Fakültenin sınavları 30 haziran 1938`de sona ermiş ve ben Fakülteyi
Transkript
Fakültenin sınavları 30 haziran 1938`de sona ermiş ve ben Fakülteyi
CANIM BABAM Av.Zuhal Dönmezer Çakıroğlu Saygıdeğer Misafirler, hocalarım, baba dostlarım, ailemizin değerli yakınları, bilim dünyasının, yargının, emniyet teşkilatının kıymetli temsilcileri; hepinize ailem adına hoş geldiniz demek istiyorum hepinize rahmetli Babam için tertiplenen bu Armağan’a olan katkılarınız, bu anma günde bulunuşunuz ve verdiğiniz emekler için teşekkür etmek istiyorum. Yayınlanan bu Armağan’la sadece babamızı değil, dünyaya mal olmuş bir Bilim Adamını, dünya ve Türk Hukukunun Ulu Çınarını ve gelecek çağı önceden gören, değerlendiren, Hocaların Hocası bir Bilgeyi anıyoruz. Bugün için ailem adına bir konuşma yapmam istendiğinde, ailemizin duygularını nasıl ifade etsem, babamı nasıl anlatsam diye çok düşündüm. Kelimeler onu anlatmak için kifayetsiz, belki iki cümle, babamı çok sevdim ve onu çok özlüyorum. Aradan geçen yıllara rağmen acısı ve yokluğunun bizlerde yarattığı boşluk hiç hafiflemedi. Nasıl bir eş ve nasıl bir babaydı diye sorulsa, müşfik, sevgi dolu, sevgisini ifade eden, hoşgörülü, adil, güven veren ve güvenen, güçlü ve güç veren, yufka yürekli, merhametli ve son derece neşeli bir insandı, güldüğünde kahkahası, kızdığında sesi ortalığı çınlatırdı. Otoriterdi ama asla katı değildi. Bizlere hep destek oldu, hep cesaret verdi. Başarılarımızı takdir etti, övdü, başarısızlıklarımızı hiç yüzümüze vurmadı ama onları düzeltmemiz için yollar gösterdi. Elini her daim sırtımda, sevgisini her an yüreğimde hissetmeye devam ediyorum.. Rahmetli babamı anmak için tertiplenmiş bu günde sizleri burada görmek bizi hem duygulandırdı, hem de büyük bir onur ve gurur verdi. sağ olun. Babamızın hukukçu kimliğini, hocalığını, eserlerini burada anlatmak istemiyorum, öğrencisi olan sizlerin malumu olan şeyleri anlatmak bilineni tekrar olur. Ben bugün kısaca babamın başka özelliklerine değinmek istiyorum. 2 En önemli özelliği özelliği çalışkanlığı idi. Babamın ofisi eviydi. Çalışma masasından bazen 5 saat hiç kalkmadan çalıştığını bilirim. Öyle konsantre olurdu ki, çalışma odası salondaydı ve biz sesini çok açmasak da salonun bir ucunda oturup televizyon seyrederdik ve o beyninde yaptığı işin dışındaki tüm kapılarını kapatmayı bilirdi. Anneciğim yanı başına oturur, onun yaptığı çalışmaları bilgisayara dökerdi. 67 yaşında yaş haddinden İstanbul Üniversitesinden emekli oldu, ama, gerçek şudur ki, babam aslında fiilen hiç emekli olmadı; eğer varsa emekliliğin tadını da çıkaramadı; uğraşları emekli olduktan sonra, belki de, iki katlı olarak sürüp gitti. Onu da bunlar genç ve enerjik tuttu. Çalışmak babam için bir tür ibadet gibiydi. Kendisi dünyada örneği az bulunur derecede çalışkan bir kişiliğin sahibi olduğu için çocuklarından da aynı şeyi beklerdi. Yaz tatillerinde bir gün bile boş durduğunu görmedim; uyku zamanı dışında mutlaka bir şeyler okur ve yeni bir şeyler öğrenmeye çalışırdı. Ama bütün bunların yanında sosyal etkinlikleri de hiç ihmal etmedi. 52 yıllık eşi, babamın hayatındaki en önemli varlık olan annemle beraber her cumartesi klasik batı müziği konserlerine, her Pazar da klasik Türk musikisi konserlerine giderdi. Her tiyatroya gider, boş zamanlarında ise mutlaka yeni çıkan kitapları okurdu. Bizler için canlı bir kütüphane ve ansiklopedi gibiydi. Bilmediğimiz her şeyi ona sorardık, çünkü o bilirdi, bilmese de öğrenirdi. Ben babamın bile bilemediği bir şeyi öğrenmeme gerek olmadığını düşünür gerisini kurcalamazken, o üşenmez, kalkar, kütüphaneye gider, ansiklopediyi açar ve cevabı bulurdu. Ömrünün son günlerine kadar öğrenmekten ve öğretmekten hiç vazgeçmedi. Yazlık evimizin küçücük bahçesinde meyva ağaçları