40_042010_1302-9541 - Türkiye Bilimler Akademisi
Transkript
40_042010_1302-9541 - Türkiye Bilimler Akademisi
"Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir." Sahibi Türkiye Bilimler Akademisi Adına : Başkan Prof. Dr. Yücel Kanpolat 40. Sayının Editörü Prof. Dr. Derin Orhon Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ender Arkun Yayın Editörü/Koordinatör Filiz Çiçek Bil TÜBA Başkanlık ve Sekreterya Piyade Sokak No: 27, 06550 Çankaya- ANKARA Tel: 0.312.442 29 03 (pbx) Fax: 0.312.442 23 58 http//www.tuba.gov.tr Günce Piyade Sokak No: 27, 06550 Çankaya- ANKARA Tel: 312.442 29 03 (pbx) Fax: 312.442 64 91 e-mail: tubagun@tuba.gov.tr ISSN: 1302-9541 Baskı Yeni Reform Matbaacılık Ltd.Şti. K.Karabekir Cad. No:91/2 İskitler/ Ankara Tel:0.312.341 20 92 Fax:0.312.341 20 93 Günce 11.500 adet basılmıştır. Sorumluluk Günce'de yayımlanan yazıların hukuksal sorumluluğu yazarlara aittir. Su Yönetiminin Temel Unsurları ve Türkiye'deki Uygulamalar Günce dergisinin bu sayısının, çevrenin ve doğal dengenin hayati unsurlarının başında gelen su ve su yönetimine ayrılmış olması kanımca birkaç yönden çok önemli bir gelişmedir. Başta, Türkiye Bilimler Akademisi bu konuyu dikkate değer bulmuştur. Ayrıca, ülkemizde su yönetiminde geçmişte yapılmış olan hatalar, bu sorunun mutlaka bilimsel bir yaklaşıma ihtiyaç gösterdiğini ortaya koymaktadır. Sonuçta, bu özel sayı belkide su sorunlarının bilimsel anlamda ciddiye alınması gerektiğini vurgulayan önemli belgelerden biri olacaktır. Günümüzde su yönetimi çok fazla bileşenin birlikte değerlendirilmesi ve bilimsel esaslarla tanımlanması gereken bir yönetim biçimidir. Başka bir açıdan bakıldığında, suyun yarattığı sorunların üzerine taşan cehalet düzeyinin, gelişmiş ülkelerle gelişmemiş toplumları birbirinden ayıran en önemli göstergelerden biri olduğunu belirtmek gerekir. Gelişmiş ülkelerde radyasyonlu çayı içen bakan ya da arsenikli suyu içen belediye başkanı manzaralarına rastlanmaz. Bu bakımdan başta su yönetimi olmak üzere tüm çevre sorunları, Türkiye'nin, Avrupa Birliği yolundaki en önemli sınavlarından biri olacaktır. Günce'nin özel sayısında, su yönetimini oluşuran tüm unsurları birlikte ele almanın mümkün olmadığı açıktır. Günümüzde her türlü atığa potansiyel bir kaynak gözü ile bakılmaktadır. Dolayısıyla artık, suyun kullanıldıktan sonra atılması düşünülmemeli, geri kazanım ve çok amaçlı yeniden kullanım yaklaşımlarının getirdiği kaynak yaratma fikri ön planda tutulmalıdır. Bu nedenle su ile ilgili her konu ve sorun, doğal çevrim içinde değerlendirilmelidir. Sorunlar genelde çok karmaşık olup çözümleri ciddi bilimsel katkılar gerektirir. Bu bakımdan doğal sistemleri yorumlayan çevre bilimleri, uluslararası boyutta olduğu gibi ülkemizde de ciddiye alınmalıdır. Konu, bu sayıda değişik boyutları ile ele alınmıştır. Beşinci Uluslararası Su Forumu'nun 2009 yılında İstanbul'da yapılmış olması, ülkemiz için de önem taşıyan bazı konuların öne çıkmasını sağlamış ve bunları Günce içinde işlemek imkânı doğmuştur. Konuya, başta Türkiye Su Yönetiminde Avrupa Birliği'ni Yakalayabilir mi? sorusu ile girilmiş, bu çerçevede temel sorunlara ve muhtemel çözümlere değinilmiştir. Daha sonra, Su Kaynaklarının Yönetimi ve AB Süreci, bu alandaki en yetkili ağızlardan tanıtılmıştır. Ulusal ve Sınıraşan Suların Yarattığı Sorunlar ve Çözüm Önerileri farklı bakış açıları ile ele alındıktan sonra, Bütünleşik Havza Yönetiminin Temel Esasları ve Türkiye'deki Uygulamalar ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Bilindiği gibi, bütünleşik (entegre) havza yönetimi Avrupa Birliği'nde en önem verilen, buna karşın ülkemizde en fazla göz ardı edilmiş olan bir konudur. Ülkemizde maalesef bir yerleşimin temiz tutmaya çalıştığı bir yüzeysel su kaynağı (akarsu, göl, vb.,) hemen yanındaki bir başka yerleşim tarafından kirletilmektedir. Aynı çerçevede, Su Hizmetlerinde Sürdürülebilirlik Anlayışı üzerinde durulmuştur. Su denince akla sadece içme/ kullanma suyu gelmemelidir. Kullanım sonrası oluşan atıklar çevre sorunlarının çok önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. Bu anlamda, yazılardan birinde Sürdürülebilir Kentsel Atıksu Yönetimi üzerinde durulmuş ve Türkiye'deki hazin tablo aktarılmıştır. Kentsel/ evsel atıksuların, buzdağı örneğinde olduğu gibi atık sorununun çok küçük bir bölümünü oluşturduğu ve bunun dışında, sanayi atıkları, tehlikeli atıklar, arıtma çamurları, deniz kökenli atıklar gibi, ülkemizde göz ardı etmenin daha kolay göründüğü çok ciddi sorunlar bulunduğu dikkate alınmalıdır. Bu sayıda, ayrıca Küresel İklim Değişikliği ve Türkiye Üzerindeki Etkileri konusunda çok ilginç bir yazı da yer almaktadır. Yakın bir gelecekte, bu sayıda değinilemeyen önemli konularla çevre sorunlarına Günce'de tekrar yer verilmesini diliyorum. Derin Orhon Bu Sayida... 23-28 Kamu-Özel Sektör Ortaklıkları: Su Hizmetlerinde 1 Editörden 2-4 Su Yönetiminde Temel Sorunlar ve Çözümler: Türkiye Avrupa Birliği'ni Yakalayabilir mi? 5-13 Su Kaynaklarının Yönetimi, AB Süreci ve Çevre ve Orman Bakanlığı Uygulamaları 33-35 Küresel İklim Değişikliği ve Türkiye Üzerinde Ulusal ve Sınıraşan Su Havzalarının Yönetiminde Temel Sorunlar ve Çözüm Önerileri 36-43 Türkiye ve Sınıraşan Sular: Bir İşbirliği Alanını Çok 14-16 17-22 Entegre Havza Yönetimi ve Türkiye'deki Uygulamalar Sürdürülebilirlik Arayışı 29-32 Türkiye'de Sürdürülebilir Kentsel Atıksu Yönetimi Etkileri Boyutlu Düşünmek 44-50 TÜBA’dan Haberler 51-52 TÜBA Üyelerinden Haberler Sayfa 1 Su Yönetiminde Temel Sorunlar Su Yönetiminde Temel Sorunlar ve Çözümler: Türkiye Avrupa Birliği'ni Yakalayabilir mi? Prof. Dr. Derin ORHON TÜBA Asli Üyesi orhon@itu.edu.tr Son yıllardaki gelişmelerle toplumun en önemli özelliği düzeyine ulaştığını üzülerek izlediğimiz cehaletin temel belirtileri umursamazlık ve unutkanlıktır. Bu belirtiler ülkemizde en çok çevre sorunlarında ortaya çıkmaktadır. Çevre sorunları, korkutucu boyutlara ulaştıkları halde, bir türlü farkedilmemekte ve onca saçma sapan konu arasında gündem maddesi olamamaktadır. Medyamız her türden haber ve yorum arasında herhangi bir çevre sorununa yer ayırmama alışkanlığını ısrarla sürdürmektedir. Bu hazin tablo içinde, Türkiye Bilimler Akademisi'nin en önemli çevre sorunlarından biri olan su yönetimine Günce'de özel bir sayı ayırması özel övgüyü hakeden bir yaklaşım olmuştur. Bu çerçevede, son dönemde ülkemiz, dikkatle üzerinde durulması gerekli iki önemli gelişme yaşamıştır. Bunlardan ilki, 2008 yılında İstanbul'da düzenlenen 5. Uluslararası Su Forumu'dur. Su politikaları ve yaklaşım stratejileri açısından çok önemsenen bu toplantı, İstanbul'u ve Türkiye'nin sorunlarını uluslararası platforma taşıyan başarılı bir düzenleme olmuştur. İkinci gelişme ise, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyelik sürecinde çevre dosyasının açılmış olmasıdır. Bu özel sayıda değerli yazarlar, her iki gelişmeyi de kapsayacak şekilde, ülkemizdeki su yönetimi sorununa çok farklı açılardan yorum getirmişler ve somut bilgiler sunmuşlardır. O nedenle yazımda, tekrarlardan kaçınmak üzere, sadece konuya ilişkin temel sorunları satırbaşları olarak özetlemenin uygun olacağını düşünüyorum. Bu şekilde, belki de Türkiye çevre alanında ve özelde su yönetiminde Avrupa Birliği'ni yakalayabilir mi? sorusu cevabını bulmuş olacaktır. Temel Eksiklerimiz Konuya herhalde bizleri Avrupa Birliği ve tüm gelişmiş dünyadan ayıran temel eksiklerimizle başlamak yerinde olur. Su yönetiminde olduğu kadar tüm çevre sorunlarımız için de geçerli olan temel eksiklerimizi kanımca dört ana başlıkta toplamak yerinde olur: (i) ilgi; (ii) bilgi; (iii) finansman ve (iv) bunların yarattığı yetki/bilgi kargaşası. Başta, cehaletin yönlendirdiği toplumsal umursamazlık ve ilgisizliği herhalde geleneksel aidiyet kavramımız ile de ilişkilendirmek mümkündür. Bir örnekle açıklamak gerekirse , çoğu eve ayakkabı ile girilmez; evin hanımı evini siler süpürür, tertemiz yapar ama pislikleri sokağa süpürür ya da temizlik kovasını pencereden sokağa boşaltır. Neden? Çünkü, ev onundur ama, sokak ya da çevre için herhangi bir aidiyet hissi beslemez, dolayısıyla denizine lağım dökülmüş ya da yanda yakılan bağış kömürle havası kirlenmiş kaygısını yaşamaz. Sayfa 2 İkincisi, çevre konularında bilginin gereksiz olduğu inancı hakimdir. Bu inanç, en basit uygulamadan bilimsel çevrelere ve araştırmalara kadar geçerlidir. Çevre Bilimleri dendiğinde bilimsel çevreler, ne olduğunu araştırma zahmetine katlanmadıklarından olsa gerek, dudak bükerler. Üniversitelerimizin Çevre Mühendisliği bölümlerinin başkanlıklarına ve akademik kadrolarına ormancılar, ziraatçiler, jeologlar atanır. Belediye başkanları trafo sorunları olduğu zaman elektrik mühendisine başvurur ama, bir çevre sorunu olduğu zaman çevre mühendisi aklına gelmez, sorunu kendi çözmeye kalkar. Bu arada piyasaya, o sıfatı nasıl aldıkları tam belli olmayan bir çevreci topluluğu hakimdir; bu çevreciler, genelde hiçbir özel bilgi ve birikime sahip olmadan sırf ilgi duydukları için her konunun içine girerler ve neticede sorun da, çözüm de perişan olur. Çevrenin korunması doğal olarak doğru seçilmiş birtakım mühendislik tesislerinin kanalizasyon, arıtma tesisleri, tehlikeli atık bertaraf sistemleri, vb. kurulup işletilmesini gerektirir. Dolayısıyla, çevrenin korunmasının bir bedeli vardır. İTÜ'nün önemli bir bölümünü yürüttüğü bir Avrupa Birliği projesinde, Türkiye'de büyük çevre yatırımları için önümüzdeki yıllarda 70 milyar Є'nun üzerinde bir finansman kaynağına ihtiyaç olduğu ortaya konmuştur [1]. Ancak, gelişmiş ülkelerde çok değişik örnekleri olan gerekli finansman mekanizması Türkiye'de hiçbir zaman anlaşılamamıştır. Bu nedenle çevre yatırımlarına para bulunamaz. Belediyeler alt yapı için merkezi idareden destek beklerler; kaynağı olmayan destek gelmeyince de bu sayıdaki yazılarda ayrıntıları verilen hazin yokluk tablosu ortaya çıkar. Topluma hizmet amacı için varolan yerel idareler, toplum için temiz ve sağlıklı bir çevre yaratamamış olmaktan hiç sıkıntı duymazlar. Oysa “kirleten öder” prensibi doğru anlaşılsa çevre yatırımlarının topluma yansıtılması çok kolaydır. Örneğin, kullanılan suyun birim fiyatı içinde sağlıklı bir su yönetiminin gerektirdiği arıtma, vb. tüm yatırımların karşılığının bulunması ve toplanan paranın sadece bu amaçla kullanılmış olması gerekir. Toplum bu işin takipçisi olmadığından genelde sağlanan gelir keyfi bir şekilde harcanır. Bu dönem Harp Akademileri'nde verdiğim bir derste, İstanbul'da kullanılan suyun faturalardaki metre küp bedelini sordum. Sadece bir genç subay, o da ders süresince araştırarak doğru cevabı verebildi. Akhisar atıksu arıtma tesisi yapıldıktan sonra, işletme masrafı belediye başkanı tarafından yüksek bulunduğu için onlarca yıl işletilmedi ve tesis çürümeye terk edildi. Akhisarlılar bu olayın farkına bile varmadılar. Çevre sorunları ile ilgili en çarpıcı ve çarpık gelişmelerden biri de yöneticilerde yetki ile olmayan bilginin de sağlandığı düşüncesi ile uygulamanın yürütülmesidir. Yetki/ bilgi karmaşası özellikle belediye başkanlarının tipik özelliğini oluşturur. Örneğin, İstanbul belediye başkanları hep kendilerinde yetkiden kaynaklanan bir çevre uzmanlığı oluştuğunu kabullenerek dönem dönem birbirleri ile taban tabana ters kararlar alarak bunları uygulamaya çalışmışlardır. Sonuç ortadadır: Bir zamanlar dünyanın en temiz iç denizlerinden biri olan Marmara'da günümüzde balık nesli neredeyse tükenmiştir, denize girilememektedir. Su Yönetiminde Temel Sorunlar Yöneticilerimizin birçoğu ayrıca kendilerinde bir elektronik cihaz hassasiyetinde su kalitesi belirleme sezgi ve yeteneği bulunduğunu zehabına kapılırlar ve bu yeteneklerini de bir şekilde kirlenmiş suları halkın önünde içerek ispatlamaya çalışırlar. Çernobil faciasının hemen sonrasında radyoaktif çayı içerek poz veren bakan ya da arsenik bulaşmış suyu içerek temiz olduğunu kanıtlama çabasındaki belediye başkanı görüntüleri çevre sorunlarını topluca ne kadar hafife aldığımızı ibret verici bir şekilde ortaya koymuştur. Bu görüntüler maalesef devam edecektir. Su Kaynakları ve Kullanımı Türkiye'yi yeterince suyu olan bir ülke olarak değerlendirmek gerekir. Ancak, suyun yeterince gerektiği yerde bulunmaması hep önemli bir sorun olmuştur. Özellikle, turistik sahil kesimi suya en fazla ihtiyaç duyulan yaz dönemlerinde hep su sıkıntısı çeker. Bunun nedeni, yağış ile beslenen ve sınırlı kapasitesi olan yöresel su kaynaklarına bağlı kalınmasıdır. Bölgedeki baraj, rezervuar, dere vb. çoğu yüzeysel kaynak, yaz döneminde yetersiz yağış, yüksek buharlaşma ve aşırı talep yüzünden kuruma düzeyine gelir ve dağıtılacak su bulunamaz. Bu, özellikle İstanbul için her yıl tekrarlanan talihsiz bir senaryo haline gelmiştir. Yöneticiler, su kıtlığına yağışla bağlantılı olarak kaderci bir yaklaşım getirmeyi ve çözüm bulmak yerine halkı su tasarrufuna çağırmayı tercih etmişlerdir. Suyun israf edilmeden kullanılmasını istemek doğaldır. Ancak, ülkemizde zaten çok az su tüketilmektedir; bunun yanlış yönetim anlayışıyla daha da aşağı çekilmesi ciddi sağlık sorunlarına yol açabilecek hatalı bir yaklaşım olur. Üstad Selahattin Duman'ın herkesin okumasını önerdiğim “Su akar, yiğit bakar… Sonunda ergeç kokar…” başlıklı yazısında [2] yeterince su kullanmama alışkanlığımızın sonuçları enfes bir kara mizah tablosu ile tasvir edilmektedir. Yapılan bir araştırma, ülkemizin büyük bir bölümünde kişi başına günlük su tüketiminin 100 litrenin altında olduğunu ortaya koymuştur [3]. Bu düzey Avrupa ortalamasının en az 2-3 misli, ABD ortalamasının da 4-5 misli altında kalmaktadır. Dağıtılan suyun %20-60 arasındaki bölümünün bizlere ulaşmadan şebekedeki kaçaklar dolayısıyla kaybolduğunu dikkate alırsak, genelde minimum hijyen sınırları altında su kullandığımız ortaya çıkar. Su Kaynaklarının Korunması Çoğunlukla yüzeysel su kaynakları kullanıldığından bunların korunması için su toplama alanları içinde koruma bantları oluşturulması ve bu bantlarda kirlenmeye yol açacak yapılaşmanın önlemesi amacı ile yönetmelikler hazırlanmış ve yürürlüğe konmuştur. Ancak, bizdeki yasaklar sadece yasaya saygılı vatandaşlarımıza yönelik olduğundan bu bölgelerde kaçak yapılaşma önlenememiştir. Yerel yönetimler bunları önlemek yerine, genelde kaçak yapı alanlarına yol, su, elektrik doğalgaz gibi alt yapı hizmetleri götürmeyi tercih etmiştir. İçtiğimiz suları ne ölçüde koruduğumuzu ya da koruyamadığımızı anlayabilmek için, sadece bu bölgelerin uydu görüntülerine göz atmak yeterlidir. Birçok su kaynağı, su kalitesinin kabul edilebilir sınırların altına düşmesi nedeni ile terkedilmiştir. İstanbul'a su veren bir yüzeysel kaynak iken terkedilmek zorunda kalınan Küçükçekmece Gölü, bu tür hazin gelişmelerin tipik bir örneğidir. İstanbul'un Asya yakasındaki bir başka kaçak yapı bölgesine belediye statüsü verilmiş ve bu vesile ile yapılmış olan törene zamanın hükümet temsilcileri de katılmıştır. Yeni Kavramlar/ Teknolojiler Ülkemizdeki su yönetiminin en belirgin eksikliklerinden biri de, yeni kavram ve teknolojilerin uygulamada ihmal edilmiş olmasıdır. Bunların başında membran teknolojisi kullanmak suretiyle desalinasyon, yani daha basit tanımı ile tuzlu sudan kullanma suyu elde edilmesidir. Tarihte, İstanbul'u farkedemedikleri için Kadıköylülere “körler ülkesi” dendiği rivayet edilmiştir; aynı sıfata bütün ülkeyi çevreleyen kıyı şeridimizin fazlası ile layık olduğunu düşünüyorum. Bu şeritteki yerel yönetimler, bir yandan ciddi su sıkıntısı çekerken öte yandan denizi çok önemli bir su kaynağı olarak fark etme basiretini gösterememektedir. Bu bölgede suyun ortalama satış bedeli metre küp başına 2.5-3.0 TL'nin altında değildir. Oysa, günümüzde ters osmoz/membran teknolojisi ile güvenilir bir şekilde 1.5 TL'nin altında bir maliyetle içme suyu niteliğinde kullanma suyu eldesi mümkündür. Bu konuda KKTC'de Türk firmaları tarafından yapılıp işletilen tesislerin, gerek teknolojik gerekse ekonomik yapılabilirlik yönünden yöneticilerimiz tarafından incelenmesinde büyük yarar olacaktır. Örneğin, İstanbul, kaynağın ekolojisini bozmak ve kirlenmiş su alma riskine katlanmak suretiyle, çok uzak mesafelerden su getirme projeleri yanında, hemen sahilinde denizden su temini olasığının çok daha güvenli ve ekonomik olduğunu artık farketmeli ve en azından emniyet sigortası görevini üstlenecek 200.000 m3/gün'lük bir desalinasyon tesisi kurma kararını hemen vermelidir. Aynı husus İzmir ve benzeri sahil kentleri için de söz konusudur. Atıksuların Yönetimi Çağdaş ve bilimsel yaklaşımlar su ve atıksuyun bir bölge içinde birlikte yönetilmesini gerektirir. Bu yaklaşım bizde tamamen göz ardı edildiği için su kaynaklarına başka noktalardan arıtılmamış atıksu deşarjları yapılmakta ve değişik havzalardaki birçok yerleşim alanı, memba yönündeki bir başka kent ya da kasabanın seyrelmiş lağım suyunu kullanmak durumunda kalmaktadır. Avrupa Birliği'nin yürürlüğe sokmuş olduğu “Urban Waste Water Directive” bu türden bir yönetim yaklaşımının esaslarını belirler. Bu esaslar, ülkemize, “Kentsel Atıksu Arıtımı Yönetmeliği“ ile ancak 2006 yılında aktarılabilmiştir. Henüz kağıt üzerinde kalmış olan bu yönetmelik hükümlerinin uygulamaya aktarılması için uzun bir süre ve yoğun bir çaba gerekecektir. Ülkemizde atıksu deşarjları “Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği”nde belirlenen hükümlere uymak zorundadır. 1988'de yürürlüğe girmiş olan bu yönetmelik tüm kirletici kaynaklara kısa bir süre içinde arıtma tesisi yapıp işletme yükümlülüğü getirmiş iken, aradan geçen 22 yıllık bir süre sonunda belediyelerimizin çok büyük bir bölümünde henüz Sayfa 3 Su Yönetiminde Temel Sorunlar bir kanalizasyon alt yapısı ve arıtma tesisi bulunmamasını kabullenmek mümkün değildir. Yönetmelikte deşarj limitlerinin, günümüzde geçerli koşullar ve teknolojik esaslar dikkate alınmak suretiyle tümü ile yenilenmesi gerekmektedir. Avrupa Birliği 1991 yılında yayınladığı “Urban Waste Water Directive” ile ötrofikasyon aşırı alg çoğalması olayına maruz kalmış ya da gelecekte kalacak olan bölgeleri “hassas bölge” olarak tanımlamış ve bu bölgelerden kaynaklanan atıksularda, nüfus koşullarına bağlı olarak, azot ve fosfor giderimini zorunlu hale getirmiştir. Ötrofikasyon, ülkemizin tüm turistik kıyı şeridi için hem doğal özellikler, hem de turizm sektörünün ekonomik beklentileri bakımından hayati öneme haiz bir sorundur. Buna rağmen, hassas bölge kavramı ancak 2006 yılında Kentsel Atıksu Arıtımı Yönetmeliği ile çevre mevzuatımıza dahil edilmiştir. Ancak, ülkemizde hangi bölgelerin hassas bölge olarak korunacağı henüz belirlenmiş değildir. Denetim Denetim, çevre sorunlarının önlenmesini sağlayan en önemli ve hayati bir gereksinmedir. Oysa, ülkemizde bütünü ile ihmal edilmiştir. Mevcut denetim sistemini kanımca, sürücüleri ehliyetsiz olan; trafik lambaları çalışmayan ve polisin bulunmadığı bir kavşakta birbirine girmiş arabalar görüntüsü ile tanımlamak yeterince açıklayıcı olur. Denetimin konuyu bilenler tarafından, yeterli sıklıkta ve caydırıcı bir biçimde yapılması geretiği hususunda artık görüş birliğine varılmalıdır. Konuyu ve çevreyi hiç bilmeyen kişiler denetim yapamaz. Birkaç yıl önce katıldığım bir toplantıda, Çorlu bölgesinde görevli Çevre İl Müdürü, o dönemin Müsteşar Yardımcısı'na, bölgesinde denetimi ne kadar etkin bir şekilde yaptığını anlatırken, açık pencerelerden içeriye Çorlu Deresi'nin tahammül edilmez kokusu giriyordu. Aramızda Nasreddin Hoca olmadığı için kimsenin aklına “...Hazret madem denetimi bu kadar iyi yapıyorsun; peki bu Çorlu Deresi neden böyle kokuyor…” sorusunu sormak gelmedi. Yeni çıkartılmış olan Denetim Yönetmeliği olumlu gelişmeler içermekle birlikte, yeterli olmaktan uzaktır. Geçerli bir denetim sistemi için (i) denetimin özelleştirilmesi; (ii) güvenilir ölçüm/ akredite laboratuvarlar; (iii) sağlıklı denetim programı; (iv) tüm kirleticilerin denetlenmesi, kamu kurumlarına, belediyelere yasal olmayan imtiyazların verilmemesi; (v) topluma açık veriler ve en önemlisi (vi) bilgili/ uzman işgücü gereklidir. Önemli kirletici tesisler; birinci sınıf gayri sıhhi müesseseler ve tüm belediyeler için çevre mühendisi isdihdam etme zorunluluğu, çok gecikmiş olsa bile, artık uygulamaya konmalıdır. Avrupa Birliği ile Uyum Çevre dosyası, Avrupa Birliği yolunda Türkiye'yi en fazla zorlayacak konulardan biri olmasına rağmen şu anda açılmıştır. Yalçın Doğan'a göre “…Avrupa Birliği'nin şimdiki kozu çevredir; Türkiye'yi yokuşa sürmek için bu dosyayı açmıştır.” [4]. Bekleyip göreceğiz ama, Çevre Sayfa 4 Bakanlığı yönetiminin, mevzuatı uyumlu hale getirmek için birkaç yıldır sergilediği büyük çabayı takdirle karşılamak gerekir. Gerçekten, çevre mevzuatı çoğunlukla tercüme edilerek tamamlanmıştır ama eskisine oranla çok daha kabarık uygulama sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Şu anda yeni oluşturulan yönetmelik furyasını en açık bir biçimde, şekilde görülen bir buzdağı anlatabilir: Buzdağının üstünde yönetmelikler görülmektedir; ancak altında henüz ne olacağı bilinmeyen teknik ve idari konular; yaptırım mekanizması ve finansmanı ile denetim sistemi beklemektedir. Bunlar çevre gemisini batırabilir. Sonuç Çevre sorunları Türkiye ölçeğinde en geri kalmış alanların başında gelmektedir. Bu alan Türkiye'de hiçbir zaman gündem maddesi olamamıştır; yakın gelecekte de olması mümkün değildir. Çevre sorunları çok önemli eksiklerimizi de ortaya çıkarmaktadır. Bu sorunlara yaklaşım tarzımız Türkiye ile Avrupa Birliği arasında farkın en belirgin olduğu karanlık alanı tanımlamaktadır: Türkiye'de kirletici güçlü; denetim zayıf ve toplum umursamazdır. Oysa tam tersine, Avrupa Birliği'nde kirletici uyumlu; denetim güçlü; toplum bilinçlidir. Dolayısıyla, belgeler üzerinde şekilsel ve siyasi bir mutabakat sağlansa bile, Türkiye'nin yakın gelecekte çevre alanında Avrupa Birliği'ni yakalaması mümkün değildir; iyimser bir tahminle en azından yakaladığını biz göremeyiz. Buna üzülmemek gerekir; çünkü aynı husus, gelişmiş ülkeler dışındaki yeni Avrupa Birliği üyesi ülkeler için de geçerlidir. Kaynaklar [1] E H C I P ( 2 0 0 5 ) Te c h n i c a l A s s i s t a n c e f o r Environmental Heavy-Cost Investment Planning, Turkey. Ministry of Environment and Forestry. [2] Duman, S (2010) Su akar, yiğit bakar...Sonunda er geç kokar. Vatan Gazetesi, 9 Ocak, 2010, sh. 15. [3] Erdoğan, A., Orhon, D., Sözen, S., Görgün, E. (2009) Türkiye'de optimum maliyete dayalı atıksu arıtma tesisi kavramı. İTÜ dergisi/d, 5,2, 13-24. [4] Doğan, Y. (2010) AB çevre faslını bilerek açtı, Hürriyet Gazetesi, 12 Ocak, 2010, sh.10. Su Kaynaklarının Yönetimi ve AB Süreci GELİŞTİRİLECEK ALAN 3,32 Milyon ha Ege Gediz Havzası Ulusal ve Sınıraşan Su Havzaları Ulusal ve Sınıraşan Su Havzalarının Yönetiminde Temel Sorunlar ve Çözüm Önerileri Aylin Kübra ONUR, Hamza ÖZGÜLER, Salim FAKIOĞLU DSİ Genel Müdürlüğü Etüd ve Plan Dairesi Başkanlığı akonur@dsi.gov.tr, hamza.ozguler@dsi.gov.tr salimf@dsi.gov.tr Ülkemiz, dünyada kişi başına düşen su tüketimine göre su sıkıntısı olan ülkeler arasında yer almaktadır. Suyun temini kadar mevcut suyun akılcı, verimli ve etkin kullanımı da, su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi bakımından önemlidir. Türkiye'nin, su havzalarının yönetimine ilişkin sorunlarını sağlıklı bir biçimde analiz etmesi ve önceliklerini belirleyerek Su Kaynakları Yönetimi Stratejilerini uygulamaya geçirmesi büyük önem taşımaktadır. Türkiye'nin beş sınıraşan su havzası bulunmaktadır. Türkiye, bunlardan üçünde (Aras, Çoruh, Fırat-Dicle nehirleri) memba, diğer ikisinde (Meriç ve Asi nehirleri) mansap konumundadır. Türkiye'nin su potansiyelinin %38'i sınıraşan akarsulardan oluşmaktadır (Tablo 1). TABLO - 1. Türkiye'nin sınıraşan su potansiyeli Sınıraşan Nehir Havzası Nehrin Türkiye’deki Su Toplama Havzası (Bin Km2) 185 Nehrin Türkiye’de Kalan Kısmında Üretilen Yıllık Ortalama Su Miktarı (Milyar m3) 53 Toplam Kullanılabilir Su Potansiyeline Oranı (%) Çoruh 20 6 4 Kura Aras 28 5 3 Meriç Ergene 15 1 1 8 1 1 Fırat-Dicle Asi 29 Ülkemizde, toplam kullanılabilir su potansiyeli 112 milyar3, toplam kullanılabilir yüzey suyu potansiyeli 98 milyar, toplam kullanılabilir yeraltı suyu potansiyeli ise 14 milyar m3'tür. Mevcut durumda Türkiye'de kişi başına düşen kullanılabilir su ortalaması 1.550 m3 olup, dünya 3 ortalamasının (7.600 m ) oldukça altında seyretmekte, bu haliyle bile Türkiye, su sıkıntısı olan ülkeler arasında yer almaktadır. Diğer taraftan, Türkiye'de su kaynakları yurt yüzeyine dengeli biçimde dağılmış değildir. Sözgelimi ülke çapındaki 25 havzadan yalnızca dördü (Fırat-Dicle, Doğu Karadeniz, Antalya ve Batı Akdeniz) yıllık akışın %37'sini karşılamaktadır. Mevcut 112 milyar m3 dolayındaki su potansiyelinin ancak 1/3'lük bir bölümünün değerlendirilebildiği Türkiye'de baraj, gölet ve hidroelektrik santral yapımına da devam edilmektedir. Sayfa 14 Su Kaynakları Üzerindeki Baskılar Sular; aşırı ve kaçak kullanımlar, kayıplar, atıksuların geri kazanımının ve yeniden kullanımının sağlanamaması, ekonomik araçların etkin olarak kullanılamaması gibi nedenlerle israf edilmekte ve su tasarrufuna ilişkin önlemler yetersiz kalmaktadır. Su ihtiyacının fazla, su kaynaklarının kıt olduğu bölgelerde, kaçak kuyu açılması nedeniyle yeraltısuları sürdürülebilir olarak kullanılamamakta, ayrıca zeminde çökmeler meydana gelmektedir. Yeraltısuyu tahsisinde çeşitli yasalarla farklı kurumların yetkilendirilmiş olması ciddi sıkıntılara yol açmaktadır. Son zamanlarda sulamada su tasarrufu sağlayan basınçlı sulama sistemlerine geçilmesi, sulama faaliyetlerinin sulama birliklerine devredilmesi, arazi toplulaştırılması gibi hususlarda önemli aşamalar kaydedilmiştir. Su tasarrufu sağlanmasına yönelik çalışmalara devam edilmektedir. Yüzey ve yeraltısuyu kaynakları evsel, endüstriyel ve tarımsal atıksular nedeniyle kirlenmektedir. Genel olarak su kalitesi, su havzalarındaki kullanım şekillerine ve alınan önlemlerin boyutuna bağlı olarak değişmektedir. Plansız ve denetimsiz olarak gerçekleştirilen jeotermal su kullanımı, madencilik, evsel, tarımsal ve endüstriyel katı atık depolama gibi faaliyetler de su kaynakları üzerinde olumsuz etkilere neden olabilmektedir. Toprak erozyonu da su kaynaklarını kirleten bir başka faktördür. Sulardaki kirliliğin artması doğal olarak sağlıklı ve temiz suya erişimi de zorlaştırmaktadır. Özellikle daha düşük kalitedeki suların içme suyu amaçlı olarak kullanılmak zorunda kalındığı havzalarda, kaynaklarının korunması ve iyileştirilmesine ilişkin sorunlar yaşanmaktadır. Sulak alan ekosistemleri, havzalarındaki su kaynaklarının aşırı kullanımı ve kirletilmesi, ayrıca su rejimlerinin bozulması nedenleriyle zarar görmekte, suları azalmaktadır. Türlerin yaşam alanlarının hızla tahrip edilmesi nedeniyle biyoçeşitlilik zarar görmektedir. Genel olarak, mevcut izleme ve denetleme araçları yetersiz kalmakta, özellikle yerel ölçekteki su yönetimi açısından mevzuat etkin biçimde uygulanamamaktadır. İlgili kurumların görev ve sorumlulukları arasında örtüşen ve çatışan hususlar bulunmaktadır. Su talebi yönetiminin tuzlu suyun arıtımı, atıksuların yeniden kullanımı gibi geleneksel olmayan alanları da içerecek biçimde etkinleştirilmesi sağlanamamıştır. Yönetişim politikalarını destekleyecek finansal araçlar tam olarak devreye sokulamamaktadır. Kurumsal kapasitenin yetersiz kalması, verilerin yetersiz olması gibi sorunların yanı sıra veri ve bilgi paylaşımında sorunlar yaşanmaktadır. Politika yapıcılar ve yönetim otoriteleri araştırmalarla yeterince desteklenememektedir. Farkındalığın artırılması, paydaşların yönetime katılımı, bilgilendirme hususlarında yetersizlikler bulunmaktadır. Paylaşılan suların yönetimi ve iklim değişikliğine