Pdf E-Kitap - Şeker-İş
Transkript
Pdf E-Kitap - Şeker-İş
Mücadelemize Devam Edeceğiz! Değerli Arkadaşlarım, Sendikamız Şeker-İş; Olağan Kongresi’ni geride bırakmış bulunuyor. Ülkemizin de sendikal hareketin de zor bir dönemden geçtiği bir zamanda bu kongreden şeker işçileri birlik, beraberlik ve dayanışma ruhlarını yenileyerek başarıyla çıkmışlardır. Bu çok önemlidir; çünkü bilmekteyiz ki işçi hareketinin gücü, onların birliğiyle, dayanışmalarıyla paraleldir. Bugün sendikal hareketi etkisiz kılmak isteyenler; esas olarak işçi hareketini zayıflatmak, onun birliğini tahrip etmek istemektedirler. Kongremizde şeker işçilerinin ortaya koyduğu tavır bu çabalar karşısında anlamlı bir cevap niteliği taşımaktadır. Bugün ülkemizin ve dünyanın karşı karşıya bulunduğu sorunlar işçi hareketinin ve sendikal mücadelenin önemini daha da artırmış bulunmaktadır.Dünyadayaşanan küreselleşme hareketi; bir taraftan millî devletleri zayıflatmayı, millî ekonomileri çökertmeyi ve İSA GÖK BAŞKANDAN bağımlılık ilişkilerini yaygınlaştırmayı hedeflemişken, diğer taraftan da işçileri örgütsüz, dağınık hale getirip toplumsal eşitsizleri yaygınlaştırarak sömürü kaynaklarını artırmak istemektedirler. Küreselleşme sürecinin modern çağın en önemli kurumu olan millî devlet ve millî ekonomiler karşısında küresel güç merkezlerinin çıkarları doğrultusunda işlemesi bütünüyle milletlerarası eşitsizlikleri artırdığı gibi ülkeler içerisinde de sınıflar arasında dengesizlikleri büyütmekte, gelir dağılımını bozarak yoksulluğu yaygınlaştıran sonuçlar yaratmaktadır. Küreselleşme politikalarının ekonomiye yansıyan boyutlarının bütün ağırlığı işçi hareketinin, işsizlerin ve yoksulların omzuna binmektedir. Ülkemizin bu süreçte bölgesel bir güç hâline gelmesi; kendi medeniyet ve coğrafyasında lider ülke konumuna çıkması her şeyden önce ülke kaynaklarının emekle birleşerek daha yaratıcı ve üretken olması anlamını taşımaktadır. Bunun için bizler küreselleşme sürecinin dinamiklerini kavrayarak bu süreci ülkemizin ve emeğin lehine olacak biçimde yönlendirmek ve yönetmek mecburiyetindeyiz. Türkiye’nin son 20-30 yılda maruzkaldığıneo-liberalpolitikalarülkemizin toplumsal yapısında büyük tahribat yaratmıştır. Türkiye büyümesini sürdürürken neo-liberal politikaların getirdiği yük bir türlü ülkenin toplumsal ve ekonomik kalkınmasına izin vermemiş, büyüme için yapılan fedakârlıklar, uğranılan mağduriyetler istenilen mutlu sona ulaşmayı sağlayamamıştır. ŞEKER-İŞ SENDİKASI GENEL BAŞKANI BAŞKANDAN Neo-liberal politikaların Türkiye’ye dayattığı uygulamalar şu noktalarda tespit edilebilir: Bunlardan birincisi; kamunun sadece ekonomiden değil sosyal hayattan da çekilmesi, her türlü düzenleyici rolünün pasife edilmesi. İkincisi; ekonomik kuruluşların verimlilik, kârlılık, toplumsal fayda ilkeleri bir kenara bırakılarak yok pahasına satılması ya da özelleştirilmesi. Üçüncüsü; başta sosyal güvenlik olmak üzere sağlıktan eğitime kadar toplumsal eşitsizliğin üretileceği bütün kurumsal yapıların özelleştirilip, piyasalaştırılması. Dördüncüsü; yerli bir endüstrinin, millî ekonomiyi ayakta tutacak sektörlerin oluşturulması stratejisi yerine uluslararası tekellerin belirlediği düzeyde ve sektörlerde sağlanacak ekonomik girişimlerin sürdürümesi. Beşincisi ise; bütün ulusal kaynakların herhangi bir koruma tedbiri alınmadan eşitsiz rekabet şartları altında talana ya da soyguna açık hâle getirilmesidir. Değerli Arkadaşlarım, Bu dayatmaların yaşandığı ülkemiz koşullarında, yeni bir kadro ile yeni bir döneme başladığımız şu günlerde, Sendikamızı ve sanayimizi bekleyen pek çok sorunla mücadele etmek durumundayız. Bildiğiniz gibi sanayimizin varlığını ve geleceğini tehdit eden en önemli sorun özelleştirmedir. Et-Balık’ta, Yem-San’da, Tigem’de, Sek’te; en son olarak da Tekel’de ve gerçekleştirilen pek çok özelleştirmede iddia edildiği gibi “özel sektör-güzel sektör” olmamıştır. Aksine özelleştirilen pek çok kurum kapatılmış ve işçiler işlerini kaybetmiştir. Ülkemiz, pek çok sanayi kolunda üretim yapamaz hale gelirken tarımımız ve hayvancılığımız da her geçen gün gerilemiştir. Tarımda kendi kendine yetebilen sayılı ülkelerden biri olan ülkemiz, bugün pek çok tarım ürününü ithal eder duruma gelmiştir. Hayvancılık ise bitme noktasına geldiği için geçtiğimiz günlerde et ithalatına izin verilmiştir. Kısacası Türkiye tarım ve hayvancılıkta pazar haline gelmiştir. Türkiye özelleştirmeler neticesinde tarım ülkesi olma özelliğini kaybederken işçilerimiz; ya işlerini kaybetmişler ya da 2 Şeker-İş Dergisi kölelik düzeni olan 4-C’ye mahkum edilerek mağdur olmuşlardır. Buna rağmen özelleştirme konusundaki ısrar mantıksız bir şekilde sürdürülmektedir. Bu çerçevede şeker sanayinin özelleştirilmesi yönündeki girişimlere devam edilmektedir. Bildiğiniz gibi son olarak Portföy B ve Portföy C içerisinde yer alan fabrikalarımızın ihale ilanları yayınlamıştır. Hatta Portföy C fabrikalarımızın ihalesi gerçekleştirilmiştir. Tüm bunlar karşında Sendikamız Şeker-İş çocuklarımızın, ülkemizin geleceği olan şeker sanayinin yaşayabilmesi için gecikmeden gerekli girişimlerde bulunmuştur. Danıştay nezdinde açtığımız davalar neticesinde 15 Aralık 2009 tarihinde Portföy C grubunda yer alan şeker fabrikalarının özelleştirilmesine ilişkin ihale ilanının ve şartnamesinin yürütmesi durdurulmuş, ÖİB’nin bu karara itirazı ise 25 Mart 2010 tarihinde DİDDK tarafından reddedilmiştir. Portföy B fabrikaları için Danıştay’da açtığımız dava bu fabrikaların ihalesi gerçekleştirilmeden sonuçlanmış ve 12 Ocak 2010 tarihinde yürütmenin durdurulması kararı alınmıştır. Sendikamız tarafından özelleştirme karşısında 2005 yılından bu yana verilen mücadelede hukuki çabalara büyük önem verilmiştir. Bor, Ereğli ve Ilgın Şeker Fabrikalarımızın ihale ilanlarının yayınlanması ile daha da ağırlık verilen hukuki mücadelemizde önemli sonuçlar elde edilmiştir. Bunun en önemli sebebi; açtığımız davaların gerekçelerinin uzman kadromuzla beraber, bilimsel açıdan doğru olan verilere dayalı olarak, büyük bir dikkatle hazırlanmış olmasıdır. Yürütmeyi durdurma kararlarına yapılan itirazlar karşında da savunmalarımız aynı şekilde ve ciddiyetle hazırlanmıştır. Bana göre hiçbir başarı rastlantı değildir. Sendikamızın başarıları da kesinlikle rastlantılar sonuncunda elde edilmiş başarılar olarak kabul edilemez. Hepsi geceli gündüzlü, azim ve kararlılıkla, yılmadan gerçekleştirilen çalışmaların neticeleridir. Sendikamız; hukuki çabaların yanı sıra siyasi alanda da sanayimizin özelleştirme programından ve kapsamından çıkarılması için; tüm teşkilatı ile birlik ve bütünlük içerisinde gerçekleştirdiği çalışma- larında önemli girişimlerde bulunmuştur. Şeker fabrikalarının bulunduğu illerde Şube Yönetimleri tarafından yöre milletvekilleri ve siyasi parti temsilcileri ile görüşülerek şeker sanayini ve halkımızı bekleyen tehlikeler hakkında hayati bilgiler anlatılmıştır. Diğer taraftan Merkez Yöneticilerimiz tarafından bakanlar, milletvekilleri ve siyasi partilerin temsilcileri ile pek çok görüşme gerçekleştirilerek özelleştirmenin AB Şeker Rejimi Reformu’nun sonlanacağı 2015 yılına kadar durdurulması; şeker işçisinin, pancar üreticisinin ve devletin yer alacağı yeni bir model oluşturularak şeker sanayinin yeniden masaya yatırılması talep edilmiştir. Sanayimiz için bir diğer sıkıntılı konu da NBŞ’nin pancar şekerinin yerini almasına neden olabilecek çabaların ısrarla sürdürülmekte olmasıdır. 2002–2003 pazarlama yılından bu yana Bakanlar Kurulu tarafından yüzde 10 olan NBŞ kotası; her yıl yüzde 25–50 arasında değişen oranlardaattırılmıştır.SendikamızŞeker-İşher yıl pancar şekeri aleyhine haksız bir şekilde yapılan bu kota artışı kararlarına karşı Danıştay nezdinde dava açmış ve bu kararların iptal edilmesini sağlamıştır. Ancak alınan bu kararlar hayata geçirilememiştir. Bunun üzerine Sendikamız 4 Ağustos 2008 tarihinde konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşımak zorunda kalmıştır. Öte yandan 2009–2010 pazarlama yılı için nişasta bazlı şeker kotasının yüzde 50 oranında artırılması yönündeki Bakanlar Kurulu kararına karşı da Sendikamız tarafından zaman kaybedilmeden gerekli hukuki girişimlerde bulunulmuştur. Değerli Arkadaşlarım, Sanayimizin varlığını sürdürebilmesi için var gücümüzle mücadele ettiğimiz bu dönemde dünyada pek çok önemli ekonomik ve siyasi gelişme yaşanmaktadır. Geleceğimize yön vermek ve haklarımızı korumak, geliştirmek istiyorsak işçiler olarak bizleri doğrudan etkileyen bu gelişmelere karşı duyarsız kalamayız. Küresel ekonomik krizin etkisi ile dünya ekonomisi 2009 yılında yüzde 0,6 küçülmüştür. Krizin çıkış yeri olan ABD yüzde 2,4 küçülürken; krizin yeni mekanı olan Avrupa Birliği (AB) ise yüzde 4,1 küçülmüştür. BAŞKANDAN AB’de bu küresel krizden en çok İspanya, Portekiz ve Yunanistan etkilenmiştir. Yunanistan AB’den ve IMF’den kredi desteği alabilmek için çalışanlar için önemli kayıpları içeren kemer sıkma programını parlamentosundan geçirmek zorunda kalmıştır. Bunun ardından Yunanistan’da sendikaların başını çektiği ve halkın yoğun olarak katıldığı büyük protesto gösterileri düzenlenmiştir. Borç krizinin Avrupa kıtasında yayılmaya başladığı bugünlerde Yunanistan’ın ardından İspanya’nın ve Portekiz’in de birer kurtarma programına ihtiyaç duyacağı yönde yorumlar yapılmaya başlanmıştır. Ağır borç yükü altında ezilerek kriz yaşaması beklenen sıradaki ülkeler ise İrlanda, İtalya ve İngiltere’dir. AB’de yayılan krizin tüm dünyaya yayılmasıyla büyük bir ekonomik çöküşün kısa zamanda gerçekleşeceği ve bunun da Türkiye’yi kısa zamanda etkileyeceği endişeleri her geçen gün artmaktadır. Yeni bir dış şokun ülkemizi vurma ihtimalinin artması ile beraber Türkiye bu şoku hangi koşullarda karşılayacak diye baktığımızda; ne yazık ki durum hiç de iç açıcı görünmemektedir. 2008-2009 ortalaması alındığında Türkiye iki yılda yüzde 2 oranında daralmıştır. 2010 yılında Türkiye için tahmin edilen yüzde 5,2’lik büyüme önümüzdeki 6 ay için umutların yeşermesine neden olmaktadır. Ancak 2009 yılında yüzde 4,7 oranında daralan bir ekonominin büyümesi sadece 2008 yılındaki duruma geri dönülmesinden başka bir anlam taşımamaktadır. Bu ekonomik daralmaya bağlı olarak işsizlik yüzde 14,4 seviyesine ulaşmıştır. Öte yandan işsiz kalma tehlikesini yaşayan sanayi çalışanları, işlerinden aşlarından kopmamak için ücretlerinde son 15 ayda ortalama olarak yüzde 18’lik indirime gidilmesine razı olmuşlardır. ABD’nin ve AB’nin borç stoku yüzünden zor günler geçirdiği bu dönemde Türkiye de benzer bir şekilde iç ve dış borç yükünün altında ezilmektedir. 2010 yılı Mart ayı itibariyle iç borç stokumuz 340,7 milyar TL’ye yükselirken, dış borç stokumuz 112,2 milyar TL’ye ulaşmıştır. Bütçe açığımız ise 6 milyar TL seviyelerine dayanmıştır. Değerli Arkadaşlarım, Türkiye’nin ve pek çok ülkenin büyük borç yükleri altında ezilmesine neden olan küreselleşme politikalarının mimarı olan ulus-üstü sermayenin baskısı ile milli ekonomik yapıya sahip devletlere 1980’li yıllardan bu yana dayatılan uygulamalar her geçen gün daha da acımasızlaşarak uygulanmıştır. Bu uygulamalar ile yıllardır tüm emekçilerin ellerindekiler, avucundakiler bir bir alınmıştır. Milli ekonomik yapıyı kurmak amacıyla uzun yıllar çabalayan gelişmekte olan ülkelerin tüm milli yatırımları özelleştirmeler aracılığı ile yok edilmiştir. Gelişmekte olan ülkelerin başta tarım ve hayvancılığı bitirilirken diğer taraftan stratejik sanayi kuruluşları yatırım değerlerinin çok altında uluslararası sermayenin ellerine teslim edilmiştir. Küreselleşme politikalarından her geçen gün daha da zenginleşen ulus-üstü sermaye kesimleri bunlarla da yetinmemiştir. Milli yapıya sahip devletlerin işgal edilmesi için her türlü girişimde bulunmuşlardır. Bu konuda da başarılı olmuşlar, Afganistan ve Irak işgallerinin gerçekleşmesini sağlamışlardır. ABD’nin nükleer silahlanmayı engelleme bahanesiyle İran’a müdahale etme yönündeki planları da halen gündemdedir. Diğer taraftan İsrail-Filistin barışı yönünde bir olasılığın her geçen gün azaldığı görülmektedir. Kıbrıs’ta ise mevcut çözümsüzlük durumunun değişebileceğine dair en ufak bir belirti bulunmamaktadır. Türkiye’nin kuzeydoğusu olan Kafkaslar da çatışmaların, çözümsüzlüklerin başka bir alanı olma durumunu muhafaza etmektedir. Bu çatışmaların ortasında yer alan Türkiye; mevcut sorunların dışında kalmaya çalışmaktadır. Son dönemde komşuları ile olan sorunlarını çözme yolunda önemli adımlar atan Türkiye; Suriye, İran ve Rusya ile yakın ilişkiler geliştirmeyi başarmıştır. Aynı şekilde Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi yönünde önemli adımlar atan Türkiye ne yazık ki benzer bir yaklaşımı Ermenistan’dan görememiştir. Her yıl olduğu gibi bu yılda 24 Nisan tarihi öncesinde ABD’de bulunan Ermeni Lobisi “Soykırım” ifadesinin ABD Başkanı tarafından dile getirilmesi için yoğun bir şe- kilde çalışmış, ancak başarılı olamamıştır. Ermenistan’ın ve Ermeni Diasporası’nın atalarımıza katil damgası vurmaya çalışan, sözdesoykırımiddialarıdevamettikçeilişkilerin normalleşmesi beklenmemelidir. Çünkü milletimizin bu tür girişimleri kabul etmesi mümkün değildir. Türkiye’nin tüm iyi niyetli çabalarına rağmen, ülkemiz Ortadoğu’daki ateş çemberinin içine çekilmeye çalışılmaktadır. Bunun için de dış güçler tarafından desteklenen ve beslenen terör kullanılmaktadır. Son zamanlarda nerdeyse her gün gelen şehit haberleri ile yüreklerimize ateş düşmektedir. Artık bu terör olaylarının bitirilmesi ve evlatlarımızın hayatlarının baharında can vermesinin önlenmesi için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Diğer taraftan pek çok işyerinde özellikle madenlerimizde güvenli çalışma ortamının temin edilememesi yüzünden iş kazalarında işçilerimiz hayatlarını kaybetmektedir. Son olarak 17 Mayıs’ta Zonguldak’ın Kilimli Beldesi’ndeki, Türkiye Taşkömürü Kurumu, Karadon Müessese Müdürlüğü’ne ait kömür ocağında meydana gelen göçük sonrasında 30 işçimiz yaşamını yitirmiştir. Hayatını kaybeden işçi kardeşlerimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine, tüm maden işçilerimize ve milletimize başsağlığı ve sabır diliyoruz. Şeker-İş Sendikası olarak bu acıların son bulmasını istiyoruz. Bunun için de çalışanlara sağlıklı ve güvenli bir iş ortamının sağlanarak, zaman kaybedilmeden iş kazalarının önlenmesi amacıyla gerekli çalışmalara başlanılması gerektiğini düşünüyoruz. Değerli Arkadaşlarım, Pek çok sıkıntıyı yaşadığımız bugünlerde Şeker-İş Sendikası mensupları olarak, teşkilatımızdan aldığımız güçle, ülkemizin, sanayimizin ve şeker işçisinin geleceği için daha çok çalışmak mecburiyetindeyiz. Yıllardır ekmeğini yediğimiz sanayimizin varlığını sürdürmesi; ülkemizde pancarın ve pancar şekerinin üretilmeye devam edebilmesi için mücadele etme gücümüzü, kararlılığımızı korumalı; örgütlülüğümüzü daha da geliştirmeliyiz. Bu konuda teşkilatımıza güveniyorum. Yeni dönemin ve yeni yönetimin teşkilatımıza hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. www.sekeris.org.tr 3 06 19. Olağan Genel Kurulumuz Toplandı 30 içindekiler 06 19. Olağan Genel Kurulumuz Toplandı 28 Merkez Yönetim Kurulumuz 30 1 Mayıs’ta Alanlardaydık 1 Mayıs’ta Alanlardaydık 36 Başkanlar Kurulu Toplantılarımız Yapıldı Şeker-İş Sendikası Adına Sahibi İsa GÖK Genel Başkan 35 Portföy C Fabrikalarının Özelleştirilmesini Durduran Danıştay Kararına Yapılan İtiraz Reddedildi 36 Başkanlar Kurulu Toplantılarımız Yapıldı 41 Sıfır Şeker Davasında Danıştay Şeker-İş Sendikası’nı Taraf Olarak Kabul Etti Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Hasan Basri GÜZEL Genel Eğitim Sekreteri Hazırlayan Duygu GÖZLEK Basın Uzmanı 42 8 Mart’ta 100. Yıl Coşkusu! 46 Sendikamızdan Tekel İşçilerine Destek 50 Sanayimizdeki Alt İşveren Uygulamalarına Karşı Mücadele Başlattık 52 Röportaj / Prof. Dr. Birgül Ayman Güler 58 Ucuz Et Yemenin Yolu İthalat mı? / Ahmet Atalık 62 Kutlama Ziyaretleri 63 Turhal’da Şeker-İş Voleybol Takımı İkinci Oldu 63 Muş Şeker’de Anneler Günü Kutlaması 64 Kaybettiklerimiz Yönetim Yeri Şeker-İş Sendikası Genel Merkezi Karanfil Sk. No: 59 Bakanlıklar / ANKARA Tel: 0312 418 42 73-74 Faks: 0312 425 92 58 Web: www.sekeris.org.tr e-mail: info@sekeris.org.tr 116 42 8 Mart’ta 100. Yıl Coşkusu! 46 Sendikamızdan Tekel İşçilerine Destek 52 Röportaj / Prof. Dr. Birgül Ayman Güler Yayına Hazırlık Aral Ajans Ataç 1 Sk. No:25/11 Kızılay/ANKARA Tel: 0312 433 27 25 Faks: 0312 434 27 25 Baskı TDV Yayın Mat. ve Tic. İşl. Örnek San. Sit. 1. Cad. 358. Sk. No:11 Ostim/ANKARA Tel: 0312 354 91 31 Yayın Türü Yaygın Süreli Yayın (3 Aylık Dergi) Baskı Tarihi: 05.06.2010 ÜCRETSİZ DAĞITILMAKTADIR Şeker-İş Dergisi Basın Meslek İlkelerine Uyar. GÜNDEM 19. Olağan Genel Kurulumuz Toplandı Sendikamız Şeker-İş’in 19. Olağan Genel Kurulu; 10-11 Nisan 2010 tarihlerinde, Ankara Büyük Anadolu Oteli’nde toplandı. Genel Kurulumuza Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, Genel Mali Sekreteri Ergün Atalay, Genel Teşkilatlandırma Sekreteri Pevrul Kavlak, Türk-İş’e bağlı sendikaların genel başkanları ve merkez yöneticileri, Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Genel Müdürü Mehmet Azmi Aksu, Genel Müdür Yardımcıları Hasan Alkan ve Selim Yücel ile Pankobirlik Genel Müdürü Fahrettin Tan katıldılar. 6 Şeker-İş Dergisi GÜNDEM İsa Gök: “Biz sadece şeker sanayi için değil; daha yaşanabilir bir Türkiye için çalışıyoruz” “ “ S endikamızın 2006’dan bu yana gerçekleştirdiği mücadelesi çerçevesinde yaptığı tüm çalışmaların yer aldığı slayt gösterisinin sunulmasının ardından Genel Başkanımız İsa Gök 19. Olağan Genel Kurul’un açış konuşmasını yapmak üzere kürsüye geldi. İsa Gök, açış konuşmasına dünyadaki ve Türkiye’deki siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmeleri değerlendirerek başladı. Daha sonra Gök, çalışanların sorunları hakkında özetle şu görüşlere yer verdi: “Çalışma koşullarının insan onuruna yaraşır bir seviyede gerçekleşmesi bakımından sosyal devlete duyulan ihtiyacın her geçen gün artmakta olduğunu görüyoruz. Çalışma hayatına yön veren uygulamalara baktığımızda, maalesef sosyal devletin bu temel fonksiyonunun gereğini yeterince yerine getirebildiğini söylemek güçtür. Bugün için işyerleri, çalışma hayatının en temel ilkelerinin dahi rahatlıkla ihlal edildiği yerler haline gelmiştir. Son yıllarda emekli olan kamu işçilerinden boşalan kadrolara işçi alınmaması karşısında, görülmesi gereken hizmet ihtiyacı özel kişilerden hizmet satın alınması yoluyla giderilmektedir. Öyle ki bir işyerinde çalışan kamu işçisi kadar alt işveren işçisi bulunmaktadır. Kamu işyerlerinin çoğunda, çalışan işçilerden hangisinin kamu, hangisinin alt işveren işçisi olduğunu tespit etmek ilk bakışta güçtür. Alt işveren işçilerinin düşük çalışma standartları ile istihdamı, sendikal örgütlenme haklarının ellerinden alınması ve böylece toplu pazarlık haklarının ihlal edilmesi gibi insan hakları ihlallerinin de yaşandığı bilinmektedir. Çalışanların temel haklarından olan örgütlenme ve toplu pazarlık hakkının korunması açısından, alt işverene verilen işyerlerinde, alt işveren işçilerine tanınan hakların asıl işverenin işçisine ta- Ülkemiz çalışma şartları, insan onuruna yaraşır şekilde yeni baştan inşa edilmelidir. Çalışanların temel insan haklarından olan örgütlenme ve toplu pazarlık hakkının ağır bir şekilde ihlal edildiği işyerleri arasında kamu işyerleri de bulunmaktadır. Kamu işyerlerindeki alt işveren (taşeron) uygulamaları, işçiler açısından örgütlenme ve toplu pazarlık hakkının kullanılmasının ihlal edilmesine neden olmaktadır. Sosyal devlet bir yandan alt işveren uygulamasına ilişkin sınırlandırmalar getirip yasal düzenlemeleri gerçekleştirirken, diğer yandan da bu düzenlemeleri ihlal eden kötü bir işveren olmaktadır. nıdığı haktan daha aşağı olmaması gerektiği kabul edilmelidir. Bu ilke, alt işveren uygulamasından doğan birçok sorunun halli anlamına gelecektir. Hukuka aykırı bir şekilde uygulanan alt işveren ilişkisi, çalışanların ve sendikaların karşısında ciddi bir sorun olarak dururken bir yandan da “ödünç işçiliğe aracılık edilmesinin, meslek edinilmesinin” önü açılmak istenmekte, “işçi kiralama bürolarının” çalışmalarına imkân verecek yasal düzenleme yapılmak istenmektedir. Şeker-İş olarak insanı yoksullaştırıcı ve köleleştirici her türlü çalışma www.sekeris.org.tr 7 GÜNDEM ortamına sonuna kadar karşı olduğumuzu ifade etmek isterim. Ülkemiz sendikalaşma ve toplu iş sözleşmesi kapsamında bulunan işçi oranı bakımından birçok ülkenin gerisinde bulunmaktadır. Sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması amacıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca Sendikalar Kanunu Tasarısı hazırlanmıştır. Öncelikle belirtmek isterim ki sendikal hakların güçlendirilmesi açısından tasarıda yer alan hükümleri sendika olarak desteklemekteyiz. Ancak serbesti adına “işyeri” ya da “meslek sendikasının” önünün açılması ile toplu iş sözleşmesi yapmak için iş kolu barajının tamamen kaldırılmasını doğru ve yerinde bir öneri olarak kabul etmemiz mümkün değildir. Esas olan, örgütlenmeyi güçlendirecek, toplu iş sözleşme uygulamasını genişletecek değişikliklere gidilmesidir. Ör- özel sektör işyerleri ayrımı yapılmaksızın insan onuruna yaraşır şekilde yeni baştan inşa edilmelidir. Bu hususta sendikalar olarak üzerimize düşen görevi yapmalı, aramızdaki görüş ayrılıklarını bir tarafa bırakarak birlik ve dayanışma içinde olmalıyız. Her şeyden önce içinde bulunduğumuz dönemin önemini ve getirdiği sorumluluğu kavrayarak daha fazla çalışmamız gerekmektedir. Şeker-İş olarak; • İnsan onurunun esas alındığı yeni bir İş Kanunu hazırlanması, bu kanunda asgari çalışma şartlarının değil, ILO’nun geliştirmeye çalıştığı “Düzgün İş” kavramının esas alındığı bir anlayışın hakim olması gerektiği, • İşyerlerinde asıl işverenin işçisi dışında diğer işverenlerin işçilerinin çalıştırılmasının ancak teknik nedenlere dayandırılması ve bu işçiler ile birlikte işyerlerinin bir bütün olarak değerlendiril- gütlenme özgürlüğünü ihlal eden davranışlar ve sendikal ayrımcılık, çalışanların temel insan haklarına karşı yöneltilmiş en ağır ihlallerdir. Sosyal devletin bir sendika üyeliğinden istifaya hem de işini kaybetme tehdidi ile zorlayarak, yandaş gördüğü başka bir sendikaya üye etmeye çalışması, bu yüzyılda duymaya ve görmeye tahammül edemeyeceğimiz bir davranıştır. Maalesef istemesek de bu tür uygulamalar ülkemiz sendikal hareketinin de temel sorunları arasında yer almaktadır. Sendikalar adeta birbirlerinden üye çalan bir konuma gelmiştir. Yeni işyerlerinde ve alt işveren işyerlerinde örgütlenme ve toplu pazarlıkla mücadele söz konusu bile değildir. Ülkemiz çalışma şartları, kamu ya da mesi, • Çalışma sürelerinin modern çağın ihtiyaçlarına cevap verecek ve işçinin onurunu ve saygınlığını koruyacak şekilde yeniden düzenlenmesi, • İşten çıkarmalarda işe iade uygulamasının etkin hale getirilmesi, işe iade edilmek istemeyen işçiye seçimlik hak tanınarak bozulan sosyal ve ekonomik konumunun korunması, • Disiplin uygulamalarının ve disiplin usulünün yasa tarafından düzenlenmesi, • İş sözleşmelerinin feshi durumunda geçerli neden ile haklı neden arasındaki sınırın açık bir şekilde sınırlandırılması, • İşyeri ve meslek sendikalarının değil işkolu sendikalarının güçlendirilmesi 8 Şeker-İş Dergisi için yasal değişiklik yapılarak işkolu barajının yüzde 2 ya da 3 seviyelerine indirilmesi, • İşçilerin toplu iş sözleşmesi kapsamı dışında bırakılmaması, • Dayanışma aidatının üyelik aidatı seviyesine yükseltilmesi, • Grev hakkının kullanılması karşısındaki sınırlandırmaların kaldırılması, • Başta şeker sanayinde olmak üzere mevsimlik işçilerin çalışma ve emeklilik şartlarının iyileştirilmesi, başlıca taleplerimiz arasındadır. Bütün bu esaslarını belirlediğimiz talep ve önerilerimiz çerçevesinde Şekerİş olarak sendikal hareket içerisinde dayanışma ve birlik olma niyetindeyiz. Üyelerimizi ve bütün çalışanların hak ve menfaatlerini koruma bakımından üzerimize düşeni her zaman yapma kararlılığı içinde bulunduğumuzu ilan etmek isterim. Diğer taraftan Sosyal güvenlik sisteminde köklü değişiklikler meydana getiren ve 2005 yılında başlayan reform çalışmaları adı altında yapılanların sosyal güvenlik sistemimizde tam bir karmaşa yarattığı ortadadır. Düşünün ki bir ülkede sosyal güvenlik mevzuatı var ve bu mevzuatın içinden ne işin uzmanları ne de yargılamayı yaparak karar verecek olan yargı mensupları çıkabiliyor. Sistemimiz adeta bir yazboz tahtasına çevrilmiştir. Reform adı altında yapılanların da aslında eskisinden pek bir farkının bulunmadığı, maksadın sigortalının sosyal haklarında kısıtlama olduğu görülmektedir. İş kolumuzda mevsimlik çalışmalar yaygındır. Yeni emeklilik koşullarına göre bu işçilerimizin emekli aylığı hesaplamalarında hak kayıpları söz konusudur. Mevsimlik çalışan işçilerimizin nasıl emekli olacağı sorusunu hiçbir yetkili cevaplandıramamaktadır. Geçmiş dönemlerde sosyal sigorta kaynakları siyasi iktidarlar tarafından amacı dışında kullanılarak eritilmişti; şimdi de aynı uygulama yapılarak tutarsız bir davranış sergilenmektedir. İşsizlik sigortasında toplanan fonlar her sıkıştıkça akla gelmekte ve maalesef bu fonlar amacı dışında kullanılmaktadır. Bütün bu değindiğim olumsuz uygulamalar; sosyal güvenlik ilkeleri ile alakası olmadığı gibi hükümetin sosyal gü- GÜNDEM “ “ venlik değişimini gerekçelendirdiği ve 2005 yılında yayınladığı beyaz kitapla da çelişkili ve tutarsız kalmaktadır. Sigorta fonlarına bu ve benzeri müdahalelerin yapılmasının yerinde olmadığı açıktır. GAP bölgesinde gerçekleştirilen yatırımlar ve istihdamı teşvik amacıyla işveren prim yüklerinin bir kısmının devlet tarafından üstlenilmesi yerinde olmuştur. Ancak bu teşebbüslerin finansal kaynağı olarak işsizlik sigortası kaynaklarının kullanılması yerinde değildir. Ülkemizin ekonomik ve sosyal sorunlarına bağlı olarak çalışma hayatının ve sosyal güvenlik sisteminin derin yararlar aldığı açıktır. Biz bu toplumun alın teri ile geleceğini inşa etmek arzusunda ve ahlakında olan çalışanların temsilcileri olarak daima adalet ve haktan yana kalarak geleceğe ve sendikal harekete bakmak niyet ve arzusundayız.” Sendikamız özelleştirme karşısında verdiği onurlu mücadelesini yılmadan devam ettirmektedir. Genel Başkanımız İsa Gök; konuşmasının son bölümünde Sendikamızın özelleştirme karşısında verdiği mücadeleyi anlattı ve şunları kaydetti: “Maalesef ülkemiz tarihten gelen kendi ekonomik ve sosyal gücüne güvenmeden çaresizlik içerisinde dünya sermaye çevrelerinin reçetelerine teslim olmuştur. Bu çerçevede pek çok verimli kuruluş özelleştirilmiştir. Bu özelleştirmeler neticesinde fabrikalar kapanmış, özelleştirilen KİT’lerde çalışan işçilerimiz işsiz kalmış, evlerine ekmek götüremez olmuşlardır. Bunların en çarpıcı örnekleri; SEKA’da, SEK’te, TİGEM’de, Et-Balık Kurumu’nda YEMSAN’da ve son olarak TEKEL’de yaşanmıştır. 