bell i ölçülerde yansıtan kurumlardı. Ordu bunun yarattığı sorunları bilindiği gibi 12 Mart ve özell ikle l 2 Eyl ü l ' le aştı . 1 2 Eylül darbesi bu açıdan bir dönüm noktası oldu. Darbenin hedeflerinden biri de düzen içi çatlaklan onarmak, egemen sınıfın tüm gruplarını tek program/çizgi etrafında birleştirmekti . Darbeyi izleyen ilk "serbest seçim" sayılan '87 seçimleri, 12 Eylül ' ün bu çerçevede amacına ulaştığının, düzen partilerinin MGK-İ MF çizgisinde giderek tekleştiğinin, birbirinden ayırdedilemez hale geldiklerinin i lk işaretlerini verdi. Yapısal iktisadi ve sosyal bunal ımın esneme olanaklarını en aza indirmi ş olması ile Kürt halkının özgürlük müca delesinin rejimin yerleşik dengelerinde yarattığı sarsıntı, MGK denetiminde bu aynı program etrafında tekleşmeyi hızlandırdı ve kolaylaştırdı. 20 Aralık '95 seçimlerine kadar bunun tek istisnası RP o l arak görünüyordu . Tüm temel d üzen politikalarına tam destek verdiği halde, halkın dini duygularını istismar ife sosyal demagojiyi kullanma yeteneği, y ine de bu partiye ayrı bir görünüm kazandırıyor ve onu parlamento da da aykırı bir konumda gösteriyordu. Ordunun 28 Şubat müdahalesiyle yaptığı operasyon bu sorunu da tümüyle değil se bile önemli ölçüde çözdü. Kürt halkına karşı k irli yoketme savaşını yönetiyor ve yürütüyor olma konumunu yıldan yıla siyasal yaşama daha dolaysız müdahale için bir araca çevire� ordu, 28 Ş ubat sonrasında RP ve onun isim değiştirmiş hali FP' y i de hizaya getirerek, böylece tabioyu tamamladı. Bu arada, dinsel gericiliğe, onun temsilcisi- olan partiye yönelik müdahalesini "laiklik" v e "çağdaş değerler" adına yaptığı i ç i n , siyasi yaşam üzerin32 de bu dolaysız ve kaba müdahalesini toplumun ilerici ke simleri nezdinde bile meşrulaştırmayı başardı. Gelinen yerde seçimler, siyasal partiler, parlamento ve hükümetler açısından mevcut tablo şöyledir: Bu kurumlar tarihlerinin en işlevsiz ve en itibarsız dönemini yaşamak tadırlar. Sıradan kitleler nezdinde bile büyük bir güvensizli ğin konusudurlar. Hiçbiri emekçiler için umut olarak görül memekle, yığınlar sorunlarının çözümü konusunda gerçek te bu kurumlardan fazla bir şey de beklememektedirler. Bu böyle olmakla birlikte, yine de geniş yığınlar bu ku rumların etki sahası dışına çıkmış da değiller. B unu ancak siyasal mücadele ve örgütlenme, bunlarla kazanılacak olan devrimci siyasal bilinç ve özgüven sağlayabiİir. Oysa işçi sınıfı ve öteki emekçi katmanların geniş kesimleri halihazırda bu konumdan uzaktırlar. Mevcut mücadeleler sınırlı kesimleri kapsamakta, darlıkları bir türlü aşamamakta, olduğu kada rıyla da sınıf ve emekçi hareketi, sendika bürokrasisi ve reformİstler tarafından düzen sınırları içinde tutulmaktadır. Sınıf ve emekçi hareketinin bu belirgin zayıflığından- dolayıdır ki, duydukları tüm güvensizliğe rağmen, işçiler ve emekçiler burjuva politika alanının, bunun kurumlannın dışına çıkama makta, ehven-i şer mantığı içinde sonuçta şu veya bu bur juva partisine en azından seçimlerde destek vermektedirler. Bu gerçeklik, komünistlerin seçim platformundan; yığınları aydınlatmak, onların düzene, devlete, bu arada kokuşmuş burjuva parlamenter kurumlara ilişkin yanılsamalarını kırmak, kitlelerin devrimci bilincini ve eylemini geliştirmek için etkin bir biçimde yararlanmak zorunluluğuna da açıklık getirmek tedir. *** Bugünün Türkiye toplumu bir tezatlar tablosu sunmaktadır. R eji me sözde demokratik görüntü veren kurumları n itibarsıziaştığı ve işlevsizleştiği bir evre, burjuvazinin top33 tumsal hareketin önemli bir kesımini sendikal ihanet çete lerinin ve reformİst partilerin bir kesiminin de yardımıyla yedekteyerek yönetebildiği bir evre olabilmektedir. Tam da bu sayede, devlette çeteleşmenin, ekonomide mafyalaşmanın, bir bütün olarak düzende kokuşmanın dışavurduğu bir evre, saptırılmış çatışma eksenleriyle k itlelerin sersemletildiği, bu arada devletin restore edilmeye çalışıldığı bir evre olabil mektedir. Sermayenin yığınlara en kapsamlı iktisadi ve sosyal saldırılarını kesintisiz olarak yönelttiği, i şsizliğin, yoksul luğun, demokratik hak yoksunluğunun tepe noktasına çıktığı bir evre, sosyal çelişki ve çatışmaların burjuvazi tarafından ustalıkla dizginlendiği, yığınların şovenizm ve İrticaya karşıt lık üzerinden yedeklenebildiği bir evre olabilmektedir. Düzen cephesindeki tüm bunalıma ve yığınların yaşam koşullarındaki sürekli ağırlaşmaya, yığınların bundan kaynaklanan hoşnut suzluk ve arayışlarına rağmen, devrimci hareket son yılların en zayıf ve en dağınık manzarasını sunabilmektedir. Çoğaltılabilecek tüm bu tezadar tablosunun gerisinde bur juvazinin manevra yapma, yığınları zor ve ideoloji aygıtlarının birleşik gücüyle dizginleme yeteneği kadar, tersinden de, devrimci akımların düzenin açmazlarından ve yığınların hoşnutsuzluğundan yararlanarak devrimci çıkış yolu yarat madaki zayıflıkları var. Bu zayıflık bugün kendini seçim ler dönemi üzerinden de gösterebilmektedir. Kitlelerin po litik duyarlılığının nispeten arttığı bu fırsattan yararlanmak için devrimci akımlar arasında herhangi bir tutum ve dav ranış birliği yoktur. Birleşik bir davranış çizgisi ve pratiği geliştirememek, devrimci hareketimizin son yıllarda herkes tarafından kanıksanan bir gerçekliği olmuştur. Bu kanıksama içinde bulunduğumuz seçim döneminin de bir gerçekliğidir. Bu koşullarda Partimiz seçim dönemine kendi bağımsız devrimci sınıf platformuyla ve pratiğiyle girmektedir. Ko münistler sınıfın ve yığınların önüne kokuşmuş kapitalist 34 düzene karşı devrimi ve sosyalizmi savunan, bunu bir çıkış yolu olarak sunan, yığınların güncel politik-iktisadi istem lerini de bu çerçevede ele alan bir platformla çıkacaklardır. Bu platformun yığınlara taşınmasını kolaylaştırmak üzere bazı bölgelerde kendi bağımsız sosyalist sınıf adaylarına da yanacaklardır. Kendi bağımsız adaylannın olmadığı çalışma bölgelerinde ise, varsa eğer öteki bağımsız devrimci adayları destekleyecekler, fakat bu destek çabasını kendi bağımsız platformlarını, görüş ve şiarlarını kitlelere kolayca iletme nin bir olanağı olarak değerlendireceklerdir. Partimiz yığınları yalnız düzen partilerinin yanıl sama larından değil, kendini devrimci ya da sosyalist olarak sunan, gerçekte ise reformisı olan icazetçi sol partilerin yanılsama larından kurtarmak için de gerekli çabayı harcayacaktır. Bu çerçevede hiçbir sosyal-reformisı partinin adayları nı destek lemeyeceklerdir. Buna Kürt halkının büyük devrimci biri kimini "siyasal çözüm" çıkmazlarına saplayan politik plat formun tipik temsilcisi olan HADEP de dahildir. Komünistlerin 20 Aralık ' 95 seçimlerinde seçim çalış masına ilişkin olarak ortaya koyduğu aşağıdaki perspektif Partimiz'in gündemdeki seçimlere ve bu seçimlerden devrimci amaçlarla yararlanma sorununa bakışına bugün de ışık tut maktadır: "Komünistler seçimlere yığınlardan oy desteği talep etmek için değil, fakat düzenin ve onun sözde temsili kurumlarının bu vesileyle etkili bir teşhirini yapmak, yığınlar arasında temel ve taktik devrimci şiarlannı yaymak. seçim ortamını mücadelenin, devrimin ve sosyalizmin etkili bir propagan dası için kullanmak üzere katiiıyor/ar. Bunun toplum gene linde ne kadar güçlü ve etkili yapılabildiği ve yapılabileceği değildir sorun. Sorun, bugünkü güç ve olanaklan sonuna kadar kullanarak bu tür bir faaliyeti yürütebilmektir. Bu faaliyet içinde bağımsız kimliğini ve etkinliğini geliştirebil35 mektir. Bu ilkesel tutuma özen gösterilerek yürütülecek bir faaliyetten güçlenerek çıkabilmek ve bu güçle yarının yeni görevlerine daha etkili sarılabilmektir. "Bu çalışmayı yürütürken, devrimci mücadele platfor munda duran, reformisı hayalleri değil devrimci şiat·ları yayan, düzene ve devlete cepheden vuran her kişi, akım ve örgütle fiili bir dayanışma içinde olacağiz. Bu dayanışma ve işbirliğini 'HADEP çatısı 'yla değil, fakat açık bir devrimci tutum/o hareket edecek olan Kürt devrimcileriyle de geliştirebilmek için her türlü çabay1 harcayacağız. Düzen partilerini ve sahte sol alternatifleri teşhir ederken, devrimin ve sosyalizmin plat formuna dayalt bir çalışma yürüten bağ1msız devrimci adayları destekleyeceğiz . "Burada sözkonusu olanın oy desteğinden çok, devrim ci seçim çalışması olduğunu belirtmek bile gereksizdir. Po litik�da gerçekçilikse gerekli olan, komünistler ve devrim ciler güç ve etkinliklerini oy potansiyeliyle değil, fakat etkili bir teşhir ve propaganda çaltşmaslyla ortaya koyabilecek leri konusunda devrimci bir gerçekçilik/e hareket etmek zorun dadirlar. Devrimci güçler cephesi için seçimler bugün ancak bu açıdan bir işlev görebilmektedirler. " (Ekim , sayı: 1 34, 1 Aralık ;95) (Ekim , sayı : 201 , Şubat '99, başyazı) 36 Devirmeyen darbe güçlendirir! Kuruluş kongresini izleyen haftalardan itibaren Partimiz bir dizi saldırıyla yüzyüze kaldı. Siyasi polis Partimiz'in kuruluşu ve ilanıyla yapılan büyük tarihi çıkışı bir saldırılar dizisiyle karşıladı. Bunu kurulu düzen bekçilerinin Partimiz'in kuruluşuyla atılan tarihi adımın politik anlamını isabetle değerlendirdiklerine bir gösterge sayıyoruz. Bu nedenle buna şaşırmıyoruz, tersine olağan bir davranış tarzı olarak değer lendiriyoruz. Saldırılara ve sorgularnalara ilişkin bilgiler gösteriyor ki, sınıf düşmanlarımız örgütsel varlığımızdan çok büyük moral gücümüzü, saflarımızdaki kökleşmiş özgüveni hedef alıyor lar. B una da şaşırmıyoruz, bunu da düşmanın bilincine, de neyimine ve değerlendirme isabetliliğine bir gösterge sayı yoruz. Birbirini izleyen iki yenilginin yarattığı güçsüzlük ve umutsuzluk atmosferinde biz yoktan komünist bir hare37 ket yarattık ve onu partiye büyüttille Geleneksel sol akımların son birkaç yıldır maddi ve moral açıdan geriledikleri, güç kaybettikleri bir evrede, biz parti inşa sürecimizi başarılı bir kuruluş kongresiyle taçlandırdık. Böylece en yüksek bir moral ve özgüven duygusuyla parti l i döneme adım attık. Elbette k i bu deneyimli ve bilinçli sınıf düşmanlarımızın dikkatini herkesten çok çekecek, onları fazlasıyla rahatsız edecekti. Elbette ki adına siyasi polis denilen ve düzenin bekçi köpekliğini yapan i şkenceci-katliamcı çete takımı harekete geçecekti. Ve elbette ki onlar örgütsel varlığımıza yönel irlerken bu alandaki bazı başarılarını bize karşı mo ral ve psikoloj i k bir saldırının zemini olarak kulJanacak lardı. Olanaklı olursa eğer bazı oyun ve provokasyonlada saflarımııda karışıklık yaratmayı da deneyeceklerdi. Bütün bunlara şaşırmıyoruz; bütün bunları olağan sayıyor, büyük bir sukünetle karşılıyoruz. Bu sukünetin gerisinde de bizim sınıf bil incimiz, ideolojik görüş keskinliğimiz, yük sek moral gücümüz ve kendimize duyduğumuz derin özgü ven duygusu var. Düşmanımızın bizi bu açıdan henüz ye terince tanımadığı anlaşılıyor. Ama tanıyacaklar, buna va k itleri olacak; karşılarında alışıldık türden bir hareket olmadığını görecekler, bunu yaşayarak öğrenecekler. İ şkenceci güruhun şefleri, "parti oldunuz da ne oldu, size aman vermeyeceğiz, sizi yaşatmayacağız" d iyorlarmış. Ser mayenin bu bekçi köpekleri , parti olmamızın ne demek olduğunu qa yaşayarak öğrenecekler. Parti olmamızın, henüz çok sınırlı olan fiziki bir örgütsel varlık demek değil, ama herşeyden önce geleceği kucaklayacak bir ideoloj ik-politik ve moral kimlik olduğunu, bunun ise yıkılmaz olduğunu, yaşayacak ve öğrenecek bu işkenceci çete takımı. Biz artık partiyiz; bizim artık bir adımız, bayrağımız, programımız, çizgimiz, değerler sistemimiz, geleceği kucaklama azmimiz ve işkenceci takımının bir kısmını şu günlerde ayrıca tanıma 38 olanağı bulduğu davada sarsılmaz kadrolanmız var. Bu bir kimlik, bir kültür, sarsılmaz bir moral kuvvet. geleceği k u caklama iradesi ve hırsı demektir. Bu doleunulamaz ve yılcı lamaz bir kuvvenir, bu partidir. Parti olmak herşeyden önce budur ve düzenin bütün bir saldırı ve şiddet aygıtının bu nun karşısında yapabileceği bir şey yoktur. Bu olduğu sü rece, aldığımız örgütsel darbeleri, yaşadığımız fiziki kayıpları kısa sürede misli ile telafi ederiz biz. Dahası yaşananların sağladığı paha biçilmez derslerle daha bilinçlenmiş, güçlen miş ve bilenmiş olarak . . . Bunu böylece ortaya koyup altını kahnca çizerken ne yediğimiz darbelerin önemini ve ne de buna yolaçan ken di zaaf ve yetersizliklerimizi küçümsüyoruz. Bu en buda laca bir davranış, daha da ötesi saldırıya konu olan kendi öz emeğimize karşı affedilmez bir sorumsuzluk olur. Yanı sıra, kendi zaaf ve yetersizliklerimizin yaşanan saldırılardaki belirleyici önemini görmezden gelmek, böylece yeni saldınlar için elverişli zemini süreklileştirmek olur. Parti kuruluş kongresi ön hazırl ı k tartışmaları1 kendi öz maddi emeğimize karşı gösterdiğimiz büyük hassasiyete, ona verdiğimiz öneme, bu çerçevede kendi zaaf ve yetersizlikle rimizin ifade ettiği büyük tehlikeden d uyduğumuz derin kaygıya tanıklık etmektedir. Örgütsel güvenlik sorunları ku ruluş kongresi ön hazırlık tartışmalarında ilk olarak ele alı nan, programdan da önce tartışılan konu olmuştur bizim için (Bkz.TKİP Kuruluş Kongresi Belgeleri/Örgütsel Güvenlik Sorunları). Bu da bir rastlantı değildir, tersine, açık bir değerlendirmenin, o günkü mevcut durumdan duyulan de rin kaygının, acil ve kesin bir müdahale için duyulan ihti yacın bir ifadesi ve göstergesidir. B una rağmen saldırıların önü kesilememişse bunun te melde birbirine bağlı iki nedeni vardır. B i rincisi, bu bilinç ve kaygı ileri kadroların tümünde ortaklaştırılamamıştır. İkin39 cisi, dolayısıyla bazı kadrolar Partimiz'in bu alanda kong rece belirlenen çizgisin i ve iradesini uygulamak yerine, eski anlayış ve al ışkanlıklarında ısrar etmişler, böylece partiyi kolay ve tahrip edici bir saldırıyla yüzyüze bırakmışlardır. Ortada düşmanın özel bir yeteneği ve bunun ürünü bir başarı yoktur. Düşman yalnızca akılalmaz hatalarımızı, kongre öncesi ve platformunda sert eleştirilere konu olan ve ke sin bir biçimde terkedilmesi talep edilen yanl ış anlayış ve alışkanlıklarımızı, bunun yarattığı açıkları ve boşlukları de ğerlendirmiştir. Bu anlamda düşman, gerçekte içimizdedir! Düşman , zaaflı anlayış ve uygulamalardır! Düşman, bun ları sürdürme anlayışı ve sorumsuzluluğudur! Ve bu ma sum görünüşlü ama sinsi düşman, şu son dönemde yaşa nanlardan sonra artık · daha kesin ve uzlaşmaz bir iç mü cadelenin konusu ve hedefi olmak durumundadır. Kongrey i hemen öneeleyen özel hazırlık sürecinde .gün deme alınan ilk konu tam da örgütsel güvenlik sorunları oldu. Konu en temel ve kritik noktalardan kongrede ayrıca tartışıldı. Son olarak kongreyi izleyen Merkez Komitesi top lantısının temel gündem maddelerinden biri olarak ve en somut bir biçimde ele alındı ve zayıf noktalar tartışılarak bazı somut kararlara konu edildi. Ekim' in bu sayısıyla birlikte konuya ilişkin tüm kongre tutanakları yayınlanmış bulun maktadır. Komisyon adına kongreye sunulan " Örgütsel Güvenlik Notları " ise önümüzdeki sayıda yayınlanacak (Sözü edilen metin yayınianmadı-R ed. ) . Tüm _bu kongre materya linin toplu içeriği, Partimiz adına ve kuruluş kongresi şahsın da söylenilebilecek herşeyin söylendiğini gösteriyor. Son saldırıların somut bilgisi ve ve bu bilginin Merkez Komi tesi tarafından yapılmakta olan değerlendirmesi, bu konu da durumun ve sorunların, görevlerin ve sorumlulukların ön den başarıyla değerlendirildiğini, söylenecek çok az yeni şeyin bulunduğunu gösteriyor. 40 O halde sorun nereden çıkıyor? Sorun, kongre şahsında ortaya konulmuş bulunan parti iradesi ve çizgisinin pratikte çiğnenmesinden çıkıyor. Sorun, düşünce ve davranış arasın daki büyük açıdan, bu alandaki akılalmaz sorumsuzluk ve tutarsızlıklardan çıkıyor. Sorun, kritik konumdaki bazı yol daşlarımızın pratikte örgütsel oportünizmin taş ıyıcıları ol malarından çıkıyor. Kongre sonrası kısa süreç buna tanıklık etmektedir; örgütsel güvenli�imiz için ciddi tehditler ve teh l ikeler oluşturan bu eğilimin hala altedilemediğini göster mektedir. Bu tutarsızlık Partimiz'in saflarında örgütsel oportüniz min hala bel li bir etki alanına sahip olduğı;nun bir göster gesidir. Ve bunun taşıyıcısı bazı kritik konumlardaki örgüt kadroları olduğu ölçüde sonuçta yarattığı tahribat da o denli büyük olabilmektedir. Kuruluş kongresinde, bu alandaki za afiyetin de açık bilinciyle, bu kritik noktaya döne döne dik kat çekilmiştir. Örgütsel güvenlik alanındaki sorunumuzun en başta ileri ve yönetici yoldaşların örnek, titiz, yolgösterici pratiği ile çözümlenebiteceğine işaret edilmiş, örneğin bu konuda şu denli açık v urgulamalar yapılmıştır: " ... bu hareketin başta en ileri kadroları olmak üzere, yukardan aşağı doğru hiyerarşi indikçe, örnek ve yolgösterici bir önderlik pratiği gereklidir. Doğru/ann temsilcisi herşeyden önce bu hareketin ileri kadroları olmalı ve onlar örnek pratikleriyle bu önerdikleri şeylerin örgüte hakim olmasını, onun yaşamını belirlemesini sağlayabilme/idirier. " " ... Eğer bir örgütün önerdiği davranış tarzını herşey den önce onun ileri kadroları temsil etmiyor/arsa, önder kadrolar kendi pratiklerinde bu konuda örnek bir tutum ser gi/emiyor/arsa, onu bütün örgüte maletmek zaten mümkün değildir. " (TKİP Kuruluş Kongresi Belgeleri/Örgütsel Gü venlik Sorunları, s.99-100). Bazı yoldaşlarımız, "cüret", "cesaret", "ataklık", "risk 41 alma" vb. masum, dahası pek çekici sözler ve gerekçeler le cilalayarak, örgüt güvenliği için ciddi riskler yaratan anla yış ve ahşkanlıkJarını kongre sonrası kısa dönemde de sürdü rebilmişlerdir. Son saldınların toplu incelemesi ve değerlen dirmesini sürdüren Partimiz, bu anlayışı yıkmak için daha kesin bir iç mücadele açmak kararlılığındadır. "Örgütsel güvenlik sorunu devrimci bir örgüt için her zaman en temel sorunlardan biridir. Bu devrimci bir örgü tün karşısına maddi açıdan varlık-yokluk meselesi olarak çıkabilen bir sorundur. Siyasal mücadelede süreklilik esastır diyoruz; siyasal mücadelenin sürekliliği, ancak sürekliliği korunan bir örgütle sağlanabilir. Kurulu düzene karşı mücadele eden il/ega/ bir örgütün sürekliliğini koruması ise, örgütsel güvenliğe ilişkin sorunlarda gösterebildiği başarı ölçüsünde mümkündür." (age., s.l9) Yaşanan saldırıların, ortaya çıkan tahribatın ve buna karşı alınan zorunlu önlemlerin bugün için Partimiz'in siyasi faali yet kapasitesinde meydana getirdiği daralma, konuya i li ş kin tartışmaların açılış sözlerinde dile getirilen bu gerçeğin anlamını ve önem ini bir kez daha göstermiştir. Partimiz, kuruluşuna ilişkin tanıtım kampanyasını önden planlanan kap sam ve saptanan hedefler çerçevesinde yürütemediği gibi, seçim ve bahar dönemine etkin bir örgütsel çalışmayla girmeyi de başaramamıştır. B ir kez daha görülmüştür ki, siyasal fa aliyet ve mücadelenin sürekliliğinin temel önkoşulu ve güven cesi, tam da i llegalitenin gerekleri çerçevesinde sürekliliği korunan bir örgütsel varlıktır. Son saldırı ların ortaya çıkardığı gerçekler büyük ders lerle doludur. Partimiz k uruluş kongresinde gündeme geti rilen müdahaleyle başarılamayanı bu kez kesin bir biçim de başarmak kararl ılığındadır. Sorunun geçici ve yüzeysel tedbirlerle geçiştirilemeyecek denl i ciddi olduğu, parti saf Iarında köklü bir zihniyet ve davranış değişikliğinin m ut42 laka oturtulması gerektiği açık bir biçimde ortaya çıkmıştır. Son operasyonların her birinin nedenleri dikkatle incelen mekte, toplam olarak saldınyı kolaylaştıran ve tahribatı büyü ten nedenler üzerine değerlendirmeler yapılmaktadır, ki buna ilişkin sonuçlar partiye ayrıca sunulacaktır. Tüm bu nedenlerle Partimiz'in pratik çalışması bir süre daha sınırlanmış halde sürdürülecektir. Kuşkusuz bu geri ye doğru bir adımdır. Fakat ileriye doğru atılacak güçlü ve kalıcı adımların da zorunlu bir gereğidir. Kuruluş kongre sinde konuya ilişkin olarak gösterilen aşırı hassasiyete rağ men kongreyi izleyen dönemde ortaya çıkan sonuçlar, bu kez işi sıkı tutmamız gerektiğini, eksik müdahale ve yarım tedbirlerle yola devam edemeyeceğimizi göstermektedir. Kongre tartışmaları Partimiz'in bu alanda büyük bir de neyim birikimine sahip olduğunun somut bir göstergesidir. Bu materyal temeli üzerinde, bunu son saldırıların dersleri ve deneyimleri ile de birleştirerek, parti içerisinde ve çepe rinde yoğun ve sistematik bir eğitim faaliyeti yürütmek günün en acil ve önemli görevlerinden biridir. Bu sorun ve buna dayalı eğitim parti örgütlerinin değişmez gündem madde lerinden biri olmak durumundadır. Bunu siyasi poliste, zin danda ve mahkemelerde partili kimlik ve tutum üzerine bir eğitimle birleştirmek durumundayız. Son s aldırıların bu açıdan son derece yararlı sonuçları da olmuştur. Tüm bu konularda partinin ve partili kadroların duyarl ılığı artmış, partinin konuya ilişkin olarak ortaya koyduklarının çok yönlü olarak anlaşılması ve derinleme sine kavranması kolaylaşmış, illegalitenin ve iç illegalitenin gerekleri, kurallı ve disiplinli örgüt yaşamı, düşman karşısın da direnişçi militan kimlik vb. konular parti organ ve kad rolarının özel ilgi ve hassasiyet alanları haline gelmiştir. Partimiz bu avantajı en iyi biçimde değerlendirmeye çalışa caktır. 43 Son saldırılar, sorgulamalarda polisin ortaya koyduğu ve sergilediği oyunlar, polisin maddi varlığımız ötesinde asıl olarak moral gücümüzü ve özgüven duygumuzu hedef aldığını göstermektedir. Düşmanın esas yüklendiği nok ta bu olmuştur. Partiye ve davaya ihanet eden, alçalarak düşmana sığman ve bu nedenle Partimiz tarafından kesin bir tutunıla cezalandırılacak olan bir hainin Partimiz'e kara çalan iddia ve iftiraları da bu amaç çerçevesinde kullanılmaya çalışılmıştır. Tüm bunlara şaşırmamak gerektiğini yineliyoruz. Polis deneyimleri ışığında çok iyi biliyor ki, devrimci bir örgütün en büyük güç kaynağı, onun sahip olduğu moral, kendine ve davasına olan büyük güvenidir. Bu kırılmadığı müddetçe hiçbir fiziki saldırı devrimci bir örgütün ileriye doğru yürü yüşünü durduramaz. Partimiz bu açıdan fazlasıyla güçlü ve düşmanın buna yönelik çabalarını kolayca boşa çıkaracak kadar deneyimlidir. Partimiz düşmanın bu tür saldırıları altın da, onları göğüsteyerek ve paha biçilmez derslerini en iyi biçimde sindirerek geli şecek, güçlenecek ve çelikleşecek tir. (Ekim , sayı : 202 , Mart 1 999, başyazı) davranı ş tarzı 44 Yeni bir emvervalist saldırı ve savaşlar dönemi... Emperyalizm ve Balkanlar'da emperyalist savaş Başını ABD'nin çektiği emperyalist koalisyonunun savaş makinası NATO 'yu harekete geçirerek Yugoslavya'ya karşı başlattığı savaş haftalardır sürüyor. Haftalardır Yugoslavya'ya tonlarca bomba yağıyor. Ülkenin sanayi, iletişim ve ulaşım altyapısına büyük darbeler vuruldu. Yüzlerce sivil insan öldü, binlereesi yaralandı. Daha da vahim olanı, bu emperyalist müdahalenin bahanesi olarak kullanılan Arnavutlar başta ol mak üzere tüm Kosova halkı perişan edildi. NATO müda halesi ile birlikte yüzbinlerce Kosovalı yerinden yurdundan oldu. Emperyalist saldırıya sözde "insani" nedenler yarat mak, onu haklı göstermek için, bombalamaların ardından göç etmek zorunda kalan bu büyük insan yığınları sınırlarda kasten perişan halde bırakıldı. Yugoslavya ' ya bu haydutça saldırının, bir savaş maki nası olarak NATO'yu sıcak bir savaşta ilk kez kullanmanın ve Balkanlar'da emperyalist egemenliği pekiştirmenin öte45 sindeki nedenleri ve sonuçları, NATO ' nun 50. y ıl zirvesi ile daha açık hale geldi. Tüm bunlar başından itibaren basınımızda ayrıntılı ola rak değerlendirildi, tahlil ve teşhir edildi. Bunun da sağladığı kolaylıkla, burada ayrıntılara g irmeden, son geli şmelerden hareketle bazı temel sonuçları ifade etmek yoluna gideceğiz. Emperyalizm, militarizm, saldırganlık ve savaş demektir Militarizm, saldırganlık ve savaş, emperyal izmin özün de vardır. Tüm bunların kendilerini giderek daha dizgin siz bir biçimde gösterecekleri bir tarihsel döneme girmiş bulunuyoruz. İ kinci emperyalist savaş sonrasında, Kore'de, Vietnam'da ve öteki Çin-Hindi ülkelerinde olduğu gibi zaman zaman doğrudan taraf olsalar da, daha çok bölgesel çatışma ları ve savaşları perde gerisinden kışkırtan emperyalistler, bundan böyle artık doğrudan kendi adiarına müdahale ve savaşlara girişeceklerini gösteriyorlar. Komünistler, yeni dönemin bu açak -eğilimini daha ' 90 yılı başında, daha orta da Körfez krizi ve savaşı yokken, daha Malta Zirvesi'nin de etkisiyle barış ve silahsızlanma üzerine yaygın bir aldatıcı cereyan varken, açıkça tespit ettiler. Ş imdi, ' 90' 1arın son unda, NATO etrafandaki emperyalist B atı ittifakı bunu yeni dönem NATO stratejisi olarak açıkça belirlemiş ve Yugos lavya'ya yönelik emperyalist saldırıyı da bunun bir ilk uy gulama örneği ilan etmiş bulunuyor. İ k i kutuplu dünyanın hassas dengeleri emperyalizmin özünde varolan bu eğilimlerin i belli ölçülerde gemleyebi liyordu. Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği 'nin y ıkılışmdan beri bu dizginleyici etken ortadan kalkmış bulunmaktadır. Emperyalizm artık amaca ulaşmak için, iktisadi ve politik araçlar ile tehdit ve şantaj yöntemlerinin ötesinde, doğrudan 46 militarİst aygıtını kullanmakta, dolaysız saldırı ve sava�la sonuç almaya çalışmaktadır. Yeni dönemde bunun geniş çaplı bir ilk uygulama örneği Körfez savaşı oldu. Emperyalist koalisyon savaş makinasını harekete geçirerek Irak' ı yıkıma uğrattı ve ona tüm koşullarını dayattı. İ htiyaç duyuldukça aynı savaş makinası tekrar tek rar kullanılarak 8 yıldır Irak'a soluk aldırılmamaktadır. Aynı yöntem şimdi de Yugoslavya' ya uygulanıyor. Bal kanlar'ın işgalini meşrulaştırmak ve Yugoslavya 'ya boyun eğdirmek için savaş makinası NATO haftalardır canice bir saldırı savaşı yürütüyor. '90'Iarın başında Irak'a yapılan em peryalist müdahale ile '90'1ann sonunda Yugoslavya'ya yapılan müdahalenin arasındaki tek önemli fark, ilkinin BM bay rağı altında, bu ikincisinin ise NATO adına yürütülüyor ol masıdır. NATO bir emperyalist politik ittifak olmanın ötesinde aynı zamanda bir dolaysız savaş makinası olduğu için, bu fark sanıldığından da önemlidir. Yugoslavya : Nüfuz ve paylaşım m ücadelelerinin trajik sahnesi Sovyetler Birliği ' nin yıkılışıyla birlikte ikinci dünya savaşı sonrası iki kutuplu dünyanın son bulması, yalnızca emper yalizmin saldın ve savaş eğiliminin değil , emperyalist dünyadaki iç bölünme ve nüfuz mücadelelerinin de önünü açtı. Bu mücadelenin açık-gizli biçimde sürdüğü temel alan lardan biri de Balkanlar oldu. ABD ve Alman emperyal iz mi, yerine göre anlaşarak yerine göre birbirlerini çelmeleye rek, .Balkan ülkelerini kendi nüfuz alanları haline getirmeye çalıştılar. Bu emperyalist egemenlik mücadelesinin en büyük kurbanı Yugoslavya oldu. '90' ların başından itibaren özel likle A l man emperyalizmi Yugoslavya 'yı parçalamak ve federal birlikten kopardığı her bir parçayı kendi denetimi47 ne almak için her türlü çabayı harcadı. Hırvatistan ve Sloven ya sözde bağımsızlıklarına böyle kavuştular. Ardından yüzbinlerce insanın ölümüne, daha fazlasının yaralanmasma, tüm bölgenin yakılıp yıkJlmasına, ve en kötüsü, on yıllarca kardeşlik içinde yaşamış halklar arasında kin ve nefret duvarlarının örülmesine neden olan "Bosna-Hersek trajedisi" geldi. Kendilerine bağlı işbirlikçi gerici güçler ara cılığıyla çatışmayı kışkırtan ve yaratan emperyalistler, çatı şan taraflar birbirini tükettikten sonra da hakem olarak orta ya çıktılar. Bosna 'yı kendi içinde küçücük etnik parçalara böldüler, halkları birbirlerinden ayırdılar ve "barış gücü" adı altında tüm Bosna'yı fiilen ve resmen işgal ve denetimleri altına aldılar. Bu durum yıllardır devam etmektedir. Bosna'dan sonra sıranın Kosov a ' ya geleceği, aynı oyu nun bu kez Kosova 'da tezgahlanacağı biliniyor ve bekle niyordu. '98 yılı boyunca tezgahianan kışkırtmalarla beklenen oyun sahneye kondu. Makedonya ve Amavutluk'a askeri kuv vetleriyle zaten yerleşmiş bulunan emperyalistler, Kosova 'ya da askeri olarak yerleşme koşulunu Yugoslavya'ya dayattılar. Dayatma reddedilince savaş makinası harekete geçirildi. Yugoslavya'ya karşı haftalardır sürdürülen emperyal ist saldırı savaş böyle başlatıldı. Emperyalizm özgürlük değil egemenlik peşindedir Emperyali zm, her yerde ve her zaman, özgürlük değil fakat egemenli k peşindedir. Emperyali zmin karakterine iliş kin bu temel marksist tanım emperyal izmin tari hinden çıkartılmıştır ve emperyalizmin sonraki tüm tarihi tarafından olduğu gibi doğrulanmıştır. Emperyalizmin tüm tehdit, saldırı, işgal ve savaş girişimlerini sahtekarca "barış", "demokra si", "insani yardım" vb. argümanlara dayandırdığı bir dö48 nemde, bu temel marksist düşünceyi gözönünde bulundur mak her zamankinden çok gereklidir. Emperyalist savaş makinasıyla Balkanlar'a çullanmış em peryalistler bunu bir kez daha "barış", "Kosova Arnavutları'nın özgürlüğü", "etnik temizliğin durdurulması" vb. argüman larla gerekçelendiriyorlar. Bu büyük bir sahtekarlıktır. Varlığı bile kabul edilmeyen Kürt halkının özgürlük mücadelesi boğulsun d iye Türkiye'deki kirli savaşa yıllardır tam des tek verenlerin Kosova Arnavutları'nın ulusal özgürlüğü için savaşı göze aldıklarını iddia etmeleri tam bir utanmazlık ve ikiyüzlülük örneğidir. Devrimci ulusal kurtuluşçuluk ve gerici burjuva milliyetçilik Tıpkı büyük sosyalist Ekim Devrimi sonrasında olduğu gibi ikinci emperyalist savaş sonrası dönem de, dünya ölçü sünde emperyalizme ve sömürgeci l iğ i karşı büyük bir ulu sal kurtuluş savaşları d al gası meydana gel d i . S ovyetler Birliği'nin faşizme karşı kazandığı büyük tarihi zafer; Asya'da Çin halk devriminin yarattığı büyük devrimci sarsıntı; bir dizi ülkede "Halk Demokrasisi" rejimlerinin kurulması ve bir sosyal ist kampın oluşması; özetle dünya ölçüsünde dev rim ve sosyalizm akımının büyük bir güç kazanması, ezi len ve sömürge ulusların emperyalizme karşı kurtuluş mü cadelelerine muazzam bir ivme kazandırdı. 20. yüzyılın bü yük de'vritnci ulusal kurtuluş akımı ikinci savaş sonrasındaki bu büyük patlamasıyla emperyalizme büyük darbeler vur du ve klasik sömürgeciliği çökertti. Ulusal kurtuluş müca delelerinin bu büyük dalgası, ' 70 'lerin ortasında Ç in-Hin di halklarıyla Afrika halklarının birbirlerini izleyen zafer leriyle doruğuna ulaştı . '90'lı yıllar, 20. yüzyılın bitmekte olan şu son on yılı 49 ise, dünya ölçüsünde, özellikle de eski Sovyetler B irliği ve Doğu Avrupa topraklarında, yanısıra orta Afrika 'da, gerici milliyetçilik akımiarına ve bunlar arasındaki kanlı çatışma lara ve boğazlaşmalara sahne oldu. Bunun tam da, Sovyetler B irliği ve Doğu Avrupa'daki y ıkılışla birlikte dünya ölçü sünde devrim ve sosyalizm akımının büyük bir güç ve prestij kaybına uğradığı, ezilen sınıflar ve halklar arasında insanlık tarihinin gördüğü en birleştirici ve bütünleştirici ideal ve akım olan sosyalizmin geçici olarak bu gücünü kaybettiği bir tarihsel evreye denk: gelmesi elbette rastlantı değildir. Buradaki kısa sonuç şudur: 20. yüzyıl tarihinde, proletar ya önderliğindeki uluslararası sosyı;ılizm akımının büyük güç kazandığı ve devrimci gelişmeleri ivmelendirdiği tarihi dö nemler, dünyanın mazlum ulusları için de köleli kten kurtu larak özgürleşrnek ve kendi aralarında kaynaşmak dönemi olmuştur. Bu büyük tarihi akımın güç kaybettiği 20. yüzyı lın şu son dönemi ise, tersinden gelişmelerin önünü açmıştır. 20. yüzyılın birbirinin zıddı durumundaki bu büyük tarihsel deneyimleri, onların ihtiva ettiği paha biçilmez dersler, bu günün sorunlarına nasıl yaklaşılması, çözüm ve çıkışın nere de aran�ası gerektiği konusunda da büyük tarihi ve teorik açıklıklar sunmaktadır. Emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı büyük ulusal kurtu luş mücadeleleri dalgası tarihin çarkını i leriye doğru hız landırmış, ezilen halklar arasındaki birlik, dayanışma ve sempatiyi besleyip güçlendirmiş, emperyalizme ise büyük darbeler vurarak onun teşhirini ve tecridini hızlandırmıştı . Vietnam halkının '60'lı ve '70'li yıllarda Amerikan emperya l i zmine karşı yürüttüğü kahramanca mücadelenin dünya çapında yarattığı derin sempati ve sarsıntı, bu olumlu et kinin ve sonuçların doruğu olmuştu. Oysa '90'h yılların gerici milliyetçi dalgası, içiçe ya da birbirine komşu olarak yaşayan halklar arasındaki birlik ve 50 kardeşlik bağlarını parçalamış, onlar arasında kin, düşmanlık ve nefret ilişkilerinin gelişmesine neden olmuştur. Bu ara da emperyalizm, halklar arasındaki bu bölünme ve çatışma ları bizzat körükleyip kışk ırtmakla kalmamış, bu gerici ve kısır kanlı çatışma ve düşmanlıklardan yararlanarak halklar üzerinde köleci egemenliğini ya yeniden kurmuş ya da varolanı daha da pekiştirmiştir. Emperyalizmin kuklası durumunda ki kendi gerici sınıf ve yönecilerinin aleti olan halklar, bir birleri karşısında emperyalizmin hakemliğine ve sözde ko rumacılığına sığınmışlardır. B öylece gerici milliyetçilik akımı, halkiara özgür bir u lusal varl ık ve kimlik kazandırmak bir yana, tersine, onların tümden köleleşmesinin, çağımızda her türlü u lusal baskı ve köleliğin gerçek kaynağı olan emper yali zmin hükümranl ığı alıma girmelerinin aracı olmuştur. '90'lı yıllardan itibaren Orta Afrika'da, Kafkaslar'da, Bal kanlar'da yaşanan trajik gel işmelere bunun ışığında bakmak gerekir. Gerici Sırp burjuva milliyeçiliği ile Hırvat ve Sloven milliyetçiliği karşılıklı birbirini besleyerek, emperyalizmin üzerine "böl ve yönet" işlemi yapacağı zemini olgunlaştırdı l ar. Bosna-Hersek'de en kaniısı yaşanan trajedi ler böylece birbirini izledi. Süreç gelinen yerde Balkanlar'ın bir kez daha "balkanlaşma"sına vardı. Kosova' daki Arnavutlar'ın haklı ulu sal istemlerine burjuva milliyetçi bir karakter kazandıran gerici akımlar, sorunun sözde çözümünü emperyalizme ve onun savaş aygıtı NATO'ya sığınınada buldular. Böylece, Kosova Arnavutları'na özgürlük kazandırmadıkları gibi, bütün Bal kanlar'ın bir savaş alanına dönmesinin, emperyalistlerin bir dizi Balkan ülkesini büyük askeri kuvvetlerle işgal etme sinin basit bir aracına ve vesilesine dönüştüler. Baskı altındaki ulusu ya da ulusal azınlığı özgürleştirmediği g ibi bölgedeki diğer halkların daha çok köleleştirilmesine vesile olan bu tür gerici mill iyetçi ulusal akımlar hiçbir biçimde desteklenmemeli, tersine, emperyalizmin uşaklan ve piyonları olarak teşhir ve mahkum edilmelidirler. Aynı şekilde, emperyalistlerin mazlum ve güçsüz halkları birbi rine kırdırmak, sonra da hakem ya da kurtarıcı pozlarında sahneye çıkmak şeklindeki alçakça ve canice oyunları sis tematik bir biçimde teşhir edilmelidir. Ulusların köleliği, yaşadıkları sorunlar ve acılar, ulusal hak yoksunlukları emperyalizmin umurunda olmadığı gibi, çağımııda emperyalizm, bütün bu türden sorunların doğru dan ya da dolaylı olarak kaynağını oluşturan asıl güç duru mundadır. ABD emperyalizminin başını çektiği ittifak da, savaş makinası NATO'yu Yugoslavya'ya karşı harekete geçirip Bal kanlar'ı ateşe verirken, Kosova Arnavutları'nın u lusal hak ları değil fakat kendi egemenlik planlarını uygulamak peşin dedir. NATO'nun Dü n ya ölçüs ün d e yeni stratejisi: saJdarganlık ve savaş Saldırgan NATO ittifakının 50. yıl zirvesinden bir ay önce başlatılan emperyalist savaşın gerçek nedenleri, bu zirvede kabul edilen yeni NATO stratejisi ile birlikte çok daha açık bir biçimde ortaya çıkmıştır. Bir gözlemcinin isabet le belirttiği gibi, sorun Kosova değil fakat NATO'nun yeni işlevidir. Balkanlar'a yöneltilmiş emperyalist müdahale ile Kosova sorununa değil, fakat NATO 'nun yeni stratejisine çözüm aranmıştır. Daha doğru ve tam bir ifade ile, zirve öncesindeki bu haydutça savaş pratiğinde, zirvede benim senecek yeni saldırı ve savaş stratejisinin bir ilk uygula ma örneği sergilenmiştir. NATO her zaman devrime ve sosyalizme, halkların öz gürlük ve bağımsızlık mücadelelerine karşı bir tehdit ve şantaj, saldırı ve savaş örgütüydü. Fakat o resmen bir "savunma" örgütü olarak tanımlanıyor, saldırgan ve emperyalist niteliği 52 resmi söylernde gizlenmeye çalışılıyordu. 50. yıl zirvesin de kabul edilen "yeni konsept"e göre, NATO artık resmen de bir saldırı ve savaş örgütüdür. B una göre, sadece ken disine üye olan ülkelerin sınırları alanında değil, fakat "alan dışında" da , demek oluyor ki dünyanın her yerinde ve her türlü babaneyi kullanarak, kendine karşıt ya da kendisi için tehlike saydığı her gelişmeye, akıma, ulusa ve devlete mü dahale etme hakkını kendinde görebilmektedir. Mevcut konjonktürden de yararlanılarak aykırı sesler çı k aran devletler, etnik çatışmalar vb. bu yeni "konsept"in hedefleri olarak gösterilmektedir. Gerçekte ise asıl ve temel stratejik hedef, her türlü ilerici ve devrimci akımlar ile işçi sınıfı ve halkların her türden devrimci çıkışıdır. Yeni NATO "konsept"i ile gerçekte 2 1 . yüzyılın devrim dalgaianna hazır lık yapılmaktadır. Kendi aralarında çelişkileri ve kutuplaş maları gitgide derinleşen ve bunu NATO zirvesine de yansıt maktan kendilerini alamayan emperyalistlerin N ATO çatısı altındaki mevcut birliği ne kadar sürdüreceklerinden bağımsız olarak bu böyledir. Bir başka ifadeyle, önemli olan, NATO ittifakı ayakta kaldıkça bu savaş makinasının dünya ölçü sünde ne amaçla kullanılacağının resmen de ilan edilmiş ol ması gerçeğidir. Etkinlik alanı sınırlamaları kaldırılan, bütün bir yeryüzü nü kendisi için etkinlik alanı o larak ilan eden NATO'nun, bugün için esas etkinlik alanının B al kanlar ve Ortadoğu olduğunu emperyalist şefler açıkça ifade ediyorlar. Nitekim bu iki alan NATO'da yeralan emperyalistlerin halihazırda fiili savaş ve işgal alanıdır. Ortadoğu 'da Irak, Balkanlar'da i se Yugoslavya, ABD emperyalizmi tarafından bu savaş ve iş galin bahaneleri olarak kullanılmışlardır. (İ lkinde Kuveyt, ikincisinde Kosova bu babanelere dolgu malzemesi sağlamıştır.) Türkiye bir NATO ülkesidir ve emperyalizmin bu iki hassas ç ıkarlar alanını birleştiren bir coğrafi konuma sahiptir. 53 Bu nedenle de NATO' nu n yeni stratejisi, Türkiye devrimi ve devrimcileri iyin apayrı bir anl am ve önem taşımaktadır. NATO: Uluslararasi bir i ç savaş örgütü Yeni "konsept"e göre, NATO yalnızca· bir dış müdaha le aracı değil, aym zamanda artık bir uluslararası iç savaş örgütüdür. Zirve tartışmalarında devletlerin egeme n l i k hakların ın NATO için bir şey i fade etmediği, "ulusal ege menlik" kavramının artık uluslararası i lişkilerin dayandığı temel olmaktan çıktığı, NATO' nun uygun bahanesini bul duğunda ve kendi çıkarları gerektirdiğinde devletlerin ve uluslann yaşamına doğrudan müdahale edeceği, "yeni stratejik konsept" çerçevesinde açıkça dile getirilmiştir. Fakat dile getirilen daha da önemli bir nokta var. Belİi bir devletin sınırlan içerisindeki sorunlar karşısında ilgili devlet güç durumda ya da çaresiz kahrsa, NA TO duruma doğrudan müdahale etmeyi kendi yeni misyonu olarak tanımlamıştır. Buna göre, devrimci bir Kürt özgürlük mücadelesinin Kür distan 'da başarıyı zorlaması durumunda, ya da devrimci bir işçi sınıfı · ve halk hareketinin Türkiye 'deki rejimi zorlaması koşullarında, NATO bir iç savaş gücü olarak doğrudan devre ye girebilecektir. NATO'nun artık bir dünya polisi olacağı açıkça dile getiriliyor. Fakat burada devrimcilerin önemle gözetmesi gereken kritik nokta şudur: NATO bu polisliği devletler arası ilişkilere ve anlaşmazlıklara çeki-düzen verme girişimlerinin ötesinde, bizzat tek tek ülkelerdeki iç çatışmalara doğrudan müdahale etmeye girişerek de yapmak niyetindedir. Bu anlamda NATO, uluslararası konuma sahip bir iç savaş örgütü ve ordusu olarak çıkacaktır emekçilerin ve halkların karşısına. Daha çıkışında tek tek ü ye ülkelerde gladio, kontrgerilla vb. isimler altındaki özel iç savaş örgütlenmelerine 54 girişen NATO'nun kendine şimdi açıkça biçtiği bu yeni mis yon şaşırtıcı da de�ildir. Saldırganlıkla birleşenterin iç çelişki ve çatışmaları büyüyor Gelgelim tarih diyalektik bir tarzda, sürekli çelişkiler ve karşıtlıklar üreterek seyreder. B ugün kendine yeni strate jik misyonlar tanımlayan emperyalist NATO ittifakı , biz zat bu yeni stratejinin saptandı�ı 50. yıl zirvesinde gittikçe derinleşen iç çekişme ve çatışmalarını gizleyememiştir. Bunlar NATO ile BM ilişkisinden sürmekte olan savaşa, NATO'nun kendi iç yönetiminden Avrupa'nın kendi birleşik askeri örgüt lenmesine (zirvede buna Avrupa Güvenlik ve Savunma Kim l iği denildi) kadar bir dizi alanda kendini gösterdi . Bu çekişme ve çatışmalar, bizzat ABD' nin davranış çiz gisiyle de tescil edilmektedir. Zirve öncesinde NATO'yu Bal kanlar'a askeri müdahaleye sürükleyen ABD, gerçekte böy lece emperyalist nüfuz ve rekabet mücadelesinde k�ndi po zisyonunu güçlendirmek, NATO zirvesinde de bunu tescil ettirmek hesabı içinde idi. Buradaki hedef ve hesap birden fazladır. Herşeyden önce, BM yerine NATO' nun karar ve irade sine göre hareket edilmesi, Güvenlik Konseyi 'nin Rusya ve Çin gibi iki daimi üyesini peşinen devre dışı bırakmak de mektir. Yugoslavya'ya yöneltilmiş savaş yalnızca bir ilk örnek olduğuna göre, bu davranış bundan sonraki uluslararası an Iaşmazlıklarda da bu iki devleti (elbetteki NATO üyesi ol mayan tüm öteki BM üyelerini) devre dışı tutma niyetini ortaya koymaktadır. İkinci olarak, ABD emperyalizmi, Avrupa 'nın göbeğindeki bir soruna savaş yoluyla müdahale ederek ve kendisine rakip konumdakı Avrupalı emperyalistleri bu doğrultuda ardından 55 sürükleyerek, onlar üzerindeki etki ve denetimini güçlen dirmi�tir. Onları kendi çizgisinde ve kendi çıkarları doğrul tusunda hareket etmek zorunda bırakmıştır. Ö ylesine ki, Fransız emperyalizmi, istemiye istemiye "geleneksel dostu" Sırhistan ' a yöneltilen y ıkıcı emperyalist savaşın içinde bul muştur kendini. Öte yandan, saldırı savaşının üssünü oluştu ran İ talya, ABD'nin yönettiği savaşın iradesiz bir bileşeni durumundadır. Alman emperyalizmi ise, ABD'nin hakim ini siyatifine rağmen, duru m konusunda daha rahat bir po zisyondadır; zira ikinci emperyal ist savaştan sonra ilk kez olarak dışarıya asker göndermenin ötesinde, bizzat bir em peryalist saldırı savaşı içerisinde yeralarak uluslararası mili tarisı girişimlerine böylece bir meşruluk sağlamıştır. AB üyesi devletler içinde bir tek İ ngiltere ABD'nin B alkanlar'daki bu son girişimiyle tam bir uyum ve çıkar birliği içerisin dedir. Ne de olsa o, bir dizi başka olayın da gösterdiği gibi, gerçekte ABD 'nin Avrupa 'daki kolu durumundadır. Ü çüncü olarak, Y ugoslavya ' y a karşı açılan savaş, Rus ya'nın Balkanlar' daki etkinliğine de bir darbe olmuştur. Rusya'nın önden tüm esip gürlemeleri ve savaşın ilk gün lerinde savurduğu kuru-sıkı tehditler olayların seyrini etki lememiştir. Emperyalist savaş başiatılıp sürdürüldüğü ölçüde bu, bu ülkenin artık dünya politikasında birinci dereceden bir rol oynayamayacağı doğrultusunda bir ilk mesaj olmuştur. Bilindiği gibi Rusya' nın artık bir süper devlet olmadığını, fakat yalnızca bölgesel bir güç olduğunu kendisine ve tüm dünyaya gösterip kabul ettirmek, ABD emperyalizminin yeni stratejisinin önemli bir unsurudur. Dördüncü olarak, ABD emperyalizmi (ve kuşkusuz onun la birlikte Avrupalı emperyalistler) Kosova sorununu ve Yugoslavya' ya açılan savaşı Balkanlar'a yerleşmenin, Balkan ülkelerini denetlemenin ve B alkan halklarına içerden hakim olmanın bir aracı olarak kullanmaktadırlar. ABD emperya56 lizmi Arnavutluk'u fiilen işgal etmiş durumdadır ve bu işgali kalıcılaştırmak niyetindedir. Aynı şekilde Makedonya, ABD ve öteki emperyalistlerin askeri i şgali altındadır. Bulgaris tan, Romanya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan 'ın hava sa haları emperyal i st askeri harekata açılmış durumdadır. Çek Cumhuriyeti ve Macaristan 'a emperyalist askeri güçlerin yerleşmesi gündemdedir. Kuşkusuz bu sonuncu nokta, emperyalistlerin işbirliği halinde Balkanlar' a yerleşmesi, en önemli noktadır. Zira bu, bölge halklarının kaderini ve bölgede devrim i n geleceğini hayati ölçülerde etkileyecek bir gelişmedir. Dünya çapmda savaşa ve emperyalizme karşı büyüyen dalga Fakat tarihin diyalektiği asıl olarak kendini emperyalizmin Balkanlar'daki bu hoyratça ve canice eylemi karşısında dün ya ölçüsünde gelişmekte ve yayılmakla olan emperyalizm ve savaş karşıtı dalgada göstermektedir. Emperyalist müda hale ile birlikte Batı Avrupa'da, Doğu Avrupa'da, başta Yu nani stan ve Bulgaristan olmak üzere Balkanlar'da, Rusya 'da ve dü nyanın birçok başka bölgesinde, büyük savaş karşıtı gösteriler yaşandı ve yaşanmaktadır. V ietnam savaşından be ri dünyada ilk kez bu denli yaygın, güçlü ve belirli bir em peryalist saldırıya k i littenmiş anti-emperyalist k itle hareketi görülmektedir. Bunu yalnızca bir başlangıç, bundan böyle güçlenerek devam edecek olan büyük anti-emperyalist du yarlılık ve eylemin bir ilk işareti saymak gerekir. ABD em peryalizmi ve NATO meydanı boş bularak güç gösterisine girişmişler, fakat böylece kendi karşıtı güçleri dünya ölçüsün de harekete geçi rm işlerdi r. Bu arada emperyalist saldırı savaşı peçeleri yı rtınakta, gerçek kimlikleri de yerli yerine oturtmaktadır. Örneğin Al57 manya'da, hükümet partileri olan SPD ve Yeşiller'in bir em peryalist saldırı savaşını emperyalizmin has temsilcileri olarak yürütmeleri yüzlerindeki maskeleri düşürmüştür. Aynı şey Fransa'da ve İ tal ya'da hükümet ortağı olan sözde komü nist gerçekte revizyonist-reformisı partileri için de geçer lidir. Yine aynı şey, pek mill iyetçi geçinen, fakat İ ncirlik üzerinden Irak 'ın günübirlik bombalanmasına ses çıkarama yan, B alkanlar' a yönelik ·emperyalist müdahaleye ise hara retle destek veren Ecevit için de geçerlidir. Olaylar geri ci-şoven mill iyetçiliğin dünyada olduğu kadar Türkiye ' de de emperyalizme uşaklığın öteki yüzü olduğunu gitgide da ha açık gösterecektir. Emperyalist savaş Batı'nın sözde burju va demokrasinin ve özgür medyasının da gerçek yüzünü açı ğa çıkarmıştır. Emperyalistler ve onların hizmetindeki med ya organları , savaşın gerçek nedenlerini ve seyrine ilişkin gerçekleri Göbels'i aratmayan bir propaganda tarzıyla ters yüz etmek ve kendi halklarını aldatmak için her türlü sah tekarlığı ve rezill iği mübah saymaktadırlar. Balkanlar'a emperyalist müdahalenin en önemli sonuç larından biri de, Balkan halklarıyla türedi Balkan burjuvazisi nin ve onun hükümetlerinin taban tabana zıt tutumlar içerisin de giderek pirbirinden daha çok kopmasıdır. Balkan halkları (özellikle de Yunan, Bulgar ve Çek halkları) başından itiba ren emperyalist müdahaleye karşı çıkarlarken, yönetici sınıflar aldıkları sadakalar ve rüşvetlere karşılık olarak emperyalist saldırganlara destek ve hizmette kusur etmemişlerdir. Yöneti ci sınıflar ile emekçi halklar arasında savaşın şiddetlendirdiği bu kopma, devrimci açıdan önemli bir gelişmedir. Türkiye: Emperyalist saldırganlık ve savaşın ileri karakolu Son olarak Türkiye'nin durumu var. Türk burjuvazisi Yu58 goslavya'ya yöneltilmiş emperyalist saldırıyı hararetli bir tarzda desteklemekle kalmıyor, kendi askeri kuvvetleri yle bu canice savaşın içerisinde bizzat yer de alıyor. Balkanlar'a yönelik emperyalist saldırı vesilesiyle bir kez daha görül müştür ki, Türk devleti, Türkiye'yi çevreleyen bölgelerde, yani Ortadoğu 'da, Kafkasya'da ve B alkanlar'da ABD em peryalizminin en sadık müttefiki ve onun emperyalist planla rının bir müdahale gücü durumundadır. Bu aşağılık rol, Türkiye halkına Kosovalı müslümanla ra yardım iddiası sahtekarlığıyla örtülmeye çalışılarak sunul maktadır. Bu sahtekarca iddiaya ileri sürenler, Kürdistan'da 20 milyon müslüman Kürdün v arlığını bile reddedenlerdir. ABD emperyalizminin İncirlik'ten kaldırdığı uçaklarla müslü man Irak halkının günübirlik bombatanmasııla seyirci ka lanlardır. Bu salıtekartığı ve ikiyüzlülüğü teşhir etmek, Türk burjuvazisinin ve hükümetinin, Balkanlar'da Kosovalı Arna vutlar için değil, fakat ABD emperyalizminin bölgedeki çı karları için savaş yürüttüğünü emekçilere anlatmak, günü müzdeki devrimci çalışmanın temel unsurlanndan biri ol mak durumundadır. Türk burjuvazisiyle ilgili bir başka nokta, 50. yıl zir vesinde ortaya çıkan gel işmelerdir. Avrupal ı emperyalist ler, ABD'nin inisiyatifini sınırlamak ve kendi etkinlik alan l arında daha hükümran davranmak üzere Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği adı altında kendi birleşik askeri kuvvet lerini yaratmayı karar haline getirdiler. NATO ülkesi Tür kiye bu yeni emperyalist ol uşumun dışında bırakıldı. Bir kısım burjuva yazarlar bile bunu Türkiye'nin A vrupa'dan daha çok uzaklaştırılması, A B D emperyalizmine daha ağır bir biçimde rnahkum olması olarak yorumladılar. Bu çer çevede Türkiye önümüzdeki dönemde, ABD emperyalizminin hizmetinde Ortadoğu, Kafkaslar ve İç Asya 'ya yönelik olarak daha etkin bir koçbaşı rolü üstlenecektir. 59 Sonuç olarak Türkiye, NATO bünyesinde ve ABD em peryalizmine bağımlılık ilişkileri çerçevesinde, kendini çev releyen bölgedeki ü lkelere ve halkiara karşı emperyalizmin bir ileri karakolu olma rolü oynayacaktır. Emperyalizme karşı devrimci enternasyonalizm Bu aşağılık rolü boşa ç ıkarmak, bu stratejik amaç çer çevesinde tüm bölge halklarıyla, onların i lerici ve devrim ci güçleriyle en yakın ilişk i ve dayanışma içerisinde olmak, Türkiye Komünist İ şçi Partisi ' ni n emperyali st müdahale öncesinde gerçekleşen kuruluş kongresinin saptadığı temel önemde stratejik bir görevdir. B alkanlar'a emperyalist mü dahale ve bu müdahale içerisinde Türkiye 'nin üstlendiği aşağılık rol; Partimiz'in bu alandaki stratejik ve güncel gö revlerine apayrı bir anlam ve önem kazandırmıştır. Son ola1'ak şununla bağlamak istiyoruz. Partimiz'in kuru luş kongresi devrimimizin Türkiye'yi üç yandan kuşatan böl gelerdeki gelişmelerle hayati ilişkisini bütün açıklığıyla ve çok yönlü olarak saptamış bulunmaktadır. Son gelişmeler bu perspektifi . doğrulamakla kalmamış, buna i lişkin görev ve sorumluluklarımızı da çok daha yakıcı ve güncel hale getir miştir. Emperyalizmin uluslararası örgütlerinin her zamankin den çok şu veya bu ülkenin iç çatışmalarında doğrudan ta raf olmaya hazırlandıkları bir döneme giriyoruz. Böyle bir dönemde şu veya bu ülkedeki devrim mücadeleleri de ka derlerini her zamankinden çok daha güçlü bir biçimde ulus lararası ilişkilere, enternasyonal birlik ve dayanışmaya, dev rimin bölgesel ve uluslararası karakterine bağlamak zorun dadırlar (Ekim, sayı: 203 , Nisan '99, başyazı) 60 Zorlu döneme örgütsel haz1rhk Ulusal ve uluslararası planda zorlu ve karmaşık bir döne me g irmiş bulunuyoruz. Yanıbaşımızda, Balkanlar'da bir emperyalist savaş sürüyor. Ekim 'in geçen sayısının başyazısı, bu savaş şahsında, dünya daki ve bölgedeki gelişmelerin devrimci sınıf mücadelele ri açısından anlamını ve önem ini temel noktalar üzerinden ortaya koymuş bulunuyor. Bu değerlendirmede yer alan "yeni bir emperyalist saldırı ve savaşlar dönemi"ne girmiş bulun duğumuz tespiti bile kendi başın a yeni dönemin anlamını ve kapsamını göstermeye yetiyor. B alkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar ile iç Asya, bugün emperyalist nüfuz mücadeleleri nin şiddetlendiği, bu çerçevede sayısız kışkırıma ve oyunların sahnelendiği ve fırsat bulundukça fiili emperyalist müdahale lerin, somutta dün Körfez'de ve bugün Balkanlar'da olduğu gibi empryalist saldırı savaşlarının gündeme getirildiği bir bölge. Türkiye bugünün dünyasının bu üç temel kriz bölgesi nin tam göbeğinde yeralan ve kendisi de kriz içinde debe lenen bir ülke. Bu konum, kendi iç kriz dinamiklerinden de öteye, Türkiye'yi nesnel olarak bu bölgesel krizin bir 61 parçası haline getiriyor. Daha da önemlisi, Türk burjuva zisi egemenliğindeki bir Türkiye, her zamankinden çok daha fazla olarak ABD emperyalizminin bu kriz bölgelerine müdahalesinin bir ileri karakolu işlevi görüyor. Bugün İ ncirlik Ü ssü emperyalizmin Türkiye'yi Ortadoğu halklarına yöne lik bir saldırı üssü olarak kullanması olgusunu simgeliyor. NATO'nun Yugoslavya'ya müdahalesi ise, Türk burjuvazisinin aynı uşakça rolü bu kez Balkan halklarına karşı üsttendiğini somut olarak gösterdi. Balkanlar'a fiilen yerleşen emperya listler, Türk askerini Balkanlar'da kendi amaçları doğrultusun da bir müdahale gücü ve Türkiye toprakların ı da bir em peryalist saldırı üssü olarak kullanıyorlar. Türk dış politikasının her alanda emperyalizmin çıkarla rına göre uyarlandığı bir dönemin içindeyiz. Bu bir emper yalist saldırı ve savaşlar dönemi olduğu ölçüde ise dıştaki bu uşaklığın ve maceracılığın gerisin geri iç politikadaki yansımaları da dolaysız olmaktadır. Dışardaki saldırganlığa paralel olarak içerde dizginsiz bir şovenizm ve bununla meş rulaştırılan azgın bir devlet terörü, rejimin bugünkü yöne limini belirleyen politikalar durumu ndadır. İ şçi sınıfı ve emekçiler şovenizm ile sersemletilmekte ve faşist devlet te rörüyle yıldırılıp teslim alınmay a çalışılmaktadır. B unun düzlediği zeminde ise tekelci sermayenin kriz politikaları, emekçiler için yoksulluğun ve işsizliğin ağırtaşması anlamına gelen İ MF reçeteleri hayata geçirilmektedir. 1 8 Nisan seçimleri şovenizmin Türkiye toplumunda nasıl da büyük bir güç ve etki alanı kazandığını somut olarak göstermi ş bulunmaktadır. Tekelci burj uvazi şimdi bunu emekçileri yıldırı p teslim alman ı n bir yeni olanağı olarak değerlendirmek çabasındadır. DSP-MHP eksenli hükümet bu çerçevede düşünülmüş ve özel bir ısrarla tezgahlanm ıştır. Bu hükümet, d ışarda emperyalizmin hizmetindeki bir sal dırganlığa, içerde ise şovenist histeriye ve faşist devlet terörüne bugünkü koşullarda en uygun düşen hükümettir. Başta özel leştirme olmak üzere sermayenin ekonomik kriz politikalarını kararlılıkla hayata geçireceğini ise bu hükümet daha en baştan, daha protokol görüşmeleri safhasında açıklıkla ortaya koy muştur. B ütün bu gelişmeler ortamında son 1 Mayıs, kitle ha reketinin halihazı"rdaki zaafiyetini görmeye vesile olmuştur. İ şçilerin yerel planda herşeye rağmen sürmekte olan hak mü cadelelerini saymazsak, kitle mücadelesi bugün son yılların en geri noktasında bulunmaktadır. B unda toplumu saran şovenist histerinin ve onun oluşturduğu atmosferde kol ay ca uygulanan baskı ve terörün kuşkusuz özel bir rolü var. Kitleleri uyarmaya, örgütlerneye ve harekete geçirmeye yöne lik devrimci siyasal çabanın son birkaç yılda gitgide zayıf laması bunun bir başka neden idir. Devrimci siyasal faali yet bugün son yılların en geri noktasındadır. Seçimler gibi kritik önemde fırsatlar sunan bir nispi potitizasyon dönemin de bile devrimci akımların sözü edilebilir bir varlık göster memeleri, sol ya da sosyalizm adına meydanı neredeyse ta mamen icazetçi reformİ st akımlara bırakmaları bunun so mut bir göstergesidir. Nitekim bu gerçeklik son l May ıs kutlarnalarına da yansımış, devrimci ruh ve coşku açısından 12 Eylül sonrasının en zayıf l Mayıs 'ı yaşanmıştır. Kürt hareketinde ise gelişmeler doludizgin başaşağı git mektedir. Ö calan yakalandıktan sonraki gelişmeler, Kürt hareketinin "siyasal çözüm" çizgisini "barış" ve "uzlaşma" adı altında kurulu düzene bir teslimiyet çizgisine vardırdığını göstermektedir. Parti basınımızda seçimlere ilişkin olarak yeralan değerlendirmelerde, Ö calan çizgisi şahsında Kürt hareketinin devrimden artık tümüyle yüz çevirdiği açıklıkla tespit edilmiş bul unmaktadır. B unun yaratacağı sorunları, Kürt halk kitleleri üzerinde ve devrimci hareket saflarında bir dönem için yol açacağı moral ve maddi y ıkımı tahmin 63 etmek güç değil. *** Temel unsurları v e ayrıntıları parti basınım ııda sürekli biçimde işlenmekte olan döneme il işkin bu siyasal tablo, ne türden zor ve karmaşık bir döneme girdiğiın İzin genel bir çerçevesini vermektedir. B u zorlu dönemi göğüslemek, bu dönemin görev ve sorumluluklarını parti olarak omuz lamak durumundayız. Bu bizim için bir sınanma, gerçek bir sınavdan geçme dönemidir. Partimiz'in farklı ve yeni olan konumu ve k imliği, dönemin bu zorlu görevleri içerisinde sınanacak ve güçlenecektir. Parti, öteki şeyler yanında öncelikle program, taktik ve örgüt demektir. Örgüt bir araçtır; ona anlam ve kuvvet veren ise program ve taktiktir, bunların ifadesi olan ideolojik-politik çizgidir. Ö rgüt, devrimci bir program temeli ü zerinde yükseldiği, sağlam bir ideolojik çizgiye dayandığı ve kuş kusuz döneme uygun düşen politikalara sahip olduğu ölçüde, bir anlam taşır ve bir araç olarak kendi işlevini başarıyla yerine getirir. Öte yandan, program ve pol itika da ancak bir örgütte cisimleştiği ölçüde gerçek anlamını ve işlevini bulur. Ne kadar doğru ve devrimci olurl arsa olsunlar maddi bir ör gütsel temele dayanmayan, onda bir kimliğe ve maddi bir çabaya dönüşerneyen program ve politikaların da herhangi bir anlamı, işlevi ve dolayısıyla geleceği olmaz, olamaz. Örgütsel alandaki sorun ve sorumluluklarımızı, dönemin zorlu ve karmaşık tablosu kadar, devrimci sınıf mücadele sinin bu temel gerçekleri ışığında kavramak zorundayız. Parti örgütümüzü geliştirmenin, güçlendirmenin ve pekiştirmenin sorunlarına da, aynı şekilde devrimci sınıf mücadelesinin ve dönemsel devrimci görevlerin gerekleri üzerinden bak mak durumundayız. *** Kongreyi izleyen sistematik polis saldırısı, bunun yol açtığı tahribatlar ve yine bunun açığa çıkardığı zaaf ve ye tersizlikler, örgütsel alandaki sorun ve sorumluluklarımıza yeni boyutlar kazandırmıştır. Parti kongresinde yapılan yolaçıcı ve bağlayıcı değerlendirmeler ise yaşanan bu gelişmelerin ışığında apayrı bir anlam ve önem kazanmıştır. On yıllık bir hareket olarak örgütsel alanda büyük bir düşünce ve deneyim birikimine· sahibiz. Kongredeki değer lendirmelerin zenginliğini ve yolaçıcılığını da bu birikime borçluyuz. Kongre bütün bir partileşme sürecindeki deneyim birikimini toparlamakla kalmamış, bir yandan partili düzeyin gerekleri ve öte yandan ise dönemin ihtiyaçları üzerinden, yeni dönemin örgütsel perspektiflerini ortaya koymuştur. Ör gütsel süreçlerimizin ve sorunlarımızın temel başlıklar üze rinden ilk büyük genellemesi 3. Genel Konferansı'ınııda ya pılmıştı. Kendi tartışma ve değerlendirmelerinde 3. Genel Konferans'ın ortaya koyduğu örgütsel platformu hareket nok tası olarak ele alan Kuruluş Kongremiz, aynı zamanda bu platformu Partimiz için de bağlayıcı bir örgütsel platform olarak karara bağlamıştır. Parti Kurul uş Kongremiz'in önemli bir bölümü şimdi den devrimci kamuoyuna sunulmuş olan örgütsel değerlen dirmeleri zengin, çok yönlü ve geniş kapsamlıdır. Ortaya konulan perspektifler, tanımlanan görevler yeterince açık ve nettir. Bunlar öyle soyut ve genel yaklaşımlar da deği ldir. Tersine, genel yaklaşımlar hareket noktası olsa da tüm de ğerlendirme ve tartışmalar içinden geçmekte olduğumuz özel dönem, toplumsal ortam ve nihayet kendi somut gerçekliği miz üzerinden yapılmıştır. Kongreyi izleyen saldırı döne minin açığa çıkardığı gerçekler, yapılan değerlendirmelerin ve saptanan görevlerin hayati anlamını ve i şlevini çok daha somut olarak göstermiştir. Bu durumda bizim için tüm sorun, uygulama kararlılığı 65 ve tutarlı lığı sorunudur. Uygulamada tutarlılık ve karar! • ' .. da · elbette bir önderlik, sürekl i ve somut yönlendirme ve denetleme, yerinde ve zamanında müdahale ile bağlantılıdır. Merkezi ve yerel önderlikler bu konudaki sorumluluklarının bil incinde hareket etmek durumundadırlar. Kuruluş Kong remiz buna i lişkin sorunları ve sorumlulukları da yeterli açıklıkta ortaya koymuştur. Bu alandaki boşlukların ve za afların Kurul uş Kongresi'nin bağlayıcı iradesine rağmen sürmesinin nelere yolaçabileceğini ise kongreyi izleyen polis saldırıları somut olarak göstermiştir. Merkez Komitesi bu bedeli ağı r son deneyimin derslerini de gözten bir titizlik le hareket etmek kararlı lığmdadır. Örgütsel çizgimizi kararlılık ve tutarl ılıkla uygulamak ve örgütsel görevlerimizi başarıyla gerçekleştirebiirnek için, saflarımızda hala etkileri süren örgütsel oportünizmi, onun içimizdeki taşıyıcısı olan küçük-burjuvaziyi mutlaka yenme miz, altetmemiz gerekir. Küçük-burjuvazi tek tek bireyler şahsında değil, bizim toplam gerçekliğimizin organik bir öğe si olarak varl ığını sürdürmektedir. Sorunu bu çerçevede kav radığımız takdirde ve ölçüde, gerçektiğimizin bu olumsuz ve geçmişe ait yanına karşı daha başarılı v e sonuç alıcı bir mücadele yürütebiliriz. Küçük-burjuvazi bizim siyasal geçmişimizdir, sosyal kökenimizdir, oradan süregelen kültürümüzdür, devraldığı m ız mirasın etkileri kazınması gereken olumsuz yanıdır. Bu bir eği limdir, bir alışkanlıklar toplamıdır, bir anlayış ve zih n iyettir. B unun m utlaka yeni l mesi, yenilgiye uğratılması gerekir. Tek tek her kadro şahsında ve bir bütün olarak örgüt çapında. Örgütsel çizgimizi tutarl ılıkla uygulamanın önündeki te mel engel olan örgütsel oportünizme karşı mücadeleyi bu genel çerçeve ve bu temel noktalar üzerinden kavramak du rumundayız. Bizim için örgütsel inşa süreci, örgütsel opor66 tünizme karşı s istemat i k bir mücadele süreci de olmak zorunda. Başarılı bir örgütsel gelişmenin temel bir önkoşuludur bu. Şunu da ekieyeJim ki, içimizdeki düşman sayılması ge reken küçük-burj uvaziyi, onun temsil ettiği örgütsel opor tünizmi, devrimci iç örgütsel yaşamı oturtarak, etkili ve sis tematik bir politik çalışmayı süreklileştirerek, bu çaba içe risinde işçi sımıfı ve emekçilerle birleşip kaynaşarak, onla rın en iyi öğeleriyle parti örgütlerini sürekli besleyerek ye nip altedebil iriz. Kuruluş Kongresi'nin bütün bir örgütsel birikimi , buna tüzük tartışmaları ve örgütsel g üvenl ik sorunları üzerine tartışmalar da dahildir, yakında kitaplaştırılacaktır . Bu ki tap*, 3. Genel Konferans'ın Kongre tarafından bağlayıcı bir p latform olarak onaylanan metinleri ve Partileşme Süreci l ve Partileşme Süreci-2 başlıklı kitaplarımızia birlikte, tüm parti birimlerinde yeniden incelenmek d urumundadır. Ö r gütsel birikimimizi döne döne incelemek ve özümsemek. tüm parti kadrolarımız ve organlarımı z için ihmal edilemez bir sorumluluktur. (Ekim , sayı: 204 , Mayts 1 999, başyazt) * TKİP Kuruluş Kongresi ' nin sözü edilen edilen örgütsel materyali 3 ayrı kitap halinde yaytnlandt : - Parti Tüzüğü Üzerine - Örgütsel Sorunlar - Örgütsel Güvenlik Sorunlan 67 Kürt hareketinde son gelismeler Ayrişma ve yeniden saflaşma zorunluluğu Abdullah Öcalan 'ın İmralı duruşmalarında ortaya koyduğu reformist tes l i mi yet platform u n u n ayrı n t ı l arına burada g i rmeyeceğiz. Bu parti basın ı m ı zd a halihazırda zaten yapıl m akta, geli şmeler ayr ı n tı l arıyla ele a l ı nmakta ve tartışılmaktadır. Bu nedenle biz burada kendimizi , Kürt hareketini Öcalan çizgisi şahsında bu noktaya getiren sürecin mantığım, ortaya çıkan yeni durumun anlamını ve başlamakla olan yeni dönemin niteliğini temel noktalar üzerinden ortaya koymakla sınırlayacağız. Ö calan'an yeni platformu Kürt burjuvazisinin platformudur Öncelikle ve daha en baştan şunu belirtelim; İ mralı du ruşmalarında yaşanan gelişmeye salt Abdullah ÖCalan 'ın kişisel 68 tercihi olarak bakılamaz, bu sorunu fazlasıyla basitleştirmek olur. Abdullah Öcalan herhangi bir kişi değil , kendi şahsında bel l i bir sınıfın iradesini ve tercihini ortaya koyacak ko numda bir parti l ideri ve Kürt hareketinde çok önemli yeri olan bir politik şahsiyettir. Onun "demokratik çözüm" plat formu üzerinden yansıyan, son tahl ilde Kürt burjuvazisinin iradesi ve tercihidir. Abdullah Öcalan ' ın bir dizi teorik ve tarihsel açılım üzerinden ortaya koyduğu "demokratik çözüm" platformu, Kürt burjuvazisinin Kürt sorunu konusundaki ko numuna, tutumuna ve çıkarlarına uygun düşen bir çözüm platformudur. Kürt burju vazisi Türk burjuvazisi ile güçlü ve kopmaz iktisadi, sosyal, siyasal ve kültürel bağlara sahiptir. Buna rağmen Kürt alt sını fiarına dayalı bir ul usal uyanışın PKK önderliğindeki mücadele ile toplum gündemine oturması, zamanla bu sınıfı Kürt sorununda belli bir hassasiyete ve bu çerçevede politik bir tutuma itti. Bu hassasiyetİn ve politik tutumun şekillendiği dönem, aynı zamanda PKK 'nın yaşanan tıkanma ve açmazlar karşısında "siyasal çözüm" arayışına girdiği ve bu çerçevede genel olarak Kürt mülk sahibi sınttlan ile de birleşmeye çalıştığı dönemdir. Bu çakışma, Kürt bur juvazisinin kendini PKK önderliğindeki u lusal hareket bün yesinde ifade etmesini de kolaylaştırmış old u. K ürt burj uvazisinin Kürt u l usal sorununa i l işkin bu hassasiyeti, Kürt dilinin ve kültürel kimliğinin kabu l ü v e tanınması sınırlarının ötesinde değildi ve süreç boyunca da hep öyle kaldı. B u çerçevede Kürt burjuvazisi kurulu dü zen temel leri üzerinde ve emperyalist sistem içerisinde bir çözümden yana oldu. Bu onun sınıfsal konumunun en doğal gereği idi. Doğası gereği bu sınıfı n mevcut iktisadi-toplumsal düzene olduğu kadar emperyalizme bağımlıl ığa da en ufak bir itirazı yoktu . B ugün Abdu llah Öcalan, "demokratik çözüm" platfor69 mu adı altında, Kürt sorununu tam da dil ve kültürel kimliğin tanını p tanınmaması sınırları içerisinde ortaya koyuyor. Bu tutumla uyumlu olarak, mevcut iktisad i-toplumsal sisteme, bu sistem üzerinde yükselen sınıf egemenliğine ve bu ege menliğin dayandığı emperyalizme karşı da herhangi bir açık itiraz ortaya koymuyor. Dahası , ortaya koyduğu yeni plat forma dayalı bir çözümün, Türkiye'nin bugünkü iktisadi toplumsal düzenini düze çıkaracağını, T�rk burjuvazisini kendini çevreleyen bölgelerde l ider hal ine getireceğini, "Türklerle Kürtler'in birliği"ni sağlamış bir Türkiye'nin öteki parçalardaki Kürtler'in hamiliği rolünü de haklı olarak üst lenebileceğini söylüyor. B u arada döne döne, I 6. yüzyılda Kürt feodallerinin Osmanlı feodal sınıfıyla girdiği türden bir ilişkiyi, kendi "demokratik çözüm"ünün işlevine ve ya rarlarına bir tarihsel referans olarak gösterebiliyor. Bu, bu günün modern koşullarında, doğası gereği ancak Kürt bur juvazisi ile Türk burjuvazisi arasındaki ilişkilere dönük bir referans anlamı taşıyabilir. Hiç kuşku yok ki, bu çözüm ve bu hedef, bugünkü koşullarda, ancak Kürt burjuvazisi için ideal bir çözüm ve ideal bir hedef olabilir. Sonuç olarak Abdullah Öcalan, tümüyle bu sınıfın top lumsal konumuna, sınıf çıkarlarına ve eğilimlerine uygun düşen bir politik platform ortaya koymuştur. Komünistler bu platformu bir t� slimiyet platformu olarak nitelerken, ya şanan duruma PKK ' nın dün kU. devrimci konumu ve iddiası üzerinden bir tanım getirmiş oluyorlar. Teslimiyet, dünkü devrimci hedef ve idealler tümden bir yana itilerek, em peryalist sisteme ve Türkiye 'nin kapitalist düzenine dayalı bir çözüme geçmekte ifadesini bulmaktadır. "Saf değiştirme" dediğimiz tutum da ifadesini burada bulmaktadır. Yo!;,sa so runa Kürt burjuvazisinin konumu ve çıkarları üzerinden bakıldığında, sözkonusu olan elbette bir teslimiyet değil, fakat kendi çapında "uzlaşma"ya dayalı bir ı;:özüm platformudur. 70 Burjuvazi adına yapilan tercihin karş1smda emekçiler adma da bir tercih yapmanm tam zamaDidir Abdullah Öcalan tarihi nitelikte bir dönemeçte kesin bir tercih yapmış, safını yeniden tanımlamıştır. Şimdi tercih sırası, Kürt devrimcileri ve sosyalistleri ile devrimci ulusal kur tuluşla kendi sosyal kurtuluşlarının da bir ilk safhasını gören Kürt emekçilerindediL Ş imdi Kürt ulusunun çıkarları bir birine taban tabana zıt sosyal sınıflardan oluştuğunu gör menin, bel l i bir çözüm tarzının kaçınılmaz olarak belli bir sınıfın damgasını taşıyacağını hatıriamanın ve mevcut "de mokratik çözüm" platformunun bu açıdan hangi sınıfın top lumsal konumuna, sınıfsal çıkar ve tercihlerine uygun düştü ğünü doğru saptamanın tam zamanıdır. Gelişme sürecinin yıllar öncesinden ortaya çıkardığı tıka nıklık ve çözümsüzlük, "siyasal çözüm" arayışıyla dışavu rulmuştu. PKK bir yandan devrimci iddiasını korumaya ça l ışarak, öte yandan ise sistem ve düzenle uzlaşma araya rak, ara bir çözüm yolu bulmaya çalışıyordu. S üreç böyle bir ara çözüm yolunun mevcut olmadığını gösterdi. Abdul l ah Öcalan'ın "demokratik çözüm" platformu da bunun bir bakıma açık yürekli bir itirafı oldu. Öcalan, yılların çözümsüzlüğünü, mevcut uluslararası sistem ile Türkiye'nin kurulu düzenini kabul ederek, bu temel üzerinde Türk bur juvazisiyle anlaşmayı ve bütünleşmeyi kolaylaştıracak teo rik ve tarihsel açı lımlar yaparak aşma yolunu tutmuş bu l unuyor. Kürt hareketinin devrime ve sosyalizme gönül veren ve bu konumunu halen de koruyan kesimleri ise, bunun tam tersi bir açı lım yapmak sorumluluğu ile yüzyüzedirler. B u i s e , emperyalist sistemi aşmayı v e Türkiye ' nin kurulu top lumsal düzenini yıkmayı hedefleyen, bu çerçevede tüm mil l iyetlerden Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriyle ortak bir 71 devrimci mücadele hattında bütünleşmeyi sağlayacak olan teorik ve tarihsel açılımlar yapmak sorumluluğu demektir. Öcalan önderliğindeki PKK y ıllar öncesinde karşı karşıya kaldığı "yol ayrımı"nda bunu yapmadığı içindir ki, süreç içinde buraya, bugünkü geri noktaya gelindi. Bunu yapma yanlar, sonuçta kaçınılmaz ol arak bunun tam tersini yapa caklardı ve öyle de yaptılar. Biz bunu olayların bugünkü açıklığı üzerinden değil, yıllar öncesinden, tam da bu "yol ayrımı"nın başında söyledik. Yükselişten düşüşe hareketin ana gelişme evreleri Devrimci temeller üzerinde gel işen bir hareketi bugün kü noktaya getiren ve kendi bünyesinde temel önemde ta rihsel tercihlerle yüzyüze bı rakan sürecin çok yönlü bir değerlendirmesine burada girmemiz gerekmiyor. Başından itibaren ulusal soruna, bu çerçevede Kürt hareketinin ge l işme seyrine ve sorunlarına yakın ilgi gösteren, hareketin ana gelişme evrelerini gelişme sürecine paralel olarak adım adım çözümleyen Partimiz'in konuy a ilişkin değerlendirme ve tahl illeri bu bakımdan yeterli bir açıklığı da zaten sun maktadır. (Bu vesileyle, başta kendi parti kadrolarımız ve sempatizanlarımız olmak ü zere, tüm devrimcileri ve devrimci Kürt y urtseverl eri n i Parti m iz'in önemli bir bölümü ki taplaştırılmış bulunan bu birikimini bugünkü gelişmele rin ışığında yeniden incelemeye çağırıyoruz). Varılan son noktanın ışığında elbette ki sürece birçok yönüyle yeniden bakmak gereklidir, fakat bunun yeri burası değildir. Biz burada bazı temel noktaları ve kritik önemde dönemeçleri, Partimiz'in bugüne kadarki değerlendirmelerinden de yararlanarak, ha tırlatmakla yetineceğiz. PKK önderliğindeki ulusal hareketin en temel açmazla72 rıodan biri, Kürt sorununu çözecek topl umsal kuv vetleri Kürdistan coğrafyası ölçeğinde ele alması ve sorunu salt ulusal istemiere indirgemesiydi. Bu iki . yapısal zaaf birarada, bir yandan ulusal hareketi, sorunu gerçekten çözebilecek temel toplumsal güçlerin desteğinden yoksun bırakırken. öte yan dan sorun salt ulusal istemiere indirgendiği ölçüde onu kendi burjuvazisiyle birleşmeye götürüyordu. Hareketi Türkiye işçi ve emekçilerinden uzaklaştıran ve kendi burju vazisine yakın laştıran bu çizgi , tıkanıklığa ve çözümsüzlüğe yol açacak, sonuçta kaçınılmaz olarak emperyal izmle ve Türk burjuva zisiyle de uzlaşma arayışlarına varacaktı. Kürt sorunu ken dini Türkiye toplumunun bütününde göstere ,ı ı · • sorundu ve çözümünü de bu bütündeki sınıfsal güçler mevzilenmesi ve çatışması içerisinde bulabilirdi. Kürt hareketinin gelişim sürecinde henüz hiçbir önemli problemin görünmed iği bir aşamada toplanan EKİ M 1 . Genel Konferansı'nın (Mart ' 9 1 ) konuya i lişkin tarihsel ve pro gramatik değerlendirmesinde, bu temel gerçekleri ve bunun Kürt hareketini yakın gelecekte karşı karşıya bırakacağı temel açmazları bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır. Örneğin bu değerlendirmelerde, Kürt hareketinin o güne kadarki başarılı gelişmesinin vardığı nokta, hareketin kendi sınırları içerisinde ki yetersizliğinin açığa çıkmasının da başlangıç noktası olarak tanımlanmaktadır. Kürt sorununun çözümünü Türkiye dev riminin genel sorunlarına bağlayan güçlü objektif zemini çö zümleyen sözkonusu değerlendirme, bizzat Kürt hareketi nin o günkü gel işme düzeyinin de bu bağı ortaya koyan açık veriler sunduğuna işaret etmektedir: "Kürt devrimci ulusal hareketinin bugün için kendi mec rasında gelişiyor olması, Türkiye ' nin ve Kürdistan ' m dev rimci dinamiklerini ve spreçlerini birbirine ba,�layan temel etkenleri geçersiz kılmadı,� ı gibi, tersine, aradaki bağı açı,�a çıkaran önemli bazı sonuçlar sergilemektedir. " 73 Bu verileri sıralayan değerlendirme, daha ileride şöyle devam etmektedir: "Kendi mecrasında gelişen devrimci ulusal hareket, kendi özgücüyle bugün sorun_u çözüm gündemine sokmuş bulunuyor. Ama çözüm gündemine girmek ile çözüme kavuşmak arasında her zaman önemli bir mesafe vardır. Onlarca yıldır ken disini çözüm gündemine sakmuş bulunan, fakat hala çözü lemediği gibi, bugün trajik bir biçimde emperyalist politi kaların etki alanı haline gelen Güney Kürdistan' daki hare ketin deneyimi de bu gerçeği ortaya koymaktadır. Türkiye Kürdistanı' nda sorunun kendi öz devrimci birikimi ile çözüm gündemine girmiş olması, onun kendi sınırları içinde bi�' çözümünün son derece güç olduğunu, asıl çözümün sömürgeci Türk burjuvazisini bir sınıf olarak tasfiyeden geçtiğini gitgide daha açık gösterecektir. " (Kürt Ulusal Sorunu/1 , Eksen Ya yıncılık, s.62, 64-65) Aynı değerlendirmede, yukardaki bakışın bir uzantısı olarak, Kürt hareketinin geleceğinin Türkiye 'nin batısında devrimci bir işçi ve emekçi hareketinin gelişip gelişmemesine sıkı sıkıya bağlı bulunduğu; "Eğer işçi hareketi güçlene mezse, politik bir mecraya giremezse, devrimci ulusal ha rekete dofaylı ve dolaysız yeterli desteği sunamazsa, böyle bir durumda, devrimci ulusal hareketin ihtiyaç duyduğu kuvvet leri kendi mülk sahibi sınıftarla uzlaşarak yaratmak eğilimi" göstereceği, bunun ise onu olumsuz bir akıbetle yüzyüze bırakacağı dile getiriliyor. (s. 7 I ) EK İ M 1 . Genel Konferansı'nın bu değerlendirmeleııinden bir yıl sonra komünistler "Kürt Hareketi Yol Ayrımında" başl ıklı bir değerlendirme kaleme aldılar (Nisan ' 92 ) . Er ken tarihli bu değerlendirmede sonraki gelişmeler tarafından doğrulanan bir dizi kritik gözlemin yanısıra, hareketin ulaştığı kritik yol ayrımı da tüm açıklığıyla tespit ediliyoıı. Hare ketin "kendi olanaklarıyla ulaşmış bulunduğu mevcut dü- zeyi aşmakta bugün artık zorlanır hale geldiği" ni; bu zor lanma karşısında "gitgide daha çok sözü edilmeye başlanan 'siyasal çözüm"' arayışının, " Kürt sorununun kendi smırları içinde çözümünün son derece güç olduğunun (da) bir iti rafı " olduğunu; bu arayışın "Kürdistan' daki devrimci bi rikim için çok önemli ve tehlikeli bir riski" ifade ettiğini belirten bu değerlendirme, bunun bir çizgi haline gelmesi nin "Kürt sorunu ile Türkiye devriminin kaderini birbirin den koparmak anlamına geleceği " ni vurguluyor ve gelip dayanılan yol ayrımını bütün açıklığıyla tespit ediyor: "Bugüne kadar devrimci bir temel üzerinde gelişen Kürt ulusal hareketinin bugün artık önemli bir dönüm noktasına geldiğinin ciddi belirtileri vardır. B u , hareketin ulaştığı bugünkü gelişme aşamasında objektif bir durum olarak çıkmaktadır ortaya. Bu yol ayrımında, ya kaderini Türki ye devriminin kaderiyle daha sıkı perçin/eyerek köklü ve kalıcı bir çözüm için devrimci bir mecrada derinleşmek, ya da 'siyasal çözüm' adı altında düzen içi kısmi bir çözüm le reformcu bir mecraya girmek alternatifleri vardır. " (aynı kitap, s. l 37- 1 3 8) Bu değerlendirmeden bir yıl sonra, ' 93 Mart 'ında ise, bilindiği gibi ilk ateşkes gündeme geldi ve buna PKK-PSK Protokolü eşlik etti. Bu gelişmeyi değerlendiren komünist ler, yukanya aktardığımız "yol ayrımı"na işaret ederek, bunun ışığında yeni gelişmeyi şöyle değerlendirdiler: "(Gelişme ler) Kürt ulusal devrimci hareketinin ikinci yola doğru dümen kırdı<�ını, 'siyasal çözüm' arayışı adı altında köklü bir devrimci çözümden kısmi ve iğreti bir anayasal çözüme doğru yön değiştirdiğini göstermektedir . . . . Olayların tüm mantığı gözetildiğinde ve son gelişmeler içinde yer alan , etkin rol oynayan tarafiara ve gelişmelerin perde arkasına bakıldığında, ortada basit bir taktik manevra değil, fakat stratejik önemde bir yön değişimi olduğu açıkça görülmektedir. " (s. 1 70) 75 Öcalan 'ın "demokratik çözüm" platformu çerçevesinde verdiği bi l gi l er ve yapuğı değerlendirmeler, '93 Ateşkesi 'nin anlamını çözümleyen bu tespitleri olduğu gibi doğrulamakta d ır. Öcalan bugün, '93 Mart ' ında sözkonusu olanın taktik bir manevra değil yeni bir stratejik yönelim olduğunu açıklık l a ortaya koymaktadır. Bu değerlendirmeden öneml i bir gözlem daha aktarmak istiyoruz. Bu gözlem, Kürt hareketi "siyasal çözüm" adı altında reformcu bir anayasal çözüme yöneldiği halde, bu sürecin bugüne kadar neden süründüğüne açıklık getirmektedir: "Bununla birlikte, olayiann artık tümüyle yeni bir mec rada basit bir seyir, düz bir çizgi izleyeceği samlmamalldır. Kürt sorunu karmaşık bir yapıya sahiptir; içte ve uluslararası planda birbirini çe/en, birbiriyle çatışan sayısız çıkara ve etkene bağlıdır. " 70 yıllık inkarcı politikanın yükünü omuzlarında taşıyan ve Kürt hareketine karşı geleneksel olarak ezme ve sindirme politikası izleyen Türk burjuvazisinin, kurulu toplumsal ve siyasal düzenin temellerine dokunmayan iğreti bir anaya sal çözüme bile öyle kolay yanaşahi/eceği de sanılmamalıdır. " (s. 1 77) Aynı. vesileyle PKK-PSK Protokolü üzerine yapılan de ğerlendirmede; PKK önderl iğindeki ulusal hareketin, bu adım la birlikte, kendi burjuvazisi ile uzlaşmayı bir çizgi haline getirdiği, böyle bir durumda ise, "sorunun çözümünde dev rimci alandan anayasal alana kayma(nın) kaçınılmaz" olduğu vurgulanmakta, "zira kendi bwjuvazisi ile uzlaşma, bu uz laşma üzerinden emperyalistler/e ve sömürgeciler/e uzlaşmayı denilmektedir (s. 1 8 1 ). Daha ilerde ise şöyle devam edilmektedir: PKK-PSK Protokolü "Kürt sorununun bir dev getirecektir" rim sorunu olarak ele alınmasından artık vazgeçi/diğinin i/a nıdır. Çözüm, kurulu düzen tabam üzerinde siyasal ve ana yasal düzenlemeler düzeyine indirgenmiştir. " 76 (s. l 82) Aynı günlerde yapılan bir başka değerlendirmede, yine bugünkü gelişmeler ışığında açıkça doğrulanan ve öz.el bir anlam kazanan şu pasajlara yer verilmektedir: "PKK' nin bugünkü gücü ve gelişmeler içindeki tartişmasız yeri, kendi başına bir güvence o/uşturmaz. Güvence, devrimci perspektif ve politikadır. Kürt mülk sahibi stmflan ve em peryalizmle bunlar üzerinden kurulan ilişkiler, bu perspektif ve politikalarda stratejik bir yön değişiminin ifadesidir. Türk bwjuvazisi ile uzlaşma bu çerçevede sadece bir sonuçtur. DolaylSiyla bu uzlaşmanın bugün gerçekleşip gerçekleşme mesi, son gelişmelerin anlamım hiçbir biçimde değiştirmez. "Son gelişmelerle birlikte yoğunluk kazanan siyasal çözüm mü askeri çözüm mü tartışması, çarpıtiimış bir ikilemin ifa desidir. Gerçek iki/em, devrimci çözüm mü reformcu (ana yasal) çözüm mü? şeklindedir. Bunlamı ikisi de 'siyasal çö züm' lerdir. Fakat ilki Kürt emekçi sınıflannın çıkarlarının bir ifadesi olarak sistem dışı bir çözümü, ikincisi Kürt bur juvazisinin çıkarianna denk düşen sistem içi bir çözümü karakterize eder. Birinci çözüm ezilen ulus emekçilerinin ezen ulus işçi ve emekçileriyle kader birl(�ini, ikinci çözüm (ise) ezilen ulus emekçilerinin kendi burjuvazisinin kuyruğuna takı/masını getirir. Emperyalizm ve sömürgeci burjuvazi ile uzlaşma bu sonuncusunu kendiliğinden izler. " (s. l 88- I 89) Partimiz'in konuya ilişkin geçmiş değerlendirmelerini, '93 Mart'ındaki gelişmeler Uzerine '93 Nisan'ında kaleme alınmış bu pasajlarla noktalıyoruz. Sonraki döneme ait (özellikle de '95 Mart 'ında toplanan EKİM 3. Genel Konferansı ' nda ya pılan) temel önemdeki değerlendirmelere girmiyoruz. Zira sonraki süreç, kritik yol ayrımında yapılan bu değerledirme leri doğrular şekilde seyretmiş ve gelip İmralı duruşmalannda ortaya konul an teslimiyet platformuna varmıştır. Geçmeden belirtelim ki, '97 yazında verilen ve Ulusal Sorun ve Dev rim başlığı altında kitaplaştırılan (H. Fırat, Eksen Yayıncılık) 77 ulusal sorun konulu konferansta o güne kadarki süreci n marksist açıdan kapsamlı bir değerlendirmesi yapılmakta ve bu sürecin bilançosu çıkarılmaktadır. Son gelişmeler ışığında bugün bu k itap apayrı bir önem ve anlam kazanmıştır. Zira 'bu kitapta yalnızca "yol ayrımı"nda girilen reformİst yo lun kapsamlı bir eleştirisi ile yetinilmemekte, öteki yolun, devrimci çözüm yolunun anlamı, gerekleri ve imkanları da ayrıntıl ı olarak çözümlenip ortaya konulmaktadır. Ayrışma ve yeniden saflaşma nesnel bir zorunluluktur Her gerçek devrimci ulusal özgürlük mücadelesinin şaş maz biçimde baş hedefi olması gereken emperyalizmi bir çözüm etkeni olarak gören çizgi, Kenya komplosu ile bir likte trajik bir hüsranla noktalandı . Bu olay yanlış çizgi den dönmek için gerçek bir dönüm noktası işlevi görebi l irdi. B u ise ancak son 6-7 y ıldır izlenen "siyasal çözüm" çizgisinin kapsamlı bir sorgulamaya tabi tutmak ve Kürt bur juvazisinden kopmayı göze almakl a olanaklıydı. Komünistler Kenya komplosunun hemen ertesi günü kaleme alınan değer lendirmalerinde Kürt hareketinin "bu bedeli ağır dersten ge rekli sonuçları bir an önce çıkarmaya" çağırarak şunları söy lemişlerd i : "Kürt hareketi bugün yeniden bir yol ayrımındadır. Ya yaşanan sürecin artık çıplak gözle görülebilir hale gelen ders lerini gözeterek ve bir çıkmaz yol .olan reformcu çözüm ara yışlarını terkederek yeniden devrime yönelecek; bunun ge rektird(�i stratejik-politik açılımları yaparak çözümü Türk ve Kürt işçi ve emekçilerinin birleşik devrimci mücadelesinde arayacaktır. Ya da daha geri bir mevziye çekilerek yine 'siya sal çözüm' peşinde koşacak, daha açıkçası, emperyalist komp lolarla hedeflenen amaçlardan biri olan teslimiyet çizgisine 78 doğru yeni adrmlar atacaktrr. " Yol ayrımındaki taban tabana zıt bu iki ayrı yol. aynı zamanda, yıllardır 'siyasal çözüm' çizgisinde uz/aşan ve birlikte hareket eden Kürt emekçi sınıfları ile Kürt mülk sahibi sınıflar arasındaki muhtemel bir kopuşmanın eksenlerine de işaret etmektedir. Yeniden devrime yönetmeye niyet/enen/er bu ko nuda gerçekçi olmalı, böyle bir ayrışmayı da göze almalıdır/ar. Bu uzun vadede hareketi zayıflatmayacak, tersine, ona sağlıklr ve soluklu bir gelişme zemini kazandıracaktır. Emperyaliz me ilişkin dayanaksız hayallerden ve bunları sürekli üreten bir toplumsal doku olan kendi bwjuvazisinden kopmayı göze alanlar, bunun gerektirdiği stratejik politikalara yönelenler, böylece gerçek toplumsal müttefikleriyle buluşma zemini ve olanağına da kavuşmuş olacaklardır." PKK böyle bir devrimci yönelimi göstermekten çok uzak laştığını, komployu izleyen dönemdeki çizgisi ile göstermiş oldu. Fakat bunu yapmayanlar yukarda tanımlanan tam ak si yönde ("teslimiyet çizgisine doğru"!) mesafe almak zorunda kalacaklardı. Abdullah Öcalan İmralı duruşmalarında orta ya koyduğu "demokratik çözüm" platformuyla bu adımı güçlü bir biçimde attı. Yıllardır sözü edilen "Türkiyelileşmek", gerçek anlamını, ya Türk burjuvazisiyle kurulu düzen temeli üzerinde bütün leşmeye, ya da Türkiye işçi s ınıfı ve emekçileriyle ortak devrimci mücadele saflarında birleşip bütünleşmeye götü recek stratejik açıl ımlar yapmakta bulacaktı. Abdullah Öca lan birinci yoldan giderek "Türkiyelileşme" yolunu seçti . Bu açık ve net bir sınıfsal -siyasal tercihtir. Kürt hareketi nin devrimci ve sosyalist olmak iddiasındaki kesimleri de kendi sınıfsal-siyasal tercihlerini aynı açıklık ve netlikte yap mak tarihi devrimci sorumluluğu ile yüzyüzedirler. Bura da ara bir çözüm yoktur. Ara çözümde ısrar, Abdullah Öca lan şahsında görüldüğü gibi, sorunun çözümünü Türk bur79 aramaya götürür. Oysa Türkiye i şçi sınıfı ve emekçileriyle birleşme doğrultusunda köklü juvaz i s i ile bütünleşmede bir d ev r imci açılım, Türkiye ve Kürdistan devriminin önüne yepyeni olanaklar açacaktır. (Ekim, sayı : 205, Haziran 1 999, başyazı) 80 Yeni eylem dalgasi Emperyalizm ve bir avuç tekelci asalak adına Türkiye 'yi yönetenlerin işi bu kez zor görünüyor. İşçi sınıfı ve emekçi lerin son İMF görüşmelerinin hemen ardından gündeme ge len eylem dalgası gitgide büyüyor. Günlerdir Türkiye 'nin dört bir yanında işçiler ve emekçiler hareket halinde. Tabanda gitti kçe büyüyen bir öfke, kendini yaygınlaşan yerel yürü yüş ve gösterilerde somut olarak gösteren güçlü bir eylem isteği var. Gündemde 24 Temmuz 'da Ankara 'da yapılacak büyük gösteri, ve onun sonrasında ise, eğer bir ihanetle hare ket boşa çıkarılmazsa, geriye düğ"ümü çözmek için başvu rulması zorunlu tek yol olarak kal an genel grev-genel di reniş var. Mevcut hareket gerek kapsam, gerek d inamizm ve ge rekse kararlılık bakımından, I 2 Eylül sonrasının en güçlü 81 eylem dalgasını oluşturmaktadır. Bunun birkaç temel önemde nedeni v ar. Bunlardan ilki, gündeme getirilen saldırı ve yıkım progra m ı nın yakın geçmiştekilerle karşılaştırılamayacak bir kap samda ve acımasızl ıkta olmasıdır. Zira yeni İMF reçetesi yalnızca krizin biriktirdiği faturayı zamlar, düşük ücretler ve tensikatlar biçiminde bir kez daha işçi sınıfına ve emekçi lere ödettirmek istemekle kalmıyor, daha da önemli olarak, SSK'nın tasfiyesi ve "mezarda emeklilik" yoluyla, işçi sınıfı nın ve tüm çalışanların kazanılmış temel haklarını ortadan kaldırmayı da hedefliyor. 