adaptasyon ise su yönetimindeki Ulusal ve Sınıraşan Su Havzaları yeni sorunlar olarak ortaya çıkmaktadır. Uluslararası İklim Değişikliği Paneli (IPCC, 2007) çıktılarına göre önümüzdeki 50 yılda sıcaklığın 2 ile 3 OC artması beklenmektedir. Sıcaklığın yalnızca 2 OC artması, Güney Afrika ve Akdeniz'in bazı bölgelerinde suya erişimin %20-30 civarında sınırlanacağına işaret etmektedir. İklim değişikliğinin su havzalarına olası etkileri ve risk yönetimi konularında yapılan çalışmalar henüz tatmin edici sonuçlara ulaşmamıştır. Ülkemizin, yukarı kıyıdaş konumunda olduğu FıratDicle havzasında, iklim değişikliği, nüfus artışı, yatırımların henüz tamamlanamamış olması gibi sebeplerle, gelecek yıllarda yaşanabilecek baskıların yarattığı gerilim artmaktadır. Özellikle Irak basınında, Irak'ın güçlü olan üst komşuları tarafından mağdur edildiği yönünde çok sayıda haber ve makale yayınlanmaktadır. Türkiye'nin Fırat-Dicle üzerinde hızla baraj inşa etmesinin Irak'ta su kıtlığına neden olacağı belirtilerek bununla başa çıkmak için Irak'ta mümkün olduğu kadar çok sayıda su rezervuarının inşası, ayrıca uluslararası kanunlara göre, Türkiye'nin Fırat-Dicle nehirleri üzerindeki projelerini durdurmak için etkili müdahalede bulunması tavsiye edilmektedir. Bu da Türkiye'nin bu sularda planladığı projelerinin, inşaata başlamak için gerekli ön koşulları yerine getirmesine rağmen, güçlü kamuoyu baskıları nedeniyle ertelenmesine neden olmaktadır. Su Kaynaklarının Korunmasına İlişkin Çözüm Önerileri Su havzaları, yaşamın sürdürülebilmesi için hayati önem taşıdığından mutlak korunmaları gerekmektedir. Giderek azalan içme suyu kaynaklarının sürdürülebilirliğinin sağlanması için içme suyu havzalarının korunmasına öncelik verilmelidir. İçme suyu isale ve şebekelerindeki su kayıp ve kaçakları, evlerde ve işyerlerinde bilinçsiz su kullanımı önlenmelidir. Bu kapsamda, banyo ve mutfak sularının tuvaletlerde ve bahçe sulamasında yeniden kullanımı, tuvalet rezervuarlarının hacimlerinin düşürülmesi (9 lt'den 2,5 lt'ye), fotoselli musluk ve armatürlerin kullanılması gibi tasarruf önlemlerinin alınması teşvik edilmelidir. Atıksuların toplanmasında birleşik sistemlerden ayrık sistemlere geçilmesi, sarnıçlar gibi basit yağmur suyu depolama sistemlerinin teşvik edilmesi hususları değerlendirilmelidir. Üretilen suyun yaklaşık %70'inin tüketildiği tarımda vahşi sulama yerine damlama, yağmurlama gibi basınçlı sulama sistemlerinin uygulamaları yaygınlaştırılarak su tasarrufu sağlanmalıdır. Sanayide ise daha az su kullanan çevreye duyarlı teknolojilerin kullanılması, oluşan atıksuların geri dönüşümünün sağlanarak sanayide yeniden değerlendirilmesi temin ve teşvik edilmelidir. Evsel ve endüstriyel arıtma tesislerinin sürekli olarak işletilmesi sağlanmalı, bunun için elektrik ücretlerinde indirim yapılması gibi ekonomik araçlar devreye sokulmalı ve denetimler etkinleştirilmelidir. Atıksu arıtma tesisleri olmayan yerleşimlerin ve sanayilerin ivedilikle uygun tesisleri kurmaları sağlanmalıdır. Tarımdan kaynaklanan su kirliliğinin önlenmesi için iyi tarım uygulamaları yaygınlaştırılmalıdır. Jeotermal kaynakların sürdürülebilir kullanımı temin edilmeli, jeotermal atıksuların arıtılarak uygun derinliğe ve formasyona (alana) yeniden basılması sağlanmalıdır. Madencilik faaliyetlerinin yer seçimleri, koruma-kullanma dengesi gözetilerek sağlıklı olarak yapılmalı, ayrıca işletilmeleri sırasında etkin denetim sağlanmalıdır. Katı atık düzenli depolama alanlarının kurulması sağlanmalı, yerin uygun olmadığı Artvin, Çanakkale vb. illerde yakma gibi alternatif bertaraf tesisleri kurulması imkânları araştırılmalıdır. Sulak alan ekosistemlerinin ve biyoçeşitliliğin korunması için gerekli sayımlar ve tespitler ivedilikle sağlanmalı ve etkin havza yönetim araçları devreye sokulmalıdır. Türkiye genelinde su havzalarının yönetimine ilişkin yasal ve yönetsel düzenlemeler yapılmalı, su havzaları kontrol altında tutulmalı, periyodik ölçümlerle kirlilik izlenmeli, var olan arıtma tesislerinin kapasitelerinin yeterli düzeye çıkarılması ve arıtım teknolojilerinin iyileştirilmesi ile birlikte sürekli çalışır halde tutulması sağlanmalıdır. Sınıraşan su havzaları da dahil olmak üzere havza yönetiminde tüm paydaşların fayda elde edebileceği bir işbirliği anlayışına geçilmelidir. Havza yönetiminin kavramsal çerçevesi oluşturulmalı, su, gıda ve enerjiden sorumlu bakanlıklar arasındaki eşgüdüm ve dayanışma artırılmalıdır. Bir nehir havzasının analiz edilmesinde hidrolik güç, tarım, kentsel ve endüstriyel gelişim ve ekosistem servisleri vb. “gelişme faktörleri”, su gereksinimleri için yeni su kaynakları bulunup bulunamayacağı, su tasarrufu sağlayacak yöntemlerin uygulanıp uygulanamayacağı, havzada başka su kaynakları olup olmadığı gibi “su kaynağı faktörleri”yle bir arada işlenmelidir. Buna göre, örneğin, tarım için gerekli suyun atıksuların yeniden kullanımından sağlanıp sağlanamayacağı, yeni sulama yöntemleriyle kullanılacak suyun miktarının azaltılması imkânları, ayrıca yeraltısuyu gibi havzada var olan halen kullanılabilecek su alternatiflerinin ortaya konulması mümkün olabilecektir. Bir havzanın ekonomik çıktılarının dengelenebilmesi için “yeşil” ve “mavi su” potansiyellerinin bir arada değerlendirilmesi sağlanmalıdır. FAO verilerine göre Nil Nehri havzasında bitki örtüsü ve tarım ürünleri tarafından doğrudan kullanılan yağışların oluşturduğu yeşil su potansiyeli, nehirler, göller ve yeraltısuyu akiferlerinde toplanan mavi su potansiyelinin iki katıdır. Yeşil ve mavi sulara ek olarak yeniden kullanılabilecek atık suları ifade eden “gri veya siyah sular” da önemle dikkate alınması gereken sulardır. İklim değişikliğinin su kaynaklarına olası etkileri irdelenmeli, bunun için gerekli veri altyapısı Sayfa 15 Ulusal ve Sınıraşan Su Havzaları sağlamlaştırılmalı, kuraklık ve taşkın konularında risk analizleri yapılmalı, ayrıca su tasarrufuna yönelik tedbirlerin alınması, bu kapsamda su tasarrufu sağlanacak yöntemlerin uygulanması ve yeni buluşlar teşvik edilmelidir. İklim değişikliğinin olası etkileri de hesaba katıldığında, su stresi altındaki sınıraşan su havzalarının yönetiminin diğer havzalara kıyasla çok daha zor olacağı kaçınılmaz bir gerçektir. Şimdiye kadar, su tasarrufunun arttırılması, sıkı koruma önlemleri alınması gibi havza içi önlemlerden, Manavgat Nehri’nden su sıkıntısı yaşayan komşu ülkelere su taşınması gibi havza dışı önlemlere kadar birçok çaba bulunmaktadır. Bunlara ek olarak, ülkemizin özellikle Fırat-Dicle havzasında etkin bir politika izlemesinde, bölgedeki dengelerin korunması bakımından büyük yarar görülmektedir. Böylelikle, aşağı kıyıdaş konumundaki ülkelerin de, ülkemizin planlanan yatırımlarına, önyargılardan uzak, makul bir yaklaşım oluşturabilecekleri düşünülmektedir. Son yıllarda havza bazında su yönetimi dahilinde ele alınan “sanal su” kavramı sağlıklı bir biçimde değerlendirilmelidir. Sanal su ile ilgili bazı genellemelere bakıldığında; İtalya, İspanya, Yunanistan'ın 2100-2500 3 m /kişi/yıl; Suriye, Fransa, Kanada, Rusya'nın 1800-2100 3 m /kişi/yıl; Türkiye ve İran'ın 1500-1800 m3/kişi/yıl; Irak, Avustralya, Yeni Zelanda'nın 1300-1500 m3/kişi/yıl sanal su harcadığı görülmektedir. Konuyla ilgili birçok yayında, su sıkıntısı yaşanan ülkelerin önceliklerini tarım dışındaki sektörlere vermesi tavsiye edilmektedir. Bu yaklaşım, suyun ticaret yoluyla tasarrufunu gündeme getirmekte, bu da sınıraşan su havzalarında “Yönetişim” kavramının getirdiği AB gibi serbest ticaret alanları oluşturulması yaklaşımını desteklemektedir. Dünyada sadece eşit güçteki ülkeler arasında değil, farklı güçteki ülkeler arasında da bu tür birlikteliklerin olduğu ve sayıca arttığı da göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye'nin, özellikle Orta Doğu'da “gıda güvenliği” hususunu da dikkate alarak konunun sağlıklı biçimde irdelenmesinde önderlik edebilecek bir konumda olduğu düşünülmektedir. Bunun için de ivedilikle ülkeler arasındaki “ölçek” sorununu aşan ve verileri karşılaştırılabilir kılan sağlam bir bilgi kaynağı oluşturulmalıdır. Havzaların sağlıklı biçimde analiz edilebilmesi, politika, ekonomi, yatırım ve çevre gibi birden fazla disiplini içermektedir. Bu nedenle, su ile ilişkili tarım, enerji, ticaret, finans, sosyal koruma vb. sektörler yönetişim reformuna dahil edilmelidir. Planlama, uygulama ve izlemenin politik ve teknik itici güçleri iyi analiz edilmelidir. Neden-sonuç ilişkilerini, tecrübelerin paylaşımını, ikinci en iyi çözümleri içeren kademeli bir geçiş sağlanmalıdır. Şeffaflık kaçınılmaz olmalı, halk kararların hangi sebeple alındığını ve getirilerinin neler olacağını bilmelidir. Sürecin Sayfa 16 hızlandırılmasına katkı sağlamak üzere yalnızca teknik değil finansal konularda da destek ve yardım sağlayabilecek kuruluşlar devreye sokulmalıdır. Sınıraşan su havzalarında ülkeler, hedeflerini ve ulusal stratejilerini doğru bir şekilde ortaya koymalı, havza yönetim planları, yeterli kurumlar, yasal ve yönetsel araçlar, izleme ve değerlendirme sistemi, sürdürülebilir finans stratejileri ile desteklenmelidir. Türkiye, Çevre ve Orman Bakanlığı'nın eşgüdümünde, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün öncülüğünde, ulusal ve bölgesel süreçleri ve farklılıkları da dikkate alan bir anlayışla, yukarıda ifade edilen hususları göz önünde bulundurarak, ülke stratejisini oluşturmakta ve uygulamaktadır. Kaynaklar 1. Attaakhi Gazetesi, “Ortadoğu Suları ve Türkiye'nin ŞantajFelsefesi”,http://dir.aljayyash.net/ci49890.htm, sayı 5691, 27 Eylül 2009. 2. David, J.H., Phillips, J., Allan, A., Claassen, M., Granit J., Jägerskog, A., Kistin, E., Patrick, M. and Turton, A. (2008), The TWO Analysis Introducing a Methodology for the Transboundary Waters Opportunity Analysis, Stockholm International Water Institute (SIWI). 3. Dokuzuncu Kalkınma Planı 2007-2013 (2006), Devlet Planlama Teşkilatı, Ankara. 4. Dokuzuncu Kalkınma Planı, Toprak ve Su Kaynaklarının Kullanımı ve Yönetimi, Özel İhtisas Komisyonu Raporu (2007) Devlet Planlama Teşkilatı, Ankara. 5. Environment News Service (2008) “World Water Crisis Underlies World Food Crisis”, www.ens-newswire.com/ens/aug2008/2008-08-1801.asp - 43k, 18 Ağustos 2008. 6. Eroğlu V. (2007) Türkiye'de Su Planlaması, Su Dünyası dergisi, 44: 6-8. 7. The Independent, “As Iraq runs dry, a plague of snakes is u n l e a s h e d ” , h t t p : / / w w w. i n d e p e n d e n t . c o . u k / environment/nature/as-iraq-runs-dry-a-plague-ofsnakes-is-unleashed-1705315.html, 15 June 2009. 8. OECD (2008) Environmental Performance Review of Turkey, Paris. 9. SIWI (2009) Getting Transboundary Water Right: Theory and Practice for Effective Cooperation, Stocholm. 10. The World Bank web sitesi: World Bank Group's EnvironmentStrategy 2010,.......................................... http://web.worldbank.org/WBSITE/EXTERNAL. Entegre Havza Yönetimi Entegre Havza Yönetimi ve Türkiye'deki Uygulamalar Prof. Dr. Ayşegül TANIK İstanbul Teknik Üniversitesi tanika@itu.edu.tr Öncelikle tanımını yapmak gerekirse; havza, bir akarsuyun kaynağıyla sonlandığı yer arasında kalan ve ona su veren tüm alanı kapsar. Yalnızca suyun değil, bütün doğal kaynakların, diğer bir deyişle ekosistemin, bütünleşik ve sürdürülebilir olarak kullanımını sağlayarak korunabilmesi için en uygun birimdir. Farklı sektörlerin ve kaynak kullanıcılarının bir arada düşünüldüğü, tehdit ve olanakların uzun vadeli değerlendirildiği, bir alana yapılan müdahalenin yarattığı olumlu ve olumsuz etkilerin izlendiği en uygun ölçek havzadır. Dolayısıyla, doğal kaynakların yönetiminde havza ölçeği esas alınmalıdır. Havza; insanları, kentsel ve kırsal yerleşimleri, tarım ve orman alanlarını, çeşitli kategorilerdeki endüstrileri, iletişim ve haberleşme ağlarını, çeşitli hizmet sektörlerini ve gezinti (rekreasyonel) alanlarını içine alan; sosyal, ekonomik ve biyofiziksel, aynı zamanda dinamik bir sistemdir (UN, 1997). Öte yandan, kaynak yönetim faaliyetlerinin planlanması ve uygulanabilmesi için sosyo-politik ve sosyo-ekonomik bir yapı da sergilemektedir (Dawei ve Jingsheng, 2001). Bir havzanın doğal su ve toprak kaynaklarının “sürdürülebilir koruma-kullanma dengesi” yaklaşımı çerçevesinde yönetiminin detaylarına girmeden evvel, havzada kirlilik yaratan unsurlardan söz etmekte yarar vardır. Kirletici Kaynaklar ve Su Yönetimi Doğal kaynaklarımızın kirlenmesine yol açan kirletici kaynaklara bakıldığında, doğal kirleticilerin yanı sıra, insan eliyle meydana gelen kirletici kaynaklar da dikkate alındığında, noktasal ve yayılı olarak iki gruba ayrılmaktadır. Eğer bir kaynaktan herhangi bir ortama kirletici; kontrol edilebilir, ölçülebilir nokta deşarjı ile karışıyorsa, bu tür kaynaklar noktasal kaynak olarak sınıflanır; bunlar, genelde evsel ve endüstriyel atıksulardır. Eğer kirletici, ortama yayılı olarak karışıyorsa, kirlilik yaratan kaynak, “yayılı kaynak” olarak adlandırılır. Ülkemiz açısından önemli olan başlıca yayılı kirletici kaynaklar; • Tarım alanlarında kullanılan sulama suyundan gelen geri dönüş suları, • Orman alanlarından yüzeysel akışla taşınanlar, • Hayvancılık faaliyetlerinden kaynaklanan kirleticiler, • Yağış suları ve yıkama suları gibi yüzeysel akışla taşınanlar, • Atmosferden taşınım yoluyla su ve toprağa taşınan kirleticiler, • Kentsel ve kırsal yerleşim alanlarından gelen kontrolsüz yağış suları, • Vahşi katı atık depo ve dökme sahalarından, maden sahalarından ve fosseptiklerden yeraltı sularına karışan sızıntı suları ve • Kirlenmiş nehir ve derelerin doğal ortama yayılımıdır. Bilinmelidir ki, gelecek yıllarda nüfusun artmasına paralel olarak su kaynaklarına olan ihtiyaçla birlikte kirleticilerin de miktarı artacaktır. Nüfus artışı ve endüstrileşmenin hızına karşın, altyapı eksikliklerinin de eş zamanlı tamamlanabilmesi, özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde önemli bir sorundur. Bu gibi gelişme sürecini tamamlamamış ülkelerde kirlenmeyi körükleyen diğer bir unsur da yürürlükte olan kanun ve yönetmeliklerin yerine getirilmesinin otoritelerce izlenmesi ve denetimindeki eksikliklerdir. Su yönetimi için 1990'lardan itibaren etkin su kullanımı, eşit paylaşım ve çevresel sürdürülebilirlik kavramlarının ortaya çıkmasıyla Entegre Havza Yönetimi kavramı doğmuştur. 2002 yılında Johannesburg'da yapılan “Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi”nde tüm ülkelere 2005 yılına kadar Entegre Havza Yönetimi Planları'nın hazırlanması hedefi konmuştur. Günümüzde su yönetimi, Şekil 1'den de görüldüğü üzere, su kutusu ve karar verme küresinden oluşan su yönetimi döngüsü halini almıştır (UN, 2009). Su, özellikle de tatlı su kaynaklarından sürdürülebilir olarak yararlanabilmek için, su ve nehir havzası yönetimi konusunda yeni yaklaşımlar geliştirilmektedir. Sürdürülebilir yönetim için her şeyden önce mevcut problemler ile havza sistemi ve mevcut havza yönetiminin yarattığı sorunların tanımlanması gereklidir. Havzalarda sık rastlanan ve sürdürülebilir yönetime gereksinim olduğunu gösteren problemlere kısaca göz atmak gerekirse bunlar; • Ötrofikasyon, • Sularda kalıcı ve toksik maddelerin birikimi, • Yağ kirlenmeleri, • Yüzme alanlarında sağlıksız koşullar, • Biyolojik çeşitliliğin azalması ve tehlikeye düşmesi, olarak sayılabilir. Avrupa Birliği (AB) Su Çerçeve Direktifi (SÇD) Son yirmi yılda gerçekleşen gelişmeler, dünya su krizinin çözümünde “entegre (bütünleşik) su kaynakları yönetimi” ilkelerini ön plana çıkartmıştır. Bu bağlamda, Avrupa Birliği de su politikalarını biçimlendirmiş ve Aralık 2000 tarihinde yürürlüğe giren “Su Çerçeve Direktifi (SÇD)” (2000/60/EC) ile havza temelli yönetim yaklaşımını benimsediğini ilan etmiştir. Direktif, tüm AB sınırları içerisindeki su kaynaklarının sadece miktar olarak değil, kalite olarak da korunmasını ve kontrol edilmesini hedeflemektedir. Sonuç olarak Avrupa sularının, ortak bir standarda göre korunması için kapsamlı bir politika ortaya konmuştur. SÇD ile su yönetiminde sektörel uyum ve ortak yönetim sağlanarak Avrupa'daki suların ekolojik ve kimyasal bakımdan "iyi" duruma ulaşması hedeflenmektedir. Sayfa 17 Entegre Havza Yönetimi Şekil-1: Su Yönetimi Döngüsü (UN, 2009) Bu nedenle, SÇD, daha önce yayımlanmış olan "Kentsel Atıksuların Arıtılmasına İlişkin Direktif 91/271/EEC (1991); Nitrat Direktifi (1991), İçme Suyu Direktifi (1998), Bütünleşik Kirlenme Önleme ve Kontrolü (IPPC) Direktifi (1996), Yüzme Suyu Kalitesi Direktifi (1991) gibi suyla ilgili Sayfa 18 tüm mevzuatı da kapsamaktadır. SÇD'nin en önemli hükümleri şu şekilde özetlenebilir: Gelecekte, sınır ötesi su kaynakları, sahip oldukları su toplama havzaları ile birlikte, ilgili ülkelerin ortaklığı ile yönetilecek, sadece ulusal veya bölgesel yönetim yaklaşımından vazgeçilecektir. Entegre Havza Yönetimi Su kaynağının kalitesinin incelenmesinde, geçmişte olduğu gibi sadece kirletici parametrelere bakılmayacak, aynı zamanda su ortamındaki flora ve fauna, yani su ekolojisi de mercek altına alınacaktır. Hedef, 2015 yılında, tüm su kaynaklarında, su kalite kategorilerine bağlı olarak iyi bir duruma “good ecological status” kavuşmaktır. Bu amaçla tüm AB ülkeleri, ulusal ve uluslararası ölçekte, ölçüm yöntemlerini ve yönetim planlarını oluşturacaklardır. Bu ana hükümler doğrultusunda, SÇD tüm paydaşların su sorununun çözümüne daha aktif olarak katılımını sağlayacak ve ekonomik bir değeri olduğu kabul edilen suyun fiyatlandırılmasında gerçekçi ve doğru bir yaklaşım izlenebilecektir. Suyu kullananın bedelini ödemesi ilkesini benimseyen AB, bu sayede su kaynaklarının sürdürülebilirliğini sağlamayı hedeflemektedir. Avrupa Komisyonu (EC) tarafından ortak bir uygulama stratejisi oluşturulmuştur. Bu ortak uygulama stratejisi, direktifin uygulanması aşamasında izlenmesi gereken yönteme ilişkin bilimsel ve teknik esasları ortaya koymaktadır. Ayrıca SÇD, üye ülkelerin, direktifle ilgili uygulama planlarını 2009 yılına kadar oluşturmalarını zorunlu kılmaktadır. SÇD'nin önemli özelliklerinden biri de uygulamada ulaşılması gereken aşamalar için kesin tarihleri tanımlamış olmasıdır. Direktifin tanımladığı en önemli kilometre taşları aşağıda verilmektedir. • Direktifin yürürlüğe girmesi 2000. • Ulusal mevzuata uyum 2003. • Nehir havzalarının ve ilgili otoritelerin tanımlanması 2003. • Nehir havzalarının karakterizasyonu: Kirletici kaynaklar ve ekonomik analiz 2004. • İzleme ağlarının kurulması 2006. • Kamu ile işbirliği 2006. • Taslak nehir havza yönetim planlarının sunulması 2008. • Nehir havza yönetim planlarının tamamlanması (ölçüm programları dahil) 2009. • Fiyatlandırma politikalarının oluşturulması 2010. • İşlevsel ölçüm programlarının gerçekleştirilmesi 2012. • Çevresel hedeflere erişim 2015. • İlk yönetim döngüsünün sonu 2021. • İkinci yönetim döngüsünün sonu, hedeflere ulaşmak için nihai tarih 2027. AB Su Mevzuatı'nın ana unsurları Şekil 2'de görülmektedir. SÇD'deki en önemli kavram “Nehir Havzası Yönetimi” dir ve her bir nehir havzası için Nehir Havzası Yönetim Planı (NHYP) oluşturulması istenmektedir. Bunun için son tarih, 2009 yılı olarak belirtilmiştir. Aday ülkelerin katılım sürecinde SÇD gerekliliklerini yerine getirmeleri gerekmektedir. Nehir havzasının özellikleri, insan aktivitelerinin etkileri ve su kullanımının ekonomik analizi gibi çalışmaların yapılması, bu direktiflerin öngördüğü hedeflerin yerine getirilmesi açısından önemlidir. Nehir havzası yönetimi, aslında nehrin alt havzaları Şekil 2. Avrupa Birliği Su Mevzuatı (www.cowiprojects.com/turkey/1st.RegionalWorkshop/ EU-Turkey-WaterManagementLegislation-EMP.pdf) bazında uygulanması gereken çevresel önlemleri içeren bir yaklaşım metodudur. Önlemleri sıralayabilmek de havzaya ilişkin tüm geri plan bilgilerini detaylıca incelemekten ve irdelemekten geçer. Nehir havza sınırları genellikle idari sınırlardan farklıdır ve nehir havza yönetimi farklı bölge, il ve hatta ülkelerarası işbirliğini gerektirmektedir. Sınır aşan sulara sahip ülkeler genelde ikili ve çoklu anlaşmalar yaparak uzlaşma zemini yaratmış olup, benzer hedefler doğrultusunda hareket etmeye başlamışlardır (Grontmij, 2003). Entegre Havza Yönetimi (EHY) Entegre yönetim kuramının ana prensibinde, bir alanı korurken, orada yaşayan insanı da göz ardı etmeme hususu yatar. Yani, eğer bir alan korunacaksa oradaki insanlar için yaşamsal önem taşıyan sanayileşme, tarımsal faaliyetler ve diğer konularda etkinlikte bulunmaktan vazgeçme söz konusu olmamalıdır. Bu kurama, “koruma-kullanma dengesi” adı verilmektedir. Entegre yönetimle doğal alanları sınırlayan bölgelerde, o alanın ekolojik yapısını en az düzeyde etkileyecek ekonomik işlevlerin sürdürülmesi planlanır ve uygulamalarda önerilen sınırlamalarla o alanın da bir bütün olarak korunma stratejisi hayata geçirilir. Burada ana hedef, doğal yapı ile orada yaşayan insan nüfusunun gereksinimlerini dengeli ve belirgin bir orta platformda buluşturmaktır. Yani doğal yapıdan yararlanırken, aynı zamanda oranın koruma kuramlarına da dikkat etmek gerekir. Ekolojik denge bozulmadan korumanın gerçekleştiği entegre (bütünleşik) yönetim programları, her zaman dünyanın en gelişmiş ülkelerinde uygulanan ve doğa koruma gibi, bölge insanının da mutluluğunu sağlayarak, ekonomik açıdan koruyup kollayan projelerdir. Havza yönetimi, bir havza sınırı içerisinde kalan toprak, su, bitki örtüsü varlığı ve burada yaşayan diğer canlılar ile bunları etkileyen faktörlerden biri olan insan faaliyetlerinin birlikte ele alındığı bir sürdürülebilir doğal kaynak yönetimidir. Sayfa 19 Entegre Havza Yönetimi Entegre Havza Yönetimi farklı şekillerde tanımlanabilir: • Hidrolojik havza bazında katılımcı doğal kaynak yönetimi, • Yüzey ve yeraltı sularının miktar, kalite ve ekolojik anlamda toplumun ihtiyaç ve kullanımları göz önüne alınarak çok disiplinli bir perspektiften yönetimi, • Hidrolojik sınırlara göre sürdürülebilir ve katılımcı kaynak yönetimi anlayışı, • Havza ölçeğinde toprak kullanımı ve su kullanımı planlamasının/ yönetiminin katılımcı bir yaklaşımla birleştirilmesi ve • En yeni felsefe olarak insanların bütünsel (holistic) bir bakış açısı geliştirebileceği, ♦ Ortak değerler ve davranışlar üzerinde uzlaşabileceği, ♦ Havzanın doğal kaynaklarını yönetmek için bilgiye dayanarak kararlar verebileceği, ♦ Birlikte hareket edebileceği, ♦ Uzun vadeli süreçlere odaklanabileceği, bir yönetimdir. Türkiye'nin Akarsu Havzaları ve Yönetim Sorunları Türkiye'de su kaynakları akarsular bazında hidrolojik açıdan 25 havzaya bölünmüştür ve idaresi, Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından yapılmaktadır (Şekil 3). Şekil 3. Türkiye'nin akarsu havzaları DSİ kaynaklardaki su kalitesi ölçümlerini, sadece baraj göllerinin bulunduğu belli başlı kaynaklarda gerçekleştirmektedir. Bu uygulama ülkenin bütün su kaynaklarının yönetiminden çok uzaktır, sadece suyun kullanımı ile ilgili bazı düzenlemeler getirmeye yöneliktir. Su kaynağının korunması ve yararlı kullanımı doğrultusunda değerlendirilmesi ise ancak bütünleşik bir yönetim mekanizması ile gerçekleştirilebilir. Türkiye'de bazı büyük şehirler dışında Havza Bazında Yönetim Esasları mevcut değildir. Ancak, bu şehirlerde dahi su kaynakları korunamamaktadır. Ülke genelinde su kaynaklarının kirlenmeye karşı korunmasında bazı temel aksamalar yaşanmaktadır. Su kaynakları yönetiminin entegre yaklaşımını sağlamak için çözülmesi gereken pek çok konu vardır: Bunlardan en önemlisi, bir nehir havzasına ait yönetim sorumluluğunun Sayfa 20 değişik bürokratik otoritelere verilmiş olması ve her bir otoritenin kendine ait yaklaşımları sonucunda su kaynaklarının planlama ve yönetiminin ciddi sorunlarla karşılaşmasıdır. Bilindiği gibi doğal havza sınırları ile idari sınırlar çakışmamaktadır. Genelde, havzalarımız birçok il tarafından paylaşılmaktadır. Dolayısıyla havza yönetimi bağlamında idari mekanizmanın nasıl olacağı ve hangi şartlar altında işletileceği konusunda belirsizlikler vardır. Bu konudaki yasal mevzuatın eksik yönlerinin tamamlanmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu noktada akılda tutulması gereken, su kaynakları planlama ve yönetiminin çok disiplinli bir süreç olduğu ve bu yüzden, ilgili grupların, diğer bir deyişle paydaşların tamamının katılımının sağlandığı bir işbirliği gerektirmesidir. Kısacası, suyla ilgili yasa ve politikaların yetersizliği ya da yokluğu entegre nehir yönetimi ve su kaynaklarının optimal kullanımı karşısında bir engeldir. Bu bağlamda Türkiye, AB'ye uyum sürecinde birçok yönetmeliği Türk mevzuatının AB mevzuatı ile uyumlu hale getirilmesi adına önemli yol kat etmektedir. Şekil 1'de gösterilen bazı emisyon limit değerlerini içeren yönetmelikler çıkarılmıştır. Su kalitesi standartlarından ise, içme suyu ve yüzme suyu kalite standartları uyumlu hale getirilmiştir. Ancak, halen Su Çerçeve Direktifi (SÇD) ve endüstrilerden kaynaklanan kirliliğin önlenmesine yönelik olan Bütünleşik Kirlilik Önleme ve Kontrol Direktifi (IPPC) henüz hazırlanma aşamasındadır. Nehir Havzası Yönetimi Otoritelerinin Oluşturulması ve Kurumsal Kapasitenin Arttırılması: Arazi ve su kullanımı konusundaki kurumsal yapılar, nehir havzalarını tekil birimler olarak kabul edip bu bölgelerin tamamının yönetimine izin vermelidir. Su kaynakları yönetiminin bürokratik yapısında bu temel değişiklikler aşama aşama gerçekleştirilebilir. İlk aşama, su kaynakları yönetimi, çevre koruma, tarım ve benzeri konulardan sorumlu kurumlar arasında bir işbirliği süreci başlatmak olmalıdır. Daha sonraki aşamada bu kurumların temsilcilerinden oluşan ve nehir havzasındaki sulak alanları ve su kaynaklarını yönetmek üzere işbirliği içerisinde çalışan bir yönetim birimi/ birliği oluşturulabilir. İlgi Gruplarının (Paydaşların) Yönetime Dahil Edilmesi, Halkın Katılımı ve Bilinçlendirmesi: Entegre havza yönetiminin önemli bir diğer unsuru da, yönetim ve planlama kurum ve kuruluşlarının havza içerisindeki sulak alan kullanıcıları, yaban hayatı ve havza dışındaki ilgi gruplarını da kapsayacak şekilde, tüm su kullanıcıları için çalışmasıdır. Su kullanıcılarının ilgi ve gereksinimlerini belirlemek amacıyla, su kaynaklarının planlama ve yönetiminde halkın katılımının sağlanması çok önemlidir. Yakın zamanlara dek pek çok ülkede havza ve su kaynakları planlamasında, katılımcı yaklaşıma çok az önem verilirdi. Ancak kurumlar ve yöre halkıyla etkin bir şekilde işbirliği yapılmasının, havza planlarının başarıya ulaşmasında önemli bir rolü olduğuna ilişkin son Entegre Havza Yönetimi deneyimler, bu konularda sivil toplum desteğine daha büyük bir pay verilmesinde yeni yönetim anlayışları oluşturulmasına yol açmıştır. Aynı zamanda planlamanın ön aşamalarında halkın katılımı, havzada önceden bilinmeyen kullanım şekillerinin ve kaynakların fark edilmesine ve değişik değer ve yararların birbirlerine göre önem ve önceliklerinin belirlenmesine yardımcı olur. EHY kapsamında neler yapılabilir? • Çeşitli tartışma platformları oluşturulur. • Mevcut problemler güncellenir. • Eğitim faaliyetleri düzenlenir. • Farklı kesimler arasında ortaklıklar kurulur, işbirliği protokolleri yapılır. • Bütün riskler ve sorunlar açıkça ortaya konur. • Toplumun her kesimi, istediğinde bilgiye ulaşabilir. • Ekosistemler korunur ve restore edilir. • Yeni teknolojiler takip edilir, yerelde teşvik edilir ve yaygınlaştırılır. • Havza Yönetim Komisyonları/ Platformları oluşturulur. • Havza Yönetim Planları hazırlanır ve uygulanır. Türkiye'de Entegre Havza Yönetimiyle İlgili Güncel Çalışmalar Hem AB'ye aday bir ülke olarak, hem de sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda hazırlanan Ulusal Çevre Stratejisi (UÇES) dokümanı gereği, Türkiye'de EHY'nin gerekliliklerini SÇD doğrultusunda içselleştirmek/ adaptasyonunu sağlamak, verilen