yetiştirir, onlara çocuğu gibi bakardı. Bir ağacı kuruduğunda ağacım öldü diye ağlardı. Meyva ağaçları ilk meyvasını verdiğinde cebinden küçük çakısını çıkartır ve adilane bir yöntemle onu dörde böler ve her bir aile ferdine bir parça verirdi. Marangozluğu tüm mahallede ünlüydü. Komşuların kırk sandalyelerini tamir eder, torna makinesinde harikalar yaratırdı. İsrafı hiç sevmezdi. Evde yanan lüzumsuz bir ampul, ya da damlayan bir musluk onu çok rahatsız ederdi. Hiç üşenmez, yerinden kalkar ve gider arkada açık kalmış bir lambayı söndürür gelirdi. Ben bunu ödeyemeyecek durumda değilim ama giden devlet malıdır, korumak lazım derdi. 3 Kendini hep milletine ve devletine borçlu hissetti. Tahsili dahil sahip olduğu her şeyin bir zekatı olduğuna inanırdı ve bunun karşılığının millete ve devlete hizmet etmek olduğu şuuruyla bir ömür çalıştı. Babamın yaşamında özellikle bağlı olduğu temel ve vazgeçilmez ilkesi “Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve topluma hizmet etmek”; bu konuda sınır tanımamak olmuştur. Topluma hizmet onun için o kadar kutsal bir şuur idi ki, geriye baktığım zaman düşünüyorum, kendi için hiçbir şey yapamadı ve hatta istemedi bile. Aslında belki de babamı kısaca şöyle özetliyebilirim: O sürekli akan bir su kaynağı gibiydi. Altına tasını tutan kimseye suyum yok demedi. Kim yardım istediyse yardım etti, kendisine verilen hiçbir görevi reddetmedi ve bunlar için hiçbir karşılık beklemedi. İhtiyaçlarını hep geliriyle sınırladı ve sürdürdüğü mütevazi hayatı ile hep barışık oldu. Hayatının son yıllarında kendisine anılarını yazması için çok israr ettik ve baskı yapmaya çalıştık, hep niyetlendi ama öncelik taşıyan başka çalışmaları vardı, Bunun başta gelen nedeni çok ve belki de abartılı bir çalışma ile geçen bir yaşam yüzünden sükûnet içerisinde geçecek yeterli bir zamanı bulamamış olmasıdır yani zaman fıkaralığıdır. Tam olarak bitiremediği anılarını yakında kitap haline getireceğiz. Babamı kısmen tarif etmek için sizlere anılarından seçtiğim bir paragrafı okumak istiyorum: “Fakültenin sınavları 30 haziran 1938'de sona ermiş ve ben Fakülteyi birinci olarak bitirmiştim. O yıl hocamız Ord.Prof. Ali Fuat Başgil dekan olarak yeni bir usul geliştirmiş ve yazılı sınavlarda en yüksek notu alan öğrencinin sınav kağıdını "Hukuk birincileri” başlıklı bir kitapta yayınlatmakla birlikte Fakülte birincisinin büyük bir fotoğrafını ve fotoğrafın altında o genci tanıtan ve Fakültenin takdirini belirten birkaç satır veya kelimeye de yer vermeyi usul haline getirmek istemişti. Bu kitabın birinci nüshasında ilk sayfada benim resmim ve altında şu cümleler vardır: "Osman Sulhi Dönmezer emekli binbaşı Cemal Dönmezer'in oğludur. 1918 senesinde İstanbul'da doğmuştur. İlk tahsilini 11. inci ilk mektepte, orta tahsilini Gelenbevi orta mektebinde bitirmiştir. 1935 de İstanbul Erkek Lisesinden birincilikle mezun olmuştur. Osman Sulhi Dönmezer Hukuk Fakültesinin birinci, ikinci ve üçüncü sınıflarını birincilikle geçmiş ve 1938 haziran devresi mezunları içinde Fakülte birinciliğini kazanmıştır 4 Osman Sulhi Dönmezer, sakin, vakur, mütevazi, sebatlı, saygılı, çok çalışkan ve zeki bir memleket gencidir. Muvaffakiyetinden dolayı Fakülte kendisini tebrik eder ve ailesine ve millete faideli bir uzuv olmasını diler. Babam hakkında bu cümleler yazıldığında henüz 19 yaşındaydı ama hayatı boyunca bu vasıflarını hep muhafaza etti ve geliştirdi, gerçekten hem ailesine, hem de milletine faydalı bir uzuv oldu. çalıştı çalıştı, hep çalıştı. 