1 2 Eylü l ' le b irlikte gaspedilmiş haklarını henüz geri alamamış işçilerin ve emekçilerin, bu yetmiyormuş gibi yen i temel hak kayıplarına kolayca boyun eğmesi elbette beklenemezdi. Saldırının bu niteliği, emekçilerin öfkesinin gücünü ve onların mücadele kararlıl ığını açıklayan temel bir etken durumunda. İkinci olarak, yeni saldırı temel haklar konusunda yalnız ca işçi sınıfını değil , işsizi, memuru, küçük esnafı, köylüyü, kısaca tüm çal ışan ve emeğiyle geçinenleri birarada hedef al ıyor. Gündeme getirilen saldırı karşıs ında yalnızca işçi lerin ve memurların değil, tüm çalışan kesimlerin duyarlılığı nın ve ·birleşik eylem pratiğinin gerisinde bu var. Çalışanların şu veya bu ölçüde biraraya gel ip örgütlendikleri tüm sen dika ve kurumların bu saldırı karşısında kolayca biraraya gelmeleri ve bir "Emek Platformu" kurmak zorunda kalma l arının gerisinde de bu var. Üçüncü olarak, bu son saldırının genel kapsamı ve bazı temel unsurları , işçi ve emekçilerin çıkarlarıyla ülkenin ger çek çıkarlarının bir bütün olduğunu çıplak gözle görülebi lir hale getirmiştir ve bu harekete apayrı bir moral ve politik güç kazandırmıştır. Türkiye 'nin ekonomisinin ve maliyesi nin doğrudan İMF memurlarının direktifine tabi olmasının ve özelleştirme tatanının ardından, şimdi gündemde bir de 82 "uluslararası tahkim" var. İşçiler bunu açıkça "vatana iha net" say makta , bununla. yeni bir kapitülasyonlar devrinin başladığını söylemektedirler. İşçi s ınıfı ve emekçiler, kapitalist küreselleşme adına uluslararası tekellerin etkinliklerini iç hukuk denetimi dışına çıkarmak isteyen uşakça düzenlemeler karşısına, emekçi yurt severliği ile çıkmaktadı rlar. Ve son olarak, bu eylem dalgası, son birkaç yılın içten içe biriken öfkesinin bir patlama olarak açığa çıkmasının ifadesidir. Susurluk 'tan bu yana neredeyse son iki buçuk yıldır, arada 4 Mart'ta kamu çalışanlarının ve ' 98 Eylül'ün de metal işçi lerinin yaşadığı türden bazı çıkış ları saymaz sak, işçi ve emekçi hareketi belirgin bir durgunluk ve ge rileme içindeydi. Oysa bu aynı dönemde sermayenin saidıniarı kesintisiz olarak sürdü. Bunun biriktirdiği hoşnutsuzluk bir yerde kendini dışavuracaktı. İMF'nin sınıfın ve emekçile rin temel kazanımlarını da hedef alan son saldırı programı, bu hoşnutsuzluğu açığa çıkarınakla kalmadı, onu gerçek bir öfke patlaması düzeyine de çıkardı. Bu son saldırının kapsamı, Türkiye kapitalizminin yapısaJ zayıflıklarını, onun ne denli çürük ekonomik temeller üzerine oturduğunu da bir kez daha açığa çıkarmıştır. B u, bir borç ve ranı ekonomisidir. Kendi işçi sınıfı ve emekçilerini son 20 yıldır aşırı bir yoksulluk sınırında, en ağır koşullarda çalıştırıp sömüren bu ekonomi, buna rağmen belini doğrul tamamakta, tersine gitgide daha çok batağa saplanmakta dır. B atağa sapiandıkça da, işçi sınıfı ve emekçilere daha da ağırlaştırılmış çalışma ve sömürü koşu llarını dayatmak, onların zaten son derece güdük ve sınırlı olan kazanımlarını tümden ortadan kaldırmak yoluna gitmektedir. B u , çarkların dönmesi için tek çıkış yolu ol arak görülmektedir. İç ve dış borç batağında kıvranan, vergi gelirlerinin tümünü, bütçe sinin neredeyse üçte ikisini borç faizlerinin ödemesinde 83 kullanan Türk iye 'nin kapitalist ekonomisi, kendi emekçisine en geri koşullardaki bir sigorta ve emeklilik hakkını bile çok görebilmektedir. Borcu yeni borçlarla ödeyen bu batak ekonominin yö neticileri, bu yeni borçları "yeşil ışık" yakılsın diye ulus lararası tekellerin İMF eliyle dayattığı koşullara kölece boyun eğmektedirler. Komşu halkiara ve kardeş bir halkın özgürlük mücadelesine karşı mi11iyetçilik adı altında en azgın bir şo venizmi bayrak edinenler, ülke kaynaklarının emperyal ist lere peşkeş çekilmesine gelince işbirl ikçi-uşak kiml iklerini açığa vurmaktadırlar. İşçi sınıfı ve emekçilerin son eylem dalgası, işte bu sözde milliyetçi , gerçekte ise işbirlikçi ve uşak takımının maskesini de düşürmüştür. Türkiye'nin dört bir tarafında hareket halinde bul unan emekçiler, "uluslararası tahkim vatana ihanettir" diyerek bunların hain ve işbirlikçi kimliklerini tescil etmek tedirler. Eylem dalgası sosyal ayrımları, sınıfsal kutuplaş mayı ve buna dair istemleri toplum düzeyinde önplana çıka rarak, son 7-8 ayın şovenist histeri atmosferine de büyük bir darbe v urmuştur. Düşününüz ki bugün hükümeti oluşturan İMF uşağı işbirlikçi takımı daha 2-3 ay öncesinden bu şove n ist datgaya binerek seçim başarıları elde etmi şlerdi. Sınıf mücadelesinin şovenizmin gerçek panzehiri olduğu, işçi sınıfı ve emekçiler arasındaki yapay ayrım ve bölünmeleri geri plana ittiği , onları sermaye karşı ortak çıkarlar ve i stem ler temelinde birleştirdiği, bu son eylem süreciyle bir kez daha görülmüştür. Sözün burasında belirtelim ki, Kürt ha reketinin devrimci ve sosyalist öğeleri, hareketin yıllardır içine düşürüldüğü çıkmazdan devrimci çıkış yolunun nere de yattığını da emekçi kitle hareketinin estirdiği rüzgar ve yarattığı imkanlardan giderek görebilirl er. Kitle hareketinin bu yeni dalgası, bugüne kadar sonuçsuz kalan çıkışl ardan farkl ı olarak, sonuç alma şansına sahip84 tir. Hareketin gücü, dinarnizınİ ve kararlılığı, İMF reçete lerini meydanlarda yırtarak işbirlikçi burjuvaziye ve onun uşak hükümetine geri adım attırma olanağının güçlü bir işa retidir. Önderlik alanındaki boşluğa, örgütlenme alanındaki zayıflıklara ve şu ana kadar taban basıncı karşısında ey lem kararları almak zorunda kalan sendika bürokrasisinin muhtemel ihanetine rağmen bu böyledir, bu şans v ardır. Ve eğer bu başarılırsa, sermayenin pervasız saldırısı bu kez bir ölçüde olsun püskürtülürse, bu gerçekten yeni bir dönemin başlangıcı olabilir. Buradan güç, moral ve mevzi kazanarak çıkmış bir işçi ve emekçi hareketi, böylece yeni çıkışl arın ve başarıların zeminini de hazırlamış olur. İşçi ve emekçi hareketi yıllardır eksikliğini ve ağırlığını yaşadığı özgüveni nihayet kazanmış olur. Türk ve K ürt emekçileri nin eylem ve m ücadele içerisinde birleşip kaynaşmaları şovenizme büyük bir darbe olur. Partimiz kitle hareketinin yeni çıkışının imkanlarını bu perspektif içinde ele almaktadır. Tüm örgütlerimiz, tüm par ti güçlerimiz yaşamakta olduğumuz günlerin görev ve sorum lulukianna bunun ışığında bakmalıdırlar. İşçi ve emekçi kit leleriyle mücadele içinde buluşmak, kitle hareketinin başarılı bir gelişme çizgisinde büyümesi için gerekli her türlü ça bayı harcamak önümüzdeki en acil ve en yakıcı görevd ir. (Ekim sayı : 206, Temmuz ' 99, başyazı) 85 Yeniden inşa süreci Partimiz bir yeniden inşa süreci içindedir. Kuruluş Kong resi'ni izleyen yeni dönem doğal lığında bizim için bir yeni den inşa süreci olacaktı. Kongrede politika ve çalışma tarzı, örgütsel sorunlar, önderlik ve kadro sorunlan, örgütsel güven lik sorunları, tüzüğe dayalı bir örgütsel yaşama geçiş vb. konul arda yapılmış kapsamlı tartışma ve değerlendirmeler, bunun ortaya çıkardığı sonuçlar, kuruluşu i zleyen sürecin neden bir tür yeniden inşa süreci olması gerektiğini yeter l i açıklıkta ortaya koymaktadır. Bir bütün olarak parti örgütümüz, Partimiz'in Kuruluş Kongresi'nde belirlenmiş çizgi temelinde, kendini anlayış ve uygulama planında tepeden tırnağa gözden geçirmek ve ye nilemek sorunuyla yüzyüzeydi. Kongrede sık sık yinelenen; artık partili bir döneme giriyoruz, bundan böyle herşey partili 86 kimliğe ve düzeye uygun olmak zorunda; tüm kadrolar ve bir bütün olarak parti örgütü, buna uygun bir deği�im ve yenilenmeden geçmek zorunda türünden düşünce ve belir lemeler, kuru luş sonrasının, anlayış ve uygulama planında yeni bir düzeyi yakalamak anlamına geldiğini ortaya koy maktaydı. Bu anlamda ve çerçevede Partimiz'in kuruluşu nu izieyecek süreç örgütsel yapı, yaşam ve işleyiş ile pra tik çalışma tarzı planında bir yeniden inşa dönemi olacaktı. Kuruluş Kongresi'nin kendisi örgüt yapımız ve yaşa mımızda, çalışma tarzımııda birikmiş zaaf ve zayıflıklarımıza köklü, etkili, sonuç alıcı bir müdahalenin de platformuy du. Parti inşa sürecinde katettiğimi z tüm mesafeye rağmen hala da partili kimlik ile mevcut düzeyimiz arasında var olan ve aşılması gereken mesafe, bizzat kongre platformunda yapılacak radikal ve kapsamlı bir müdahaleyle, kongreyi iz leyen ilk dönem içinde ortadan kaldırılacaktı. (Sorunun bu yönü, Eylül '97 tarihli parti kuruluş kongresi çağrısının son bölümünde de ortaya konulmuş, kongreyi toplayacağımız bir aşarnda örgütsel alanda hala sürmekte olan zaaf ve yeter siziikiere özellikle dikkat çekilmişti). B ütün bunlardan hareketle Kuruluş Kongresi'nin toplam çalışması, kongreyi izieyecek bir yeniden inşa düşüncesi çer çevesinde, örgütsel anlayış ve uygulama planında bir köklü yenilenme perspektifi içinde yürütüldü. Yakında peşpeşe ki taplar halinde yayınlanacak Kuruluş Kongresi materyal i yeniden incelendiğinde bu yeniden inşanın anlamı. kapsamı ve gerekleri de bütün açıklığı i le bir kez daha görülecek tir. *** Fakat Kuruluş Kongresi'nin hemen sonrasında Partimiz'e yönelen sistematik polis saldırıları, bu saldırıların yarattığı tahribat ve ortaya çıkardığı gerçek ler, karşı karşı y a bulunduğumuz örgütsel yeniden inşa sorun una apayrı bir 87 anlam, önem ve kapsam kazandırdı. Örgütsel alandaki zaaf ve yetersizliklerimizin daha köklü ve derine' inen bir müda haleyi gerektirdiği; ve dahas ı , saflarımızda hala da yaşa ma gücü bulabiten örgütsel oportünizme karşı mücadeley le birleştirilmediği sürece bu müdahalenin gerekli sonuçları veremeyeceği de ortaya çıktı. Kongre sonrasında peşpeşe saldırılarla yüzyüze kalan parti için en öncel ikli iş, saldırıların önünü kesmek, bunun ge rektirdiği ilk acil önlemleri almaktı . B unun hemen ardından ise, vakit yitirmeksizin, saldırıların nedenlerine ilişkin çok yönlü bir inceleme, soruşturma ve sorgulama çabası içine girmekti . Saldırıların gerçek nedenlerini açığa çıkaracak çok yönlü ve derinl ikl i bir çabaya girişmeksizin, pol is operas yonlarını görünürdeki nedenlerle ve yüzeysel açıklamalarla geçiştirrnek bizde geçmiş dönemde. kendini gösteren, tüm eleştiri ve uyanlara rağmen varlığını sürdüren kötü bir alış kanl ık idi. Fakat Partimiz bu kez böyle davranmadı, parti li kimliğin ciddiyeti kendini bu alanda da göstermek zorun daydı. Ayları bulan bir inceleme, soruşturma ve değerlendir me çabası içine girildi. Çeşitli güçlükleri aşmak için ge rekl i zaman ve enerj i kullanıldı ve gelinen yerde önemli açıklıklara ulaşıldı. Partimiz, saldırıları izleyen evrede kamuoyuna yaptığı açıklamada, yaşananlara bakış ını "Devirmeyen Darbe Güç lendirir" sözüyle özetlemişti. Ne var ki bunun güzel ama boş bir söz kalıbı olarak kalmaması, devirmeyen darbenin gerçekten · güçlendiri ci sonuçlara yolaçabilmesi için, önce likle saldırıların deneyim ve derslerini toparlamak, bunu ye niden inşa çabası açısından değerlendirmek, yeniden inşayı bu temel üzerinde gerçekleştirmek gerekirdi. Yapılan ve hala da yapılmakta olan bu oldu. Bu çabanın kendisi kendimi zi , düşmanımızı ve "iç düşman"ım ızı tanımada bize paha biçilmez açıklıklar sundu. Ayları bulan çabalar, bunun ortaya çıkardığı bilgi ve de neyimler, Kuru l uş Kongremiz'in hayati önemdeki değerlen dirmelerine yeni bir güç ve çok daha somut-pratik bir an lam kazandırmıştır. Köklü bir yeniden inşa için şimdi çok daha güçlü bir konumdayız, çok daha berrak bir bakı şaçısı na sahibiz. Düşünce ile davranış arasındaki uyumu Parti miz için sarsılmaz bir kimlik haline getirmek, örgütsel opor tünizme aman vermemek, bunun taşıyıcısı olmakta ısrar eden öğeleri geri plana itmek ve i flah olmazl ık çizgisini sürdü rürlerse safl arımızın dışına süpürüp atmak için şimdi her zamankinden çok daha açık bir bilince ve uygulama karar lıl ığına sahibiz. Kongreyi izleyen dönemdeki güç ve zaman kaybını bu kazanımlarımız zaman içinde fazlasıyla denge leyecektir. Partimiz'in yeniden inşası süreci , köklü bir an layış ve zihniyet yenilenmesi temel i üzerinde, büyük bir güç ve kararlılık eşliğinde başarıyla ilerleyecektir. *** Partinin yeniden inşası, bir dizi saldırının, bu saldırıların yarattığı tahribatların ardından , elbetteki öncelikle güçlerin tepeden tırnağa bir yeniden düzenlenmesi demektir. Yine de bu sorunun en pratik ve dahası ni speten en kolay olan yanıdır. Önemli olan ve bu yeniden düzenlemeye de bir an l am ve kalıcılık sağlayacak olan, köklü bir anlayış ve zih niyet yenilenmesidir. Partinin örgütsel yeniden inşasına asıl anlamını veren bu olacaktır. B u sorunun esasını ve özünü ise partinin kongrece bel irlenmiş örgütsel çizgisini özüm sernek ve uygulamak oluşturmaktadır. Kuru l uş Kongresi'nin yaptı ğ ı değerlendirmelerin hayati önemi ve isabetliliği yaşananl arın ışığında bugün çok daha berrak bir biçimde ortaya çıkmıştır. Yakın dönemde başka vesilelerle de ifade ettiğimiz g ibi tüm sorun, bu çizgiyi uy gulamakta gösterilecek titizl i k ve kararl ıl ıktadır. Öte yan dan, örgütsel oportünizm diye tanımladığımız ve satlanmızdaki 89 sorumsuz küçük-burjuva yan-aydın öğeler tarafından tem sil edilen eğil imin üstesinden gelmek de, tam da partinin belirlenmiş örgütsel çizgisi ile uygulama arasındaki her türlü tutarsızlıkları gidermekle, düşünce ve davranış arasındaki birliği örgütsel yaşamımızın temel davranış kuralı haline getirmekle olanakl ıdır. Kuruluş Kongresi'nde ortaya konulan çizgiye parti üye liğinin gerektirdiği bir asgari sadakat gösterilebilseydi, akıl almaz pratik davranış tutarsızlıkları ve zaafiyeıleri göste rilmemiş olsaydı, siyasi polisin saldırıları hiç de bugün yarat m ı ş bu lunduğu tahribatı yaratamazdı. Oysa bu alanda gös terilen ve zaaftan öteye partiye karşı ağır bir suç oluşturan sorumsuzluklar ve sadakatsizlikler saldırılar için yer yer ade ta zemin düzlemiş, objektif olarak düşmana hizmet işlevi görmüştür. Saldırıy ı ele alan değerlendirmelerimizdeki "iç düşman" nitelemesi bu açıdan yersiz ve nedensiz değildir. Kendi öz deneyimlerimiz, sorumsuz küçük-burjuva yan-ay dın öğelerin anlayış ve davranışlarında kendini uç biçim lerde gösteren "iç düşman" yenilmedikçe dış düşmana karşı başarılı ve sonuç alıcı bir mücadelenin olanaksızlığını da bir kez daha bize açıkça gösterm i ştir. Nasıl . ki bu iç zaafiyet alanına karşı mücadele başarılı bir yeniden inşa çabasının önkoşuluysa, aynı şekilde bu zaafiyetİn ve onun taşıyıcısı olan öğelerin altedilmesi de yeniden inşa sürecinin başarısı ölçüsünde olanaklı olabile cektir. Bir başka vesileyle de ifade ettiğimiz gibi; "içimizdeki düşman sayılması gereken küçük-buıjuvaziyi, onun temsil ettiği örgütsel oportünizmi; devrimci iç örgütsel yaşamı otur tarak, etkili ve sistematik bir politik çalışması süreklileşti rerek, bu çaba içerisinde işçi sınıfı ve emekçiler/e birleşip kaynaşarak, onlarm en iyi öğeleriyle parti örgütlerini sürekli besleyerek yenip altedebiliriz. " Önümüzdeki g ü nlerde halihazırda büyük bir böl ü m ü 90 kamuoyuna sunulmuş kongre materyalimiz bir dizi hal in de kitaplaştırılacaktır. Bu, yeniden inşa süreci için daha kolay değerlendirilebilir bir kaynak işlevi görecektir. Daha da önem lisi, Partimiz'in programı ve tüzüğü bunlara i lişkin kongre tartışmalarıyla birlikte yayınlanacaktır. Parti programının ve tüzüğünün yayınlanması yeniden inşa sürecimize ayrı bir dü şünsel ve moral güç katacaktır. Yeniden inşa süreci aynı zamanda, parti programı temelinde ideolojik birliğimizin ve parti tüzüğü temelinde örgütsel birl iğimizin güçlendiri l i p pekiştiri ldiği b i r süreç olarak ele alınmak ve aniaşılmak durumundadır. Program ve tüzükten öteye, parti kongremizin tüm ma teryali baştan aşağı , en temel teorik sorunlardan en basit gibi görünen pratik ayrıntılara kadar, satır satı r yeniden incelenmeli, partinin politik p latformlarında değerlendiri l ip tartışılmalı , bundan politik çalışma ve örgütsel yaşam için pratik sonuçlar çıkarılmalıdır. Yaşamakta olduğumuz yeni den inşa süreci , her açıdan kongrece bel irlenmiş parti çiz gisi temeli üzerine oturmak zorundadır. Başarı ve kalıcılık mutlak biçimde buna bağlıdır. Örgütsel plandaki sorunlarına ve yetersizl iklerine rağmen Partimiz'in birikimi ve bunun oluşturduğu avantajlar doğru aniaşılmak durumundadır. Gücünü salt ideolojik çizgisin den alan bir siyasal akım olma dönemini biz çoktan geri de bıraktık. B ugün artık belirgin bir politik kimliği, gücü, etkisi ve itibarı olan bir hareketiz. Tam da bundan dolayı gerçek bir siyasal partiyiz. Sağlam bir ideolojik çizginin bu politik güç ve etkiyle birleştiği bir yerde, örgütsel alanda ki zayıflıklar ve güç kayıplan geçici olacaktır. B unun bi lincinde olduğumuz, bu bilincin verdiği güç ve moralle hare ket ettiğimiz ölçüde, Partimiz örgütsel olarak kendini hızla topadayacak ve sınıf mücadelesi alanında etkin bir biçim de yerini alabilecektir. 91 Türkiye h ızla yeni bir döneme girmektedir. Daha üç ay önce şovenizm zehirini körükleyerek kitleleri aldatma ve etkisizleştirme olanağı bulabilen bir rejim, bugün iktisadi ve sosyal saldırıların, onu izleyen depremin yığınlarda yarat tığı derin hoşnutsuzluğun ağırl ığı altında ezilmektedir. Kürt hareketinin i çine sürü k lendiği teslimiyet batağı ilk planda umutsuzluk etkileri yaratıyor gibi görünse de, Temmuz ayın daki yen i işçi ve emekçi hareketi dalgasının da gösterdi ğ i g i b i , gerçekte Türkiye sosyal çatışmanı n v e devrimci s ı n ı f mücadelesinin önplana geçeceği b i r umutlu döneme girmek tedir. Bu dönem işçi sınıfını, onun hareketini ve mücade l esini bel irgin bir biçimde önplana ç ıkaracaktır. Gel i şme ler daha şimdiden bunu göstermektedir. Partimiz, sınıfın devrimci partisi, yeniden inşa süreci ni, bu yeni dönemin ve bu yeni gelişmenin kendisine yükle diği büyük devrimci sorumlulukları hakkıyla omuzlamaya güçlü bir hazırl ık olarak kavramak durumundadır. (Ekim , sayı: 207, Ağustos 1 999, başyazı ) 92 Ulucanlar katliam• ve ötesi Amerikancı faşist rejimin Ankara Ulucanlar Cezaevi 'nde gerçekleştirdiği vahşi katliamın planlı olduğu ve kararın en üst düzeyde alındığı bugün inkar edilemez bir açıklıkla ortaya çıkmıştır. Başbakan 'm ABD gezisine denk getirilen ve gezi yolunda Ecevit tarafından açıkça sahiptenilen bu katliam, zindan alanındaki çatışmadan çok öteye anlamlar ve me sajlar yüklüdür. Mesaj d ışarda emperyalist efendilere, içerde başta işçi sınıfı olmak üzere emekçileredir. D ışarda emper yalist efendilere, Türkiye 'deki ve bölgedeki emperyalist çı karların gereği ve temel önkoşulu olan "iç istikrar" "ne pa hasına olursa olsun" korunacak mesajı iletilmiştir. içerde işçi sınıfı ve emekçitere ise, mevcut düzene karşı hak ve özgürlükler uğruna tutulacak mücadele yolu karşısında gös terilecek acımasız "kararl ılık" mesajlar ı verilmiştir. 93 Asalak burj uvazi adına bu ülkeyi yönetenlerin, içeri ye ve d ışarıya yönelik bu farkl ı fakat ortak amaçlı mesaj ları her zaman ilerici-devrimci akımlara sistematik bir baskı ve acımasız bir terör uygulayarak, gerektiğinde devrimci kanı akı tarak verdikleri i se çok iyi bilinmektedir. Cumhuriyetin ilk 30 yılında "TKP Tevkifatları"nm fonksiyonu neydiyse, büyük çalkantılar ve sosyal mücadelelerle geçen son 30-35 yılda devrimcilere uygulanan terör ve katliamların işlevi de odur. İşçi s ınıfı ve emekçilerin büyük Temmuz eylemliliği ile depremin devlete karşı yarattığ ı büyük öfke patlamasının sonrasına ve "tarihi" olarak sunulan ABD gezisinin sabahına denk getirilen Ulucanlar katliamının zamanlaması da bu ama ca uygundur. Dışarda militarizm, saldırganlık ve savaş, içerde sistemli baskı ve terör, sermaye iktidarının gitgide güçlendirilen po l itikasının özü ve esasıdır. içerde işçi sınıfı ve emekçilere sistematik bir baskı ve terör u ygulayanlar, toplu katliam l arla devrimci kanı akı tanlar, d ışarda Cumhurbaşkanı-Ge nelkurmay başkanı i ki l isiyle tehdit ve saldırganlık mesajı veren geziler düzenlerlerken, bu politikanın güncel canlı bir tablosunu da sunmuş olmaktadırlar. Buradan bakıldığında, utanç verici bir teslimiyet batağına saplanarak, egemen sınıf tan ve devletten, onların gerisindeki ABD emperyaıizmin den "demokratikleşme" bekleyenlerinki, bedel i ağır olacak bir ham hayaldir. ABD emperyalizmi, Varşova Paktı 'nın dağılmasından be ri, somut olarak da Körfez savaşıyla birlikte, Türkiye'yi çev releyen bunalım bölgesinde varolan egemenliğini pekiştir meye ve yeni mevziler kazanmaya yönelik planlı bir saldırı içerisindedir. Ortadoğu 'daki mevzilerini sürekli genişletmek te ve güçlendirmektedir. A B D ' nin Ortadoğu ' ya yönelik bu girişimlerinde saldırı l arında en büyük bölgesel dayanağı, İsrail ' den de önce Türkiye oldu. 94 Aynı dönemde benzer köleleştirme ve emperyalist ege menliği pekiştirme girişimleri, Balkan halkları üzerinden de sahnelendi. Önce açık-gizli kışkırtma ve karalamalarla Yugos lavya hızla parçalandı . Ardından milliyetler boğazlaşması içinde tüketildikten sonra Bosna işgal edilerek yönetimi fiilen d�vralınd ı . Bosna 'nın ardından, bu kez Kosova krizi kul Ianılarak gündeme getirilen NATO saldırısıyla Sırhistan yıkı ma uğratıldı ve Balkanlar' ı n bir bölümü fi ilen işgal edil di. Bugün Arnavutluk ve Makedonya emperyalist odakların fii l i işgali altındadır. Kosova yönetimi ise, tıpkı Bosna gibi, emperyalist işgal ordu larınca devralınmıştır. B alkanlar ' a emperyalist NATO müdahalesi kullanılarak, Çekoslovakya, B ulgaristan, Romanya ve Macaristan ile yeni köleleştirici antlaşmalar i mzalanmıştır. Benzer girişi mler, kriz odakları yaratılarak, halklar arasında düşmanlıklar körüklenerek Kaf kasya'da denendi, deneniyor. Kafkasya ve iç Asya 'nın zengin petrol ve doğal gaz yatakları üzerine süren k ıyasıya em peryalist rekabet, bu çerçevede bu bölge üzerine oynanan karanl ı k oyunl ar, bölge halkları için ağır savaş ve yıkım faturalarına dönüşüyor. ABD emperyalizminin Türkiye ' y i çevreleyen tüm bu bunalım bölgelerindeki hedeflerini gerçekleştirme ve etkinli ğini pekiştirmesindeki en önemli yöresel dayanağı, işbirlikçi Türk burjuvazisidir. ABD'ye uşakça bir sadakatle bağlı Türk tekelci burjuvazisinin '90'Iı yı11arla birlikte/izlemeye başladı ğı militarist, saldırgan ve savaş tehdidiıle dayalı dış poli tika çizgisinin gerisinde bu var. işbirlikçi burjuvazi ABD'nin gölgesinde ve onun gönüllü vurucu gücü olarak hareket etme yoluyla, bölgesel düzeyde bir güç olmaya çalışıyor. Kör fez ve Balkan savaşları, bu savaşlarda Türkiye'nin bir saldırı üssü olarak ku11anılması olguları bu konuda ek bir açıklamayı gereksizleştirmektedir. B una, son 50. yıl zirvesinde dünya pol isi i l an edilen NATO saldı rganl ığı için Türkiye 'nin bir 95 saldın üssü olarak kullanılması ile Ortadoğu 'da ABD ve İsrail ile kurulan saldırgan savaş paktım eklemeliyiz. İlkinin anlamı nı B alkan savaşı somut olarak gösterdi. Savaşın bittiği günlerde Türkiye ' nin batısından N ATO hava saldırıları için hazırlıklar yapılmaktaydı. ikincisinin, yani ABD-İsrail ikilisinin çıkarlarına tabi saldırgan paktın ise, Ortadoğu 'dan öteye bir fonksiyonu olduğunu belirtmeliyiz. Türk şirketlerinin Kafkasya ve Orta Asya'da İsrail firmalarına taşeronluk yaptığı olgusu hatırlanırsa, kurulan saldırgan savaş paktının çıkariara bekçilik yapacağı coğrafyanın sınırları da ke�diliğinden anlaşılır. Bu saldırgan pakta bir karşılık olarak; Suriye, Yunanistan, Ermenistan ve İran arasında yoğunlaştırılan siyasi-askeri dayanışma ve antlaşmalar, bu coğrafyanın tam da, Türkiye ' y i çevreleyen bütün bir kriz bölgesi olduğunu ayrıca göstermektedir. Türk burjuvazisinin iç pol itikadaki tercihlerini ve .yön temlerini de dolaysız olarak etkiliyen dış politika çizgisi ne buradan bakılmahdır. ABD emperyalizmine uşaklık çizgisi ekseninde, bölgede güç olmaya çal ışan, bunun için saldır ganlığa ve savaş tehditine dayalı bir dış politika çizgisi izleyen, bunu giderek geliştiren bir sınıfla karşı karşıyayız. Ye kuş kusuz, bu politikanın engelsizce izlenebilmesi için, "iç istik rar" zorun l u bir önkoşuldur. Öte yandan içerde, yapısal ve dönemsel krizierin gir dabında debelenen bir kapital ist ekonomi var. Bu ekono mi, son kırk yıldır sürekl i bir biçimde İMF reçeteleri, onun "istikrar" ve "yapısal uyum programları" eksenine oturmuş tur. Son 20 yıldır tam bir acımasızlıkla uygulanan bu ik tisadi ve sosyal yıkım politikaları sonucudur ki, resmi verile re göre bugün Türk i ye dünyada gel i r dağı lımının en kötü olduğu 5 ülkeden biri d urumundadır. B u reçeteterin gün cel gerekleri, özelleştirme, tahkim, sosyal yıkım yasaları, düşük ücretler, sürekli zamlar, büyüyen işsizlik vb. 'dir. Türkiye kapitalizminin yapısal ve dönemsel krizleri sü96 rekli ağır faturalar üretiyor ve bu faturaların işçi sınıfımı ve emekçi k itlelere ödettirilmesi gerekiyor. B unun engel sizce başarılabilmesi için bir kez daha "iç istikrar", yani işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin dizginlenmesi, sindirilmesi , hareketsiz k ı lınması gerekiyor. Toplumsal muhalefetin tam ol arak teslim al ınması , dahası türlü oyuntarla düzene ye deklenmesi gerekiyor. B unun için aldatıcı ve saptırıcı pro pagandalardan sahte kutuplaştırmal ara, ideol oj i k-kültürel araçlardan çıplak teröre kadar her yol kullanılmaktadır. Fakat bu sonuncusunun gitgide daha belirleyici bir araç ve yön tem olarak öne çıktığını, devlet aygıtının yasal ve fiziki ola rak sürekli tahkim edilmesinden de görmek mümkün. B ugün bütçenin en büyük bölümü baskı ve terör aygıtının, ordu ve polis donanımının güçlendirilmesi için kullanılıyor. Dışta mil itarizm, saldırganlı k ve savaş, içerde sürekli leşmiş sistematik baskı ve terör, emperyalizmin ve işbir likçi burjuvazinin bu dönemsel ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı bir politikadır. İşçi sınıfı ve emekçilerin dizginlenmesi ve sindirilmesi, "iç istikrar"ın korunması, izlenen iç ve dış poli tikanın zorunlu koşuludur. Hali hazırda çok güçsüz ve kit leler üzerinde etkisiz olan devrimci akımların hedef olduğu şiddetli baskı ve işkence, acımasız terör ve katliamlar ol gusu da bununla sıkı sıkıya bağ l ant ılıdır. Özetle, d ı ş politikanın olduğu kadar iç politikan ı n da bir gereği olarak "iç i stikrar" gerekl i . Bunun yolu olarak ise, son 20 yıldır izlenmekte olan sistematik baskı ve terö rün güçlendirilerek sürdürülmesi gerekiyor. B u baskı ve te rör politikasının sivri ucu ise doğal olarak devrimci lere yö nel i ktir. Bu mantıksaldır; zira rejimin en büyük korkusu hu zursuzluk içerisindeki işçi ve emekçi hareketinin devrimci bir _öncü ile buluşup birleşmesidir. Şu an için oldukça güçsüz ve kitle desteğinden yoksun oldukları halde, devrimcileri hedef alan acımasız terör, i şkence ve katliam çizgisini bun97 ayrı kavrayamayız. Devletin devrimcilere yönelen acıma sız şiddeti, bir yandan devrimcilerin kitlelere ulaşma güç ve yeteneklerini zaafa uğratırken, öte yandan tam da dev rimcilere yönelen bu acımasız şiddet k ullanılarak toplum terörize edilmeye, mücadele ve eyleme eğilim duyan yığınlar yıldırılınaya çalışılmaktadır. Devrimciler toplumun bi l i nçli, kararlı ve öncü güçleri dir. Onların kitlelerle buluşmayı ve birleşmeyi başarabil meleri , tekelci burj uvazinin, onların adına devleti yöneten katiller güruhunun en büyük korkustidur. Bu korkuyu on lar '60'lı ve ' 70' l i yılların büyük devrimci yükselişleri esna sında bizzat yaşadılar, oradan gelen hassasiyetleri var. Bu nun sağladığı özdeneyim ve hassasiyetledir ki, devrimci ha reketi n ezildiği ve çok büyük oranda tasfiye edildiği 1 2 Eylül sonrası dönemde, rejimin en temel politikası; k itle hareke ti ile öncü kuvvetlerin buluşmasını ne pahasına olursa ol sun engellernede odaklaşmaktadır. Bunun ışığında son ayiara bakalım. Bir yanda, işçi sınıfı ve emekçitere yönelik bir dizi kap samlı saldırının gündeme getirildiği ve İMF ile yeni bir sal dırı paketi üzerine görüşmelerin yapıldığını görüyoruz. Ö te yandan, · Temmuz-Ağustos aylarında buna karşı en geniş bir katılım ve büyüyen bir öfkeyle gerçekleşen büyük işçi-emekçi hareketliliği var ve bu depremin yıkımıyla kesintiye uğra ulabilmiştir. Temmuz-Ağustos hareketl iliğinin anlamını, öne mini ve düzen güçlerine verdiği korkuyu tam olarak değer lendirebilmek için, bu hareketlenmeyle birlikte, Türkiye 'nin Temmuz'u öneeleyen ayiarına damgasını vuran şovenizmin zehiriediği atmosferin nasıl hızla dağıldığını, i şçi-emekçi dayanışması ve sınıf mücadelesi ruhunun nasıl önplana çıktığını hatırlayalım. Deprem bu hareketi kesintiye uğrat tı ama, bu kez depremin yıkımıyla birlikte görülebi lir hale gelen gerçekler, kitlelerin geniş kesimlerinde düzene ve dev- dan 98 !ete, orduya ve hükümete karşı büyü k bir öfke ve güven sizl ik dalgasına dönüştü. Bu çapta ve etkide bir i şçi -emekçi inisiyatifine, bunun gelişmesi ve daha da önemlisi devrimci bir mecraya akması, devrimci önderlik öğeleriyle birleşmesi tehlikesine karşı düzen bekçileri sessiz kalamazlardı. Karşı saldırı, her zaman oldu ğu gibi, karanlık bir takım oyu n l ar eşliğinde baskı ve te rör aygıtını harekete geçirmekti. Zindanları tesl im almaya yönelik yeni saldırı çizgi sinin bir ilk halkası olan Ulucanlar katl iamı bu geniş çerçeve üze rinden kavranırsa yerli yerine oturur. Unutmayalım, bu katli am, bir yandan ABD gezisi sabahına, öte yandan emekçi lerin Temmuz hareketli l iği ve depremi i zleyen büyük öfke nin sonrasına denk getiri lmiştir. Deyim uygunsa, hareket leneo ve devleti olan öfkesi kabaran emekçilere, devlet onl a rın en kararl ı öncüleri üzerinden diş göstermiştir. Burada geçerken değinelim ki, devletin bu pervasızlığmın gerisinde, aynı zamanda PKK önderliğinin utanç verici tes tirniyeti vardır. Yüzbinlerce Kürt emekçi sinin doğrudan ya da dolayl ı desteğine, önemli bir geri l l a gücüne dayalı bir hareketin bu denli kolay boyun eğişi, faşist rejimi tüm şiddetini kullanarak devrimci hareketi de buna mecbur etme doğrul tusunda heveslendirm i ş ve cesaretlendirm i ştir. B ugün rej i min zirveleri ve ona paralel olarak tüm düzen propagan dası, rej imin bir parça esneyebilmesinin temel önkoşulu ola rak, si steme yönelik tüm radikal itirazların son bulmasını, yani devrimci hareketin de düzenin icazet sınırlarına tesl i miyetini ileri sürmektedir. Onlara bu argümanı İmral ı 'daki Öcalan sağlamıştır ve o bu nedenle kirli sav aş medyasından övgü bile almıştır. Fakat bu tür beklentilere en iyi yanıtı ; Türkiye 'nin dev rimci direnme ve mücadele geleneğinin k ırılamayacağını, Ulucanlar'dak i katliamı büyük bir yiğitlikl e göğüsleyen , 99 Ulucanlar ' ı y al nızca vahşi bir faşist katliamla değil , fakat bundan da önemli olarak destansı bir devrimci direnişle anılır hale getiren devrimci tutsaklar vermişlerdir. 10 yiğit devrim cinin yaşamı ve onlarcasrum ağır yaralanması pahasına gös terilmiştir k i , düne kadar devrim adına büyük etkisi olan PKK'nin teslimiyet batağına battığı bir sırada bile, Türkiye'de devrim davası yaşıyor, devrimciler bu uğurda tereddütsüzce ölümüne savaşıyor. Bu gücü işçi sınıfı ve emekçilerin hak l ı davasına duyulan derin i nanç sağlamaktadır. B u gücü Tür kiye'nin kokuşmuş ve kontmlaşmış kapitalist düzenine duyulan kin ve nefret i le, Türk ve Kürt işçi ve emekçilerinin bir leşik çabasıyla bu topraklarda devrim ve sosyalizm davasının mutlaka zafere ulaşacağına duyulan bilinç ve inanç sağlıyor. B uradan bakıldığında , Ulucanlar üzerinden zindanlara yönelliimiş son vahşi katliam saldırısı gerçekte ters tepmiştir. Katlİama karşı i lerici ve devrimci çevreler ile emek güçleri arasında son y ı l ların en güç l ü dayanışması yaşanmıştır. U l ucan lar'da sergil enen yiğitlik, dava uğruna ölümü tered dütsüz kucaklama tutumu ve pratiği, devrime sempati duyan kitlelere güç ve umut aşılamış, ilerici çevrelerde ise büyük bir saygınlığa yolaçmıştır. Bu açıdan denebilir ki, devletin öncü güçleri ezmeye ve yıldırmaya, böylece toplumsal muha lefet güçleri ni sindirmeye yönelik karanlık hesabı ters tep miştir. Devletin bu politikası boşa çıkarılacaktır. Ulucanlar katli arnı ve direnişi bunun ol anaklı olduğunu göstermiş, bunun olanaklarını somut olarak ortaya çıkarmıştır. B ugün bu po l iti kanın karşısında Partimiz'in kırılmaz iradesi vardır, dev rimci hareketin bir kesiminin direnme çizgisi vardır, Kürt hareketinin gitgide kendisini gösterecek olan devrimci güçleri vardır, ve n ihayet, katl iamlara sessiz kalmayacağını göste ren i lerici-demokratik çevreler vardır. Tüm bu kuvvetlerin birleşik gücü, devletin öncüyü ezme, kitleleri terörize etme 100 ve böylece toplumsal muhalefeti sindirme politikasını boşa çıkarmaya fazl asıyla yeter. Bunun başar ı ldığı bir durumda ise, herşey, devrimci öncü güçlerin kitlelerle birieşebilme yeteneğine bağlıdır. Hoşnutsuzluk içinde bulunan, bunu sos yal yıkım saldırılarından deprem yıkımiarına kadar bir dizi vesileyle eylem l i olarak dışavuran işç i sınıfı ve emekçilerle buluşabilme başansına bağlıdır. Devletin öncü devrimci güçlere yönelen tüm ş iddeti bu bağın oluşmasını engellemeye yö neli k olduğuna göre, tersinden devrimci güçlerin tüm ça bası da bu bağı kurmaya, gel iştirmeye, peki ştirmeye ve yık ılmaz kılmaya yönelmel idir. Zindan direnişçileri nin büyük yiğitliği ve direnme karar lılığı, bunu başarmamıza bir çağrıdır. Yüzlerce, binlerce tut sak devrimci bunu başaracağımıza duyduğu derin inançtan dolayıdır ki, ölümü bu denli kolayca hiçe sayabilmektedir. Eğer devrimci akımların önderlikleri hata yapmaz ve za afiyet göstermezlerse, devletin "hücre tipi" sald ırısında bir kez daha bozguna uğraması kaçınılmazdır. B u gerçekte tes l im alınmak istenen asıl güç olan i şçi sınıfına ve emekçi lere karşı bir görevdir. Son 20 yılın büyük direnme geleneği, ödenen ağır bedener, devletin bu pol itikasını boşa çıkara b ilmenin güvencesidir. CİA merkezlerinde kotarılan , teslim almaya ve kişiliksizleşrirmeye yöneli k politikaların bu ül kede kolay uygulanamayacağını son 20 yılın ateşten pratiği bütün açıkl ığıyla göstermiştir. Türkiye dev rimci hareketi nin bu alanda büyük mirası ve onur verici bir ·geleneği var dır. Ul ucanlar direnişi bunun yeni bir halkası olmuş, ölü müne direnme geleneğini zirvelere taşı mıştır. Habip Gül yoldaş, saldırıya öneeleyen haftalarda kale me aldığı mektubunda, devletin zindanlara yönelik yeni saldırı ve katliam hazırlıklarına dikkat çekerek, "Biz haZII·ız. Partinin bayrağına leke sürmeyeceğiz! " demişti. Ulucanlar'daki yol daşlarımız bir bütün olarak hazır olduklarını gösterdiler ve /Ol Partimiz'in bayrağına leke sürmek bir yana onu yüksekler de tuttular. Katli amda en seçkin yoldaşlanmızdan ikisini, iki Merkez Komitesi üyemizi, Habip ve Tuna yoldaşlanmızı kaybettik. İki önder yoldaş ı m ız, en önde dövüşmesini ve yiğitçe ölmesini bilerek, Partim i z'i onı.ırlandırıp yücelttiler. Partim i z I . y ıldönümüne onlardan yoksun, fakat onlarla yücelmiş olarak giriyor. Parti basınımız haftalardır yoldaşlarımızın düşünsel ve pratik yaşamlarından kesiller sunuyor. B u kesitierin oluş turduğu tablo hiçbir yorum ve övgü gerektirrneksizin gös teriyor ki, yoldaşlarımız en i leri sınıfa yaraşır bir devrim ci kimliğin temsilcileridirler. Onlar Partimiz'in yetiştirmek istediği "düşünen ve savaşan mil itan" tipinin en i y i örnek lerinden ikisi olmuşlardır. Düşünceleri ve pratikleri bunun tartışma gerektirmeyen kanıtlarıdır. Siyasi poliste, düzen mah kemelerinde ve faşizmin zindanlarında gerçek sınıf devrimci leri olarak davranmış, partinin direnme çizgisi ve geleneğine tam olarak uyınuşlardır. Partimiz onlar gibi m il itanlar ye tiştirmiş ve onlar gibi militaniara sahip olduğunu dosta düş m ana göstermekle onurlanmış ve yücelmiştir. Tüm parti kadrolarımızın ve sempatizan militanlarımızın önünde . Habip ve Tu na yoldaşın düşünce ve pratik yaşam çizgilerinden en iyi biçimde öğrenmek, onların anısına layık olmak, onların yarattığı boş l uğu onları aşarak doldurmak görev ve sorumluluğu durmaktadır. (Ekim , sayı: 209, Ekim '99, başyazı) 1 02 Birinci vılında oarti... Verilen s1navlar ve bekleyen görevler 1-7 Kasım : "Parti ve Devrim Haftası" ı Kasım Partimiz'in birinci kuruluş yıldönümüdür. TKİP Kuruluş Kongresi çalışmaları birbirini tamamlayan iki evre halinde gerçekleşti. Kongrenin resmi toplantı tarihini ön celeyen ilk evrede, bir grup delegeyle bir ön hazırlık çalışması gerçekleştirildi . B u ndan amaç; başta program ve tüzük ol mak üzere, kongre gündemtni ol uşturan hemen tüm sorun l ar üzerinden bir hazırlık çalışması yapmak, böylece kong ren i n çalışmalarını kolaylaştıran ve başarıyı güveneeleyen bir zemin oluştunnaktı. Nitekim uzun haftalar alan bu çalışma umulan yararı sağladı ve ortaya kongrede toparlayıcı tartış mal ar yapmayı kolaylaştıran zengin bir düş ünsel birikim çıkardı. Ardından 5 Ekim ı 998 günü Kuruluş Kongresi resmi açıl ışını yaptı ve yapıl an ön hazırl ı k çalışmasının sonuçları üzerinden normal kongre oturumiarına geçildi. Kongrenin resmi oturumları Ekim ayının sonuna kadar sürdü. Yeni seçi1 03 len MK ' nın kongre sonuçlarını ele alan toplantısıyla bir likte, y aklaşık üçbuçuk ay süren toplam kuruluş kongresi �alışmaları 1 Kasım '98 'de noktalanmış oldu. Uzun ve zorlu bir kuruluş çalışması sürecini noktalayan bu tarih, aynı za manda TKİP'nin kuruluş tarihi olarak benimsendi. Partimiz'in Merkez Komitesi yakın dönemde, Partimiz'in kuruluş yıl dönümü olan I Kasım ile Sosyalist Ekim Devrimi 'nin yıl dönümü olan 7 Kasım tarihleri arası dönemi, her yıl "Parti ve Devrim Haftası" olarak k ullamayı kararlaştırdı. Sınavlar yılı Partimiz'in kuruluşunun ilan edildiği günler ancak Tem muz-Ağustos işçi-emekçi hareketliliğiyle hız kesebilen azgın bir şovenist toplumsal histerin i n ateşlendiği günlerle üstüs te düştü. Doğal olarak buna yoğun bir devlet terörü eşlik etmekteydi . Bu ortamd a sol akımlar hareketsiz k ı l ı nmış, toplumsal muhalefet sindirilm işti. Partimiz'in kuruluş tarihi üzerinden geride kalan yılın dörtte üçünü kapsayan bu terör ve şovenizm atmosferi, Partimiz'in kuruluşunu güçlü ve iddialı bir politik çıkışa dönüştürmemizi de zora soktu. B una il işkin hed efleri ve bunu somutlayan planları çok büyük ölçü . de boşa çıkard ı . B u yalnızca dış etkenlerİn, yani siyasal atmosferin ya rattığı bir sonuç da değildi. Kendi zaaf ve yetersizlikleri mizin de kolaylaştırdığı bir zemin üzerinde daha kuruluşu nun ertesinde partinin yüzyüze kaldığı operasyonlar, bunun yolaçtığı kayıplar ve yarattığı sonuçlar, sözü edilen başa rıs ızl ığın bizimle bağlantılı etkenleri oldular. Böyle olunca, kuruluşumuzu izleyen ilk yıl umulduğu ve planlandığı gibi bir politik atılım yılı değil, fakat daha çok bir s ınama yılı oldu Partimiz için. Hedeflediği atılımı gerçekleştiremeyen, bu alanda başarı sız kalan parti, buna 1 04 karşılık karşı karşıya kaldığı bir diıi beklenmedik sınavdan başarıyla çıktı. Geride kalan yılda, partinin ideoloj ik-pol i t i k konumu v e tutumu, d irenme iradesi v e kapasi tesi cep heden gelen saldırılarla adeta test edildi. Parti bu sınavlardan ideolojik ve politik sağlamlığı m , devrimci direnme irade sini ve kapasitesini kanıtlayarak başarıyla geçti . Şovenizme ve teslimiyete karşı sarsılmaz tutum Karşı karşıya kaldığımız s ınav l ar çok yönlü ve farkl ı n i telikteydi . Bunlardan ilki genel plandayd ı . Parti şovenist histeriye ve ona eşli k eden azgın devlet terlı;\ine rağmen, ideoloj i k ve politik planda sarsı lmaz bir duruş sergiledi. Sermaye i ktidarı bun unl a sol harekette yıl gı nl ı k ve tesli miyet yaratmayı amaçl ıyord u . Bu çaba bir kısım sosyal reformi sti düzen sol una ekiemiedi ve bir kısım devrimci çevreyi i se testirniyete doğru başaşağı giden Kürt hareke tinin eteğine daha sıkı tutunmaya yöneltti . Pol i tik konum ve tutumların netleştiği bir politik platform olan seçimler dönemi, bu türden zaafiyederin daha bel i rg i n bir biçimde açığa çıktığı bir evre oldu. TKİP, ideolojik kargaşa ve politik zaafiyet yaratmayı amaçlayan bu bunaltıcı saldırıları, ken di bağımsız ideolojik-politik platformu üzerinden sarsılmaksı zın ve herhangi bir hataya düşmeksizin göğüsled i . Bu aynı sürecin öteki yüzü, PKK 'nın tesliıniyeti ve Kürt halkının tüm devrimci kazanımlarının tasfiyesi çabasıydı. İm ralı duruşmalarının başlamasıyla resmiyet kazanan bu tesli miyet ve tasfiye gerçekte daha Kenya komplosu ile birl ikte hızlanan bir gelişmenin ifadesiydi . Partimiz, bu komplonun yolaçabileceği gelişmeleri görmenin ve tehlikeleri sezmenin sağladığı olanaklarla, bu olayın hemen ertesinde. açık ve tok bir tutumla, Kürt hareketini iç ayrışmaya, Kürt devrimci ler1 05 ini kendilerini düzene doğru çeken Kürt burjuvazisiyle köprüleri atmaya. bunun için de Türk işçi ve emekçileriyle birleşik devrim yolunu tutmaya çağırdı. Seçim değerlendirmelerinde ise, Öcalan çizgisini izieyecek bir Kürt hareketini teslimiyet batağına gömül mek akıbetinin beklediğini saptadı ve İ mralı duruşmalarının hemen ertesinde, bu kez yaşanan utanç veri ci teslimiyete karşı cepheden mücadeleye girişti. Öcalan 'ın ABD emperyalizmine ve düzene tam boy tes limiyeti, Kürt halkının bütün bir devrimci birikimini tasfiye etmeye yönelen ve etkileri Türkiye sol hareketine de yansıyacak olan sarsıcı bir gelişmeydi. Partim iz bir nebze sarsılmadığı gibi devrimci hareket üzerindeki muhtemel olumsuz etkiyi kırmak için de açık ve tok bir tutum aldı. İ lkelere dayalı yoğun bir ideoloj ik eleştiri ve gelişmelerin içyüzün sergile yen politik teşhir faaliyeti yürüttü. Halen de sürmekte olan bu mücadelenin ideolojik, politik ve moral anlamı ve ka zanımları zaman geçtikçe çok daha iyi anlaşılacaktır. Kabul etmek gerekir ki, PKK'nın teslim alınması ve Kürt halkının devrimci kazanımiarına karşı görülmemiş türden bir tasfiyenin başlatılması, devrim aleyhine sarsıcı ve yıkıcı et kileri olan bir politik gelişmedir. B u gelişmeyi, etkisi ve so nuçları aynı çapta olmasa bile, 1 2 Eylül yenilgisi ve '89 çö küşünden sonra, son 20 yıl içerisinde sol hareketin politik ve moral gücüne vurulmuş bir üçüncü önemli darbe saymak ge rekir. B unu bu denli yıkıcı kılan asıl etken, sürecin yenilgi den de öteye, her açıdan tam bir teslimiyetle sonuçlanmış olmasıdır. Karşı-devrimin en büyük başarısı da, Kürt dire nişini yenilgiye uğratmış olmaktan öteye, asıl olarak, Öcalan ve PKK şahsında hareketi teslim alarak direnişin ideoloj ik, politik ve moral değerlerine vurmayı başardığı ağır darbedir. Düne kadar Kürt sorununda ezik ve savunmada olan rej im, bugün kendi çizgisini ve sözde çözümünü, düne kadar kendi sine karşı direnen bir harekete kabul ettirmeyi başarmış, böylece büyük bir politik ve moral güç kazanmıştır. Parti basınımııda 106 sürekli işlendiği gibi, yaşanan gelişmelerin kapsamına ve asıl yıkıcı etkisine buradan giderek bakmak gerekir. Partimiz işte bu nitelikteki bir gelişme karşısında tok ve sarsılmaz bir tutum almıştır. B u tutumuyla, son yıllarda Kürt hareketinin yedeğine düşerek kuyrukçuluğu çizgi edinmiş ba zı çevrelerin de tereddütlerini kırmış, bu konuda onları cesa retlendirmiştir. Gelişmeler, hep altı çizildiği gibi, esası yönünden bizim için herhangi bir şaşırtıcı yön taşımamaktaydı. Partimiz bu muhtemel akıbete yıllardır işaret etmekte, tutulan yeni yolda ısrar edildiği takdi rde süreci n düzenle ve sistemle bütünleş meyle noktalanacağı n ı v urgul ayarak devrimci eleştiri ve uyarılarını yapmakta idi. Bu nedenledir ki, gelişmelerin utanç verici bir teslimiyetle sonuç l anan son safhasını da önden hazırlıklı olarak karşılamayı başard ı . Gelişmeler karşısında adım adım net bir tutum alarak Kürt halkının devrimci ka zanımlarını savundu. Son bir yılın bu zorlu sınavı Partimiz'in ideoloj ik-pol itik önderl i k kapasitesi n i , bu alandaki öncü kimliğini sınadı ve Partimiz bu sınavdan yüz akıyl(\ çıku. Bunun bir rastlantı olmadığını, hareketimizin çıkışından itibaren Kürt hareketine i lişkin tutumunda ve her gelişme satbasını büyük bir isabetle değerlendirmesinde de görmek mümkündür. Genel olarak demokrasi sorunu, özel olarak da ulusal sorun, marksist sınıf bakı şaçısının en net biçimde sınandığı kritik sorunlardır. Bu sorunlarda doğru bir bakışaçı sı ve politik tutumla hareket edemeyen bazı çevrelerin bu gün kuyrukçuluğa ve sınıf işbirliği çizgisine düştüklerinden yarım ağız yakınmaları da buna tanıklık etmektedir. Devrimci sınıf mücadelesi için yeni bir dönem Kürt hareketindeki son gel işmeler karşısında alınan tu tumun kritik önem taş ı y an bir başka boyutu daha v ar. 107 Gel işmelerin yönünü ve çok da şaşırtıcı olmayan bugünkü akıbetini yıllardan beridir açıklıkla görmenin avantajıyla, Partimiz. yaşanan gelişmelerin olumsuz ağırlığı altında ezilen lerin tersine, bunu, devrimci sınıf mücadelesi için olumlu anlamda yeni bir dönemi n başlangıcı olarak değerlendirdi . Kürt sorununu Türk burjuvazisi i le birleşme ve bütünleş me temeli üzerinde Türkiyelileştirenler, böylece kendi ira deleri dışında, bu aynı sorunun Türkiye işçi sınıfı ve emekçi leriyle birleşik devrimci bir mücadele eksenindeki devrim ci çözümünün de önünü açm ış oldular. Yılların mücadelesi, soru n u dar bir u lusal çerçeveye ve coğrafyaya hapseden devrimci küçük-burjuva miiliyetçiliği nin yapabileceklerinin azami sınıriarım da açıklıkla gösterdi. PKK ' nın bugünkü akıbeti, aynı zamanda halkçı küçük-bur juva devrimciliğinin Kürdistan coğrafyasındaki tarihi yenilgisi ni ve iflasını da tescil etmi ştir. ' 70 ' l i y ı11arın küçük-bur juva devrimci akımlarının ' SO'li yıllardaki akıbetinin ardın dan, '90'1ı yınarda bu kez Kürdistan 'ın devrimci küçük-burjuva akımı, siyasal yaşamı n ı , mevcut toplumu n kendi temelleri üzerinde demokratikleştirilmesi liberal çizgisiyle noktalamıştır. Devrim bayrağı bundan böyle Türk iye 'de old uğu kadar Kürdistan'da da, işçi sınıfını ve bilimsel sosyalizmi temel alan, çözümlerin i bu temel üzerine oturtan akım ı n elinde olacaktır. Ve doğası gereği böylesi bir akım, milliyet ayrımı gözetmeksizin tüm Türkiye işçi sınıfının temsilcisi olan ve tüm emekçi katmanları birleşik devrimci mücadele çizgi sinde birleştiren bir akım olabil ir ancak. Sorun elbette başka akımların ve sınırl ı çözüm arayışları nın bundan sonra da olup olmayacağı sorunu değildir. '70'le rin küçük-burjuva devrimciliğini daha geri ve kısır biçim ler içeris inde sürdüren akı mlar bugün de varolduğuna göre, son 20 yıldır PKK ' n in temsil ettiği devrimci küçük-burju va mill iyetç iliğini yeni dönemde d�ha geri ve kısır biçim1 08 ler içerisinde sürdürmek isteyen akımlar da elbette olacaktır. Fakat Türkiye 'nin ardından Kürdistan ' da da küçük-burju va devrimciliğinin çözümsüzlüğü, yenilgisi ve en öneml isi de ideolojik iflası artık kesinleşmiştir. Partimiz gelişmelere ve kendi sorumlulukianna bu gözle bakrnaktadır. Yıl lardır bir çözümsüzlüğü yaşayan ve bununla Türkiye 'nin genelinde de devrimci sınıf mücadelesinin önü nü tıkayan PKK önderliğindeki hareketin teslimiyetle so nuçlanan akıbetini, bu açıdan ve bu nedenle, devrimci mü cadele için olumlu bir yeni dönemin başl angıcı olarak gör mektedir. Devrim ve sosyal izm davasında samimi ve ı srarlı olan Kürt devrimcilerinin önünde de, geride kalan dönemin mu hasebesini bu gerçeklerin ışığında yapmak ve yeni yöne I imlerini buna göre saptamak sorumlul uğu d urmaktadır. Her iki milliyetten burjuvazinin çıkarlarına dayalı gerici çözümlerin karşısına, tüm mill iyetlerden işçi sınıfı ve emekçilerin çıkar larına ve özlemlerine dayanan bir çözüm çizgisiyle çıkılmal ı dır. Bu, düzenle bütünleşme çizgisine verilecek en iyi ve en doğru yanıttır. Bu, Kürt ulusal sorunu da içinde tüm temel toplumsal ve si yasal sorunların biricik gerçek çözüm yolu ve zeminidir. Bu başarılabildiği ölçüde, Kürt hareketini ye ni lgiye uğratıp teslim almanın sevincini yaşayan emperya l istlere ve burjuva geri�iliğine de en anlamlı yanıt veri l miş olacaktır. Sistematik saldınlar ve sınavdan geçen direnme kapasitesi Kuruluşunun birinci yılını geride bırakan Partimiz'in karşı karşıya kaldığı ikinci önemli sınav, kurulduğunun hemen ertesinde yüzyüze kaldığı saldırılar zinciri olmuştur. S iya si pol is Partimiz'in kuruluşunu zincirleme saldırılarla karşıladı. 1 09 Bu, örgütsel kayıpların yanısıra, telafisi uzun ayları bulan örgütsel sorunlar da yarattı. Polisin bu saldırılada elde ettiği başarı, Partimiz'in örgütsel alanda ciddi zaaf ve yetersiz likler yaşad ığını açı klıkla gösterd i . S ağlam bir illegal ör gütsel temeli oturtmada, kurallı bir örgüt yaşamı kurmada, partinin bu alandaki örgütsel çizgisini ve çal ışma tarzını titizl ikle uygulayacak kadrolar yeti ştirmede henüz çok cid di yetersizlikler içeris inde olduğumuz açıkça ortaya çıktı. Kuruluş Kongresi'ndeki tartışmalar ve değerlend�rmeler, yeni döneme i li şkin olarak saptanan görevler, partinin gerçekte bu zaaf ve yetersizliklerinin bilincinde olduğuna tanıklık et mektedir. Kongreyi izleyen süreç bu zaaflara köklü ve sis tematik bir müdahale süreci olarak da düşünülmüştü. Fa kat kurul uşu izleyen saldırılar buna fırsat vermediği gibi partiyi bir dizi yeni sorunla da yüzyüze �ıraktı. Aradan geçen bir yılın toplam bilançosu üzerinden bak tığımı zda, partinin bu zorlu sınavı da soğukkanlıl ıkla v e başarıyla verdiğini görmekteyiz. Öncelikle saptanması ge reken nokta, saldırılar karşısında gösterilen sükunet ve soğuk kan l ı l ı ktır. Öte yandan, partil i kadroların ezici bir bölümü poliste tam direniş göstererek saldırı karşısında partiye bü yük bir moral ve manevi güç kazandırmakla kalmadılar, böy lece poli s saldırılarının geni ş lemesine de set çekm iş oldu lar. Bu davranış çizgisi partinin direnme geleneğini de güç l endirip pekiştirm iştir. Bu süreçte parti, politik faaliyetinde kesinti yaratmamaya özen göstererek, bunun uygun biçim ve yöntemlerini öne çıkararak, bu saldırılar karşısında düzenl i olarak geri çe kild i ve toparianmak için zaman kazandı . Saldırının tahri batına ve kayıpların yarattığı boşluğa rağmen, seçimler, I Mayıs, Temmuz-Ağustos kitle hareketli l iği dönemi ve son olarak da Ulucanlar katlİarnı karşısında parti, politik faali yeti n i hep bell i bir düzeyde tutmayı başarabildi. S istema110 tik bir polis saldırısının yarattığı tüm sorunlara rağmen, bu nun partinin örgütsel varlığını ve faaliyetini temelden etki leyemeyeceği de böylece pratikte görülmüş oldu. Denebilir ki, örgütsel varlığımıza yönelen sistematik saldı rıtarla (ki buna açık ihanetle başka bazı sorunlar da eşlik etmiştir) direnme irademiz ve kapasitemiz sınavdan geçi rilmiş, parti bu sınavdan yüz akıyla ÇJkJ11ıştır. Bugün saf Ianınıza egemen sağlam özgüven ve moral güç, bu sınavın nası l verildiğinin bir başka sağlam ölçüsü ve göstergesidir. Kapsamlı hedeflere ve hesaplara dayal ı Ulucanl ar kat liamı, partinin d irenme çizgisi ve kapasitenin sınavdiin geçtiği temel önemde bir başka pol itik olaydır. İki Merkez Komi tesi üyesini bu vahşi katliamla kaybeden Partimiz'in, saldırı karşısındaki toplam tutumuyla, bu sınavdan nasıl geçtiği de dost-düşman herkes tarafından bilinmektedir. Bu saldırı , Partimiz üzerindeki etkileri yönünden ters tepmiş, partinin direniş çizgisini ve moral gücünü peki ştirmiş, saygınlığını güçlendirmiştir. Asıl sınav kitlelere önderlik alanında verilmelidir Tüm bunlara rağmen, geride kalan bir yıl içerisinde karşı karşıya �aldığı saldırılar ve bunun yarattığı sorunlar nede niyle, parti devrimci sınıf mücadelesi karşısındaki görev lerini gerçekleştirmekte başarısız kalmıştır. Direniş çizgi si, direnme kapasitesi, özgüven, moral güç, tüm bunlar Par timiz için esası yönünden yeni o lmayan öze l l ikler ve kaza nımlardır. Son bir y ı l ı n bu açıdan getirdiği esasa i l işkin tek yenilik, bunların zorlu sınavlar içerisinde bir kez daha sı nanması , genel planda da daha somut olarak görülüp an laşılmasıdır. Bu da bir kazanım olmakla birlikte bize başa rısızlıklarımızı unutturabilecek bir teselli kaynağı olarak lll görülmemelidir. Örgütsel alanda ve çalışma tarzında gideremediğimiz zaaflar son bir yı lda bize ağır bir faturaya malolmuştur. Ve eğer bu zaaf ve yetersizlikleri gideremezsek, yeniden inşa süreci bunların asgari de olsa giderilebildiği bir süreç ola rak yaşanamazsa, benzer sorunlar ve sonuçlarla tekrar tek rar yüzyüze kalırız. Partimiz'in görevi, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin ileri kesimleriyle birleşmeyi ve bütünleşmeyi başa rarak, devrimci sınıf mücadelesi n i ileriye taşımaktır. Üst lendiği misyonun gereklerini başarıyla yerine getirip getir me-diğini n tek gerçek ölçüsü budur. _ Partinin son bir yıl içerisinde ideolojik ve örgütsel planda bir sağlamlık ve dayanıkl ılık göstermiş olması , elbette bir anlam taşımaktadır. B u , partin i n bu alandaki öncü k iml iği n in ve direnişçi konumunun bir doğrul anmasıdır. Fakat eğer bu üstünlük bir an önce devrimci sınıf mücadelesi görev lerin in gerçekleştiri lmesine bağlanamaz, bununla tamamla namazsa, kend i başına çok fazl a bir anlam taşıyamayacağı gibi, uzun vadede korunması da pek kolay ol mayacaktır. B u bel irlemeler, bir bütün olarak partinin d ikkati nin ve çabası nın yoğunlaşacağı görev ve soruml uluklara da işaret etmektedir. · Parti i şç i sın ıfının ve emekçi kitlelerin gerçek öncüsü olabilmel i, tüm dikkat ve enerj isini bunun başarılma sına yoğunlaştırmalıdır. Gerek kongre hazırl ık sürecinin yarattığı içe kapanma lar; gerekse son bir yılın i şaret etmiş bulunduğumuz sorunları, partinin sınıf ve kitle çalışmasında belirgin bir zaafiyete ve gerilerneye yolaçmış bulunmaktadır. İçinde bul unduğumuz sürecin en öncel ikli pratik görevi, bu zaafiyet i gidermek, sınıf ve kitle çalışmasında yeni ve verimli bir düzeyi yaka lamaktır. Örgütsel toparlanma sürecinin bugün geldiği yer, partinin buna yeniden yoğuntaşabilme koşullarının yakalandı ğını göstermektedir. Bunun sorunlarına yoğunlaşmak, parti 112 basınında, özell ikle ve öncelikle de MYO 'da bu sorunları sürekli ve çok yönlü olarak. ele alıp i şlemek., parti birim lerinin ve kadrolannın önünde acil ve güncel bir görev olarak duruyor. TKİP'nin yükselttiği bayrak altmda birleşelim! Sosyal yıkım saldırıları ile bunu izleyen büyük Marmara depremi karşısında sermaye iktidarının halkı ortada bırakma sı, düzenin işçi sınıfı ve emekçitere karşı tutumunun yakın dönemdeki en veciz örnekleri oldular. Sosyal yıkım saldı rılarına karşı Temmuz-Ağustos aylarında gelişen ve ancak depremle kırı labilen büyük işçi hareketliliği ile, depremin devlete ve düzene karşı yarattığı derin güvensizlik (ve yer yer kendini dışavuran tepkiler) ise, tersinden, kitlelerdeki hoşnutsuzluğun ve mücadele arzusunun aynı dönemdeki göstergeleri oldular. Türkiye kapitalizm inin yapısal sorunlarının ağır faturası sürekl i olarak işçi sınıfı ve emekçilere ödetilmektedir. Bur juvazinin bundan farkl ı bir alternatifi de yoktur. Bunun kar şısında devrimci bir önderl ikle bul uşamamak ve böylece soluklu bir mücadele çizgisinde ilerleyememek, kitle hare ketinin en temel sorunu olmaya devam etmektedir. Büyük bir öfke birikimini açığa çıkaran ve hızla yaygınlaşan Tem muz-Ağustos hareketl i l iğinin son uçsuz kalmasının gerisin de, · aynı zamanda bu gerçeklik vardır. B urjuvazi de bunun bilincindedir. Devrimci harekete so luk aldırmamaya dayalı si stematik terör bundan dolayıdır. Terörle ve Ulucanlar'daki türden kanlı katliamlarla bu zaaf süreklileştirilmeye, direniş çizgisi kırılmaya ve kitleler terörize edilmeye çalışılmaktadır. Polisin sonuç almasını kolaylaştı ran zaaf ve yetersizl i klerimizin bir an önce giderilmesine, 1 13 görev ve sorumluluklarımızın tüm gereklerine buradan d a bakılabilmelidir. Devrimci akımların ' 96 'dan beri sürekliteşen gerileme sinin son bir yılda da devam ettiği bir sır değildir. Mey dan gitgide daha çok reformİst akımlara kalmaktadır. Dev rimc i mücadeleye akan yeni güçler bu akımlar tarafından düzen zeminlerinde tutulmakta, reformist sol pol itikalar ekseninde etkisizleştiril mektedir. Bu olgu Partimiz'in sorumluluklarını ayrıca ağırlaştırmak tadır. Zira geleneksel devrimci akımiann reformizm karşısın da devrimci bir alternatif odak oluşturma güç v e yetenek leri artık yoktur. Böyle bir odak ancak Partimiz tarafından inşa edilebil inir. Bu vurgu, kendi dışımızdaki devrimci potan siyelin küçümsenmesini değil, tam tersine, bünyesinde bu l undukları akımlar tarafından artık ileriye taşınamayan ve günden güne heba edilen bu potansiyelin daha çok önem senınesini gerektirmektedir. Bu önemseme, bu güçlerin parti çizgisine ve saflarına kazanılmasını, parti çatısı altında birleş tirilmesini gerektirmektedir. TKİP, kuruluşuyla birlikte, tüm komünistler ve sınıf bilinçli işçiler için, devrimin ve sosyalizmin tüm dürüst v e samimi militanl arı için, altında birleşecekleri ve uğruna sa vaşacakları bir bayrak yükseltmiştir. S üreç proletarya ve sosyalizm adına altında birieşilecek ve uğruna savaşılacak tek gerçek bayrağın bu olduğunu gitgide daha açık bir biçim de göstermektedir ve gitgide daha çok gösterecektir. Bu ne denledir ki, Partimiz'in kuruluş yıldönümünü vesile ederek, devrim ve sosyalizm davasında samimi olan herkesi bir kez daha Partimiz' in, Türkiye Komünist İşçi Partisi 'nin bayrağı altında birleşmeye çağırıyoruz. Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi! (Eki m , sayı: 2 10, Kas1m 1999, başyaZI) 114 Emperyalist stratejilerin k1skac1ndaki Türkiye Emperyalizm özgürlük değil egemenlik peşindedir Helsinki Zirvesi 'nde Türkiye 'nin Avrupa B irliği 'ne aday lığının onaylanması işbirlikçi düzen cephesinde büyük bir sevinçle karş ı l and ı . Medya olayı kitlelere bir bayram ha vası içerisinde sundu. Avrupa ile bütünleşmenin Türkiye 'ye "refah" ve "demokrasi" getireceği, Türkiye 'nin "çağdaş uy garlı k yürüyüşü"nde artık yeni bir aşamaya girdiği üzeri ne, asıl olarak emekçileri aldatmayı, sersemletmeyi, bu tür den temelsiz hayallerle oyalamayı amaçlayan bayağı bir pro paganda günlerdir sürdürülmektedir. Benzer bir propaganda dört yıl önce Türkiye'nin Gümrük Birliği'ne girişi vesilesiyle de yapılm ıştı. Aradan geçen dört 1 15 yıl içerisinde işçi sınıfı ve emekçiler iktisadi, sosyal ve siyasal haklar al anında yeni kayıplara uğradı lar. Ağırlaşan siyasal ve sosyal yaşam koşulları, emperyalizme daha sıkı kölel i k bağlarıyla bağlanmanın emekçi ler için gerçekte n e anlama geldiğini böylece somut olarak da gösterm i ş oldu. B ugün ülke kaynaklarının talanı ile sosyal yıkım saldırıları kesintisiz olarak sürmekte ve buna her türlü hak arama mücadelesi nin dizginsiz bir baskı ve terörle engellenip bastırılması eşlik etmektedir. Başka türlü de olamazdı. B ilim açıkça tespit etmiş ve tarih her zaman, her yerde, her adımda doğrulamıştır ki, emperyalizme bağımlılık ülke ve h alklar için özgürlük ve refah değil, tam tersine kölece egemenlik ve katmerli sömürü demektir. AB, gerici ve emperyalist bir oluşumdur. Bu oluşum Av rupa tekellerinin, dünya ölçüsünde kızışan emperyal ist re kabette güç ve imkanlarını birleşti rerek güçlü bir emper yal i st odak olma arzularının ve planlarının somut bir ifa desidir. Bu tür bir gerici emperyal ist birlik çağdaşlığı y a da uygarl ığı değil , tastamam kapital ist barbarlığın Avrupa odağını temsil etmektedir. İşçi sınıfı ve halkları n refahı nı , barış ve özgürlüğü değil, tam tersine, tekel lerin sınırsız sö mürü ve egemenlik arzularını, emperyalist-yayılmacı plan larını, saldırı ve savaş tehdidini temsil etmektedir. İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi karşı sında ve emperyalist reka bet koşullarında, Avrupa tekellerinin çıkarlarını güvence altına almaya çalı şmaktadır. Tekellerin Avrupa'sı demek olan AB 'nin, geçtik Tür kiye gibi sistemin bağımlı ülke halklarını, gel işmiş Avrupa ülkelerinin işçileri ve emekçileri için bile anlamı bugün bu dur. Tekellerin emperyali st Avrupa'sının dünya ölçüsünde kızışan emperyalist rekabet ve nüfuz mücadelelerinde ko numunu güçlendirmek çabasının, Avrupa işçi sınıfı ve emek çilerine faturası, daha çok işsizlik, sürekliteşen hayat pahalı- 1 16 lı ğı, sosyal hakların gaspı, Avrupalı olmayan halkiara karşı ırkçılık ve polis devletinin güçlendirilmesi olmaktadır. Bunu hergün yaşayarak gören bu ü l kelerin i şçi ve emekçileri içe risinde, "Tekellerin Avrupa'sına h ayır!" eksen li bir muha lefet ve mücadelenin günden güne büyümesi de bundan do layıdır. �asal ve gerçek Bu kısa değinmeler, gerici emperyalist bir oluşum olan Avrupa B i rl iğ i 'ne atfedi len "çağdaş uygarl ık", "demokra si" ve "refah" masallarına işaret etmek içindi. Fakat asıl masal, Türkiye' ni n artık "Avrupalı" olduğu, böylece önünde "yeni ufuklar" açıldığı, topl um olarak demokrasiye ve re faha kavuşacağımız yeni bir dönemin başladığı üzerinedir. Kendi halklarının zorlu mücadelelerle elde edilmiş kazanım larını budayan bir emperyalist oluşumun, emperyalizme köle ce bağıml ılık içinde bulunan bir ülkenin halkına neler geti rebileceğini kestirrnek zor değildir. B unun üzerinde öyle uzun boylu durmak gerekl i de değildir. Karmaşık diplomatik hesaplar, pazarlıklar ve entrikaların ürünü olan Helsinki kararı, Türkiye ' ye AB yolunu açmamış, yalnızca emperyalist AB 'ye Türkiye 'yi daha sıkı denetle me, kendi çıkarları ve hesapları doğrultusunda daha e tk il i bir biçimde yönlendirme olanağı sağlam ışt ı r. Kuşkusuz A B i l e A B D arasındaki emperyal ist çel işkiler v e rekabetin kar maşık il işkileri düzleminde. Türkiye 'nin AB 'ye adaylığına ilişkin karann gerçek politik anlamına ve sonuçlarına da asıl buradan giderek bakmak gerekir. Bu karar, ABD emperyalizmi ile A lmanya'nın başını çek tiği AB emperyalizmi arasında ·a çık ve örtül ü biçimler içe risinde süren rekabetin kendine özgü bir ürünü olmuştur. B üyük emperyalist odaklar arasındaki mücadelenin ve he117 sapların ürünü bir karar i se , doğaldır ki, Türkiye halkına yalnızca daha ağır bağım1ıhk ve kölelik koşullan getirmekle kalmaz, Türkiye'yi emperyal ist stratejilerin hizmetinde dış maceralara da daha kolay bir biçimde sünlkler. ABD-AB ilişkileri kıskacında Türkiye Helsinki kararının gerçek politik mahiyetini ve sonuçlarını yerli yerine oturtmak için, bakılması gereken üç temel önem de i l işki alanı vardır. Bunlardan ilki, ABD ile AB i l işki leri; ikincisi, Türkiye 'nin ABD ve AB ile bugüne kadarki i l işki leri; üçüncüsü ise, özell ikle Avrasya üzerinde gitgide kızışan emperyal ist rekabet içerisinde, ABD 'nin Türkiye ' ye biçtiği ve uygulamasına şimdiden geçtiği rol ile AB 'nin bu alandak i beklentileri ve hesaplarıdır. İlkinden başlayal ım. ' 89 yıkıl ışını izleyen süreç, dünya öl çüsünde emperyalist güç odaklaşmalarının gitgide daha belirgin hale gelmesine ve batılı emperyalist güçler arasında o güne kadar daha çok i ktisadi ve ticari alanda sürmekte olan rekabetin giderek politik biçimler kazanmasına, dünya ölçüsünde · emperyalist hegemonya ve nüfuz mücadeleleri ne dönüşmesine sahne oldu. Avrupa B irliği bu emperyal ist hegemonya mücadelesinde başa güreşen odaklardan biridir. B u nun bir gereği ve önkoşulu olarak, bugün hegemonyayı ve dol ayısıyla l iderl iği hala el inde tutan ABD 'den bağım sızlaşmaya, onun dünden kalan vesayetini çeşitli alanlarda adım adım kırmaya çabalamaktadır. NATO'nun 50. kuruluş yı ldönümü zirvesinde gündeme getirilen, son Helsinki Zirvesi ' nde daha somut adımlara konu edilen Avrupa Güvenl i k ve S avunma Kimliği (AGSK) de bunun bir boyutu ve ifadesidir. Ye AB bununla, yalnızca ABD'nin askeri vesayetinden kurtutmayı hedefiernekle kal118 mamakta (ki bu onun kısa dönemli hedefidir). yanısıra ve asıl olarak, kendi egemenlik atanındaki halkiara karşı olduğu kadar, dünya egemenliği mücadelesinde A B D 'ye ve öteki emperyal ist odaklara karşı da kendi saldırı, müdahale ve sa v aş gücü oluşturmanın başlangıç adımlarını almaktad ır. Tersinden i se ABD, A vrupa üzerindeki denetimini ko rumak için yoğun bir çaba harcamaktadır. Özel l ikle muaz zam askeri gücünden gelen avantajları i le NATO içerisin deki hakirojyelini bu doğrultuda kullanmaktad ır. Son on yıl da birçok örneği görüldüğü gibi, Avrupalı emperyal istleri oldu bittilerle yüzyüze bırakmakta, kendi poli tika ve ter cihlerine yedeklerneye çalışmakta, halen birçok durumda bun da başarılı da olmaktad ı r. ik incisine, Türki ye 'nin ABD ve AB ile i l işki lerine ge l ince. B i l indiği gibi Türkiye, ' 89 yıkılışma kadar birleşik bir blok oluşturan batılı emperyalistlerin Ortadoğu'daki ileri karakolu durumundaydı. Bu konumuyla, NATO'da birleş miş ABD ve Avrupa ll emperyalistlerin ortak çıkarlarına sadakaıle hizmet etmekteydi. Bununla birl ikte ikinci emper yal ist savaştan beri Türkiye asıl olarak ABD 'ye bağımlı bir ülkeydi. Siyasi, askeri ve diplomatik alanlarda dizginler tam olarak ABD 'nin el indeydi . Yan ı sıra, İMF ve Dünya B an kası yol uyla, mali ve iktisadi bakımdan da ABD' nin tam denetiminde olan Türkiye, öte yandan Avrupa lı emperya l istlerle de güçlü i ktisadi bağlara ve yoğun ticari i l işkilere sahipti. Bu çerçevede Türkiye, üye olduğu bazı kurumlar ve imzalad ığı antlaşmalar yoluyla, Avrupa 'nın da siyasi ve diplomatik etki ve denetimi al tındaydı . B ugün d e durum esasında budur v e b u durum AB ve ABD ile i l i şkilerinde Türkiye 'nin kendine özgü konumunu işaretlemektedir. '89 y ıkıl ışından sonra, A B D 'nin Türkiye üzerindeki egemenliği ve deneti m i A vrupa lı emperyalistle re göre çok daha güçlenmiş ve pekişmiştir. Körfez savaşın1 19 daki uşakça angajmanların yanısıra, özellikle Kürt halkının özgürlük mücadelesinin bastırılmasında Türk burjuvazi sine verdiği kayıtsız şartsız destek, ABD payına bunu kolaylaştıran bir rol oynamı ştır. Son olarak ABD, İsrail ve Türkiye ' n in birlikte oluşturduğu saldırgan stratejik ittifak, ABD'nin Türkiye üzerindeki denetimini yeni bir düzeye çıkarmıştır. Tüm bunlar A B D ' ni n Türkiye üzerindeki hegemonyasının AB aleyh ine pekişmesinin ifadesi olmuştur. ABD'nin Türk iye'yle son on yıl içerisinde geliştirdiği v e kuşkusuz A B etkisinin sınırlanması anlamına gelen bu yeni ilişki ler, bizi üçüncü temel alana getirmektedir. B u , A B D ' ni n kendi stratej i k emperyalist hesapları çerçevesin de Türkiye'ye biçtiği yeni roldür. Bu rolün anlamı ve mahi yeti daha şimdiden bir dizi olay ve uygulamayla açığa çık mış bulunmaktadır. ABD emperyalizmi Türkiye 'yi Ortado ğu'da, Balkanlar'da ve K afkasya ile İç Asya'da kendi hege monya mücadelesinin aktif bir aracı olarak kullanmak iste mektedir. Türk burjuvazisi ise buna fazlasıyla heveslidir, neredeyse tüm geleceğini buna i potek etmiş bulunmaktadır. Bu saye de, ABD'nin h izmetinde ve himayesinde, bir bölgesel güç olmayı hesaplamaktadır. B u na olan hevesini ve bu çerçe vede ABD çıkarlarına ve hesaplarına sadakatini Körfez sava şından beri sayısız olayla kanıtlamı ştır. Körfez savaşında aktif şekilde ABD'nin yanında yer alınmış ve bugüne ka dar Türkiye toprakları, ABD'ye, Irak'a karşı bir serbest saldırı üssü olarak kullandırılmıştır. Somal i 'ye asker gönderilmiş, ABD hizmetinde Bosna'ya müdahale edilmiş, Yugoslavya'ya karşı emperyal i st NATO müdahalesi içinde aktif olarak yer alınmıştır. Ve nihayet ABD ve İsrail ' le Ortadoğu halklarına karşı saldırgan bir stratejik ittifak oluşturulmuştur. Bu arada Kafkasya ' da ve Orta Asya 'da A B D 'nin stratej i k hedefleri ne hizmet edilmiş, bu doğrultudaki açık çabaların yanısıra 120 çeşitli komplo ve entrikalar içinde de yer alınmıştır. Yine de tüm bunlar, ABD ile yeni ili şkilerin ve A B D stratej isi içerisindeki yeni rolün sadece bir ö n hazırlığı ma hiyetinde girişimlerdir. Asıl hesap ve hazırlık bundan son rasına ilişkindir. B undan sonrasının ne olacağına ise Clin ton 'un tantanalı Türkiye gezisi yeni açıklıklar getirmiştir. ABD Türkiye' yi kendi emperyalist dünya liderliğinin zorunlu koşulu olarak gördüğü Kafkasya ve İç Asya'da egemenlik kurmanın bir aracı , bir koçbaşı, bir müdahale gücü olarak görmekte ve buna hazırlamaktadır. "i lişkilerde en parlak dönem" ve yeni "stratejik ittifak" Zengin petrol ve doğal gaz yataklarına sahip olan Kafkas ya ve İç Asya, ' 89 yıkılı şından sonra, tıpkı Ortadoğu gibi, emperyalist dünya egemenliğinin kilit alanlarından biri hali ne geldi. Özell ikle Amerikalı emperyal i st stratej istler bunu açıklıkla dile getirmekte, Brzezinski türünden ünlü akıl hocaları bu konul arda kitaplar yazmakta; ABD dünya üzerindeki l i derliğini korumak istiyorsa eğer, Kafkasya'ya v e Orta Asya'ya mutlak biçimde egemen olmayı başarabilmel idir demekte dirler. Enerji kaynakları bakımından Ortadoğu kadar önem kazanan Kafkasya ve İç Asya'nın Ortadoğu 'dan farkı , henüz tam olarak paylaşılmamış ve denetime alınmamış olmasıdır. Bugün bu bölgede günden gün� şiddetlenen, açık ve örtülü biçimler içerisinde süren yoğun bir emperyalist rekabet ve nüfuz mücadelesi vardır. Son yıllarda ABD'nin dikkatleri. hesapları ve çabaları bu bölgeye yoğunlaşmıştır. ABD bu bölgede egemenlik kur manın Rusya ve Çin ' i n etkisinin kırılıp zayıflamasına bağlı olduğunu bilmekte ve buna uygun davranmaktadır. NATO'yu doğuya doğru sürekli genişletmenin , Türki c umhuriyetler121 deki entrikaların, Kafkaslar'da sonu gelmeyen karışıklıkların, Çe�enistan'daki sava � ın. Afganistan 'daki iç karışıklıkların, Rusya 'yı i çinden zayı ftatmaya ve denetim altına almaya yönelik ABD giri ş im lerin in, tüm bunl arın gerisinde hep Avrasya 'nın denetim altına alınması hesabı ve çabası vardır. Brzezinski açıkça. ABD tek süper güç konumunu ve dünya üzerindeki liderliğini korumak istiyorsa Avrasya'ya mutlak biçimde egemen olmak zorundadır; Amerika 'nın küresel he gemonyası "doğrudan doğruya A vrasya kllastndaki hakimi yetinin ne kadar süreyle ve nasıl bir etkiyle sürdürüleceğine bağlıdır" . demektedir. Türkiye A B D i l i şkilerinin yen i yöne limine de buradan bakmak gerekir. A B D ' n i n Türkiye'nin önüne açtığı ve i ş birlikçi Türk burjuvazisinin de büyük heveslerle sarıldığı "yeni ufuk" gerçekte işte bud ur. Türkiye, ABD'nin dünya liderliği için zorunlu bir koşul olarak gördüğü bir bölge üze rinde kurulacak hakimiyetin aracı ve müdahale gücü ola rak görülmektedir. C l i nton ' u n Türkiye gezisi ve AGİK Zirvesi'nde hediye olarak sunulan Bakü-Ceyhan antlaşmas ı , b u hesabın b i r parçasıdır. Clinton 'un gezinin hemen öncesinde ABD 'de yaptığı ve Türkiye 'yi bol keseden onore ettiği bir konuşmasında dile getirdikleri için de aynı şey geçerlidir. Clinton açıkça, Tür kiye 'nin alacağı kararlar ve yapacağı terc ihler, 2 1 . yüzyılın şekillenmesinde belirleyici bir rol oynayacaktır, demişti. Dün ya hakimiyetini korumak ve sürdürmek. bizzat emperyalist akıl hocal arının ifadesiyle Avrasya'dan geçtiğine; ve ABD emperyal izmi de, Avrasya hakimiyeti için gerek bölge halk larına, gerekse Rusya 'ya karşı Türkiye 'yi bölgesel bir jan darma ve aktif müdahale gücü olarak değerlendirdiğine ve hazırlamak istediğine göre, Cl inton ancak bu kadar açı k konuşabi l irdi. Türk iye gezisi esnasında Clinton Türkiye-ABD i l işki122 lerin i n tarihinin en parlak döneminde o l duğun u ilan etti ve Türkiye 'yle "stratejik ittifak"tan sözetti. Böyle bir ittifak ikinci emperyalist savaştan beri gerçekte zaten varolduğuna göre, bel l i ki burada daha da yeni ve ileri bir il işki tan ım lanıyord u . B u , dünya çapındaki e m peryalist hegemonya m ücadelesinin kaderini bel i rleyecek bir kritik çatışma böl gesinde ABD hesabına Türkiye 'ye biçi len yeni rolden başka bir şey değildir. ABD başkan ı n ı n Türkiye 'ye yaptığı gezi n in başarısının ve AGİK Zirvesi 'nde B akü-Ceyhan için kaldırılan kadehlerin tüm anl am ı , Türkiye 'yi yönetenlerin bu rolü üsttenıneye bir kez daha onay verdikleridir. Böl gesel yayılınacı bir güç olmak hevesindeki Türk burj uva zisi, Türkiye 'yi tam anlamıyla ABD emperyalizminin savaş arabasına bağlamış bulunmaktadır. Günlerdir tüm yeminli Amerikancı cepheni n "Avrupa Iılaşma" üzerine kopardıkları yaygaralar, bir yerde bu temel gerçeği örtmeye de h izmet etmektedir. Dünün "Truva atı" bugün neden "üye adayı"? Kafkasya ve Orta Asya üzerine süren paylaşım ve nü fuz mücadelelerinde AB, özellikle onun başını çeken Al man emperyalizmi de etkin bir biçimde yer almak çaba sındadır. Bu konuda her ne kadar ABD'ye ters düşmemeye çabalıyor görünse de, temelde kendi hesapları vardır ve bun lar için çalışmaktadır. Türk iye 'nin AB ve ABD ilişkileri içe risindek i özgün konumu ve son Helsinki kararı da işte bu rekabet çerçevesinde belirmektedir. Düne kadar Türkiye'yi eski Alman başbakanı Helmuth Kohl 'ün ifadesiyle ABD'nin AB ' ye sokulmak istenen "Truva atı" olarak gören AB, onu ölçülü sınırlar içinde iterek bir basınç uygulamaya ve böylece kendi denetimine almaya çalışıyordu. Bunun umulan yararı 123 sağlamadığını, tersine, Türkiye 'nin Amerikan emperyaliz mine tek yanlı bağımlılığını pekiştirdiğini gördüğü içindir ki bugün farkl ı bir yol tutmakta, yakınlaşma ve okşama pol itikası izlemektedir. Almanya 'daki hükümet değişikliği Alman burjuvazisinin b u manevrasını kolaylaştırmıştır. Hel sinki Zirvesi ' nde alman son kararın bundan öte bir anlamı yoktur. Türkiye AB için çözümsüz iktisadi, siyasi ve sosyal so runlarla yüzyüze bir "problemli ülke"dir. Bu nedenle hiç bir biçimde böyle bir ülkeyi bünyesine alarak kendisine yük etmek istemez ve zaten istemiyor da. Adayl ığın onaylan ması ona bu konuda herhangi bir yük yüklüyar değil. AB 'ye, "hazırlan da gel" demek d ışında bir yüküml ülük getirme yen bu karar, fakat öte yandan ona, üyeliğe hazırlamak adı altında Türkiye 'yi denetleme, kendi ç ıkarları ve hesapları doğrultusunda etki leme ve yönlendirme olanağı sağlayan önemli bir araç işlevi görecektir. Kuşkusuz bu kendi cephesinden AB emperyalizminin hesabı. Ne sonuçlar vereceği n i ise zaman gösterecek. Zira tersinden de Türkiye 'yi A B 'ye sokmaya çal ışırken, yıllardır bu doğrultudaki çabaları desteklerken, hatta hatta bu ko nuda AH'ye baskı yaparken, ABD'nin de kendi hesapları var. Türk burjuvazisi ve devleti üzerindeki denetimine ve egemenl iğine haklı olarak çok güvenen ABD, Türkiye 'yi AB 'ye sokmayı başarırsa, böylece bu bünyede kendi hesa bına önem li bir dayanak yaratabileceğine de inanmaktadır. Bu konuda rahat ve güvenlidir. Eski Alman başbakanının "Truva atı" değerlendirmesi boşuna değildir. Nitekim son Helsinki kararının ardından e n çok memnun olanlardan biri de, Türkiye 'yi Avrasya'ya hazırlayan bu aynı ABD'nin ken disi olmuştur. ABD hükümeti Helsinki kararı karşısında duy duğu memnuniyeti resmen açıklamış, başkan Clinton bunu "ABD için sonsuz faydalar" sağlayacak bir karar olarak de124 ğerlendinniş, ayrıca yarı resmi hükümet sözcüsü durumundaki ABD basın organları da kararı ABD hesabına övmüşlerdir. "Mucizeler serisi"nin yeni halkası: Kafkaslar ve İç Asya'da ABD'ye hizmet Türkiye'deki tüm Amerikancı işbirlikçi uşak takımının, basındaki tüm Amerikan beslernesi kalemlerin, Helsinki ka rarını hararetle karşılayıp alkışlamalarını da bu çerçevede anlamak gerekir. Bunlardan birisi, Amerika'nın sesi bir gün lük gazetenin başyazarı, önce Helsinki kararını da dahil ettiği son iki ayın "mucizeler" serisini sıralıyor: ''Türkiye'yi karanlık bir girdabın felaket/i sonuçlarından kurtaran mucizeye şükürler olsun. Şu son birkaç aya bakın . Önce Amerika' nın 'Büyük Türkiye ' yi keşfetmesi, Başkan Clinton' un gelişi. AGiT, dün Avrupa Birl(�i ve yakın günlerde IMF ile imzalayaca.�ımız anlaşma . . . " Ruhunu emperyalizme saımışiara özgü bu ken dinden geçişin hemen ardından ise, bu "mucizeler"i başa ran hükümete şu telk inde bulunul uyor: "Ama layık olması için daha yapacakları çok şey var. Orta Asya ve Kafkaslar'ın anahtarını elinde tutan Türkiye ' nin bu gücünü ha/km re fah ve mutluluğu için değerlendirmesi, inanç. kararlılık ve cesaret gerektiriyor." (Güngör Mengi, Sabah, 1 2 Aral ık '99) Başkan Clinton ' un keşfettiği "Büyük Türkiye"yi, Hel sinki "mucizesi"nin ardından, Orta Asya ve Kafkaslarla ilgili olarak bekleyen ve "kararl ılık ve cesaret gerektiren" yeni kararlar, ABD ' nin bölgedeki saldırı ve savaş gücü olmanın gereklerine uygun tercihleri ve adımları anlatıyor. B urada dikkate değer olan, en Amerikancı yazarların bile AB 'ye adaylık adımı ile ABD stratejisi çerçevesinde Kafkaslar ve Orta Asya'ya yönel i k olarak üstleni lecek rolü bir arada sa vunmalarıdır. Bu son derece normaldir, zira ikisi de aynı Amerikancı pol itika eksenine oturmaktadır. 1 25 Liberal ve milliyetçi burjuva hayallere karşı mücadele Hel sinki kararının soldaki yankı larına gel ince. Olduğu ve kaldığı kadarıyla sözde "mill ici" eğilim taşıyan düzen solunun bu konudaki tutumunu, Cumhuriyet gazetesinde yer alan şu sözler dile getirmektedir: " Türkiye Balkanlar' dan Orta Asya 'ya kadar uzanan bu bölgede, kilit bir konuma, olmazsa olmaz derecede stratejik bir öneme sahiptir. Tür kiye bu konumunun ayırdında olmalıdır. Eğer Türkiye bu konumunu yetenek/e ve ustalıkla kullanabilecek bir politi ka izleyebilirse, ulusal çıkarlarımız açısından hem bu olanak lardan yararianmış olur, hem de bu bölgede bir barış ve istikrar unsuru olarak gücünü büyürerek sürdürür. " (Dr. Alev Coşkun, ı ı Aralı k ' 99) Bu sözlerin özü ve özeti, Türkiye'yi çevreleyen kriz böl gelerinde k ı z ı şan zorlu emperyal i s t rekabet ortam ında Türkiye'nin kendini akıll ıca ve başarıyla pazarlayabilmesidir. Aynı şekilde bu sözler, Türkiye 'de ul usal kaygılar peşin de bir burjuva katmanın artık bulunmadığının, burjuva kat manlar içerisinde en ileri "milli kaygı"nrn kendini en iyi şekilde pazarlama arzusundan öteye gidernediğinin bir gös tergesidir. Artık Kürt burj uvazisinin sınıfsal çıkar ve tercihleri ek senine oturmuş, bu çıkar ve tercihierin Türk burjuvazisi nin çıkar ve terci hleriyle ortaklığına dayalı pol itik çözüm ler peşindeki yeni liberal Kürt hareketi ise, Helsinki kararını hararetle destekliyor. Bunun da ötesinde, bunun gerçekleş ınesindeki özel rolü ve çabalarıyla övünebiliyor. Tüm bunla rın gerisinde, Türkiye 'nin AB 'ye angajmanlarının demokra tikleşme ve dolayısıyla Kürt halkına ulusal özgürlük sağla yacağı hayali yatmaktadır. Kürt neo-liberalleri nin düşünce çizgisi ve beklentileri bu konuda Türkiye ' nin neo-l iberal1 26 leriyle örtüşmektedir. Sosyal reformist solda değişik tonları bulunan iki ana eği l i m var. Bunlardan ÖDP tarafından temsil edileni, bazı mahsurlara işaret eden utangaç bir tutumla da olsa, AB ' ya katılmanın Türkiye'deki demokratikleşme sürecini kolaylaş tıracağı inancını taşıyor ve bu konuda kitlelere temelsiz ha yaller pompahyor. İP'in temsil ettiği kemalist milliyetçi akım ise, batılı emperyali st m i hraklara karşı Asya 'nın emperya l ist ve gerici ü lkelerinin ittifakına dayalı bir "Avrasya seçe neği"ni alternatif çözüm olarak savunuyor. Bu, daha güçlü ve etkin emperyalist gerici odakları farklı bir emperyal ist odakta dengeleme ve böylece bugünün kapitali st Türkiye 'si için buradan bir manevra alanı yaratma gerici stratejisini anlatıyor. Bağımsız sosyalist Türkiye! Komünistler, emperyalist dünya ile bütünleşmen in de mokrasi getireceğine i lişkin l iberal hayaller kadar bugünün koşullarına uyarlanmış ."üç dünyacılık"ta ifadesini bulan gerici mill iyetçi yaklaşımlarla da şi ddetle mücadele etmel id irler. Sol adına i leri sürülen bu gerici hayallerin ve politikaların içyüzünü k i tleler önünde açığa çıkarmak için azami çaba harcamalıdırlar. Komünistler, AB üzerine, onun demokrasi ve refah ge tireceğine dair dayanaksız hayal lerin içyüzünü sergi leme nin yamsıra, işbirlikçi burjuvazinin Türkiye emekçilerini em peryal izm in stratej i leri doğrultusunda bölge halklarına karşı maceraya ve savaşa sürükleyen dış politikasına karşı da s is tematik bir müca�ele yürütürler. Bu politikaya karşı kitlelerin devrimci anti-emperyal ist eylemini gel iştirmeye çalışırlar. Komüni stler, AB ' ye ilişk i n olarak yaratılan hayallerin ve bu yoldaki girişimlerin karşısına "Tekellerin emperya127 list Avrupa'sına hayır!" anti-emperyalist şiarıyla ve işçi sınıfı entemasyonalizmiyle çıkarlar. Türk burjuvazisinin emperyalist stratejilere bağlanmış saldırgan ve yayılınacı dış politikasının karşısına, bölge halklarının en sıkı devrimci birliği ve daya nışması politikasıyla çıkarlar. Bu doğrultuda somut girişimler örgütlerneye ve ilişkiler geliştirmeye çalışırlar. işbirlikçi burjuvazinin tümüyle emperyali st merkeziere bağlanmış politikası, içerde işçi sınıfına ve emekçi l.dtlelere sosyal y ıkım ve sistematik devlet terörü , dışarda ise bölge halklarına karşı saldırı ve savaş demektir. Komünistler emper yalizme kölece bağımlılığın ürünü bu gerici politikanın kar şısına, "Bağımsız sosyalist Türkiye ! " stratejik sloganıyla çık maktadırlar. Emekçilerin ve toplumun karşı karşıya bulun duğu temel sorunların çözümü , işbirl ikçi burj uva sınıf ikti darının yıkılınası ve emperyalizme her türlü bağımlılığa son vermekten geçmektedir. Bağımsız sosyalist Türkiye bunun ürünü olacaktır. (Ekim , sayı: 2 l l , Aralık '99, başyaıt) 1 28 Partimizin orogramının vavını üzerine... Doston düşman•n önünde yükseklere çekilmiş bayrak! Partimiz'in Kuruluş Kongresi 'nin ön hazırlık süreci, önemli bir bölümüyle, parti programı üzerine tartışmalara konu oldu. Bu tartışmalara paralel olarak ve bu sayede ulaşılmış açıklık lar da esas alınarak, Parti Programı Taslağı kaleme al ındı. Resmi açılış öncesinde tüm delegeler program üzerine ön hazırlık tartışma tutanaklarının bir bölümünü inceleme olanağı buldular. B unun da sağladığı kolaylıkla, parti programı soru nu genel yönleriyle derli toplu olarak bu kez kongrede tar tışıldı. Ardından Parti Programı Tasla,�ı sunuldu ve kong renin resmi oturumiarına geçildi. Açılış konuşmasının ardından ilk gündem program soru nuydu. Tartışmalar doğal olarak Progranı Taslağı üzerin den yürütüldü. B una günler süren oturumlar ayrıldı. Pro gram Taslağı , gerek genel yapısı yönünden, gerekse tek tek 129 maddeler üzerinden, ayrıntılara i nen kapsamlı tartışmalara konu oldu. B u tartışmaların Program Taslağı ' nın genel ya pısına i lişkin ilk iki bölümünü bu sayımızda kamuoyuna su nuyoruz. Tartışmaların tamamı ise çok geçmeden kitap halin de ayrıca yayınlanacaktır. Program Taslağı üzerine ne tür tartışmaların yürütüldüğü nü ve bunun TKİP Programı 'nın biçimlenmesini nasıl et kilediğini görebilmek için bu tartışmaların kayıtlarını mutlaka incelemek gerekmektedir. Bunu Partimiz'in programına ilgi gösteren herkese önemle öneriyoruz. ( Program Taslağı ' nı Sunuş Konuşması ve ekieriyle birlikte Program Taslağı , Ekim ' in 2 1 2. sayısında yayınl anmış bulunmaktadır.) B ugüne kadar kamuoyuna sunul an program tartışmaları (ki şu ana kadar toplam tartışmaların henüz ancak yaklaşık yarısı yayınlanabilmiştir), Partimiz'in Kuruluş Kongresi süre cinin program sorununa hak ettiği önemi fazlasıyla verdiğini, konu üzerine çok kapsamlı tartışmalar yürüttüğünü yeterli açıklıkta göstermektedir. Bu kapsamlı tartışmaların, yanısıra bizzat Program Taslağı üzerine yapılmış tartışmaların ışığında, parti programına kesin biçimini vermek, başından itibaren kongreyi izieyecek ayların sorunu olarak görülüyordu. Eski Merkez Komitesi 'nin yanısıra kongre ön hazırlıklarını yürü ten delege bileşimi de bu görüşteydi. Bu sayımızda yayınla mış bulunduğumuz karar önergesi (ki daha önce "Parti Tüzü ,�ü Üzerine" derlernesi içinde yayınlanmıştı , s. 1 57 - 1 60), bir çekimser oy d ışında, bu konuda kongrede de tam bir görüş birl iği olduğunu göstermektedir. Gerek ön süreçte gerekse kongrede yapılmış tartışmaların kapsamı ve zenginliği, bu n u n neden tercih edildiği konusunda da kendiliğinden bir fikir vermektedir. Bu kapsamlı materyal i incelemek, irdelemek ve bunu ışığında programa kesin biçimini vermek, amaca en uygun davranıştı. Bu konu program üzerine yayınlanmış bulunan tartışmalarda da yeterl i açıkl ıkta gerekçelendiril1 30 miş bulunmaktadır. •• • Bununla birlikte, parti program ını yayma hazırlama süre sinin kongreyi izieyecek 3 ya da 4 ayı geçmeyeceği, en geç Mart '99 tarihinde parti programının yayınlanacağı umuluyor du. Aradaki sürede program sorunu üzerine tartışmaların ilk bölümleri yayınlanacağı için de herhangi bir boşluk hisse dilmeyecekti. Dahası, yayınlanacak bu tartışmaların, progra mın yapısı, yöntemi ve teorik arka planı konusunda önden açık bir fikir vereceği, böylece programın tam olarak anlaşı hp değerlendirilmesini kolaylaştıracağı düşünülüyordu. Fakat olaylar umduğumuz gibi seyretmedi ve Partimiz'in programı planlanandan b i r sene sonra bugün ancak yayınlanabiliyor. Kongreyi izleyen dönem içerisinde parti nin yediği _ darbeler ve karşı karşıya kaldığı sorunlar, bu so run l arın ü stes i n den gelme çabası, kongre materyal inin kamuoyuna sunuluşunu önemli ölçüde etkiledi. Bu, plan lanandan farkl ı bir süreç ortaya çıkard ı . Bu arada parti programının yayma hazırlanması , belirsiz bir süre için ne redeyse tümüyle bir yana bırakıldı. 2000'li yıllara parti prog ramı ile girmek arzusu çerçevesinde, parti programının ya yına hazırlanması sorunu ancak partinin kuruluş yıldönü münde yeniden gündeme gelebildi. Fakat bunun sanılandan da zor ve zaman alan bir iş olduğu uygulamada görüldü. Partimiz'in programı yeniden, planlandığı gibi 2000'li yıllara girişte değil, birkaç aylık ek gecikme ile ancak şimdi yayın lanabiliyor. B u beraberinde Ekim 'in yayın ında da sorunlar yarattı. 2000' li yılların ilk sayısını parti programının yayınma ayırmak arzusu, Ekim 'in düzenli yayınını birkaç sayı ge ciktirdi. (Bu bizi Ocak-Şubat say ısını zorunlu olarak bir likte hazırlamaya yöneltti. Nisan sayısından itibaren Ekim 'in yayınının normal düzenine oturacağım bu vesileyle duyur mak istiyoruz.) 