fürug - yazın verlag
Transkript
fürug - yazın verlag
SERCELERIN SOLENINE HASRET KADIN: FÜRUG Geschrieben von: Erkiner Samstag, den 11. Oktober 2008 um 19:49 Uhr - Aktualisiert Montag, den 13. Oktober 2008 um 22:03 Uhr Yıldız Köremezli “...Çok soğuk Çizgilerimi kesiyor rüzgar Düşünüyorum bir tek insan var mı şimdi Yıkılmış yüzüyleTanışmaktanKo rkmayan! Zamanı değil mi artık Acılsın bu pencere, açık açık açık Yağsın gökyüzü oradan Kendi kimliğinin ölüm namazını Kılsın insan inleyerek. ...” Alıntıladığımız şiir İranlı şair Füruğ Ferruhzad’a ait. Füruğ, İran’ın tanınmış edebiyatçılarından Mesud Farzan’ın tanımıyla, çağdaş İran şiirinin, 15. yüzyıldan beri süregelen klasik İran şiir geleneğinden sıyrılışında ortaya çıkan, şiir söyleme yeteneği en güçlü şairdir. Bu belki biraz abartılı görünebilir ama onun ve şiirlerinin haiz olduğu önemi kavramamızda yardımcı olacaktır. Ferruhzad 1934’te Tahran’da akademisyen, varlıklı bir ailenin kızı olarak doğdu. Ailesinin Bahaizm mezhebine bağlı olduğu söyleniyor. İran’da tanınmayan bu mezhebi, Füruğ da tanımıyordu. Yine de ailesinin bağlı olduğu bu mezhepteki inanışa göre, dinin kaynağının yaşanan gerçekler, insanların yeryüzünde birbirleriyle olan ilişkileri ve yaşamın gerektirdiği davranışlar olduğunu söylemeliyiz. Bahaizm’e göre: “gerçek din, insan için yaşamaktır”. Füruğ sevgi ve özlemle anacağı ilkokul yıllarını Tahran’da geçirdi. Ortaokul öğrenimi sonrasında Ressamlık Yüksek Okulu’na girdi. Resimle ilişkisi hakkında ek bir bilgimiz yok ancak bundan sonra başlayan yıllar şiir söylemenin yegane meşgalesi olduğu, yaşamıyla bütünleştiği, kendisini tarif ve varetmenin yolu olduğu yıllar oldu. Onaltı yaşında Perviz Şapur ile evlendi, Ehvaz şehrine yerleşti. Dünyası şiirle doluydu, ancak şiir, yaşaması beklenen klasik aile yaşamıyla aynı ipte oynayacak türden bir uğraş değildi. Oğlu Kamyar’ın doğumundan bir süre sonra, şiir ve evlilik arasında bir seçim yapmak durumunda kaldı, kocasından ayrıldı. Bu, oğlunu göremeyeceği anlamına gelen zor bir ayrılık oldu. O, tam onaltı yıl, yaşamı noktalanıncaya kadar, aşık olduğu oğlunu göremedi. “Onüç-ondört yaşlarında birçok gazel yazdım, fakat hiçbirini yayınlatmadım. Ben bir zamanlar şiir söylerdim, bende öylesine içgüdüsel olarak kaynardı. Her gün iki üç tane, mutfakta, dikiş makinesi karşısında yazıverirdim. Çok okurdum ve azbuçuk da yeteneğim vardı. Bir yolunu bulup geri vermeliydim. Bunların şiir olup olmadıklarını bilmiyordum, fakat o günlerin ben’i olduklarından kuşkum yok. İçtenliklidirler ve çok kolay olduklarını da biliyorum. O zamanlar daha yoğrulmamıştım. Kendi dil ve biçimimi, kendi düşsel dünyamı bulmamıştım. ‘Ailevi yaşam’ dediğimiz dar ve küçük bir çerçevede tıkılı idim. Sonra ansızın tüm sözlerden boşaldım. Çevremi değiştirdim, daha doğrusu zorunlu ve kaçınılmaz olarak değişti.” O, İran şiirinde yerini birkaç özelliğiyle edindi. İlk olarak söylenebilir ki; İran şiirinde kadının sesini, tecrübelerini, duygularını, ümit ve beklentilerini, aşk ve ihtiraslarını, küskünlük ve umutsuzluklarını dillendirdi. Ve onda özel olan boyalanmamış, tüm açıklığıyla ortaya konulan, dokunaklı, müzikli ve bir yandan da coşku ve heyecan dolu anlatımdır. Bunun yanında o, erkekleri de inceleyen ve tanımlamaya çalışan az sayıdaki doğulu kadın şairden biridir. Şiirlerinde kadınlar ilişki ve aşk temalarıyla sınırlanmayan, cinsellikte kendini