1984 yılından bu yana sürdürülen özelleştirmeler, işsizlik, işçi kıyımı, fabrikaların kapatılması ve yapılan yatırımların heba olması ile sonuçlanmıştır. Tüm bunlara rağmen özelleştirme konusundaki anlamsız ısrar sürdürülerek, sanayimizin özelleştirilmesi gibi akıl ve mantıkla bağdaşmayan kararlar alınarak uygulanmaya çalışılmıştır. Türkşeker, 2000 yılında özelleştirme kapsamına alınmıştır. 2001 yılına gelindiğinde pancar şekeri sektörü aleyhine olumsuzluklar ve noksanlar içeren 4634 sayılı Şeker Kanunu kabul edilmiştir. Bu yasa ile AB ülkelerinde ortalama yüzde 2 olan nişasta bazlı şeker kotası, ülkemiz için yüzde 10 olarak belirlenmiş ve Bakanlar Kurulu’na bu oranı yüzde 50’ye kadar arttırma/eksiltme yetkisi verilmiştir. Bu yetki de pancar şekeri aleyhine her yıl artış yönünde kullanılmıştır. 2003 yılında Özelleştirme Yüksek Kurulu tarafından özelleştirme yol haritası belirlenmiş, Türkşeker; özelleştirme programına alınmıştır. 2004 yılında Kütahya Şeker Fabrikası, 2005 yılında ise Adapazarı Şeker Fabrikası özelleştirilmiştir. 2004 yılının sonunda Şeker Kurumu’nun kapatılmasının ardından Sendikamız şeker sektörünün yok olma tehlikesiy- le karşı karşıya kalacağı tespiti ile Danıştay’da dava açmıştır. Danıştay 13. Dairesi; dava konusunda yürütmeyi durdurma kararı vermiş ve işlemlerin dayanağı olan Şeker Kanunu’nun geçici 8. maddesinin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. Anayasa Mahkemesi ise kararın Anayasa’ya aykırılığı gerekçesiyle bu maddenin iptaline karar vermiştir. Sendikamız bu hukuki başarısı ile şeker sektörünün varlığını sürdürebilmek için özelleştirme karşısında verdiği mücadelenin ilk adımlarını atmıştır. Bugüne kadar da verdiği onurlu mücadelesini yılmadan devam ettirmektedir. Özelleştirme çerçevesinde “Strateji Raporu”nun hazırlanması; uluslararası dev bir şeker karteli olan ED & F MAN’a ihale edilmiştir. Çalışanlar olarak şeker sektörünün özelleştirilmesinde böyle bir tercihin yapılmasının mantığını hala anlamış değiliz. Daha sonra 6 Aralık 2005 tarihinde Bor, Ereğli ve Ilgın Şeker Fabrikalarımızın özelleştirme programına alınması ile Sendikamızca; kurulu yatırım değerleri yaklaşık 4 milyar dolar olan ve 3 milyar dolar civarında katma değer sağlayan fabrikalarımızın 18-20’ye yakını kapanmakla karşı karşıya geleceği, başta doğu illerimiz olmak üzere bölgesel kalkınmanın sekteye uğrayarak, ülkemizde göç ve güwww.sekeris.org.tr 9 GÜNDEM venlik sorunlarının hızla artacağı yönünde endişelerin oluşması üzerine önemli bir mücadele süreci başlatılmıştır. Ayrıca bunların yanında Türkiye şekerde ve şekerin yan ürünleri olan melas, küspe, yem, alkol gibi ürünlerde de dışa bağımlı bir ülke konumuna gelecektir. Yaklaşık 1 milyon dekar alanda pancar tarımı yapılamayacaktır. Tarımda yüzde 60 oranına tekâmül eden 80 binin üzerinde tam istihdam kaybı oluşacak, sanayide 9 binden fazla çalışanımız işsiz kalacaktır. Şeker üretimi ise 650 bin ton daralacaktır. Şeker üretimi azalmış ve tarım alanları daralmış bir konumda AB’ye tam üye olunması durumda ise AB Şeker Rejimi Reformu gereği ülkemiz 2015 yılında şeker sektöründen tamamen çekilmek zorunda kalacak ve ülkemiz pazar haline gelebilecektir. Bu öngörüler ışığında Bor, Ereğli ve Ilgın Şeker Fabrikaları için belirlenen son teklif verme süresince önce 30 Haziran 2006 daha sonra 30 Kasım 2006 tarihlerinde iki kez ihalenin ertelenmesi sağlanmıştır. Tüm özverili çabalarımızın karşılığında da 28 Kasım 2006 tarihinde Bor, Ereğli ve Ilgın Şeker Fabrikalarımızın ihalesi hem ÖİB tarafından süresiz olarak iptal edilmiştir hem de Danıştay tarafından yürütmeyi durdurma kararı verilmiştir. Devamında fabrikalarımızın yeniden Türkşeker bünyesine devri sağlamıştır. Ancak, siyaseten alınan kararlara ve yargı kararlarına rağmen 8 Ekim 2007 tarihinde Türkşeker’deki kamu hisselerinin tamamı özelleştirme programına alınmış10 Şeker-İş Dergisi tır. Söz konusu kararın ardından Genel Merkezimiz, teşkilatından aldığı güçle özelleştirme karşısındaki mücadelesini yılmadan ve büyük bir kararlılıkla sürdürmüştür. İlgili kişi ve kuruluşlara yönelik bilimsel raporlar hazırlamayı ve bu kişi ve kuruluşlarla karşılıklı görüşmeleri devam ettirmiştir. Aynı zamanda bu karar karşısında Danıştay 13. Dairesi’ne başvuruda bulunulmuş ve bu başvurunun neticesinde Danıştay tarafından yürütmenin durdurulmasına karar verilmiştir. Danıştay kararı sonrasında ÖİB tarafından, yürütmeyi durdurma kararını bertaraf etmeye ve yasal boşlukları doldurmaya yönelik olarak danışman firmaya, özelleştirmeyi kota satışına dönüştürecek nitelikte bir Ek Strateji Raporu hazırlatılmıştır. Bu rapor çerçevesinde 12 Ağustos 2008 tarihinde alınan ÖYK kararıyla Türkşeker bir kez daha tüm varlıklarıyla birlikte özelleştirme programına alınmıştır. Bu gelişmenin hemen ardından Portföy A grubu Şeker Fabrikaları için ihale ilanı yayınlanmıştır. Bunun üzerine Sendikamız, ihale kararı ile ihale şartları belgesinin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle Danıştay’da dava açmış ve bulundukları illerin tek sanayi kuruluşları olan Kars, Erciş, Ağrı, Muş ve Erzurum Şeker Fabrikaları’nın ihaleye çıkarılmasını protesto etmek için Ağrı’da büyük yankı uyandıran “Fabrikana Sahip Çık Mitingi”ni düzenlemiştir. İhale sürecinde Sendikamızın her platformda anlattığı; portföy grupları içinde bulunan birim maliyetleri düşük, üretim kapasiteleri yüksek 5 veya 6 fabrikamızın satılacağı geriye kalanlara ise talip çıkmayacağı veya kapanmak zorunda kalacağı yönündeki düşüncelerinde haklı olduğu, Portföy A grubu fabrikalarına hiç bir talep gelmemesi üzerine ihalenin iptal edilmesi ile bir kez daha kanıtlanmıştır. Özelleştirme karşısındaki onurlu mücadelemiz; şeker işçileri, pancar üreticileri, nakliyeciler, esnafın ve yöre halkının tam desteğini arkasına alan, akılcı ve başarılı adımlarla ilerleyen, Türk sendikal tarihinin en geniş tabanlı sivil toplum hareketi haline dönüşmüştür. Şeker fabrikalarımızın bulunduğu yörelerde ve Genel Merkezimizde gerçekleştirdiğimiz imza kampanyaları ile toplanan 700 bin imza tüm kesimlerin bize verdiği desteğin en açık göstergesidir. Diğer taraftan fabrikalarımızın kurulu oldukları illerde bulunan sivil toplum örgütlerinin de görüşleri alınarak toplanan 475 adet imzamız Başbakanımıza Türkİş Yöneticilerimizin aracılığıyla ulaştırılmıştır. 2009 yılına geldiğimizde önce Portföy C’yi oluşturan Çarşamba, Çorum, Kastamonu, Kırşehir, Turhal ve Yozgat Fabrikaları ihaleye çıkartılmış ve hemen ardından da Portföy B’yi oluşturan Malatya, Erzincan, Elazığ ve Elbistan Şeker Fabrikaları’nın ihale ilanları yayınlanmıştır. Portföy C grubunda yer alan fabrikalarımızın özelleştirilme girişimlerine kar- GÜNDEM şı Turhal’da, Kırşehir’de ve Kastamonu’da şeker işçisinin, pancar üreticisinin, yöre esnafının, siyasi parti temsilcilerinin, sivil toplum örgütlerinin ve halkımızın katılımı ile mitingler düzenlenmiştir. Ayrıca, Türk-İş Genel Merkezi’nde bir basın toplantısı düzenlenerek Türkşeker’in özelleştirilmesinin ne derecede büyük bir yanlış olacağı kamuoyu ile bir kez daha paylaşılmıştır. Mücadelemiz çerçevesinde Sendikamız tarafından; ülkemizin önde gelen gazetelerinde; şeker fabrikalarının satılması durumunda ülkemizin uğrayacağı kayıpların anlatıldığı “Başbakanımıza Açık Mektup” başlığı ile tam sayfa ilanlar verilmiştir. Öte yandan Sendikamız hukuki olarak da; Portföy C grubu ve Portföy B grubu fabrikaları için yayınlanan ihale ilanlarının ardından Danıştay 13. Dairesi’ne başvurarak her iki grup için de “İhale Şartları Belgesi”nin iptali ve yürütmenin durdurulması talepleri ile Portföy C grubunun 8 Aralık 2009 tarihinde gerçekleşen ihale komisyon kararının iptali ve yürütmenin durdurulması talebi ile dava açmıştır. Danıştay 13. Dairesi tarafından değerlendirilen bu taleplerimize, 15 Aralık 2009 ve 12 Ocak 2010 tarihlerinde ayrı ayrı ihale ilanı ve şartnamelerinin yürütmelerinin durdurulması kararları verilmesini sağlamıştır. Bu gelişmenin ardından; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın Portföy C grubu ihale ilanı komisyon kararına ilişkin Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna bulunduğu itirazı da 25 Mart 2010 tarihinde reddedilmiştir. Bu başarılar, ulaşmak istediğimiz nihai hedef değildir. Şeker sanayimizin gelişmesi sağlanarak, üretim maliyetlerini minimize etmek ve ülkemizi bulunduğu coğrafyada şeker üreten ve ihraç eden bir konumda dünya ile yarışır bir duruma getirmek amaçlanmalıdır. Özellikle doğu bölgelerimizde, bulunduğu illerin tek sanayi kuruluşu olan şeker fabrikalarımızı özelleştirmek işsizlik sorunlarının giderek büyüdüğü şu dönemde istihdam açısından da yanlış bir adım olacaktır. 2001 yılında yürürlüğe giren Şeker Kanunu ile nişasta bazlı şeker üretimine yüzde 10 oranında bir kota tahsis edilmiştir. Bununla beraber pancar şekeri üretimi de daralmıştır. Ayrıca 2002-2003 pazarlama yılında başlanılan, NBŞ üretim kotaları Bakanlar Kurulu kararları ile de her yıl artırım yoluna gidilmiştir. Sendi- kamız Şeker-İş; kota artışı kararlarına karşı Danıştay nezdinde sürekli dava açmıştır ve bu kararların defalarca iptal edilmesini sağlamıştır. Ancak pancar üreticisinin ve şeker işçisinin geleceğini büyük tehlike altına alan bu durum karşısında alınan hukuki kararların uygulamaması üzerine 4 Ağustos 2008 tarihinde konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşımak zorunda kalmıştır. Bizde durum böyle iken, dünyada şeker üretimi yapılan ülkelerin tamamında sektör devlet tarafından korunmakta ve desteklenmekte. Ayrıca dünya genelinde şeker sektörüne şahısların eline bırakılamayacak kadar stratejik bir önemle sahip çıkılmaktadır. Dünyanın en liberal ülkesi olan Amerika Birleşik Devletlerine baktığımızda sektör şahısların elinde değil hammaddeyi üreten pancar üreticilerinin elinde olduğunu görmekteyiz. Ayrıca Avrupa Birliği’nde üreticilerin payı yüzde 60’ları aşmış durumdadır. Öte yandan dünyada her geçen gün artan bir enerji açığı oluşmaktadır. Yenilenebilir enerji açısından oluşan biyo-etanol üretimine ve AB Şeker Rejimi Reformuna bağlı olarak, dünyada şeker üretimi sürekli azalmaktadır. Bu durum şeker www.sekeris.org.tr 11 GÜNDEM fiyatlarının her geçen gün artmasına neden olmaktadır. Pancar üretimi ve şeker sektörü açısından bulunduğu coğrafyada iklim şartlarına en elverişli ülke olan Türkiye, enerji üretimindeki dışa bağımlılığını azaltmak için şeker pancarından biyo-etanol üretmenine yönelmelidir. Bununla birlikte hem pancar ve şeker üretimi hem de biyo-etanol üretimi artarken, yeni istihdam alanları da yaratılacaktır. Bu nedenlerle ülkemizin şeker sektöründe dünya ile yarışacak hale gelebilmesi için özelleştirme ısrarından bir an önce vazgeçilmeli ve sektör acilen masaya yatırılarak, şeker işçilerinin, pancar üreticilerinin ve devletin de içinde bulunduğu yeni bir model oluşturularak şeker sanayine sahip çıkılmalıdır. Biz sadece şeker sanayi için değil; daha yaşanabilir, daha güzel, barış ve huzurun olduğu bir Türkiye için çalışıyoruz. Türk tarımı için, şeker pancarı üreticisi ve halkımız için çalışıyoruz. Özelleştirme karşısında mücadele ederken meseleye ülke meselesi olarak bakıyoruz. Bu sektörden geçimini sağlayan tüm kesimleri düşünüyoruz. Türkiye’nin şekerde ve şekerin yan ürünlerinde dışa bağımlı bir ülke olmasının önüne geçmek istiyoruz. Nitekim şeker sektörünün geleceğini 12 Şeker-İş Dergisi tehdit eden her türlü girişim karşısında; teşkilatımızın, 18 bin şeker işçisinin hiç azalmadan artan desteği ile şeker sanayinin ayakta kalması sağlanmıştır. Hükümet yetkilerinin, siyasi partilerin, sendikaların, pancar üreticilerinin, esnafların ve sivil toplum örgütlerinin mücadelemize destek vermelerini sağlamak için çalışan şube başkanlarımızın, sendikal kadrolarda görevli arkadaşlarımızın ve tüm teşkilatımızın katkısıyla şeker sanayimizi tehdit eden tüm sorunların çözümünde önemli başarılar elde edilmiştir. Ancak var olma mücadelemiz henüz bitmemiştir, yılmadan ve kararlılıkla sürdürülecektir. Teşkilatımız, bundan sonra karşılaşılabilecek her türlü problemlerle baş edebilmek için yeni stratejiler geliştirmek zorundadır. Teşkilatımızın bugüne kadar birlik ve beraberlik içinde, büyük bir cesaretle sergilediği bu üstün iradeyi, bundan sonra da koruyacağına yürekten inanıyorum. Mücadelemizde daima yanımızda olan ve her aşamada bizi destekleyen Türk-İş Yöneticilerimize, bizlere her platformda destek veren, yanımızda yer alan, gücümüze güç katan pancar üreticilerimize, yöre esnafımıza, kardeş sendikalarımıza, sivil toplum örgütlerimize, siyasi partilerimize, basınımıza ve tüm halkımı- za teşkilatımız adına sonsuz teşekkürlerimizi sunarız. Genel Kurulumuzun, şeker sektörünün gelişmesi ve ülkemize daha büyük katkılar sağlaması yolunda önemli bir adım olduğuna inanıyorum. Siz değerli delegelerimizin sağduyulu kararları hem sektörümüzü hem de Sendikamızı daha müreffeh yarınlara taşıyacaktır. Teşkilatımız, birlik ve beraberlik içinde ülkemizin ve çocuklarımızın geleceği için var gücüyle çalışmaya ve üretmeye devam edecektir. Biz, emeğin karşılığının alındığı, huzur ve barışın hüküm sürdürdüğü bir çalışma hayatı, sağlıklı nesiller ve en önemlisi güçlü ve üreten bir Türkiye istiyoruz.” Genel Başkanımız İsa Gök’ün açış konuşmasının ardından Şeker-İş Sendikası 19. Olağan Genel Kurulu Divan Başkanlığı için verilen önerge okundu ve oya sunuldu. Önergenin kabul edilmesi ile Divan Başkanlığı’na Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu; başkan yardımcılıklarına TEKSİF Sendikası Genel Başkanı Nazmi Irgat, Haber-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Akcan; yazmanlıklara Şekerİş Sendikası Bor Şube Başkanı Hasan Hüseyin Gümüşbaş ve Ankara Şube Delegesi İsmail Çelik seçildiler. GÜNDEM Mustafa KUMLU TÜRK-İŞ Genel Başkanı “Özelleştirmeler getirdiği işsizleştirme ile birlikte toplumsal yaraların derinleşmesine yol açmıştır.” Genel Kurul Divanı’nın oluşmasının ardından Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu kürsüye gelerek bir konuşma yaptı ve özetle şunları dile getirdi: “Türk-İş Yönetim Kurulu ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Beni ve arkadaşlarımı Divan teşekkülüne layık gördüğünüz için teşekkür ediyor, Şeker-İş Sendikamızın Genel Kurulu’na başarılar diliyorum. Biz Türk-İş Topluluğu olarak Aralık ayından bu yana çok yoğun bir eylemlilik sürecinin içinden geçerek bu günlere gelmiş bulunuyoruz. Bizim gündemimiz, TEKEL işçilerinin mücadelesi çerçevesinde ağırlıkla başta 4-C olmak üzere güvencesiz çalışma biçimlerine karşı mücadeleyi yükseltme çerçevesinde gelişmiştir ama Türkiye’nin gündemi de tüm bu süreçte her gün yeni tartışma konularıyla oldukça yoğun bir tempo sergilemiştir. Çalışma hayatını düzenleyen 2821 ve 2822 sayılı yasa değişiklikleri ile ilgili çalışmalar sürmektedir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, işçi ve işverenin üzerinde anlaştığı metne onay verme eğilimindedir. Ancak özellikle işyeri barajı ile ilgili işverenlerle ciddi anlaşmazlığımız bulunmaktadır. İşverenler iş kolu barajının kaldırılmasına onay vermekte, ancak işyeri barajının düşürülmesini kabul etmemekte, bu konunun ele alınmasına şart olarak kıdem tazminatını getirmektedir. Bu yaklaşımı kabul etmemiz mümkün olmadığından şimdilik bir mesafe katedilememektedir. Emeğin bayramı olan 1 Mayıs’ın bu yıl 101’nci yıldönümü kutlanacaktır ve Konfederasyonumuz, ortak kutlama arayışı çerçevesinde 5 Nisan günü üç işçi, üç memur Konfederasyonu Genel Başkanını Türk-İş’te toplantıya çağırmıştır. TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, DİSK, MEMURSEN, KAMU-SEN, KESK Genel Başkanları, bu yıl 1 Mayıs kutlamalarının ortak yapılması yönünde karar almıştır. İstanbul’da ise Taksim Meydanı’nda kutlama yapılabilmesi için ortak girişimlerde bulunulması tavrı benimsenmiştir. Türkiye, yıllardan beri özelleştirme kıskacı altında bulunmaktadır. IMF ve Dünya Bankası direktifleri doğrultusunda yapılan bu özelleştirmelerle, Türkiye’nin tarihi boyunca kanıyla, canıyla var ettiği tesisler yok pahasına elden çıkarılmış, özelleştirmeler getirdiği işsizleştirme ile birlikte toplumsal yaraların derinleşmesine yol açmış, elde edilen özelleştirme gelirleri ise hiçbir yaraya merhem olamamıştır. Özelleştirmelerin açtığı yaralar hala kanarken hiç ders alınmamışçasına gündemde Türkiye Şeker Fabrikaları’nın özelleştirilmesi bulunmaktadır. Nitekim Türkşeker’e ait Kastamonu, Kırşehir, Turhal, Yozgat, Çorum ve Çarşamba şeker fabrikalarının bir bütün halinde özelleştirilmesine ilişkin ihaleye çıkılmış, an- cak Danıştay 13. Dairesi bir yanlışlığın önüne geçerek ihale ilanı ve şartnamesinin yürütmesini durdurmuştur. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi durumunda ne olacağı geçmişte yaşanan örneklerden bilinmektedir. Bu fabrikaların büyük bir bölümü kapatılacaktır ve ülkemizin en köklü kurumlarından biri daha tarih olacaktır. Tabi işin en önemli boyutlarından biri, bu fabrikaların kapanması ile birlikte Türkiye’nin şeker ve şekerin yan ürünleri bakımından da dışa bağımlı bir ülke haline gelecek olmasıdır. Türkiye’yi kendi kaynaklarından mahrum bırakıp, kat kat pahalıya şeker ithal eder duruma getirmek, bu hükümet açısından övünülecek bir durum olmayacaktır. Ayrıca söz konusu özelleştirme işsizliğe de neden olacaktır. İşsizliğin yüzde 20’lere ulaştığı ülkemizde, yeni mağdurlar yaratmak son derece sakıncalıdır. Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken, Şeker-İş Sendikamızın Genel Kurulunun ülkemize, Türkiye İşçi Hareketine, Türk-İş’e ve Şeker-İş topluluğuna başarılı sonuçlar getirmesini diler, hepinize saygılarımı sunarım.” Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu’nun konuşmasının ardından Genel Kurul Gündemi okundu, gündem oya sunuldu ve ittifakla kabul edildi. Gündemin kabul edilmesinin ardından Şube Başkanlarımızın bazıları kürsüye gelerek birer konuşma yaptılar. www.sekeris.org.tr 13 GÜNDEM Eyyup ŞEN Şeker-İş Sendikası Genel Mali Sekreteri (Ankara Eski Şube Bşk.) “Sendikamız, özelleştirme sürecinde göstermiş olduğu mücadelesiyle sendikal harekete yeni bir model olma yolunda çok büyük adımlar atmıştır.” Genel Başkanımız, dünyadaki ve ülkemizdeki, sanayimizdeki gelişmeleri uzun uzun anlattı. Ben kısaca başlıklar halinde bazı konulara değinmek istiyorum. Amerika’dan dünyaya yayılan ekonomik kriz bütün ülkeleri etkilediği gibi, ülkemizde de bu krizin her ne kadar “teğet geçeceği” söylense de, yansıması çok büyük olmuştur. Özellikle sosyal ve mali anlamda ülkemiz insanını olumsuz şekilde etkilemiştir. En büyük etkisi, işverenlerin çalışma hayatındaki ücret düşüklüğü ve işten çıkartmalarla krizin faturasını biz çalışanlara ödetmesidir. Bu olumsuzluklar; toplumun her kesiminde derin yaralara neden olmuştur. Ayrıca sosyal yapıda yaşanan tehditler, ülkemizin kültürel gelişmesine engel olmaktadır. Krizin ülkemize yansıyan en büyük etkisi işsizliktir. Sosyal Güvenlik Kurumu’na kayıtlı çalışan sayısı 15 milyon kişi iken, işsiz sayısı 3-4 milyona yükselmiştir. Şuna inanıyorum ki, ekonomik krizden çıkış yolunun çalışarak üretmekten geçtiği ve başka çarenin olmadığı açık bir gerçektir. Çalışma hayatında yaşanan bu olumsuzluklar, sendikal harekete de yansımaktadır. Bunun sonucu olarak, işçi hareketinde sendikal güvensizlik, sendikal yaşama olan inancı azaltmakta ve mücadele gücü sekteye uğramaktadır. 14 Şeker-İş Dergisi TÜİK verilerine göre, 21 milyon çalışanın ancak yüzde 6 ve 7 oranında sendikalı olması, sendikal harekete olan güvensizliği ortaya koymaktadır. Bu güvensizliğin ortadan kaldırılması, biz sendikacıların dürüst, ilkeli, tutarlı ve inançlı bir mücadele gücüne sahip olarak işçi hareketine sağlayacağımız ivmeyle mümkün olacaktır. Bu noktada Sendikamız, özelleştirme sürecinde göstermiş olduğu inançlı ve kararlı mücadelesiyle sendikal harekete yeni bir model olma yolunda çok büyük adımlar atmaktadır. Sendikamız Şeker-İş; 1947 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe giren İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Kanunu’nun getirdiği imkânlardan yararlanarak 1963 yılında resmen kurulmuştur. Kuruluşunda emeği geçen ve bugünlere gelmesinde, bizlere hizmet olarak her türlü fedakârlıkta bulunan geçmiş sendikacılarımıza teşekkürü bir borç biliyorum. Sendikal harekete ihtiyaç olduğu şu günlerde, Sendikamızın yeniden yapılanması ve kurumsallaşması, işçi hareketinin de devamını ve sürekliliğini sağlayacaktır. Bu anlamda, sendikal kurumsallaşmanın önemi, demokrasinin yerine getirilmesi açısından Sendikamızın yeni nesillere taşınmasında temel unsur olacaktır. Sendikal mücadelenin artık sadece toplu sözleşme sendikacılığı olmadığı, günümüz Türkiye’sinde açık seçik görülmektedir. Sendikacılık, işyerine, işletme- ye sahip çıkma noktasında üretkenliği ve verimli düşünmeyi gerektirmektedir. Sendikaların varoluşunu tehdit gören anlayışa karşı olduğumu burada belirtmek istiyorum. Hak almanın ancak ve ancak sendikalı olmaktan geçtiği, tartışılmaz bir gerçektir. İçinde bulunduğumuz durum, sanayimizde ve teşkilatımızda zor bir süreçten geçtiğimizi göstermektedir. Özelleştirme sürecinde yaşamış olduğumuz sıkıntılar, üzerimize düşen sorumluluğu bir kat daha artırmaktadır. Şeker-İş Sendikası’nın 19. Olağan Genel Kurulu, şeker sanayinin gelecek nesillere taşınmasında dönüm noktası olacaktır. Genel Başkanımızın göstermiş olduğu kararlı ve inançlı mücadeleye Ankara Şubesi olarak ben ve ekibim, sonuna kadar inanmaktayız. Bu süreçte, Sendikamızın yeni bir heyecana, yeni bir vizyona ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Genel Başkanımız İsa Bey’in listesinden Genel Mali Sekreterliğe aday olduğumu belirtmek istiyorum. Üyesi olmaktan onur duyduğum Şeker teşkilatına yeni bir heyecan, yeni bir soluk katacağıma, bu doğrultuda işçi hareketine ve ülkeme hizmeti kendime görev addediyorum. Bu duygu ve düşüncelerimle Şekerİş Sendikamızın 19. Olağan Genel Kurulu; teşkilatımıza, sanayimize, Türk işçi hareketine, Türk-İş’imize ve ülkemize hayırlara vesile olmasını temenni ederken, hepinizi saygıyla selamlıyorum. GÜNDEM Metin KESKİN Şeker-İş Sendikası Erzurum Şube Başkanı “Muvakkat işçilerimizin uzun süreli çalışmalarının temini için taşeron işçiliğinin önünü kesmelidir.” 2006’da yapılan Şeker-İş Sendikası seçimlerinden bu yana 4 yıl geçti. 