131 Programımızı planlanandan bir yıl sonra ancak yayın Iayabilmek bir sorun olmakla birlikte, bunu fazl a abartmıyo ruz. Biz devrimci bir partiyiz ve mücadelenin ateş hattındayız. Azgın bir faşist polis rejiminde hesapta olmayan pek çok şeyle her an karşılaşabiliriz ve bu planladığımız birçok şeyi aksatabilir ya da tümden boşa çıkartabilir. Önemli olan, tüm bunlara rağmen kararlıl ıkla ve tereddütsüzce yolu yürüye bilmektir. Partimiz'in bu açıdan daha şimdiden ortaya koyduğu pratik, bu kritik önemdeki noktada sağlam bir konuma, bilin ce ve ruha sahip olduğunu yeterli açıklıkta göstermiştir. Ve kuşkusuz bu güç, tam da şimdi dostun-düşmanın önünde göndere çektiğimiz programımızdan, bu programı ortaya çı karan ideolojik ve pratik birikimden ayrı değildir. EmekçHere ve devrimcilere karşı bir soruıniululuk ola rak gördüğümüz bu açıklamalara şunu da eklemek istiyor uz. Parti programımızın kesinleşmiş biçimini bir hay l i ge cikerek yayınlıyor olsak bile, bu programın yöntemine, ya pısına, teorik temel ine, çeşitli bölümlerine, stratejik ve taktik yönlerine ilişkin zengin tartışmaları Partimiz'in Kuruluş Kong resi' nden itibaren yayınlıyor olmanın rahatlığı içindeyiz. Bu tartışmalar, programımızın yöntemini ve yapısını, özünü ve içeriğini, devrimci temellerini ve ruhunu fazlasıyla ortaya koymaktadır. Ş imdi peşpeşe kitaplaştırılan ve Türkiye 'nin tüm devrimcilerinin i ncelemesine sunulan bu kapsamlı, çok yönlü ve zengin tartı şmalar, aynı zamanda programımızın ayrıntılara ve derine inen bir önden gerekçelendirilmesin den başka bir şey değildir ve programımız hakkında yeterli bir fikri çoktan vermiş olmalıdır. *** Bu zengin materyal açıkça göstermektedir k i , b u toprak larda marksi st-leninist temellere dayalı bir devrimci parti programı sorunu ilk kez olarak bu denli ciddi, kapsaml ı ve titizce ele alınmış, yoğun bir kolektif emek konusu olabil1 32 m ıştır. Bunu bi r rastlantı saymıyoruz. S i yasal mücadele sahnesine çıktığımızdan beri . Türkiye' de işçi sın ıfı adına ortaya çıkan, gerçekte ise burjuva ve küçük-burjuva sosya l i zminin değişik versiyontarım temsil eden akımların sol harekete damgasını vurduğu dönemlerin dönülmez bir biçimde kapandığım hep vurgulayageldik. Partimiz proletarya sosya l izminin egemen olacağı yeni dönemin temsilcisidir. Bu ne denle programının da böyle bir titiz ve yoğun bir emek konusu olma·s ı rastlantı değildir. Bunu yalnızca sağlam sınıf bilin cinin değil, sınıf cidd iyetin i n de bir göstergesi sayıyoruz. Partimiz aynı titizliği parti tüzüğü konusunda da gösterm iştir. Partimiz' in programı bugün artık ilan edilmiş, Engel s'in ünlü ifadesiyle, dostun-düşmanın gözleri önünde yükseklere bir bayrak olarak çekilmiştir. Artık dost-düşman herkes, Par timiz'in hangi konumda bulunduğunu, hangi amaçlar ve he defler uğruna mücadele ettiğini, bu mücadelenin yol ve yöntemlerin i nasıl ele aldığını, programımız üzerinden daha açık ve kesin bir biçimde görebilir. Partimiz hakkında, pra tiğimizin yan ısıra, buradan da giderek yeterli açrklıkta bir fik ir edinebil ir. * ** Her bir maddesini işçilerin ve emekçilerin anlayabileceği bir tarzda genişçe gerekçelendinnek bundan sonrasının temel bir ihtiyacı ve görevi olsa bile, daha önce de hatıriattığımız gibi, programımız gerçekte önden fazlasıyla gerekçelendi rilmiştir. S ınıf bilincine sahip işçi ler ile asgari bir teorik politik bakışaçısı olan devrimci kadrolar, kongremizin prog ram üzerine tartışmalarından giderek programımız hakkında her türlü açıkl ığa kolaylıkla ulaşabi l i rler. Bu nedenle, par ti programımızın yöntemi, yapısı, bil imsel temelleri, tarih sel ve pol itik önemi hakkında burada yinelemeler gereksiz dir. Bu konuda söylenınesi gereken herşey kongre ön süre cinde ve kongrede fazlasıyla, yeterli toklukta ve açıklıkta 133 söylenmiştir. Bütün bunlardan dolayı biz burada kendimizi daha çok teknik nitelikte birkaç açıklamayla sınırlayacağız. Program Taslağı nda yer almayan, fakat Program Taslağı nın ekie ' ' ri olarak kongreye sunulan "Teorik bölüme ekler" , "Tarım ve köylü sorunu" ve " Ulusal sorun " , kongredeki baskın eğilime uygun olarak, program metni içine alındı. Kuşkusuz taslak ekieri biçimiyle fazlasıyla geniş olan bu bölümler, özlü ve kısa programatik pasajlara dönüştürülerek bu yapıldı. Yine kongredeki egemen eğitime uygun olarak, "Acil De mokratik ve Sosyal istemler" bölümü hazırlandı. Zaman sıkışık lığından dolayı Program Taslağı ' nda yer almayan bu alt bölüm, parti programı üzerine ön hazırlık tartışmalarında çok ayrıntılı olarak gerekçelendirildiği gibi, program yapısının zorunlu bir öğesi olarak ele alınmaktaydı. (Bkz. Parti Prog ramı Üzerinell -Program Yöntemi ve Yapısı , III. ve V. bölümler.) Sosyalizm deneyimleri üzerine bir böl ümün programda yer alıp almaması , alacaksa eğer bunun nasıl olması gerektiği üzerine kongre tartışmalarında yeterl i bir açıklığa ulaşılama mıştı. Sonuçta buna bulunan çözüm iki yönlüydü. ilkin, sos yalizmin ve dünya komünist hareketinin tarihi dersleri ola bildiğince programın toplamına yedirilecekt i . Yanısıra, ka leme alınacak nispeten uzun bir " G iriş " te, 20. yüzyılın bilan çosunun sunuluşu içerisinde, en temel noktalar mümkün mer tebe formüle edilecekti. Programı yayma hazırlama sürecin de, "Giriş" bölümünde bunu yapmaya kalkmanın, daha çok bir sunuştan ibaret olmas ı gereken bu bölümün mantığına uygun düşmediği, ortaya "giriş" kavramıyla bağdaşmayan bir hantallık ç ıkaracağı görüldü. B unun üzerine bu konunun programı n teorik bölümün ü n alt öğesi olarak ele al ınması yoluna gidildi. Ve son olarak Program Taslağı 'na "Stratejik ve Taktik ilkeler" başlıklı bölüm eklendi. Tartışmalarda çokça üzerinde 1 34 durulan, sapmalar, kurulu düzene karşı mücadele eden akım larla i lişkiler vb. sorunlara da bu bölümde yer verilmiş oldu. Son bir nokta, programın hacmiyle ilgili . Program ön tartışmaları boyunca, Engels'in ve Lenin ' in bu konudaki gö rüş ve uyarılarına uygun olarak, mümkün mertebe kısa ve özlü bir program üzerinde görüş birliğine varılmıştı. Bu yön temsel yaklaşıma uygun olarak hareket edilmesine rağmen, Program Taslağı beklenenden uzun bir metin olarak orta ya çıktı. B unun nedenleri, 2 1 2. sayıda yayınladığımız "Pro gram Taslağı 'nın Sunuş Konuşması" ile tutanaklarını bu sayıda sunduğumuz Program Taslağı üzerine başlangıç tartışmaların da ele alındı. Programın hacmi üzerine soyut bir tartışmanın yapılamayacağı, önemli olanın programda hiçbir fazlalığın yeralmaması olduğu, bu kurala riayet edilmek koşuluyla prog ram hacminin sorun oluşturmayacağı üzerine görüş birliğine varıldı. Partimiz'in bugün ilan edilmiş bulunan programı ilk bakışta biraz haciml i görünse de, programın hiçbir gerek siz bölüm, cümle ya da sözcük i çermemesi, i fadelerin müm kün olduğunca anlaşılır, açık ve kesin olması, tekrarlardan kaçınılması gerektiği kuralına mümkün mertebe uygun dav ranıldığını v urgulamak istiyoruz. Bu açıdan bakıldığında, programımız gereğince kısa ve özlüdür. Gösterdiğimiz titizliğin ve harcadığımız emeğin de verdiği bir rahatlık ve toklukla şunu ifade etmek istiyoruz: Partimiz'in programı Türkiye işçi sınıfı hareketi ve Türkiye sol hare keti tarihinde gerçek bir dönüm noktasını işaretlemektedir. Türkiye'nin devrimci sosyal i st geleceğine bu program ek seninde yürünecektir. Programımız, Partimiz'in granitten temeli olmakla kalmayacak, proletarya devrimi ve sosyalizm davasına samirniyetle inanan tüm devrimcilerin de er ya da geç etrafında birleşecekleri bir platform olacaktır. (Ekim , sayı : 2 / 3 , Mart 2000, başyazı) 135 Gelişmekte olan işçi-emekçi hareketi ve 1 May1s Sermayenin saldırılarının ağırlaşarak sürdüğü, buna karşılık yeni bir işçi hareketi dalgasının boyverdiği bir ortamda, I Mayıs dönemine girm i ş bulunuyoruz. Sermayenin işçi sınıfına yönelttiğ i çok yönlü saldırıların şu günlerde belirgin bir biçimde öne çıkan yönü, hızlandırılan özelleştirme saldırısıdır. Devlet işletmelerinin en verimli ve en karlı olanları sıra sıra emperyalist ve yerli tekellere peşkeş çekilmekte, bu saldırının sonuçları işçi sınıfına işsizlik, sen dikasızlaştınna, sosyal hakların gaspı, kölece çalışma koşulları vb. olarak yansımaktadır. Tekellere peşkeş çekilen işletmeler temel önemde kamu hi zmetleri veren kuruluşlar oldukları için, bu aynı saldırı emekçitere pahal ıhk, aşırı kar ve v ur gun konusu hizmetler, dolayısıyla yaşam koşullannın daha da ağırlaşması olarak yansımaktadır, yansıyacaktır. 136 Kamu emekçileri cephesinde bir kez daha sahte sendika yasası ve geniş çaplı işten çıkarma planları gündemdedir. Paralı eğitim yükü adım adı m ağırlaştırılan, harçların 1 0- 1 5 kat artırılmasıyla karşı karşıya bulunan öğrenci gençlik ise, yanısıra şu günlerde birçok yerde devlet destekli faşist çetelerin terör saldırıları ile yüzyüzedir. Geniş emekçi köylü katmanları, kendilerini ağı r bir yıkım ve perişanlıkla yüz yüze bırakacak olan İMF-Dünya B ankası planlarının gün cel tehditi altındadır. Depremin perişan ettiği onbinlerce emek çi hala sahipsizdir, perişanl ı k içerisindedir. Sayı sız vaad lerle onbinlerce depremzede emekçiyi bugüne kadar aldatıp oyalayan devlet, başta kalıcı konutlar olmak üzere karşılıksız kalan vaadlerinin hesabını vereceğine, cumhurbaşkanı ağzın dan ve alay edercesine, "havaların ısınmakta olduğu" müjde sini verme utanmazlığını gösterebilmektedir. Bu sonu gelmez saldırılara karşı özell ikle işçi sınıfı cep hesinden yükselen ve gitgide genişleyen tepkiler, içinde bu lunduğumuz dönemin bir öteki temel özel liği durumundadır. İşçi sınıfı hareketinin tabandan gelen yeni bir hareketlen me içerisinde olduğunun belirtileri son aylarda hızla çoğal maktadır. Birçok kentte peşpeşe gündeme gelen ve müca dele isteğini ve arayışını yansıtan işçi ve emekçi platformları, Ankara 'ya yürüyüşler, kitlesel basın açıklamaları, peşpeşe gerçekleşen ve herbirine binlerce işçinin katı ldığı Gemlik, İzmit ve İstanbul mitingleri, eğitimde özelleştinneye ve faşist saldırılara karşı üniversitelerde yaygınlaşan öğrenci eylemleri , bunun ilk akla gelen örnekleridir. Tüm bu bel irtiler göste riyor ki, geçen Temmuz-Ağustos ayında gen i ş çaplı olarak kendini ortaya koyan ve ancak depremle kırılabilen işçi-emekçi hareketl iliği, bir kez daha taban dinamizmiyle kendini ortaya koymaktadır. Sermaye uşağı hain sendika konfederasyon ları, henüz bu hareketlenmenin dıştan seyircisi durumun dadırlar. Fakat bir kez daha onu bloke edecek hain bazı 137 plan ve hazırlıklar içerisinde olduklarından da kuşku rlu yulmamalıdır. *** İşçi v e emekçi hareketinin mevcut seyri, sermayenin iktisadi ve sosyal saldırılarına yönelmekte; eylemliliklerde, özel leştirme, işten çıkarmalar, sefalet ücretleri ve zamlara karşı tepkiler önplana çıkmaktadır. Tabandan gelen işçi ve emek çi hareketinin İMF-TÜSİAD reçetelerinin bu en yıkıcı güncel unsurlarını hedef alması isabetli bir yönelimin ifadesidir. Fakat yönelim bu şekliyle temel önemde bir yetersizliği de yaşamaktadır. Sermayenin iktisadi ve sosyal saldırılarını dev letin sistematik baskı ve terörü tamamlamakta, saldırıların engelsizce gerçekleşebilmesi için, bu çok sistematik bir politi ka olarak uygulanmaktadır. Sermaye iktidarının bu alanda ki başarısının kitleleri büyük ölçüde dizginlediği, hoşnutsuz l uğun çapıyla kıyaslandığında mevcut eylemliliklere katılımı çok büyük ölçüde sınırladığı bir gerçektir. İktisadi ve sos yal hak arama mücadeleleri, siyasal özgürlükler uğruna mü cadele edilmesi ve bunların fiilen kullanılabilmesi ölçüsünde başarılı olabilir. B u çerçevede, mevcut sınıf ve kitle hareketinin en temel yetersizliklerinden biri, devletin sistematik baskı ve terörünü doğrudan hedeflememesi, buna ilişkin siyasal istemierin yeterli açıklıkta i fade edilememesidir. Hareket iktisadi ve sosyal haklar uğruna halihazırdaki yönelimini, faşist baskı ve teröre karşı açık bir yönelimle, dolayısıyla demokratik-siyasal öz gürlükler uğruna mücadeleyle birleştirmeyi başarmak duru mundadır. B unu başardığı ölçüde kendine güçlü ve soluk lu bir temel sağlamış olacaktır. Bu toplumun tüm ezilen ke simlerini birleştiren bir mücadele ve eylem zemini de olacaktır. Bu bize, girmekte olduğumuz I Mayıs döneminde, sınıf ve kitle hareketinin üzerinde yoğunlaşacağı ve 1 Mayıs'ın 138 taktik hedefleri olarak öne çıkaracağı istemierin genel çer çevesini de vermektedir. Bu, iktisadi ve sosyal planda özel leştirmeye, işsizliğe, sefaJet ücretlerine ve zamlara karşı; siyasal planda devletin faşist baskı ve terörüne karşı yönelen, ik tisadi-sosyal haklarla temel siyasal özgürlüklerin bütünlüğünü kuran bir taktik mücadele hattıdır. Toplumun ezilen ve sömürü len tüm kesimler i nin v e katmanlarının öncüsü o larak işçi s r nıfı, ı Mayıs dönemin de, yalnızca sosyal yıkım programiarına karşı deği l , bu sal d ırılar karşısında kendisini ve emekçileri teslim almaya yönelen baskı ve teröre karşı da sesini yükseltmel i ; sınırsız söz, basın, örgütlenme, toplanma ve gösteri özgürlüğü için de mücadele etmelidir. Başta özelleştirme olmak üzere sosyal yıkım programianna karşı pozitif istemlerle mücadele alanlarına çıkmal ıdır. "7 saatlik iş günü-35 saatlikl ik çalışma haftası ! "; "Herkese iş ve iş güvencesi !"; "Herkese parasız sağlık hizmeti ! "; "Her düzeyde parasız eğitim ! "; "Tüm çalışanlara genel sigorta! "; "Herkese sağlığa uygun ucuz konut ! "; "insanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret ! " gibi, tüm emekçileri birleştirecek karakterde istemler uğruna mücadele etmeli dir. Emperyali st köleliğe karşı sesini yükseltmeli, tüm em peryalist kuruluşlarla il işkilerin kesilmesini talep etmel i , faturası işçilere ve emekçilere ödettirilen dış borçların geçersiz sayılmasını, dış borç ödemelerinin durdurul masını talep et mel idir. Ve nihayet, teslimiyet ve tasfiye batağına balarak mü cadele alanını terkedenler tarafından tereddüte ve umutsuz l uğa düşürülen Kürt emekçileriyle devrimci sınıfsal bir ze minde buluşabilmek için, u lusal baskıya ve şovenizme karşı durmah, kardeş Kürt halkının özgürl ük ve eşitl ik taleple rine içten likle ve kararlı l ıkla sahip çıkmal ıdır. 139 Sermayenin y ıllardır sürmekte olan iktisadi-sosyal ve siyasal ka rş ı sında tüm bunlar, işçi sınıfı hareketinin acil saldırıları , istemlerini ifade etmektedir. G i rmekte olduğumuz 1 Mayıs döneminde de bu istemler uğruna mücadele özel bir tarz da yoğunlaştırılmak durumundadır. Hal ihazırdaki kitle ey lemlerinde, oluşan ve oluşmakta olan işçi-emekçi platform larında göze çarpan en belirgin yetersizlik, uygulanmakta olan saldırılara karşı daha çok savunma çizgisinde bir kar şıtlığın dile getirilmesidir. Oysa yapılması gereken, bu saldırılar karşı sına işçi s ı nıfı ve emekçi hareketinin pozitif istemleri ile çıkmak, buna dayalı bir taktik eylem hattı oluşturabil mektir. S ınıf hareketi "özelleştirmeye hayır! " demekle yetinemez. Özelleştirme işsizlik, örgütsüzlük, kölece çalışma koşulları, başta eğitim ve sağlı k olmak üzere her türlü temel kamu hizmetinin aşırı kar ve vurgun alanları hali ne getirilmesi vb. demek olduğuna göre, bunun karşısında, bu hedef ve uygulamaların tam karşıtını oluşturan hak ve i stemler for müle edilmeli ve bunlar uğruna mücadele edilmelidir. Örne ğin işsizl iğe ve işten ç ıkarmalara karşı , " Herkese iş ve iş güvencesi ! "; örgütsüzleştirme ve sendikasızlaştırmaya karşı, "Sın ırsız örgütlenme özgürlüğü ! "; paralı eğitim ve sağlık hizmetine karşı, "Her düzeyde parasız eğitim!" ve "Parasız sağlık hizmeti ! " istemleri ileri sürülebilmel idir. İşçi sınıfı ve emekçi ler yalnı zca neyi istemediklerini ifade etmekle yetinirlerse, salt bir savunma çizgisinde kalırlar. Oysa neyi istemediklerinin yanısıra, ne istediklerin i de net bir biçim de formüle etmeli ve bu istemler uğruna mücadeleye gir mel idirler. *** Yaygınlaşmakta olan i şçi-emekçi platformları, yer yer reform islierin özel etki ve ağ ırlığını yansıtıyor olsalar da, bunların yeni den gündeme gelmesinin taban basıncıyla, 140 tabandan yükselmekle olan m ücadele arzusuyla bağlantılı ol duğu bir gerçektir. Bu çerçevede bu örgütsel biçim ler. gelişmekte olan kitle hareketinin kendi bugünkü düzeyine uygun biçimlerin i lk örnekleri sayıl malıdır. Doğal olarak bu, bu biçimleri olduğu gibi kabul etmeyi değil, tersine, onları emekçi hareketinin gelişme ihtiyaçlarına uygun bir doğrultuda geliştirmeyi ve devrimcileştirmeyi ge rektirmektedir. Bu platformlar taban basıncının ürünü ol salar da, halihazırda taban örgütl ülükleri değildirler ya da tabandan gelen alt örgütlenmeler üzerinde yükselmemektedir ler. Büyük ölçüde i lerici ya da bugünkü pervasız saldırılara karşıtlık konumunda bulunan, bu saldırılara karşı bir şey ler yapılması n iyeti taşıyan işçi ve kamu sendikaları şube lerine, bu şubelerin yönetimlerine dayanmaktadırlar. Bu, bu platformların en zayıf ve zaafıyet oluşturan yanıdır. ilericilik, hatta devrimcil ik iddiası ne olursa olsun, militan ve örgütlü bir taban inisiyatifine dayanmayan, gücünü ve dinamizmini olduğu kadar karar ve eylem iradesini de buna dayandumayan bu tür yerel sendikal platformlar, çoğu kere çok geçmeden hareketin önünü tıkarnaktan kendilerini kur taramazlar. Tutucu ve bürokratik eğil imler, karar ve eylem süreçleri üzerinde tabana ve dış devrimci etkilere kapalı bü rokratik tutuculuk, tersinden sendika ve konfederasyon mer kezlerinin gerici ve bürokratik etkilerine açıklık, yerel sendika yönetimlerine dayanan bu tür platformların konum ve sey rini belirleyebilmektedir. İİSŞP için bu konum ve davranış çizgisi, dünden bugüne sergilenen pratiklerle yeterince bi l inmektedir. Reformist pol itik akımların bu platformlarda ki etkinliği, sözünü ettiğimiz bu olumsuz konum ve eğilimiere ayrıca yapısal bir karakter kazandırmaktadır. B ugünkü koşullarda sendikal hareketin en ilerici ve aktif kanadını oluşturan ve yeni oluşmuş bulunan İstanbul Emek Platformu 'nun tüm bu açılardan nasıl bir pratik sergileyeceğini 141 dikkatle izlemek gerekmektedir. B ürokratik sendikal tutu culuğun ve darlığın bazı belirtileri daha şimdiden burada da kendini gösterebilmelctedir. Partimiz bu platformların mevcut durumda işçi hareke tinin gel i şmesine sağladıkları imkan ve kolaylıkları görüp gözeterek davranmaktadır. Bu çerçevede oynadıkları olumlu rolü desteklemektedir. Fakat yukarda sözü edilen politik örgütsel ve yapısal zaaflarından dolayı, onlara karşı eleştirel bir tutum i z leyecek, zayıflık ve zaafiyederine karşı siste matik bir mücadele yürütecektir. Açık devrimci bir politik çizgide hareket etmeleri, şube yönetimlerine dayalı büro kratik yapılanmadan kurtularak devrimci taban inisiyatifi ne, örgütlenmesine ve iradesine dayalı oluşurnlara dönüş meleri için mücadele edecektir. Son günlerde Ankara'da oluşan yerel emek platformu, sendika ve kitle örgütlerinin gücünü henüz doğrudan arkası na atamamak bakımından giderilebilir zayıflıklar taşısa da, taban dinamizmine dayalı olması, farklı sosyal kesimleri ve politik güçleri kucaklaması bakımından daha olumlu ve ileri bir oluşumun işaretlerini vermektedir. Burada kritik bir noktayı daha eklemek durumundayız. Partimiz reform İst akımlara karşı ideolojik ve pol itik mü cadelesin i her zamankinden daha güçlü bir biçimde sürdür mek kararl ılığındadır. Fakat reform isı akımlara ve pol iti kalara karşı mücadele ile, herşeye rağmen kitle hareketi nin gelişimine şu veya bu ölçüde katkıda bulunan emek plat formlarının zaafiyederine karşı mücadeleyi birbirine karıştır mayacak, bu konuda gerekli dikkati, sorumluluğu ve esnek l iği gösterecektir. Öte yandan, reformizme karşı ilkeli ideolojik ve politik mücadele, sosyal reform isı akımların bir kesiminin, bugün için taktik planda, kitle eyleminin gelişiminden yana tutum larını hesaba katma, bunun gerektirdiği esnekliği gösterme 1 42 gerekliliğini ortadan kaldırmaz. Bu esneklik. devrimci po litik çizginin doğrul uğunun anlaşılmasın ı, reform istlerin etkilediği devrimci ve emekçi tabanın kazanılmasını ve kitle eyleminin gelişimini kolaylaştıran bir doğrultuda olmak duru mundadır. ... . . ı Mayıs'ı öneeleyen bir dönemde tabandan gelen bir işçi emekçi hareketinin varlığı, bu yılın 1 Mayıs kutlamaları için büyük bir olanaktır. Eğer tüm devrimci-ilerici güçler bu olanağı doğru bir biçimde kullanmayı başarabilirlerse, bu yılın 1 Mayıs gösterilerinin son yılların en geniş katılımh .ve en coşkulu eylemleri olarak gerçekleşmemesi için bir neden yoktur. Bu başarılırsa eğer, sermayenin ı 7 Ağustos depre minden beri pervasızlaşarak süren çok yönlü saldırıları kar şısında ilk kez öneml i bir işçi-emekçi çıkışı gerçekleşmiş olacaktır. Bu çıkış, sınıf ve kitle hareketinin bundan son raki seyri bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Bura dan bakıldığında, tersinden 1 Mayıs gösterilerinin kendisi , İMF'nin sosyal yıkım programına karşı gelişmekte olan işçi emekçi hareketi için büyük bir olanağa dönüşür. Bu durum da ı Mayıs, bugün gelişmekte olan sınıf ve kitle hareketi için yeni bir düzeye sıçrama işlevi görebilir. İçinden geçmekte olduğumuz dönemde bu alanda elde edilebilecek bir başarı, siyasal mücadelenin bundan sonra ki kısa döneml i seyri için tayin edici önemdedir. Başta özel leştirme olmak üzere sosyal yıkım programlarının bir ölçüde olsun dizginlenebilmesi, devletin keyfi baskı ve terörünün geriletilebilmesi, F tipi denilen hücre saldırısının püskür tülebilmesi, ve nihayet, devrimci hareketin şimdiki yalnızlığı ve tecridi kırarak sınıf ve kitle hareketi ü zerinden güç kaza nabilmesi, tüm bunlar, ı Mayıs'ta elde edilecek ve ı Mayıs sonrasına taşınacak başanya sıkı sıkıya bağlıdır. Bu son nokta, ı Mayıs'ta yapılacak bir çıkışın ı Mayıs 1 43 sonrasında kitle hareketinde yeni bir evreye geçiş için bir önemlidir. Hatırlanmalıdır ki, geçmiş yıllarda en güçlü geçen l Mayıslar'ın sonrası bile, kitle hareketinde bir hız kesme ve durgunluk dönemine geçiş basamak olu şturması, ay rıc a olarak yaşanabilmiş, ardından sermayenin karşı saldırısı sökün etmiştir. Bu kez bu deneyimler de gözetilerek, 1 Mayıs'ın, zaten henüz yeni yeni i vmelenen kitle hareketini sıçratan bir basamak olabilmesi için çok özel bir çaba sarfedi l mek durumundadır. Devrimci-ilerici güçler ile bugün mücadeleden yana tutum alan tüm sendikalar, kitle örgütleri ve platformlar, 1 Mayıs alanlarına çekecekleri kitleleri bugünden bu bakışaçı sı ve ruhhaliyle donatmal ıdırlar. Tüm bu değinmelerden sonra, ü l ke çapında başarıl ı bir 1 Mayıs gösterileri zincirinin taşıdığı çok özel önem yete rince açık olmalıdır. Başarıyı güvencelemeye mecburuz. Bu nun için de tüm devrimci-i lerici güçler olarak, bunun ge rektirdiği bir bilinç, sorumluluk ve enerjiyle davranmak du rumundayız. Herşeyden önce, dargörüştülüğü ve her türden küçük hesapları · bir yana bırakarak, sınıfın, emekçilerin ve devrimci güçler olarak bizlerin kaderini doğrudan etkileyecek olan bu sorunda ortak başarıyı güveneelemek için gerekli dikkati ve özeni gösterebi lmeliyiz. ı Mayıs'a katıl ım tarzımız da buna uygun olmalıdır. Devrimci güçler mücadele etmekte olan i şçi ve emekçilerin bir parçasıdırlar; onların çıkarları için ve onların geleceği için mücadele etmektedirler. Dola yısıyla l Mayıs gösterilerinde de onlarla içiçe ve omuz omuza olacak, onlarla aynı saflarda yürüyeceklerdir. Devrimci ya da i lerici olmak iddiasındaki tüm sendika şubeleri ve kitle örgütleri, onların oluşturduk1arı platform lar, bunun gerektirdiği b ir dikkat ve soruml ulukla davran mak zorundadırlar. Bu sendikaların ve platformların safları işçi sınıfından ve emekçilerden yana tüm devrimci-ilerici güçlere koşulsuz olarak açık olmak zorundadır. Geçmişte 1 44 İİSŞP bürokratlarının kendi reformist konumlarının da bir gereği olarak, bu konudaki gerici tutum ları bilinmektedir. , Bu ı Mayıs'ta onlardan bu konuda farklı bir tavır bekle mek için de herhangi bir neden görünmemektedir. Bu yılki ı Mayıs gösterilerinde bu konudaki açık sınavı yeni oluşan İstanbul Emek Platformu verecektir. Platformun ve platforma bağlı sendikalann saflarının komünist, devrimci ve ilerici güçlere koşulsuz olarak açılıp açılmaması, İEP'nin devrimcil ik ve mevcut sendikal bürokrasiden farkl ı l ık iddiasının da sınandığı bir zemin olacaktır. Devrimcil ik iddiası taşıyan hiçbir i şçi ve emekçi örgütlenmesi, 1 Mayıs gibi tüm an lamı ve içeriğiyle devrimci olan bir eylemde saflarını dev rimci güçlere kapatamaz. İçinden geçmekte olduğumuz dönemin kritik önemi , tüm devrimci güçlerin birleşik bir kuvvet olarak ı Mayıs' ta güçlü devrimci bir alternatifi işçi ve emek ç i kitlelere h i ssettirebilmesinin özel önemi , bu çerçevede İEP'e çok özel bir sorumluluk yüklemektedir. *** Partimiz I Mayıs çalışmalarına b i r kampanya olarak baş lamış bulunmaktadır. Bu kampanyayı en güçlü, en etk il i bir biçimde sürdürmek, partiyi, onun ş iarlarını ve politikalarını sınıfın geniş kesimleriyle buluşturmak, ı Mayıs kampan yamızın bize özgü özel hedefidir. Siyasal mücadele sahnesine sınıf kitleleriyle devrimci temeller üzerinde birleşmek, sınıfı devrimcileştirmek, onun burjuvaziye karşı devrimci eylemini geliştirmek iddiasıyla ve bu doğrultuda somut çabalarla çık tık. Fakat bu aynı zamanda bizim için birçok temel eksik l ik ve yetersizlikle karakterize olan bir parti öncesi süreçti. Doğal olarak sınıfla birleşme çabalarımız bu temel eksik lik ve yetersizlikler tarafından sınırlanmakta, zayıflatılmak taydı. Gelinen yerde ilk kez olarak her açıdan_ sın ı fla dev rimci birleşme sürecini başarıyla i lerletmek, sınıfın ve kit lelerin devrimci öncüsü rolünü oynamak koşul l arına sahi145 biz. Anık adıyla, bayrağıyla, programıyla, politikalarıyla, mücadelenin ate�i içerisinde olu�turduğu gelenekleri ve değerleriyle, komünist bir sınıf partisiyiz biz. Gündemdeki 1 Mayıs çalışmalarına ve 1 Mayıs 'tan önce başlayan, ı Mayıs'tan sonra ivmeleneceğini umduğumuz sınıf eylemliliğine karşı görev ve sorumluluklarımıza bu perspek tiften bakabilmeliyiz. Partimiz, örgütlerinin, çalışmasının ve sempatizan güçleri nin olduğu tüm kentlerde ı Mayıs gösterilerine en etkin bir biçimde katılacaktır. Bu katılım kesin bir biçimde işçile rin ve emekçilerin safları üzerinden, onlarla içiçe geçerek ve kaynaşarak olmalıdır. Kendimizi, Partimiz'in varlığını ve yolgösterici misyonunu, gösterilere katılan k itlelere kendi özel kortejlerimizden değil, fakat yazıl ı ve sözlü şiarlanmız üzerinden, militan, coşkulu, sürükleyici katılımımız üzerinden hissettireceğiz, göstereceğiz. Tüm örgütlerimizi, tüm kadrolarımızı ve sempatizanlarımı zı, partimize gönül ve destek veren herkesi, etkin bir ı Mayıs kampanyası ve ı Mayıs'a etkin katılım için, 1 Mayıs'ta ortak devrimci başarı için, Partimiz'in 1 Mayıs 'ta en geniş işçi ve emekçi kitlelerle buluşturulabilmesi için, en enerjik bi çimde seferber olmaya çağırıyoruz. (Ekim , sayı: 214, Nisan 2000, başyazı) 146 Dönemin görev ve sorumluluklar• Türkiye işçi sınıfı v e emekçileri, Cumhuriyet tarihinin en kapsaml ı ve azgın sosyal y ıkım saldırılarından biriyle yüzyüzedirler. Mevcut saldırının kapsamı ve şiddeti ancak faşist 1 2 Eylül rejimiyle gündeme getirilen saldırıyla kıyas Janabilir düzeydedir. Dahası, sosyal haklar ve yaşam koşul ları yönünden daha da ağır bir saldırıdır sözkonusu olan. İktisadi, sosyal ve siyasal planda işçi sınıfı ve emekçi lerin zaten çok sınırlı ve güdük olan kazanımları, emper yalist merkezlerde hazırl anan reçeteler çerçevesinde sürek li bir biçimde budanmakta, gaspedi lmektedir. Yoksul l uk, işsizlik, en basit demokratik ve sosyal haklardan yoksun luk, örgütsüzlük, emperyalizmin ve işbirlikçi burjuvazinin çıkarlan gereği, işçi sınıfına ve tüm çalışan halk kitleleri ne bir "devlet politikası" olarak dayatıl maktadır. 147 Kitlelerin buna karşı gösterebileceği ve göstermeye çalıştığı direncr ise, yine bir de v l et politikası" olarak si stemleştiri " len baskı ve terörle kırılmaya çalışılmaktadır. Medya üze rindeki boğucu sermaye tekeli üzerinden ise, tüm bunların meşrulaştırılması, halk kitlelerinin yalanlarla aldatılması, sahte gündemlerle oyalanması için her türlü yol ve yöntem kul lanılmaktadır. Her alanda ilgisizliği, duyarsızlığı ve soysuzlu ğu yerleştirmek ve egemen k ılmak için en olmadık çaba lar gösterilmektedir. Özetle, Ecevit liderliğindeki mevcut faşist-gerici karması hükümet, yakın tarihimizin en azgın halk düşmanı politikalarını bir uşak sadakatıyla bir bir hayata geçirmeye çalışmaktadır. İşçi sınıfını ve emekçileri yıkıma uğratan ve köleleştiren bu çaba, öte yandan ülke üzerindeki emperyal ist köleliğin pek i şt i r i l m e s i anlamına gel mekted i r . Saldırı ve y ı k ı m programının öteki temel yönü de budur. Türkiye adım adım emperyalist tekellerin dilediğince at aynattığı b i r çiftliğe dönüştürülmektedir. *** B u görülmemiş azgınlığın yıkıcı sonuçlarını her gün her a� kendi yaşamlarında hisseden işçiler ve emekçiler, ger çekte bunu hiç de kolayca sineye çekiyor değiller. Tam tersine, işçi sınıfı saflarında ve emekçiler arasında hoşnutsuzluk sürekli derinleşmekle ve yaygınlaşmaktadır. Emekçilerin geniş ke simleri içinde bu halk düşmanı politikalara karşı öfke ve tepki büyümektedir. Toplumumuzun en durgun katmanları olan kırsal emekçiler bile, bu politikalar onları da en ağır biçimde hedeflediği için, hoşnutsuzluklarını gitgide daha açık biçimde dışarıya vurmaktadırlar. Bu hoşnutsuzluğun nasıl bir mücadele potansiyeli birik tirdiğini, geçen yıl ın Temmuz-Ağustos ayı hareketl il ikleri sırasında bütün açıkl ığıyla görmüştük. Başta işçi ler olmak üzere yüzbinlerce emekçi , tümüyle kendi inisiyatifleriyle, 148 yani tabandan gelen bir dinam izmle sokaklara. meydanla ra dökülmüşlerdi. Yeni yıl ın başından beri binlerce-onbin lerce işçi ve emekçinin katıldığı yürüyüş ve mitingler bir biri ni izlemektedir. Tüm sendika konfederasyonlarının açık ihanetine rağmen, 1 Mayıs 'ta büyük sanayi kentlerinde on binlerce işçi ve emekçi alanlara çıktı lar. l Mayıs gösteri lerinin toplam tablosu, işçi sınıfı ve emekçilerin halk düş manı saldırı programına karşı büyük bir öfke ve tepki içe risinde olduğunu, buna karşı direnmek istediğini, bütün açık l ığıyla ortaya koymuştur. Sendika ağalarının tüm manev ralarına rağmen son haftalarda peşpeşe gelen grevler, bu grevler aynı hain manevralarla çabucak bitiri lİyor olsa bile, işçi sınıfı saflarındaki direnme ve mücadele eğiliminin açık bir göstergesidir. Sınıf ve kitle hareketi cephesinde mevcut tablo karşımıza şöyle çıkmaktadır: Bir yanda, kapsamlı ve ağır bir saldırı karşısında bulu nan, bu saldırıların yaşamlarında nasıl bir yıkıma yolaça cağını iyi-kötü bilen, bu nedenle buna karşı direnmek isteyen, bunu somut biçimde de gösteren işçiler ve emekçiler. . . B u n u n karşısında, i ş ç i v e emekçilerin mevcut sendikal örgütlülüklerinin tepesine çöreklenmiş bulunan, işçi ve emek çilerden yana görünüp her adımda onlara ihanet eden. en iğrenç aldatma ve oyalamalarla mücadele etmek isteyen kit leleri çaresizlik duygusu içine iten , böylece sermayeye en büyük hizmette bulunan ve sermaye devletinin organik uzantısı olarak hareket eden satılmış sendikal ihanet çeteleri . . . Öte yanda i se, bu saldırılar karşısında işçi v e emekçi leri uyarmaya ve harekete geçirmeye çalışan, çok sınırlı ola naklarla bunun için didinip duran, fakat hal ihazırda bunda fazlasıyla etkisiz kalan, hoşnutsuz ve mücadele içerisinde ki k itlelerle birleşmeyi bir türlü başaramayan bir komünist ve devrimci hareket gerçeği ... 149 Bu tablo, mevcut durumda çözülmesi gereken sorunun, yüklenilmesi gereken halkanın ne olduğunu bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır. İşçi ve emekçi hareketini içinden etki sizleştiren, başarısızlığa ve çaresizliğe sürükleyen ihaneti boşa çıkararak, işçilerle ve emekçilerle buluşmayı ve devrimci birleşmeyi başarabilmek . . . Günümüzün en yakıcı sorunu bu d ur. Her bakımdan yoğunlaşmamız gereken, tüm dikkati mizi üzerinde toplamamız gereken, öncelikli devrimci gö rev budur. *** Peki, ortaya konulan bu sorun hangi güçlerle çözülecek, tanımlanan devrimci görev hangi güçlerle omuzlanacak? Yanıtı önemli bir sorudur bu. Partimiz Türkiye'nin toplumsal mücadele dinamikleri ko nusunda, bunun döne döne ü rettiği ve beslediği devrimci birikimler konusunda son derece iyimser, fakat sol hareketin mevcut tablosu karşısında aynı ölçüde gerçekçi olmak duru mundadır. Mücadele dinamikleri ve devrimci birikim konusunda, yukarıda kaba çizgilerle tanımlanan tablo yeterli açıklıkta bir fikir vermektedir. Yapısal çözümsüzlükler içerisindeki Türkiye kapital izmi, işçi sınıfına ve emekçilere döne döne ve her seferinde giderek daha da ağırlaşan iktisadi-sosyal faturalar çıkararak, işleri götürmeye çalışmaktadır. Bu ise toplumsal çelişkileri keskinleştirmekte, en zayıf, en örgütsüz ve devrimci önderlikten yoksun oldukları bir durumda bile, işçileri ve emekçileri döne döne mücadeleye itmektedir. Askeri darbelere, özellikle son 20 yı ldır sistemleştirilen baskı ve teröre, saptırıcı ve yozlaştıncı tüm siyasal ve kültürel çabalara, yalan ve aldatma mekanizmalarının muazzam gü cüne, sendikal ihanet şebekelerine rağmen, Türkiye ' nin top l umsal mücadele dinamikleri boğulamamaktadır. B u saaten sonra bunu başarmak ise hiç mümkün değildir. Özell ikle 1 50 son 1 0- 1 5 yılda d insel geri c i l ik , şoven milliyetçilik, mez hepçilik vb. s ilahlar kullanılarak kitlelerin bölünmesi, al datılması, kendi gerçek sorunlarından ve çıkarlarından uzak laştırılması çabaları artık eski gücünü yitirmiştir. Emperya l izmin ve işbirl ikçi burjuvazin i n i şç i sınıfından kamu çalı şanlarına, kent yoksullarından kırsal emekçilere kadar, bu ülkenin tüm çalışan sınıf ve katmanlarını birarada hedef alan sosyal yıkım programları, yen i bir sosyal uyanış ve sosyal mücadeleler dönemi için zemini sürekli güçlendirmektedir. Türkiye'de artık sınıfsal ayrımiara dayalı sosyal-siyasal çatışmanın yeniden önplana geçmekte olduğu bir döneme girmekteyiz. Dünyadaki gel i şmeler de buna paralel yönde seyretmektedir. Dahası, dünyada bu eğilim, Türkiye'dekinden daha erken olarak kendini göstermeye başladı ve hızla güç kazanmaktadır. Bu, Türkiye ' deki sosyal çatışmanın seyrini de gitgide daha çok etkileyecek ve besleyecektir. Bunu, Tür kiye'deki ve dünyadaki yenilgi atmosferinin geride kalması, işçi sınıfı ve halk hareketlerinin yeni bir çıkış dönemine girmesi olarak da anlayabi liriz. Tüm bunlardan çıkan sonuç, Türkiye'nin toplumsal müca dele d i namikleri, dolayısıyla devrimci birikimi ve olanak ları konusunda son derece i y imser olmak gerektiğidir. Fakat öte yandan, Türkiye ' n i n bu günkü sol hareketi, bu hareketi oluşturan akımlar tablosu konusunda da aynı ölçüde gerçekçi olmak durumundayız. Bu akımlar tablosu Partimiz tarafından bugüne kadar döne döne değerlendirHmiştir. Ve gelişmeler bu değerlendirmeleri neredeyse tümüyle hep doğ rulamıştır. Burada bu konuda yinelernelere girmek gerek sizdir. Altı çizilmesi gereken en temel nokta, reformist ve devrimci kanatlanyla bu akımların gelecekten yoksunluğudur. Etki altında tuttukları güçler önemli ölçüde devrime ait güçler olsa da, ideoloj i k ve politik konumlarıyla reformisı sol akımlar temelde bu düzenin bir parçasıdırlar. Buna uygun 151 bir konuınianma ve politik davranış çizgisi içerisindedirler. Dolayısıyla, konumlarının doğası gereği, onlardan işçi ve emekçi hareketini ileriye taşımada herhangi bir olumlu katkı beklenemez. Tam tersine, örneği n , KESK 'in bugün düşü rüldüğü durum ya da İİSŞP'nin yılları bulan pratiği de açıkça göstermektedir k i , bu akımlar ki tle hareketinin devrimcileş tirilmesi ve ileriye taşınması bir yana, tersine onun önün de bir engeldirler. Bu durumda bu akımlar, sınıf ve kitle hareketinin geliştirilmesi devrimci görevi çerçevesinde aşılması gereken engel konumundadırlar. Taşıdıkları devrimci iyiniyete ve buna eşlik eden kısır devrimci çabalarına rağmen, bugün yaşam ını şöyle ya da böyle sürdürmeye çalışan geleneksel küçük-burjuva devrimci akımlar cephesinde de gerçekte durum çok farklı değildir. Herşey bir yana, bu akımlar, ciddi ve tutarlı herhangi bir teorik-ideolojik temelden, belirgin bir politik çizgiden, kendi içinde bir parça tutaı:Iı olan bir devrimci prograrndan yok sundurlar. Tüm bunların da bir ifadesi ve yansıması ola rak, kendilerini sürükleyecek devrimci önderliklerden de yok s undurlar. Son on yılın toplam tablosuna baktığımızda, bu akımları belirleyenin istikrarsızlık, kend iliğindencilik, farklı etkiler altında oraya buraya sürük leome olduğunu bütün açıkl ığıyla görmekteyiz. Tam da komünistterin yıllar önce sinden öngördüğü gibi, yeni dönem in toplumsal hareketi nin şaşmaz biçimde sınıf eksenli olarak geliştiği bir mü cadele evresinde, kendini yenileme yeteneğinden yoksun ve yapısal zaaflarla malul bu tür akımlar devrimci mücadele de bir gelişme etkeni olmaktan çok, bozan , engelleyen, dağı tan , heba eden bir konumdadırlar. Reformist ve devrimci kanatlarıyla geleneksel sol akımlar hakkında bu söylenenler, elbette onların �ugün etki altında tuttuğu güç, olanak ve mevzi terin küçürnsenmesi anlamına gelmemektedir. Tam tersine, bu akımların gerçeği konusunda1 52 ki bilinç açıklığı , ayn ı zamanda bu güç, olanak ve mevzi lerio devrimci amaçlar doğrultusunda değerlendirilip kaza nılabilmesine, buna il işkin görevlerin gereğince yerine ge tirilmesine işaret etmek içindir. Öte yandan, solun herşeye rağmen devrimci kanadını oluşturan geleneksel k üçük-burjuva akımların gelecekten yoksuniuğu ve bugünkü zaafiyetleri ne olursa olsun, tak tik planda bunların taşıdıkları mücadele potansiye�inden ya rarlanmak da görmezlikten gelinemeyecek bir sorumluluk tur Partimiz için. Kaldı ki son olarak l Mayıs öncesi değerlen dirmelerimizde bir kez daha vurgulandığı gibi, taktik planda biz bu esnekliği sosyal-reformisı sol akımların belli kesimleri ne k arşı bile göstermek durumundayız. Sınıf ve kitle ha reketinin devrimci bir çizgide geliştirilmesine doğrudan ya da dolaylı olarak katk ısı olabilecek her imkanı, her enerji damlasını değerlendirmeyi başarabilmek, bunun gerektirdiği bir taktik esneklik içerisinde olmak, bizim ihmal edilemez . sorumlul uğumuzdur. Bununla birl i kte, bugün için önem taşıyan bu iki nok taya rağmen, Partimiz dönemin yakıcı devrimci görevleri ni ele al ırken, geleneksel sol akımlar konusunda herhangi bir hayale de kapılmamalıdır. Yükü ve sorumluluğu bizzat üstlenecek bir irade ve bilinçle hareket etmeli, buna uygun düşen bir devrimci inisiyatif ve pratik çaba ortaya koymalıdır. *** Kendi başına asla yeterli olmamakla birlikte programıanız kendi cephesinden sınıfın devrimci partisi olduğumuzun güçlü bir kanıtıdır. Komünistlerin yıllardır bir propaganda sloganı olarak kullandıkları "Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim, kapitalizme karşı sosyalizm" sloganı, parti programımııda ete-kemiğe büründürülmüştür. B u program, tam da i lan edil irken söylendiği gibi , "Sınıfın, devrimin ve sosyalizmin programı" d ır. 153 Bu gerçegı n saflarımızda daha net bir biçimde bilince çıkanlması ve sindirilmesi özel bir önem taşımaktadır. Grup ruhunu aşmak, grup döneminden kalma alışkan lıkları ve sı nırlıl ıkları yenmek, sınıf partisi ve sınıf devrimciliği bilincini ve pratik m isyonunu saflarımıza sağlam bir biçimde yer leştirmek için programımız elimizde güçlü bir silahtır. Şim dilerde sıkça k ullanılan "program bilinci" kavramı , somut anlamını proleter sınıf b i linci, devrim ve devrimci iktidar bilinci olarak, gündelik pratikte buna uygun bir devrimci inisiyatif, enerji ve çal ışma olarak gösterebilmelidir. Programımızın yayını saflarımızda doğal olarak güçlü bir moral etki yarattı. Partiye olan inancı ve güveni pekiştir di. Bu etki programı n anlam ı , kapsam ı , devrimci dinarniz mi aniaşıl ı p sindirildikçe daha da güçlenecektir. Ancak programımız devrimci sınıf mücadelesinde gerçek bir silah haline geldiği ölçüde, asıl an lamını ve işlevini bulacaktır. Programımızın ilanıyla birlikte, yalnızca parti birliğimizin sarsılmaz temeli değil, parti faaliyetimizin geneJ stratejik ve taktik çerçevesi de ortaya konulmuş bulunmaktadır. Daha şimdiden yalnızca genel propaganda ve ajitasyonumuz değil, fakat sınıfa yönelik somut yönelimimizin içeriği de progra mın belirlediği çerçeveye oturmaya başlamıştır. Bunu çok daha bil inçl i bir çaba haline getirmeli , sınıfı ve kitleleri ka zanma gündelik çabasında programımızın yol gösterici gücün den en iyi , en etk i n bir biçimde yararlanabi lmeli yi z. Programımızı bir propaganda materyali olarak ulaşabil diğimiz her devrimciye, devrimci işçiye, sınıf bilincine açık işçi ve emekçilere ulaştırmak için elbette azami bir çaba göstermeli yiz. Onun i lan edildiği bir dönemde buna özel likle önem vermeli yiz. Fakat bu programın ilanından son ra artık asiolanın onu hayata geçirmek, politik çalışmamımızı bu eksende geliştirip güçlendirmek olduğunu da unutma malıyız. Devrimci işçi ve emekçilerin kendilerine ulaştırılan 1 54 bu programa ve ona dayanan partiye güven duyabilmeleri de ancak bununla olanaklıdır. Devrimci bir partinin elinde sınıf mücadelesi içerisinde devrimci bir silaha dönüşmediği sürece, en mükemmel bir program bile kendi başına fazl a b i r şey i fade etmez. Hoşnutsuzluk, arayış ve eylem içerisindeki kitlelere ulaş mayı, onlarla buluşup birleşmeyi başarabilmek, genelde sol hareketin , özelde Partimiz'in ciddi bir biçimde zorl andığı temel bir sorundur. Bu al anda başarı herşeyden önce dö neme ilişkin taktik bir açıklığı ve donanıını gerektirdiği ölçüde, bu alanda yaşanan açık başarısızlığın da etkisiyle, solda taktik üzerine bir sürü anlamsız ve boş söz edilmekte, gerçek hayatta karşılık bulamayan pol itika ve şi arlar birbirini izlemekte dir. En açık ve en somut olması gereken bu alan "taktik ustalık" adına gerçekte bir keşmekeş alanına döndürülmüştür. Yıllardır yaşanan sözde taktik açılımların ve şiarların kit le hareketi üzerinde bir santim olsun i lerletici bir etkisi olmamış olamamıştır. Bunun gerisinde, öteki şeyler yanında, geri ve parçalı kitle hareketini bel irli bir taktik ve şiar üzerinden sözde yönlendirebilme ve kucaklama arayışı ve boş beklentisi vardır. , Buna ilişkin sorunlar taktiğe ilişkin gündem çerçevesinde Partimiz'in Kuruluş Kongresi 'nde ayrıntılarıyla tartışılm ıştır. Kongrede yapılan siyasal durum değerlendirmeleri (ki buna uluslararası durum değerlendirmeleri de dahildir) ve bura dan hareketle ortaya konulan görevlerle birlikte. bu tartış maların da tekrar tekrar incelenmesi, gerek bakışaçısı ola rak, gerekse pratik görevlerin anlaşılması bakımından özel bir önem taşımaktadır. (Bkz. TKiP Kuruluş Kongresi Bel geleri/Devrimci Taktiğin Sorunları , Eksen Yayıncılık.) Türkiye ' nin bugünkü politik tablosu, sermayenin sınıfa ve emekçilere yönelik çok yönlü saldırıları, özellikle 28 Şu bat sürecinden itibaren burjuva gericiliğinin emekçi kitleleri 155 aldatmaya yönel ik oyunları, devletin tahkimatı ve toplum s al muhalefetin devrimci kanadını kesin bir biçimde tasfi ye etme kararlılığı, Türkiye'yi çevreleyen üçlü kriz bölge lerindeki gelişmelerin anlamı, d ış politikada ABD güdümün de izlenmekte olan maceracı çizgi, Kürt hareketindeki tes l imiyetİn ve tasfiyenin ortaya ç ıkardığı yeni durumun an lamı ve sonuçları, sendikal ihanet cephesinin yıkıcı rolü, sol hareketin durumu, vb., vb., bütün bu konularda Parti miz cephesi nden yeterli bir açıklık vardır. Bu sorunlar ba sınımızda da döne döne ele alınmakta, irdelenmektedir. Aynı şekilde sınıf ve kitle hareketinin durumu, eğilimleri, zaafları ve yetersizlikleri de komünist basında döne döne ele alınma ta, irdelenmekte, bundan sonuçlar çıkarılmaktadır. Doğal olarak dönemin güne! devrimci görev leri de bütün bu değerlen dirmelerin bir uzantısı olarak belirmektedir. Burada tek bir çağrıda, tek bir şiarda, belli bir mücadele ve örgüt biçi minde somutlaşan özel bir taktik olamaz. Saldırıl arın çok yönlülüğü, engellerin çeşitliliği, ve nihayet k itle hareketi nin parçalı durumu, bütün bunların her birini kendi cephesin den ya da alanı ndan kucaklayan ç ı kışlar ve çabalar gerek tirmektedir. *** B u çerçevede bugün için önem l i olan sorun, durumun tah l i l i , saldırıların tanımı, oyunların teşhiri vb. 'nden çok, arayı ş ve eylemlilik içerisindeki kitlelere bir çıkış yolu gös terebilmektir. Bunun için de herşeyden önce fi i len onlarla bul uşup birieşebilmek için her türlü olanağı değerlendire bilmek, duruma uygun her tür yöntemi ve aracı kul lana bilmektir. Bu ise çok büyük ölçüde her alanda, her kesimde, her birimdeki devrimci çal ışmada gösterilecek girişkenlik ve yaratıcılıkla sıkı sıkıya bağ lantılıdır. Buradan i lerleme ler sağlayıp mevziler kazanılmadıkça, genel plandaki bir tak tik müdahale iddiası , yılların da gösterd iği gibi, ayakları 156 yerden kopuk, dayanaksız bir söylemden ibaret kalacaktır. Pratik-politik çalışmada devrimci partinin taktik önce l ikleri , buna i l i şkin belirlemeler, kuşkusuz özel bir önem taşımaktadır. Bu önceli kler, ilkin yönel i m alanlarının sap tanmasında, i ki nci olarak çal ı şmada öne çıkarıl acak sorun lar, ve üçüncü olarak da kullanılacak araç ve yöntemler ola rak kendini gösterir. Bunu hedef kitle, poli tik gündem ve mücadelenin düzeyine uygun düşen seslenme, örgütl e m e ve harekete geçirme yol, yöntem ve araçları ol arak da kavra yabil iriz. Parti olarak bizim sorunumuz bu sonuncusunda, yani kit lelere seslenme, harekete geçirme ve örgütleme çabası çer çevesinde döneme ve somut duruma uygun düşen yöntem ve araçları n geli ştirilmesi nde zay ı f k a l ı ş ı m ızdır. Yerel çalışmanın tüm dikkati bu soruna yönelmeli ve buna en yaratıcı çözümler hayatın içinden bulunup çıkarılmalıdır. Burada ikili bir alan olduğunu da hatırlatmak gerekir. Bunlardan i l ki kitle hareketinin kendi dinamizminin orta ya çıkardığı mücadele biçimleri ve araçlarıdır. Kitle hare ketinin aldığı mevcut biçimler, bunun ortaya çıkardığı başta platformlar, komiteler vb. olmak üzere çeşitli örgüt biçimleri, sorunun bir yanıdır. Sorunun bu yan ma parti genel planda ilgi göstermekte, bu alandaki imkan lar parti basınında ir delenmekte, buna daha bilinçli bir biçim verilerek doğru bir çizgide yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Fakat öteki yönü, bizzat bizim geli ştireceğimiz ve kul l anacağımız mücadel e yöntemleri v e araçları kapsam ına girmektedir. Bel irgin zayıflığımız bu alandadır. Bülten türü popüler seslenme araçlarından tutunuz da, I Mayıs işçi plat forml arı gibi geçici, işçi kültür evleri ve kültürel-sportif genç l i k örgütlenmeleri gibi n i speten daha kalıcı araçlara kadar alabi ldiğine çeşitlendirilmesi ve zenginleştirilmesi gereken bu alanda, halihazırda belirgin bir kısırlık yaşamaktayız. Bun- dan dolayıdır ki, gerek genel planda, gerekse tek tek alan ve birimlerde y ürüttüğümüz politik propaganda-ajtasyon ve teşhir faaliyetinin etkisi somut kazanımlara dönüştürüleme mekte, kalıcı mevziler yaratılamamaktadır. Bu şu dönem üzerinde özellikle durmamız gereken temel önemde bir sorundur ve çözüm için yerel örgütlerin ve kadroların girişkenliğini ve yaratıcılığını beklemektedir. (Ekim , sayı: 2 15 , Mayıs 2000, başyazı) 158 Gençlik hareketi ve partinin güncel sorumluluklar• Geçmiş konumunu yitiren gençlik hareketi Gençlik mücadeleleri Türkiye 'nin yakın tarihindeki geniş çaplı sosyal mücadeleler içinde özel bir yer tuttu. Burjuva gericiliği bu belirgin olgudan çıkardığı sonuçlar ışığında, 1 2 Eylül döneminde en büyük saldırısını gençliğe yönelt ti. Hareketi sistematik baskı ve terörle ezmekle kalmadı, yeni bir canlanmaya karşı çok yönlü siyasal, kültürel ve idari tedbirler de aldı. İzlediği ekonomik ve sosyal politikalar la, geçmiş dönemlerde hareketin dinamizmini ve omurgasını oluşturan üniversite gençliğinin sosyal bileşimini alt sınıflardan gelenler aleyhine belirgin biçimde değiştirdi. Gecekondu üniversitelerini tüm Türkiye'ye yaygınlaştırarak, taşradan büyük kentlerin üniversitelerine emekçi çocuklarının akışını büyük 159 ölçüde sınırladı. Böylece geçmiş dönemlerde gençl ik hare ketinin merkezini ve lokomotifin oluşturan büyük kentle rin bu özellikleri bel irgin biçimde zayıflad ı . Tüm bunlar, '80' Ier sonrasında küçük-burj uva katmanları saran yılgınlık, orta sınıfların düzenle bütünleşerek eski kısmi ilerici du yarlılıklarını yitirmesi ve ' 89 çöküşü sonrasında dünya çapın da sol düşüneeye karşı yükselen gericilik dalgası ile de bir leşince, Türkiye'nin öğrenci gençlik hareketi eski gücünü çok büyük ölçüde kaybetti. En özet şekilde ortaya koyduğumuz ve bazı bakımlardan eksik olan bu değerlendirmeden çıkan bir sonuç var. Öğrenci gençlik hareketinin gücü ve imkanları konusunda geçmişin ölçülerine dayalı yaklaşım ve beklentiler bugün artık her türlü dayanaktan yoksundur. Türkiye · deki sosyal mücade lelerde küçük-burjuvazinin (ve onun ayrılmaz bir parçası ola rak öğrenci gençliğin) ' 80 öncesinde tuttuğu yer bir daha tekrarlanamaz. Ülkemiz tarihinde bu kendine özgü dönem dönülmez bir biçimde artık geride kalmıştır. Komünistler bu gerçeğe başından beri işaret ettiler ve '90'Iı yılların toplam tablosu bu değerlendirmelerin isabetl iliğini bütün açıklığı ile gösterdi. Son on yıla bakıldığında, işçi sınıfı ve kamu çalışanları hareketinin sosyal mücadelenin asıl eksenini oluşturduğu, öğrenci hareketinin bel irgin biçimde bu ikisinin gölgesin de kaldığı görülür. B unu olumlu ve sağlıklı bir gelişme say mak gerekir. Burada kitle hareketinin genel plandaki zayıf l ıklarını ve geri düzeyini bir yana koyuyoruz. Önemli olan, bu genel göreli gerilik içinde işçi-emekçi hareketin in sos yal mücadelenin asıl ekseni haline gelmiş olmasıdır. Bu, öğrenci hareketi için de genel planda sağlıklı bir gelişme zemini demektir. Bütün bu söylenenlerle gelmek istediğimiz daha da somut bir sonuç var. ' 80 öncesinin ölçüleri bir yana bırakılır ve 1 60 yeni dönemin sosyal hareketl iliği içinde öğrenci hareketi nin tuttuğu ve tutabiieceği yeni yer gerçekçi bir biçimde gözönünde bulundurulursa, bugünün öğrenci hareketi, onun gücü ve i mkanları konusunda daha nesnel ve verimli so nuçlara u laşılabilir. Gençlik hareketinin bugünkü olanakları Yıllardır gençlik hareketinin kısırlığı ve durgunluğu üze rine doğrudan ya da dolaylı bir dizi değerlendinne ve gözlem ortaya konuluyor. Bu, eski ölçüterin ve bunun ü rünü bek lentilerin yarattığı bir göz yanılmasıdır. Gerçekte özellikle son birkaç yıldır gençlik kesiminde gözle görül ür bir can l anma kendini bir dizi gösterge üzerinden hissettirmekte dir. (Herşey bir yana, son yılların ı Mayıslar ' ına belirgin gençlik katıl ımları, gençlik saflarındaki birikimin devrim cileşme olanaklarına en dolaysız bir göstergedi r). Eski alış kanlıklarla salt en büyük kentlerin yüksek öğrenim gençliği üzerinden bakıldığı için bunlar yeterince görül üp değerlen dirilememektedir. Gençl ik hareketi eski ağırlık merkezini bugün için artık kaybetmiştir. B ir kısım taşra üniversitele ri, l iseler, emekçi semtleri, gençlik hareketinin yeni alan l arı ve gel işme kaynakları olarak önplana çıkıyorlar. B u , son yirmi yılın ekonomik-sosyal politikalarından, siyasal ve kültürel saldırılarının etkilerinden ayrı bir sonuç değildir. Yeni dönem gençlik hareketine il işkin bir önemli ol guya daha kısaca işaret etmek gerekir. İdeolojik kavrayış ve tercihlerle mücadeleyi seçen sınırlı sayıda unsurlar dışta tutulursa, bugün için mücadeleye akan gençlik kesimleri belirgin bir biçimde ezilen ve sömürülen sınıf ve katman Iara mensupturlar. Ezici bölümüyle işçi ve emekçi çocuklarıdır bunlar. Liseli gençlik için yeterince açık olan bu olgu gerçekte 161 üniversiteli gençlik için de geçerlidir. Özellikle de taşra i: versitelerinde bu olgu çok bel irgindir. ' 80 öncesinin devrimci gençlik hareketi içinde orta sınıf gençliğinin tuttuğu yer, dahası eğitsel-kültürel açıdan avan taj larının getirdiği özel ağırlık düşünülürse1 yeni dönemdeki bu yeni olgunun önemi daha iyi anlaşılır. B u , gençlik ha reketinde sağlam bir emekçi damarının varlığı demektir ve kendini bulacak bir gençlik hareketine kendini aşacak öneml i avantajlar sağlamaktadır. B u yapıdaki bir gençlik hareke tini devrimcileştirmek, işçi sınıfı ve emekçi hareketiyle bü tünleştirmek çok daha kolaydır. - Reformizm gençliğin mücadele dinamizmine yamt veremez Sola, mücadeleye ve devrime yönelen bir alt sınıf genç l iğinin bugün daha çok reformisı partiler etrafında küme lenmesi, devrimci hareketin zaaf ve zayıflıklarıyla ilgili geçici bir durumdur. Reformi sı partiler, nispeten geni ş olanaklar ve elbette legalitenin getirdiği rahat çalışma koşulları saye sinde, mücadel eye akan bu kesimleri daha rahat etk ileyip kendilerine çekebilmektedirler. Ne var ki bu partilerin genç liğin mücadele isteğine ve dinamizmine yanıt verebilmele ri olanaklı değildir. Nitekim kendilerine akan genç güçleri ancak onların mücadele isteğini kırıp yozlaştırabildikleri ölçü de saflarında tutabilmektedirler. B unu başaramadıkl arı du rumlarda ise, bu partiler mücadeleye akan genç güçler için geçici birer durak olmakta, devrimci mücadele isteği yeni devrimci arayışları zorlamaktadır. Genel planda herşeye rağmen devrimci bir konumda duran geleneksel akımlar ise, gençliğin bu devrimci arayış larına yanıt verecek bir ciddiyet ve olgunluktan büyük ölçüde yoksundurlar. Yüzyüze bulundukları köklü yapısal zaaflar 1 62 aşılmak bir yana giderek daha da güçlendiği ölçüde, arayış içerisindeki genç güçler için güven verici olamamaktadırlar. Kaldı ki reformistlerin gerçekte devrimci bir önderlik arayışı içerisindeki gençlik kesimlerini bugün ni speten daha kolay bir biçimde kendilerine çekebilmelerinin gerisinde, geleneksel akımların güven vermeyen bu konum ve pol itikalarının da özel bir payı vardır. Bu olgunun farkında olmak önemli dir; zira bundan gençl i k çalışmamız için ve gençliğe karşı sorumluluklarımız konusunda çıkarılması gereken çok öneml i sonuçlar vard ır. Partimiz geleceği ve dolayısıyla gençliği temsil ediyor "Gençlik gelecek, gelecek sosyalizmdir!" şiarı bir propa ganda sloganı ol arak çok çekicidir. Fakat her önemli pro paganda sloganı gibi bu slogan da, güncel izdüşümleri de olan temel bir gerçeği ifade etmektedir. Eğer biz, gençl iğe yönelik olarak kullandığımız bu temel şiarın ifade ettiği ger çeğin ışığında kendi gençlik çalışmamıza yaklaşamazsak, büyük bir tutarsızlık içerisine düşeriz ve böylece kullandığımız bu sloganı da tümüyle anlamsızlaştırmış ol uruz. Partimiz geleceği, dolayısıyla gençliği temsil ediyor. Sözkonusu şiarın ifade ettiği temel gerçeğe ve dolay!Slyla gençlik alanındaki çalışmamıza, bu çalışmaya ilişkin görev ve sorumluluklarımıza buradan bakabilmek durumundayız. Mensubu olduğu egemen burj uva sınıfının ayrıcalıklarını paylaşan çok dar bir kesim dışında gençl iğin geriye kalan ezici çoğunluğuna Türkiye 'nin kokuşmuş kapitalist sömürü düzeninin verebildiği ve verebileceği bir şey yok. Ağırlaşan sömürü, uygulanmakta olan sosyal yıkım programları, güç lendirilen baskı ve terör aygıtları, sosyal ve insani değerlerin yıkımı ve kültürel dejenerasyon, tüm bunlar geniş gençlik 163 katmanlarını bugün ezmekte, geleceklerini karartmaktadır. Gençliğin kurulu düzenin yıkıcı sonuçlarına karşı duyduğu hoşnu tsuzl uk ve arayışları sosyal demagojiye başvurarak istismar etmeye çalışan ve bunda geçici olarak başarılı da olan geric i , faşist ve şeriatçı akı m ların da gençliğe vere bilecekleri bir şey yok. Düzen solu ise artık sosyal demagoji yapmayı bile yük sayabilİyor ve dolayısıyla arayış içerisin deki gençlik için herhangi bir cazibe merkezi oluşturmuyor. Düzen ve düzen akımları için sözkonusu olanlar, şu veya bu sorundan hareketle kendini ortaya koyan d üzenin sahte muhalifi akımlar için de geçerlidir. Bugün düzenle teslimiyetçi bir barış sürecine giren ezilen ulus mill iyetçiliği ile kuru lu düzene doğrudan ya da dotaylı olarak payandal ığı bir çizgi haline getiren A levici burjuva akımlar, yaratıkları geçici etkilere rağmen genç liğe hiçbir gelecek sunamadıklarını göstermekte gecikmemişlerdir. Devrimin ülke ve dünya çapında üstüste yaşadığı çifte yenilgi ortamında, bu ortamın yarattığı geçici boşlukta palazlanan bu akımların, Kürt ya da A levi gençl iği nezdinde güven ve inandırıcıl ıklarını yitirecekleri bir döneme girmiş bulunmaktayız. Ezilen ulus ve mil liyet ler ile ezilen mezheplere mensup gençlik kesimlerinin geçmişte bu ezilmiŞliklerinin çözümünü ileri bir dava uğruna müca delede, devrimde ve sosyalizmde aradıkları ve tam da bu nedenle devrimci gençlik hareketi için önemli güç kaynakları oluşturdukları gözönünde bulundurulursa, mill iyetçil iğin ve mezhepçiliğin güç kaybetmesinde ifadesini bulan bu geliş melerin sanıldığından da fazla önemli olduğu görülecektir. Gençlik geleceğini, kurul u düzenle çatışmada, işçi ve emekçi hareketiyle buluşarak devrime yönelmede bulabilir ancak. Yılların birikimi, hayal kırıktıklarını izleyen arayışlar, günden güne daha geniş gençlik kesimlerin i bu çatışmaya ve arayışa yöneltmektedir, gitgide daha çok yöneltecektir. Tam da bu noktada, bir kez daha Partimiz'in gençlik 1 64 karşısındaki konumuna ve gençliğe karşı sorumluluklarına gel i yoruz. Genç l iğin bundan böyle gitgide daha çok güç kazanacak bu arayış ve yönelişine ancak proletaryanın dev rimci partisi yan ı t verebil ir. Yı llar önce daha çok temel bir teorik ve stratejik gerçeklik olarak ortaya konulan aşağıdaki değerlendirme, partinin kazanı ldığı, gücünü ve etkisini, ciddiyetini ve inandırıcılığını günden güne daha çok artırdığı şu dönemde artık çok daha somut ve pratik bir anlam ve önem kazanmaktadır: "Gençl(�in temel devrimci özlemlerine ve istemlerine ancak sosyalist proletarya cevap verebilir. Gençliğin dev rimci eylemini doğru bir çizgide başarıyla ancak sosyalist proletarya yönetip yönlendirebi/ir. "Devrimci gençliğin sonu gelmez bir ısrarla sürdürdüğü tutarlı bir dünya görüşü arayışını ancak proletaryanın dünya görüşü, Marksizm-Leninizm, karşılayabilir. Devrimci gençliği tutarlı bir dünya görüşüyle ancak proletaryanın komünist sınıf partisi eğitip donatabilir." " ... Komüni stler ve sınıf bilinçli işçiler proletarya sos yalizminin gerçek sınıf bayrağını yükseltebildikleri ölçüde, gençliğin ön saflarından bu bayrağın altına akacak önemli güçler bulacaklardı r ... " B u bayrak art ık güçl ü bir b i ç i mde yükse l t i l m i ştir. Gençliğin ön saflarından bu bayrağın altına daha şimdiden en diri ve en bilinçli güçler akmaktadır. Ve bu henüz yalnızca bir başlangıçtır; komünistler gençlik çalışmasına gerekli dikkati ve özeni gösterirlerse, bu akış da günden güne daha çok güçlenecek, parti zamanla devrimci gençlik hareketi için bir önderlik ve birleşme odağı haline gelecektir. Gençli k çahşma mızın soru nları Partinin gençlik çalışmasında başarılı olabilmesinin temel 1 65 ve öncelikl i koşu l u , kendi gençlik güçlerini etkin ve ama ca uygun bir biçimde eğitip örgütleyebilmesidir. Halihazırda bu güçler gereğince eğitilip örgütlenemedikleri gibi, parti nin yakın ve dolaysız önderliğinden de önemli ölçüde yok sundurlar. Gündemdeki en öncelikli görev, bu sorunun çö zümüdür. Mevcut gençlik güçleri içerisinden kadrotaşınayı başa rabilmek, bu sorunun çözümünün de asıl anahtarıdır. Par ti, gençlik çalı şmamızı gençliğe özgü bir inisiyatif, ataklık ve yaratıcılıkla sürükleyebilecek partili kadroları yetiştire bilmelidir. Bu tür kadrolar bizzat gençlik çalışmamızın kendi içinden bulunup çıkarılmalıdır. Yıllardır parti çeperinde yer alan ve kendince gençlik çalışması yürütmeye çalışan sem patizan genç militanların en iyilerinin, en sağlam ve gü venilir olanlarının partiye parti üyeleri olarak kazanmak ve bunları bulundukları yerel alanlarda profesyonel bir gençlik örgütlenmesinin partili dayanakları olarak değerlendirmek durumundayız. B u , gençlik çalışm am ızın bugünkü n i sp i dağınıklığını hızla gidereceği gibi, partili genç kadrolar ara cılığıyla parti önderliğinin genç l ik çal ışmasına taşınmasını da kolaylaştıracaktır. Kadrolaşma ve örgütlenm� sorunlarının yanısıra önem taşıyan ve bu sorunların çözümünü de kolaylaştıracak olan bir başka temel sorun, gençlik alanındaki yayın faal i yeti dir. Bu alanda belli bir birikim ve deneyim kazanılmış olmak la birlikte, gerek biçim gerekse içerik ve işlev bakım ından hala aşılması gereken önemli sorunlar vardır. Gençlik yayını hitap ettiği hedef kitleyi iyi tanımlamalı ve tanımalı, bunu gözeten bir yayın faaliyeti içinde olmalıdır. Daha genel planda gençlik yayınının en öneml i sorunu, gençliğin ve gençlik hareketinin sorunlarını kucaklayan ve bunlara devrimci yanıtlar verebilen bir yayın çizgisine oturabilmektir. Bu, yayını kendi içinde bir amaç olmaktan çıkarır. r:;ençl ik hareketine müda1 66 halenin etkin ve işlevsel bir aracı haline getirir. Kuşkusuz gençlik yayınının bu i şlevsel çizgiye oturabilmesi, büyük ölçüde, gençlik güçlerimizin örgütlenmesi, gençlik çahşmamı zın sağlam bir perspektife kavuşturulması ve dolayısıyla planlı programlı bir yönelim içeris ine sokulmasıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Yayın faal iyetinde daha d a önemli ve bugün için daha da acil olan, daha geniş gençlik kitlelerine hi tap edebilen popüler yayınları devreye sokabilmektir. Bundan somut ola rak kastedilen, sık sık kullanılması gereken bildirilerin yanısı ra, asıl olarak popüler bültenler ve broşürlerdir. Bunları etkin ve düzenl i bir biçimde kullanmayı başaramadı ğımız süre ce, çok dar bir kesim dışında kalan geniş kitleye sesimizi, düşünce, slogan ve çağrılarımızı u l aştırabilmemiz mümkün olamayacaktır. Bültenler konusunda halihazırda daha çok lise li gençlik üzerinden sınırlı bazı deneyimlere sahibiz. Bunların neden işlevsel biçimde kullanılamadığını, sürekli hale geti rilemediğini somut olarak değerlendirmek, bu deneyimler den yararlanarak yeni döneme benzer bir dizi araçla gir mek sorumluluğuyla yüzyüzeyiz. Parti sık sık, bültenierin son derece popüler, görsel açıdan zengin ve sayfa sayısı itibarıyla çok sınırlı olması gerektiği konusunda uyarılar yapmasına rağmen, dergi taklidi bültenierin önüne gençlik alanında da geçilememektedir. Bültenleri süreklileştireme mede ve işlevsel kılamamada, bunun da küçümsenemeye cek bir rolü vardır. Geçmiş deneyimler değerlend irilirken soruna buradan da bakılabi l melidir. Aynı şekilde, belirl i alanlara (örneğin meslek liselerine) hitap eden ya da bel l i bir sorunu (örneğin eğitimde özelleştirme saldırısı) konu alan. son derece sade bir dille kaleme alınmış, yaygın dağıtılabile cek popüler broşürleri de gençli k çalışmamızda kullanabil mel iyiz. Partinin bu tlönem sınıf çalışmasında yeniden gün deme getirdiği popüler broşür deneyimlerinden bu çerçevede 167 yararlanılabilinir. Gençlik hareketinin sorunlari Geriye genç l ik hareketinin gündemini ve sorunlarını isabetle saptamak, doğru bir eylem çizgisi ve çalı şma tarzı izlemek, ve ni hayet, gençliğin kitlesel örgütlenme sorunu na ilişkin olarak doğru bir yaklaşımla hareket etmek sorunlan kalıyor. B unlar çözümleri güç sorunlar değildir. Gençlik yayınında geride kalan öğrenim yılına ilişkin olarak yayınlanan değerlendirmelerde bile bu sorunların tümünün doğru çözü münün öneml i i puçları mevcuttur. Eğitimde özelleştirme saldırısı, bunun bir uzantısı ola rak harçlar sorunu, soruşturma ve hukuk terörü, doğal olarak YÖK kıskacı ve bunaltıcı YÖK uygulamaları, üniversite lerde faşist kadrolaşma ve saldırılar, vb., vb. . . Öğrenci genç l iğin bu dönem özellikle öne ç ıkan ve yeni dönemde daha da ağırlaşacağı kesin olan acil ve öncelikli sorunlarıdır. Bu sorunlar karşısında devrimci gençlik hareketinin ileri sür mesi gereken şiarlar ve istemler iyi-kötü bilinmekte, bun l ar yayınlarımızda da sürekli olarak işlenmektedir. Eylem . çizgisi ve çalışma tarzı sorunu daha da önemli dir. Halihazırda bu alanda sol akımlara egemen olan, bir birinin zıttı gibi görünen, gerçekte ise birbirini besleyen ve üreten iki davranış tarzı göze çarpmaktadır. Gençl i k hare ketinin geriliğinin ve durgunluğunun da etkisiyle ya en geri sorunlar üzerinden kuyrukçu ve ekonomist bir çizgi, ya da ters inden, kitleden kopuk, güya "öncü" gerçekte ise "sol" sekter bir eylem çizgisi izlenmektedir. Bu sonuncusuna eğilim duyanlar, çok geçmeden ilkine dönebilmektedirler. K itlelerin en sıradan ve en somut, acil ve yakıcı aka demik ve iktisadi sorunlarını hiçbir biçimde küçümseme yen ve ihmal etmeyen, fakat bunları toplumun tüm ezilen 1 68 katmanlarını etkileyen ve kuşkusuz gençlik için de yıkıcı sonuçları olan temel sorunlarla birleştiren bir çalışma tarzıdır bize gerekli olan. Aynı şekilde, kitlelerden kopmadan on ları mücadeleye çekmeye çalışan, tüm fırsatları kitleleri eyle me çekmek için değerlendiren, kitlelerin mevcut duyarlılıkla rını ve eylemliliklerini daha ileri hedeflere ve düzeylere çek meye çalışan bir eylem çizgisidir bize gerekli olan. Sol akım ların bir kısır döngü halinde birbirini üreten ya da besle yen eylem çizgisini ve çalışma tarzını aşmak buradan geçer. Son olarak gençl iğin örgütlenmesi sorununa geliyoruz. Gençlik hareketinin mevcut deneyimi, partinin bu soruna bakışını � ütün açıklığıyla doğrulamaktad ı r. Komüni stler yıllardır gençlik hareketine yapay örgütlenme modelleri daya tılamayacağını, buna yönelik tüm çabaların kaçınılmaz ola rak başarısızlıkla sonuçlanacağını vurgulayageldiler. Mücadele biçimleri ve düzeyi ile örgütlenme biçimleri ve düzeyi arasında kopmaz bir ilişki bulunduğunu. ikincinin birinciye sıkı sıkıya bağlı olduğunu, mücadele geliştirilebildiği ölçüde örgütlenme sorununun çözümünün kolaytaşacağını savunageldiler. Son yıllarda gençliğe dışarıdan dayatılan örgütlenme modelle rinin şu veya bu grubun elinde işlev siz tabelalar olarak kal ması, buna karşın gelişen eylemlilikterin komiteler, platformlar vb. örgütsel biçimler ortaya çıkarması, bunların eyleme katılan güçleri az-çok kolaylıkla kucaklaması, partinin düşünce çiz gisini doğrulamıştır. Bu birikim çoğaldığı ve gençl ik ha reketi daha da güçlendiği ölçüde, daha kalıcı kitlesel ör gütlenme biçimlerine geçiş de aynı ölçüde kolaylaşacaktır. Bu alanda elbette ki kendiliğindenci davranılamaz, fakat ya pay zorlamaların hiçbir sonuç vermeyeceği de yeterli açıklıkta görülmüş olmalıdır. Komünistler gençl i k hareketindeki ge l işmeleri ve eğilimleri , güç ve olanakl arı dikkatle izleme li, buna uygun düşen örgütlenme biçimlerini bizzat hare ketin pratik gelişme seyri içinden zamanında sezip çıkara169 bilmelidirler. Hareketin kendiliğinden ürettiği örgütlenme biçimlerine bilinçli bir ifade kazandırabil melidirler. Son bir sorun olarak, gençlik alanındaki güç ve eylem birliği sorununa da değinelim. Bu sorun genel planda olduğu gibi gençlik alanında da özel bir önem taşımaktadır. Ne var ki, geleneksel akıml arın çok bilinen zaafları , amaca uygun ve nispeten kalıcı güç ve eylem birl i kleri geliştirmeyi de zora sokmaktadır. Buna rağmen bu soruna gerekl i önemj vermek durumundayız. Fakat bunda başarılı olabilmenin temel önkoşulunun da kendi başarılı bağımsız faaliyetimiz olduğunu unutmamalıyız. Öncelikle kendi güçlerimizi etkin ve örgütlü bir biçimde seferber edebilmeli, kendi gücümüze güvenmeli, bağımsız faal i yetimizi güçlendirerek sürdürmeli, ancak bu koşulla ve buna tabi bir biçimde güç ve eylem birliği alanında üzerimize düşeni yapma yoluna gitmel iyiz. Yeni bir döneme doğru Türkiye ' de olayların seyri adım adım yeni bir dönemi hazırlamaktadır. Emperyalizmin ve sermayenin izlemekte olduğu politikalar gençl ik için de ağır yıkımlar yaratmak la kalmamakta, gençlik hareketiyle işçi ve emekçi hareke tinin buluşmasını ve birleşmesini de kolaylaştırmaktadır. Gün demdeki özelleştirme saldırılarıyla, toplumun tüm hak ara yan ve direnen kesimlerini hedef alan sistematik devlet baskısı ve terörü, gençlik hareketinin sınıf ve emekçi hareketiy le buluşmasını kolaylaştıran zemine güncel iki örnektir yalnız ca. Bu olgu, partinin gençlik çalışmasına göstermesi gere ken çok özel ilginin bir başka öneml i güncel nedenidir de. Komün i stler en güçsüz, olanaklarının en sınırlı olduğu bir dönemde bile devrimci gençlik hareketi içinde kendi lerine bir etki alanı bulabildiler. Bugün ise gençlik içeri sinde gerçek bir kuvvet olabilmek için temel önkoşullara 1 70 ve etkin bir çal ışma için önemli olanaklara sahiptirler. Bü tün değerlendirebilmekte yatmaktadır ve etkin bir biçimde değerlendirmenin ise tam za sorun bu imkanları bunları en manıdır. (Ekim , sayı: 2 1 6 , Temmuz 2000, başyazı) 1 71 Hücre saidiriSIRI püskürtmenin sorunlari ve sorumluluklari Mücadelede ulaşılan önemli aşama Hücre saldırısını püskürtme mücadelesinde önemli bir aşamaya ulaşılmış durumda. Bugün ulaşılan nokta saldırıyı püskürtebilmek için henüz yeterli değildir kuşkusuz. Fakat üç-beş ay öncesiyle kıyaslanamaz bir mesafe katedildiği de bir gerçektir. Buraya kolay gelinmedi elbette. Devrimci tutsakların Ulu canlar'da ve Burdur'da sergiledikleri ölümüne kararlılık; Ul ucanlar'daki katliamın ve Burdur'daki katliam girişimi nin etkin çabalarla açığa çıkartılması ve sarsıcı kanıtlarıyla kamuoyuna sunulması; binlerce tutsak devrimcinin tek bir ses halinde döne döne dile getirdiği hücrelere girmeme ka rarlılığı; bu kararlılığın toplumun ilerici katmanları içinde günden güne yayılması ve desteğe dönüşmesi; bu arada 1 72 devletin F tipi ile gerçekte neyi amaçladığını kamuoyuna ve kitlelere anlatmak için gösterilen y oğun ve sabırlı ça balar, vb., vb., tüm bunlar sayesinde olanaklı oldu bu aşama ya ulaşmak. Tüm bunlar sonucunda, hücre karşıtı mücade le önemli bir mesafe katetti ve kamuoyuna maloldu. Tüm bu çabaların sonucudur ki, düne kadar "F tipi 'ne ne pahasına olursa olsun geçilecektir" tehditlerini yüksek perdeden yi neleyip duran devlet bugün savunma çizgisine itildi Yineliyoruz, bu henüz saldırının püskürtülmesi değildir. Böyle olduğunu sanmak son derece tehl ikeli bir hayale ka pılmaktan başka bir şey değildir. Tam tersine saldırının ka derini bundan sonra yapılacaklar tayin edecektir. Fakat dünle kayaslanarak bugüne bakıldığında, varılan yer, bu saldırının pekala püskürtülebileceğinin önemli bir göstergesidir. Katedilen mesafenin anlamını ve değerin i doğru ölçe bilmek ve yerli yerine oturtabilmek için, bugüne kadar yapı Janların hemen tamamen, devrimci tutsakların sergilediği ka rarlılığın, devrimci akımların yürüttükleri henüz çok sınırlı faaliyetin, bir avuç tutsak yakınının yorulmak bi l mez feda kar çabal arının, bazı hukukçuların . gazetecilerin ve insan hakları çevrelerinin duyarlı lığının bir sonucu olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir. Reformisı sol partiler ile ilerici olmak iddiasındaki bazı sendikal çevreler, hücre karşıtı tu tumlarını sık sık açıklamakla birlikte, bugüne kadar bu doğ rultudaki mücadeleye henüz sözü edilebil ir bir pratik katkı sunmuş değiller ya da bu sembolik olmanın ötesine geç miş deği l . Mücadelenin yeni güçleri ve olanakları Buna rağmen, bu hayli dar güçlere dayanılarak da olsa yürütülen mücadele, gelinen yerde, düne kadarki yalnızhğı kırmış ve dünle kıyaslanmayacak ölçüde önemli bir hücre 1 73 karşıtı potansiyeli açığa çıkartmıştır. Son haftalarda, özel l ikle de B urdur vahşetinden beri, hücre karşıtı cephe hızla genişlemekte, özgüven kazanmakta ve daha tok bir kararlılık göstermektedir. Birçok kentte farkl ı kesim ve örgütlerin ka tıldığı hücre karşıtı platformlar g iderek yaygınlaşıyor. Semt lerde ve öğrenci gençli k içerisinde örgütlenen benzer plat formlar günden güne çoğalıyor. Aydınlar duyarlılıklarını bir eylemlilik süreciyle birleştiriyorlar, kuru açıklamaların ötesinde emek harcıyorlar. Barolar, tabip odaları ve öteki kimi meslek kuruluşları giderek daha duyarlı davranır ve daha ileri tavırlar sergiler hale geldiler. ilerici demokrat yazarlar konuyu basında sürekli işlerneyi sürdürüyorlar. Bu gelişmeler, halıhazırda son derece pasif davranan, sorunu sınıfa taşımak için hemen hiçbir şey yapmayan ilerici sendikal çevreleri de pratik değeri olan tutumlara muhak kak ki yöneltecektir. Yıllardır zindanlarda teslimiyetçi poli tikaları bir çizg i haline getiren, İmral ı ' daki teslimiyetİn ar dından ise dayanaksız af beklentileri içerisinde tümden teslim olma yolunu seçen PKK' l i tutsakların, gelinen yerde bu sal dırının kendileri için ne i fade ettiğini nihayet görmelerinin etkisiyle de olsa hücre karşıtı bir tutuma yönelmeleri, bir başka önemli gelişme ve olanaktır. Özellikle Burdur katliamından sonra tekelci medya bün yesinde bile çatlaklar oluştuğunu, bir kısım yazarların devletin niyetini ve hesaplarını açıkça tartışma konusu etme yolu na gittiklerini de bunlara ekleyelim. (Hala kılını kıpırdatma yan tek çevre Perinçekçi İP'tir. Politik amaçlarında mesafe almak için generanere yaranınayı biricik davranış ölçüsü hali ne getiren ve bu gerektirdiği için Ulucanlar katliamına ve B urdur vahşetine bile sessiz bir onay veren bu çevre, hüc re saldırısı konusunda tutumunu hala açıkça ·ortaya koymuş deği l.) Yukardaki tablodan kendiliğinden çıkan sonuç bell idir. 1 74 Hücre karşıtı mücadele düne kadarki darlığını parçala.m ış tır. Mücadele bundan böyle bu yeni güçlerin katılımı. katkıla ve desteğiyle sürdürülecektir. F tipi şahsında siyasal açıdan imha edilme ve tesli m al ınma saldırısının asıl hedefi olan devrimci hareket, şimdi saldırıyı püskürtrnek için bu güçler den en iyi bir biçimde yararlanmak sorumluluğuyla yüzyü zedir. Bu sorumluluğu' doğru bir çizgide ve başarılı bir tutumla ortaya koyabildiği ölçüde, mevcut desteği günden güne bü n yütmeyi, işçilerin ve emekçilerin geniş kesimlerine yaymayı da başarabilecektir. Bu başarıldığında ise, her halükarda belli bedeller gerektirse bile, hücre saldırısının püskürtülmesi işte o zaman güvenceye alınabi lecektir. Devrimci tutsakların kararlıhğı belirleyici önemdedir Sözü edilen başanya u laşabil menin bazı zorunlu ön koşullarını burada en özet biçimde ifade etmeye çalışalım. En temel önkoşul , zindanlardaki devrimcilerin, hücrelere girmeme ve buna karşı ne pahasına olursa olsun direnme kararlılığını en ufak bir zaaf bel irtisi göstermeksizin sür dürmeleridir. S al dırı kuşkusuz dışardaki mücadelenin gücü ve etki s i ölçüsünde püskürtülebilecektir. Fakat d ışardaki mücadelenin gücü ve etkisi ise, doğrudan içerdeki devrimci kararlı l ığa bağl ıdır, bu bir an bile unutulmamalıdır. Ulu canlar'daki ve Burdur'daki öl ümüne direnişler olmasaydı, bugün dışarıda ulaşılan güç ve etki de yaratılamazdı. Devletin bu kararl ılık karşısı nda yalnızca iki seçeneği var. Ya çaresizl ik, ya katliam ! İkincisinin neyi ne kadar çö zeceği de U lucanlar ve B urdur'da somut olarak görülmüş tür. Her iki vahşi saldırı da siyasal sonuçları bakımından ters tepmiş, devletin ayağına dolanmış, devletin teşhirine ve bell i bakımlardan geri çekilmesine neden olmuştur. B un1 75 dan çıkan sonuç, devletin vahşete başvurmasının da bel l i sınırları olduğu gerçeğidir. Devrimci tutsakların büyük bir titizlik ve hayatiyetle göz önünde bulundurması gereken temel nokta şudur: içerden yansıyacak ve zayıflık ya da zaaf olarak anlaşılabilecek en ufak bir belirti, dışardaki desteği de zaafa uğratır ve saldırıyı püskürtmenin bedelini kat kat arttırır. Bu sorunu, taşıdığı çok özel önemden dolayı ve dışarıda büyüyen desteğin içerde en ufak bir rehavete yol açmaması gerektiğini v urgulamak için hatıriatm ış oluyoruz. Devrimci akımların sorumlulukları İkinci temel önkoşul, saldırının öncelikli siyasi ve fizi ki hedefi durumundaki devrimci hareketin, bu konumun verdiği bir sorumluluk bilinciyle hareket etmeyi başarabilmesid ir. Bu öncelikle, saldırının anlamının v � sonuçlarının tam bi l incinde olarak, saldırıya karşı etkin bir siyasal çalışma içinde olmayı gerektirir. Gündemleşen ve başarısı halinde ağır sonuç ları olacak olan bir büyük saldırı ile yüzyüze bulunulduğuna göre, tüm devrimci çevreler güç ve olanaklarını bu doğrultuda en etkin bir b içimde seferber edebil melidirler. Öte yandan, ilerici kamuoyunu ve emekçi lerin geniş kesimlerini bu saldırıya karşı birleştirmek isteyenler, bun da tutarlı ve inandırıcı olabilmek için, aynı konuda devrimci akımlar olarak kendi aralarında da sağlam bir birlik ve iletişim kurmal ıdırlar. Aynı saldırının hedefi oldukları halde kendi aralarında bu birliği başaramayanlar, bu doğrultuda başkalarını birleştirme çabasında tutarlı ve inandırıcı olamazlar. Zindanlarda bu birlik vardır ve CMK örgütlenmesinde ve işleyişinde somut ifadesini de bulmaktadır. Aynı birlik, saldırıya ilişkin özel konumlarından dolayı öncelikle tutsak yak ınları arasında olmak üzere d ışarıda da her alanda ku1 76 rulmalıdır. İller ya da semtler düzeyinde kurulan hücre kar�ıtı platformlar, bu birliğin bize işlevsel örgütsel zeminlerini de kendiliğinden vermektedir. Devrimci hareketin sorumlulukları bahsinde, dönemin hiçbir ciddi hatayı kaldırmadığını, kar�ı devrimin istismar edeceği ya da provokasyonlara konu edeceği davranışlardan özenle kaçınmanın büyük sorumluluğunu da vurgulamış olalım. Sorun işçi smıfma ve emekçilere maledilmelidir Üçüncü temel koşul, hücre saldırısına karşı tutumu işçi sınıfına ve emekçilere maletmek sorumluluğudur. ilerici siyasi çevrelerde, demokratik kitle örgütlerinde ve aydınlar için de oluşturulan duyarlılık ile resmi kamuoyunda k ısmen de olsa yaratılmış çatlak, amaca önem l i ölçüde u l aşıldığı tür ünden bir rehavet yaratmamalıdır. Kitlelere malolmayan her dava gerçekte güçsüzdür ve başarı şansı ya yoktur ya da çok zayıftır kuralı burada da geçerlidir. Bugün hücre karşıtı mücadelenin en zayı f yanı da budur. Bu sorunun ve mü cadelenin işçi sınıfının ve emekçilerin geniş katmanıarına henüz taşınamamış, maledilememiş olmasıdır. Gelinen aşa mada dikkatierin ve enerj inin özellikle yoğunlaştırılması ge reken bir görev ahinıdır bu. Demokratik kurul uşların, sen dikaların, meslek odalarının ve aydınların gösterdiği du yarlılık, kendi içinde ele alınma� yerine, sorunun geniş kitle lere ve elbetteki öncelikle de bu kuruluş ve örgütlerin taban kitlelerine taşınmasının bir i mkanı olarak değerlendirilme lidir. Bu son görevle bağlantılı olarak üzerinde kısaca durulması gereken önemli bir sorun var. Bu sald ırının püskürtülmesi mücadelesinin başarılı olu p olmamasında, işçi hareketinin çok özel rolü küçümsenemez. Komünistler ve devrimciler 1 77 sorunu işçi kitlelerine maletmek için elbetteki öncel ikle kendi öz çabalarına dayanmal ı, bunu esas almal ıd ırlar. Ama bu hiçbir biçimde ilerici, hatta hatta devrimci ya da sosyalist olma iddiası taşıyan sendikal kesimlerin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Oysa zaman zaman hayli anlamlı açıklamalar yap salar bile hali hazırda bunu herhangi bir ciddi girişimle bir leştirmeyen tek kesim de denebilir ki i lerici sendikalardır. Ve bu, gözaltında işkenceyle sendikacılann katledildiği, salt sendikal girişimlerden dolayı sendikacıların ve işçilerin göz altına alındığı, grev yasaklarından baraj saldırısına kadar bir çok alanda işçi sınıfının doğrudan siyasal saldırılara hedef olduğu b ir sırada oluyor. ilerici sendikal çevreler bugün hala her zaman yapmakta pek ustalaştıkları gibi salt gönül alıc ı açıklamaların ötesi ne hiç geçmiyorlar, pratik adımlardan ısrarla yan çiziyor lar. B una pek iddialı bir çıkış yapan ve daha kuruluş top lantısında hücre karşıtı mücadeleyi işçilere maledeceğini ilan eden İEP gibi platformlar da dah i l . Bu, bu sendikaların ta banlarının duyarsızlığı ile de aç ıklanamaz. Zira zaten bütün sorun, hücre saldırısını bu tabana maletmek, bu konuda du yarlılık yaratmak olarak duruyor orta yerde. Hücre saldırısına karşı henüz kolunu kıpırdatmayanların tabanında duyarsızlı ğın egemen olması i se, eğer gerçekten durum buysa, hiç de şaşırıtıcı değildir. Kaldı ki konumlarını büyük ölçüde ilerici bir tabana sahip olmaya borçlu bu sendikaların tabanında bir duyarlılık yoksunluğundan sözetmek de gerçeklerle bağ daşmaz, inandırıcı da olmaz. S onuç ol arak , h ü cre s a l d ı r ı s ı çerçeve s i nde g i r m i ş bulunduğumuz dönem, gerçek konumların ve k imliklerin, taşınan iddiaların ve yapılan açıklamaların samimiyetinin sınandığı kritik bir dönemdir. ilerici sendikal çevrelerin bu nun bilincinde bir pratik sorumlulukla hareket etmeleri bek lenir. 