tanımlamış olan, beklenti ve sanrılarından kurtulmuş kadınlardır. Erkekleri de kendilerine biçilen geleneksel elbiseleri içinde kalmazlar. Edebi ve mecazi anlamda erkeklere verilen bir ayrıcalık olan dinamizm, arzularını dile getirme ve değişim gücü, sadece onlara ait olmaktan alıkonmuş 1/6 SERCELERIN SOLENINE HASRET KADIN: FÜRUG Geschrieben von: Erkiner Samstag, den 11. Oktober 2008 um 19:49 Uhr - Aktualisiert Montag, den 13. Oktober 2008 um 22:03 Uhr kadınlara verilmiş olan durağan ve hareketsiz rollere karşı çıkılmıştır. Genç erkekleri incelemesi Füruğ’un geleneksel şartlanmadan çıkışına, uyanışına yön vermiştir. Onun şiirleri Batıdaki eğitim-roman türünün taşıdığı birtakım özelliklere sahiptir. Bu tür romanların kahramanları genç erkeklerdir. Örneğin Flaubert’in “Gönül ki Yetişmekte”sinde ya da Joyce’un “Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi”nde hayata yeni başlayan, yaşamın felsefesini anlamaya, güç ve potansiyelini aktive etmeye çalışan gençler sözkonusudur. Füruğ’un beş kitabı da, kişisel büyümenin, bilinçlenmenin evrimini anlatır. * “... Söylemek istediğim korkak fısıltılar değil karanlıkta Gündüzdür sözkonusu olan ve ardına kadar açık pencere Ve tertemiz hava Ve bir ocak tüm yararsız şeylerin yanıp gittiği Ve apayrı bir ekinin tohumlarını taşıyan tarla Ve doğum ve gelişme ve gurur Bizim seven ellerimizdir sözkonusu olan Bir köprü kuran kokular, ışıklar ve esintilerle Gecenin üstünde Çimenliğe gel Kıyısız çimenliğe ve çağır beni İbrişim çiçekleri usulca nefes alırken Çağır bir ceylan eşini çağırır gibi ...” Şiirlerinde işlediği temel konu aşktır. Ona göre modern İran edebiyatı gerçek sevginin ne olduğunu pek bilmez. Orada aşk o kadar abartılı, kederli ve acı doludur ki, bugünün telaşlı ve sinirli insanı onu bu haliyle sindiremez. Bu şiirlerde aşk, insanın en güzel ve en saf duygusu değildir ve iki vücudun bütün güzelliği ile adeta tapınmayı andıran beraberliği “ilkel bir gereksinim” olarak tanımlanıp basitleştirilmiştir. Füruğ, aşkla ilgili bütün değerleri radikal bir biçimde yeniden değerlendirmiştir. Yine de o, iki eşit ve aynı derecede önemli duygu arasında kalmıştır: suçluluk duygusu ve korkuyla, şehvetli bir vücudun arzuları. Şiirleri yasaklanmışlıklar çölünde birer vaha gibidir. Aşk ilişkilerinde ve sonrasında kendini tanıdığını, tanımladığını söyleyecektir. Sakat, başarısız aşk ilişkileri, tamamlanmamış birliktelikler içinde o, erkeğin duygusal dünyasına örttüğü peçeyi kaldırmış ve ardından sonsuz bir yalnızlığa ve yalınlığa gömülmüştü. “... Üşüyorum Üşüyorum ve sanırım artık hiç ısınamayacağım Ey sevgilim! Ey tek sevgilim “kaç yıllıktı acaba o şarap?” Bak burada Ne kadar ağır zaman Ve nasıl kemiriyor balıklar benim tenimi! Niçin hep denizin altında tutuyorsun beni? Üşüyorum ben ve sedef küpelerden nefret ediyorum 2/6 SERCELERIN SOLENINE HASRET KADIN: FÜRUG Geschrieben von: Erkiner Samstag, den 11. Oktober 2008 um 19:49 Uhr - Aktualisiert Montag, den 13. Oktober 2008 um 22:03 Uhr Üşüyorum ve biliyorum Bir yaban lalesinin kırmızı düşlerinden Bir kaç damla kandan başka Hiçbir şey kalmayacak yerde. Bırakacağım artık çizgileri bir yana Sayıları saymayı da Çıkacağım sınırlı geometrilerin odalarından Sezgi alanlarının genişliğine sığınacağım Çıplağım ben, çıplağım, çırılçıplağım Sevgi sözcüklerinin arasındaki sessizlikler kadar çıplak Ve aşktan benim tüm yaralarım Aşktan aşktan