süreçler içinde gereklerini yerine getirmek zorundadır. Bu çerçevede, paydaşların katılımını sağlayan bazı sınırlı, ama başarılı çalışmalar gerçekleştirilmektedir. Bu bağlamda, çevre politikalarının geliştirilmesi ve uygulanmasındaki kapsamlı koordinasyon rolü gereği Çevre ve Orman Bakanlığı (ÇOB) tarafından; çevre konusunda önemli rolleri ve sorumlulukları olan ilgili pek çok kurum ve kuruluşla birlikte, çevre müktesebatının uyumlu hale getirilme hedefleri de dikkate alınarak, Ulusal Çevre Strateji (UÇES) dokümanı hazırlanmıştır........................................... (www.cevreorman.gov.tr/co_04. htm). Konuyla ilgili olarak ÇOB'nın başlatmış olduğu birçok proje bulunmaktadır (www.styd-cevreorman.gov.tr). Sivil Toplum Örgütlerinin (STÖ) havza yönetimine olan ilgisi sadece WWF- Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı DHKV) ile sınırlıdır. Vakıf, Türkiye'nin doğal kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı ve korunması amacıyla farklı alanlarda ve disiplinlerarası çalışan, kurumsallaşmış bir STÖ'dur. Doğal Hayatı Koruma Vakfı, 1996 yılında Doğal Hayatı Koruma Derneği'nin öncülüğünde kurulmuş, 2001 yılında dünyanın en etkin ve saygın doğa koruma kuruluşlarından olan WWF'nin Türkiye ulusal kuruluşu olarak, WWF - Türkiye unvanını almıştır. WWF - Türkiye, Türkiye'de halkın katılımının sağlandığı “Konya Kapalı Havzası'nın Akılcı Kullanımı”, “Tuz Gölü Yönetim Planı”, “Ereğli-Ayrancı Alt Havzası'nda Doğal Kaynakların Akılcı Kullanımı ve Doğal Alanların Korunması Projesi”, Doğu Karadeniz'de Entegre Havza Yönetimi uygulamaları ile paydaş katılımına başarılı örnekler sergilemiştir (www.wwf.org.tr; DHKV, 2006; 2008). Türkiye, Hollanda, Birleşik Krallık ve Slovak Cumhuriyeti arasında işbirliği kapsamında yürütülen Avrupa Birliği Eşleştirme Projesi olan "Türkiye'de Su Sektörü için Kapasite Geliştirilmesi" çerçevesince pilot bölge seçilen Büyük Menderes Havzası'nda gerçekleştirilen EHY planı çalışmalarının başlatılmasına yönelik olarak, uzun vadeli nehir havzası çalışma grubu kurulmuştur. DSİ 21. Bölge Müdürlüğü ve İl Çevre ve Orman Müdürlüğü arasında bir protokol hazırlanmıştır. Tam bir paydaş katılımı (sivil toplum örgütleri hariç) sağlanamasa da, kamu alanından önemli sayıda paydaşın komisyonda etkin olarak rol alması mümkün kılınmıştır (Grontmij, 2003). “Melen Havzası'nda Entegre Koruma ve Su Yönetimi Projesi” 2006-2008 yılları arasında yapılmış ve havza yönetim çalışmalarına örnek teşkil eden bir proje olmuştur. Çalışma, DSİ adına Melen Mühendislik ve Müşavirlik Grubu ve İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Çevre Mühendisliği Bölümü tarafından yürütülmüştür (Öztürk vd., 2008). Bu proje, Büyük İstanbul Su Temini 2. Merhale Melen Sistemi'nin alt bileşeni olup İstanbul'un 2010 yılından sonraki içme suyu ihtiyacını karşılamayı amaçlamaktadır. Proje temelde su kalitesinin korunması, iyileştirilmesi, sürdürülebilir havza korunması ve master plan program dahilindeki su yönetimi gibi unsurları kapsamaktadır. Projenin tamamlanmasından sonra, İstanbul'un 2040'a kadar içme suyu ihtiyacını karşılayabilecek 8,5 m3/sn debiye sahip içme suyu sağlanmış olacaktır. DSİ, su temini projesini organize etmekte ve uluslararası finans kaynakları ile bu projeyi gerçekleştirmektedir. Entegre havza yönetimi çalışmalarının önünü açacak ve hızlandırabilecek ve AB sürecinde ilgili yaptırımın yerine getirilebilmesi için ÇOB tarafından çıkarılan “Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği Havzalarda Özel Hüküm Belirleme Çalışmalarına İlişkin Usul ve Esaslar Tebliği” 30.06.2009 tarih ve 27274 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır. Bu tebliğin amacı, havzanın fiziki ve teknik özelliklerinin bilimsel çalışmalar ile değerlendirilmesine ve koruma alanları ile koruma esaslarının belirlenmesine yönelik yapılacak olan çalışmayı ve bu çalışmaya ilişkin usul ve esasları düzenlemektir. Böylelikle havza konularındaki çalışmalar, açıklanacak kıstaslar dahilinde ve özelliklerde yönlendirilmiş olacaktır. Bu tebliğ ile ÇOB tarafından yetkilendirilecek kurum ve kuruluşların, havza yönetim ve master plan çalışmalarını hızlandırması beklenmektedir (www.cevreorman.gov.tr). Bu tebliğde önerilen havza koruma planı ve belirlenen özel hükümler, havzada yer alan ve bakanlıkça uygun görülen ilgili kurum ve kuruluşların görüşüne sunulur. Ayrıca, “Özel hüküm belirleme çalışmasının yapıldığı havzadaki yerleşik halkın bilgilendirilmesi toplantısı/toplantıları çalışma başlangıcından itibaren yapılacaktır” hükmü ile havza planlarına paydaşların ve halkın katılımı da dahil edilmektedir. Sayfa 21 Entegre Havza Yönetimi Bunlara ilave olarak ÇOB, “Havza Koruma Eylem Planları Hazırlanmasına Dair Teknik Şartname” yayımlayarak, 10 adet öncelikli havza belirlemiştir. Bu öncelikli incelenmesi gereken havzalar; Büyük Menderes, Yeşilırmak, Susurluk, Marmara, Konya Kapalı Havzası, Küçük Menderes, Kızılırmak, Seyhan, Burdur ve Ceyhan h a v z a l a r ı d ı r ( w w w. s t y d - c e v r e o r m a n . g o v. t r / . . . / havza_koruma_eylem_plani_teknik_sartnamesi.doc ). Bu havzalarda, Havza Koruma Eylem Planı hazırlanması sırasında; havzadaki yüzey ve yeraltı sularının özelliklerinin ve kirlilik durumunun belirlenmesi, havzadaki kentsel, endüstriyel, tarımsal, ekonomik vb. faaliyetlere bağlı olarak oluşan baskı ve etkilerin, mevcut kirlilik durumunun belirlenmesi, havza bazında saptanan kirlilik kaynaklarının ve yüklerinin ayrıntılı olarak incelenmesi, çevresel altyapı durumunun tespit edilmesi, meydana gelen kirliliğin önlenmesi, havzanın korunması ve iyileştirilmesi için havzadaki tüm paydaşların katılımı ile kısa, orta ve uzun vadede tedbirlere yönelik çalışmaların ve planlamaların yapılması maksadı ile “10 Havzada Havza Koruma Eylem Planı”nın bir sene içerisinde hazırlanması koşuluyla proje esasları belirlenmiştir. Bu eylem planları sonrasında söz konusu 10 havza için havza koruma planları hazırlanacaktır. Bu planlar kapsamında “Havzada su kalitesini iyileştirmek için su kaynakları potansiyeli, noktasal ve yayılı kirletici kaynakları ve mevcut su kalitesini dikkate alarak öncelikle araştırma ve daha sonra kısa, orta ve uzun vadede öncelikli ve teknolojik olarak daha ekonomik ve uygun, sürdürülebilir ve verimli planlamalar, havzadaki tüm paydaşların katılımı ile yapılacaktır” hükmü getirilmiştir. Bu yeni tebliğin hayata geçmesiyle 2010 yılı, havza planlarının hazırlanması açısından önemli bir yıl olacaktır. Sonuçlar Su kaynaklarının yönetiminde iki temel zorluk bulunur: • Su kaynaklarının korunması, • Su kaynaklarının hem eşit, hem de ekolojik olarak sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi. Entegre Havza Yönetimi, bu zorlukları aşmak için geliştirilmiş yeni bir su kaynakları yönetimi yaklaşımıdır. EHY; su yönetim modellerinin hepsinden çok daha kapsamlıdır! Bir havzadaki su kaynaklarının korunması, yönetilmesi ve geliştirilmesinin koordine edildiği bir süreçtir. Arazi kullanım planlaması, tarım politikaları, erozyon kontrolü, çevresel yönetim gibi konuları kapsar. EHY; suyu kullanan ve yönetenleri bir araya getirir! İnsanların bir bakış açısı geliştirebileceği, paylaşılmış değerler ve davranışlar üzerine hemfikir olabileceği ve bir havzanın doğal kaynaklarını yönetmek için birlikte hareket edebileceği yeni bir yaklaşımdır. Sayfa 22 EHY; bir “Havza Komisyonu/Birliği” tarafından koordine edilir! İlgi gruplarının, paydaşların tam olarak temsil edildiği, rol ve sorumlulukların açıkça tanımlanmış olduğu bir havza komisyonu/birlik tarafından koordine edilir. EHY kapsamında “Havza Yönetim Planları” hazırlanır! Her bir havza için toplumun temel ihtiyaç ve kullanımları göz önüne alınarak Havza Yönetim Planları hazırlanır. Havzanın su bütçesi üzerinden katılımcı planlama yapılır. EHY; suyun “hakça” paylaşılmasını sağlar! Toplumun temel ihtiyaç ve kullanımlarını göz önüne alarak, belirli bir su havzası içerisinde, su kaynaklarından elde edilen ekonomik ve sosyal faydaların toplumun her kesimi tarafından hakça paylaşılmasını esas alır, elde edilen faydaların en üst düzeye çıkarılması için çalışır. EHY koruma ve kullanma dengesini kurar! Su ve toprak kullanımının; sulak alan ekosistemleri üzerinde olan olumsuz etkisini en aza indirir, dolayısıyla, sosyo-ekonomik kalkınma ile koruma arasındaki dengeyi kurar. Koruyarak kullanmanın yollarını geliştirir. Kaynaklar • Dawei, H. and Jingsheng, C. (2001) Issues, Perspectives and Need for Integrated Watershed Management in China, Environmental Conservation, 28 (4), 368377. • DHKV (2006) Doğal Hayatı Koruma Vakfı -Türkiye, Konya Havzası'nda Geleceğe Atılan Adımlar Entegre Havza Yönetimi. • DHKV (2008) Doğal Hayatı Koruma Vakfı -Türkiye, Doğu Karadeniz'de Entegre Havza Yönetimi. • Grontmij Advies & Techniek bvVestiging Utrecht Houten (2003) Su Çerçeve Direktifi Türkiye Uygulamaları El Kitabı-Final, December 2003. • Öztürk vd. (2008) Havza Koruma Eylem Planı Nihai Raporu, Cilt 12, Büyük İstanbul Su Temini Melen Sistemi II. Merhale Projesi Büyük Melen Havzası Entegre Koruma ve Su Yönetimi Master Planı, Çevre ve Orman Bakanlığı, DSİ Genel Müdürlüğü. • UN (1997) Guidelines and Manual Land-Use Planning and Practices in Watershed Management and Disaster Reduction, Economic and Social Commission for Asia and the Pacific, United Nations. • UN (2009) World Water Development Report3, United Nations, UNESCO ISBN: 978923104095-5. • www.cevreorman.gov.tr/co_04.htm • www.styd-cevreorman.gov.tr • www.cevreorman.gov.tr • www.styd-cevreorman.gov.tr/.../havza_koruma_eylem_ plani_teknik_sartnamesi.doc • www.wwf.org.tr Su Hizmetlerinde Sürdürülebilirlik Kamu-Özel Sektör Ortaklıkları: Su Hizmetlerinde Sürdürülebilirlik Arayışı Dr. İpek ERZİ, M. Özgür BOZÇAĞA Prof. Dr. Ahmet M. SAATÇİ 5. Dünya Su Forumu Genel Sekreterliği ierzi@worldwaterforum5.org obozcaga@worldwaterforum5.org asaatci@worldwaterforum5.org Suya erişim ve sanitasyon, kamu sektörü tarafından sağlanan, düzenlenen ve denetlenen bir hizmet alanı olarak addedilmektedir ve yapısı gereği doğal tekel olarak kabul edilmektedir. Ancak özellikle gelişmekte olan ülkelerin kentsel alanlarında, su hizmetlerinin vakitlice ve ihtiyaca karşılık verecek şekilde sağlanabilmesi hususunda kamu sektörü yetersiz kalabilmektedir. Kamu sektörünün yetersiz kaldığı durumlarda özel sektör sermayesi ve verimlilik anlayışından yararlanılması amacıyla, kamu-özel sektör ortaklıkları kurulması bir çözüm olarak önerilmektedir. Dünya Bankası da, kredi vermek için kamu-özel sektör ortaklıklarının kurulmasına büyük önem vermiştir. Su ile ilgili konuların tartışıldığı, dünyanın en büyük ve en kapsamlı organizasyonu olan 5. Dünya Su Forumu'nda işlenen konular arasında, kamuözel sektör ortaklıkları önemli bir yer tutmuştur. 5. Dünya Su Forumu, hazırlık aşamasının iki seneden fazla sürdüğü bir organizasyondur. İşlenecek konuların ve programın çok önceden belli olduğu Forum’un hazırlık döneminde, Tematik ve Siyasi Süreçler paralel olarak sürdürülmüştür. Tematik program, altı Tematik Alan ve bu alanların altında 23 başlıktan oluşmuştur. “Kentsel Su Hizmetlerinin Temininde Kamu-Özel Sektör Ortaklıklarının Optimizasyonu” başlığı, “Yönetişim ve İdare” Tematik Alanının altında incelenmiş ve bu konuya özel dört oturum gerçekleştirilmiştir. Kamu-özel sektör ortaklıklarını doğrudan ilgilendiren diğer Tematik Alan “Finans” olmuştur. 5. Dünya Su Forumu'nun, küresel finansal krizin başlamasından hemen sonra gerçekleştirilmiş olması, ister istemez dikkatlerin krize çekilmesine sebep olmuştur. Önceden hazırlanmış programa dahil olmamakla birlikte kriz süresince su temini ve sanitasyon alanlarında altyapı yatırımlarının aksamaması için ne gibi önlemler alınabileceği de oturumlarda tartışılmıştır. Devlet Bakanı Sayın Mehmet Şimşek tarafından yönetilen Finans Üst Düzey Panelinde1, eğer altyapı yatırımlarına devam edilmez, sadece bakım ve onarım ile yetinilir ise su hizmetleri konusunda geri kalmış ülkelerde su krizinin başa çıkılamaz hale geleceği özellikle vurgulanmıştır. Kamu-özel sektör ortaklıkları, sınıraşan sular ile birlikte forumun en çok ilgi gören ve en hararetli tartışmaların yaşandığı konusu olmuştur. Hazırlıkları paralel sürdürülen Siyasi ve Tematik Süreçlerin hazırlık döneminde de birbirlerini beslemesi hedeflenmiştir. Tematik Süreç hazırlıkları için gerçekleştirilen toplantıların sonuçları Siyasi Süreç hazırlığında kullanılmış, Siyasi Süreç hazırlık toplantılarına Tematik Süreç koordinatörleri de davet edilmiştir. Siyasi Süreç dahilinde hazırlanan İstanbul Su Rehberi, Tematik Alanlar üzerine inşa edilmiştir. Hazırlık süreçleri eşzamanlı gerçekleştirilmiş olmasına rağmen Forum sonuçları incelendiğinde, her iki süreçte de su hizmetlerinde sürdürülebilirliğin sağlanması hedeflenmekle birlikte, çıkan sonuçlar arasında bazı farklılıklar göze çarpmaktadır. Bu makalede öncelikle tematik oturumlarda işlenen konular ve yapılan tartışmalar özetlenecek, daha sonra Siyasi Süreç sonuçları, İstanbul Su Rehberi özelinde açıklanacaktır. Ardından, Türkiye su sektöründeki iki büyük kamu-özel sektör ortaklığına değinilecek ve bu bağlamda konunun Türkiye'deki geleceği değerlendirilecektir. 1990'ların başından beri suyun bir ekonomik mal olarak görülmesi sözkonusu olmuştur ancak su daha piyasalaşmamıştır ve ne şekilde piyasalaşacağı bu yazının kapsamı dışındadır. Kamu- Özel Sektör Ortaklıklarının Optimizasyonu ve Maliyet Hesabı “Kentsel Su Hizmetlerinin Temininde Kamu-Özel Sektör Ortaklıklarının Optimizasyonu” başlığı altında düzenlenen dört oturum, kamu-özel sektör ortaklıklarının optimizasyonu, tedarik seçenekleri (küçük ölçekli tedarikçiler), tedarik zincirleri ve politika seçeneklerinin tartışıldığı sentez oturumu olmuştur. Tematik Süreç kapsamında gerçekleştirilen tartışmalar hakkında geniş bilgi, forum sonrasında hazırlanan Final Raporu'nda (5th World Water Forum Secretariat, 2009) verilmektedir. Bu başlığın düzenleyicileri OECD, Dünya Bankası, International Water Association (IWA) ve UN HABITAT olmuştur. “Optimizasyon” konulu birinci oturumda, “Kamu sektörü mü, özel sektör mü?” tartışmasının geride kaldığı, bundan sonra kamu-özel sektör ortaklıklarının ne şekilde optimize edileceğinin tartışılmasının gerektiği, oturumun başlangıç noktası olmuş ve kamu-özel sektör 1 Üst Düzey Paneller, “Su ve Afetler”, “Finans”, “Su, Gıda ve Enerji”, “Sanitasyon” ve “İklim Değişikliğine Uyum” başlıkları altında düzenlenmiştir. Panel katılımcıları, ulusal ve uluslararası kuruluşlarda karar verici pozisyonlara sahip kişilerdir. Finans paneli Devlet Bakanı Mehmet Şimşek tarafından yönetilmiştir. Katılımcılar, UNSGAB Başkanı Prens Willem-Alexander, BM Genel Sekreter Yardımcısı Sha Zukang, OECD Genel Sekreteri Angel Gurria, Avrupa Yatırım Bankası Başkan Yardımcısı Simon Brooks, Asya Kalkınma Bankası Güney Doğu Asya Bölümü Genel Müdürü Arjun Thapan, Dünya Bankası Sürdürülebilir Kalkınmadan Sorumlu Başkan Yardımcısı Katherine Sierra, FAO Genel Müdür Yardımcısı Alexander Müller, JICA Kıdemli Özel Danışmanı Kazushi Hashimoto ve Suez Environment Strateji ve Pazarlamadan Sorumlu Başkan Yardımcısı Patrick Cairo olmuştur. Sayfa 23 Su Hizmetlerinde Sürdürülebilirlik oturum serisinin de tonunu belirlemiştir. Oturum, Dünya Bankası tarafından gerçekleştirilmiş olan, kamu-özel sektör ortaklıklarının (PPP) performansını ölçen ve bazı dersler çıkaran, Forum’un düzenlendiği tarihte halen yayınlanmamış olan bir çalışmanın sonuçlarının sunulması ile başlamıştır. Bu çalışmadan sonucu PPP deneyiminden alınacak dersler şu şekilde özetlenmiştir2: 1. Gelişmekte olan ülkelerde su idarelerinin reformu için PPP, sonuç getiren bir uygulamadır. 2. Gelişmekte olan ülkelerde PPP'lerin oluşma şekli ve profilleri değişmektedir. PPP'ler artık sadece çokuluslu şirketler tarafından yönetilmemektedir. 3. Birikmiş yatırımları gerçekleştirmek için özel sektör sermayesinin peşine düşmek hata olmuştur. 4. Özel sektör işletmecilerinin en önemli katkıları hizmet kalitesini ve verimliliği arttırmaları olmuştur. 5. P P P u y g u l a m a l a r ı i ç i n g e r e k l i r e f o r m l a r tasarlanırken sosyal ihtiyaçlar göz önüne alınmalıdır. “Seçenekler” konulu ikinci oturumda, su hizmetlerinin temininde özel sektör katılımının sağladığı yararlar, Afrika, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika'dan verilen kapsamlı örnekler ile sunulmuştur. Oturumda özellikle küçük ölçekli tedarikçiler üzerinde durulmuştur. Bu oturumda iki husus öne çıkmıştır. Birincisi dünyanın değişik bölgelerinde aynı sorunlar yaşansa da, bölgeye özel çözümler geliştirilmesinin gerekliliğidir. Deneyimlerin paylaşılması bilgi zenginliği sağlamaktadır. Ancak sorunlar aynı olsa da çözümler muhakkak yerel şartlar göz önüne alınarak geliştirilmelidir. Oturumda öne çıkan ikinci husus ise paydaşlar arasında iletişimin önemi olmuştur. Forum haftasında ilk tanıtımı yapılan “Managing Water for All: An OECD Perspective on Pricing and Financing”-“Herkes İçin Su Yönetimi: OECD'nin Fiyatlandırma ve Finansman Konularındaki Yaklaşımları” başlıklı raporun, 5. Dünya Su Forumu için hazırlanmış olan özetinin (OECD, 2009a) sunumu da bu oturum dahilinde yapılmıştır. OECD tarafından özel sektör katılımına geçilmeden önce göz önüne alınması gereken hususları ve yapılması gereken hazırlıkları içeren “Private Sector Participation in Water Infrastructure: Checklist for Public Action” - “Su Altyapısında Özel Sektör Katılımı” (OECD, 2009b) da özet raporun arkasından tanıtılmıştır. “Herkes İçin Su Yönetimi: OECD'nin Fiyatlandırma ve Finansman Konularındaki Yaklaşımları” başlıklı yayında anahtar mesajlar yedi başlık altında özetlenmiştir. Bu mesajlarda hem OECD, hem de gelişmekte olan ülkelerde su ve sanitasyon altyapısı için yatırıma ihtiyaç duyulduğu 2 Sözkonusu çalışmaya Yap-İşlet-Devret (YİD) modeliyle gerçekleştirilen projeler dahil edilmemiştir. Sayfa 24 belirtilmekte, yatırım ortamının sağlanması için gerekli mevzuat çalışmasının yapılması gerekliliğinin altı çizilmektedir. Gerekli kanuni çerçeveye yol göstermek üzere OECD tarafından “Su Altyapısında Özel Sektör Katılımı” başlıklı, kamu sektörü tarafından göz önüne alınması gereken hususları içeren bir liste hazırlanmıştır. Liste 24 adet prensipten oluşmaktadır. Raporda ayrıca OECD'nin ve Dünya Bankası'nın sürekli olarak tekrarladığı 3 T (taxes, tariffs, transfers - vergiler, tarifeler ve transferler) sisteminin önemi üzerinde durulmaktadır. Bu üçlünün arasında özellikle tarifelerin hesaplanması (fiyatlandırma) sırasında kullanılacak yöntemler ve tarife yapısı raporda öne çıkmaktadır. Su hizmetlerinde sürdürülebilirliğin ancak maliyet karşılanması (cost recovery) ile mümkün olacağının altı çizilmiştir. Hem Tematik Süreç dahilinde yapılan oturumlarda, hem de Finans konulu Üst Düzey Paneli'nde finansal krizin hem risk hem de fırsat kaynağı olduğu vurgulanmıştır. Aynı yaklaşım OECD raporunda da tekrarlanmaktadır. Aynı zamanda finansal kriz sebebiyle hazırlanmakta olan teşvik paketlerinde su altyapısına yapılacak yatırımlara muhakkak yer verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Forumun farklı oturumlarında, su sektörüne yatırım yapmanın mali kazanç sağlayacağı tekrarlanmıştır. “Tedarik zinciri” konulu üçüncü oturumda altyapı yatırımlarının tek başına yeterli olmadığı, sağlam bir tedarik zinciri oluşturulmadığı sürece su temininin sürdürülebilir bir şekilde sağlanamayacağı tartışmaların başlangıcını oluşturmuştur. Bu oturumda özellikle verilen mesajlar: 1. Esas olan insani ihtiyaçlardır. 2. Parasal kaynaktan ziyade merkeziyetçi olmayan bir sistem kurulması önemlidir. 3. Yerel destek sistemi (örneğin, hukuk danışmanlarının yerel olması) kullanılmalıdır. 4. İşbirliği rekabetten daha önemlidir. 5. Sivil Toplum Kuruluşları (STK'lar) ile iletişim kurulmalıdır. 6. Standartlar olmalıdır ve bunlara göre hareket edilmelidir. 7. Yatırım yerel kur üzerinden yapılmalıdır. 8. Kuvvetli bir yerel yönetim, güçlü bir müşteri demektir. 9. Su fiyatı yerel halk tarafından karşılanabilir olmalıdır. 10. Sözleşmelerin içinde bilgi transferi olmalıdır, yerel teknoloji kullanılmalıdır, fiyat ayrıca önemlidir. Yukarıda verilen özet bilgiler, oturumlara davetli olarak katılan konu uzmanı panelistlerin sunumlarından derlenmiştir. Ancak forum, izleyicilerin de tartışmaya katıldığı bir toplantı şeklidir. Kamu-özel sektör oturum serisinde izleyiciler tarafından uzmanlara sorular Su Hizmetlerinde Sürdürülebilirlik yöneltilmiş, tartışmalara sınırlı da olsa katılım sağlanmıştır. Sonuç olarak üç oturumun ardından gerçekleştirilen dördüncü özet oturumunun sonuna gelindiğinde “Kamu mu, özel sektör mü?” tartışmasının hâlâ yapılabileceği, oturumları düzenleyenler tarafından da dile getirilmiştir. “Sürdürülebilir Su Sektörü Aracı Olarak Fiyatlandırma Stratejileri” başlığı ise “Finans” Tematik Alanı altında ele alınmıştır. Bu başlığa özel gerçekleştirilen üç oturumda, 3T prensibinin üzerinde durulmuş, dünyanın değişik bölgelerinden fiyatlandırma konusunda örnekler verilmiştir. Su hizmetlerinde sürdürülebilirliğin sağlanabilmesi için maliyetin karşılanması gerektiği vurgulanmıştır. Verilen örneklerde, maliyetin karşılanması, vergiler, transferler, tarifeler üçlüsünün bölgeye göre bir araya gelmesiyle sağlanmaktadır. Gelişmiş ülkelerde maliyet büyük oranda tarifelerin tahsil edilmesi ile karşılanmakta, az gelişmiş ülkelerde ise ağırlık, transferlerde (çoğunlukla yurtdışı yardımlar) bulunmaktadır (OECD, 2009a). İstanbul Su Rehberi 5. Dünya Su Forumu Siyasi Süreci dahilinde, Devlet Başkanları Zirvesi sonucunda “Devlet Başkanları İstanbul Su Bildirisi” (Istanbul Declaration of Heads of States on Water), Bakanlar Süreci sonucunda “İstanbul Bakanlar Bildirisi” (Istanbul Ministerial Statement) ve “İstanbul Su Rehberi” (Istanbul Water Guide), Parlamenterler Süreci sonucunda “Su İçin Parlamentolar Bildirisi” (Parliaments for Water Statement), Yerel İdareciler Süreci sonucunda ise “İstanbul Su Mutabakatı” (İstanbul Water Concensus) açıklanmıştır. Siyasi Süreç, Türkiye tarafında T.C. Dışişleri Bakanlığı tarafından yönetilmiştir ve sözü geçen dokümanlar forum öncesi bakanların, siyasetçilerin, konu uzmanlarının, ulusal ve uluslararası kurum temsilcileri ile davetli diğer paydaşların da katılımıyla gerçekleştirilen toplantılarda yapılan müzakereler sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu dokümanlar forum sonrasında “Global Water Framework” başlığı ile Dünya Su Konseyi, 5. Dünya Su Forumu Genel Sekreterliği ve T.C. Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır (World Water Council; 5th World Water Forum Secretariat; Turkish Ministry of Foreign Affairs, 2009). Forumun Siyasi Sürecinin çıktılarından biri olan İstanbul Su Rehberi'nde (ISR) su hizmetlerinin sağlanması için “Kamu-Özel Sektör Ortaklıklarının Optimizasyonu” başlığı altında yer alan maddeler aşağıda verilmiştir3. 101. Kamu kurumlarının iyileştirilmesi: Kamu sektörünün kırsal ve kentsel yörelere verdiği hizmette verimliliğin ve erişimin arttırılması amacıyla kapasite 3 Resmi tercüme değildir. geliştirilmesi, su hizmeti veren kurumlar arasında işbirliğinin desteklenmesi ile finansal ve teknik kaynakların arttırılması. Akılcı yatırımlar ile su hizmeti veren kamu sektörünün desteklenmesi ve gelişmesinin sağlanması. Su hizmetleri için kaynak sağlanması hususunda merkeziyetçi yaklaşımdan uzaklaşılması, mümkün olduğu kadar yerel kaynak yaratılması ve sadece devlet kaynaklarına güvenilmemesi. 102. Sektöre bağlı kalmaksızın, hizmeti en iyi şekilde sağlayabilecek tedarikçilerin seçilmesinin sağlanması: Kamu su idarelerinin ya da devletin sorumluluğu altında bulunan herkesi kapsayacak şekilde bütün tedarikçilerin kullanılması. Sürece tüm paydaşların dahil edilmesi, hem kamu hem özel sektör tedarikçilerini kamuoyuna karşı hesap verir durumda tutacaktır. 103. Görevlerin net bir şekilde tanımlanması ve şekillendirilmesi: Herkes açısından, su, sanitasyon ve tarım sektörü hizmetlerinin tanımlanması ve daha sonra bu görevlerin sözleşmeler ile şekillendirilmesi. Sözleşmeye dayalı çalışılması, net hedeflerin belirlenmesini, karşılıklı taahhütlerin neler olduğunu ve erk ile hizmeti veren kurum arasında görevlerin ve sorumlulukların açık bir şekilde ortaya konmasını sağlayacaktır. 104. Farkındalık yaratmak amacı ile kamu-özel sektör ve kamu-kamu ortaklıklarının kamuoyuna tanıtılması: Kamu ve özel sektör tarafından su hizmetlerinin ne şekilde sağlanacağının anlaşılamamış olması ile bilgi ve farkındalık eksikliği, bu hizmetlerin sağlanmasının önünde engel oluşturmuştur. Su ve sanitasyon hizmetlerinin sağlanması konusunda kamu ve özel sektörün ne gibi sorumluluklar üstlenebileceğinin ve kamu-özel sektör ortaklıklarının nasıl işleyeceğinin anlatılması ve farkındalık yaratılması. 105. Kamu idarelerinde kapasite ve verimlilik artırımı: Kamu idareleri tarafından projelerin ihaleleri şeffaf bir şekilde gerçekleştirilmeli, idareler, tedarikçiler arasındaki geçişleri kademeli olarak değerlendirmeli, standartlara ve regülasyona uyumluluğu takip etmelidir. Tedarikçiler arasında kıyaslama yapabilmek için kriterler belirlenmelidir. Su hizmetlerinin sağlanmasında özel sektör katılımı söz konusu olduğunda, sosyo-politik değerlendirmeler yapılmalı, tedarikçide böyle bir değişikliğe gidilmesinin fizibilitesine bakılmalı ve rüşvetin ortadan kaldırılması için gerekli önlemler alınmalıdır. Forumun Siyasi Sürecinin hazırlığı Tematik Süreç ile koordineli olarak sürdürülmüştür. Ancak yine de OECD, Dünya Bankası ve IWA gibi kuruluşların liderliğinde şekillenen kamu-özel sektör tematik oturumlarının aksine, hükümet temsilcileri, bürokratlar ve uluslararası kurum görevlilerinin katılımıyla şekillendirilen Siyasi Süreç belgelerinde, su ve sanitasyon altyapıları için kamu Sayfa 25 Su Hizmetlerinde Sürdürülebilirlik kaynakları esas kabul edilmiştir. Öncelik, kamu kurumlarının iyileştirilmesindedir. Ancak tedarikçi seçiminde özel sektör ile kıyas yapılmaksızın kamu sektöründen yana tercih kullanılması yerine, kamuoyunun tamamına hizmet verebilecek ve hizmeti en iyi sağlayacak tedarikçinin seçilmesi salık verilmektedir. Her halükarda, görevler net bir şekilde tanımlanmalı ve sözleşmeler ile kayıt altına alınmalıdır. Suya erişim ve sanitasyon hizmetlerinin sağlanmasında şeffaflık prensibine uyulması ile hizmetlerin sağlanmasında standartlara ve mevzuata uyumluluğun denetlenmesi, kamu idarelerinin sorumluluğudur. Forum sürecinde gerçekleştirilen tartışmalarda, doğal bir tekel kabul edilen su hizmetlerinin, yapısı gereği kâr amaçlı çalışmakta olan özel sektör tarafından sağlanması konusuna kamuoyu tarafından şüphe ile yaklaşıldığı açıkça ifade edilmiştir. ISR'nde kamu-özel sektör ortaklıkları hakkında bilgi eksikliğinin giderilmesi ve farkındalık yaratılması çözüm olarak önerilmektedir. Hem Tematik Süreç oturumlarında gerçekleştirilen tartışmalar, hem de Siyasi Süreç sonucu ortaya çıkan ISR göstermektedir ki, su hizmetlerinin özel sektör tarafından ya da özel sektör ortaklığı ile sağlanması hususunun başarıya ulaşabilmesi için kamuoyu desteği şarttır. Su hizmetleri dünya genelinde kamu sektörünün görev alanı kabul edilmektedir. Dolayısıyla özel sektörün su hizmetlerine katılımının olumlu sonuç verebilmesi için, öncelikle kamu tarafından kabul görmesi ve desteklenmesi gerekmektedir. Ancak Tematik Süreç oturumlarının ana temasını oluşturan “Kamu mu, özel sektör mü?” tartışması, Siyasi Süreç içinde konu olmamıştır. Siyasi Süreç sadece kamu sektörünün iyileştirilmesine öncelik vermiştir. Türkiye'den Örnekler ANTALYA SU VE ATIKSU PROJESİ Dünya Bankası kredisi ile gerçekleştirilen Antalya Su ve Atıksu Projesi'nde şehrin su temini ve atıksu uzaklaştırma ihtiyaçlarının karşılanmasının yanı sıra bu hizmetlerin verilmesinde özel sektör katılımının sağlanması hedeflenmiştir. Proje ihalesini kazanan konsorsiyum, ANTSU ismiyle bir özel şirket kurmuştur. ANTSU ile Antalya Belediyesi arasındaki işlemler ise ALDAŞ adıyla kurulan ve %95'i Antalya Su ve Atıksu İdaresi'ne (ASAT) ait olan şirket tarafından yürütülmüştür. Kasım 1996 tarihinde imzalanan sözleşmenin süresi 10 sene olarak belirlenmiştir. Sözleşmenin ilk beş senesinde proje gereklilikleri yerine getirilmiştir. Bunun yanında suyun birim fiyatı 1995-2003 tarihleri arasında $0.5/m3'ten $1.0/m3'e yükselmiştir. Beş senenin sonunda ANTSU, Antalya Belediyesi'nden birim su fiyatının hesaplanması konusunun tekrar görüşülmesini talep etmiş, ancak belediye buna gerek Sayfa 26 görmemiştir. Bunun üzerine ANTSU, Şubat 2002'de tahkim davası ikame etmiştir. ASAT, ANTSU'nun işlerini yüklenmiş ve hiçbir aksama yaşanmadan yürütmüştür (World Bank, 2004). Antalya Su ve Atıksu Projesi bir imtiyaz anlaşmasıdır. İmtiyaz anlaşmalarında, kamu, özel sektör ile uzun süreli bir sözleşme yapar, özel sektör tüm yatırımdan, işletmeden ve bakımdan sorumludur, varlıklar ise kamu sektörünün malı olarak kalır (Rees, 2008). Antalya örneğinde, imtiyaz anlaşmasının, özel sektör sermayesinin su hizmetlerinde kullanılabilmesi için bir araç olarak görüldüğü Dünya Bankası tarafından belirtilmiştir. Dünya Bankası, Mayıs 2004 tarihli raporunda Antalya Belediyesi'nin özel sektör katılımına, sadece banka kredisinin önşartı olduğu için onay verdiği bunun dışında siyasi bir desteğin hiçbir zaman olmadığı yorumunu getirmekte ve irade eksikliğinin proje başlangıcında doğru değerlendirilmediğini belirtmektedir (World Bank, 2004). Ayrıca Antalya Belediyesi, proje başladıktan sonra atıksu arıtma tesisinin kapsamını genişletme ihtiyacı hissetmiştir ve yatırımı kendi kaynaklarından gerçekleştirmiştir. Borç servisi ödemelerinin zamanında gerçekleştirilememesi sonucunda, Hazine garantör olarak devreye girmiş ve borçları ödemiştir. Antalya Belediyesi daha sonra Hazine'ye borcunu taksitler halinde geri ödemiştir. 