1 78 İkiyüzlü b u rj u v a manevralara ve reformist hayallare karşı mücadele Bu arada, özellikle refonnist sol çevrelerde belli yanılgıları besleyebileceği kaygısıyla, bir özel noktaya daha değinmek istiyoruz. Bütün bu saldırı lar burjuvazinin sınıf çıkarları ve ihtiyaçları için gündeme getiriliyor. Bütün kanlı ve kirli işler, çete örgütlenmeleri, c inayetler ve katl iamlar, işkenceler ve zindanl ar, bu sınıfın, asalak sermaye sınıfının saltanatını gü vencede tutmak için gerçekleştiril iyor. Bütün suçların, kanın ve pisliğin siyasi ve ahlaki sorumluluğunu bu sınıf doğrudan taşıyor. B ütün buna yönelik politikaları el altından bizzat tezgahlıyor, tezgahlatıyor. Ama suç ve pislik açığa çıktığında da, bunun sorumluluğundan ikiyüzlü manevralarla sıyrılmaya çalışıyor. Kitle lerin tepkilerinden sıyrılmak, kurulu düzene ilişkin olarak duyabilecekleri güvensizliği bloke etmek, yaşa nanları yoldan çıkmış ya da ölçüyü kaçırmış bir kısım yöne ticilerin, idarecilerin sorumluluğu olarak sunmak vb. amaçla ra yönel iktir tüm bu manevralar. B unu Susurluk. pisliğinde gördük. Ulucanlar'daki v ahşi katliamın içyüzü açığa çıkarıldığı ölçüde özellikle bir kısım medyadaki sahte duyarlılık gösterileri şahsında gördük. Son ol arak aynı şeyi Burdur vahşetinin ardından çok daha be l irgin bir biçimde izleme olanağı bulduk. Bu ikiyüzlü manevralar karşısında zaafa düşmek ve da yanaksız hayallere kapılmak için kuşkusuz hiçbir neden yok tur. Fakat bu hayallerin, burjuvazinin AB 'ye giriş ihtiyaçları ve bu çerçevede Kopenhag Kriterleri gerekçe gösterilerek, reformİst solun bir kesim i tarafından körüklendiği de bir gerçektir. Bu tür hayalleri boşa çıkarıl malı ve burjuvazi nin bu sinsi manevralarını deşifre edilmelidir. Bunda ne denli başarıl ı olursak, düşülen açmazın etkisiyle girişilen ikiyüzl ü manevraların karşı-devrim kampında yarattığı çatlak lardan 1 79 da o denli etkin ve amaca uygun bir biçimde yararlanmayı başarmı ş ol acağı z. Devletin sinsi hazırlakları ve af saldırısı Burdur vahşetiyle aldığı darbe ne olursa olsun, saldırının yolunu yeniden düzlemek için devletin şu an hummalı bir hazırlık ve sinsi bir planlama içinde olduğundan kuşku du yulmamalıdır. Halihazırda F tipini şirin göstermek ve kamu oyuna buna inandırmak için harcanan yoğun çabalar, işin açıktan yürüyen yönüdür. El altından nelerin tezgahlandığını ise çok geçmeden görme olanağı bulacağız. Fakat bunlar dan biri, af yasası ile F tipi saldırısı arasında kurulan i l iş ki bütün açıklığı i le bilinmektedir. Devlet, siyasal tutukluları dışında bırakan bir af yasasıyla toplumda bir af rüzgarı estirerek devrimcileri tecrit etmeyi, bu sayede F tipini nispeten kolayca uygulamaya geçirmeyi hesaplıyor. Bu eski hesapta son zamanlarda d üştüğü duru mu telafi eden bazı rötuşlar yapması da ihtimal dışı değildir. Örneğin I 69. maddeyi af kapsamına alarak ya da infaz ya sasında yapacağı bir değişikl ikle bu aftan kısmen siyasal tutukluları da yararlandırırak, masum bir pozisyona geçmek ve böylece geleceğe dönük bu büyük saldırısını nispeten kolayca gerçekleştirmek yol unu da tutabilir. Devletin tüm bu manevraianna karşı hazırlıklı olmak, hücre karşıtı muha lefetin bu tür manevralarla zaafa uğramasının önüne geç mek durumundayız. "Anti-Terör Yasası kaldırılsm!" ' "Zindanlar yıkılsm, tutsaklara özgürlük!" Konuya ilişkin son bir nokta daha. Hücre saldırısını 1 80 püskürtrnek bugün en öncelikli görevdir; bu hedefe k i l it lenmek. zindan cephesine y ö nelik olarak dikkatleri ve güç· leri buraya yoğunlaştırmak gerekir. Fakat kamuoyunun ve kitlelerin d ikkatlerinin tam da bu sayede siyasal tutuklular gerçeğine yöneldiği bir sırada, bunu iki önemli konuya iliş kin bir propaganda-ajitasyonla da birleştirmek durumundayız. B unlardan ilki, "Anti-Terör Yasası kaldırılsın!" istemi, öteki si "Zindanlar yıkılsın, tutsaklara özgürlük!" şiarıdır. Bu iki sorun mahiyeti gereği hücre karşıtı mücadele sorunuyla sıkı s ık ıya ilişkilidir. Anti-Terör Yasası'nın kaldırılması isteminin içeriği ve anian:ıı yeterince açıktır. Devrimci tutsakların af istemedik leri , kendilerinin af yasasına dahil edilmemelerine yerinde bir davranışla zerre kadar aldırmadıkları bir durumda, "Zin danlar yıkılsın, tutsaklara özgürlük!" şiarının ileri sürülmesi, bu tutumla çelişkili gibi görünebilir. Gerçekte ise böyle bir çelişki yoktur. Devletten af beklemekte, siyasal tutsaklara özgürlük isternek tümüyle iki farkl ı şeydir. Devrimcilerin eyleminde tarihsel ve siyasal olarak en ufak bir suç unsu ru yoktur; onlar tarihsel ya da siyasal açıdan değil, yalnızca bugünkü düzenin yasaları çerçevesi nde "suçlu"durlar. Ger çekte ise onlar haklı bir davanın savaşçılarıdırlar; bu uğurda büyük fedakarlıklara katlanarak ve ağır bedeller ödeyerek müca�ele etmektedirler. B u ndan dolayıdır ki, yalnızca ağır baskı ve işkencelerin hedefi olmakl a kalmıyorlar, zindan lara kapatılarak özgürlükleri de gaspedi liyor. "Zindanlar yıkılsın, tutsaklara özgürl ü k ! " şiarı bu çer çevede gerçek suçluları oluşturan egemen sınıfa ve düze ne, onların devletine karşı devrimcilerin tarihsel haklı lığını ve mücadelelerinin siyasal meşruluğunu vurgul uyor. Önemli olan, bu gerçeği kitlelere maletmek ve buradan gelen basınçla devrimcilerin özgürlüklerine kavuşmalarını sağlamaktır. Düzen ve devlet kitlelerden gelen bu basınç ve istem karşısında 181 boyun eğdiğinde, buna hangi hukuksal ya da siyasal biçim ler içerisinde karşılık vereceği ise tümüyle bizim dışımızda bir sorundur. Sorun böyle kavranmal ı, bu çerçevede hücre karşıtı fa aliyet, Anti-Terör Yasası'na karşı ve siyasal tutsaklann özgür lüğü için etkin bir ajitasyonla birleştirilmelidir. Hücre karşıtı mücadelenin başarısı, F tipi saldırısının püskürtülmesi, beraberinde yeni mevziler de getirecektir. Bundan kuşku duyulmamal ıdır ve hücre karşıtı mücadele nin kesin başarısına kilitlenmeye buradan da bakılabilinmeli dir. (Ekim, sayı: 2 1 7, A,�ustos 2000, başyazı) 1 82 Siyasal durum ve devrimci görevler Siyasal sorunlar ve süreçler üzerine sık sık değerlendirme ler yapıyoruz. Temel süreçleri ve sorunları, bunlara egemen eğilimleri, gelişme yönlerini saptamaya çalışıyoruz. Süreçler aynı süreçler, sorunlar aynı sorunlar; kısa dönem içinde esas yönünden bir değişim sözkonusu değil. En fazla bu süreçler ya da sorunların ortaya çıkardığı belli ek unsurlar, yeni görü nümler, bazı yeni göstergeler sözkonusu. Değişiklik daha çok bu sınırlar içindedir, yönelimlerin kendisinde esasa il iş kin bir değişim sözkonusu değil. Beklenmedik gelişmeler yaşanmadığı sürece de kısa dönemde olmaz zaten. Bunları, burada kapsamlı ve sistematik bir yeni siyasal durum değerlendirmesinin çok özel bir ihtiyaç olmadığını v urgulamak ve dolayısıyla yapılacak değerlendirmenin sınır Ianna işaret etmek için hatırlatıyoruz. İktisadi durum ve sınıflar 1 83 cephesindeki manzaran ı n bazı çizgileri üzerinde durduktan sonra, bunu Kürt sorunuyla bağianıtılı bazı konulara ve hüc re saldırısı alanındaki son duruma bağlamakla yetineceğiz. Doğal olarak bütün bunları, dönemin devrimci görevlerinin k ısa bir sunuluşu tamamlayacak. ("Partimizin Tüzüğü Üze rine" konulu konferansa ek olarak verilen "Siyasal Durum" konulu bu konferansm Kürt sorununa ilişkin alt bölümünü ekte ayrıca sunuyoruz - Ekim) Faturanın düzenli olarak emekçilere ödetilmesi Türkiye kapitalizminin yapısal ve dönemsel çok ciddi so runl arı v ar. Yapısal bunal ım, artı dünya kapital izm inin sürınekte olan bunal ımı, artı bunun dönemsel olarak ağır laşmasının yarattığı ek yükler, tüm bunlar Türkiye kapita lizmini sık sık nefes alamaz duruma düşürüyor. Buna rağmen işlerin iyi-kötü götürülebi lmesinin gerisinde, faturanın i şçi sınıfına ve emekçi ler� az-çok bir kolaylıkla ödetilebilmesi gerçeği var. Türkiye kapitalizmi son 20 yıldır, 12 Eylül darbe sinden bu yana, bu avantajı çok iyi kull anıyor. Bugün· de bunal ımın faturası, ağır ve çok yönlü bir iktisa di-sosyal saldırı programı olarak, bir kez daha i şçi sınıfına ve emekçitere ödetiliyor. Sınıf ve emekçi hareketi bunu "sos yal yıkım saldırısı" olarak niteJiyor. Bu tanımlama bile yapıl maya çalışılanın kapsamını, ağırl ığını ve boyutlarını göster meye yetiyor. B urjuvazinin bunalıma müdahalesi, ya da alışılm ış ta birle "kriz yönetimi", i k i boyutludur. B ir yandan, bunalı mın sürekli olarak ürettiğ i dolaysız fatura aynı süreki i l ikle i şçi sınıfına ve emekçitere ödettiril iyor. Öte yandan ise, bunalım "yeniden yapıl anma" için bir imkan olarak kullanı lıyor. Burjuvazi, bizzat kendisinin sebep olduğu, kendi düzeninin 1 84 öz ürünü olan buna l ı m ı , "yapısal reformlar" ad ı allında emekçitere karşı kapsamlı bir saldırıya dönüşrürme yoluna gidiyor. Zaten çok güdük olan temel iktisad-sosyal haklar gaspediliyor, bazı sosyal kurumlar tasfiye ed iliyor, KİT' ler özelleştiriliyor vb. Bugün dünya ölçüsünde de bu böyle yaşanıyor. Her taraf ta bir "yeniden yapılanma"dır gidiyor; sosyal hakların gaspı, sosyal kurumların tasfiyesi ya da budanması, özelleştirmeler, esnek üretim, üretimin yeniden örgütlenmesi , raşeronlaştırma, sendikasıziaştırma vb. Tüm bunlar, dünya ölçüsünde "eko nomik reformlar" ya da "yeniden yapılanma" adı altında uy gulanan saldırı programının b irer halkası. B unlar hep buna lım fırsat bilinerek emekçilere bir de buradan bir saldırı ala nı açmak anlamına gelmektedir. Doğal olarak, "yeniden ya pılanma" saldırısıyla, bu çerçevede gündeme getirilen dü zenlemeler ve adımlarla, kapitalist ekonomiye, bu sayede de bir bütün olarak kapital ist düzene nefes aldırtılmaya ça lışılıyor. Türkiye ' de çok uzun yıllardır İ MF ve Dünya Bankası reçeteleri uygulanmaktadır. Resmen anlaşma olsun olmasın, fiilen bu hep böyleydi. Ama son bir yıldır, kapsamlı ve ağı r bir İMF reçetesi artık resmen d e uygulamada. İMF v e Dünya Bankası 'yla, onların dayatıp dikte ettirdiği çerçevede an laşmalar imzalandı ve bunun ifadesi saldırı reçeteleri tüm ş iddetiyle uygulanıyor. İMF üç ayda bir gel işmeleri kont rol ediyor ve reçete dayattığı şekliyle uygu lanıyorsa, ufak kredi musluklarını açıyor ve süreç böylece devam ediyor. Bugünkü pervasız saldırı bir durum değerlendirmesine dayanıyor B urjuvazi saldırı konusunda son derece pervasız ve bu nun gerisinde, kabul etmek gerekir ki, soğukkanlı bir du1 85 rum değerlendirmesi var. Kitlelerin çok tepkili ve hoşnutsuz olduğunu kuşkusuz biliyorlar. En az bizim kadar, hatta biz den de çok daha iyi bir biçi mde, bunun farkındalar. Kitle ler sık sık bu tepkilerini sokağa taşınyorlar, bunu da görüyor, izliyorlar. Ama buna alıştılar, bir bakıma bunu kanıksadılar. - 'Bunu basit bir realite kabul ediyorlar ve bu boyutlar için de kal ındığı sürece, saldırı p rogramının uygulanması için çok bir sorun oluşturmadığın ı düşünüyorlar. İşçiler ve kamu emekçileri sık sık çıkar sokağa, bağırır, çağırır, hak talebinde bulunur, bir şeyler talep ederler; ama böylece öfkeleri de bir süre için yatışır, sesleri orada öyle ce kaybolur gider, diye d üşünüyorlar ve saldırı programını kesintisiz biçimde uygulamaya bakıyorlar. Nasılsa hoşnut suzluklarını sınırlı tepkiler halinde d ışavurmak dışında, i şçi ve emekçi lerin bugün için ve bugünkü sınırlar içinde ya pabilecekleri bir şey yok, diye düşünüyorlar. Düzen adına, egemen sermaye sınıfı adına devleti yönetenlerde bu kana at net bir biçimde oluşmuş bulunuyor. Bu çerçevede saldırı reçetesini, sosyal yıkım programını, perv asızl ıkla uygula mayı sürdürüyorlar. Özelleştirme saldırısının bugün kazandığı boyutlar ve bu saldırının uygulanmasındaki kolayl ık buna bir örnek olarak verilebilir. İşçiler özelleştirmelere karşı birçok kez müca deleler verdiler. Belli yerlerde, termik santralierde, SEKA' da, yer yer h ükQmete geri adım da attırdılar. Ama bunlar an cak kısmi ve ya da kısa süreli sonuçlar yaratabildL Genelde özelleştirme saldırısı bugün en hızlandırılmış biçimiyle uygu lanıyor. Sınıf hareketinin zayıflıkları, birleşik bir kuvvet oluşturamaması, satılmış sendikacılar güruhunun açık ya da sinsi ihaneti , yer yer korkaklığı ve teslimiyeti, genel nite lik taşıyan ve sermaye sınıfı adına bizzat devlet tarafından uygulanan bu saldırının püskürtühnesini engelliyor. Öte yandan ücretler kısıtlanıyor. Karşılarında tek tek kapi186 talistlerin olduğu kimi durumlarda, işç iler yer yer geri adımlar attırabiliyorlar, %25 dayatmasını bel li yerlerde aşabiliyor lar. Bu sınır aşılsa bile, gerçekte genellikle satış sözleşmeleri imzalanıyor, %25 yerine %35 'le, %50'yle işçilerin geçmiş kayıplarını giderebilmek bir yana, gerçek enflasyon oranına bile yetişemeyen, bunun çok altında kalan sözleşmelerle bu işler bağlanıyor. Gene de işçiler bu noktada dayatılan sınırı , yer yer grevler sayesinde zorluyorlar. Tek tek kapitalistler kendi firmalarının genel ihtiyaçları çerçevesinde geri adım atmak, konulan sınırı aşan zamlar vermek durumunda kala biliyorlar. Bunlar kuşkusuz çok kısmi başarılar oluyor, genelde sonuç, yani faturanın i şçi sınıfına ve emekçitere ödetilme si uygulaması değişmiyor. Gerçekte ş u son bir yılda işçiler ve emekçiler, geçmiş yıllarla kıyaslanmayacak kitlesel hareketlil ikler içindedirler. Türkiye 'nin dört bir yanı her gün bir dizi eyleme, direnişe, kitlesel tepkilere sahne oluyor, eylemler sürekli biribirini izliyor. Ne var ki düzenin egemenleri aruk bunu da kanıksa mış durumdalar. Birleşik, hedefli, sonuca kilitlenen ve bunda kararlı ve ısrarlı olan bir sınıf ve kitle hareketi ile yüzyü ze olmadıkları konusunda fazlasıyla gerçekçiler. Nasılsa so nucu fazla değiştirmeyecek türden tepkiler sayıyorlar mevcut hareketliliği. Sendikal ih�net cephesinin paha biçilmez hizmetleri Bu arada sendikaları çok iyi kontrol ediyorlar, burdan da gelen bir rahatlıkları var. Artık ESK yoluyla bunu daha rahat bir biçimde yapıyorlar. Bi l indiği gibi, 28 Şubat 'ın meyvesidir ESK. Güya "irticaya karşı laik cumhuriyeti ko rumak" üzere, bir "sivil inisiyatif" kurdular. Burada sen dika konfederasyonları tekelci burjuvazinin çeşitli örgütle187 riy le birlikte aynı platformda biraraya getirildi. Buna da "sivil i nisiyatif' dendi. Gerçekte ise sözkonusu olan dört dörtlük bir MGK organizasyonuydu, herşeyiyle generallerin dene timinde ve güdümündeydi. Sonra bundan bildiğimiz ESK çıkarıldı. B ilinçli devrimci işçilerin "beşli çete" olarak nite ledi�i sözde sivil, gerçekte MGK güdümlü bu inisiyatif, sen dikalar cephesinden bir ihanet platformu olan ESK için bir basamak oldu. Böylece işçi konfederasyonları, emek düş manı pol itikaların merkezi düzeyde onaylayıcıları durumu na resmen de düşürülmüş oldular. DİSK, tabanının baskısı sonucunda ESK'dan çekildi. Ama bu çekiliş biçi msel bir gözboyamanın ötesine geçmiş değil. DİSK ' in de bugün farklı olarak yaptığı birşey yok gerçek te. �aç kez şaşaalı mücadele programları açıkladı, ama bun ların hiçbirinin arkası gelmedi. Ciddi görünümlü kampanya lar başlatıyorlar; ama sırf görüntüyü kurtarmak için, salt göz boyamak için, güya DİSK'in farklı oldu�unu göstennek için, hepsi bu kadar. Bu şaşırtıcı da değ i ldir. Zira DİSK yöne timi de asalak sendika bürokrasisinin bir parçasıdır, bu düzenin içindedir, işçi sınıfının sırtından geçinen aynı asalaklar takı mındandır. (Rıdvan B udak haini, DİŞ K ' in yeni dönemde ne olduğunun bir bakıma aynası ve özetidir). Bu konumuyla da DİSK yönetimi sorunlara düzenin için den ve düzenin iç dengeleri üzerinden bakıyor. İşçileri al datmak için lafta ne söylerse söylesin, gerçekte, bunalı m karşısında düzenin İMF reçetesinden başka bir alternatifi yok mantığıyla yakl aşıyor sorunlara ve saldırılara. Emekçilerin yakınmalarına bir parça tercüman olmayı, onu samirniyet sizce seslendirmiş olmayı, kendileri için yeterli sayıyorlar ve sorunu orada öylece bırakıyorlar. Sosyal yıkım saldırısı karşısında sendika konfederasyon larİnın rolü, işçi sınıfına ve emekçi lere karşı tam bir iha netten başka bir şey değildir. Saldırının daha az kapsamlı, 1 88 daha az parçalı olduğu dönemlerde, Tü rk -İ ş , hava boşalt mak için de olsa, arada bir Ankara'da merkezi ey l em ler yapardı. Kapsamlı ve çok yönlü bir saldırının ifadesi olan İMF reçetesi uygulanalı beri bunu bile yapmıyor. Tersine, sesi sedası çıkmıyor. B unların tümü sermayeye satılmış adam lar, kendi konumlarından v e sefil çıkarlarından bakıyorlar sorunlara. Emekçilerin çıkarlarını satışa çıkararak, kendi sefil geleceklerini güvenceye alınaya bakıyorlar. Emekçilerin tepki si burada, bunların sermayeye kendilerini satacakları fiyatı yükseltmede bir pazarlık unsurundan başka bir şey değil. Kötürümleştirilen KESK KESK'in durumu da, biçim olarak farklı olsa bile, özünde çok farklı değil. Belki bunlar henüz satış platformunda değil ler, henüz o duruma gelmediler. Zaten bu tür bir pazarlık güçleri de yok halihazırda. Ama birincisi, devlet yıldırıcı politikalarla bunları iyice geri teslimiyetçi-icazetçi bir çiz giye itiyor. Gel inen yerde neredeyse tam bir hareketsizliğe gömülmüş durumdalar. İkincisi, düzen bunlara da siyasal ikbal zemini koklatıyor, onları buna özendiriyor, iştahlarını kabartıyor. Onlar da, konumlarını tutar ve devlet nezdinde yasal bir meşruiyet kazanırlarsa, iyi bir siyasal rant alanına kavuşacaklarını düşünüyorlar, bunun ürünü olan bir hesaplı lıkla yaklaşıyorlar sorunlara. Hele bir de sahte sendika yasası sayesinde sendika aidatiarı kaynağından kesi lirse, o zaman · önemli bir ekonomik kaynağa da hükmetmek, buradan bes tenrnek olanağına da kavuşmuş olacaklar. KESK bugün hiçbir ciddi direnme örgütlemiyor, böy le bir sorunu da yok artık. Enerji Yapı-Yol Sen gibi bir iki sendika, zaman zaman bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Ama KESK ' i n böyle bir sorunu yok artık. Uzun zamandır ciddi hiçbir eylem örgütlemiyor. Arada bir yasak savma 1 89 türünden merkezi eylemler yapıyor, havayı boşaltıyor, ardın dan geri çekiliyordu. Neredeyse bir yıldır, geçen Aral ık'taki Ankara eyleminden beri, artık bunu da yapmıyor, yapamıyor da denebilir buna. ÖDP-HADEP reformisı çizgisinin KESK'i getirdiği yerdir bu. Şimdi yeni kongreler dönemi ve her yerde ÖDP ile HADEP birlikte hareket ediyorlar. B iraz olsun direnme yanlı sı bir eğil im gösteren EMEP türü reform isı akımlara bile artık katlanamıyorlar, onları peşpeşe merkezi yönetimlerden atıyorlar. KESK , adım adım böyle icazetçi-teslimiyetçi bir çiz ginin içine çekildi ve bugün neredeyse tümden kötürüm leştirildi. Yüzbinlerce üyesi vardı, bu sayının üçte-dörte birine, belki daha da aşağılara düştü, çok büyük bir üye kaybı yaşadı. Öte tarafta Kamu-Sen var; iki de bir demagojik çıkışlar ya pıyorlar, Ankara 'ya gidiyorlar, polis karşıianna çıkıyor, sahte kararlılık pozları takınarak tartışıyorlar, çekişiyorlar. Bu gö rüntülerle mücadeleci bir hava yaratmaya çalışıyorlar. Bir çok veri, Kam u-Sen ' in giderek bir kitle tabanı edindiğini gösteriyor. Oysa tümüyle devlet güctürnlü bu sarı sendika, düne kadar gerçek bir tecridi yaşıyordu. Kamu emekçileri kitlesi içinde açıkça devlet güctürnlü olmakla şaibeliydi. Böy lece K�SK bürokratlarının yarattığı boşluk sayesinde, kamu çalışanları hareketine bir darbe de buradan vurulmuş oluyor. Kamu çalışanları hareketi önemli bir mevziydi; '90'lar Türkiye' s inde kitle hareketi büyük ölçüde kamu çalışanları hareketi ile soluk aldı. Politik düzeyi en güçlü olan, dahası en k itlesel ve örgütlü hareketti. Zaman zaman yüzbin-yüz ellibin kişiyi bulan çok büyük kalabalıklarla kaç kez Anka ra 'ya indiler, Kızı lay ' ı işgal etmeye kalktılar, 4 Mart tü ründen hafızalara kazman militan direnişler gösterdiler. Oysa bugün bir perişanlık ve dağınıkl ık sergili yor bu hareket. KES K ' i n reform İst bürokratl arı, ÖDP ve HADEP ' in tesli1 90 miyetçi-reformist çizgisi, yazı k ki sonuçta bunu yaratmayı başardı . Sonuç olarak, düzen sendikalar cephesini çok iyi bağla mış durumda. 28 Şubat süreciyle bu iş özellikle kolaylaştı. KESK, ÖDP ve HADEP i le bağlanmış bulunuyor. HADEP zaten kendini düzene kabul ettirmek çabasında, bu neyi ge rektiriyorsa onu yapıyor. Emeğin sorunları, sosyal sorun lar diye bir sorunu zaten hiçbir zaman olmadı . Kürt bur juvazisinin güdümündeki bir parriden bu beklenemezdi de. Düne kadar bir parça soldan bir PKK baskısı h issedi yordu kendi üzerinde. İmralı 'daki utanç verici çöküşten sonra bu da ortadan kalktı. Artık bütü n bir Kürt hareketi , ege men sınıflar içindeki bazı sözde çatlaklara bağlamış durumda tüm umudunu. AB nonnları üzerine yaratılan sahte toz-duman içinde, taraflardan birinden, örneğin Diyarbakır gezisinde Kürtler'e hoş görünmek için "AB yolu Diyarbakır'dan geçer" dedi diye, ANAP gibi aşırı gerici sennaye partilerinden medet umuyor. ÖDP ' nin ise zaten mücadele diye bir sorunu yok, hiç bir zaman da böyle bir sorunu olmadı. İyice geri, utanç verici bir çizgiye kaymış durumda. Gel inen yerde işi kitle eylem lerinde siyaset yasakçılığına kadar götürüyor. Geçtik devrim ci siyasal akımları, tutsak aileleri gibi bugün anık burjuva basının dahi sayfalarını bir parça açmak zorunda kaldığı hak h çıkışlara bile kapılarını kapatmaya çalışıyor. SES ve Eğitim Sen 'nin son mitinglerinde yaşananlar bunun örneğidir. Kısacası, toplumsal muhalefet bugün çok ciddi ve çok yönlü tahribatlarla yüzyüzedir. Bugün bizlere çok ağır sorumluluklar yükleyen son derece çelişkil i bir tablo var orta yerde. B i r yandan, emekçi hare keti dört bir tarafta döne döne kendini ortaya koyuyor. Bazı yılgın aydınlara bile bir nebze olsun yeniden umut verebi lecek kadar bir hareketlilik, parçalı d a olsa sürekli bir hare/91 kedilik var ortada. Toplumsal muhalefetin çok farkl ı ke simleri, kendilerine yönelen saldırılara karşı şu veya bu bi çimde ve ölçüde seslerini yükseltiyorlar. Eylemler için sokağa çıkıyor, yürüyüş ve gösteriler yapıyorlar. Ama öte taraftan, emekçi örgütlerinin sermaye tarafından tam denetim altına alınması ya da KESK örneğinde olduğu gibi felç edilmesi gerçeğiyle yüzyüzeyiz. Bu devrim cephesi olarak, komünistler ve devrimciler olarak, kendi rolümüzü oynayamadığımızın, kendi görevlerimizi başarıyla yerine ge tiremediğimizin de bir göstergesidir. . . Sınıfa ve emekçitere saldırıda tam mutabakat İşçi sınıfına ve emekçilere saldırı politikaları çerçeve sinde egemen sınıf bünyesinde hiçbir görüş ayrılığı ya da çelişki yok. Ancak başını Perinçekçi İP'in çektiği devlet solu, bu noktada gerici boş hayaller yayan aldatıcı bir propagan da yürütüyor bugün. Orduyo, bekçisi olduğu düzenle, bu düzenin egemen sınıfı ile, bu sınıfın göbekten bağlı olduğu emperyalist odakla çelişkideymiş gibi gösteriyor. Aynı şekil de, "milli . sanayici" yaftasını astı ğı işbirl ikçi burj uvazinin ana gövdesini "mil lici güçler" içinde olmakla onurlandırıyor ve emperyalist küreselleşmeye karşıt konumda tanımlıyor. Gerçekte ise, İMF ve Dünya Bankası reçetelerinin uygu lanmasında, faturanın emekçilere ödetilmesinde, özelleştir me politikalarında, emperyalist globaleşmeye uyumda, tüm bu temel saldırı cephelerinde, egemen sınıf bünyesinde her hangi bir görüş ayrı l ığ ı ya da çelişki sözkonusu değildir. Yalnızca özelleştirme talanı örneğinde olduğu gibi , yağma ve payiaşımda bazı sorunlar çıkıyor arada bir. Yağmadan her biri daha büyük bir pay istiyor, buradan gelen bazı sorun lar yaşanıyor. Emek ve halk düşmanı politikaların özü ve 1 92 esası üzerinden ise egemen sınıf içi nd e herhangi bir ayrıl ık yok. Aynı şeki l de bu saldırı politikasına karşı gelişen kitle hareketini dizginlemek, saptırmak, durdurmak, oyalamak, aldatmak konusunda da kendi aralarında tam bir birlik ve uyum halindeler. Ordu, partiler, par!amento, bu konularda tam bir uyum ve koordinasyon halinde çalışıyor ve bunun dizginlerini de bizzat generaller tutuyor. Gerici, karşı-dev rimci, emekçi düşmanı bu mutabakatın gerisinde ordu, onun egemen kuvveti olarak da generaller var. Böyle bir dönemde CHP'nin sosyal sorunlara dayalı bir muhalefet yapmaktan özenle kaçınması da bu açıdan son derece anlamlı dır, işin mantığına uygundur. CHP'nin bu politikalara temelde ·herhangi bir itirazı yok; egemen ·sınıfları rahatsız edecek, onların kend isine duyduğu güveni sarsa cak hiçbir şey yapmlyor, dahası yapmamaya çok özel bir özen gösteriyor. B ugün muhalefette y ıpranmayan bir parti olarak; halen hükümette yıpranmakta olan partilerin yarın _ geri plana düşeceğini, meydanın kendisine kalacağını düşü nüyor ve kendince sırasını bekliyor. Zamanmda, '90'1ı ylllann başında, toplumsal hoşnutsuzluğu istismar etti, oy desteği aldı ve hükümet oldu, sermayeye ve "özel savaş"a hizmette kusur etmedi , süreç içinde yıprandı , emekçilerin desteğini kaybetti, parlamentonun d ışına düştü. Ş imdi ötekiler kay bedecek, sıra yeniden bana gelecek diye düşünüyor. Ama burada bel irgin bir açmazı var. B ugünkü emek ve halk düşmanı politikaya, emperyalizme uşaklık çizgisine en ufak bir itiraz yöneltmiyor, buna karşı herhangi bir mücadele alanı açmıyor. Zira bu politikanın engelsizce uygulanması gerek tiğine o da inanıyor ve dahası buna örtülü bir destek de veriyor. Bu onu açmazıdır, bu tutumla kitlelerin desteğini nasıl kazanacağı sorusu orta yerdedir. Bugün Türkiye ' de korkunç bir yoksullaşma var. Tür1 93 kiye nüfusunun önemli bir dilimi yoksulluk sınırının altına düşmüş durumda. Tekelci basındaki bir takım adamlar bile bunu yakın zamanda yazmak ve tartışmak durumunda kaldı lar, "İki Türkiye" üzerine kaygılı tablolar çizdiler. Türkiye'de 60 milyon insan sadece birkaç milyon asalak için çalışıyor; bu birkaç milyon insan har vurup harman savuruyor, sefa sürüyor, 60 milyon insan şu veya bu düzeyde eziliyor; top lumun yarısı yoksulluk sınırının altında yaşıyor, demek duru munda kal dılar. Doğal olarak bu , aman burada bir tehlike var, buna bir çözüm b u lmak gerekir eksenine ve kaygıs ına daya l ı bir tartışmad ır. Kendileri de burjuvazinin sofrasından beslenen, sözünü ettikleri asalak takımına dahil olan bu adamlar, bu soruna da doğal olarak düzen adına duydukları kaygıl ar çerçevesinde işaret ediyorlar. Faturayı ödetiyorıız, güzel, ama şöyle de sonuçları var; bu sorunları bilelim ve buna bir çare düşünel im, bir çözüm bulal ım tartışması bu. Kuşkusuz bu "çözüm" halkın yaşam koşullarını iyileştir mek olmuyor. Onlar aşırı yoksullaşma sorununa başka "çö züm"ler bulurlar. CHP ' y i hazırlarlar, ÖDP vb. ' lerini bes lerler, reformİst sosyal ist akımlarla kitlelerin en i leri lee simlerini dizginlemeye çal ışırlar, bir süre barikat olabile cek, oyalayabilecek yeni sahte alternatifler çıkarırlar orta ya. Sanki bir çözüm getiriyormuş umutları yaratan bir sahte sol muhalefet, sendikalar vb. yol l arla oyalamaya bakarlar. (Nitekim "iki Türkiye" ya da "öteki Türkiye" tartışmalarına, "CHP nerede, ne yapıyor böyle bir dönemde?" soruları, uyarı ve eleştirileri, buna dayal ı akıl vermeler eşlik ediyordu). Yapabilecekleri başka hiçbir şey yok. Bu politika yarata cağı sonuçlar bil inmeden uygulanmıyor ki . Yolaçtığı ve da ha da açacağı sosyal-kültürel yıkımı elbette çok iyi bili yorlar. 1 94 Emperyalizme uşa k hkta her türlü sınır aşılmış durumda Ve temel bir nokta daha. Bu politikalar aynı zamanda tepeden tımağa ulusal ihanet politikaları . Bir ülkenin eko nomisini, maliyesini, sosyal politikalarını emperyalist finans çevrelerinin mali polisi olan İMF ve Dünya Bankası 'mn eline vermek zaten başlı başına bir ihanet. Türkiye ' de çoktandır işler artık olağan hükümetlerle değil, emperyalist odaklarm emir ve reçeteleriyle iş gören İMF memurları tarafından yü rütülüyor. Devletin ve kamu yaşamının her köşesini işbir likçi-uşak takımı tutmuş. Artık globaleşmenin gerekleri adı altında tahkim yasaları çıkarılıyor, ulusal egemenJik hukuksal açıdan bile bir yana bırakılıyor. Büyük işletmeler, ulaşım, iletişim ve enerj i gibi en kritik sektörler, peşpeşe yabancı tekellere peşkeş çeki liyor. Emperyalist tarım tekellerinin mal fazlasına pazar açmak için ülkenin tarımı çökertiliyor, emekçi küçük köylülük acılar içinde yıkıma itiliyor. Bu, tepeden tımağa emperyalizme uşaklık politikası. Ve bu politika, "ulusal" temaları istimar eden, şoven milliyetçilik le oy alan DSP ve MHP eliyle uygulanıyor. Olayların sıradan kitlelere bile açıkça gösterdiği gibi bunların hepsi emper yalizmin yeminli uşakları, hepsi işbirlikçi burjuvazinin ve arkasındaki emperyalist odakların tam hizmetinde. Burada devlet solunun yaydığı gerici hayallere karşı önem le vurgulanması gereken nokta, ordunun bu politikalara hiç bir itirazının olmadığı gerçeğidir. Böyle bir itiraz bir yana, ordu tüm bu poli tikaların engelsizce uygulanmasının plan layıcısı ve kolluk gücü durumunda. İMF reçeteleri onun ne zareti altında, onun sağladığı asayiş ortamında uygulanıyor. Ordunun bir şeye itiraz ettiği zaman bunu nasıl kabul ettirdiği biliniyor. MGK tartışmaları, "Kopenhag Kriterleri", vb. sorun1 95 lar buna güncel örnekler. Gerektiğinde Refah Partisi gibi mecli sin en büyük partisini kapattırıyor, ona dayalı hükü meti düşürüyor. B u kadar kuvvetl i bir egemenliği günlük siyasal yaşamda. Ama İMF ve Dünya Batıkası politikalarına hiçbir itirazı yok, bunlara i lişkin en ufak bir tartışması yok. N iye olsun ki? Bu ordu zaten düzenin has bekçisi, burju vazinin sınıf çıkarlarının baş kollayıcısı. Devlet solu işte bu gerçeğe bile bile gözlerini kapıyor, bu konularda ordunun kritik ve beli rleyici rolünü gözlerden gizlerneye çalışıyor. Bu tam bir halka ihanet tutumudur. Sosyal y ıkım saldırısım siyasal saldırı tamamlıyor Siyasal cepheye bakıyoruz; uygulanan sistematik faşist baskı ve terör politikası konusunda da herhangi bir sorun yok aralarında. Emekçilerin demokratik hak ve özgürlüklerinin gaspedilmesi konusunda bir sorun yok. İlJer İdaresi Yasası'nın, Anti-Terör Yasas ı ' nın uygulanmasında, F tipine geçişte bir sorun yok. Kürtler'in haklarının inkar edilmesi konusunda bir sorun yok. Egemen sınıfın bu sosyal yıkım politikasının siyasal düzleminde de kendi içinde bir birliği var. Yalnızca bazı aldatıcı, gözboyayıcı rötuşlar üzerine arada bir çıkan tartışmalan var. "Genişletilmiş Anayasal Vatandaşlık" ve daha genel planda "Kopenhag Kriterleri" üzerine büyük bir hızla geride bırakılan tartışma buna taze bir örnek. Ordu bu türden rötuşları bile l üks sayan bir tutum içerisinde. Bu çerçevede sorun ne peki? Kürt sorunu I 5 sene bu memleketi sarstı . B urjuvazinin bir kesimi, Kürtler'in büyük bir bilinç ve artık kolayca yokedilemeyecek ulusal bir kimlik kazandığını biliyor. Bunu daha uzun vadeli olarak tehlike olmaktan çıkaracak bazı adımların iyi olacağına inanıyor. Bu işin bazı kırıntılarla pekala olacağını, PKK 'nın düşü1 96 rüldüğü durumun da bunun için bulunmaz bir vesile olduğunu düşünüyor. Böyle düşünenler, bunlar savaştılar. ama başaramadılar, yenildiler ve sonuçta teslimiyeti seçtiler, bu gerçeği kabul de etmiş durumdalar; bu durumda bırakal ı m Kürtçe kamu sal alanlar dışında kullanılsın, dil serbest olsun, isteyen özel televizyon kursun, hatta özel okul bile açsın; ama kamu eğiti mi ve yaşamında resmi dil Türkçe 'dir, devlet üniterdir, bu noktada hiçbir tartışma olamaz, zaten yok da, diyorlar. Bazılan bunu yapmanın iyi olacağın ı , bu yapılmazsa, Kürt ulusal mücadelesinin biriktirdiği potansiyelin yarın yeniden kay nayabileceğini, bunun çok anlamsız sorunlar yaratacağını dü şünüyorlar. Hazır Avrupa B irliği 'ne giriyoruz, zaten ''Ko penhag Kriterleri"nin de bir gereği bu rötuşlar, d iyorlar. Düzen yardakç1hğmda refo r m ist solun iki ucu Ama bu konular ekseninde tam bir rezalet yaşanıyor bugün reformist solda. Bu rezaletin bir ucunda HADEP ve ÖDP, öteki ucunda İP var. HADEP ve ÖDP diyorlar ki; Avrupa B irliği 'ne giriyoruz; "Kopenhag Kriterleri" çerçe vesinde demokratikleşrnek bir ihtiyaç, Avrupa B irliği bunu istiyor, kaldı ki Helsinki Antiaşması 'na göre de bunun ol ması gerekiyor; ama Türkiye'deki savaş ranıçıları buna karşı; AB 'ye katılmaktan yana güçlere destek ol ursak, demokra si sorunun çözümünü de böylece kolaylaştırmış oluruz, vb. , v b ... Tersinden de, generallerin bu rötuşlara bile tahammül süzlüğü, ordu dalkavuğu İP tarafından ulusal bağıms ızlığın korunması , ulusal devletin savunulması ol arak sunulabili yor. ÖDP ve HADEP egemen sınıf kliklerinden ve emper yalistlerden demokrasi bekliyor, İP ise emperyalizme gö197 bekten bağlı düzenin bekçisi general leri ulusal bağımsızlı ğın koruyucusu ve güvencesi ilan ediyor. O generaller ki NATO'nun tam hizmetindedirler, Balkanlar'da ABD hesabına savaş yürütmekle övünürler, Bosna'da ve Kosova'da işgalci birlik bulundururlar, ABD güdümünde siyonist İsrail ile bir l ikte Ortadoğu halklarına karşı askeri pakt kurarlar, iç top l umsal muhalefetin ezilmesinde baş rolü oynarlar, İMF ve Dünya Bankası 'nın sosyal yıkım pol i tikalarının engelsizce uygulanması için ne gerekiyorsa onu yaparlar, Kürt halkının en ufak bir ulusal hak talebine bile katlanamazlar, vb., vb. Bu düzen yalakalarının konumu özünde birbirinden fark sızdır. Her iki reformİst grubun da halka, onun gücüne, mü cadelesine dayalı değişimlere zerre kadar inancı yoktur. Bu nedenle tüm umutlarını bazı egemen sınıf kl iklerine, onların dayandıkları emperyalist odakl ara, ya da sermaye düzeni nin temel egemen l ik kurumlarına bağlam ışlardır. Emperyalistlerden demokrasi bekleyenler "Genişletilmiş Anayasal Vatandaşlık" aldatmacası Kürt ler'e gerçekte hiçbir şey getirmiyor. Kürtler'e bugüne ka dar fiilen kazandıklarının kırıntıları bile verilmiyor. Bu, ege men sınıf içerisinde, eğer bazı yumuşatıcı adımlar atılmazsa, bu çelişkileri keskinleştirir, tepkileri arttınr kaygısının getirdiği bir şey. Ama ordu ağırlığını koyar koymaz geri adım atıyorlar. Hükümet açıklama yapıyor, ordu içinde hiçbir görüş ayrılığı yoktur diyor. Mesele salt ordu meselesi de değil . Ecevit Kürt sorunu yoktur diyor, MHP Kürt sorunu yoktur diyor. ANAP, zaman zaman Avrupa ve ABD 'nin bazı reforml ar yapılsın propagandasına uygun bir söylem kullanıyor, buna yatırım yapıyor. Ama generaller ağırlığını koyar koymaz da öteki lerle aynı konuma aynı hızla çark ediyor. 1 98 Bir tartışma var, ama bu nüanslara ilişkin bir tartışma. Sosyal reformistlerin bu tartışmada kendilerine politika alanı araması veya burda bir "politik çözüm" olanağı bulması utanç vericidir. Reformisı konum açısından bile utanç vericidir. EMEP yapmıyor bunu örneğin, egemen sınıfın bu iç tartış malarında taraf olmuyor. ÖDP ile HADEP hararetle oluyorlar. Avrupa solu bunlar, Kopenhag solu da d iyebiliriz. Avrupa emperyalizminden ciddi ciddi demokrasi ve u lusal özgür l ük bekliyorlar. Avrupa hiçbir yere demokrasi götürmüyor. Almanya Kürt sorunu üzerinden Amerika 'nın bu işi denetimine ald ığını görünce, tersine Kürt sorununu kaşıyor. Almanya'da Federal Anayasa Mahkemesi'nde PKK yasağı şu günlerde onaylandı. Alman emperyalizmi Almanya'da PKK yasak iken, Türkiye'de PKK 'nın siyasallaşmasına destek verir mi? A vrupa kimseye demokrasi getirmez. Avrupa olsa olsa ezilen sosyal-kültü rel katmanların demokrasi özlemlerini istismar ederek, kendi emperyalist nüfuz politikalimnın aleti, dolgu malzemesi haline getirmeye çalışır. "İnsan hakları", "demokratik haklar", böyle şeyler emper yalizmin zerre kadar umrunda değil. Emperyalizmin uygu ladığı ekonomik ve sosyal politikalar geniş insan yığınlarını işsizliğe, açlığa, sefalete, fuhuşa, sokağa, ahlaki ve kültü rel dejenerasyona mahkum ediyor. Türkiye'deki yoksullaş ma, gelir uçurumu nereden doğuyor? İMF ve Dünya Ban kası'nın emperyalist devletlerin ve tekellerin çıkarları doğrul tusunda uyguladığı politikalardan değil mi? Geniş sosyal kat manlan yıkıma sürükleyen en büyük insanlık suçu değil mi bu? Çalışan sınıfiara karşı işlenen en büyük insanlık suçu değil mi bütün bunlar? Çalışan ve üreten emekçitere karşı işlenen bütün bu kapsamlı sosyal suçların gerisinde demok rasi için umut bağlanan o aynı' emperyalistler yok mu? Emperyalistler kim, insan hakları kim! İnsan hakları 1 99 emperyalistlerin umurunda mı? Ecevi t ' in Amerika'ya gittiği sabah saatlerinde 10 devrimci U lucanlar'da katledi ld i , on l arcası ağır biçimde yaralandı. Peki bu sıcak olay hakkında Amerika'da Ecevit'e tek bir l af söylendi mi, gazeteciler bir soru olsun sordular mı? Ama Heybeli Ada'daki papaz okulu niye açılmıyor; Antakya 'daki kiliseye bilmem ne niye takıl mıyor: Aleviler'in hakları niye verilmiyor? Bu türden sorular ve sorunlar hararetle gündeme getiriliyor. Bunlar üzerine niye politika yapılmasın ki? Örneğin böylece Alevi kitle sinin desteği kazanılmak, buradan gidilerek bir politik nü fuz alanı yaratı l mak isteniyor. B unun emperyali sdere hiç bir iktisadi ya da sosyal faturası yok, ama sağladığı büyük politik nüfuz alanı var. Dikkat edin, sosyal haklar sözkonusu olduğunda, emekçi lerin ekmek sorunu sözkonusu olduğunda, konut hakkı söz konusu olduğunda, çocuğuna i l aç sözkonusu olduğunda, iş geçim aracı sözkonusu olduğunda, "insan hakkı" yok. B u n un için heyetler geliyor mu Türkiye 'ye, bunun için baskı yapılıyor mu? Tam tersine, bu pol itikaların uygulanması, İMF, Dünya Bankası üzerinden bizzat onlar tarafından daya tılıyor. Ve bu politikalar uygulandıkça, ayn ı emperyalist lerce Türkiye kapital izminin "kredi notu'' yükseltiliyor. Emperyalizm gericilik demektir, emperyalizm köleci bir egemenlik demektir, hak ve özgürlüklerin boğulması demek tir. Emperyalizmden demokrasi beklemek tam bir gaflettir, daha da ötesi bir uşaklıktır, sol değerlere tümden ihanet tir. Emperyalizm etn ik, kültürel, mezhepsel , dinsel çelişki leri kullanarak, toplumları paralize ed ip cemaatlere bölerek onlar üzerinden kendine etki alanları yaratıyor. Ve bunu aynı zamanda sosyal çelişkiyi geri plana itmek için yapıyor. Hala solcu geçinebilen birileri de buna kendi cephelerinden omuz vermiş oluyorlar, uşakl ık ve ihanet buradadır. 200 A merikancı generalleri bağımsızhğm güvencesi sayanlar B ugün devlet solunun, somutta İP ' in , ı stısınar ettiği noktalardan biri de budur. H ADEP ve ÖDP ' n in bu l iberal burjuva hayallerini kullanarak, kendi şoven-m illiyetçi-dev letçi çizgisine, o gerici burjuva politikalarına meşruiyet alanı yaratmaya çal ışıyor. İP, ordu "Kopenhag Kriterleri"ne karşı çıkarak Türkiye 'nin bağımsızlığını savunuyor, ul usal dev leti koruyor, d iyor. Gerçekte ise, ordu yalnızca Kürtler'e aldatıcı bazı kırıntılar vermeye bile yanaşmıyor. Kürtler'e aldatıcı haklar verilmesine bile katlanamaya:ı i·· orduyu bu .. davranışından dolayı ulusal bağımsızlıkçı ilan etmek, en büyük utanmazl ıktır. Bu generaliere en bayağı bir dalkavukluktur, onlara yaranmak adına en temel ilerici değerleri bile ayaklar altında .Çiğnemektir. Bu, halk kitlelerine karşı en büyük iha nettir, tamı tarnma gerici karşı-devrimci bir tutum ve ko numdur. Bu ordu "ulusal piyasa"yı savunuyor da, özelleştirmelere ve İMF reçetelerine neden herhangi bir itirazı yok? Ulu sal devleti savunuyor da, neden uluslararası tahkime bir itirazı yok? Özelleştirmeler onun süngösünün gölgesinde uygula nıyor. Emekçi halk kitlelerinin ezilmesine, bu ülkenin ulu sal ihanet içerisinde emperyalizme peşkeş çekilmesine iti raz eden devrimci genç insanlar generallerin komutasındaki bu aynı ordu tarafından kurşunlanıyorlar. Ordunun görevi, temel işlevi işte tamı tarnma bu. B u sadece genç devrimci insanlar meselesi de değ i l . Toplumsal muhalefetin, işçinin, emekçinin, köylünün nefes almasını ve bir çtkış yolu bulmasını da bu ordu engel liyor. Bu, bir NATO ordusu, İsrail s iyo nizmi ile kolkota bulunan, Ortadoğu ' da emperyalizmin bekçisi olan bir ordu . . . Ülkenin dört bir yanının ABD ve NATO ü sleriyle donat ılmasına, İnc irl i k ' ten günü birl ik Irak ' ı n 201 bombalanmasına tek kel ime itirazı olmayan bir ordu . . . Bakınız Kürt soru nu sözkonusu olduğunda ABD'ye ters düşmeyi göze alabiliyor. Bunu hiç de ulusal bağımsızlık adına değil, fakat Kürt halkının en sıradan demokratik haklarına tahammülsüzlüğünden dolayı yapıyor. Kendi devlet sınırları içindeki ezilen bir ulusa bir parça olsun bazı demokratik haklar tanınmasına bile tahammülü yok. Öğlesine ki bu nok tada ABD politikaları ile yeri geldiğinde ters düşebiliyor. Ama özelleştirmeye i tirazı yok, özgürlüklerin boğulmasına itirazı yok, İMF reçetelerinin uygulanmasına ve tahkime itirazı yok. Tersine, bu politikaların uygulanmasının koruyucusu ve kollayıcısı. İşçi sınıfına, emekçilere, gençlere soluk aldır mayan, tüm bu kesimleri bir baskı ve terör cenderesi için de tutan tüm faşist yasalar, ordu v e MGK patentlidir. Anti Terör Yasası 'ndan İller İdaresi Yasası'na, Kriz Yönetim Mer kezi ' nden F tipine kadar hepsi generallerin kendi öz ürün leridir. Tüm bu yasaların ve yasakların, bu baskının ve terörün arkasında hep ordu durmaktadır. Planlama, yönetme, uygu l amaya sokma, uygulamayı denetleme, tüm bunlar hep ge nerallerin elindeki MGK merkezlidir. Ordu kurumu i le ilgili halk kitleleri içerisinde en ufak bir hayal yaratmak, devrime ve halka ihanettir. Aynı şekilde, emperyalistlerle ilgili en ufak bir hayal yaratmak, devrime ve halka ihanettir. Reformisı solun karşı karşıya duruyor muş gibi görünen iki ucu, demokrasi ve özgürlük müca delesine, bağımsızlık m ücadelesine, devrim mücadelesine ihanet çizgisinde birleşiyorlar. Adını andığımız reformisı sol çevreler izledikleri politikalarla ihanetin batağmdadırlar. . Bu ihaneti her adımda teşhir etmek, sol adına yayılan sahte hayallerin içyüzünü sergilemek, komünistlerin en temel görevlerinden biridir. (Ekim, sayı: 2 1 8 , Eylül 2000, başyazı) 202 Hücre saldn1s1 ve yeni zindan direnişi Hücre karşıtı mücadelenin yeni b i r evresine girmiş bu lunmaktayız. Devrimci tutsaklar ileriki bir aşamada Ö lüm Orucu'na dönüştürülecek Süresiz Açlık Grevi eylemine baş lamak üzereler. Eyleme başlama tarihi 20 Ekim olarak sap tanmış durumda. Girmiş bulunduğumuz yeni evre bu büyük direniş eylemiyle karakterize olacak, sonuçlan onun tarafın dan belirlenecektir. Hücre saldırısının ve hücre karşıtı mücadelenin Ulucan lar katliamını izleyen son bir yıllık toplam seyri ve son iki aylık özel evresi, devrimci tutsakların anık bu tür çıkış yap masını bir ihtiyaç olduğu kadar zorunluluk hal ine de ge tirmişti . Ulucanlar katliamıyla başlayan ve B urdur vahşetine varan süreç, hücre karşıtı mücadelenin Burdur saldırısı ertesinde ulaştığı önemli gelişme düzeyi, bu aşamada devletin itildiği 203 savunma konumu vb., tüm bunlar genel planda yeterince tartışılmış ve parti basınımızda da yeterli açıklık ve genişlikte döne döne işlenmiştir. B u nedenle, burada daha çok şu son birkaç ayın gelişmeleri üzerinde durmak, bu yakın sürecin zindan cephesinden devrimci bir çıkışı neden bir ihtiyaç ol duğu kadar bir zorunluluk haline de getirdiğini ortaya koy mak durumundayız. Hazırlanan manevralar ve sürmekte olan saldırılar Öncelikle herhangi bir özel tahlil gerektirmeyen, çıplak gözle görülebilecek bir açıkl ıkta önümüzde duran kaba bir gerçeğin altını çizerek başlayalım. Burdur vahşeti sonrasında politik açıdan savunmaya itilen devletin, pratik açıdan herhan gi bir geri adımı sözkonusu değildir. Tersine, devlet o günden beri genel bir saldırıya yönelik hazırl ık ve manevralarını bütün hızıyla sürdürdüğü gibi, birçok cezaevinde s istema tik hak gaspları da birbirini izlemektedir. Devletin B urdur vahşeti sonrasında teşhir olması ve savunma konumuna düş mesi olgusu bazı çevrelerde tehlikeli yanılgılara yolaçmış bulunduğu için, bu gerçeğin altını çizmek burada özellikle gereklidir. Önce son birkaç ayın pratik seyrine kabaca bakal ım. Bergama saldırısının ardından Buca 'da ağır bir fiili durum yaratılmıştır ve bu haftalardır sürmektedir. Cezaevlerinde ve d ışarıda buna karşı anlamlı b ir tepkinin yükseltilememesi, pervasızhğı daha da artırmaktadır. Birçok başka cezaevin de ise, sürekli saldırı ve provokasyonlada bir taraftan haklar gaspedilirken, öte taraftan yıldırıcı bir hava yaratılmaya, bir moral üstünlük durumu elde edilmeye çalışılmaktadır. Ve bu arada, yeterinci ilgi görmeyen, fakat politik anlamı son derece önemli bir gelişme daha yaşanmıştır. İlgili cezaevindeki 204 PKK 'lı tutsakların yakın günlerdeki açı ldamasına göre, Erzurum Cezaevi 'nde hücre uygulamasına resmen geç ilmi� bulunmaktadır. Yakında bunu Elazığ ve başka cezaevleri nin izleyeceği de, aynı açıklamalarda yer almaktadır. Ulu canlar ' ı öneeleyen süreçte i k i devrimci tutsağın Eskişehir hücrelerine götürütmesi karşısında gösterilen politik hassasiyet gözönüne alındığında, Erzurum üzerinden başlatılan uygu lamanın politik anlamı ve sonuçları çok daha iyi görülebi lecektir. Bütün bunlara paralel olarak, hücre saldırısıyla ne yapmak istediği açığa çıkarıldığı ölçüde savunmaya i ti len devletin bu konumdan kurtulmak için giriştiği manevralar, buna yöne l ik g irişim ve hazırlıklar da aynı h ızla sürmektedir. Hücre karşıtı muhalefet i şaşırtmayı, tereddüte düşürmeyi ve böl meyi, mümkün mertebe yeniden devrimci tabana doğru dar alımayı amaçlayan bu manevralar, meclis çalışmalanyla birlikte bir karşı saldırı olarak gündeme getirilecektir. Ve en kritik noktaya geliyoruz. Burdur vahşeti sonrasında önemli bir güce, dinamizme ve özgüvene kavuşan hücre karşıtı muhalefet ise, bu aynı süre içerisinde günden güne aktivi tesini yiti rmiş, gelinen aşamada belirsiz bir bekleyişe sü rüklenmiştir. Devrimci akımların ve tutsak yakınlarının tüm çabalarına rağmen, bu durum halen de kırılamamaktadır. Ulucanlar vahşetinin yıldönümünde bile bunun kırılamaması, ortadaki tablonun "olağan" değil fakat bir zaafiyet d uru munu yansıttı ğını göstermektedir. Strateji-taktik, savaş-muhabere vb. kategoriler üzerin den konuşup yazmaya pek meraklı bazı çevreler, son bir kaç aylık gelişmelerin bu kaba tablosunu, "savaşın karmaşık seyri" içinde yaşanan "olağan" durumlar saymaya özel bir eğilim gösteriyorlar. B urada bir samimiyetsizlik yoksa eğer, bu tür değerlendirmelerle gerçekte ve yalnızca kendi ken dilerini aldatmı ş oluyorlar. Zorlu bir mücadele elbette düz bir ç izgi değil , fakat kannaşık bir seyir izler. Bunu unutmamak mücadeleye sabır, soluk ve esneklik kazandırmakla kalmaz, isabetli taktikler ve tutumlar izleme olanağı da sağlar. Fakat bu diyalektik düşünce tarzının bir başka temel kuralı daha var; buna göre, gerçek her zaman somuttur. Ortada çıplak gözle bile görülebi l ir bir somut durum varken, bir takım genel kategorileri lerle oynayarak, bunu somut gerçeğe gözlerini kapamanın olanağı haline getirmenin anlaşılır bir mantığı olabilir mi? Böylelerine durumu bir parça anlatabilmek için, biz de biraz o çok eğilim duyulan "savaş dili"ne başvurmak yo lunu seçelim. Savaşta düşman karşısında kazanılan bir üstün lük, ya ona karşı yeni bir saldırının dayanağı olarak kullanılır, ya da gelecekte hazırlanılacak bu türden bir saldırının önemli bir mevzisi olarak korunup sağlamlaştırılır. B urdur vahşeti sonrasında elde edilen üstünlüğe bakıldığında, devrim cep hesi olarak bu iki açıdan da başarısız kaldığımızı kabul et mek zorundayız. Elde edilen üstünlüğü hücre saldırısını püs kürtmenin yeni bir imkanı ve dayanağına dönüştürmekte ba şarılı olamadığımız gibi, edilgen bir bekleyiş içerisinde düş manımıza kendini toparlaması, yeni manevra ve saidıniarım serbestçe hazırlaması için akıl almaz bir kolaylık da sağlıyo ruz. B ununla da kalmıyoruz, bu arada, B uca örneğindeki türden pervasızlıkları, birçok başka cezaevindeki ardı arkası kesilmeyen hak gasplarını aşırı bir "sabır"la karşılıyoruz. Ve bunun düşmana yeni bir moral güç ve saldırı ini siyati fi kazandırdığını görmezlikten ve anlamazlıktan geliyoruz. Dahası, böyle işleyen bir sürecin, kendi saflarımızda ve destek güçlerimiz içerisinde, bir duyarlılık, toparlanma ve aktifleşme ye değil, tam tersine, bir belirsizliğe, yer yer ciddi kafa karı şıklığ ına ve özellikle de destek güçler arasında tereddüt, yalpalama ve kanıksamalara yolaçtığını bilmezl ikten geli yoruz. Zindan cephesindeki çalişmanın kendine özgü karakteri Kendilerini belki masum ama o ölçüde tehlikeli yanılgıla ra mahkum edenlerin en ternet yanlışlarından biri, devlet le devrimciler arasında zindan cephesinde gündeme gelen çatışmanın, bu çerçevede hücre saldırısımn, kendine özgü karakterini gözden kaçırmaktır. Genel bir politik yaklaşımla, demek oluyor ki nihai politik amaçlan ve sonuçları açısından ele alındığında, zindanlarda devrimcilerin teslim alınmak istenmesi elbette ki dışardaki toplumsal muhalefetin teslim alınması amacına yöneliktir. Bu gerçeğin kitlelere anlatılması ve propaganda edilmesi , bu sayede ilgi ve desteklerinin uya nlması, böylece hücre karşıtı mücadeleye kazanılmaları, elbette özel bir önem taşımaktadır. Fakat biz bunu alır, mevcut ça tışmaya "kitle hareketi diyalektiği" kategorilerini uygulamanın bir dayanağına çevirirsek, (üstel ik kitle hareketinin oldukça geri ve parçalı bir çizgide seyrettiği, kendilerine yönelik en hayati saldırılar karşısında bile kitlelerin anlamlı bir varlık ortaya koyamadığı bir evrede), bir kez daha kendi kendi mizi aldatmış oluruz. Kendimizi aldatmayalım; Türkiye'nin bugünkü siyasal koşullarında, sınıf mücadelesinin ve kitle hareketinin bu günkü gelişme düzeyinde, zindan cephesindeki çatışmada sürükleyici ve tayin edici kuvvetler. devrimin ve karşı-dev rimin öncü kuvvetleridir. En somut biçimde bakıldığında, bir tarafta boyun eğdirilmek istenen devrimciler, öte tarafta boyun eğdirmek isteyen devlet durmaktadır. Elbette ki bu çatışmada taraflar sonuca, kitlelerin ve kritik anlarda onların duyarlılığı altında hareket edebilen kamuoyunun desteğini alabildikleri ölçüde yürüyebileceklerdir. Ama işte bu desteği alabilmek için de devrimciler kendi cephelerinden tok. kararlı ve boyun eğmez davranmal ıdırlar. Zira ancak böyle dav207 ranabildikleri ölçüde, devletin saldırıları karşısında inisiyatifi ele al ıp gerektiğinde yeni sarsıcı çıkışlar sergileyebildikleri ölçüde, başarı l ı olabileceklerdir. Elbette böyle olduğuna kimsenin kuşkusu yok, bu kada rını herkes paylaşmakta, görünürde kendince buna uygun da davranmaktadır. Fakat son birkaç ayın kritik geli şme leri üzerinden baktığımızda, durum gerçekten tam böyle mi d ir, bu çok tartışma götürür. En haksız ve vahşi bir saldırının ardından, maskesinin düştüğü v e pol itik açıdan tecrit olduğu böyle bir durum sonrasında bile, devletin ardı arkası kesil meyen saldırılarına karşı büyük ö lçüde sessiz ve hareketsiz kalan bir devrim cephesi tablosunun etkilerini somut otarak görebilmek için, son ikibuçuk aylık tabloya biraz yakından ve somut ola rak bakmak yeterlidir. B unun, sert bir çatışmanın ardından "tarafların geri çekilmesi ve karşılıklı bir bekleyiş içerisi ne girmesi'' gibi bir durumla yakından uzaktan bir alakası var mıdır? Sorun u böyle sunmak kendini aldatmak değilse nedir? Tersine , taraflardan biri, ötekinin rehavetinden ve be lirsiz bekleyişinden de en iyi bir biçimde yararlanarak, bir yandan saldırıyı rötuşlama ve böylece kabul edilebilir kılma manevratarım rahatça ve hummal ı bir biçimde sürdürürken, öte yandan hücre saldırısının hayata geçiri lmesini n temel bir basamağı olan "Üçl ü Protokol'' çerçevesinde pervasızca fii li durumlar yaratmakta, peşpeşe haklar gaspetmektedir. Ve bu aynı süre içerisinde, taraflardan öteki, bu hazırlıkları ve manevraları bozacak, sonu gelmeyen fiili saldırılara bir parça gem vuracak herhangi bir ç ık ı ş yapamamıştır, durum bu minv alde sürse yapacak gibi de görünmemektedir. 208 Devrimci tutsakların kararlıhğının belirleyici önemi Biz bu sorunun çok özel önemine, tam da hücre karşıtı muhalefetin en i leri bir düzeye u laştığı bir sırada, Burdur vahşetinin hemen sonrasında e n açı k bir biçimde i şaret etmiştik. "Başarıya ulaşabilmenin bazı zorunlu önkoşullarım" sıralarken, ilk ve en temel önkoşula ilişkin olarak şunları söylemiştik: "En temel önkoşul, zindanlardaki devrimcilerin, hücrelere girmeme ve buna karşı ne pahasına olursa olsun direnme kararlılığını en ufak bir zaaf belirtisi göstermeksizin sür dürme/eridir. Saldırı kuşkusuz dışardaki mücadelenin gücü ve etkisi ölçüsünde püskürtülebifecektir. Fakat dışardaki müca delenin gücü ve etkisi ise, doğrudan içerdeki devrimci karar lılığa bağlıdır, bu bir an bile unutulmamalıdır. Ulucanlar' daki ve Burdur' daki ölümüne direnişler olmasaydı, bugün dışarıda ulaşılan güç ve etki de yaratılamazdı. "Devletin bu kararlılik karşısında yalnızca iki seçeneği var. Ya çaresizlik, ya katliam! İkincisinin neyi ne kadar çö zeceği de Ulucanlar ve Burdur'da somut olarak görülmüştür. Her iki vahşi saldırı da siyasal sonuçlan bakımından ters tepmiş, devletin ayağına do/anmış, devletin teşhirine ve belli bakımlardan geri çekilmesine neden olmuştur. Bundan çıkan sonuç, devletin vahşete başvurmasının da belli sınırları olduğu gerçeğidir. "Devrimci tutsakların büyük bir titizlik ve hayaliyetle gözönünde bulundurması gereken temel nokta şudur: içer den yansıyacak ve zayıflık ya da zaaf olarak anlaşılabilecek en ufak bir belirti, dışardaki desteği de zaafa uğratır ve saldırıyı püskürtmenin bedelini kat kat arttırır. Bu sorunu, taşıdığı çok özel önemden dolayı ve dışarıda büyüyen desteğin içerde en ufak bir rehavete yol açmaması gerektiğini vur209 gulamak için hatıriatmış oluyoruz." (Ekim, sayı: 2 1 7 Ağustos '00, haşyaz1) İçinde bulunduğumuz evrede, zindan eksenli çatışmanın bu kendine özgü karakteri konusunda herhangi bir tartışma olamaz. B una, bu çok açık gerçeğe rağmen, gelinen yerde samirniyetleri artık çok tartışmalı başka birileri de, kalkıp ciddi ciddi, sürmekte olan "bu yeni muharebede de, 'so kak' birkaç adım önde olmayı sürdürmelidir" buyuruyor lar. "Sokak"ın dili olsa, böylelerine "emriniz olur ! " diye cektir herhalde. Ortada gerçekten "sokak"ın, normal ifadeyle hücre kar şıtı toplumsal muhalefetin bir adım ilerde olduğu bir ol gusal durum olsaydı, kuşkusuz sorun kalmazdı ve bu pek arzu edilir bir durum olurdu. Fakat böyle bir durumun ger çekten varlığı ile, gerçekte olmayan bir durumun böyle olması gerektiğine ilişkin subjektif telkinler, tümüyle iki ayrı şey dir. İlk durumda, bir adı m önde olan toplumsal muhalefe tin birkaç adım daha öne geçmesi için gerekli çabaya yoğun l aşmak gerekird i . Fakat gerçek durumun bu olmadığı, ter sine, h ücre karşıtı muhalefetin bir durgunluğa ve belirsizliğe sürüklendiği, "sokağın" ise bir kez daha bir avu ç tutsak yakınından · ibaret kaldığı bir sırada, "savaş" ve "muhare be" türünden pek süslü ve çekic i , ama ayn ı ölçüde içi boş sözlerin içine sıkıştırılmış temennilerin herhangi bir kıymeti harbiyesi olamaz. B u , kaba gerçeklerden ve yakıcı sorum luluklardan kaçmaktan başka bir şey değildir. Devletin harıl harıl saldırı hazırlıklarını sürdürdüğü bir sırada, bu kolay v e engelsiz gidişin boşa ç ı karılması için gerekli ç ıkışı yapmak bugünün en acil görevidir. Dışardaki hücre karşıtı muhalefetin bugün yapma gücünden yoksun olduğu bu tür bir çık ışı içerden devrimci tutsaklar yapabi lir, yapmaları gerekir ve yapmak zorundadırlar. B u, zin danlarda 20 yıllık bir mücadele �irikimi ve direniş geleneği210 nin olduğu kadar, devletin bu çok tehlikeli saldırısının mut lak biçimde püskürtülmesi zorun luluğun un da onların omuz larına yüklediği temel önemde bir sorumluluktur. Bu çer �evede, bugün zindanlarda başlamakla olan büyük direniş dalgası, mevcut engelsiz ve tehlikeli gidişe karşı devrim cep hesinden yapılmış anlamlı bir çıkıştır. B unun hücre karşıtı tepkileri yeniden ve yeni bir kuvvetle nasıl uyaracağı da çok geçmeden bütün açıklığıyla görülecektir. Devrimci cephede birlik zaafiyeti Şu ana kadar söylediklerimiz, mevcut durumun değer lendirilmesi ve buna karşı alınacak tutumun belirlenmesi noktasında, devrimci akımlar arasında halihazırda bir görüş birl iği olmadığını kendiliğinden ortaya koymaktadır. Doğal olarak bu, zindanlarda başlamakta olan direnişin tüm dev rimci yapıları henüz kapsamadığı anlamına da gelmektedir. Kuşkusuz bu, hücre karşıtı mücadele ve muhalefet için önemli bir zaafiyet noktasıdır. Ayrıntılarına girmenin yeri burası değil , fakat çok yeni de sayılmamalıdır bu durum. Öncesi bir yana, Ulucanlar'ı izleyen süreçten beri Partimiz'in ve tutsak yoldaşlarımızın bu konuda çok ciddi kaygıları olagelmiştir. Tutsak yoldaş Iarımız bunu birçok kez eleştirel değerlendirme olarak ortaya koymuş, yayınlanmak üzere partiye de iletmişlerdir. Fakat partimiz, hücre karşıtı mücadelede zaafiyete yolaçmamak kaygısıyla, bu sorunların kamuoyu önünde tartışılmasından son bir yıldır özenle kaçınmıştır. Gelişmelerin de yardımıyla iç tartışma ve eleştiri süreçleri içinde bu görüş ayrılıklarının giderilebileceği umulmuştur. Fakat bugüne kadar bunda ba şarılı olunamadığı ve gelinen aşamada sorunun, görüş ayrılığı sınırlarının ötesinde, geriye çekici bir zaafiyet kaynağı haline geldiği görülmektedir. Böyle olunca, birliği korumaya ve 2/J zindan cephesinden toplu bir çıkış örgütlerneye yönelik tüm çabalara rağmen, gelinen aşamada i zlenecek yol üzerinden bir kopma kaçınılmaz olmuştur. Sorun gerçekten yalnızca bir çıkışı en uygun bir fırsatı koliayarak ve bu arada yoğunlaştırılmış bir ön faaliyet üze rinden gündeme getirmek olsaydı, kuşkusuz bunu tercih et mek gerekirdi ve Partimiz bunun gerektirdiği esnekliği faz lasıyla gösterirdi. Nitekim komünist tuts�klar haftalardır bu doğrultuda bir esneklik sergilemekte, bir görüş birliğine ulaş mak için yoğun bir çaba içinde bulunmaktaydılar. Fakat yazık ki, hiç değilse bazı çevreler üzerinden, sorun salt bir değerlendirme ve zamanlama farklılığından ötedir. Teslimiyet sürecinin ve onun körüklediği tasfiyeci eğilimin ağır tahribatı, zindan cephesindeki bazı tutumlar üzerinden bugün giderek daha açı k bir biçimde görülmektedir. İçin den geçmekte olduğumuz dönemi n gözler önündeki_ tablo suna rağmen, örneğin birileri hala "yaşadığımız süreci" şöyle ele alabilmektedirler: "Yaşadığımız süreçte ön siperlerde çarpışma görevi, hala işçilerin, gençlerin, kadınların, kamu emekçilerinin ve tüm ezilenlerin omuzlarındadır. Devrimci tutsaklara düşecek rol ve zamanlaması onlar tarafından bir başka ifadeyle, sokağın sorunu çözmek yeterlilik veya ye tersiz/ik düzeyi tarafından belirlenecektir." (Atılım, 7 Ekim ' 00) Bu sözleri bir başka zamanda ve coğrafyada birileri oku sa, "yaşadığımız süreçte" , "işçilerin, gençlerin, kadın/ann, kamu emekçilerinin ve tüm ezilenlerin" Türkiye devrim or dusunun düzenli birlikleri içinde yer aldığını ve kendile rinden i stendiğinde "ön siperlerde çarpışma görevi" ni te reddütsüz üsttenecek durumda olduklarını düşünUrlerdi her halde. İ nsan gözlerini orta yerde duran kaba gerçeğe an cak bu denl i kapatabilir. Düşünün ki bunlar kısa bir süre öncesine ait bir başyazının bitiş/final cümleleridir. Buradaki 212 sorun yanılgı değil, düpedüz bir zaafiyettir. Bu zaafiyet açık bir biçimde saptanmış bulunduğu için dir k i , TKİP, DHKP-C ve TKP (ML) davalarına mensup tutsaklar, dönemin omuzlarına yüklediği ağır sorumluluğu kendi başlarına üstlenmek yolunu seçmişlerdir. Herşeye rağmen, zindan cephesinde direniş birliğini yeniden kurmak için gerekli e n azami çaba bundan sonra da gösterilecek tir. Bunun en etkili yolu ise, tereddütlü olanları belirsiz bir süreye kadar beklemek değil , fakat faşizmin gelmekte olan saldırısına karşı tereddütsüzce ileriye aulmakur. Bugün ya pılmakta olan da budur. Ölümü ne direnişe yaşamsal deste k ! B aşlamak üzere olan zindan diren işi ile birlikte hücre karşıtı mücadele yeni olduğu kadar zorlu da olan bir yeni sürece girmektedir. B u n u ölümüne bir karşı saldırı olarak algılamak; başlam ı ş olan direnişi her alanda ve her yolla desteklemek sorumluluğuna da bu gözle bakmak gerekmekte dir. Devrimciler, zindanda sürrnekte olan direnişten de aldık ları güçle hücre karşıtı muhalefeti geliştirmek için gerekli azami çabayı harcariarsa eğer, böylece direnişin amacına ulaş ması da kolaylaşacak, ödenecek bedeller en aza inecek, dev letin örülmekte olan tezgahı bozulacak, hücreleri iyileştir me tartışmaları yerini hücrelerin kesin bir biçimde kapatılması isteminin özel ağırlığına bırakacaktır. Zindanlarda bedenlerini ölüme yatıran devrimcilerin bu yol la üstlendikleri fedakarlık olağanüstü önemdedir. Bu tür direnişierin ancak birbirini izleyen ölümler pahasına sonuç verdikleri, son 20 yılın deneyimleri ışığında, bugün Türkiye'de artık herkesin bildiği basit bir gerçektir. Fakat tam da çok bilinen bu basit gerçeğin kendisi, direnişin en az bedelle başanya ulaşması için bir imkan olarak da ele alınabilmelidir. 213 Devrimciler, bir kez ölümüne direnişe yattıklarında öl�mü tereddütsüz bir yiğitlikle karşıladıklarını da, bugüne kadar sayısız kez kanıtlamışlardır. Bu sarsıcı kanıtlamanın ken disi, yeni direnişle bir kez daha ölümüne yola çıkmış dev rimcilerin hayatlarını güvenceye almanın e n büyük olanağı olarak değerlendirilebilmelidir. Bu olanağı en iyi biçimde de�erlendirmek zorunluluğu, devrimci parti ve örgütlerin, ilerici kuruluş v e çevrelerin, özetle hücre karşıtlığında sa mimi olan herkesin, ihmal edilemez bir sorumluluğudur. Ve bu sorumluluğun gerekleri, hücre saldırısını püskürtebile cek bir büyük m uhal efeti dışarda örmekle yerine getirile bilir ancak. Bu görev ve sorumluluğun hakkını verebilmek ise, hücre saldırısının anlamı, kapsamı, amacı ve sonuçları üzerine bir kez daha derinlemesine düşünmeyi gerektirir. Tecrit ve İzo lasyon demek olan hücrelerle amaçlanan; devrimci kimliği ezmek, devrimcileri düşüncelerinden ve inançlarından arın dırmak, onları utanç verici bir teslimiyete ve ihanete mec bur etmektir. Faşizm, bunu başardığı takdirde; devrimci kimliği dışarda da öldürebileceğini, toplumsal muhalefeti derinle mesine demoralize edebileceğini, böylece bil inçli ve kararlı öncü kesimlerden yoksun bıraktığı işçi sınıfı ve emekçile ri daha kolay denetim altına alıp boyun eğdirebileceğini, düşünüyor ve hesaplıyor. B u çok yönlü karşı-devrimci hesap kuşkusuz yaygınca bil inmekted ir ve "yaşamın hücreleştiril mesi" olarak veciz bir biçimde dile de getirilmektedir. Bunu burada bir kez daha yinelememiz, bu bilincin gerektirdiği bir karşı koyuşun, buna uygun düşen bir çalışma ve müca delenin taşıdığı çok özel öneme vurgu yapmak içindir. B ugünkü zindan direnişi geçmişle kıyaslanamaz avan tajiara sahiptir. F tipi denilen hücre saldırısıyla devletin ger çekte neyi amaçladığı, bunun ne türden insanlık dışı faşist bir uygulama olacağı topl umun önemli bir kesimi nezdin- 214 de iyi-kötü açığa çıkmıştır. Ulucanlar ve Burdur bu çerçe vede sarsıcı tablolar s unmuşlardır. Öte yandan bu alanda oluşan duyarlılık, Burdur sonrasında somutça görüldüğü gibi, ilerici toplumsal kesimlerde daha bilinçli ve örgütlü bir biçimde kendini gösterebilmiştir. Bu d uyarlılık son birkaç ayda biraz yatışmış görünse de, zindanlardaki çıkış onu yeniden uyarmak ve öteki biçimlerin yanısıra, "hücre karşıtı platformlar" halinde örgütlernek için önemli i mkanlar sun maktadır bize. Zindan direnişinin bu sonucu kendiliğinden yaratmayacağını, fakat bu sonuca ulaşmayı bir hayli kolay laştıracağını bilerek davranmak, görev ve sorumluluklarımızı bu bakışaçısıyla ele almak durumundayız. Devlet, geçmiş örneklerde hep görüldüğü gibi; açl ık grevierini uzun süreli olarak görmezden gelmek, aldırmaz görünmek, bu çıkışı topluma kanıksatmak ve bu arada ka rarl ılık gösterileri eşliğinde bil inen tehditlerini yinelemek yolu ve taktiği izleyecektir. Devletin bu taktiğini gözönünde tutarak, daha ilk gününden itibaren d irenişi ve direnişin ta leplerini toplumun gündemine sokmak için en azami bir çabayı harcamak durumundayız. Hücre karş ıtı muhalefette samimi olan tüm ilerici -de mokratik örgüt, çevre ve kişiler de omuzlarına düşen sorum luluğa bu gözle yaklaşabilmelidirler. Bu gibi çevrelerden duyarlılık ve destek girişimlerinin ancak direnişler ölüm sını rına vardığında geld iğini geçmiş deneyimlerden bildiğimiz için, bunu burada özellikle hatırlatıyoruz. Benzer davranışlar bu kez ağır bir sorumluluk yaratır. Herkes hücre saldırısının başanya ulaşması durumunda toplumsal muhalefetin gene li için yaratacağı ağır sonuçları gözeterek davranmak zorun dadır. Zindan d irenişçileri ol arak devrimci tutsaklar bi r kez daha zorlu, fakat o denli onurlu bir sorumlul uğun altına gir m iş bulunmaktadırlar. Üstlendikleri misyon, kelimenin gerçek 215 anlamıyla tarihi değerdedir. Faşizmin saldırısı, devrimin bey nini ve yüreğini , düşünce ve ideallerini, i lke ve amaçlarını hedeflemektedir. Dolayısıyla devrimin direnişi de bütün bunları savunmaya, korumaya ve yenilmez kılmaya yönelmiştir. Bu, bu ülke tarihinin gördüğü en haklı , en meşru v e o ölçüde de hayati önemde bir mücadeledir. B unda sağlanacak ger çek bir başarı, demek o luyor ki direnişin tam zaferi, bunu elde etmek için hayatlarını ortaya koyanları sonsuza kadar onurlandıracaktır. Yaşasın direniş, yaŞasm zafer! Yaşasın devrim, yaşasın s os ya l i z m! (Ekim, sayı: 2 1 9, Ekim 2000, başyazı) 216 Yeni bir vıla !lirerken. . . Devrim yürüyüşümüz daha da .. 1 enecek '. . . guç Geride kalan yılın son bir ayında peşpeşe gerçekleŞ'en üç çarpıcı olay, bu olayların d ışavurduğu bir dizi temel önemde gerçek, bir bakıma bütün bir y ı l ı n özetini de vermektedir. Aylarca süren yaygın eylemlilikler ve Ankara'daki büyük gösterinin ardından, ı Aral ık'ta bir m ilyonu aşkın emekçi iş bıraktı ve yüzbin lercesi kendi acil taleplerini haykırmak için alanlara çıktılar. Kasım sonunda başlayan, Aralık başında borsada çöküntü ye yolaçan mali kriz, bir yıldır emekçilere ağır bedeller öde tilerek uygulanan İMF patentli "istikrar programı"nın iflasını belgeledi. İflas eden İMF programı olduğu halde hükümet iflasın hemen ardından İMF'ye , bizzat İMF başkan ının bir mektupla dikte ettirdiği utanç verici koşulları ve istemleri olduğu gibi kabul ettiğini bild iren bir "ek niyet mektubu" sundu. 217 Bu mektubun sunuluşundan yalnızc a bir gün sonra, zin danlardaki Öl üm Oruçl arı 'na karşı ülke çapında vahşi bir saldırı düzenlendi . 28 devrimci katledildi, yüzlercesi yara landı ya da sakat bırak ıldı. Devrimci tutsaklar zorbalıkla F tipi h ü c relere dolduruldular. Katli amın öteki yüzü ise görülmemiş yiğitl ik v e kararl ıl ıktaki bir direniş oldu. Saldırı tüm hapisanelerde dost-düşman herkesi şaşkına çeviren gör keml i bir direnişle karşılandı. B azılarında direniş gün lerce sürdü. Direnişin yıkılmaz duvarına çarpan katliam saldırısı, böylece politik ve moral açıdan tam fiyaskoyla sonuçlandı . Açlık Grevi genelleşti, Ölüm Orucu 'na yeni katılımlar oldu. Bugün d iren i ş , F tipi h ücrelerindeki Nazi vahşeti u ygula malarına rağmen, aynı taleplerle ve daha büyük bir kararlılıkla sürmektedir. Bu üç olay bir arada, son bir yı lın ve dolayısıyla bugü nün Türkiye' sinin temel gerçeklerinin özetini vermekle kal mamakta, birbiriyle sıkı sıkıya bağlantıl ı bir bütün oluş turmaktadır. işbirlikçi düzen cephesinin İMF reçeteleriyle yarattığı ağır ekonom i k ve sosyal yıkım işçileri ve emekçi leri mücade leye yöneltmektedir. Son bir yılda işçiler ve emekçiler grev, direniş ve gösterilerle mücadele isteklerini yaygın olarak orta ya koymuşlar, 1 Aral ık eylemi bunun en i leri noktası ol muştur. İşçi sınıfı v e emekçi lerin bu m ücadelesinin sonuç alıcı bir güç, kararl ılık ve örgütlülüğe ul aşmasını engellemek için, sermaye devleti sistematik baskı ve terör koşullarını pekiştirip süreklile.ştirmekle kalmamakta, toplumsal muhalefetin en ileri, bilinçli ve örgütlü kesimini oluşturan devrimci hareketi ezmek için de gözü dönmüş biçimde saldırmaktadır. F tipi hücre ler bunun için gündeme getirilmiştir ve bu öl üm hücrele rine karşı ortaya konulan direniş bu nedenle vahşi bir katliamın hedefi olmuştur. 218 Toplu katliamlarla devrimci kanı dökerek efendilerine ya ranmaya çalışan İMF uşağı Ecevit'in bir yılı aşkın bir süre önce, "içerde denetimi sağlamadan dışarıda sağlayamayız" biçimindeki sözlerinin anlam ı da buradadır. Bu kanlı katil yeni yıl mesajında "geleceğe güvenle bakmak"tan sözederken, buna İMF kredileri ile cezaevi operasyontarım kanıt göster mektedir. B u her iki olay arasındaki organik bağın büyük bir arsızlıkla itirafından başka bir şey değildir. Gerçekte ise Türkiye kapitalizminin, ona dayanan kokuşmuş sermaye düzeninin "geleceğe güvenle bakmak" olanağı yoktur. Düzenin en akı l l ı adamları geride kalan yılın bilançosunu "hüsran" olarak özet1emekte ve önümüzdeki bir yılın da "daha şimdiden kaybedildiğini" açık açık söylemektedirler. Geri de kalan bir yılın son bir ayına s ı kışan üç temel olaydan yansıyan gerçekler, bunun böyle olduğunu ve olacağını bütün açıklığıyla ayrıca ortaya koymaktadır. *** K atliamcı düzen cephesi, İMF'ye sunulan e k niyet mek tubunu n bir gereği olarak, yen i yılda emekç ifere daha ağır bir fatura ödetıneye hazırlanmaktadır. Bu, ücretierin ve maaş ların daha çok düşürülmesi, i şsizliğin ve yoksulluğun daha çok büyütülmesi, gelir dağılımındaki uçurumu derinleştirilme si, özelleştirme yoluyla ülke zenginliklerinin emperyalizme ve işbirlikçi asalak takımına yağmalatılması vb. demektir. Bunun için de baskı ve terörü daha da sistemleştirmeye, faşist terör, işkence, katliam ve hücrelerle toplumsal muhale fetin en d iri kesimini ezip teslim almaya ihtiyaç var. İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadele istek ve umutlarını tümden kırmak ancak bununla olanak hd ır, katl iamcı düzen cephe si bunu böyle düşünmekte ve hesaplamaktadır. B unun karşısında ise, bir yanda 1 Aralık 'ta son bir kez kendini gösteren mil yonlarca işçi ve emekçinin mücadele isteği, öte yanda kurul u düzene karşı mücadelenin bilinçli 219 ve örgütlü kesimini oluşturan devrimcilerin bükülmez ira deleri ve direnme kararlılıklan var. Amerikancı düzen cep hesi bu ikisine bir "çare" bulamadığı sürece asla geleceğe umutla bakamayacaktır. Şimdiki tüm umudu, bu ikisinin bir leşmesini engelleyebilmektir. Devrimcilere yönelen acıma sızl ığın gerisinde tam da bu umut ve bunda elde edilebi len sonuçlar vardır. O halde yapılması gereken , bu ikisini birleştirmek için gerekli her türlü çabayı azami ölçüde gösterebilmektir. Mil yonların mücadele isteğinin devrimci önderli k ve kararlılıkla birleştiği nokta, kokuşmuş sermaye düzeni için de sonun başlangıcı olacaktır: *** TKİP, döneme ve sorunlara, burj uvazinin saldırılarının püskürtülmesine ve işçi-emekçi hareketinin geliştiriJip güç lendirilmesine, temel önemdeki bu genel perspektif üzerinden bakmaktadır. Geride kalan yılın ilk aylarında partimizin programı bir bayrak gibi dostun-düşmanın gözleri önünde göndere çekildi. B u toprakl arda art ı k s ın ıfın , devri m i n ve sosyal i z m i n devrimci programı var. Partimizin programı, işçi sınıfının temel çıkarları ve hedefleri ekseninde tüm emekçi leri bir leştirmeye ve devrim mücadelesini zafere taşımaya mukte dir biricik programdır. Türkiye 'nin tüm devrimci birikimi nin altında er-geç bütünleşeceği ve uğrunda savaşacağı biricik bayrak budur. Bu ülke topraklarında ve özellikle son otuz yılda, dev rim davasına bağlılık ve sosyal izm özlemi uğruna sayısız yiğitlik ve fedakarlık örnekleri görülmüştür. Partimiz bu mirası ve direnişçi çizgiyi özümsemekle kalmamış, onu işçi sınıfı ideolojisi ve değerleri temeli üzerinde daha ileri bir düzeye çıkarmıştır. Tarihsel ölçülerle al ındığında henüz son dere ce kısa olan siyasal yaşamına rağmen, yarattığı değerler ve 220 oluşturduğu direniş geleneği bunun ifadesidir. Fakat bu ü lkede onyıllann deneyimi açıkça göstermek tedir k i , kendi başına devrim davasına ve sosyalizm özle mine ölümüne bağlılık yeterli değildir. Bunun için bu davanın ve özlernin gerçekleşmesini olanaklı kılacak bir teorik temele, ideolojik çizgiye ve programa ihtiyaç var. Fakat bu da yeterli değildir. Asıl gerekli olan, ortaya konulan çizgi ve program , yaratılan değerler ve direni ş çizgisi temel i üzerinden işçi sınıfı ve emekçilere yönelmek, onlarla sağlam bir biçimde birleşip bütünleşmektir. Parti ile sınıf, devrimci öncü ile kitleler arasında varolan ve i şbirl ikçi düzen cephesinin bugünkü en büyük avantajını oluşturan öldürücü kopukluğu giderebil mektir. İşte o zaman, bu ülke topraklarında devrim ve sos yalizm davası yenilmez olmakla kalmayacak, geleceğe, dev rimin ve sosyalizmin büyük zaferine güçlü ve güven l i bir biçimde yürüyebilmek de olanak l ı olacaktır. ••• Partimiz başından itibaren zindanlarda sürmekte olan ölü müne direnişin içindedir. Çeşitli sınav l arda kendisini en iyi biçimde kanıtlamış tutsak kadrolanyla bu direnişin en ön safında yeralmakta, öteki siper yoldaşlarıyla bu ön safın onurunu paylaşmaktadır. Yoldaşlarımız başarı uğruna her tür lü bedeli ödemeye hazır olduklarını göstermişlerdir ve gös termektedirler. Fakat asıl başarı işçi v e emekçilerin yenilmez gücüyle birleşmekten geçmektedir. Hücre saldırısı; i şçi sınıfına ve emekçilere döne döne ödetilen faturanın. onların mahkum edildiği ağır yaşam koşullarının, bu yaşam koşulları içerisinde onları çaresizce teslim almanın dolaysız bir gereğinden başka bir şey değildir. B u böyle olduğuna göre en acil ve önce likli görevimiz, bu gerçeği en geniş işçi ve emekçi kitlelerine anlatabilmektir. Onlara bu mücadelenin kendi mücadelele riyle dolaysız bağını gösterebilmektir. Hücre karşıtı müca- 221 deleyi devrimcilerle devlet arasındaki bir uç çatışma olmak tan ç ıkararak. işçi sınıfı ve emekçilerin sermayenin genel saldırılarına karşı genel mücadelesinin bir parçası haline getirebilmektir. Düzen cephesi her açıdan ağır ve çözümsüz sorunlarla, giderilemeyen açmaztarla yüzyüzedir. Uygulanan baskı ve terörün, sergilenen acımasızlığın ve vahşetin gerisinde bu vardır. B u gerçekte bir çaresizliğin, bir aczin dışavurumudur. Koşullar devrimci siyasal mücadeleyi geliştirip güçlendir mek için her zamankinden daha elverişlidir. Son süreç, hayati bir politik sorun ekseninde ve müca delenin ateşi içerisinde, solda gerçek konumlara ve kimliklere de ışık tutmuştur. Devrimci direniş çizgisiyle teslimiyet ve i haneti ayrıştırmakla kalmamış, tutarsız ve kaypak ara güçleri de gözler önüne sermiştir. Bu sağl ıklı bir ayrışma ve safiaş mayı hızlandıracak, yeni dönemde devrimci siyasal müca dele için ayrıca bir olanak olacaktır. Yeni bir yıla, devrim mücadelesini yeni bir düzeye çıkara cak imkan t arla ve bunları en i yi biçimde kullanacağımıza duyduğumuz kesin inançla giriyoruz. Devrimci kararlılığın ve devrim davasına olan bağlılığın devrimci sınıf programına ve çizgisine bağlanabilmesi ölçüsünde, ödenen bedeller ve yapılan fedakarlıklar boşa gitmeyecek, geleceğe güvenle ve başarıyla i lerlemek güvenceye alınabi lecektir. İşçi smıft savaşacak, sosyalizm kazanacak! Yaşasın devrim, yaşasm sosyalizm! Türkiye Komünist İşçi Partisi (TKİP) 1 Ocak 'Ol 222 Sars1c1 ve ayd1nlat1c1 gel işmeler Son ayların olayları sarsıcı olduğu kadar aydıntatıcı da oldu. Özell ikle zindan direni ş i eksen l i mücadele süreci ve bunu izleyen katliam saldırıs ı , ikisi bir arada, siyasal tab loya ve yönelimlere olduğu kadar, siyasal güçler planında gerçek konumlara, kimliklere, karakteriere de yeni açıkl ık� l ar getirdi. Bu gelişmeler yalnızca devrimci mücadelenin imkanlarına değil , yanısıra burjuva düzenin buna kar�ı ta hammü lsüzlüğüne de; yalnızca devrimci direniş çizgisinde kararlılığa değil, sol reformisı ve liberal akımların, bunların temsil ettiği ara güçlerin tutarsız, kaypak ve ikiyüzl ü ko num ve kimliklerine de bir kez daha ışık tuttu . 223 "Cezaevleri sorunu" ve burjuvazinin acelesi Haftalardır partimizin konuya ilişkin değerlendirmelerinde bu sorunlar yeterli ölçüde işlendiği ve halen de işlenrnek te olduğu için, burada yinelernelere girrniyoruz. Devletin hüc re saldırısıyla burjuvazinin işçi sın ıfına ve emekçitere yö nelik sosyal yıkım saldırısı arasındaki kopmaz bağın son gelişmelerle açık-seçik ortaya çıkmış olmasını, bu temel önemde noktayı, burada bir kez daha vurgul amakla yetini yoruz. B urjuvazi için bütün sorun, sosyal yıkım saldırıları altında inleyen yığınların hoşnutsuzluğunun devrimci mücadele çizgisine kaymasını engellemektir. B u hoşnutsuzluğu gidermek olanaklı olmadığına göre hiç değilse tehlikeli patlamalara dönüşmesini engellemek, çok değişik yol ve yöntemlerle ne edip edip düzen kanall ar ı içerisinde tutmaktır. İşte bunun temel güvencelerinden, olmazsa olmaz koşuJiarından biri de, bir bütün olarak devrimci akımın ezilip etkisizleştirilmesi, böylece en azından solun reformisı kesimleri gibi düzenin icazet sınırlarına razı edilmesidir. Dahası burjuvazinin bunda acelesi de vardır; işçi ve emekçilerin mücadelesi kontrol edilebilir sınırları aşmadan, hele hele devrimci önderlikte bir ilk anlamlı buluşmayı gerçekleştirrneden, bu alanda sonuç almak istemektedir. Bunu başaramazsa, bu türden bir bu l uşmayı engelleyemezse eğer, gelişmelerin kontrolden çıka cağını, işinin bu noktadan sonra çok daha zor olacağını, deneyimlerden hareketle çok iyi bilmektedir. Hücre saldırısındaki aşırı ısrarın ve bu saldırıyı başanya ulaştırmak için toplu katliamlara varan acımasızlığın, "ce zaevleri sorunu" olarak kodladığı alanda bir an önce so nuç almak i stemesinin gerisinde, işte bu türden bir temel sınıfsal-siyasal amaç ve hedef vard ır. Son olayların ayan224 beyan görülür hale getirdiği temel gerçek budur. işbirlikçi burjuvazinin en deneyimli temsilcilerinden olan ve ömrü nün bu son evresini ona unutulmayacak hizmetlerde bulun maya adayan Ecevi t ' in "cezaevleri sorunu"na ilişkin veciz ifadeleri, bütün bunları her türlü tartışmanın ötesinde za ten ortaya koymaktadır. Daha önceleri "içeriyi kontrol ede mezsek dışarıyı hiç edemeyiz" diyen bu yeminli sol ve dev rim düşmanı; katHarnın hemen ardından ve bir yeni yıl mesajı olarak, "cezaevleri sorununu" güya artık nihayet çözmüş ol mayı, "geleceğe umutla bakma"nın en temel gerekçesi olarak ortaya koyabilmiştir. Bu sözler asl ında herşeyi özetlemek tedir. Sosyal y1k1mm siyasal sonuçlarma haz1rlık Bu temel gerçeğin ışığında, Türkiye 'nin direnişe ve katlİa ma eşlik eden güncel gerçeklerine kısaca yeniden bakal ı m . Sürekli yenilenerek v e böy lece daha da ağırlaştırıl arak birbirini izleyen sosyal yıkım saldırıları, düzenin işçi sınıfı ve emekçilere karşı bugünkü konum ve tutumunu özetle mektedir. Türkiye kapitalizminin yapısal sorunlarının ağır faturası sürekli olarak i şç i sınıfı v e emekçilere ödetilmek tedir. işbirlikçi burjuvazinin çözümsüz sorunlara biricik çö zümü budur, bundan farklı bir alternatifi de yoktur. Ken disi bunu v e bunun yaratacağı sosyal ve siyasal sonuçları çok iyi bildiği için, sürekli bir biçimde siyasal sahneye çeki düzen vermeye çalışmakta, baskı ve terör aygıtlarını güç lendirmekte, bunu yasal önlemlerle tamaml amakta, tüm bunlan11 asıl nedeni olarak da muhalif olan her sesi boğmaya, her akımı ezip etkisizleştirmeye çal ışmaktadır. Öte yandan, sosyal yıkım saldırılarına karşı sık sık tek rarlanan kitle hareketliliği, işçi ve emekçi kitlelerdeki hoş225 nutsuzluğu ve mücadele arzusunu ortaya koymaktadır. B u mücadele artık tüm emekçi ve ezilen toplum katmaniarına yayılmış bulunmaktadır; işçilerden memurlara, kent yoksul larından kırsal emekçilere, öğrencilerden doktorlara ve mühen disiere kadar, hemen tüm kesimleri şu veya bu biçimde kap samaktadır. B u gelişmelerin de etkisi altında, giderek yeni bir sol aydın ve sanatçı d uyarlı l ığ ı gel işmekte, çürüyerek düzene ve devlete yamanmış durumdaki geleneksel aydın kesimi bir yana itilerek kendini hissettirmektedir. Tüm bunlar bugünün Türkiye'sinde emekçi tabanına dayalı yeni bir sol hareketlenmenin, giderek devrimci gelişmelerin zeminini günden güne güçlendirmektedir. Fakat, devrimci bir önderlikle buluşamamak, böylece so luklu ve devrimci bir mücadele ç i zgisinde ilerleyememek, mevcut kitle hareketinin halihazırdaki en temel sorunu ol maya da devam etmektedir. Zaman zaman büyük öfke bi rikimleri halinde kendini açığa vuran, hızla yaygınlaşan, ama çok geçmeden de sonuçsuz kalarak geri çekilen k i tle eyle lilikleri çizgisi, giderek bir kısır döngü halini almakta, emek ç ilerde çaresizlik ve umutsuzluk duyguları yaratmaktadır. B una seyirci kalmanın ötesinde bu durumu bilerek yaratan sermaye uşağı sendikal bürokrasi ile bazı emekçi örgütle rinin tepesine çöreklenmiş reformistlerin emekçi hareketi ne e n büyÜk kötülüğü ve burjuvaziye en büyük hizmeti de bu olmaktadır. B urju v azi de yıllardır tekrarlanan bu durumun çok açık bir biçimde farkındadır. Temel zaafın nereden geldiğini çok iyi bilmekte, bunu süreklileştiren önlemler almaktadır. Dev rimci bir önderlikle, onun yol gösterici d e vrimci ç i zgi siyle, kararl ı ve militan bir devrimci pratik yönlendiricilikle birleşemediği sürece, kitle hareketinin yaşamakta olduğu bu kısır döngüyü aşamayacağını açıkça görmektedir. Dahası, sınıf ve emekçi hareketi bünyesindeki uşakları tarafından 226 buna bilinçli olarak mahkum edildiğini de bilmektedir. Devletin "Siyaset Belgesi, ve reformist akımlar Için düzlenen zemin Bu nedenledir ki, bir yandan emekçi hareketi içindeki , uşaklarını her yolla desteklerken; öte yandan tüm potansi yel devrimci önderli k güçlerini ezip etkisizleştirmeye çalış maktadır. Devrimci harekete soluk aldırmamaya dayalı sistematik saldırısı bundan dolayıdır. B urjuvazi, bu çerçe vede çok hesaplı bir tutumla hareket etmektedir. Baskı, terör ve işkenceyle, kanl ı katliamlarla ve hücre saldınsı ile di reniş çizgisini kırmaya ve böylece kitleleri de terörize edip yıldırmaya çalışmaktadır. Bu çabanın kendil iğinden bir sonucu, meydanın gitgide daha çok reformİst akımlara kalmasıdır. Böylece devrimci mücadeleye akan yeni güçler bu akımlar tarafından düzen zeminlerinde tutulmakta, reformİst sol politikalar eksenin de çürütülüp kötürümleştirilmektedirler. Fakat bu kendiliğin den bir sonuç olmanın ötesinde, burjuvazinin, onun adına ülkeyi yönetenlerin çok bilinçli bir tercihidir. B u , devletin temel politika v e terc i hlerini içeren "Milli Güvenlik Siya set Belgesi"nin açık biçimde tanımladığı bir temel devlet politikasıdır. Sorun burada, devrimci olanın ezilmesi ve "ılımlı" olanın düzene entegre edilmesi olarak formüle edilmiştir. Dolayısıyla, işçi ve emekçi hareketinin bugünü ve geleceği için hayati bir önem taşıyan hücre saldırısına karşı üstüne düşenleri pratikte yapmaya yanaşmayan; dahası, içlerinden bazıları daha katliam ve d i re niş sürüyorken meydan artık bize kaldı diye yazacak kadar kendinden geçen reformisı sol u n konumuna ve m i syonuna, devletin " S i yaset Belgesi"ndeki temel tercihleri üzerinden de bakılabilmelidir. Katliamlara ve sistematik i şkenceye rağmen zindanlarda 227 kınlamayan devrimci direniş, düzeni n ve emekçi hareketi nin durumu, devletin amaç, hedef ve tercihleri ile ilgili bütün bu temel gerçeklerin açık bilincine dayanmaktadır. Devrimci tutsaklar, burjuvazinin devrimci hareketi ezerek toplumsal muhalefeti teslim alma, ülkeyi kendileri için dikensiz bir gül bahçesine çevirme hesabını ve hedefin i çok iyi bilmek tedirler. B unu boşa çıkarmada kendi lerine düşen tarihi değerdeki sorumluluğa da bu bilinçle yaklaşmakla, bu ne denledir ki, bunun gerektirdiği daha ağır bedelleri ödemeye hazır olduklarını ortaya koymaktadırlar. Ayrıştiran ve sanaştaran devrimci direniş Zindan direnişinin ateşiediği ve günden güne büyüyen bir dalgaya çevirdiği hücre karşitı kitle mücadelesi dönemin de, en radikalinden bayağı liberali ne kadar sosyalist olmak iddiasındaki tüm sol güçler, ilerici kişi, çevre ve kuruluşlar, hücre saldırısının ne demek olduğu, onun başarı sağlamasının ne anlama geldiği konusunda az-çok açık bir fikre sahip görünüyorlardı . Oysa katliam sonrasında ve katl iam a rağmen zindan di renişi güçlenerek sürüyorken, bu temel gerçeği unutmuş gözüküyorlar. Elbette gerçekte kimse bir şey unutmuş değil. Sözkonusu olan; burjuva düzenin karşı saldırısı karşısında sinmek, faşist teröre boyun eğmek, böylece işçi sınıfının ve emekçilerin geleceğini i l gilendiren temel önemde bir çatışmada devrimcileri yüzüstü bırakmaktır. Hücre karşıtı mücadele yükseliyorken, bu yükselişin suyundan giderek siyasal prim yapmaya çalışanların, faşist terörle bu müca delenin ezilmek istendiği bir sırada köşelerine çekilmeleri, sol hareketin reformi sı kesimlerinin konumuna, kimliğine ve karakterine bir kez daha ışık . tutmuştur. Bir kez daha 228 açığa çıkmıştır ki, çelişkiterin derin ve dolayısıyla çatışmanın sert ve acımasız olduğu bu ülkede bu akımların geleceği de yoktur. Bu, şu son ayların en önemli açıkl ıklarından biri olmuştur. Son ayların temel çatışması , 28 Şubat elesenindeki Ke malist ve devletçi solu yüzündeki maskeyi tümüyle indi rerek katliam destekçi l iği eşliğinde devletten yana saf tut maya iterken, Kürt hareketini belli sınırları içinde yeniden Türkiye devrimci hareketine yakınlaştınnıştır. Direnişin ayrış tıran ve saflaştıran rolü kendini burada da etkil i biçimde göstenniştir. 28 Şubat solu artık herşeyiyle düzenin bir parçası ve devletin bir uzantısıdır. Perinçek'in toplu bir faşist katliama alkış tutacak kadar soysuzlaşıp alçalan İP'i artık karşı-dev rimin i leri bölüklerinden biridir, buna uygun söylem ve dav ranışlar içerisindedir ve bunun gerektirdiği bir tutumun ve mücadelenin konusu olmal ıdır. Kürt hareketinde yeni arayışlar Kürt hareketi ise kısm i ve henüz son derece iğreti bir olumlu yönelim göstennektedir. Bu zindan direnişi ile birlikte bel irginlik kazanmakla birlikte, asıl olarak, düzenin Kürt sorunundaki çözümsüzlüğü ve bu çözümsüzlüğün de bir so nucu olarak, İmralı çizgisinin hızlı çöküşünün bir sonucu olmuştur. İmralı çizgisiyle birlikte tüm temel ulusal demokratik taleplerden vazgeçildiği halde, sorun salt bir kimlik ve kültürel hak kırıntılarına indirgendiği halde, rejim bu sınırlarda bir çözüme bile yanaşmamış, sorunun çözümünü inkar politikasını sürdünnekte ve Kürt hareketini tümden ezmekte görmüş tür. B ugünkü durum budur ve doğal olarak İmralı çizgisini resmen kabul etmiş bir PKK bile bunu hiçbir biçimde ka -bul etmemekte, bu inkar ve imha yönelimine karşı kendi229 ni savunmakta ve yeni çıkı� yolları aramaktadır. B u arayışla rın gücü ve sınırları konusunda henüz bir açıklık yoktur. İmralı ile girilen yeni yönelim hala resmi çizgi olarak korun maktadır. Fakat rejimin katı ve esnemez tutumu, dahası Kürt hareketini yoketme hesabı farklı arayışları da kaçınılmaz bi çimde zorlamaktadır. Zindan direnişi ve katliamının yarattığı sarsıntı ortamında, Kürt hareketinin direnişe sahip çıkması ve katliama tavır alması, bu çerçevede anlaşılır bir durumdur. Nedenleri ve halihazırdaki zayıflığı ne olursa olsun, buradan doğan im kanları devrimci siyasal mücadele için bir kazanım olarak değerlendirmek gerektiğini partimiz, bu eğilim kendini hisset tirdiği andan itibaren sık sık açıkça vurgulamıştır. Kitlelere, sınıfa ve emekçilere! •• Hep yineleyegeldiğimiz gibi, sermaye rej imiyle zindan cephesinde ve hücre saldırısı üzerinden yaşanan çatışma, doğ rudan toplumsal muhalefetin kaderiyle ilgiliydi; bunun ge rektirdiği bir siyasal duyarlılık ve devrimci kararlılıkla ele alınmahydı. Fakat tam da bu aynı nedenle, bu mücadele ile sınıfın ve emekçilerin genel mücadelesini birleştirmek, dahası bu mücadeleyi sınıf ve emekçilerin mücadelesinin bir parçası haline getirmek de temel bir ihtiyaçtı. İhtiyaçtan da öte bir zorunluluklu bu. Sorunu kendi içinde devrimci tutsaklar ve devlet arasında bir çatışmaya indirgemek gibi bir bakışaçısı zaafiyeti olmadığı halde, fiiliyatta böyle bir görünümün bir ölçüde de olsun ortaya çıkması, yaşanabi lecek en temel zaaf, düşülebilecek en büyük tuzak olacaktı. Katliam öncesi i ki aylık süreçte tüm ilerici kesimlerin desteğinin açığa çıkarılması, giderek ilerici emekçi taban da bir ilgi ve duyarlılık yaratılması, bu zaafa ve tuzağa karşı önemli bir imkandı. Yine de sorunu tümden çözmüyordu. 230 Genel mücadele ile zindanlar cephesindeki mücadele arasın da rahatsız edici bir mesafe kalmaya devam etti. Katliam dan sonra ise bugün bu mesafenin çok daha büyümesi tehlikesi doğmuş bulunmaktadır. Bundan çıkan bazı sonuçlar ve bu sonuçların işaret ettiği yaşamsal görevler var. Zindanda sürmekte olan ve en kri tik evresine gelmiş bulunan mücadelenin anlamı ve önemi ne olursa olsun, sınıf mücadelesi görevlerine bütünlüğü üze rinden yaklaşmalı, sınıf ve emekçi hareketine karşı görev Ierimize en etkin bir biçimde sarılmalıyız. Sermayenin sınıfı ve emekçileri bunaltan saldırısı ile girmekte olduğumuz ba har dönemi, bu alandaki sorumluluklarımızı ayrıca yakıcı hale getirmektedir. Her iki mücadele cephesini bağdaştırmak, giderek birbirine bağlamak durumundayız. En kritik safhasına ulaşmış bulunan zindan çatışmasına ilişkin yakıcı görevle rimizi, sınıf ve kitle çalışmasının ihmal edilemez ve erte lenemez görevleriyle birarada ele almak durumundayız. B unlar pratikte sanıldığı kadar biribirinden uzak ya da kopuk görevler de değil. Bunun böyle sanılmasının geri sinde, zindan direnişine duyarlılık yaratmak ve destek oluştur mak sorununa doğru yaklaşamamanın da belli bir rolü var. Bu duyarlılık ve destek, duygu ve v icdandan yoksunluğunu şu son süreçte yeniden göstermiş bulunan resmi kamuoyunda ya da çüıiimüş, henüz çüıiimemişse bile sinmiş bir konumdaki sendika ve kitle örgütleri bürokrasisinde değil , fakat işçi ler ve emekçiler arasında yaratılmak durumunda. Çalışma alanımız da, hedef kitlemiz de dolaysız olarak işçi sınıfı ve emekçi kitlelerdir. En yakıcı sorunları ve ihtiyaçları üzerinden sınıfa ve emele çilere giderken, onlara seslenirken, bugünün en yakıcı si yasal çatışmasının anlamını ve önemini de onlara anlatacağız. Duyarlılıklarını geliştirmeye ve desteklerini büyütmeye çalışa cağız. Bizim için gerçek umut kaynağı, bundan da öte gerçek 231 siyasal yaşam alanı, işçi sınıfı ve emekçilerden başkası de ğildir. B uradaki etkİmizi ve desteğimizi büyütıneden şim diki yalnızhğımızı ve güçsüzlüğümüzü kırmanın olanağı yok tur. Devrimci mücadele fabrikalardan, atölyelerden, işçi-emek ç i semtlerinden geliştirHip güçlendirilebilir ancak. Zindan direnişi döneminde kamuoyu duyarlılığı yaratmak ve geliştir mek adına, kendi gerçek alanlarımızın biraz fazla uzağına düştüğümüzü görmeli , bu duruma bir an önce son verme liyiz. Tüm güç ve olanaklar değilse bile, bunun onda do kuzu doğrudan işçi ve emekçi çalışmasına yöneltilmelidir. Bahar dönemi, bunun gerektirdiği özel yoğunlaşma, bu çer çevede bahar kampanyası, buna vesile olmalıdır. (Ekim , sayı : 220, Şubat 2001 , başyazı) 232 Düzenin krizi ve devrimci s1n1t alternatifi Kasım'da yaşananı iki ay arayla izleyen Şubat krizi, 1 4 aydır uygulanmakta olan İMF-TÜSİAD saldırı programının iflasını belgeledi. Bu resmen de ilan edildiği için konunun tartışmaya açık herhangi bir yanı kalmadı. Saldırı programının iflası, bunun ortaya çıkardığı ekonomik ve mali yıkım tablosu, ekonominin çöküşü, bundan da öte ülkenin iflası olarak ni teleniyor yaygın biçimde. İflas eden gerçekte Türkiye kapitalizmidir, ona dayanan burjuva sınıf egemenliği sistemidir. iflası bir kez daha bel gelenen, son 40 yılın kısır döngüsüdür. Son yirmi yıldır ara lıksız uygulanan ve emekçiler için yaşamı çekilmez hale getien tüm politikaların yeni bir düzeyde iflasıdır bugün yaşanan. 1 2 Eylül askeri faşist darbesine ve onu izleyen fakat koşulları hiç de onu aratmayan faşist baskı ve terör rejimine rağmen, 233 son yirmi yıldır bu engelsiz siyasal koşullarda uygulanan sonuçta Türkiye kapitalizminin yapısal sorun larına çözüm olamamıştır. Çözüm olmak ya da hiç değilse bu sorunları bir parça hafifletmek bir yana, tam tersine, bir birini izleyen saldırı programları yıldan yıla daha ağır sorunlar biriktirerek, ülkeyi bugünkü iflas noktasına getirmiştir. hiçbir re ç ete , Uygulaması kadar çöküşü de emekçilere fatura Uygulandığından beri işçi sınıfına ve emekçitere ağır bir fatura ödeten saldırı programı, çöküşüyle tüm emekçitere ayrıca ağır bir fatura çıkardı. Yapılan devalüasyonla işçi ler ve emekçiler bir anda yüzde 40 oranında roksullaştılar. Dış borç yükü aynı oranda arttı. Yeni zamlar, vergiler ve işten çıkarmalar birbirini izledi, izliyor. Bu kadarla da değil. Çöken program yerine şu günler de "ulusal program" yaftasıyla sunulan, gerçekte ise eski İMF programının daha da ağırlaştırılmış versiyonundan başka bir şey olmayan yeni bir saldırı programı gündemde. Krizden çıkış adına gündeme getirilen bu yeni saldırı programı işçi sınıfı ve emekçitere daha ağır bir fatura ödetme hazırlığı anlamına gelmektedir. Ortalığı kaplayan "ulusça fedakarlık" gürültüsüyle bunu burjuva düzen çevreleri de açıkça dile getirmektedirler. Bu ülkenin işçileri ve emekçileri son 20 yıldır bu "ulus ça fedakarlık" yalanının ne anlama geldiğini artık çok iyi bilmektedirler. Öncesi bir yana, 24 Ocak Kararları 'ndan beri her yeni kriz programı işçi sınıfı ve emekçitere hep de bu "ulusça fedakarl ık" yalanıyla dayatılmıştır. Ama sonuç hep de, işçi ve emekçilerin katmerleşen iktisadi ve sosyal yıkımı, buna karşılık işbirlikçi burjuvazi ile emperyalist sermaye nin katmerli sömürüsü, vurgunu ve soygunu olmuştur. 