konut projesi değil
Transkript
konut projesi değil
KONUT PROJESİ DEĞİL BİR YASAM HİKAYESİ Bahçeşehir’in en değerli arazisi üzerinde hayata geçirilen Vaditepe Bahçeşehir, özlem duyulan o sımsıcak mahalle kültürünü, modern yaşam çizgileriyle birleştiriyor ve sizlere, alışılagelmiş konut projesi yerine, bir yaşam hikayesi sunuyor. Size de dairenizi seçip hikayede yerinizi almak kalıyor. Bekleriz... 212 428 88 00 Esenler Belediye Başkanı Tevfik Göksu 8 MART KADINLAR GÜNÜ’NDE ESENLER BELEDİYESİ’NDEN KADINLARA ÖZEL PROJE G ünümüzde büyük şehirlerde yaşayan kadınlar pek çok farklı sorunla karşılaşmaktadır. Şehrin karmaşık mimari dokusu içerisinde hem çocuk büyütmekle hem de ev içi işlerle meşgul olan kadın ev dışı rolleri de göz önüne alındığında, fiziksel ve ruhsal yönden oldukça fazla yıpranmaktadır. Bu durum ilerleyen zamanlarda kadınların depresyonlu ve sorunlu bireyler olarak karşımıza çıkmasına sebep olabilmektedir. Şehir yaşantısı içerisinde yeterince sosyalleşemeyen, kendisini geliştirmeye fırsat bulamayan, eğitim bakımından da yetersiz olan kadın giderek toplumdan izole olmaktadır. Çocuklarımızı yani geleceğimizi şekillendiren kadınların desteklenmesi toplumun gelişimi ve sürdürülebilirliği açısından da önem arz etmektedir. Kadının desteklenmediği toplumların gelişmesi ve ilerlemesi mümkün değildir. Çünkü kadınlar aynı zamanda medeniyetlerin de anneleridir. Tüm bunları göz önünde bulunduran Esenler Belediyesi 11 Kasım 2015 tarihinde bir kadın çalıştayı düzenlemiştir. “Büyükşehirde Kadın Olmak” başlığı altında düzenlenen çalıştay şehir yaşantısının kadınlar üzerinde oluşturduğu sorunları tespit etmek ve tespit edilen bu sorunlara çözümler üretmek amacıyla düzenlenmiştir. Kadın Çalıştayı “İş Hayatında Kadın” ile “Büyük Şehirde Kadın ve Yaşam” başlıklı iki ayrı oturum halinde düzenlenmiştir. Beyin fırtınası yöntemi ile sosyal yapının farklı kesimleri temsilen akademisyen, psikolog, sosyolog, aile danışmanı, maneviyat psikolojisi uzmanı, öğrenci, ev hanımı, yönetici, memur ve özel sektör çalışanı olan birer temsilci katılmıştır. Katılımcılar; büyükşehirde ve iş yaşamında kadının yaşadığı sorunları; aile, evlilik, kimlik, sosyal, iş hayatı, ekonomi, eğitim, şiddet, taciz, ulaşım, göç, sağlık ve hukuk başlıkları altında değerlendirmiştir. Her iki oturumda da bu başlıklar altında toplam 242 adet sorun belirlenmiştir. Bu sorunlara yönelik olarak 103 başlıkta çözüm önerisi getirilmiştir. 2009’dan bugüne kadar ESKAM (Esenler Kariyer Merkezi) aracılığı ile 5 bin 362 kadın istihdamı gerçekleştiren Esenler Belediyesi bu çalıştay neticesinde geliştirilen önerileri değerlendirmiş ve bugün burada toplanmamıza vesile olan “İSTANBUL KADIN İSTİHDAM ve GİRİŞİMCİLİK MERKEZİ” projesini Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi koordinatörlüğü ve diğer proje partnerleri ile hayata geçirmiştir. 8 Mart Kadınlar Günü’nde, Esenler Belediyesi kasım ayında düzenlemiş olduğu kadın çalıştayının raporu ve kadın istihdam projesinin basın lansmanını gerçekleştirilecektir. BÜYÜKŞEHİRDE KADIN OLMANIN ZORLUKLARI E ve KADIN İSTİHDAMI PROGRAMI senler Belediyesi’nin ortağı olduğu İstanbul Kalkınma Ajansı 2015 yılı Kadın İstihdamının Artırılması Mali Destek Programı kapsamında desteklenmeye layık görülen“İstanbul Kadın İstihdam ve Girişimcilik Merkezi Projesi” ve Kasım 2015’te gerçekleştirilen “Büyükşehirde Kadın Olmak” başlıklı kadın çalıştayının raporunun basına