4 yıl boyunca seçilen yönetimle beraber şube başkanı sıfatıyla çalıştık. Mevcut yönetimimizin doğrularına doğru, yanlışlarına yanlış demede kararlılıkla düşüncelerimizi ortaya koyduk. Bu 4 yıl boyunca başta Türk-İş’imizin, Şeker-İş Sendikası’nın ve Şubelerinin girişimleri ile 5620 sayılı Yasayla muvakkat işçilerimizin kadroya alınması yönünde büyük bir çalışma başlatılmıştır. Bu çalışmada herkesin katkısı vardır. Şubeler de siyasileri her konuda rahatsız ederek gerek Merkezin talimatları doğrultusunda, gerekse Türkİş’imizin önderliğinde bu kadrolar alınmıştır. Bunda emeği geçen herkese teşekkür ederiz. Kadro alanlar için sevinçliyiz, alamayanlar için de fevkalade üzüntülüyüz. Bu arada, tabii 5620 sayılı Yasa’nın haricinde özelleştirmeyle ilgili de bir mücadele yapılmıştır. Bu mücadelede de başta Genel Merkezimiz ve Şubeler, kendi üzerlerine düşen bütün görevleri üyelerinden, esnaftan aldıkları destekle yerine getirmişlerdir. Büyük bir mücadele verilmiştir. Muvakkat işçilerimizin fevkalade sıkıntıları vardır. Kendileri 4 ay çalışmaktadırlar, kendilerinden 4 ay çalıştığı süre içerisinde işsizlik sigortasına prim kesildiği halde, 8 ay boş yazıyorlar, 12 ay ça- lışmış gibi muamele görerek işsizlik sigortasından faydalanamıyorlar. Bu konuda Sayın Türk-İş Başkanımızın, Türk-İş Yönetimimizin girişimleri neticesinde, inşallah ileride bu sorunun güzel noktaya bağlanacağını canı gönülden temenni ediyorum. İşsizlik Sigortasından faydalanmanın yöntemlerinden bir tanesi de faaliyet raporunda vardı. İşsizlik Sigortasından faydalanma noktasına gelindiği an, o kriterlerden bir tanesi de kesintisiz 120 gün çalışma şartıdır, bunu da Şeker-İş Genel Merkezi, Genel Müdürlüğümüzle görüşüp, bu konuyu 120 günden önce iş akdi askıya alınmadan, kampanya bittikten sonra doldurması yönünde bir çalışma başlatılırsa, çalışan insanlarımızı ve bizleri mutlu ederler. Muvakkat işçilerimizin uzun süreli çalışmalarının temini için taşeron işçiliğinin önünü kesmeli, Genel Müdürlükle bu konuda mutabık kalıp, muvakkatları bu taşeron işçiliğinin yerinde çalıştırmanın yöntemleri aranmalıdır. Ben Erzurum Şube Başkanı Metin Keskin. Genel Merkez Genel Yönetimine adayım. Hangi yönetime aday olacağım tüzük tadili yapıldıktan sonra belirlenecektir, o zaman dile getireceğim. Genel Kurulumuzun Şeker-İş Sendikası’na, camiamıza hayırlar getirmesini cenabı Allah’tan dilerken, bundan sonra seçilecek yönetime şimdiden başarılar dilerim. www.sekeris.org.tr 15 GÜNDEM Fevzi ŞENGÜL Şeker-İş Sendikası Genel Sekreteri (Ağrı Eski Şube Bşk.) “Özelleştirmeye karşı verdiği mücadelesi ile Şeker-İş sendikalar içerisinde marka haline geldi.” Sayın Genel Başkanımın grubunda Genel Sekreterliğe adaylığımı koyuyorum. Gerek Sayın Genel Başkanım, gerekse Türk-İş’imizin Değerli Genel Başkanı, dünyadaki gelişmeleri, Türkiye’deki gelişmeleri, özelleştirmeyle ilgili bilgileri sizlere sundu. Tabii önümüzde bizleri bekleyen gerek özelleştirmeyle ilgili, gerekse iş yasalarıyla ilgili bir sürü sorunlar var. Tabii ondan sonra özelleştirmeye karşı verdiği mücadelesi ile Şekerİş Sendikası’nın hakikaten sendikalar içerisinde marka haline geldiğini söylemek istiyorum. 2003 yılından beri Şeker-İş Sendikası’nın özelleştirmeyle ilgili yapmış olduğu çalışmaların içerisinde ben de Ağrı Şube Başkanı olarak üstüme düşen bütün görevleri yerine getirmeye gayret ettim. Değerli kardeşlerim, dostlarım; 2008 yılında A grubunda bulunan Ağrı, Erzurum, Muş, Erzincan ve Kars Şeker Fabrikaları ihaleye çıkınca, Sayın Genel Başkanım telefon açtı, “Başkan, ne düşünüyorsun? Orada miting yapabilir miyiz?” Hiç tereddüt etmeden, “Sayın Genel Başkanım, gövdemi koymaya hazırım” dedim. 16 Şeker-İş Dergisi Tabii bölgemizde o zamanlarda bazı olaylar da cereyan ediyordu. Bu olayların içerisinde bu mitingi hakikaten çok büyük sıkıntılar içerisinde yapmaya gayret ettim. Ama Allah’a şükürler olsun ki, kimsenin burnu kanamadan o mitingi bitirdik. Özellikle şunu söylemek istiyorum: O mitingde bir şube başkanı gibi benimle beraber esnafları gezen Sayın Genel Başkanıma da burada teşekkür ediyorum. Kadroyla ilgili 2006 yılındaki gelişmeleri zaten Sayın Genel Başkanımız bahsetti. Ama şunu söylüyorum: Geride kalan insanlarla ilgili mutlak suretle bazı çalışmaların da yapılması gerekiyor. Görev verirseniz, muvakkatların kadro almasıyla ilgili mücadelenin içerisinde ben de bulunmak istiyorum. Tabii bizler için önemli olan, önce işyerlerimizdir. Ben hep söylüyorum, benim sevdam şeker pancarı, benim sevdam şeker fabrikaları ve benim sevdam sizler olacaksınız. Genel Kurulumuzun Şekerİş Sendikası’na, Türk işçi hareketine hayırlara vesile olmasını diliyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. GÜNDEM İlhan ÖZYURT Şeker-İş Sendikası Genel Teşkilatlanma Sekreteri (Turhal Eski Şube Bşk.) “Pancarı yaşattığımız sürece fabrikalarımızın var olacağına, fabrikalarımız var olduğu sürece de çalışanlarımızın var olacağına inanıyorum.” Gerçekten son yıllar, bizim için çok acı ve zor yıllar oldu. Ben Cumhuriyetle yaşıt bir şeker fabrikasının şube başkanı olarak diyorum ki; dedelerimizden, atalarımızdan bize miras kalan fabrikalar, bugün küresel sermayenin, özelleştirmenin önüne geçilemez hale geldiği, işyerlerinin yok edilme noktasına geldiği bu dönemde, gerçekten Sendikamız, başta Genel Başkanımız ve Şubelerimiz, çalı- şanlarımız önce pancarın varlığına inanarak yola çıktılar. Pancarı yaşattığımız sürece fabrikalarımızın var olacağına, fabrikalarımız var olduğu sürece de çalışanlarımızın var olacağına inanan bir şube olarak, bu çalışmalarda emeği geçen, çok değerli Genel Başkanımı ve diğer arkadaşlarımı buradan yürekten kutluyorum. Elbette ki sanayimizde geçici işçilerimiz var, iş bekleyen, aş bekleyen bir sürü insanımız var. Ama pancar olmadığı sürece, o fabrikalarda biz ne işleyeceğiz, onu çok merak ediyorum. Önce pancarımızı koruyacağız, beraberinde fabrikamızı koruyacağız. Yıllardır bu teşkilata emeği geçen bütün arkadaşlarımı, bütün ağabeylerimizi, bütün büyüklerimizi, emeği geçen herkesi buradan saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Kendilerine bu teşkilata verdikleri çalışmalardan ötürü de şubemiz adına teşekkür ediyorum. Bizler de Turhal Şubesi olarak, 1998’den bu tarafa şube yöneticiliği yapan bir arkadaşınız olarak, Şeker-İş Sendikamızın bir adım öne gidebilmesi için ne yapılması gerekirse onu yapmak istediğimizi buradan ifade etmek istiyorum. Genel Başkanımın teveccühüyle, sizlerin desteğiyle Genel Başkanımın listesinden tüzük değişikliği sonrası Genel Teşkilatlanma Sekreterliğine aday olduğumu ilan ediyor, bu Genel Kurulumuzun Türkİş’imize, Şeker-İş’imize, hepimize hayırlara vesile getirmesini temenni ediyor, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Aydın ÖZDİKMENLİ Şeker-İş Sendikası Kastamonu Şubesi Üst Kurul Delegesi 1989 yılından itibaren 2 dönem Yönetim Kurulu üyeliği, 4 dönem de Şube İdare Sekreterliği görevinde bulundum. Görev yaptığım süre içerisinde, 6 Mayıs 2006 tarihinde Kastamonu’daki tarihi Nasrullah Meydanı’nda muhteşem bir miting ve yürüyüş gerçekleştirdik. Yapmış olduğumuz o mücadeleler neticesinde Ilgın, Ereğli, Bor fabrikaları özelleştirme programından çıkartılmış, Türkşeker’e iade edilmiştir. Ayrıca sanayimize verilen 5 bine yakın kadro konusunda da Kastamonu Şubesi olarak, o günkü Çalışma Bakanımız Sayın Murat Başesgioğlu’nun Kas- tamonulu olması sebebiyle de çok katkılar sunduk. Şeker işçisinin hiç adı ortada olmadığı bir dönemde, 5 bine yakın işçi kardeşimizin kadro almasında gerçekten çok büyük katkılar sunduk. Gerek sendikal tecrübem, gerek siz değerli delege arkadaşlarımın teveccühüyle ayrıca Genel Merkez çalışmalarına da katkı sunmak amacıyla Denetim Kurulu’na adaylığımı koyuyorum. Bu vesileyle de 19. Olağan Genel Kurulumuzun başta sanayimize, camiamıza, ülkemize ve milletimize hayırlara vesile olmasını diler, hepinize saygı ve sevgilerimi sunarım. www.sekeris.org.tr 17 GÜNDEM Nuri Davut KÖROĞLU Şeker-İş Sendikası Eskişehir Şube Başkanı “Şeker sanayinin yeniden yapılandırılması ve eleman ihtiyacının bir an önce giderilmesi gerekiyor.” 24 Mayıs 1998 yılında Şeker-İş Sendikası’nın Eskişehir Şube Başkanı olarak sizlerin arasına katıldım. O günden bu yana Eskişehir Şubesinde başarıyla Şekerİş’in bayrağını en üst seviyeye getirmek için uğraştım ve uğraşmaya da devam ediyorum. Özelleştirme sürecinde 2005 yılından bu yana izlenen politika, takdire şayan bir politikadır. Biz bunu takdirle karşılıyoruz. Ayrıca 59. Hükümet tarafından yapılan kamuda 6 ay ve üzeri çalışan işçilere verilen kadrolardaki çalışmalar takdire şayandır. Şeker-İş Sendikası, özelleştirme kapsamında olan şeker sanayinin 4 bin 700 işçisine kadro sağladı. Tabii ki şeker sanayinde büyük, önemli görevler var, işler var. Özelleştirme daha bitmedi, sadece ihale şartnamesinden dolayı Danıştay yürütmeyi durdurma kararı verdi. Önümüzdeki süreç çok önemlidir. Türkiye Şeker Fabrikaları’nın yeniden bir yapılandırmaya girmesi lazımdır. En ucuz şekeri Ilgın, Ereğli ve Eskişehir olarak mal etmemize rağmen, bu seneki kotaların eksilmesinden dolayı, önümüzdeki yıl hakikaten şeker fabrikamızda pancarsızlıktan dolayı sıkıntı olacaktır. Pancara alternatif ürün olmadığından 18 Şeker-İş Dergisi dolayı, bu fabrikaların yaşaması için pancar ekim sahalarının artırılması ve kotaların korunması lazım. Çabamız 2014 yılına kadar pancar kotalarını koruyarak Avrupa Birliği Şeker Rejiminde kotaların sabitlenmesini ve bu kotaları koruduğumuzda Avrupa’daki 6 ülke arasına pancardan şeker üreten ülkeler arasına girilmesini sağlamaktır. Bunun için fabrikamızda ve yöremizde her türlü çalışmayı yapıyoruz. Yöre milletvekillerimize her zaman şeker sanayinin sorunlarını dile getiriyoruz. Makina fabrikalarımızda eleman sıkıntısından dolayı işgücü açığı meydana gelmekte ve taşeronlaşma had safhaya ulaştırmaktadır. Taşeronlaşma da şeker sanayinin üstünde bir sıkıntıdır. Bu nedenle bir an önce şeker sanayinin yeniden yapılandırılması ve şeker fabrikalarında had safhada olan eleman ihtiyacının bir an önce giderilmesi ve şeker fabrikalarının, makina fabrikalarının, çarklarının dönüp bacalarının tütmesi gerekiyor. Bunun için gerekli çalışmaları hep birlikte yapmamız lazım arkadaşlar. Son çıkan “Ağır ve Tehlikeli İşler Tüzüğünde” şeker fabrikalarımızda, dökümhaneler ve kaynak atölyelerinde çalışan arkadaşların fiili hizmetten yararlanma şansları kalmadı. Eskişehir Makina Fab- rikası bünyesinde olup da döküm atölyesi diye geçtiği için burada arkadaşlarımız fiili hizmet zammından yararlanamıyorlar. Bunun bir an önce düzeltilmesi için yargı yoluyla mı, yoksa tekrar bir tüzük değişikliğiyle mi yapılmasını hassaten Eskişehir Şubesi olarak Türk-İş’imizden rica ediyoruz. 1998’den bugüne yaklaşık 12 yıldır şube başkanlığı yapıyorum. Yapmış olduğumuz çalışmalarımız bellidir. Genel Merkez Yöneticilerimiz, Genel Başkanımız dahil, benim nasıl bir insan olduğumu, nasıl Şeker-İş’in hizmetinde olduğumu biliyorlar. Ben de demokratik hakkımı kullanarak, teveccüh gösterirlerse, Sayın Genel Başkanımızın listesinden, onunla birlikte bu yükü paylaşmak için tüzük tadilatından sonra Genel Eğitim Sekreterliğine adaylığımı koyuyorum. Cenabı Allah yardımcımız olsun, Allah şeker sanayiinin bacasını hiçbir zaman söndürmesin, çarkların durmasını engellesin, devamlı çalışsın. Ama bunun için mücadele şart, bu mücadelede her zaman Genel Başkanımızın emrindeyiz ve onunla birlikte bir ekip olarak çalışmaya her zaman hazırız. 19. Olağan Genel Kurulumuzun ilk önce Şeker-İş camiamıza, Türk-İş’imize ve şeker ailesine hayırlara vesile getirmesini temenni ederim. GÜNDEM Halis HALİFEOĞLU Şeker-İş Sendikası Erciş Şube Başkanı “Özelleşme sonucunda işsiz kalanların katılımıyla işsizler ordusu daha da büyümektedir.” Şeker fabrikalarımızın oldukça ciddi sorunları mevcuttur. Aynı zamanda Türk işçi hareketinin de ciddi sorunları vardır. Ben bu sorunlara geçmeden, ülkemizin cumhuriyetle birlikte geçtiği zaman tüneline baktığımızda, şeker fabrikalarımızın kuruluş sermayesinin köylerden toplanan yumurtalar olduğunu görmekteyiz. İşte şeker fabrikalarının temelinde de atalarımızın katıklarından arttırdıkları tasarruflar vardır. Büyük Atatürk, şeker fabrikalarını birer kale olarak görmüş, sağlıklı bir toplumun oluşmasında şeker fabrikalarının önemini her defasında daha kuvvetli vurgulamıştır. Türkiye için en iyi ekonomik model olan karma ekonomik model 1930’larda kabul edilmiş ve tatbikatı yapılmıştır. Gelişen dünyayla birlikte gelişen vahşi kapitalizmin ve bu vahşi kapitalizmin geliştirdiği sömürge yönetim modelinin karşısında, 1980 yılından itibaren ülkemizde de estirilen özelleştirme rüzgarı, cumhuriyetimizle yaşıt olan tüm kamu iktisadi teşebbüslerini birer birer yutmaya başlamıştır. Şeker-İş Sendikamız, bu özelleştirmeye karşı mücadele azmini; tüm teşkilat organları ve üyeleriyle benimseyerek, ülke genelinde sürekli eylem kararı alarak, yurt genelinde topyekûn bir mücadele benimseyerek, bugüne kadar başarılı bir sonuçla gelmiştir. Bu mücadelemizin bundan sonra daha güçlü bir şekilde devam etmek zorunda olduğunu belirtmek isterim. Özellikle 2000 yılından sonra IMF’nin ve Dünya Bankası’nın baskıları neticesinde bu özelleştirme süreci daha da hızlanmıştır. Bildiğiniz gibi, Şeker Yasası da bu süreçte çıkan yasalardan birisidir. Sektörümüzün bir an önce özelleştirmesi için “önce zarar ettir, sonra özelleştir” modeli uygulanmıştır. Ancak tarımsal destekten yoksun bırakılan pancar çiftçisi, bu politikaya inat olarak üretime devam etmiş, işçi de verimli üretim yaparak fabrikalarına sahip çıkmıştır. Artık ülkemizi yönetenler, üretime dayalı kalkınma modellerini tercih etmeleri gerekmektedir. Yapılan özelleştirme uygulamaları neticesinde sormak lazım, acaba Türkiye’de işsizlik bitti mi? Özelleşme sonucunda işsiz kalanların katılımıyla işsizler ordusu daha da büyümektedir. Bu vesileyle özelleştirmenin yanlış bir politika olduğu net görülmektedir. Dünyada neoliberal politikalar artık iflas etmiştir. Dünya karma ekonomi modeline dönüş yapmaya başlarken, ülkemizde de karma ekonomi modeline dönüş yapmak zorunluluğu doğmuştur. İş hayatımızda çok ciddi sorunlarımız mevcuttur. İşçiler olarak uyanmamız gerekiyor. Çok derin bir uykudayız. Çok sıkıntılar var ve bu sıkıntılardan kurtulmak lazım. Çözüm var, yeter ki işçi silkelensin, yeter ki herkes üzerine düşen görevi yerine getirsin. 19. Olağan Genel Kurulumuzun Şeker-İş camiamıza, Türk işçi hareketine ve ülkemize hayırlara vesile olmasını diler, hepinizi saygıyla selamlarım. www.sekeris.org.tr 19 GÜNDEM Sefer KAHRAMAN Şeker-İş Sendikası Çorum Şube Başkanı “Bizde bu mücadele gücü olduğu sürece ne kimse babalar gibi bizim fabrikalarımızı satabilecek, ne de bizim analarımızı ağlatabilecek. Bundan sonra anaları ağlayan onlar olacak!” Kıymetli mesai arkadaşlarım; ben hiçbir organımıza aday değilim. Sayın Genel Başkanımın yapmış olduğu listede görev alan arkadaşların en iyisini yapacağından, buraya seçilecek arkadaşlarımızın Sendikamızın daha iyi yerlere getirilmesi için elbirliğiyle gayret edeceğinden hiç şüphem yok. Sayın Genel Başkan ve ekibinin bugüne kadar yapmış olduğunuz mücadeleyi, yeni bir ivme ile daha iyi noktalara, daha güzel yerlere getireceğine yürekten inanıyorum. Gerçekten de 9 Kasım 2009 tarihi itibariyle C grubu portföyünü oluşturan şeker fabrikalarında çalışan bir arkadaşınız olarak içimize düşen bir ateş; ta ki birkaç gün evveline kadar yanarak, büyüyerek bir alev topu haline gelmiştir. C portföyünü oluşturan fabrikalarımızda ve daha önce bu konuları yaşayan fabrikalarımızdaki tüm çalışanlarımızı saran ateş, bizleri çok derin bir şekilde yakmıştır. Bu fabrikalarda çalışan arkadaşlarımız için bundan sonra yapacağımız mücadele gerçekten çok önemlidir. 19. Olağan Genel Kurul, sadece sizlerin, burada birilerinin koltuklarının değiştirilmesi veya devam etmesi demek değildir. Özelleştirme karşısındaki mücadele; Genel Merkez Yönetimini oluşturacak arkadaşlarımızın mücadelesinden ibaret değildir. Bu mücadele, tarlada çaba sallayan işçisinden, fabrikalardaki mevsim20 Şeker-İş Dergisi lik işçilerinden, kantarlarda gece gündüz 24 saat çalışan arkadaşlarımızdan ve en üst düzeyde çalışan değerli ustalara kadar hep beraber el ele, gönül gönüle vererek şeker sanayimizi daha güçlü hale ve daha kıvançlı günlere getirme mücadelesi olacaktır. Bugün vermiş olduğumuz mücadele, bizim çocuklarımızın alnında bir gizli madalya olarak kalacaktır. Bizim birer övünç madalyamız olacaktır. Biz, fabrikası kapatılmış, bacası sönmüş, çarkları kilitlenmiş bir fabrika değil, işyerleri değil; bir fabrikanın yerine yeni bir fabrika daha kurulabilen, 5 işçi çalışırken 10’a çıkarabilen sendikacılar ve yöneticiler olmak istiyoruz. Buraya Sefer Kahraman’ın, Ahmet’in, Mehmet’in gelmesi hiç önemli değil. Önemli olan Şeker-İş Sendikası’nın geleceğidir, önemli olan şeker fabrikalarının geleceğidir, önemli olan Türkiye’nin kazanmasıdır. Ben şu özelleştirme süresince C grubunu oluşturan bütün diğer fabrikalardaki arkadaşlarım gibi, başkanlarım ve yöneticiler ve çalışan arkadaşlarım gibi, gerçekten de geceleri uyku uyuyamazdık. Şimdi arkadaşlar Danıştay kararları ile soluklandık, bir netice aldık. İşte Genel Müdürlerim burada, bana “Başkan, revizyonu yetiştirebilecek misin kampanyaya?” dediği anda, ben “Bırak Sayın Genel Müdürüm, revizyonu değil, bu moralle bana ‘Bir fabrika kurup, kampanyaya yetiştir misin?’ diyorsan, yetiştirmeye hazırız. Yeter ki bizim moral motivasyonumuz yerinde olsun, yeter ki şeker sanayinin önüne getirilen engelleri kaldıralım. Bugün ülkemizde Cumhuriyetle yaşıt olan bu kuruluşlarımızı teker teker elden çıkarmak isteyen zihniyet, dün de, evvelki gün de, bugün de, yarın da olmaya devam edecektir, sonu da gelmez. Bunları elden çıkarmak isteyen, yok etmek isteyen zihniyete karşı bizler dik duruşumuzu, haklı mücadelemizi, hakkımızı demokratik şekilde kullanarak en iyi şekilde mücadele edeceğiz. Kırmadan, dökmeden, ama başarılı olmak için, Türk Bayrağını, Şeker-İş flamasını bu fabrikalarımızın bacasında sallandırmaya devam edeceğiz. Bu fabrikaları, bu sanayi kuruluşlarını, bu güzel tesislerimizi babalar gibi satıcağız diyorlar. Ama Allah’ın izniyle bizde bu mücadele gücü olduğu, bu birlik beraberlik devam ettiği sürece, ne kimse babalar gibi bizim fabrikalarımızı satabilecek, ne de bizim analarımızı ağlatabilecek. Bundan sonra anaları ağlayan onlar olacak! Şekerle ilgili bir kelime duyduğum an, emin olun içim böyle kıpır kıpır oluyor. Şuraya seçilecek arkadaşlarım, aday olacak arkadaşlarım, aday olmayıp ismi açıklanmayan diğer arkadaşlarım, hepsi de buraya layık insanlar, hepsi de Şeker-İş Sendikası’nın Merkezinde, organlarında görev yapabilecek insanlardır. Ama bu bir nöbettir, bir sıradır veya kaderin bir cilvesidir, kısmet meselesidir. Bugün nasibi olan, kısmeti olan, cenabı Allah onlara nasip etsin. Biz ardındayız, yardımcı olacağız, yeter ki sanayimiz kazansın. Ben bu duygu ve düşüncelerle 19. Olağan Genel Kurulumuzun tüm Türkiye’mize, insanlığa, milletimize hayırlar getirmesini yüce Allah’tan niyaz ediyor, hepinizi sevgi ve saygılarla selamlıyorum. GÜNDEM Şükrü BALIK Şeker-İş Sendikası Afyonkarahisar Şubesi Üst Kurul Delegesi “Ülkemiz var oldukça, şeker fabrikalarının bacası mutlaka tütmelidir.” 1980 yılında Afyon Şeker Fabrikası kısım temsilciliğiyle başlayan sendikal görevimi bu güne kadar yaklaşık 30 yıldır fiilen sürdürmekteyim. Tabii ki bu 30 yıl içerisinde, şube başkanlığı, yönetimi, denetimi, daha da ilerisi, siyasi partilerde görev alma, milletvekili adaylığı gibi, bir faninin aklından geçebilecek tüm şeyleri yaşayan bir arkadaşınız olarak; 19. Olağan Genel Kurul, birileri için seçilme, birileri için daha iyi hizmet etme olurken, benim için de Ankara’da görevimizi yaptıktan sonra memleketim olan Afyon’a dönüp, ayın 13’ünde de emeklilik dilekçemi vererek aranızdan ayrılmak olacaktır. Cumhuriyet kurulduğundan bugüne kadar biz şeker çalışanları olarak, her ne kadar içeriden ve dışarıdan milletimizin ağız tadını bozmak isteyenler oluyor ise de, biz yine de ısrarla şeker çalışanları olarak gecemizi gündüzümüze katarak, soğuk demeden, sıcak demeden bu milletin ağız tadını yerine getirmeye çalıştık. Ülkemiz var oldukça, şeker fabrikalarının bacası mutlaka tütmelidir. 1977 yılında Afyon Şeker Fabrikası deneme kampanyasıyla birlikte ilimizde bulunan Afyon Şeker Fabrikası Şekerİş’e olumlu katkıları olmuştur. Bugüne kadar 4 genel başkanımızla çalıştım. Yaşar Doğualp, rahmetli Hikmet Alcan, Ömer Çelik ve şu anda İsa Gök Beyle çalışıyorum. Dördünden de Allah razı olsun. Afyon’da şube başkanlığı görevimi devrettiğim değerli kardeşime basın hu- zurunda anahtarı teslim ettim, mevlüdümü okuttum, kurbanımı kestim, sanki seçim kazanmış gibi devrettik ve genç arkadaşıma dedim ki, “Emrinizdeyim, çünkü sizin başarınız benim üyeme yansıyacak.” Arkadaşlar; sendikacılıkta muhalefetlik yoktur. Elbette ki doğruyu bulabilmek için fikir ayrılıkları olacaktır. Seçim bittikten sonra doğrunun yanında hep beraber olmalıyız. Aynı Afyon’daki düşüncemi burada da ifade etmek istiyorum. Yarından sonra seçilecek hangi arkadaşlarımız olursa olsun, emekli eski bir şube başkanı olarak emirlerinde olduğumu, sizlerin vasıtasıyla ülkemizin dört bir köşesinde var olan, bizi tanıyan arkadaşlarımıza sevgimizi, saygımızı, selamımızı iletirseniz son derece memnun olurum. Bu duygu ve düşüncelerle hakkınızı helal etmenizi istiyorum. Benim hakkım herkese helal olsun. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu fırsatı Sayın Genel Başkanım bana verdiği için, kendisine teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun. Komisyon Raporları Görüşüldü Konuşmaların ardından komisyon raporları görüşülmeye başlandı. Hesap Tetkik, Tüzük Tadil, Bütçe, Mevzuat ve Öneriler Komisyonları’nın raporları okunarak delegelerin oylarına sunuldu. Raporların onaylanmasından sonra, Şeker-İş Merkez Yönetim Kurulu Üyeleri tek tek kürsüye geldiler ve birer konuşma yaptılar. www.sekeris.org.tr 21 GÜNDEM Hasan Basri GÜZEL Şeker-İş Sendikası Genel Eğitim Sekreteri “Gerçekten çok güç durumda olan sektörümüzü ve sanayimizi rahat bir nefes alabilir konuma getirdik.” Sektörümüzün ve sanayimizin, sendikamızın kurulmasına karar verenlerden, verdikleri hizmetle bugüne kadar getirenlerden hayatta olanları saygıyla, ebediyete göçenleri de minnet, şükran ve rahmetle anıyorum. 18. Olağan Genel Kurul’un bana tevdi ettiği bu kutsal görevi bugüne getirdim. Bu kutsal görevi Divan teşekkül ettiğinde de Divana bıraktım. Eğer 19. Olağan Genel Kurul bu görevi devam ettirmem konusunda irade belirtirse aynı 18. Olağan Genel Kurulun bana tevdi ettiği görevi yaparken, bana o görevi tevdi edenleri sıkıntıya düşürecek, onları bu görevi ehil ellere teslim etmediğine dair kuşkuya düşürecek bir sıkıntı yaşatmamışsam, 19. Olağan Genel Kurul eğer bu görevi bana tevdi ederse, aynı sorumluluğu bana bu görevi tevdi eden sizler için de göstereceğimden hiç kimsenin şüphesi olmamasını istiyorum. 18. Olağan Genel Kurulumuzun ardından göreve geldikten sonra sizlerle birlikte gerçekten çok sıkıntılı ve gecesini gündüzüne katarak mücadele edilmesi gereken bir dönemi beraber yaşadık. Sayın Genel Başkanımın önderliğinde ve çizdiği rotada gerçekten çok güç durumda olan sektörümüzü ve sanayimizi rahat bir nefes alabilir konuma getirdik. Genel Merkez Yönetim Kurulu 19. 22 Şeker-İş Dergisi Dönem Çalışma Raporu’nu hazırlama görevini bana verdiğinde, bunu bir plan dahilinde yapmak gerektiğini düşünerek, hazırladığımız taslağı bu Çalışma Raporunu nasıl yapacağımızı ve bu çalışma raporunda neleri işleyeceğimizi Genel Merkez Yönetimine sunduk. Sağ olsun Genel Merkez Yönetimindeki arkadaşlarım da bu raporu hazırlamam için onay verdi. Bakın, o çalışma raporunda dört yıl boyunca sadece burada iki kelimeyle anlatılan başarının ne şartlarda kazanıldığını, bunu kazanmak için hangi kurumlara hangi üsluplarla yazılar yazıldığını ve nasıl takip edildiğini o raporda bulacaksınız. O rapor hem kadrolarımızı yenilediğimizde, yeni seçilen veya göreve devam eden şube başkanlarımıza resmi kurum ve kuruluşlarla nasıl yazışma yapılır, bu yazışmalarda nasıl üslup kullanılır? Onlar için bir bilgi ve belge niteliğinde olacak bir rapordur. Bu belge niteliğindeki çalışma raporu mücadelenin nasıl kazanıldığını, ne gibi güçlüklerden geçilerek kazanıldığını ortaya koyuyor. Başkanlar Kurulumuzda değerli başkanlarımızın yaptığı katkılar o raporun içinde yer alıyor. Biz bu raporu hazırlarken şubelerimize yazı yazdık. “2006 yılının 17 Temmuz’undan bu yana katıldığınız eylemler, yönetenlerle yaptığınız görüşmeler ile ilgili tarihleri, bilgileri ve belgeleri bize yollayın” dedik. Şimdi, bizim Genel Merkez olarak kaçırmadığımız, takip ettiğimiz bazı şeyler var. Kayseri’deki örgütlenme. Ahmet Tatar Başkanımın insanüstü gayretiyle Kayseri’deki üye sayımızı artırdık, ona teşekkür ediyoruz. Amasya Şubemizin Değerli Başkanı Hikmet Soyluer’e Amasya Şubesindeki üye artışı için de teşekkür ediyoruz o raporda, çünkü takip ediyoruz ve biliyoruz. Bundan sonraki dönemde Adapazarı Şubemizde toplu iş sözleşmesi aşamasına gelmeyi düşünüyoruz. Eğer, bir talihsizlik olup da, işveren üye yaptığımız arkadaşların bir kısmını işten çıkarmamış olsaydı, şu anda Adapazarı’nda toplu iş sözleşmesi yapabilecek konumdaydık. Adapazarı’mızın Değerli Baştemsilcisine, Kütahya’mızın Değerli Şube Başkanına da bu raporda teşekkür ediyoruz. Dönem içerisinde Sayın Genel Başkanımın nasıl sıkıntı çektiğini, nasıl mücadele ettiğini biliyorum. Eğer 19. Olağan Genel Kurul bana bu görevi tekrar verirse, aynı ciddiyetle ve aynı şevkle Genel Başkanımın hemen yanında, bana ihtiyaç olduğu her yerde çalışmaya devam edeceğim. 