234 Türkiye'ye çıkaralan iktisadi ve siyasal fatura İşçi sınıfı ve emekçiler için iktisadi ve sosyal yıkım an lamına gelen her kriz, ortaya tüm ülke için de her sefe rinde daha da ağırlaşan bir ekonomik ve siyasal fatura çıkar maktadır. Ekonomik cephede bu; borç köleliğinin ağırlaşması, em peryalist sermayenin borsalar üzerinden milyarlarca doları bulan büyük vurgunları, özelleştirmelerin hızlandırılması adı na stratejik öneme sahip en kar lı i şletmelerin haraç-mezat ele geçirilmesi v b. anlamına gelmektedir. Ülke ekonomisi ve maliyesinin kontrolü gitgide daha doğrudan biçim ve iliş kiler i çerisinde emperyalist merkezlerin eline geçmektedir. Ülke ekonomisi ve maliyesi bir süredir aylık periyod lara varan denetimlerle zaten bu merkezler adına hareket eden İMF'nin eline geçmişti. Gelinen yerde bu, emperya list finans merkezlerinden Türkiye ' ye doğrudan "ekonomi nin patronu" bakanlar atamaya kadar varmıştır. Dünya Ban kası ' nın, aynı anlama gelmek üzere Amerikan emperyaliz minin bir maaştı görevlisi, "kurtarıcı adam" propagandası eşliğinde bugün fiili başbakan konumuna getirilmiştir. Bunu Ankara'daki ABD büyükelçisinin hükümet işlerinin ve ka rarlarının fiili müdalıili haline gelmesi tamamlamaktadır. B u kadarla d a değil. Amerikan tekelc i basınında bazı yazarlar bugün artık, ABD başkanının Türk hükümetine bir "siya sal danışman" ataması gerektiğinden bile sözedebilmekte dirler. Herşeyini dışardan gelen kredilere ipotek edenlerin yakında bu türden bir ihanete de razı olmaları şaşırtıcı olma yacaktır. Bu gelişmeler, İMF reçetelerinin ve ona eşlik eden krizler dizisinin ülkeye siyasal faturasını da kendiliğinden vermek tedir. Türkiye'nin ekonomisine ve maliyesine daha doğrudan 235 hükmeder hale gelenler, büyük boyutlara ulaşmış dış borç ların alacaklıları ve sermaye iktidarının krizden çıkmak adı na dilendiği yeni borç kaynaklarının vericileri olarak, ülke nin siyasi yaşamına ve kaderine de daha doğrudan ve daha pervasızca müdahale edebilir konumlar kazanmaktadırlar. ABD büyükelçisinin başbakanı kendi konutunda kabul eder hale gelmesi, bu utanç verici olay, ilişkilerin yeni biçimi ve seyri nin de son derece açıklayıcı simgesel bir göstergesidir. Buna denk düşen güncel bir uygulama ise, tam da Irak'la ilişkilerde güya normalleşme sürecinin yaşandığı bir sırada, Türk makamiarına danışma ihtiyacı duymaksızın İncirlik'ten kalkan ABD uçaklarının lrak'ı keyfi biçiminde bombalaması olmuştur. Türk iye'yi yöneten siyasi ve askeri çevrelerden buna karşı göstermelik bir çift söz bile edilememiştir. Edile mez de; dayandıkları ekonomi, ABD'nin her seferinde misliyle geri aldığı ve alacağı 5- 1 0 milyar dolarlık kredilere muhtaç hale gelmiş bir müflis düzenin işbirlikçi uşak takımından bu zaten beklenemez. Emekçilerin kaderi ile ülkenin kaderi içiçedir B ütün bunlar birarada, Türkiye'nin emperyalizme köle ce bağıml ıl ığının yeni boyutlar kazanması demektir. Tür kiye'nin ekonomisini ve maliyesini içerden ele geçirenler, ona, iç ve dış politikada da kendi çıkarlan ve ihtiyaçları doğrultusunda daha doğrudan h ükmetme olanakl arına da gitgide daha çok kavuşuyorlar. Bugünün Türkiye 'sinde, sonuçta yağmasalar da yine de yeri geldikçe AB 'ye karşı esip gürleyen ordu, hükümet, par lamento ve düzen partilerinden hiçbirinin ABD emperya l izminin dayatmalarma karşı göstermelik olarak olsun tek kelime etmemeleri, edernemeleri ibret vericidir. Türk bur236 juvazisi, onun tüm kurum ve kuruluşlarıyla dayandığı bütün bir düzen cephesi , kaderini tam olarak ABD emperyaliz· mine bağlamtş, ona ipotek etmiş, onun kulu kölesi haline gelmiştir. ABD patentli İMF programlannın "Ulusal pro gram" olarak sunulması, bu ülkenin maaşlı memurlarının Türkiye 'ye "ulusal kurtarıcı" olarak getirtilip hükümetin tepesine oturtulmast bundan dolayıdır. Tüm kurum ve kuru tuşları yl a düzen cephesi, tam bir ulusal ihanet cephesidir . Son gelişmeler bunu yeni bir düzeyde teyid etmiştir. İşçi sınıfı ve emekçileri Cumhuriyet tarihinin en büyük iktisadi ve sosyal yıkımına uğratan gelişmelerin, öte yan dan Türkiye 'nin emperyalizme kölece bağımlılığının yeni boyutlar ve daha doğrudan biçimler kazanmasıyla elele git mesi, son derece açıklayıcı bir nesnel olgudur. Bu, işçi sınıfı ve emekçilerin kaderiyle ülkenin kaderinin içiçe geçmesi nin bir göstergesidir. Aynı olgu, toplumsal olanla ulusal ola nın içiçe geçmesi, bu iki alandaki mücadelenin ve çözü mün birbirini tamamlaması, organik bir bütün oluşturması olarak da kavranabilir. Güncel planda bu, işçi sınıfı ve emekçileri yıkıma uğratan programlara karşı mücadele edilmedikçe emperyalist köle liğin ağırlaşmasına set çekilemeyeceği anlamına gelir. Stratejik planda ise aynı olgu, i şç i sınıfı ve emekçilerin temel çıkar Ianna ve iktidar mücadelesine bağlanmayan bir anti-emperya list mücadeleni n kurulu düzeni aşamayacağı, onun büyük ölçüde gerici ütopik burjuva milliyetçi bir alternatifi ol maktan öteye giderneyeceği anlamına geli r·. B ugünün Türkiye'sinde bu tür bir altematifin sınıfsal ekseni ve taşıyıcısı olabilecek bir burjuva sosyal katman bulunmadığı için de, bu sözde alternatifin herhangi bir çözüm üretme şansı ol mak bir yana sınırl ı ölçüler içinde bir gerçekleşme olanağı bile bulunmamaktadır. B irçok açıdan bir geçiş dönemi olan '60'1ı yıllarda dahi havada kalan ve trajik biçimde sonuçlanan 237 bu türden burjuva milliyetçi hayalleri, Türkiye'nin son 40 yıllık sosyal evrimi ve dönüşümünün ardından bugün daha geri bir düzeyde sözde "ulusal program" alternatifi diye piya saya sürenleri, yalnızca daha ağır bir hayal kırıklığı beklemek tedir. ' 60'lardaki uluslararası koşullar herşeye rağmen bu türden arayışlara bir ölçüde elveri ş l i ydi. B una rağmen '60'larda sonuç trajik olmuştu, oysa bu kez traji-komik bile olamayacaktır. Sorumlu işbirlikçi burjuvazidir; onun sınıf düzeni ve siyasal iktidarıdır Ş imdilerde son krizin gerçek sorumluları üzerine hara retli tartışmalar var. Krizin patlak verdiği günlerde 14 aydır uygulanan İMF programının iflası genel kabul gördüğü için, krizin sorumlusu olarak İMF ve ona körü körüne itaat eden hükümet gösteriliyordu. Emekçi kitlelerde İMF' ye ve hü kümete karşı büyüyen öfke de gözetilerek, bunun böyle ol duğu sermaye çevreleri tarafından bile bir biçimde ifade edil mekteydi. Doğal olarak reformİst sol partiler ile sendika bü rokrasisi de bu koroyu tamamlamaktaydı. B una bir an için sorumluluğu İMF'ye yükteyerek kendi cephelerinden hükü met temsilcileri bile k atıldılar. Fakat çok geçmeden tekelci sermayenin tam denetiminde ve onlar üzerinden emperyalist merkezlerin hizmetindeki tekelci sermaye basını, · sorumluluğu yalnızca hükümete yük leyerek İMF'yi aklama operasyonu başlattı. " Ulusal prog ram" yaftası asılsa da gerçekte eski İMF programının ağır laştırılmış bir yeni versiyonu olduğu herkesçe bilinen ve bizzat İMF'nin onayına sunulacak olan yeni saldırı progra mını meşrulaştırmak için gerekliydi bu. Öte yandan, biz zat İMF başkan yardımcısı tarafından hükümete dayatılan Kemal Derviş'i "beceriksiz hükümet" karşısında bir kurtarıcı 238 . olarak sunmak, böylece onun fi ili başbakan konumunu pe kiştirmek için bu aynca gerekliydi. Ve nihayet, krizin sorum lusu i l an edilerek iradesi tümden tesl i m alınan hükmete İMF'nin yeni programım olduğu gibi onayiatmak da böy lece kolayiaşmış olacaktı. Reformist sol ile, şu sıralar onunla aynı dili kullanarak İMF programına karşı alternatif bir "ulusal program" ihti yacını dillendiren sendika bürokrasisi ise, krizin başlan gıcındaki yaygın söyleme bağlı kalarak, hem hükümeti hem İMF'yi, doğal olarak özellikle İMF'yi ve onun dayatmalarma kölece boyun eğdiği için de hükümeti suçlamakta ve sorum lu olarak göstermektedir. Fakat nedense hiçbirinin aklına, yapısal bozuklukları ve bunun yansıması olan krizleriyle Tür kiye kapital izminin kendisi, buna dayanan sınıf, ordu ve bü rokrasisiyle bu sınıfa hizmet eden devlet bir türlü gelme mektedir. işbirlikçi tekelci burjuvazinin sınıf egemenl iği, bu ege menlikten ayrı düşünülemeyecek olan emperyalizme köle ce bağımlılık, yapısal krizlerin , bu krizierin ürettiği sonu gelmez faturaların, bu faturaların işçi sınıfı ve emekçile rin yaşamında yarattığı ağır yıkımların temeldeki gerçek ne deni ve dolayısıyla sorumlusudur. Birbirini izleyen krizlerle iflası belgeleneo tam da Türkiye kapitalizmi, onun sınıfsal siyasal düzenidir. Bu sınıf egemenliği sistemi yıkılmadıkça ve onun dayandığı emperyal ist kölelik zincirleri parçalan madıkça, krizler ve emekçitere ödetilen faturalar birbirini izleyecektir. B unun emekçilerin yaşamında ağır yıkımiara dönüşmesi ise, ancak sınıf mücadelesinin gücüyle şu veya bu ölçüde. sınırlanabilecektir, fakat her halükiirda ortadan kaldırılamayacaktır. Tüm bu söylenenler, krizierin ülkeye çıkardığı iktisadi, mal i ve siyasi faturalar için de geçerli dir; k i bu kon u, krizle birl ikte gündeme gelen alternatif programlar çerçevesinde apayrı bir önem taşımaktadır. 239 '60'h y11ların burjuva liberal ha yallerine daha geri bir noktadan dönüş Türkiye neredeyse yarım yüzyıldır çözümsüz sorunlarm ve yapısaJ bunalımların pençesinde k ıvranıyor. Her yeni dö nem bir öncekini aratıyor. B undan altı yıl önce, S Nisan saldırısına yolaçan bunalımı "Cumhuriyet tarihinin en büyük bunalımı" ilan edenler, bugün bir adı m daha ileri giderek ülkenin iflas ettiğini söyleyebiliyorlar. Gerçekte iflas eden bir sınıf egemenliği sistemidir. Günden güne daha baskıcı ve kanlı bir siyasal rejime dayanarak işleri götürme gay retinin gerisinde de zaten bu aynı gerçek yatmaktadır. B ugün tüm sol çevrelerde ve toplumsal muhalefet saf l arında yaygmlaşan "alternatif program" tartışmalarını, bu iflası bir biçimde algılamanın ve bunun körüklediği arayışla rın bir ürünü saymak gerekir. B u açıdan olumlu bir belir tidir sözkonusu olan. B ununla birlikte aranan, düzene değil de düzenin uygulamakta olduğu belli bir politika biçimine bir alternatif olduğu ölçüde, bu arayışlar, kurulu düzeni kendi temelleri üzerinde sözümona daha sağlıklı bir yapıya ka vuşturmak ·gibi burjuva mill iyetçi ve gerici-ütopik çözüm lere bağlanmaktan öteye de gidememektedi r. Bu açıdan Türkiye'nin refonnist solu, '60'1ı yılların liberal ütopyalarını daha geri ve gül ünç bir düzeyde yeniden güncelleştirmek için şu günlerde hummalı bir çaba içerisindedir. Burjuva milliyetçi hayaller: İP ve EMEP Refonnist solda bu çabanın başını Perinçekçi İP ile EMEP çekiyor. İP bu konuda orduyu savunma arsızlığı içerisinde fazlasıyla cüretl i, EMEP ise örtü1 ü ve utangaç bir konum240 da. İlki, Perinçekçi İP, Cu m hur iy et in başlangıç dönemle rini referans vererek, kalkınmaya ve sanay ile�meye day alı sözümona halkçı bir milli kapital izmi açıkça formüle edi yor. Buna da "Mustafa Kemal'in sınanm1ş ve başanlar kazan miŞ ulusal, devletçi, halkÇI plan/1 ekonomi programi " di yor. İkincisi, EMEP, solcu akademisyenlere başvurarak ve ATO başkanı türünden asalak tüccar takımının iMF karşıtı söylemlerine dayanarak, daha dolaylı bir biçimde aynı kapıya ç ıkıyor. Böylece o da kendi cephesinden, çarpık olmayan, üretime dayanan, istihdam yaratan ve kalkınınayı hedefleyen bir "milli sanayi kapitalizmi" alternatifi propaganda ediyor. Üretime, istihdama, sanayileşmeye ve dolayısıyla kalkınmaya dayalı bu sözde "ul usal program" alternatifi, son kriz pat lak vereli beri sağlı-sonu tüm sendika bürokrasisinin de ortak söylemi durumunda. Nitekim hemen tüm sendikal kuruluşla rın ortak imzasını taşıyan Emek Platformu açıklamaları da aynı istemleri, dolayısıyla çözümleri tekrarl ıyor. "Rant eko nomisi yerine üretime dayalı ekonomi", bu çevrelerde ge nel kabul gören istem ve çözüm durumunda. Tüm bu söylemler ve sözde çözüm arayışları , mevcut durumu bir sınıf egemenl iği sistemiyle, buna dayalı sınıf çıkarları ve tercihleriyle değil, fakat yanlış ve çözümsüz po litika tercihleriyle il işkilendiriyorlar ve karşılığında kendi lerince doğru ve çözücü politikalar önermiş oluyorlar. Sana yileşmeye ve kalkınmaya dayal ı, dolayısıyla gelirleri artıran, i stihdamı sağlayan bir politik tercih bunun ifadesi oluyor. Oysa kapital izmin temel işleyiş mantığı kara, dahası azaını kara dayanır. Bu Türkiye kapitalizminde de böyle olduğu içindir ki, sermaye üretim, istihdam ya da sanayileşme türünden "ulu sal" ya da "sosyal" amaç ve kaygılar değil , azami kar ve vurgun peşinde koşmakta, sonuç bugünkü tablo olmaktadır. Bunda köklü bir değişiklik ancak üretim i lişkilerine ve onun 241 dayandığı sınıf egemenl iği sistemine devrimci bir müdahale ile olanakl ı d ı r. B u olmadığı sürece, uluslararas ı finans çevreleriyle i şbirliği ve kader birliği içindeki rant ve talan ekonomisi yerine, üretime ve istihdama dayalı bir milli eko nomi, mevcut sınıf ilişkileri içerisinde boş bir hayaldir. Her şey bir yana, bunun dayanağı olacak m illici ve sanayici bir burjuva katmanı bugünün Türkiye' sinde yoktur. B urjuvazinin son krizle birlikte İMF'den hoşnutsuzmuş tavrı takınan ke simlerinin tutumunun gerisinde, "ulusal" ya da "sosyal" kay gılar değil, fakat krizin vurduğu ve elenmeyle yüzyüze bırak tığı burjuva sınıf kesimleri olmak olgusu vardır. Bunların iMF'nin işçi sınıfı ve emekçitere yönel ik sosyal yıkım prog ramiarına gerçekte bir itirazı yoktur. Tek itirazları, patlak veren krizlerin , kapitalist işleyişin doğası gereği kendile rini de vuruyor olmasınadır. Üretime ve istihdama dayalı kalkınma ve sanayileşme programı önerenierin l ügatında uluslararası organi k bağlan tısı ve yeri sınıf temeliyle bir Türkiye kapitalizmi değil , sınıf karakterinden yoksun bir "Türkiye ekonomisi" var. B u durumda bütün sorun, sınıf dayanağından v e karakterinden yoksun bu ekonomiyi kötü ellerden ve akibetlerden koru mak olarak ortaya çıkıyor. Perinçekçi İP bu gerici l iberal yaklaşımı ifrata vardırıyor. Onlar için emperyalizme bin bir bağla bağlı bir Türkiye kapital izmi değil, fakat em peryalizmin şimdilerde küreselleşme saldırısıyla çökertıneye çalıştığı bir "ulusal ekonomi" ve "ul usal pi yasa" var. Yine, bu kapitalizm temeli üzerinde yükselen bir burjuva sınıf egemenliği, bu egemenl iğin dayanağı olan bir burjuva sınıf devleti ve ordusu değil, "ulusal devlet" ve "ulusal ordu" var. "Ulusal" yaftası takılan bu devlete ve orduya dayanılarak, yine "ulusal" yafta takılan "ekonomi" ve " iç piyasa" savu nulacaktır. 242 Sorunları mevcut düzeni a ş ma k değil, fakat islah edip düze çıkarmak Bu gerici liberal düşünceleri uzun uzadıya tartışmanın yeri burası değil. Fakat bunların tarihsel ve sınıfsal temel den yoksun l i beral ütopyalar olduğunu göstermek için, ta rihsel referanslarına işaret etmek bile kendi başına yeterli dir. Tarihsel referans olarak sunulan "Mustafa Kemal 'in sı nanmış ve başarılar kazanmış" sözde halkçı politikaları, ne denli böyle olduğundan bağımsız olarak, bell i tarihi koşul lar içinde, belirli bir sınıfın çıkarlarına ve ihtiyaçlarına yanıt veriyordu. B u sınıf ve dayandığı ekonomik temel yokol up buharlaşmadı , tersine, evrimini sürdürerek bir dizi gelişme aşamasından geçti v e bugüne geldi. B u egemenliğin siya sal ifades i olan devleti ve bu devletin temel omurgası olan ordusuyla birlikte. Onlar da ona paralel ve onun ihtiyaçlarına denk düşen bir evrimden ve değişimden geçerek bugüne geldiler. B undan dolayıdır ki, döne döne i flas eden İMF TÜSİAD programlarının başarıyla uygulanmasına cop ve dip çikle nezaret etmekte, bunun gerektirdiği her durumda işçi sınıfına ve emekçilere, onların örgütlü devrimci kesimleri ne her türlü baskı ve zulmü reva görmektedirler. Bunun içindir ki, her konuda uluorta konuşan, açıklamalar ve tehditler ya yınlayan NATO 'cu ve Amerikancı ordu, İMF dayatmalarma ve programiarına tek kel ime etmemekte, İncirlik'in kulla n ılmasına ses çıkarmamakta, ABD 'nin Yugoslavya müdaha lesine şevkle katılmakta, A B D 'nin Ortadoğu 'daki hançeri konumundaki siyonİst İsrail ile stratejik mihver kurmaktadır. '60 ' l ı yılların bu konuda idealist tarihsel referansalara dayalı duygusal yanılgıları, bilimin ve sosyal pratiğin yardı mıyla solda önem l i ölçüde aşıldı. '30'lu yılların zerre ka dar halkçı olmayan devletç i l iğinin hangi tarihi koşulların ürünü olduğu ve egemen burjuva sınıfının o dönemki çıkar 243 ihtiyaçlarına nasıl uygun düştüğü, ideoloj ik olarak Ke malizmi aşamamı ş bilim insanlarının araştırmalarıyla bile ortaya konuldu ve solun düşensel i lerlemesine dayanak oldu. Bu konuda hayal kırıklıklarını ileriye doğru değil de geri ye doğru aşanlar, kurulu düzenle bütünleşmeyi seçtiler ve içlerinden bazıları onun en utanmaz savunucuları haline geldiJer Belli bir tarihi dönemin koşullarından ve ihtiyaçlarından doğmuş ve o dönem in egemen burjuva sınıfının çıkar ve ihtiyaçlarıyla tam olarak örtüşmüş politikaları alıp sınıf ka raktednden soyutlayarak ve onlara olmadık işlevler atfederek, bu anlamda tarihi de kabaca çarpıtarak, bugüne bir "ulu sal program" alternatifi olarak adapte etmeye kalkmak dü pedüz gericil iktir. Perinçekçi İP ve onun EMEP gibi utan gaç izleyicileri, '60'lı yılların yanılgıianna daha geri ve kaba burjuva bir çizgiden geri dönüyorlar bugün. Son 30-35 yılın ve ilerici düşünsel birikimini, onun ifade ettiği ilerlemeyi bir kalemde silmek istiyorlar. Devrim konusunda tümüyle inançsız bu milli yetçi bur juva l iberal takımı, Türkiye kapitalizminin yarattığı bugünkü sorunları ve açmazları ileriye değil , geriye, bugünkü nok taya varan .çıkış evresine dayanarak sözde çözmek istiyor lar. B u çerçevede gerici ve l iberal oldukları kadar hayalci bir konumdadırlar da. Bu gerici liberal tutum, çözümsüz lükler ve krizler içerisinde debelenen Türkiye kapitalizmi ni aşmak yerine onu islah etmek ve .düze çıkarmak perspektifi olarak da kendini gösteriyor. Proletaryanın devrimci programı tek çıkış yoludur İşçi sınıfının sorunu, kapitalist ekonomiye ve dolayısıyla burjuva sınıf düzeninin sorunlarına kendi i çinde, yani ka244 pitalist düzenin kendi tabanı üzerinde çözüm bulmak değil dir, olamaz. Onun sorunu, devrimci sınıf mücadelesini ge l iştirerek, bu ekonomiyi karakterize eden üretim i l i şkileri ni, bu i lişkilere dayanan sınıf egemenliği sistemini aşmaktır. Dolayısıyla, devrimci . sınıf mücadelesini geliştirrnek ve dev rimci sınıf mevzilerini çağaltmak yoluyla, bunu başaracak 1 koşullara zaman içerisinde ulaşmaktır. İşçi sın ıfı, düzenin krizleri ve dolayısıyla mevcut kriz karşısında, ileri süreceği temel ve taktik istemiere de bu bakışaçısıyla yaklaşır. Özetle bu, devrime dayal ı devrimci sınıf bakışaçısı çizgisidir. Bütün bu açılardan partimizin programı işçi sınıfının elin de gerçek bir silahtır. Teorik, stratejik ve taktik bölümler den oluşan bu bütünsel program, genel planda olduğu gibi bugünkü kriz karşısında da işçi sınıfına devrimci bir bakış açısı ve davranı ş çizgisi sunmaktadır. Programımızın teorik böl ümü, bugünün dünyasında ve onun bir parçası olarak bugünün Türkiye'sinde egemen bulu nan temel ilişkilerin ve bu i l i şkilerin kaçını lmaz ürünü olan iktisadi, sosyal ve siyasal sorunların açık ve net bir kavranışını sunmaktadır. B ugünün Türkiye 'sinde emekçiler krizlerden, emperyalist köleliğin bu krizierin yıkıcı etkilerini ağırlaştıran sonuçlarından, işsizlik ve yoksulluktan, derinleşen gelir uçu rumundan, çok yönlü çürüme ve kokuşmadan acı çekmek te, tüm bunlara karşı öfke ve hoşnutsuzluk duymaktadır. Ye programımızın teorik bölümü, tüm bu sorunların emperya list dünya sistemi ve kapitalist düzen ile organik ve öze ilişkin bağım bütünsel bir açıkhk içerisinde sunmaktadır. Programımızın stratejik siyasal bölümü ''Türkiye Devrimi" başlığı taşımaktadır ve Türkiye kapital izminin siyasal , ik tisadi, sosyal ve kültürel cephede hangi temel alternatif çö zümlerle, hangi ilke ve esaslara bağlı olarak aşılacağını ortaya koymaktadır. Programımızın bu böl ümü, bugünkü düzenin işçi sınıfı na ve emekçilere yaşattığı derin sosyal ve siya245 sal acıların, ancak onun dayandığı sınıf egemenliği sistemine ve onun gerisindeki emperyalist köleliğe köklü bir müdaha leyle aşılabileceğini saptamaktadır. Fakat programımız sorunların kaynağını ve temel çözü münü vermekle de yetinmemektedir. Saptanan temel devrimci hedefe bir anda ulaşılamayacağının açık bilinciyle, devrimci teorik ve stratejik konumunu ve bakışaçısını, bu temel hedefe zaman içerisinde ulaşmayı kolaylaştıracak ve olanaklı kılacak devrimci bir taktik hatla da birleştirmektedir. Programımızın "Acil Demokratik ve Sosyal istemler" ile "Emeğin Korunma sı " na ayrılmış bölümleri de işte bu işlevi görmektedir, bu amaca yöneliktir. Krizin bugünkü yıkıcı etkileri ve sermayenin onu izleyen saldırıları karşıs ında, teorik ve stratej ik bölümleriyle orga nik bir bütünlük içerisinde kavranmak kaydıyla, programımı zın bu taktik bölümleri işçi sın ıfının ve emekçilerin elin de gerçek birer silahtır. Bu bölümler, partimizin şu gün lerde yükselttiği " Krizin faturası kapitalistlere!" şiarının so mutlanmış bir çerçevesini de vermektedir. Burada tek bir istem gösterilemez ki, krizin yıkıcı etkileri ve İMF'nin yeni saldırı programı karşısında, işçi sın ıfının ve emekçilerin bugünkü can . alıcı istemlerine ve çıkarlarına denk düşmüyor olsu n . İş gününden vergi sorununa, asgari ücretten parasız eğitim ve sağlığa kadar bu böyle. Aynı şekilde, dış borçların iptalinden temel demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması istemine kadar bu böyle. Bu istemler devrim hedefine bağlanan bir devrimci sınıf bakışaçısıyla formüle edi lmişlerdir. ilgili bölümlerin girişin de de belirtildiği gibi, bu istemler uğruna mücadele, parti · için; "proleter ve emekçi yığınları etki/emeye, kendi özde neyimleri temelinde eğiterek devrim mücadelesine kazanmaya" h izmet eder. B u i stemierin elde edilmesi mücadelesinde k atedilecek her mesafe, işçi sınıfı ve emekçileri fiziki ve 246 moral yozlaşmadan korumakla kalmayacak, gerçek kurtu luş uğruna verilen mücadelede onlara savaşma gücü ve yeteneği de kazandıracaktır. Bütün bu açılardan, partimizin programı, yalnızca ge nel bir toplumsal devrim programı olarak kalmamakta, mü cadelenin taktik aşarnalarına da başarıyla yanıt veren dinamik ve devrimci bir sınıf mücadelesi bakışaçısı da sunmaktadır. Her toplumda ağır kriz dönemleri, partilerin ve program ların denenip sınanmasına da en uygun vesilelerdir. Parti miz kriz döneminde işçi sınıfının ve emekçilerin karşısına güçlü bir biçimde çıkmak ve kitlelerin ve olayların sınama sından başarıyla geçmek istiyorsa, tam da bu dönemde prog ramını en etkin bir silah haline getirmeyi ve pratikte gereğin ce kullanmayı başarmak zorundadır. Bu aynı dönem, kriz karşısındaki tüm sahte burjuva ya da tutarsız küçük-burjuva programlarla, bunlara dayal ı sözde "ulusal" ya da "devrimci" çözümler ya da ahernatiflerle he saplaşma dönemidir de. Bu hesaplaşma da, yine parti prog ramına etkin bir silah olarak dayanabilme ölçüsünde başarılı olacaktır. (Ekim , sayı: 221 , Mart 200 1 , başyaz.ı) 247 Geleceği kucaklamak için . . . Ekonomik inasa siyasal iflas tamamlıyor Kısa siireli ve soluksuz bir patlama olarak bugün geride kalmış olsa da geleneksel küçük-burjuva katmanların kriz sonrasında sergiledikleri öfke ve hareketli l i k üzerinde du rulmalıdır. Kitle hoşnutsuzluğunun kapsam ve genişlik olarak ulaştığı yeni düzeyin dikkate değer bir göstergesi sayılmalıdır bu katmanların bile sokağa dökülebilmesi. Esnaflar ve kent zanaatkiirları, büyük bir bölümüyle, küçük-burjuvazinin ge leneksel kesimini ve en tutucu katmanlarını oluşturmakta dır. Bu katmanlar, Türkiye'nin '60'Iı ve '70'1i yıllarda yaşadığı iki büyük toplumsal hareketlenme ve devrimci yükseliş içinde yeralmak bir yana, genel l ikle karşı-devrimin kitle dayanağı olmuşlardır. Son kriz öncesi döneme kadar da bu kesim248 ler, geleneksel olarak gerici, şeriatçı ve faşist partilerin kitle taba n ı d u rumunday d ı l ar. B ug ü n kapita l i st krizin ağır yıkıcı etkileri karşısında bu kesimlerin bile öfke ve hoş nutsuzluktarım artık eyleme dökme noktasına varmaları, dü zenin kitle tabanında ciddi bir aşınmanın da bir gösterge sidir. Krizin kendisi Türkiye'nin kapitalist ekonomisinin iflasını belgelemişti. İşçi sınıfı ile kent ve kır yoksullarından öteye, bugün geleneksel küçük-burjuva katmanların bile öfke ve tepkilerini sokağa taşırarak hükümet ve düzen partilerinden umut kestiklerini açığa vurmaları, sistemin siyasal i fl asına da bir gösterge sayılmalıdır. Bir süred ir kamuoyu yokla maları aynı ortak sonuca işaret etmekte, kitlelerin parlamentoya ve tüm düzen partilerine olan güvenlerini neredeyse tüm den yitirdiklerini belgelemektedir. Sözkonusu anketler, bu gün yapılacak bir seçimde, parlamentoda temsil edilen par tilerden hiçbirinin yüzde onluk baraj ı aşamayacağını orta ya koyuyor. Aynı şey parlamento dışında bulunan CHP tü ründen gerici düzen partileri için de geçerlidir. Siyaset sahne sini yeniden düzenleme oyununun bir parçası olarak da kul lanılan bu anketierin sonuçlarından öteye, bu olgu zaten herkesçe bilinen bir gerçektir. Kriz, iktidar ya da muhalefet, tüm düzen partilerini bir kez daha ortak paydada eşitlemiştir. Yanlızca krize karşı tutum yönünden değil, fakat daha da önemli olarak, kitle lerin gözünde de. Muhalefette bul unan burjuva düzen par tilerinin kitleler nezdinde artık inandırıcılığını yitirmiş derna goj ik bazı söylemleri sayılmazsa, emperyalizmin ve işbir likçi burjuvazinin ortak çıkarlarına dayalı saldırı ve sosyal yıkım programiarına gerçekte hiçbirinin bir itirazı yoktur. Hepsi son onyıllık süreçte birbiri n i izleyen hükümetlerde yeralmışlar ve hepsi de özü ve esası aynı olan program ları hayata geçirmişlerdir. H içbirinin ötekinden farkı yok249 tur, tümü de emperyal ist merkezlerde kararlaştırılan ve uy gulanmak üzere önlerine konulan aynı emek ve halk düş manı programın temsilcileri ve uygulayıcılarıdır. Ve emekçiler, bunun böyle olduğunu, kendi özdeneyimleriyle artık iyi-kötü bilmektedirler. Siyasal iflasın yarattığı boşluk Parlamentonun ve düzen partilerinin siyasal iflas ı , si yasal bir boşluk demektir. Emperyalist akıl hocalarının doğ rudan yönlendirmesi al tında işbirlikçi burjuvazi bu boşluğu resmi siyaset alanını ve sınıfını kategorik olarak suçlama yoluyla dengelemeye, çeşitli biçimleriyle (bir "teknokrat lar" ya da "milli mutabakat" hükümeti) bir ara rej imin zemi nini düzlerneye çalışmaktadır. Bu burjuvazi cephesinden siya sal iflasa ve onun yarattığı siyasal boşluğa karşı adım adım geliştirilen güncel altematiftir. Orta vade içinse Derviş türü adamlardan "yeni bir Özal" çıkarma hevesleri dışarı vurulmak tadır ki, bunun herhangi bir gerçekleşme şansı yoktur. Derviş emperyalizmin adamı olarak emperyalist fınans çevreleri adına uygulayacağı acımasız sosyal yıkım programının altında ka l acak , çok geçmeden de sahneyi terkedecektir. Dolayısıyl a, burjuvazinin güncel durumu kurtarmak dışında, daha uzun vadeli bir siyasal alternatifi hiç değilse hali hazırda yoktur. Bunun tam karşısındaki güncel devrimci çıkış yolu ise, düzenin siyasal planlanndan umudunu kesen emekçi yığınla rı n düzen karşıtı bir politik mücadele alanına çekilebilme sidir. Düzen kurumlarını n siyasal i flası, düzen solunun her türlü inandırıcılığını yitirmesi, 28 Şubat'taki aldatıcı çıkışıyla toplumsal muhalefeti yıllardır önemli ölçüde bloke etmeyi başaran "ordu partisi"nin sosyal yıkım saldırısına karşı tek laf etmek bir yana bunun bizzat bekçiliğini yapması ve Ame250 rikalı Derviş programına tam destek vermesi vb. , tüm bunlar. işçi sınıfını ve emekçileri düzen karşıtı bir politik müca dele zem inine çekmek için birbirini tamamlayan avantajlar durumundadır. Düzen ve solu sosyal-reformizm Düzen solunun her türlü inandırıcılığını yit irmesi ol gusu burada özellikle önemlidir. İ ki yılı aşkın bir süredir parlamento dışı olan CHP şahsında bu özellikle açıktır. Bu parti parlamentoda temsil edilen partiler karşısında, arayış içindeki yığınlara en ufak bir umut aşılayamamaktadır. Bunu olanaklı kılacak en ufak bir çaba da göstermemekte, gös terememektedir. Onun tüm çabası burjuvaziye ve emperyalizme tam güven vermeye yöneliktir. Kitleler üzerinde sahte umutlar yayarak da olsa bir etkinlik kuramadığı sürece, emperya lizm ve burjuvazi için de fazla bir şey ifade edemeyeceğini göremeyecek kadar da bir siyasal körlük içindedir. Zaten bu ara bir iç çözülmeye uğraması ve giderek itibarsıziaşması sözkonusudur. CHP'den özellikle S HP kökeniilerio toplu istifası, "yeni oluşum" adı altında sahte bir sol alternatif hazırlamaya yönelik yeni bir girişim olarak göze çarpmaktadır şu günlerde. Yama l ı bir bobçayı andıran ve bu zaafı İ talyan solundan alınm ış "zeytin dalı" türünden projelerle estetize etmeye çalışan bu sözde yeni oluşumun da gerçekte bir şansı yoktur. Zira yeni bir programları ya da kitlelere güven ve inandırıcılık aşılayacak bir söylemleri yoktur. CHP'den kopmaları politika ayrılığın dan çok parti içi kısır çekişmelerin ve Baykal 'ın tasfiye hare ketlerinin bir sonucudur. İ tirazları CHP'nin mevcut çizgi s i ne değil, fakat Baykalcı yönetimin küçük hesaplara daya h tasfiye hareketinedir. '90'ların başında DYP-SHP'nin oluş251 ' turduğu kirli savaş hükümetlerinde yeralmış siyasetçilerio önderliğinde bir hareket olması ve tüm umudunu Erdal İnönü türünden içi boş bir şahsiyete bağlaması bile, bu sözde yeni oluşumun konumunu yeterli açıklıkta ortaya koymaktadır. Sosyal-reformisı solun durumu da farklı değildir. Tü müyle devlete ve onun beyni ve belkemiği olarak orduya angaje olmuş Perinçekçi partiyi peşinen bir yana koyuyo ruz. Nasıl ki CHP'nin tüm çabası emperyalizme ve burju vaziye güven vermekse, Perinçekçi partinin tüm çabası da orduya güven vermekten ibarettir. Bu güveni verebilmek için ordu merkezli her türlü baskı ve terör politikaları desteklen mekte, devrimci katl iam ına alkış tutulmakta, Kürt halkının temel hakları inkar edilmekte, mil itarizmin ve gerici bir mill iyetçil i ği n bayraktarlı ğı yapılmaktadır. ÖDP bir parti olmaktan çok şekilsiz ve iradesiz bir siya sal platformdur ve gelinen yerde iç dağılmayla yüzyüzedir. Halihazırda partinin yönetimini tutanlar kendi partileri adına bir şeyler yapmaktan çok düzen solunun yeni oluşumları içinde kendilerine bir yer kapmaya bakmaktadırlar. EMEP ise krizin kışkırttığı alternatif program tartışmaları ve giri şimleri ortamında kendi adına ortaya bir program koyamaya cak kadar. bağımsız bir siyasal konumdan ve kimlikten yok sundur. Krizin işçileri ve emekçileri düzen partilerinden ol duğu kadar sendika bürokrasisinden de kopardığı bir sırada kalkıp sendika bürokrasisinin sahte alternatif programiarına en hararetli desteği vermesi, bu partinin siyasal iflasının yeni bir kanıtı olmuştur. Sendika bürokrasisinin sahte alternatifi İMF-TÜSİ AD 'ın 1 4 ay boyunca kesintisiz uygulanan sosyal yıkım programını sessiz ve hareketsiz kalmaktan öteye 252 üstü kapalı biçimde bizzat destekleyen sendika bürokrasi si, krizin ardından bir alternatif program iddiasıyla sahneye çıktı. Bu çıkış, krizin belgelediği siyasal iflas karşısında ve öfkesi burnundaki kitleleri bir süre oyalamak için adeta bir zorunluluk olarak yaşandı . Hain bürokrallar böylece güya düzen partilerinden umudunu kesmiş ve yeni arayışlara yö nelmiş kitlelere bir çıkış yolu sunmak iddiasındaydılar. Ama ortaya koydukları sahte alternatif programın ve ilan ettikleri eylem planının arkasında birkaç hafta bile dura madılar. 1 4 Nisan eylemini ortada bıraktılar ve Mart so nunda i lan ettikleri programı daha Nisan ortasında unutut maya terkettiler. Krizin ve sosyal yıkımın gerçek sorum l ulularını bile tan ımlamaktan aciz olan ve hal ihazırda bur juvazinin yaptığı gibi geçmiş hükümetleri suçlamaktan ileriye gidemeyen bu sahte alternatif program artık EP'in olmaktan çok EMEP'in fiili programıdır ve ondan başka da sahiple neni bulunmamaktadır. Sendika bürokrasisinin işçiler ve kamu emekçileri üzerin deki etki ve denetimlerini bir parça koruyabilmelerinin gelinen yerde olmazsa olmaz koşulu, kitlelerin fi ili mücadelesine sahip çıkması, bunun önünü açmasıdır. Bu i se olacak şey değildir. Yaptığı sahte çıkışların iki hafta içinde çökmesi de bunu kanıtlamaktadır. Eğer Emek Platformu bileşenleri 14 Nisan eylemine birazcık bir samirniyetle sahip çıkabil selerdi, bu sayede ortaya koyduktan sahte alternatife de kitleler nezdinde az biraz bir inandırıcılık kazandırmak olanağı bula bilirlerdi. Zira gelinen yerde kitleler eyleml i çabalarla des teklenmeyen ve kanıtianmayan hiçbir sahte umuda ya da alternatife güven duymamaktadırlar. Ama satılmış sendika bürokratları bu kadarını bile yapamadılar, yapamazlardı da. Gerek kendi gerici burjuva konumları , gerekse burjuvazi ye hizmet olan değişmez misyonları, onların bunu yapabil mesinin önünde aşılmaz bir engeldir. 253 Nesnel imkanlar, öznel zayıflıklar Güncel siyasal tablo genel çizgileriyle budur. Düzen par tilerinden öteye düzen in sendikal ya da sol siyasal sübap ları da, krizin yığml�rda yarattığı hoşnutsuzluk ve arayışlar karşısında çözüm alternatifi olmak bir yana, aldatıcı birer geçici alternatif bile olamamaktadırlar. Kuşkusuz bu sah nenin artık ve yalnızca devrimci çıkış ve çözüm alternati fine kalması demek değildir. B unu böyle sanmak çocukça ve budalaca bir görüş ve avuntu olur. Nesnel açıdan du rum bu olmakla birlikte, öznel açıdan bakıldığında, halihazır da devrimci çıkış alternatifi kitlelerin geniş kesimleri açısın dan herhangi bir şey ifade etmek bir yana, farkedilememektedir bile. Düzen alternatiflerinin tükendiği ve ortada güven veren devrimci bir alternatifin de bulunmadığı koşullarda yığınl arı bekleyen akıbet, çaresizlik içerisinde edilgenleşmekten, umut suzluk içerisinde tükeornekten ve çürümekten başka bir şey olamaz. Ta ki topl umsal birikim kendiliğinden patlamalar halinde kendine bir yol açmayı başarana kadar. Türkiye'de emekçiler halihazırda bu tür bir patlamadan uzaktırlar ve daha çok bir çaresizlik duygusu içindedirler. Devrimci çözümü ve çıkış yolunu temsil eden güçler bugün, kitlelerin karşısına bir umut ve dolayısıyla bir çıkış alternatifi olarak çıkabilmek konum ve yeteneğinden yok sundurlar. Bu güçler bugün için daha çok düzen kuvvet lerinin çok yönlü tasfiye saldırıları karşısında ayakta kal maya çalışmaktadırlar. B u, krizin yarattığı açmazlar ve riskler karşısında, burjuvazinin devrimci güçleri çok bilinçli bir biçimde mahkum ettiği bir açmazdır. Devrimci güçlerin sü rekli savunmada ve bir ayakta kalma savaşıyla yüzyüze bırakılması, burjuvazinin devrimci akım ın kitleler nezdin de güç kazanmasını engelleme stratejisinin bir gereğidir. Geçerken belirtelim ki, hücre saldırısı ve bu saldınyı başanya 254 u laştırmak için sergilenen akıl almaz g i b i görünen ac ımas ızlıklar, tam da b u s tratej i n in bir gereği ve bir parçasıdır. Burjuvazi, düzen içi alternatifiere olan inançları kırılmış emekçi yığınların devrimci bir çıkış yoluna yönelmelerinin önünü peşinen kesebilmek için, ülkenin mevcut devrimci birikimine karşı acımasız bir kirli yoketme savaşı yürütmek tedir. '90'ların ortasında, tam da "cumhuriyetin en ağır krizi" olarak nitelenen bir krizin ard ından yenilenmesi gündeme getirilen "Milli Güvenlik Siyaset Belgesi"nde, devrimci alter natifin tümden tasfiyesinin ve ehlileştirilmiş icazetçi bir sol yaratma projesinin temel önemde bir stratejik pol i tika ola rak saptanmış bulunması, bu açıdan hiç de rastlantı değildir. Bu stratejiyi boşa çıkarmanın yolu, yal n ızca devrimci ko num ve kimliği koruyarak ayakta kalmayı başarmaktan değil, yanısıra, etkin bir biçimde kitlelere yönelecek ve mücade le içerisinde onlarla birleşmeyi sağlayabilecek bir örgütlenme yapısı ve çalışma tarzı ortaya koymaktan da geçmektedir. Sabırh gündelik çahşma Partimiz dönemsel görev ve sorumluluklarını bunun ışığında ele almak ve kavramak durumundadır. Her halü karda ayakta kalacağız, komünist devrimci konum ve kimliğimizi koruyacağız, buna en ufak bir şüphe yok. Ne var ki bu kendi başına bir şey ifade etmez, yalnızca asga ri bir önkoşulun yerine getirilmesi anlamına gelir. Asıl ya p ılması gereken, özellikle işçilere olmak üzere arayış içe risindeki kitlelere, döneme uygun yol, yöntem ve araçları bularak yönetmeyi başarabilmektir. Burjuvazinin yoketme saldınsına karşı ayakta kalmanın, devrimci konum ve kimliği korumanın, bundan da öte, sınıf ve emekçiler için devrim ci bir önderlik odağı haline gelebilmenin başka bir yolu yoktur. 255 Yığınların temel ve güncel çıkarlarını temsil eden bir konuma, kimliğe ve programa sahip olmak da yalnızca zo runlu bir öteki temel önkoşuldur. Bu da kendi başına çok fazla bir şey ifade etmez. Önemli olan, buna kitlelerin gerçek yaşamı ve mücadelesi içerisinde bir anlam ve fii l i etkinlik kazandırabilmektir. Kitlelerin mücadele isteğine, bu isteğin eyleme dönüşlüğü her gelişmeye sahip çıkmaktan da öteye, bununla fiilen birleşmenin ve buna önderlik etmenin yol ve yöntemlerini bulabil mek, bunun araçlarını yaratabilmektir. Bu başarıl amadığı sürece tek santim mesafe katedilemez. B unu başarmanın genel ve sihirli bir formülü de yok tur. Yapılması gereken, eldeki güç ve imkanları en iyi ve en etkin bir biçimde sınıf ve emekçi kitlelerle birleşrnek doğrultusunda kullanabilmektir, böylece kitle hareketi içe risinde somut mevziler kazanabilmektir. B unda ne denli ba şarılı olunabilinirse, kitle hareketinin beklenmedik gelişmeleri karşısında etkin bir rol oynayabilmek de o denli olanaklı hale gelir. Sihirli çözüm yolları aramak, hızlı ve beklenmedik güç leome yolları düşlemek, yalnızca edilgenlik: içinde bekleyişle re ve çaresizlik içerisinde tükenişlere yolaçar. Yapmamız gereken şey, sabırlı ve soğukkanlı, o ölçüde etkin ve geleceğe güvenli bir gündelik hazırlık çalışması içerisinde olmaktır. Enerjimizi, güç ve olanaklarımızı gündelik çalışmada en i yi, amaca en uygun biçimde kullanmak yoluna gidemezsek, da ha büyük güçlere ulaşmayı ve kitle hareketindeki beklen medik: gelişmeleri kucaklamayı zaten başaramayız. Burada nesnel durum ile özel durumumuz arasında gerçekçi fakat dinamik bir bağlantı kurmayı başarabilmek özellikle önemli dir. Nesnel durum her açıdan uygundur ve bize büyük olanak lar ve avantajlar sunmaktadır. Öznel durumumuz ise ter sinden, hiç değilse halihazırda, ciddi bir zayıflık ve yeter sizliğin ifadesidir. Fakat nesnel durumun sunduğu olanakların 256 ve avantajların bilincinde olursak, bunun verdiği bir güven ve inançla hareket edersek, öznel durumumuzdaki zayıfl ık ve yetersizlikleri gidermenin de çözüm yolunu önemli ölçüde bulmayı başarabiliriz. Dönemin önümüze koyduğu görevleri bu bakışaçısıyla ele alırsak, om uzlarımıza yüklediği ağır yükü bu perspek tifle omuzlarsak, önümüz fazlasıyla açıktır. Bunun bi li n ciyle hareket edersek ve güncel görevlerin gereklerine de bu bilinçle sarılırsak, beklenmedik bir biçimde güç kazanır, umut haline gelir ve böylece geleceği kucaklarız. (Ekim , sayı : 222, Nisan 2001 , başyazı) 257 Dönemsel durum ve partinin sorumluluklar• Sonu gelmeyen krizleri yönetme başarısı B urjuva düzen cephesinde i şlerin nasıl seyrettiği üze rinde durmayacağız. B u , son kriz vesilesiyle basınımııda bir kez daha birçok yönüyle irdelenmiştir. B urada özellik le vurgulanması gereken nokta, sonu gelmeyen ekonomik kriziere rağmen, burjuvazinin işleri iyi-kötü götürdüğü, kendi ifadesiye krizi yönetmeyi başardığıdır. Ciddi zorluklarla kar şılaşmadan faturanın bir kez daha i şçi sınıfına ve emekçi lere ödetilmesi bunun ifadesidir. Bu kendi başına burjuvazi için sorunu çözmüyor ve yarına katmerleşerek devredilen sosyal-siyasal sorunların ağır yü künden kurtannıyor. Ama güncel planda duruma hakim olmayı başardığı da bir gerçek. Bunu başarabilmesinin gerisinde 258 özellikle işçi sınıfının denetim altında tutulmasının oiduğu da bir başka gerçek. İşçi sınıfının güçlü bir çıkışı ve mü cadelesi olmadan bu gidişin yönünü değiştirmek ve emekçi hareketinin önünü açmak olanaklı görünmüyor. Sınıf ve kitle hareketinde tıkanıklık Krizin y ıkıcı etkilerine ve onu tamamlayan yeni sosyal yıkım programına rağmen sınıf ve emekçi hareketi cephesinde anlamlı sayılabilecek çıkışların yaşanmaması, kitle hareketinin bugünkü durumu hakkında bir fikir vermektedir. İşçilerin ve emekçilerin derin bir hoşnutsuzluk içinde olduklarından ve ardı arkası kesilmeyen saldırılara karşı bir çıkış yolu ara dıklarından kuşku duyulamaz. Fakat bu çıkış yolunun bir türlü bulunamaması, sınıf ve emekçi hareketini iyice yor makta, onu halihazırda ağırlaşan bir tıkanıklıkla yüzyüze b ırakmaktadır. Bu durum, sınıf ve emekçi kitleler içinde bir çaresizlik duygusuna, bunun da beslediği bir atalete yolaçmak tadır. Bu çok yeni bir durum da değildir. '99 Temmuz' unda tabandan gelen ve sendika bürokrasisini aşan büyük dalganın depremle birlikte kırılmasından beri durum aşağı yukarı budur. Burjuvazinin çok yönlü baskı ve denetim mekanizma ları ile bunun bir parçası olan sendikal ihanet çetesinin sınıf ve emekçi hareketini düşürmeyi başarabildiği bir durumdur bu. Yıllardır kend ini tekrarlayan ve bir kural olarak hava boşaltma i şlevi gören eylem tarzına işçi lerin ve emekçile rin güven ve inancı artık kalmamıştır. B una rağmen bu ey lemlere zaman zaman gösterilen ilgiyi ve yer yer gerçekleşen güçlü kitle katılımını, bir türlü kırılamayan mücadele isteği nin bir göstergesi saymak gerekir yine de. Fakat özellikle işçiler cephesinden sendika bürokrasisini bu tür eytemlere zorlayan eski taban basıncının şimdi lerde büyük ölçüde 259 zayı fladığı da bir gerçektir. Reformist solda çürüme ve düzene yamanma Sol hareketin durumu, kitle hareketinin mevcut durumunun da olumsuz etkisi altında, bir bakıma çok daha kötüdür. Reformisı ve devrimci kanatlarıyla geleneksel sol akımların k itlelerin mücadelesine, eylemliliğine ve örgütlülüğüne he men hiçbir katkıları yoktur. Dahası , genelde düzenin, özel planda ise sendika bürokrasisinin yedeği olarak hareket eden sosyal -reformist akımlar, bu konum ve tutumlarıyla, k itle hareketini ve örgütlenmesini üstüne üstlük tahrip de etmek tedirler. 28 Şubat üzerinden ordu yardakçılığı; EP üzerin den kurulan tuzaklara verilen tam boy destek; KESK ' in düşürüldüğü vahim durum; zindan direnişine utanç verici ilgisizliğin zaman zaman devletin argümanlarıyla konuşmaya vardınlması vb., tüm bu güncel tutum ve davranışlar bu gerici rolün göstergeleridir. Reformİst sol son zamanlarda düzenin icazet sınırlarına tam olarak teslim olmuştur. 8 aydı r süren ve toplumdaki tüm güçleri, kurumları ve kişileri yerli yerine oturmakta paha biçilmez açıklıklar sunan zindan direnişi, tüm kanatlarıyla reformİst sol akımdaki çürüme ve kokuşmayı da gözler önü ne sermiştir. Bu akımlar geçtik sol siyasal iddiaları, sıradan demokratların gösterebileceği bir ilgi ve desteği bile suna mamışlardır politik sonuçları bakımından hayati önem taşı yan bu direnişe. Üstelik Perinçekçi çete hariç tümü de h ücre saldırısının, sınıfa ve emekçilere yönelik kapsamlı bir saldırı nın kritik bir alanı olduğunu bildikleri, bunu hep söyleye geldikleri halde bu böyle olabil m iştir. Reformİst sol akımlar tüm kritik siyasal sorunlarda dü zene tam teslimiyet içindedirler ve bunu davranışlarıyla döne 260 döne kanıtlamaktadırlar. Birbirini izleyen yenilgi dönemleri nin dejenere ürünleri d urum unda ki bu akımların mücade lenin daha da sertleşeceği bir aşamada sahneden silineceğin den ya da düzenle tam bütünleşme yolu tutacaklarından kuşku duyulmamalıdır. Kaldı ki düzenle doğrudan ya da dolaylı yollarla bütün leşmenin ciddi adımları daha şimdiden vardır. Milliyetçi kemalist Perinçekçi İP artık devletin baskı ve terör aygıtlarının bir uzantısı olarak hareket etmekte, onların avukatlığını yap maktadır. Dağılma noktasına gelen Avrupacı l iberal ÖDP ise kaderini kendisi gibi bunalım içindeki düzen soluyla bir leştirmek hazırlığı içerisindedir. S ınıf hareketi üzerinden çı ğırtkanl ık yapmayı özgün bir kimlik haline getiren kuyrukçu liberal EMEP'in g�ldiği noktayı ise krizi izleyen olaylar gös termiştir. Sınıfa kendi adına söyleyebilecek hiçbir şeyi kal mayan, sendika bürokrasisin i n kritik bir dönemde sınıf ve emekçi hareketine kar�ı kurduğu en büyük tuzağa en hararetli desteği veren bu çevrenin siyasal iflası bu vesileyle bir kez daha görülmüştür. Tüm bunlar, reformİst solu n durumuna i l işkin tespitler, gözler önündeki olgusal durumlardır. Bu durum reformisı solu küçümserneyi değil, ona karşı daha sistematik bir mü cadeleyi gerekli kılmaktadır. Komüni stler, reformİst solun maskesini indirme ve kitle hareketinde hala yapmayı başara bildiği tahribatın önünü alma mücadelesini bundan böyle de güçlendirerek sürdüreceklerdir. Devrimci-demokrat akımlarda kötürümleşme Zindan direnişi süreci, geride kalan 8 ay boyunca ge leneksel devrimci demokrat akımları hemen tümüyle ken dine kilitledi ve bu akımların içinde bulunduklan durumu 261 da gözler önüne serdi. içerde büyük bedeiier ödenerek bu denli uzun bir zaman diliminde ayakta kalmayı başarabi len bir direnişe rağmen bu akımların sergilediği manzara, onların tıkanıklıktan da öte bir kötürümleşme içinde oldukla rını bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. B i r tek kendini tü müyle zindan direnişine endeksiemiş bulunan DHKP-C bir ölçüde bunun dışında kalmayı başarabilmiştir. Bu akımlar, zindan direnişi ötesi toplumsal gündemden, sınıf ve emekçi hareketinin yakıcı sorunlarından büyük ölçüde koptokları halde, zindan direnişinin başarısını kolaylaştıracak hemen hiçbir anlamlı politik açılım ve çaba içerisinde de olamamışlardır. B u , bu akımların bugün geldiği yerdir ve bu akımlar bünyesinde yeni yıkımlar ve tasfiyeci savrulmaların da rahatsız edici zeminidir. Yenilmemiş, tersine büyük bir sabır ve inatla süren bir direnişi yenilmiş sayarak kendi ata Ietlerine dayanak yapanların, önümüzdeki dönemde kendi lerini böyle bir akıbetten kurtarmaları kolay olmayacaktır. Kürt hareketinde bekleyiş içinde çürüme İmralı tesl imiyetinin üzerinden geçen iki tam yıl, bu çizginin içyüzünü ve iflasını bütün açıklığıyla gözler önü ne sermekle kalmadı, bu çizgiye angaje olan Kürt hareke tini de aktif bir güç olarak siyaset sahnesinden neredeyse tümden sildi. Kürt hareketinin yaşanan kan kaybına rağmen kitle gücünü bir ölçüde koruması, bu sonucu değiştirme mektedir. Hareket siyaset sahnesindeki belirgin varlığını çok tan kaybetmi ştir ve saflarda sürekli büyüyen bir umutsuz luk vardır. Um utların tüketildiği bu edilgen bekleme süre ci safları da günden güne çürütmektedir. İmralı çizgisindeki Kürt hareketi bu duruma karşı ça resizdir ve son zamanlarda sık sık yinelenen savaş tehdit262 leri bir anlam taşımadığı gibi kimse tarafından ciddiye de alınmamaktadır. Durumdan biricik çıkış yolu, İmralı çizgisinin tümden red ve mahkum edilmesi temelinde yenilenmiş bir devrimci m ücadele çizgisidir. B unun bir gereği olarak da Türk işçi ve emekçileriyle birleşik mücadele yol una giril mesidir. Bunun ötesindeki herşey boş bir laftır. Umutsuzluğu büyütmekten , çürümeyi derinleştirmekten başka bir sonuç vermeyecektir. *** Buraya kadar ortaya en özet biçimde koyduklarımız, ge nel çizgileriyle bir mevcut durum tablosudur. Bizim için öznel bir değerlendirme olmaktan çok bir nesnel/olgusal du rum tespitidir. iyimserlik ya da karamsarl ık nedeni değil, dönemsel görev ve sorumluluklarımızı doğru·, isabetli ve ba şarıl ı bir biçimde üstlenebilmemizin bir olanağıdır. Kısa dönemli başarının diyalektiği Krizi yönetme ve kitleleri dizginleyerek denetim altında tutma alanındaki güncel başarısı ne olursa olsun, Türkiye'nin burjuva düzeni uzun vadede güçsüz ve gelecekten yoksun dur. B unu hiç de genel bir teorik gerçek olarak ya da ta rihsel iyimserlik içinde söylüyor değiliz. Onyılları bulan tab lonun gelişim seyri ortadır. Son 20 yılın ardından bugün varılan nokta bile, kendi başına işaret edilen bu gerçeğin bir göstergesidir. Kısa dönemli olarak krizi iyi-kötü yönetmek ve kitlelerin tepki sini kontrol edilebilir ve katlanılabilir sınırlar içinde tutabiirnek bir başarı olsa bile, bu aynı sürecin sonu gel mez krizler olarak işlediğini ve krizi yönetme imkanlarını da adım adım tükettiğini bilmek gereki r. Baskı ve şiddeti bu denli kesintisiz ve yoğun bir biçimde kullanan, tam de netimindeki sendika bürokrasisini sürekli bir biçimde iha263 net çizgisinde davranmaya mecbur eden bir sınıfın elinde, kullandığı bütün bu araçlar, eski gücünü ve işlevini de zaman la kaçınılmaz olarak yitireceklerdir. Büyük güç ve itibar kay bına uğramış, herbiri için yüzde on barajını aşmak bile ciddi bir sorun haline gelmiş düzen partileri tablosu, bunun daha şimdiden açıklayıcı bir örrieğidir. Halkın en az güvendiği kurumların başında meclis, medya ve politikacıların gelmesi de bir rastlantı değildir. Kriz süreçlerinin ve krizi yönet me başarıs ı n ı n zamanla tüketip i ti bardan dü şürdüğü kurumlardır bunlar. Aynı süreç, örneğin şu an için en güveni l ir kurumlar arasında gösterilen cumhurbaşkanı ve ordu için de adım adım işlemektedir. "Hukuk adamı" görüntüsü altında sergilediği birkaç göstermelik jestle bir anda büyük itibar kazanan cum hurbaşkanı , ş imdi herbiri birer "vatana ihanet" belgesi niteliğindeki İMF yasalarını peşpeşe tam bir uysallıkla onay lamaktadır. Krizin kurumları tüketen çarkıdır bu; "hukuk adamı" parıltısını bir anda uysal İMF memuru derekesine düşürmekledir bu çark . .Aynı şey ordu için de geçerlidir. Halk hareketlerini acı mazsızca ezen faşist askeri darbelerin, ABD emperyalizmine ve NATO 'ya elli yıllık uşakça sadakati n, Kürdistan 'daki kir li savaşın, kontr-gerillanın beyni ve omurgasını bünyesin de taşımanın biriktirdiği büyük itibar kaybını, gözlere kül serpmek anlamına gelen 28 Şubat çıkışıyla bir ölçüde ve bir süre için hafifletmeyi başaran sermaye ordusunun bu ma nevrası da artık sınırlarına varmıştır. B u aynı ordu, şimdi lerde, İMF'nin sosyal yıkım programiarına verdiği tam destek ve bunların engelsiz u ygulanmasına yaptığı dipçikli bekçi likle de gözler önündedir. Bu aynı ordu şimdilerde, emper yalizmin ve NATO ' nun Ortadoğu bekçisi olmakla yetinme yerek, dünya jandarması ABD ve siyonİst İsrail 'le Ortadoğu halklarına karşı kurduğu yeni saldırgan askeri ittifakla da 264 gözler önündedir. Emperyal izmin tam denetim altına almak için bölüp parçaladığı, kanl ı boğazlaşmalar içerisinde tü kettiği Balkanlar'da, emperyal izmin hizmetindeki işgalci güç olarak da gözler önündedir. Hortuml anarak hatırılan hemen bütün batık bankaların yönetim kurullarından bu ordunun generalleri çıkmaktadır. Çoğa_l tılacak tüm bu temel önem de olgusal gerçeklerin, kriz süreçlerine paralel olarak, kit lelerin bilincinde izler bırakmaması ve anlam kazanmaması elbette düşünülemez. Özetleyerek yineliyoruz: Burjuva düzeni n bugün için belli kurumlar ve araçlarla krizi yönetmede gösterdiği başarı, uzun vadede onu zora sokacak tüketici bir sürec · ' :ırak da işle mektedir. Bir başka ifadeyle, düzenin stratej i ii:Jj .tpısal zaafları. onun güncel üstünlüklerini kemirmekte, adım adım zaafa uğratmaktadır. B urjuvazinin güncel üstünlüklerini ve- olanaklarını asla küçümsememel i, fakat bunu özetied iğimiz tablonun içinde ele alarak, uzun vadede onulmaz zayıflıklarını da görme liyiz. Bu bize devrim mücadelesine güvenli ve soluklu bakmak olanağı sağlayacaktır. Sınıf ve kitle hareketindeki zaytOtğm öteki yüzü Sınıf hareketi ve emekçiler cephesinde güncel durum görünürde fazlasıyla umut kırıcıdır. Fakat bu görüntüye al danmak aldananları temelsiz bir karamsarlığa, ve bunlar sol siyasal ol uşuıniarsa eğer, kaçınılmaz biçimde tasfiyeci savrulmalara da götürür. Kendini tekrarlayan ve elle tutu lur herhangi bir sonuç yaratmayan kitle eylemleri çizgisi, burjuvazinin uşağı du rumunda olan ya da ona tam teslimiyet çizgisinde hareket eden sendika bürokrasisi tarafından sınıf ve kitle hareketi265 ne kurulmuş en büyük tuzak durumundadır. B u eylem çiz gisi , e y l em içerisindeki k i tlelerin kendine olan güvenlerini ve mücadele yeteneklerini geliştiren, birlik, dayanışma ve örgütlenmelerini güçlendiren değil , tersine, tüm bunları za yıflatan ve parça parça tüketen bir etkide bulundu bugüne kadar. B ugün bu çerçevedeki eylemliliklerin işçileri ve kamu emekçilerini artık yorduğu, dahası onlarda bir güçsüzlük ve çaresizlik ruhhaline yolaçtığı bir olgusal durumdur. Fakat bu aynı olgunun gerisinde, sendika bürokrasisine derin bir güvensizlik ve onların inisiyatifine dayalı eylemiere giderek büyüyen bir inançsızlık da vardır. B u ise tutarlı ve güve nilir önderlik arayışlarını besleyen bir durumdur. Yanısıra, kitlelerin kendi iç birikim ve dinamizmlerinden gelen ey lemler için uygun koşulların adım adım oluşması ve olgun laşması demektir. Dönemin gerçek devrimcileri, somuua komünistler, mev cut durumu, umutsuzluk ve kitlelere güvensizlik nedeni haline getiren tasfiyeci yaklaşımların ve yakınmaların aksine, işçilere ve emekçilere güven veren ve onlara çıkış yolu gösterebi len enerjik bir çalışmanın olanağı olarak görmeli ve değer lendirmelidirler. Reformist akımlarm güçten düşmesi Bu bizi yeniden sol hareketin mevcut durumuna getiri yor. Dönemin tüm gelişmeleri devrimci ve reformİst kanat larıyla geleneksel sol akımları ezmekte, bunaltmakta ve on larda sürekli bir biçimde güç ve moral kaybına yolaçmaktadır. Reformisı akımların tüm hesapları ve umutları rejimin yu muşaması beklentisi üzerine kuruludur. Oysa Türkiye, sonu gelmez krizler ülkesi olarak, sosyal çelişki ve çatışma et kenlerinin döne döne güç kazandığı bir yerdir. Temel önemde 266 bu olgusal gerçek ise, burjuvaziyi yumuşama bir yana baskı ve terör rejimini daha da güçlendirme zorunl uluğuyla yü z yüze bırakmaktadır. Öte yandan, rejimin devrimci akımları ezme ve teslim alma politikası, son zindan direnişi sürecinde de görüldüğü gibi, beraberinde sıradan ilerici demokrat kurul uşları bile kapsayan bir baskı ve terör uygulaması getirmektedir. Doğal olarak bundan reformisı sol da yer yer pay ı na düşeni al makta, bu da onu daha geri ve tesli miyeıçi konumlara it mektedir. Bu gelişme ise reformizmi güçten düşüren bir etkide bulunmaktadır. Zira düzenin basıncına bu denli bir kaba tesl imiyet, içlerinden bir kısmı hala bir i kiyüzlülük örneği olarak devrimcilik iddiasında bulunan bu akımların maskesi ni de indirmekte, gerçek konumlarını gözler önüne sermekte, bu da onları itibar ve güç kaybına sürüklemektedir. Bu çer çevede, reformisı sol akımların son zamanlarda iyice iti barsıziaşması ve sürekl i güç kaybetmesini, son bir yılın olay larından, özellikle de zindan çatışmasının ayrıştırıcı ve kim l ikleri yerli yerine oturtucu yönünden ayrı düşünemeyiz. Bütün bunların ışığında, reformisı sol un eski gücünü ve etkisini yitirmesi anlaşılır bir durumdur. Türkiye gibi bir ü lkede, sahte kiml iklerin olayların akışına ve çatışmanın sertl iğine dayanma gücü ve olanağı yoktur. Bu düzen ku rumları için olduğu kadar sol akımlar için de böyledir. Hele ki, yenilgi dönemlerinin ezip pelteleştirdiği güçlere dayanan reformisı sol akımlar için. Tasfiyeci tahribatı göğüsleme görevi Bir hayli zedelenmiş, erozyona uğramış devrimci-demokrat bir kimliğin düne kadar iyi-kötü taşıyıcısı olmuş gelenek sel küçük-burjuva akımların, aynı sürecin altında ezilme lerinde de anlaşılmaz bir durum yoktur. '90'1arın ortasında 267 semt hareketlenmesinin sağladığı geçici sol uklanmanın ola naklarını çoktan tüketen bu akımlar, o zamandan beri sü rekli bir gerileme, zayıflama ve moral erozyon içerisinde dirler. Son zindan süreci ise içlerinden bazılarının ideolo jik ve politik açıdan tasfiyeci bir girdaba nasıl sürüklen diklerini gözler önüne sermiş bulunmaktadır. B u gruplar dan bazıları önlerini bile göremedikleri g ibi, geleneksel d irenişçi k i m l iklerini de h ızla y itirmektedirler. Sol ve keskin bir söylemden sağ ve teslimiyeıçi tutumlara savrul maları için, yalnızca birkaç ayın olayları yetebilmektedir. Her zaman vurgulayageldik; yenilenme ve kendini aşma yeteneği gösteremeyen bu gruplar, gerçekte tarihsel ömür lerini çoktan doldurmuş durumdadırlar. İçlerinden küçük burjuva konumu belirli bir ısrarla tutma yeteneğini göste ren bir-ikisi hariç tüm ötekiler biraz erken ya da geç, kaçı nılmaz bir biçimde tasfiye olacaklardır. Komünistler olarak biz bunu anlaşılır buluyor ve olağan karşılıyoruz. B izim için önemli olan; devrimci direnme çiz gisini güçlendirerek ve güven veren bir çekim merkezi oluş turarak bu tasfiyeci sürecin etkilerini sınırlandırmak, bu ara da mümkün olduğu ölçüde hala diri kalmayı başarabilen güç leri/kadroları partin i n devrimci çizgisine kazanmaktır. Tasfiyeci sürecin panzehiri smıf ve kitle hareketindeki gelişmedir Tasfiyeci bir batağın içerisinde umutları ve güçleri tü keten Kürt hareketi içinse söylenebilecek olan kısaca şudur: Kürt hareketi içinde köklü bir iç hesaplaşmanın ve ayrışma nın yaşanması, böylece devrimci ç ıkışların önünün açılması, Türkiye ' nin genelinde sınıf ve emekçi hareketinin gelişme gücü ve temposuyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Bu açıdan, bu gün Kürt hareketi bünyesindeki emekçilere yapılabilecek en 268 büyük yardım, genel devrimci görevlere yüklenmek, özel likle de sınıf hareketinin halen �ıkıştırılmış bulunduğu cen dereyi parçalamasını kolaylaştıracak bir çaba içinde olmaktır. Bunun ötesinde, ideolojik mücadele, teslimiyet ve tasfi ye sürecinin teşhiri ve katı gerçeklerin gözler önüne serilme si mücadelesi elbette kesintisiz bir biçimde sürdürülmek durumundadır. Şunu da ekieyeJi m ki, tesli miyet ve tasfiye çizgisinin iflasının herkes tarafından görülebilir hale gelmesi, kendi başına bu cephede devrimci ayrışmalar ve çıkışlar için yeterli değildir. B u kadarı en fazla hareketin en d iri kadrolarının devrimci yönel işini kolaylaştırabilir. Fakat tersinden , taban kitlesinin geniş kesimlerinin umutsuzluk içerisinde dağılması na yolaçan bir etkide de bulunabi lir. İ şçi sınıfı ve emekçi hareketindeki genel gelişme, bir kez daha bunun önüne ge çebilecek biricik gerçek olanaktır. B oş hayallere kapılmamak için bunu hep gözönünde bulundurmak gerek ir. Günü kurtarmak değil geleceği kucaklamak Partimiz dönem in tablosunu böyle görmekte, kendi gün cel görev ve sorumlulukianna da buradan yaklaşmaktadır. Mevcut tablo altında ezilmek bir yana onu bütün bir gerçekliği içerisinde yüreklil ikle kavramakta, görevlere her zamankin den daha büyük bir enerji yle sarılarak devrimci çıkış yolu hazırlama misyonuyla hareket etmektedir. Tam da öngörüldüğü gibi, devirmeyen darbe güçlendirdi; yeniden inşa sürecinde katedilen mesafe, partimizi sınıf hare ketine ve genel devrimci mücadeleye karşı sorumluluklarını her açıdan daha güçlü bir biçimde üstlenecek bir noktaya getirdi. Solda tasfiyeci süreçlerin derinleştiği bir zaman kesi tinde, kendini yen iden örgütteyerek devrimci sınıf müca269 delesi görevlerini daha etkin ve çok yönl ü olarak üstlene cek bir hazırlık düzeyine ulaşmayı başarmak doğal olarak bir rastlantı değildir. Partimizin teorik temeli, ideolojik çizgisi, taktik açıklığı, örgüt birikimi ve geleneği ve tüm bunlar dan kaynaklanan moral gücü, tüm bunlar birarada bu başarıyı olanaklı kılan etkenlerdir. Sınıf ve kitle hareketinin mevcut durumu ile sol hare ketin iç karartıcı tablosu, güncel soruml u luklarımızı daha yakıcı hale getirmektedir. Bu sorumlulukları cesaret ve güven le omuzlayacağız. Sorun umuz günü kurtarmak değil fakat geleceği kucaklamaktır. B u devrimci bakışaçısı, güncel du rumu ve olanakları en iyi bir biçimde değerlendirebilmenin de temel önkoşuludur. Geleceği kucaklamak, gündelik kaygı ve beklentilerden uzak bir biçimde, geleceğe yönelik sabırlı ve soluklu bir çalışma da demektir. Başarının güvencesi bu bakışaçısında, buna dayal ı çalışma tarzındadır. Kitle hareketindeki gündelik dalgalanmalara, iniş-çıkışla ra hiçbir biçimde takılmamal ı, buna ilişkin beklentiler içeri sinde olmamalıyız. Kitle hareketinin mevcut tablosu, zaman zaman umut veren ve hareketin kendini aşabileceği izleni m i yaratan bazı çıkışlar sayılmazsa, son on yıldır kendini y ineleyip .d uran kısır bir tablodur. Kendiliğinden büyük bir patlama ya da etkili bir devrimci önderlik müdahalesi olma dıkça bu tablo değişecek gibi görünmemektedir. B unlardan i lk ine, kendil iğinden bir patlamaya, umut bağlamak ve eli böğründe böyle bir olanağı beklemek bizim sorunumuz olamaz. Kaldı ki, ortaya çıktığında böyle bir olanağı etkili ve başarılı bir biçimde değerlendirebilmenin zorunlu temel koşulu da, yine önden iyi bir hazırl ı k çal ı şması içinde olmaktan geç mektedir. B u i se bizi kendiliğinden ik inci duruma, yani devrimci önderlik müdahalesinin özel önemine getirmektedir. Etkili ve sabırlı bir hazırlık çalışmasıyla, özellikle sınıf kitleleri içerisinde adım adım güç, etki ve mevzi kazanmak zorundayız. 2 70 Mevcut kısırlıktan ve açmazdan tek gerçek çıkış yolu ola rak, devrimci sınıf çizgisi ve programına iş� i leri ve emek�ileri kazanmak zorundayız. Taktik alanda ve örgütte yoğunlaşma Teorik temelimiz, ideoloj i k kiml iğimiz, bunların tarih i devrimci alternatif olarak somutlanmış biçimi olan progra mımız, ortaya koyduğumuz iddianın, üstlend iğimiz misya nun temel güvencelerinden biridir. Fakat bunu devrimci tak tik ve örgüt alanındaki üstünlüklerle de bütünleştirebildiği miz oranda, partimizi sınıfla gerçek manada buluşturabi lir ve böylece devrimci gelişmeyi güvence altına atabiliriz. He nüz zayıf olduğumuz bu alan, doğall ığında d i kkatierin ve enerjinin da yoğunlaştırılacağı asıl alandır. Kuruluş gündemi nin özel ağırl ığına rağmen parti kongresinin devrimci tak tik ve örgüt sorunları üzerinde kapsamlı bir yoğuntaşma yaşa ması bu ç erçevede bir rastlantı değildir. Bu iki sorun organik bir bütünlük de oluştu rmaktadır. Dönemsel devrimci görevleri kucaklayan isabetl i ve etkili bir taktik çizgi izlenmeksizin, örgütsel ve dolayısıyla kad rosal gelişme olanaklı olamaz. B unun tersi de ayn ı ölçüde doğrudur. Etkili bir devrimci siyasal çalı şma için güçlü bir örgüte ve sağlam kadrolara sahip olmak zorundayız. Fakat güçlü bir örgüt ile sağlam kadroları da ancak etkili, siste .matik ve çok yönlü bir siyasal çal ışma içinde yaratabi li riz. B u organik bütünlüğü kavramak önem lidir. B ugünün koşul ları ve ihtiyaçları içerisinde bu ikisi arasında ayrım yapacak, birinden birine ağırlı k tanıyacak durumda deği liz. İkisi de aynı ölçüde öncelikli ve yakıcıdır; çözümleri i se biribirine sıkı sıkıya bağlıdır, içiçedir. 2 71 Sınıf çalışmasında araç ve yöntem zenginliği Sınıf çalışmasında yeni ve bu kez sonuç alıcı bir yük leome çabası içindeyiz. B urada en önemli güncel sorun, sınıf kitlelerini etkilemenin ve örgütlemenin çok yönlü olanaklarını birarada başarıyla kullanabilmektir. B unu araç, yöntem ve biçim zenginliği olarak da kavrayabil iriz. S ınıf çalışmasında tek biçimliliğe, salt belli araçlara ve yöntemlere takılıp kal mak, kendi başına bununla yol alınabileceğini sanmak, geç miş sınıf çalışmamızın en zayıf yanıydı . B i r takım yeni araçlar v e biçimler denediğimiz şu dö nemde, kendi başına bunlara büyük anlamlar ve işlevler yük lemek; sınıf çalışmasına tüm cepheler üzerinden ve olar:ıaklı, döneme uygun düşen tüm araçlarla yüklenmemek, bizi geç mişin kısırlığı ve sonuçta başarısızlığı ile yüzyüze bırakır. Devrimci taktikte ustalaşmak, bir yanıyla da, çalışma ve mü cadele araç ve yöntemlerinde bu zenginliği kavramak, somut olarak geliştirmek, bunları dönemin koşullarına başarıyla uy gulayabilmektir. Başarıyla kadrolaşmanın ö n e mi ve aciliyeti Görevlerin başarıyla üstlenebilmesi için örgütsel yapımı zın güçlendirilmesi ve bu çerçevede kadrolaşmanın önemi özel bir açıklama gerektirmiyor. Burada kadrolaşmanın öne mini ve aciliyetini özell ikle v urgu lamak i stiyoruz. Konuya il işkin değerlendirmelerimizde hep i fade edilegeldiği gibi, kadrolaşma kendi başına insan kazanmak değil , bu insan ları parti çalışmasının ve mücadelesinin ihtiyaçlarına göre eğitmek, dönüştürmek ve hazırlamaktır. Bugün bu açıdan ciddi sorunlarımız var. Saflarımıza sürekli yeni, genç ve de2 72 neyimsiz insanlar akmaktadır. Fakat bunların parti içinde ya da çeperinde örgütlenerek eğitilip kadrolaştırılması soru nu, hala ciddi bir yetersizlik alanı olarak durmaktadır önü müzde. Bunda yeterli başarıyı sağlayamamak. parti örgüt lenmesini geliştirmeyi güçleştirmekte ve dolayısıyla da görev lerin daha etkili bir biçimde üsttenilmesini zora sokmaktadır. Bu, bu dönem üzerinde özellikle durmamız gereken bir sorundur. Zamanında kucaklanamayan, çok yönlü teorik ve pratik, politik ve örgütsel, legal ve illegal eğitimden ve de neyimden geçirilemeyen parti militanlarının gel işimi zaafa uğramakta, sonuçta bu insanların bir kısmı ya kaybedilmekte, ya da imkandan çok soruna dönüşmektedirler. Kadrolaşma alanındaki yetersizliğin örgütsel darhkla sıkı sıkıya bağlı bulunduğunu, fakat tersinden de, başanyla kadrolaşamamanın örgütsel gelişme ve yetkinleşmeyi zora soktuğunu bilmek, buradaki içiçeliğin bilinciyle sorunun çözümüne yüklenmek durumundayız. Sald�ralara göğüsleyerek ilerleyeceğiz Bütün bu görevleri üstlenmeyi ve bütün bu sorunları çözmeyi, burjuva rejiminin çok yönlü ve tümden tasfiye etme hedefine yönelmiş kesintisiz saldırıları altında başarmak durumundayız. Son bir yılın olayları, özellikle de hücre sal dırısı üzerinden sahnelenen vahşet ve gösterilen kararlılık, rej imin devrimci hareketi devrimci kimlik yönünden ezmek niyetini gözler önüne sermiştir. B u olaylar, tam da devle tin "Gizli Siyaset Belgesi"nde öngörüldüğü çerçevede, ehli leştirip teslim alınmış, düzenin icazet sınırlarına mahkum edilmiş bir sol yaratma politikasının anlamını somut ola rak ortaya koymuştur. Partimiz devletin bu niyetleri ve hesapları konusunda ye terli açıklığa, düşünsel ve moral hazırlığa sahiptir. Türkiye 'de 2 73 devrimciliği bitirmek, burjuva gericiliğinin boş bir hayali, gerçekle�me y e n bir u m udu ol arak k alacaktır. Partimiz, devrimci tarihimizin bu alandaki birikimlerinin mirasçısı ve günümüzdeki taşıyıcısı olarak devri mci kimliği ayakta tut ınakla kalmayacak, bunu sınıf devrimciliği şahsında ileri ve tutarlı bir düzeye de yükseltecektir. B ugüne k adarki tutu mu ve prat i ğ i , bunun daha ş i md iden yeterli k anıtlarını sunmaktadır. Sorunun bu yönüyle ilgili tüm bu açıklığa rağmen, dahası bu açıklığın da bir gereği olarak, rejimin saldırılarını göğüs lemek, bunu g üv enceye alacak b i r pol i t i k ve örgütsel konum ve tutum içinde olmak, günün bir başka temel gö revidir. İllegal örgütsel temeli m i z i büyük bir dikkat ve özenle koru y acağ ı z , g e l i ştirip güçlendireceğ iz. Aynı şekilde, legaliteden de etkin ve yaratıcı bir biçimde, çok yönlü olarak mümkün mertebe yararlanacağız. Bu ikisini başarıyla b i rleştirip bütünleştirmek, siyasal ve örgütsel başarının zorunlu koşuludur. Bu hayati sorunun bilincinde ol arak ve bu bilinci derinleştirip kökleştirmek üzere, par timizin bu alandaki düşünsel birikimini ve pratik deneyimini döne döne yeniden incelemek ve pratik gerekleri konusunda en büyük dikkati ve özeni göstermek durumundayız. (Ekim, sayı: 223, Haziran 2001 , başyazı) 2 74 Düzen bekçileri haztrlantyor Kriz b atağı nda bir kokuşmuş düzen Türkiye kapitalizmi kriz batağında debelenmeye devam ediyor. Krizde herhangi bir hafifleme bir yana, olayların seyri ve bir dizi gösterge, durumun her bakımdan daha da ağır laşmakta olduğunu ortaya koyuyor. Dahası, önümüzdeki ay lar için yaygın bir yeni çöküş beklentisi var. Krizdeki bu gidişin işçi sınıfı ve emekçiler için sosyal yıkımın derin leşmesi, ülke içinse emperyalizme kölece bağımlılığın pe kişmesi demek olduğunu biliyoruz. Her yeni çöküş, i�çi sınıfı ve emekçiler için ağırtaşmış yeni bir ekonomik-sosyal fa tura; Türkiye içinse, emperyalizmin daha ağır ekonomik, mali ve siyasal koşullar dayatması, ülke ni n dolaysız yönetimini adım adım devralması anlamına geliyor. İMF kendi direktiflerinden en ufak bir sapınayı bile 2 75 küstahça sopa gösterme vesilesi haline getirmıştır. Bunun kar�ısında hükümet�n tavrı, uşaklığın dipsiz kuyusudur. Son günlerde bu çerçevede yaşananlar, Türk burjuvazisinin ve onun adına ülkeyi yönetenlerin tam bir ihanet çukuruna yuvarlandıklarını ibretle gözler önüne sermektedir. İMF ve emperyalistler için sorun artık kendi memurlarını ekonominin patronu olarak atamak ve parlamentonun gündemini ve çalış ma temposunu bizzat saptamaktan da öteye geçmiştir. Em peryalistler artık işi idari işleyişe, şirket yönetim kurullarının doğrudan saptanmasına ve imzada geeikti diye cumhurbaş kanını paylama noktasına vardırmışlardır. Böyle yapan ve böyle yaptıkça da sonuç aldıklarını gören emperyalistler, spekülatif sermaye hareketleri ve borsa oyun ları üzerinden Türkiye ekonomisiyle ve siyasetiyle dilediğince oynamaktadılar. Bu hesaplı ve planlı oyunları ekonomik ve siyasal istemlerini dayatmanın, istedikleri her türden yeni düzenlemeleri yapıırmanın bir aracına çevirmiş durumdadır lar. U şakça bağımlılık ve borç batağı Osmanlı'yı da benzer bir d uruma düşürmüş, onu zamanla emperyalistlerin oyun cağı hal ine getirmiş ve sonunda da o kaçınılmaz akıbete, yıkılışa götürmüştü. Benzer bir bağımlılık ve borç köleliği, işbirlikçi burjuvaziye dayanan Cumhuriyet Türkiye'sini de adım adım aynı süreçlerden geçirmekte, benzer bir tarih sel akıbete hazırlamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu 'nun tarihsel mirasçı olmakla gitgi de daha çok övünen Türk burjuvazisinin geleceği selefinin geçmişinden farklı olmayacaktır. Ülkeyi ve toplumu yıkım içinde bu utanç verici duruma düşüren, emperyalizmin elinde oyuocağa çeviren bir sınıf, topluma egemen olma, onu yönet me gücü ve meşruiyetini zaman içinde gitgide daha çok yitirecektir. Son 50 yıldır krizler içinde debelenip duran ve topluma ödettiği ağır ekonomik, sosyal, kültürel ve siya2 76 sal faturalara rağmen her yeni dönemi eskisini aratan bu sınıf, onun kokuşmuş burjuva cum h ur iye ti er-geç y ıkılıp gidecek, yerini işçi sınıfının devrimci önderliği altında bir leşmiş emekçilerin sosyalist cumhuriyetine bırakacaktır. Düzen bekçileri aralıksız hazırlanıyor Olup bitene herhangi bir esaslı ilirazı olmayan, itiraz bir yana uygulanan programa tam destek veren düzen bekçi leri, muazzam sosyal yıkımın yaratacağı tehlikeli sonuçla ra karşı aralıksız hazırlanıyorlar. Sözkonusu "tehlike" el bette bekçilik ettikleri düzen içindir. Krizin ağırlaştığı bir dönemde toplanan MGK, "sosyal patlama" riskinin artmakta olduğunu tespit edi yor ve bu çerçevede alınacak yeni önlemleri görüşüyor. Yeni önlem leri diyoruz, zira yıllardır bu türden önlemlerin ardı arkası zaten kesilmiyor. Faşist 1 2 Eylül cuntasının yaptığı köklü kurumsal ve yasal düzenlemelere rağmen kokuşmuş burju va düzeninin bekçisi ordu, yıllardan beridir MGK üzerin d en sürekl i yeni yasal ve kurumsal düzenlemeler yapıp duruyor. Anti-terör yasası, Kriz Yönetim Merkezi, İller İdaresi Yasası, Özel Kuvvetler ve JİTEM, hücre tipi zindanlar, tüm bunlar bu hazırlığın bir parçasıdır. Tüm bunlar, son on yıl iç inde kotarılmış kurumsal ve yasal yeni önlemlerdir. Tümü de muhtemel bir devriınci sınıf ve emekçi hareketinin önünü kesmek, bunun başarılamadığı bir durumda ise ezmek içindir. Tümü de MGK ve dolayısıyla ordu kaynaklı önlemlerdir; orada düşünülınekte, tasarlanmak ta, planlanmakta ve yasal temele kavuşturulmak üzere kukla hükümetler ve meclis1erin önüne konulmaktadır. B unun son halkalarından biri de, daha önce "Başbakan lık Kriz Merkezi Yönetmeliği" ile kotarılan Kriz Yönetim 2 77 Merkezi kurumlaşmasmın şu günlerde sessiz sedasız yasal bir dayanağa kavuşturulması olmuştur. Son MGK toplan tısından yalnızca bir gün önce, 29 Haziran günü, kamuoyundan gizlenerek ve üzerinden en ufak bir tartışma bile yapılmadan "jet hızıyla" meclisten geçirilen yeni yasa, "gerginlik ve kriz dönemleri"yle net bir bağlantı kurarak, orduya geniş yeni yetkiler tanımaktadİr. Dinsel gericilik dalgakıranı Düzen bekçilerinin hazırlıkları elbette bundan ibaret de ğil. Bu, sorunun daha çok baskı ve terör aygıtlarının tahkim edilmesine ilişkin yönüdür. Daha bir de bunu tamamlayan deyim yerindeyse "sosyal önlemler" bölümü var. B unun ne anl ama geldiğini, satılmış sendika ağalarının, bilinen hiz metlerinin de ötesinde, ESK ve "Sivil inisiyatif' gibi oluşum lar üzerinden toplumsal muhalefeti dizginleme, saptırma ve düzene yedekleme i şinde kullanılmalarından da görebiliriz. Nitekim bu, burjuvazi adına ülkeyi yöneten ordunun 28 Şubat sonrası hamlelerinin en önemli halkalarından biri olmuştur. Sözde laik cumhuriyeti "irtica tehdidi"ne karşı savunmak üzerinden yaratılan toplumsal atmosferde, işçi sendikalarıyla tekelci sermaye örgütlerinin biraraya getirilmesiyle yaratılan bu oluşumlar, saldırıları kolayca gerçekleştirmek (ESK), işçi sınıfı ve emekçilerin bilincini çelrnek ve mücadelesini diz ginlemek ("Beşli sivil inisiyatif') için kullanılmışlardır. Haziran sonunda yapılan MGK toplantısında bu açıdan son derece dikkate değer yeni bir gel işme var. Bu toplantı, "sosyal patlamalar"a karşı alınacak önlemlerden ayrı düşünü lemeyecek bu gelişmeyi, kamuoyuna bilerek sızdırılan bir rapor üzerinden açığa vuruyor. B una göre; bizzat üst dü zey subayları tarafından "tarikat ve mezhep önde gelenle ri ile kurulan diyaloglar ve bu çerçevede sürdürülen çalış2 78 ma/ar sonucu" , bu çevrelerin "devlet ve hukuk sisteminin içine çekilmesi" , bundan da öte, "devletin yanında yer alma lan noktalarında önemli mesafeler" alınmış durumdadır. Bu gelişme gerçekten dikkate değerdir. Zira ordunun din sel gericiliğe karşı 28 Şubat'la birlikte gündeme getirdiği müdahalenin amacını ve sınırlarını da açıklıkla ortaya koy maktadır. Komünistler bu amacı ve sınırları 28 Şubat ' ı i z leyen günlerdeki değerlendirmelerinde açık seçik bir biçimde ortaya koymuşlardı. Şimdiki gelişmeler bu değerlendirmeleri olduğu gibi doğrulamaktadır. Bu değerlendirmelerin birinde; d insel gericiliğin, '60'1ı yıllardan itibaren bizzat devlet tarafından örgütlenerek ile rici toplumsal muhalefete v e devrimci harekete karşı çok bilinçli bir biçimde kullan ıldığı, 1 2 Eylül askeri faşist rej i mi döneminde ise bunun görülmemiş boyutlara vardınldığı ortaya konulmakta ve ardından söz, 28 Şubat'la başlatılan dinsel gericiliği terbiye etme ihtiyacının nereden doğduğuna şöyle bağlanmaktadır: "Özetle, toplumsal gelişmeye ve devrime karşı bir dal gakıran rolü oynasın diye dinsel gericil(�i düzen bizzat kendisi besledi; ordu ise ona her seferinde yol açtı, zemin düz/e di. Ne var ki bu toplam süreç, resmi dilde 'il·tica· olarak nitelenen dinsel gericili.�i kontrol edilebilir sınırların öte sinde bir etki ve güce kavuşturdu. 'İrtica ' , yığınların geri kesimlerini dizginleyen ve düzene bağlayan bir imkan olmanın ötesine taşlı; genel toplum ve devlet düzenine kendi ruhunu ve rengini verme iddiasını uygulamaya geçirecek bir ge lişme düzeyine ve konuma ulaştı . Gelinen yerde dizginlen mesi, güç ve etkisinin tırpa/annıası, düzen için kabul edi lehi/ir sınırlar ve işlevler içine çekilmesi gerekiyor. Kuru lu düzenin vurucu gücü ordu şimdi bunu yapıyor. 'Durumdan' çıkarılan 'vazife' budur. " (Ordu ve İrtica. Ekim , sayı : 1 7 l , Haziran '97, başyazı) 2 79 va Amaç dinsel gericiliği ezmek değil (ki bu gerici burju düzeninin doğasına olduğu kadar temel ihtiyaçlarına da aykırı bir davranış olurdu), onu yeniden kabul edilebilir ve kontrol edilebilir sınırlar içerisine çekmekti. Generaller tara fında MGK'ya sunulan rapor, sorunun tamı tarnma bu oldu ğunu ve bunun da artık gerçekleştiğini dile getiriyor. Fakat işte bu sınırlar içerisinde, yani terbiye edilmiş ve kontrol edilebilir sınırlar içine çekilmiş bir dinsel gerici lik, kabul edilebilirlikten öteye, düzenin ve devletin hiz metinde etkin biçimde kullanılan, kullanılması gereken bir güçtür. "Sosyal patlama" tehlikesine karşı önlemlerin gün deme getirildiği bir toplantıda, "tarikat ve mezhep önde gelen leri nin devlete desteğinin kazanıldığının açıklanması bu çerçevede son derece anlamlıdır. " Devrim düzenin en büyük korkusudur MGK, kriz ve sosyal yıkım programlarıyla bağlantı için de, "sosyal patlama" tehlikesini ilk kez görüşmüyor. Mart sonunda yapılan olağan toplantıda da, "öngörmek yönet mektir" kuralı çerçevesinde bu konunun görüşüldüğü hası na yansımıştı. Bu arada generallerin, dinsel gericiliği ter biye etme operasyonunda katedi len mesafeden de güç ala rak, "tarikat ve mezhepterin önde gelenleri" i le yoğun i liş kilere girmeleri ve devlet düzenine itaatten öteye, devlete desteklerini güvenceye almaları tabii ki bir rastlantı değildir. Tehdit sıralaması değişince tercihler de değişiyor ve yeni çalışmalar buna göre yapıl ıyor, yeni il işkiler buna göre kuruluyor, yeni destekler buna göre sağlanıyor. Derin bir ekonomik kriz içerisinde debelenen ve bunun ağır bir sosyal krize dönüşmesinden belirgin biçimde kaygı lanan düzen ve onun egemen yönetici gücü olarak ordu için gerçek tehd it, her zaman için devrimci gelişmeler ve işçi280 emekçi hareketidir. İşin doğası gereği bu böyledir. Tüm öte ki "lehdit"ler, kurulu düzeni biçim yönünden şu veya bu ölçüde etkileyebilir, ama onun burjuva mülkiyet ilişkileri ne dayanan temel sınıf özelliği'n i hiçbir biçimde değiştirmez. Resmi d ildeki ifadesiyle "bölücülük"ten "irtica"ya kadar bu böyledir. Ama düzenin temellerine yönelen bir sosyal-siyasal hareket olarak "yıkıcılık", tüm öteki tehditlerden temelden farklıdır ve burjuvazi, onun düzen bekçileri, bu konuda tam bir açıklık ve mutabakat içerisindedirler. Eğer buna rağmen ara evrelerde başka bazı tehditler ön plana çıkarılabilmişse, bu tam da I 2 Eylül 'le birlikte dev rimci ve emekçi hareketine vurulan ve etkileri halen de gi derilemeyen ağır darbeler sayesinde sözkonusu olabilmiştir. B unun sağladığı soluklanma ortamında düzen beklenmedik bir biçimde karşı karşıya kaldığı "bölücülük bel ası"nı sa vuşturmaya çalışmış, bu arada gereğinden fazla güç kazanan ve artık kontrolden çıkmaya başlayan "irtica"yı terbiye etme yoluna gitmiştir. Türkiye'de devrimci bir mecrada gel işen güçlü bir sosyal hareketlilik olsaydı diğer iki "tehdit" asla düzen bekçileri için öncelik kazanmazdı, dahası irtica bu koşullarda gerçek bir i mkan olurdu onlar için. Kaldı ki bu koşullarda " irtica"nın bu den l i güçlenmesi de zaten i ş i n doğasına aykırı olurdu. Özetle, devrimci temeller üzerinde gel iş.en her sosyal hareket düzen için değişmez stratejik baş tehdittir. Sınıf ve emekçi hareketinin güç kazandığı ve bunun devrimci akım ları güçlendirmeye başladığı her taktik durumda da, düzen için tartışmasız bir n umaral ı tehdit yine bunlar olmaktadır. Zira, yineliyoruz, bu alandaki her gelişme, bizzat kurulu dü zenin temellerini ve geleceğini ilgilendirmektedir. Devrimci bir kitle hareketi ile sosyal devrim tehlikesi , burjuvazinin her zaman e n büyük korkusudur. Krizin işçi sınıfı ve emekçilerin dayanma gücünü ger281 çekten zorladığı ve öfkesini büyüttüğü bir dönemde. din sel gericiliğin temsilcileriyle bizzat generaller tarafından kurulan il işkiler de anlamını burada bulmaktadır. İşçi ve emekçi hareketinden korkan düzen ve devlet için. d insel ide oloji ve dinsel gericilik bir kez daha dalgakıran rolüyle temel önemde bir araç ve ihtiyaçtır. Düzen bekçileri bir kez daha durumdan vazife çıkarmışlardır ve buna göre hareket etmişler d ir. "Tehdit önceliği"ne göre değişen roller Komünistler. zamanında 28 Ş ubat'la i lerici topl umsal muhalefete karşı kurulan tuzağa işaret ederlerken. şunları söylemişlerdi: "Neredeyse 30 yıldır dinsel gericiliği kullanarak ilerici toplumsal muhalefeti dizginleyenler, şimdi toplum sal muhalefeti yedek/eyerek dinsel gericiliği dizginlemeye çalışıyorlar. " B u oyun. CHP'nin yamsıra reformisı solun bir kesimi, umutsuzluk ve y ılgınlık batağındaki solcu aydınların öneml i bir kesimi ve hain sendika bürokrasisinin paralel çabalarıyla, 28 Ş ubat sonrasında önemli ölçüde başanya ulaştı. Aradan geçen dört. yıla yakın süre boyunca, "irticaya karşı laiklik" adına toplumsal muhalefet pasi f ve dotaylı bir biçimde de olsa önemli ölçüde düzenin ve ordunun yedeği haline ge tirildi. Şimdi yeniden roller değişiyor. Ağırlaşan kriz koşulları toplumsal muhalefetin güç kazanmasını ve önlenemez biçim de sokağa taşmasını bir tehlike haline getirdiğine göre. bur juvazi adına ordunun yeniden dini ve dinsel gericiliği kul lanmaya ihtiyacı var. Girilen gizli ilişkiler ve sağlandığı resmi raporlara geçen mutabakatlar bunun bir ifadesidir. Şimdi sıra bir kez daha d insel gericil iğe dayanarak toplumsal muha lefetin ve devrimci hareketin gelişmesini engellemekle. Düzen 282 için "yıkıcı tehdit" tehlikesinin büyümesi, herşeyi yeniden yerli yerine oturtuyor. Saflaşma ve çatışma, buna dayal ı roller yeniden olağan biçimine, sınıfsal eksene ve karaktere göre şekilleniyor. Yakın tarihimizde bunun dikkate değer başka örnekleri de var. 1 2 Mart faş ist darbesiyle toplumsal muhalefeti acı masızca ezenler, bu arada Atatürkçülük adına göz boyamak için Erbakan 'ın Milli Nizarn Partisi 'ni de kapatmak gereği duymuşlardı. Fakat kısa bir süre sonra, daha faşist darbe dönemi sona ermeden, İsviçre'deki Erbakan 'ın ayağına kendi subaylarını göndererek yeni bir parti örgütlernek üzere onu geri getirmişlerdi. Şimdilerde basma yansıyan haberlere göre, Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri konumundaki orge neral, Avrupa Milli Görüş Teşkilatı'nın yöneticileriyle Avru pa'daki Türk elçiliklerinde gizli görüşmeler yapmış. Bu olay bile kendi başına yeterince anlam l ı ve açıklayıcıdır. Tü müyle A B D güctüm ünde yen i b i r d i n c i partiyi kurma hazırlığındaki Tayyip Erdoğan ise, orduyla çeşitli düzey lerde görüşmeler yaptığın ı kamuoyu önünde açıklamış bu lunuyor. 28 Şubat ' ı n İrticaya karşı son hamlesi gibi sunu lan FP'nin kapatılması olayına da buradan bakılabilir. Bu nun terbiye operasyonunda son bir halka o lmak kadar, Tayyipçi "yeni ol uşum"a yol açmak anlamına geldiği de yeterince açıktır. Alevi ağaları, CHP ve solda "yeni oluşum"lar ••• Aynı çabanı n sol k itle tabanına yönelik olarak da gös terildiğine kuşku yoktur, ki korkulan bir "toplumsal patla ma" olduğuna göre bu onlar için çok daha önemli ve ön celiklidir. MGK raporunda yalnızca tarikatların değil, yanısıra "mezheplerin önde gelenleri"nden sözedilmesi bu açıdan 283 şaşırtıcı değildir. Burada sözkonusu olanın, 1 2 Eylül karşı devrimi sonrasında ve sayesinde, sol eğil imli Alevi kitle üzerinde önemli bir güç, etki ve denetim sağlayan Alevi ağaları olduğundan kuşku duyulmamalıdır. Onlar önem1i bir bölümüyle ve l aiklik adına zaten devletin ve düzenin h iz metindeydiler. Bu nedenle son gelişmeleri, girmekte olduğu muz yeni dönemin ihtiyaçları çerçevesinde, generallerin onları daha özel ve etkin rollere hazırlaması ol arak düşünmek durumunday ız. Benzer çabaların siyasal izdüşümlerinden biri ise, CHP'de Deniz B aykal üzerinden yapılan ordu operasyonudur. B u nun yeni bir "Andıç" harekatı olarak gerçekleştiği artık bi l inmektedir. CHP'nin son kongresi ise bunun başarıldığını belgelemektedir. Derinleşen krizin emekçileri sosyal yıkıma ve ülkey i utanç verici bir köleliğe sürüklediği bir dönem de; faşist devlet terörünün bizzat Kızılay 'ın göbeğinde emek çileri hedef alacak düzeyde uygulandığı bir evrede; tecri tin kurumsallaştırıldığı F tipi hücrelerde onlarca devrimci nin yaşamını y itirdiği bir sırada; bu temel önemde güncel geli şmelerin hiçbiri CHP kongresinin gündemi olamamıştır. Deniz B aykal kongre konuşmasında CHP'nin farklı olduğunu söylemiş, fakat bu farkl ı l ığı somutlayacak hiçbir şey orta ya koyamamıştır. ' 90' 1arm başındaki k irli savaş döneminde doğrudan hü kümet ortağı olan ve kirli savaşın tüm İcraatiarını paylaşan, 5 Nisan Kararları 'na ve Gümrük B irliği köleliğine doğrudan imza atan SHP-CHP, bu bil inen gerici ve sağcı çizgisinin daha da sağına kaymıştır son kongresinde. Bunu sağdan dev şirilmiş üst düzey kadrolarıyla tamamlama girişiminde bile bulunabil miştir. Bugünün C HP ' s i Amerikan ajanı Derv iş'e zımnen destek vermekte v e onunla aynı kafadaki Ameri kancı-İMF'ci neo-liberal iktisatçılar ve uzmanlarla Türkiye'nin sorunlarına sözde çözüm üzerine çalı şabil mektedir. Böyle284 ce, 28 Şubat' ın gündeme getirdiği "Anadolu Alevi l iği"nden sonra, aynı patentl i olduğundan kuşku duyulmaması gere ken ve Baykalcı CHP'nin şu sıralar slogan edindiği "Ana dolu solu"nun ne anlama geldiği de açığa çıkmaktadır. Baykalcı CHP 'nin tüm umudu ve gayreti, krizin hızla tükettiği düzen partilerinden gelecek seçimlerde nöbeti dev ralmak ve i ş i onların bıraktığı yerden bir dönem için de vam ettirebilmektir. Ama bu parti düzenin egemenlerine gü ven vermek kaygısıyla Amerikancı çizgiye ve İMF dayat malarına öylesine teslim olmuş durumdadır ki, krizin bu nalttığı halk kitlelerinin sempati ve desteğini kazanmak için demagojik çıkış ve manevralardan bile geri durmaktadır. Böy le olunca da, kitleler içindeki etkisi ve desteği krizin tü kettiği partileri hiç de aşamamaktadır. Hiç değilse halihazır daki durum budur. Bununla bağlantıl ı olarak, CHP'deki tasfiyeterin ardından gündeme gelen "soldaki yeni oluşum"a da değinelim. Sözü uzatmak gerçekten gereksizdir. Bu oluşumun başını çeken lerden biri, kirli savaş hükümetlerinin koalisyon ortağı SHP' nin liderlerinden Murat Karayalçın'dır. Bu adam Çiller hü kümetlerinde Ç i l ler'in hınk deyicisi olma utanç verici ko num ve tutumuyla hatırlardadır. Kurulacak yeni partiye genel . başkan olarak düşünülen ve büyük umutlara konu edilen kişi ise, Karayalçın ' ı öneeleyen dönemde SHP'nin başında bu l unan ve yine özel savaş hükümetlerinde Demi rel 'in hınk deyicisi olarak yeralan ve bu arada Demirel 'i Çankaya 'ya taşı'y an Erdal İnönü 'den başkası değildir. Böyle bir oluşu mun nasıl bir rol oynayacağı ise daha şimdiden bellidir. Geç m işleri geleceklerinin aynasıdır. "Yeni oluşum" bu yapısı ve siciliyle eskisinin karikatürü olmayı bile başaramayacaktır. Yine de sermaye medyası tarafından , şu an bir arayış içe risinde olan sol eğilimli kitlelere bir umut olarak sunulmaya çalışılmaktadır. Geleneksel sol tabanı salt "hizipçi Baykal''la 285 kucaklamak olanaklı olmadığına göre, tüm öteki sahte seçe neklerin önünü açmak düzen i ç in mantıklı bir ihtiyaçtır. "Sosyal patlama" vurgusunun caz ibesi ve aldatıcılığı Egemen sınıf sözcüleri ve düzen bekçileri, krizierin ağırlaştığı ve bunun faturasının somut bir uygulama olarak işçi sınıfına ve emekçilere ödetildiği her durumda "sosyal patlama tehlikesi"nden sözetmeyi neredeyse adet haline ge tirmişlerdir. Son on yılda bu tutum birçok kez yinetenmiştir ve hiç de kendi düzenleri payına felaket tellallığı yapmak için değildir. Elbette sorunların ağırtaşmasının yarattığı kay gıların bunda bir payı vardır, fakat esas neden başkadır. Her defasında bunun basıncıyla, mevcut hükümetleri daha sıkı bir biçimde denetim altına almak, onlara isteklerini harfi yen uygulatmak ve bu arada olup bitenin tüm sorumluluğunu bu hükümetlerin üzerine y ıkmak amaçlanmıştır. Fakat daha da öneml i olarak, bununla hükümetler, sosyal sorunların kit lelerde büyütüp derinleştirdiği sosyal hoşnutsuzluğun denetim altına alınmasına yönelik çok yönlü yasal ve kurumsal ted birlere yöneltilmiştir. Düzen cephesinden "sosyal patlama" tehlikesine son on yılda yapılan her vurgunun somut pra tik amacı ve işlevi bu olmuştur. Bu nedenle devrimciler bu tespitin egemen sınıf sözcüleri tarafından bile sık sık d ile getiriliyor olmasının dışsal ca zibesine fazla aldanmamalıd ırlar. B undan hareketle, gerici düzen cephesinin ne kadar da büyük sıkıntılar içerisinde bu lunduğu, kitlelerin ise buna karşı nihayet patlama noktasına geldikleri sonucunu çıkararak rabatlayıp rehavete düşmek ten ise özellikle kaçınmalıdırlar. B urjuvazinin son derece bilinçli, deneyimli, örgütlü ve özell ikle de kurnaz ve sinsi bir sınıf olduğu unutulmamalıdır. Onların bu türden tespitler 286 yapmaları, her zaman bu türden tehlikelerin daha baştan önü nü alacak hazırlıklara ve önlemlere y öneliktir. MGK 'daki son tespitin de açıkça bu amaç çerçevesinde gündeme ge tirilmesinde olduğu gibi. Kitlelerin ileri kesimleri üzerinden kırılan mücadele dinamikleri Emperyal izmin ve işbirlikçi burjuvazinin sosyal y ıkımı derinleştirmeye ve ülkeyi tümden köleleştirmeye yönelik ke sintisiz saldırıları kitlelerdeki hoşnutsuzluğu elbette sürek li büyütmektedir. Emekçileri baskı aygıtlarıyla d izginlemek ve sendika bürokrasisiyle denetim altında tutmak giderek daha da güçleşmekte, düzen partilerinden ve kurumlarından kopuş süreci hızlanmaktadır. Ağırlaşan yaşam koşulları ve uyarıcı yaşam deneyimleri, kitleleri yeni arayışlara itmek le, kendi çıkar ve ihtiyaçlarına uygun düşen devrimci al ternatiflere yönelmelerinin potansiyel koşulları da günden güne daha çok olgunlaşmaktadır. Egemen sınıf temsilci lerine "sosyal patlama tehlikesi" tespitini yaptıran ve onları yeni önemlere yöneiten de işin asl ında budur. Fakat bu kadarı geleceğin potansiyel tehli kesi değil, bugünün somut tablosudur. Tüm zorlanmalara karşın, yine de burjuvazi halihazırda duruma hakimdir. Fakat bu hakimiyeti yitirme korkusu, sınıf ve kitle hareketinin de netim dışına taşması ve devrimci bir mecraya yönelmesi ihti mali onu, onun adına toplumu yönetenleri gerçekten de kaygılandırmakta, korkutmaktadır. Dünün "tehdit önceliği" . olan İrticanın bugün devlet dayanağı olarak hazırlanması da bu korkunun bir i fadesidir. Fakat dinsel gericilik en fazla, kitlelerin geri, tutucu, ge leneksel kültür ve değerlere bağlı olan, mevcut sınıf ve kitle hareketliliğinin zaten dışında kalan kesimlerini denetim altın287 da tutmak ve düzene bağlamak işlevi yerine getirebilir. Son 40 yılın sosyal çalkantıları üzerinden baktığımızda, ilerici toplumsal muhalefete karşı zaman zaman saldırgan karşı devrimci bir güç olarak kullanılması bir yana bırakılırsa, dinsel gericiliğin düzene ve devlete hizmeti de genellikle bu olmuştur. Bu akım kitlelerin geri kesimlerinin düzen den kopmasını ve ilerici sosyal hareketliliğe yönelmesini engellemiştir; bir dalgakıran olarak temel işlevi bu olmuştur. Oysa sosyal patlamaların sürükleyici dinamiği, lokomotif gücü, kitlelerin somut olarak devrimci arayışlara da girmiş ve şu veya bu ölçüde hareketl ilik içinde olan ileri kesim leridir. Böyle olunca, egemen sınıfın bir "sosyal patlama"nın, daha somut ve anlaşılır bir i fadeyle, sınıf ve kitle hareke tinin devrimci bir mecraya girme ihtimalinin yolunu kes me çabalanna, baskı ve teröre dayalı önlem ve uygulamalannın ötesinde, sendika bürokrasisi, düzen solu ve reformisı sol akımlar üzerinden bakmak gerekir. B uradan bakıldığında, tüm bu akımların, kendi konumları ve güçleri ölçüsünde, bir "sosyal patlama" tehlikesini hertaraf etmek için şimdi den burjuvaziye paha biçilmez hizmetler sundukları görü lecektir. Kısır döngüyü kırmak için ..