açıklanması ile kadın istihdam projesinin protokol imza törenini “BÜYÜKŞEHİRDE KADIN OLMANIN ZORLUKLARI ve KADIN İSTİHDAMI” programında FATİH SULTAN MEHMET VAKIF ÜNİVERSİTESİ ve TURUNCU DERGİSİ işbirliği ile 8 Mart Salı günü “Dünya Emekçi Kadınlar Günü”nde saat 13:00 – 14:30 arasında Dr. Kadir Topbaş Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecektir. Programın onur konuğu sosyal projelere olan ilgisi ve desteği ile dikkat çeken Çevre ve Şehircilik Bakanı Sayın Fatma Güldemet SARI. Program Büyükşehirde Kadın Olmak konulu Kadın Çalıştayının raporunun açıklanması ile başlayacaktır. İstanbul Kadın İstihdam ve Girişimcilik Projesi’nin bilgilendirme sunumu, tanıtım filmi ve ardından proje paydaşlarının konuşmalarıyla devam edecektir. Esenler Belediye Başkanı Sayın Mehmet Tevfik GÖKSU, Çevre ve Şehircilik Bakanımız Sayın Fatma Güldemet Sarı hanımın konuşmalarının ardından, proje paydaşları ile toplu protokol imza töreninin düzenlenmesiyle de sona erecektir. İstanbul Kadın İstihdam ve Girişimcilik Merkezi Projesi’nin koordinatörlüğünü Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi üstlenmiştir. Projenin diğer paydaşları ise; Esenler Belediyesi, Üsküdar Belediyesi, Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü, Sosyal Politikalar Derneği, Perakendeciler Derneği, İŞKUR İstanbul İl Müdürlüğü, LC Waikiki, Türk Hava Yolları, TURKCELL. Ziylan Grup, ve UCLG-MEVA Görüldüğü üzere ülkemizin en güzide STK, kamu, özel sektör temsilcilerini bir araya getiren proje kapsamında İstanbul Anadolu ve Avrupa yakalarından 1000 kadın seçilecek, mesleki eğitimlerden ve kişisel gelişim programlarından geçecek, psikolojik ve ekonomik destek alacaktır. Projenin sonunda 500 kadının istihdam edilmesi hedeflenmektedir. Bir istihdam projesinde bulunması gereken tüm tarafları aynı çatı altında toplaması bakımından projemizin gelecekteki istihdam politikaları ve projeleri için örnek teşkil etmesini beklemekteyiz. Projeye destek veren paydaşlar, kadınların çocuk sahibi olduğunda, evlendiğinde, aile yükümlülükleri arttığı zaman piyasadan çekilmek zorunda kaldıklarını, bu ve benzer çalışmalarla kadın istihdamı yolundaki engellerin aşılması olduğunu belirtti. Esenler Belediyesi yaptığı istihdam projeleri ve geliştirdiği yeni projelerle kadınları hem sosyal hem de ekonomik yönden destekleyerek her zaman kadının yanında yer almaya devam ediyor. HABER Harem İstanbul Fest’in tanıtım lansmanına, (Sağdan sola) Betül Aslankaya, Esra Oskay, Mürvet Uç, Şükran Kaymak, Ümmühan Parlak, Şerife Kurt ve Özlem Çevik de katıldı. Kadınlar, baharı Harem İstanbul Fest’de karşılıyor S ektörün en iyi 150 markası ve modaya yön veren İnstagram fenomenlerinin özellikle kadın tüketici ile buluşacağı Türkiye’nin en büyük ve kapsamlı alışveriş ve outlet festivali ; Harem İstanbul Fest 8-9-10 Nisan tarihleri arasında İstanbul Feshane’de gerçekleşecek. el emeği, göz nuru ve kişiye özel tasarım ürünlerinin sergileneceği özel bir platforma ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Alışveriş, eğlence ve fırsatların 3 gün boyunca bir arada sunulacağı Harem İstanbul Fest’de hedef, Yaklaşık 50 bin Kadın ziyaretçiye ulaşmak... Feshane’ye Bahar Konsepti Hem Ucuz Alışveriş İmkanı Hem Araba ve Umre Kazanma Şansı Birbirinden farklı seçkin 150 girişimcinin yer alacağı festivalin genel konsepti ise Bahar. Katılımcıların yaz sezonu ürünlerini ilk kez görücüye çıkaracakları festivalde ayrıca