19. Olağan Genel Kurul’un önce sanayimize, ülkemize, sendikamıza, çalışma hayatına katkı yapmasını diliyorum. Allah seçilecek olanları yapacakları hizmetten, seçecek olan sizleri de vereceğiniz karardan utandırmasın. Hepinizi saygıyla selamlarım. GÜNDEM Vahap POLAT Ş e k e r - İ ş S e n d i k a s ı E s k i G e n e l B a ş k a n Ya r d ı m c ı s ı Saat 9.30’dan bu saate kadar ülkemizin sorunları, sanayimizin sorunları tek tek anlatıldı. Ben bu sorunları tekrarlamayacağım. Ben demeyeceğim ki, Cumhuriyet tarihi boyunca yani 1923’ten 2002’ye kadar bu devletin iç ve dış borcunun sadece ve sadece 220 milyar dolar olduğunu ve 220 milyar dolarla 2002’ye kadar olan tüm hükümetlerin bu ülkeye barajlar, limanlar, fabrikalar, yollar yapıldığını söylemeyeceğim. Bunu siz biliyorsunuz. Ama 2002’de bu ülkeye yolsuzluğu önleyeceğiz, işsizliği önleyeceğiz, yoksulluğu önleyeceğiz diye gelenler 2002’den bugüne kadar bu ülkeyi 600 milyar dolar borca soktular. Cumhuriyet tarihi boyunca, 80 yıl boyunca bizden öncekilerin alın terleri, vergileri kurulan tüm kuruluşlarımız yok pahasına peşkeş çekildi. Ülkemizin ve güzel insanlarımızın tüm sorunlarının tek bir çözümü var. Bu ülkeyi sevenlerin, bu ülkeyi Brüksel’den değil, Washington’dan değil, Ankara’da yönetecek insanların seçilmesi lazım bu ülkeye. Bugün ekonomisi IMF’ye teslim edilen, yönetimi Brüksel’e emanet edilen bir ülkede yaşıyoruz. Ama bu mazlum halk, bu yalnız ülkenin güzel insanları önüne sandık geldiği zaman onlara bir ders verecektir. Şeker sanayimizle ilgili hakikaten Saygıdeğer Genel Başkanım, mesai arkadaşlarım ve değerli şube başkanlarımız sayın üyelerimizle ciddi çalışmalar yapıldı. Emeği geçen tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Allah razı olsun diyorum. Sanayimiz rahat bir ne- Ramazan BEKER fes aldı. Bu genel kurulda aday değilim. Sadece ve sadece buraya kısa öz, bir veda konuşması için geldim. Sizlerle bugüne kadar çalışmaktan mutluluk duydum. Beni 95’te seçtiğinizden bugüne kadar bildiğiniz başkan, enişteniz, amcanız, dayınız, ağabeyiniz olarak kaldım. Hiçbir dostumu, hiçbir arkadaşımı incitmemek için özen gösterdim. Görevde bulunduğum sürede insanlar arasında sürekli diyalogu sağlamaya çalıştım. Entrika yapmadım. Hakikaten, tek isteğim dürüst, namuslu, iyi bir idareci olmaktı. Ben bugün aday değilim, ama şunu bilin ki, burada bulunduğum müddetçe, Ankara'da oturduğum müddetçe, canımız sağ olduğu müddetçe, bir ağabeyinizin, bir kardeşinizin olduğunu unutmayın. Tek isteğim sizden, benden yana hakkınızı helal edin, benim hakkım size helal olsun. Sizlerle çalışmak, sizlerle birlikte olmak, hakikaten mutluluk vericiydi. Allah yuvanıza mutluluklar versin, dostluklar, beraberlikler pekişsin, birliğinizi, beraberliğinizi, dirliğinizi bozmayın. Allah’a emanet olun, saygılar, sevgiler sunuyorum. Şeker-İş Sendikası Eski Genel Mali Sekreteri Şeker sanayinde özelleştirmeye karşı mücadele 2003 yılının sonlarında başlar. O zamana kadar özelleştirme bir dünya gerçeğiydi, tatlandırıcılara karşı mücadele edecek gücümüz yoktu. Görüş bu şe- kildeydi. Daha sonra tatlandırıcılara karşı Başkanlar Kurulunda başlayan mücadele defalarca tekrarlandı ve özelleştirmeye karşı da bir mücadeleye dönüştü. Bu süreç 2005 Olağanüstü Genel Kuruluyla sonuçlandı. Olağanüstü Genel Kurulla göreve gelen ekibimiz, Sayın Genel Başkanımızın önderliğinde verdiği bilinçli ve akıllı, ilmi araştırmalara dayalı mücadeleyle şeker sanayinin özelleştirilmesinin çok önemli birinci aşamasını başarıyla tamamladı. Bu mücadele hepinizin katkısıyla olmuştur. Önce üyelerimizin, şubelerimizin katkısıyla olmuştur. Mali konularda yönetimde birinci derecede sorumluluk Sayın Genel Başkanım ve bana ait. Tabii ki, diğer Yönetim Kurulu Üyesi arkadaşlarımızın da sorumlulukları var. Bu konuda Sayın Genel Başkanımın engin tecrübelerinden de tabii ki istifade ettik. Genel Merkez Yönetim Kurulumuzun aldığı tedbirlerle 120 milyarla devraldığımız kasayı 6 trilyonun üzerinde bir seviyeye getirdik. Bu konuda özellikle şubelerimizin katkısı tabii ki büyük oldu. Tasarruf konusunda bir şubenin hakkını söylemeden de geçemeyeceğim. Bütün şubelerimiz de tasarruflarını yapmıştır, kendilerine teşekkür ediyorum; ama özellikle bir şubemiz en az harcamayla, en çok tasarruf yapmıştır. Huzurunuzda Kayseri Şubemizi ve onun çok Değerli Başkanını tebrik ediyorum. İnşallah, Genel Kurulumuz camiamıza yakışır bir şekilde sonuçlanır. Birlik, bütünlük ve kardeşliğe vesile olur diyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum, hepinize hayırlı akşamlar diliyorum, sağ olun. www.sekeris.org.tr 23 GÜNDEM Fethi TEKİN Şeker-İş Sendikası Eski Genel Sekreteri “Burada büyük bir başarı varsa, bu başarının büyük bir kısmı Genel Başkanıma aittir.” Şeker sanayinin içinde bulunduğu bu son beş yıllık zor dönemde başta Sayın Genel Başkanım olmak üzere, Merkez Yönetimi ve görevde olan şube başkanı arkadaşlarım, kaybeden şube başkanı arkadaşlarım gerçekten olağanüstü bir dönem geçirdi. İnanın, Sayın Başkanla beraber odasında sevinçten ağladığımızı da biliyoruz, üzüntüden de ağladığımızı biliyoruz. Fabrikalarımıza özellikle Bor ve Ereğli fabrikalarına gittiğimizde, ilk satışa çıktığı zaman, oradaki işçi kardeşlerimizin yüzlerindeki ifadeler, suratlarındaki asıklığı hala daha gözlerimizin önünden gitmiyor. Ama Allah’a şükür ki, beş yıldır fabrikalarımızdan birini bile vermedik. Yani, Şeker-İş belki de özelleştirmeyle ilgili ilklere imza atıyor. Bizden sonra ihaleye çıkan, kapsama alınan işyerlerinden üzülerek belirteyim ki, bugün eser yok. Tekel fabrikaları bizden çok sonra kapsama alındı. Bunu hep beraber yaşadık, ama şu anda şeker fabrikaları Allah’a çok şükür ayakta duruyor, Tekel’den eser yok. Türk-İş’imizin önderliğinde, büyük bir mücadele verdiler, adlarını Türkiye’ye duyurdular. Biz de onları canı gönülden destekledik, desteklemeye de devam edeceğiz. Tabii ki, eğer burada büyük bir başarı varsa, ben inanıyorum ki, bu başarının büyük bir kısmı Sayın Genel Başkanıma aittir. Biz inanın, toplu sözleme görüşmelerinde eğer iki saat kadrolularla ilgili konuşuyorsak, diğer tüm zamanlarda geçici arkadaşlarımızın problemlerini konuşuyoruz. Çünkü gerçekten 6 bin geçici iş24 Şeker-İş Dergisi çi bizde mutsuz, gerçekten huzurları yok. Allah kimseyi işsiz bırakmasın, dört ay çalışıyorlar, sekiz ay dışarıda geziyorlar. Hele bu insanlar emekli olduğu zaman bile evde oturamıyor. O arkadaşlarımızı mutlaka bu işsizlik fonuyla ilgili, işsizlik parasıyla ilgili bu arkadaşlarımıza bir çare bulunması lazım. Sayın Genel Başkanım, ben biliyorum gayretinizi, yasa tasarısı değişirken, Şeker-İş olarak biz öneride bulunduk. Sizler de bu konuları yukarıya taşıdınız. Şeker-İş’in bir talihsizliği var. Tam Bakana şeker sanayini öğretiyoruz, Sayın Genel Başkanım anlatıyor, öğretiyor, tam şekere ısınıyor, bakan gidiyor. Bu da Şeker-İş’in şanssızlığıdır. Emeği temsilen gelen insanlar o perde arkasına gittiğinde, ellerini vicdanlarına koysunlar. Sevgili kardeşim Fevzi Başkanım uygunsa benim başım üstüne ona oy versinler, biz uygunsak bize oy verin. Benim sizden hassaten ricam o, çünkü o da çok değerli bir kardeşimdir. Tabii ben söyledim, başka genel başkanlarla da çalıştım, Allah işlerini güçlerini rast getirsin. Çok güzel mutluluklara imza attık. Bir dönem 2200 kadroya, bu dönem 5 bin kadroya imza attık. İnanıyorum ki, geriye herhalde kamuda 16-17 bin geçici işçi kaldı, onların problemi de önümüzdeki dönemde çözülecek. Artık bizde de geçici işçi kalmaz, onlar da mutlu olurlar. Sayın Genel Başkanımla çok huzurlu ve başarılı çalıştığımıza inanıyorum. Benim Genel Başkanım bundan sonra da Genel Başkanım olmaya devam edecek. Onun altını çizerek söylüyorum. Herkese saygılar sunuyorum. GÜNDEM İsa GÖK Şeker-İş Sendikası Genel Başkanı “Pancar üreticisinin, şeker işçisinin ve devletin olduğu yeni bir projeyle sektörün kurtuluş reçetesini yazamazsak, bu sektörün yaşama şansı yok.” Çok değerli arkadaşlarım; aday olan arkadaşlarım konuştular. Yönetimdeki arkadaşlarım, bugüne kadar size hizmet eden arkadaşlarım konuştular. Son söz bir şeyler söylemek de bize düştü. Öncelikle, ben Divanı selamlıyorum. Dört yıl boyunca beraber hizmet ettiğim arkadaşlarımı selamlıyorum. 19. Olağan Genel Kurulu oluşturan siz değerli arkadaşlarımı selamlıyorum. Tabii, duygusallığın, duygusal konuşmaların olduğu bir ortam, şeker sektörünün geleceğinin söz konusu olduğu bu ortamda, duygusallığı aşmamız gerektiğini düşünüyorum. Buraya gelen her arkadaşım bir şeyler söyleyecek, diyecek. Çözüm üretecek, bir şeyler koyacak. Sektörün geleceğiyle ilgili ne yapılabilirliğinin tespitlerini yapacak, yapması gerekir. Kapalı kapılar ardında insanlara olmayacak şeyler yapıştırıyorsunuz, ondan sonra da sahneye geldiğimiz zaman, bütün bunları söylememişçesine neredeyse madalya takılmasını istiyorsunuz. Ben böyle şeyleri sevmiyorum, ben harbi bir insanım. İnsanların yüzüne söyleyemediğim şeyleri kapılar arkasında söylemem. Bir karar alınıyorsa, sonuna kadar arkasında dururum. Onu uygulamaya çalışırım. Genel Başkana top atmam, şubeleri karıştırmam, ama birisinin arkasında duracaksam, sonuna kadar dururum. Bunun için de diyet beklemem. Bana borç ödesinler istemem. Her arkadaşımın aday olma hakkının olduğunu bundan üç yıl önce de söyledim. Başkanlar Kurulunda söyledim, Sekreterler toplantısında söyledim. Herkesin bu heyeti gözden geçirebileceğini söyledim. Gözden geçiriş şahsımızın koltuk sevdasıyla olmamalıdır. Sektörü nereye götüreceğimizle ilgili yeni projeler, stratejiler üretmeliyiz. Özeleştirmeyle ilgili yapmaya başladığımız mücadelede 2004’ün 31 Aralık’ında Şeker Kurumu kapatılırken, ona açtığımız davayla ilgili ne söylediklerini unutmam mümkün değil. Ilgın, Ereğli, Bor Şeker Fabrikaları özelleştirme programına alındığında, çalışan arkadaşlarımızın ekmek kavgasını, kaygısını gözlerinde gördüğüm günleri unutmadım. Onun için ben duygusal olamam. Bu işi ya yapacağım ya da gideceğim. Ama şunu söylemek istiyorum: Eğer, Allah bana nasip ederse, şeker fabrikalarının özelleştirme programından ve kapsamından çıktığı dönemin sonunda sendikacılık hayatıma nokta koyacağım. Bu koltuklara yapışmayacağım. Ben bu günleri görmeden, üç yıl önce bir konuşma yaptım. “Mutlaka merkez yöneticilerine bir dönem boyunca çalışma sınırı koyun” dedim. Merkezin imkanlarıyla kimseyi kafa kola almaya uğraşmayalım ve yeni nesiller buralara otursun diye gayret ettim. Bugün şeker sektörünün buraya geleceğini söyledim. İnandığım şeyi sonuna kadar savunurum. İnandığım şeyi savunurken, başaramasam dahi bunu bir kayıp kabul etmem. Ama bu hükümet güçlü, nasıl olsa satar diye peşinen yenilgiyi de kabul etmem. Değerli arkadaşlarım; bu Genel Kurul arifesinde her türlü ayak oyunlarına şahit oldum. İnsanların aday olma hakkının olduğunu her zaman söyledim. Bundan bir kaçış yok, biz nasıl birilerinin yerine aday olmuş, gelmişsek, mutlaka bir gün birileri de bizim yanımıza, yerimize aday olarak gelecek, bundan kuşkum yok. Ben ölümlüyüm, buralardan da gideceğiz. Miras da kalmadı, arkadaşlarıma da miras kalmayacak, bana da miras kalmayacak. Ama telefonlarda her türlü şeyi bana yapıştırırken, bilmem neredeki olan özellikler bunda vardır denilirken, neden gelip bir günden bir güne bana arwww.sekeris.org.tr 25 GÜNDEM kadaş sen böyle bir şey yapıyor musun diye sormuyorsunuz? Şeker-İş’in Genel Başkanı olarak hareket ediyorum ve şeker sektörünün kurtuluş reçetelerini sunmaya gayret ediyorum. Ilgın, Ereğli, Bor Fabrikaları için karar çıktığında, elini cebine atıp, önce inanmayıp, sonra “nasıl olsa bunun satılmayacağını biliyordum” diyen insanlar var. Ama dünkü söylediklerini çabuk unuttukları için, bugünkü söylediklerinin muteber olduğunu sanıyorlar. İnsanlar aptal değil. Biz Türkiye’de pancar şeker sektörünü Avrupa Birliği fiyatlarına indiremez, maliyetlerini minimize edemezsek, Türkiye dış dünyadan ayrı yaşayamayacaksa, Dünya Ticaret Örgütü’nün öngörüleri ve Kyoto Protokolü imzalanıyorsa, bazı radikal kararları almamız gerekiyor. Üç önemli badire atlattık. İlki ve en kötüsü Şeker Kurumu’nun kapatılması idi. İkincisi Ilgın, Ereğli, Bor Fabrikalarının satışa çıkarılması idi. Bu badireyi de atlattık. Onu da sorgulayamadan, C ve B grubu fabrikaları satılmaya çalışıldı. Danıştay kararları ile yürütmesini durdurduk. Şeker fabrikalarının özelleştirme kapsamından ve programından çıkması halinde o dönemin sonunda ben kesinlikle sendikal hayatımı noktalayacağımı buradan söylemek istiyorum. Ama çıksa dahi, pancar üreticisinin, şeker işçisinin ve devletin olduğu yeni bir projeyle sektörün kurtuluş reçetesini yazamazsak, bu 26 Şeker-İş Dergisi sektörün yaşama şansı yok. İnanın, bizden sonraki nesiller bizim mezarlarımıza gelip, bizim kemiklerimize küfredecektir. Ben böyle bir inançla bu sektörü savunuyorum. Duygusallık yok, çünkü biz bundan sonra bu sektörden ekmek yiyecek insanların sigortasıyız. Avrupa Birliği Şeker Rejiminden defalarca bahsettim. Dünyadaki şeker sektöründen, yenilenebilir enerjiden bahsettim. Nişasta bazlı şekerlerle ilgili mücadelemizden bahsettim. Sizin omuzlarınızda bu sektörün ağırlığı var. Sizden sonraki nesillerin bu sektörden ekmek yemeye devam etmesi sizlerin elindedir. Bunun bir tek çaresi var, sektörü çok iyi tanımaktır. Biliyorum, çok iyi biliyorum, kafalarda 1984’ten bugüne kadar yapılan özelleştirmelerle ilgili çalışma hayatının başarısızlıkları var. Bu esaret zincirini Şeker-İş kırabilir, şeker işçisi kırabilir, sizlere güveniyorum. Bana omuz verin, bunu samimiyetle söylüyorum. Şeker sanayinin geleceğini ilgilendiren konularda esnemeyen bir genel başkanınız olduğu için bazı noktaları yakaladık. Zaman zaman en sevdiğin arkadaşlarımı kırdım ve döktüm. Ama Sendikanın parası biriktiği zaman veya tasarruf ettiği zaman Şeker-İş Sendikası’nın Genel Başkanının cebine girmiyor. Ben de çok ala bilirim, mücadele ediyoruz diye 6-7 trilyonları televizyonlara vermeyi, başka türlü etkinliklerde kullanmayı, yarısını da kafa almak için kullanabilirim, ama ben yapmadım bunu, neyi yaptım? En zor olanı, insanla uğraşmayı seçtim. Dünyayı ve Avrupa Birliği şeker sektörü ne demekmiş; neden Türkiye’de oyun oynanıyor; neden Türkiye uluslararası kartellerin pazarı haline getirilmek isteniyor? Bunları gördüm, inandım ve bu inancımı sizlere aktarmaya hep gayret ettim. Bu çocuk oyuncağı değil. İnanacaksınız, fedakar olmak zorundayız. Verdiğimiz ilanlarda bunu gördünüz. Her türlü fedakarlığın altına imza atacağımızı sizlerin adına söyledim. Bugüne kadar bu konuda bir tepki görmedim. Sektör ve şeker pancarı dünyada stratejik olarak kabul ediliyor. Bu coğrafyada İpek Yolu üzerinde olan ülkemizde iklim bakımından da pancarın Avrupa Birliği ülkelerinden daha avantajlı ve verimli olduğu gördüm. İnanın, her şey Türkiye’yi sömürmek adına yapıldığını gördüm. Görmeyen gözler bunu görsün, kapı arkalarında, masalarda benimle ilgili bir şeyler konuşulmasın, lütfen gelinsin, sorulsun. Telefonlarda bir şeyler yapıştırılmaya çalışılmasın, ekip yapılacakmış, benim karnım ağrımaz. Yapacaksınız, çıkacaksınız ve sektörle ilgili projelerimizi yarıştıracağız. Onun için bazı şeyleri seçilmiş arkadaşlarıma yakıştıramadığımı burada söylemek istiyorum. Bazen o kadar basite indiriliyor ki mücadele; “Bir memur bunu yazmış da, işte nasıl olsa işçi bir şey yapmıyormuş, Genel Merkez Yöneticisi olmaya ne varmış”, Genel Merkez yöne- GÜNDEM ticisi olmak için de bu milletin onayı gerekiyor, hiçbir şey bilmiyorsan, buna saygılı olacaksın. Onun için fazla kırıcı dökücü olmak istemiyorum. Ama sektör bakımından da duygusal olmayacağımı her türlü arkadaşımın yanlış söylemine set çekmeye devam edeceğimi söylemek istiyorum. Evet, muvakkat arkadaş delegelerimiz de var. Arkadaşlar, sizlerin duygularını istismar etmek o kadar kolay ki, sizlere kendimi haklı çıkartmam o kadar kolay ki ama ben bunu yapmam. Çünkü Türkiye’de kadro almanın şartlarını biliyorum. Ben sizin temsilcinizim. Muvakkat arkadaşlarımızın kurtuluşu Türk-İş’le beraber olacaktır. Bunların kadro alması yeni kanun gerektirir. Ama her ihtimale karşı, toplu sözleşmede eğer bizim arkadaşlarımız kadro alırsa, ücretlerinde belirli bir düşüş yaparak, hem siyaseti, hem kamuyu zorlamak için yeni plan ve projeler de yaptığımızı söylemiştim. Onun için hoşunuza gitmeyebilir ama ben her zaman sizlere doğru söylemeye devam edeceğim. Seçilmiş insanın temsil ettiği insanlara yalan söyleme hakkı olmamalı. İnsanlar günlük kuyruğu kurtarabilir. Ama dört gün sonra da karşısında her türlü melaneti görür. O kadar tezgah, çabuk tezgah kuruluyor ki değerli arkadaşlarım. Empati yapmanızı ve söylenenleri sorgulamanızı istiyorum. Ben sizden akıllı bir adam değilim, ama bir şeyler öğrendim. Empati yapmayı ve sorgulamayı, ne diyor, ne demek istiyor bu insan, nereye varmak istiyor? Bunun nasıl çözülebileceğini öğrendim. İnsanlar her şeyi ağzına geldiği gibi söylüyor ve bir kısım insanlarımız da örgütlüyor. Şeker işçisi satılık değil; şeker işçisi çalışma hayatında ne gerekiyorsa sonuna kadar yapacaktır. Değerli arkadaşlarım, ben yine duygusal olmayacağım, listemi de buradan açıklamak istiyorum. İsa Gök: Genel Başkan Adayı. Fevzi Şengül: Genel Sekreter Adayı. Eyyup Şen: Genel Mali Sekreter Adayı. Hasan Basri Güzel: Genel Eğitim Sekreteri Adayı. İlhan Özyurt: Genel Teşkilatlanma Sekreteri Adayı. Herkese saygılar sunuyorum. Sendikamızın Yeni Yönetimi Belirlendi Genel Kurulun ikinci gününde Sendikamızın zorunlu organlarında görev alacakları belirlemek için seçimler gerçekleştirildi. 11 Nisan 2010 tarihinde yeni Merkez Yönetim Kurulu, Denetim Kurulu, Disiplin Kurulu Üyeleri ve Türk-İş Genel Kurul Delegeleri belirlendi. Şubelerimizden gelen 227 delegenin katılımıyla gerçekleştirilen seçim 3 sandıkta yapıldı. Yapılan seçimler neticesinde Sendikamızın zorunlu organları şöyle oluştu: Merkez Yönetim Kurulu Genel Başkan İsa GÖK Genel Sekreter Fevzi ŞENGÜL Genel Mali Sekreter Eyyup ŞEN Genel Eğitim Sekreteri Hasan Basri GÜZEL Genel Teşkilatlanma Sekreteri İlhan ÖZYURT Yönetim Kurulu Yedek Üyeleri Mustafa KALEM Orhan SALTIK Yüksel İLASLAN Murat KARAMOÇU Denetim Kurulu Üyeleri Salih ÜNAL Osman ERİK Veli İLKAY Denetim Kurulu Yedek Üyeleri Şükrü AVŞAR Hayrettin ÇELİK Işık ŞİMŞEK Disiplin Kurulu Üyeleri Aydın BÖKE Hüsnü PATRON Halim URASOĞLU Disiplin Kurulu Yedek Üyeleri Faruk GÜZEL Ercan KAN Hamza ŞİRİN Üst Kurul Delegeleri İsa GÖK Ahmet TATAR Fikret SANCAR Yusuf YAZIR İsmail ŞAHİN Sefer KAHRAMAN Yüksel İLASLAN Mustafa ONAY www.sekeris.org.tr 27 YÖNETİM MERKEZ YÖNETİM KURULUMUZ İsa GÖK / Genel Başkan 1956 yılında Konya’nın Ilgın İlçesi’nin Büyükoba Köyü’nde doğan İsa GÖK, Konya Endüstri Meslek Lisesi Torna Tesviye bölümünü bitirdi. Ilgın Şeker Fabrikası ham fabrika kısmında şerbet üretim ustası olarak görev yapan GÖK, Şeker-İş Sendikası Ilgın Şubesi’nde baştemsilcilik, Şe-Koop Tüketim Başkanlığı ve Ilgın Yapı Kooperatif Başkanlığı görevlerinde bulundu. 1989-1995 yıllarında Ilgın Şubesi İdari Sekreterlik görevini yapan GÖK, 1995 yılında gerçekleştirilen Şube Genel Kurulu’nda Ilgın Şube Başkanlığına seçildi. İsa GÖK, 12-13 Eylül 1998 tarihlerinde yapılan Şeker-İş Sendikası 16. Olağan Genel Kurulu’nda ve 30-31 Ekim 1999 tarihinde yapılan 16. Olağan (yenileme) Genel Kurulu’nda Genel Mali Sekreter görevine seçildi. 20-21 Temmuz 2002 tarihlerinde yapılan 17. Olağan Genel Kurulu ile bir kez daha Genel Mali Sekreterlik görevine getirilen İsa GÖK; 15-16 Ocak 2005 tarihlerinde yapılan Olağanüstü Genel Kurul’da Genel Başkan olarak seçildi. 22-23 Temmuz 2006 tarihlerinde yapılan 18. Olağan Genel Kurulu’nda ve 10-11 Nisan 2010 tarihlerinde yapılan 19. Olağan Genel Kurulu’nda Genel Başkanlık görevine yeniden seçilen İsa GÖK; evli ve dört çocuk babasıdır. Fevzi ŞENGÜL / Genel Sekreter 1960 yılında Ağrı’nın Baloluk Köyü’nde doğan Fevzi ŞENGÜL; ilk, orta ve lise öğrenimini Ağrı’da bitirdi. 1975-1982 yılları arasında atletizm ile uğraşan ŞENGÜL, milli takımda yer alarak ülkemizi temsil etti. 1982 yılında Ağrı Şeker Fabrikası’nda göreve başlayan ŞENGÜL; Fabrika Yardımlaşma Sandığı’nda ve Şeker Spor’da görev aldı. 2003 yılından bu yana Şeker-İş Sendikası Ağrı Şube Başkanlığı görevini yürüten Fevzi ŞENGÜL; 10-11 Nisan 2010 tarihlerinde yapılan 19. Olağan Genel Kurulu’nda Genel Sekreterlik görevine seçildi. ŞENGÜL, evli ve beş çocuk babasıdır. 28 Şeker-İş Dergisi YÖNETİM Eyyup ŞEN / Genel Mali Sekreter 1958 yılında Gümüşhane’nin Kelkit İlçesi Yeşilova Köyü’nde doğan Eyyup ŞEN; ilk, orta ve lise öğrenimini Gümüşhane’de tamamladı. 1980 yılında Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş’ye ait Ankara Makina Fabrikası’nda işbaşı yapan ŞEN; 2006 yılına kadar aynı fabrikada iş hazırlama servisinde çalıştı. Eyyup ŞEN, 1998 yılında yapılan Ankara Şubesi’nin 16. Olağan Genel Kurulu’nda İdari Sekreterlik görevine seçildi. 2002 yılında yapılan seçimde tekrar aynı göreve seçilen ŞEN, 2006 ve 2009 yıllarında yapılan şube seçimlerinde Şube Başkanlığı görevine getirildi. Sendikamız Şeker-İş’in 10-11 Nisan 2010 tarihlerinde yapılan 19. Olağan Genel Kurulu’nda Genel Mali Sekreterlik görevine seçilen Eyyup ŞEN; evli ve üç çocuk babasıdır. Hasan Basri GÜZEL / Genel Eğitim Sekreteri 1958 yılında Balıkesir’in Susurluk İlçesinde doğan Hasan Basri GÜZEL 1975 yılında Susurluk Lisesi’nden mezun oldu. Aynı yıl Susurluk Şeker Fabrikası’nda çalışmaya başladı. 1980-1983 yılları arasında askerlik görevini yerine getirdi. 1983-1985 yılları arasında Turhal Şeker Fabrikası’nda meydancı kadrosuyla, 1985-1987 yılları arasında Kayseri Şeker Fabrikası’nda Meydan Amir Yardımcısı, 19871988 yılları arasında ise Kayseri Şeker Fabrikası’nda Meydan Amiri olarak çalıştı. 1988 yılında Susurluk Şeker Fabrikası’na Meydan Amiri kadrosuyla tayin oldu. 1991-1999 yılları arasında Susurluk’ta Belediye Meclis Üyeliği yaptı. 1998 yılında Şeker-İş Sendikası Susurluk Şube başkanı olarak seçildi. 2002 yılında aynı göreve yeniden seçildi. 15-16 Ocak 2005 tarihinde Şeker-İş Sendikası Olağanüstü Genel Kurulu’nda Genel Eğitim ve Teşkilatlandırma Sekreteri olarak seçilen GÜZEL; 22-23 Temmuz 2006 yılında yapılan 18. Olağan Genel Kurul’da tekrar aynı göreve seçildi. Son olarak 10-11 Nisan 2010 tarihlerinde gerçekleştirilen 19. Olağan Genel Kurul’da Genel Eğitim Sekreterliği görevine tekrar getirilen Hasan Basri GÜZEL, evli ve bir çocuk babasıdır. İlhan ÖZYURT / Genel Teşkilatlanma Sekreteri 1959 yılında Tokat’ın Niksar İlçesinde doğan İlhan ÖZYURT, ilkokulu, ortaokulu ve endüstri meslek lisesini Turhal’da bitirdi. 1976 yılında Turhal Şeker Fabrikası’nda çalışmaya başladı. 1979 yılında askerlik görevini yerine getiren ÖZYURT, 1980 yılında Ağrı Şeker Fabrikası’na tayin edildi. 1987 yılında Turhal Şeker Fabrikası’na nakille dönen İlhan ÖZYURT 1998 yılında Turhal Şubesi 16. Olağan Genel Kurulu’nda Şube Mali Sekreterliğine seçildi. ÖZYURT 20022006 ve 2006-2010 yılları arasında Şube Başkanlığı görevini sürdürdü. 2 Ocak 2010 tarihinde yapılan Şeker-İş Sendikası Turhal Şubesi Olağan Genel Kurulu’nda Şube Başkanlığı’na yeniden seçilen İlhan ÖZYURT, 10-11 Nisan 2010 tarihlerinde gerçekleştirilen 19. Olağan Genel Kurul’da Genel Teşkilatlanma Sekreterliği görevine getirildi. İlhan ÖZYURT, evli ve üç çocuk babasıdır. www.sekeris.org.tr 29 1 MAYIS 1 MAYIS’TA ALANLARDAYDIK Emek ve Dayanışma Bayramı olarak kutlanılan 1 Mayıs’ta, Şeker-İş Sendikası olarak fabrikalarımızın bulunduğu illerde gerçekleştirilen etkinliklere biz de katıldık. Önceki yıllardaki kötü görüntülerin yaşanmadığı kutlamalarda ne çatışma, ne de biber gazı vardı. 30 Şeker-İş Dergisi 1 MAYIS B u yıl 32 yıldır yasak olan Taksim Meydanı emekçilere 1 Mayıs kutlamaları için açıldı. Önceki yıllardaki kötü görüntüler bu sene yaşanmadı. 1 Mayıs 2010’da ne çatışmalar, ne de biber gazı vardı. Taksim Meydanı’ndaki görüntülerde yalnızca omuz omuza olan emekçilerin barış içindeki bayram kutlamaları vardı. Büyük bir coşku içinde gerçekleştirilen kutlamalara işçiler, kamu emekçileri, meslek sahipleri, emekliler, işsizler, siyasi parti temsilcileri ve toplumun her kesiminden pek çok kişi katıldı. Taksim Meydanı’ndaki coşkulu kutlamalarda Sendikamızın Alpullu ve Susurluk Şubelerinin Yöneticileri ve Üyelerimiz yer aldılar. Mustafa Kumlu’ya yapılan saldırıyı kınıyoruz 1 Mayıs günü Taksim’de Tekel işçileri görünümündeki, provakatif bir grup bariyerleri aşarak Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu’nun üzerine yürüdü ve konuşmasını tamamlamasına izin vermediler. Bir grup kendini bilmez tarafından yapılan bu saldırı neticesinde; 32 yıl aradan sonra emekçilere açılan Taksim Meydanı’nda büyük bir coşku ile gerçekleşti- rilen kutlamalara ne yazık ki gölge düştü. Şeker-İş Sendikası olarak Tekel’in özelleştirilmesinin, 4-C uygulamasının tek sorumlusu olarak Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu’yu ve Yöneticilerini gören bu grubun saldırısının emek hareketine büyük zarar verdiğini düşünüyoruz. Tabi ki bu çirkin saldırı tüm Tekel işçilerine mal edilemez. Tekel işçileri, kölelik uygulaması olan 4-C karşısında onurlu bir mücadele verdiler ve bu haklı mücadelelerini azimle sürdürüyorlar. Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu’ya yapılan çirkin saldırıyı Şeker-İş Sendikası olarak kınıyoruz, böylesi çirkin saldırıların bir daha tekrarlanmamasını diliyoruz. www.sekeris.org.tr 31 1 MAYIS Ankara’daki 1 Mayıs kutlamaları Sıhhiye Meydanı’nda yapıldı 1 Mayıs 2010 kutlamalarının Ankara’daki adresi ise Sıhhiye Meydanı oldu. 32 Şeker-İş Dergisi Sabah saatlerinde Ankara Tren Garı’nın önünde toplanan emekçiler Sıhhiye Mey- danı’na doğru oluşturulan kortejle birlikte yürüyüşe geçtiler. Kortejin Sıhhiye Meydanı’na ulaşması ile başlayan 1 Mayıs kutlamaları Taksim’de olduğu gibi büyük bir coşku ve sevinç içerisinde gerçekleşti. Ankara’daki 1 Mayıs kutlamalarına Genel Başkanımız İsa Gök, Genel Sekreterimiz Fevzi Şengül, Genel Mali Sekreterimiz Eyyup Şen, Genel Eğitim Sekreterimiz Hasan Basri Güzel ve Genel Teşkilatlanma Sekreterimiz İlhan Özyurt, Eski Genel Başkan Yardımcımız Vahap Polat ve Ankara Şube Başkanımız Murat Taşlıyurt katıldılar. Ayrıca Ankara Şeker Fabrikasında, EMAF’da, Ankara Makina Fabrikası’nda, Ankara Şeker Enstitüsü’nde, Ankara Tohum İşleme Fabrikası’nda ve Türkşeker Genel Müdürlüğü’nde çalışan değerli üyelerimiz Sıhhiye Meydanı’ndaki etkinlikte yer aldılar. Diğer taraftan fabrikalarımızın bulunduğu illerde gerçekleştirilen 1 Mayıs etkinliklerinde, üyelerimizin katılımıyla Sendikamız Şeker-İş temsil edildi. 1 MAYIS 32 yıllık yasağın ardından 1 Mayıs Taksim’de coşkuyla kutlandı www.sekeris.org.tr 33 Şeker-İş Sendikası Genel Başkanı İsa GÖK’ün 1 Mayıs Mesajı Geçtiğimiz yıl 1 Mayıs’ın ülkemizde resmi tatil olması ile Emek ve Dayanışma Bayramı olarak kabul edilmesi işçi sınıfının son yıllarda elde ettiği en önemli başarı olmuştur. Bu yıl ise emekçilerin yıllardır süregelen özlemi son buldu. Emeğin bayramı 1 Mayıs; işçilerin, kamu emekçilerinin, meslek sahiplerinin, emeklilerin ve işsizlerin katılımıyla Taksim Meydanı’nda büyük bir coşku ile kutlandı. Ayrıca 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Bayramı etkinliklerinde emekçiler kutlamalarını; ülkemizin dört bir köşesinde, omuz omuza, barış içinde ve kardeşçe gerçekleştirdiler. 1 Mayıs 2010’u büyük bir coşku ile kutlamayan işçilerimizin büyük bir kısmı ne yazık ki güvencesiz, kuralsız ve kayıt dışı olarak çalışmaktadır. Özelleştirme neticesinde işsiz kalan işçilerimize kölelik düzeni olan 4-C uygulaması dayatılmaktadır. Taşeronlaşma her geçen gün yaygınlaşmaktadır. Tüm bu uygulamalar 34 Şeker-İş Dergisi neticesinde işçiler; örgütleneme haklarını kullanamamakta, sendikalara üye olamamaktadır. Örgütlü olmanın gücü ile haklarını savunmak adına sendikaya üye olan işçiler ise işten atılmaktadırlar. Emekçilerimiz tüm bu zorlu koşulların yer aldığı çalışma hayatında, ekmekleri ve aileleri için çalışırlarken bir de iş kazalarına karşı mücadele etmektedirler. Diğer taraftan küresel ekonomik kriz ile birlikte işsizliğin her geçen gün arttığı ülkemizde kıdem tazminatın kaldırılması yönünde baskılar artarak sürmektedir. İşçinin en önemli güvencesi olan kıdem tazminatı uygulamasına son verilmek istenmektedir. İşsizlerimiz ise İşsizlik Sigortası Fonu’ndan etkin bir şekilde faydalanamamaktadır. Şeker-İş Sendikası olarak bu 1 Mayıs’ta esnek, güvencesiz, kuralsız kayıt dışı olarak çalışmanın önlenmesini, 4-C dayatmasının, taşeronlaşmanın son bulmasını, örgütlenmenin önündeki engelle- rin kaldırılmasını, işsizliğin azaltılması için gerekli önlemlerin alınmasını, kıdem tazminatı hakkının korunmasını talep ediyoruz. İşçilerimiz için insan onuruna yaraşır bir çalışma yaşamı istiyoruz. Ayrıca biz şeker işçileri olarak, 1 Mayıs vesilesiyle, şeker sanayinin geleceğini tehdit eden özelleştirme girişimlerine son verilmesini; pancar şekeri aleyhine, ülke ve dünya gerçekleri göz ardı edilerek NBŞ kotasının artırılmasından vazgeçilmesini ve şeker sanayinin devamlılığının korunması, gelişmesi için gerekli önlemlerin alınmasını da talep ediyoruz. Bu duygu ve düşünceler ile herkesin işe, aşa ve daha iyi çalışma koşullarına sahip olacağı, huzur ve barışın hakim kılınacağı bir dünyada yaşamak dileğiyle, tüm emekçilerin ve üyelerimizin 1 Mayıs Uluslararası Birlik ve Mücadele Gününü kutlarım. HABER Portföy C Fabrikalarının Özelleştirilmesini Durduran Danıştay Kararına Yapılan İtiraz Reddedildi T ürkşeker’e ait, Portföy C grubunda yer alan şeker fabrikalarının özelleştirilmesi için ihaleye çıkarılmasına ilişkin ÖİB kararı ile 8 Aralık 2009 tarihinde gerçekleştirilen ihaleyi sonuçlandıran ihale komisyonu kararının Danıştay 13. Dairesi tarafından yürütmesinin durdurulmasına karşı Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) tarafından yapılan itirazı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (DİDDK) 25 Mart 2010 tarihinde reddetti. 11 Eylül 2009 tarihinde Portföy C grubunda yer alan Çarşamba, Çorum, Kastamonu, Kırşehir, Turhal ve Yozgat Şeker Fabrikaları ihaleye çıkartılarak son başvuru tarihi olarak 19 Kasım 2009 belirlenmişti. 8 Aralık 2009 tarihinde de Portföy C fabrikaları için teklif veren 9 firma ihale masasına oturmuştu. Yapılan ihale sonucunda Ak-Can Şeker Sanayi ve Ticaret A.Ş. ihaleyi kazanmıştı. Sendikamız Şeker-İş; Portföy C içerisinde yer alan şeker fabrikalarının ihale ilanının yayınlanması üzerine Danıştay 13. Dairesi’ne başvurarak ihale ilanının ve şartnamesinin yürütmesinin durdurulması talebi ile dava açmıştı. 8 Aralık 2009 tarihinde ÖİB tarafından C Portföy’ünde yer alan şeker fabrikalarının ihalesinin yapılmasının ardından; ihaleye çıkarılmasına ilişkin “ihale oluru” kararı ile bu kararın ekinde yer alan, ihale koşullarını belirleyen “İhale Şartları Belgesi”nin iptali iste- mini içeren beyanlarımız, C Portföyü için açtığımız dava dilekçemize ilave edilmişti. 15 Aralık 2009 tarihinde Danıştay 13. Dairesi; Portföy C grubunda yer alan şeker fabrikalarının özelleştirilmesine ilişkin ihale ilanının ve şartnamesinin yürütmesini durdurmuştu. Danıştay 13. Dairesi’nin yürütmeyi durdurma kararının gerekçesinde; şeker sektöründe arz talep dengesinin bozulmaması, istikrarlı işleyişin sürdürülmesi, dışa bağımlılık yaratılmaması, üretimin sürdürülebilmesi gözetilerek özelleştirme işleminin yapılması gerektiği; şartnamenin ise bu ilkeleri sağlamaktan uzak olduğu belirtilmiştir. Şartname ile sadece portföy bazında 5 yıllık üretim şartı ve 50 milyon dolarlık teminat alımı öngörüldüğü belirtilen gerekçeli kararda; şartnamede fabrikalarda üretimin sürdürülebilirliği için yeterli önlemlerin alınmadığı da ifade edilmişti. ÖİB’nin yürütmenin durdurulması kararına itiraz etmesi üzerine dosya, 25 Mart 2010 tarihinde DİDDK’da görüşülerek reddedildi. Bu önemli hukuk kararı ile Sendikamızın özelleştirme karşısında dile getirdiği görüşlerin haklılığı bir kez daha ortaya konuldu, yılmadan sürdürdüğümüz mücadelemizin başarıya ulaşması sağlandı. Kanser yapan “Siklamik Asit” adlı yapay tatlandırıcıya ithalat izni 20 Mayıs 2010 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın “Yüksek Yoğunluklu Tatlandırıcıların İthaline İlişin İthalat: (2010/4) Sayılı Tebliğde Değişiklik Yapılması Hakkında Tebliğ”i ile Amerika ve İngiltere başta olmak üzere birçok ülkede zararları kanıtlandığı için yasaklanan “siklamik asit”e ithalat izni verildi. Sakkaroz veya diğer adıyla sükrozdan 40 kat daha fazla tatlandırıcı özelliğine sahip olmasından dolayı tercih edilen siklamik asit, özellikle meyve sularında; reçel, jöle ve marmelatlarda; su bazlı aromalandırılmış içeceklerde ve tatlılarda, şekerlemelerde, şeker ilavesiz sakızlarda ve meyve konservelerinde kullanılıyor. Renksiz ve kristal toz halinde ekşi-tatlı tada sahip olan sik- lamik asit suda ve etanolde çözülüyor. Kansere yol açtığı bilimsel olarak kanıtlanmış bulunan, E952 kodlu yapay bir tatlandırıcı olan siklamik asitin migren ve diğer reaksiyonlara neden olduğu da biliniyor. Sikmalik asit, sodyum ve kalsiyum tuzları “siklamat” adı altında kullanılan bu yapay tatlandırıcının fare testis ve embriyolarında yapılan testlerde hasara neden olduğu görülmüş ve kansere yol açtığı için Amerika ve İngiltere başta olmak üzere çok sayıda ülkede kullanımı yasaklanmıştır. Kaynak: www.internethaber.com ve www.mynet.com (20 Mayıs 2010) www.sekeris.org.tr 35 GÜNDEM BAŞKANLAR KURULU TOPLANTILARIMIZ YAPILDI S endikamız Şeker-İş’in 19. Olağan Genel Kurulu öncesinde Başkanlar Kurulumuz; 12-14 Mart 2010 tarihlerinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet’inde ve 6-7 Nisan 2010 tarihlerinde Ankara’da toplandı. Başkanlar Kurulu toplantılarının en önemli gündem maddeleri 10-11 Nisan 2010 tarihlerinde gerçekleştirilen 19. Olağan Genel Kurul öncesinde Sendikamız Tüzüğü üzerinde yapılan çalışmalar ve genel hazırlıklar oldu. Bunların yanı sıra sanayimizin özelleştirilmesine karşı verdiğimiz mücadele 36 Şeker-İş Dergisi çerçevesinde sürdürdüğümüz hukuksal girişimlerimiz ve bu girişimlerin neticesinde elde ettiğimiz başarılar da toplantılarda değerlendirildi. “Şeker işçilerinin 4-C’ye mahkum edilmemesi için bizlere büyük görevler düşmektedir” Yavru Vatan Kıbrıs’ta gerçekleştirilen Başkanlar Kurulu toplantısının açış konuşmasını Genel Başkanımız İsa Gök yaptı. Dünyadaki ve Türkiye’deki siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmeleri değerlendirerek başladığı konuşmasında İsa Gök; kölelik düzeni olan 4-C ve Tekel işçilerinin direnişi hakkında şunları dile getirdi: “Tekel işçilerinin, Türk-İş Genel Merkezi önünde 78 gün süren ve 2 Mart günü sonuçlanan onurlu ve haklı mücadelesinde Konfederasyonumuz Türk-İş’in aldığı kararlar doğrultusunda hareket edilmiştir. Sendikamızca misafirhanemizin 2 katı eylemleri boyunca Tekel işçilerine tahsis edilmiştir. Şeker-İş Sendikası Merkez Yönetim Kurulumuz olarak, başta Şube Başkanlarımız ve tüm teşkilatımızla birlikte Tekel işçilerinin bu haklı müca- GÜNDEM delesinde üzerimize düşen görevleri yerine getirmenin huzuru içerisindeyiz. Şeker sanayinden sonra özelleştirme programına alınan sigara fabrikaları ve “Tekel” markası 2008’de BAT’a (British American Tobacco) 1 milyar 720 milyon dolara satılmıştır. Bu özelleştirmenin ardından Ballıca Sigara Fabrikası dışındaki diğer sigara fabrikaları kapatılmıştır. Bu kapanan fabrikalarda çalışan işçiler Yaprak Tütün İşletmeleri’ne geçirilmiştir. Yılbaşı itibariyle de bu işletmelerin kapatılmasına karar verildi. Bu karar ile Tekel işçilerinin var olma mücadelesi başlamıştır. Tekel işçileri, kazanılmış hakları ellerinden alınarak, 4-C statüsünde başka kamu kurum ve kuruluşlarına geçirildiğinde, ücretlerinde önemli düşüşler meydana gelecek ve emeklilik, iş güvencesi ve sendikalı olma gibi haklardan yoksun bir şekilde adeta köle gibi çalıştırılmak zorunda kalacaklardır. Tüm bunlara direnen Tekel işçilerinin ve özelleştirme mağduru pek çok işçinin yaşadığı sorunları göz önünde bulunduran Sendikamız; 2005 yılından bu yana şeker sanayinin geleceğini tehdit eden özelleştirmeye karşı özverili mücadelesini yılmadan gerçekleştirmektedir. Şeker işçilerinin de aynı mağduriyeti yaşamamaları ve 4-C’ye mahkum edilmemesi ve şeker sanayini güvenli yarınlara taşımak için bundan sonra bizlere daha büyük görevler düşmektedir.” “Şeker altın gibi kıymetli hale gelmiştir” Genel Başkanımız İsa Gök konuşma- sının devamında ise şeker sektörü ile ilgili özetle şunları anlattı: “Krizle birlikte yaşanan tüm bu gelişmeler ışığında, dünya şeker sektörünün içinde bulunduğu duruma baktığımızda, şu hususları görmekteyiz: Dünya şeker sektöründe 2007/2008 döneminde 168,9 milyon ton olan toplam şeker üretimi; 2008/2009 döneminde 19,6 milyon ton azalarak 149,3 milyon ton olmuştur. Tüketim ise 2008 yılında 163,1 milyon ton olarak gerçekleşti. Dünya şeker piyasalarında şeker üretimin ise sadece 40-45 milyon tonluk kısmı ihracata sunulmaktadır. Şeker üretiminin kalan miktarı ise üreten ülkeler tarafından tüketilmektedir. Son yıllarda küresel ısınmadan kaynaklanan iklim değişiklikleri ve biyoetanol üretiminin artması nedeniyle ikinci büyük şeker ihracatçısı konumunda olan Hindistan, önceki yıllarda 10 milyon tonun üzerinde ihracat yaparken ithalat yapacak duruma gelmiştir. Hindistan’ın 26-28 milyon ton olan şeker üretimi 15-16 milyon tonlara gerilemiştir. Bunun yanında dünyaya yılda 28-30 milyon ton şeker ihraç eden en büyük şeker ihracatçısı Brezilya’nın da etanol üretimi ve ihracatına yönelmesi nedeniyle, şeker ihracatı 18 milyon tona kadar gerilemiştir. AB Şeker Rejimi Reformu çerçevesinde, üretimde 7 milyon tonluk bir daralma hedeflenmesi, dünya şeker piyasalarında 8-10 milyon tonluk arz açığı oluşmasına neden olmuştur. Bu nedenle şeker fiyatları da son 29 yılın en yüksek değeri olan 749 dolar seviyesine kadar yükselmiştir. Sonuçta şeker altın gibi kıymetli hale gelmiştir. Küresel ekonomik kriz ve dünya şeker sektöründe yaşanan şeker arzı daralma süreci birlikte değerlendirildiğinde; Türkşeker’e ait fabrikaların özelleştirilmesinin ısrarla gündeme getirilmesini anlamamız mümkün değildir. Tam tersine yaşanan bu süreçte şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin durdurulması, bunun yerine mevcut fabrikaların modernize edilmesi ve hızla üretim kapasitelerinin kullanılabilir hale getirilmesi gerekmektedir. “Şeker sektörüne; pancar üreticisinin, şeker işçisinin ve devletin içinde bulunduğu yeni bir modelle sahip çıkılmalıdır” Türkiye’de işsizliğin önlenebilmesi için; yüksek miktarlarda istihdam yaratan pancar tarımı ve pancar şekeri sektörüne özel önem verilmesi, şeker fabrikalarının en azından 2015 yılına kadar devlet güvencesinde üretimine devam etmesi gerekmektedir. Şeker sanayinde yaşawww.sekeris.org.tr 37 GÜNDEM nılacak olası özelleştirme sonucunda şeker fabrikalarının 18-20’ye yakını kapanmak zorunda kalacak, pancar tarımı ve şeker üretimi büyük miktarda azalacaktır. Şeker üretim kotaları daralmış bir şekilde AB’ye üye olunması halinde, ülkemiz şeker üretiminden çekilmek zorunda kalabilecektir. Bu çerçevede şeker sektörü yeniden masaya yatırılmalı, sektöre pancar üreticisinin, şeker işçisinin ve devletin içinde bulunduğu yeni bir modelle sahip çıkılmalıdır.” Genel Başkanımız İsa Gök; daha sonra özelleştirme karşısında Şeker-İş Sendikası’nın yaptığı tüm çalışmaları anlattı ve şunları kaydetti: “Global krizin ülkemizde yarattığı sıkıntıları ve dünya şeker sektöründeki gelişmeleri sürekli değerlendiren ve sektör hakkında yeni stratejiler geliştiren Sendikamız Şeker-İş; şeker sanayimizin geleceğini tehdit eden özelleştirme karşısında mücadelesini her geçen gün artan azim ve kararlılıkla sürdürmektedir. Sendikamız gerek hukuksal gerekse siyasi kararlar ile şeker fabrikalarımızın özelleştirilmesini bugüne kadar durdurmuştur. Bu başarılarımızın temelinde başta siz değerli şube başkanlarımızın ve tüm teşkilatımızın birlik ve dayanışma içinde olmasının etkisi büyüktür. 11 Eylül 2009 tarihinde Portföy C fabrikalarının ve 5 Kasım 2009 tarihinde Portföy B fabrikalarının satışı için ihale ilanlarının yayınlaması ile Sendikamız için yeni bir mücadele süreci başlamış oldu. Bu mücadele sürecinin hemen öncesinde şeker fabrikalarının özelleştirilme- sinin yanlışlığının anlatılması amacı ile “İşte Gerçekler Raporu” hazırlanarak kamuoyunun bilgisine sunulmuştu. Bu rapor ile şeker fabrikalarının özelleştirilmesi neticesinde ülkemizin kaybedecekleri hakkında bilgi sahibi olan kamuoyu; 2009 yılı Ekim ayında şeker fabrikalarımızın bulunduğu illerde düzenlediğimiz imza kampanyasına büyük ilgi göstermiştir. Bu imza kampanyası neticesinde yaklaşık 400 bin imza toplanıldı ve bu imzalar Başbakanımıza iletilmek üzere Türk-İş Genel Başkanlığı’na 19 Kasım 2009 tarihinde teslim edildi. Ayrıca bu kapsamda Sendikamız tarafından; fabrikalarımızın kurulu oldukları illerde bulunan sivil toplum örgütlerinin de görüşleri alınarak “şeker özelleştirmelerinin 2015 yılına kadar ertelenmesi ve sektörün yeniden masaya yatırılması gerektiği” başlığı altında 475 adet imza toplandı. Bu imzalar da Başbakanımıza iletilmek üzere Türk-İş Genel Başkanlığı’na gönderildi. “Özelleştirme karşısındaki mücadelemizde hukuki girişimlerimizi daima sürdürdük” İmza kampanyamızın ardından 22-23 Ekim 2009 tarihlerinde özelleştirme gündemiyle toplanan Başkanlar Kurulumuz tarafından mücadelemize eylemler ile de38 Şeker-İş Dergisi GÜNDEM vam edilmesine karar verildi. Bu kapsamda 11 Kasım’da Turhal’da, 15 Kasım’da Kırşehir’de ve 18 Kasım’da Kastamonu’da şeker işçisinin, pancar üreticisinin, yöre esnafının, siyasi parti temsilcilerinin, sivil toplum örgütlerinin ve halkın katılımı ile özelleştirmeye karşı mitingler düzenlendi. Bu mitingler ile özelleştirmenin durdurulması ve şeker sanayinin masaya yatırılarak pancar üreticisinin, şeker işçisinin ve devletin yer aldığı yeni bir modelin oluşturulması talep edildi. Portföy C’de yer alan 6 fabrikamız için son tekliflerin alındığı gün olan 19 Kasım 2009’da Türk-İş Genel Merkezi’nde Şeker-İş olarak bir basın toplantı- nucunda Ak-Can Şeker Sanayi ve Ticaret A.Ş. ihaleyi kazandı. Bildiğiniz gibi özelleştirme karşısındaki mücadelemiz çerçevesinde hukuki girişimlerimizi daima sürdürdük. Sendikamız 11 Eylül 2009 tarihinde Portföy C içerisinde yer alan Çarşamba, Çorum, Kastamonu, Kırşehir, Turhal ve Yozgat Fabrikalarının ihale ilanının yayınlanması üzerine Danıştay 13. Dairesi’ne başvurarak ihale ilanının ve şartnamesinin yürütmesinin durdurulması talebi ile dava açtı. Danıştay 13. Dairesi 15 Aralık 2009 tarihinde Portföy C fabrikalarının özelleştirilmesine ilişkin ihale ilanının ve şartnamesinin yürütmesini durdurma kararı aldı. Bu güzel haber; Sendikamıza 28-30 sı düzenledik. Bu basın toplantısında şeker fabrikalarının özelleştirilmesi sonucunda şeker sanayi için geri dönülmez bir noktaya gelineceği vurgulandı. Sağlıklı pancar şekeri ile sağlıklı nesillerin yetişmesi ve halkımızın şekere ulaşmada zorlukla karşılaşmaması için verdiğimiz bu mücadele çerçevesinde ülkemizin önde gelen gazetelerine 2 ve 3 Aralık 2009 tarihlerinde “Başbakanımıza Açık Mektup” başlığı ile tam sayfa bir ilan verdik. “Bu yanlışa dur deyin” şeklinde Başbakanımıza seslendiğimiz bu ilanda şeker fabrikalarının satılması durumunda ülkemizin uğrayacağı kayıplar anlatıldı. Tüm bu çalışmalarımız ile kamuoyunun özelleştirme karşında tepkisinin oluşmasını sağladık ama ne yazık ki kamuoyunun tepkisi göz ardı edilerek Portföy C için teklif veren 9 firma ile ÖİB ihale masasına oturdu. Yapılan ihale so- Aralık 2009 tarihleri arasında özelleştirme karşında Sendikamızın mücadele stratejisinin görüşüldüğü ve bu yönde kararların alındığı Başkanlar Kurulu Toplantımızın son gününde meydana gelmesi hepimiz tarafından büyük bir sevinçle karşılanmıştır. Hemen ardından 12 Ocak 2010 tarihinde portföy B grubu için açtığımız satış iptali ve yürütmeyi durdurma istemi ile beraber portföy C grubu için açılan ihaleyi sonuçlandıran ihale komisyonu kararlarına itirazlarımıza Danıştay tarafından ardı ardına yürütmenin durdurulması kararları verilmiştir. Danıştay 13. Dairesi’nin yürütmeyi durdurma kararının gerekçesinde belirtilen, şeker sektöründe arz talep dengesinin bozulmaması, istikrarlı işleyişin sürdürülmesi, dışa bağımlılık yaratılmaması ve üretimin sürdürülebilmesi gözetilerek özelleştirme işlemi yapılması gerekliliği hususları sendikamızın yıllardır her platformda anlatmaya çalıştığı öngörülerinin doğruluğunu kanıtlamaktadır. Yaşanan bu başarılar bizler için nihai bir sonuç olarak görülmemiştir. Mücadelemiz hiç ara vermeden devam etmektedir. Portföy C fabrikalarının ihale ilanının ve şartnamesinin yürütmesinin durdurulması kararının hemen ardından 5 Ocak 2010 tarihinde AK Parti Kırşehir Milletvekili Sayın Mikail Arslan ile birlikte Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek’e Maliye Bakanlığı Makamında şeker fabrikalarının özelleştirilmesi neticesinde yaşanacak olumsuzlukları anlatılmıştır. Bu görüşmenin ardından da başta özelleştirme olmak üzere şeker sanayinin sıkıntılarının anlatıldığı bir yazı Başbakanımıza iletilmek üzere Türk-İş Genel Başkanlığı’na gönderildi.” “Gıda işkoluna geçtiğimiz takdirde bu yeni işkolunda en aktif sendika olmak adına var gücümüzle çalışacağız” İsa Gök; konuşmasının sonunda Sendikamızın örgütlenme konusunda önü- www.sekeris.org.tr 39 GÜNDEM müzdeki dönemde yapması gerekenleri dile getirdi ve şunları söyledi: “Özelleştirme karşısında mücadelemizi büyük bir kararlılıkla sürdürürken diğer taraftan Sendikamızın 19. Olağan Genel Kurulu öncesinde 20 Şubemizin Olağan Genel Kurullarını 2009 yılı Eylül ayında başlayarak, 2010 yılı Ocak ayı sonuna kadar camiamıza yakışır bir olgunlukta, karşılıklı sevgi ve saygı çerçevesinde ve demokratik bir ortamda gerçekleştirdik. Şube Genel Kurul çalışmalarının sonunda yapılan seçimlerde üyelerimiz, önümüzdeki dört yıl boyunca şubelerimizde yapılacak olan sendikal çalışmalara yön verecek yöneticileri belirlemiş oldular. Şube Genel Kurulları ile başlayan 19. Olağan Genel Kurul çalışmalarımız burada yapılan toplantımızla bir anlamda belirlenecektir. Küresel güçlerin sosyal devlet anlayışını ve sendikaları hedef aldığı günümüzde sendikalar yeni örgütlenme modelleri arayışına girmişlerdir. Sektörümüzün özelleştirme programında olması göz önünde bulundurularak, bu değişimle birlikte örgütlenme stratejimiz, tüm üyelerin bizzat katılacağı yeni üye kazanımında aktif rol alacağı, yaygın bir modele dönüştürülmelidir. Yasa değişikliği kapsamında şeker işkolunun, gıda işkolu ile birleştirilmesi tasarlanmaktadır. Gıda işkolunun Türkiye’de geniş kapsamlı iş kollarından biri olması, stratejik bir değerlendirme ve alt yapı oluşturulduğu takdirde Sendikamız açısından büyük bir fırsata dönüşebilecektir. Şeker 40 Şeker-İş Dergisi işkolunda yıllardır örgütlü tek sendika olmanın bize verdiği güçle gıda işkoluna geçtiğimiz takdirde bu yeni işkolunda en aktif sendika olmak adına var gücümüzle çalışacağız. Gerçekleştireceğimiz 19. Olağan Genel Kurulumuz öncesinde burada, yeni örgütlenme modeli oluşumunun yanı sıra, tüzüğümüzde yapılması düşünülen bazı değişiklikler ile sendikamız ve şubelerimizin yapılanmasına yönelik değişiklikleri gündeme tartışacağız. 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nda oluşacak muhtemel değişiklikler ile çalışma hayatına karşı Sendikamızın dimdik ayakta kalabilmesi için yapacağımız çalışmaların, bu Başkanlar Kurulumuzun omuzlarında tarihi bir sorumluluk olacağını düşünmekteyim. Her zaman olduğu gibi tüm mücadelelerimizde ve çalışmalarımızda en büyük güvencimiz; siz değerli şube başkanlarımızın, sendikal kadrolarımızın ve teşkilatımızın desteği olmuştur. Bundan dolayı şahsınızda tüm teşkilatımıza bir kez daha teşekkür ediyorum.” Genel Başkanımızın konuşmasından sonra Merkez Yönetim ve Başkanlar Kurulu Üyelerimiz tek tek söz alarak toplantıların gündem maddeleri hakkındaki görüşlerini dile getirdiler. HUKUK Ş Sıfır Şeker Davasında Danıştay Şeker-İş Sendikası’nı Taraf Olarak Kabul Etti eker-İş Sendikası, varlık sebeplerinden birisinin de sektör ile ilgili gelişmeleri kamu yararı ve kamu sağlığı adına kamuoyunun bilgisine sunmak ve gerekli hukuki girişimleri yapmak olduğu düşüncesi ile 2008 yılında “sıfır şeker-şekersiz maksimum tat” sloganlarıyla piyasaya sürülen “zero” markalı kola ürün reklamlarının durdurulması ile ilgili hukuki süreç başlatmıştır. Sendika tarafından yapılan başvuru üzerine Reklam Kurulu, 12.08.2008 tarih ve 2008/280 sayılı kararı ile “şekersiz” beyanı yerine “sıfır şeker” şeklinde bir ibare kullanılmasının ürünlerde hiç şeker bulunmadığı izlenimi yarattığı, bu nedenle reklamların tüketiciyi yanıltıcı ve aldatıcı nitelikte olduğu sonucuna vararak durdurulmasına karar vermiştir. Bu karar sonrasında, Sendika adına Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na yapılan 31.12.2008 tarihli yasal başvuru ile Reklam Kurulu kararı doğrultusunda gerekli işlemlerin yapılarak cola ürünlerinde “sıfır şeker” ibaresinin kullanılmasının engellenmesi ve bu ibarenin kullanılmasına imkan tanıyan izinlerin iptali istenilmişse de başvuruya yasal sürede yanıt verilmeyerek istem zımnen reddedilmiştir. Bu karara karşı Ankara 5. İdare Mahkemesi’nde açılan davada, Mahkeme, 22.07.2009 tarihli kararı ile .. dava konusu işlem ile davacı Sendika üyelerinin maddi veya hukuki durumunun doğrudan veya dolaylı olarak etkilenmediği; güncel, kişisel ve meşru bir menfaat ilişkisinin bulunmadığı anlaşılmış olup.. gerekçesi ile davayı ehliyet yönünden reddetmiştir. Danıştay’ın pek çok kararı ile “idarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uy- Gökhan Candoğan/Avukat gunluğunun yargısal denetim yoluyla sağlanmasının en etkin araçlarından biri” olan iptal davalarında, genel sağlık ve kamu yararını ilgilendiren işlemler söz konusu olduğunda, dava açma ehliyetinin geniş yorumlanarak belirleneceği, ortaya konulmuştur. Bu temelde Sendika’nın temyiz istemini görüşen Danıştay 10. Dairesi, 20.01.2010 tarihli kararı ile; Sendika’nın, üyelerinin hukukunu korumak amacıyla dava açma yetkisinin yanında, genel kamu yararı ve genel sağlığı ilgilendiren konularda da dava açma ehliyetinin bulunduğunu, yapay tatlandırıcıların kullanımının artmasıyla Sendika üyelerinin sosyal, ekonomik ve hukuki durumlarını, dolayısıyla ortak menfaatlerini etkileyeceği açık olduğundan, İdare Mahkemesi’nin red kararının bozulmasına karar vermiştir. Sendikaların meşru mücadelelerinin en önemli araçlarından birisi olan iptal davalarında ehliyet/dava açma hakkının bu şekilde yorumlanması, Sendikalar dışında bir kişi/kurumun dava açamayacak olması nedeniyle hukuki denetimden yoksun kalan pek çok idare işleminin yargı önüne götürülmesine imkan tanıyacaktır. Bu durumun farkında olan siyasi iktidar, yaptığı Anayasa değişikliği ile idari yargı denetimini kısıtlamaya çalışsa da, haklarına sahip çıkan, demokrasinin gereği olan şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkelerinden temel alan “katılım ilkesi”nin yaşama geçmesi konusundaki çabalardan vazgeçmeyen kişi / kurum / yapılar varolduğu sürece kısıtlama girişimleri sonuçsuz kalmaya mahkumdur. Bu karar sonrasında, “gıda üretim izni” belgesinde yer alamayan “sıfır şeker” ibaresini hala ürün etiketlerinde kullanmaya devam eden kola firmalarına karşı başlatılan hukuki süreç devam edecektir. Dünyada, doğal şeker ikamesi olarak kullanılan tatlandırıcılar (ki sıfır şekerli ürünlerde iki ve/veya üç ayrı kimyasal tatlandırıcı birarada kullanılmaktadır) ile “yüksek fruktozlu mısır şurubu” konusunda olumsuz değerlendirme ve algılamalar giderek artmaktadır. Örneğin, 21.03.2009 tarihli The New York Times haberinde, ABD Başkanı Obama’nın eşi Michelle Obama’nın çocuklarına “mısır şurubu içeren” çocuk ürünlerinden vermeyeceği bilgisi yer almaktadır. Ülkemizde de giderek daha çok üründe kullanılan yapay tatlandırılarla ilgili sağlıklı bir değerlendirme yapılabilmesi için Şeker-İş Sendikası tarafından başlatılan ve devam ettirilen hukuki süreçlere ihtiyaç vardır. Doğal ürünlerle, sağlıklı günlere... www.sekeris.org.tr 41 8 MART 8 MART’TA 100. YIL COŞKUSU! Dünya Emekçi Kadınlar Günü Ankara Şubesi’nde Kutlandı Bu yıl 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün 100. yılı olması nedeniyle tüm şubelerimizde çeşitli etkinlikler düzenlendi. Her yıl olduğu gibi bu 8 Mart günü de Şeker-İş Ankara Şubesi düzenlediği bir etkinlikle kadın üyelerimizi bir araya getirdi. Ankara Şube Binası’nda her yıl kadın işçilerimizle birlikte kutlanılan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününe bu sene; Ankara Şeker Fabrikası Baş Hekimi ve tüm revir çalışanları, Ankara Makina Fabrikası Müdür Yardımcıları, Tür42 Şeker-İş Dergisi kşeker Genel Müdürlüğü çalışanları, Ankara Şeker Fabrikası’nda, Ankara Makina Fabrikası’nda, Ankara Şeker Enstitüsü’nde ve EMAF’da çalışan teknik şefler, işçi ve memur olarak çalışanlar ve alt işverene bağlı çalışan personeller de katıldı. Eyyup ŞEN: “Şeker sanayinin özelleştirilmesini sadece çalışanların sorunu değil de bir ülke meselesi olarak kabul edip inanırsak başarılı olacağımıza inanıyorum.” Şeker-İş Ankara Şubesi tarafından dü- zenlenen bu etkinlikte açılış konuşmasını Şeker-İş Sendikası Genel Mali Sekreteri (Ankara Şubesi Eski Başkanı) Eyyup Şen yaptı ve şunları kaydetti: “Ankara Şubesi olarak her yıl düzenlediğimiz Dünya Emekçi Kadınlar Günü; bu yıl 100. yılı olması nedeniyle biraz daha önem arz ediyor. Biliyorsunuz daha önce bu önemli günün adı “Dünya Kadınlar Günü” idi ama Birleşmiş Milletler tarafından bugünün adı “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak değiştirildi. Ancak biz şunu biliyoruz 8 MART ki gerek iş yerlerimizde emek harcayanlar, gerekse evlerinde çalışan kadınlarımızın hepsi emekçidir. Dolayısıyla tüm kadınların 8 Mart’ını kutluyorum. Özelleştirme ile ilgili sanayimizde yaşanan sıkıntıları hepimiz biliyoruz. Bildiğiniz gibi 2001 yılında özelleştirme kapsamına alındık. Şu ana kadar da bir takım aşamalardan geçtik. 