• Bu bizi, içinden geçmekte olduğumuz dönem açısından en kritik, üzerinde en çok durulması gereken noktaya ve soruna getirmektedir. Sınıfın ve kitlelerin ileri kesimleri üze. rioden bakıl dığında, bugünün Türkiye ' si nde biz, g ü n ü geldiğinde patlayacak olan değil, hedefsiz ve sonuçsuz ey lemler serisi içerisinde sürekli gücü ve morali tüketilen bir sınıf ve kitle hareketiyle yüzyüzeyiz. Son on yıldır hep kul lanılan "hava boşaltma eylemleri" tanımı da bunu anlatmak tadır zaten . B u eylemler sonuçsuz kaldığı içindir ki, kit288 Jelerin mücadele gücünü kıran, eylemle sonu� alma inancını erozyona uğratan, sonuçta onları demoral ize eden ve çare sizl i k duygusuna düşüren bir işlev görmektedirler. Sendika bürokrasisinin bu sonucu çok bilinçli bir biçim de hazırlayan hain tutumu, sosyal patlama tehli kesinin boşa çıkarılmasında burjuvaziye sunulan en büyük hizmet olmak tadır. Eylemler bu sınırlar içerisinde kaldığı, dolayısıyla bu işlevi gördüğü sürece, devletin bu eylemleri sorun etme mesi, fakat kararlılıkla sonuç almaya yönelen her eylemin de azgın bir devlet terörüyle karşılaması, tam da bu ne denled ir. Buradan çıkarılması gereken son derece önemli bir po l itik sonuç var ve bu yakıcı önemde bir güncel görevler alanına işaret etmektedir. Burjuvazinin "sosyal patlama" kor kusunu gerçeğe dönüştürebilmek için, öncelikle, tam da sınıf ve kitle hareketi içerisindeki burjuva uşaklarının oynadığı bu karşı-devrimci rolün boşa çıkarılması gerekmektedir. Bu nun için de, taban çalışması ve inisiyatifini hep vurgula yagelen devrimcilerin, artık, sendika bürokrasisinin dene timinde gerçekleşen ve bir kural olarak öfke boşaltmaya yara yan ve sonuçta kitleleri güçten düşüren merkezi eylemle rin cazibesine duydukları kör inancı kırıp bir yana atma ları gerekmektedir. Bugüne kadarki tüm deneyim gösterm iş tir k i , taban hareketliliği üzerinde yükselmeyen bu türden merkezi eylemlilikler, kitle hareketini ileriye götürmek bir yana, onun ileriye sıçrama dinamiklerini kıran bir rol oyna maktadırlar. Taban örgütlülüğüne ve inisiyatifine dayal ı olarak çok değişik vesilelerle gerçekleşen ve kitlelerin güç, enerji, de neyim ve moral biriktirmesine hizmet eden bir taban hare ketliliği, bugünkü kısır döngüyü kırmanı n da en etki li yo ludur. B irim çal ışmasına dayanan, somutta fabrikalarda. işlet289 melerde, okullarda, işçi mahallelerinde sürdürülen dev , ı·· ci çalışma üzerinde yükselen ve olanaklı olduğu ölçüde çe şitl i biçimler içerisinde (platform, inisiyatif vb.) yerel dü zeyde birleştirilen bir kitle hareketi/örgütlenmesi geliştir mek güncel görevine de buradan bakmak durumundayız. El bette kendine özgü süreçler içinde mayalanan ve kendine , özgü dinamiklerle açığa çıkan kitle mücadelelerini kendi ter c ihierimize uyduramayız. Fakat kendi çalışmamızı , burju vazinin kitleler üzerinde politik ve sendikal düzeyde kurduğu çok yönlü denetimi parçalayan ve bugünün kısır döngüsü nü aşmaya yönelen en uygun tarza ve biçime kavuşturmak da tümüyle bizim elim izdedir. Ve bu, kendi sağlıklı dina mikleriyle tabandan gel işecek i şçi ve emekçi eylemleriyle başarıyla buluşabilmenin, bu eylemiere etkili bir önderlik müdahalesi yapabilecek konum ve mevzilere önden sahip olabilmenin de en uygun yoludur. (Ekim , sayı : 224, Temmuz 200 1 , başyazı) 290 Saldiri sonrasi yeni dönem Dünya Ticaret Merkezi'ne v e Pentagon 'a karşı gerçekleşen saldırılar dünya siyaseti bakımından önemli gelişmelere yol açmış bulunmaktadır. ABD emperyalizminin kudretine meydan okuma anl amına gelen ve ABD'nin "güçlü ve güvenli" bir ülke olduğu imaj ına ağır bir darbe indiren bu saldırılar, dünya emperyalizminin jandarmasını bir anda, her iki durumda da ciddi siyasal sonuçları olacak bir ikilemle yüzyüze bıraktı. Saldırıları sineye çekmek ya da yeryüzünün kana ve ateşe bulanması pahasına karşı saldırıya geçmek. ABD 'nin ilkini tercih etme şansı hemen hiç yoktu; zira bu, hegemonik bir güç olarak çoktan başlamış bulunan geri lemesinin yeni b ir ivme kazanması anlamına gelecekti. B u türden bir tercih rakip emperyalist güçlerin konumunu güçlen dirmekle kalmayacak, dünya ölçüsünde anti-emperyalist, anti Amerikan harekete de güç ve moral kazandıracaktı . 291 Gerçekte, pratik olarak, ABD emperyalizminin önündeki tek yol, şu an net bir biçimde seçilmiş ve tutulmuş olandan başkası değildi. I 1 Eylül saldırısını dünya ölçüsünde bir karşı saldırı imkanına çevirmek; henüz duruma birçok bakımdan hakimken sistem karşıtı ya da özel olarak kendi karşıtı tüm güçleri mümkün mertebe ezmek ya da etkisizleştirmek, tutulan bu yolun öncelikli hedefleri olarak çıkıyor ortaya. Saldırının hemen sonrasında dünyanın mazlum halkları na, dünya ölçüsünde tüm devrimci ve ilerici güçlere, yanısıra ABD hükümranlığına şu veya bu nedenle, şu veya bu ölçüde karşı olan güçlere açılan savaş bunun ifadesi olmuştur. Em peryalist şefler, saldırı gününden beri, bunun her türlü kirli yöntemin de kullanılacağı acımasız bir topyekun savaş olaca ğını ve sonuç al ını ncaya kadar sürdürüleceğini tekrarl ayıp duruyorlar. Silah tekellerinin kuklası oğul B ush bu savaşa süre bile biçmekte, bunun en az on yıllık " uzun süreli bir savaş" olacağını söylemektedir. Yeni rüzgarlar ekenler daha büyük firtınaiar biçecekler Yedikleri politik ve mdral darbenin etkisi altında bu savaşı mutlaka kazanacaklarını yineleyip duran ABD'li emperyalist şefierin bu hesaplannın tutması elbette düşündükleri kadar kolay olmayacaktır. Sonucu salt onların niyetleri ve hesapları değil, fakat başlayan yeni dönemde dünya ölçüsündeki sınıf lar ve güçler mücadelesi belirleyecektir. ABD 'nin ilan ettiği topyekun savaşın sonunda çırpındıkça batması da aynı ölçüde güçJü olasılıklardan biridir. B ugünün dünyasında ABD emper yalizmine, onun şahsında, küresel kapitalizmin acımasızlığına ve emperyalizmin dünya üzerindeki yıkıcı hakimiyetine karşı oluşmuş büyük bir öfke ve nefret sözkonusudur. Bu, saldırı sonrasında, çok değişik görüşten gözlemcilerin üzerinde en 292 kolay birleştikleri temel noktal ardan biridir. ABD'nin ve ona destek verecek öteki emperyalistlerin "terörizmi ezmek" adı al tında dünyanın belli bölgelerinde büyük insani ve maddi yıkımiara yolaçacak savaşlara gi rişmesi ise, emekçilerin ve halkların bu öfkes ine ve nefre tine yeni boyutlar kazandıracaktır. Dahası, dizg inlerinden boşalmış bu türden bir yıkıcı saldırgan) ık, çok geçmeden zıddını doğurup güçlendirecek, dünya ölçüsünde yeni bir anti emperyalist dalganın önünü açacaktır. Kibri, küstahlığı, acımasızlığı ve kuralsız saldırganlığıyla dünya ölçüsünde emekçilerin ve halkların büyük nefretini kazanmış bulunan ABD emperyal izminin gücünün ve olanak larının sınırsız olmadığını zaman herkese ve herkesten çok da emperyal ist haydutlara daha da açık bir biçimde göstere cektir. Yeni rüzgarlar ekenler, daha büyük fırtınalar biçecek lerdir. Bunu sanılab ileceği gi b i salt devrimci bir iyimserlikle değil, fakat bundan da çok, gerçeklerin gücüne ve süreçlerin seyrine bağlı olarak açıkça ve kuvvetle ifade ediyor�z. i şler on yıl öncesi kadar kolay olmayacaktır Bugün durum Körfez Savaşı döneminden çok daha fark lıdır, çok daha fazla emekçilerin ve ezilen halkların lehinedir. O zamanlar, '89 yıkılışının yarattığı şaşkınlık ve önünü açtı ğı gerici dalga, emekçileri ve ezilen halkları sersemtetmişti ve bu gelişme henüz çok tazeydi . ABD'nin emperyalist dünya üzerindeki hakimiyeti ve denetimi tamdı. Sovyetler Birliği 'nin yıkılmasının ardından ortada herhangi bir ciddi karşı güç de henüz yoktu. Ve nihayet, Saddam 'ın Kuveyt'i işgali somut bir olaydı ve bir bahane olarak kullan ılmaya son derece elverişliydi. Ş imdi ortada böyle bir somut bahane de yok. Ortada h içbir somut kanı t olmaksızın şu veya bu ülkenin 293 halklarına modern savaş makinasımn ölüm ve yıkım gücünü kusmaya kalkmak, politik ve moral olarak emperyalizme bü yük bir darbe olacak, emekçilerin ve halkların nefretini h ızla büyütecektir. Kaldı ki bahane olarak kullanılmaya uygun avantajianna rağmen on yıl önce Irak halkına karşı yürütülen savaş bile belli sınırlar içinde aynı sonuca yolaçtı. Bu savaş, ' 89 yıkılışı sonrasında dünya ölçüsünde yeni bir "barış ve refah" dö neminin başladığına i l işkin propaganda ve hayallere daha o zamandan öldürücü bir darbe v urdu . ' 89 yıkılışından yal n ızca iki yıl sonra, dünyanı n emekçileri ve ezi lenleri, em peryalizmin keyfi, kuralsız ve yıkıcı bir egemenliği dönemine girdiklerini,, "yeni dünya düzeni"nin tam da bu anlama gel diğini, bu savaş üzerinden sarsıcı bir biçimde gördüler. Son raki her yeni olay i se bu açıdan daha aydıntatıcı ve eğitici oldu. Emekçiler ve ezilen halklar, bugünün yeni geli şme lerini, o günden bu güne geçen on y ı l ın birikimi ve acılarla içiçe geçmiş eğitimi üzerinden karşılayıp anlamiandırıyorlar artık. Emperyal i zmin aleyhine yolaçacağı politik ve moral sonuçlar ne olursa olsun, tüm sistem karşıtı ya da sistem le belirli. ölçüler içinde çel işkili güçlere karşı açılmış bu savaş, güncel planda büyük bir önem taşımaktadır. Bu top yekun saldırını n bazı ülkeleri yıkıma uğratacağı, halkiara büyük acılar yaşatacağ�. ilerici ve devrimci güçlerin çalışma ve mücadele koşul l arını daha da zorlaştıracağı kesindir. "Terörizmle savaş" adı altmda polis devletine geçiş l l Eylül saldırısı ABD emperyalizminin şişirilmiş imajına önemli bir moral darbe olmakla birl ikte, onun yıkıcı fiziki gücü ve bu güçten kaynaklanan <>aidır. yeteneği yerli ye294 rinde duruyor. Bu konuda hiçbir hayale kapılmamak, hiç bir biçimde rehavete düşmernek gerekir. Dahası bu yıkıcı güç, yediği politik ve moral darbenin de verdiği acıy la, em peryalist sistemin küstah jandarması tarafından bundan böyle her zamankinden daha büyük bir kudurganlıkla kullanılacak tır. Yeni gelişmelerin anlamını ve önemini gerçek kapsamıyla anlamak, bunun gerektirdiği görev ve sorumluluklan başarıy la üstlenmek, öncelikle bu gerçeğin bilincinde olmamızı ge rektirir. Emperyalizmin "terörizme karşı" ilan ettiği topyekun sa vaşın şu aşamada öncelikli üç ana alanı bu lunuyor. Bun lardan ilki, emperyalist metropoller başta olmak üzere dünya ölçüsünde temel demokratik hak ve özgürlüklere yöneHi lecek saldındır. Buna ilişkin tartışmalar, tartışmadan d a öteye somut hazırlıklar, daha şimdiden başladı ve uygulamada bazı adımlar atıldı bile. Hemen tüm emperyalist ülkelerde "te rörizme savaş" ve "terör saldırılarına karşı önlem" adı altında, polis devleti uygulamalarına, bu alandaki yasal-kurumsal dü zenlemelere meşruluk kazandırılınaya çalışıl maktadır. Gerçekte bu süreç '90'lı ilk yıllardan beri yaşanmaktaydı ve küreselleşme karşıtı gösterilerin, özellikle de son Cenova olaylarının ardından yeni boyutlar kazanmıştı. 1 I Eylül saldırısı ise tüm batılı metropollerde, temel demokratik hak ve öz gürl üklere getirilecek yeni kapsamlı kısıtlamalar için etki li bir bahane olarak kullanılmak istenmektedir. B u doğru ltu da önemli adımlar atılacağı, birçok temel demokratik hakkın "güvenlik" adına ayaklar altına alınacağı şimdiden kesin dir. Emperyalist devletlerin bu alandaki başarısı, bu saldırıyı kendi işçilerine ve emekçilerine "huzur"un, "kanun ve dü zen"in koru nmasına yöne l i k önlemler olarak ne ö lç üde yutturabileceklerine sıkı sıkıya bağlıdır. Ş u günlerde düzenin tüm propaganda güçleri ve aygıtları harekete geçirilerek, 2 95 özellikle de medya etkili bir biçimde kullanılarak yaratılmaya çalışılan "terör dehşeti" havası da zaten bu alandaki başarıyı güvencelemeye yönel iktir. B u toplumların ilerici güçlerinin gündemdeki bu saldırı karşısında güçlü ve sonuç alıcı bir direnişe geçip geçemeyecekleri i se henüz belli değildir. Bu konuda ilk anlamlı tepkilerin l l Eylül saldırısına hedef olan ABD 'den gelmiş olması yine de dikkate değer bir geliş� medir. Saldırıların duygusal istismara ve toplumda gerici şoven bir histeri yaratmaya son derece uygun insani sonuçları, Amerikan ilericilerinin yürekli çıkışlar yapmasını hiç de engel leyememiştir. Bunu gerici saldırının daha ilk adımında kendini gösteren umut verici b ir geli şme sayab iliriz. Sorunun bu yanının bağımlı ülkelerdeki ve bu arada Tür kiye'deki yansımaları daha farklı olacaktır. Genellikle temel demokratik hak ve özgürlüklerden zaten yoksun bulundukları için bu ülkelerde yeni olarak gündeme gelecek gelişme, bas kı ve terör poli tikalarının daha da ağırlaştırı lması ve bu nun batılı emperyal ist ülkeler tarafından her zamankinden daha çok anlayışla karşılanması, fi ilen de etkili bir biçim de desteklenmesi olacaktır. ABD emperyalizminin hala da çok etkili akıl hocalarından Henry Kissinger bunu, bu tür ülkelerdeki baskı ve terör re jimlerine insan hakları adına güçlük çıkarmak yerine yap tıklarını sempatiyle karşı lamak, onları bu doğrultuda her zamankinden daha çok desteklemek ve cesaretlendirrnek ge rekir anlamına gelen sözleriyle, en arsız biçimde dile ge tirmiş bulunmaktadır. Türk devlet yöneticilerinin ve medyası nın saldırı gününden beri gizlenemez bir sevinçle dile getirdiği de tamı tarnma aynı şeydir. Bizi artık çok daha iyi anla yacaklar, sıkıntı çıkarmak yerine destek verecekler şeklin deki düşünce ve açıklamalar, Kissinger'in söyledikleri ile aynı anlama gelmektedir. Türk gericiliğinin bu alandaki beklentileri yersiz değildir. 2 96 Her türlü kirli ve kanlı yöntem mübah Emperyalizmin "terörizme karşı" ilan ettiği topyekun sa vaşın ikinci ana hedefi, sisteme karşı devrimci temeller üze rinde mücadele yürüten partiler ve akımlardır. ABD'li em peryalist şefler, "terörist akımlara karşı" kesin ve yokedi ci bir savaş ilan ederlerken, bunda başarı sağlamak için her türlü kirli yöntemin mübah sayılacağını açık biçimde söz lerine e klerneyi de ihmal etmediler. Bu savaş ilanının güncel plandaki ilk hedefi, bir k ısmı düne kadar bizzat ABD beslernesi olan ve ' rikan karşıtı çizgiye sonradan geçen "islami örgütler" olmakla birli kte, gerçekte ve orta vadede asıl hedefin sistem karşıtı devrimci akımlar olduğuna kuşku yoktur. İslami örgütler üzerinden gündeme getirilecek ve onların kuralsız, ilkesiz, kör ve yer yer vahşi pratikleri üzerinden kolayca meşrulaştırılacak her yol ve yöntem, çok geçmeden dünyanın ilerici-devrimci akım Iarına karşı uygulamaya konulacaktır. Saldırıların ardından en hırçın ve saldırgan görüşlerin temsilcisi olarak ortaya çıkan Kissinger, "Amaç terörist tehdidi tasfiye etmeye dönüştürülme/i. Amerika ve demokrasi sadece meydan okumayla değil. aynı zamanda bir .ftrsatla da karşı karşıya" dedikten sonra, görüşlerini şöyle sürdürüyor: "Mevcut terörizmle mücadele yöntemlerinin ötesine geçil meli. Terörist örgüt ağları kırılmalı, para kaynaklan kuru tuimalı ve merkez üsleri sürekli baskı altında tutularak kendilerini güvende hissetmeleri önlenmeli. " bir Bu "savaş"ta her yolun mübah olduğunu i lan edenler daha ilk adımda buna yönelik yasal düzenlemelere girişti ler bile. CİA 'nin geçmişte bolca kulland ığı , yolaçtığı büyük tepki birikiminin ardından göstermel i k olarak yasal planda yasaklanan ne kadar kirli ve kanlı yöntem varsa bundan böyle 297 artık yasal hale getirilecek. Bu konuyu yalnızca Kissinger gibi resmi sıfatı olmayan akıl hocaları değil, biri nci dere ceden sorumlu ABD yöneticileri (örneğin başkan yardımcısı Dick Cheney) d i le getiri p hararetle savunuyorlar. İşte ko nuya ilişkin basın haberlerinden biri: "ABD hükümeti, istihbaraıta, Merkezi Haberalma Örgütü CIA ile 'Lider/ere suikast düzenlenmesini, karanlık kişilerle çalışılmasını men eden ' yasayı da değiştirme hazırlığında. Başkan YardımclSI Cheney, CIA gibi örgütlerin casuslannı kastederek 'Artık iyi çocuklarla iş yürümeyecek' dedi ve 'pis, kirli, mide bulandırıcı, kötü bir iş olsa da' terör örgütlerini ortaya çtkarmak için onların karanlık adamlanyla beraber çalışmanın, (eski yıllarda olduğu gibi) yeniden şart olacağını söyledi. " B u devrimci akımlar için siyasal mücadelede her zaman kinden daha zor bir dönemin başlamakla olduğunu göste riyor. Emperyalist ve gerici devletlerin bu konuda kendi aralarında her zamankinden daha sıkı bir işbirliğine ve koor dinasyona g idecekleri de y i nelenip duruluyor. Kendi ara larındaki gerici çelişmelerin yaratacağı kimi sınırlamalar dı şında bunun büyük ölçüde gerçekleşeceğini peşinen varsa yabiliriz. pıe yandan, emekçilerin temel demokratik hak ve özgürlüklerine v urulacak her darbenin i l k dolaysız etk ile riyle bizzat devrimci parti ve örgütlerin yüzyüze kalacağını da ekiemeliyiz bunlara. Ül ke l erin ve halklarm yıkımı üzerinden emperyalist hesaplar ABD emperyalizminin "terörizme karşı" açtığı savaşın üçüncü hedefi ise dünyanın mazlum halkları, daha somut olarak da Asya ve Ortadoğu halklarıdır. 1 I Eylül saldırısı Usame bin Laden'e yüklendiği için saldırının ilk hedefi olarak 2 98 Afganistan seçilmiştir. Fakat gerçek hedefin daha geniş ol duğu da açıkça dile getirilmektedir. Emperyalist yönetici ler, "teröre destek veren ya da yataklık eden" tüm ül kele rin uzun süreli savaşın hedefi olduğunu açık açık söylemek tedirler. Onların dilinde bunun Irak' tan Suriye'ye, Yemen'den Sudan 'a ve Libya'ya geniş bir ülkeler yelpazesini kapsadığını biliyoruz. B unu, ABD emperyalizminin kurmaya çalıştığı dü zene şu veya bu nedenle, şu veya bu ölçüde aykırı düşen tüm ülkeler olarak da anlayabiliriz. ABD emperyalizminin, bir kural olarak, hedef aldığı ülkelerin mevcut yönetimlerini suçlamak yoluyla bu ülke lerin mazlum ve yoksul halklarını hedef alan son derece y ıkıcı saldırılara girişebildiğini önce Irak üzerinden, yakın zamanda ise Yugoslavya üzerinden gördük. Şimdi hedefte Afganistan var. Afganistan ' ı hizaya getirmek için Ameri kan savaş makinası bir kez daha harekete geçirilmiş bulun maktadır. Bu saldırı önlenemezse eğer, bunun, zaten yakılıp yıkılmış bir ülke olan Afganistan 'ın tümden harabeye çev rilmesinden öteye, yüzbinlerce masum Afganlı'nın katledilmesi, çok daha fazlasının hastalık ve ve açlıktan perişan edilmesi anlamına geleceğini kestirrnek güç değil. ABD emperyalizmi, kendi ç ıkar ve hesapları uğruna bu denli vahşi ve barbar, bu denli yıkıcı ve kıyıcı olabilmektedir. Fakat burada temel önemde bir başka nokta var. Ülke lerin yıkımı ve halkların kitlesel kıy ıını ile sonuçlanacak bu saldırı hazırlıklarının amacı, hiç de salt imaj yenilernek ve intikam almak değildir. ABD için asıl önemli olan, oluşan fırsatı dünya hakimiyetinde yeni mevziler kazanabilmek için kullanabilmektir. A B D ' l i stratej isılerin Orta Asya 'da mev zi kazanmayı ABD 'nin rakipsiz dünya egemenliği için ol mazsa olmaz bir koşul saydıklarını biliyoruz. Aynı şekil de ABD 'nin yıllardır bu alanda uygulamaya çalıştığı poli tikalarda tam bir başarısızlığa uğradığını; yıldan yıla güç 299 kazanan ve şimdi lerde Şangay İşbirl iği Örgütü adım alan Çin-Rusya ekseninin ABD 'yi bu alana sokmamakta büyük başarılar elde ettiğini de biliyoruz. Şimdi Afganistan üze rinden ABD'nin eline bu alanda mevzi kazanmak üzere bir hamle yapmak imkanı geçmiştir. ABD' "suçluları cezalan dırmak" gibi "masum" bir gerekçeyle bölge ülkelerinden yardım istemekte, özellikle Pakistan ve Özbekistan üzerinden olmak üzere, bölgede bazı önemli ilk mevziler de kazan maktadır. Fakat yaptığı çıkışın açmazı da tam da bu hesaplar üze rinden başlamaktadır. ABD'yi Asya'ya sokmamak için yıllar dır büyük çaba harcayan güçler onun bu girişimlerine hiç de sınırsız bir alan açmayacak, bir noktadan sonra bunu dur duracak ve geri püskürtecek çıkışları gündeme getirecekler dir. Yaptığı son hamleleri kal ıcılaştırmada ABD'nin imkan ları sınırlı , buna mukabil handikapları büyüktür. Yoksul ve perişan bir halka karşı gündeme getireceği tümüyle haksız ve yıkıcı emperyalist savaş, buna karşı bölge halklarında kendini daha şimdiden gösteren büyük anti-Amerikan dal ga, bu handikapların ilk göze çarpan unsurlarıdır. Çin-Rus ya ekseninin bir dizi alanda ve biçimde gündeme getireceği karşı çıkışlar, bu zem in üzerinde A B D 'nin işini iyice zora sokacak ve kuvvetle muhtemeldir ki onu sonuçta büyük bir başarısızlıkla yüzyüze bırakacaktır. Batı basınında daha şim diden Afganistan üzerinden "Dikkat, bataklık var!" fikri işlen mekte, ABD'ye ve destekçilerine. ciddi uyarılar yapılmaktadır. N ATO'n un savaş ilanı, 5. madde ve Türkiye Saldırı sonrasının uygun atmosferinde NATO hızla top landı ve oybirliği ile NATO 'nun 5. maddesinin ABD için uygulanması kararı alındı . Emperyalist dünyanın en gerici 300 ve saldırgan ittifakı olan NA TO güçlerinin halkiara savaş i lan etmede, "teröre karşı mücadele" adı altında demokra tik hak ve özgürlükleri budamada, sistem karşıtı güçlerin "kökünü kazıma"da tam bir görüş birliği içerisinde olmaların da şaşılacak bir yan yok. Fakat NATO ittifakı, gelinen yerde kendi aralarında da c iddi ç ıkar çelişmeleri ve çatışmaları olan bir emperyalist güçler koalisyonudur. AB emperyalizmi nin başını çeken Almanya ve Fransa, uzun zamandır ABD'nin denetiminden çıkmak ve kendi bağımsız konumları üzerinden dünya pol itikasında rol oynamak çabası içerisindedir. Ni tekim Avrupa Ordusu hazırlığı. bizzat NATO 'yu ve NATO ' n u n patronu olarak d a A B D denetimini aşmaya yönelik bir önemli girişimdir. Ş imdi ABD son saldırıları kull anarak NATO 'yu kendi etrafında kenetlemeye çalışmaktad ır. Fakat bunun kolay ol madığı, gerici çıkar çelişmelerinin kendini 5 . maddeye il iş kin açıklamanın üzerinden daha birkaç gün bile geçmeden göstermesinden de bellidiı'. Almanya ve Fransa gibi emperya list ülkeler savaş konusunda ABD'ye "Lı:idal" tavsiye etmekte; ve bir savaş durumunda, kendi katkılarının daha çok eko nomik ve politik destek vermek. yanısıra belki lojistik destek sağlamak sınırları içerisinde kalacağını özenle belirtmektedirler. Tüm görüntünün ve buna eşlik eden ikiyüzlü açıklamaların aksine, AB D 'ye yöneltilen son saldırı, bu saldırının iktisadi ve politik sonuçları, İngiltere dışı ndaki öteki büyük em peryalist Avrupa güçlerinin işine yaram ış, onları gerçekte fazlasıyla memnun etmiştir. Bu güçler. ABD'nin Asya'da ve Ortadoğu ' da gündeme getireceği savaşlara katılmayarak ve onu yaşayacağı güç lüklerle yüzyüze bırakarak, bundan ayrıca yarar sağlamak hesabı içerisindedirler. Türkiye 'ye gelince; kriz patlak verdiğinden beri göze çarpan iki temel nokta var. İlkini daha önce de ifade et tik. ABD'nin başına gelenlerden Türk gericiliği fazlasıyla 301 memnundur. Zira bunun kendi baskı ve terör rejimini ra hatlatacağını düşünmektedir. Fakat öte yandan, hem "terö re karşı savaşta': A B D ile tam bir işbirliği içerisinde hare ket edileceği, dolayasıyla gerekirse onun safında savaşa da girileceği dile getirilmekte, hem de bunun yaratacağı ağır sorunların yükü altında ezilmekten korkulmaktadır. Bu ara da Amerikancı basın ne pahasına olursa olsun ABD için Türk iye'nin savaşa girmesi gerektiğini çığırtkanca yineleyip durmaktad ır. Türk devletinin A B D ' ye uşaklıkta hangi sın ırlar içinde hareket edeceği henüz tam belli değildir. Zira herşey halkın ve kamuoyunun bilgis i dışındadır; karanlık hesaplar ve kirl i pazarlıklar kapalı kapılar ardında yapılmaktadır. Türkiye topraklarının komşu halkiara karşı emperyal izmin bir savaş üssü olarak kullanılacağı kesindir. Türk ordusunun ABD'nin çıkarları doğrultu sunda savaşa sokulup sokulmayacağı ise, ABD tarafından Türkiye ' ye dayatılacak koşullara ve tehditle re, buna mukabil sunulacak rüşvetlere bağl ıdır. Ekonomi nin durumu gözetildiğinde, bu tehditierin ve aynı şekilde tersinden rüşvetlerio ne anlama geldiğini kestirrnek ise güç değildir. Ş u günlerde Türkiye, yöneticileri üzerinden satın alınmaya son derece müsait bir ülke konumundadır. Örne ğin, dış borçlarda belli bir indirim ve yeni borç olanakları, çok şeyi bir anda değiştirmeye yetebilecektir. Fakat bir şey kesindir; Türkiye halkı ezici bir çoğunluğuy la emperyalist savaşa karşıdır ve Türkiye'nin ABD emper yalizminin savaş arabasına koşulmasını ülkeye ve halka iha net saymaktadır. Bu önümüzdeki günlerde sermaye iktidarı nın derin açmazını, tersinden ise devrimcilerin emperyalizme ve savaşa karşı geliştirecekleri mücadelenin geniş imkanlarını ortaya koymaktadır. (Ekim, sayı: 225 , Eylül 2001 , başyazı) 302 Empervalist saldırRan/ıRa ve savaşa karşı birleşelim ! Emekçilere ve halkiara savaş i lan• Emekçilerin demokratik hakları v e halkların yaşamı teh dit altında. Emperyalist gericilik ve saldırganlık dizginlerin den boşalmaya hazırlanıyor. "Terörizme karşı mücadele" adına temel demokratik hak ve özgürlükler. "suçlu ların cezalan dırılması" adına ezilen halklar açıkça hedef tahtasına konuldu. ABD emperyalizmi ve ardından onun patron luğunu yaptığı emperyalist NATO güçleri, ilerici, devrimci güçlere ve ezilen halkiara dünya ölçüsünde açıkça savaş ilan ettiler. Emperyalist şefler bunun uzun süreli. acımasız ve kesin sonuç almaya yönelik bir savaş olacağını döne döne vurgul uyorlar. Kendi ülkesinde ve emperyalist kudretinin simgesi hedef ler üzerinden vurulmuş olmak, ABD emperyal izmini kudur gan bir intikam girişimine yöneltm iş bulunmakta. Gözü dön müş bir biçimde I l Eylül'de yaşanları emekçilere ve halk Iara ağır bir fatura olarak ödetmek i stiyor. Emperyalist haydutluğun karargahiara Dünya Ticaret Merkezi'ne ve Pentagon ' a yönelik ola rak gerçekleşen ve kaynağı henüz bel irsiz olan saldırını n ABD emperyalizmini düşürdüğü durum elbette içler acısıdır. Milyonlarca insanın hayatına ve milyarlarca i nsan ın sosyal yıkımına malolan "yen i dünya düzeni "nin kibirli ve küstah jandarmasının yarattığı sahte imaj, bu saldırıyla birlikte yerle bir olmuştur. Bunun binlerce sivil insanın hayatı pahasına olması acı olmakla birl i kte, bu durum, yaşananların poli tik önemini ve anlamını ortadan kaldırmamaktad ır. Saldırı, seçtiği çok özel hedeflerden de anlaşılacağı gibi, hiç de insanların hayatına değil , fakat tam da ABD'nin em peryalist güç ve kudretinin simgelerine yönelmiştir. "İkiz Kuleler" dünya kapitalizminin acımasızlığını, Pentagon ise ABD emperyalizminin dünya jandarmal ığını simgelemekte d ir, bundan da öte, yönetim karargahlarıdır. Pentagon, ABD emperyalizminin dünya ölçüsünde milyonlarca insanın yaşamı na malolan ve yüzmilyonlarca i nsanın yaşamını derinden et kileyen kanlı ve kirli İcraatl arının planlama ve yönetim mer kezidir. Bu konumuyla hiçbir duygusal demagoji ve istisma ra konu edil meyecek kadar açık ve net bir pol itik-askeri he deftir. Saldırı nın dünya ölçüsünde emekçiler ve ezilenler ara sında yarattığı yaygın ve derin sempati işte tam da bundan dolayıdır. Seçilen hedefler üzerinden bakıldığında, saldırıyı emperyal ist ''yeni dünya düzeni"ne karşı emekçilerin ve halk ların birikmiş öfkesinden ayrı düşünmek olanaklı değildir. ABD e mp ery a l izmi n in karşı saldırıst ABD emperyalizmi, I 1 Eylül'de yaşananların siyasal anla mının ve öneminin tümüyle bilincinde olduğu içindir ki, bunun yarattığı sonuçları emekçilere ve halkiara karşı kudurgan bir 304 karşı saldıoyla dengelemek istemektedir. Gerçekte sivil insanla rın ölümü onun hiç de urourunda değildir. Onun için önem li olan ve onu dizgins iz bir kudurganlığa iten tam da, kal binden ve beyninden vurularak emperyalist kibrinin beklen medik bir biçimde kırılmış olmasıdır. İkiz Kuleler ve Pentagon şahsında, şişirilmiş kudretini simgeleyen tapınaklar yerle bir edilmiştir, onu çileden çıkaran budur. ABD emperyalizmi bunun acısını çıkarmanın peşindedir, bunun yerle bir ettiği imaj ını yenilernek hesabı içerisindedir. Fakat daha da ötesi ve önemlisi şudur: ABD bu saldırıyı bir karşı saldırya çevrirerek hegemonik güç olarak yaşamakta olduğu gerilerneyi durdurmak, yaşananları dünya hakimiyeti ni güçlendirecek bir manivelaya dönüştürmek istemektedir. İç Asya 'yı ve Ortadoğu 'yu savaş alanı ilan etmek, Avrupalı emperyalistleri NATO üzerinden kendi etrafında kenetlemek, ekonominin militarizasyonuna yeni boyutlar ekieyecek girişim lere yönelmek, tüm bunlar bunun ifadesidir. Her zaman olduğu gibi onu yalnızca bencil emperyalist çıkarları ve hesapları ilgilendirmektedir. Saldırıda binlerce sivil insanı n ölümü, bu amaç için onun elinde yalnızca demagojik ve ikiyüzlü bir biçimde kullan ıl an duygusal bir malzemeden ibarettir. Tarihin en barbar devleti Kaldı ki s iv i l ve masum insanların yaşamı sözkonusu olduğunda, AB D emperyalizminin hiçbir söz söylemeye hak kı yoktur. O bu alanda tarihsel ve güncel sicili en bozuk, en barbar devletlerin başmda gelmektedir. Modern tarihte bu açıdan yalnızca Hitler faşizmiyle kıyaslanabilir. Onun son elli yıll ık dünya egemenliği, milyonlarca insanın yaşamı na ve milyarlarca insanın perişanlığına malolmuştur. Nagaza ki v e Hiroşima'da yok yere bir anda 300 bin insanı buhar laştıran odur. Kore'de yüzbinlerce yurtseverin yaşamına ma305 Jolan emperyalist müdahalenin başını o çekiyordu. Vietnam halkının ulusal özgürlük istemini, 3 milyon insanın yaşamı ve Vietnam ' ın yakılıp yıkı lmasıyla boğmaya çalışan odur. Öteki Çin Hindi halkları bunu bir milyon insanın yaşamıyla ödediler. Endonezya'da bir m ilyon ilerici ve komünist onun tezgahladığı darbeyle 3-5 gün içinde katiedildL Son yarım asırdır dünyanın dört bir yanında y üzbinlerce ilericinin ve devrimc inin yokedilmesine neden olan gerici ve faşist re jim ler hep onun ürünü oldu ve onun tarafından tam ola rak desteklendi . Daha yakın zamana, ' 90'ların başında ilan edilen "yeni d ü nya düzeni" dönemine gel e l i m . A BD ' n in Ortad oğu egemenliği sarsı lmasın diye sayıları yüzbinleri bulan Irak l ı çöllere gömüldü. ABD'nin baskısıyla son on yıldır uygu lanan vahşi ambargo nedeniyle yine Irak 'ta sayıları bir milyo nu bulan çocuk hastalıktan ve bakımsızl ıktan öldü. ABD'nin ve öteki emperyalist güçlerin kışkırttığı etnik boğazlaşmalar sonucunda Afrika'da milyonlarca ve Balkanlar'da yüzbin lerce insan hayatını kaybetti. B ugün kendi kudretinin sim gesi yapıların yerle bir olmasına ağlayanlar, B ağdat ' ı ve Belgrad ' ı kendi en modern silahlarıyla yerle bir etmekte bir an bile tereddüt etmediler. Filistin halkı, ABD' nin her alan daki tam desteğine dayanan siyonİst savaş makinası tarafın dan aylardır soykırma tabi tutulmaktadır. Kendi emperya list �akimiyeti uğruna en gerici , en ilkel Ortaçağ akımlarını yaratan ve destekleyen, Usame bin Ladenler'i bizzat eğitip yetiştiren, bugün günah keçisi hal ine getirilen Talihanları dün her yolla destekleyerek Afganistan halkının başına bela eden de, bizzat ABD emperyal izmidiL Hedefte Afganistan, geride başka ülkeler var Suç dosyası bu kadar kabarık ve sicili bu kadar k irl i 306 olan bu aynı ABD emperyal izm i , l 1 Eylül saldırısında s i vil i nsanların yaşamını yitirmiş olmasını kullanarak, şu gün lerde tam bir kudurganlıkla dünya halklarına savaş il an edi yor. Bu intikam savaşı için seçilen ilk hedef Afganistan'dır. Kendi yetiştirmesi Usame bin Laden'i ele geçirmek ve kendi dolaysız desteğinin ü rünü Talihan rejimini devirmek adına Afganistan ' ı yakıp yıkmak , mazlum bir halka acıların en büyüğünü yaşatmak gündemdedir. En ileri teknoloj iye da yanan modern savaş makinası bu amaç çerçevesinde hare kete geçirilmiş bulunmaktadır. Bu saldırganlık durdurula mazsa eğer, Afganislan ' ı başta Irak olmak üzere bir dizi başka ülkeye saldırı izleyecektir. Emperyalist şefler bu korkunç n iyetlerini gizlemiyorlar da. Sonuç olarak, A B D emperyalizmi, kendi imajını sarsan saidıniarı kendi egemenliğini pekiştirmenin, yeni nüfuz alanları kazanman ın bir imkanı olarak kullanmak i stiyor . Bunun bir dizi yoksul ülkenin yıkımı ve mazlum halkların kitlesel kın mı pahasına olması onu zerre kadar ilgilendirmiyor. Bu onun her zamanki tavrıdır, tarihsel davranış çizg i sidir. "Terörizme savaş" adına temel hak ve özgürlüklere saldırı Aynı şekilde, ABD emperyal izmi ve onun etrafında ke netlenmiş emperyalist NATO güçleri , "terörizme karşı mü cadele" adı altında, bir başka kapsamlı saldırıyı daha gün deme getirm iş bulunuyolar. Dünyan ın tüm ilerici-devrimci ak ımları "terörizm"Ie damgalanarak, kökü kazınması gere ken düşmanlar ol arak ilan edilmişlerdir. Bu, doğası gereği , emekçilerin temel hak v e özgürlüklerine saldırı i l e b irara da yürütülecektir. Bunun ilk adımı, "güvenl iği sağlamak", "kanun ve düzeni egemen k ılmak" adına, temel demokra tik hak ve özgürlüklerin budanması, yer yer t ümden yok307 edilmesidir. B una ilişkin hararetli tartışmalar ve hummalı hazırlıklar emperyalist metropollerde başladı bile. B u saldırının bağımlı ülkelere yansıması ise, gerici ve faşist baskı ve terör rejimlerinin daha da pekiştirilmesi ola caktır. Artık toplumsal muhalefetin ve devrimci akımların üzerine daha kurals ızca ve acımasızca gidilecek, bu alan da emperyalizmin tam desteğine sahip olmanın rahatlığı ile hareket edilecektir. N itekim A B D emperyalizminin akıl hocaları, bundan böyle bu tür rejimiere "insan hakları" adına sıkıntı yaratmak yerine, tersine, onların bu doğrultuda daha da cesaretlendirilmesi ve her açıdan desteklenmesi gerektiği ni açıkça dile getiriyorlar. Emperyalist gericiliğe, saldırganlığa ve savaşa karşt birleşeli m ! Sonuç olarak, temel demokratik hak v e özgürlükler i le halkların yaşamı emperyalist gericiliğin saldırı tehdidi altın dadır. Temel demokratik haklara yönettilecek gerici saldırı lara ve günah keçisi olarak seçilen halkların yaşamına yöne lik emperyalist saldırı ve savaşa karşı mücadele, günümüzün en aci l eı:ıternasyonal devrimci görevidir. TKİP, dünya işçi sınıfını, emekçilerini ve ezilen halkları ile tüm ilerici-devrimci güçlerini dünya çapında emperyalist gericiliğe, saldırganlığa ve savaşa karşı tam bir birlik ve dayanışma içinde hareket etmeye çağırır. Kahrolsun emperyalizm! Kahrolsun emperyalist saldtrganlık ve savaş! Bütün dünya işçileri ve ezilen halklar, birleşiniz! Türkiye Komünist İşçi Partisi 1 8 Eylül 'OJ 308 TKİP. dünya halklarını ve Türkive 'nin emekçilerini savaşa karşı etkin mücadeleye çağırır... Emperyalist savaşa karş1 savaş! Dünyanın emperyalist jandarması ABD haftalardır hazır lığını yaptığı saldırı savaşını nihayet başlattı . Emperyal ist savaş makinası bu kez Afganistan halkına karşı harekete geçirildi. B ütün bir tarihi halkiara karşı bu tür savaşlarla dolu sicili bozuk İngiltere savaşa ABD ile birl ikte katılıyor. B aşta Almanya ve Fransa olmak üzere tüm öteki Batılı em peryalist ü lkeler ise onları hararetle destekliyorlar. Dünya üzerindeki emperyalist hakimiyet mücadelesinde geri kal mamak kaygısındaki bu güçlerin şu veya bu biçimde sa vaşta fiilen yeraldıklarına dair de güç l ü bel irtiler var. Öte yandan, emperyalist NATO i ttifakı, ABD 'nin savaşını kendi savaşı sayıyor ve gerektiğinde bizzat savaşa katılarak des tekleyeceğini açıklamış bulunuyor. 309 Emperyalist amaçlara dayah gerici, haksız ve barbarca bir savaş Afganistan' a karşı başlatılan savaş, emperyalistler tarafın dan 1 1 Eylül sonrasında dünya halklarına karşı ilan edilen savaşın yalnızca bir ilk halkasıdır. Emperyalist şefler bunu açıkça böyle ifade etmekte herhangi bir sakınca da görmüyor lar. Savaşın iç Asya'dan Ortadoğu' ya doğru yayılması, bununla da kalmayarak daha geni ş boyutlar kazanm as ı güçlü bir ihtimaldir. Tüm bunlar, gözü dönmüş emperyalist haydutların bölgemizi ve genel olarak insanlığı ne denli büyük bir tehlike ile yüzyüze bıraktıklarını göstermektedir. Afganistan ' a karşı yürütülmekte olan savaş, emperyalist amaçlara dayalı gerici, haksız ve barbarca bir savaştır. Temel amacı ABD emperyalizminin dünya jandarmalığını pekiştir mek, halkları daha da köleleştirmek, emperyalist nüfuz müca delelerinde yeni üstünlükler elde etmektir. ABD kendi dünya hakimiyetini sürdürebilmek için Avrasya'da hakimiyet kurmayı olmazsa olmaz koşul saymaktadır. Bu çerçevede iç Asya, ABD için, yalnızca rakip güçleri etkisizleştirmek bakımından değil, fakat aynı zamanda son derece zengin petrol ve doğalgaz ya taklarıyla da temel önemde stratejik bir bölgedir. ABD em peryalizminin Afganistan' a karşı "terörizme karşı mücadele" adına gündeme getirdiği savaş, gerçekte tümüyle, bu bölgede hakimiyet kurmaya yönelik yeni bir girişimden başka bir şey değildir. 1 I Eylül saldırısı bu emperyalist emeller için yalnızca bir bahanedir. Kapitalizm uygarhğı değil, kokuşmuşluğu ve barbarhğs temsil ediyor Emperyalist şefler savaşın "uygarlık", "özgürlük", "adalet" ve "barış" uğruna sürdürüldüğünü söylüyorlar. Bunlar onların 310 her zamanki arsız argümanlarıdır. Onlar tarih boyunca, gerek birbirlerine gerekse halkiara karşı büyük yıkımiara yolaçan köleci ve yağmacı savaşlarını, hep de bu tür iddi alara daya h olarak gündeme getirmişlerdir. Bununla kendi halklarını aldatmaya ve savaşın yıkıcı sonuçlarına razı etmeye çalışmış lardır. Fakat tarih bunların hep de gerici, emperyali st çıkar ve amaçlara dayal ı , köleci ve yağmacı savaşlar olduğunu açıklıkla göstermiştir. Onların çürümüş ve kokuşmuş kap i talist uygarl ığı, dünyamızın bugün yaşadığı açl ığın, sefaletin, perişanlığın ve tarifsiz acıların biricik kaynağıdır. Kapitalizmin uygarlığı ve gelişmeyi temsil ettiği tarihi dönem çoktan geride kaldı. O artık uygarlığı değil fakat modern barbarlığı temsil et mekted ir. Bu barbarlı k artık insanl ığı ve doğayı birarada tehdit etmektedir. insanlık tarihi n i n bugüne ulaştırdığı tüm uygarlık birikimini korumak ve yeni bir düzeyde sürdür mek, bugün artık tümüyle bu barbarlık düzeninin aşılması sorununa bağlanmıştır. "Ya barbarlık içinde çöküş ya sosyal izm ! " ikilemi , bu tarihi zorunluluğun özlü anlatımıdır. Günümüz dünyasının hızla ağırlaşan tüm sorunları, kapitali st barbarl ığa karşı uygarlığın sürdürülmesi demek olan sosyalizme apayrı bir anlam, acili yet ve güncellik kazandırmaktadır. Son savaşla başlayan yeni dönem, bunun tüm dünya ölçüsünde sorgulanması sürecinin . hızlandığı bir dönem olacaktır aynı zamanda. Emperyalistler "özgürlük" ve "adalet" değil, egemenlik peşindedirler Emperyalistler hiçbir zaman "özgürlük" değil. fakat her zaman egemenlik ve kölelik peşindedirler. Kapitalist em peryalizmin bütün bir tarihi buna tanıklık etmektedir. Dünya üzerindeki acımasız hakimiyetlerini korumak için dünyanın 311 dört bir yanında özgürlüğü boğan bizzat emperyalistlerdir. Halkiara büyük sosyal, siyasal ve manevi acılar yaşatan faşist ve gerici diktatörlük rejimlerinin gerisinde, dün olduğu gibi bugün de hep onlar vardır. Yoksulluk ve perişanlık için deki Afganistan halkını Ortaçağ karanl ığ ına mahkum eden gerici Talihan rejimini daha düne kadar arkalayanlar da, bizzat bugünün bu ikiyüzlü "özgürlük" şampiyonlarıydı. I 1 Eylül saldırısının yolaçtığı insan kayıpları üzerine yürüttükleri ikiyüzlü kampanya ile "adalet"ten sözedenler, dünya nüfusunun yarısını günde iki dolarla yaşamaya mah kum edenlerdir. En büyük 227 tekelci asalağın sahip olduğu zenginlik ile 2.5 milyar insanın gelirini eşitleyen de biz zat onların "adelet"idir. Bir milyar insanı işsizlik içinde tüke ten, 250 m i lyon çocuğu köle işçi olarak çalıştıran, her yıl on milyonlarca insanı açlıktan ve hastalıktan ölüme terk eden dünya düzeni, onların yeryüzünde adaletsizliği katınerleştiren düzenleridir. Amerika'da birkaç bin kişi ölünce "adalet"i hatırlayanlar, Vietnam 'da üç milyon, Endonezya'da bir milyon, Irak'ta yüz binlerce insanı emperyalist ve kirli savaştarla yok edenler den, Afrika 'yı ve B al kanlar ' ı kanlı boğazlaşmalar içinde tü ketenlerd�n başkası değildir. Filistin halkının gündelik kat Iiamlarla kırılmasına açı k ya da örtülü destek veririerken "adalet"i hatıriama ihtiyacı duymayanlar, dünyanın en yoksul ve mazlum halklarından birine "adalet" adına yıkım ve ölüm kusuyorlar şu günlerde. Onlar "adalet"in değil, tarihin gördüğü en büyük eşitsizliklerin ve haksızlıkların, köleliğin ve barbar lığın temsilcisidirler. Kapitalizm militarizm ve savaş demektir Emperyal ist şefterin "barış"tan sözetmeleri ise, tarihi 312 gerçekler karşısında ars ızl ı ğ ın d ipsiz çukurudur. Kapitalizm, militarizm ve savaş demektir. Kapitalizmin bü ttln bir tarihi buna tanıktır. Emperyalist hakimiyet mücadeleleri uğruna dünyamızı i k i kere topl u bir yıkıma götüren, sayısız böl gesel savaşlar içerisinde ul usları birbirine kırdıran, böyle ce halkiara tarihin en büyük acılarını ve yıkımlarını yaşa tan, tam da kapitalist barbarl ık düzen idi r. Bu böyleyken emperyalist şefterin "barış"tan sözetmeleri, bizzat kendi emperyalist kölelik savaşlarını bununla gerekçelendirmele ri, tarihi gerçeklerle alay etmektir. Emperyal izm bir şiddet ve gericil ik eği l i m idir. O her zaman ve her yerde egemenlik ve kölelik peşinde koşar. B u nu sağlamada tüm öteki araçların yetmediği yerde, şid deti ve savaşı devreye sokar. Bugün Afganistan 'da bir kez daha yapılmakta olan da budur. Bunun ötesindeki her id dia bir yalan ve aldatmacadan ibarettir. işbirlikçi rejimlerle halklar arasmda derinleşen uçurum Emperyali stlerin dünya üzerinde kurduğu köleci ege menliğin sürdürülmesinde bağımlı ü lkelerin işbirl ikçi rej im lerinin her zaman çok özel bir katkısı olmuştur. Onlar her bir ülkeni n i şbirl ikç i egemen sın ıflarını, bu sınıfları temsil eden iktidarları kendilerine uşakça bir sadakat içinde tut mayı başaramam ış olsalardı, bugünkü dünya egemenlikle rini de bu denl i kolay sürdüremezlerdi. Bunu bugünkü em peryalist savaş vesilesi yle b ir kez daha görmekteyiz. Em peryalistler güncel savaşı bölgedeki gerici rejimierin ver dikleri destek ve sağladıkları kolaylıklar sayesinde yürüte bilmektedirler. Ttlrk burjuvazisi adına ülkey i yöneten Amerikancı ik tidar da bu işbirlikçi rej imlerden biridir. B ugün Türkiye 313 toprakları, sürdürülmekte olan savaşta boydan boya bir saldırı üssü olarak kullanılmaktadır. Amerikanc ı . iktidar, Türk burjuvazisinin boyunu aşan hırsiarı kadar ABD'nin haskılanna dayanamamanın da bir sonucu olarak, savaşa bizzat katılma hazırlığmdadır. Öyle anlaşı lıyor ki, Balkanlar'da emperya l izmin bir müdahale ve işgal gücü olarak kullanılan Türk ordusu, benzer bir rolü şimdi de iç Asya'da ü stlenecektir. Bu Türkiye halkına ve bölge halklarına ihanetin katmerleş mesidir. ABD emperyalizminin kendi egemenl iğini pekiştirrnek üzere başlattığı bu barbarca savaşın Afganistan 'la sınırlı kalmayacağı bilinmektedir. Afganistan 'ın ardından, y a da belki de ona paralel olarak, gündeme getiri1ecek ikinci hedef ise Irak 'tır. Bu Türkiye'nin kendini boydan boya ABD çıkar larına dayalı bir savaşın içinde bulması sonucunu doğuracaktır. Amerikancı iktidar bölge halkları kadar Türkiye halkı için de sonuçları bu denli ağır olabi lecek bir i hanetin içinde d ir. Öte yandan, gerek bölge halkları gerekse Türkiye halkı savaşın gerçek n iteliğinin bilincindedir. Halklar bunu em peryalist çıkar ve amaçlar uğruna yürütülen bir egemenl ik savaşı olarak görmektedirler. B öl gede savaşa karşı büyü yen şiddetl i protesto dalgası da bunu göstermektedir. B u dalga önümüzdeki günlerde daha d a büyüyecektir. Savaş, ABD işbirlikçisi rejimler ile halklar arasındaki uçurumu iyice derinleştirecektiL Pakistan bunun bugünkü ilk örneğidir yal nızca. Emperyalist savaşa karşı mücadeleyi yükseltelim! Savaş emperyali st çıkar ve hesaplar uğruna gündeme getirildi. Fakat ağı r insani ve maddi faturası her zamanki 314 gibi halkiara ödettirilecektir. Emperyal ist sava�ın ba�arısı , bölge halkları ve tüm dünya üzerinde empery alist köleliğin pekiştirilmesi anlamına gelecektir. Bu temel gerçekler, halkların emperyalist savaşa karşı tam bir birlik ve dayan ışma için de kararlı lıkla mücadele etmesinin güncel önemini ortaya koyuyor. Bu mücadeleyi yükseltmek ve bu uğurda halklar arası devrimci dayanışmayı örmek, bölge ve dünya çapında günün en acil ve tarihsel önemdeki görevidir. Bu başarıldığı ölçüde, savaş emperyalistler için bir imkan olmaktan çıka cak, bir batağa dönüşecektir. Halkların devrimci gücü karşı sında emperyalist hesapların bozguna uğradığına bütün bir 20. yüzyıl tanıklık etmiştir. Bizzat ABD emperyalizminin Çin Hindi bozgunu bunun yakın tarihten çok canlı bir örneğidir. Halkların gücü karşısında emperyalizm kağıttan kaplan dır! TKİP, Türkiye işçi sınıfını, emekçilerini ve gençl iğini karşı karşıya bulunduğumuz tarihsel sorumluluğun bilinciy le hareket etmeye, savaşa k arşı etk i n bir mücadeleyi yük seltmeye, emperyalizme ve işbirl ikçilerine karşı dünya ve bölge halklarıyla omuz omuza savaşmaya çağırmaktad ır! Kahrolsun emperyalist savaş! Yaşasın Ortadoğu halklarının devrimci birliği! Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar, birleşiniz! Türkiye Komünist İşçi Partisi 9 Ekim 2001 315 Zor dönem zorlu görevler Sınıf mücadeleleri açısından zor ve karmaşık bir tarihi döneme girmiş bulunuyoruz. Devrimcilerin önünde saldırıları göğüslemek, yeni çalışma ve mücadele koşullarına intibak etmek ve en önemlisi, yeni dönemin önlerine koyduğu zorlu ve çok yönlü görevleri başarıyla üstlenmek sorumluluğu var. Gelişmeler kadar devrimcileri bekleyen görevler de tarihi önemdedir. içte gericilik, dışta saldırganlık ve savaş B urjuva gerici liği dünya ölçüsünde gitgide daha çok dizginlerinden boşalıyor. Bu kendini herbir ülkenin kendi içinde, "terörizme" karşı mücadele adı altında temel de316 mokratik hak ve özgürlüklerin adım adım budanması, yer yer tümden gaspı, polis devleti uygulamalarının yasalaştırılıp olağanlaştırılması; uluslararası ilişkilerde ise emperyalist nüfuz mücadeleleri, militarizm. saldırganlık ve savaşlar biçimin de gösteriyor. Bu, yeni bir gelişme de değil; '90 ' l ı yı1ların başından beri dünya politikası adım adım bu yönde gelişiyordu. Yine de 1 ı Ey lül saldırısı sonrasında bunun yeni bir ivme kazandığını, emperyalist geri c i l i ğ i n gitgide kudurganlık biçimini aldığını görüyoruz. ı 1 Eylül saldırılan burada yalnızca bir bahane oluşturmuş; halklara ve sistem karşıtı her türlü güç ve akıma savaş ilan etmenin , uluslararası ilişkilere ve toplumların siyasal yaşamına yeni biçimler vermenin bir fırsatı olarak kullanılmıştır. Gerçekte ise sorunun temelinde, kapital ist dünya eko nomisinin aşılmak bir yana gitgide ağırlaşan uzun süreli bunalımı ('70'li yılların başından beri sürmekte olan bir bu nalım bu) ve bunun giderek sistemi zorlayan sosyal-si ya sal sonuçları var. İktisadi bunal ımın ağır etki ve sonuçları, sosyal ve siyasal hayatın tüm alanlarında ve bir bütün olarak uluslararası ilişkilerde, gitgide ağırlaşan bir sistem bunalımı olarak kendini gösteriyor. Ve gelinen yerde emperyalistler, bu bunalımdan, iç siyasal yaşamda gericiliği ağırlaştırarak, uluslararası ilişkilerde ise saldırganlığa ve savaşa daha yoğun ve yaygın bir biçimde başvurarak çıkmaya çalışıyorlar. Dünya hakimiyetini korumak uğruna savaş macerası Bu tutum, buna dayalı politik yönelimler, özellikle ABD emperyalizmi açısından son derece açı k biçimde izlenebil mektedir. Sürecin kendi emperyalist dünya hegemonyasını gitgide daha çok sarsan bir doğrultuda i lerlediğini gören; iç toplumsal sistemi çürüyüp kokuşan; ekonomisi durgunluğa giren; karş ısında adım adım yeni emperyalist güç odakları nın yükselmesinden ciddi biçimde rahatsız olan; ve nihayet, kendisine karşı dünya ölçüsünde emekçiler ve ezilen halk lar arasında hızla büyüyen karşıtlığı ve nefreti gören, bundan ciddi biçimde kaygı duyan Amerikan emperyalizm i , inisi yatifi kaybetmeden, henüz güçlüyken ve birçok avantaja sahipken, duruma müdahale etmek, uluslararası ilişkileri kendi ç ıkar ve hesaplarına göre yeniden şekillendirmek yolunu tutmuş bulunuyor. ABD emperyalizmi; içerde ekonominin yeni bir düzey de mil itarizasyonu ve yeni bir silahianma programı, d ışarda ise saldırganlık ve savaşla, bunalımdan ve sıkıştığı açmazlar dan çıkmaya, fiil i ya da potansiyel tüm tehlikeleri berta raf etmeye, önünü tıkayan engelleri aşmaya çal ışmaktadır. ABD, işçi sınıfı ve halk hareketlerinin, sistem karşıtı dev rimci akımların ve nihayet emperyalist rakiplerinin haliha zırdaki zayıfl ığını, harekete geçmek, durumunu güçlendir mek ve yarının tehlikelerini bugünden ortadan kaldırmak için uygun bir zaman, akıllıca bir zamanlama saymaktadır. l l Eylül bahane edilerek dünya halklarına ve sisteme kar şı şu veya ·bu ölçüde muhalefet konumundaki tüm güçlere ilan edilen savaşın gerisinde işte bu var. Uzun süreli bir savaşın yalnızca bir ilk adımı olarak tanımlanan Afganistan savaşının gerisinde de bu var. Afganistan savaşı daha sürüyorken, gün deme Irak ın alı nmasının ve onu yeni ülkelerin izleyeceğinin döne döne tekrarlanmasının gerisinde de yine bu var. ABD emperyalizmi yeni bir emperyalist paylaşım müca delesini kend i cephesinden başlatm ış, dünyamızı yeni bir emperyalist savaşlar sürecine sokmuş bulunmaktadır. On dan geri kalmamak kaygısındaki tüm öteki emperyalistler de onun açtığı yoldan yürümek telaşı ve seferberl iği içeri s indedirler. Halklar karşı açılan savaş ve bu savaşta kuru• 318 lan karmaşık koalisyonlar, gerçekte aynı zamanda onların kendi aralarındaki n ü fuz m ücadeleler in in bir örtüsü, em peryal ist paylaşım m ü cadelesinin g ünümüze özgü geçici bir biç i m idir. Yarın bu m ücadele çok daha açı k biçimlere bü rünebilecek, b ugünkü emperyalist koalisyon bileşimlerinde beklenmedik değişikl ikler ortaya çıkabilecektir. 20. yüzyılın emperyali stler arası ilişkiler ve mücadeleler tarihi bu ko nuda yeterince aydınlatıcıdır. ABD emperyalizmi inisiyatifi kaybetmek istemiyor ABD, daha ortada 1 1 Eylül saldırıları yokken u luslararası il işkileri zaten belirgin biçimde gerginleştirmeye başlam ıştı. Silah ve petrol tekellerinin kuklası aptal Bush ' un şaibeli bir seçim darbesiyle başkan yap ı lması bu açıdan bir dönemeç sayılıyor, uluslararası ili şkilerde yeni bir gerginlik ve saldı r ganlık politikasına geçişin işareti olarak algılan ıyordu. Başta Irak olmak ü zere çeşitl i ülkelere uluorta yöneltilen tehditler; emperyalist raki plerinin açık hoşn utsuzl uğuna rağmen ( ve eski anlaşmaların tek taraflı olarak geçersiz sayılması meydan okumasıyla) gündeme getirilen "Füze Kalkanı Projesi", bu nunla kışkırtılan yeni emperyalist silahianma yarışı, bu ger ginlik pol itikasının ilk işaretleriydi. Bu aynı zamanda ekono m i s inin hızla durgunluğa girmesine ABD'nin görünürdeki tek çözümüydü de. B ugün ortaya çıkan birçok kanıt, ABD' nin Afgan istan ' a karşı bir müdahaleyi ı ı Eylül saldırısından önce planladığını ortaya koymaktadır. AB D ' nin dünya hakim iyetini koruma ve güçlendirme stratej is inde Avrasya hakimiyetinin tuttuğu yer gözönüne alındığında bu şaşırtıcı da değildir. ABD em peryalizminin akıl hocaları Avrasya hakimiyetinin ABD'nin dünya hakimiyetini korumak ve sürdürmek bakı m ından taşı319 dığı belirleyici önemi yıllar öncesinden ortaya koymuşlardı. İç Asya ve K afk asy a nın zengin petrol ve doğalgaz kaynak l arını denetim altına almanın ekonomik ve stratejik değeri, bu bölgeye apayrı bir önem kazandırıyordu. ' 90 ' h y ılları kaplayan çabalarında anl am l ı bir başarı elde edememesi , ' dahası, bir emperyalist ve gerici devletler koal isyonu olan Şangay İşbirl iği Örgütü'nün bu bölgede adım adım şekil lenmesi ve giderek güçlenen bir alternatif odağa dönüşmesi, ABD'yi bu en zayıf olduğu alandan en cüretli ve tehlikeli çıkışını yapmaya yöneltmiş görünmektedir. AB D 'nin yaptığı çıkışın ya da giriştiği maceranı n arzu ladığı sonuçları yaratıp yaratamayacağı ayrı bir sorundur. Bölgeyi kendi etkinlik ve egemenlik sahası olarak gören Rus ya ve Çin gibi dişli rakiplerin, yabancı egemenliğine ve özellikle de ABD emperyalizmine karşı duyarlı halkların ve nihayet sayısız çelişki ve çıkarın karmaşık bir yumak oluş turduğu bir bölgede yapılan bu çıkışın ABD için sonuçla rını çok geçmeden göreceğiz. Yaygın kanı, ABD'nin burada bir batağa gömüleceği ve sonuçta kaybedeceği yönünde dir. Daha şimdiden birçok belirti de bu kanıyı doğruluyor. B ir bölgeye hakim olmak ve oraya kendi çıkar ve arzularına göre şeki l vermek, modern savaş makinasıyla onu uzaktan tahrip etmek kadar kolay değildir. İç Asya'da işlerin Bal kanlar'daki kadar kolay ve düşük maliyetli olmayacağı da hemen hemen kesindir. Balkanlar'da aralarındaki ayrıl ıklar ve düşmanl ıklar körüklenerek, sonuçta halklar biribirine kırdırı larak ş imdiki sonuçlara varılabildi. ( Kaldı ki bunlar halen son derece iğreti ve geleceği henüz tümüyle belirsiz sonuçlardır). Asya'da ise halklar arasında boğazlaşma değil, emperyalizme ve saldırganlığa karşı günden güne gelişen bir tepki ve dayanışma var. Afganistan' ın savaş ağaları ara sındaki geleneksel boğazlaşmalar bu gerçeği gölgeleyemez. 320 Emperyalist sistemin keskinleşen çelişkileri Tüm bu gelişmelere ve sonuçlara, ABD 'den öteye ve daha yakından baktığımızda, yaşanmakta olanın: emper yal ist kapitalizmin geçen y üzyılın başından itibaren kendi ni gösteren başl ıca çel işmelerinin bir kez daha ve yeni bir düzeyde ağırlaşmasından başka bir şey olmadığını görüyo ruz. Marksist-leninist tahlil geçen yüzyılı n başında bu çeliş meleri; tek tek kapitalist ülkelerde emek-sermaye çelişme si, dünya ölçüsünde emperyal izmle bağımlı ülkelerin ezi len halkları arasındaki çelişme ve nihayet emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişıneler olarak ortaya koymuştu. Em peryalizm ve proletarya devrimleri çağını bel irleyen, kapi talizmi bir genel bunalım çağına sokan, böylece dünya pro letarya devrimi sürecini hazırlayan ve olgunlaştıran, kapi tal izmden sosyalizme geçişi tarihin gündemine sokan tam da bu çelişmelerdeki gelişme ve olgunlaşmaydı . Bütün bir 20. yüzyıl tarihi, bu çelişmeler ve onların yol açtığı çatışmalar temelinde yaşandı . Devrimci sınıf müca deleleri, proletarya devrimleri, ezilen ulusların ve halkların ul usal ve sosyal kurtuluş mücadeleleri, dünyayı iki kez toplu yıkıma götüren emperyal ist savaşlar, tek tek ülkelerde si yasal gericil ik, beyaz terör ve faşizm, 20. yüzyıla damgasını vuran tüm bu temel önemde toplumsal-siyasal olaylar, dev rimler, karşı-devrimler ve savaşlar, emperyalizm aşamasında ki kapitalist dünya sistem inin sözü edi len başlıca çel işıne lerinin ürünü oldular. Bugün dünya sahnesine tek tek olay ve gelişmelerden öteye bir bütün olarak bakıldığında, bir kez daha bu aynı çelişmelerin sosyal-siyasal sonuçlarıyla yüzyüze olduğumuzu görüyoruz. Buna genel çizgileriyle daha yakından bakabiliriz. 321 Emek-sermaye çelişkisi keskinleşiyor Emperyalist metropoller de dahil olmak üzere tek tek ka pitalist ülkelerde işçi sınıfına ve emekçilere yöneltilmiş sistema tik neo-liberal saldırılar, iktisadi ve sosyal hakların sistematik gaspı; ve tersinden, işçi sınıfı ve emekçilerin kazamıniarını korumak ve yeni haklar elde etmek için giriştikleri mücadele ler, tüm bu olgular, emek-sermaye çelişmesinin keskinleşme sinin günümüzdeki somut yansımalarıdır. İşçi sınıfının tarihi kazanımiarım hedef alan neo-liberal saldırıların dünya ölçüsün de tam da '70'lerin başında girilen ve halen aşılamayan ekono mik bunalımın ardından gündeme getirilmiş olması elbette rastlantı değildir. Tüm bu politi kalarla krizin faturası sistemin bağımlı ülkelerinin yamsıra emperyalist metropollerdeki işçi sınıfına ödenirilmeye çalışılmıştır. Düne kadar, özelli kle de ' 89 çöküşünün yarattığı özel atmosferi kullan arak, bu saldırılarda belirli bir başarı da sağ layan burjuvazi, bugün bu başarıyı sürdürebilmek için temel demokratik hak ve özgürlüklerin gaspına, siyasal gericiliği ağırlaştırmaya, polis devleti uygulamalarını sistemleştirmeye yönetiyor. Bu da gerçekte yeni bir gelişme değil . Fakat l l Eylül sonrasında başta emperyalist metropoller olmak üzere bunun yeni bir ivme kazandığı da bir olgudur. Hemen her yerde burjuva hükümetler, "teröre karşı önlemler", "kanun ve nizamın korunması", "iç güvenlik" vb. bildik gerekçelerle, demokratik hak ve özgürlüklerin sistematik gaspına giriş miş bulunuyorlar. Tüm bu önlemlerin iç sınıf mücadelesini dizginlemeye, yeni bir çıkışın sancılarını yaşayan işçi sınıfı hareketini daha güçsüzken önlemeye yönelik olduğu ise açıktır. Burjuvazi dünya ölçüsünde emek hareketine karşı son 20 yıldır başlat tığı ve ' 90 ' I ı yıllarda yeni bir düzeye çıkardığı ekonomik ve sosyal saldırıları n ı , artık gitg ide daha bel i rgin biçimde, 322 sistematik siyasal saldırılarla birleştiriyor. Bunu, burjuvazinin kendine karşıt sınıfa, işçi sınıfına karşı gelecek perspektifine dayalı bir hazırlığı olarak gönnek gerekir. Aynı şekilde, dünya sahnesine gitgide daha iddial ı ve h ırslı çıkan emperyalist devletler, silahian manın ve zorlu nüfuz mücadelelerinin gerektirdiği kaynakları emekçilerin boğazın dan daha çok keserek çoğaltmak yolunu tutuyorlar (son za manlarda emperyal ist metropollerde savaş vergileri biribi rini izliyor) . Buna karşı işçi sınıfı ve emekçilerden gele cek direnmeyi etkisizleştirmenin ve denetim altında tutmanın yolu ise, onlar i ç i n bir kez daha hak ve özgürl ü k leri sınırlamaktan, polis devleti uygulamalarını olağanlaştırmaktan geçmektedir. Teröre karşı mücadele yalanı bunun örtüsü olarak kullanılıyor; bununla dışarda emperyalist saldırganlık, içerde siyasal gerici l i k maskeleni yor. Aynı şekilde yabancı düş manlığı, şu s ıralar ise özellikle Müslüman halkiara karşı düşmanlık iç s iyasal gericiliğin araçları olarak kullanılıyor. Burjuva demokrasisinin sahteliği ve ikiyüzlülüğü gel işme lerin etkisi altında g itgide açığa çıkıyor, diptek i gerici öz yüzeye vuruyor. Emperyalistlerle ezilen halklar arasındaki uçurum derinleşiyor Emperyalist dünya sisteminin egemenlik, bağımlılık iliş ki lerine dayalı yapısı ve bunun sonuçları, emperyalistler ile dünyanın ezilen halkları arasındaki çel işkileri de yeni bir düzeyde olgunlaştırmakta ve keskinleştirmektedir. Tarihi bir temele sahip emperyalist sömürü ve soygunu görülmemiş ölçüde ağırlaştıran İMF ve Dünya Bankası reçe teleri, son birkaç onyıldır bağımlı ülke halklarının sosyal yıkımını katmerleştiriyor. Bu reçeteler üzerinden bağımlı ülkelere dayatılan politikalar, dolaysız olarak, metropol ler323 deki bunalımın yükünü büyük ölçüde bağımlı ülke halklarına ödetme işlevi de görüyor. "Yeniden yapılandınna" ve "istikrar programları" adı altında bu ülke sanayileri ve tarımı yıkıma uğratılıyor, özelleştirme adı altında birikmiş zenginliklerine yok pahasına el konuluyor. Ödendikçe katianan ağır borç yüküyle bu ülke emekçilerinin sistematik bir biçi mde kanı emiliyor. Borç ödemelerine kaynak yaratmak ve bu ülkele ri ucuz işgücü cenneti haline getinnek için, bu ülkelerde zaten son derece sınırlı olan sosyal haklar bir bir tasfiye ediliyor. Bağımlılık ilişkileri, özeUikle de ağır borç bağımlılığı; bu ülkelere çeşitli konularda emperyalist pol itikalar dayat man ın, ülke yönetimlerini parça parça devralmanın, günü müz Pakistan ve Türkiye örneklerinde olduğu gibi bu ülkeleri birer emperyali st savaş üssü olarak kullanmanın ve hatta bu ülkeleri kendi çıkarları için savaşa sürmenin bir olanağı olarak da kullanılıyor. Bütün. bu iktisadi-sosyal saldırıları kolaylaştınnak ve sistem için tehlike oluşturabilecek her türden muhalefeti ortadan kaldırabilmek için, bu ülkelerdeki diktatörlük rejimleri her yolla kuralsız bir biçimde destekleniyor. Emperyalistler, ülke lere ya da bölgelere hakim olmak için, ülkeler ve halklar arasındaki çatışmaları da açıktan ya da sinsice körüklemekte; sonra da, bu çatışmaları durdurmak adı altında işgalci güçler olarak bu bölgelere yerleşmekte, halkiara dolaysız olarak hükmeden konumlar kazanmaktadırlar. Özetle, dünyaya hakim emperyalist güçler, bağımlı ülke halklarının bugün çekmekte olduğu derin sosyal ve siya sal acıların dolaysız sorumlularıdırlar. Dünyamıza hakim açlı ğın, işsizl iğin, yoksulluğun, çok yönlü sosyal perişanlığın, halkiara derin acılar yaşatan beyaz terörün ve etnik boğazlaş maların gerisinde dolaysız olarak dünyanın emperyal ist efen dileri var. B ütün bunlar, emperyali stlerle, bir bütün olarak em324 peryalist sistem i le ezilen halklar arasındaki çel işmeyi şid detlendiriyor. Dünyanın dön bir yanında halklar yaşadıklan sosyal ve siyasal acılann gerisinde emperyalist köleliğin yat tığını görüyorlar. Bu onları, işbirlikçi egemen sınıfiara karşı verdikleri mücadeleyi emperyalizme karşı mücadeleyle bir leştirmeye gitgide daha çok yöneltiyor. Nitekim dünyanın dört bir yanında İMF'ye ve Dünya Bankası ' na, onların patronu ve emperyalist sistemin jandar ması ABD emperyalizmine karşı duyulan yaygın tepki v e nefret, emperyalizmle ezilen halklar arası ndaki çelişmenin bir yansımasından başka bir şey değildir. Afganistan'a yönelik barbarca savaşın bir dizi ülkede yolaçtığı büyük protesto dalgası, aynı şekilde bunun bir ifadesi ve yansımasıdır. Emper yalist metropollerde gerek emperyalist küreselleşmeye ve ge rekse son aylarda emperyalist savaşa karşı gelişen kitle ha reketi de bu çerçevede son derece anlamlıdır. B u protestolar, bu ülke işçi ve emekçilerinin emperyal ist burjuvazinin dünya ölçüsünde izlediği politikaların yıkıcı sonuçlarına ve bunun mazlum halkların yaşamı üzerindeki derin etkisine karşı du yarlıl ıklarının da bir yansımasıdır. Emperyalistler arası çelişkiler keskinleşiyor Ve n ihayet emperyalistlerin kendi iç çel işmelerine geli yoruz. ABD emperyalizmi kendi l iderl iğini ve politikalarını dayatarak sistemin hegemonik gücü, jandarması konumunu sürdürmeye çalışsa da; emperyalist dünyada iç çel işmelerin günden güne derinleştiği, bunun kendini emperyalist blok laşmalar halinde gösterdiği, ' 89 çöküşünün ardından belirgin bir biçimde açığa çıkan bir olgudur. Tüm göstergeler ABD 'nin emperyalistler arası çelişki ve çatışmalar konusunda son derece gerçekçi olduğuna işaret 325 etmektedir. B u , onun 20. yüzyıl tarihinden çıkardığı temel bir ders sayılmalıdır. B u nedenledir ki o, emperyalist dünya l iderliği içi n tehdit ol uşturan gerçek ve potansiyel emper yalist rakiplerini daha baştan etkisizleştirmeyi ve denetim altında tutmayı temel bir kaygı olarak gütmekte , dünya politikasında buna uygun düşen bir davranış çizgisi izle mektedir. Rakipleri toparlanıp kendi karşısına etki n bir güç ola rak d ikilmeden yeni üstünlükler elde etmek ve mevcut üs tünlüklerini onların denetim dışına çıkışlarını engellemek üze re kullanmak, ABD emperyalizminin yeni dünya hakimiyeti stratejisinin en ayırdedici özelliklerinden biridir. ' 90'1arın başında Irak üzerinden gündeme getirilen Körfez Savaşı bu stratejinin somut bir yansımasıydı. ABD, Ortadoğu 'daki ege menliğini pekiştiren bu savaşta, tüm öteki emperyalistleri kendisini desteklemek ve dahası bir de savaşın faturasını ödemek zorunda bırakmıştı. ABD'nin arkasından benzer bir sürüklenmenin yeni bir örneğini şimdiki Afganistan savaşında da görüyoruz. Hiç değilse Avrupalı emperyalistler açısından. ABD'nin ardından Afganistan savaşma katılmak üzere yarışa giren Avrupalı emperyal istlerin bu tutumlarının geri sinde, nüfuz ve yağma mücadelesinden geri kalmamak, oluşacak sofrada söz ve pay sahibi olmak kaygısı vardır. Burada halk Iara karşı savaş ile emperyalistler arası nüfuz mücadelele ri içiçe geçmiştir. "Terörizme karşı ortak mücadele", bir kez daha, bu iki temel önemde olguyu gizlemenin geçici bir örtüsü olarak kullanıl maktadır. Dünya yeni bir emperyalist paylaşım savaşı dönemine girmiştir. B i rçok gözlemci, haklı ve yerinde bir tutumla, ABD'ni n Afganistan'a karşı başlattığı emperyalist savaşı bu paylaşım mücadelesinin başlangıcı ve bir ilk adımı say maktadır. Çatışma alanının Avrasya egemenliği çerçevesinde son derece kritik öneme sahi p bir ülke üzerinden seçilmiş 326 olması da bu açıdan rastlantı değildir. ABD emperyalizmi , rakiplerinin siyasal v e askeri açıdan henüz zayıf olduğu bir aşamada, kendisinin hayli zayıf kaldığı fakat kendi dünya jandarmalığı için son derece kritik önem taşıyan bir böl geden başlamıştır sözkonusu paylaşım savaşına. Uluslararası gelişmeler ve Türkiye I I Eylül saldırılarının olduğu sırada Türkiye derin bir ekonomik krizin pençesinde kıvranıyordu. Resmi çevreler o günden bugüne saldırı sonrası gel işmelerin ekonomik ve mali krizi ağırlaştıran bir rol oynadığını söyleyegeldiler. Krizi izleyen dönemde ve şu yakın günlere kadar borsanın uzun süre dibe vurması ve dünya çapında değer kaybeden doların neredeyse bir tek Türkiye'de tırmanışını sürdürmesi, bu iddi anın doğruluğuna kanıt sayılabilir. Fakat buna rağmen Türk burjuvazisi "terörizme karşı savaş" adı altında estirilen gerici cereyanı büyük bir sevinçle karşıladı ve bunu kendisi için yeni bir imkan saydı. Dü zen propagandasının koro halinde kullandığı söyleme göre, geli şmeler Türk burjuvazisinin teröre karşı uzun yıll ardır ve�mekte olduğu mücadelenin haklı lığını kanıtlamıştı. Öte yandan, emperyalist koalisyonun "ulusl ararası teröre karşı" açtığı savaş çerçevesinde Türkiye 'nin "stratejik değeri"ni arttırmıştı. Bu iki tespitten iki de sonuç çıkıyordu. içerde baskı ve terör rej imi güçlendirilerek sürdürül ecek, dışarda i se Türkiye'nin "strateji k değeri" ABD emperyalizmine en uygun koşul larda pazarlanacaktı. Emperyal i st merkezler, özell ikle de Amerikan resmi politikası, bağımlı ülkelerdeki baskı ve terör uygulamalarını eleştirrnek bir yana, desteklemek ve dahası cesaretlendirrnek gerektiğini açıkça ilan etmiş bulunduğu için, ilk pratik sonuç için koşullar uygun, yol açık demekti. B undan böyle "insan 32 7 hakları" adına dıştan gelen tümüyle demagojik ve etkisiz eleştirllerin anlamsız yükü de artık kalkmış oluyordu. I I Eyl ül ' ü izleyen gelişmelerin Türk burjuvazisi için asıl etkileri ise kendisini dış politika alanında gösterdi. Ağır bir ekonomik kriz içinde debelenen, ağır bir borç yükü altında bunalan, bunların faturasını kendi emekçilerine sonu gelmeyen sosyal yıkım saldırılarıyla ödettiren Türk burjuvazisi, bu alanda kendisini bir parça soluklandıracak desteği elde edebilmek için o günden bugüne gerçek mahiyeti hep halktan gizlenen kirli pazarlıklar içerisinde oldu. Pazarianan ise "Türkiye ' nin stratejik konumu" ve "teröre karşı mücadelede deneyim sahi bi" ordunun savaş gücüydü. Demek oluyor ki, Türkiye ' n in ABD emperyalizminin Ortadoğu ve iç Asya'daki çıkar ve amaçlarına yeni bir düzeyde hizmet kapasitesiydi. Bunu, uygun bir fiyat karşılığı olarak Türkiye 'nin ABD emperyalizminin savaş arabasına koşulması ve Türk ordusunun ABD çıkarları doğrultusunda bir bölgesel müdahale gücü olarak kullanılması olarak da formüle edebiliriz. Ülkeyi krizden çıkarmak adına satışa çıkarmadı k şey bırakmayanların satış masasında şimdi artık bunlar var. ABD'nin savaş arabasına bağlanarak aranan çtklŞ Bu, gönüllü bir tercihten ya da maceracı bir hevesten öteye, iflas halindeki düzenin mevcut durumdan bir çıkış arayışı olarak da anlaşılabil ir. Dahası, tam da bu iflas du rumunun kendisi, Türk burjuvazisi adına ülkeyi yönetenle ri ABD emperyalizmi karşısında herhangi bir manevra yapmak olanağından da yoksun bırakmı ş bulunmaktadır. Emperya lizme çok yönlü kölece bağımlılık, ağır ekonomik-mali kriz ve ödenmesi g iderek zorlaşan ağır borç yükü, Türkiye 'yi yönetenleri çoktandır ABD emperyalizminin uysal uşakları 328 durumuna düşürmüş bulunmaktadır. Bunun i bret verici yeni örneklerini ı ı Eylü l saldırılarından beri izliyoruz. O gün den bugüne İMF ve Dünya Bankası 'yla tüm il işkiler, en kaba ve onur kırıcı bir biçimde, A B D emperyalizminin bölge halklarına karşı başlattığı savaşa Türkiye' nin katkılarına en dekslenmiş durumda. Bu doğrultuda sürdürülen gizli ve kirli pazarlıkların sonuçları bugün ortadadır. Türk burjuvazisi. bir tek asker göndermek dışında, başlangıçtan itibaren Afganistan'a karşı başlatılan emperyal ist savaşa her türlü desteği verdi. Tür kiye toprakları boydan boya emperyalist sava� için bir saldırı üssü olarak tahsis edildi . B unlar bile yetmeyince, bu kez Afganistan 'a asker göndermek kararı alındı. Bunun Afga n istan ' a karşı "resmen savaşa girmek" demek olduğunu ise sermaye medyası dile getirdi. Tüm bu davranış çizgisi Türk burjuvazisinin, onun sınıf egemenl iğinin ifades i ve sınıf çı karlarının bekçisi Türk devletinin, bölge halklarına karşı em peryalizmin hizmetinde olduğunu bir kez daha tesci l etti. Bir kez daha d iyoruz; zira bu onun zaten çok iyi bil inen utanç verici tarihsel konum ve misyonuydu. Bu konum ve misyonun bölge halkları için olduğu ka dar Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri için de yıkıcı sonuçlarının asıl bundan sonra ortaya çıkacağını gösteren ciddi gelişmeler var gündemde. ABD emperyalizmi Türkiye üzerine, onu "uluslararası barış gücü" adı altında Afgani stan' daki çıkar larının bekçisi olarak kullanmaktan öteye hesaplar yapıyor. Asıl hesap ve hazırlık Irak'a karşı gündeme getirilecek em peryalist savaş üzerinedir. Bu konu Beyaz Saray ve Pentagon 'un yarı resmi söz cüsü durumundaki Amerikan basın organlarında ı I Eylül 'den beri sürekl i i şlenip duruluyordu. Son haftalarda bu konu daki n iyet ve hesaplar kamuoyu önünde çok daha açık bir biçimde formüle edilmeye başlandı . ABD pol itikasına yön 329 verenler açık açık lrak' a karşı başlatılacak bir savaşta Türki ye'nin bir saldırı üssü ve savaş kuvveti olarak kullanılması gerektiğini söylüyorlar. Türkiye 'nin Kürt sorununa dayalı kaygılarla bu konuda gösterdiği isteksizliğin ise uygun bir fiyat ödenmesi ve bazı güvenceler sağlanması koşuluyla aşılabileceğini de sözlerine ekliyorlar. Artık açıkça görülüyor ki, A B D e mperyalizm i , Afganis tan' a karşı yürüttüğü savaşta Pakistan'a oynattığı rolün bir benzerini lrak'a karşı başlataeağı emperyalist savaşta Türki ye'ye oynatmak istiyor. Ş u farkla ki, Pakistan Amerikan saldırısı için yalnızca bir üs görevi görmüş, fakat Pakistan ordusu Afganistan 'a karşı yürütülen savaşa doğrudan katıl mamıştı. Oysa ABD Irak'a karşı yürütülecek savaşta Türk ordusunun bizzat yeralmasını da i stiyor. Bu doğrultuda eko nomik ve mali baskıyla rüşveti içiçe kullanman ı n yanısıra, Güney Kürdistan'ın ithakından Mesul ve Kerkük petrollerin den paya kadar bir dizi özendirici satın alma aracına baş vuruyor. Gelişmeler bunda mesafe de alındığını göstermektedir. İMF'nin yeni dayatmalar eşliğinde lO milyar dolarlık yeni borca ilişkin kararı ile Türkiye'yi yönetenlerin I rak konusun da ABD'nin istekleri lehine yumuşayan söylemi aynı günle re denk geldi, birbirini izledi. Amerikan Dışişleri B akanı'mn Türkiye ziyareti, muhtemeldir ki perde arkasındaki k irli pazariıkiara daha kesin ve somut bir biçim verecektir. A fgan istan ' ı n a rdından Irak 'a karşı başlatılacak em peryali st savaşa destek ve doğrudan katılım, Türk burjuva zisinin ve devletinin bölge halklarına ve Türkiye halkına yeni bir ihaneti anlamına gelecektir. Bunun Türkiye'nin kendi komşularıyla ve bir bütün olarak A rap dünyasıyla ilişkiler de yaratacağı ağır siyasal sonuçlar bir yana, Afganistan'dan farkl ı olarak Irak'a karşı bir savaş, Türkiye'nin iç siyasal yaşamında da bugünkünden çok daha ağır sonuçlara yol330 açacaktır. Burj uvazi savaş durumunu, her türlü hak arama mücadelesini yasaklamanın, mevcut tüm demokratik hak ve özgürlükleri boğmanın, devrimci hareketi ezmenin bir ola nağı olarak kullanmak yoluna gidecektir. Ve böylece elde edilecek ortamda, krizden çıkış için halk k itlelerine daha ağır ekonomik ve sosyal faturalar ödetmek kolaylaşacaktır. Devletin zirvelerinde bunun da hesabı yapılıyor olmalıdır. Krizin derinliği ve İMF i le yeni üç yıllık anlaşma dönemi düşünülürse, i şbirlikçi Türk burjuvazisinin bu tür bir orta ma gerçekten ihtiyacı var. Başka nedenlerin yanısıra biz zat bu ihtiyac ı n kendi s i de işbirlikçi i ktidarı ABD em peryalizminin yedeğinde yeni savaş maceralarına sürükleyebilir, b u ciddi bir ihtimaldir. Irak'a karşı açılacak bir emperyalist savaşın sonuçlarına ve bunun ortaya çıkardığı ağır görevlere bu toplam tablo üzerinden bakmak gerekir. Bölge halklarına karşı enternas yonalist devrimci görevlerin yanısıra, iç sınıf mücadelesi cephesinde de zorlu görevlerle yüzyüze kalacağımız anlamına · gelir bu. Burjuva siyaseti çöküntü halinde B unalım coğrafyasının merkezinde bulunan Türkiye ken di de ağır bir bunalımın pençesinde k ıvranan bir ülke du rumundadır. Ekonomideki çöküntü ülkeyi ve emekçileri günden güne ağırlaşan bir perişanlığın girdabına sürüklemiştir. İMF reçeteleri birbirin i izlemekte, bu reçetelerle ülkeye ve halk kitlelerine ağır faturalar ödenirildiği halde, ekonomi düzelmek bir yana gitgide daha da kötüleşmektedir. Yeni İMF reçetelerinin ilki gündeme getirildiğinden bu yana aradan iki tam yıl geçti. Bugün tüm göstergeler duru mun iki yıl öncesiyle kıyaslanamayacak ölçüde kötüleştiğini somut olarak ortaya koymaktadır. Borç köleliğinin ağırlaşması, 33 1 ülkenin fakirleşmesi, sinai ve ticari iflaslar, işsizliğin ve yok su11uğun katmerleşmesi, köylü ve küçük-burjuva ara katman ların kitlesel iflası , sosyal hakların gaspı, ülke kaynaklarının ve birikmiş zenginiikierin emperyalist ve yerli tefecilere peşkeş çekilmesi, ülke parasının pula dönmesi, bu göstergelerden yalnızca bazı larıdır. Bir de işçileri ve emekçileri perişan eden yüksek enflas yon sorunu var. İMF reçeteleri iki yıl önce neredeyse yalnızca enflasyonu düşürmek iddiasıyla gündeme getirilmişti. Uy gu lanan programın temel hedef böyle tanımlanmış, emekçi lerden bunun için fedekarlık istenmişti. Oysa bu hedef çok tan çökmüştür ve bugün artık bir yana bırakılmıştır. Şu an resmi enflasyon yüzde 85 olarak açıklanıyor; gerçek enflas yonun yüzde yüzün üzerinde olduğunu ise herkes bil iyor. Ücretierin ve maaşların sürekli düşürüldüğü ve sosyal hakla rı n sistematik bir biçimde gaspedildiği bir ortamla birl ikte düşünüldüğünde, bu düzeyde bir enflasyonun ne türden bir sosyal yıkım demek olduğu kendil iğinden anlaşılır. Bugün halk kitleleri ağır bir perişanlık içerisindedir. Ne krize ne de halk kitlelerinin bu perişanlığına, düzen siya seti herhangi bir çıkış yolu sunamamaktadır. Bu burjuva siya setinin çöküntüsü demektir. Halk kitlelerinin parlamentoya, . politikacıl ara ve burjuva partilerine herhangi bir inancı kalmamıştır. B urjuva siyasetinden hızlı bir kopuş sürecin deki işçiler ve emekçiler yeni arayışlar içerisindedir. Son dönemlerde CHP'nin bizzat sermaye çevreleri ve bası n ı tarafından yeniden pariatılmaya çalışılması, b u arayışları sahte sol bir alternatifle bloke etmek hesabının bir yansımasıdır. Fakat bu çabalar da umulan sonuçları veremeyecektir. CHP' nin öteki partilerden fark lı ne bir çözümü, ne de mevcut derin kriz ve savaş ortamında halk kitleleri lehine onlar dan farkl ı bir pratik tutumu sözkonusudur. Emekçi kitlele rin hoşnutsuzluğunu derinleştirmernek kaygısıyla sosyal dema332 gojiye başvurmaktan bile özenle kaçınmaktadır. Yakın geç mişte Demirel ve Çi ller koalisyonları döneminde bu parti ni n neler yaptığı ise kolay onutulacak türden değildir. Bir de parlamenter avanaklıkla sözde ülkenin ve emekçi lerin sorunlarına çözüm bulmak iddiasındaki reformisı sol var. Resmi düzen siyasetinin çöküntüsünün yarattığı boş lukta ve devrimci alternatifin zayıflığı koşullarında, refor mİst sol kendi reçeteleriyle sahnede boy göstermektedir. ÖDP, EMEP. ve SİP türünden i ktidarsız ya da ciddiyetsiz örnek leri bir yana bırakalım. Şu sıralar öne ç ı kan iki örnek var karşım ızda. Bunlardan ilki Perinçekçi partidir. Bu partinin durumdan çıkış reçetesi, kendi ifadesiyle, "mi l l i ekonomi mizi" ve "milli devl etimizi" kurtarma hedefine yöneliktir. Bu iflas halindeki kurulu düzeni islah etmek iddiası ve prog ram ı demektir. Yani kurtarılmak istenen gerçekte batakta ki düzenin kendisidir. Emekçilerin ve ülkenin gerçek kur tuluşu uğruna mücadele, kurulu düzenin temelini oluşturan kapitalist ekonomiyi ve çatısını ol uşturan burjuva dev leti yıkma devrimci programına dayanınayı gerektirir. Perinçekçi parti i se, "mil li" yaftası taktığı bu temeli ve çatıyı islah edip kurtarmak peşindedir. Bu onun burjuva milliyetçi düzen partisi konumuna uygun düşen bir kaygı ve hedeftir. Öteki örnek, teslimiyeıçi Kürt cephesi, yani PKK-HADEP çizgisidir. Bazı ulusal hak kırıntıları ile resmi siyaset sahnesine resmen kabul ediliş karşılığında, Kürt halkının devrimci birikimini kurulu düzene peşkeş çekme çizgisidir bu. Bu çizginin çözüm reçetesi ise içeriksiz bir boş söz kalıbı haline gelmiş olan "demokratik cumhuriyet"tir. Dünya ölçüsünde ve Tür kiye'de iflas halindeki kapitalist düzen, i çerde baskı ve terör, dışarda saldırganlık ve savaşla açmaziarına çözüm ararken, onun karşısına sözde "demokratik cumhuriyet" gibi bir çözüm alternatifiyle çıkmak, bugünün gerçekleri karşısında papazca vaazlara sapmak ve gülünç duruma düşmekten başka bir şey 333 değildir. PKK-HADEP çizgisine yön verenlerin bunun farkın da olmadıkları söylenemez. Ama asıl amaç, Kürt halk kitlele rini hayallerle oyalamak ve bu arada Türk burjuvazine güven vermektir. Önerilen sözde çözüm reçetesi nin biricik gerçek i şlevi budur. Ama ulusal ve uluslararası gel işmelerin katı ger çekliği karşısında bu aldatmacanın çöküşü uzun sürmeyecektir. Özetle, düzen s iyasetinin mevcut durumdan bir siyasal çıkış alternatifi yoktur. Bundan dolayıdır ki, çözümü bir yan dan baskı ve teröre başvurarak korku ve yılgınlığı hakim kılmakta; öte yandan ise propaganda ve iletişim aygıtlarını etkili bir biçimde kullanarak emekçi kitleleri ideolojik olarak sersemtetmekte ve kültürel açıdan dejenere etmekte bul maktadır. Yazılı ve görsel medyadaki aşırı kokuşma ve baya ğıtaşma bu çerçevede bil inçli bir politik tutumun yansıması olarak da ele alınmalıdır. Bunlara sendika bürokrasinin işçi hareketini felçeden ve umutsuzluğa sürükleyen hain rolü ile burjuva gericiliği için her dönemi n değişmez silahları olarak kalan dinsel gericil iği ve şoven milli yetçiliği eklemek gerekir. (Şu sıralar Kıbrıs ve Musul-Kerkük üzerinden yürütülen propaganda ve yaratılmaya çalışılan milliyetçi histeri, bu sonuncuya güncel örnekler olarak verilebilir.) Çıkış yolu devrimdir; görev devrime hazırlanmaktır Ekonomiyi batıran, ülkeyi borç köleliği içinde soluksuz bırakan, işçi sınıfı ve emekçileri sosyal yıkıma, açlığa, işsizli ğe ve perişanlığa mahkum eden, köylülüğü yıkıma uğratan, ülkeyi bölge halklarına karşı emperyalizmin saldın üssü hali ne getiren bir burjuva sımf egemenliği gerçeği ile yüzyüzeyiz. işbirl ikçi Türk burjuvazisi i çte sosyal yıkımı ağırlaştırarak, bunu başarabilmek içi nse baskı ve terörü yoğunlaştırarak; dışta ise ABD 'nin hizmetinde savaş maceralarına girişerek, 334 durumdan bir çıkış yolu bulmak çabası içerisindedir. içerde kendi halkına karşı savaş, dışarda komşu halkiara karşı sa vaş, iflas etmiş düzenlerio tarihsel davranış çizgisid ir. Bu yolla çıkış arayışlarının sonuç vermediği durumlar ise, çöküşü hızlandıran ve devrimci çıkış yolunu hazırlayan sonuçlara yolaçmışlardır. Bu tarihin temel önemde b ir dersidir. Dönemin omuzlarım ıza yüklediği devrimci görevlere bu tarihsel perspektif içerisinde ve devrimci bir iyimserl i kle yaklaşmalı , fakat güncel planda bunların son derece zorlu ve ağır görevler olduğunu da gözönünde bulundurmalıyız. Durumdan k ısa vadeli çıkış için sihirli devrimci reçete yok elimizde. Durumdan biricik gerçek çıkış, partinin devrimci programında en net ve özlü bir biçimde ortaya konulmuştur. Güncel görev, bu stratejik çıkış yoluna ulaşabilmek için güncel devrimci görevleri büyük bir cesaret ve inisiyatifle üstlenebilmektir. Görev, emekçi halk hareketinin öncü sü rükleyici gücü ve birleştirici ekseni o l ma yeteneğine sahip biricik sınıfı, işçi sınıfını etkilemek, örgütlernek ve mücadele ye yönlendirebilmektir. Bunun için, sosyal yıkım saldırıların dan emperyalist savaş macerasına kadar tüm güncel gelişme lerden en iyi biçimde yararlanabilmektir. Görev, işçi sınıfını ve onun en yakın müttefiki yarı-proleter emekçi katmanları etkilerneyi ve kazanmayı kolaylaştıracak araç ve yöntemleri devrimci bir yaratıcılı kla bulmak ve pratikte en etkin bir biçimde kullanabilmektir. Görev. işçi sınıfına ve emekçi!ere umut aşılayan ve güven veren bir politik duruş ve pratik çaba içerisinde olabilmektir. Güncel görev, ülkeyi ve halkı yıkıma sürükleyen işbir likçi burjuvazin i n sınıf egemen l iğine ve onun gerisindeki emperyalizme karşı, işçi sınıfının devrimci iktidarına hazır lanmaktır. Mevcut durumdan bunun dışında herhangi bir çı kış yolu yoktur. (Ekim , sayı: 226, Kasım 200 / . haşyazı) 335 S1n1f çal1şmas1n1n güncel sorunlar• Solda gerileme v e sınıftan uzaktaşma Son yıllarda geleneksel sol siyasal akımlar sınıf çalışması alanındaki . iddialarını neredeyse tümden yitirdiler. Bunun ne denlerin i geni şçe tartışmanın yeri burası deği l , ama bu durumun tesp iti bizim için önemli. Sol genel bir gerileme süreci yaşıyor, buna reformisı sol da dahil. Geçmiş yıllarda devrimci hareketin gerilediği bir ortamda, düzenin de bilinçli bir tutum çerçevesinde alan açmasıyla reformisı sol bir parça güçlenebiliyordu. Artık durum farklıdır; çürüyen ve hiçbir konuda c iddiye alınır bir politikası ve pratik tutumu olmayan reformisı sol da sürek li kan kaybediyor. ÖDP'deki çürüme dağılma noktasına varmış durumda. B u l i beral çevredeki hakim kanat artık düzen soluna 336 yamaoarak kendine bir çıkış aramak peşinde. Muhalif ko numdakilerin ise bağımsız davranacak ideolojik temelleri , kendi bağımsız yollarını yürüyecek güç ve iradeleri yok. İyi halli kent-küçük burjuvazisine dayanan ÖDP' nin sınıf çal ışmasında zaten bir iddiası yoktu . Alt kademe sendika bürokrasisinin belli unsurlarının bu partideki varl ığı sınıf içinde dotay l ı bir etki sayılsa bile bu böyle. Sınıf çal ışması konusunda büyük iddialarla ortaya çıkan EMEP de artık tıkanmış durumda. Son yıllarda sürekli güç kaybediyor. Kriz sonrası Emek Platformu (EP) politikası bu partinin siyasal iflasını, zindan direnişi karşısındaki tutumu ise çürümüşlüğünü gözler önüne serdi. Toplumdaki temel sınıfsal güçleri tanımlamaktan bile aciz liberal EP programı nı (ki tam da baştan öngördüğümüz gibi bu program haftala rı bile bulmayan bir süre içinde sahipsiz kaldı) "tarihi değer de" görmesi ve göklere ç ıkarması, bu partinin s ınıfa kendi payına söyleyecek ciddi bir sözü kalmadağını da bir kez daha ortaya koydu. Tatlı su solcularından oluşan bir yarı-aydınlar kulübü durumundaki SİP'in ise s iyasi bir parti olarak zaten hiçbir zamana ciddiye alınır bir yanı olmadı. Bil indiği gibi onun sorunu sınıfla değil yan-aydın unsurlar ve orta sınıf mensubu öğrencilerle. Bu liberal çevre kendince "sola aydın yetiştirme" misyonu üslenmiş; bunu kendi işi olarak görüyor ve böyle bir misyondan fazlasıyla memnun, bu ona yeterli tatmini sağlıyor. Konumuz bu deği l kuşkusuz; soldaki gerilemenin ve sınıf çalışmasından uzaktaşmanın genel niteliği çerçevesindeki değinmeler olarak bunlara işaret etmek gerekti . Bugün bir dizi gösterge, solda genel bir gerileme, bir zayıflama olduğunu ortaya koyuyor. Sol akımların sınıfa yönelik çalışmasındaki genel zayıflama da, öncelikle bu durumun bir yansımasıdır. Öte yandan sınıf hareketi, özellikle depremle birlikte 33 7 kırılan dalgadan beri, ortaya anl aml ı bir yeni hareketlen krizin y ıkıcı etkilerine ve yüzbinlerce işçiyi ilgilendiren toplu sözleşmeler dönemine rağmen böyle oldu. Sınıf hareketinin belirgin bir canlılık ortaya koymadığı, dola yısıyla da vaatkar görünmediği bir evrede, sınıfa yönelimi sınıftaki canlanmaya sıkı sıkıya bağlı ve bu anlamda ken diliğindenci olan geleneksel sol akımlar da, tümüyle doğal olarak sınıf çalışmasından giderek daha çok uzaklaşacak lardı, n itekim öyle de oldu. Söylenenlerden de anlaşılacağı gibi, bu durum ve tu tum şaşırtıcı değildir; geleneksel solun sınıfa yönelişinin sağlam bir ideolojik perspektife, ilkeli ve stratej ik bir ba kışaçısma dayanmadığını her zaman söyleyegeldik. B öyle olunca, geleneksel soldan sürekl i , soluklu, uzun vadeli he deflerin ürünü bir sınıf çalışması tutumu da doğal olarak beklenemez. Sol akımların sınıfa yönelimi tümüyle kendi l iğindencidir, bunu hep gözönünde bulundurmak gerekir. B ugün bu ülkede sınıf kitleleri yeniden hareketlensin, he men tüm sol gruplar yeniden bir "sınıf yönelimi" içine girecek lerdir. Ama somutta bugün böyle bir durum da yok. Üste l ik , ağır bir kriz dönemine rağmen. Böyle olunca, sınıfın ve dolayısıyla ona yönelik bir çalışmanın cazibesi de kalmıyor kendiliğindenci sol akımlar nezdinde. Öte yandan, buna son bir nokta da denebilir, yılların getirdiği bir gözlem, bir izienim de var. Sınıf hareketi zaman zaman canlanıyor, _fakat so nuçta pek kalıcı mevziler kazanmadan geri çekiliyor ve yeniden bir durgunluğa gömülüyor. Bunun da getirdiği bir güvensizlik, umutsuzluk, dolayısıyla bir soluksuzluk var sol akımlarda. Buna karşılıksız kalan sınıf çalışması yorgunluğu da denebilir. Sonuç olarak, bugün hem solun, hem sınıf hareketinin zayıflığından gelen bir durumla yüzyüzeyiz. B u sınıf ça lışmasında genel bir zayıflama, sınıf çalışmasına genel bir me koyamadı. Bu 338 i lgisizl i k olarak gösteriyor kendini . Sınıf çalışmasında be lirgin bir boşluğun ifadesi bu olgusal durumun tespiti. parti nin sınıfa yönelik çalışması bakımından haliyle önem taşıyor. Etkili bir sınıf çalışmasının ön koşulları Partimiz açısından sınıfa etkili bir yönelişin bu açıdan tam zamanı. Partimiz kendisi açısından en zor ve sıkıntı lı dönemlerde bile sınıf çalışmasını olanakları ölçüsünde sür dürdü. Ş imdi i se etk ili ve çok yönlü bir yükleomenin öz nel koşullarına asgari ölçüde sahip durumda. Bugün, sınıf çalışmasına bu genel ilgisizlik ortamında, bu çalışmayı çok daha c iddi bir sorun olarak ele almak ve yaşanan boşluğu doldurmak konusunda iddialı olmak durumunda. Sorunun bir yanı budur; mevcut boşluğu doldurmak ko nusunda iddialı olmak, sınıfa yönelik çalışmamızı çok yönlü olanaklar ve araçları devreye sokarak güçlendirmektir. Soru nun öteki yanı ise kendi durumumuzl a ilgilid ir. Kendi cephemizden bakıldığında, durum genel çizgileriy le şöyledir: Kongreyi izleyen süreçte karşı karşıya kaldığımız saldırıların yarattığı gerilerneyi artık telafi etmiş durumdayız. Aynı anlama gelmek üzere yeniden etkili bir sınıf çalışması na girebilmenin, bu alana yeniden etk i l i bir biçimde yükle nebilmenin koşullarına bugün artık ulaşmış bulunuyoruz. Ba kışaçısmdan yana bir problemimiz zaten yok. Partinin bu konudaki ideolojik bakışaçısı açık ve sağlam teorik temel le re dayalıdır. Yıllar boyunca çeşitli güçlüklere rağmen sınıf eksenli çalışma perspektifinin korunabilmesi bu sayede ola naklı olabil mi ştir. Kuruluş Kongresi sonrası dönemde bilinen nedenlerle çalışma pratik planda biraz zayıftadığı için, sınıf çalışmasının sorunlarına ilişkin tartışmalar da basınımızda, özell ikl.e de 339 Ekim 'de nispeten geri plana düştü. Güçlerin yeterince hazır olmadığı, imkanların sınırlı olduğu bir dönemde, sınıf çalış masının sorunları üzerine çok fazla bir tartışma da zorlan madı, bu anlamlı ve i şlevsel görülmed i . Zira bu sorunların tartışılması güçlerin bu alana etkili bir biçimde yöneltilmesiy le sıkı sıkıya bağlantılıdır. Buna uygun yeterli koşulların, dolayısıyla güçlü bir yönelimin olmadığı bir durumda, sınıf çalışmasının sorunları üzerine işlevsel, pratik değeri ve yararı olan bir tartışma da yapılamazd ı . İhtiyaç keşfin anasıdır; dikkat ediniz, tam da böyle b i r çalışmaya yönelişin koşullarının olgunlaştığı bir sırada, sınıf çalışmasının dönemsel sorunlarına özel bir ilgi gösterebi l iyoruz, bunu basınımızda parti çalışmasının temel gündem lerinden biri hali ne getirebiliyoruz. Kuşkusuz sınıf hareketi üzerine geçmişten bugüne birçok değerlendirme yaptık, tar tışmalar yürüttük. Ama bütün bu değerlendirme ve tartışma l ar, bunların yapıldığı dönemin kendine özgü koşul l arıyla da sıkı sıkıya bağlantılıdır. Biz bugün daha özgün koşul lar içerisindeyiz; gerek genel siyasal ortam ve sınıf hare keti, gerekse kendi durumumuz bakımından. Bu dönemin kendine özgü özell ikleri var ve biz de bunları ele alıp çö zümleyen ·değerlendirmeler ve tartışmalar yapmak zorunda yız. Sınıf çal ışmasın a yeniden yüklendiğimiz bir dönemde bu çalışmanın güncel sorunları üzerinde yoğunlaşmak, bu çalışma içindeki tüm kadrolanmızın katkılarıyla bu tartışmayı zenginleştirrnek durumundayız. Seçilmiş alanlarda yoğunlaşan soluklu bir çalışma B urada önemli noktalardan biri , seçi lmiş alanlarda yo ğunlaşmış bir çalışmaya her zamankinden çok dikkat gös termektir. Bu en başından itibaren vurguladığımız bir noktadır. 