86 yaşında, vefatından bir hafta önce dahi, hasta yatağında bana bir sempozyumda sunulmak üzere bir tebliğ dikte etti. Bana hep şöyle derdi: Kızım, ağaçlar ayakta ölür, ben de öyle olacağım. Hastalığını sırf işlerine engel olduğu için hiç sevmedi. Türkiye’nin gündemini ilgilendiren çoğu meseleyi çözen bilge oldu, ama siyasete hiç atılmadı, fiili siyasetin hep üstünde kalan, olaylara objektif bakabilen bir kişiliğin sahibi oldu ve onu sürdürdü. İktidarda kim, hangi parti bulunursa bulunsun “devlet yani toplum” için hizmet istendiğinde gözünü kırpmadan hemen kabul etti ve elinden geleni yapmaya çalıştı. Demagojiden hep nefret etti. Devlete hizmet etme hususunda büyük bir gönül bağı vardı. Bu günün uygar toplumunda Devlete hizmet etmeden bireye hizmet etmenin olanaklı olmadığına inanırdı. Bütün hayatı süresince kendi veya yakınları için hiçbir şey istemedi; hep verdi ve fakat almadı; neyi elde etmişse onu dişi ve tırnağıyla çaba göstererek kendi gayretiyle elde etmişdir. Hukuk, kurallar ve onların dayandığı teorilerden oluşan bir bilgi dalıdır. Sadece kuralları nakleden, bunların olaylarda ne gibi şekiller aldığını yansıtamayan bir hoca, zamanla öğrencisinin dikkatini kaybeder. Hukuk dışında da geniş bilgiye sahip olan ve kültürümüzün fikri kaynaklarını, örf ve adetlerimizi ve inançlarımızı bilen Babam, hukuku, toplumsal kültürün değerleri ile birlikte anlatarak öğrenciye kendisine sevdirmeyi başardı. Hep şu ilkeyi savunurdu: Öğrencinin, genç bilim adamının yolunu açmak iki surette olur; birincisi adayın önündeki engelleri kaldırmaktır. İkinci yol ise engelleri kaldırmakla beraber onu ileriye doğru itmek, yürütüp koşturmaktır. Babam her iki yolu da seçmişti ve bunu hocalık hayatında hep uyguladı. Gelenbevi Orta Okulunu bitirdikten sonra İstanbul Erkek Lisesine kaydolundu. İstanbul Erkek Lisesinde okuduğu yıllar onun hayatında çok büyük bir önem taşıdı. Babam, hayatı boyunca, her zaman bu camianın bir 5 mensubu olmaktan gurur duydu ve bu değerli insanlardan aldığı feyzi hep muhafaza etti ve geliştirdi. O sevgi dolu mükemmel bir eş, duygulu, harika bir babaydı. Tüm hayatını ülkenin bütünlüğü ve esenliği, üniter, ulus devletin varlığını koruyarak sürdürmesi ve her alanda adaletin gerçekleşmesi amacına adamıştı. Bizleri ve tüm öğrencilerini bu ilkeler doğrultusunda yetiştirdi. Kamu yararını her zaman her şeyin üzerinde tutmayı öğretti. Bilim dünyasına sayısız eserler kazandıran aziz ve muhterem Babam, aynı zamanda Hocamdı. On binlerce bilim adamının ve bu gün yargının her alanında adaletin gerçekleşmesi için özveriyle çalışan hukukçuların da hocasıydı. Ömrünün son yıllarında şöyle derdi: “Ben bu yaşta artık kimseden bir şey beklemiyorum. Hayatımın hiçbir aşamasında da beklemedim. Zaten bana yeniden verilebilecek bir şey de yoktur. Ancak hizmetlerin takdiri hem bir vefa tezahürüdür ve hem de yeni kişiliklerin oluşması için bir teşvik unsurudur.” Babam, hayatta iken de saygı ve sevgiyi zirvede yaşamıştı, vefayı da gördü, vefasızlığı da. Ama vefatından sonra da onu aynı sevgi ve saygıyla anma heyecanını hisseden ve bunu bu Armağan ile Hocalarının adını ebedileştirerek ifade eden, başta babamın her zaman başarılarından gurur duyduğu kadirşinas evlatları Prof.Duygun Yarsuvat’a, sayın Prof Köksal Bayraktar’a ve kurucusu olduğu Türk Ceza Hukuku Derneği’ne ve mensubu olmaktan her zaman büyük gurur duyduğu Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ve onun değerli Başkanı Sayın Prof.Sadık Tural’a ve bu Kitabın çıkarılmasına emek veren tüm makale yazarlarına, babamın kadirşinas öğrencilerine gösterdikleri vefadan ve hocalarına olan bağlılıklarından dolayı ailem adına teşekkür etmek isterim. Eminim ki babam bunları hissediyor ve çok mutlu oluyordur. Konuşmamı, babamızın vasiyetnamesinin son cümlesi ile bitirmek istiyorum: Beni hayır ile yad ediniz Biz ailesi olarak bu kadar büyük bir mirası ömür boyu şerefle taşımamıza yardım etmesi için Allah’a her gün dua ediyoruz. Hepinize çok teşekkür ederiz. Av.Zuhal Dönmezer Çakıroğlu