5. Dünya Su Forumu'nun kamu-özel sektör ortaklığı ile ilgili tematik oturumlarında, özel sektör katılımının sağlanması için öncelikle siyasi iradenin destek vermesi gerekliliği dile getirilmiştir. Siyasi iradenin olması - su hizmetleri konusuna özgü olmak kaydıyla - bir bakıma kamuoyu desteği olarak da düşünülebilir. Özel sektör, piyasaya girmeden önce ortamın, “kamu tarafından yatırıma uygun hale getirilmesini” istemektedir. Dünya Bankası raporunda Antalya'da bu iradenin oluşmamış olması, yani ortamın özel sektör katılımına uygun hale getirilmemiş olması, sözleşmenin beşinci senesinde tarafların karşılıklı dava açmalarına ve tahkim yoluna gidilmesine yol açan temel bir eksiklik olarak gösterilmektedir. Ancak raporda, siyasi irade eksikliğinin ne şekilde kendini göstermiş olduğu açıklanmamaktadır. Tam tersine beş sene boyunca karşılıklı gerekliliklerin yerine getirilmiş olduğu belirtilmektedir. Özel sektör ortaklığına girmek, kamu sektörü açısından birçok faktörün göz önüne alınması gereken bir karar sürecidir. Oysa kamu-özel sektör ortaklıkları yeni yatırım kaynağı bulma ya da sadece özel sektör yaklaşımıyla mümkün olabilecek verimliliğe ulaşım yolu olarak görülmüştür. Kamu-özel sektör ortalıklarının uygulanabilmesi, farklı bir bakış açısı, diğer bir deyişle vizyon değişikliği gerektirmektedir. İstanbul Su Rehberi'nin yukarıda açıklanan 101. ve 104. maddeleri doğrudan bu konu ile ilgilidir. Su Hizmetlerinde Sürdürülebilirlik Dünya Bankası, Antalya'yı zorluk yaşanan projeler arasında saymakta ve bir sözleşme hatası olarak tanımlamaktadır. Antalya örneği üzerinden ISR'nin PPP ile ilgili maddelerine bakıldığında ISR'de belirtilen hususların Antalya örneği ile örtüşen yönleri olduğu görülmektedir: 1. Proje öncesinde 104. maddede belirtildiği şekilde bir farkındalık yaratılması yoluna gidilmemiştir. Burada özel sektör katılımının sadece Dünya Bankası kredisi alınabilmesi için bir önşart olarak görülmesi ve özel sektör katılımının sonuçlarının tam olarak irdelenmemiş olduğu açıktır. 2. İhaleye giren tedarikçiler arasında kıyaslama yapabilecek kriterler belirlenmemiştir. Bunun temelinde tecrübe eksikliği yattığı söylenebilir. 3. Kamu idaresinde kapasite ve verimlilik artırımına öncelik verilmemiştir. Yine de ANTSU'nun hizmetten çekilmesinin hemen ardından ASAT'ın, su hizmetlerini, aksamaya meyal vermeden üstlenebilmiş olması ayrıca dikkate değer bir husustur. 4. Özel sektör katılımı kararında tüm paydaşların katkısı yoktur. Bu yaklaşım kamuoyunda işlerin gizli saklı yürütülmüş olduğu intibaını doğurabilmektedir. 105. maddede belirtildiği gibi sosyo-politik değerlendirme yapılmadığı da ortadadır. İZMİT ŞEHRİ KENTSEL VE ENDÜSTRİYEL SU TEMİNİ PROJESİ (YUVACIK BARAJI) DSİ Genel Müdürlüğü ile İzmit Belediyesi arasında 01.09.1986 tarihinde imzalanan bir protokolün ardından 09.02.1987 tarihinde GAMA Endüstri Tesisleri İmalat ve Montaj AŞ'ye ihale edilen Yuvacık Barajı'nın yapılma aşamasında Yap-İşlet-Devret (YİD) modeline geçilmiş, tesisler 18.01.1999 tarihinde ticari işletmeye alınmıştır. 3996 sayılı “Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşletDevret Modeli Kapsamında Yaptırılması Hakkında Kanun”a göre YİD modeli kapsamına alınmış ilk iş olma özelliği taşıyan proje, kamu hafızasında 1999-2000 seneleri içerisinde kullanılmayan suya ödenen 387 milyon ABD doları ile yer bulmuştur (TC Sayıştay Başkanlığı, 2002). Bu para, sözleşmeye taraf olan belediye tarafından değil, garantör durumundaki Hazine tarafından ödenmiştir. Hazine tarafından kullanılmayan su için özel sektöre para ödenme noktasına kadar gelinen durum değerlendirilirken, hangi şartlar altında YİD modeline geçilmiş olduğu göz önüne alınmalıdır. Klasik yaklaşımla DSİ tarafından ihale yoluyla yaptırılması şeklinde başlayıp, ihtiyaca zamanında cevap verebilecek şekilde tamamlanamayacağının düşünülmesi ile ortaya çıkan proje için, YİD yoluyla özel sektör yatırımı sağlanması çözüm olarak görülmüştür. Özel sektör ise yatırım yapmak için doğası gereği siyasi ve ekonomik istikrar arar. Söz konusu proje için YİD modeline geçilip özel sektör ortaklığı arandığı dönem, Türkiye'de kısa ömürlü koalisyonların yaşandığı dönemdir. Yap-İşlet-Devret sözleşmeleri, belirli altyapıların gerçekleştirilmesi için yapılır. Genelde özel sektör bütün yatırımdan sorumludur ve kamu sektörüne transfer yapılana kadar varlıkların sahibidir (Rees, 2008). Halen yargıya konu olan İzmit Su Temini Projesi hakkında bu makale dahilinde tartışmak mümkün değildir. Ancak kamuoyu desteği açısından bakıldığında, su hizmetleri konusunda kamu-özel sektör ortaklıklarında YİD modeli uygulamalarına, yakın vadede güven duyulabilmesi zor görünmektedir. Sonuç İstanbul'da gerçekleştirilen 5. Dünya Su Forumu, Türkiye'de bugüne kadar planlı bir yapı içinde ve aralarında bağlantı kurulmasına imkân verilecek şekilde ele alınmamış konuların tartışılabilmesi için katılımcı bir platform sağlamıştır. Forumun ardından Sekreterya tarafından forum raporlarının4 hazırlanması sürecine geçilmiş, bütün forum kayıtları sekretarya personeli tarafından izlenmiş ve raporlanmıştır. Su sektöründe hem altyapı yatırımlarının hem de suya erişim ve sanitasyon hizmetlerinin ihtiyaca cevap verecek şekilde süratle ve verimli bir şekilde karşılanabilmesi için, özel sektör katılımından yararlanılması gerektiği forum süresince dile getirilmiştir. İçinde bulunduğumuz finansal kriz dönemi, özel sektör ve kamu sektörü arasında karşılıklı yarar esasına dayanan bir sinerji oluşması için uygun bir dönem olarak sunulmuştur. Bu yaklaşıma göre özel sektör, kârı sınırlı ama istikrarlı bir yatırım alanından yararlanabilecek, kamu sektörü de sadece devlet kaynaklarına dayanmadan üzerine düşen görevi yerine getirebilecektir. Ancak öncelikle kamu yararını koruyacak şekilde gerekli mevzuatın hazırlanması, yürürlüğe girmesi ve etkin şekilde kamu erki tarafından uygulanması gerekmektedir. Forum süresince verilen örnekler göstermiştir ki, özel sektör katılımına geçilmeden önce regülasyonu sağlayacak bir yapı oluşturulması şarttır. OECD tarafından sunulan “Herkes İçin Su Yönetimi” ve “Su Altyapısında Özel Sektör Katılımı” yayınlarında da bu yönde önerilerde bulunulmaktadır. Özellikle OECD tarafından hazırlanan 24 prensip, bilinçli hareket edilmediği takdirde yapılabilecek hataları ardı ardına gözler önüne sermektedir. Bunların içinde mali disiplin, şeffaflık, rüşvetle savaş, tüm paydaşların karar mekanizmasına katılımı prensiplerine temel oluşturan kavramlar, forum süresince farklı oturumlarda da önemli görülüp ayrıca tartışılmıştır. 4 Final Raporu, Değerlendirme Raporu, Sentez Raporu, Analiz Raporu. Sayfa 27 Su Hizmetlerinde Sürdürülebilirlik Bunun yanı sıra proje belirlendikten sonra projenin uygulanacağı bölgeye uygun yatırım modeli belirlenmelidir. Yatırım seçenekleri, hem yerel yönetimler hem de merkezi yönetim tarafından değerlendirilirken disiplinlerarası bir ekip oluşturulmalıdır. Finansal açıdan bakıldığında kamu-özel sektör ortaklıkları risk transferini de içermektedir (OECD, 2009b). Seçilen yatırım aracı aynı zamanda risk dağılımının ne şekilde olacağını da belirlemektedir. Unutulmamalıdır ki özel sektör riskten kaçınan (risk averse) bir yapıya sahiptir ya da üstlendiği risk oranında kâr marjının da artmasını beklemektedir (Rees, 2008). Kâr marjının artması, suyun birim fiyatının artması, diğer bir deyişle kamunun alım gücünün üzerinde çıkması anlamına geleceği için su sektöründe risk artışının fiyatlandırma ile karşılanması mümkün değildir. Özel sektörün yüklenmekten imtina edeceği risk seviyesine erişildiğinde, özel sektör katılımının sağlanması ancak kapsamlı garanti verilmesiyle mümkün olacaktır. Bu kapsamlı garanti, doğrudan devlet tarafından sağlanmaktadır. Bu durum forum oturumları sırasında verilen örneklerde açıkça görülmektedir. 5. Dünya Su Forumu'nun iki sürecinde de tartışılan husus, su hizmetlerinin sürdürülebilir bir şekilde sağlanabilmesi için kamu-özel sektör ortaklıklarının optimizasyonu olmuştur. Tematik Süreç oturumlarını düzenleyen IWA ve Dünya Bankası gibi kurumlara göre “Kamu mu, özel sektör mü?” tartışması geride kalmış iken, forum göstermiştir ki, tartışma devam etmektedir ve kamuoyu özel sektör katılımına ve özel sektör katılımını destekleyen finans kurumlarına şüphe ile yaklaşmaktadır. Siyasi Süreç ise önceliği kamu sektörünün iyileştirilmesi ve kapasite artırımına vermiştir. Her ne kadar özel sektör katılımının getirebileceği faydalar gözardı edilmemiş ve özel sektör katılımının sağlıklı bir şekilde işlemesi için gerekli ortamın hazırlanması gibi hususlar İstanbul Su Rehberi'nde yer bulmuş ise de, Siyasi Süreç paydaşları bir kamu hizmeti olan suya erişim ve sanitasyon hizmetinin kamu sektörü tarafından sağlanması ve/veya kamu sektörü tarafından sıkı bir şekilde denetim altına alınmasını ön plana çıkarmıştır. Ancak su hizmetlerinin özel şirketler tarafından sağlanması konusunda Türkiye'nin yaşamış olduğu İzmit ve Antalya örnekleri kamuoyunda olumsuz bir intiba bırakmıştır. Özellikle İzmit örneği, YİD modelinin uygulanması konusunda ciddi çekincelerin oluşmasına yol açmıştır. Türkiye'de su hizmetlerinin özel sektör katılımıyla sağlanması için yapılacak çalışmaların ve uygulamaların bu tecrübenin ardından nasıl bir etki yaratacağı ileriki dönemde yapılacak araştırmalar ile izlenmelidir. Türkiye'de kamu-özel sektör ortaklıklarının başarıyla uygulanabilmesi için İstanbul Su Rehberi, açık bir yol Sayfa 28 haritası sunmaktadır. Buna göre 101. ve 105. maddelerde değinildiği şekilde kamu kurumlarının iyileştirilmesi ve kapasite artırımına gidilmesi, 103. maddede belirtildiği şekilde su hizmetlerinde kamu kurumlarının görevlerinin net şekilde belirlenmesi, su hizmetlerine özel sektör katılımının bütün paydaşlara anlatılması gerekmektedir. Su hizmetlerine özel sektör katılımını düzenleyen kapsamlı mevzuat yürürlüğe girmelidir. Türkiye için kamu-özel sektör ortaklıkları, gerekli mekanizmaların işlerlik kazanması ile suya erişim ve sanitasyon hizmetlerinde sürdürülebilirliğin sağlanmasına imkân verecek, sektörlere karşılıklı fayda sağlayabilecek bir işbirliği alanı olabilecektir. Açıklama Notu: 16- 22 Mart 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilmiş olan 5. Dünya Su Forumu'nun organizasyonu, Dünya Su Konseyi ile birlikte İstanbul'da kurulan 5. Dünya Su Forumu Genel Sekreterliği tarafından üstlenilmiştir. Forum Tematik Süreci konuyla ilgili tüm paydaşlara açık olmuş, Siyasi Süreç ise uluslararası hükümetleri ve uluslararası kuruluşları kapsayacak şekilde düzenlenmiştir. Bu makale, Forum kayıtları izlenerek Sekretarya tarafından hazırlanan raporlar ve Forum sunumları esas alınarak hazırlanmıştır Kayıtların www.5thworldwaterforum.org sitesinden erişilebilir hale getirilmesi için gerekli çalışmalar devam etmektedir. Kaynaklar 1. 5th World Water Forum Secretariat (2009) Final Report of 5th World Water Forum, 2009. İstanbul: 5th World Water Forum Secretariat. 2. OECD (2009a) Managing Water for All: An OECD Perspective on Pricing and Financing - Key Messages for Policy Makers. 3. OECD (2009b) Private Sector Participation in Water Infrastructure: OECD Checklist for Public Action. 4. Rees, J.A. (2008) Regulation and Private Participation in the Water and Sanitation Sector Global Water Partnership TAC Background Papers. Sweden: Elanders. 5. T.C. Sayıştay Başkanlığı (2002) Yap-İşlet-Devret Modeli ile Yapılan "İzmit Şehri Kentsel ve Endüstriyel Su Temini Projesi" Hakkında Sayıştay Raporu. 6. World Bank (2004) Implementation Completion Report. 7. World Water Council; 5th World Water Forum Secretariat (2009) Global Water Framework Turkish Ministry of Foreign Affairs. Kentsel Atıksu Yönetimi Türkiye'de Sürdürülebilir Kentsel Atıksu Yönetimi Doç. Dr. İdil ARSLAN ALATON İstanbul Teknik Üniversitesi arslanid@itu.edu.tr Bir ülkenin atıksu yönetiminin sürdürülebilirliği, su yönetimi ile birlikte ele alınmasına bağlıdır. Özellikle yasalar, yönetmelikler ve kanunlar açısından bir adaptasyon (Avrupa Birliği ile uyum) sürecine girmiş olan Türkiye gibi ülkeler için su ve çevre konuları öncelik taşımak zorundadır. Dünya Doğayı Koruma Vakfı'nın (WWF) güncel kayıtlarına göre Türkiye, son 40 yıl içerisinde Van Gölü'nün üç katını aşan bir yüzey alanı (yaklaşık 1.3 milyon ha.) kadar sulak alanını yitirmiştir. Öte yandan, bir ülkenin “su zengini” olarak nitelendirilebilmesi için kişi başına yıllık su kapasitesinin 3 en az 10.000 m olması gerekmektedir (WWF, 2007). Bu bilgi ve ayrıca söz konusu değerin Irak için 2020 m3, Asya 3 ülkeleri için ortalama 3000 m , Türkiye için ise sadece 3 1430 m olduğu dikkate alındığında, ülkemizin bu kategoriye girmediği son derece açıktır. Bununla birlikte, Dünya Sağlık Teşkilatı'nın son verilerine göre (WHO, 2007), Türkiye sadece 15 yıl gibi oldukça kısa bir süre içerisinde, ciddi boyutlarda su kıtlığı (sıkıntısı) çeken bir ülke sınıfına düşecektir. Tüm bunlar dikkate alınarak ülkemizde acil olarak suyun sürdürülebilir yönetimi, atıksuyu da bir kaynak olarak düşünüp, geri kazanımı/yeniden kullanılabilirliği gibi konulara ağırlık ve öncelik verilmesi gerekmektedir. Ülkemizde su sıkıntısı, yanlış uygulanan atıksu arıtım stratejileri ve yetersiz kalan, iyi işletilemeyen, fonksiyonunu yitirmiş atıksu arıtım tesisleri gibi çeşitli teknik sorunların ötesinde, çok daha temel, örneğin, altyapı yetersizliği, bilinçsizlik, eğitimsizlik, tabular, sosyo-ekonomik kısıtlamalar gibi ciddi engeller ile karşı karşıya kalmaktadır. Tüm bunlara ayrıca merkezi ve bölgesel yönetimler arasındaki iletişim kopuklukları ve sorunları, mevcut veritabanlarının ulaşılabilir ve güvenilir olmaması gibi önemli sorunlar da eklenmektedir. Yukarıda sözü edilen ve Türkiye gibi gelişimini henüz tamamlamış ülkelerin kaderi olan kronik sosyo-ekonomik engellerin sürdürülebilir atıksu yönetimi stratejileri uygulanarak kısmen aşılması, öncelikli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Yukarıdaki hususlar dikkate alınarak, ülkemizde sürdürülebilir kalkınma anlayışı çerçevesinde su, atıksu ve arıtma çamuru ile ilgili çeşitli, öncelikli çevresel konularda birtakım yasal düzenlemeler yapılmakta, çeşitli ulusal (DPT, TÜBİTAK) ve uluslararası (AB/FP7) projeler yürütülmektedir. Bu kapsamda, genel olarak atıksu arıtımının yasal durumu, su ve atıksu yönetim politikaları, uygulanan arıtma teknolojileri, arıtılan suların ve çamurların çevresel karakteri, alıcı ortama olan etkileri, yeniden kullanılabilirlikleri (örneğin, evsel nitelikli atıksuların tarımsal faaliyetlerde sulama suyu, kentsel atıksu arıtma tesislerinden kaynaklanan arıtma çamurlarının ise gübre olarak değerlendirilmeleri) gibi çeşitli konularda ayrıntılı envanter çalışmaları, araştırma ve uygulamaya yönelik proje faaliyetleri sürmektedir. Türkiye'de Kentsel Atıksu Arıtımı ile İlgili Yasal Düzenlemeler Ülkemizde, yasal olarak kentsel atıksu toplama ve arıtma tesislerinin inşaatı, işletimi ve kontrolü, 1930 yılından beri belediyelerin sorumluluğu altındadır. Devlet Planlama Teşkilatı'nın 1980'de başlattığı 10 yıllık kalkınma planları çerçevesinde suların ülke çapında emniyetli bir şekilde dağıtılması ve atıksuların şebekeler yoluyla toplanmasını yasal olarak düzenlenmiştir. Belediyelerin gelirleri ile ilgili 1981 yılında yürürlüğe giren kanun kapsamında kentsel atıksu arıtma tesisleri, özel sektör tarafından maddi olarak desteklenmeye başlanmış, 1985 yılında ise bu yasa yeniden düzenlenmiştir. 1983'te yayımlanan Türk Çevre Kanunu ise çevre sağlığı ve hava-su kirliliği kontrolü ile ilgili düzenlemeleri içermektedir. Ulusal Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği (SKKY) 1988'de yayımlanmıştır ve alıcı doğal su ortamlarına (göl, nehir, dere, deniz, vb.) uygulanan atıksu deşarj limitlerini içermektedir (SKKY, 2004). Buna göre, kentsel atıksuların toplanması ve çeşitli fizikokimyasal ve biyolojik proseslerle orta veya ileri düzeyde arıtılması düzenlenmiştir (Çevre ve Orman Bakanlığı, 2003). 1990'ların ortalarına kadar İller Bankası yıllık olarak oluşturulan bütçe/yatırım programları ve belediyelerin ihtiyaçları dahilinde atıksu arıtım sistemlerinin inşaasından ve belli bir süre de işletilmesinden sorumluydu. Daha sonra inşa edilen atıksu arıtma tesisleri, ilgili belediyelere işletilmek üzere devredildirdi. Günümüzde, GAP İdaresi, Büyükşehir Belediyeleri, Su ve Kanalizasyon İdareleri, Turizm Bakanlığı, Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı ve Toplu Konut İdaresi Başkanlığı vb. kurum ve kuruluşlar arıtma tesislerinin bütçelendirilmesi, inşaatı ve işletilmesi gibi konularda çeşitli görev ve sorumluluklar almaktadırlar. 2007-2013 süreci için oluşturulan Kalkınma Planı'nda yer alan raporda (Esen, 2007), 3200 belediyenin 1900'undan elde edilen verilere göre, ülkenin %80'i atıksuyun toplanması için gerekli altyapıya sahiptir ve %47'si atıksu arıtımına sahiptir. Nüfusun %93'ü su dağıtım hattına sahip olmasına rağmen, sadece %42'sinde su arıtımı uygulanmaktadır (DSİ, 2005; Esen, 2007). Kalkınma planında, ayrıca AB yasal düzenlemelerinin ulusal kentsel atıksu arıtma yönetmeliklerine uygulanacağı, ilgili atıksu arıtım altyapısının, buna bağlı Sayfa 29 Kentsel Atıksu Yönetimi olarak çıkış suyu kalitesinin sürekli olarak takip edileceği ve geliştirileceğine değinilmektedir. AB Komisyonu'nun düzenlediği “Urban Wastewater Treatment Directive 91/271/EEC”in gereksinimleri dikkate alınarak, 8 Ocak 2006 tarihinde evsel nitelikli atıksuların toplanması ve arıtma tesislerinde arıtılması ile ilgili ulusal evsel nitelikli atıksu yönetmeliği güncellenip, 2872 No'lu yasaya bir ek yasa olarak yayımlanmıştır. Bu yönetmelik, evsel nitelikli atıksuların toplanmasından, arıtımına ve alıcı ortama deşarjına kadar tüm aşamaları kapsamakta; ayrıca arıtma prensiplerinin, bölgenin nüfus eşdeğeri ve alıcı ortamın hassasiyeti dikkate alınarak yapılması gerektiği konusuna ağırlık vermektedir (Çevre ve Orman Bakanlığı, 2006; Kentsel Atıksu Arıtma Tesisleri, 2006). Buna ilaveten, 5491 No'lu yasa ile birlikte getirilen yeni ihtiyaçların ve koşulların yerine getirilebilmesi amacıyla belediyelere, kentsel atıksu toplama kollektörlerinin ve arıtma tesislerinin 2.000 ile 100.000 arasında değişen nüfus eşdeğer aralıkları esas alınarak inşa edilmesi ve işletilmesi için süre verilmiştir. Ulusal yönetmelik ayrıca, kentsel atıksuların ikincil ve ileri (üçüncül) arıtma için deşarj limitleri ve yüzde arıtım verimlerini de kapsamaktadır. Buna göre, arıtma tesisinin nüfus eşdeğerine (hizmet etmesi gereken kapasiteye) bağlı olarak Biyokimyasal Oksijen İhtiyacı (BOİ5), Kimyasal Oksijen İhtiyacı (KOİ) ve Askıda Katı Madde (AKM) parametreleri için sırasıyla 25 mg/L, 125 mg/L ve 35 veya 60 mg/L gibi limit değerler, ayrıca aynı parametreler için yine sırasıyla %70-90, %75 ve %70 veya 90 gibi giderim verimleri öngörülmüştür (Çevre ve Orman Bakanlığı, 2006). Türkiye'de Kentsel Atıksuların Yönetimi 2001-2002 yılları arasında yaşanan ekonomik kriz nedeniyle, 2002 yılı sonu için öngörülen atıksu arıtma tesisleri ancak 2004 yılında tamamlanabilmiştir. Resmi kayıtlara göre, Türkiye'de 131 adet çalışır (faal) durumda atıksu arıtma tesisi mevcuttur ve toplam 31 milyon kişiye hizmet verilmektedir; diğer bir deyişle, toplam nüfusun yaklaşık olarak %45'i hizmet görmektedir. Tesisler çoğunlukla ülkenin batı, kuzey batı ve güney kesimlerinde yer almaktadır. Kentsel atıksular için ülkemizde oldukça yaygın olarak uygulanan arıtma ve deşarj yöntemleri foseptik, doğrudan alıcı ortamlara deşarj, doğal ve yapay sulak alanlarda arıtma vb. alternatiflerdir (Arslan ve diğ., 2004). 2003 ve 2006 yıllarında bir AB-Akdeniz Ülkeleri İşbirliği Projesi (Proje Akronimi: MEDAWARE; Belediyeler, 2003 ve 2006) kapsamında yürütülen anketler yoluyla veri toplama çalışmaları sonucunda, Türkiye'de halihazırda 131 kentsel atıksu arıtma tesisinin işletildiği saptanmıştır. Bunların 67'sinin ülkemizdeki toplam sayısı 16 olan büyükşehir belediyeleri tarafından işletildiği bilinmektdir. Yine aynı verilerden, kentsel atıksu arıtma Sayfa 30 tesislerinin 12'sinin İstanbul'da, 16'sının Antalya'da, 6'sının ise Kocaeli'de bulunduğu bilinmektedir. Tablo 1, evsel nitelikli atıksu arıtma tesislerinin il, belediye ve ilçelere göre sayısal ve yüzde dağılımlarını göstermektedir (Belediyeler, 2003 ve 2007). Nüfus Tesis Sayısı > 100.000 (şehir) 28 15.000 -100.000 (belediye) 62 İlçe (< 15.000) 41 Toplam 131 Dağılım (%) 21 47 31 100 Tablo 1. İşler durumdaki kentsel atıksu arıtma tesislerinin ülke genelinde nüfus bazında dağılımları. Söz konusu AB-MEDA projesi kapsamında, ülkedeki tüm atıksu arıtma tesislerinin teknik personeline 2003 ve 2006 yıllarında gönderilen anketlerden elde edilen verilerden, 51 tesisin fiziksel arıtma, 73 tesisin biyolojik (ikincil) arıtma, sadece 7'sinin ise azot ve fosfor giderimi için ileri (üçüncül) arıtma uyguladığı anlaşılmaktadır. Hizmet edilen toplam nüfus ve arıtma tipi (fiziksel-ön, ikincil veya ileri) daha dikkatli olarak incelendiğinde, şehirlerde arıtma tesislerin %67'sinin, belediyelerde ise sadece %47'sinin biyolojik arıtma uyguladığı, bunu genellikle iç kesimlerde nehir veya göl gibi alıcı ortamlara deşarj, deniz kenarında yer alan belediyelerde ve şehirlerde ise derin deniz deşarj sistemlerinin izlediği anlaşılmaktadır. Bunun dışında, son birkaç yıl içerisinde örneğin, Adana, Bursa, İstanbul gibi büyükşehir belediyelerinde, ayrıca Nevşehir gibi belediyelerde arıtma tesislerinin ön arıtmadan biyolojik arıtmaya, biyolojik arıtmadan ise ileri arıtmaya gidilerek iyileştirildiği görülmektedir (Belediyeler, 2006). Bu değişikliklerden ise, ülkemizin çeşitli yerleşim yerlerinde (belediyelerinde) yer alan kentsel atıksu arıtma tesislerinin sadece nicelik değil, nitelik olarak da ilerleme kaydettikleri açıktır. Buna rağmen, Türkiye'nin 81 ilinden sadece 43'ünde atıksu arıtma tesisleri mevcut, bunlardan bazıları ise çeşitli nedenlerden (ekonomik, teknik) dolayı verimli bir şekilde çalıştırılamamaktadır. Son yıllarda kaydedilen başka önemli bir gelişme ise, ülkemiz ile ilgili tüm istatistiksel bilgilerin (örneğin, belediyelerin içmesuyu dağıtım/ arıtma ve kentsel atıksu toplama/ arıtma tesisleri sayıları ve kapasiteleri, vb.) Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından bir veritabanı altında raporlanmış olmasıdır (TÜİK, 2009a ve b). İlgili TÜİK web sayfalarından kentsel atıksu arıtma tesisleri ile ilgili en güncel (2006 yılına ait) verilere ulaşmak mümkündür, fakat burada sadece çalışır durumda olanlar değil, tüm arıtma kapasitelerinin ve ilgili sayısal verilerin toplandığı da dikkate alınmalıdır. Bu nedenle, AB-MEDA projesi kapsamında 2003 ve 2006 yıllarında yapılan ayrıntılı envanter çalışmalarının, ülkemizin Kentsel Atıksu Yönetimi çalışır/işler durumda olan kentsel atıksu arıtma tesisleri ile ilgili daha doğru ve gerçekçi veriler içerdiği söylenebilir. Belediyelerin atıksu arıtma tesislerine gönderilen anketlerden ve çeşitli devlet kurumlarından elde edilen bilgiler doğrultusunda oluşturulan veritabanından (Arslan-Alaton ve diğ., 2004; Belediyeler, 2003 ve 2006), ülkemizde bulunan atıksu arıtma tesislerinin verimlerinin, arıtma türüne ve teknolojisine, giriş suyu kalitesi ve miktarına, ayrıca arıtma tesisinin işletime alınma tarihine bağlı olarak değiştiği anlaşılmaktadır. İşletmeye yeni alınmış arıtma tesisleri (örneğin, İstanbul, İzmir, Kayseri, Antalya ve Van biyolojik ileri arıtma tesisleri) KOİ, BOİ5 ve AKM deşarj parametrelerini %96-99 oranında gidermeyi başarırken, yapımı daha eski tarihli olan ve bu nedenle daha basit bir teknoloji ile işletilen Bursa, Bolu, Düzce, Manisa ve Muğla'daki ilk kentsel atıksu arıtma tesislerinin yüksek bir performansla çalıştırılamadığı, arıtma verimlerinin her üç parametre için de %0-90 gibi geniş bir aralıkta değiştiği görülmektedir (Belediyeler, 2003 ve 2006). Genel olarak ülke bazında arıtma tesislerinin kirlilik giderim verimlerinin birbirlerinden çok farklı olduğu, özellikle endüstriyel atıksu deşarjı kabul eden tesislerde giriş kirlilik yükünün yüksek olması ve atıksuyun karakterindeki olumsuz değişimler nedeniyle alıcı ortam deşarj limitleri sağlanamamaktadır. Arıtılan atıksuların çeşitli (örneğin, tarımsal faaliyetlerde) kullanım potansiyelleri, ülkemizde ciddi boyutta ele alınmamıştır. Bazı arıtma tesislerinden ziyade pilot ölçekte denemeler mevcut olmakla birlikte gerçek, ticari amaçlı bir işletimden söz etmek mümkün değildir. Bir AB-Akdeniz İşbirliği Projesi kapsamında yapılan incelemeler sonucunda, kentsel atıksu arıtma tesislerinin çıkış suyu kalitelerinin, özellikle SKKY Teknik Usullar Tebliği'nde yer alan mikrobiyal parametreler (fekal koliform, toplam koliform) ve tuzluluk (elektriksel iletkenlik, toplam çözünmüş madde; TÇM, ve SAR; sodyum absorpsiyon oranı, sodyum karbonat kalıntısı, vb.) verileri bazında sulama suyu olarak kullanımları açısından genellikle uygun olmadığı sonucuna varılmıştır (SKKY Teknik Usullar Tebliği, 1991). Ülkenin toplam su kapasitesinin yaklaşık %60-70'inin tarımsal faaliyetlerde kullanıldığı dikkate alındığında (GAP-RDA, 2002), evsel nitelikli atıksuların geri kazanımının, sürdürülebilir atıksu yönetimi için çok önemli bir kriter olacağı açıkça görünmektedir. Ükemizde 4 çeşit atıksu bertaraf ortamı/ yöntemi mevcuttur; bunlar; (1) toprak (sulama amaçlı uygulama), (2) baraj ve göller, (3) dere ve nehirler ve (4) derin deniz deşarjı olarak sayılabilir (Arslan-Alaton ve diğ., 2004). Her bir ortamın tolerans kabiliyeti birbirinden farklıdır ve deşarj ortamına karar verirken bu faktörlerin dikkate alınması gerekmektedir. Tablo 2'de ülkemizdeki kentsel atıksu arıtma tesislerinin sayıları ve arıtılan atıksu miktarları, deşarj edildikleri alıcı ortam türü ile birlikte, değer ve toplam içinde yüzde olarak sunulmuştur. Ayrıca, kentsel atıksu arıtma tesislerinde tüketilen elektrik enerjisi ve ödenen faturalar dikkate alınarak, birim tüketim fiyatı ortalama olarak 0.13 TL/kWh (0.061 avro/kWh) hesaplanmıştır (Belediyeler, 2006). Alıcı Ortam Tesis Sayısı Toplamda Dağılım Oranı (%) Arıtılan Atıksu Miktarı (m 3/yıl) Toplamda Dağılım Oranı (%) Baraj/Göl 10 8 4,273,837 3 Dere/Nehir 61 46 827,254,844 40 Toprak 12 9 89,318,081 4 Deniz 48 37 1,069,276,667 52 131 100 2,050,123,429 100 Toplam Tablo 2. Türkiye'deki kentsel atıksu arıtma tesislerinin sayıları ve arıttıkları atıksu miktarlarının değer ve dağılım olarak gösterilmesi. Tablo 2'de, arıtma tesislerinin en sık olarak dere (çay)/nehir deşarjına başvurdukları, fakat atıksu miktarı olarak en fazla suyun derin deniz deşarjı yoluyla uzaklaştırıldığı dikkat çekmektedir. Buna göre kentsel atıksu arıtma tesislerinden kaynaklanan kirlilik yükünün en çok ülkemizi çevreleyen denizleri etkilediği anlaşılmaktadır. Çamur Bertaraf Yöntemi Tesis Sayısı Toplamda Dağılım Oranı (%) Katı Atık Düzenli Depolama Alanları 21 45 Kompost/Gübre 13 28 Arıtma Tesisi Bünyesinde Depolama 3 6 Diğer 7 15 Bilgi Yok 3 6 47 100 Toplam Tablo 3. Türkiye'de uygulanan evsel nitelikli arıtma çamuru bertaraf yöntemleri. Aralık 2003 ve Mayıs 2006 tarihlerinde yapılan anket çalışmaları ile ülkemizdeki kentsel atıksu arıtma tesislerinde oluşan arıtma çamurlarının nasıl bertaraf edildiği veya değerlendirildiği de incelenmeye çalışılmıştır. Buna göre, arıtma çamurlarının büyük bir bölümünün katı atık düzenli depolama alanlarına gönderildikleri, kompost ve/veya gübre olarak çok daha az bir miktarının değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Tablo 3'te Türkiye'de uygulanan kentsel atıksu arıtma çamuru bertaraf yöntemleri gösterilmektedir. Sonuçlar ve Öneriler Ülkemizin kentsel atıksu yönetimi ile ilgili yapılan ayrıntılı envanter çalışmaları ve bu konuda mevcut bilgi birikimleri dikkate alındığında, aşağıdaki sonuçlar ortaya çıkmaktadır; Sayfa 31 Kentsel Atıksu Yönetimi • Türkiye'de henüz su kaynaklarının yönetimi ile kapsamlı bir yasal düzenleme (su çerçeve ilgiliilgili kapsamlı bir yasal düzenleme (su çerçeve direktifi) yoktur. Bir su yasasının eksikliği, atıksu yönetimi ile ilgili belirsizliklere ve sorunlara yol açmaktadır. • Ülkemizde yasaların ve yönetmeliklerinin uygulanması ve denetlenmesi ise ayrı bir sorun oluşturmaktadır. İzleme ve denetimdeki süregelen eksikliklerin giderilmesi için bakanlıkta ve il müdürlüklerinde kapasite arttırımına ihtiyaç duyulmaktadır. • Türkiye'deki atıksu arıtma tesisleri ile ilgili gerek işletme verimi, gerekse çıkış sularının yeniden kullanımı ile ilgili daha güncel ve sürekli yenilenen bir veritabanının oluşturulması gereklidir. Bazı yıllara ait kayıtlarda dönem dönem kopukluklar mevcuttur. Bu nedenle sistematik bir veri tabanını oluşturmak kolay olmayacaktır, ancak yapılmalıdır ve sürekli güncellenmelidir. • Bilgilerin çok dağınık ve farklı kurumlarda olması yerine bir koordinasyon biriminde toplanmasında yarar vardır. • Ülkemizdeki su kullanımının %60'tan fazlası tarımsal sulama amaçlıdır. Azalmakta olan su kaynakları dikkate alınarak yeniden kullanım teşvik edilmelidir. • Avrupa Birliği'ne giriş sürecinde atıksu arıtma tesisleri ile ilgili envanterin çıkarılması, güncellenmesi ve veritabanlarının oluşturulması gerekmektedir. • Çıkış sularının istenilen kalitede olduğunun kontrolü ve izlenmesi sağlanmalıdır. • Avrupa Birliği uyum sürecinde, ülkemizde ilk defa Kentsel Atıksu Arıtımı Yönetmeliği, 8 Ocak 2006 tarihli 26047 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Bu yönetmeliğin getirdiği en önemli yenilik, hassas ve az hassas su alanlarını tanımlamasıdır, ayrıca atıksu deşarjlarının izlenmesi ve raporlanmasına yönelik hükümler getirilmesidir. • Ülkemizin mevcut durumun sistematik ve güncel bir veri tabanına dayanmaması, sürdürülebilir su ve atıksu yönetimini zorlaştırmaktadır. • Sürdürülebilir bir atıksu yönetiminin sağlanabilmesi ve bu konuda sağlıklı stratejilerin oluşturulabilmesi için ulusal bazda çevresel denetimin etkinleştirilmesi, ayrıca yeni, bütünleşik su ve atıksu yasalarının uygulanması gerekmektedir. • Oluşan atıksuların arıtma sonrası tarımda yeniden kullanımı sağlanmalıdır. • Bu konuda pilot seçilecek tesislerin çıkış suları, sulama suyu kriterlerini sağlayacak şekilde Sayfa 32 • iyileştirilmeli, gerekirse ek üniteler ilave edilmelidir. Arıtılmış atıksuların tarımsal sulamada yeniden kullanımı konusunda özellikle çiftçilerin bilinçlendirilmesi ve eğitilmesi gereklidir. Kaynaklar • Arslan-Alaton, I., Eremektar, G., Tanık, A., Gurel, M., Ovez, S., Orhon, D. (2004) Development of Tools and Guidelines for the Promotion of the Sustainable Urban Wastewater Treatment and Reuse in the Agricultural Production in the Mediterranean Countries (Project Acronym: MEDAWARE). European Commission, Euro-Mediterranean P a r t n e r s h i p , Ta s k 2 , I T U / T u r k e y R e p o r t , January, Istanbul, Turkey. • Belediyelerin (2003 ve 2006) faal olan kentsel atıksu arıtma tesisleri teknik personelleri ile yapılan anketler ve mülakatlar. • Çevre ve Orman Bakanlığı (2003) Annual Report on Municipal Wastewater Treatment Plants, Ankara, Turkey. • Çevre ve Orman Bakanlığı (2006) By-Law Nr. 2872 th on Urban Wastewater Treatment, January 8 , 2006, Ankara, Turkey. • Esen, S.E. (2007) Turkey's Environmental Urban Infrastructure (Wastewater Disposal): Need for Investment, Cost-Benefit Analysis and Strategies (2002-2023), State Planning Organization, Publication No. SPO: 2656, Ankara, Turkey. • GAP-RDA (2002) Treatment and Reuse of Municipal Wastewater in the GAP Region Final Report, GAPRDA, Ankara, Turkey. • Kentsel Atıksu Arıtma Tesisleri (2006) The National Regulation on Urban Wastewater Treatment, Official Newspaper dated January 8, 2006, Reference Nr: 26047, Ankara, Turkey. • DSİ (2005) Devlet Su İşleri. Rivers, Lakes and Dams of Turkey, 'SHW Racing with Time' Ministry of Energy and Natural Resources, Ankara, Turkey. • SKKY (2004) Türk Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği, 31.12.2004 tarihli Resmi Gazete, Ref. No. 25687, Ankara. • SKKY Teknik Usuller Tebliği (1991) tarihli resmi gazete, Ref. No. 20748, Ankara. • WHO (2007) http://www.who.int/countries/tur/en/ • WWF (2007) http://www.wwf.org.tr/wwf-tuerkiyehakkinda/ne-yapiyoruz/su-kaynaklari/ • TÜİK (2009a) http://www.tuik.gov.tr/cevredagitimapp/ belediyeicme.zul • TÜİK (2009b) http://www.tuik.gov.tr/cevredagitimapp/ belediyeatiksu.zul Küresel İklim Değişikliği Küresel İklim Değişikliği ve Türkiye Üzerinde Etkileri Prof. Dr. Orhan YENİGÜN Boğaziçi Üniversitesi, Çevre Bilimleri Enstitüsü yeniguno@boun.edu.tr Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında bazı bilim insanları, dünyanın yakın geçmişinde neden bir buzul dönemi yaşadığı sorusunun yanıtını bulmaya çalışıyorlardı. Yanıt verilmesi gereken birbirine bağlı birkaç soru vardı: Buzul dönemi neden başlamış ve neden sona ermişti? Buzul dönemleri periyodik miydi? Dünya gelecekte bir buzul dönemi daha yaşayacak mıydı? Soğuma ve ısınmanın atmosferin kimyasal bileşimi ile ilgisi var mıydı? Bu sorulara yanıt bulmaya çalışanlar, aslında farkında olmadan bugün üzerinde konuştuğumuz “küresel ısınma” olgusunun nedenlerini de araştırmaktaydılar. Joseph Fourier, atmosferde bulunan bazı gazların ısıyı tuttuğunu ortaya attı. John Tyndall, atmosferdeki su buharı ve karbondioksit gazının ısıyı soğurduğunu buldu. Svante Arrhenius ise atmosferdeki karbondioksitin yarıya düşmesinin atmosfer O sıcaklığını ortalamada 5-6 C düşüreceğini ve bunun da bir buzul dönemi için yeterli olacağını savundu. Daha sonra da aynı mantıkla karbondioksitin iki misline çıkmasının, 5-6 derece sıcaklık artışına yol açacağını öne sürdü [1]. Yirminci yüzyılın başlarında endüstriyel gelişim, enerji gereksinmeleri ve fosil yakıt tüketimi ciddi bir tırmanma içindeydi. Araştırmacılar her ne kadar buzul dönemi ve hatta dinozorların akibetine kafa yorsalar da az sayıda araştırmacı, gelecek önsezisi ile hızla artan fosil yakıt kullanımının atmosferdeki karbondioksit miktarını artıracağını, bunun da ısınmaya yol açacağını öngörmekteydiler. İsveçli Nils Eckholm, insan kaynaklı bu ısınma sonucu gelecekte yeni bir buzul dönemi yaşanmayacağını açıklarken bunu bir müjde olarak söylüyordu. Ancak bütün bunlar bilimsel literatürde fazla ilgi görmeyen birtakım cılız iddialardan öteye gitmemekteydi. Gelecekteki ısınma ile ilgili araştırmalara ciddi bir darbe de Knut Angström'den geldi. Angrström, laboratuvarda gerçekleştirdiği bazı deney ve ölçümler sonucu karbondioksitin, kızılötesi ışınları ancak kısıtlı bir dalgaboyu aralığında soğurduğunu ve bu dalga boylarının da su buharının kızılötesi ışınları soğurduğu dalga boyları ile çakıştığını öne sürmekteydi. Atmosferde karbondioksite oranla çok daha fazla miktarda bulunan su buharı, bu durumda belirleyici atmosfer bileşeni olmakta, karbondioksit miktarı ise ısıyı yakalamada ihmal edilebilir mertebeye inmekteydi. Başka araştırmacılar tarafından da doğrulanan bu sonuçlar, gelecekte insan kaynaklı bir küresel ısınmanın söz konusu olamayacağını ilan etmişti [1]. Araya giren iki dünya savaşı, askeri niteliği olmayan bilimsel araştırmalara ket vurmuştu. Küresel ısınma ile ilgili olarak yalnızca 1930'ların sonlarından başlamak üzere Guy Stewart Callendar'ın ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde yapılmaya başlanan ve yirminci yüzyılda sürdürülen atmosferdeki karbondioksit ölçümleri ile o dönemlerde gözlemlenen ısınma arasında ilişki kurduğu çalışmalar vardı. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki soğuk savaş döneminde, askeri amaçlı olmak üzere yapılan bilimsel araştırmalar arasında radarlar tarafından gönderilen mikrodalga ışınların atmosferdeki soğurulma bantlarının tespiti çalışmaları çerçevesinde karbondioksit ve su buharı ile yapılan deneylerde ilginç sonuçlar ortaya çıktı. Yüksek irtifalarda karbondioksitin kızıl ötesi ışınları soğurduğu dalga boyları, deniz seviyesinde yapılmış önceki deneylerin sonuçlarına kıyasla daha belirgin ve keskindi ve üstelik su buharının kızıl ötesi ışınları soğuduğu dalga boyları ile üst üste gelmiyordu. Bu buluşlar Callendar'ın çalışmalarına önem kazandırdı. 1958'de yayımlanan makalesinde [2], Kuzey Atlantik bölgesinde 1870 - 1956 yılları arasında kayıt edilen karbondioksit ölçüm değerlerinin, fosil yakıt tüketimindeki artış eğilimi ile birebir orantılı olduğunu gösterdi. 1950'lerin sonlarında 325 ppm olarak verilen atmosferdeki karbondioksit oranı, David Keeling tarafından 1958'de Hawai'deki Mauna Loa yanardağındaki meteorolojik istasyonda başlatılan karbondioksit ölçümlerinin başlangıç değeri olan 315 ppm ile oldukça tutarlıdır. Mauna Loa ölçümlerine dayanan ve karbondioksitin aylara göre artışını gösteren grafik [3,4] günümüzde küresel ısınma araştırmalarının ikonu sayılmaktadır. Karbondioksit ile birlikte, metan ve diazot oksit gibi diğer sera gazlarının atmosferde artan oranları ile ortalama sıcaklıklardaki artışın doğrudan ilgili olduğu artık yadsınamaz bir şekilde kabul edilmiştir. 2009 yılına gelindiğinde atmosferik karbondioksit 385 ppm mertebesindedir. Son yüzelli yılın sıcaklık kayıtları, dünyanın ortalama yüzeysel sıcaklığının yaklaşık 0.8 O C arttığını göstermektedir. Isınmaya bağlı olarak da iklimlerde belirgin bir ölçekte değişim yaşanmaktadır. Yirminci yüzyıl kayıtlarına bakıldığında ortalama yüzeysel sıcaklığın O yüzyıl içinde 0.6 C arttığını görmekteyiz. Yirmibirinci yüzyıla girdiğimizde ısınma trendi artmayı sürdürmektedir. İklim değişikliği araştırmalarında geleceğe yönelik öngörüler tamamıyla matematik model sonuçlarına dayanmaktadır. Son otuz yılda geliştirilen nümerik temelli iklim modelleri ile de bu yüzyılın sonuna kadar sıcaklıkların artış eğilimlerini ve yağışlarda beklenen değişimleri incelemek mümkündür. Modeller çalıştırılırken günümüz koşulları başlangıç olarak alınıp, IPCC (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) tarafından ortaya atılan, 2100 yılına kadarki dönemde dünya ekonomisinin alacağı seyrin, nüfus artışının, genel enerji ve çevre politikalarının yol açacağı altı farklı emisyon senaryosu (SRES) çerçevesinde öngörüler yapılmaktadır. Senaryolar kısaca A1, A2, B1 ve B2 olarak adlandırılmaktadır. A1 senaryosu A1B, A1T ve A1Fl olarak üçe ayrılmıştır[5]. Modellerden elde edilen en iyimser sonuç, küresel ortalama olarak günümüze göre 1OC artıştır. Sayfa 33 Küresel İklim Değişikliği Fosil yakıtları yoğun biçimde tüketmeyi sürdürdüğümüz ve bugünkü gidişatı izlediğimiz A1Fl senaryosunda ise ortalamada 5,5 O C'a kadar sıcaklık artışı tahmin edilmektedir. Sıcaklık artışının mevsimsel ve enlemsel dağılımı ile ilgili öngörülerde ise dünyanın bazı bölgelerinde ortalamaların hayli üzerinde sıcaklıklara rastlanmaktadır. Bu da o bölgeler için çok ciddi sorunlara yol açacaktır. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin 2007 sonunda yayınlanan dördüncü değerlendirme raporunda küresel iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölgeler arasında Doğu Akdeniz Bölgesi de yer almaktadır [6]. Türkiye'de Durum ve Beklentiler Son elli yılın sıcaklık verilerinin istatistiksel çözümlemesi, Türkiye'nin içinde bulunduğu Doğu Akdeniz ve Orta Doğu Bölgesi'nde günlük ortalama ve en düşük sıcaklıklarda artma eğilimi göstermektedir. Türkiye'de 1950-2004 sıcaklık ölçümlerinin zaman serisi çözümlemesine bakıldığında Karadeniz bölgesi dışındaki bölgelerde sıcaklık artışı belirgindir [7,8]. En düşük sıcaklıklardaki artma eğiliminin yıllar içinde artan “ısı adası” etkisi ve nüfus yoğunlaşması ile doğrudan ilgilidir. Güneydoğu bölgelerimizdeki sıcaklık artışının nedeni, çölleşme ve son yarım yüzyıl boyunca güçlenen Afrika ve Orta Doğu kökenli sıcaklık dalgalarıdır. Zonguldak'dan Artvin'e uzanan kuzey kuşakta ise günlük en düşük sıcaklıklarda hafif bir azalma eğilimi mevcuttur [8]. Türkiye'yi de içine alan Doğu Akdeniz ve Orta Doğu Bölgesi, kuzeyden güneye doğru yıllık miktarı hızla azalan bir yağış rejimine sahiptir. Türkiye'nin nemli kuzey bölgeleri yılda 1000 mm'den fazla yağış alırken, bu miktar güneye inildikçe azalmakta ve Fırat Nehri'nin güneyinde yılda 100 mm civarına düşmektedir. 1950 sonrası kayıtlarda değişen sıcaklık eğilimleri doğrultusunda yağış miktarlarında da benzer eğilimler görülmektedir. Kuzey bölgelerimizde yıllar içinde belirgin bir yağış artışı gözlenmektedir. Ege Bölgesi'nde ise yağışta azalma eğilimi vardır ve bu en düşük sıcaklıkların artma eğilimi ile uyumludur. Güney ve güneydoğu bölgelerimizde de çölleşme olgusuna paralel olarak yıllık yağış ortalamalarında azalma görülmektedir. Akdeniz'in doğu kısmında yağış azalmasının 1985'ten beri pozitif değerler alan Kuzey Atlantik Salınım İndisi (NAO index) ile doğrudan ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bu indis pozitif değerler aldığında Kuzey Avrupa'daki yağışlarda artış, Akdeniz çukurunda ise azalma görülmektedir. Aynı şekilde indis negatif olduğunda Akdeniz çukuru bol yağış almakta, Kuzey Avrupa'da ise yağış azalmaktadır [9]. Tarihsel kayıtlar incelendiğinde sosyal huzursuzlukların yoğun olduğu dönemlerin, şiddetli kışlar, kuraklık, kıtlık, sel ve deprem gibi afetlerin yaşandığı dönemler ile çakıştığı görülmektedir. Orta ve Kuzey Avrupa'da, kayıtlara Mini Buzul Dönemi olarak geçen 1590-1620 ve 1680-1700 yılları arasındaki soğuk ve kurak dönem, Osmanlı Sayfa 34 İmparatorluğu topraklarında da ciddi boyutlarda hissedilmiştir. Kayıtlara geçen şiddetli soğuk kışlar ve kurak yazlar ve bunlara bağlı olarak tahıl ve sebze üretiminde görülen kıtlık ile çeşitli bulaşıcı hastalıklarda artış sosyal anlamda huzursuzluklara, mini isyanlara ve göçlere neden olmuştur [10]. Son elli yılın kayıt ve gözlemlerinde ise yıldan yıla değişen sıcaklıklar ve azalan yağış miktarlarının güneydoğu Türkiye'de çölleşmeyi hızlandırdığı, diğer bölgeler üzerinde ise çok ciddi değişimlerin görülmediği anlaşılmaktadır. Kuzey yarımküreyi ele alan makro ölçek iklim modellerinde Türkiye'yi kapsayan bir veya iki hesaplama noktası (grid point) yer almaktadır. Bu modeller Türkiye için anlamlı bir tahminde bulunmamakta ancak Doğu Akdeniz ve Orta Doğu bölgesinde yüzyılın ortalarında ve özellikle yaz aylarında sıcaklıkların 1.5-2OC artacağını öngörmektedir. Yalnızca Türkiye'nin odak bölge olarak ele alındığı model çalışmaları ise çok azdır ve bu çalışmalarda da farklı emisyon senaryoları kullanılmıştır. A2 senaryosunun kullanıldığı ICTP RegCM3 model sonuçlarına genel olarak bakıldığında, yüzyılın sonlarında sıcaklık artışlarının Türkiye'nin güney batısında, özellikle yaz dönemlerinde 6-7OC olabileceği tahmin edilmektedir. O O Yaz döneminde sıcaklık artışları batıda 6 C, doğuda ise 4 C civarındadır. Yaz devamı niteliğinde olduğundan, sonbahar O dönemlerinde sıcaklık artışları 4-5 C'i bulmaktadır. Kış ve ilkbahar dönemlerinde ise sıcaklık artışları daha azdır (2.53OC). Aynı iklim modeli daha çevreci olan B2 senaryosu ile çalıştırıldığında, yüzyılın sonlarına ve yaz döneminde Türkiye'nin güneyinde (batıdan doğuya) sıcaklıkların O normalin 4 C üzerinde olacağı, kuzeyinde ise artışın 3O 3.5 C civarında görüleceği tahmin edilmektedir. Kış aylarında ise sıcaklık artışı 2-3 OC mertebesindedir [11]. Sıcaklıklara kıyasla yağış öngörülerinde daha fazla belirsizlik vardır. Aynı iklim modelinin A2 senaryosu sonuçlarına göre yüzyılın sonlarında kış döneminde Türkiye'nin kuzey bölgelerindeki yağışlar %10-%25 mertebesinde artarken; güneyde %20 -%60 azalmaktadır. Yaz aylarında yağış açısından bugünkü ortalamalara göre (1961-1990 ortalaması) bir değişiklik yoktur. İlkbaharda Doğu Karadeniz bölgesinde %10-%40 yağış artışı öngörülürken, güneyde %10 -% 20 civarında azalma vardır. İlginç bir öngörü olarak sonbahar döneminde Türkiye'nin Karadeniz kıyıları, doğu, güney ve güney doğusunun tamamında %25-%50 yağış artışı vardır. B2 senaryo simülasyonlarında, kış döneminde ve kuzey bölgelerde yağış artışı daha belirgindir. Yıllık ortalamalara bakıldığında A2 senaryosunda Türkiye'nin Karadeniz bölgesi dışında bugüne göre daha az yağış alacağı, B2 senaryosunda ise kuraklığın ve yağış azlığının daha çok Güneybatı Akdeniz bölgesinde kalacağı anlaşılmaktadır [11]. Türkiye'nin güneydoğusu ve Orta Doğu'yu kapsayan başka iklim modellerinin kullanıldığı (A2 senaryosu) çalışmalarda da benzer sonuçlara varılmıştır. Özellikle Doğu Akdeniz üzerinde oluşan alçak basınç sisteminin Küresel İklim Değişikliği zayıflaması ve aktivitesinin azalması, yağışlarda genel bir azalma olacağını göstermektedir [12]. Sıcaklıkların artması, yağışların azalması doğal olarak kuraklık ve kıtlığı akla getirmektedir. Modeller Doğu Akdeniz ve Orta Doğu bölgelerinde yüzyılın üçüncü 2 çeyreğine kadar 170,000 km lik bir alanın yağış azlığından etkileneceğini öngörmektedir. Türkiye geneline bakıldığında özellikle batı ve güney bölgelerde kuraklık seviyesini gösteren kuraklık indisinin artması öngörülmektedir [13]. Bu da toprak verimliliğinde azalış ve çölleşme demektir. Güneydoğu Akdeniz'de özellikle çok suya gerek duyan tahıllarda, legümlerde (mercimek) ve yaz bitkileri (ayçiçek) sebze ve meyvelerinde rekolte azalışının kaçınılmaz olması beklenmektedir [13,14]. Atmosferdeki karbondioksit artışının gübreleyici etkisi bile bu düşüşü engelleyememektedir. Kış ve bahar tahılı ve bitkilerinde ise tam tersine rekolte artışı tahmin edilmektedir. Sıcaklık ve yağış rejimlerindeki değişiklikler tahıl, sebze ve diğer bitkilerin ekilme / dikilme zamanlarının değişmesi sonucunu da doğuracaktır. Zeytin ile ilgili yapılan modelleme çalışmalarında ise zeytin ağaçlarının kuraklaşan bölgelerden çekilip yüksek irtifalı bölgelere kayacağı öngörülmüştür [15]. İklim değişikliği ve ısınmanın global ölçekte kaygı duyulan bir başka etkisi ise deniz seviyelerindeki yükselme ve bazı kıyı bölgelerinin sular altında kalması öngörüsüdür. 8330 km mertebesinde kıyıya sahip Türkiye de nasibini alacaktır. Yapılan modelleme çalışmalarında Göksu Deltası, Göçek ve Amasra'nın hassas bölgeler olduğu ve yükselecek su seviyelerinin bu bölgeleri olumsuz etkileyeceği tahmin edilmektedir [16]. Sonuç Bu yüzyılda insanlığın karşı karşıya olduğu en ciddi sorunlardan biri, kuşkusuz küresel iklim değişikliğidir. Birçok ülke bu sorunu öncelikler sıralamasında en başta değerlendirmektedir. Türkiye'nin içinde bulunduğu Doğu Akdeniz ve Orta Doğu bölgesinin artacak sıcaklıklardan, yağışlardaki azalmadan, kuraklık ve çölleşmeden ciddi olarak etkileneceği öngörülmektedir. Karadeniz bölgesi dışındaki bölgelerimiz özellikle yaz mevsiminde aşırı sıcaklardan etkilenecek, kuraklıklar yaşanacaktır. Önümüzdeki dönemlerde kent planlanmasında, tarımda, sanayide ve enerji yatırımlarında sürdürülebilir su kullanımı ve yönetiminin öncelikli olarak programlanması gerecektir. Yüzyılın ortalarından itibaren gittikçe zorlaşacak su teminini şimdiden öngörüp sürdürülebilir su yönetimini plan ve politika olarak benimseyerek, kullanılmış suların tekrar kullanımı ve deniz suyu ve benzeri tuzlu suların tuzsuzlaştırılması gibi yöntemleri ciddi olarak ele almak gereklidir. Kaynaklar [1]. Fleming, J.R. (1998) Historical Perspectives on Climate Change. Oxford University Press, New York. [2]. Callendar, G.S. (1958) On the amount of carbon dioxide in the atmosphere.Tellus, 10, 243-248. [3]. Keeling, C.D., Bacastow, R.B., Bainbridge, A.E., Ekdahl, C.A., Guenther, P.R., Waterman, L.S. (1976) Atmospheric carbon dioxide variations at Mauna Loa Observatory, Hawaii, Tellus, 28, 538-551. [4]. Thoning, K.W., Tans, P.P., Komhyr, W.D. (1989) Atmospheric carbon dioxide at Mauna Loa Observatory 2. Analysis of the NOAA GMCC data, 1974-1985, Journal of Geophysical Research, 94, 8549-8565. [5]. I P C C ( 2 0 0 1 ) T h i r d A s s e s s m e n t R e p o r t . Intergovernmental Panel on Climate Change. [6]. IPCC (2007) Fourth Assessment Report. Intergovernmental Panel on Climate Change. [7]. Tayanç, M., Karaca, M., Yenigün,O. (1997) Urbanization effects on regional climate change in the case of four large cities of Turkey. Journal of Geophysical Research, 102, D2, 1909-1919. [8]. Tayanç, M., Im, U., Doğruel, M. (2009) Climate change in Turkey for the last half century. Climatic Change, 94, 483-502. [9]. Black, E. (2006) The impact of North Atlantic Oscillation on Middle East rainfall, International Conference on Climate Change and the Middle East Past, Present and Future, 20-23 November, Istanbul., Proceedings 39-45. [10]. White, S.A. (2006) Climate change and crisis in Ottoman Turkey and the Balkans, 1590-1710. International Conference on Climate Change and the Middle East Past, Present and Future, 20-23 November, Istabul., Proceedings, 391-409: [11]. Gao, X., Giorgi, F. (2008) Increased aridity in the Mediterranean region under greenhouse gas forcing estimated from high resolution simulations with regional climate model. Global and Planetary Change, 62, 195-209. [12]. Evans, J.P. (2009) 21st century climate change in the Middle East, Climatic Change, 92, 417-432. [13]. Giannakopoulos, C., Le Sager, P., Bindi, M., Moriondo, M., Kosopoulou, E., Goodess, C.M. (2009) Climatic changes and associated impacts in the o Mediterranean resulting from a 2 C global warming. Global and P l a n e t a r y C h a n g e , 6 8 , 2 0 9 - 2 2 4 . [14]. Önol, B., Semazzi, F.H.M. (2009) Regionalization of climate change simulations over the Eastern Mediterranean. Journal of Climate, 22, 1944-1961. [15]. Gutierrez, A.P. Ponti, L., Cossu, Q.A.(2009) Effects of climate warming on olive and olive fly in California and Italy. Climatic Change, 95, 195-217. [16]. Özyurt, G., Ergin, A., (2009) Application of sea level rise vulnerability assessment model on selected coastal areas of Turkey. Journal of Coastal Research, Sp. Iss., 56, 248-251. Sayfa 35 Türkiye ve Sınıraşan Sular Türkiye ve Sınıraşan Sular: Bir İşbirliği Alanını Çok Boyutlu Düşünmek M. Özgür BOZÇAĞA, Dr. İpek ERZİ, Prof. Dr. Ahmet M. SAATÇİ 5. Dünya Su Forumu Genel Sekreterliği obozcaga@worldwaterforum5.org ierzi@worldwaterforum5.org asaatci@worldwaterforum5.org Sınıraşan sular, uluslararası ilişkilere, çerçevesi sadece su paylaşımıyla şekillendirilemeyen bir ilişki alanı yaratmaktadır. Makalede bu ilişki alanının, Türkiye'nin sınıraşan suları özelinde, bir işbirliği alanına dönüşmesine etki edebilecek faktörler irdelenecektir. Bu faktörlerin; sınıraşan sular üzerine geliştirilen uluslararası hukuk normları ve uluslararası kabul görmüş prensipler, uluslarüstü yapılanmalar temelinde Avrupa Birliği Su Çerçeve Direktifi ve güncel tartışmalar temelinde ise 5. Dünya Su Forumu çıktıları aracılığıyla üç ana başlık altında incelenmesi amaçlanmaktadır. Sınıraşan Sular: Genel Bir Çerçeve Siyasi sınırlar ile doğal kaynakların sınırları her zaman uyumlu olmayabilmekte, örneğin, bir nehir bir ülkede doğup başka bir ülkeye akarken, bir göl de birden fazla devlet tarafından paylaşılabilmektedir. Siyasi sınırlar ile ekolojik sınırların bu uyumsuzluğu, bugün dünya üzerinde toplam 263 yüzeysel sınıraşan su havzasının oluşmasına, birçok ülkenin su güvenliği için hayati önem taşıyan yüzlerce akiferin farklı ülkelerce paylaşılması ve tüm dünya nüfusunun yarısının yani yaklaşık 3 milyar insanın da bu sınıraşan su kaynaklarından su ihtiyaçlarını karşılamaları sonucunu doğurmaktadır. Bir su kaynağı sadece bir ülkenin sınırları içerisinde kaldığı zaman bile tek yönlü ve sadece yararlanma amacıyla değerlendirilmemelidir. Bu nedenle bir su kaynağının korunması ve yönetilmesi için izlenecek yöntemlerin ekonomik, ekolojik, sosyal ve politik boyutlarının göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Tek ülke sınırları içinde bulunan su kaynakları için uygulanan bu çok yönlü yönetim anlayışının, birden fazla ülke tarafından kullanılan su kaynaklarının yönetiminde de uygulanması gerekliliği, sınıraşan suların karmaşık yapısını ortaya çıkartmaktadır. Sınıraşan suların bu karmaşık yapısı, ülkeler arasındaki anlaşmazlıkların da sebebi olabilmektedir. Fakat olası anlaşmazlıklara rağmen, sınıraşan suların ülkeler arasında ancak işbirliği yapılarak kullanılabilecek tek doğal kaynak olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Aynı zamanda başka hiçbir doğal kaynağın ülkelerin Sayfa 36 ekonomik ve sosyal gelişimi için bu kadar hayati bir öneme sahip olmadığı ancak bu kaynağın gelişim için kullanılabilmesinin, kıyıdaş ülkelerarası belirli anlaşmalarla mümkün olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Sınıraşan suların etkin kullanımı konusunda kıyıdaş ülkelerin aralarında anlaşmalarının neredeyse zorunlu olması, ülkelerarası işbirliği konusunda farklı yaklaşımların öne çıkmasına yol açmıştır. Ancak siyasi iradenin ülkelerarası işbirliği için yeterli seviyede olmaması, geçmişe dayalı karşılıklı güven eksikliği ve tarihsel arka plan, sınıraşan sular konusunda işbirliği seçeneklerini sınırlayabilmektedir. Aynı zamanda bugüne kadar sınıraşan sular üzerine dünya ülkeleri tarafından üzerinde mutabakata varılmış bir anlaşma metni oluşturulamaması da, bu olasılıkların geliştirilmesi ve iyileştirilmesine imkân vermemektedir. Makale, öncelikle, olası işbirliklerinin temelini ve geniş mutabakatlı uluslararası anlaşmaların altyapısını oluşturan uluslararası hukuk normlarının gelişim sürecini inceleyecektir. Sınıraşan Sular Üzerine Uluslararası Hukuk Normlarının Dönüşümü Ülkelerarası ilişkileri düzenleyen en önemli araçlardan biri olan uluslararası hukuk; BM Şartı'nın ayrılmaz bir parçası olan Uluslararası Adalet Divanı Statüsü'ne göre kaynağını, hem uluslararası anlaşmalardan, hem gelenek hukukundan, hem de uluslararası hukukun temel prensiplerinin oluşturulduğu hukuk ilkeleri ve mahkeme kararlarından almaktadır.1 Günümüzde uluslararası hukukun sınıraşan sular alanında sahip olduğu mevzuat, öncelikle 1966 yılında yayınlanan “Sınıraşan Suların Kullanımına İlişkin Helsinki Kuralları”2 ve bu kurallar ışığında oluşturulan ve 1997 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda oylamaya sunulan “Uluslararası Su Yollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımlarına İlişkin BM Sözleşmesi”ne3 dayanmaktadır (Salman S. M., 2007a). Elbette su, suya erişim ve suyun kullanımı konusunda hem Birleşmiş Milletler nezdinde hem de bölgesel ve ikili ilişkiler neticesinde birçok metin ortaya çıkmış ve uluslararası hukuk normu sıfatını kazanmıştır (International Water Law Project, 2009).4 Ancak bu iki 1 Uluslararası Adalet Divanı Statüsü 38(1) http://www.icj cij.org/documents/index.php?p1=4&p2=2&p3=0 2 http://webworld.unesco.org/water/wwap/pccp/cd/pdf/educational_tools/c ourse_modules/reference_documents/internationalregionconventions/hels inkirules.pdf 3 http://untreaty.un.org/ilc/texts/instruments/english/conventions/8_3_1997 .pdf 4 UNECE (United Nations Economic Comission for Europe Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu) tarafından 1992 yılında kabul edilen Helsinki Sözleşmesi, 1997 yılında kabul edilen Espoo Sözleşmesi ve 2001 yılında kabul edilen Aarhus Sözleşmesi, uluslararası norm sıfatı kazanmış anlaşmalara örnek gösterilebilir. Türkiye ve Sınıraşan Sular anlaşmanın sınıraşan sular konusunda temel kavramları yaratması, hukuki sınırı bu iki metin üzerinden çizmemizi daha sağlıklı kılacaktır. 