2007 yılında Bor, Ereğli ve Ilgın Şeker Fabrikalarının özelleştirmeleri durduruldu. Fakat daha sonra yeniden hazırlık yapılarak fabrikalarımız portföyler halinde özelleştirme programına alındı. Yapılan satış işleminde A portföyü satılmadı, B portföyünün ihalesi Danıştay kararı ile durduruldu. C portföyünün ise satış işlemi gerçekleştirildi. Daha sonra Sendikamızın hukuksal mücadelesi sonucunda yapılan ihalenin durdurulması yönünde Danıştay 13. Dairesi tarafından karar verildi. Biz Şeker-İş Sendikası olarak inanıyoruz ki başaracağız, inşallah hep beraber özelleştirme programı ve kapsamından çıkacağız. Tekel özelleştirmesi Türkşeker’den 1 yıl sonra başladı fakat şu an iş yerleri kalmadı. 40 bin işçisi vardı bunun yaklaşık 29 bini işsiz kaldı. Biz şeker sanayi olarak Tekel’den 1 yıl önce özelleştirme kapsamına alınmamıza rağmen hala ayaktayız. Sanayimizi kurtarma anlamında iyi bir strateji izlediğimiz için hala biz fabrikalarımızda çalışıyoruz. Biz şeker sanayi çalışanları olarak Sendikamıza güvenip, Sendikamızın belirlediği politikaları iyi anlayabilirsek, mücadelede gerekli katkı ve desteği sağlayabilirsek, şeker sanayinin özelleştirilmesinin sadece çalışanların sorunu değil de bir ülke meselesi olarak kabul edip inanırsak, mücadeleyi bu eksende sürdürebilirsek başarılı olacağımıza inanıyorum.” Sema Akyol: “Çalışma hayatındaki sorunların aşılmasında kadınlar ve erkekler birlikte hareket ederek mücadelelerini sürdüreceklerdir.” Eyyup Şen’in ardından Şeker-İş Sendikası Ankara Şubesi EMAF Kısım Temsilcisi Sema Akyol da bir konuşma yaptı ve şunları dile getirdi: “Tam 100 yıl önce 1910 yılında 2. Enternasyonal’e bağlı olarak düzenlenen ve dünyanın değişik ülkelerinden binlerce kadının katıldığı “Kadınlar Konferansı”nda Alman siyasetçi Clara Zetkin’in önerisiyle 8 Mart, Dünya Kadın Emekçilerinin Mücadele Günü olarak kabul edilmiştir. Türk tarihinde 1897 yılında kadınlar ilk kez ücretli işçi olarak çalışma hayatına adım atmışlardır. “Ben işçiyim, elimin emeği ile bu ana kadar çalıştım, mücadele ettim ve yaşayabildim. Emeğe www.sekeris.org.tr 43 8 MART saygılı olmayı, emekten yana olmayı daha küçük bir çocukken annemden, babamdan gördüm ve öğrendim” diyen Zehra Kosova 1928 yılında bir tütün işçisiyken sendikal faaliyetlere başlayarak ilk kadın sendikacı olarak Türk tarihine geçmiştir. O yıllardan günümüze kadar kadın çalışanlar yaşamın ve sendikal mücadelenin her aşamasında bulunarak, insan olmanın bilinciyle üzerlerine düşen görev ve sorumluluğu yerine getirmişlerdir. Türk-İş’e bağlı sendikaların yer aldığı genel olarak sendikalarda kadınların etkinliklerini artırarak ve daha koordineli çalışmak amacıyla oluşturulan “Türk-İş Kadın Çalışma Grubu”nda Sendikamız Şeker-İş olarak yer alıyoruz. Bu grupta yapılacak çalışmaların ileriye dönük daha kalıcı olması amacıyla üç ayrı konu başlığı belirlendi. Çalışan ve sendikalarda yer alan kadınların sorunlarını: İstihdam, Örgütlenme ve Eğitim, Çalışma Yaşamında Kadına Yönelik Ayrımcılık başlıkları altında toplandı. Biz Şeker-İş olarak İstihdam Grubunda yer aldık. Bu grupta yer almamızın sebebi bizim de içinde bulunduğumuz özelleştirme sürecidir. Özelleştirme işsizliği, sendikasızlaştırmayı, taşeronlaşmayı, dışa bağımlılığı ve daha şu an sayamadığım bir sürü olumsuzlukları getirmektedir. Özelleştirme ucuz iş gücü olarak görüldüğünden kadınları daha ciddi hak kayıplarına uğratacaktır. Şeker-İş olarak biz de bu gruba şeker sanayiindeki yanlış özelleştirme politikalarını anlatan bir rapor sunduk. Temel insan hak ve özgürlüklerinin sağlanması ve geliştirilmesinde, sosyal devlet anlayışının yerleştirilmesinde ve çalışma hayatındaki sorunların aşılmasında kadınlar ve erkekler birlikte hareket ederek mücadelelerini sürdüreceklerdir. Bu düşüncelerle öncelikle siz şeker sanayi emekçilerinin ve dünyadaki bütün kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutluyorum.” EMAF Kısım Temsilcimiz Sema Akyol’un konuşmasını tamamlamasından sonra Türk-İş’in hazırlamış olduğu “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” ile ilgili sunumun ve Şeker-İş Sendikası Ankara Şubesi’nin hazırlamış olduğu “Özelleştirme Karşıtı Eylemler” ile ilgili sunumun gösterimleri yapıldı. Aysun Konakoğlu: “Hep beraber, birlik ve dayanışma içinde mücadele etmek zorundayız.” Bu sunumların gösterilmesini müteakiben Araştırma Uzmanımız Aysun Konakoğlu söz alarak bir konuşma yaptı ve özetle şunları söyledi: “Ülkemizde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında ‘Emekçi Kadınlar Günü’ olarak kutlanmaya başlanmıştır. Bugün burada sizlerle birlikte olmaktan çok mutluyum. Sizlere Ankara dışında olması nedeni ile bu kutlamaya katılamayan Genel Başkanımız İsa GÖK’ün selamlarını iletmek istiyorum. Hepinizin 8 Mart Kadınlar Günü kutlu olsun. Yıllardır özelleştirme karışında verdiğimiz mücadelemizde Sendikamız Şeker-İş olarak atılan akılcı adımlar ve sizlerin desteği ile bugüne kadar fabrikalarımızın özelleştirilmesinin önüne geçilmiştir. Bundan sonrası için de hep beraber, birlik ve dayanışma içinde mücadele etmek zorundayız. Sizleri saygıyla selamlıyorum.” Ayrıca Şeker-İş Sendikası Ankara Şubesi tarafından 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ile ilgili olarak bir bildiri yayınlandı. Şeker-İş Sendikası Çorum Şubesi’nde de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlandı. 44 Şeker-İş Dergisi 8 MART 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ BİLDİRİSİ 100. yılını kutladığımız 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde dünyada ve Türkiye’deki bütün kadınların hangi şartlarda yaşam mücadelesi verdiğini unutmamalıyız. Ülkemizde son zamanlarda yaşanan ekonomik krizler sosyal anlamda en çok ailelerin yaşam tarzını değiştirmektedir. Bundan ötürüde aile içerisinde ve iş hayatında kadınlarımızın yaşadığı sorunlar daha da artmaktadır. İşten çıkarılanlar ilk önce kadınlar olmakta, kadın çalışmasa bile yaşanan bu ekonomik kriz yansımaları aile içi şiddeti ortaya çıkararak toplumda sosyal dengenin bozulmasına sebep olmaktadır. Sosyal dengenin oluşmasında kadının yeri ve önemini anlayabilmemiz için Türk toplumunun tarihine bakmak gerekmektedir. Kadının konumunun ne kadar saygın ve söz sahibi olduğunu görebiliriz. Günümüzde küreselleşen dünyanın getirdiği etkiler kadın sorununu daha çok tartışılır hale getirmiştir. Bu sorunları ortadan kaldırmak ve en asgariye düşürmek için; • Kayıt dışı çalışmalarda kadınların istihdamının azaltılması, • İş gücü piyasasında cinsiyet ayrımının ortadan kaldırılması, • Kadınların karar mekanizmalarında yeterince temsil edilmelerinin sağlanması, • ILO standartlarına uygun iş güvencesinin oluşturulması, • Çalışma hayatında sosyal ve özlük haklarının verilmesi, • Mesleki eğitimlerde kadınlara ayrıcalık tanınması, • Devlet kademelerinde kadın yöneticilerinin sayısının artırılması, • Mecliste kadın temsilinin çokluğunun sağlanması, • Yerel yönetimlerde kadınların daha çok söz sahibi olması, şiddete uğrayan ve bakıma muhtaç kadınların ihtiyaçlarının karşılanması, onlara kalacak yerler ve merkezlerin açılması, • Sendikaların karar mekanizmalarında ve yönetimlerinde kadınlara pozitif ayrımcılığının sağlanarak temsilinin sağlanması, buna bağlı olarak sendikalar içinde kadın örgütlenmesinin desteklenmesi, • Özelleştirme politikalarındaki yanlışlıklardan dolayı mağdur olan kadın çalışanların bu mağduriyetlerinin giderilmesi, • Sivil toplum örgütlerinde kadınlara yönelik çalışmaların artırılması, • Sosyal Güvenlik Yasası’nda kadınlarla ilgili maddelerin iyileştirilmesi ve haklarının korunması, • Anayasa, kanunlar, yönetmelikler ve mevzuatlarda kadınlarla ilgili olumsuzlukların düzeltilmesi ve haklarının korunması, • Kadına karşı her türlü şiddet, taciz gibi eylemlerin son bulmasını sağlayacak gerekli yasaların yapılması gerekmektedir. En yakın zamanda bu olumsuzlukların giderileceği inancıyla, Şeker-İş Sendikası olarak her zaman kadın emekçilerimizin bu mücadelelerinde destekçisi olacağımızın sözüyle bütün kadın çalışanlarımızın Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutlarız. www.sekeris.org.tr 45 HABER Sendikamızdan TEKEL İşçilerine Destek İ şçi ve memur konfederasyonlarının aldıkları ortak karar doğrultusunda, Tekel işçilerinin direnişine destek vermek için 20 Şubat 2010 “dayanışma günü” ilan edildi. Konfederasyonların il 46 Şeker-İş Dergisi temsilcileri, bağlı sendikaların genel merkez ve şube yöneticileri, çeşitli illerden otobüslerle 20 Şubat günü sabah saatlerinde Ankara’ya geldi. Türk-İş’e bağlı sendikaların yönetici ve üyeleri ile diğer konfederasyonların yönetici ve üyeleri sabah saatlerinden itibaren Kolej Meydanı’nda toplanmaya başladı. Bazı siyasi parti, sivil toplum örgütü temsilcileri de buradaki gruba katıl- HABER dı. Katılımcılar, oluşturulan kortejin ardından Kızılay’da Sakarya Caddesi’ne doğru yürüyüşe başladı. Sakarya Caddesi’ndeki yaya bölgesine destek amacıyla gelen katılımcılar Tekel işçilerinin eylemleri doğrultusunda kurdukları çadırları ziyaret ettiler. Sendikamız Şeker-İş’in Merkez Yönetim Kurulu Üyeleri ve Şube Başkanları; sabah saatlerinde Genel Merkez binasında bir araya geldi. Daha sonra haklı ve demokratik eylemelerini sürdüren Tekel işçilerine destek vermek amacıyla Türk-İş Genel Merkezi’ne doğru yürüyüşe geçtiler. Türk-İş Genel Merkezi’nde başta Tekgıda-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Türkel olmak üzere Konfederasyonumuz Türk-İş’in Yöneticileri ile görüşerek desteklerini ifade ettiler. Bunun ardından Tekel işçilerinin kaldıkları çadırları tek tek ziyaret ettiler. Şekerİş’in Tekel işçisinin mücadelesinin her zaman yanında olduğunu söylediler. Mustafa Kumlu: “Tekel işçileri ve onlara destek verenler, çoktan kazanmıştır.” İşçi ve memur konfederasyonları genel başkanlarının Türk-İş Genel Merkezi önünde eyleme katılan işçileri selamlamasının ardından Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu burada yaptığı konuşmada, eyleme katılanların “ben değil biz olabilmenin kitabını yazdıklarını” söyledi. Tekel işçileri ve onlara destek verenlerin çoktan kazandığını ifade eden Kumlu, şöyle konuştu: “Bu gece burada Tekel işçileri ile birlikte geceleyeceğiz. Ama zaten sizlerin kalbi, Tekel işçilerinin eylemi başladığından beri, hep bu şanlı mücadele için attı. Her biriniz gerek kişisel olarak, gerek örgütlü yapınız içinde, bu eşi benzeri görülmemiş ekmek mücadelesi için hiçbir koşul öne sürmeden, her şeyinizi vermeye hazır beklediniz. Aynı zamanda ‘ben’ değil, ‘biz’ olabilmenin kitabını da yazdınız. Bu eylem ve sizlerin bu eyleme verwww.sekeris.org.tr 47 HABER diğiniz koşulsuz destek, inanıldığında, güvenildiğinde neler yapılabileceğinin başvuru hanesine çoktan yazıldı. Her şeyi bir yana bırakın, bu mücadelenin sonu ne olursa olsun, benim inancım şudur ki, Tekel işçileri ve onlara destek verenler, çoktan kazanmıştır. Çünkü iki buçuk aydır Türkiye’nin şahit olduğu bu inanç ve kararlılık, artık tarihe yazılmıştır. Çünkü ekmek için yola çıkan insanlara arkasını dönenler, onları tehditle yıldırmaya çalışanlar, asla kazanan olamazlar. Çünkü çocukların gözünü yaşlı bırakanlar, onların aydınlık hayaller kurmasının önüne 4-C setini çekenler asla kazanan olamazlar. Çünkü Türk-İş’in önündeki o yaşamı tüm Türkiye izlerken, tüm Türkiye’nin kalbi o çadırlarda atarken, o çadırlardaki duyguları, beklentileri anlamak yerine o duyguları beklentileri yıkmaya çalışanlar asla kazanan olamazlar. Burada, bu meydanda, Türkiye’nin 48 Şeker-İş Dergisi dört bir yanından gelen her görüşten insan, bugün burada ekmek için, güvenceli çalışma için el ele yürek yüreğe ise, Allah aşkına bu eylemin bu birlikteliğin Türkiye için büyük bir dönemeç olduğunu fark edin. Bu birlikteliğin Türkiye’nin öz- lediği birliktelik olduğunu fark edin. Değerli kardeşlerim; bildiğiniz gibi bugün yaptığımız eylem bir miting değil. Bugün hepimiz Tekel işçilerinin misafiriyiz. Bu geceyi hep birlikte Tekel işçileri ile beraber geçireceğiz.” HABER Merkez ve Şube Yöneticilerimiz Tekel İşçileri ile Birlikte Sabahladı 20 Şubat 2010 günü saat 12.00’de Mustafa Kumlu’nun açıklamasının ardından başlayan eylemde Sendikamız Şekerİş’in Genel Merkez Yöneticileri ve Şube Başkanları; Türk-İş Genel Merkezi’ne yakın Sakarya Caddesi’nde yere serdikleri battaniyeler üzerinde sabahlayarak Tekel işçilerinin mücadelesine destek verdiler. Ayrıca gece boyunca tekel işçilerinin çadırlarını ziyaret ettiler. Tekel işçileri ile halay çektiler. Tekel işçilerine destek vermek amacı ile gerçekleştirilen sabahlama eylemi 21 Şubat 2010 günü 12.00’de Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu tarafından yapılan açıklamanın ardından son buldu. Bu açıklamada Kumlu eyleme destek veren herkese teşekkür etti. Ayrıca 18 Şubat 2010 tarihinde Sendikamıza bağlı bütün şubelere “Tekel işçisinin mücadelesi mücadelemizdir” ve “Kuralsız ve güvencesiz çalışmaya hayır” pankartları asıldı. Şubelerimiz 19 Şubat'ta da bütün illerde yapılan oturma eylemlerine katıldılar. www.sekeris.org.tr 49 HUKUK SANAYİMİZDEKİ ALT İŞVEREN UYGULAMALARINA KARŞI MÜCADELE BAŞLATTIK Ş eker sanayinde son yıllarda alt işveren uygulamalarının artması üzerine bu konunun incelenerek ayrıntılarının ortaya konulmasının gerekliliğini Sendikamız Şeker-İş tarafından fark edildi. Bu konudaki gereklilikten hareketle geçtiğimiz yıl Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Aydın Başbuğ tarafından şeker fabrikalarındaki alt işveren uygulamaları ile ilgili yapılan çalışma sonunda “Alt İşveren İlişkisi ve Güncel Sorunlar” ve “Asıl İşveren ve Alt İşveren İlişkileri Üzerine Bir Değerlendirme-Şeker Sanayi Uygulamaları Üzerine Bir Araştırma” başlıklı iki kitap hazırlandı. Bu iki kitapta Doç. Dr. Aydın Başbuğ; “Şeker fabrikalarının şeker rafineri ünitesinin dışında nerede ise üretim aşamasının her kademesinde alt işveren uygulamasına geçildiği veya geçilmeye başlandığı görülmektedir. Pancarın alınması, analizi, istiflenmesi ve rafineriye sevk edilerek elemeden geçirilmesi ile rafineriden çıkan ürünün paketlenmesi, depolanması ve yüklenmesi aşamalarında görülen işlerin tamamen ya da alt işveren işçileri ile birlikte yapılarak kısmen devredildiği görülmektedir” tespiti yaptı. Şekerin istiflenerek depolanması işi üretim sürecine bağlıdır ve “asıl iş”tir Bu önemli tespiti göz önünde bulunduran Sendikamız Şeker-İş tarafından alt işveren uygulamalarına karşı Türkşe50 Şeker-İş Dergisi ker’in asli yükümlülüğü ve asıl işin bir parçası olan “şeker ambarı tahmil-tahliye hizmeti” işinin hizmet alımı yoluyla yapılmasına dair 31 Mart 2010 tarihli ihale onayının iptali ve dava sonuna kadar yürütmenin durdurulması istemi ile Ankara Nöbetçi İdare Mahkemesi’ne 9 Nisan 2010 tarihinde dava açılmıştır. Söz konusu davanın dilekçesinde Başbuğ’un kitaplarına atıf yapılarak, “şeker çuvallarının depolanması, saklanması ve alıcı kamyonlarına yüklenmesi aşamasında da sıhhi kurallara azami dikkat gösterilmesi gerekmektedir” yer verilen bu ifade ile asıl iş niteliğinde olan bu işin alt işverene verilemeyecek, ihale edilemeyecek niteliği ortaya konulmuştur. Dava dilekçesinin devamında Başbuğ’un şu önemli tespitlerine yer verilerek alt işverenlik ilişkisinin somut koşullarının bulunmadığı ortaya konulmuştur: “a)Yapılan iş şeker fabrikalarının teknik kapasitesini aşacak nitelikte uzmanlık gerektiren bir iş değildir, b)Hizmeti satın alınan alt işverenin bu işyerinde bir organizasyonu bulunmamaktadır. Hatta hizmeti satın alınan alt işveren işyerinde dahi bulunmamaktadır. c)Alt işveren depolama sahalarında iş makinelerinin ve kamyonların arasında çalışan işçilerinin iş sağlığı ve güvenliği konusunda bir organizasyonu bulunmamaktadır. d) Hizmet sunan alt işveren kendi araç ve gereçlerini kullanmamaktadır. e) İcra edilen iş, şeker fabrikalarının işçileri tarafından da aynı anda yürütülmektedir.” Dava dilekçesinde; şeker ambarı tahmil-tahliye hizmeti için yapılan ihalenin hizmet alımı değil, hukuken mümkün ol- HUKUK mayan işçi kiralama işi olduğu belirtilmiş ve “alt işveren olarak görünen şirket ya da kişinin tek yaptığı Türkşeker’e işçi temin etmektir” denilmiştir. Şeker paketleme ünitesi, fabrikaların ayrılmaz bir parçasıdır Sendikamız tarafından Türkşeker’in asli yükümlülüğü ve asıl işin bir parçası olan “kristal şekeri ambalajlama hizmeti” işinin hizmet alımı yoluyla yapılmasına dair 30 Mart 2010 tarihli ihale onayının iptali ve dava sonuna kadar yürütmenin durdurulması talebi ile konu Ankara Nöbetçi İdare Mahkemesi’ne 9 Nisan 2010 tarihinde taşınmıştır. Bu davanın dilekçesinde de Doç. Dr. Aydın Başbuğ’un kitaplarından alıntılara yer verilmiştir. Başbuğ; “Tahmil (yükleme)/istifleme işi; üretilen şekerin bir gıda maddesi olması ve kullanımı insan sağlığını ilgilendirmesi nedeniyle paketlenmeden üretimin tamamlanması düşünülemez. Paketleme işinin de rastgele değil sıhhi kurallara uygun olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Fabrika binasının içinde rafineri tesislerinin devamı olan şeker paketleme ünitesi, fabrikanın ayrılmaz bir parçası niteliğindedir. Alt işverene devredilen iş sadece çuvallama işi olup bu işin yerine getirilmesi için kullanılan araç ve gereçlerin bakımı ve onarımı şeker fabrikalarının işi olarak devam etmektedir. Burada sadece çuvallama makinelerinin kullanımı devredildiğinden aynı anda kullanılan araçların bakımı ve onarımı için teknik personel hazır bulundurulmakta veya ihtiyaç halinde diğer teknik elemanlar çağrılmaktadır.” diyerek işin önem ve niteliğini ortaya koymuştur. Asıl iş niteliğinde olduğu vurgulandıktan sonra, Başbuğ şunları dile getirerek alt işverenlik ilişkisinin somut koşullarının bulunmadığını ortaya koymuştur: “a)Yapılan iş şeker fabrikalarının teknik kapasitesini aşacak nitelikte uzmanlık gerektiren bir iş değildir, b)Hizmeti satın alınan alt işverenin bu işyerinde bir organizasyonu bulunmamaktadır. Hatta hizmeti satın alınan alt işveren işyerinde dahi bulunmamaktadır. c)Alt işverenin şeker çuvallama ve dikme makinelerinde çalışan işçilerinin iş sağlığı ve güvenliği konusunda bir or- ganizasyonu bulunmamaktadır. İşçilerin bu iş makinelerinin tehlikelerine karşı bir eğitimi ve önlemi görülmemektedir. d) Hizmet sunan alt işveren kendi araç ve gereçlerini kullanmamaktadır. Fabrikanın makineleri kullanılmakta ve alt işveren işçileri bu makinelerin bakım ve onarımına müdahale edememektedir. Makinelerin teknolojilerinin yenilenmesinde olduğu gibi bakım ve onarımı da hizmeti satın alan şeker fabrikalarına ve onun işçilerine aittir, e) İcra edilen iş, şeker fabrikalarının işçileri tarafından yürütülmektedir. f) Asıl işveren işçileri alt işveren işçilerini denetlemenin yanında onları eğitmektedir. g)Asıl işverenin işçileri alt işveren işçilerinin hatalarını bilfiil düzeltmekte, gerektiğinde müdahale ederek işlemi bizzat tamamlamaktadır.” Bu tespite dayanılarak, dava dilekçesinde; kristal şekeri ambalajlama hizmeti için yapılan ihalenin, hizmet alımı değil hukuken mümkün olmayan işçi kiralama işi olduğuna vurgusu yapılmıştır. Pancar analizi fabrikada gerçekleştirilen en önemli işlerden birisidir Türkşeker’in asli yükümlülüğü ve asıl işin bir parçası olan “pancar analiz laboratuarında % fire ve % polar varlığının tespiti” işinin hizmet alımı yoluyla yapılmasına dair 22 Nisan 2010 tarihli ihale onayının iptali ve dava sonuna kadar yürütmenin durdurulması istemi ile Ankara Nöbetçi İdare Mahkemesi’ne 11 Mayıs 2010 tarihinde dava açılmıştır. Aydın Başbuğ’un yaptığı araştırmalara dayalı olan söz konusu kitaplardaki tespitlerden bu dava dilekçesinde de faydalanılmıştır. Aydın Başbuğ; “pancar analiz laboratuarında % fire ve % polar varlığının tespiti” işi şeker fabrikalarında şeker üretim sürecinin önemli işlerinden birisidir. Fabrikaya getirilen pancarların analizinin yapılması ve işlenmemiş pancarlardaki şeker oranının tespitidir. Bu iş, fabrikada gerçekleştirilen en önemli işlerden birisidir. Çünkü analiz sonucunda pancarda bulunan şeker oranı tespit edilmekte ve üreticiye buna göre ödeme yapılmaktadır. Yapılan analiz sonucunda pancarda tespit edilen şeker oranı belgelenerek kamyonlarla getirilen yükün boş- altılmasına izin verilmekte ve düzenlenen belgeye göre satıcı muhasebeden satış parasını tahsil etmektedir.”diyerek işin önemini dile getirmiştir. Ayrıca; “Şeker fabrikaları gerçekleştirdiği yatırım ile ilkel yöntemlere son vermiştir. Satıcı kamyonları ile fabrikaya teslim etmek için getirdiği pancarları önce bu laboratuara getirmektedir. Özel numune alma cihazında bulunan vinç operatörü makine ile aldığı numuneyi laboratuara bırakmaktadır. Alınan numune bilgisayar yardımı ile laboratuarda analiz edilmekte ve sonuç çıktı alınarak belgelenmektedir. Yatırım yaparak pancar analiz laboratuarını kuran şeker fabrikalarında bu iş uzun süreden beri Şeker Sanayi AŞ. işçileri tarafından yapılmıştır. Ancak daha sonra ihale usulü ile bu iş “hizmet alımına” çevrilmiştir. Hizmet alımını haklı kılan bir neden görülmemektedir. Burada yapılan işin kısa süreli bir eğitim programı ile fabrikanın bir diğer işçisine yaptırılması her zaman mümkündür.” diyen ve asıl iş niteliğinde olan bu işin alt işverene verilemeyecek işlerden olduğunu ortaya koyan Doç. Dr. Aydın Başbuğ şunları söylemiştir: “a) Yapılan iş şeker fabrikalarının teknik kapasitesini aşacak nitelikte uzmanlık gerektiren bir iş değildir, b) Hizmeti satın alınan alt işverenin bu işyerinde bir organizasyonu bulunmamaktadır. Hatta hizmeti satın alınan alt işveren işyerinde dahi bulunmamaktadır. c) Hizmet sunan alt işveren kendi araç ve gereçlerini kullanmamaktadır. d) İcra edilen iş, şeker fabrikalarının işçileri tarafından yürütülmektedir. e) Asıl işverenin işçileri alt işverenin işçilerini denetlemenin yanında onları eğitmektedir. f) Asıl işverenin işçileri alt işverenin işçilerinin hatalarını bilfiil düzeltmekte, gerektiğinde müdahale ederek işlemi bizzat tamamlamaktadır. h) Alt işveren işçileri konunun uzmanı değildir.” Bu tespitlerin yer verildiği dava dilekçesinde diğer davalarla benzer bir şekilde “pancar analiz laboratuarında % fire ve % polar varlığının tespiti” işi için yapılan ihalenin hizmet alımı değil, hukuken mümkün olmayan işçi kiralama işi olduğu kaydedilmiştir. www.sekeris.org.tr 51 RÖPORTAJ Birgül Ayman Güler: “4-C, özelleştirme politikasının yıkıcı sonuçlarını belli bir süreyle hafifletmek amacıyla, adeta sürekli istihdam tarzıymış gibi kullanılmaz.” Ö zelleştirilen kurumların kapatılması ile işsiz kalan işçilerin 2004 yılından beri 4-C statüsünde istihdam edilmesi ile süregelen sıkıntıları ve bu sıkıntılar nedeniyle kölelik düzeni olarak nitelendirilen kamudaki bu istihdam biçiminin ayrıntılarını Ankara Üniversitesi Yönetim Bilimleri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Birgül Ayman Güler ile konuştuk. Son yıllarda kamudaki istihdam biçimleri adım adım dönüştürülüyor. Kamu kurumlarında istihdam nasıl düzenleniyor? Kamu kurumlarında istihdam 1965 yılından beri yürürlükte olan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile düzenlenir. Bu yasanın 4. maddesi kamuda 4 tür personel çalıştırılabileceğini öngörür. 