aşktan! ...” * Arkadaşlık, iletişim ve büyüme ihtiyacını işlediği şiirleri de diğerleri kadar doyurucudur. O, dünyayla ilişkisini her zaman yoğun ve sürekli tutmuştur. İnsan soyut dünyasını, kendi dünyasında dolaşıp, kendini seyrederek kurar. Ancak insanın görmesi ve seçebilmesi için, kendi dünyasını, halkın arasında ve yaşamın dibinde bulması, dünya ile sürekli ilişki içinde olması gerekir. Böylece kendi soyut dünyasını hep yanında taşıyabilir ve o dünyanın içinden dışarıyla ilişki kurabilir. “Caddeye çıkıp odanıza döndüğünüzde, caddeden kişi olarak sizin varlığınız ve kişisel dünyanızla ilgili olan birtakım şeyler zihninizde kalır. Ancak, eğer evden çıkmayıp sadece caddeyi düşlemekle yetinirseniz, düşüncelerinizin sokakta olanlarla uyumlu olmadığını görürsünüz. Cadde güneşliyken siz hala karanlık sanabilirsiniz, barış gelmişken savaş devam ediyor diye düşünebilirsiniz.Bu durum bir çeşit el-ayak çekmedir. Ne insanın kendisini kurtarır ne de yapıcıdır. Şiir kaynağını yaşamda bulur. Güzel ve gelişebilen herşey, yaşamın sonucudur. Kaçmadan ve yadsımadan denemeli. En çirkin ve acı olanları bile. Ama şaşkın bir çocuk gibi değil, zekice ve her çeşit hoş olmayana hazırlıklı olarak. Yaşamla ilişki insanı doldurandır.” Füruğ’u okuduğunuzda, dünyayla kurduğu o yoğun ilişki içinde gerçek olaylarla ve gerçek duygularla yüzleştiğini görürsünüz. O, görmeyi bilen, derinliği olan bir kadındır. Akıllı ve duyarlı. Bu, hep acı çekmek anlamına gelir. Ve o, algıladığını, şimdiye kadar İran şiirinin taşıdığı herşeyi güzel bir dille, yumuşacık sözcüklerle anlatma anlayışına sahip tadın dışına çıkarak, olduğu gibi aktarmıştır. “Şiirde ben, bir avuç kaba, kokmuş ve aptalca sorunla karşı karşıyayım. Tüm şiirlerin parfüm kokması gerekmez. Bırakın bazı şiirler bir mektupta sevgiliye yazılıp gönderilecek kadar şiirsel olmasın. Böyle olması gerektiğini düşünenlere söyleyin, benim bazı şiirlerimin yanından geçerken burunlarını tıkasınlar. Şiirin kendi dili ve biçimi vardır. Ben sidik kokan bir sokaktan sözetmek istediğimde, hoş kokular listesini önüme koyup, bu kokuyu anlatmak için en hoş olanını seçemem, bu şarlatanlık olur. Önce kendine ve sonra da başkalarına karşı...” “... Mutlu cesetler 3/6 SERCELERIN SOLENINE HASRET KADIN: FÜRUG Geschrieben von: Erkiner Samstag, den 11. Oktober 2008 um 19:49 Uhr - Aktualisiert Montag, den 13. Oktober 2008 um 22:03 Uhr Kederli cesetler Cesetler suskun ve düşünceli İnceliksever, giyimsever, yemeksever Belirli zamanların duraklarında Ve kuşkulu zemininde gelip geçen ışıkların İstekle dolu boşunalığın çürümüş meyvalarını toplarken Ah, Ne kadar insan var kavşaklarda merakla olay bekleyen Tam da dur işareti verilirken ezilmiş olmalı Olmalı olmalı zamanın tekerleri altında Yağmurlu ağaçların altından geçen adam ...” Şiirinde dalgalanan acıyı kavrayabilirsiniz. Duyuşu, çağının aydınında kanayan yaradır. Değerlerin birer birer yokoluşu karşısında direniş ve daha büyük yokoluş olan ölüme karşı direniş. Yokoluş heryerdedir. Onun mutlu anlarını bile umutsuzlukla doldurur. “... Ne ödemeliyiz? Ne kadar ödemeliyiz daha Büyüsün diye bu beton kutu Ne ödeyeceğiz? Gerekeni Yitirmek için, yitirmişiz çoktan Işıksız yola koyulmuş olan biz Ve ay, ay yani o sevgi dolu dişi oradaydı hep Çocuksu anılarında bir toprak damın Ve genç tarlalarında çocukluğun çekirgelerden korkan, Daha ne ödemeliyiz? ...” * Füruğ öldüğünde çok genç yaşta olmasına rağmen ardında birçok başarılı çalışma bırakmıştı. İlk şiirleri 20’li yaşlarında yayınlandı. 