1966 Helsinki Kuralları, Uluslararası Hukuk Birliği (International Law Association - ILA) tarafından, sınıraşan su kaynakları konusunda bulunan hukuki boşluğu doldurmak amacıyla ve ülkelerin sınırları içinde doğup başka ülkelere dökülen ve birden fazla ülkenin paylaştığı su kaynaklarının kullanımı ve değerlendirilmesi konusunda bir rehber olması amacıyla hazırlanmıştır (Salman S. M., 2007b). Ancak Helsinki Kuralları, sınıraşan sular üzerine ortaya çıkan uluslararası hukuk metinlerine alt yapı hazırlamışsa da, herhangi bir uluslararası kurum aracılığıyla yürürlüğe giren hukuki bir metin olamamıştır. Aynı zamanda kurallar, günümüzde sınıraşan sular tartışmalarında önemli bir yere sahip olan akiferler (yeraltı su kaynakları) konusunda herhangi bir madde içermemektedir (Varis, Tortajada, & Biswas, 2008). Bu durum Helsinki Kuralları'nın üzerine yeni normların geliştirilmesini mecbur kılan etkenlerden biri olmuştur. 90'lı yıllarda sınıraşan sular konusu tekrar uluslararası gündemin üst sıralarına yerleşmiştir. 1992 yılında ilk defa 1966 Helsinki Kuralları'nın bir Birleşmiş Milletler kurumu olan UNECE tarafından yeniden yorumlanması mümkün olmuş ve “Sınıraşan Suların ve Uluslararası Göllerin Kullanımı ve Korunması Sözleşmesi” veya diğer adıyla Helsinki Sözleşmesi5, Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu tarafından kabul edilmiştir. Bölgesel bir girişim olsa da Helsinki Sözleşmesi, Helsinki Kuralları'nın sınıraşan sular konusundaki hükümlerini, çevrenin korunması ve sudan faydalanan paydaşların suyun yönetiminde söz sahibi olması gerekliliği konularında genişlettiğini belirtebiliriz. Ancak Helsinki Sözleşmesi, sınıraşan sular konusunda gelişen uluslararası hukukun bir parçası olarak kabul edilse de, üzerinde küresel bir mutabakat olmadığından, sınıraşan sular konusunda oluşturulması gereken bütüncül hukuki çerçeveyi çizmekten uzak kalmıştır. 1966 yılında Helsinki Kuralları'nın ortaya çıkmasının ardından, bölgesel inisiyatiflerle birlikte Birleşmiş Milletler de, 1970 yılında kendi bünyesinde çalışan Uluslararası Hukuk Komisyonu'na, Helsinki Kuralları üzerinden ilerleyerek, suyun uluslararası düzeyde kullanımı konusunda bir rehber ve hukuki normlar bütünü hazırlamasını talep etmiştir (Varis, Tortajada, & Biswas, 2008). 24 yıl süren uzun çalışmanın ardından hazırlanan belge, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na sunulmuş ve Konvansiyon, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda 1997 yılında kabul edilerek imzaya açılmıştır. Konvansiyon'un sınıraşan sular hukukuna getirdiği en önemli katkı, “hakça 5 http://www.unece.org/env/water/text/text.htm ve makul kullanım” (equitable and reasonable utilization) ve “belirgin zarar” (significant harm) prensiplerini temel ilke olarak ortaya koymasıdır (UN Water, 2008). Bu iki temel prensibe göre, tüm kıyıdaş ülkeler sınıraşan suları hakça ve makul bir şekilde ve diğer kıyıdaş ülkelere belirgin zarar vermeden kullanma hakkına sahiptir. Bu prensipler aslında 1992 yılında kabul edilen Çevre ve Kalkınma Üzerine Rio Deklarasyonu'nun6 2. maddesinde belirtilen, ülkelerin başka ülkelere zarar vermemek koşuluyla doğal kaynaklarını kullanma konusunda egemenlik sahibi olduğu ilkesiyle uyumlu gözükmektedir. Konvansiyon bunun yanında kıyıdaş ülkeler arasındaki anlaşmazlıkların öncelikle ülkelerin kendileri arasında görüşmelerle çözülmesi gerektiğini belirtmekte fakat bu anlaşmazlıkların çözümlenememesi durumunda, konunun Lahey Uluslararası Adalet Divanı'na taşınmasına ve nihai çözümün bir uluslararası mahkemede sağlanmasına olanak tanımaktadır. Bu durum haksızlığa uğradığını iddia eden ülkeler için uluslararası hukuk yolunu açarken aynı zamanda bu ülkelerin, sorunu ikili veya çoklu ilişkilerle çözme yolunu tercih etmesinden ziyade, yaptırım gücü sınırlı olan bir yola meyledilmesine ve gerçek çözümden uzaklaşılmasına da sebep olabilir. Aynı zamanda Adalet Divanı gibi bir üçüncü tarafın çözüm sürecine müdahale etmesi, sınıraşan sular müzakerelerinde esas kabul edilen ve tüm paydaşların faydalandığı, kazan-kazan durumuna erişimi engelleyecek ve mutlaka bir tarafın suçlu bulunmasına ve mahkum edilmesine sebep olacaktır. Konvansiyonun yürürlüğe girmesi için BM Genel Kurulu'nda temsil edilen 192 ülkeden 35'i tarafından imzalanması ve onaylanması gerekmektedir. Bu noktada önemle belirtilmesi gereken konu, konvansiyonun yürürlüğe girmesi için gereken 35 ülkenin imzasını henüz tamamlayamamış ve 12 yılda sadece 22 ülke tarafından imzalanmış olmasıdır. Geçen süre içerisinde konvansiyon sınıraşan sular konusunda uluslararası hukukun en önemli parçalarından biri haline gelmiş ve ikili veya çoklu müzakerelerin büyük kısmında referans gösterilen hukuki bir metin olmuştur (UN Water, 2008) (Varis, Tortajada, & Biswas, 2008). Ancak kabulünün ardından geçen 12 yıllık dönem içerisinde yürürlüğe girememiş olması, konvansiyonun meşruiyetine ve günümüz su sorunlarına yanıt verebilme kapasitesine olan inanca gölge düşürmektedir (Dellapenna, 2006). Konvansiyonun meşruiyetinin sorgulanır olması, dünyanın güncel su sorunlarına kısmen cevap verebilmesi ve çözüme yönelik bütünlüklü bir yapısının olmaması, sınıraşan sular üzerine yaratılan uluslararası hukuk 6 http://www.unep.org/Documents.Multilingual/Default.asp?documentid=7 8&articleid=1163 Sayfa 37 Türkiye ve Sınıraşan Sular normlarının geliştirilmesi için arayışların devam etmesine sebep olmuştur. Bu sebeple 1966 yılında Helsinki Kurallarını oluşturan Uluslararası Hukuk Birliği, 2004 yılında, “Su Kaynakları Hakkında Berlin Kuralları” (Salman S. M., 2007a) isimli bir metin ortaya çıkarmıştır. Bu metin sınıraşan sular konusunda hukuk normu yaratan önceki metinler gibi sadece sınıraşan suları değil, tüm su kaynaklarını kapsayan bir yaklaşımla hazırlanmıştır (Dellapenna, 2006). Berlin Kuralları, Helsinki Kurallarının üstünden geçen 40 yılda gelişen uluslararası insan hakları, uluslararası çevre hukuku, savaş ve silahlı çatışma ile ilgili insani hukuk normlarını dikkate alarak, suyun hem ulusal hem de uluslararası kullanımını bütüncül bir çerçevede incelemeye çalışmıştır (Dellapenna, 2006). Berlin Kuralları, aynı zamanda sınırdaş ülkelerin suyun üzerinde eşit hakları olduğunu vurgulayan suyun hakça ve makul “kullanımı” prensibini, suyun hakça ve makul “yönetimi” olarak değiştirmiş ve “belirgin zarar” prensibi ile eş seviyede tutmuştur (Salman S. M., 2007a). Böylelikle suyun sadece kullanımından ziyade, su kaynaklarının korunması, düzenlenmesi ve kontrolünün de düşünülmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Böylelikle son yıllarda sınıraşan sular için önemli bir yönetim mekanizması olan Entegre Havza Yönetimi mantığına yakınlaşmıştır. Berlin Kuralları bir uluslararası hukuk normu olarak bağlayıcı bir nitelik taşımasa da, sınıraşan sular ile ilgili normlar konusunda önümüzdeki yıllarda ortaya çıkabilecek olası gelişim alanlarını göstermesi açısından önemlidir. Dünyada sınıraşan sular üzerine yaratılmaya çalışılan uluslararası hukuk normlarının bir devinim içerisinde olduğu ve 1966 Helsinki Kuralları üzerinden ilerleyen ve onu geliştirmeye çalışan metinlerin zaman içerisinde, evrilerek ortaya çıktığını görmekteyiz. Artan su sorunları ve Berlin Kurallarıyla birlikte, su ve suya ilişkin konuların bütünlüklü bir şekilde ele alınması için gayret gösterildiği, su kaynakları yönetiminde sınıraşan veya ulusal su ayrımının ortadan kalktığı ve havza bazında sudan doğrudan faydalanan paydaşların suyun yönetimine katıldığı bir yaklaşımın ortaya çıktığını söyleyebiliriz. AB Su Çerçeve Direktifi Uluslararası çevre ve su normlarının gelişme gösterdiği bir dönemde, bölgesel anlamda da normların bütünlüklü bir yapıda ele alınması gerektiği anlaşılmıştır. 90'lı yıllarda, sınıraşan sular konusunda 1992 Helsinki Sözleşmesi'nin, sınıraşan çevresel etkiler konusunda Espoo7 ve çevresel etkilerin kamuoyuyla paylaşılması ve paydaşların karar alma mekanizmalarına katılımı konusunda Aarhus8 Sözleşmeleri'nin UNECE çatısı 7 http://www.unece.org/env/eia/eia.htm http://www.unece.org/env/pp/ 8 Sayfa 38 altında oluşmasının ardından Avrupa Birliği bu anlaşmaları çevre müktesebatına dahil etmiştir. 2000 yılında ise, tüm bu anlaşmaların getirdiği sorumluluk ve hakların tek bir anlaşma dahilinde formüle edilmesi amacıyla, AB Su Çerçeve Direktifi (SÇD)9 Avrupa Komisyonu tarafından onaylanmıştır. AB müktesebatı konusunda suyla ilgili düzenleyici mevzuat olan SÇD'nin temel amacı, 2015 yılına kadar tüm AB su kaynaklarının “iyi durum”a (good status) gelmesidir.10 Direktif tüm su kaynaklarını bütüncül bir yapıda ele almış ve bu su kaynakları için temel değerlendirme kriterini suyun “durumu” yani kalitesi olarak belirlemiştir. Böylelikle suyun miktarı, su kaynaklarının değerlendirilmesinde ve yönetilmesinde önemini korusa da, SÇD kapsamında nispeten ikinci planda kalmış, suyun kalitesi kavramı öne çıkmıştır. Bu durum Avrupa Birliği içerisinde özellikle kuzey ülkelerinin su kıtlığı yaşaması tehlikesinin olmaması, fakat birçok su kaynağının yoğun kirlilik tehdidi altında bulunmasıyla açıklanabilir (Bilen, 2009).11 Direktif, AB sınırları içerisinde önemli bir su kaynağı olan sınıraşan suların yönetimi ve olası sorunların çözümü konusunda da hükümler içermektedir. Dünyadaki toplam 263 sınıraşan suyun 69'unun AB sınırları içerisinde bulunması ve suyun kalitesi konusunda sınıraşan sular özelinde, özellikle Ren ve Tuna havzalarında yaşanan sorunlar (Bilen, 2009), direktifin üye ülkelerdeki sınıraşan sular konusuna da eğilmesine yol açmıştır. Direktif, sınıraşan sular konusunda havza bazında çözümlerin geliştirilmesini amaçlamıştır. Buna göre birlik içerisinde üye ülkeler arasında akan suların başarılı ve etkin denetimi entegre havza yönetimi ile mümkün olacak ve böylece öncelikli hedef olan havza bazında ekosistemlerde sürdürülebilirlik sağlanmış olacaktır. Direktifin ekosistemlerin korunmasına öncelik vermesi de, Berlin Kuralları özelinde de bahsedilen günümüzde sınıraşan sular konusundaki genel yaklaşımın temeli olan 'su kullanımı'ndan 'su yönetimi'ne doğru gelişen eğilimin yansıması olarak görülebilir. Direktif, üye ülkeler arasında sınıraşan sular konusunda işbirliği Avrupa Komisyonu'nun kolaylaştırıcı rolü üstlenebileceği (SÇD Madde 3) ve anlaşmazlık durumlarından vakanın çözümü için Komisyon'a başvurulabileceğini belirtmektedir (SÇD Madde 12). Komisyon müdahalesinin zorunlu olmaması ve sorunların çözümünde önceliğin üye ülkelere bırakılması, direktifin 9 http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri= CELEX:32000L0060:EN:HTML 10 http://ec.europa.eu/environment/water/waterframework/info/intro_en.htm 11 Direktifin Komisyon tarafından kabul edilmesi sırasında altyapı sorunları yaşayan ve 2004 yılında üye olan Doğu Avrupa ülkelerinin karar alma mekanizmaları içinde bulunmaması ve suyu yoğun olarak tarımsal üretim için kullanan Güney Avrupa ülkelerinin taleplerinin Direktife yeterince yansıtılmaması, Direktif'in AB içerisindeki bölgesel farklılıklar sonucu oluşan sorunlara cevap verememesine sebep olmuştur. Türkiye ve Sınıraşan Sular sınıraşan sularla ilgili gelişen ve çözümü uluslararası karar mercilerinden ülkeler seviyesine indiren uluslararası normlarla uyumunu sağlamaktadır. AB dahilindeki sınıraşan suların büyük çoğunluğu yine AB sınırları içerisinde denize dökülse de, AB sınırları içerisinden doğup, Rusya, Ukrayna ve Belarus sınırları içerisine dökülen sular da mevcuttur. Direktif çerçevesinde bu ülkelerle yeni üye olan Doğu Avrupa ülkeleri arasında ilgili sınıraşan sular üzerine ikili ve üçlü müzakereler sürmektedir. Bu manada, 2004 yılında üye olan 10 yeni üyenin AB'nin sınıraşan sularla ilgili idari ve hukuki çerçevesini etkilemediğini söyleyebiliriz. Aynı durum Bulgaristan ve Romanya'nın üyeliği ve aday ülke olan Hırvatistan'ın muhtemel üyeliği için de geçerlidir. Doğu Avrupa ve Balkanlar'da olası bir genişlemenin sınıraşan sular konusunda ciddi bir algı değişikliğine yol açmayacağı söylenebilir. Ancak Türkiye'nin üyeliği birlik sınırları içinde doğup sınır dışına dökülen nehirleri içeren geniş havzaların AB müktesebatıyla yönetilmesi ihtimalini doğuracaktır. Fırat Dicle, Aras Kura, Asi, Çoruh gibi sınıraşan havzalar daha önce benzer havzalara sahip olmayan AB sınırlarına dahil olacak ve SÇD'nin sınıraşan sular yönetimi konusundaki uygulamalarına yeni pencereler açılmasına yol açacak bir ortam oluşacaktır. Birlik müktesebatının tamamı, tüm üye ülkeler için bağlayıcı olduğundan, Türkiye AB'ye üye olması halinde sınıraşan sular konusunda SÇD'ye uygun hareket etmekle yükümlü olacak ve UNECE çatısı altında kabul edilip AB müktesebatının bir parçası haline gelen Helsinki, Espoo ve Aarhus Sözleşmelerini de iç hukukunun parçası haline getirecektir. Ancak SÇD ve ilgili anlaşmalar Türkiye'nin bu alanda ve özellikle Fırat ve Dicle havzasında işbirliği yapması gereken ülkeler için bağlayıcı bir nitelik taşımayacak, onları belirli yükümlülükler altına sokmayacaktır. Güncel Tartışmalar ve 5. Dünya Su Forumu Sınıraşan suların yönetimi konusunda uluslararası ve uluslarüstü yaklaşımlarda yeni arayışların ortaya çıktığı bir dönemde 16-22 Mart 2009 tarihleri arasında İstanbul'da 'Farklılıkların Suda Yakınlaşması' temasıyla gerçekleştirilen 5. Dünya Su Forumu güncel tartışmaların algılanabilmesi ve sınıraşan sular alanındaki yönelimlerin analiz edilebilmesi için önemli bir fırsat olmuştur. 'Farklılıkların Suda Yakınlaşması' ana teması, belki de en çok sınıraşan sular konusu üzerinden yankı buldu ve sınıraşan sular konusunda farklı yaklaşımları olan, geçmişte ve belki halen sorunlar yaşayan birçok ülke, sorunların çözümü yaklaşımlarını forumun farklı süreçlerinde ortaya koydular. Bunun yanında sınıraşan sular konusunda çözüm olanaklarının geliştirilmesinde etkili bir rol oynamayı amaçlayan UNESCO12 ve INBO13 gibi kurumlar ve diğer ilgili uluslararası kurumlar da fikirlerini forumda paydaş devletlerle ve dünya su kamuoyuyla paylaştılar. Forum, konu hakkında sesini duyurmak ve çözüm yollarını paylaşmak isteyen herkes için ortak bir platform haline geldi. Forum'un üç ana süreci olan Siyasi, Tematik ve Bölgesel süreçler içerisinde sınıraşan sular konusu birbirinden farklı şekillerde ele alındı. Aynı zamanda 22 Mart 2009 tarihinde gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Dünya Su Günü'nün de odağı sınıraşan sular konusu oldu. Siyasi Süreç dahilinde özellikle Bakanlar Süreci'nde, sınıraşan sular konusuna atfen su politikalarını oluşturanlar tarafından işbirliğinin öne çıkarıldığı bir yaklaşım sergilenmiştir. Bölgesel Süreç'te ise özellikle Arap Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi toplantısında önemli miktarda su kaynağının sınıraşan özellikte olması sebebiyle konuya özel ilgi göstermiştir. Forumun Tematik Süreci dahilinde sınıraşan sular konusu “Su Kaynaklarının İnsani ve Çevresel İhtiyaçlar için Yönetimi ve Korunması” isimli 3. Tematik Alan altında, “Havza Yönetimi ve Sınıraşan İşbirliği” başlığıyla toplam beş oturumda tartışılmıştır. Bu beş oturum: 1) Oturum 3.1.1: Sınırsız Havzalar: Suda dayanışmanın başarı ve başarısızlıkları nelerdir? 2) Oturum 3.1.2: Paydaşlar havza yönetimi ve sınıraşan sularda işbirliğine nasıl dahil olabilir? 3) Oturum 3.1.3: Sınıraşan yüzey ve yer altı kaynakları konusunda sürdürülebilir ve adil bir işbirliğine nasıl ulaşılabilir? 4) Oturum 3.1.4: Sınıraşan sular ve sağlıklı havza yönetiminin elde edilmesine yönelik operasyonel araçlar nelerdir? 5) Oturum 3.1.5: Sonuç ve özet oturumu. Birinci oturum olan 3.1.1'de, Prut Havzası, Meksika ve Amerika arasındaki havzalar, Fransa örneği ve Ortadoğu'daki sınıraşan sularla ilgili vaka analizleri sunulmuş ve özellikle İsveç ve Meksika'dan gelen temsilciler, “suda dayanışma” (water solidarity) prensibinin sınıraşan sular konusundaki faydalarını açıklamıştır. Her ne kadar su kaynakları üzerinde ülkelerin tam egemenlik sahibi olduğu fikrine bir alternatif olarak sunulan suda dayanışma kavramı hakkında, bir AB üye ülkesi olan Fransa'nın sınıraşan su havzaları gibi paydaş ülkeler arasında belirli bir seviyede işbirliğinin bulunduğu havzalar dahilinde yarattığı faydalar sıralanmışsa da, farklı koşullara sahip ve öncül 12 United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu, http://portal.unesco.org/en/ev.phpURL_ID=29008&URL_DO=DO_TOPIC&URL_SECTION=201.html 13 International Network of Basin Organizations Uluslararası Havza Örgütleri Ağı, http://www.riob.org/friobang.htm Sayfa 39 Türkiye ve Sınıraşan Sular bir işbirliğinin olmadığı havzalar için suda işbirliği konusunun uygulanabilirliğinin sorgulanamadığı gözlemlenmiştir. Havza yönetim planlamasına paydaşların katılımının tartışıldığı ve birinci oturuma benzer şekilde yine vakaların sunulduğu 3.1.2 oturumunda paydaş katılımının sadece iyi yönetişim (good governance) pratikleriyle elde edilecek kurumsallaşmayla mümkün olabileceği görüşü paylaşılmıştır. Bu kurumsallaşma sürecinin önemli bir parçası olan Nehir Havza Organizasyonları'nın (NHO'lar, River Basin Organizations-RBOs), paydaş katılımındaki rolü önemle vurgulanmıştır. Aynı zamanda sınıraşan havza yönetimde kıyıdaş ülkelerin kurulmasına öncülük edeceği NHO'ların önemine istinaden, havza yönetimine doğrudan dahil olmayan üçüncü tarafların, paydaş olarak sürece katılımı tartışılmıştır. Yüzeysel ve yeraltı su kaynakları üzerine geliştirilecek işbirliğinin sürdürülebilir ve adil bir şekilde sağlanmasının nasıl mümkün olabileceği hakkında görüşlerin belirtildiği 3.1.3 oturumunda; dünyanın en büyük sınıraşan havzalarından Güney Mekong bölgesindeki ülkelerin işbirliği, Avrupa Birliği'nin uluslarüstü yapılanması içerisinde yürürlüğe konan sınıraşan sularla ilgili bazı ikili anlaşmaların ve Çad Havzası gibi tehlike arz eden ekosistemlerde sınıraşan bilgi alışverişi gibi, dünyanın farklı bölgelerindeki örnekler sunulmuştur. Oturumda, önceki iki oturumda vurgulanan havza bazında yönetim anlayışının çok yeni bir anlayış olduğu, ancak artık sınıraşan sular yönetimi için bir kural haline geldiği, hakça ve sürdürülebilir bir su yönetimi için temel prensip olduğu belirtilmiştir. Ancak havzayı oluşturan ülkeler arasındaki farklılıkların göz ardı edilmemesi gerektiği, bilakis bu farklılıkların taraflarca kabul edilmesinin eşit su paylaşımı anlayışından, hakça su kullanımını anlayışına geçiş için elzem olduğu ortaya konmuştur. Farklılıkların kabul edildiği ikili veya çok taraflı ilişkilerde tarafların her şeyden önce birbirlerine güven duymaları ve siyasi iradenin teşvik ettiği ülkelerarası işbirliğinin teknik işbirliği ile eş zamanlı yürütülmesi gerektiği vurgulanmıştır. Aynı zamanda ülkelerin birbirleriyle ilişkilerinde şeffaf olmaları gerektiği, bilgi ve veri paylaşımının yanı sıra kamuoylarının da tüm taraflarca bilgilendirilmesinin işbirliğini güçlendireceği belirtilmiştir. 3.1.4 ise sınıraşan sularda etkin bir yönetim için kullanılacak araçların irdelendiği bir oturum olmuştur. Oturumda etkin yönetim için öne sürülen temel araç ise son yıllarda havza yönetimiyle birlikte su konusunda öne çıkan bir başka kural olan entegre su kaynakları yönetimi (ESKY) yaklaşımı olmuştur. Oturumda ESKY'nin uygulanabilmesi için su yönetimi üzerine görev ve sorumlulukların paylaşıldığı hem kurumsal hem de yasal çerçevenin parçalanmış yapısının giderilmesi gerektiği; aynı zamanda endüstri, tarım ve hidroelektrik gibi farklı Sayfa 40 sektörlerde su yönetimi için var olan farklı kurumların ve farklı yasaların bütünleştirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Tematik süreçte sınıraşan sular ile ilgili yapılan dört oturum, süreç içerisinde sunum başvuru sayısının en yüksek olduğu oturumlar olmuştur. Bu da konu hakkındaki yoğun ilginin ve dünyanın farklı bölgelerindeki farklı vakaların bu platforma taşınması için gösterilen çabayı özetler niteliktedir. Ancak bu açık platformda sunulan vakaların derinlemesine analizini yapmak her zaman mümkün olmamış, çoğu zaman vakaların içeriği ile ilgili yorum yapabilmek ve tartışmalara katılabilmek için, konular hakkında önbilgiye sahip olunması gerektiği gözlemlenmiştir. Güçlü siyasi irade yukarıda belirtildiği üzere, foruma katılan birçok kişi tarafından sınıraşan suların başarılı yönetimi için en önemli önkoşullardan biri olarak sunulmuştur. Bu durum, su konusunda yaşanan sorunların siyasi gündem maddeleri arasında üst sıralara yerleşmesini amaçlayan Forum Siyasi Süreci'nin önemini, sınıraşan sular konusu özelinde kat be kat artırmaktadır. Dört farklı süreç içeren 5. Dünya Su Forumu Siyasi Süreci dahilinde, Devlet Başkanları Zirvesi sonucunda “Devlet Başkanları İstanbul Su Bildirisi” (Istanbul Declaration of Heads of States on Water), Bakanlar Süreci sonucunda “İstanbul Bakanlar Bildirisi” (Istanbul Ministerial Statement) ve “İstanbul Su Rehberi” (Istanbul Water Guide), Parlamenterler Süreci sonucunda “Su İçin Parlamentolar Bildirisi” (Parliaments for Water Statement), Yerel İdareciler Süreci sonucunda ise “İstanbul Su Mutabakatı” (Istanbul Water Consensus) açıklanmıştır. Forum Siyasi Süreci, Türkiye tarafında T.C. Dışişleri Bakanlığı tarafından yönetilmiştir ve belirtilen dokümanlar forum öncesi bakanların, politikacıların, konu uzmanlarının, ulusal ve uluslararası kurum temsilcileri ile davetli diğer paydaşların da katılımıyla gerçekleştirilen toplantılarda yapılan müzakereler sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu dokümanlar forum sonrasında “Global Water Framework” başlığı ile Dünya Su Konseyi, 5. Dünya Su Forumu Genel Sekreterliği ve T.C. Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır (World Water Council; 5th World Water Forum Secretariat; Turkish Ministry of Foreign Affairs, 2009). Forumun siyasi sürecinin en önemli çıktılarından biri olan ve politika yapıcılara bir rehber görevi görmesi umulan İstanbul Su Rehberi'nde (ISR) sınıraşan suların ve havzaların yönetiminde işbirliği başlığı altında bulunan maddeler aşağıda yorumlanmıştır.14 Siyasi Süreç içerisinde uluslararası sınıraşan sular normlarını oluşturan temel prensiplere doğrudan atıf yapılmamıştır. Ancak 58. Madde'de ülkeler arasında 14 ISR'nin ilgili maddeleri resmi tercüme değildir. Türkiye ve Sınıraşan Sular yapılacak işbirliklerinin, bu hukuki metinleri de kapsayan uluslararası kabul görmüş ilkelere uygun olması gerektiği belirtilmiştir. Böylelikle Bakanlar Süreci ilgili tüm prensiplere ve anlaşmalara birebir atıf yapmamış ancak dolaylı olarak günümüzde sınıraşan sular ilişkilerini şekillendiren tüm bu prensipleri kapsayan uluslararası normlar bütününe atıf yapmıştır. ISR 58. “Yüzeysel ve yer altı sınıraşan suların en uygun şekilde kullanımı ve etkin korunumu ancak kıyıdaş ülkeleri uluslararası düzeyde kabul edilen prensiplere uygun işbirliğine girmesiyle sağlanır.[...] Sınıraşan suların faydalarının tüm kıyıdaş ülkelere sunulabilmesi için ortak çaba gösterilmesi gerekmektedir. Fakat bu durum ancak kıyıdaş ülkeler arasında yoğun diyalog, karşılıklı güven ve anlayış ile mümkün olabilir.” 97 Konvansiyonu'nun sınıraşan akiferler ve yeraltı sularının yönetimi hakkında herhangi hüküm içermemesi, daha önce açıklandığı üzere konvansiyonun zayıf noktalarından birini oluşturmaktadır. 2008 yılında BM Genel Kurulu'nda kabul edilen 63/124 No'lu “Sınıraşan Akiferler Kanunu”15 neticesinde bu alanda uluslararası düzeyde bir düzenlemeye gidilmiştir. ISR'nin 57. Maddesi de yukarıda belirtildiği üzere hem yüzey, hem de yeraltı sularının yönetimi için uluslararası hukuku rehber göstermektedir. Ayrıca şu anda sınıraşan suların farklı boyutlarına cevap verebilecek yeterli hukuki ve siyasi yapının da var olmadığını 57. Madde’de belirtmiştir. ISR 57. “Ulus devlet egemenliği, güvenlik, su hakları, nüfus, ekonomi, kültür ve ekosistemler gibi konuları içeren sınıraşan suların uluslararası boyuttaki karmaşık yapısını taşıyabilecek hukuki, siyasi ve kurumsal altyapının eksikliği zafiyeti bulunmaktadır.” Bunun yanında tematik süreçte paydaş katılımının sağlanması için önemli bir araç olarak nitelenen Nehir Havzası Organizasyonları, ISR tarafından ülkelerarası işbirliğini ve karşılıklı güven ortamını geliştiren bir etmen olarak tanımlanmıştır. ISR 60. “ [ ... ] Nehir Havzası Organizasyonları işbirliğinin, karşılıklı anlayışın ve güven ortamının gelişmesini sağlarken; aynı zamanda kıyıdaş ülkeler arasında eşgüdüm sağlanması, veri ve bilgi aktarımı ve ortak programların ve projelerin uygulanabilmesine olanak sağlar.” Bunun yanında tematik sürecin vurguladığı paydaş katılımının, anlaşmazlıkların çözümünü amaçlayan müzakerelerde katılımcı bir sürecin oluşturulmasındaki etkisi, "Paydaşların çıkarlarının dikkate alınması" başlıklı ISR'nin 64. Maddesi'nde de ortaya konmuştur. Güncel bir eğilim olan ve ekolojik sürdürülebilirliği de kapsayan sınıraşan suların 'kullanımı'ndan 'yönetimi'ne geçiş yaklaşımı ISR'nin 61. Maddesi’nde benimsenmiştir. 15 http://daccess-ods.un.org/TMP/5693847.html ISR 61. “Sürdürülebilir ve bütüncül bir su yönetimine ulaşmak için hakkaniyet, ekonomik verimlilik ve çevresel sürdürülebilirliğin amaçlanması ve paydaşlar dahil herkesin kazançlı çıkması gerekmektedir.” 