4. maddenin a, b, c ve d fıkralarında bu istihdam biçimleri ayrıntıları ile tanımlanmıştır. 4-A; yani 4. maddenin a fıkrası, kamuda memurların çalıştırılacağını düzenler. 4-B yani 4. maddenin b fıkrası, kamuda sözleşmeli personel istihdam edilebileceğini söyler. 4-C; yani 4. maddenin c fıkrası kamuda geçici personel istihdam edilebilir der. 4-D yani 4. maddenin d fıkrası da kamuda işçi çalıştırılabilir der. 4-D kapsamında çalışan işçiler İş Yasası’na bağlıdır. Ayrıntı kurallar bakımından 657 ile bir ilişkileri yoktur. 4-C yani geçici personel için de 657 sayılı yasada ayrıntılı hükümler yoktur; 52 Şeker-İş Dergisi RÖPORTAJ ama bunlar için işçilerde olduğu gibi başka bir yasa da yoktur. 4-C statüsünde çalışacak kişilerin çalışma koşulları Bakanlar Kurulu kararlarıyla düzenlenir. Benzer şekilde 4-B statüsü için de 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda başka hükümler yer almaz. Bunlar için de çalışma esasları Bakanlar Kurulu kararları ile saptanır. 4-B olarak karşımıza çıkan sözleşmeli personel için “çalışma esaslarını Bakanlar Kurulu belirler” denilirken, 4-C yani geçici personel için durum daha farklıdır. 657 sayılı Kanun geçici personelin çalışma esaslarını Bakanlar Kurulu düzenler demez. Bakanlar Kurulu’na sınırları çizilmiş bir yetki verir. Kanun der ki; geçici personel olarak bir yıldan az süreli ya da mevsimlik olduğu belirlenen işler için, personelin hangi kurumlarda, hangi görevlerde, kaç kişi çalıştırılacağını Bakanlar Kurulu tek tek belirler. 4-B ile 4-C arasındaki en önemli farklardan biri budur. 4-C asıl istihdam biçimlerinden midir? 4-C ne anlama geliyor? 4-C Devlet Memurları Kanunu’nda dört istihdam türünden biri olarak yer alır; ama bu, 4-C’nin kamu istihdam sisteminin ne ana gövdesi ne de dört direğinden biri olduğu anlamına gelir. Kamu yönetiminin gövdesi 4-A’ya yani memurluk sitemine oturur. Sözleşmelilik ve geçici personellik, nitelik ve özellikleri çok açık tanımlanmış belli tür işlerle sınırlanmıştır; bunlar süreklilik özelliği taşıyan kamu hizmetinde istisnai özellikli işler için öngörülmüştür. Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca da, 1965’te 657 sayılı Kanun çıktıktan sonra da memur dışındaki istihdam türleri hep istisnai olarak kalmıştır. Uzun yıllar, kamuda çalışanların yüzde 80’i memursa, geri kalan yüzde 20’si işçi olmuş, sözleşmeli çalışanlar ve özellikle geçici personel istatistik oranına giremeyecek kadar küçük kalmıştır. Günümüzde, özelleştirmeler nedeniyle memurların sözleşmeli yapılmalarından sonra bile, ana gövde sayısal olarak memur ve işçi üzerinde yükselir. Örneğin 2009 yılı sonunda toplam 3 milyon kamu personelinin 2 milyonu memur, 430 bini işçidir. Çoğu KİT’lerde olmakla birlikte, tüm kamu ku- “Kamuda hizmet personelle, personel hizmetle bir bütündür. Personeli esnekleştirirseniz, kamu hizmeti biter; hizmeti ortadan kaldırırsanız kamu personeli biter.” ruluşlarında son yıllarda sayıları hızla artmış olan sözleşmeliler 300 bin, geçici personel ise yalnızca 16 bindir. 2004 yılına kadar 4-C statüsündeki personelin toplam sayısı bin, iki bin ile sınırlı kalmıştır; bu istihdam türünün bu kadar artması, Milli Eğitim Bakanlığı’nda bazı öğretmenlerin, TRT’de bazı personelin ve elbette kamuda özelleştirmeden işsiz kalanların istihdamlarıyla olmuştur. Bu değişim sizce nasıl açıklanabilir? Bunun altında resmi dili kullanarak söylersek, kamu istihdamının “esnekleştirilmesi” vardır. Esnekleştirme denilen şey iş güvencesini tamamen ortadan kaldırmak demektir. Esnekleştirme yaşam boyu meslek anlamına gelen kamu hizmeti görevinin ortadan kaldırılması anlamına gelir. Kısacası esnekleştirme kamuda, piyasa tipi istihdam sisteminin yaratılmasıdır. Bu değişimin altında 1980 yılı 24 Ocak kararları ile beraber Türkiye’de iktisat politikalarının değiştirilmesi vardır. Bu iktisat politikaları diyordu ki; devlet iktisadi ve toplumsal yaşamdan elini çekmelidir. Devlet iktisadi ve sosyal yaşamda “kürek çekme”ye son vermelidir, “dümene” geçmelidir. Bu zihniyete göre, devlet kürek çekmemeli, yani kamu iktisadi teşebbüslerini lav etmelidir; okulları özel sektöre devretmelidir; hastaneleri özel sektör hizmeti haline getirmelidir. Devlet turizm amaçlı merkezi ya da yerel tesislerini özelleştirmelidir; ulaştırma sektöründe devlet Türk Hava Yolları ve Devlet Demir Yolları ile kürek çekmeyi bırakmalıdır. Hava ve demir yolları ile yapılan yolculukların tümü özel sektör eliyle yapılmalıdır. Kısacası devlet, iktisadi kamu işletmeleri ile sosyal hizmet anlamında eğitim, sağlık gibi sektörlerden özelleştirme yolu ile geri çekilerek, bunlar özel sektöre bırakılmalıdır. O zaman devlet ne yapmalı- dır? Kürek çeken özel sektörün genel kurallarını koymakla yetinmelidir; buna “düzenleyici devlet” adı verildi. Bu politikanın sonucu, tüm kamu hizmeti alanlarında küçülme ya da tasfiye yaşanmasıdır; dolayısıyla kamu istihdamının ortadan kaldırılmasıdır. Ancak 4A gibi kariyer esaslı, 4-D gibi işgüvenceli memur ve işçilik rejimi esasken bu işler yapılamaz. Özelleştirme yapabilmek, kamu hizmetine son verebilmek için, önce memur – kamu işçisi rejiminin çözülmesi –esnekleştirilmesi- zorunludur. İşte sözleşmelilik ile geçici personel gibi iki istisnai istihdam aracı bu amaç için kullanılmaya başlanmıştır. Kamuda hizmet personelle, personel hizmetle bir bütündür. Personeli esnekleştirirseniz, kamu hizmeti biter; hizmeti ortadan kaldırırsanız kamu personeli biter. Özelleştirme temelde kamu yönetiminde memurluk ve işçilik istihdamının sona ermesine neden olur. Ama özelleştirme politikasının altında da sosyal devletten vazgeçme, devleti gece bekçisi devlet, dümenci devlet, asgari düzeyde hizmet veren devlet gibi devleti yeni bir modele dönüştürme politikası vardır. 4-C’nin geçmişinden bahsedebilir misiniz bize? 4-C 1965 yılından 2004 yılına kadar, son derece sınırlı istihdamı içine alan bir yasa hükmüydü. Örneğin; Devlet İstatistik Enstitüsü ve bugünkü adı ile TÜİK; her yıl farklı amaçlar doğrultusunda anketler yapar. Anket mevsimlik olarak yapılır. Yılda 3 ay, 6 ay gibi süreler için ihtiyaç duyulan bir işgücüdür. Gereken, yüksek nitelikli bir işgücü değildir. Örneğin lise mezunları rahatlıkla istihdam edilebilir. Devlet İstatistik Enstitüsü (DEİ) her yıl anketör olarak çalıştırmak üzere ihtiyaç duyduğu geçici personel sayısını belirterek 4-C başvurusunu Bakanlar Kuruluna yapar. Bakanlar Kurulu da buna uygun bir kararname yayınlar ve DİE www.sekeris.org.tr 53 RÖPORTAJ “Şekeri piyasa rüzgarlarına bırakacak olursak NBŞ üretimi yapan uluslararası şirketlerin kar beklentileri; hem halk sağlığını hem Türkiye’nin iktisadi bağımsızlığını olumsuz etkileyecektir.” (şimdi TÜİK) 4-C statüsünde geçici personel istihdam eder. Ayrıca önceleri 4-C orman işçiliği gibi kısmen mevsimlik işlerde kullanılan bir istihdam tarzı idi. Çok net rakamlar elimizde hiçbir zaman olmadı. Genel bir araştırma ile diyebiliriz ki 2004 yılına kadar kamuda, en çok 2 bin - 2 bin 500 kişi geçici personel olarak istihdam edildi. Ne zaman özelleştirme işsizleri 4-C kapsamına alındı? 2004 yılında bu işin şekli değişti. Bakanlar Kurulu; 3 Mayıs 2004 tarihinde 54 Şeker-İş Dergisi 2004/7898 sayılı bir karar aldı. Bu karar “Özelleştirme Uygulamaları Sonunda İşsiz Kalan ve Bilahare İşsiz Kalacak Olan İşçilerin Diğer Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Geçici Personel Statüsünde İstihdam Edilmelerine İlişkin Esaslar” başlığı taşır. Özelleştirmenin 4-C’si bu kararla başladı. Bu kararla 4-C ruhundan uzaklaştı, özelleştirmenin araçlarından birine dönüştü. 4-C’nin durumunu 657’deki madde aslında çok açık olarak veriyor. Orda diyor ki; geçici personel bir yıldan az süre- li veya mevsimlik hizmet olduğunda Devlet Personel Başkanlığı ve Maliye Bakanlığı’nın görüşlerine dayanılarak Bakanlar Kurulunca karar verilen görevlerde ve belirtilen ücret ve adet sınırları içinde sözleşme ile çalıştırılan ve işçi sayılmayan kimselerdir. Bu tanım son derece nettir. Görüldüğü gibi geçici personel çalıştırabilmeniz için işin niteliği belirleyici bir öneme sahiptir. 2004 yılında alınan bu karardan sonra özelleştirme sonunda işini yitirenler geçici personel olarak 4-C statüsünde istihdam edilmeye başlandı. Fakat zaman içerisinde görüldü ki, bu istihdam türü iki nedenle kabul edilemez: Bir; usta; nitelikli; işi yaşamboyu uğraşı olan meslek sahibi insanların “geçici işler” gibi nitelik gerektirmeyen işlerde istihdamı, asında onların işsiz bırakılmalarından başka bir şey değildir. İki; geçici personel statüsünde çalışmak; kamu işçiliği gibi sendikalı, grevli ve toplu sözleşmeli bir iş yaşamından gelen nitelikli işçi için kölelik rejimidir. Kısa zaman içerisinde, bu özellikler tabii ki fark edildi ve itirazlar yükseldi. En son olarak bu itirazlar Tekel işçilerinin hak mücadelesi ile artık bir hukuk devleti mücadelesi düzeyine tırmandı. 4 Şubat 2010’da yayınlanan kararname ile 4-C statüsünde çalışan işçiler için ne değişti? Bu kararname gerçekten 4-C için bir iyileştirme sayılabilir mi? 4-C ancak bir koşulla “iyileşmiş” sayılır; en baştaki haline döndürülürse. Yani, ender başvurulan, mevsimlik işler için başvurulan bir çalıştırma türü olarak kullanıldığı bir uygulama haline döndürülürse. 4-C nin bugünkü gibi özelleştirme politikasının bir parçası olarak kullanımı devam ederse, bu sürede iyileştirilmesi söz konusu bile edilemmez. Ama yine de, madem istiyorsunuz, 4 Şubat kararına bakalım. 4-C’nin özlük hakları Bakanlar Kurulu kararları ile belirleniyor. 2010 yılında çok sayıda kişi 4-C köleliğine mahkum edilince, itirazlar yükselince, Bakanlar Kurulu 4-C çalışma şartlarını iyileştirme iddiasıyla, yeni bir dizi karar aldı. 4 Şubat 2010’da yayınlanan kararna- RÖPORTAJ meyle geçici işçinin çalışma süresi 10 aydan 11 aya çıkarıldı. Ücretlerde uygulanan göstergede değişiklikler oldu. Örneğin geçici personel olarak istihdam edilecek ise kişi; yüksek öğrenim mezunuysa, 1090 lira maaş alıyor idi; yeni maaşı 1220 lira olarak belirlendi. Lise dengi okul mezunu ise 975 lira maaş alıyor idi, 1106 lira alır hale geldi. İlköğretim mezunu ise 860 lira alıyor idi 991 lira alıyor hale geldi. Tabii bunlar brüt rakamlar... Türk-İş’in her ay açıkladığı açlık ve yoksulluk sınırı göz önünde bulundurulursa yüksek öğrenim mezunu olan 4-C statüsünde çalışanlara öngörülen maaş da yoksulluk sınırının altındadır. Maaş ödeme tarihleri değiştirildi. Ayın 14’ünde yapılan düzenleme ayın 15’i şeklinde değiştirildi. Çalışma saatleri devlet memurları için düzenlenen çalışma saatleri ile aynı kabul edilmiştir. 4C’li olarak yapılan çalışmaların toplam süresi üzerinden hesaplanarak iş sonu tazminatı ödenecektir. Daha önce her ay için 1 gün kabul edilen izin süresi, çalışılan her ay için azami 2 güne çıkarıldı. Resmî tabip raporu ile kanıtlanan hastalıklar için yılda 30 günü geçmemek üzere ücretli hastalık izni verilebilir dendi. Her hak iyileştirmesini önemseriz. Ama bunlar, usta işçilerin, becerikli işçilerin, geleceksiz ve niteliksiz işlerde çalıştırılması durumunda, geçici işçilik konumuna hapsedilmeleri durumunda, önemli sayabileceğimiz değişiklikler değildir. Başta Tekel işçileri olmak üzere, kamu işçilerinin beklentilerini karşılamaktan uzaktır. Bu nedenle kesinlikle bir iyileştirmeden söz edilemez. 2010 için belirlenen özlük haklarının 2011’de de aynı şekilde muhafaza edileceğinin bir garantisi var mı? Bir sonraki yıl 2010 yılı için belirlenen özlük haklarının aynısının getirilmesi diye bir koşul bulunmuyor. 4 Şubat 2010 tarihli düzenleme ile çalışan kişi için ücretli hastalık izni 30 güne çıkmış, her ay için 1 gün olan ücretli izin süresi 2 güne çıkmış. Önümüzdeki yıl bu 2 değil de 3 güne çıkarabilir. Tekrar 1 güne düşürebilir. Buna herhangi bir yasal engel yok. Bunlar Bakanlar Kurulu’nun yetkisinde olan düzenlemelerdir. Şunu hiç unutmamak gerekir ki; 4-C mevsimlik işlerde, belirli bir nitelik gerektirmeyen, dolayısıyla emeği ile çalışan bir kişinin geleceğini planlamasına asla izin vermeyen, o yüzden de henüz hedeflediği işe girememiş ama onun arayışında olan gençler ya da emeklilik hakkını edinmiş, o işi geleceğinin bir garantisi olarak görmeyen kişiler için uygundur. Yani yaşamını kazanmak zorunda olan, çalışmak zorunluluğu bulunan kişilerin istihdam edilmesine uygun bir istihdam tarzı değildir. Özellikle 4-C ile karşı karşıya kalan işçinin bunun üzerinde durması ve dikkatle düşünmesi gerekmektedir. 4-C statüsünde çalışan kişilerin büyük çoğunluğu yeteneklerine göre istihdam edilme şansını yakalayamıyor. Bu durum beraberinde bu statüde çalışanlarda mutsuzluk getiriyor? Siz bu konuda ne söylemek istersiniz? Bu belki de üzerinde en çok durulması gereken konudur. Çalışıp ailesini geçindirmek zorunda olan, 4-C statüsüne geçirilen bir işçinin hiçbir şekilde 10 ay sonrasını göremediği, planlayamadığı bir geçicilik içine mahkum edildiğini görüyoruz. Ve bu kişi ilk kez çalışma yaşamına girmiyor. 4-C’ye mahkum edilen bu kişi yıllarca belirli bir nitelikte ve üretim hattının içerisinde çalışıyor. Üretim hattı her yerden farklıdır. Bürolardan farklıdır. Üretim hattı içerisinde üretmenin, üstelik birlikte, ortak takım halinde üretmenin zevkini almış insanlardan söz ediyoruz. Bu insanları herhangi bir merkezde ya da taşrada bürokratik birime çalışmak üzere veriyorsunuz. Bu durum muazzam bir psikolojik travmadır. Bunu altından kalkılması çok güçtür. Geçici işçilik; bu anlamda KİT gibi Türkiye’nin gurur kaynağı olan yerlerde üretim yapan işçiler için, bir maddi anlamda geleceğini planlama sorunu demek, iki psikolojik açıdan üreten kişi olmaktan fazlalık kişi olmaya dönmek demektir. 4 Şubat 2010 tarihli Bakanlar Kurulu kararında diyor ki geçici personel öncelikle en son çalıştıkları illerde, bu illerde istidam olanağının mümkün olmaması halinde ise diğer illerde istihdam edilir. Bırakın bulunduğu yerde görevlendirilmesini bulunduğu ilde görevlendirilmesi bile bir zorunluluk değildir. Bambaşka bir yere gönderilebilir. 4-C’liler sendikaya üye olabiliyor mu? Hayır. 657 sayılı Kanunda 4. maddenin c fıkrasında 4-C’liler işçi sayılmayan kimseler olarak kabul ediliyor. Bu nedenle işçi sendikalarına üye olamazlar. Sözleşme ile çalışıyorlar memur sözleşme ile çalıştırılmaz. Ve bu nedenle memur değillerdir. Memur sendikalarına da üye olamazlar. Birisi dese ki, “Bakanlar Kurulu özel izin verdi; tanıma uymasa da olacaklar” sizce böyle koşullarla istihdam edilen biri sendikaya üye olma cesareti gösterebilir mi? Konumu açık seçik “işçi” olan biri, tüm yasal hakları varken, korunmuşken, fiilen sendikalı olabiliyor mu kolayca? 4-C’li ‘bunu aklına bile getirme’ diye en baştan bağlanmış kişidir. Tekel işçilerinin eyleminden sonra 4-C uygulaması tartışılmaya başlandı. Bu çerçevede 4-C iyileştirilmeli mi yoksa tamamen ortadan kaldırılmalı mı? 4-C bir “istihdam türü” olarak nitelendirilemez. İstihdamdan anladığımız şey, emeğini/mesleğini satarak ya da kiralayarak yaşamak zorunda olan kişinin kendisini ve ailesini o işle bugün ve gewww.sekeris.org.tr 55 RÖPORTAJ lecekte ayakta tutabilmesidir. Oysa 4-C insanın bugünü ve geleceğini planlamasına olanak veren nitelikte sürekliliğe sahip bir istihdam türü değildir. 4-C’de belli bir nitelik gerektiren işten de söz edilmez. 4-C tümüyle kamuda mevsimler itibariyle, geçici nitelikte çok değişken sayıda işgücüne ihtiyaç hissedilen işler için öngörülmüştür. Son derece istisnai, son derece sınırlı sayıda istihdam öngörülen bir tarzdır. Dolayısıyla 4-C istihdamı 2004 yılına kadar uygulandığı biçimiyle anlamlıdır. İstisnai işler için böyle bir statü öngörmek anlamlıdır. Ama bu statü özelleştirme politikasının yıkıcı sonuçlarını belli bir süreyle hafifletmek amacıyla, adeta sürekli istihdam tarzıymış gibi kullanılmaz. dan gerekçe gösterilerek her zaman fesih edilebilir. Sözleşmeli personel dışarıda kazanç getirici bir başka işte çalıştırılamaz. Yılda en fazla 30 gün ücretli hastalık izni verilir. Geçici iş göremezlik tazminatı; ücretinden düşülür. 65 yaşına kadar olanlar sözleşmeli olarak çalıştırılabilir. Memurlar için geçerli olan çalışma saat ve süreleri sözleşmeliler içinde geçerlidir. Ama tam gün çalışmayı gerektirmeyen haller için farklı bir düzenleme yapılabilir. O gün bitirilmesi gereken işler bitirilinceye kadar; çalışma saatleri dışında da çalışmak zorundadır. Normal çalışma saatleri dışında ve tatil günleri çalışma karşılığında ödeme yapılmaz. Sözleşmeli personel böyledir. Sözleşmeli istihdamın geçici personelden yani 4-B’nin 4-C’den, bu son yapılan değişiklikler ile beraber pek bir far- “Şeker fabrikalarında işçi, işçi ailesi ve işçi çocuğu olmanın ne kadar önemli ve büyük bir erdem olduğu tarihimize kazındı.” Bir dönem özelleştirme mağdurlarının 4-C yerine 4-B’ye geçmesi fikri ortaya atıldı. Bu konuda ne söylemek istersiniz? “4-C yerine 4-B’ye razı olunabilir” görüşünün işçiler lehine olup olmadığını, sözleşmelilik nedir onun üzerinde durarak netleştirebiliriz. Sözleşmeli personel işçi değildir. Memur da değildir. Dolayısıyla işçinin ve memurun sahip olduğu haklara, örneğin sendikaya üye olma hakkına sahip değildir. Sözleşme süresi bir yıldır. Sözleşmeli personel bir yıllık süreyle hizmet akdi yapar. Bakanlar Kurulu kararı ile bu iki yıl olabilir. Yani sözleşmeli personel Bakanlar Kurulu’nun iki dudağı arasındadır. Sözleşme taraflarca sözleşme bitiminde 1 ay önce bildirilerek gerekçesiz olarak fesih edilebilir. İdare gerekçe göstermek koşulu ile sözleşmeyi her zaman fesih edebilir. Gerekçesiz olarak sene sonunda fesih edebilir. Ama idare tarafın56 Şeker-İş Dergisi kı kalmamıştır. 4 Şubat 2010 tarihli düzenlemede bir yıldan az olmak dendiği için 11 ay süreyle denilmiştir. Sözleşmeli personelde ise bir yıl süreyle sistem kurulmuş durumdadır. Ek güvence anlamında sözleşmeli personele tanınan en ufak bir fark yoktur. Sözleşmeli personeller için geçerli koşullar aynı 4-C’deki gibi Bakanlar Kurulu kararları ile belirlenmektedir. Sözleşmeli personel, geçici personelin aksine nitelikli personele dönüktür. Önemli projelerin hazırlanması, gerçekleştirilmesi, işletilmesi için şart olan, ulusal program ve iş kalkınma programlarında yer alacak, bu projeler için zaruri ve istisnai hallere münhasır olmak üzere, özel mesleki bilgiye, uzmanlığa ihtiyaç duyulan geçici işlerde istihdam edilir. Bakın yine iş geçicidir. Sözleşmelilikte de geçicilik vardır. Sözleşmeliliğin geçici personelden farkı niteliği itibariyle, üst nitelik gerektiren işlerde istihdam edilmesi koşuludur. Bildiğiniz gibi şeker fabrikaları özelleştirme programında bulunuyor. Buna istinaden Türkşeker Genel Müdürlüğü tarafından 9 Mart 2010 tarihinde yayınlanan bir genelge ile Türkşeker’e ait fabrikalarda çalışan işçilerimizin bilgileri Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na verilmek ve ilerde kullanılmak üzere istendi. Siz bu durumu hukuki açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz? Hukuksal açıdan bir sorun oluşturacağı kanısında değilim. Dolayısıyla kamu hukuku ve idari hukuk açısından herhangi bir sıkıntı yoktur. Ancak buradaki sorun hukuksal olmaktan çok Türkiye açısından siyasal bir sorundur. Şeker fabrikalarını aslında pek çok KİT’ten farklı olarak değerlendirilmelidir. Stratejik bir ürün olan şekerin piyasa rüzgarlarına terk edilemeyeceğini düşünmek gerekir. Farkı bence ordadır. Nüfusun genel sağlığını doğrudan etkileyen temel ihtiyaç maddesi olan şekerin yabancı piyasalara teslim edilmemesi bakımından şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin üzerinde çok dikkatle durmak gerekir. Şeker kamu tarafından üretildiğinde yalnızca toplumun temel ihtiyaç maddesini sağlamak değil aynı zamanda şeker pancarı üretimiyle Türkiye’de tarımı korumak kollamak ve geliştirmek, güçlendirmek sonucu yaratılır. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi yalnızca fabrikada çalışan işçileri değil, aynı zamanda doğrudan ham madde üreticisini de etkiler. Ve aynı zamanda tüketiciyi doğrudan etkiler. Eğer pancardan üretilen şekeri piyasa rüzgarlarına bırakacak olursak NBŞ üretimi yapan uluslararası şirketlerin kar beklentileri; hem halk sağlığını hem Türkiye’nin iktisadi bağımsızlığını olumsuz etkileyecektir. Bunu da görmek gerekir. Dolayısıyla şeker fabrikalarının özelleştirilmesine karşı çıkmak şekerde çalışan işçinin hakkını savunmak demek, şeker pancarı üretimi yapan üreticinin hakkına sahip çıkmak demektir. Şekerde güvenli gıdaya, yaşama hakkı itibariyle tüketici sağlığını savunmak; Türkiye’nin uluslararası tekeller karşısındaki menfaatlerini korumak demektir. RÖPORTAJ Şeker serüveni 1926 ile Alpullu’da başladı. Şeker fabrikalarında işçi, işçi ailesi ve işçi çocuğu olmanın ne kadar önemli ve büyük bir erdem olduğu bizim tarihimize kazındı. Şeker fabrikaları Cumhuriyetin aydınlık tarihi demektir. Şeker özelleştirmesine karşı çıkmanın böyle tarihsel bir önemi vardır. Kamu istihdamının bundan sonra nasıl olması planlanıyor? İş güvenceli kamu çalışanları dönemi bitiyor mu? Kamu istihdamına ilişkin çok kapsamlı değişiklikler yapma niyetinin olduğu biliniyor. Bu niyet zaman zaman yetkililer tarafından dile getiriliyor. Aslında 1980 yılından bu yana yaşadığımız gelişmeler; yaşayacağımız muhtemel gelişmelerin göstergeleridir. Çok kısa bir özet şöyle yapılabilir: 1980’li yıllarda memurlara ve işçilere belirlenen sistem önce KİT düzeyinde değişmeye başladı. 80’li yılların sonuna geldiğimizde KİT’lerde işçi ağırlıklı yapının değiştiğini gördük. Sözleşmelilik diye yeni bir gövde yükselmeye başladı. Asıl olarak memurlar sözleşmeliliğe geçirilerek bu uygulamaya gidildi. 1990’lı yıllarda memur almama politikasıyla memur sayısının dondurulduğunu görmeye başladık. İşe almama ve işten çıkarma biçiminde işçi sayısının azaltılmaya başlandığını gördük. Bu arada sözleşmeli personel sayısındaki yükselme yine devam etti. 2000’li yıllarda memur sayısındaki hareket; yıldan yıla farklılık göstermek üzere azalma ya da durma olarak yaşandı. Sözleşmeli sayısı sürekli olarak yükseldi. 2004 yılından sonra geçici personel sayısında muazzam bir yükselme gördük. Ama bu arada 1980’li yıllardan bu yana yavaş yavaş gelişen bir başka şey oldu. İşçilik değişti. İşçilik biz de İş Kanunu’na tabidir. Ama kamu işçiliği diye ayrı bir istihdam tarzı var denilebilir. Kamuda işe girmiş işçilerin büyük bir çoğunluğu süresiz hizmet akitleri ile çalışırdı. Ve bu bir alışkanlıktı. 1980’den itibaren yeni bir istihdam tarzı ortaya çıktı: Geçici işçilik. İş Kanunu’nda geçici işçilik diye bir kategori yoktu ve bilinmiyordu. 1980’li yıllardan itibaren bazı hizmet akitlerinin süresinin belirli olmaya başladığını görmeye başladık. Böyle bir kategori olmamasına rağmen, hizmet akitleri belirli işçilere geçici işçi denmeye başladı. Bu durum istatistiklerimizde geçici işçi ve sürekli işçi diye yansımaya başladı. Giderek baktık ki sürekli işçi denilen işçi sayısı muazzam bir şekilde azalıyor. 2004 yılından alırsak rakamları; 2004 yılından 2010 yılı başına kadar merkezi yönetimde sözleşmeli memur sayısında muazzam bir artış oldu. 2004 yılında 22 bin sözleşmeli personel varken, 2010 yılının başında merkezi sözleşmeli personel sayısı 200 bin oldu. Bu muazzam bir artıştır. Sözleşmelilik memurluğa göre esnek bir istihdamdır. 2004 yılında geçici personel sayısı; kamuda bin 994 kişi idi. Geçici personel statüsü özelleştirme politikasının bir parçası haline getirilince; geçici personel istihdamı, 23 bin 572 gibi bir rakama yükseldi. İlginç bir şekilde KİT’lerdeki sözleşmeli personel sayısı düştü. Çünkü KİT’ler kapandı. 2000’li yıllardaki memuriyet ve kadrolu işçilik dışındaki istihdam türlerine bakarsak kamu yönetiminde sözleşmelilik, geçici personellik, geçici işçilik denilen istihdam türlerindeki genişleme muazzam hale geldi. Günümüzde ise 1980’den bu yana memuriyet sisteminin daralması, kamu işçiliği sisteminin daral- ması, buna karşılık sözleşmelilik geçici işçilik geçici personellik dediğimiz statülerin genişlemesi yönünde bir manzara var önümüzde. 