50’li yılların ortalarında Füruğ’un ilk kitabı olan “Esir” çıktı. Kitap 44 şiirden oluşuyordu ve kadın-eş-anne kimlikleriyle şair kimliği arasında sıkışmış, kimliğini arayan bir kadını anlatıyordu. Bunu izleyen üç kitap “Duvar”, “İsyan” ve “Yeniden Doğuş” oldu. Duvar ve İsyan’da toplumun kadınlara karşı adaletsiz tavrını şiddetle eleştiriyordu. 1964’te yayınlanan Yeniden Doğuş’ta kendini kendine model almıştı, kendi bedenine sarılıp, yeniden doğurmuştu kendini. 23 yaşında İbrahim Golestan’ın “Golestan Film” şirtekinde işe başladı. Sinema ve tiyatroda oyuncu ve yönetmen olarak çalıştı. Sinemanın, kendisi için söyleyecek sözü oldukça, şiir gibi bir anlatım yolu olduğunu söylüyordu. Dört belgesel film çekti, iki filmde oynadı. Pirandello’nun “Altı Kişi Yazarını Arıyor” adlı oyununu sergiledi. 1962 yılında yaptığı “Bir Ateş” filmiyle İtalya’da Belgesel Filmler Festivali’nde birincilik aldı. 1963’te çektiği 4/6 SERCELERIN SOLENINE HASRET KADIN: FÜRUG Geschrieben von: Erkiner Samstag, den 11. Oktober 2008 um 19:49 Uhr - Aktualisiert Montag, den 13. Oktober 2008 um 22:03 Uhr cüzzamlıları konu alan “Kara Ev” ile Almanya’da yapılan 1964 Oberhausen Film Şenliği’nde ödül kazandı. Film Onat Kutlar’ın tanımıyla, cüzzamlılar gerçeğini bir masal boyutuna ulaştırıyordu, acı, korku ve unutma duyguları veren bir masal. O, bu filmi Tebriz’deki Baba Bağı Cüzzamlılar Evi’nde oniki günlük bir çalışmayla çekmişti. Ve cüzzamlıların güvenini kazanmak için bu süre içerisinde onlarla yaşamıştı. Türkçe’de Füruğ’un şiirlerinin ilk basımı Onat Kutlar-Celal Hosrovşahi çevirisiyle ADA Yayınlarınca yapıldı. Celal Hosrovşavi’nin Füruğ’a tutkusundan gelen ince duyarlılık ile Onat Kutlar’ın özenli Türkçesini taşıyan bu çeviri şu anda dağıtımda bulunmuyor. Yapı Kredi Yayınları’ndan Cavid Mukaddes’in çevirisiyle çıkan “Sadece Ses Kalıcıdır” adlı kitabın basım tarihi ise 1997. 1967 yılında bir trafik kazasında öldü Füruğ. Karanlık noktalarının hala aydınlatılamadığı kazanın, İran rejiminin insanları susturma ve sindirme hareketinin bir parçası olduğu fikri çok sayıda insan tarafından paylaşılıyor. Celal Hosrovşahi-Onat Kutlar çevirisiyle basılan “Sonsuz Günbatımı” adlı kitabın önsözünde Füruğ’un ölümü Hosrovşahi’nin dilinden şöyle anlatılır: “Öldü Füruğ. Henüz 33 yaşındayken. Bir trafik kazasında, başını kaldırımın kıyısına vurdu ve oracıkta bir kuş gibi öldü. Son kez gördüğümde uyuyor gibiydi...” O, şiir seven herkesin mutlaka tanışması gereken, buruk, kırmızı şarap tadında şiirleriyle, büyüleyen bir kadın. Kuş ölümlüdür Kederliyim Kederliyim Balkona çıkıyorum ve gecenin Gergin tenine dokunuyor parmaklarım Sönmüş tüm bağlantı ışıkları Sönmüş tüm bağlantı ışıkları Artık kimse tanıştırmayacak beni Kimse götürmeyecek Serçelerin şölenine Uçuşu hatırla Kuş ölümlüdür. “... Çok soğuk Çizgilerimi kesiyor rüzgar Düşünüyorum bir tek insan var mı şimdi Yıkılmış yüzüyle Tanışmaktan Korkmayan! Zamanı değil mi artık Acılsın bu pencere, açık açık açık Yağsın gökyüzü oradan Kendi kimliğinin ölüm namazını Kılsın insan inleyerek. 5/6 SERCELERIN SOLENINE HASRET KADIN: FÜRUG Geschrieben von: Erkiner Samstag, den 11. Oktober 2008 um 19:49 Uhr - Aktualisiert Montag, den 13. Oktober 2008 um 22:03 Uhr ...” Avrupa ve Türkiye’de Yazın, Eylül 1997, Sayı 77 6/6