58. Madde'de sınıraşan suların faydalarından yararlanmak için işbirliği önkoşulunu ortaya koyan ISR, "Birbirleriyle uyumlu entegre su yönetimi planlarının geliştirilmesi" başlıklı 62. Madde'de de, Rio Deklarasyonuna atıf yaparak, kıyıdaş ülkelerin su arz ve talep yönetim planlarının uyumlulaştırmalarını tavsiye ederek, işbirliği konusunda somut bir uygulamayı ülkelerin rehber edinmelerini amaçlamıştır. ISR 62. “Kıyıdaş ülkeler Rio Deklarasyonu'un 2. Maddesi'ni göz önünde bulundurarak su arz ve talep yönetim planlarını, su kaynaklarının en uygun şekilde kullanımı ve sürdürülebilir su döngüsü yönetimi için, uyumlulaştırmalıdır.” Bununla birlikte tematik süreçte 3.1.4'te vurgulanan sınıraşan havzaların sürdürülebilir yönetimi için Entegre Su Kaynakları Yönetimi kullanımı, ISR'nin 62. Maddesi’nde dolaylı olarak, "Entegre Su Kaynakları Yönetimi süreçlerinin uygulamalarını desteklemek" başlıklı 63. Madde'de ise doğrudan sınıraşan suların en etkin şekilde sürdürülebilir şekilde kullanımı için tavsiye edilmiştir. Entegre Su Kaynakları Yönetimi'nin uygulanabilirliğini ve etkinliği artırabilecek, sınıraşan veri aktarımı, ortak altyapı kullanımı ve ortak araştırma ve geliştirme uygulamaları, ISR'nin "Sınıraşan izleme ve veri alışverişinin teşvik edilmesi" başlıklı 65., "Altyapı ve faydalarının paylaşımı ve ortak finansman" başlıklı 66. ve "Sınıraşan sular konusunda araştırma ve eğitim teşvik edilmeli" başlıklı 67. Maddeleri'nde işlenmiştir. Ancak Tematik Süreç'in sınıraşan sular ile ilgili oturumlarında bu konularda herhangi bir öneri veya bir uygulama örneği sunulmamıştır. Entegre Havza Yönetimi yaklaşımı ile sınıraşan su havzalarındaki tüm paydaşların bu çözüm sürecine katılmaları ve çözümün ardından kurulacak denetim mekanizmalarının içinde aktif olarak rol almaları sağlanmalıdır. Ancak paydaş katılımı için paydaşlar arası iletişim kanallarının açılması ve karşılıklı güven ortamının sağlanması gerekmektedir. Siyasi Süreç çıktıları, sürece dahil olan tüm ülkelerin birlikte oluşturduğu ve her ülkenin kendi yaklaşımını yansıtmaya çalıştığı metinler olmuştur. Bu özelliği ile metinler farklı bölgelerde, farklı ülkelerin yaklaşımlarını bütünleştiren bir yapıya sahiptir. Bunun yanında Tematik Süreç'te yapılan sunumlar, sadece sunumları yapan kişinin veya kurumun yaklaşımını yansıtmış ve bu sebeple konuya çok boyutlu bakılmasına ve sorunun, diğer paydaşlarının bakış açılarının katılımcıları ile paylaşımına sınırlı ölçüde imkân vermiştir. Sayfa 41 Türkiye ve Sınıraşan Sular Forum Tematik Sürecini temel alarak yapılandırılan Siyasi Süreç'te ve özellikle Bakanlar Süreci'nde sınıraşan sular konusu tıpkı Tematik Süreç'te olduğu gibi kıyıdaş ülkelerarası işbirliğinin arttırılması hedeflenerek tartışılmıştır. Ayrıca Tematik Süreç'in içeriğinden farklı olarak Siyasi Süreç, sınıraşan sular konusunda etkin su yönetimi için yapılması gerekenleri, özellikle Bakanlar Bildirisi'nde ve İstanbul Su Rehberi dahilinde bütünlüklü bir yapıda belirtmiştir. Tematik Süreç ise vakaların durumu hakkında bilgileri vakaya özel çözüm önerileri ile bağdaştırmış, ancak çözüm önerileri bütünlüklü bir yapıya evrilmemiştir. Bu minvalde başarılı uygulama örnekleri için başarı sebepleri sıralanıp diğer sınıraşan sular konusunda bir tavsiyeye dönüşürken, başarısız uygulamalar hakkında sebepler sorgulanmamış, çözüm önerileri tartışmaya açılmamıştır. Sonuç Sınıraşan suların yönetimi konusunun küresel bir sorun olduğu ve dünyanın her bölgesinde bu konuda farklı örneklerin bulunabileceği aşikârdır. Forumda sınıraşan sular için işbirliği konusunda kalıcı çözümlerin yerel çerçevede, kıyıdaş ülkeler arasında geliştirilmesi gerektiği genel kabul gören söylemlerden biri olmuştur. Bu nedenle Forum Tematik Süreci'nde birçok vakanın sunumunda belirtildiği üzere sınıraşan sular üzerinden geliştirilecek uluslararası anlaşmalar vasıtasıyla bazı ülkelerin veya uluslararası kuruluşların, çözüm amacıyla kıyıdaş ülkeler arasındaki müzakerelere, taraflar arasında ciddi bir güç asimetrisi olmadığı sürece müdahil olmamaları gerektiğidir. Çözüm ve işbirliği müzakerelerinde önceliğin kıyıdaş ülkeler arasında gelişecek ikili veya çoklu ilişkilere verilmesi gerektiği Siyasi Süreç tarafından da kabul edilen bir prensiptir. Bunun yanında her ne kadar çözüm ve işbirliği için kıyıdaş ülkelerin istişare ve müzakereleri esas alınıyorsa da, bu ilişkilerin çerçevesini çizecek ve onlara yön verecek uluslararası normlar arasında, tüm diğer anlaşmalara şemsiye görevi görebilecek kapsayıcı bir anlaşmanın eksikliği hissedilmektedir. Özellikle 12 yıldan beri imzaya açık olmasına rağmen yürürlüğe giremeyen BM 97 Konvansiyonu'nun uygulanabilirliğinin sorgulanması sebebiyle bu eksiklik daha da yoğun hissedilmektedir. Aynı zamanda sınıraşan su kaynaklarıyla ilgili; akiferler, taşımacılık yapılan sular ve hatta Avrupa bölgesi için farklı farklı anlaşmaların ortaya çıktığı bir ortamda bütüncül hukuki çerçevenin oturtulamamış olması, forumda özellikle Siyasi Süreç'in başarılı yönetim için üstesinden gelinmesi gereken önemli bir sorun olarak gördüğü parçalı yasal çerçevenin bir örneği olarak gösterilebilir. Uluslararası hukuki çerçevenin dışında kıyıdaş ülkelerin kendi aralarında sınıraşan su konusunda Sayfa 42 kuracakları işbirliğinin başarılı olması için ise Nehir Havzası Organizasyonları'nın kurulması, Entegre Su Havzası Yönetimi'nin benimsenmesi ve taraflar arası iyi yönetişim pratiklerinin geliştirilmesi gerektiği forumda belirtilmiştir. Ancak Türkiye'nin sınıraşan havzaları özelinde içinde bulunduğu durum göz önüne alındığında da görüleceği üzere, sınıraşan sular konusunda taraflar arası işbirliğinin önşartı, taraflar arası geçmişten gelen sorunların üstesinden gelinmesi ve karşılıklı güven ortamının oluşmasıdır. Günümüze miras kalan geri planın, ISR tarafından tavsiye edilen şeffaflık ve sürekli diyalog temelli işbirliği olasılıklarını da sekteye uğratabildiği Forum'da örnek olarak verilen vakalarda da görülmektedir. 1997 Birleşmiş Milletler Konvansiyonu'na red oyu vermesi sebebiyle Türkiye’nin, uluslararası platformda, sınıraşan sular konusunda yeterli seviyede sınır ötesi işbirliği yapmadığı ileri sürülmektedir (Pittock, 2009). Türkiye bu iddialara rağmen, sınıraşan sular konusunun açıkça ve tüm yönleriyle tartışıldığı 5. Dünya Su Forumu'na 2009 yılında ev sahipliği yapmıştır. Aynı zamanda daha önce belirtildiği üzere, T.C. Dışişleri Bakanlığı 5. Dünya Su Forumu'nun Siyasi Süreci'ne liderlik etmiş ve Türkiye, forumun yarattığı paylaşım platformu sayesinde ortaya çıkan ve sınıraşan suların kıyıdaş ülkelerin işbirliği sonucu uluslararası normlara uygun şekilde hakça ve makul bir şekilde kullanımını savunan Siyasi Süreç çıktılarının tümünün altına imza atmıştır. 5. Dünya Su Forumu'na ev sahipliği yapmış ve sınıraşan sular konusunu bugüne kadar ikili komşuluk ilişkileri üzerinden yönetmiş olan Türkiye'nin önünde, sınıraşan suları, uluslarüstü yönetim seviyesi taşıyacak bir pencere açılmaktadır. AB ile müzakerelerde yakın dönemde açılan çevre faslı ile birlikte sınıraşan su havzalarının Su Çerçeve Direktifi ve Espoo, Aarhus ve Helsinki Sözleşmeleri hükümlerine göre su yönetimini planlama safhasına girecektir. Ancak makalede belirtildiği gibi 90'lı yıllarda imzalanan UNECE Anlaşmaları ve 2000 yılında yürürlüğe giren SÇD'nin özellikle o dönemde varolan üyelerin suyun kalitesi ile ilgili sorunlarına yönelik şekillendirildiği ve 2004 genişlemesi veya Türkiye'nin muhtemel üyeliğinin pek hesaba katılmadığı görülmektedir. Bu noktada AB gibi uluslarüstü bir kuruma su ve özellikle sınıraşan sular ilgili hükümleri, sadece hükümlerin yürürlüğe girdiği tarihteki durumu değil, gelecekte bu hükümlere tabi olacak coğrafi alanları da göz önünde bulundurarak şekillendirilmesi gerektiği iletilmelidir. Bu noktada belirtilmesi gereken, Türkiye'nin, Avrupa Birliği üyeliği perspektifinde SÇD'nin sınıraşan sular konusunda önemli bir parametre olacağıdır. Bu nedenle Türkiye, konu hakkında izleyeceği strateji için kısa ve uzun vadeli müzakere süreci olasılıklarını Türkiye ve Sınıraşan Sular değerlendirmelidir. Eğer, Türkiye kısa bir müzakere süreci sonucunda AB üyeliğini öngörüyorsa, bu durumda müzakere sürecinde SÇD'nin suyun kalitesi temelli su yönetimi yaklaşımından, suyun miktarı temelli yaklaşıma eğilim sağlaması için gerekli girişimlerde bulunmalıdır. Bu durumda özellikle Fırat Dicle alanında ön planda olan “suyun miktarı” temelli sorun için SÇD'nin yapıcı bir yönü olabilir ve müktesebatın AB sınırları dışını etkilemesi açısından, AB Komşuluk Stratejisi'ne16 yeni bir boyut kazandıracağı söylenebilir. Bunun yanında şayet Türkiye daha uzun vadeli bir müzakere süreci öngörüyorsa bu durumda sınıraşan sularla ilgili imzaladığı anlaşmaların 'suyun miktarı' üzerine inşa edilen kısmının sorgulanacağı bir sürece girilebilir. Bu durumda çözümün iyileştirilmesi için 'suyun kalitesi' konusunun daha ön plana çıkması söz konusu olur ve Türkiye SÇD'yi kendi sınıraşan sular ilişkilerinde daha etkin bir şekilde kullanabilir. Bu iki seçenekten hangisinin daha muhtemel olduğu ve hangisi için nasıl bir çalışma yürütülmesi gerektiğinin belirlenmesi için başta T.C. Dışişleri Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı ile birlikte çevre faslı altında müzakerelere doğrudan katılacak tüm kurum ve kuruluşların işbirliği içinde çalışması gerekmektedir. 5. Dünya Su Forumu süreci, Türkiye'de su konusu üzerine çalışan farklı devlet kurumlarının birarada işbirliği içerisinde çalışması açısından önemli bir sınav olmuştur. Bu sınavdan başarı ile geçilmesinde önemli bir etken de, kurumlararası işbirliğinin sağlanması için gerekli eşgüdümün Forum Sekreteryası gibi özerk aracı bir kurum tarafından sağlanmış olmasıdır. AB özelinde sınıraşan sular ve SÇD'nin uygulanabilirliği üzerine yapılacak çalışmalar için de, kurumlararası eşgüdümü sağlayacak su ve çevre üzerine çalışmalar yapan özerk bir kurumun varlığı gerekmektedir. Sınıraşan sular üzerine gelişen uluslararası hukukun geçtiğimiz 15 yılda geçirdiği değişim ve önümüzdeki dönem geçirmesi beklenen dönüşüm ile yakın dönemde Türkiye'nin mevzuatını ve politikalarını uyumlulaştırmak zorunda kalacağı AB müktesebatı, özellikle 5. Dünya Su Forumu'nun İstanbul'da organize edilmesinin ardından, Türkiye'nin sınıraşan sular politikasında işbirliği olanaklarını ön plana çıkaran bir yaklaşımı benimsemiş olduğunu uluslararası platformda gözler önüne sermiştir. Önümüzdeki dönem, Türkiye'nin sınıraşan sular konusunda işbirliği yaklaşımının kanıtlanması için önemli fırsatlar sunacaktır. 16 Avrupa Birliği'nin 2004 yılında gerçekleşen son genişlemesi ve Türkiye'nin de dahil olduğu muhtemel yeni üyeleri sebebiyle sınırlarının değişmesi, Birliğin sınırlarını çevreleyen ve Birliğe üyelik için aday statüsünde bulunmayan ülkelerle ilişkileri düzenleyen bir strateji oluşturulmasına neden olmuştur. Bu ihtiyaç temelinde Avrupa Komisyonu 2004 yılında 'Avrupa K o m ş u l u k P o l i t i k a s ı S t r a t e j i B e l g e s i ' n i y a y ı n l a m ı ş t ı r. http://ec.europa.eu/world/enp/index_en.htm Açıklama Notu: 16- 22 Mart 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilmiş olan 5. Dünya Su Forumu'nun organizasyonu, Dünya Su Konseyi ile birlikte İstanbul'da kurulan 5. Dünya Su Forumu Genel Sekreterliği tarafından üstlenilmiştir. Forum Tematik Süreci konuyla ilgili tüm paydaşlara açık olmuş, Siyasi Süreç ise uluslararası hükümetleri ve uluslararası kuruluşları kapsayacak şekilde düzenlenmiştir. Bu makale, Forum kayıtları izlenerek Sekretarya tarafından hazırlanan raporlar ve Forum sunumları esas alınarak hazırlanmıştır Kayıtların www.5thworldwaterforum.org sitesinden erişilebilir hale getirilmesi için gerekli çalışmalar devam etmektedir. Kaynakça • Bilen, Ö. (2009) Türkiye'nin Su Gündemi, Su Yönetimi ve AB Su Politikaları. Ankara: DSİ İdari ve Mali İşler Daire Başkanlığı Basım ve Foto - Film Şube Müdürlüğü. • Dellapenna, J.W. (2006) The Berlin Rules on Water Resources: The New Paradigm for International Water Law. World Environmental and Water Resoruce Congress 2006: Examining the Confluence of Environmental and Water Concerns (s. NA). Omaha, Nebraska: American Society of Civil Engineers. • International Water Law Project (2009) International Water Law Project, International. Kasım 30, 2009 tarihinde “International Water Law Project, Adressing the future of water law and policy in the 21st century: http://www.internationalwaterlaw.org/documents/intl docs/” adresinden alındı. • Pittock, J. (2009) Renewed hope for UN Watercourses Convention. Water 21, 12-14. • Salman, S.M. (2007a) The Helsinki Rules, the UN Watercourses Convention and the Berlin Rules: Perspectives on International Water Law. Water Resources Development , 625 - 640. • Salman, S.M. (2007b) The United Nations Watercourses Convention Ten Years Later: Why Has its Entry into Force Proven Difficult? Water International, 1 - 15. • UN Water (2008) Transboundary Waters: Sharing Benefits, Sharing Responsibilities. • Varis, O., Tortajada, C., & Biswas, A.K. (2008) Management of Transboundary Rivers and Lakes. Berlin: Springer - Verlag. Sayfa 43 TÜBA’dan Haberler I. Ulusal Açık Ders Malzemeleri Çalıştayı Yapıldı TÜBA’nın öncülüğünde YÖK-ULAKBİM ve DPT desteği ile yürütülen "Ulusal Açık Ders Malzemeleri Projesi" kapsamında, 29 Ocak 2010'da, TÜBA Konferans Salonu'nda “I.Ulusal Açık Ders Malzemeleri Çalıştayı” yapıldı. Çalıştaya, 40 üniversiteden rektörler, rektör yardımcıları, öğretim üyeleri, TÜBA üyeleri ve DPT uzmanları olmak üzere toplam 108 kişi katıldı. Çağrılı konuşmalar ile iki teknik oturumdan oluşan çalıştayda, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) OpenCourse Ware Proje Yöneticisi Cecilia d'Oliveira da bir konuşma yaptı. Çalıştayla ilgili detay bilgi ve sunumlara aşağıdaki linkten ulaşılabilir. http://uadmk.ulakbim.gov.tr Cecilia d'Oliveira TÜBA'da Konferans Verdi TÜBA'nın öncülüğünde YÖK-ULAKBİM ve DPT desteği ile yürütülen "Ulusal Açık Ders Malzemeleri Projesi" kapsamında, 1 Şubat 2010'da, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) OpenCourse Ware Proje Yöneticisi Cecilia d'Oliveira ve ODTÜ Eğitim Fakültesi Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi Kürşat Çağıltay birer konferans verdiler. İTÜ Maçka Sosyal Tesisleri Kampusu Konferans Salonu'nda düzenlenen konferansta Cecilia d'Oliveira, MIT'de OpenCourseWare Projesi deneyimlerini, Kürşat Çağıltay ise ODTÜ'de Açık Ders Malzemesi Projesi deneyimlerini aktardı. Arnavutluk Bilimler Akademisi Başkanı TÜBA'yı Ziyaret Etti Arnavutluk Bilimler Akademisi Başkanı Akademisyen Gudar Beqiraj, TÜBA Başkanlığı'nın davetlisi olarak 24-27 Ocak 2010 tarihleri arasında Ankara'yı ziyaret etti. 25 Ocak 2009 tarihinde TÜBA binasında düzenlenen toplantıda Prof. Dr. Yücel Kanpolat TÜBA'yı tanıtıcı bir powerpoint sunuş yaptı. TÜBA Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Tarık Çelik, Uluslararası İlişkiler Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Dinçer Ülkü ile Uluslararası İlişkiler Birimi'nden Başuzman Nuran Günöven'in de katıldığı toplantıda varılan mutabakat uyarınca, 26 Ocak 2010 tarihinde iki Akademi Başkanı tarafından toplantı sonuçlarını kapsayan bir “Karar Kağıdı” (Resolution) imzalandı. Sayfa 44 “Karar Kağıdı”nda iki akademi arasında 2 Kasım 2001 tarihinde Ankara'da imzalanmış olan Bilimsel İşbirliği Anlaşması ve Uygulama Protokolü'nün canlandırılması, iki akademi arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi ve gelecekteki işbirliğinde özellikle “Bilim Eğitimi” ve “Kültür Mirası” konularına odaklanılması hususlarına yer verildi. Akademi Başkanı Prof. Dr. Yücel Kanpolat, Marie Curie'yi Anlattı Bilim Eğitimi projesi kapsamında, Akademi Başkanı ve TÜBA Bilim Eğitimi Proje yürütücüsü Prof. Dr. Yücel Kanpolat, 7 Ocak 2010'da, Feyziye Mektepleri Vakfı Özel Işık İlköğretim Okulu Sacit Öncel Konferans Salonunda, 2 Nobel Ödüllü bilim insanı Marie Curie'nin hayatını, bilime yaklaşımını ve bilime yaptığı önemli katkıları anlatan bir konferans verdi. FMV İlköğretim Okulu tarafından düzenlenen konferansa, FMV ve Şişli MEB okullarından ilkokul ve lise seviyesinde 43 öğrenci, 45 öğretmen ve yönetici katıldı. Katılımcılara, TÜBA tarafından Türkiye Bilimler Akademisi Bilim Eğitimi Dizisi- 1, Marie Curie'den Dersler kitabı dağıtıldı. TÜBA Bilim Eğitimi Konferansı Yapıldı TÜBA Bilim Eğitimi Projesi kapsamında, Fransız Bilimler Akademisi üyesi ve Fransa'da başarıyla yürütülmekte olan “Eller Hamurda” Projesinin önderlerinden biri olan Profesör Jean Pierre Lena ve Eller Hamurda Projesi'nde öğretmen eğitmeni görevinde bulunan Clotilde Marin Micewicz, TÜBA'nın davetlisi olarak Türkiye'ye geldi. Profesör Jean Pierre Lena ve Clotilde Marin Micewicz, 18 Aralık 2009 Cuma günü Ankara TÜBA Başkanlık Binası Konferans Salonu'nda ve 19 Aralık 2009 Cumartesi günü İstanbul Teknik Üniversitesi Vakfı Sosyal Tesisleri Konferans Salonu'nda birer konferans verdiler. Clotilde Marin Micewicz'in, Fransa'daki bilim eğitimi uygulamaları hakkında bilgi verdiği “Fransa'da Eller Hamurda Girişimi” adlı sunumunun ardından, Profesör Pierre Lena “Avrupa Bilim Eğitimini Tekrar Düşünüyor” isimli sunumunu gerçekleştirdi. Ankara ve İstanbul'daki konferanslara, TÜBA üyeleri, öğretmenler, eğitim fakültelerinden akademisyenler ve eğitim alanında çalışan, çeşitli vakıf ve kuruluşlardan yaklaşık 70 kişi katıldı. TÜBA ve Feyziye Mektepleri Vakfı, Uluslararası Bilim Eğitimi Kursu Düzenledi TÜBA ve İstanbul Feyziye Mektepleri Vakfı tarafından, vakfın Işık Okulları Nişantaşı Kampusu Anaokulu Salonu'nda, 12-13 Aralık 2009'da Uluslararası Bilim Eğitimi Kursu düzenlendi. Daha önce de Bilim Eğitimi Projesi kapsamında ülkemize gelen, Fransa'da Eller Hamurda Projesi'nde aktif olarak çalışan eğitmenler Joëlle Fourcade ve Fabrice Krot, kurs süresince, Feyziye Mektepleri Vakfı Işık Okullarından katılan yaklaşık 30 katılımcı öğretmene, “El Cezeri Pompası, Taccola Makineleri, Köprü İnşa Ediyoruz ve Marie Curie Dersleri” başlıklı, sorgulamaya dayalı sınıf uygulamaları anlattılar ve birebir uygulattılar. TÜBA’dan Haberler Prof. Dr. Fuat Sezgin, Müslümanların Astronomi Tarihindeki Yerini Anlattı Türkiye Bilimler Akademisi, UNESCO Türkiye Milli Komitesi ve Türk Astronomi Derneği ile birlikte, TÜBA Şeref Üyesi Prof. Dr. Fuat Sezgin'in “Müslümanların Astronomi Tarihindeki Yeri” konulu konferansını düzenledi. 12 Aralık 2009'da, İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi Konferans Salonu'nda gerçekleştirilen konferans yoğun ilgi gördü. Frankfurt Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi Arap-İslam Bilim Tarihi Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Fuat Sezgin, Arap dünyasının, İslam'dan önce 400 kadar yıldızı ve gezegenlerin bir kısmını tanıdıklarını, Müslümanların Arap Yarımadası'nı, Mısır, Suriye, Irak ve İran'ın büyük bir bölümünü zaptederek geç antik dünyasının kültür merkezlerinikazandığını anlattı: Müslüman halifelerin, bilgin ve astronomların bu alana yaptıkları katkıları dile getiren Prof. Dr. Fuat Sezgin'in konuşma metni için lütfen tıklayınız. TÜBA Üniversite Ders Kitapları Telif ve Çeviri Eser Ödülleri Töreni Ankara’da Gerçekleştirildi Türkiye Bilimler Akademisi'nin, Türkçe dilinde uluslararası standartlarda üniversite ders kitapları yazılmasını ya da yabancı bir dilden her alanda en iyi örneklerin düzgün, anlaşılır ve güzel Türkçe kullanılarak çevrilmesini özendirmek amacıyla başlattığı TÜBA Üniversite Ders Kitapları Telif ve Çeviri Eser Ödülleri sahiplerini buldu. 5 Aralık 2009'da Hacettepe Üniversitesi Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilen törene, ödül alan eserlerin sahipleri, TÜBA Üyeleri ve akademisyenler katıldı. Tören, Türkiye Bilimler Akademisi Başkanı Prof. Dr. Yücel Kanpolat ve TÜBA Üniversite Ders Kitapları Komitesi Yürütücüsü Prof. Dr. Metin Gürses'in açış konuşmaları ile başladı. Doğa, Mühendislik, Sağlık ve Sosyal Bilimler alanında Telif ve Çeviri Eser Ödülü'ne layık görülen 13 eserin yazar veya çeviri editörüne plaket ve beratları, Kayda Değer Eser Ödülü'ne (Mansiyon) layık bulunan 12 eserin yazar veya çeviri editörüne sertifikaları takdim edildi. TÜBA Üniversite Ders Kitapları Telif ve Çeviri Eser Ödülü'ne ve Kayda Değer Eser Ödülü'ne (Mansiyon) layık bulunan eserler yanda listelenmiştir. 2009 Yılı TÜBA Üniversite Ders Kitapları Telif ve Çeviri Eser Ödüllerini Kazananlar Doğa Bilimleri • Temel Fizik, Cilt I-II, 2003, Çev. Ed.: Prof. Dr. Cengiz Yalçın (Physics for Scientists and Engineers, Paul M. Fishbane, Stephen Gasiorowicz, Stephen T. Thornton, Extended Version, 2. Ed., 2003). (Çeviri) • Klasik Mekanik, 2008, Prof. Dr. Emine Rızaoğlu, Doç. Dr. Naci Sünel. (Telif) • Fizikte Felsefi Kavramlar: Felsefe ve Bilimsel Kuramlar Arasındaki Tarihsel İlişki, I-II, 2003, Doç. Dr. B. Özgür Sarıoğlu, (Philosophical Concepts in Physics: The Historical Relation Between Philosophy and Scientific Theories, James T. Cushing, 1998). (Çeviri) Mühendislik Bilimleri • Termodinamik: Mühendislik Yaklaşımıyla, Çev. Ed.: Doç. Dr. Ali Pınarbaşı, 5. Baskı, 2008 (Thermodynamics: An Engineering Approach, Yunus A. Çengel, Michael A. Boles, 5. Ed., 2006). (Çeviri) • Mühendisler için Mekanik: Statik ve Mühendisler için Mekanik: Statik Çözümlü Problemler, Prof. Dr. Mehmet H. Omurtag, Geniş. 3. Baskı, 2007. (Telif) • Gürültü Kontrolü: Endüstriyel ve Çevresel Gürültü, Prof. Dr. H. Nevzat Özgüven, 2. Baskı, 2008. (Telif) Sağlık Bilimleri • İmmünoloji, Yedinci Baskıdan Çeviri, Çev. Ed.: Prof. Dr. Turgut İmir, 2008 (Immunology, David Male, Jonathan Brostoff, David B. Roth & Ivan Roitt, 7. Ed., 2006). (Çeviri) • Klinik Mikrobiyoloji Cilt 1-2, Çev. Ed.: Prof. Dr. Ahmet Başustaoğlu, 9. Baskı, 2007 (Manual of Clinical Microbiology, Patrick R. Murray, Ellen Jo Baron, James H. Jorgensen, Marie Louise Landry & Michael A. Pfaller, 9. Ed., 2007). (Çeviri) Sosyal Bilimler • İşletmelerde Stratejik Yönetim, Prof. Dr. Hayri Ülgen, Yrd. Doç. Dr. S. Kadri Mirze, 4. Baskı, 2007. (Telif) • İdare Hukuku Dersleri, Prof. Dr. Kemal Gözler, 7. Baskı, 2008. (Telif) • Hukuk Felsefesi, Prof. Dr. Yasemin Işıktaç, 2006. (Telif) • 19. Yüzyıldan 20.Yüzyıla Modern Siyasi İdeolojiler, Der: Doç. Dr. H. Birsen Örs, 2. Baskı, 2008. (Telif) • Bütçe Hukuku, 2. Baskı, Prof. Dr. M. Kamil Mutluer, Doç. Dr. Erdoğan Öner, Doç. Dr. Ahmet Kesik, 2007. (Telif) 2009 Yılı Kayda Değer Eser Ödüllerini (Mansiyon) Kazananlar Doğa Bilimleri • Ekolojinin Temel İlkeleri, 5. Baskıdan Çeviri, 2008, Çev. Ed.: Prof. Dr. Kani Işık (Fundamentals of Ecology, Eugene Odum, Gary W. Barrett, 5. Ed.). (Çeviri) Mühendislik Bilimleri • Türkiye Tatlısu Balıkları, Prof. Dr. Remzi Geldiay, Prof. Dr. Süleyman Balık, V. Baskı, 2007 (Telif) Sağlık Bilimleri • Klinik Yönleriyle İnsan Embriyolojisi, Çev. Ed.: Prof. Dr. Hakkı Dalçık, Prof. Dr. Mehmet Yıldırım, 2. Baskı, 2009 (The Developing Human: Clinically Oriented Embryology, Keith L. Moore & T.V.N. Persaud, 8. Ed., 2008). (Çeviri) Sayfa 45 TÜBA’dan Haberler • Özcel'in Tıbbi Parazit Hastalıkları, Ed.: Prof. Dr. M. Ali Özcel, 2007. (Telif) • Greenspan's Temel ve Klinik Endokrinoloji, Çev. Ed.: Prof. Dr. Metin Arslan, 8. Baskı, 2009 (Greenspan's Basic & Clinical Endocrinology, David G. Gardner & Dolores Shoback, 8. Ed., 2007). (Çeviri) • Modern Farmasötik Teknoloji, Prof. Dr. Füsun Acartürk, Prof. Dr. İlbeyi Ağabeyoğlu, Prof. Dr. Nevin Çelebi, Doç. Dr. Tuncer Değim, Doç. Dr. Zelihagül Değim, Prof. Dr. Tanver Doğanay, Doç. Dr. Sevgi Takka, Doç. Dr. Figen Tırnaksız, 2007. (Telif) • diFiore Histoloji Atlası: Fonksiyonel İlişkileriyle, 10. Baskıdan Çeviri, Çev. Ed.: Prof. Dr. Ramazan Demir, 2008 (diFiore's Atlas of Histology with Functional Correlations, Victor P. Eroschenko, 10. Ed., 2007). (Çeviri) Sosyal Bilimler • Batılılaşma ve Türk Edebiyatı: Lale Devri'nden Tanzimat'a Yenileşme, Yrd. Doç. Dr. Ali Budak, 2008. (Telif) • Ergenlik, 2007, Yay. Haz.: Prof. Dr. Figen Çok, 1985 (Adolescence, Laurence Steinberg, 7. Ed., 2005). (Çeviri) • Film Eleştirisi El Kitabı, 2008, Çev.: Yrd. Doç. Dr. Ahmet Gürata (A Short Guide to Writing About Film, Timothy J.Corrigan, 6. Ed., 2007). (Çeviri) • Teoride ve Uygulamada Kamu Maliyesi, Prof. Dr. M. Kamil Mutluer, Doç. Dr. Erdoğan Öner, Doç. Dr. Ahmet Kesik, 2007. (Telif) • Sosyal Teoriye Giriş Çev.: Doç. Dr. Ümit Tatlıcan (Understanding Social Theory, 2. Ed. - Derek Layder), Küre Yayınları - 2006. (Çeviri) TÜBA Bilim Eğitimi Projesi Ankara Çalıştayı Gerçekleştirildi Türkiye Bilimler Akademisi Bilim Eğitimi Projesi kapsamında, 20-21 Kasım 2009 tarihlerinde, “Bilim Eğitimi Ankara Çalıştayı” gerçekleştirildi. Çalıştaya, Türkiye Bilimler Akademisi üyelerinin yanı sıra, MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı, Araştırmacı Çocuk Merkezi, ODTÜ Eğitim Fakültesi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Osman Ünyazıcı İlköğretim Okulu, ODTÜ Geliştirme Vakfı İlköğretim Okulu, Toygar Börekçi İlköğretim Okulu, Dr. Ufuk Ege Anaokulu, Ankara Özel Tevfik Fikret Okulları, A.Ü. Geliştirme Vakfı Okulları, Süleyman Uyar İlköğretim Okulu, Özel Arı Okulları, Feyziye Mektepleri Vakfı Özel Işık Okulları, Uzaktan Eğitim Derneği, ARAGES Bilişim ve Batıkent İlkyerleşim Anaokulu'ndan, öğretmen, eğitimci ve yönetici olmak üzere toplam 80 kişi katıldı. Avrupa Konseyi Kültürel ve Doğal Mirası Koruma Departmanı Yöneticisi TÜBA'yı Ziyaret Etti Avrupa Konseyi Kültürel ve Doğal Mirası Koruma Departmanı Yöneticisi Robert Palmer ve beraberindeki Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı heyeti, 4 Kasım 2009'da TÜBA'yı ziyaret ederek, Akademi'nin çalışmalarıyla ilgili bilgi aldılar. Avrupa Konseyi'nin Kültür Politikası Değerlendirme Programı kapsamında yapılan bu ziyaret sırasında, Akademi'nin Kültürel Miras konusundaki duyarlılığı Sayfa 46 vurgulanarak, TÜBA ile Kültür ve Turizm Bakanlığı ortaklığında başlatılan “İstanbul Kültür Mirası ve Kültür Ekonomisi Envanteri” projesi hakkında bilgi verildi. Türkiye Bilimler Akademisi Başkanı Prof. Dr. Yücel Kanpolat, Akademi'nin genel bir tanıtımını yaparak amaç ve hedeflerini özetledi ve Başkan Danışmanı Dr. Ayşe Ergüven, TÜBA'nın kültür sektörü çalışmaları ve İstanbul Kültür Mirası ve Kültür Ekonomisi Envanteri hakkında sunum gerçekleştirdi. Seçkin Genç Bilim İnsanları Zonguldak Karaelmas Üniversitesi'nde Biraraya Geldi Türkiye Bilimler Akademisi'nin Üstün Başarılı Genç Bilim İnsanlarını Ödüllendirme Programı'na (TÜBA-GEBİP) seçilmiş genç bilimcilerin akademik faaliyetlerini ve programı değerlendirmeyi amaçlayan yıllık toplantı, 25- 26- 27 Eylül 2009 tarihlerinde Zonguldak Karaelmas Üniversitesi'nin ev sahipliğinde gerçekleştirildi. Bilimi ve bilimsel uğraşıyı benimsetmek, desteklemek ve bilimin toplumsal yaşamdaki etkinliğini artırmak amaçlarını güden Türkiye Bilimler Akademisi, her yıl bir üniversitenin ev sahipliğinde gerçekleştirdiği toplantılarla, güncel araştırmaların sunumu ve tartışmaların yanı sıra, üstün başarılı genç bilim insanlarının kendi aralarında etkileşiminin ve Akademi üyeleri ile olan bağlarının güçlenmesini de sağlamaktadır. Bu yıl sekizinci kez yapılan geleneksel değerlendirme toplantısı, 25 Eylül 2009 Cuma günü saat 18.30'da başladı. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi tanıtım filminin sunumu ve Rektör Prof. Dr. Bektaş Açıkgöz'ün konuşmalarından sonra Akademi Başkanı Prof. Dr. Yücel Kanpolat, saat 21.00'de “Bilim Çağında Bir Bilge: Halet Çambel” konulu bir konferans verdi. 26 Eylül 2009 Cumartesi günü GEBİP Ödülü sahibi genç bilim insanları, gün boyunca dört paralel oturumda, kendi faaliyet alanlarını tanıtarak son bir yılda yürüttükleri araştırmalara ilişkin birer sunum yaptılar. Doğa bilimlerinden sosyal bilimlere, mühendislikten sağlık bilimlerine kadar çok geniş bir yelpazeye yayılmış olan 42 sunum, bilimle ilgilenen tüm dinleyicilere açık olarak gerçekleştirildi. Aynı gün 12.00-13.30 saatleri arasında yapılan ve GEBİP programı ile Avrupa Genç Akademisi oluşturma çalışmalarının tanıtılmasına ayrılan özel bir oturuma Prof. Kanpolat ve Prof. Çelik'le birlikte, ALLEA (Avrupa Akademiler Konseyi) yöneticisi Dr. Ruediger Klein ve Hollanda Genç Akademisi üyesi Prof. Dr. Hans Hilgenkamp da konuşmacı olarak katıldılar. 