1980 yılından 2010 yılına kadar olan dönemde kamu personel rejimine baktığımız zaman memurluk sisteminin ve kadrolu işçilik düzenin daraldığını, bu iki geleneksel statüye karşı 4B ve 4-C sistemlerinin ve sistemde olmayan diğer kategorisinin genişlediğini görüyoruz. Günümüzde bu durum fiili durum ama bazı hazırlıkları var ki kamu personel rejimini yeniden düzenlemeyi amaçlamıştır. Kamu personel rejimini düzenleyen bazı yasa tasarısı taslakları gördük, inceledik. Bunları incelediğimizde ortaya çıkan manzara şudur: İşçi 1980 öncesinde başlıca istihdam türlerinden biri idi. Bu taslaklara göre işçi istihdamı istisnai bir durum haline gelecek gibi görünüyor. KİT’lerin hepsinin özelleştirilmesi öngörüldüğü için memurlukla beraber kamu işçiliğinin de olmadığı bir kamu yönetimi planlanıyor. Kamu kesiminde memurluğun ise çok sınırlı olarak sadece yönetici makamları için öngörüldüğünü görüyoruz. Bunun dışında hizmet üreten memur kitlesinin olduğu bir memuriyet rejiminin istenmediği de biliniyor. Bunların sözleşmelilik çerçevesinde istihdam edilmesi yönünde bir iradenin hayata geçirilmesine çalışıldığını görüyoruz. www.sekeris.org.tr 57 UCUZ ET YEMENİN YOLU İTHALAT MI? Giriş Yaklaşık 2 yıldır süt üreticisi meydanlarda “alakız hakkını istiyor” mitingleri düzenliyor. Konuya eğilmesi gerekenler bu mitingleri görmüyor, üreticinin sesini duymazdan geliyor. Marketlerde süt ve süt ürünlerinin fiyatının yüksekliğini kimse tartışmıyor ya da tartışılan konu “üreticinin sütü pahalıya ürettiği” noktasına kayıyor. Üretim maliyetinin neden yüksek olduğu, buna karşın satışta üreticinin eline geçen ücretlerin maliyeti kurtarıp kurtarmadığına da ilgililer kulaklarını tıkıyor, gözlerini kapatıyor. Yıllardır yaşanan ve çözümlenmeden biriken bu sorunlar sonunda süt hayvanlarının topluca kesime gitmesine neden oldu. Bu durum çok yanlış bir şekilde kır58 Şeker-İş Dergisi mızı et üretimimizin arttığı yönünde yorumlandı. Bugün gelinen noktada köylerimizde damızlık hayvan kalmadı. Bir zamanlar ihracat merkezi konumundaki doğudaki birçok il ve kasabada kendi yurttaşları için dahi kesilecek hayvan bulunamıyor. Ortada kesilecek hayvan kalmayınca et fiyatları hızla yükseldi. Bu yazımızda Türkiye hayvancılığı neden bu noktalara geldi, halkımız ucuz et yiyebilecek mi sorularına cevap bulmaya çalışacağız. Türkiye hayvancılık sektörü için hangi adımları attı? Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Anlaşması hükümleri gereğince Osmanlı’dan kalan 85 milyon altın lira tutarındaki borcun, toprak büyüklüğü göz önüne alınarak 2/3’ünü öde- Ahmet ATALIK TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı yecek, 5 yıl süreyle gümrüklerindeki düşük koruma oranlarını da değiştiremeyecekti. Buna rağmen 1924 yılında bütçe gelirlerinin yüzde 22’sini oluşturan aşar vergisini 1925 yılında kaldırarak tarımsal üretimin geliştirilmesini hedefledi. Bu ortamda benimsenen öncelikli hedefler “köylü milletin efendisidir,” “yurtta barış dünyada barış” anlayışıydı. Sonuçta, 1924-1929 yılları arasında tarımsal hasılanın yıllık büyüme hızının ortalaması yüzde 8,9’a erişti. Konuyu hayvancılık sektörü üzerinden irdelersek, hayvanlarımızın et, süt, deri, yapağı ve kıl gibi verimlerini geliştirmek amacıyla 1926 yılında Hayvan Islahı Kanunu çıkarıldı. Bu kanun çerçevesinde her köyde bir damızlık bulundurulması şartı MAKALE getirildi. Ülkemizde gerçek bir et sanayinin kurulması ilk kez 1936’da toplanan Sanayi Kongresi’nde gündeme getirildi. Ancak çalışmalara 1949’da başlanabildi. Bu amaçla 1952 yılında Et ve Balık Kurumu (EBK) kuruldu. Açtığı kombinaların yanında Türkiye hayvancılığının geliştirilmesi ve verimliliğin artırılması kurumun öncelikli hedefleri oldu. Hayvancılığın en önemli girdilerinden olan yem konusunun da istikrarlı bir zemine oturtulması gerekiyordu. Türkiye hayvancılığının kalkınması, gelişmesi ve verimin artırılması için gerekli olan tam veya tamamlayıcı nitelikte hazır yem üretmek üzere var olan yem çeşitlerini ve kaynaklarını işleyip, bu maddelerin tedarik, imal ve ticaretini yapmak ve amaca uygun olarak her türlü tarımsal, ticari ve sınai girişimlerde bulunmak amacıyla 1956 yılında Yem Sanayi Türk AŞ (YEMSAN) kuruldu. Özel sektörün de bu alana girmesini sağlamak amacıyla özel sektörle işbirliği ve ortaklık yoluna gitti. Bu kapsamda 1964 yılından itibaren özel sektör de yem fabrikası kurmaya başladı. Süt üreticilerinin ürettiği sütü işlemek ve değerlendirmek için tesisler kurmak, özel sektörü özendirmek amacıyla ona önderlik etmek, kooperatifleşmeyi özendirmek, eğitim ve araştırma yapmak, üreticinin desteklenmesini sağlamak, kalite ve verimin yükseltilmesi için avans vermek, işlenen ürünleri yurt içinde ve dışında satmak amacıyla da 1963 yılında Süt Endüstrisi Kurumu (SEK) kuruldu. 1980’li yıllar ve üreten Türkiye’yi pazara çevirme politikaları! Küreselleşme politikaları kapsamında gelişmiş ülkeler kendi tarım sektörlerini desteklemeye devam ederken, ülkemizde 12 Eylül 1980 darbesi sonrası destekleme kapsamı son derece daraltıldı, tarımsal ürün fiyatları baskılandı, iç ticaret hadleri keskin bir şekilde tarımın aleyhine döndü. 1984 yılında Tarım Bakanlığı’nın yeniden yapılandırılması adı altında Bakanlığın kurmay kurumları sayılabilecek Ziraat İşleri, Zirai Mücadele, Hayvancılığı Geliştirme, Gıda İşleri, Veteriner İşleri, Su Ürünleri, Topraksu Genel Müdürlükleri kapatıldı. İç piyasayı terbiye etme adı altında hayvansal ürünlerin ithalatı önündeki engeller kaldırıldı. Bu politikalar sonucu hay- vancılık sektörü tam anlamıyla gerileme ve çöküş sürecine girdi. Serbest piyasa koşulları söylemi adı altında sektöre hizmet veren kamu kurumlarının özelleştirilmesi gündeme geldi. Bu kapsamda piyasayı düzenleyen, üreticinin mağduriyetini önleyen, tüketicinin hayvansal ürünleri ucuz tüketmelerini sağlayan YEMSAN, EBK ve SEK 1992 yılında özelleştirilme kapsamına alındı. YEMSAN, EBK ve SEK özelleştiriliyor YEMSAN 1970 yılına kadar yemin üretiminden dağıtımına tüm süreci kontrol etti. Pazar payı özel sektörün de alana girmeye başlamasıyla 1970 yılında yüzde 31’e, 1990 yılında ise yüzde 12’ye geriledi. YEMSAN’ın fabrikaları doğudan batıya tüm ülkede dengeli bir şekilde dağılmışken, özel sektör fabrikalarının yüzde 90’ı ülkenin batı kısmında yoğunlaşmıştı. Bu durum özel sektörün bölgeler arası dengesizliklerin/eşitsizliklerin giderilmesi gibi bir kaygısı olmadığının en büyük göstergesi oldu. 1989 yılına kadar karlı bir şekilde çalışan YEMSAN bu tarihten itibaren zarar ettirilmeye çalışıldı. Özelleştirilme kapsamına alındığı 1992 yılında zararı günümüz parasıyla 55 bin TL iken ödediği faiz miktarı 75 bin TL idi. Kurum faiz yükü ile zarar ettirildi ve 1993-1995 yılları arasında özelleştirildi; 26 fabrikasının 11’inin üretimine derhal son verildi. Karma yemin tamamı özel sektörce üretilmeye başlandı. Bu alanda kapasitesi ve toplam üretimdeki payı en yüksek olan firma artık bir yabancı sermayeli çokuluslu şirketti. Ülke geneline yayılmış 38 fabrikasında süt, peynir, tereyağı vb. süt ürünleri işlenen SEK’in günümüz parasıyla 30 bin TL olan kuruluş sermayesinin yarısı 1992 yılına dek verilmedi. Kurum parasal ihtiyacı için özel bankalardan yüksek faizli kredi kullanmaya zorlandı. Özel çabalarla zarara sürüklenen kurumun elde ettiği tüm karlar özel bankalara aktarıldı. Kurum 1993-1998 yılları arasında özelleştirildi. Faaliyet zorunluluğu şartı konan, süt üretiminin en yoğun olduğu yörelerdeki fabrikaları dahil hemen hemen hepsi kapatıldı. SEK işletmelerinin özel sektörün eline geçmesiyle süt piyasasında rekabet ortadan kalktı. Kamunun alandan tamamıyla çekilmesiyle üreticiler bu tekellerin insafına terk edildi. SEK’in özelleştirilmesi ne üreticiye ne de tüketiciye, yalnızca yerli ve yabancı tekellere yaradı. Süt ve süt ürünlerinin perakende fiyatı sürekli artarken, üreticinin eline geçen fiyat çoğu zaman maliyeti bile karşılamadı. EBK 1980’lerin sonunda et ve et ürünleri üretiminde yüzde 60’lık pazar payına sahipti. Kurum alanında tekel olmamasına karşın et fiyatlarının oluşumuna etkide bulundu. Bu kurum da özelleştirme politikalarının gündeme geldiği tarihe kadar sürekli kar etti. İlk kez 1987 yılında günümüz parasıyla 9 bin TL zarar etti. Kurumun zararı 1991 yılında 55 bin TL’ye, 1992 yılında ise 186 bin TL’ye yükseldi. Aynı yıl kurumun faiz gideri 754 bin TL idi. Bu kurum da ağır faiz yükü ile batırıldı. EBK kombinalarının önemli bir bölümü 19952000 yılları arasında özelleştirildi. Kombinaları, arsalarının rantında gözü olan vurguncular almıştı. Özelleştirilen 11 kombinanın 9’u hemen kapatıldı. EBK’nın özelleştirilmesi sonrasında kaçak kesimler artmaya başladı. Ülkemizin yıllık et tüketimi 1,2 milyon ton olup bunun ancak yarısı kayıtlı kesimlerden elde edilmektedir. Özelleştirme hayvancılık sektörünü geriletti Hayvancılık sektörümüz açısından son derece önemli bir yeri olan YEMSAN, EBK ve SEK’in özel sektörün eline geçmesinden sonra Türkiye’nin hayvan sayısı ve kırmızı et üretimi hızla geriledi. Küreselleşme politikalarının başladığı 1980 yılında ülkemizin nüfusu 44 milyon, büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayısı 81,4 milyon baş iken, günümüzde nüfusumuz 72,5 milyona çıkarken, büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayısı ise 40,5 milyon başa geriledi. Hayvanlarımızın verimliliği artmasına karşın kırmızı et üretimimiz oldukça gerilerken, süt verimimizde bir miktar artış sağlandı. Kamu kurumlarının özelleştirilmesinden hemen önce 1990 yılında ülkemizin kırmızı et üretimi 742 bin ton iken günümüzde 482 bin tona geriledi. Aynı yıllar için süt üretimimiz ise 9,6 milyon tondan 12,2 milyon tona yükseldi (Tablo:1). Hayvancılık sektörü için 2007 yılının önemi Hayvancılık sektörü açısından 2007 yılı önemli bir dönüm noktasıdır. Kuraklık birçok üründe rekolte düşmelerine neden oldu. Bir önceki yıla göre kuraklık buğdayda yüzde 13,9, arpada yüzde 22,5, mısırda yüzde 7,2, sorgumda yüzde 49,3, fiğde yüzde 48,4, yağlık ayçiçeğinde yüzde www.sekeris.org.tr 59 MAKALE 23,8 oranında üretim kaybına yol açtı. Bu dönemde üretici 1 kg süt ile 1 kg yem dahi alamadı. Yemin ürün üretim maliyetleri içindeki payı süt sığırcılığında yüzde 64, besi sığırcılığında yüzde 72 ve koyunculukta yüzde 57’dir. Buna karşın 2007 yılında arpanın fiyatı yüzde 46, kepeğin yüzde 76, ayçiçeği tohumu küspesinin yüzde 94, süt yeminin yüzde 48 artarken, çiğ süt fiyatı yüzde 43 artışla yem fiyatlarının gerisinde kaldı. 2002 yılında 83 milyon TL olan hayvancılık destekleri 2007 yılında 750 milyon TL’ye çıkartıldı. Ancak, 2007 yılında yaşanan genel seçimlerde neredeyse tüm tarım destek bütçesi seçim öncesinde dağıtıldı ve bu kargaşada hayvancılık desteklerini ödeyemediği için ödemeler 2008 bütçesine bırakıldı. Yapılan kesin hesaplamalarda 750 milyon TL olarak hedeflenen hayvancılık desteklerinin verilen sözler nedeniyle 1 milyar 200 milyon TL’ye çıktığı görüldü. Buna kızan ve Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nı hesap bilmemekle suçlayan Maliye Bakanlığı, parayı veren kendi olduğuna göre destekleri de kendisinin hesaplayacağını beyan etti. Bu kapsamda 2008 yılında hayvancılık destekleri 700-800 milyon TL’ler düzeyine çekilmek amacıyla hayvan başına destek modeline geçildi. Bu arada 2008 yılının büyük bölümünde kuraklık yine yaşanırken, destekler artırılmak yerine yarı yarıya azBüyük-Küçükbaş Hayvan Sayısı (baş) Sığır Süt (ton) Et (ton) Sayısı (baş) Manda Süt (ton) Et (ton) Sayısı (baş) Koyun Süt (ton) Et (ton) Sayısı (baş) Keçi Süt (ton) Et (ton) Toplam Hayvan (baş) Toplam Süt (ton) Toplam Et (ton) 60 Şeker-İş Dergisi altılmış oldu. Bu dönemde üst üste gelen olumsuzluklar nedeniyle yaklaşık 1 milyon süt ineği, 250 bin damızlık hayvan kesime giderken bu olayı; yanlış bir tespitle, kırmızı et üretiminde artış olarak kamuoyuyla paylaşıldı. Hayvancılık sektörüne bir darbe de 2009 yılında geldi Hayvancılık sektörü için 2009 yılı da önemli bir dönüm noktası oldu. 26 Ekim 2009’da yürürlüğe giren GDO yönetmeliği, dışa bağımlı olduğumuz ve önemli hayvan yemi olan mısır ve soyanın analizini zorunlu hale getirip, ürünler analiz sırası bekleyince yem fiyatlarında yine hızlı bir yükselme görüldü. Bu kısa süreçte soya küspesinde fiyat yaklaşık yüzde 45, kanola küspesinde yüzde 40, ayçiçeği tohumu küspesinde ve yerli ayçiçeği tohumu küspesinde yüzde 25 oranında arttı. Bu olumsuz gelişmelere karşın üretici yine korumasız kalmıştı. Örgütsüz yapısı içerisinde çiftçimiz süt üretiminde kar edemediğinden hayvanını kesime göndermekte, destekler artık yeterli düzeyde olmadığından hayvancılık sektörüne yatırım yapılmamakta, ne bir damızlık ne de kesilecek hayvan bulunamadığından fiyatlar yükselmektedir. Tüm bu politikalar sonucunda ülkemizde kişi başına kırmızı et tüketimi 1990 yılında 20,7 kg iken günümüzde (Kurban Bayramı tüketimleri de dahil) 7 kg’a geriledi. AB’de ise kişi başına tüketim 75 kg’dır. Süt tüketimimiz ise kişi başına 17 lt olup AB’de 110 lt’dir. Hayvan sayımızdaki gerilemeden her bahsedişimizde birileri çıkar ve verimin arttığından bahseder. Görüldüğü üzere artan verim et üretimimizin gerilemesine engel olamamıştır. Artan verimle süt üretimimiz artsa da olması gereken düzeyin hala çok gerisindedir. Özetle, artan verim gerileyen hayvan sayımızın cevabı olamamaktadır. İthalat çözüm mü? Et fiyatları düşer mi? Gelinen noktada kırmızı et fiyatları marketlerde 35-40 TL’ye kadar yükseldi. Bu kapsamda da iç piyasayı terbiye etmeye yönelik olarak Et ve Balık Kurumu vasıtasıyla et-canlı hayvan ithalatı yapılması istendi. Bir zamanlar tüm mesaisini hayvan ıslahına, hayvancılığı geliştirmeye, kaliteli ve yeterli et üretimine, özel sektörü özendirerek gelişmesine yardımcı olmaya ve pazarı düzenlemeye, böylelikle de hem üreticiyi hem de tüketiciyi korumaya harcayan Et ve Balık Kurumu artık ithalatla görevlendirilen bir kurum oldu. Öncelikle spekülasyon konusuna bakalım. Ülkemizdeki hayvancılık işletme- Tablo:1) Türkiye'nin hayvan varlığı, süt ve et üretimi 1980 15.567.000 7.710.600 130.380 1.040.000 273.905 10.660 46.026.000 1.147.395 239.400 18.775.008 483.000 52.600 81.408.008 9.614.900 433.040 1990 12.173.000 7.960.640 360.704 429.000 174.225 11.445 43.647.008 1.145.015 304.000 11.942.000 337.535 66.000 68.191.008 9.617.415 742.149 Kaynak: FAO, TÜİK 2000 10.761.000 8.732.041 354.636 146.000 67.330 4.047 28.492.000 774.379 111.139 7.201.000 220.211 21.395 46.600.000 9.793.961 491.217 2005 10.526.440 10.026.202 321.681 104.965 38.058 1.577 25.304.325 789.878 73.743 6.517.464 253.759 12.390 42.453.194 11.107.897 409.391 2008 10.859.942 11.255.176 370.619 86.297 31.422 1.334 23.974.591 746.872 96.738 5.593.561 209.570 13.753 40.514.391 12.243.060 482.444 MAKALE lerinin yüzde 90’dan fazlası 1-50 baş hayvanı olan küçük ve orta ölçekli işletmelerden oluşmaktadır. 50 baştan fazla hayvanı olan işletmeler ise yüzde 2 civarındadır. Bu işletme yapılarına göre üreticinin bugünkü et fiyatlarının oluşmasına esas spekülasyonu yaratması mümkün değildir. Zaten üreticiye 14 TL civarında malolan kemikli eti üretici 14-15 TL’den elinden çıkarmaktadır. Sanayici ise kesecek hayvan bulamamaktadır. Ancak, gelinen noktada ithalat iki kesime yarar; iş adamına ve hipermarketlere. Buna karşın ithalat, zaten can çekişen hayvancılığımızın ölüm fermanıdır. Üreticinin kırsal alanda üretimden çekilip kente göç etmesi ve işsizler ordusuna katılması demektir. Tüketici ise kısa bir süre için birkaç lira daha ucuza et yer, sonrasında ise et fiyatları çok daha yüksek noktalara çıkar. İthalat kapsamında 4 Mayıs 2010 günü yapılan 4 bin 25 tonluk kasaplık sığır alımına esas ilk ihale için üç firma, sadece Ankara kombinası için tahsis edilen 500 tonluk kısım için teklif verdi. Sorunu çözmesi için getirilecek 500 ton karşılığı kasaplık sığır ülkemizin sadece 3-4 saatlik et ihtiyacını karşılayacaktır. 6 Mayıs 2010 günü ise 5 bin tonluk kasaplık sığır ihalesine ise sadece bir firma teklif verdi. Sonuçta gerekli rekabet koşulları oluşmadığından bahisle her iki ihale de iptal edildi. Üçüncü ihale ise 20 Mayıs 2010 günü düzenlenecek. İşin acı yanı ise hala hayvancılık sektörümüzü ayağa kaldıracak adımlar atılmıyor. İhaleler daha başlamadan et fiyatları birkaç lira aşağı indi. Birçok kesim bunu ithalatın adı yetti, spekülatörler fiyatı aşağı indiriyor şeklinde yorumlandı. Doğrudur, hele ithalat olduğunda giren etin etkisiyle fiyatlar biraz daha aşağı inebilir. Peki bu fiyatlar neden aşağı inmeye başladı, gerçekten spekülatörler mi terbiye edildi? Sorunun cevabı aslında açık, ürettiği sütü para etmeyen üretici hayvanı da gelecekte para etmeyecek korkusundan kesime gönderiyor. Ayrıca kesim yaşı gelmeyen hayvanlar dahi daha fazla zarar etmemek adına üretici tarafından kesime gönderiliyor. İşin özü, hayvan varlığımız yine çok hızlı bir şekilde azalıyor, tarım politikalarının cezası yine üreticiye ödettiriliyor. Neler Yapılmalı? AB’de et sektörü açısından hayvanlar kooperatifler üzerinden pazarlanmaktadır. Süt sektöründe ise müdahale kurumu piyasayı düzenlemekte, üretici desteklenmekte, ürünler kooperatiflerde işlenmekte, ihracatçıya ihracat sübvansiyonu verilmekte, bu yolla hem üretici hem de tüketici korunmaktadır. Kırmızı etin İrlanda’da yüzde 70’i, Finlandiya’da yüzde 69’u, Danimarka’da yüzde 62’si, Hollanda ve İngiltere’de yüzde 35’i, Fransa’da yüzde 34’ü, Almanya’da yüzde 30’u kooperatifler kanalıyla pazarlanmaktadır. AB ortalaması yüzde 50’ler civarındadır. Sütte de durum aynıdır. Ülkemizde siyası iktidarlar çiftçi örgütlerinin yönetimlerini ele geçirmeye uğraşmak yerine onları güçlü bir yapıya kavuşturmak üzere politikalar kurgulanmalıdır. Türkiye müdahale kurumu görevi gören kurumlarını özelleştirmek suretiyle yok etmiştir. Et ve Balık Kurumu kalan 8 kombinası ile pazarın ancak yüzde 1’ine sahiptir ve müdahale görevi yapamamaktadır. Bu kurum ithalatla görevlendirilmek yerine tekrar müdahale kurumu haline getirilmelidir. Herhangi bir müdahale kurumunun bulunmamasından dolayı üretici doğrudan sanayici ile karşı karşıyadır. Sanayicinin keyfiyetine kalmış fiyat politikalarından dolayı kazanamayan üretici üretimden vazgeçebilmekte, et ve süt üretiminde dalgalanmalar yaşanmaktadır. Yaşama geçirilecek “okul sütü” gibi programlarla bir yandan sağlıklı bir neslin oluşturulması diğer yandan üretimin sürekliliği sağlanmalı, üretime zarar veren dalgalanmaların önüne geçilmelidir. Diğer yandan meclis gündeminde görüşülmeyi bekleyen yeni Gıda Yasası ile Hayvan Islahı Kanunu’nun yürürlükten kaldırılması düşünülmektedir. Son dönemlerde hayvan ıslahı denince öncelikle canlı hayvan ithalatını düşünen zihniyet değiştirilmeli, coğrafyamızda en verimli olabilecek hayvanlar için ülkemiz üniversiteleri ve bilim insanları ile işbirliği yapılmalıdır. Hayvan varlığımız hızlı bir şekilde artırılmalıdır. Hayvancılığımızda meralara verilen önem artırılmalı, artırılacak desteklerle yem bitkileri ekim alanları genişletilmelidir. Dünya ticaretinde söz sahibi olan birçok ülke meraları sayesinde üretim maliyetlerini son derece aşağı çekmekte, hayvan verimleri bizden düşük olmasına karşın ticarette ön sıralarda yer almaktadırlar. Üretim maliyetimizi düşürmenin yolu me- ra hayvancılığından geçmektedir. Her ülkede olduğu gibi hayvancılığımız gerektiği şekilde desteklenmelidir. Ülkemiz kırmızı et üretiminde bugün yaşanan sorunları sadece spekülasyona bağlamak hayvancılığımızın içinde bulunduğu zor durumun üzerini örtmektir. Altyapı sorunlarını çözmeksizin yapılacak et ve canlı hayvan ithalatı sektörü çok daha geriye götürecek, fiyatlar kısa süre sonra çok daha yukarı tırmanacaktır. Türkiye yapacağı et ve canlı hayvan ithalatı nedeniyle ödeyeceği milyonlarca doları-avroyu başka ülkenin çiftçileri ve halkının refahına harcamış olmaktadır. Bu kaynaklar ülkemiz hayvancılığının kalkındırılması için kullanılmalıdır. Bugün dünyanın hayvancılıkta ileri pek çok ülkesinde deli dana hastalığı yok edilebilmiş değildir. Gerek et gerekse canlı hayvan ithalatı yoluyla bu ve diğer hastalıkların ülkemize girme tehlikesi bulunmaktadır. Deli dana hastalığı olan bir ürünü tüketen insanlarda da bu hastalığın görülmesinden dolayı hiç kimsenin halkımızı böyle bir maceraya sürükleme hakkı bulunmamaktadır. Bir ürünü kaliteli, sağlıklı ve ucuz tüketebilmenin yolu o ürünün ülkemizde kendi üreticilerimiz tarafından üretilmesi ve kendi örgütleri vasıtasıyla işlenmesi ve doğrudan halkımızın tüketimine sunulmasıyla mümkündür. Kaynakça •Anonim, Türkiye Kırmızı Et Sektör Değerlendirmesi 2008 Yılı ve Sonrası Beklentiler, TZOB, Ankara, Haziran 2008 •Anonim, Türkiye Süt Sektörünün Değerlendirilmesi 2008 Yılı ve Sonrası Beklentiler, TZOB, Ankara, Nisan 2008 •Gökhan Günaydın, Küreselleşen Piyasa Yoksullaşan Köylü, Liberal Reformlar ve Devlet, KİGEM, Ankara, 18-19 Nisan 2003 •Gökhan Günaydın, Tarım ve Kırsallıkta Dönüşüm, Tan Yayınları, Ankara, Mart 2010 •Mehmet Ertuğrul ve ark, Türkiye Küçükbaş Hayvancılığının İyileştirilmesi, Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongresi, Ankara, 11-15 Ocak 2010 •Necdet Oral, Tarımda Kapitalizm ve Sınıflar, ZMO, Ankara, Ağustos 2006 •Numan Akman ve ark, Türkiye Sığırcılık İşletmelerinin Yapısı ve Geleceğin Sığırcılık İşletmeleri, Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongresi, Ankara, 11-15 Ocak 2010 www.sekeris.org.tr 61 KUTLAMA ZİYARETLERİ ZİYARETLER SENDİKAMIZ Şeker-İş’in 19. Olağan Genel Kurulu’nun ardından Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, Genel Sekreteri Ergün Atalay, Teksif Sendikası Genel Başkanı Nazmi Irgat, Türkiye Yol-İş Sendikası Genel Başkanı Ramazan Ağar, Türk Koop-İş Sendikası Genel Başkanı Eyüp Alemdar, Türkiye Denizciler Sendikası Genel Başkanı Dr. Hasan Pekdem ve Genel Sekreteri Eyüp Kasap; Yurt Partisi Genel Başkanı Sadettin Tantan ile birlikte gelerek yeni yönetimi kutladılar. HABER-İŞ Sendikası Genel Başkanı Ali Akcan Sendikamız Genel Merkezi’ne gelerek Genel Başkanımız İsa Gök’ün şahsında yeni yönetimi kutladı. TARIM-İŞ Sendikası Genel Başkanı Bedrettin Kaykaç, Genel Sekreteri Mustafa Çardakçı, Genel Teşkilatlandırma Sekreteri İlhami Polat Sendikamız Genel Merkezi’ne gelerek yeni yönetimi kutladılar. TÜRK-İŞ Genel Teşkilatlandırma Sekreteri ve Türk Metal Sendikası Genel Başkanı Pevrul Kavlak ile Merkez Yönetim Kurulu Üyeleri Sendikamız Genel Merkezi’ne gelerek yeni yönetimi kutladılar. 62 Şeker-İş Dergisi TEŞKİLAT Turhal’da Şeker-İş Voleybol Takımı İkinci Oldu TURHAL Kaymakamlığı tarafından “Kurumlar Arası Voleybol Turnuvası” 8 Mart-27 Nisan 2010 tarihleri arasında, Turhal Kapalı Spor Salonu’nda düzenlendi. 24 takımın katıldığı turnuvada Şeker-İş Sendikası Turhal Şubesi Voleybol Takımı ikinci oldu. Ayrıca Şube Voleybol Takımı’nın oyuncularından İsmail ÖZEKE en iyi pasör, işitme engelli oyuncu Kemal GÜNEL en centilmen sporcu seçildi. Muş Şeker’de Anneler Günü Kutlaması ŞEKER-İŞ Sendikası Muş Şubesi tarafından kadın üyelerimizin katılımıyla Anneler Günü kutlaması düzenlendi. Muş Şeker Fabrikası Voleybol Takımı Üçüncü Oldu MUŞ Şeker Fabrikası Voleybol Takımı Muş’ta yapılan ve 30 takımın katıldığı Valilik Voleybol Turnuvası’nda üçüncü oldu. Voleybol takımımız Üçüncülük Kupasını Muş Valisi Sayın Erdoğan BEKTAŞ’tan aldı. SENDİKAMIZIN VE VAKFIMIZIN OLAĞAN DENETİMLERİ YAPILDI GENEL Merkez Denetim Kurulumuz, 8-22 Şubat 2010 tarihleri arasında Sendikamızın Genel Merkezi’nde toplanarak olağan denetimlerini gerçekleştirdiler. Salih ÜNAL (Başkan), Osman ERİK (Raportör) ve Hasan DURBAK (Üye) yaptıkları denetimde, Sendikamızın çalışmalarını gözden geçirerek, mali ve idari dokümanlarını incelediler ve hazırladıkları raporu Merkez Yönetim Kurulumuza sundular. Vakıf Denetim Kurulumuz Genel Merkezimizde 1-5 Şubat 2010 tarihleri arasında toplanarak, Ölüm ve Sosyal Yardımlaşma Vakfımızın olağan denetimini gerçekleştirdiler. Halis HALİFEOĞLU (Başkan), Mustafa KALEM (Raportör) ve Ali Kıyar (Üye) yaptıkları çalışmaların sonunda bir rapor hazırladılar. Bu raporda idari olarak Yönetim Kurulu toplantılarının ve kararlarının Yönetmelik ve Tüzüğe uygun olarak zamanında yapıldığını, evraklarda herhangi bir eksikliğe rastlanmadığını belirtiler. www.sekeris.org.tr 63 KAYBETTİKLERİMİZ ABDULLAH METİN Eskişehir Şeker Fabrikası rafineri kısmında çalışan değerli üyemiz Abdullah METİN geçirdiği trafik kazası sonucu 12 Kasım 2009 tarihinde vefat etti. GÜRCAN AYTAÇÇIK Eskişehir Şeker Fabrikası meydan kısmında çalışan değerli üyemiz Gürcan AYTAÇÇIK geçirdiği beyin kanaması sonucu 8 Eylül 2009 tarihinde vefat etti. MUSTAFA AY Eskişehir Şeker Fabrikası makinistlik kısmında çalışan değerli üyemiz Mustafa AY yakalandığı amansız hastalık sonucu 11 Şubat 2010 tarihinde vefat etti. SAMET KAMİL ÇALIŞKAN Ankara Şeker Fabrikası rafineri kısmında çalışan değerli üyemiz Samet Kamil ÇALIŞKAN geçirdiği kalp krizi sonucu 27 Temmuz 2009 tarihinde vefat etti. HAMİT BOZBIYIK Ankara Makina Fabrikası’nda çalışan değerli üyemiz Hamit BOZBIYIK yakalandığı amansız hastalık sonucu 14 Kasım 2009 tarihinde vefat etti. ŞERAFETTİN KOTAN Muş Şeker Fabrikası meydan kısmında çalışan değerli üyemiz Şerafettin KOTAN yakalandığı amansız hastalık sonucu 12 Ocak 2010 tarihinde vefat etti. AGAH BOZBIYIK Ankara Şeker Fabrikası rafineri kısmında çalışan değerli üyemiz Agah BOZBIYIK yakalanmış olduğu amansız hastalık sonucu 11 Mayıs 2010 tarihinde vefat etti. Merhumlara Allah’tan rahmet, ailelerine, yakınlarına, mesai arkadaşlarına ve camiamıza sabır ve başsağlığı dileriz. 64 Şeker-İş Dergisi