340 Ama yakın yıllara kadar belli esaslara göre seçilmiş alan lar üzerinde ısrarlı ve soluklu bir yalışmayı başaramadığımız da bir gerçektir. N itekim bu sorun kuruluş kongresinde de ciddi değerlendirmelere ve eleştirilere konu edildi. Hareketlilik dönemlerinin ve mevzi direnişierin önemi, bunların gerektirdiği sorumluluklar ne olursa olsun, daha kalıcı, daha temelli kriterlerle seçtiğimiz çalışma alanları ve birimleri üzerin de yoğunlaşma perspektifini kaybetmemek durumundayız. Oysa geçmişte çoğu durumda bu bö.yle olabildi, seçilmiş alanlarda ısrarlı ve soluklu bir çalışmada asgari başarıyı gösteremedik. Bu zayıflık kongrede eleştiriimiştİ ve denilmişti ki; sa nayinin belli ölçülerle temel çalışma alanı olarak saptanmış temel kolları kısa dönemde edilgen görünseler bile, bunlar gelecekteki sınıf hareketlenmesinde belirleyici, sonucu tayin edici alanlar olduğuna göre, bu alanlarda bugünden soluk lu bir çalışma yürütmek, stratejik birimler ya da sektörler olarak değerlendirilen alanlarda kalıcı bir çalışmayı başa rabilmek zorundayız. Kongre ön hazırlık süreci oturumlarında yapılmıştı bu tartışma ve üzerinden daha bir ay bile geç meden, Türk Metal çetesinin satışına karşı metal işçileri nin o büyük tepkisi patlak verdi, önden yapılan eleştirel de ğerlendirme olduğu gibi doğrulandı. Nitekim kongrenin res mi oturumlarındaki tartışmalarda buna önemle işaret edil d i ; ö n tartışma sürecinde belirlediğimiz temel önemde nokta ların, metal işkolundaki bu beklenmedik büyük patlamayla somut olarak doğrulandığı vurgulandı. Aynı kongre hazırlık tartışmalarında denilmiştİ ki; eğer siz önden bu birimlerde hazırlıklı değilseniz, bir biçimde orada yer tutmamışsanız, bell i mevziler kazanmamışsanız, belli kadrolarla oraya yerleşmemişseniz, hareket patlarlığında artık geç kalmış oluyorsunuz, patlama yanınızdan geçip gidiyor, size ise çaresizce seyretmek kalıyor. Siz yalnızca 341 hareketl iliğin patlak verdiği bir evrede yapacağınız müda haleyle hiçbir yere gidemezsiniz. Bu alan ya da birimler de önden mevzileriniz olacak, bir parça yerleşmişliğiniz olacak ki, eylem patlak verdiğinde o size yeni mevziler, yeni güçler kazandırabilsin. Değilse, patladığı zaman "geçmiş ola ! . ." oluyor. Siz onun tümüyle dışında kalıyorsunuz. B u, sol uk lu, uzun vadeli çalışmanın özel ve ilkesel önemine de bir gösterge kabul edilmişti, sözkonusu tartışmalarda. Partimiz artık smıf çalışmasını gündelik fırsatları değer lendirme kaygısından öteye uzun vadel i bir bakış ve plana pratikte de oturtmak zorundadır. Bugün ortada zaten genel bir hareketlilik yok. Zaman zaman belli hareketlenmeler, yer yer bazı mevzi d ireni şler gene var. Parti buna gerekli ilgi yi gene gösterir, göstermelidir. Fakat bu seçi lmiş alanlara yönelik çalışma planımızı, bu çalışmanın soluklu ve kesinti siz seyrini hiçbir biçimde bozmamalı, bozmak bir yana zayıf latmamalıdır. Biz kendi yoğunlaşmamızı bozmadan bu tür den geçici hareketlenmelere, mevzi direnişiere pratik ilgi gösterıneyi başarabiliyorsak mesele yok. Ama bu, temel çalış ma alanlarımızdan uzaklaşmak pahasına olmamalıdır. Temel önemde ölçütlere bağlı olarak seçilmiş alanlarda yoğunlaşmış sol ukl u bir çal ışmayı artık başarabilmek durumundayız. Sınıf çalışmasında bütünlük B ir başka noktaya geçiyoruz. Seçilmiş alanlarda yoğun laşmış çalışma, partinin bütünsel çalışmasının bir i fadesi de olabilmelidir. Parti seçilmiş temel alanlara tüm kollardan yönelip yüklenebilmelidir. Açık ve gizli, legal ve illegal alan lardan birbirini tamamlayan ve besleyen bir çalışma olmalı dır bu. Aynı şekilde tüm araç, biçim ve yöntemlerin bira rada birbirini tamamladığı ve güçlendird iği bir çalışma olmalıdrr. Sendikal çalışmadan işçi platformlarına, genel politik 342 propagandadan işçi kültür evlerine kadar tüm bu araçlar ve yöntemler ayn ı çalışma için bütünsel bir yaklaşımla kulla nılmalıdır. Partinin bu açıdan çal ı şması nda bir bütünlük ol malı, her koldan çalışması birbirini tamamlamal ı. beslemeli ve güçlendirmelidir ki gerçekten sonuç alı nabilsin. Yoğunlaşma bu anlamda da bir yoğunlaşma olabilmelidir. Değişik kollardan yapılan çalışma ve kullanı lan değişik araç ve imkanlar bu aynı seçilmiş çalışma alanı için seferber edilebilmelidir. B u basitçe şu demektir: Siz A bölgesinde B ve C sektörlerini seçmişsinizdir. İlgili bölgedeki parti örgütü buraya yönelik çalışacak, fakat aynı zamanda ilgili bölgedeki açık propaganda ve ajitasyon da bu aynı alana yönelecektir. Sendikal çalı şınanız politik çalışınanızı bu alan üzerinden tamamlayacak, kültür evleri ya da işçi platformları türünden oluşumların sağladığı olanaklardan bu doğrultuda yararlanı lacaktır. Genel bir kampanyanız varsa, bu çalışma buraya özellikle ve öncelikle taşınacak, dağıtım gruplarınızın öncelikli alanları bu türden seçilmiş alanlarınız olacaktır. Bu bir başka temel nokta. Bu açılıp irdelenebilir ama genel planda açık bir konu olduğu için burada hatıriatmakla yetiniyoruz. Biz iki temel alandan, illegal alan ve açık alandan yürü tülen parti çal ı şması birbirini tamamlamalı diyoruz. B u çalışmanın herbirinin kendine göre bir anlamı v e yeri var. Genel planda alındığında, partimizi n mücadele ve örgütlen me anlayışı içerisinde bunların tuttuğu yer bellidir. İ liega litenin temel alınması ve bu temel üzerinde legal itenin et kin ve çok yönlü istismarı partimiz için yeterince açık ko nulardır. B unlar üzerinde burada yeniden durmak gerekmi yor. B urada üzerinde asıl durulması gereken nokta, ki bu bizi tartışacağımız konuya getirecek, sınıfa yönelik pol itik çalışmanın çok değişik biçim, yöntem ve araçlarıdır. Partinin her zaman olağan bir propaganda-ajitasyon ve s iyasal teşhir faaliyeti vardır. Bu kesintisiz faaliyeti parti 343 örgütleri ve onları saran çeper örgütleri sürdürür. Partinin bu olağan siyasal çalışması doğaldır k i öncelikle seçilmiş alanlara yönelir. İlgili bölgedeki parti komiteleri seçilmiş fabrikalara adam sokmaya çalışarak, sektördeki işçileri belli biçimlerde etkilerneye çalışarak, sistematik bir propaganda aj itasyonla oraya yüklenir. Aynı yüklenmeyi açık alan da yapar. Örneğin, kriz patlak vermiştir, konuya i l işkin özel sayı hazırlamışsınızdır, bunu öncelikle buralarda dağıtırsınız. Afişler hazırlamışsınızdır, büyük kentlerin merkezlerine asma nın yanısıra, özellikle buralara asarsınız. Bu normal propagan da-ajitasyon faaliyetidir. Partinin propaganda-ajitasyon faali yetinde bir süreklilik vardır. Elinde herhangi bir özel araç olmasa da, bir partinin normal propaganda-ajitasyon ve teşhir araçlarıdır bunlar. Sonuç olarak, açıktan ve örgüt alanından sürdürülen bu çalışma özellikle ve öncelikle bu alanlarda yoğunlaştırılacaktır. İkinci bir temel kanal sendikal çalışma ve sendikalarda çalışmadır. Bu bir başka çalışma ve yükleome alanıdır; doğal olarak dönemsel sendikal çalışmanın sorunları üzerinde yoğun taşınayı gerektirmektedir. S ınıfa yönelik çalışman ı n döneme uygun bazı özgün araçlarını (platformlar, kültür evleri vb.) üçüncü bir bahis olarak ele almadan önce sendikalar ve sen dikal çalışma sorunu üzerinde biraz durahm. Ö rgütsüzleştirme saldırısı ve sendikalar Burjuvazinin dünya ölçüsünde sınıfı örgütsüzleştirme, bu çerçevede sendikaları işlevsizleştirme saldırısı var. Neo-li beral saldırının temel önemde bir boyutudur bu. Bu, hiç de ' 89 yıkılışı ile başlamış bir saldırı da değildir. Son 20 yılın olayıdır, '80'1i yılların başlarında gündeme getirilmiş ve ara lıksız olarak bugüne kadar sürdürülmüştür. ' 89 sonrasında 344 ise bu saldırı adeta dizginlerinden boşalmıştır. Sendikaları mümkün mertebe etkisizleştirmek, böylece sınıf hareketini örgütsüzleştirme yoluyla tümden güçten düşür mek, paralize etmek, sermayenin uluslararası nitelikteki saldı rısının temel stratej ik hedeflerinden biridir. B unun ' 89 yıkı l ışından sonra dünya çapında genelleştiğini ve iyice pervasız bir hal aldığını görüyoruz. Taşeronlaştırmaydı , özelleştirmey di, demokratik hakların gaspıydı , İMF reçetelerinin şu veya bu yöntemle dayatılmasıydı , bir dizi yöntemle sınıf örgüt süzleştiriliyor, sendikalar işlevsizleştiriliyor. Türkiye üzerinden baktığımızda daha da özgün durum l ar görüyoruz. Türkiye'de sendikal hareket I 2 Eylül faşist darbesiyle birlikte zaten öneml i ölçüde güçten düşürüldü. Sendika bürokrasisi daha sıkı bir biçimde denetim altına alın dı, düzene ve devlete daha sağlam bir biçimde eklemlen di. Böylece sendikalar neredeyse tümden işlevsizleştirildi . Sendikaların sınıfın hak alma mücadelelerinde 1 2 Eylül ön cesi dönemde oynadığı rol büyük ölçüde ortadan kalktı. Sen dikalar artık basit ücret mücadeleleri, en sıradan sosyal hak mücadeleleri de veremez duruma getirildi. Geçmişte, ' 80 ön cesinde, bu mücadele iyi-kötü bir parça veril irdi. Ş imdi bu da yok, sendikalar ücret mücadelesi vermiyorlar, sözleşmeler kural olarak satışla bitiyor. Bunda sınıf hareketindeki genel zayıflığa bağlı olarak yeterli bir taban basıncının olmamasının da özel bir rolü var kuşkusuz. Bu basıncın nasıl bir rol oynayabildiğini, sendikaların başındaki satılm ış güruhu herşeye rağmen bir şeyler yapmaya nasıl yönelttiğini, ' 89 'da patlak veren Bahar Eylemlilikleri 'nde somut olarak gördük. Fakat bu özgün bir durumdu; 12 Eylül döneminde birikmiş derin hoşnutsuzluğun kendini yaygın biçimde nihayet dışa vurmasının bir ürünüy dü. 12 Eylül askeri-faşist saldırısı işçi sınıfının kazanımlarını ortadan kaldırmıştı ve onu uzun yıllır için bir hareketsizliğe 345 mahkum etmişti. Buna karşı i şçi sınıfı saflarında büyük bir tepki birikimi kendini tabandan dışan vuruyordu. Kendiliğinden harekete geçen bu işçi basıncı kar şısında sendikacılar da istemeden de olsa bir şeyleri kovalamak zorunda kalıyorlardı. Sonuçta bu dalga da bir biçi mde kırıldı, o dinamizm de bir biçimde boşa çıkarıldı, bunu biliyoruz. '90'lı yılların mücadelesi değerlendiril irse, bunun nasıl olduğu izah edi lebilir, fakat burada buna gerek yok, zira konumuz bu değil . İ şçi sınıfı sonrasında da zaman zaman çıkışlar yaparak sen dikacıları yine alanlara sürdü. B i z bu ülkede 20 Temmuz lar, 5 Ağustoslar, 8 Ağustoslar gördük, 300 bin işçinin katıl dığı Eylül grevleri gördük, 1 2 Ekim'de Ankara'da barikatların nasıl aşıldığını gördük. İşçi sınıfı aslında uzun bir zaman. sendikacıları bir şeylere yöneltti . Örneğin ' 94 Kasım 'ında Ankara'da, işçilerin büyük öfkesi karşısında Bayram Me ral ağaçlara tırmanmak zorunda bile kaldı. Ama i şç i sınıfı bu basıncı uygulamakla birlikte, sendika bürokrasisini aşarak kendi bağımsız gücü ve inisiyatifi ile bir sonuca da gide medi. Onun kendi gücüyle ortaya koyduğu bu dinamizm dev rimci bir önderlikte de birleşemedi . B i r sonuç yaratamadığı ölçüde, sınıf dinamizmini tümden kaybetmiş olmamakla bir likte, böyle taban basıncıyla sendikacılara bir şeyler yaptır mak, buradan sonuç almak umudu da zamanla kırıldı. Taban basıncı yıllarca o hava boşaltma eylemlerin i gündeme ge tirdi, ama sonuç değişınediği için bugün işçi sınıfı satlarında buradan gelen bir çaresizl ik duygusu var. Sözü şuraya getirmek istiyoruz. Sendikalar işçi sınıfının kitlesel sınıf örgütleridir. İşçi sınıfının mücadelesinin üç temel biçiminden biri ekonomik mücadeledir, sendikalar ise bu mü cadelenin temel araç larıdır. Ama bugün Türkiye' de sendi kalar giderek güç kaybediyor, giderek işlevsizleştiriliyor. İşçi sınıfının sendikalara olan inancı ve güveni sürekli zayıflıyor. tepki birikimi vardı. Bu 346 Ve bugün için işçi sınıfının başka bir örgütü de yok orta da. İşçi sınıfı partisi ile birleşmi ş değil, parti örgütlerine dayanıyor değil. Sovyetler, işçi meclisleri türünden politik ki tlesel örgütlenmeleri doğal olarak yok. Doğal olarak di yoruz, zira sınıf mücadelesinin bugünkü düzeyinde bunların olmasının koşulları yok. Halihazırda sınıfın kitlesel tek örgü tüdür sendikalar. Ve işçi sınıfının sendikalara da olan inancını kaybetmesi, burjuvazinin hedeflediği amacının göreli ola rak gerçekleşmesi demektir. Bu nedenle sendikaların işlev sizleştirilmesi küçümsenemez, buna seyirci kahnamaz. Tam tersine, bunları sınıf mücadelesinin önemli imkanları ola rak değerlendirmek gibi bir sorunumuz var. Nitekim parti mizin programı da bunu temel önemde bir stratejik ilke olarak formüle etmiş bulunuyor. (Bkz., TKİP/Program Tüzük, VIII. Bölüm, 4. madde, s. 50-5 1 ) B u durumda biz sendikal çal ışmayı, sendikaları tabandan devrimcileştirme ve onlara taban inisiyatifi ve örgütlenmesi ile işlev kazandırma işini artık daha ciddi bir biçimde ele al mak, sendikaları daha yakından izlemek ve sendikal cephede mevzi kazanmak meselesini gereğince öneınsemek durumun dayız. Bu sorun kongrede de gündeme getirildi ve üzerine son derece aydınlatıcı değerlendirmeler yapı ldı. Ama partinin yaşadığı sorunlar, sıkıntılar, buna bağlı olarak sınıf çalışma sındaki gerileme, kongrede ortaya konulan genel perspektifin somutlanmasını geciktirdi, bir bakıma bugüne erteledi. Sendikal çalışmada sınıf çizgisi Son on yıl üzerinden baktığımızda, Türkiye solunda sen dikal cephede üç yol tutulduğunu görüyoruz. İlki, TDKP ile başlayıp onun tasfiye olmasının ardından EMEP ile sür dürülen çizgidir. Sendikal bürokrasiye yaranaral<, ara kade me sendika bürokrasisinin konum ve eğilimlerine uygun düşen 34 7 bir ideoloj ik-politik çizgiye kayarak onu sözde etkileyi p kazanmak v e böylece sendikal mevziler ele geçirmek. Belli şubeler ya da bir-iki önemsiz sendika üzerinden EMEP'de bunun örnekleri var. İkincisi, geleneksel küçük-burjuva akımların şu veya bu marjinal sendika üzerinden kendine özel bir alan açması ve bu eksende dolanıp durması. B i rileri DİS K ' te o güne ka dan boş bulunan bir işkolu üzerinden işe başlıyor, içini dol durmaya çalışıyor, oluyor güya sendikal mevzi. Bunun nispe ten başarıl ı bir örneğini Nakl iyat-İş oluşturuyor. Ama üçüncü bir yol var ve partinin yolu bu olmalıdır. Parti kendi boyuna göre sendika seçmez. Sınıf nesnel bir güçtür üretimde tuttuğu yerle. B i z boyumuza göre sınıf ke si mleri ya da örgütleri seçemeyiz, bizim için öneml i olan sınıf hareketinin kritik sektör, fabrika ya da işletmeleridir. Seçimimizi bu nesnel ölçüte göre yaparız. Neresi temel önem de i se, hangi sendi ka, hangi i şkol u öneml iyse, kendimizi ona göre konumlandırırız. Örneğin bizim için metal i şkolu önemliyse, bu durumda yapılması gereken bu alandaki sen dikalar içinde, onların tabanında etkin olmayı başarabilmek tir. Petrol işkolu önemliyse, bu işkolundaki temel sendikalar içinde etkin olmayı bilebilmektir. Tekstil Türkiye 'de özel bir yer tuttuğu için bu i şkolunda bir yer tutabilmektir vb. Biz sabırlı bir politik taban çalışmasıyla, sınıf tabanında güç bulabildiğimiz ölçüde sendikalarda güç olacağız. Dola yısıyla sendikal çalışmada mesafe almamız, ancak sınıf ça lışmasında alacağımız mesafeyle birlikte, onunla içiçe olabi lir. Elbette bunun tersi de doğrudur. Sendikalarda bir biçim de mevziler kazanmadan sınıf kitlesi üzerinde etkinli k kura mayız. B urada böyle bir organik bütünlük ve karşılık lık var. Burada bir kopmaz bir içiçelik var, bunun altı özellikle ç izilmelidir. (Ekim , sayı: 225 , Eylül 2001 ) 348 Sınlf çalışmasının güncel sorunları... Ö ncü işçi platformlari Daha önce içinden geçmekte olduğumuz dönemde par tinin sınıfa yönelik genel politik çalışması üzerinde durmuş ve bunu bu çalışmanın özel bir alanı olarak sendikal çal ış manın bazı sorunları ile birleştirmiştik. Burada i se sınıf ça lışmasının daha özgül bir alanı ve aracı olarak öncü işçi platformları üzerinde duracağız. Bunu gelecek sayıda i şçi kültür evleri üzerine bir değerlendirme ile sürdüreceğiz. Ö ncü müdahalenin ürünü olarak öncü işçi platformları Öncü işçi platformları ile ilgili olarak gözönünde bulun durulması gereken en temel nokta, başlangıç noktası itibarıy la bu örgütlenmelerin öncü bir müdahalenin ürünü olarak 349 gündeme getiri lmiş oldukları gerçeğidir. Bu özellikleriyle onlar, sınıf hareketinin kendi dinamik gelişimi içerisinde ortaya çıkan ya da çıkacak olan sınıf örgütlenmelerinden farklıdırlar. Bu temel önemde noktayı gözönünde bulundurmak, bu pl atformları hedeflenen konuma ve işieve kavuşturmanın sorunlarını kavramak bakım ından özell ikle önemlidir. Doğal olarak bu bir zaman ve süreç sorunu olacaktır. Fakat bu geçi ş sürecini başarıyla ve bir an önce geride bırakmak da, buna ilişkin görev ve sorumlulukları öncü müdahale bilinciyle üstlenmek ölçüsünde olanakl ıdır. Platformların öncü bir müdahaleni n ürünü olarak gündeme getirildikleri gerçeği gözden kaçınlmadığı ölçüde, bu görevlerin üstlenilmesi ve gerçekleştirilmesi de kolaylaşacaktır. Bu örgütlenmelerin öncü bir müdahalenin ürünü olarak gündeme getirilmiş olmaları gerçeği, el bette onların keyfi bir biç imde tasarl andıkları anlamına gelmez. Tersine, bu örgütlenmeler sınıf hareketinin son on küsur yıllık deneyim lerinden hareketle ve sınıf hareketin i n bugünkü zayıfl ıkları ve açmazlarıyla i lgili bir değerlendirmen i n ürünü olarak gü ndeme get i ri l m i şl e rd i r. Yani tümüyle somut bir değerlendirmenin ürünü ve döneme uygun düşen politik örgütsel bir araç olarak. Bugün s ı n ıf hareketi neredeyse tam bir örgütsüzlük içindedir. Sınıfın tek k itlesel örgütü sendikalardır ve sen di kalar ise doğrudan ya da dolaylı biçimler içerisinde bur juvazinin denetimi altındadırlar. S ınıf kitlelerinin örgütlenme ve mücadele istekleri n i karş ı layan, s ı n ı fı n i leri öncü unsurlarının taşıdığı dinarnizmin gelişip serpilmesine zemin oluşturan yapılar olmaktan tümüyle uzaktırlar. Dahası, bugünkü halleriyle tam tersi bir işlev görmektedirler. İşçilerin s ınıf örgütlenmesine olan inancını ve güvenini kıran, mücadele i steğini boşa çıkaran, sınıfın ilerici öncü unsurlarını atale te ve çaresizliğe sürükleyen bir meşum rol oynamaktadırlar. 350 Sermayenin ve devleti n denetimindeki sendika bürokrasisi sendikaları yazık ki bugün bu konuma düşürmüştür. Bu ihanet yıllardır sınıf hareketini felçetmekte, sermayenin sonu gel meyen saldırı l arı karş ı s ında s ı n ı f kitleleri n i örgütsüz, savunmasız ve çaresiz bırakmaktadır. Özellikle '89 bahar eylemlerinin ertesinde ve onun yarattığı maddi ve moral birikim üzerinden, tabandaki ilerici-devrimci i şç i ler sendika bürokrasisinin ördüğü bu barikatı aşmak ve inisiyatifi ele almak için çeşitli girişimlerde bulundular. B u o dönem ortaya, sonradan yaşama gücü bulamayan, bazı alternatif örgütlenmeler çıkardı. B i r d izi fabrika ve işlet mede işçi komiteleri ve il ler düzeyinde i se devrimci işçi platformları (o zamanki ismiyle "İşçi kurultayları" vb .) bu arayışın, tabandan gelen bu olumlu inisiyatifin ürünü ol dular. Bu örgütler ya da örgütlenme denemeleri smıf hareke tindeki gelişmenin kendi öz din amik ürünleriydiler. Fakat bunlara başarılı bir öncÜ müdahalenin yapılamaması, müdahale adı altında geleneksel sol grupların kısırlaştırıcı ve parali ze edici çabaları, ve daha da bel i rleyici bir etken olarak, kendilerini doğuran ve besleyen işçi hareketi dalgasının çok geçmeden kırılması, bu öncü i şç i inisiyatiflerinin i şlevsel ve kalıcı olmasını engelledi. Paralel dönemde sendika şubeleri platfonnunun oluşması ve merkezi sendika bürokrasisine karşı bir alternatif olma iddiası taşıması , özellikle sosyal-refor mistlerin özel katkısıyla bu yanı l samanın yaygınlaşmas ı, devrimci öncü işçilerden gelen b u t ü r taban inis iyatifleri nin boğulmasmda aynca ro l oynadı. Tüm başarısızlığına rağmen bu türden girişimlerin geride bıraktığı sonuç; sendika bürokras isinin ördüğü barikatiara karşı bel irli bir bölgenin farkl ı işletmelerinden öncü işçi l eri n bir alternatif örgütlenme p l atform unda b iraraya gelebileceği/getirilebileceği ve bunun sınıf hareketine müd351 ahalede, sınıf kitlelerinin eğitilip örgütlenmesinde ve mü cadeleye yöneltilmesinde bir imkan, pekala etkili bir araç olabileceği gerçeği oldu. Komünistler, geçmiş deneyimle rin geride bıraktığı bu sonuçtan hareketle, daha çok da I Mayı s ' ı öneeleyen bahar süreçlerinde ve 1 Mayıs ' a etkili bir hazırlık ve katılım için, geçmiş yıllarda zaman zaman öncü işçi platformları örgütleme yoluna gittiler. Gerekli ısrar ve yoğuntaşma asgari ölçüde bile gösterilmediği halde, bu tür platformların farklı eğilimlerden ilerici , devrimci işçi leri biraraya gelirebildiği somut olarak görüldü ve bu da sonraya kalan olumlu bir deneyim oldu. Bugünkü öncü işçi platfonnlan, işte bütün bu deneyimlerin ışığında ve kuşkusuz bugünkü işçi hareketinin somut du rumu üzerine bir değerlendirmeden de hareketle, gündeme getirilmiştir . B ugün işçi hareketinin tek örgütsel biçimi halihazırda yalnızca sendikalardır ve daha önce de vurguladığımız gibi sendikalar, gerek sermayenin saldırı ları gerekse sendika bürokrasisinin ihaneti sonucunda, neredeyse tümden felç edil miş duru mdadırlar. Geçmişte çeşitli kentlerde tabanın baskısı altında merkezi sendika bürokrasisine karşı nispi bir inisiyatif �lanı olarak hareket edebilen şube platformları da bugün artık ypktur. Sınıfın sendikalaşma olanağı bulama yan ya da sendikalaşma çabaları engelleneo geniş bir ke simi ise bugün tümden örgütsüzdür. Sınıfın bu yaygın ve ağır örgütsüzlük durumu gözler önündedir ve aşılması ge reken en önce l i k l i soru n l ardan biri olarak önümüzde durmaktadır. Öte yandan, sınıfın herşeye rağmen mücadele ve örgüt lenme bilinci taşıyan i leri, bu anlamda öncü unsurları ise, bir çıkış y olu bul amamanın getirdiği güvensizliği ve umutsuzluğu yaşamaktadırlar. Bu güvensizlik ve umutsuz luk bugünün aşılması gereken bir başka temel sorunudur. 352 Zira bu i leri kesim birleştirilemediği, örgütlenip harekete geçirilemediği sürece, sınıf hareketine etk i l i ve sonuç al ıcı bir müdahale olanaksız değilse de kolay başarılabilir bir iş olmayacaktır. Bu kesimin örgütsel ve eylemsel birliği, sınıf hareketine devrimci bir çıkış hazırlama çabalarında kritik önemde halkalardan biridir, sorunu böyle de formüle ede biliriz. Öncü işç i platformları, kuşkusuz kendi konumu ve işle v inin sınırları içinde, işte bu ihtiyacı karşılamak hedefi gütmekte, bu iddiayı taşımaktadır. Onlar bu bakışaç ısıyla öncü bir m üdahalenin ürünü olarak gündeme getirilmişler dir, getirilmektedirler. Sınıfın ileri unsurlarının örgütsel birliği olarak öncü işçi platformlan Sınıfın öncü unsurları kavramı yanıltıcı olmamalıd ır. Bugün çeşitli fabrika ve işletmelerde sınıf kitlesine göre daha ileri bilinç, mücadele ve örgütlenme isteği taşıyor olsalar bile, öncü olarak tanımlanan b u işçiler gerçekte henüz sınıfın devrimci öncü öğeleri olma konumunda değildirl er. B u konumun gerektirdiği bilinç , örgütlenme v e mücadele pratiğinin henüz çok çok uzağındadırlar. Böyle olsalardı zaten şu veya bu biçimde, sınıfın öncü partisi olmak iddiasındaki devrimci y apılardan birin i n S(\fl arında, örgütlü kadro konumunda o l urlard ı . Oysa s ı nıfın ileri , öncü u n s u l arı ol arak tanımladığımız bu kesiminin ancak k üçük bir bölümü böyle bir tutum ve tercihin iç indedir. Geriye kalan asıl büyük öncü işç iler kitlesi ise henüz açık bir politik tercihten, dolayısıyla örgütsel konum ve ilişkiden yoksundur. Mevcut durumda sınıf hareketinin gelişme seyrine, direniş ya da kendiliğinden eylem anları hariç herhangi bir katkı sunamamaları, aynı zamanda bundan, bu geri konumlarından dolayıdır. 353 ve Öncü işçi platformlan üzerinden bu kesimi kucaklamak örgütlemek, bugünkü ataleti kırarak taşıdıkları potansi yeli sınıf hareketine etkili bir müdahalenin olanağı haline getirmek ihtiyacı, aynı zamanda bu kendine özgü durum dan da doğmaktadır. Öncü i ş ç i platforml arı , b u i şç i leri herhangi bir özel ideoloj ik-programatik tercih üzerinden değil, fakat yalnızca sermayeye karşı devrimci sınıf mücadelesi tercihi ve isteği üzerinden biraraya getirmeye uygun esnek örgütlenmelerdir. Dahası var. Öncü işçi platformları, devrimci sınıf mücadelesi ortak paydası üzerinden ve halihazırda farklı grupsal tercihler içerisinde olan sosyalist işçilerin birieşe bi lecekleri bir zemin işlev i de göreceklerdir. Bu platform lar oluşumu, yapısı, iç işleyişi vb. açılardan buna tümüyle uygun örgütlenmelerdir. Sınıfın örgütsüz ya da farklı örgüt bünyelerine dağılmış ileri öncü kesimlerinin bu tür bir ortak örgütsel zeminde birliği, sınıf k itlelerinin mücadele hattında birleştirilmesi çabalarına da büyük kolaylıklar sağlayacaktır. Böylece sınıf hareketi içerisinde devrimci bir alternatifin şekillenmesi ve güç kazanması da kolaylaşacaktır. B ilindiği gibi, sınıf ha reketi içerisinde bugün bu türden bir devrimci kanalın kendini gösterememesinin gerisinde, aynı zamanda, bunun taşıyıcısı olabilecek öncü unsurların aşırı parçalanmışlığı ve birbirinden kopukl uğu vardır. Bu arabaşlık altında bütün bu söylenenlerden çıkan bir pratik sonuç ve temel önemde bir görev v ar. Öncü işçi platformları belli bir ideolojik-politik tercihi olan dar bir kesimin birleşme platformu olarak darlaşıp kısırlaşmak iste miyorlarsa eğer, farklı eğilimler ve tercihler içerisindeki öncü unsurlada kendi zeminlerinde buluşmanın yol ve yöntem lerini mutlaka bulmak zorundadırlar. Bu kuşkusuz ne ko lay olacaktır, ne de önümüzdeki kısa bir zaman dilimine sığabilecektir. Fakat hedef budur, amaçlanan bu olmalıdır; 354 dolayısıyla, bu hedefe ve amaca ulaşmak i ç i n gerekli özen ve çaba azami ölçüde gösterilmelidir. B unda başarıl ı olmak, aynı zamanda, mevcut i ş ç i platformlarının örgütsel bakımdan buna uygun b i r yapı v e işleyiş içinde olmasıyla olanak l ıdır. Komünistler, b u plat formları kurmak, oturtmak ve işçi tabanına maletmek için başlangıç döneminin gerektirdiği öncü müdahaleyi en iyi bir biçimde gerçekleştirmeli, fakat bunun getirebileceği dar ve sekter eğilimlerden de özenle kaçınmalıdırlar. Başlangıç döneminin gerektirdiği tokluk, kararl ılık ve inisiyatifi kendi cephemizden tam olarak göstereceğiz. Fakat bunun i leride karşımıza çıkarabileceği dar yaklaşımlardan da peşin bir bilinç açı k l ı ğ ı sayesinde özetile kaçınacağız. B u y a p ı l arda göstereceğimiz yoğun çabalarla asıl amaçlananın, onları farklı eğilimlerden ilerici, devrimci i şçilerin bi rleşme ve örgüt lenme merkezi haline getirmek olduğunu asla unutmayacağız. Politik faaliyetin ve m ücadelenin araçları olarak öncü işçi platformları Öncü işçi pl atformları politik nitel ikte örgütlenmelerdir. Bileşimi ve bilinci açısından olduğu kadar işlevi ve amaçları yönünden de bu böyledir. ilerici, devrimci işçilerin devrimci s ınıf mücadelesi çizgisinde örgütl ü birl iği önemli bir olay olmakla birlikte, bu olgu, öncü işçi platformlarının asıl amacını ve işlevini kendi başına vermez. Asıl amaç sınıf hareketi ne etkili bir müdahaledir, sınıf kitlelerinin arayışına devrimci bir çıkış yolu hazırlayabilmektir. Sınıf öncü lerinin örgütlü birliği buna hizmet etti ği, edebi ldiği ölçüde ve ettiği süre ce bir anlam taşır. B undan da öncü işçi platformların ın etkil i bir pol itik faaliyetin ve mücadelenin araçları olduğu temel sonucu çıkar. Bu böyle olduğuna göre, öncü işçi p latformları , si stematik 355 bir politik propaganda ve ajitasyon faali yeti yürütebildikleri ve işçi tabanına dayanarak mücadeleyi örgütleyebildikleri ölçüde, kendi işlevlerini gerçekten yerini getirmiş olurlar. Bu pol i tik faaliyetin ve mücadelenin genel ve dönemsel kapsarrum burada somutlamaya kalkmak gereksizdir. Devrimci sınıf partisinin topluma ve sınıf hareketine müdahalede genel ve dönemsel olarak ortaya koyduğu perspektifler ve poli tikalar, bu konuda yol gösterici bir hareket çerçevesi ola rak alınabilir. Po�i ti k i şç i örgütlenmeleri ol arak platformlar elbette k i sınıf hareketi v e gündemi üzerine özel bir tarzda eğileceklerdir. B u konuda, sınıf kitlelerine genel plandaki sesienişten be lirli bir fabrikadaki özel bir soruna, sınıfın ülke çapında gündeme gelen genel bir eyleminden mevzi bir direnişe kadar, sınıfın tüm yaşam ve eylem alanıyla yakmen ilgili olacaklardır. Bu kadarı yeterince açık olmal ıdır. Fakat öncü işçi plat formları, bulundukları yerelliklerde, işçi sınıfı dışındaki emekçi katmanl ara da gerekli i lgiyi göstermek ve desteği vermek durumundadırlar. Politik sınıf örgütlenmeleri olarak bu onların kaçmamayacakları bir temel· sorumluluktur. İşçi sınıfının devrimci bilincini ve tutumunu geliştirmek demek, öncü bir sınıf olarak onun dikkatini kendinden öteye toplum sorunlarına ve kendinden öteye emekçi katmanlara çekmeyi başarabil mek demektir aynı zamanda. O halde, sınıf bilinçli işçilerin birleşme ve örgütlenme merkezleri olarak öncü i şç i platformları da, bu bilinci ve tutumu kendi faaliyetleri ve m ücadeleleri· üzerinden göste rebilmelidirler. Bu kuşkusuz farkl ı kesimler ve binbir sorun içinde boğulup kaybolmak anlamına gelmez. Fakat yalnızca, bulundukl arı yerelliklerde ya da topl um genel i ndeki temel önemde gel işmelere ve sorunlara kayıtsız kalamayacakları anlamına gelir. Kayıtsız kalmak bir yana, tersine, tam da bunun kendisini, işçilerin bilincini ve eylemini geli ştirmek 356 üzere kullanma yoluna gidecekleri anlamına gelir. Bu lundukları alanda kesintisiz ve s i stematik bir siyasal faaliyeti örgütlemeyi başarmak, öncü işçi platformlarının, öncelikle öncü işçilerin ve giderek de işçi kitlelerinin gün demine girebi lmelerinin olmazsa olmaz koşul udur. Sistem siz, kesikli , sınırlı faaliyetler bu platformları daha baştan bir ç ıkınazla ve güvensizlik duvarıyla y üzyüze bırakır. Unutmayalım k i bugünkü tüm geriliğine ve edilgenliğine rağmen işçi sınıfı tabanı ciddiyeti, buna dayalı bir çalışınayı önemser, zamanla güven duyar ve bağlanır. Ciddiyetsiz ve iğreti kalan giri şimler ise mevcut güvensizliklere yalnızca yeni boyutlar ekler ve geleceğin devrimci çalışmasını hepten zora sokar. Bu konuda yakın geçmişteki olumsuz prati kle rio bugün önümüze nasıl bir engel olarak çıktığını göz önünde bulundurursak, aniatılmak i steneni çok daha kolay anlarız. Kötü, gel eceğe olum suz etkiler b ı rakacak bir deneme yapmaktansa hiç denememek yeğdir. Ama biz bu türden bir olumsuz ikileme hiç de mahkum değil iz. Sınıf hareketine müdahalenin bu dönem için son derece anlam l ı ve işlev sel olabilecek bu araçlarını büyük bir güven ve kararlı l ı kla, yanısıra büyük bir ciddiyet ve yoğun bir pratik çabayla, öncü işçilerin ve giderek sınıf kitlelerinin gündemine pekala sakab i l iriz ve kesin olarak sokmak durumundayız. Öncü işçi platformlarının sürekli ve sistematik bir politik faaliyet yürütme zorunluluğu üzerine son bir vurgulama daha yapahm. Öncü işçi platformları işçi tabanını devrimci bir çizgide kucaklama amacıyla öncü işçileri birleştirmek ve örgütlü bir biçimde seferber etmek amacı taşıyan politik s ınıf örgütlenmeleridir dedik. Fakat örgütün yalnızca bir araç olduğunu, asiolanın ve belirleyici olanın politik çizgi ve buna dayalı politik faaliyet olduğunu bir kez daha vurgulamak zorunday ı z. Politik bir perspektife ve çal ı şma tarzına oturmamışsa eğer, kendi başına bir örgütsel biçim herhan357 gi bir araç işlevi gönnez. Bir süre sonra kısırlaşır, amacından ve işlevinden kopmuş bir yapı olarak yozlaşır, yokolup gider. Ö rgütleurneyi tabana yaymak Pol i t i k ç i z g i ve amac ı n b e l i r l e y i c i önem i g özden kaçınlmadığı sürece ve kaçınlmamak koşu l uyla, örgütlen menin kendisi olağanüstü bir önem taşır. Bu çerçevede öncü işçi platformlarının örgütsel inşası başlıbaşına bir sorundur ve çözümünü büyük ölçüde inisiyatifl i ve yaratıcı pratik çabanın seyrinde bulacaktır. Bu örgütlenmenin başlangıç adımları hal ihazırda bell i yerelliklerde atılmıştır ve bu sınırlar içerisinde fazla bir güçlük yoktur. Asıl güçlük, örgütlenmeyi tabana yaymak planında ortaya çıkmaktadır. Bu da bir kez daha politik çalışma ve mücadeleyi tabana yaymak görevinden ayrı düşünülemez ve başarılam az. Bu örgütlenmeler, bilebildiğimiz kadarıyla halihazırda yerel planda yürütme organlarına dayanmaktadırlar. Örgütsel planda yapacakları ilk işlerden biri, sözkonusu yerel alandaki duyarlı öncü i şçilerle mümkün olduğu kadar geni ş katılımlı düzenli işçi toplantıları (bunlara örneğin işçi danışma mec l isleri de denebilir) örgütlemektir. Bu periyodik toplantılarda, toplumun genel gündemleri kadar sınıf hareketinin ve ör gütlenmesinin özel sorunlarını ele almak, tartışmak ve tartışmalar sonucunda bel l i sonuçlara ve ortak kararlara ulaşmak mümkündür, bu somut olarak hedeflenmel idir. B undaki başarı i şç i pl atformlarının fabri ka tabanına taşınmasını ve oturlulmasını da kolaylaştırır. Söylemeye gerek yok, öncü işçi platfonnları örgütsel açıdan da fabrika tabanına oturabildikleri ölçüde, gerçek bir örgütsel yapıya kavuşmuş olabileceklerdir. Bu örgütlenmenin fabrika zemininde ken d i n i her durumda öncü i ş ç i p latform u b i r i m i o l arak 358 tanımlaması d a gerekmez. Önem l i olan politik tutum ve hareket birliğidir. B u başarılabildiği ölçüde fabrikalardaki taban örgütlenmeleri kendine özgü koşullar ve işlevler içinde farklı isimler taşıyabilirler. İşyeri komitesinden sendika içi devrimci muhalefete kadar. B u konuda son derece esnek davranmak, politik amacı gözetmek kaydıyla herhangi bir biçimsel soruna ve engele takılınamak gerekir. (Ekim, sayı: 226 , Kasım 2001 ) 359 S1n1f ça11şmas1 ve kültür-sanat cephesi "TKİP, kültür ve sanatı komünizmi kuracak yeni kuşakların yetiştirilmesinin temel bir aracı olarak görür. İnsanlığın ilerici, demokratik ve sosyalist kültür mirasıni sahiplenir ve toplumun hizmetine sunar. "Kültür " ve sanatın dar bir e/itin işi olmaktan çıkarılıp, kitlelerin olağan toplumsal etkinliği haline gelebilmesine yönelik önlemler alınır. Kültür ve sanat atölyeleri tüm eğitim, üretim ve yerleşim birimlerine yaygınlaştırı/ır. "Bütün kültür ve sanat ürünleri kamusal zenginlik olarak tüm topluma sunulur. Tarihten miras kalan tüm tarihi ve kültürel zenginlikler titizlikle km·unur, topluma sunulur ve gelecek kuşaklara aktarılır. " (TKİP Programı) Parti programımızın yol gösterici çerçevesi Parti programımızın "Kültür" konul u maddesi bu soru nun proletaryanın devrimci iktidarı altında ele almışının temel çerçevesini ortaya koymaktadır. Burada sunulan önlemle rin alınması ve tanımlanan hedeflerin gerçek leştirilmesi ancak proletaryanın devrimci iktidarı koşullarında olanaklıdır. Fakat bu aynı çerçeve, buna egemen bakışaçısı, partinin iktidar mücadelesi dönemine, bu dönemin görev ve sorumluluklarına 360 da ışık tutmaktadır. Eğer yarının devrimci iktidarı döneminde kültür ve sa nat "komünizmi kuracak yeni kuşaklann yetiştirilmesinin temel bir aracı olarak" işlev görecekse, o halde mevcut burjuva iktidarı altında da, devrimi gerçekleştirecek kuşakların eğitilip yetiştirilmesinin temel bir aracı olabilir. olmak durumundadır. Geleceğin kuşaklarını s ınıfsız toplumu kurma mücadelesi ne hazırlayacak olan devrimci kültür ve sanat. aynı devrimci bakışaçısıyla bugünün kuşaklarını da devrimci s ınıf müca delesine ve devrime hazırlamanın etkili bir silahı olabilir. Eğer yarının devrimci sınıf iktidarı altınrf:t "insanltğın ilerici, demokratik ve sosyalist kültür mini :. ; ' sahipleni l i p tüm toplumun hizmetine sunulacaksa, bu aynı tutum, bu gün de aynı kültürel mirasın işçi sınıfının ve emekçilerin hizmetine sunulması için azami çaba harcanmasını gerek tirir. Bu başarılabildiği ölçüde, yalnızca işçi sınıfı kitlele rinin ve emekçilerin kültüre ve sanata duydukları ihtiyaç giderilmiş olmaz; bu sayede gerici burjuva ideolojisi ve yoz kültürünün emekçiler üzerindeki derin etkisine de darbeler vurulmuş, böylece emekçilerin bilinci devrimci yönde i ler Ietiimiş olur. Programımız, "Kültür ve sanat(m) dar bir e/itin işi olmak tan çıkarılıp, kitlelerin olağan toplumsal etkinliği haline gele bilmesi" ni proletaryanın devrimci iktidarı altında ulaşılması gereken temel hedeflerden biri olarak tanımlıyor. Bu başa rılmadan sosyalizmin yeni insanı yaratılamaz, komünizmi kurma gücüne ve yeteneğine sahip yeni kuşaklar yetişemez. Elbette, proletaryanın devrimci iktidarı koşullarında, "Kü/1ür ve sanat(ın) dar bir e/itin işi olmaktan çıkan/tp, kitlelerin olağan toplumsal etkinliği haline ge/ebilmesi" alanında yapı labilecekterin gücü ve kapsamı bugün bu alanda yapıla bileceklerle hiçbir biçimde kıyaslanamaz. Zira iktidar gücüne sahip olma ve dolayısıyla bunun tüm olanaklarını elinde 361 bulundurma ile bundan tümüyle yoksun ezilen bir sınıf olma konumu, temelden farklı iki tarihsel-toplumsal durumun ifade sidir. Fakat bu gerçek, bu bakışaçısından hareketle bugün den yapılabileceklerin önemini ve işlevini de hiçbir biçimde azaltmaz. B ugünden bu bakışaçısıyla etkin bir devrimci çaba içe risinde olmak ikili bir görevi birarada gözetmeyi gerekti rir. B ir yandan işçi sınıfı ve emekçiler arasında kültürel ve sanatsal yaşama büyüyen bir ilgi yaratmak için etkin ve sistematik bir çaba harcanmalıdır. Öte yandan ise, onları bu alanda salt edilgen, yani salt alıcı-izleyici konumdan çı karacak, kül türel-sanatsal yeteneklerini ve yaratıcılıklarını etkin biçimde ortaya koymalarım teşvik edecek ve fiilen ko laylaştıracak olanaklar sunulmal ı , araçlar ve zeminler ör gütlenmelidir. Kitlelerin devrimci eğitimi ve dönüşümü ça bası, birbirine bağlı bu ikili görevler alanında yapılabilecekler den ayrı düşünülemez. Devam edelim. "Kültür ve sanat atölye/eri(ni) tüm eğitim, üretim ve yerleşim birimlerine yaygın/aş" tırmak gibi temel bir önlem de, aynı şekilde, işçi sınıfının devrimci iktidarı elinde tutmasıyla ve bunun maddi olanaklarına sahip bulun masıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Fakat devrimci iktidar mü cadelesi yürüten, bunun için de işçi sınıfını ve emekçileri bu doğrultuda hazırlamaya çalışan devrimci sınıf partisinin, tam da bu hedefle sıkı sıkıya bağlantılı olarak, bu alanda bugünden yerine getirebileceği ve getirmek zorunda olduğu önemli görevler vardır. İşçilerin ve emekçilerin kolayca u la şabilecekleri, kültürel ve sanatsal i lgi ve ihtiyaçlarını bir ölçüde olsun karşılayabilecekleri, dahası sanatsal yetenek ve yaratıcılıklarını serbestçe ortaya kayabilecekleri kültürel sanatsal araçlar ve kurumsal zeminler oluşturmak, bu gö revlerin en önemli halkasıdır. Kendi denetiminde ya da ken di dışında varolan güç ve olanakları bu doğrultuda en iyi 362 biçimde seferber etmek, devrimci sınıf partisinin görevidir. "Bütün kültür ve sanat ürünleri kamusal zenginlik olarak diyor parti programımız. Bunun başarı labilmesi için de, burjuvazinin devrilmesi, üretim araçları üzerindeki sermaye tekelinin kırılması ve dolayısıyla kültür sanat yaşamı üzerindeki sermaye egemenliğinin son bulması zorunludur. Bugünden bu bakışaçısı ışığında yapılabilecek lerin esasını ise, işçi sınıfını ve emekçileri, ulusal ve evrensel planda zengin bir birikim ol uşturan devrimci kültür-sanat mirasıyla yüzyüze getirebilmek için, elbette koşulların ve olanakların elverdiği sınırlar içinde, azami çabayı harcamak oluşturmaktadır. tüm topluma sunulur" *** Bütün bunlar birarada, komünistlerin, devrimci kültür sanat cephesindeki çal ışma ve mücadelesine ışık tutmakla kalmamakta; bugünün koşullarında bu çal ışma ve mücade lenin taşıyıcısı ol acak kuruml ara yaklaşırnma da yol göste rici bir çerçeve oluşturmaktadır. Smaf çalışmasman yeni araç ve yöntemleri Kültür ve sanat, toplumsal yaşamın temel bir alanı ve sınıf mücadelesinin temel önemde ve kendine özgü bir cep hesidir. Fakat burada bizi, konunun bu genel kapsamından çok partinin sınıfa yönelik dönemsel devrimci çalışması içindeki yeri, bununla bağlantılı yönleri, bunun gerektirdiği pratik adımlar ve görevler ilgilendirmektedir. B ugüne kadarki deneyimlerin de ışığında bir süreden beridir yeni bir güçle yüklendiğimiz sınıf çalışması giderek bir alan, yöntem ve araç zenginliğine kavuşmaktadır. Po litik, sendikal ve kültürel alanlar üzerinden, döneme ve ör gütsel-pratik birikimimize denk düşen yöntem ve araçları 363 kullanarak, sınıf çalışmamızda bir sıçramayı gerçekleştir meye çalışıyoruz. Devrimci kültür ve sanatı etkin bir biçimde kullanmak ve bunun temel araçlarından biri olarak kültü rel kurumlardan en iyi biçimde yararlanmak da, bu ·çalışmanın bir parçası olarak artık gündemimizdedir. Bu çok kendine özgü bir alandır ve biz bu alanda henüz çok yeniyiz, denebilir ki her açıdan işin ilk adımındayız. Dahası bu alanda, deneyimlerinden yararlanabileceğimiz sözü edilebilir bir geçmiş çalışma mirasından da yoksunuz. Geçmiş dönemlerde devrimci akımlar bu alana ya tümden ilgisiz kal dılar, ya da olduğu kadarıyla yürütülen çalışma bir bakıştan ve bilinçli bir yönel imden yoksundu. Yeni dönemin bu doğrultuda birbirini taklit eden moda girişimleri ise, sıradan işçi ve emekçilere yönelmek yerine, ilerici aydınlara ve öğren ci çevrelerine bir cazibe merkezi oluşturma dargörüşlülüğünü ve faydacılığını aşamadılar. Bu nedenle bunların zaten çok sınırlı kalan deneyimleri bizim için fazla bir anlam taşıma maktadır. Bütün bunlara rağmen karşı karşıya olduğumuz güçlükler abartılmamalıdır. Devrimci kültür ve sanatı sınıfın ve emekçi lerin eğitiminde etkin bir biçimde kullanmak bugün artık temel önemde bir ihtiyaç olarak gündemimize girdiğine göre, bu alandaki güçlüklerimizi ve mevcut deneyimsizliğimizi hız la aşmak bizim için çok da zor olmayacaktır. Pratik ihtiyacın kendisi hem konunun genel teorik ve ilkesel yönlerinin saf larımızda kavranması sürecini hızlandıracak, hem de, biz zat deneyimin de yardımıyla, sorunun pratik yönlerini çö zerek ilerlememizi kolaylaştıracaktır. Önemli olan, devrimci kültür ve sanatın sınıf mücadelesi içindeki yerinin ve rolünün gereğince kavranabilmesidir; bu silahın sın ıfın ve emekçi lerin eğitilmesinde ve örgütlenmesinde oynayabileceği rolün tam olarak değerlendirebilmesidir. Önemli olan, bu son derece verimli sınıf mücadelesi silahının gündelik hayatta etkin bir 364 biçimde kullanılabilmesi için azami çabanın harcanmasıdır. B u yapılabildiği ölçüde, hızla deneyim kazanacağız ve kar şımıza çıkacak ya da çıkarılacak güçlükleri göğüslemesini ve aşmasını da bilerek, bu alanda başarıyla i lerleyeceğiz. Ekonomik yoksulluk ve kültürel yoksunluk Temel üretim araçları ile zenginiikierin büyük bölümüne ve bu ekonomik temel üzerinde siyasal iktidar tekeline sahip olan burjuvazi, böylece toplumun ideolojik üstyapısına ve bunun bir unsuru olan kül tür-sanat yaşamına da egemen dir. Burjuvazi, ideolojik üstyapıyı elinde tutan sınıf olarak, kültür-sanat yaşamının biçimini ve içeriğini olduğu kadar amacını ve yönünü de belirleyebilmekte, onu kendi sınıf ege menliğini güçlendirmenin ve sürekli k ılmanın bir aracı olarak kullanmaktadır. Kültür-sanat üretimini kolaylaştıran ve topluma sunumunu sağlayan olanaklar ve kurumlar, bugün hemen tamamen bur juvazinin elinde, doğrudan ya da dolaylı denetimi altındadır. Bu, günümüzde çok özel bir etki ve önem kazanmış bulunan ve etkin bir kültür-sanat yaşamı bakımından vazgeçilmez olan yayın ve i letişim araçları için özellikle geçerlidir. Burju vazinin bu alan üzerindeki etki ve denetimi geçmişe göre bugün muazzam ölçülerde artmıştır. Bunlara piyasa ideolojisi ve mekanizmalarının günümüzde kazandığı özel ağırlık ve bunun kültür-sanat üretimini büyük ölçüde kendine tabi kılma sı, yani toplumun bütün bir manevi yaşamının da ticarileşmesi, sanat ürünlerinin pazarda alınıp satılan metalara dönüşmesi de eklenince, kültür-sanat yaşamı üzerinde burjuva gericiliğinin ağır tekeli ve aynı anlama gelmek üzere ağır tahribatı daha iyi anlaşılır. Fakat bunlar ayrıca ele alınıp irdelenmesi gereken konu365 ! ardır. Bizi burada şu an için özellikle ilgilendiren, kültür sanat yaşamı üzerindeki burjuva s ı nı f egemenl iğinin genel plandaki anlamı ve sonuçları değil , fakat bunun bugünün Türkiye'sindeki somut yansımaları ve sonuçlarıdır. B unu, konunun bugünkü sınıf mücadelesi görevleri yle, bu görev lerin pratik yönleri ve adımlarıyla bağlantısı olarak da ta n ı ml ayabil iriz. Günümüzde, işçi sınıfını ve emekçileri temel maddi ge reksinmelerinden yoksun bırakan burj uvazi, bizzat bu po litikanın bir parçası olarak artık onları en temel kültürel ihtiyaçlardan da yoksun bırakma yoluna gitmektedir. Ser vet-sefaJet kutuplaşmasının manevi boyutu, emekçiler cep hesinde kendini kültürsüzleşme ve çok yönlü cehalet ola rak göstermektedir. Buna sefaletle cehaletin at başı gitme s i de diyebiliriz. Özellikle son yirmi k üsur y ıldır si stematik bir biçimde uygulanan bu politika bugün öyle bir noktaya varmıştır ki, burjuvazi artık işçilere ve emekçilere toplumun bugünkü ge l işme düzeyine ve olanaklarına uygun düşen kültürel h iz metleri bell i koşullar içerisinde sunmak bir yana, onları her burjuva toplumun en temel kamusal hizmeti olan temel eğitim ol anaklarından bile yoksun bırakacak bir yönelim içine girmiştir. Tüm kamusal hizmetleri piyasaya tabi kar ve vurgun alanları haline getirme çaba ve uygul amalarının, yani özel leştirme saldırısının bir parçası olarak adım adım hayata ge çirilen paralı eğitim, bu yönel imin bir ifadesidir. Militarizme, baskı aygıtiarına ve din işlerine ayırdığı bütçeyi yıldan yıla yükseltirken eğitime ayrılan bütçeyi tersinden kısan bir sını fın, işçi sınıfı ve emekçilerin kültürel seviyesini yükselte cek ve manevi yaşamını zenginleştirecek çabalardan, yani asıl anlamıyla kültür-sanat hizmetlerinden hepten geri dura cağı i se açıktır. Bugünün Türkiye ' sinde durum tam olarak budur. 366 B ugünün Türkiye 'sinde, artan yoksullaşmaya ve onun la at başı giden hayat pahalılığına bağlı olarak, işçi ve emek çi insanın kitap okuması, konsere gitmesi, tiyatro ve sine ma izlemesi, tüm öteki kültür-sanat ürünlerinden/etkinlikle rinden yararlanması artık neredeyse olanaksızlaşmıştır. Bugün otuzbeş-kırk yıl öncesiyle kıyaslanamaz ekonomik zengin l i klere ve olanaklara sahip olan Türkiye 'de, o dönemle kı yaslanamaz bir kültürsüzleşme ve cahilleşme yaşanmaktadır. Topl umun, özellikle de emekçi i nsanın manevi yoksul laş ması demek olan bu sonuç, kendi de kültürsüzleşen ve tüm manevi değerlerini yitirerek bayağılık ölçüsünde yozlaşan bir sınıf olarak burjuvazinin urourunda değildir. O artık top lumun kültürel seviyesini yükseltmeyi, kültürel-sanatsal il giyi toplum ölçüsünde yaygınlaştırmayı, sıradan insanın kül türel-sanatsal yeteneklerini ortaya koyacağı olanakları ya ratmayı tümden masraflı bir iş saymakta, bunun da ötesinde, kendi sınıf egemenliği için potansiyel bir tehlike olarak da görmektedir. Kitleleri sersemielen ve yozlaştıran sistematik sa ldırı Bugün burjuvazinin kitlelere sunduğu neredeyse tek söz de kültürel araç, tam bir kü ltürsüzleşme ve derin bir ce haletin olduğu kadar, insanı ürküten boyutlarda bir yozlaştır m a ve bayağılaştırmanın da aracı olarak televizyondur. Ser maye yalnızca sanatçıyı değil sanat alıcısını/izleyicisini de televizyon üzerinden kendine bağlamakta ve bu cendere için de boğmakta, ruben ve ahlaken bozup yozlaştırmakta, ade ta öğütüp tüketmektedir. Bu bizi kendiliğinden sorunun bir başka temel önemde yanma getirmektedir. Dayanılmaz boyutlarda maddi ve mane vi bir yoksullaşmanın içine itilmiş olan emekçi kitleler, öte 367 yozlaştıncı ve sersemletici ağır k ültü rel saldırısı altında bulunmaktadırlar. Çürüyen ve yozlaşan burjuvazi, kendisiyle birlikte tüm toplumu da bozmakta, yoz laştırmakta ve giderek çürütmektedir. Fakat sözkonusu olan yalnızca egemen sınıf olarak burjuv azideki çürüme ve yoz laşmanın egemenlik altında tutulan topluma doğal ve kaçı nılmaz yansıması değildir. Daha da önemli olan, bunun bilinç li bir sınıf silah ı olarak kullanılması ve bu çerçevede bi linç l i bir saldırı programı olarak örgütlenmesidir. Bugünün Türkiye ' sinde çok yönlü bir yoksunluğa mah kum edilen emekçilerin, bunun da bir uzantısı olarak, sos yal-kültürel yaşam adına çok büyük ölçüde televizyona ba ğımlı hale getirilmelerinin tahrip edici sonuçları muazzam boyutlardadır. Devletle içiçe çalışan büyük sermaye tekelle rinin elindeki bu televizyonlardan sistemli bir biçimde zehir ve pislik akıtılmaktadır. Bayağılık, cehalet, kadının sistema tik biçimde aşağılanması , her türden piyasa değerleri, bireyci lik ve bencillik, ırkçıhk, saldırgan bir gericilik, şiddet ve savaş kışkırtıcılığı, militarizm övgüsü vb., sersemletici bir pislik ak ınıısı halinde gündelik olarak emekçinin zihnine ve duygu dünyasına çarpmakta, onu aptallaştırmakta, bozmakta, sonuçta ruhen ve ahlaken çürütmekte ve çökertmektedir. Gerici ve yoz kozmopolit burjuva kültürünün eksik bırak tığını ise sahte bir s ığmak olarak din ve onun somutlanmış zemini olarak d insel gericilik tamamlamaktadır. Emekçinin beyni ve ruhu bir de bu cepheden cendereye alınmakta, bilin ci ve duygu dünyası tümden kötürümleştirilmektedir. Emekçi nin dine yönelişi yalnızca kültürel kokuşmuşluğa tepkisin den değil , fakat daha da önemli olarak yoksulluk ve ceha letin bir sonucudur. Bugün burj uvazi, kitleler üzerindeki ideolojik deneriminin erkili araçları olarak, kültürel kokuşma ve dinsel gericiliği bilinçli bir biçimde birarada kullanmakta dır. İkisi birarada, emekçi insanın manevi özgürleşmesinin, y andan serma yenin 368 sınıf bilincine kavuşmasının ve toplumun devrimci dönü�ümü mücadelesine katılmasının önünde aşılması gereken temel önemde engeller olarak durmaktadır. Emekçinin bu sistema�ik saldırı karşısında kendini bir ölçüde olsun koruyabileceği alternatif ilerici kültür ve sa nat kurumları ve araçlar yaratmak sorununa bu temel önemde gerçekler üzerinden, yani dar siyasal kaygıların ötesinde bir geniş çerçeveden bakabilmek durumundayız. Kültür-sanat yaşamı üzerindeki boğucu sermaye tekeli Kitlelerin kültür-sanat yaşamının ürünlerine/etkinliklerine ulaşması, bunları edinme ya da izleme olanaklarından yok sun bırakılması sorunun bir yanıdır. Bunu yapan bir sınıfın, emekçilerin kültürel-sanatsal ilgi, yetenek ve yaratıcılıklarını ortaya koyabilecekleri kurum, araç ve imkanları onlara sun ma sorununa hepten kayıtsız kalacağı ise sorunun temele önemde bir öteki yanıdır. Burj uvazi cumhuriyetin ilk birkaç on yıl ında ve elbette tümüyle kendi sınıf egemenliğini yerleştirme ve güçlendir me kaygısı çerçevesinde, bu doğrultuda bazı adımlar atma yol una gitmişti. Halkevleri ve Köy Enstitüleri gibi popüler girişimler bir ölçüde olsun bu işlevi de görmüşlerdi. Bunlar bile son derece sınırlı ve iğreti adımlar olmakla kalmamış, çok geçmeden denetlenemeyen sonuçlar ürettikleri görül düğünde ise ya kapatılmış ya da destekten yoksun bırakıl mışlardı. Bugün artık bu türden adımlar olmadığı gibi, bur juvazi, kültür-sanat yaşamını sermaye ve devlet gücüyle de netim altında tutmakta, toplum yaşamı üzerindeki tekelini bu alanda da sıkı tutmaktadır. Bu ise kültür-sanat etkinliğini dar bir azınlığın işi haline getirmekle kalmamakta, bu azınlığın burjuvazi ve devlet tarafından doğrudan ya da dotaylı biçimde 369 denetlenmesini, daha ötesi, sunduğu baştan çıkarıcı olanaklar la satın alınmasını kolaylaştırmaktadır. Burada yalnızca işçilerin ve emekçilerin kendi bünyelerin deki kültür-sanat potansiyelini ortaya koyabilecekleri zeminierin kurutulması değil, yanısıra herşeye rağmen bu alanda ortaya çıkan yetenekierin i se sisteml i bir çabayla düzene entegre ed i lmesi, satın alınarak ve yozlaştırılarak düzen h izmetine koşulması çabası ve elbette başarısı sözkonusudur. Sermaye nin kültür-sanat ürünlerinin sunumunu olanaklı kılan kurum ve araçlar üzerindeki tekeli ve piyasanın ticarileştirdiği b u ürünleri satın alma ya d a denetleme gücü, etkili b i r biçimde bu sonuca yolaçmaktadır. Buradan karşımıza devrimci kültür-sanat cephesiyle bağ lantılı ikili bir görev alanı çıkmaktadır. B i r yandan, işçi ve emekçi insan ın kendi sanatsal ilgi, yetenek ve yaratıcılığını ortaya koyabileceği; öte yandan ise, ilerici ve devrimci sanat çıların kendi sanatsal ürünlerini sermaye gücüne bağımlı kal maksızın emekçilere sunabiieceği kurumsal araç ve olanaklar yaratmak. Kol ayca anlaşıl abileceği gibi, gerçekte bu i ki l i görev birbirini tamamlamaktadır. Sözkonusu olan aynı çaba nın i k i yönü, biribirinden ayrılamaz i k i cephesidir. Emekçiyi etkin sanat yaşamına yöneltmek Kendisine sunulan ilerici devrimci kültür-sanat ürünlerinin zihinsel ve duygusal değerinin bilincine varan emekçi in san , kendisinin halen bu alanda uyuyan potansiyelini açığa vurmak, ortaya koymak ve gel i ştirmek istek ve cesareti de duyacaktır. B ugün işçi s ı nıfı ve emekçiler arasında, özel l ik le de onların genç kuşakları saflarında, kültürel ve sa natsal yaratırnın çeşitli dallarında, koşulları olsa kendini ortaya koyabilecek önem l i potansiyel yetenekler olduğuna k uşku 3 70 yoktur. Emekçileri kucaklayacak c iddi bir devrimci kültü rel-sanatsal çaba bu yetenekierin açığa çıkarılmasının ola naklarını sunmakla da birleşebilirse eğer, bu alanda ne denli verim l i bir toprak bulunduğunu görmek zor olmayacaktır. Bu çerçevede önem li olan yalnızca tiyatro, müzik, ş i ir, folklor vb. alanlarda ilerici, devrimci sanatçı gruplarıyla emek çitere yönelmekle kalmamak, tam da bu çabanın uyarıcı etkisiyle, bu aynı türden gruplan bizzat işçilerin ve emekçile rin kendi saflarından da çıkarabilmek için bil inçli bir çaba içinde ol maktır. B u, kültürel ve sanatsal etkinlik ve yaratımı dar v e seçkin bir azınlığın sorunu olmaktan çıkarmak ta rihsel hedefi doğrultusunda, bugünden ve el bette bugünkü koşulların elverdiği olanakJar içerisinde, yapılabilecel<lerin azamisini yapmaya çalışmak anlamına da gelmektedir. B izzat işçilerin ve emekçilerin kendi satlarından sanatın çeş itli dal larında etkin bir çaba içerisinde olan çok sayıda sanatçı grup ya da birey çıkması, devrimci sanat-kültür cep hesindeki başarılı bir ça1ışmanın öneml i ölçütlerinden biri olacaktır. Elbette emekçi saflardan üstün yetenekl i sanatçıların yetişmesi, sanatsal ve estetik değeri yüksek sanat etkinliği ve ürünlerinin çıkması kolay bir iş değild ir. Bugünün ta rihsel-toplumsal ortamında ve burjuva sınıf egemenliği koşul l arında bu hayalCİ bir beklenti olur. Fakat burada sorun bu değildir. Devrimci bir bakışaçı sından önem l i olan, amatör ve mütevazi sınırlar içinde de olsa mümkün mertebe çok sayıda emekçinin kültür-sanat y a şamında, onun şu veya bu dalında kendi n i cesaretle ve iç tenlikle ortaya koymaya çalışması, salt pasif, edilgen alıcılar ya da i zleyici ler olmaktan çıkarak etkinleşebi lmesidir. Asıl başarı ve kazanım buradadır, bunun ne ölçüde başarılabil diğindedir. E lbette bu alandaki geli şme, emekçinin siyasal yaşam da ve devrimci sınıf mücadelesi alanında etkinleşmesinden 371 ayrı düşünülemez. Fakat buradaki etk i leşim karşıl ıklıdır; sanatsal etkinlik ve yaratım çabası sınıf mücadelesinden bes lenir, fakat gerisin geri onu besler de. Bizim için önemli olan da budur. Bu, bizim devrimci kültür-sanat alanı üze rinden yürüteceğimiz k i tle çal ışmasının en şaşmaz amaç larından biridir. Bizim için emekçi insanın duygu dünyasını beslemek ve zenginleştirrtıek, onun devrimci sınıf bilinci ni aydınlatmaktan ve geliştirmekten, onu etkin biçimde siyasal yaşama yöneltmekten ayrı düşünülemez. Emekçiyi ve sanatçıyı karşılıklı devrimci etkileşime sokmak Bugün önüm üzde devrimci sınıf hareketinin ve komü nizmin 1 50 yılı aşan tarihi içerisinde oluşturduğu muazzam bir evrensel kültür-sanat birikimi var. Öte yandan, Nazım Hikmet ' i n cumhuriyetin ilk y ı l larından itibaren açtığı yol dan yürüyen ya da yürümeye çalışan sanatçıların ürünü olan, özellikle ' 60'Jı ve '70'li y ılların devrimci sosyal hareketliliği döneminde önemli bir etki gücü kazanan kendi ilerici-sos yalist kültür-sanat birikimimiz var. Tarih boyunca halk hare ketlerinin biriktirdiği i lerici-demokratik kültür mirası ile de birlikte ele alındığında, toplamında zengin, güçlü ve çok yönlü bir kültürel-sanatsal birikime sahip olduğumuz görü lür. Bugünün en temel sorunlarından biri, bu birikimi müm kün olan her yol, yöntem ve çabayla işçilere ve emekçile re taşımak, onların bu m uazzam kaynağa bilinçli bir biçimde yönelmesini teşvik etmek ve kolaylaştırmaktır. Fakat elbette bu basitçe ve salt bir propaganda ve eğitim çalışmasıyla başarılamaz. Bu zengin mirasın emekçide canlı ve güçlü bir ilgi ve etki yaratabilmesi, aynı zamanda, bugü nün devrimci sanatçısının onu emekçiye sanatsal biçim ve etkinlikler içerisinde sunabilmesi ölçüsünde olanaklıdır. B u 3 72 ise bize bugünün yeni ve genır sanatyılarına ya da sanat gruplarina dayanabilmenin, onların sanatsal etkinliklerinden en i y i biçimde yararlanabilmenin gereğini ve önemini gös terir. Kaldı ki onların da buna fazlasıyla ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaç iki yönlüdür. Bir yandan, kendi kültürel-sanatsal üretim ya da etkinliklerini işçi ve emekçi ortamiarına taşımak ve onların ilgisine s unmak, kendini ilerici-devrimci sayan bu sanatçıların en büyük arzusudur. Ö te yandan , bizzat bu etkinlikler içinde emekçi insanla yüzyüze gelmek, onunla karşılıklı etkileşime girmek, b u sanatçılar için temel önemde bir i htiyaçtır. B u , bu sanatçıları emekçi tere daha güçlü bir biçimde bağlayacak ve kendi sanatsal yaratıcıl ıklarını ve etkinliklerini emekçi davasının hizmetine daha güçlü ve etkili bir biçimde sunmalarını teşvik edecek ve kolaylaştıracaktır. Ö zetle bu çaba, i ş ç i y i ve emekç i y i ilerici -devrimci sanatçıyla, tersinden ise i lerici-devrimci sanatçıyı emek çiyle buluşturacaktır. Bu buluşma onları karşılıklı olarak devrimci bir etk ileşim içerisine sokacaktır. Devrimci kültür kurumları bu buluşmanın gerçekleşmesin de aktif rol üstlenmeli ve onun gerçekleştiği zeminler olma lıdırlar. Kendi görev ve işlevlerini başarıyla yerine getirebiime lerinin temel önemde gereklerinden biri de budur. Bu alandaki başarı, bu kuruml ara çifte bir güven ve saygınlık kazandı racaktır; bir yandan işçiler ve emekçiler, öte yandan ise ilerici devrimci sanatçılar nezdinde. Dünün ilerici aydın ve sanatçısının bugünkü durumu Dünün ilerici ayd ın ve sanatçıların ın bugünkü durumu üzerine de bazı gerçekleri vurgulamak durumundayız. Zira bu gerçekleri gözönünde bulundurmak, kültür-sanat cephesin373 deki görevlerimizin kapsamı ve ele alınışı bakı mından çok özel bir önem taşımaktadır. B ugünün Türkiye'sine baktığımızda, '60'lı ve '?O'li yılların büyük toplumsal hareketliğinin ortaya çıkardığı ilerici, dev rimci aydın-sanatçı kuşağının büyük ölçüde burjuvazinin sa fına geçtiğini, düzenle bütünleştiğini görmekteyiz. 1 2 Eylül ' le birlikte başlayan karşı-devrim saldırısı, sol hareket ve kitle hareketi üzerinde yaptığı ağır tahribatı, doğal ve kaçınılmaz bir biçimde i lerici aydı n hareketi ve sanat yaşamı üzerin de de yaptı. İ ş bununla da kalmad ı , ü stüne '89 çöküşü ve onu izleyen dünya ölçüsündeki karşı-devrimci gerici dalga da binince, '60'lı ve '70'li yıllarda yetişen ilerici aydın kuşağı neredeyse tümden umutlarını ve inançları nı yitird i . O güne kadar dayandığı ya da dayanmaya çalıştığı ideolojik ve moral değerleri hızla terketti. B u sonuç, bir yandan bu kuşağın kültürel-sanatsal üre tim ve yaratım gücünü ve yeteneğini önemli ölçüde dumura uğratırken, öte yandan deyim uygunsa onları piyasaya düşürdü. Aydınlar ve sanatçılar geçmişte, tam da ernekten, özgürlükten, bağımsı zlıktan ve sosyalizmden yana tutumlarıyla oluştur dukları kişiliklerini para karşılığı sermayenin hizmetine sun dular. Ya da tersinden devlet ve burjuvazi, son derece bi linçli bir tutumla, bu alanda inancı n ı v e ilerici d i namizmi ni yitirmiş aydın v e sanatçıya cazip gelen bir p iyasa ya rattı. Dünün ilerici ve sosyalist aydınları ve sanatçıları, tekelci burjuvazinin elinde tuttuğu televizyonlar, gazeteler, dergi ler, yayınev leri , kültür kurumları , reklam şirketleri, kültü rel danışmanlık vb. i şlerde cepleri doldurul arak i stihdam edildiler. Bu ilerici aydın hareketinin kitlesel bir kınmıydı ve bir bakıma devrimci hareketteki geniş çaplı terbiye, tasfiye ve düzenle bütünleştirme hareketinin ilerici kültür-sanat yaşa m ındaki izdüşümüydü. Herşeye rağmen solculuk taslama3 74 ya heveslenenler i se ( Cumhuriyet gazetesinin temsil ettiği çizgide hareket edenler buna örnektir), bu işi devrime ve bilimsel sosyalizme açık bir düşmanlık temeli üzerinde yap. tılar ve bunu Kürt halkının özgürlük i stemi karşısında tik sindirici bir şovenizmle birleştirdiler. Özetle, ' 60 ' l ı ve ' 70'li yılların ilerici-devrimci toplumsal hareketliliği ortamında yetişen, onu etki leyen ve ondan etki lenen ilerici aydın ve sanatçı kuşağı ezici bir bölümüyle bugün artık i şçi sınıfından, emekçilerden ve on ların sosyal kurtuluş davalarından yana olmak, buna hizmet etmek bir yana, doğrudan ya da dolayl ı biçimde onun karş ısı ndadır, burjuvazinin safında ve hizmetindedir. Onlardan artık bir şey beklemek bir yana, dünkü kimliklerini kullanarak bu gün açıktan ya da sinsice yapmakta oldukları tahribatı göğüs Iemek ve boşa çıkarmak gibi temel önemde bir sorun ve görev var önümüzde. Fakat tüm dünyada ve elbette Türkiye'de, devrimci sosyal ve s iyasal mücadele sürmektedir. Bu mücadele kendi yen i genç aydın ve sanatçı kuşağını da zamanla ortaya çıkaracaktır. Sınıf hareketi ekseninde yürütülen devrimci bir kültür-sanat mücadelesi , bu yeni ku şağın ortaya ç ıkışını kolaylaştıracak ve hızlandıracak bir perspektife, bu doğrultuda somut pratik bir yönelime de dayalı olmal ıdır. Devrimci kültür-sanat ku rumları, özellikle aydın gençlik içerisinde bu alanda· bugünden filizlenmekte olan güçleri bilinçli bir tutumla işçiler ve emek çilerle buluşturmayı başaramazlarsa eğer. zaten kendi görev ve işlevlerini yerine getirmekte de yetersiz ve başarısız kalmış olurlar. İ kili zaaftan kaçınmanın önemi Devrimci k ü l tür-sanat cephesi kendine özgü bir müca dele alanıdır ve bu alandaki çal ışma da bunun gerektirdiği 3 75 çerçeve ve kurallar içerisinde yürümek zorundadır. Çalışma nın düzenlenmesi, etkinlikterin seçimi ve örgütlenmesi, araç ların kullan ı m ı , bu özgünlüğü tam olarak özümserneye ve pratikte gözetmeye dayal ı olmalıdır. Elbette sosyal yaşamın tüm alanları gibi kültür-sanat ya şamı da pol itik bir öz taşır. Bu alanda da sınıf çıkarları ve bunun ifadesi ve taşıyıcısı olan ideolojiler ve politika lar karşı karşıya gelir ve çatışır. Fakat bu kaba ve çıplak politik biçimler içerisinde değil, sanatsal üretim ve etkinliğin kendine özgü biçimleri içerisinde gerçekleşir. Çatışmada ba şarı bunu gözetmek ölçüsünde olanaklıdır. Bu gözeti lmez se eğer, kültür-sanat alanında devrimci bir mücadele cephe sinden sözetmek zaten olanaklı olmaz. Öte yandan, her sanatsal etkinliğin ve biçimin içerisinde politik bir öz, kaygı ve yönelim vardır. Bunu gözden kaçırmak, sanatsal üretimi ve etkinliği kendi içinde amaçlaştırmak, "sanat sanat içindir" şeklindeki burj uva aldatmacasının tuzağına düşmek anlamına gelir. Demek ki bu alanda birbirinin zıddı gibi görünen, ger çekte ise birbirinden beslenen ikili bir tehlike var ve biz buna karşı peş�nen hazırlıklı ve uyanık olmalıyız. B ir yandan, sanat ve kültür alanının kendine özgü karakterini ve gerek lerini gözetmeli, kültür kurumlarının politik araçlara indir genmesinin kesin bir tutumla önüne geçmeliyiz. Öte yan dan ise, kültürel-sanatsal biçimler içerisinde sürse bile bu çabanın politik bir öz taşıdığını ve temelde politik bir kaygı ve amaca bağlandığını unutmamalı , bunu gözden kaçırabile cek apolitik eğilimiere hiçbir biçimde prim vermemeliyiz. (Ekim , sayı : 2 2 7, Şubat 2002) 3 76 Gelişmeler ve güncel sorunlar "Stratejik ortaklığın" gerçek anlamı ve güncel sonuçları ı 1 Eylül sonrasının Türkiye için stratejik önemdeki temel sonucu, işbirlikçi burjuvaziyle Amerikalı emperyalist efendi leri arasındaki ilişkilerin daha da gelişmesi oldu . Düzen he sabına konuşan devlet yöneticilerinin, politikacıların, basın ve üniversitede görevli memurlar takımının ağız birliği halin de y i neledikleri " I 1 Eylül sayesinde Türk iye 'nin stratejik değeri daha iyi anlaşıldı" söylemi, ABD ile i lişkilerdeki bu yeni durumu ve bundan duyulan aşırı hoşnutluğu dile ge tirmektedir. Daha iyi anlaşıldığı söylenen olgu, Türkiye'nin ABD emperyal izmi için bölgesel önemi ve rolüdür elbet te. Amerikan işbirlikçileri bununla kendi satış değerlerinin 3 77 yükseldiğini düşünüyorlar ve bundan duydukları memnuniye li aşırı bir utanmazlıkla dile getiriyorlar. Kriz içinde debelenen ve geleceği konusunda c iddi kay gıları bulunan işbirlikçi Türk burj uvazisi, sırtını daha güçlü bir biçimde ABD 'ye yaslamanın ve kaderini tümüyle ona bağlamanın kendisine kısa vadede krizden çıkış olanakları, uzun vadede ise gelecek güvencesi sağladığını düşünüyor. Bunun ise doğal olarak bir karşılığı var. Bu karşılık, Tür kiye 'yi çevreleyen kriz bölgelerinde, yeni gelişmelerin ge rektirdiği daha ileri bir çerçevede ABD çıkarlarına aktif bek çiliktir. B ilindiği gibi ABD emperyalizmi, dünya üzerindeki hegemonyasını güvenceye almanın ve uzun süreli kılmanın tayin edici halkası saydığı Avrasya'da, uzun süreli savaşlar dizisi olarak tanımladığı bir maceraya girişmiş bulunmakta dır. Bu çerçevede Türkiye'ye biçilen rol , bu macerada ABD ' ye tam destek vermekten öteye, onun çıkar ve ihtiyaçları doğrultusunda aktif görevler üstlenmektir. Amerikan emper yalizminin temsilcisi ya da basındaki sözcüsü durumundaki birçok kimse I ı Eylül'den beri bunu açıkça söyleyip duruyor. A B D em�eryalizmi pervasızca izlediği saldırganlık ve savaş çizgisini "teröre karşı uzun süreli mücadele" olarak sunuyor. Başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere Türkiye'yi yönetenlerse her vesileyle Türkiye'nin teröre karşı bu mücadelesinde ABD 'nin yanında olduğunu, ona tam des tek verdiklerini ve vermeye devam edecek lerini vurgulayıp duruyorlar. Afganistan 'a karşı emperyalist savaş, bunda ku sur etmediklerini S(i)mut ol arak gösterd i. Türkiye toprakları boydan boya Afganistan 'a yönelik savaşta ABD'nin saldırı üssü olarak kullanıldı (Ecevit'in ABD gezisi esnasında Ame rikan basınının verdiği bilgiye göre, Afganistan 'a karşı savaş boyunca Amerikan savaş uçakları Türkiye 'den 4 bin kere havalandılar). Ş imdi ise sırada Afganistan'da ABD hesabına bekçilik yapmak görevi var ve Türkiye 'yi yönetenlerin Af378 ganistan ' daki ABD işgaline "islam ülkes i " şah örtecek bu utanç verici role ne denli hevesli olduklarını biliyoruz. Ş imdi gündemde A B D 'nin yeni ana hedefi var ve bu somut biçimde Irak olarak tanımlanmış bulunuyor. Fakat Irak 'ın burada yalnızca bir hareket noktası, belli bakımlardan elverişli bir bahane olarak değerlendirildiğini , asıl hedefin ise Irak da içinde olmak üzere t üm Ortadoğu olduğunu bi liyoruz. ABD emperyalizmi Ortadoğu 'da kapsamlı ve aynı ölçüde tehlikel i hesaplarta hareket ediyor. Amaç çok yön lüdür; petrol bölgesinde öteki emperyalistler karşısında tam bir üstünlük sağlamak; kendisi ve siyonist İ srai l için en gel ya da güçlük kaynağı olarak gördüğü rejimleri değiştimıek ya da hiç değilse güçten düşürmek; Filistin halk ı n ı daha ağır koşul larda bir köleci sözde barışa mecbur etmek; Kürt sorunu ve dinamiğini kendi denetimine ve hizmetine almak: ve elbette bu kritik bölgedeki gerçek ve potansiyel ilerici ve devrimci dinamikleri boğmak, anti-Amerikancı hareketi sindirmek, bu amaçların başında gelmektedir. B unlar gerçekten kapsamlı hedeflerdir ve birçok çıkarı, gücü ve devleti, herbirin i kendine özgü nedenlerle olmak üzere rahatsız etmektedir. Nitekim bir dizi emperyalist gücün yanısıra çeşitli bölge ülkeleri de ABD'nin bu tehlikeli, mace racı ve ayn ı ölçüde h ırslı girişim ine muhalefet etmektedir ler. Fakat ABD planlarını uygulamakla kararlı görünmek tedir ve yardımına ihtiyaç duyduğu tek ülkenin Türkiye oldu ğunu açık açık söylemektedir. ABD Irak üzerinden Orta doğu ' ya müdahalesinde Türkiye ' y i bir sald ırı üssü ol arak kullanmaktan öteye, savaşta bir koç başı olarak k u l lanmak istemektedir. Bu doğrultuda rüşvetten tehdit ve şantaja kadar her silahı kullanmaktadır. İ MF üzerinden Türkiye'nin boynuna atılan boğucu kement de işte i şlevini tam bu noktada gös termektedir. Ecevit ' i n AB D ' ye gezisinin tüm gündemi ve işlevi buydu. Gezinin hemen sonrasında yüksek miktarlı İMF 3 79 kredileri onaylandığına ve ABD'nin onayı olmaksızın İMF'nin bunu yapması olanaksız o ldu ğu na göre, dayatmaların sonuç verdiğine, tüm isteksizliklerine karşı Türkiye'yi yönetenlerin buna razı edildiklerine kesin gözüyle bakabiliriz. ABD'nin sihi rli eli ya da İMF kementi Aynı çerçevede, aynı 'dayatmalarla bütünlük oluşturan , başka önemli gelişmeler de var. AGSP konusunda yıllardır süren ve aşılmaz gibi görünen güçlükler, ABD 'n i n sihirli eli değer değmez Türkiye cephesinden bir anda çözülüverdi. Hemen ard ından K ıbrıs ve Ege sorunlarının çözümü gün deme gird i . Y ıliardır kangrenleşmiş bu sorunlarda bir anda b ü y ü k bir y u m u şa m a y aşandı ve b i rkaç ay önces i y l e kıyaslanamaz ad-ımlar atıldı. Elbette b u şaşırtıc ı gibi görü nen gelişmelerin gerisinde bir kez daha ABD'nin dolaysız müdahalesi ve dayatmaları vardı . Gizli diplomasiyle saklananları İMF v e Dünya Bankası 'nın kararları bütün açıklığı ile ortaya koymaktadır. Zira tüm bu gel işmelere, Arjantin 'den 1 . 3 milyar dolar yeni borcu esir geyerek onu iflasa sürükleyen İ MF'nin Türkiye 'ye cömert çe sunduğu yeni borçlar eşl ik etti (Türkiye ' n i n "İMF'deki kotasmdan yüzde 1500 daha fazla oranda" ve İ MF'nin dünya ölçüsündeki toplam kredi kapasitesinin tamı tarnma üçte biri kadar! .. ). Bu yeni borçlar yüksek faizlere ve " ı O günde ı O yasa" türünden ardı arkası kesilmeyen ağır siyas�l koşul lara bağlanmış olsa b ile, sonuçta Arjantin' den esirgenenin Türkiye ' ye misliyle sunulması, bu alışılmadık cömertlik, dış politika sorunlarıyla bağlantılı bir satın alma yolu ve duru muydu. Önden yılın diplomasi olayı olarak sunulan Ecevit'in son ABD gezisi öneeşinde ve sırasında işbirlikçi cepheden üzerine 380 en çok laf edilen konu, Türkiye ile ABD arasındaki ilişki lerin "stratejik ortakl ık" düzeyine çıkarılmasıydı. Oysa eski başkan Clinton ' un '99 Kasım ' ında gerçekleşen gösterişli Tür kiye gezisi esnasında bu nitelikte bir ortaklığın yıllardan beridir varolduğu açıklanmış ve bunun işlevi de, "Türkiye ve ABD' nin öncelikle Ortadoğu, Kafkaslar, Balkanlar ve Do,�u Akdeniz' de" birl ikte hareket etmeleri olarak tanımlanm ıştı . Bunu, anılan bölgelerde ve artı Orta Asya'da, Türkiye' nin ABD çıkar ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket etmesi olarak anlamak gerekirdi ve olup bitenin de somut olarak gösterdiği gibi durum tamı tarnma budur. ABD işbirlikçisi ve onun çıkarlarının bölgesel bekçisi olarak Türk burjuvazisi, kriz kıskacı ve gelecek kaygısı çerçevesinde, kendisini bunun gereklerine giderek daha çok uyarlıyor. Dış politika alanındaki çözümsüz sorunlar d izisinin, 1 I Eylül sonrasında ve tam da ABD'nın çıkar, tercih ve dayatmaları doğrultusunda hızlı bir çözüm sürecine alınmış olması da bunu göstermekte dir. Böylece "stratejik ortak"lığın gerçekte stratej i k uşaklık, Türkiye 'yi çevreleyen bölgelerde Amerikan emperyalizmi nin çıkarlarına stratej ik bekçilik anlamına geldiği de bir kez daha açıklık kazanmaktadır. ABD Türkiye 'yi bölgedeki "en güvenilir iki müttefi kinden biri" olarak görmektedir. İ kin cisinin İ srail olduğu ve bu ü lkenin ABD ' nin çıkar ve i hti yaçları doğrultusunda aktif roller üstlenebilmesinin zorun lu sınırları bulunduğu düşünülürse, geriye güvenilirlikten öte en işe yarar tek müttefik olarak gerçekte yalnızca Türkiye kalmaktadır. Daha da önemlisi, Türk burjuvazisinin yalnızca dünyanın emperyalist efendisiyle değil fakat aynı zamanda bölgenin saldırgan çıban başı ülkesi olarak siyonisı İ srail ile de "stratejik ittifak" i lişkisi içinde olmasıdır. Dünyanın ve bölgenin en gerici ve saldırgan güçleriyle davranış ve kader birl iği, Türk 381 burj uvazisinin bu gü n kü konumudur. Bu iki olgu birarada düşünüldüğünde ve buna bir de NATO üyel iği (önümüz deki günlerde bunun 50. yılına giriliyor) eklendiğinde, Türk burjuvazisinin halkımız ve bölge halkları karşısında üstlendiği uğursuz gerici rolün çerçevesi daha i y i anlaşıl ır. Elbette o bunu gerici sımf çıkarları doğrul tusunda ve geleceğini gü venceye almak üzere yapıyor. Tam da bu aynı nedenle, ona karşı strateji k kavrayışa dayalı ciddi bir devrimci mücade le de, tarihsel ve güncel boyutlarıyla bu il işkileri, bunun stratej ik ve taktik planda ortaya ç ı kardığı görev ve sorum lulukları özenle hesaba katmak d urumundadır. Savaşa ve saldırganlığa karşı mücadelede Ortadoğu halk larıyla yakın ilişkiler ve eylemli bir devrimci dayan ışma, dönemin en acil ve önemli görevlerinden biridir. Daha genel planda ise, başta Ortadoğu halkları olmak üzere Türkiye'yi çevreleyen coğrafyada yeralan tüm bölge halklarıyla dev rimci birlik ve dayanışmaya dayalı yakın i l i şkiler, emper yal izme ve işbi rlikçilerine karşı ciddi bir devrimci strate jinin olmazsa olmaz koşuludur. Günümüzün olayları, bu tür bir bölgesel devrimci birlik ve dayanı şma cephesi yaratıl maksızın gelecekte em peryal izmin devrimi boğmaya yöne l ik saldırı . ve müdahalelerini püskürtmenin ne denli güç olacağına bugünden ışık tutmaktadır. Güncel durumu belirleyen iki temel önemde gelişme Bu genel çerçeveden de hareketle gelişmelerin Türkiye üzerinden daha güncel ve som u t yansırnalarına geçe l i m. Türkiye 'nin yakın geleceğinde olayların izleyeceği seyir de ğerlendiril irken gözönünde bulundurulması gereken temel önemde iki güncel veri var önümüzde. Bunlardan ilki, ABD emperyalizminin Orta Asya ve Ortadoğu eksenli olarak günde382 me getirdiği saldırganlık ve savaş politikası; öteki ise, İ MF ile imzalanan üç yıllık yeni sosyal yıkım ve kölel i k anlaş masıdır. İ lki, Türkiye'yi ABD emperyal izminin bölge halklarına karşı bir saldırı ve savaş üssü hal i ne getirmekle kalmamakta, Irak üzerinden açıkça ortaya atı ldığı gibi , onu bizzat em peryalizmin hesabına savaşa sürüklemek niyet ve hesaplarını da içermektedir. İ kincisi ise, işçi sınıfı ve emekçil ere yö nelik saldırıların ağırlaştırılması, bunun Türkiye 'yi emper yal ist sömürü ve yağmaya engel sizce açacak bir dizi köle ci düzenleme ve uygulamay l a birleştirilmesi anlamına gel mektedir. Türkiye ' ni n bugününü ve yakın geleceğini belirleyecek olan biri dışa öteki içe yönel ik bu iki temel önemde olay, biribiriyle de sıkı sıkıya bağl antılıdır. Ekonomik kriz kıska cında kıvranan ve krizden çıkış adına ülkenin tüm geleceğini İ MF ve Dünya B ankası 'na ipotek eden Türk burjuvazisi . böylece, ABD emperyalizminin bölgesel çıkar ve ihtiyaçlarına yeni bir düzeyde hizmet etmek zorunluluğu i le yüzyüze kal maktadır. Amerikan yönetimi açıkça İ MF desteğinin sürmesi ile lrak 'a yönelik bir savaşta Türkiye'den istekleri arasında dolaysız bir bağ kurmaktadır. Kürt sorunuyla bağlant ı l ı gerici kaygıl ar ve bölge il iş kilerinde yolaçabileceği öteki riskler nedeniyle Irak 'a yö nel i k bir savaşa çok istekli olmayan Türkiye' n i n yöneten leri, buna karşın , A B D ' nin bu konudaki dayatmalarma di renecek güçte değiller ve bunu daha ş imdiden göstermiş bul unmaktadırlar. Tarihsel bağımlılık ilişkilerinin genel çer çevesi kadar güncel ekonomik kriz ve İ MF kıskacı. tüm sız lanmalarına ve aksi yöndeki temennilerine karşın sonuçta onları ABD'nin iradesine boyun eğmeye sürüklemektedir. Genel uluslararası güç dengeleri ve başka bazı gelişmeler ABD'yi lrak'a yönelik bir savaştan al ıkayamazsa eğer, Türkiye 383 bu savaşı n ana saldırı üssü olmakla kalmayacak, Türk or dusu da Güney Kürdistan sorununu bahane ederek ABD emperyalizminin hizmetinde bu savaşa bizzat katı lacaktır. Her iki sorunun birarada Türkiye 'nin iç politik yaşamın daki sonuçları ise kendi n i baskı , terör ve yasaklar rejimi n i n daha da ağırlaşması olarak gösterecektir. İ şçi sınıfı ve emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını sürekl i ağırlaştıran ve ülkeyi bölgede emperyalizmin saldırı ve savaş üssü haline getiren sermaye sınıfının başka bir seçeneği de yoktur. Güncel gelişmeler bunu somut olarak gös termektedir. AB makyajı çerçevesinde yapılan anayasa değişikliğinin iç yüzünün uyum yasa tasarılarıyla ortaya çıkması , Kürt halkının ana dilde eğitim türünden en masum demokratik istemleri karşısında sergilenen aşırı tahammülsüzl ük v e uygulanan terör, bunun güncel örnekleridir. İ ç ve d ı ş durum, rej imde kontrollü b i r yumuşama manevrasına b ile olanak tanımamaktadır. Tersine, son de rece gerçekçi bir tutumla burjuvazi ve onun adına ülkeyi yönetenler dizginleri sıkı �utmaktadırlar. işbirlikçi burjuvazi, baskı ve terör aygıtını yasal ve kurumsal bakımdan güç lendirerek, işçilerin ve emekçilerin hak arama çabalarını do laysız baskının yanısıra hain sendika ağalarının yardımıyla boşa çıkararak, reformisı solun her çeşidinin doğrudan ve dolaylı hizmetinden en iyi biçimde yararlanarak ve bu arada devrimci hareketi hepten etkisizleştirerek, bugünkü deneti mini korumaya çalışmakta ve yakın geleceğin çalkantılarına hazırlanmaktadır. Güncel durumdan çıkan. güncel görevler Dışarıda ABD · emperyali zm inin çıkar ve ihtiyaçlannın gerektirdiği davranış çizgisi, içerde üç yıllık yeni bir İ MF 384 saldırı programı, ve nihayet, bu iç ve dış çizginin engel sizce uygulanabilmesi için sürekli bir baskı, terör v e ya saklar rejimi... Türkiye 'nin güncel durumunu ve yakın ge leceğini karakterize eden politik saldırı tablosu kabaca budur. B u güncel durum önümüze, güncel görevler olarak; em peryalist köleliğe, saldırganlığa ve savaşa karşı anti-emper yalist mücadeleyi; emekçileri daha ağır bir perişanlığa sü rükleyen İMF saldırı programına karşı iktisadi ve sosyal istem ler uğruna m ücadeleyi; v e nihayet, baskı , terör ve yasak lar rejimine karşı temel demokratik hak ve özgürlükler müca delesini koymaktadır. Bu çok yönlü mücadeleler gerçekte organik bir bütün dür. B unlar güncel planda yürüyen aynı sınıfsal saldırının farkl ı boyutlarına karş ılık düşmektedirler ve zorunlu ola rak birlikte ele alınmak durumundadırlar. Olayların seyri belli bir anda birinden birini nispeten önplana çıkarsa bile, bu ötekilerin önemini hiçbir biçimde ortadan kaldırmaz. Öte yandan, bu mücadelelerin kesiştiği ana sınıfsal hedefler, işbirlikçi burjuvazi ve onun sırtını dayadığı emperyalizm dir. Bu nedenledir ki, birbirinden koparılamaz bu görevler ancak devrimci iktidar mücadelesi bakışaçısıyla ele alındığı ölçüde devrimci bir anlam taşıyabilir, devrimci sürecin iler letilmesi sonucunu doğurabilirler. Devrimci iktidar perspektifine dayalı bu bütünselliğin il kesel ve pratik önemi, reformİst sol akımların mevcut ko numu üzerinde daha iyi anlaşılabilir. Reformİst akımın farklı bileşenlerine daha yakı ndan bakıldığında, onları karakteri ze eden ayırdedici davranışın, tam da bu güncel görev alan larından birinden birini kendileri için başlıbaşına bir mü cadele platformu hal ine getirmeleri olduğu görülür. Dahası, tam da reformİst konumlarından bekleneceği gibi onlar, bu sınırlı hedef ve görevlerin gerçekleşmesinde dahi dilzen güç lerine ya da kurumlarına bel bağlarlar. 385 Bunu bu akımlar üzerinden somut olarak ömekleyeb i Hriz de. Dönemsel anti-emperyal ist görevlerin son derece dar bir burjuva mil1iyetçi yorumu b i ze Perinçekçi İ P ' i verir v e bu çevrenin tüm gelecek beklentisi, düzen ordusu destekli parla menter hayaller üzerine kurul udur. 28 Şubat şakşakçılığı ve ordu yal akalığı bu konu m ve tutumun somut bir ifadesi dir. Güncel boyudar içine sıkıştırılmış bir ekonomik ve sosyal haklar mücadelesi bize l iberal i şç i pol itikacı lığının temsi l cisi olarak EMEP ' i verir ve yılların açıkça gösterdiği gibi onun tüm hesapları da sendi ka bürokrasisi üzerine kurulu dur. Hararetli EP kuyrukçuluğu, üstelik döne döne yaşanan lara rağmen bu ç izgi n in ısrarla sürdürülmesi, somutta kar şılıksız kalması daha baştan kesin olan bu aynı hesabın bir ifadesidir. Pratikte boş laf olarak kalan burjuva liberal sınır larda bir demokrasi m ücadelesi ise tamı tarnma Ö DP de mektir ve rejimin yumuşamasından umudunu keseli beri o tüm u m udunu artık içerde sosyal-demokrasiye ve dışarda AB emperyalizmine, onun "Kopenhag Kriterleri"ne bağlamıştır. B u i se onun tümden işlevsizleşmesi ve gereksizleşmesi de mektir. N itekim uzun zamandır bir iç kriz içinde bulunması, şu günlerde bir iç çözülme yaşaması da bu akibeti teyid etmektedir. Türk devletine tesli m olmuş ve onu bir şeylere yönel tebil sinler diye de tüm u mudunu ABD ve AB emperyaliz m ine bağlamış PKK ' y ı Ö DP'nin yanına, solculuğu gitgide seyirlik bir yarı-aydın oyununa çeviren S İP-TKP'yi ise EMEP ile Perinçekçi İ P arasında bir yere koydunuz m u , günümüz reformist akımlar tablosunu da tamamlamış, yerli yerine oturt muş olursunuz. B u kadarını söylemişken şunu da ekleyelim; bu akımların herbiri, izledi kleri çizginin somut durumuna göre burj uva zinin şu veya bu kesim ine, burjuva d üzeni n ş u veya bu 386 kurumuna bel bağlıyor olsalar bile, tümünü kesen ortak bir payda var ve bu burjuva parlamentarizmidir. Sonuçta orta sınıf karakterli akımlar olarak düzenle ve devletle harışıktırlar (ya da artık bu çizgiye gelmişlerdir) ve temel siyaset yön temi ve aracı olarak burjuva parlamentocul uğunu esas al maktadırlar. Bugünkü güç ve konumları onl ara bu olanağı vermese de (ve bel k i içlerinden bir-ikisi hariç hiçbir za man vermeyecek gibi görünse de) sonuçta bu böyledir. Reform isı sol ve sendika bürokrasis i , bugün kitle hare ketinin önünü tıkayan, onun gelişme dinamiklerini felce uğ ratan iki temel odak durumundadırlar. Bu nedenle, bunların herbirine karşı kendi konum ve özelliklerinin gerektird iği türden bir sistematik mücadele vermek, dönemin devrimci görevlerini başarıyla üstlenebilmenin ve kitl e mücadelesi ni geliştirebi l menin zorun l u koşuludur. Geleneksel küçük burjuva devrimci akımların yaşamakta olduğu gerileme ve çözülme, yaşadıkları tüm çürümeye rağmen reformisı akımlara kendiliğinden bir alan açıyor. Onları tuttukl arı alan larda ge riletmek, olayların etkisiyle gitgide yırtılan maskelerini tümden düşürmek, içinden geçmekte olduğumuzun dönemin en önem l i ve öncelikli görev lerinden biridir. Terbiye edilerek denetim altına alman güçler tablosu Güncel siyasal tabloya bakarken, paradoksal gibi goru nen temel önemde bir gerçeği de gözönünde bulundurmak durumunday ız. B ir yanda kriz içinde debelenen, İ MF' den üç kuruş yeni kredi alabilmek için onun en onur kırıcı dayat malarını bile harfiyen yerine getiren, kendisi için getirebileceği ağır riskiere rağmen ABD' nin çıkar ve ihtiyaçları na daya l ı bir savaşa katılmak akibetiyle yüzyüze bul unan a c z içinde ' ve iflas halinde bir düzen ve devlet gerçekliği var. Fakat 387 yandan, bu a yn ı devlet ve düzen, bugün işçi sınıfını öte ve emekçileri büyük ölçüde kontrol edebilme başarısı gös termekle kalmamakta, yanısıra özellikle 28 Şubat müdaha lesinden beri, kendisine muhalif ya da kendisi için şu veya bu ölçüde sorun ve sıkıntı kaynağı oluşturan çeşitli akımları büyük ölçüde terbiye etmeyi ve denetim altına almayı da başarm ış bulunmaktadır. Bu ikinci durumu somut olarak örnekleyelim. '90'1ı yıliann ilk yansında rejimin iç dengeleri bakımından c iddi bir sıkıntı kaynağı haline gel m i ş dinsel gericilik ge l inen yerde artık büyük ölçüde terbiye edilmiş, üstelik bir de birbirleriyle uğraşan iki parti halinde bir bölünmeyle yüz yüze bırakılmıştır. Dinsel gericiliğin bu iki partisi artık bir birlerini daha çok suçlayıp karalayarak burjuvaziye ve onun adı n a ü l keyi yöneten gerçek güç odaklarına yaranınaya çahşmaktadırlar. ' SO ' l i yılların ortasından yakın zamana kadar rejim için en büyük sorun oluşturan Kürt hareketi ise, PKK üzerin den en utanç verici bir tesl imiyet çi zgisine çeki l miş, geli nen yerde neredeyse tümüyle zararsız hale getirilmiştir. İmralı tesli miyetiyle birlikte, PKK 'nın Kürt halk kitleleri üzerin deki etkisi ve denetimi düzen ve devlet için artık bir teh like olmaktan çok bir imkana dön üşm üştür Bu imkanın verdiği bir pervasızlıkladır ki, rej im artık Kürt halkının en masum . kültürel hak i stemlerin i bile en kaba bir tutumla reddebil mekte, bunu baskı ve terörle karşılayabilmektedir. Üçüncü bir örnek sendika bürokrasisinin durumudur. Sen dika konfederasyonları ve bağlı sendikalar, özellikle 28 Şu bat ' la birlikte gerçekleştirilen manevraların ardından, bugün artık her açıdan sermayenin ve devletin denetimi altındadırlar. Bundan da öte içlerinden bazıları (somut olarak Türk-İş) artık devletin güdümlü ve uyumlu uzantısı olarak hareket 388 etmektedirler. Bugün ÖDP'nin tepesini tutan liberal soysuz takı mının da özel çabası ve katkısıyla, önceki yıllarda bir ölçüde olsun mücadele etkeni olan KESK de bugün sendika bürokrasinin geneliyle bu aynı konumu paylaşmaktadır. Sol hareketle devam ediyoruz. Reformİst akımların tümü bugün tam olarak düzenin icazet sahası içine çekilmişler ve düzen için artık hiçbir sorun ol uşturmayacak düzeyde terbiye edilmişlerdir. Geride kalan yıl içerisinde gerçekleşen F tipi saldırısı, düzenin bu doğrultuda ne büyük bir mesa fe katettiğini bu akımların utanç verici tutumları üzerinden somut olarak gösterdi. Reformist sol partilerin istinasız tümü de gelinen yerde artık her türlü devrimci düşünce, değer ve kaygıdan tamamen kopmuşlard ır. Geleneksel devrimci-demokrat sol akımlar ise bir başka yoldan düzen için sorun olmaktan gitgide çıkmaktadırlar. '90'lı ilk yıllarda şu veya bu ölçüde toparlanma başarısı gösteren bu akımlar, '90'Iı y ılların ikinci yarısından beri sürekli bir gerileme içindeydiler ve gelinen yerde içlerinden bazıları siyasi yaşamdan gitgide silinmektedirler. Herşeye rağmen tutunmaya çalışanların ise, yaşadıkları ağır tıkanıklığı ve iç sıkıntıları bir dönem için olsun aşabileceklerini gösteren ciddi ve inandırıcı bir beli rti yoktur ortada. Aşılamayan yapısal zaafların ve devletin fiziki tasfiye den öteye amaçlara dayalı sistematik saldırılarının geleneksel sol akımlar üzerindeki ağır tahribatı bugün artık çok daha iyi görülebilmektedir. İçlerinden bazıları, düne kadar ken d ilerine mevcut akibeti yaşatan temel etkenlerden biri tam da bu değilmişcesine bugün yen iden u tangaçça Kürt hare ketinin kuyruğuna yapışarak ayakta kalmaya çalışıyorlar. Fa kat bu onlar için bir çıkış yolu olmak bir yana, bunda ısrar ettikleri ölçüde tasfi yeci uçurumun dibine boylu boyunca yuvarlanmalanndan başka bir sonuç yaratmayacaktır. 