27 Eylül 2009 sabahı yapılan genel bir değerlendirme oturumunda, genç bilim insanlarının GEBİP ve Avrupa Genç Akademisi konularında görüşleri dile getirildi ve genç araştırmacıların karşılaştıkları mesleki ve sosyal sorunlar tartışıldı. Doktora Sonrası Araştırma Programı 2009 Yılı Başvuruları Sonuçlandı TÜBA Doktora Sonrası Araştırma Programı (TÜBA-DSAP) 2009 Yılı uygulaması kapsamında Dr. Turgay Ünver, Dr. Rana Özbal Gerritsen ve Dr. Belkıs Atasever'in desteklenmesi uygun bulundu. TÜBA’dan Haberler Adayın Adı Soyadı Doktorasını Bitirdiği Üniversite Araştırmanın Başlığı Yurtiçi Ev Sahibinin Adı-Soyadı BİLİM ÖDÜLÜ Temel Bilimler Prof. Dr. Engin Umut AKKAYA TÜBİTAK ÖZEL ÖDÜLÜ Temel Bilimler Dr. Taner YILDIRIM TEŞVİK ÖDÜLLERİ Temel Bilimler Doç. Dr. Taylan AKDOĞAN Doç. Dr. Nihat Sadık DEĞER Doç. Dr. Tolga ETGÜ Doç. Dr. Mehmet Özgür OKTEL Doç. Dr. Bayram TEKİN Mühendislik Bilimleri Yrd. Doç. Dr. Hilmi Volkan DEMİR Prof. Dr. Günhan DÜNDAR Doç. Dr. Fikri KARAESMEN Doç. Dr. Hakan ÜREY Doç. Dr. Emre Alper YILDIRIM Bütünleştirilmiş Doktora Programı 2009 Yılı Uygulaması Kapsamında Desteklenecekler Belirlendi TÜBA Bütünleştirilmiş Doktora Programı 2009 Yılı uygulaması kapsamında Selin Salman (ODTÜ) ve Lale Levin Basut'un (Yeditepe) desteklenmesine karar verildi. Adı Soyadı Selin Salman Lale Levin Basut Doktora Yaptığı Üniversite ve ABD ODTÜ/ Sosyal Psikoloji Yeditepe/ Felsefe Doktora Programı Yöneticisinin Adı Soyadı Prof. Dr. Nebi Sümer Destekl enecek TÜBA Programı Prof. Dr. Saffet Babür BDHP Sağlık Bilimleri Doç. Dr. Kubilay AYDIN Doç. Dr. Doğan ERDOĞAN Doç. Dr. Ahmet KORKMAZ Doç. Dr. Mehmet ÖZAYDIN Sosyal Bilimler Doç. Dr. Hatice Pınar BİLGİN Doç. Dr. Şule TOKTAŞ TWAS TEŞVİK ÖDÜLÜ Doç. Dr. Z. Özlem KESKİN BDHP TÜBA Ailesi'ne TÜBİTAK'tan Ödül Yağdı TÜBİTAK'ın 2009 yılı Bilim, Hizmet, Teşvik Ödülleri ve TÜBİTAK Özel Ödülü ile TÜBİTAK-TWAS Teşvik Ödülü'ne ilişkin değerlendirme çalışmaları sonuçlandı. TÜBA Asli Üyesi Prof. Dr. Engin Umut Akkaya, TÜBİTAK Bilim Kurulu tarafından Bilim Ödülü'ne layık görülürken, TÜBA-GEBİP Ödülü sahibi 11 genç bilim insanına TÜBİTAK'ın Teşvik Ödülü verildiği açıklandı. Yine TÜBA-GEBİP Ödülü sahibi Doç. Dr. Z. Özlem Keskin, TÜBİTAK TWAS Teşvik Ödülü'ne layık bulundu. TÜBİTAK'ın 2009 yılı Bilim, Hizmet, Teşvik Ödülleri ve TÜBİTAK Özel Ödülü ile TÜBİTAK-TWAS Teşvik Ödülü'nü kazananların listesi aşağıda verilmiş, TÜBA Ailesi'nden bilim insanlarının isimleri italik olarak belirtilmiştir. İlköğretim Okullarında Sorgulamaya Dayalı Bilim Eğitimi Başlangıç Kursu Düzenlendi 26 Haziran 2009 Cuma ve 27 Haziran 2009 Cumartesi günleri Ankara TÜBA Başkanlık Binası'nda “İlköğretim Okullarında Sorgulamaya Dayalı Bilim Eğitimi Başlangıç Kursu (Introductory Training Session to Inquiry-based Science Education in Primary School)” düzenlendi. Bu kursa, Fransa'da yürütülmekte olan Eller Hamurda projesinde de görev alan Châtenay-Malabry Bilim Evi müdürü (La main à la pâte pilot merkezi) Mr. Fabrice Krot ve Hauts-de-Seine bölgesi bilim pedagojik danışmanı Mrs. Jöëlle Fourcade eğitmen olarak katıldı. Kursa, öğretmen, akademisyen ve eğitim alanında çalışan, Ankara Özel Tevfik Fikret İlköğretim Okulu, Ankara Üniversitesi Geliştirme Vakfı İlköğretim Okulu, Özel Arı Okulları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Ankara Geliştirme Vakfı Okulları, İstanbul Feyziye Mektepleri Vakfı Özel Işık İlköğretim Okulu, MEB Osman Ünyazıcı İlköğretim Okulu, MEB Doktor Ufuk Ege Anaokulu, MEB Toygar Börekçi İlköğretim Okulu, MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı ile ODTÜ Eğitim Fakültesi, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Ahi Evran Üniversitesi, Sayfa 47 TÜBA’dan Haberler Ankara Üniversitesi'nden, yaklaşık 30 kişi ve TÜBA Bilim Eğitimi Çalışma grubu üyelerinden Prof. Dr. Bozkurt Güvenç ve Prof. Dr. İlhan Tekeli katıldı. Kurs süresince, eğitmenler Mr. Fabrice Krot ve Mrs. Jöëlle Fourcade, basit ve kolay bulunabilecek malzemelerle, birinci gün Güneş Saati, Orta Çağ Makineleri; ikinci gün ise ElCezire'nin Pompası konularını işlediler ve katılımcılara bu uygulamaların nasıl bir pedagojik yaklaşımla öğrencilere aktarılacağını anlattılar. İkinci günün son oturumunda, katılımcılara Marie Curie'nin, 1907 yılında katıldığı “Öğrenim Kooperatifi”nde öğrencilere doğa olaylarının nasıl bir bilimsel yaklaşımla anlaşılabileceğini, uygulama olarak gösterdiği kendi düzenlediği derslerden, örnek anlatımlar aktarıldı. Kök Hücre Alanındaki Gelişmeler TÜBA Sempozyumunda Tartışıldı Türkiye Bilimler Akademisi Kök Hücre Çalışma Grubu tarafından, 26 ve 27 Haziran 2009 tarihlerinde, Ankara Bilkent Oteli Kongre Merkezi'nde düzenlenen IV. TÜBA Kök Hücre Sempozyumu'nda kök hücre konusundaki güncel gelişmeler ve klinik uygulamalarda karşılaşılan sorunlar tartışıldı. Katılımın çok yoğun olduğu sempozyum, yurtiçi ve yurtdışından kök hücre konusuyla ilgilenen bilimcileri ve araştırmalarını bir araya getirerek kök hücre alanında ortak bir araştırma platformu oluşturdu. 27 Haziran 2009'da Türkiye'de kök hücre konusunda temel ve uygulamalı araştırma yapan bilimcilerin çalışmaları sunuldu. Toplantıya katılan konuşmacı ve araştırmacılar, TÜBA Kök Hücre Çalışma Grubu öncülüğünde “Kök Hücre Araştırmaları Network”ünü gerçekleştirmek üzere hazırlıklara başladılar. Bu eğitsel sempozyuma yurtiçi ve yurtdışından çok sayıda bilim insanı katılarak bildiri sundular. IV. Kök Hücre Sempozyumu'nda diabetes mellitus (şeker hastalığı), kanser, multipl skleroz ve nörolojik hastalıklarda deneysel ve klinik kök hücre uygulamaları, kök hücreleri kullanarak doku tamiri (rejeneratif tıp) ve embriyonik kök hücreler konularındaki son gelişmeler, ABD, İngiltere, İtalya, Belçika ve İsrail'den gelen otoriteler tarafından tartışıldı. Sempozyumda ayrıca Uluslararası Kök Hücre Araştırma Derneği tarafından yayınlanan “Kök Hücrelerin Klinikte Kullanımları Kılavuzu” katılımcıların değerlendirmesine sunuldu. Sayfa 48 Bilim Toplululuğu, TÜBA Akademi Günü Etkinlikleri ve Genel Kurulu'nda Buluştu Türkiye Bilimler Akademisi'nin her yıl düzenlediği Akademi Günü, bu yıl 5 Haziran 2009'da, Boğaziçi Üniversitesi, Albert Long Hall Salonu'nda gerçekleştirildi. Toplantıya Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kadri Özçaldıran, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet, Osmangazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fazıl Tekin, Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İsmail Yüksek, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Bektaş Açıkgöz, Okan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sadık Kırbaş, Feza Gürsey Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Osman Teoman Turgut, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Varol Tok, Boğaziçi Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Gülay Barbarasoğlu, Uludağ Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Eray Alper ve çok sayıda bilim insanı katıldı. TÜBA Başkanı Prof. Dr. Yücel Kanpolat, Akademi Günü'nün açılışında yaptığı konuşmada öncelikle TÜBA'nın bir okul olduğunu, bilim insanlarının bu okulda birbirinden beslenerek büyüdüğünü vurguladı ve şöyle devam etti: “Tarihsel yapılanmasını, akademia misyonu içerisinde oluşturan kurum, çağdaş anlayışla sürmektedir. Bizler akademi üyelerini seçerken, sadece alanlarının en seçkin bilimcilerini değil, kişilik ve çalışmalarıyla Türk toplumuna örnek olan değerli bilim insanlarını seçmeye olağanüstü titizlik göstermekteyiz. Titizliğimizin gerekçesi ise, kirlenen uluslararası ve ulusal değerler içerisinde, örnek bilim insanlarını model olarak topluma sunmaktır. Bugün burada takdim ettiğimiz TÜBA'ya seçilen bilimciler ve genç bilimciler, Türkiye'nin uluslararası bilim iddiasının en seçkin temsilcileridir. Onları dikkatle izlemek, gelişmelerine katkıda bulunmak hepimizin görevidir.” Toplantıya katılan üniversite yöneticilerinin ulusal insan gücü değerlerinin en iyilerini kurumlarında barındırma arzu ve özleminde olduğuna değinen Akademi Başkanı Prof. Dr. Yücel Kanpolat, “Uluslararası bilim alanında, değerli bilim insanlarını, özel anlaşmalar ile istekli eğitim kurumlarında çalıştırılabildiği gene hepimizce bilinen bir doğrudur. Bu yolla, nitelikli bilim insanları, pek çok kurum tarafından o kurumda istihdam edilmeksizin değerlendirilebilmektedir. Bu gelenek ne yazık ki ülkemizde yaygın değildir. Kurumum adına ben bu önemli konunun takipçisi olacağım” dedi. TÜBA’dan Haberler Bilim dünyasını zenginleştiren değerli bilimcilerle aynı havayı paylaşabilmekten duyduğu mutluluğu ifade eden Prof. Kanpolat, toplantıya katılan tüm bilim insanlarına, genç bilim insanlarına, onları yetiştiren aile, okul ve üniversitelere ulusça minnettar olduklarını söyledi. TÜBA Akademi Günü'nün evsahipliği gerçekleştiren Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kadri Özçaldıran da toplantının açılış konuşmasını yaptı. Akademi Günü'nde, TÜBA'ya yeni katılan üyelere ve 2009 Yılı GEBİP Ödülü alan genç bilimcilere plaket verildi. Ayrıca Aralık 2008'de yapılan Genel Kurul Toplantısı'nda Akademi'ye yeni seçilen üyelere de plaket verildi. Akademi Günü'nün son bölümünde Aralık 2008'de TÜBA'ya katılan yeni üyeler Prof. Dr. Cezmi Akdiş, Prof. Dr. Bekir Çetinkaya, Prof. Dr. Miral Dizdaroğlu, Prof. Dr. Hakan Akbulut, Prof. Dr. Zeynep Aycan ve Prof. Dr. Murat Elçin çalışmalarını özetleyen konuşmalar yaptılar. TÜBA Bilim Eğitimi Stüdyosu ve Portalı Açıldı Akademi'nin çocukluktan itibaren bilime ve bilgiye meraklı bireyler yetiştirerek “Türkiye'nin geleceğine yön verecek olan bilgi toplumuna dönüşümün beşeri ve teknik alt yapısına ilişkin çalışmaların hızlandırılması” misyonuyla başlattığı Bilim Eğitimi Projesi kapsamında oluşturulan stüdyo ve Bilim Eğitimi Portalı açıldı. www.bilimegitimi.tv.tr adresinden ulaşılabilecek web sitesinde 4-8 ve 9-14 yaş grubu çocuklara yönelik deneyler ve gözlemler, eğitici oyunlar ve video görüntülerinden izlenebilecek bilgiler yer alıyor. Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet Aydın, Akademi Genel Kurulu'na Hitap Etti 6 Haziran 2009'da Kadir Has Üniversitesi'nde düzenlenen Akademi Genel Kurulu'na Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet Aydın katılarak bir konuşma yaptı. Portal, uygulamalı bilim eğitimi örneklerini internet aracılığıyla Türkiye çapında ilköğretim okulu öğretmenlerine ulaştırmayı amaçlayan güçlü bir hizmet sağlayıcı bilgi işlem sistemi ve destek üniteleri ile yazılımından oluşturuldu. Portalı görsel, işitsel deney örnekleri ve ders malzemeleriyle destekleyecek gelişmiş bir TV yapım stüdyosu kuruldu. Böylece öğrencilere yönelik iki grupta, öğrencilerin kendilerinin yapıp değerlendirebilecekleri deney örnekleri çekimlerinin portal üzerinden ilgililere ulaştırılmasıyla bilim eğitimine destek verilmeye başlandı. Portalda stüdyoda çekilen bireysel deney örneklerinin yanı sıra Bilim Eğitimi Projesi çalıştaylarında ele alınan uygulamalı bilim eğitimi konuları ve ders örnekleri de görsel olarak kaydedilip yayına veriliyor. Oluşturulan bu stüdyo ve portal, bilim ve bilgi toplumu oluşturma yönünde atılan önemli bir adımı simgeliyor. Portal sayesinde ülkemizin çeşitli yerlerinde bulunan öğretmenlere de sorgulayıcı eğitim sistemi tanıtılacak ve böylece toplum geneline bu düşünce sistemi ve bilimsel anlayış yayılabilecektir. “Yüzyılın Adamı” Prof. Dr. M. Gazi Yaşargil, TÜBA Genel Kurul Konferansı Verdi Türkiye Bilimler Akademisi'nin 6 Haziran 2009'da, İstanbul'da gerçekleştirdiği genel kurul toplantısından önce, Amerikan Nörolojik Cerrahlar Kongresi'nde, Neurosurgery dergisi tarafından “Yüzyılın Adamı” unvanı verilen dünyaca ünlü sinir cerrahisi uzmanı ve TÜBA Şeref Üyesi Prof. Dr. M. Gazi Yaşargil, “Güncel Bilimlere Bir Sinir Cerrahı Gözü ile Bakış” başlıklı konferans verdi. Katılımın ücretsiz, bilimle ilgili gençlere ve üniversite öğretim üyelerine açık olduğu konferans, Kadir Has Üniversitesi D Blok Kültür Merkezi'nde yapıldı. Nöroşirürji alanında bilime yaptığı katkılar, yaratıcı ve özgün çalışmaları ile birçok ödüle layık görülen Prof. Yaşargil, mikro cerrahinin nöroşirüji alanında kullanılabilirliğini keşfetmiş ve yaygınlaştırmıştır. Epilepsi ve beyin tümörlerinin tedavisi için yeni yöntemler bulmuş, bu alanda yüzyılın en büyük gelişmelerini gerçekleştirmiştir. Harvey Cushing ile beraber “21. Yüzyılın En Önemli Nöroşirüji Uzmanı” olarak nitelendirilen Yaşargil, öğrencilerini yetiştirmeye de büyük önem vermiş, görev aldığı üniversitelerde binlerce öğrenciye bilgi ve tecrübelerini aktarmıştır. Yaşargil, meslek yaşamını ABD'de Arkansas Tıp Bilimleri Üniversitesi'nde sürdürmektedir. Arkansas Tıp Bilimleri Üniversitesi'nde adına cerrahi kürsüsü vakfı kurulan, Alman Beyin Cerrahisi Derneği'nin Feodor Krause madalyasına ve Amerika Cerrahlar Koleji'nin onur üye madalyasına layık görülen Prof. Dr. Yaşargil, 2000 yılında TÜBA Şeref Üyeliğine seçilmiştir. Prof. Yaşargil'e, 1999 yılında TÜBİTAK Bilim Ödülü, takip eden yıllarda Türkiye Cumhuriyeti Üstün Hizmet Madalyası ile TBMM Onur Ödülü tevcih edilmiştir. TÜBA Hatıra Ormanı'nda 15 bin Ağaca Ulaşıldı Türkiye Bilimler Akademisi'nin 2008 yılı başında, önceki başkan Prof. Dr. Engin Bermek tarafından başlatılan girişimler Sayfa 49 TÜBA’dan Haberler sonucu 'özel ağaçlandırma amaçlı' olarak Elmadağ'da tahsis edilen 108.510 metrekarelik araziye, bugüne dek yaklaşık 15 bin adet sedir, çam ve akasya fidanı dikildi. Akademi Başkanı Prof. Dr. Yücel Kanpolat ve Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Tarık Çelik'in, 4 Mayıs 2009'da yaptığı fidan dikiminden sonra TÜBA Hatıra Ormanı'nda dikim işlemi tamamlanmış oldu. Akademi'nin 31 Mart 2008'de yaptığı başvuruya Maliye Bakanlığı Milli Emlak Müdürlüğü'nün 22 Nisan 2008'de verdiği olumlu yanıtla başlatılan Hatıra Ormanı girişimi sonucunda Ankara Elmadağ ilçesi Hasanoğlan Kasabası, Bahçelievler Mahallesi'nde 968 ada no üzerinde 108.510 metrekarelik bir alan, “özel ağaçlandırma maksatlı” olarak TÜBA'ya tahsis edilmiştir. Akademi'ye 4 Yeni Üye Seçildi Türkiye Bilimler Akademisi'nin, 5 Aralık 2009 günü yapılan Genel Kurul toplantısında, Prof. Dr. Sami Gülgöz, Prof. Dr. Ahmet Oral ve Prof. Dr. Tayfun Özçelik Asli Üyeliğe; Prof. Dr. Vural Bütün Asosiye Üyeliğe seçildiler. Prof. Dr. Sami GÜLGÖZ (Asli Üye): 2 Mart 1962'de doğan Prof. Dr. Sami Gülgöz, Koç Üniversitesi İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi'nde Dekan olarak görev yapmaktadır. Prof. Gülgöz'ün, “zihinsel işlevler” ile ilgili temel bilimsel çalışmaları, belleğin insan gelişimi ve yaş ile nasıl değiştiği ve kültürden nasıl etkilendiği konusunda bilime özgün katkılar sağlamıştır. Prof. Gülgöz'ün ortaya koyduğu bir metin analiz ve oluşturma yöntemi, bir metnin anlaşılması ve hatırlanmasını zorlaştıran bölümlerinin belirlenmesini ve bu zorlukların ortadan kalkacağı biçimde o metnin onarılmasını sağlamaktadır. Dünyada yaygın olarak kullanılan bilimsel bir kişilik testinin güvenilirliği ve geçerliliğini incelemiş olan Prof. Gülgöz, bu testin Türkiye uyarlamasını yapmış ve ülkemizde uygulama lisansını almaya hak kazanmıştır. Prof. Gülgöz'ün aldığı bazı ödüller şunlardır: “Orta Doğu Teknik Üniversitesi Prof. Dr. Mustafa N. Parlar Eğitim ve Araştırma Vakfı, Araştırma ve Teşvik Ödülü (1994)”, “American Psychological Association, Division of Educational Psychology, Outstanding Article Award (1993)”, “School of Sciences Junior Faculty Fellowship Award, Auburn University (1991)”, “Merit Award, Graduate School, University of Georgia (1988)”, “Herbert Zimmer Award for Outstanding Researcher and Research Potential, Psychology Department, University of Georgia (1988)”, “Psi Chi, National Honor Society in Psychology, University of Georgia (1986)”. Prof. Dr. Ahmet ORAL (Asli Üye): 24 Eylül 1965 tarihinde doğan Prof. Dr. Ahmet Oral, Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Prof. Oral'ın bilimsel çalışmaları, son yıllarda yoğun araştırmalara konu olan nanobilim ve nanoteknoloji ile ilişkilidir. Malzeme yüzeylerinin manyetik özelliklerini inceleyen “Taramalı Hall Aygıtı Mikroskobu”nun çözünürlüğünü 10.000 kat arttırarak 250 nanometreye yükseltmiştir. Öğrencileri ile birlikte yaptığı daha sonraki çalışmaları ile hassasiyeti 5 kat daha artırarak 50 nanometreye Sayfa 50 ulaştıran Prof. Oral, yüzeylerin manyetik özelliklerin “gerçek zamanda” incelenebilmesini sağlayan “Hall Sensörleri” geliştirmiştir. Prof. Oral'ın, Oxford ve Bilkent üniversitelerindeki çalışmaları sırasında geliştirdiği “Atomik Kuvvet Mikroskobu”, atomlar arası kuvvetleri çok küçük titreşimleri ölçerek belirlemektedir. Prof. Oral, araştırma grubu ile birlikte, dünyada ilk kez çok geniş bir sıcaklık aralığında (0 ile 300 oK ) ve 10 nanometreden daha iyi çözünürlükte çalışan bir “Manyetik Kuvvet Mikroskobu” da geliştirmiştir. Prof. Oral, 2002 yılında “TÜBİTAK Teşvik Ödülü”nü, 1993 yılında “Mustafa Parlar Vakfı Teşvik Ödülü”nü kazanmıştır. Prof. Dr. Tayfun ÖZÇELİK (Asli Üye): 7 Ocak 1961 doğumlu Prof. Dr. Tayfun Özçelik, Bilkent Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. İnsan genetiği konusunda çalışmalar yapan Prof. Özçelik'in, “Prader-Willi Sendromu” tanısında kullanılmak üzere geliştirdiği yöntem için bir patenti bulunmaktadır. Prof. Özçelik'in, 2008 yılında yayınladığı araştırmasında gelişimsel nörogenetik hastalıklarla ilişkili çalışmaları kapsamında insanlarda dört ayak üzerinde yürüme i l e i l i ş k i l i “ Ü n e r Ta n S e n d r o m u ” n u n V L D L R mütasyonlarından kaynaklandığını göstermiştir. Bu bulgu insanların iki ayak üzerinde yürümesi ile ilişkili moleküler mekanizmaların aydınlatılmasına yönelik olarak atılan ilk adım olarak nitelendirilmektedir. Prof. Özçelik, evrensel bilime genetik haritalama çalışmaları, kalıtsal hastalıkların moleküler temellerinin araştırılması ve gelişimsel nörogenetik hastalıklarla ilgili çalışmalarıyla katkıda bulunmuştur. Prof. Özçelik, 2006 yılında Bayındır Hastanesi “Bilim Ödülü”, 2002 yılında Türk Hematoloji Derneği “Hematolojide Yenilikler Birincilik Ödülü”, 2001 yılında World Society Breast Health “En İyi Bilimsel Çalışma Ödülü”, 1996 yılında TÜBİTAK “Teşvik Ödülü”, 1995 yılında Roche Beyin Araştırmaları Derneği “Bilim Ödülü”nü kazanmıştır. Prof. Dr. Vural BÜTÜN (Asosiye Üye): 1 Ağustos 1968 tarihinde doğan Prof. Dr. Vural Bütün, Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Prof. Bütün'ün çalışma alanı, polimer kimyasıdır. Suda çözünebilen diblok ve triblok kopolimerlerin sentezi ve bu malzemelerin özelliklerinin, ortamın pH düzeyine bağlı olarak kontrol edilebildiğini ortaya koyan ekiple birlikte çalışmış olan Prof. Bütün, “şizofrenik polimer” kavramını geliştiren bilim adamları arasında yer almaktadır. Prof. Bütün, İngiltere bağlantılı çalışmalarını benzer bilimsel düzeyde daha sonra Osmangazi Üniversitesi’nde kurduğu laboratuvar düzeni ve araştırma ekibi ile devam ettirmeyi başarmıştır. Prof. Bütün, 2004 yılında TÜBİTAK TWAS Teşvik Ödülü’nü, 2004 yılında TÜBİTAK Teşvik Ödülü’nü, 2004 yılında TÜBA GEBİP Ödülü’nü, 2006 yılında Tunç Savaşçı Polimer Bilim ve Teknoloji Ödülü’nü, 2005 yılında PAGEV Plastik Teknoloji Araştırma Birincilik Ödülü’nü kazanmıştır. TÜBA Üyelerinden Haberler TÜBA Şeref Üyesi Prof. Dr. Cemal Eringen'i Yitirdik Mühendislik, temel bilimler ve mekanik alanında uluslararası düzeyde tanınmış ve saygın bir yer edinmiş olan Prof. Eringen, 10 Aralık 2009'da vefat etti. Mühendislik Bilimleri Topluluğu'nun kurucusu ve başkanı olan Prof. Eringen, termomikro akışkanlar, elastisite, sıvı kristaller vb. konularda bilime önemli katkılarda bulunmuştu. Prof. Eringen'in 139 yayını 2471 adet atıf almıştı ve h indeksi 34'tü. 15 Şubat 1921 tarihinde Kayseri'de doğan Prof. Eringen, şimdi İstanbul Teknik Üniversitesi olan İstanbul Yüksek Mühendislik Okulu'nu 1943 yılında bitirmiş, 1948 yılında Brooklyn Politeknik Kurumu'ndan Uygulamalı Mekanik alanında doktora derecesini almıştır. Mühendislik Bilimleri Topluluğu, 1975 yılında Prof. Eringen adına bir madalya ihdas etmiş ve her yılın en iyi mühendislik bilim insanına bu madalya verilmiştir. Prof. Eringen, “International Journal of Engineering Science”, “Letters in Applied & Engng. Sci”, “Proceedings of the Society of Engineering Science”, “J. Of Math.&Physical Sciences”, “Mechanics Research Communications”, “Int. J. Computers in Math. Sci. & Appl.”, “Int. J. Appl. Ied Analysis”, “Bulletin of the Technical University of İstanbul” gibi bilimsel yayınların editörler kurulunda görev yapmıştır. “Int. J. Engng. Sci Quart. J. Of Math”, “J. Chem. Phys. SIAM Journal”, “J. Appl. PhysicsJ. Appli Mech.”, “Int. J. Solids & Tructures Acoust. Soc. Amer. J.”, “Rheology J. Of Foundation of Phys.”, “J. Of the Franklin Institute J. Of Elasticity”, “J. Of Plasticity J. Statistical Phys.”, “Phys. Rev. J. Math. Phys.”, “Mech. Research Comm. J. Math. Phys. Sci. India” gibi dergilere de hakemlik yapmıştır. Prof. Eringen adına meslektaşları ve öğrencileri tarafından pek çok sempozyum düzenlenmiştir. TÜBA Üyelerinden Haberler Prof. Dr. İlhan Başgöz (Şeref Üyesi) Prof. Dr. M. İlhan Başgöz'e, 1 Kasım 2009'da, Dünya Kardeşlik Birliği Mevlana Yüce Vakfı'nın Edebiyat dalındaki ödülü verildi. Ödül ve Barış Şildi, İstanbul'da TEM Show Center'da düzenlenen bir törenle takdim edildi. Eylül 2009'da Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde ders vermeye başlayan Prof. Dr. M. İlhan Başgöz, ayrıca Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi'nin daveti üzerine Uluslararası Köroğlu, Bolu Tarihi ve Kültürü Sempozyumu'nun açılış konferansını gerçekleştirdi. Prof. Dr. Ayhan O. Çavdar (Şeref Üyesi) Prof. Dr. Ayhan O. Çavdar'a, İstanbul Kadıköy Rotary Kulübü tarafından “Meslekte Başarı Ödülü” verildi. Prof. Çavdar'a ödülün, “Üstün deneyim ve bilgi birikimiyle tıp alanında çok önemli bilimsel çalışmalar ve projeler yürütmesi, Türkiye'de Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı'nın gelişmesine en büyük katkıyı yapması, birbirinden değerli sayısız öğrenci yetiştirmesi” nedeniyle verildiği açıklandı. İstanbul-Kadıköy Rotary Kulübü'nün ödülü 2 Kasım 2009'da, Kozyatağı- İstanbul Marriott Otel'de düzenlenen törenle takdim edildi. Prof. Dr. Bozkurt Güvenç (Şeref Üyesi) Prof. Dr. Bozkurt Güvenç'e, İstanbul Kültür Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi tarafından "Bilim Alanında 2009 Yılı Yıldızlaşan Onur Ödülü" verildi. Prof. Güvenç'e ödülü 13 Mayıs 2009'da, İstanbul Kültür Üniversitesi Ataköy Yerleşkesi, Akıngüç Oditoryumu'nda düzenlenen törenle takdim edildi. Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı (Şeref Üyesi) Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı'nın akademik kariyerinde 40 yılını doldurması ve kendisine armağan olarak hazırlanan Perspectives on Human Development, Family, and Culture adlı kitabın Cambridge Üniversitesi Yayınları tarafından yayımlanmasını kutlamak amacıyla 27 Mayıs 2009'da, Koç Üniversitesi'nde bir kutlama düzenlendi. Prof. Dr. Doğan Kuban (Şeref Üyesi) Türk, Anadolu mimarlık eğitiminin dünyaca tanınmış hocalarından Prof. Dr. Doğan Kuban'a, Ulusal Eğitim Derneği tarafından “Eğitim Onur Ödülü” verildi. Prof. Dr. Doğan Kuban'a ödülü, 24 Kasım 2009'da Öğretmenler Günü'nde düzenlenen törenle takdim edildi. Prof. Dr. Okan Akhan (Asli Üye) Prof. Dr. Okan Akhan, Türk Radyoloji Derneği'nin 13 Aralık 2009'da yapılan genel kurul toplantısında dernek başkanlığına seçildi. Prof. Akhan ayrıca ESGAR (European Society of Gastrointestinal and Abdominal Radiology) tarafından “Certificate of Merit” ile ödüllendirildi. Sayfa 51 TÜBA Üyelerinden Haberler Prof. Dr. Engin Umut Akkaya (Asli Üye) Prof. Dr. Engin Umut Akkaya'nın Journal of the American Chemical Society'de yayınlanan makalesi (JACS, 2009, 131, 48.), American Chemical Society'nin dünyadaki tüm üyelerine gönderdiği Chemical & Engineering News dergisinin 19 Ocak 2009 tarihli sayısında haber oldu. Prof. Akkaya, bu çalışmasında, daha önce iki ayrı alanda yürüttüğü araştırmaları bir araya getirdi. Prof. Dr. Metin Balcı (Asli Üye) Prof. Dr. Metin Balcı, 2007 yılı için ODTÜ Performans Ödülü'ne layık görüldü. Prof. Dr. Nihat Berker (Asli Üye) Prof. Dr. Nihat Berker, Massachusetts Institute of Technology tarafından Fizik Onur Üyeliğine seçildi. Prof. Berker ayrıca KoçPost Öğrenci Gazetesi tarafından 2008 Yılının En İyi Hocası seçildi. Prof. Dr. Turgay Dalkara (Asli Üye) Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji profesörü, Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Turgay Dalkara, beyin ve damar hastalıkları alanına yaptığı bilimsel katkılardan dolayı Vehbi Koç Ödülü'ne layık görüldü. 25 Şubat 2010'da, Levent'teki İş Kuleleri'nde düzenlenen törende, Prof. Dr. Turgay Dalkara'ya ödülü, Vehbi Koç Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Semahat Arsel tarafından takdim edildi. Prof. Dr. Turgay Dalkara ve ekibinin yazdığı, “A Nanomedicine Transports a Peptide Caspase-3 Inhibitor across the Blood-Brain Barrier and Provides Neuroprotection” başlıklı makale The Journal of Neuroscience dergisinin 4 Kasım 2009 tarihli sayısında yayımlandı ve haftanın makalelerinden biri seçilerek ABD basınına tanıtıldı. Ayrıca Prof. Dalkara'nın 44. Ulusal Nöroloji Kongresi'nde sunduğu bildiri, Sözel Bildiri Birincilik Ödülü elde etti. Prof. Dr. A.M. Celâl Şengör (Asli Üye) Prof. Dr. A.M. Celâl Şengör'e, dünyanın en iyi dokuzuncu üniversitesi seçilen Chicago Üniversitesi tarafından Onur Doktorası verildi. Prof. Dr. Şengör'e, Onur Doktorası, 9 Ekim 2009'da yapılan 500. Mezuniyet Töreni'nde takdim edildi. Prof. Şengör ardından bir konferans verdi. Prof. Dr. Yücel Kanpolat (Asli Üye) Türkiye Bilimler Akademisi Başkanı Prof. Dr. Yücel Kanpolat, Dünya Nöroşirürji Toplulukları Federasyonu (World Federation of Neurosurgical Societies-WFNS) tarafından 30 Ağustos- 4 Eylül tarihleri arasında Boston'da düzenlenen Dünya Nöroşirürji Kongresi'ne (World Congress of Neurosurgery) davetli olarak katıldı ve 2 Eylül 2009'da, toplantının 4 onur konuşmacısından biri olarak Sayfa 52 "Management of Cancer Pain: The Role of the Neurosurgeon" başlıklı sunumunu gerçekleştirdi. Prof. Dr. Yücel Kanpolat ayrıca Dünya Nöroşirürji Toplulukları Federasyonu'nun (World Federation of Neurosurgical Societies- WFNS) yayını Federation News'ın editörlüğüne seçildi. Bu seçimin 2009-2013 yıllarını kapsayan bir dönem için yapıldığı açıklandı. Prof. Dr. Mehmet Özdoğan (Asli Üye) Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, 10 Ocak 2009'da, arkeoloji alanında yaptığı başarılı araştırmalar nedeniyle, Amerikan Arkeoloji Enstitüsü (Archaeological Institute of AmericaAIA) muhabir üyeliğine seçildi. Prof. Dr. Bilal Tanatar (Asli Üye) Prof. Dr. Bilal Tanatar'a, Türk Fizik Derneği tarafından 2008 Yılı Prof. Dr. Engin Arık Bilim İnsanı Ödülü verildi. Prof. Dr. Hakan Akbulut (Asosiye Üye) Prof. Dr. Hakan Akbulut, AACR-NCI'nin 2008 Yılı International Investigator Opportunity Grant Ödülü'ne layık görüldü. Prof. Dr. Erdin Bozkurt (Asosiye Üye) Prof. Dr. Erdin Bozkurt, Journal of the Geological Society of London adlı derginin "Subject" Editörü olarak seçildi. 1845 yılından beri yayımlanan dergi 5.000 adet basılıyor ve 100'ü aşkın ülkeye dağıtılıyor. Prof. Dr. Y. Murat Elçin (Asosiye Üye) Prof. Dr. Murat Elçin, Ankara Üniversitesi 2007-2008 Yılı Bilim Ödülü'ne layık görüldü. Prof. Dr. Kadriye Arzum Erdem Gürsan (Asosiye Üye) Prof. Dr. Kadriye Arzum Erdem Gürsan, 2009 yılı ODTÜ Araştırma Teşvik Ödülü'ne layık görüldü. Prof. Erdem Gürsan ayrıca 2008 yılı Feyzi Akkaya Bilimsel Etkinlikleri Destekleme Fonu'nun (FABED) Genç Bilim İnsanlarına Üstün Başarı Ödülü'nü elde etti. Prof. Dr. Türker Kılıç (Asosiye Üye) Prof. Dr. Türker Kılıç, Türkiye Beyin Araştırmaları Derneği'nin 2008 Yılı Proje Destek Ödülü'ne layık görüldü. Prof. Dr. Orhan Aydın (GEBİP Üyesi) Karadeniz Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Orhan Aydın, TÜBA tarafından aday gösterildiği TWAS'ın Hindistan'da bulunan Orta ve Güney Asya Ofisi tarafından (TWAS-ROCASA) TWAS Genç Üyesi seçildi. Doç. Dr. Ersin Göğüş (GEBİP Üyesi) Doç. Dr. Ersin Göğüş ve arkadaşları, “Soft Gamma Repeater” adı ile bilinen SGR 0418+5729 nötron yıldızınımagnetarın periyodunu ölçmeyi başardı.