389 Netleşen tablo ve doldurulmayı bekleyen boşluk B üyük ölçüde son 4-5 yılda, yani tam da ekonomik ve sosyal krizin daha da ağırlaştığı bir zaman kesitinde yaratılan bu tabloya toplu olarak bakıldığında, sonuç düzen payına kuşkusuz önemli bir başarının göstergesidir. Fakat bu sorun ların çözülmesi değil, yalnızca bu sorunlarla bağlantılı olarak ol uşan akımların denetim altına alınması anlamına gelen bir başarıdır. Sorunlar i se yerli yerinde durmakta, dahası git gide ağırlaşmaktadır. B u akımlar üzerinde kurulmuş denetim k ı sa vadede ki t lelerin de denetim altında tutulması gibi bir sonuç yaraısa b i le, bu geçici bir durum olmaya mahkumdur. Zira soruna bir başka yanından bakıldığında, buradaki başarının yeni sorunlar için bir zem i n anlamına da geldiğini görmek güç değildir. B u den l i kolay terbiye ed ilmiş bir dinsel gerici l ik, ihanetini bu den l i kaba biçimde sergileyen bir sendika bürokrasisi, adın ı ve varl ık nedenini bile inkar noktasına düşürülmüş bir Kürt hareketi , düzen icazetinin dar cende resine sıkıştırılmış bir reformisı sol partiler gerçekl iği, aynı zamanda, tümü de düzenin hizmetindeki bu akımları n kit leler nezdinde inandırıcılıklarını gitgide yitirmeleri anlamına da gelmektedir. Bunu, tablonun giderek netleşmesi, yüzlerdeki maske lerio düşmesi, gelişmelerin etkisi altında her akımın giderek yerli yerine oturması olarak da tanımlayabiliriz. Bu ise, görev ve sorumlulukların hakkını veren gerçek bir devrimci al ternatifi n hızla güçlenmesi i ç i n koşu l l arın olgunl aşması demektir. Partimiz yalnızca genel mi syonunu değil fakat dönem sel sorumlul uğunu da bu tablo üzerinden daha derinden duymakta ve kavramaktadır. Sahte alternatiflerin şu veya 9 bu nedenle güç ve itibar kaybettiği bir dönemde. gerçek devrimci sınıf alternatifini temsil eden bir parti olarak öne ç ı kmanı n tam zamanıdır ve partimiz sağladığı gelişme bi rikimiyle buna her zamankinden daha çok hazır durumdadır. (Ekim , sayı : 227, Şubat 2002, haşyaZI) 39 1 Emperyalizmin k1skac1nda Ortad o ğu Emperyalist dünya egemenliğinin kilit bölgesi İ l k sal d ırıya Afganistan ' dan başlansa da, I 1 Eylül son rasında halkiara karşı ilan edilen "uzun süreli" emperya list savaşın asıl hedefinin Ortadoğu olduğu daha baştan bel liydi. Nitekim Afganistan savaşından ilk sonuçlar alınır alınmaz, emperyalist çetenin başı , bunun ilan edilmiş "uzun süreli savaş"m yalnızca bir ilk aşaması olduğunu yeniden ve özellikle vurguladı ve hemen ardından, savaşın hizme tindeki emperyalist propaganda, tüm dikkatleri bir anda savar şın "ikinci aşama"sı için seçilen hedefe, yani Irak 'a yöneltti. Bu propaganda tüm gürültüsüylü sürüyorken, Amerikan siyasal yaşamında genellikle önemli emperyalist politikaların 392 açıklanmasına bir vesile olarak kullanılan yeni yıl konuş masında, A B D Başkanı yeni bir "şer ekseni" tacımlaması yaptı. "Şer ekseni" kapsamında saldırı hedefi olarak gösterilen üç ü lkeden ikis i , yine beklenebileceği gibi birer Ortadoğu ülkesi, uzun yıllardır farklı nedenlerle ABD'nin Ortadoğu'ya il işkin plan ve politikalarının önünde engel olarak görülen İran ve Irak'tı. Irak'a yönelik bir savaşın politik, askeri ve psikoloji k hazırlıkları t ü m hızıyla sürüyorken, Ortadoğu' da bunu bir süre için kesintiye uğratan bir başka gel-işme önplana çıktı. Kasap Şaron başa geldiğinden beri gemi azıya alan siyo nist devlet teröründen dolayı daha da şiddetlenm iş bulunan Filistin direnişi, kınlamayan iradesiyle, Filistin sorununu bir kez daha uluslararası gündemin odağına taşıdı. Irak ' a karşı emperyalist savaşa. destek için Ortadoğu turuna çıkan D ick Cheny ' in gezisinin hemen ardından ve elbette bu gezinin İ srail durağında alınan gizli ortak karar çerçevesinde, İ srail tarafından Batı Şeria'da bir topl u işgal, y ı kım, katliam ve tutuklama harekatı başlatıldı. Irak'a yönelik emperyalist sal dırının önünü açmak için Filistin direnişi engelinin bir süre liğine de olsa güçten düşürül mesini amaçlayan bu saldırı hız kesmiş olsa da şu günlerde hala sürüyor. Ö zetle, uluslararası gündemin odağında ve emperyalist saldırının hedefinde şu sıralar bir kez daha Ortadoğu v ar. Ortadoğu 'nun bir kez daha emperyalist saldırı, müdahale ve giderek savaşın ana hedefi haline gelmesinin nedenle rini ise artık sokaktaki sıradan insan bile biliyor. Gerici em peryalist propaganda duruma ve ihtiyaca göre hangi yalanları üretirse üretsin, herkes iyi-kötü biliyor ki tüm sorun pet rol ve onunla yakmen bağlantılı olan dünya egemenliği so runudur. Ortadoğu, barındırdığı zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarının yanısıra ana kıtaları birleştiren coğrafi konumu ve önemli geçiş yolları neden iyle, kapitalist dünya ekono393 misi ve emperyal ist dünya hak i miyeti için hayati bir önem taşımaktadır. Bu önem, neredeyse yüzyılın başından beri bu bölgeyi emperyalist egemenl ik ve nüfuz mücadelelerinin ana saha larından biri haline getirmiştir. Bu ise bölge halkları için o zamandan bu zamana neredeyse kesintisiz olarak hep bü yük yıkımiara ve acılara malolmuştur. Bölgenin doğal zen ginlikleri ve coğrafi üstünlükleri, halklar için bir huzur ve refah olanağı olmak bir yana, bugün yaşadıkları sefaletin ve çektikleri sonu gelmez acıların baş nedeni haline gel miştir. ABD emperyalizmi: Ortadoğu halklarının baş düşmanı Tarihsel durum gösteriyor ki, emperyalist dünya sisteminin jandarması olan güç, buna paralel olarak Ortadoğu 'nun da egemen gücü konumunu kazanıyor. Yüzyılın ilk yarısında dünya jandarması İngiltere'ydi ve kısmen Fransa'yla paylaşsa da Ortadoğu'nun asıl egemeni oydu. Bugünkü yapay sınırla rın ve çözümsüz sorunların tarihsel sorumluluğunu, Osmanlı İmparatorluğu 'nun yıkıl ışının ardından bölgeye sömürgeci emperyalist güç olarak yerleşip egemen olan İngiltere taşı maktadır. Kasım l 9 l 7 tarihli uğursuz B alfour Deklarasyonu ile Filistinler'in öz vatanı Fil istin' i siyonistlere "vatan" olarak vaadetme cömertl iği gösteren; birinci emperyalist savaşın hemen sonrasında bunu adım adım hayata geçiren ve ikinci savaş sonrasında nihayet süreci tamamlayarak, bugün bölge nin bağrına saplı bir hançer gibi duran siyonist devletin doğuşunda doğrudan ve birinci dereceden rol oynayan güç de y ine İngiliz emperyalizmiydi. İkinci emperyalist savaş sonrasında, dünya çapında jan darmalığı ve dolayısıyla Ortadoğu 'da emperyalist egemenliği 394 bu kez ABD devral dı ve İngiltere de o günden bugüne onun yedeğindeki asıl güç olarak kaldı. İngiltere 'nin destekleyip yarattığı siyonisı devleti� yeni hamisi bundan böyle artık esas olarak ABD emperyalizmiydi. Son elli yıldır Onadoğu'daki her türlü metanetin baş ak törü ve dol aysız sorumlusu hep ABD emperyalizmi oldu. Savaşlar onun kışkırtmasıyla çıktı; darbeler onun tarafından tezgahlandı, beyaz terör onun özendirmeleriyle estirildi; mu-. halefet akımları onun açık ve örtülü çabalarıyla ezildi. Ona doğu, onun her türden kışkınına ve gerginlik politikalarının sonucu olarak en karlı silah pazarı haline geldi ve sonu gel mez silahianma yarışıyla büyük bir cephanel iğe dönüştü. Onadoğu halklarının yaşadığı yoksulluğun ve çektiği acıların gerisinde dolaysız olarak o vardı ve halen de o var. S iyonİst İsrail ' i en cömert yardımlarla besleyip bugünkü gücüne ulaştıran, onu bir savaş makinası ve bir nükleer güç olarak, Ortadoğu halklarına ve devletlerine karşı bir baskı, tehdit ve şantaj gücü olarak kullanan yine Amerikan emper yalizmidir. Filistin halkının çektiği derin acıların. kendi öz vatanında onyıllardır sonu gelmeyen esaretinin sorumlusu da İsrail kadar, belki ondan da çok, Amerikan emperyalizmi dir. ABD'nin tam ve sınırsız desteği olmasa, siyonist devlet izlemekte olduğu politikaları izleyebilmek bir yana, muhtemel dir ki ayakta kalacak gücü bile bulamazdı kendinde. Ortadoğu 'da, Ortaçağ 'dan kalma olandan modern faşist türüne kadar, hemen her türlü gericiliğin arkasında hep Ame rikan emperyalizmi olmuştur. Körfez' deki Ortaçağ artığı emirl ikler, Suud i Arabistan, Ürdün ve Fas 'ta hüküm süren Onaçağ artığı krallıklar yaşamlarını ona borçludurlar, onun sayesinda ayakta duruyorlar. Bir halk devrimiyle yıkılana kadar İran 'daki kanlı Şah rejimini ayakta tutan da oydu. Aynı zamanda Ortadoğu 'ya yönelik hesaplar çerçevesinde, Türkiye 'deki 12 Eylül 1 980 darbesini ve Yunanistan 'daki 1 967 darbesini tezgahiayan ve bu ülke halklarına faşist askeri rejimterin derin acı l arını yaşatan yine odur. "Komünizme karşı yeşil kuşak" projeleriyle, Afganistan ve Pakistan da dahil tüm bölgede islami gericiliği azdıcan ve C İ A aracılığıy la örgütleyen de o oldu. B ugün halkiara saldırını n baha nesi olarak kullanılan Talihan ve El Kaide türünden gerici İ slami akımlar onun kendi öz çocuklarıdır, onun tarafından beslenip büyütülüp etkin ve egemen kılınmışlardır. Irak Kürt leri 'nin özgürlük arzularını kendi kirli hesapları çerçevesinde kullanan, iki kere savaşa sürüp her seferinde ortada bırakan ve böylece kitlesel düzeyde kırdıran da odur. Ö zetle, Amerikan emperyalizmi, Ortadoğu halklarının baş düşmanıdır. Bu nedenle bölgedeki siyasal mücadelede ABD emperyalizmine karşı cepheden tavır, bir mihenk taşı ve ayrım noktasıdır. Onu doğrudan hedef almayan hiçbir akım ve mücadele, devrimci olmak bir yana, en ufak bir ilerici karakter bile taşıyamaz ve hiçbir biçimde halklar cephesinde görü lemez. Uzun yıllar için bölgedeki genel devrimci anti-emperyalist mücadele ve hareketin bir parçası olagelen Türkiye'deki Kürt hareketi, teslimiyeıçi çizgiye kaydığından beri adım adım Amerikancı bir çizgiye evrildi ve gelinen yerde bölgeye ABD askeri müdahalesini savunacak denli ağır bir batağa saplan dı. Böylesi bir utanç veric i gelişme karşısında, Amerikan emperyalizmine karşı tutumda ifadesini bulan temel önemde ayrım noktasını gözönünde bulundurmak biz Türkiyeli dev rimciler için apayrı bir anlam ve önem taşımaktadır. ABD'nin "yaşamsal çıkar alanı" olarak Ortadoğu ABD emperyal izm i n i n Ortadoğu 'daki güncel çabaları, gerçekte onun son yirmi yıldır bu bölgede izlemekte olduğu 396 çizginin bir uzantısıdır. Bu çizginin başlangıcı İ ran'daki Şah rejiminin yıkılışma dayanır. Bu ABD emperyalizmi için ger çekten büyük bir darbeydi. Zira böylece o İran gibi önemli bir ülkeyi, onun önemli petrol kaynakları üzerindeki dolaY,sız egemenliğini yitirmekle kalmıyor; aynı zamanda. Şah reji mi şahsında, Ortadoğu' daki (özellikle de B asra Körfezi böl gesindeki) güçlü bir bölgesel jandarmasını da kaybediyor du. Ş ah rejiminin yıkılışının yarattığı boşluğu doldurmak ve benzer yeni gelişmelerin önünü almak acil ve hayati bir ihtiyaçtı onun için. Böylece, 1 979 yılı başında zafer kazanan İ ran Devrimi 'nin yarattığı derin korku ve kaygılar, ABD emperyalizmini böl gedeki egemenliğini korumak ve pekiştirrnek üzere yeni adım lara yöneltti. İran Devrim i 'nin ardından aynı yılın sonun da Sovyetler Birliği'nin Afganistan ' a müdahalesi , ABD' ye gerekli babaneyi sağladı. Dönemin başkanı Carter. 1 980 ba şında kongreye sunduğu yeni yıl raporunda, daha sonra Carter ya da Brzezinski (ki ulusal güvenlik danışmanı olarak Carter'm baş akıl hocasıydı) doktrini olarak anılacak politikayı açıkla dı. Buna göre; Ortadoğu, daha somut olarak da petrol re zervlerini barındıran B asra Körfezi, ABD emperyal izmi için bir "yaşamsal çıkar alanı"ydı ve Sovyetler B irliği 'nin bu bölgeye yönelik herhangi bir girişimi savaş dahil her yol l a kesin olarak engellenecekti. Sovyetler B irl iği burada tümüyle bir yanıltıcı babaney di gerçekte. Asıl hedeflenen ise I ran ' daki türden bir geliş meye bir daha meydan vermemek, bölgedeki işbirl i kçi re jimleri her türlü iç ve dış tehlikeye karşı ne pahasına olursa olsun korumaktı. (Bunun ne anlama geldiği Irak 'ın Kuveyt 'i işgali sonrasında somut olarak görüldü). Bu yeni doktrinin askeri meyvesi Acil Müdahale Birliği, Türkiye'de bilinen popüler adıyla Çevik Kuvvet oldu. Merkezi önce Merkezi Komutan lık (CENTCOM) adı yla A B D ' de 397 kurulan (Mart 1 980), sonra A lmanya' ya taşınan ve ikiyüz bin k i şil i k ( 1 985 'te bu sayı üçyüz bine çıkarıldı) olarak ta sarlanan bu k uvvetin eylem üssü ise Türkiye, daha somut olarak da Türkiye Kürd istanı olacaktı. (ABD emperyal iz mine 1 2 Eylül darbesini tezgahiattıran ve içerdeki halk ha reketini kanlı bir biçimde ezdirten temel etkenlerden b iri de bölgeye yönel ik i şte bu pol itika ve planlardı). Normal durumda ABD 'de tutulan bu askeri kuvvet gerekli her du rumda her türlü altyapısı önden hazırlanmış ve askeri mal zemesi depolanmış Türkiye'deki üslere hızla kaydırılacaktı. ( 1 2 Eylül döneminde Muş'ta ve Batman 'da bu çerçevede büyük askeri hava alanları inşa edildi, Malatya'daki h avaala nı i se aynı amaç çerçevesinde genişleti ldi). Bu kuvvetin özelliği, NATO dışı bir Amerikan kuvveti olması ve NATO 'nun görev alanı dışında kullanılmak üzere hazırlanmasıydı. Gerçekte ise bu, merkezinin Almanya 'ya taşınmasından da açıkça anlaşılacağı gibi, NATO ' yla içiçe geçen, onun güç ve olanaklarını tamamlayan bir kuvvetti. Nitekim gerek Körfez Savaşı, gerekse son Afganistan savaşı, bunun böyle olduğunu artık uygulama üzerinden de göster miş bulunmaktadır. (Çevik Kuvvet üsleri, Türkiye 'deki öteki A B D ve NA TO ü sleriyle birlikte, her i k i savaşta da etkin ve yoğun biçimde kullanıldı). Ortadoğu 'yu "yaşamsal çıkar alanı" ilan eden Carter dok trini için Sovyetler Birl iğ i ' n in bir bahane olarak kullanıldığı, bizzat Sovyetler B irl iği 'nin sahneden çekilmesiyle çok daha açık bir biçimde görüldü. Bu doktrinin bir ilk savaş uygu laması olan ve Sovyetler'in dağıldığı döneme denk gelen Körfez Savaşı bunu somut olarak gösterdi . Sovyetler'in yıkı l ışı, kendisini dengeleyen ve dolayısıyla d izginleyen bir en gelden kurtararak , A B D ' n in Carter doktri n i n i pervasızca uygulam asının önünü açtı. Güya Sovyetler B i rl iği ' nin Bas ra 'ya inişini engellemek için kurulan Çevik K uvvet, onun 398 yıkılışıyla gerek.sizleşmedi, tersine, ilk kez olarak enge l si zce bir kullanım v esilesi ve alanı buldu kendine. Dahası var. Körfez Savaşı, bölgeye müdahalede Türkiye' yi baştan başa bir savaş üssü olarak kullanan Amerikan em peryal izmine, Suudi Arabistan da dahil Basra Körfezi ' n in dört ülkesinde yeni askeri üsler kazandırdı. Böylece Ortadoğu, Türkiye ' deki ü sler i le Akdeniz'de ve Hint Okyanusu ' nda (nükleer s ilahlar da dahil en ileri silah donanımlarıyla) dev riye gezen filoların yanısıra, bizzat Basra Körfezi ülkeleri üzerinden de askeri olarak işgal edilip kuşatılmış oldu. Buna bir de (her ne kadar bir topyekun savaş dönemi dışında ABD k u l l anımına pek elverişli ol masa da) tümüyle ve herşe y iyle bir ABD üssü olan İ srai l ' i eklemek gerekir. Son Afganistan savaşı, Basra Körfezi 'nde üslenmenin, İ ç Asya'ya müdahalede de ABD emperyalizmi için temel önemde bir olanak olduğunu somut olarak gösterd i . Bun dan böyle ABD için Ortadoğu hakim iyeti ile İ ç Asya' ya hakim olma çabası artık içiçe sorunlar haline gelmiştir. Her iki bölgede de temel kaygının petrol ve doğalgaz kaynak ları üzerinde egemenlik kurmak olması, politik ve askeri hesapların ve girişimlerin temelde buna dayanması , ayrıca anlamlıdır. Irak'a karşı s a v aşı n hedeneri ı I Eylül ' le birlikte ilan edilen "uzun süreli savaş"ın asıl hedefi, tek süper güç olarak ABD emperyal izminin dünya egemenliğini pekiştirrnek ve olanak l ı olduğu ölçüde uzun süreli kılmaktır. B u ise yeni mevziler kazanmayı ve mev cut mevzilerde daha da güçlenmeyi gerektirmekted ir. İ lkinin örneğini Afgan istan müdahalesi üzerinden gör dük. Bu ülkeyi işgal eden ve burada kukla bir yönetim kuran ABD, bununla da kalmayarak Ö zbekistan ve Kırgızistan ' da 399 da askeri Usler elde etti. "Terörizmle mücadele" bahane siyle askeri olarak girilen yeni bölgelerden b i ri de Gür cistan üzerinden Kafkasya oldu. ABD bu ülkeye askeri olarak yerleşmenin i l k adımlarını atmış bulunmaktadır. Ortadoğu ise halihazırda zaten büyük ölçüde ABD'nin egemenliği ve denetimi altındadır. Fakat İran'da İ slami reji min, Irak ' ta Saddam rejiminin varlığı; İ srail 'le köklü sorun lardan dolayı Suriye'deki rejimin kendine özgü durumu; bir eksen olarak Ortadoğu'daki her türlü sorunu kendine şu veya bu biçimde bağlayan Fil i stin sorunu; bu sorunun da etki siyle Ortadoğu halkları arasındaki güçlü anti-Amerikancı tep ki, tüm bunlar birarada, ABD emperyalizminin Ortadoğu'daki egemenliğinin temel önemde zaaf noktaları olarak duruyor ortada. Değişen ve artık hiçbir inandırıcılığı da kalmamış bulu nan bahaneler kullanılarak Irak ' a karşı gündeme getirilmek i stenen savaşın gerçek anl amı ve amacı da bu çerçevede açığa çıkıyor. AB D, Irak 'taki rejimi devirerek bu ülkeyi ken di kontrol ü altına almayı, bu zaafları gidermenin bir ilk hare ket noktası olarak görüyor. Irak 'a boyun eğdirilmesi, ABD ' ye, Körfez'in e n büyük petrol üreticisi ülkelerinden biri üze rinde daha· hakimiyet kurma olanağı sağlamakla kalmaya cak; yanısıra, İ srail 'i askeri ve politik açıdan büyük ölçü de rahatlatırken, tersinden de İran'ın kıskaca alınmasını kolay laştıracaktır. Tüm bu gel işmeler birarada Filistin direnişi ne büyük bir darbe anlamına gelecek ve böylece Oslo'dan daha beter bir köleci barışın Fil istin halkına dayatılması da kolaylaşacaktır. Bütün bunlar, AB D 'nin Irak 'a yönelik bir savaşı neden kesin bir kararlı l ıkla amaçladığını yeterli açıkl ıkta göster mektedir. Amacına ulaşması durumunda o, sayı l an tüm bu kazanımların yanısıra ek üstünlükler elde edecektir. Örneğin, petrol bölgesini kontrol etmek yoluyla, halihazırda AB ile 400 Japonya karşısında zaten sahip bulunduğu stratejik önem deki üstünlüğünü daha da güçlendirmiş olacaktır. Irak ve İran 'ın bugünkü durumu özellikle A vrupalı emperyalistle re halihazırda ABD denetimi dışında bir manevra alanı sağla maktadır. Irak'taki durumun değişmesi ve İran'ın iyice kuşa tılması bu olanağı ortadan kaldıracaktır. ABD'nin eklenti si olarak hareket eden İngiltere dışındaki öteki büyük Avrupah emperyalistlerin lrak'a yönelik bir savaşa sıcak bakmama larının gerisinde bu vardır. Fakat öteki engelleri aşması du rumunda, ABD 'nin bu ülkeleri kendini desteklemeye mec bur edecek güç ve üstünlüklere sahi p olduğu ·da bir ger çektir. Bütün bunların ışığında bakıldığında, ABD'nin Jrak 'a yönelik emperyalist m üdahalesinden yarar u man Kürt çev releri, bu tutumlarıyla Ortadoğu halklarının temel çıkarianna sırt çevirmekte, nesnel olarak onlara ihanet etmektedirler. Zira böyle bir müdahalenin başarısı bölgede ABD emper yalizmini ve siyonİst İsrail 'i güçlendirmekten başka bir sonu . ca yolaçmayacaktır. Filistin davası büyük bir darbe yiye cek, bölge halklarının emperyalizme ve işbirlikçi rejimiere karşı özgürlük, bağımsızlık ve devrim mücadeleleri çok daha büyük güçlüklerle yüzyüze kalacaktır. B unları bilmezlikten gelenler ya da ABD emperyalizminin tam denetimindeki bir Kürt devleti uğruna hiçe sayanlar, bu tutumlarıyla Ameri kan emperyalizmine suç ortaklığını benimsemiş olacaklardır. Kürt hareketi: Devrimci çizgiden Amerikan işbirlikçiliğine B irbirine komşu dört ayrı ülke tarafından tarihsel ola rak parçalanmış bulunan Kürdistan' ın herbir parçasındaki Kürt hareketinin kendine özgü bir tarihsel gelişme dinamiği ve seyri olmuştur. Türkiye ve Irak Kürdistanı 'ndaki Kürt 401 hareketlerin i n kısaca karşı laştırılması bu açıdan açıklayıcı olacaktır. Irak'ta l958'deki darbeyle kralın devrilmesi, Irak'ın Bağ dat Paktı ' ndan çekilmesi ve ardından Baascı rejimin kurul masıyla birlikte, bu ülke emperyalizmin denetiminden uzak laşarak ad ım adım Sovyetler B irliği 'nin etkisi altına gird i . Bu durum zaman içerisinde Kürt hareketinin Amerikan em peryalizmi tarafından gerektiğinde kendi amaçları doğrul tusunda kullanılabilmesinin de tarihsel zeminini yarattı. Irak Kürtleri ABD tarafından bu tür bir kullanılışın iki tarihsel örneğini yaşad ılar ve bunun ağır bedellerini öde diler. İ lki '70'li yılların başında ve baba Barzani döneminde yaşandı. C İ A ve Ş ah rejiminin ortak çabasıyla baba Bar zani Baascı Irak rej im ine karşı yıllarca kullanıldı. Fakat İran ile Irak arasında 1 975 'de gerçekleşen Cezayir Antıaşması 'nın ardından Irak Kürtleri bunun faturasını ağır bir biçimde öde diler. Benzer bir durum 1 99 1 Körfez Savaşı sırasında yaşandı. Bu kez sahnede oğul B arzani ile Talabani vardı. ABD tara fından ayaklanmaya kışkırtılan Irak Kürtleri, ardından ortada b ırakıld ılar ve böylece yeni bir felaketle yüzyüze kaldılar. Yinelenen bu acılı deneyimlere rağmen, Irak Kürtleri ara sında Amerikancılık Körfez Savaşı'nın ardından zayıftamak bir yana daha da güçlendi. Bu nedensiz de değildi. Kuzey'de ve Güney'de Irak için uçuşa yasak bölgeler yaratan Ame rikan emperyalizmi, böylece Kuzey Irak Kürtleri ' ne kendi vesayeti altında bir koruma bölgesi yaratmış oldu. Bu amaç çerçevesinde savaşın ardından Türkiye'de üslenen Çekiç Güç'le korunan Irak Kürt bölgesinde, giderek bir özerk yönetim örgütlendi ve bu zamanla bir Kürt devleti oluşumuna doğru evri ldi. Herşeyiyle A B D 'ye bağımlı olan ve bundan dolayı da "kukla devlet" nitelemesine hak kazanan bu oluşum, Irak Kürtleri arasında zaten tarihsel bir temele sahip olan Ameri kancılığa yeni bir güç kazandırd ı . Baba B arzani dönemin402 de Sovyetler'e yakın bir çizgide olan ve hatta sosyalist olmak iddiası bile taşıyan Talabani 'nin KYB'si de oğul Barzani döneminde, daha kesin olarak da Körfez S avaşı dönemin de, artık tümüyle Amerikancı bir çizgiye kayd ı. Böylece Irak 'taki büyük Kürt hareketleri kendi aral arında sorunlar yaşamayı sürdürseler de Amerikancı çizgide birleştiler. Aynı tarihi dönemde, Türkiye'deki Kürt hareketi tümüyle farklı bir çizgide gelişiyordu. '60'1ı yıl lar Türkiye'sinde, genel sosyal uyanışa ve dünya ölçüsünde yükselen devrimci dal gaya paralel olarak. yeni sosyal-siyasal temeller üzerinde kendini bulan bir Kürt hareketi çıktı ortaya. Bu hareket al t sınıfiara dayanıyor ve sosyalizm iddiası taşıyordu. Anti-em peryalist bir çizgideydi ve Amerikan emperyalizm i ne karşı Türkiye çapında yükselen mücadelenin bir parçasıydı. Irak Kürt hareketiyle bu farklılık, bu öznel etkenierin yanısıra, Türkiye 'nin nesnel tarihsel-toplumsal durumuyla da yakından bağl antıhydı. Türkiye bir NATO üyesiydi ve ülkede Amerikan işbirlikçisi bir rejim egemendi. i şbirlikçi rejimin gerisindeki emperyal izm, Kürtler üzerindeki köleci egemenliğin dış dayanağını oluşturmaktaydı. Kürt mülk sahi bi sınıflar ise, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki isyanların bastırıl masının ardından önce yıldırı lmış, sonra da düzene eklem lenm işlerdi. Tüm siyasal temsilci leri devlet yanl ısı ve em peryalizm i n i şbirl ikçileriyd i. Kürtler' in özgürlük ve eşitlik davası artık onları hiçbir biçimde ilgi lendirmiyordu. Bu tarihi-toplumsal durum, '90'Iı yılların başına kadar, genell ikle alt sınıılardan gelen ve onlara dayanan Türkiye' deki Kürt akımlarının büyük bir bölümüyle ilerici, devrimci, anti-emperyalist ve sosyalist nitelikte ya da iddiada olmasını da kolayca açıklamaktadır. ' 90'1arın başında değişen ise, Sovyetler B irl iği ve Doğu Avrupa'daki y ıkıl ışlar, devrim ve sosyalizm mücadeleleri nin dibe vurması , tersinden i se, Körfez Savaşı sonrasında 403 ABD himayesinde Irak Kürdistanı ' nda ortaya ç ıkan özel durumdu . Bu gelişmeler daha o zamandan Kürt reformisı akımları arasında anti-emperyalist tutum ve duyarlılığı hızla erezyona uğratarak, bugün gelinen yerde açıktan ABD savu nuculuğu yapmaya varan işbirlikçi çizgiyi üretti. Kürt öz gürlük mücadelesinin etkisi ve basıncı altında u lusal anlamda politize olan, fakat kendi güç ve etkisini Kürt hareketini geriye, düzen içi sınırlara çekmek doğrultusunda kullanmak ta gecikmeyen Kürt mülk sahibi sınıfların özel ağırlığı ve çabası, bunu ayrıca kolaylaştırdı. Y ine de ' 90 ' 1 ı yılların özellikle ilk yarısında, bu geliş menin hızını kesen temel önemde bir etken vardı. Bu, PKK önderliğinde önemli bir güç kazanan ulusal özgürlük mü cadelesinin karşı durulamayan etkisiydi. B unu, o günkü durumun olduğu kadar bugün vanlan ibret verici noktanın anlaşılması bakımından da son derece açıklayıcı olan bir olay üzerinden ömekleyelim. Abdullah Öcalan, Temmuz ı 992 tarihinde, eski solcu Talabani 'nin kendisine gönderdiği önemli bir mektubu kamuoyuna açıkladı ( Yeni Ülke, sayı : 3 ı , 26 Temmuz- ı Ağustos 1 992). Sözkonusu mektubunda Talabani, Öcalan'a tehdit dolu ifadelerle şunları yazıyordu: "Devrimler dönemi · bitmiştir, silahlı direnme dönemi bitmiştir, artık tarihe karışmıştır. Yeni dünya düzeni siyasi görüşmeler yoluyla, A B D ' n i n h i mayesinde, serbest piyasaya dayal ı , burjuva demokrasiler sistemi hakim tek nizamdır. Sizin de bunu kabul etmekten başka bir çareniz yoktur." O zaman Talabani 'nin bu tehditkar ve dayatmacı tavsi yelerini ihanet olarak n i teleyen ve kamuoyu önünde teşhir eden Öcalan, şimdi "demokratik uygarlı k projesi" ambalajıy la sannalayarak bu aynı ihaneti Türkiye Kürtleri 'ne bir prog ram olarak sunacak noktaya gelmiştir. Bu, Türkiye'deki Kürt hareketinin kendi tarihsel kimliğini ve biriki mini tümden red ve i nkar ederek v ard ığı noktad ır ayn ı zamanda. B u 404 nedenledir ki, bugün artık KADEK adını almış bulunan PKK. ABD ' nin Irak' a m üdahalesini desteklemektedir. Türk dev letine benzer bir biçimde Filistin direnişiyle siyonİst saldır ganlığa eşit mesafede durmakta, sonuçta nesnel olarak si yonist saldırganlığa destek olmaktadır. PKK ' daki kimlik değişiminden beri Türkiye'deki Kürt hareketi, pek az istisnayla, artık her türlü anti-emperyalist tutum ve duyarlılığı bir yana bırakarak Amerikancı ve AB'ci çizgide birleşmiş durumdadır. Bu, Türkiye'deki Kürt hare ketinde köklü bir tutum ve kimlik değişimidir. Bu tutumu hazırlayan ise, devrim ve sosyalizm mücadelesindeki genel gerilemenin yanısıra, daha da bel irleyici olarak, ABD em peryalizminin kendi Ortadoğu politika ve planları çerçeve sinde Kürtler'e kendi tam denetiminde bir siyasal varlık alanı açma çabasıdır. ABD'nin bu çabası siyonisı İsrail'in çoktandır izlediği çizgiyle de örtüşmektedir. İsrail için bu, bünyesinde Kürt sorununu barındıran Arap ya da İ ran türünden İslam devletlerini parçalayıp güçten düşürmenin temel önemde bir olanağı ve yoludur. Bu niyet ve hesapl arı tüm açıklığı ile ortaya koyan gizli belgeler bugün artık gözler önündedir. Dünya ölçüsünde ve özellikle de bugünün Türkiye 'sinde sosyal mücadelenin ve dolayısıyla devrimci hareketin zayıflığı, Kürt akımlarının emperyalizmin ve siyonizmin tuzağına düş melerine ve aleti hal ine gelmelerine uygun bir zemin oluş turmaktadır. Bu zeminin dışında kalanlar, tarihsel ve sınıfsal bir bilinçle hareket etmeyi başararak soluklu davranabilenler dir. Yazık ki bunlar halihazırda çok küçük bir azınlığı oluş turmaktad ırlar. Fakat geleceği onlar temsil etmektedirler. Emperyalizmle iş ve kader birliği, hiçbir yerde halkiara öz gürlük ve bağımsızlık getirmemiş, fakat istinasız her yer de onları yeni biçimler içinde ağır ve utanç verici bir kölelikle yüzyüze bırakmıştır. Kürt hareketinin kendi yakın geçmişinde i se bu tutum, kitlesel ac ı ve yıkım iara yolaçan ağır fela405 ketlerle sonuçlanmıştır. Bugün tüm umutlarını emperyaliz me bağlayanlar daha d üne kadar bütün bunları biliyorlardı, bugün ise bunları modası geçmi ş l akırd ı sayıyorlar. Doğası gereği devrimci kalan dinamik: Filistin Düne kadar Filistin ve Kürt sorunlannı Ortadoğu'nun temel önemde iki devrimci d inamiği olarak tanımlamak olağandı. Ortaya koyduğumuz nedenlerden dolayı bunu Kürt sorunu için i leri sürmek artık eskisi kadar kolay değildir. Tam tersine, Kürt sorunu, Ortadoğu 'nun karmaşık ilişki ve dengeleri için de, emperyalizm tarafından kolayca istismar edilebilir b i r sorun haline gelmiştir. Güney Kürdistan 'ın ardından Kuzey Kürd i stan ' da da güçl ü bir Amerikancılığın ortaya çıkması bunun böyle olduğunu somut olarak göstermektedir. Oysa Fil istin sorunu, Kürdistan sorunundan farkl ı ola rak, nesnel nitel iği neden iyle Ortadoğu 'ya yönelik emper yalist politika ve planların önünde aşıl ması güç bir engel olarak durmaktadır. Fil istin sorununa bu n i teliği kazandıran ise, bizzat siyonisı ideoloji ve projenin kendisidi r. Siyonisı proje tarihi· olarak Filistin halkına ait bir vatanı kendisi için "vaadedilmiş toprak" saym ış ve emperyalizmin tam deste ğinde bu toprağı ele geçirmek için her yolu mübah saymıştır. "Halksız bir vatan" saydığı Fil istin 'e "vatan s ız bir halk"ı yerleşti rmeyi kendine temel hede f olarak seçen siyonisı hareket, bu sanal varsayımına gerçeklik kazandırmak için, Filistin halkını Fil istin 'den sürmek, bu anlamda Filistin 'i i nsansızlaştırmak yolunu tutmuştur. Emperyal izmin çok yön11i desteğiyle devlet kimliği ka zanan siyonisı hareket, tanımlanan doğası gereği, yayılınacı ve tahakkümcüdür. Fil istin halkının kendi öz topraklarından kitlesel çapta sürütmesi ve herşeye rağmen tutunmayı başa406 rabildiği s ın ırl ı bir alanda ise 35 y ıldır zalim bir işgalci yönetim altında tutulması, bunun bir ifadesidir. Bu, bir türlü çözülemeyen Filistin sorununun tarihsel temellerini oluşturmak ta ve bir türlü kınlamayan Filistin direnişinin derin kaynağını açıklamaktad ır. Sorunun bir de emperyalizmden kaynakl ı boyutu vardır. Tarihi dönemlere göre somut muhatapları değişse de, siyonist hareket ve ardından devlet, kesintisiz olarak emperyalizmin desteğine sahip olmuştur. B unun geri sinde, emperyalizmin Ortadoğu politikalarıyla s iyonİst saldırganlık ve yayılınacılı ğın çakışması vardır. Bu olgu, Filistin sorununu, siyonist İ srail ' den öteye bizzat emperyalizm i n kendisiyle de karşı karşıya getirmekte, onun nesnel devrimci niteliğini evrensel bir çerçeveye oturtmaktadır. Emperyalizm , Ortadoğu üzerindeki hakimiyetinin kilit gücü olan siyonist devletten vazgeçmedikçe, Filistin halkının haklı ve meşru talepleri karşısında net ve kesin çözümden y ana olamaz. Ortadoğu 'daki karmaşık il işki ve dengeler, kendi işbirlikçi rejimlerini sürekl i ağır bir basınç altında tutan Arap halklarının duyarlılığı, emperyal ist devletleri Fil istin soru nunda görünürde daha esnek bir tutum izlemeye mecbur bı rakmıştır. Fakat bu ikiyüzlülük soruna bir çözüm yolu hazırlamaktan çok, onlara durumu idare etme olanağı sağ lamıştır yalnızca. Köleci Oslo Barışı bunun böyle olduğunu ayrıca gösterdi . Birinci Filistin İntifadası 'nın ağır basıncı altında v e bölgedeki genel çıkarlarını güvenceye almak amacı çerçevesinde, ABD emperyalizmi, Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku 'nun çöküşüyle oluşan uygun tarihi ortamı da kullanarak, Filistin halkına Filistin topraklarının çok küçük bir bölümü üzerinde. İ srail' in sürekli baskı ve aşağılaması altında sözde özerk bir yöne tim hal inde yaşamayı dayattı. Aradan geçen 1 0 y ı l , s i yonist doğası gereği İsrail'in bu 407 kadarını bile hazmedemediğini, onun açığa vurulamayan ger çek niyetinin tüm Filistin 'e egemen olmak olduğunu açıklıkla gösterdi. İşgal bölgelerindeki geniş çaplı yerleşim politikaları bunun en önemli göstergesi oldu. B u politikalara A B D ' nin örtülü desteği ise, onun bu n iyet ve hesaplannda yalnız olma dığının açık kanıtı. Bir yandan siyonisı devletin tarihi emelleri ve buna dayalı sömürgeci politikaları, öte yandan Filistin halkının gerçek özgürlük ve bağımsızlık isteği, zıt yönlerden etkide bulu narak, Oslo'da kotarılan A merikan barışının çöküşünü ge tirdi ve bugünkü gelişmelerin önünü açtı. Bugün Filistin direniş hareketi içerisinde uzlaşmacı burju va akım i le dinsel gerici akı m etkin durumdadır. Filistin halkının özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini devrimci anti emperyalist bir çizgide savunan ve siyonizm karşıtlığım Yahudi halkına düşmanlıktan net bir tutumla ayıran, dahası Fili stin emekçileriyle Yahudi emekçilerinin devrimci birliğini hedef leyen akım son derece güçsüzdür, sesi neredeyse hiç duyul mamaktadır. Bu, başka nedenler yanında, ' 89 yıkıl ışını iz leyen tarihi gelişmelerin Fili stin hareketi üzerindeki yıkıcı etkisinin bir sonucudur. Fakat ö.z nel uns urlar alanındaki bu belirgin zaafi yete rağmen, işaret ettiğimiz özellikleri nedeniyle, Filistin sorunu nesnel devrimci karakterini korumaktadır. B undan dolayıdır ki Filistin davası tüm dünya halklarının, ilerici ve devrimci _ güçlerinin haklı desteğini almaktad.ı r. Y ine aynı nedenler le, Filistin diren işi, güncel emperyal ist politikaların, somut olarak lrak ' a karşı emperyalist bir savaşın önünde, etkisiz leştirilmesi kolay olmayan bir engel olarak durmaktadır. Bu engelin ne anlama geldiğini giderek çok daha somut olarak gören ABD emperyalizmi, bir yandan İsrail ' in yıldrrma ve teslim alma amacına yönelik s ınırsız terör ve katliam politikalarına destek vererek, öte yandan i se aldatıcı ve 408 oyalayıcı adımlarla Filistin direnişini y atı ş t ı rm aya çalışarak. güncel durumu kurtarmaya çalışmaktadır. Terörle yıldırma ve teslim alma politikasının sonuç vermediği ve veremeyeceği onyı lların deneyimi ile anlaşılmış bul unmaktadır. ABD em peryal izminin işbirlikçi Arap rej imlerinin de yard ımıyla tez gahladığı yeni manevraların ne kadar sonuç vereceğini ise önümüzdeki dönem gösterecektir. 409 Seçimler ve devrimci SIDif çizgisi Si yasete yönelik ABD kaynaklı İ MF-T Ü S İ AD komplo su üç yıllık h ükümet ortaklığını krize soktu ve erken seçi m i n gündeme girmesiyle sonuçlandı. Irak ' a yöneli k emper yal ist savaştan ya da kokuşmuş burjuva siyaset sahnesinin kendi iç hesap ve çekişmelerinden dolayı ertelenebileceği üzerine çeşitli spekülasyonlar sürse de. Türkiye giderek daha yoğun biçimde bir seç i m atmosferine giriyor. Her çeşi diyle Amerikancı düzen partileri kadar parlamentarizme eklem lenmiş çeşitli türden reformisı sol partiler de kendi cephele rinden erken seçime hazırlanıyorlar. Aynı hazırlığı devrimci sınıf partisi olarak partimiz de kendi cephesinden yapıyor. Si yasal yaşamın yoğunlaştığı , kitlelerin siyasal ilgisinin normal dönemlere göre belirgin biçimde arttığı seçim dönemini devrimci amaçları çerçevesinde kullanmaya hazırlanıyor. Doğal olarak düzen partileri ve dü410 zen icazetine sığınmış reformisı sol partilerin se�imlere yak laşımı ve buna yönelik hazırlığı i l e devrimci sınıf partisi nin yaklaşımı ve hazırlığı arasında temelden ve ilkesel nitelikte fark vardır. B una geçmeden önce seçi m dönemine giri l irken Tür kiye ' n i n içinde bulunduğu genel durum, işbirl ikçi tekelci burjuvazinin yeni döneme yönelik ihtiyaçları ve bununla bağ lantılı olarak seçimlerden beklentisi üzerinde kısaca duralım . i çerde İMF saldırı programına uyum Ekonomideki yapısal bunalımın ve borç köleliğinin ifla sın eşiğine getirdiği bir Türkiye kapitalizmi gerçeği i le yüz yüzeyi z bugün. Bu olgu, tam bir zorunluluk halinde, işbir l ikçi burjuvazinin bugünkü iç ve dış pol itikasının çerçeve sini de belirlemektedir. içerde, emekçileri sosyal yıkıma sü rükleyen, ülkeyi ise sınırsız ve engelsiz biçimde emperya list sömürü ve yağmaya açan İ M F programı uygulanmak tadır. Dışarda ise, iç durumla sıkı sıkıya bağlantı içinde, Türkiye 'yi çevreleyen kriz bölgelerinde Amerikan emperya l izminin çıkar ve ihtiyaçları çerçevesinde siyasi-askeri roller üstlenilmektedir. Türkiye y ı l l ardır borç ödemeye endekslenmi ş bir İ MF programı uyguluyor ve tüm göstergeler bunun daha yıllarca uygulanmak istendiğini gösteriyor. İM F i le halihazırda im zalanmış anlaşmalar mevcut saldırı programının en az üç yıl daha uygulanmasını gerektiriyor. Önümüzdeki üç yılı içe risinde 60 milyar dolar borç ödeme zorunluluğu işbi rl ikçi burjuvazinin ve onun adına ülkeyi yönetenlerin önünde zaten başkaca da bir yol olmadığını gösteriyor. T ÜS İA D ' ın tüm düzen parti lerinden, uygulanmakta olan İ M F programı n ı seçimler sonrasında da uygulamaya devam edeceklerine ya da bu uygulamayı destekleyeceklerine dair güvence verme4JJ leri ni, dahası bunu seçimler öncesinde açıkça ilan etmelerin i istemesi, işbirlikçi te k elci burjuvazi yönünden bu konuda ki kesin tutumu ve zorunluluğu anlatıyor. Yeni dönemde hükümet ortağı olmak hazırl ı ğ ındaki CHP'nin bu isteğe şimdiden net bir yanıt vermesi ve İMF memuru Derv i ş ' i saflarına alarak bu konuda fiilen de gü vencelemesi, işbirlikçi tekelci burjuvazinin bu konudaki kesin ihtiyacını görmesinden, bu ihtiyaca yanıt vermeksizin onun adı n a hükümet olmak şansı bulamayacağ ı n ı n bil incinde olmasından kaynaklanıyor. Onun düzen solu adı na bir koldan yaptığını, düzen sağı adına öte koldan Tayyipçi AKP yapıyor. Bu güvenceleri alan işbirlikçi tekelci burjuvazinin gel i nen yerde yeni hükümet döneinine bu iki partiyi hazırlama yoluna gitmesi de bu çerçevede yerli yerine oturuyor. Ö zetle, yıllardır uygul anmakta olan saldırı programına önümüzdeki y ıl larda da devam edilecektir; değişen yalnızca uygulayıcı durumundaki hükümet i le onu o luşturacak par tiler bileşimi olacaktır. Dışarda emperyalist saldirganlığa ve savaşa uyum İ şçi sınıfı ve emekçiler payına sosyal y ıkım, işsizlik, yok sulluk ve açl ık anlamına gelen İMF saldırı ve y ıkım programı, ülke payına ise kaynakların yağmalanması, birikmiş zengin Iikierin emperyalist tekellere peşkeş çekilmesi; sanayi, bankacı l ık, iletişim, enerji vb. temel alanlardaki en kilit konumların emperyalist tekellerin etkisine ve egemenliğine açılması anlamı na gel iyor. Borç köl e liğinin ürünü ve borç ödemeye dayalı bu saldırı ve y ıkım programının dış politikadaki bedeli ve sonuçlarının iç politikadakinden aşağı kalır yanı yok. Bugüne kadar bu bedel Balkanlar'da, ardından da Afga nistan'da A B D emperyalizminin çıkar ve ihtiyaçları doğru!412 tusunda müdahale, savaş ve işgal gücü ol arak aktif görev ler üstlenmek oldu. Halihazırda Afganistan 'da üstlenilen işgal komutanlığı soru ml uluğunun siyasal ve askeri faturası . ar tan karışıklıklara bağlı olarak önümüzdeki dönemde ken dini belirgin biçimde gösterecektir. Afganistan geneline geniş letilmesi planlanan bu sorumluluğu Türkiye' den devralma ya aday herhangi bir ülke halihazırda ortada yok. Yuları sıkı sıkıya Amerikan yönetiminin elinde olan Türk devle tinin ise bu sorumluluğu kolayca ortada bırakmak gibi bir olanağı yok. A fganistan batağının yükü, ABD ile birlikte, onun işgal gücü konumundaki Türkiye'nin üzerine kalacak gibi görünmektedir. Fakat ABD'nin çıkar ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket etmenin sonuçları kendini asıl olarak Ortadoğu'ya yapılmak istenen yeni kapsamlı müdahale üzerinden gösterecektir. Türk devleti hahihazırd� NATO'nun Ortadoğu 'daki ileri karakolu dur. Türkiye, ABD'nin bölgeye yönelik saldırı v e müdahalele rinin değişmez askeri üssüdür. Bunlar yetmezmiş gibi, daha bir de ABD ve İ srail ile birl ikte Ortadoğu halklarına karşı kurulmuş üçlü saldırgan askeri ittifakın da içindedir. Irak'a karşı gündeme gelecek emperyalist savaşla birlikte bu uğursuz konum ve utanç verici rol yeni boyutlar kaza nacaktır. Irak 'a karşı savaşta Türkiye 'nin bir saldırı üssü olarak kullanılacağı kesindir, bu konuda bir belirsizlik ve tartışma yok . Türk ordusunun savaşta ABD hesabına nasıl ve ne ölçüde yeralacağı i se gelişmelere bağlı olarak şekil lenecek. ABD emperyalizmi Irak 'a karşı hazırlandığı savaşı temelde Türkiye üzerinden gerçekleştirmek istemektedir. Borç köleliği ve İMF anlaşmalarıyla Türkiye üzerinde iyice ağır Iaştırılmış bulunan emperyalist vesayet ilişkisi, ABD'ye he sabını bu doğrultuda yapma olanağı ve kol aylığı sağlamakta dır. işbirlikçi burjuvazinin ve onun adına ülkleyi yönetmekte olanların tutumunu tayin edecek olan da temelde budur. Yani 413 "İMF tarafı ndan ABD hesabına satın alınmış" olmak gerçeği ortada fazlaca bi r tercih imkanı da yoktur. En fazl asından emperyali st cephedeki iç çatlakların sağladığı sınırlı bir manevra alanı vardır k i , bu alanda olayların nasıl gelişeceği de henüz yeterince açık değildir. Sonuç olarak, Amerikan emperyalizmi ve işbirlikçi bur juvazi, Türkiye' nin siyaset sahnesini yeniden düzenlerken, içerde i MF programını uygulayan, d ışarda i se emperyal ist saldırganlık ve savaşın gerektirdiği bir pol iti kayı uysalca izleyen bir yeni hükümet arayışı peşindedir. Amerikancı/ İMF'ci düzen partilerinin, özell ikle de seçimlerin ardından hükümet olma şansı yüksek görünenlerin, tam da bu iki temel konuda aykırı bir tek kel ime etmemeleri, dahası İMF prog ramını uygulayacakları konusunda açıkça güvence verme leri, onların bu i htiyacı net bir biçimde algıladıklarını ve buna tam uyum gösterdiklerini ortaya koyuyor. kar� ısında Baskı ve terör rejimine uyum Fakat bunları organik olarak tamamladığı halde pek öne ç ıkmayan, çıkması da istenmeyen bir üçüncü temel sorun daha var. B u, I 2 Eylül faşist darbesiyle birlikte anayasa!, yasal ve kurumsal çerçevesi oluşturulmuş, Kürt halkına karşı kirli savaş yılları içinde alabildiğine geliştirHip yetkinleştirilmiş baskı ve terör rejiminin olduğu gibi korunmasıdır. Bu, i ş birlikçi tekelci burjuvazi için temel önemde bir başka ihtiyaçtır. Kurumsal ve yasal temeliyle bugünkü yapı korunmaksızın İMF programlarını bugünkü acımasızlığıyla uygulamanın ko lay olmayacağını, bu uygulamaların biriktirdiği hoşnutsuzluğun kolay dizginlenemeyeceğini işbirl i kç i burjuvazi, onun adına ül keyi yöneten "düzen bekçileri" çok iyi bilmektedirler. Bu ihtiyacı çok iyi algıladıklarından dolayıdır ki, sağı ve soluyla burjuva düzen panileri de baskı ve terör politikasına 414 ve onun taşıy ıcısı olan kurumsal y apıya yönelik herhangi bir eleştirel tutum ortaya koymadıkları gibi demokratik hak ve özgürlükler alanında da herhangi bir vaaue bulunmamakta, demagojik düzeyde bile olsa kitlelerin dikkatini bu alana çekmemeye özel bir özen göstermektedirler. Erken seçim kararıyla birlikte gündeme getirilen AB ' ye uyum yasalarıyla yapılan makyajın olduğu kadarıyla kitleler üzerindeki aldatıcı etkisini bu konuda s usmanın, demokratik hak ve istemleri tartışma dışı tutmanın bir i mkanı saymaktadırlar. Dikkate değer olan olgu, bu tutumun düzen icazetine sığınmış reformist solda da yansımalarını bulabilmesidir. İMF programı çerçevesinde yaşanan sosyal yıkımın sonuçları ve Amerika eksenli emperyalist savaş hazırlığı üzerine kolayından solculuk tasıayan bu partiler, faşist baskı ve terör rejimi nin kurumsal yapısı, bu çerçevede temel demokratik hak ve özgürlükler üzerine kayda değer herhangi bir istem ileri sür memekte, teşhir ve propaganda çalı şmalarında buna fazla ca yer vermemekted irler. S ırtını devlete dayamış İP ' i n bu konuda tümüyle susması (açıklanmış bul unan seçim bildir gelerinde buna ilişkin tek kelime yok ! ). Ö DP ve HADEP'in ise bu konudaki söylemlerini "Kopenhag Kriterleri"ne endeks lemeleri anlaşılır bir durumdur. Fakat AB 'ye karşı göründüğü ' halde "demokrasi bloku" adı altında AB solunun kuyruğuna takılan EMEP ile "majestelerinin komünist partisi" olma ya soyunan (ve bu konuda sermaye medyasından çok bi linçli bir destek, teşv ik ve kayırma gören) Sİ P-TKP cephesin de de durum özünde farklı değildir. Öylesine ki, EMEP seçim lere ilişkin önemli bir parti toplantısının "sonuç bildirgesi"n de sorunu "anti-demokratik tüm yasalardan kurtulma" ola rak koymakla yelinmiştir ( 1 7 - 1 8 Ağustos tarihli "Sonuç Bil diJ·gesi" ) S İ P-TKP ise seç im gündemiyle bağlantılı olarak . düzen partileri ile kendisini bir dizi sorun üzerinden karşı laştıran bir temel parti metninde bu kadarını bile yapma4/5 mış, Bir bu konuyu tümden atlayabil miştir! ( "Düzen Partileri Yana TKP Bir Yana" ). "Terbiyeli sol''un temel siyasal hak ve özgürlükler mü cadelesi, bununla bağlantılı olarak baskı ve terör rejimi üze rine bu suskunluğu da rastlantı değildir. Düzenin icazetine sığınmış olmak "hassas" siyasal sorunlarda, özellikle de devlet ve iktidar sorunlarında suskun kalmayı, bunun yerine ge nel bir müsamaha ile karşıtanan iktisadi ve sosyal sorun lar üzerine solcu gevezelik yapmakla yetinmeyi gerektiri yor. B uradaki davranış tam da hücre saldırısı alanındaki davranışın genelleşmiş bir yansımasıdır. Hücre saldırısını kendi dışında görrnek ve bu alanda pratik değeri olan her hangi bir siyasal davranıştan özenle kaçınmak, işin özün de kendini devletle sorunlu görmemekle (ne de olsa hücre saldırısı "devlete kafa tutanlara" yönelik bir saldırıydı!) aynı anlama gelmekteydi . Temel siyasal sorunlara, baskı ve terör rejimine, bunun aracı olarak baskıcı devlet aygıtına dokunmayan, devrimci iktidar sorunu bir yana temel demokratik hak ve özgürlükler uğruna bile açık ve etkin bir ajitasyondan özenle kaçman bu solculuk türü elbette düzen egemenlerinin gözünden kaçmıyor, tersi ne, gittikçe daha çok ve daha açık bir i lgi ve kayırmanın konusu oluyor. 12 Eylül'le yaratılan ve yıllar öncesinden devletin "Milli Siyaset Belgesi"nde kayda geçi rilen bir solculuk türü (siyaset belgesinin deyimiyle "ılımlı sol") ile yüzyüze olduğumuza göre, bütün bunlar kuşkusuz şaşırtıcı da değil dir. Fakat bütün bunlardan girmiş bulunduğumuz seçim faa liyeti dönemi için çıkanlması gereken temel önemde bir sonuç ve bununla bağlantılı görevler var önümüzde. Komünistler ve onlarla birlikte herşeye rağmen bugün devrimci konu munu koruyan herkes, yalnızca Amerikancı/İMF'ci düzen partilerinin değil, düzen icazetine sığı nmış fakat hala da 416 devrimcilik iddiası taşıyan bu solcu düzenbazların da maske sini i ndirmek için gerekli çabayı gösterebilmel idir. ihtiyaçlara uyumlu hükümete bugünden hazırlık İ MF-TÜ S İ A D kaynaklı hükümet komplosu, s iyasi yaşa mı emperyaHzmin ve tekelci burjuvazinin yukarıda sıralanan yeni d�nem ihtiyaçlarına göre yeniden belirlemeye yöne l ik bir girişimdi. Buna yönelik hükümet darbesi önden tasar landığı şekl iyle başarısız kalmış olsa da, bu doğrultudaki çabalar yeni duruma u yarlanmı ş biçim i yle ve tüm hızıyla halen sürmektedir. Geleneksel düzen sağını kendi içi nde topadayamayan burjuvazi, gelinen yerde çözümü "merkez sağ" iddiasıyla ortaya çıkan dünün şeriatçısı Tayyipçi AKP üzerinden aramak zorunda kalmış durumda. B u zorunluluk, AKP'nin herşeye rağmen elde etmiş göründüğü seçmen desteğinden geliyor. AKP 'nin cömert "değişim" vaatl eri, "merkez sağ" çizgide ve her bakımdan düzenle uyumlu hareket etme iddiası, buna yönelik arayışl arı kol aylaştırmış bulunuyor. Halihazırdaki güçlük daha çok 28 Şubat 'la bağlantılı pol i tik ve psikolo jik sorunlardan kaynaklanıyor. Tayyipçi AKP ikiyüzlü ta kiyeci bir tutumla böyle olmadığını ısrarla söyleyip dursa da, toplumda böyle bir algılamanın önüne geçilememesi bir handikap oluşturuyor. Bu, ABD i le TÜ S İ AD'ın sözcülüğünü yaptığı işbirlikçi burjuvaziden çok 28 Ş ubat ' ın aktörü düzen ordusu için bir sorun. ABD için sorun yok, zira AKP yıllardır ABD'nin desteği ile yönlendirilen geHşmelerin bir ürünü. Tayyip be lediye başkanlığından beri ABD'den destek görüyor ve AKP' yi kurmadan önce ondan özel icazet almış durumda. TÜ SİAD' ın sözcülüğünü yaptığı i şbirl i kçi burjuvazi için sorun yok, 41 7 zira A KP ' nin yeni kimlik üzerinden topluma pazarlanması ve yeni hükümetin güçlü adayı olarak meşrulaştırılması tam da TÜSiAD 'ın orduya özel raporuyla hız kazandı. Bunu holding medyasının "değişim" kimliği üzerinden Tayyip ' i topluma pazarlaması izledi. Gelinen yerde bu konuda onlar cephesinden de bir sorun yok. Olması için fazla bir neden de yok; zira Tayyipçi AKP bu raporun verdiği mesaj ı zamanında aldı ve o günden beri ABD 'nin ve tekelci burjuvazinin yeni dönem ihtiyaçlarıyla tam bir uyum içinde hareket edeceği konusunda söylem ve fiili düzeyde inandırıcı güvenceler vermek için olağanüstü bir çaba harcadı . Sözünü tutarsa burjuvazi için bir sorun kalmıyor, tutmaısa 28 Şubat ' ın i ki nc i bir versiyonu burju vazi için yakın geleceğin bulunmaz bir olanağı olarak yedekle duruyor demektir. Siyasal yaşam üzerindeki gücü ve vesayeti ne olursa olsun, ABD ile işbirl ikçi burjuvazinin halihazırda benimsediği ve mevcut koşuJJar içinde biraz da zorunlu gördüğü bir çözü me düzen ordusu nun yöneltebileceği bir itiraz olamaz. Çok çok Refah Partisi döneminin anılarını bir basınç ve tehdit ekseni o larak kullanarak , Tayyipçi partinin ayağını denk almasını ve hata yapmamasını sağlayabilir. Kaldı k i , AK P'ye hazırlanan hükümet ortağı bu konu d a b i r başka güvence olarak görülmektedir. Hükümetin ola naklıysa büyük , fakat hiç değilse küçük ortağı olarak Der viş CHP'si bu çerçevede hazırlanıyor. Bu da bir Amerikan ve TÜS İAD tercihi ve Derviş ' in CHP tercihi bunun böyle olduğunun en tartışma götürmez kanıtı. Kuşkusuz Derviş üzerinden CHP'ye yapılan operasyon muhtemel bir hükümet ortağı olarak Tayyipçi AKP'yi den geleme hesaplarının çok ötesinde ve üzerindedir. '90 ' 1 ı yılla rın başında, bu ağır kirli savaş ve sosyal saldırı dönemin de, birbirini izleyen Demirel ve Çil ler hü kümetlerinde SHP'yi 418 ve ardından onun ad de ğişti rm iş biçimi CHP'yi hükümet ortağı ol arak kullanmanın faydasını fazlasıyla gören bur juvazi, bundan daha fazlasını son üç yıllık hükümet döneminde DSP üzerinden gördü. Emekçilere ve devrimcilere salt sağ partilere dayalı bir hükümetle kolay kolay cesaret ederneyeceği tarihi önemde bir dizi saldırıyı , burjuvaz i Ecevit ' in DSP ' s i sayesinde b u dönemde hayata geçirmeyi başarabildL Koalisyon hükümetlerine sol yaftalı parti ortaklığı, emek çileri şaşırtmanın ve n i speten daha kolay dizginleyebilme nin temel önemde bir olanağıdır artık Türk burjuvazisi için. Son üç-dört yıldır DSP üzerinden elde edilen bu yarar, DSP' nin artık posası ç ıkanldığı için. yeni dönemde bu kez CHP üzerinden elde edilmek isteniyor. CHP ise kendisinden bekle nenin bu olduğunun tam olarak bil incindedir. Derviş'i safla rına almakta gösterdiği olağanüstü gayret, İ MF programı n ı kararlı l ıkla uygulayacağına dair net açıklamalar v e nihayet gündemdeki emperyali st savaş konusunda çok bil inçl i sus kunluğu, beklenenden fazlasıyla karşılık vermeye hazır olduğu nun başl ıca göstergeleridir. Emperyalizme v e işbirlikçi burjuvaziye hizmette, em peryalist dayatmalara ve İ MF reçetelerine harfiyen uyma da CHP'nin DSP'yi çok gerilerde bı rakacağından ise k u ş ku duyulmamaldır. Bunu bugünden işçilere ve emekçilere anlatmak, onları kendilerini bekleyen bu yeni tuzağa karşı şimdiden uyarmak ve seçim sonuçlarına umut bağlamak ye rine devrimci sınıf mücadelesi yolunu tutmaya çağırmak, devrimci seçim çalışmasının temel unsurlarından biridir. Seçi m ler ve parlamento karşısında üç temel davranış çizgisi Burjuva düzen partileri için seçimlerde kendi ilke, amaç ve program larını anlatmak diye bir sorunları yoktur: zira 419 aralarında bu konuda . gerçekte herhangi bir fark yoktur. Hükümet olmayı başarırlarsa izlemek durumunda kalacak ları çizgi, uygulamak durumunda kalacakları program aynıdır ve kendileri dışında önden hazırlanmış halde onları bekle mektedir. B un a rağmen 3-4 y ı lda bir gündeme gelen burjuva parlamentosu seçimleri, burjuva düzen partileri için çok özel bir siyasal önem taşırlar. Zira seçi mler onlar için, aldatıcı ve ikiyüzlü vaatlerle k itlelerin edilgen oy desteğini almak ve böylece siyasal yaşamda kendilerine rant sağlayacak etkin bir güç olmak için biricik fırsattır. Onlara bu fırsatı değerlen direbildikleri oranda, bir dahaki seçimlere kadar siyasal ya şamda şu veya bu ölçüde bir rol oynama olanağı sağlayacaktır. Buradan sağlayacakları siyasal destek onlara, iki seçim arası dönemde kitlelere artık bir daha başvurmaksızın siyasal yaşama katılma olanağı verecek ya da bir dahak i seçimlere kadar s i yaset d ı ş ı tutacak, böylece s i y asette e t k i n o l ma n ı n n i metlerinden yoksun bırakacaktır. Burjuva düzen partileri için siyasal yaşam temelde par lamenter yaşamdır ve bundan dolayı da seçimlerde kitlelerin oy desteğini almak ve parlamentoda sandalye kazanmak on lar için temel önemde bir siyasal sorundur. Bu nedenledir ki seçi m lerde v arların ı yoklarını ortaya koyarlar; her türlü yalan, demagoji ve temelsiz vaatle kitleleri aldatmayı seçim çal ışmalarının eksenine koyarlar ve sermaye gruplarının deste ğiyle bunun için muazzam harcamalar yaparlar. Tümüyle düzen icazetine sığınmış bulunan, bu çerçe vede resmi si yaset sahnesinde meşrulaşmayı amaçlayan ve temelde parlamenter bir güç olmak hayali peşinde koşan her çeşidiyle sosyal-reformİst sol partiler için de durum özün de farklı değildir. Bunlar elbette, halihazırda parlamenter bir güç olarnamanın da etkisiyle, s iyasal yaşam ve etkin l i klerini seçimler dönemiyle sınırlam ıyorlar. Tam da böyle 420 bir güç olabilme hedefi çerçevesinde, gündelik siyasal yaşam içinde kitleleri etkilerneye çalışıyorlar. Ama devrimci amaç ve hedeflerden, buna yöneli k bir konumlanış ve stratejiden tümüyle yoksun bu partiler için nihai hedef parlamenter bir güç olmaktır. Bunu ister İ P, Ö D P ve k ısmen EMEP gibi artık açıkça ortaya koysunlar, isterse S İ P-TKP ile öteki bazı lan gibi şimdilik gizleme gereği duysunlar sonuç değişmez, bul undukları konum üzerinden hepsi aynı kaçınılmaz yo lun yolcusudurlar. Gerçeğin ne olduğunu görebilmek için bu partilerin seçim platformlarına ya da bildirgelerine bakmak bile yeterl idir. B urada devrimci amaç ve hedeflere , bunu gerçekleştirmenin temel yol ve yöntemlerine ilişkin işçilere ve emekçitere söy lenmiş tek bir cümle bulmak mümkün değildir. Tüm bu platform ya da bildirgeler, temel siyasal sorunlar üzerine, özellikle de devlet ve iktidar sorunu üzerine açık ve dolaysız bir tek kelime söylememeye ortak bir özen gösteriyorlar. Bu ne şaşırtıcıdır ne de rastlantı; zira onlar devrimci amaçlardan tümüyle yoksundurlar, düzenin yasall ı.k cende resine teslim olmuşlardır ve ortaya koydukları hedeflere ancak yasalara uyarlanm ış barışçıl mücadele ç izgisiyle ve parla menter yolla ulaşmayı hedeflemektedirler. Bundan dolayıdır ki tüm bu partilerin açıklama, bildiri ya da bildirgelerinde burjuva parlamentarizminin teşhiri ve devrimin propagan dası (ki bu seçimlere katılsa bile her devrimci parti için temel önemde ilkesel bir sorundur) üzerine bir tek söz bul mak mümkün değildir. Temel siyasal sorunlar üzerine suskun luklarını kurum olarak seçimler ve burjuva parlamentosu nun gerçek işlevi ve içyüzüne ilişkin suskunluklarıyla bir likte ele alın ız, bu partilerin gerçek konum ve n itel i kleri konusunda yeterli bir fikir edinirsiniz. Devrimci sınıf partisi için i se durum temelden farklıdır. Komünistler seçimlere katılmayı ve burjuva parlamentosun4 1 dan devrimci amaçlar için yararlanmayı ilke olarak reddet Fakat bunu yaparken, bizzat bu çaba içinde parla mentarizmi en etkin biçimde teşhir ederler ve bu konuda kit lelerde en ufak bir yanılsamaya mahal verınemeye özel bir dikkat gösterirler. Seçimler süreci ve olanaklı olduğu ölçüde parlamento kürsüsü, onlar için, temel yapısı ve kurumlarıyla burjuva düzeni, bu arada bizzat burjuva parlamentosunun içyüzünü ve temel i şlev ini teşhir etmenin; devrimci ilke ve amaçları propaganda etmenin, kitlelere gerçek kurtuluş yolunu göstermenin bir aracından ve fırsatından başka bir şey değildir. Seçimler dönemi burj uva düzen partileri için, hoşnut suzluğu büyümüş ve sorunlarına çözüm arayışları peşindeki kitleleri sahte vaatler ve çözümlerle aldatmanın, onları kendi bağımsız güçleriyle siyasi yaşama katılmak tan alıkoymanın, parlamento dışı sınıf mücadelesinin önünü kesmenin bir ola nağıdır. Tersinden devrimci sınıf partisi içinse, parlamenter hayalleri darbeleyerek devrimci sınıf bilincini ve mücadelesini geliştirmenin temel önemde bir fırsatıdır. Bu çerçevede komü nistler için seçim çalışmaları tümüyle devrimci sınıf mücade lesine ilişkin genel hedef ve görevlere tabidir; onlar seçim atmosferinden, kitleleri devrimci hedeflere kazanmanın, onların birliğini, örgütlenmesini ve mücadelesini bu doğrultuda geliş tirmenin bir olanağı olarak yararlanmaya bakarlar. Bu çerçe vede onlar kitlelerin karşısına düzenin yasallık cenderesine ve seçimlere uyarlanmış güctük seçim platformları ve bildir geleriyle değil, kendi bağımsız devrimci sınıf programlarıyla, bunun döneme uyarlanmış ve güncel devrimci görevlere bağlanmış popüler açıklamalarıyla çıkarlar. mezler. Bağımsız devrimci sınıf çizgisi ! B u genel çerçeve, partimizin gündemdeki seçimlerde izleyeceği somut çizgiye de açıklık kazandırmaktadır. Par422 tımız seçimlere kendi bağı msız devrimci sınıf platformuy la katılacaktır. Seçim atmosferinden devrim�i i l ke ve amaç larını yaymak, kitleleri parlamenter yanılsamalara karşı uyarıp devrimci sınıf mücadelesi çizgisine çekmek için en iyi biçimde yararlanmaya bakacaktır. Mevcut koşullarda, bağımsız devrimci sınıf adaylarıyla işçilerin ve emekçi kitlelerin karşısına çıkmak, bunu bağımsız devrimci sınıf tu tumunu vurgulamanın ve etki n bir seçim kampanyası yürütmenin bir olanağı olarak kullanmak, par tinin seçimlerde izleyeceği davranış çizgisinin somutlanmış biçimidir. Bu kampanyanın amacı h iç de oy toplamak değil, fakat ·devrimci propaganda ve ajitasyonu normal dönemlerle kıyaslanamaz ölçüde güçlendirmek, kitleleri devrimci açıdan aydınlatmak, parti programını tanıtmak, onun döneme uyar l anmış stratejik ve taktik istem ve şiarlarını k itleler içinde yaymaktır. Seçim çalışmasında başarının ölçüsü de bu ola caktır. Devrimci propaganda ve ajitasyonu normal dönemlerle kıyaslanamaz ölçüde güçlendi rmek deme!<. normal dönem lerle kıyaslanamaz bir çalışma seferberliği içine girmek, buna uygun bir plan l ama ve organizasyonu gerçekleştirmek de mektir. Burjuva düzen partilerinin siyasette rant kapılarını aralamak için, reformisı sol partilerin burjuva siyasal sahnede kendilerine yeraçmak için harcadıkları enerjiyi, devrimci sınıf partisi militanları işçi sınıfının bağımsız hareketi n i geliş tirmek ve devrim dav asını büyütmek için harcayacaklardır. Bu ise onlarla kıyas kabul etmez bir şevk, enerji ve yoğunlukla çal ışmayı gerektirir. Seçim dönemi parti örgütleri ve militanlarının bunun ge rektirdiği bir bilinç, enerj i ve inisiyatifle hareket etmele rini gerektirmektedir. Siyasal yaşamın yoğunlaştığı ve işçiler ile emekçilerin siyasal ilgisinin normal dönemlere göre belirgin biç imde arttığı seçim atmosferi, parti örgütleri ve mil i tan423 ları için gerçek bir devrimci seferberlik dönemi olabil melidir. (Ekim , sayı : 229, Eylül 2002, başyazı) 424 Seçimler sonrasi yeni dönem 3 Kasım seçimleri öncelikle kitlelerdeki hoşnutsuzluk bi rikimini bütün açıklığı ile gözler önüne serd i . Amerikancı düzen partilerinin büyük bir bölümüyle ağır bir seçim ye nilgisine uğraması bunun bir ifadesi oldu. Özel likle hükü met partilerinin karşı karşıya kaldığı sonuçlar, kitlelerin, yıl l ardır İ MF direktifleri doğrultusunda izlenmekte olan emek ve halk düşmanı politikaları nasıl bir tepkiyle karşıladıklarını somut olarak ortaya koydu . Parlamentoyu oluşturan parti lerin uğradığı bu hezimetin yamsıra seçimlere katılım oranının bir önceki seçime göre belirgin biçimde düşmesi, geçersiz oyların önemli bir oran tutacak düzeyde yükselmesi ise, kit lelerde seçimlere ve parlamentoya karşı büyüyen güvensizliğin yansımaları oldular. Fakat oyların toplam dağılımı ve seçimlerin ortaya çıkardığı yen i parlamento bileş i m i , ki tlelerdeki bu hoşnutsuzluk 425 birikiminin herhangi bir bilinçli yön ve yönelimden yoksun olduğunu da aynı açıklıkla ortaya koydu. Emek düşmanı, halk düşmanı, tümüyle emperyalizmin ve sermayenin istem ve çıkarlarına dayalı bir meclis bileşimini tasfiye eden 3 Kasım seçimlerinin ortaya çıkardığı yeni mecl is, tüm bu açılardan eskisini aratmayacak bir yapı ve bileşimdedir. Yeni mecli s , tıpkı öneeli gibi, hükümet v e muhalefetiyle tam olarak işbirlik çi burjuvazinin hizmetindedir, aynı ölçüde Amerikancı, aynı ölçüde İ MF'cidir. Yenisiyle eskisi arasındaki tek fark; bir önceki meclise pratikte aşırı bir Amerikan u şaklığı ile elele giden şoven milliyetçi karakter damgasını vuruyorken, yenisi nin aynı aşırı Amerikancılığı bu kez Tayyip'in AKP'si şahsında belirgin bir dinsel gericilik kimliği ile bütünleştirmesidir. Burada dikkate değer olan nokta, 3 Kasım seçimleriyle yeni parlamentoya girmeyi başaran partilerin eskilerin izlediği politikadan farkl ı bir pol itikayı k i tlelere v aadetmeden bu so nucu elde edebilmeleridir. Ne AKP ne de CHP Amerikancı kiml iklerini gizlememişler, uygulanmakta olan İ MF programı na karşı çıkmamışlar, dahası onu daha iyi ve etkin biçimde uygulayacaklarını bile söyleyebilmişler, Irak 'a karşı hazırlan makta olan Amerikan savaşına karşı tek kelime etmemeye özel bir özen gösterm işlerdir. Fakat bütün bunlara rağmen her ikisi de tüm bu politikalardan dolayı öteki partilerden ko pan kitlelerin oy desteğini kendilerine çekmeyi başarabilmiş Jerdir. Bu önemli olgu , kitlelerin dar bir kesimi d ışında kalan büyük çoğunluğunun seçimlere yansıyan tepki ve öfkelerinin sözü edilebilir b ir bil inç öğesinden yoksun olduğunu gösterir. S ınıf mücadelesinde gerileme ve 3 Kasım seçimleri Son y ı l l arın sın ıflar müc adelesi tablosu ı ş ı ğ ı nda ele alındığında 3 Kas ı m ' ın ortaya çıkardığı bu sonuç şaşırtıcı 426 da değildir. '90'1ı yılların ortal ar ı n dan beri sınıf ve kitle hareketi kendini yinelemek.ten ibaret bir kısı r döngünün içindedir. S ınırlı kesimleri kapsayan kitle eylemliliği ne daha geniş kesimlere yayılabilmekte, ne de artık bizzat eyleme katılan kitlelerin kendisine bıkkınlık verir hale gelmiş belli biçimlerin dışına taşabilmektedir. Zaman zaman bunu aş maya yönel i k durumlar belirmekle birl ikte ( ' 99 yazında, tabandan gelen ve 17 Ağustos depremini öneeleyen büyük işçi hareketl iliği örneğinde olduğu gibi), devrimci önder l i k müdahalesinin aşırı cılızlığı ve sendika bürokrasisinin başarılı manevraları koşullarında, bu olanakların heba ed il mesiyle sonuçlandı ve kitle hareketi yaşad ığı kısır döngü yü parçalayarak kendini aşmak gücünü bir türl ü göstere med i . B u başarılamadığı sürece toplumsal atmosferde v e gi derek geniş .!<i tlelerin eği lim ve tercihl erinde belirgin bir değişiklik beklemek de hemen hemen olanaksızdır. Bu son on y ı l ın en öneml i sorunu olarak süregel mekted ir. Emekçi kitlelerin ileri kesimlerinin eylem gücü ve yeteneğinin sü regelen kısırlığı ile büyük çoğunl uğu oluşturan geri kesim lerin i n genelleşen pasif tepkisinin kendine ilerici bir yön bulamaması arasında kopmaz bir ilişki vardır. Bu ilişki kav ranmadığı sürece olup b itenl ere akıl erdirmek olanaklı ol maz. Seçim çalışmasıyla ve parlamenter hedeflere dayalı seçim bloklarıyla bu durumu deği ştirebi leceğini sanan reformİst solun görmezlikten geldiği temel önemde gerçek işte bu dur. İ şçilerin ve emekçilerin gündelik mücadelelerle başlayan, giderek politik bir zeminde yaygınlaşan ve zaman içinde dinamik bir seyir izleyen mücadeleleri olmadıkça, bugün kü gerici, kitlelerin geniş katınanl arı nı edi lgenliğe ve ken di tepkileri ni en geri ve bilinçsiz biçimler içinde dışa vur maya yöneiten toplumsal atmosferi darbelemek de olanaklı olmayacaktır. 42 7 28 Şubat ve uygun din sel gericilik için ortam to p lu m sa l Kitle hareketi iki seçim arası dönemde herhangi bir somut ilerleme kaydedemed iği gibi durumu daha da kötüleştiren gelişmelerle de yüzyüze kalındı. Bunlardan ikisi özellikle önemlidir. B unlardan ilki, sendika ağalarının ve düzen solunun da marifetiyle emekçi kitlelerin ilerici kesimleri için tam bir tuzağa dönüşen ve onları sözümona "irticaya karşıtlık" adına düzene yedekleyen 28 Şubat müdahalesiydi. İkincisi ise kitlele rin en ileri kesimleri ile solun herşeye rağmen devrimcilikte ısrar eğiliminde olan grupları üzerinde yıkıcı/tasfiyeci etkiler yaratan Kürt teslimiyeti oldu. 3 Kasım seçimleri bir kez daha somut olarak gösterdi ki, 28 Şubat müdahalesi dinci partiyi destekleme eğilimindeki kitleleri bu tavrından alıkoyan herhangi bir etkide bulunmamış, fakat yalnızca kitlelerin ilerici kesimleri için hala da kurtula madıkları bir tuzağa dönüşmüştür. Ordu eksenli bu gerici manevranın k itlelerin bil inci ve mücadelesi üzerindeki yıkıcı etkisi bundan da öteyedir. Bil indiği gibi, 28 Ş ubat sonrası dönem aynı zamanda solun devrimci kesimlerine karşı sistematik saldırıların yoğunlaş tırıldığı, kitle hareketinin aldatıcı manevralar kadar sert önlem lerle de dizginlendiği, kendini düzenin meşruiyetine uyarlamaya çalışan işçi ve emekçi eylemlerini n sonuçsuz bırakıldığı b ir dönem oldu. Fakat bu aynı dönemde, özellikle de ağır krizle karakterize olan son üç yılda işsizlik, yoksulluk, hayat pahalı hğı, gelir dağılımındaki aşırı adaletsizlik had safhalara ulaştı. Yaşam ve çalışma koşulları hızlı ve aşırı ölçülerde ağırlaşan, fakat buna hak arama mücadeleleriyle karşı koyamayan kitle lerin , bu çaresizlik ruhhal i ve edilgenlik ortamında pasif tepkilerini geriye dönük olarak sergilemeleri kaçınılmazdı. Aşırı sömürüyle elele giden aşırı baskı koşullarının kitleleri 428 edilgenl ik içinde bir çaresizliğe, böylece dine ve dinsel gerici akımlara yönelttiğini somut olarak 1 2 Eylül dönemi üzerinden biliyoruz. 28 Şubat sonrası da bunun kendi koşulları ve sınırlan içinde yeni bir versiyonu oldu. B i r yandan emekçi kitlelerin yoksulluğun ve perişanlığın girdabına itildiği, fakat hak arama mücadelesinden de binbir yolla alıkonulduğu; öte yandan ise solun ya ezildiği ya da demokratik hak ve özgürlükler için bile mücadeleye girişrnekten geri duracak ölçüde terbiye edilip uysallaştırdığı bir toplumsal ortam, neredeyse kendiliğinden bir biçimde, gerici akımların boy vermesi için verimli bir toprağa dönüştü. Buradan bakıldığında, sosyal v e siyasal haklar bakımın dan emekçi kitlelere hemen hiçbir şey vaadetmeyen Tayyip AKP'sinin başarısı daha kolay anlaşıl ır. Hele b ir de bu parti, bir yandan emekçileri bu duruma düşüren düzenin egemen odakları karşısında "mağdur"u başarıyla oynam ış; öte yandan i se Türkiye' n i n iç si yasal yaşamı na yön vermekte büyük olanaklara sahip ABD emperyalizminin tam desteğini almışsa. Olayların somut olarak da gösterdiği gibi, ABD desteği almak çok geçmeden Türkiye'nin işbirli kçi büyük sermaye çevreleri nin de desteğini almak, hiç değilse onlar tarafından hayırhah bir tutumla karşılanmak anlamına gelir. Erken bir tarihten itibaren bizzat TÜ S İ AD'ın inisiyatifiyle kendini muhtemel bir AKP iktidarına hazırlayan işbirlikçi sermaye çevreleri onun karşısına da "laikliğin güvencesi" olarak CHP' yi koydular. Böylece kitlelerin geri kesimleri AKP ve ileri kesimleri ise önemli ölçüde CHP üzerinden denetim altına alınmak istendi. Sonucun pek de başarısız olduğu söylenemez. Kürt hareketinin yenilgisinin ytktct/tasfiyeci etkileri Sınıf ve kitle hareketi üzerinde geriletici bir rol oyna yan 429 ve toplumsal atmosferi gericilik lehine ağırlaştıran ikinci gelişmeye , Kürt hareketinin büyük tarihi yenilgisine geli yoruz. O güne kadar sınıf ve kitle hareJ<etini bir başka yönden sınırlamış olan Kürt hareketinin utanç verici teslimiyeti, bunun toplumsal ortama ve özell ikle de sol harekete etkisi, sınıf mücadelesi dinamiklerine bir başka önemli darbe oldu. Kürt hareketinin teslimiyeti burjuvaziye ve yönetenlere büyük bir özgüven kazandırdı ve devrimci hareketi ezip etkisizleştir mek üzere onları daha pervasız davranışlara yöneltti. Hüc re saldırısının bu dönemde gündeme getirilmesi ve vahşe te varan acımasız bir kararlılıkla uygulamaya konulması bu açıdan bir rastlantı değild ir. Bu gelişmenin o güne kadar herşeye rağmen devrimci l i k iddiasında tutunmaya çalışan küçük-burjuva sol gruplar üzerindeki tahrip ed ici etk i si ise yeterince açıktır. Devri me olan i nançlarını ve buna bağlı olarak özgüvenlerini zaten önemli ölçüde yitirmiş olan bu gruplar, bir yandan dayanaktan yoksun abartılı umutlara konu ettikleri bir hareketin iç karartıcı akıbeti, öte yandan ise devletin fiziki v e moral açıdan tam bir tasfiyeyi hedefleyen sistematik saldırıları karşısında güç ten düşüp her türden savru lmalara açı k hale geldiler. Kit le hareketi.nin gerçek ihtiyaçlarından ve devrimci bir kitle hareketi geliştirmenin sorunlarından giderek daha çok koptular ve böylece yeni bir tasfiyeci girdabın içine sürüklendiler. Bu durum içlerinde bazılarını fiziki tasfiyeye, öteki bazılarını reformİst kampa tutunarak ayakta kalmaya yöneltti. Bu sonuç ise doğal olarak sınıf ve kitle hareketine devrimci müdaha lenin imkanlarını daha da zayıflattı ve sınıf mücadelesinin ol umlu gelişim seyrini çelen bir başka etken oldu. meclis işbirlikçi burjuvazi ve emperyalizmi n hizmetinde Yen i 3 430 Kasım seç imlerinin ortaya çıkard ığı parl amento tab - losuna dönelim. Sahnede iki parti var; tek başına hükümet partisi AKP ve tek başına muhalefet partisi C HP. Daha en baştan bell idir k i , temel iktisadi, sosyal ve siyasal sorun lar sözkonusu olduğunda mevcut mecl is gerçekte tek par tiden oluşmaktadır. B u açıdan AKP i l e CHP arasında esa sa ili şkin hiçbir fark yoktur. İ kisi de işbirl ikçi büyük bur juvazinin çıkar ve ihtiyaçlarını herşeyin üzerinde tutmaktadır, ikisi de aşırı Amerikancıdır, ikisi de aynı ölçüde İMF'ci, aynı ölçüde emek ve halk düşmanıdır. Bu konuda aralarında ton farkı bile yoktur. Yeni meclisin bu iki partisi i şbirlikçi büyük burj uvazinin ve emperyal izmin, özel l ikle de Ameri kan emperyalizminin çıkar ve ihtiyaçları neyi gerektiriyorsa el ve gönül birliği halinde onu yapacaklardır. Deniz Baykal 'ın hükümetle uyumlu bir muhalefet çizgisini "yeni siyaset tar zı"nın gereği olarak sabah akşam övünme konusu yapması gerçekte bunun kabulü ve i tirafından başka bir şey değildir. ( İk iyüzlülüğe ve aldatmaya dayal ı kokuşmuş burjuva pol i tikasının bu gedikli aktörü, zorunluluktan doğan bir tutu mu böylece "yeni siyaset tarzı"n ı n bir erdemi gib\ yuttur maya kalkmaktadır.) B u çerçevede yeni hükümetin ve meclisin uygulayacağı program, temel çizgileriyle bir önceki hükümetin ve mec l i s in tek parti halinde uygu layageldiği programın kendisi olacaktır. Ekonomide İ MF reçeteleri . siyasette çerçevesi MGK 'da generaller tarafından çizilen karar ve uygulamalar. dış siyasette i se ABD emperyal izminin çıkar ve ihtiyaçları . bu programın ana çerçevesini vermektedir. Yeni hükümet ve meclisin bu alanda eskisinden farkı, bu çerçeveyi yeni duruma ve ihtiyaçlara uydu rmaktan ibaret kalacaktır. Meclisin ilk İcraatları hükümet partisiyle muhalefet parti si arasında göze batan ölçülerdeki uyumu şimdiden gözler önüne sermektedir. Bunu gölgeteyecek tek alan, hükümetin çok geçmeden kendini hissetirecek "irticai" girişimleri ile CHP'nin buna karşı "laik rejim" bekç i s i olarak ortay a koyacağı muhalefet olacak. Bu gerçekte m u halefet parti s i olarak CHP ' nin tek muhalefet malzemesi, kitleleri aldatmaya ve seçmen desteğini korumaya yönelik tek manevra alanıdır da. Fakat burada sorun CHP'den de öteyedir. Bu gerçekte düzen bekçileri ile AKP arasındaki bir potansiyel gerilim alanıdır ve bununla kitleler bir kez daha yapay bir kampiaş ma içinde aldatılmaya, böylece düzen kanallan içinde tu tulmaya çal ışılacaktır. Yine de bu alandaki sorunların sökün etmesi ve düzen bekçileri tarafından bir gerilim alanına çev rilmesi i çin, AKP hükümetinin büyük burjuvaziye ve em peryalizme yoğun bir hizmetler serisinin ardından yıpranacağı bir zaman evresini beklemek gerekecek. Şimdilik AKP ' nin tek başına hükümeti bir handikap değil, bulunmaz bir olanak tır. Empe�yal izm ve işbirlikçi burjuvazi için olduğu kadar "l aik" sermaye düzeninin gerçek bekçileri için de. A BD emperyalizmi hesabma Irak'a karşı savaş Yeni hükümet ve meclisin emperyalizme kölece uşaklığa ve İ MF'nin sosyal yıkım programına kalınan yerden devam edeceğini söyledik. Buna iki noktayı ilave etmek durumun dayız. i lkin, İ MF programı geçmişi aşan bir katılıkta uygu lanacak; gerek borç çevriminin gerekleri, gerekse AKP'nin kendini emperyalizme ve büyük sermaye çevrelerine beğen dirme kaygısı kaçınılmaz olarak bu sonucu doğuracak. İkinci olarak ise Türkiye ABD emperyalizmi hesabına lrak 'a karşı savaşa katılacak. İ lkinin ilk işaretlerini, zaten hiçbir zaman uygulanma yan "mali m ilad"ın tümden kaldırılması , özelleştirmeterin h ızlandı rı lması ve yeni iş yasasının tam da büyük sermaye çevrelerinin i stemleri doğru ltusunda gündemleştiri lmesi 432 üzerinden şimdiden görmek mümkün. İkincisi ise özel bir kanıt gerektirmiyor; seçimler sonrasında AKP yöneticileri defalarca ABD hesabına savaşa girmeye duydukları eği l imi kabaca dışavurd ular. Kitlelerin dini duyguları ve hassasi yetlerinin i stismarına dayal ı bir kimlik üzerinden siyasette güç olmaya çalışan AKP takımının en belirgin özelliği, islamcı kiml ikten de önce aşırı Amerikancılı ğ ıdır. Onlar bu konu da, Amerikan emperyalizmine uşakça sadakatiyle ünlenen kendilerinden önceki hükümeti de aşacaklar ve kendi uşak l ıklarını ABD hesabına emperyalist savaşa katılmakla taç landıracaklar. Fakat onları bu alanda bu denli rahat ve pervasız dav ranmaya iten elbetteki bu doğrultudaki tercihin artık dev let katında da kesinleşmiş bul unmasıdır. Bu olmasaydı eğer, Türkiye'yi ABD hesabına savaşa sokmak gibi temel önemde bir adıma kalkışmak onların boyunu fazlasıyla aşardı . (Tayyip seçimler sürecinde "bu konuyu orduya soracağız" diyordu, sorup öğrenmiş olmalı ki konuya i l işkin olarak artık olur olmaz konuşuyor). Bir yandan borç köleliği üzerinden ABD' ye i tiraz edecek olanaklardan yoksunluk, öte yandan ABD' nin bağımsız bir Kürt devleti kartını başarıyla oynayarak yarattığı gerici kaygılar, devlet ve ordu katında zaten cıl ız ve inandırıcılıktan yoks u n olan i tirazların da sonunu getir miş bulunuyor. Türk devleti, ülke toprakların boydan boya ABD için bir savaş üssü haline get i rmenin ötesinde, ABD hesabına lrak'a karşı emperyalist savaşa bizzat katılacaktır. bu hemen hemen kesindir. Bu durum, İMF güd ümlü kriz reçetelerinin işçi sınıfı ve emekçiler için yarattığı ağır iktisadi ve sosyal y ıkıma yeni dönemde bir de savaşın yıkımı ve faturasının ekleneceği anla mına gelmektedir. Ortada hiçbir neden yokken, salt Ame rikan dayatmatarının bir sonucu olarak ülkenin bir savaş ma cerasına sürüklenmesi, yaşanmakta olan krizi boyutlandıracak 433 ve savaşın çok yön l ü faturası kitlelerin bugünkü hoşnutsuz luğuna yeni boyutlar ekleyecektir. Afganistan 'da işgal gücü olıuak bulunmanın ardından şimdilerde bir de böyle bir sava şın içine girmenin, dahası, ABD'nin savaşlar zinc irine bu denli dolaysız biçimde angaje olmanın gündeme getireceği yeni yükümlülüklerin, bu çerçevede muhtemel yeni savaşların bugünden kestirilemeyecek etki l eri de düşünü ldüğünde, ekonomik krizin ve borç köleliğinin Türkiye'yi içerde ve d ışarda nasıl b i r batağın içine sürüklediği daha i y i görü lür. Türkiye her açıdan daha ağır bunalımlarla, daha derin çalkantılarla y üzyüze kalacağı bir evreye doğru yol al ıyor. Devrimci çakaş ihtiyaca ve solun tablosu K rizler içinde debelenen ve bunun çok yönlü faturasını acımasızca emekçitere ödeten, böylece emekçi kitlelerin hoş nutsuzluğunu ve bir ç ıkış arayışını zaman içerisinde daha da büyüten bir düzen gerçeği v ar bugün orta yerde. Kit lelerin hoşnutsuzluğu ve arayışı her seferinde bir başka düzen içi alternatife yönelmekte, fakat bu kısa süre içerisinde büyük hayal kırıklıkianna dönüşmekte ve yeni arayışlar gündeme gelmektedir. Olayların bu gid işatı karşısında devrimci bir çıkış ve çözüm alternatifinin taşıdığı olağanüstü önem özel bir açıklama gerektirmeyecek denli açıktır. Böyle bir tarihi çıkış ve çözüm yol unun temsilcisi ol mak iddiasındaki bir parti ya da hareketin en temel özelliği , kurulu düzeni her bakımdan aşmış bir devrimci konum ve kimliğe sahip olmak olmalıdır. Bu elbette kendi başına yeterli değild ir, fakat olmazsa olmaz koşuldur. ideoloj isiyle, prog ram ıyla, taktiğiyle ve örgütsel varlığıyla düzen karşısında devrimci bir k i ml ik ve konuma sahip olmayanların düzene 434 karşı devrimci bir alternatif olma, devrimci çıkı� ve yözüm yolunu temsil etme iddiaları her türl ü dayanaktan ve ciddi yenen yoksun bir iddia olmaktan öteye gidemez. Burada bu hatırlatma kuşkusuz bo�una değildir. Türki ye solunun geniş kesimleri seç i mler ves i lesiyle ve hala, düzenin çözümsüzlükleri karşısında bir alternatif oluşturma ihtiyacı üzerinde tartışıp durmakta, fakat alternatif oluştur maktan sözettikleri bu aynı düzenin gerçekte ne kadar dışında oldukları gibi temel önernde bir sorundan da görüş birliği halinde özenle uzak durmaktadırlar. Bu bir bilgisizl ik değil fakat tümüyle bir ikiyüzlülük, bir ilkesizlik ve ideolojik çürü me durumudur. Herkes gerçekte herşeyi çok i y i bilmekte; fakat bir kesim Kürt halkımn ulusal hassasiyetlerinden doğan bir oy potansiyel ini parlamenter hayallerine ve hesaplarına dayanak yapm ak destekçi konumundaki öteki bir kesim ise böylece elde edi lecek başarıdan solculuk adına teselli bul mak kaygısıyla susmaktadır. 3 Kasım seçimlerinin ortaya çıkardığı bu sol hareket tablosu h az in olmaktan öteye ibret vericidir. Birbirini izle yen yenilgilerin ürünü tasfiyeci süreçler içerisinde devrimci kimliğini çoktan tüketmiş, herşeyiyle düzenin icazetine sığın mış bazı l iberal sol çevreler (EMEP, SDP vb.) ile; AB'ciliği kiml ik haline getirmiş ve Amerikan emperyal izminin böl geye müdahalesinden bile yarar umacak kadar sol değerler ve kaygılardan kopmuş bir Kürt hareketinin salt parlamenter hesaplar ile kurdukları i lkesiz bir reformisı blokun sol un geriye kalan önemli bir kesiminde yarattığı aşırı heyecan, bir tükenmişli k tablosunun yansımasından başka bir şey değildir. Parlamenter budalalık görü nü mündeki bu kolektif i ki yüzlülük tablosunu daha iyi anlamlandırabilmek için soru na bir de düzen cephesinden bakal ım. , 435 Devletin "ıhmh sol, yaratma alanındaki belirgin başarısa Çifte yen i lg i n in ' 80 öncesinin devrimci akıml arında yarattığı köklü kimlik değişimini, ehlileşip uysallaşarak düzenin icazetine sığınma tutumunu di kkatle i zleyen ve '90'ların ortasında devletin gizli fakat gerçek anayasası sayılan "Milli S iyaset Belgesi"nde kayda geçiren düzen bekçileri, doğaldı r k i herşeye rağmen devrimc i l ik te ısrar eden kesimlere i l iş kin olarak da bu deneyimden gerekli sonuçları çıkarttılar. Herşeye rağmen devrimcil ikte ısrar eden ya da bu çizgide tutunmaya çalışan akımlara yöneltilen sistematik baskı ve terör, bunun bir uzantısı olarak gündeme getirilen hücre sal dırısı, tümüyle bununla, çıkarılan bu sonuçlarla bağlantılıdır. Devlet devrimci akımları, fiziken tasfiye olmak ya da düze nin icazetine sığınarak ehlileştirilen solun ("Siyaset Belgesi"nin deyimiyle "ıhml ı sol"un) bir parçası haline gelmek alter natifleriyle yüzyüze bıraktı , belirgin biçimde bu bakışaçısıyla hareket etti. "Ilımlı sol" yaratma hedefi, ' 60 ' l ı yıllarda düzenin icazet sınırları içinde ve dolayısıyla ılımlı bir çizgide ortaya çıkan, fakat zam'anla gerek dünyadaki gelişmelerin gerekse içer deki sosyal mücadelelerin etkisi altında devrimeileşen ve '70'Ji yılların yükselişi içerisinde önemli bir güç haline gelen devrimci hareketi, bu kiml iğinden arındırmak ve yeniden düzenin uysal bir uzantısı hal ine getirmek hedefinden baş ka bir şey değildi. Bu süreç gerçekte 1 2 Eylül 'ün ezme harekatıyla başladı ve aradan geçen 20 yılın ardından dü zen in elde ettiği başarıyı 3 Kasım seçimlerindeki sol ha reket tablosu tüm açıklığı ile gözler önüne serdi . Sonuç, düzen bekçilerinin arzuladığı "ılımh sol''un yeni kesimleri kapsayarak büyümesidir. Geleneksel solun büyük bir bölümünün ideoloj i k ve moral alanda devrimci geçmişle 436 son bağlarını da köklü bir biçimde koparıp atmas ı , yeni den ' 60'Iı ilk yılların burjuva parlamenter hayallerine dön mesidir. Geçtik devrim hedefinden demokratik hak ve öz gürlükler uğruna verilmesi gereken bir mücadelenin asgari gereklerinden bile özenle geri duran; devletin hassasiyet gös terdiği siyasal sorunlara değinmekten özenle kaçman: as gari bir anti-emperyal ist duyarlı l ı k bir yana seçim bildir gelerinde emperyalizmi kavram olarak bile artık anmaktan uzak duran; parlamentoya kapağı atmak uğruna her türlü ilkesizliği mübah sayan, tümüyle anayasal düşler ve değişimler peşinde, ilkesiz ve omurgasız bir reformİst seçim bloku kar şısında gösterilen aşırı heyecan başka ne anlama gelir ki? B u gerici oportünist cereyan daha dün devrimcilik id diası taşıyan bazı akımları doğrudan etkisi altına almış (böy lece tasfiyeci liberal cephe yeni katı l ımlarla genişlemiş), hala bu iddiayı taşıyan öteki bazılarını ise utangaç destekçisi ha l ine getirmiştir. Devrim umutları kırılmış, sıradan bir dev rimci mücadele için bile güçleri çoktan tükenmiş parti, grup, çevre ve k işilerin umutla sarı ldıkları i lkesiz reformist blok, gerçekte devletin 12 Eylül saldırısıyla hedeflediği ve "Si yaset Belgesi"yle bir "mil l i" hedef hal ine getirdiği "ılımlı sol" yaratma pol itikasının somut başarı tablosundan başka bir şey değildir. Bu, reformİst ve parlamentarist yoldan koparak devrim yolunu ülküleştirmek gibi son derece öneml i bir tarihi rol oynayan '7 1 devrimcilerinin açtığı yoldan tümüyle kopmak, bu tarihi mirasa ihanet etmek, düzenin icazetine uyarlanmış bir solculuğu kimlik hal ine getirmek demektir. B u , ' 60 ' lı yıllardan itibaren sosyal mücadelelerin uygun ortamında edi nil miş ve biriktirilmiş tüm ideolojik ve moral kazanımların terkedilmesi demektir. Sonu gelmeyen bunalımlarla boğuşan ve bunalım ortamın da kitleler önünde devrimci ç ıkış ve çözüm yolunu temsil 43 7 etmenin ne demek olduğunu da çok iyi bilen burjuvazi, onun adına ülkeyi yöneten düzen bekçileri, devrimci akımları ez me çizgisiyle tam da bu sonucu elde etmek istiyorlardı. Yapı sal karakterdeki zincirleme bunalımiara çare bulamayanlar, bunalım ortamında tehl ike oluşturabilecek devrimci akımı hertaraf etmenin çaresini pekala bulabil irlerdi. Yenilgilerin ilk sonuçlan çoktan görülmüş tasfiyeci etkileri, ' 89 çöküşünün y arattığı özel tarihi ortamın elveri şl iliği, sınıf ve kitle ha reketinin henüz kendini bulamamış olması olgusu vb. et kenler, onları bu konuda fazlasıyla cesaretlendirdi ve doğrusu buna yönelik çabaları fazlasıyla da sonuç verd i . İ deolojik olarak çürümüş, politik ve örgütsel olarak düzenin icazet sahasında kendisini hapsetmiş bir sol hareket (büyük bölü müyle '70'1i yılların devrimci-demokrat akımları ndan arta kalan bir tortu ! ) , bu alandaki başarını n somut bir tablosu olarak durmaktadır bugün orta yerde. TKİP konum ve misyonunun bilincindedir Türkiye 'nin sürüklenmekte olduğu ağır toplumsal buna lım ve sol'un 3 Kasım seçimleri üzerinden yansıyan tablo su ışığı nda ele alındığında, TK İ P ' nin temsil ettiği konum ve kimlik, bu konum ve kimliğin seçim sürecindeki somut lan ı ş ı , apayrı bir anlam ve önem kazanmaktadır. Burada sözkonusu olan niceliğin boyutları deği l , fakat konum ve tutumun ilkesel ve ideolojik niteliğidir. Devrimci kimlik söz konusu olduğunda aslolan budur ve bunu korumak, güçlen direrek sürdürmek iradesinin gösterilebildiği yerde, öteki her şey zamanla bunu tamamlayacaktır. Reformisı cereyana karşı TKİP şahsında ortaya çıkan bu beli rgin konum ve tutum farklılığı kadar, yeni katıl ımlar la güçlenen reformisı solun seçimlerdeki tablosu da hiçbir 438 biçimde rastlantı değildir. Devrim hedefi ve sosyalizm davası konusunda samirniyetini koruyan her devrimci dönüp ko münist hareketin ilk çıkış anından i tibaren ortaya koyduğu sol hareket değerlendirmelerine yeniden bakmalıdır. Bun u yaptığında açıkça görecektir ki, solun bugünkü tablosu temel çizgileriyle daha o günden açıkça öngörülmüştür. Elbette hiç de kehanetle değil; fakat tümüyle, yenilgiyi izleyen bir muhasebe döneminde, sol hareketin ideolojik ve sınıfsal açı dan bilimsel bir çözümlerneye tabi tutulması sayesinde. Kendini yenilginin dersleri ışığında i leriye doğru, daha da somut olarak, marksist-leninist dünya görüşü ve işçi sınıfı devrimciliği çizgisinde aşamayan her sol parti ya da akımın ya zamanla yok olup gideceği, ya da o günkü devrimci kimliğini bile koruyamayarak zamanla liberal leşip düzenin icazetine sığınacağı tespiti ve uyarısı, bu değerlendirmeleri baştan başa kesen bir ortak çizgidir. Aradan geçen 1 5 yıllık sürecin sol hareket tablosu bunu bugün somut olarak doğ rulamış bulunmaktadır. Fakat o zamanlar bu değerlendirmeyi ortaya koyanlar: temsil ettikleri yeni ideoloj ik-politik ç izgi şahsında (ki o zamanlar başkaca da bir şeyleri henüz yoktu) Türkiye dev rimci hareketinin geleceğini temsil edecek. bu sayede geçmi şin devrimci m i rasını ve kazanımları n ı da yeni bir düzey de, marksist-leninist dünya görüşü ve işçi sınıfı devrimciliği çizgisinde koruyup gel iştirecek yeni bir hareketin doğduğu iddiasını da taşıyorlardı . TKİ P şahsında b u iddia da ete-kemiğe bürünmüş, bütün açıklığı ile doğrulanmıştır. Bugün TK İP'nin önünde, bulaşıcı bir cereyana dönüşen tasfiyeci akı m karşısında geçmişin devrimci mirasını daha büyük bir güç ve kararlılıkla savunmak ve Türkiye'nin devrimci geleceğini kucaklamak görevi dur maktadır. Bu görev olayların Türkiye 'yi sürüklediği çalkan tılar ortamında apayrı bir anlam ve önem kazanmaktadır. 439 Partimiz bunun bil incindedir ve her alandaki gereklerini yerine getirmek üzere azami bir gayret içinde olacaktır. (Ekim , sayı : 230, Kasım 2002 , başyazı) 440