kış sezonunun outlet ürünleri de ziyaretçilere farklı fırsatlar ile sunulacak. Harem İstanbul Fest farklı firmaların yanı sıra onlarca kadın girişimcinin 6 Turuncu Dergİ / Mart 2016 3 gün boyunca yapılacak olan çekiliş ile son model araba ve Umre ziyareti kazanma şansına sahip olacak ziyaretçiler, kaliteyi farklı modelleri ve uygun fiyatları bir arada buldukları festivalde adeta baharı karşılayacaklar… Faruk Parlak ve Şahin Uçar, Harem İstanbul Fest’i üçüncü kez düzenlemenin heyecanını yaşıyor. BÜLTEN Furkan Palalı, Adem Terzi, Saruhan Hünel 2016’NIN ERKEK SAÇ MODASI TÜRK TRAŞI OLDU E ste Medica Saç Ekimi ve Estetik Cerrahi Merkezi katkıları ile gerçekleşen saç kesim yarışmasına Adem Terzi Barbers Club şovu damga vurdu. Bakırköy Leyla Gencer Kültür ve Opera Merkezinde gerçekleştirilen ve toplam 500 kuaförün de hazır bulunduğu bu büyük gösteriyi izleyenler arasında ünlü oyucular Saruhan Hünel ve Furkan Palalı da vardı. “DÜNYA ERKEKLERİ ARTIK TÜRK TIRAŞI YAPTIRMAK İSTEMELİ” Este Medica’nın desteklediği Yarışma öncesinde ünlülerin stil danışmanı ve imaj makerı Adem Terzi’nin kendi ekibi ile yaptığı şovu katılımcılardan tam not aldı. Furkan Palalı ve Saruhan Hünel’inde izlediği şovda ünlü oyuncular; kendilerinin de Türk Tıraşı olduğunu ve dünya erkekleri bizler gibi Türk Tıraşı yaptırmak istemeli dedi. Gösteri sonrasında konuşma yapan ünlü kuaför; ‘’Bizim burada olmamızın amacı bir olduğumuzu göstermek. Türk Tıraşını dünyanın her yerine birlikte duyurmalıyız. Artık yabancı ülkelerde insanlar kuaföre gittiklerinde Türk Tıraşı olmak istiyoruz demeliler bizim en büyük amacımız bu’’ dedi. Türk Tıraşı yaptıranlar arasında Ahmet Kural, Murat Cemcir, Burak Sağyaşar, Beyazıt Öztürk gibi bir çok ünlü isimde yer alıyor. Muhteşem Show sonrası, yetenekli kuaförler yarışarak milli takım seçmelerine karıldılar. Sade ve zarİF seçenekler S eiko Watch Corporation güvencesi ile üretilen Lorus’un yeni kadın tasarımları, zarif çizgileri ile modaseverlerle buluşuyor. Pembe altın iyon kaplama veya çelik kasalı, 50 metre 8 Turuncu Dergİ / Mart 2016 su geçirmezlik özelliğine sahip yeni klasik modeller, sade kadranı ile tarzınızı ve şıklığınızı tamamlayacak. İlkbaharda uygun fiyatlı Lorus saatleri kaçırmamak için en yakın Lorus yetkili noktalarına uğrayın. turuncudergi.com BÜLTEN RSG İç Mimarlık’tan çağdaş bir spor alanı 2 004 yılından bu yana konut, turizm işletmeleri, çok amaçlı sosyal mekânlar ve sağlık yapıları gibi alanlarda iç mimari tasarım ve uygulama projeleri gerçekleştiren RSG İç Mimarlık, Manisa Organize Sanayi Bölgesi Sağlık ve Spor Kulübü’nün iç mekân, dış cephe ve peyzaj tasarımı ile çağdaş bir spor alanına imza attı. Sanatı yaşam alanına entegre ederek sunmayı amaçlayan RSG İç Mimarlık, spor alanlarına da modern dokunuşlar getiriyor. Manisa Organize Sanayi Bölgesi Sağlık ve Spor Kulübü’nün iç mekân, dış cephe ve peyzaj tasarımını gerçekleştiren RSG İç Mimarlık, tesise yepyeni bir soluk getiriyor. RSG İç Mimarlık içerisinde otel, restoran, fitness ve sağlıklı yaşam merkezi, açık ve kapalı yüzme havuzu ve tenis kortu bulunduran ve 3 bin 250 metrekarelik alana sahip olan alanı yeniden dizayn ediyor. İş gezileri için de tercih edilesi bir mekân oluşturan RSG’nin imzasını taşıyan tesis bölgeye, yatırımcılara ve yatırımcıların ülke içinden veya dışından misafirlerine hizmet verecek. Tasarımı ve malzeme seçimlerinin uyumuyla, nazikçe günışığı ve doğayı içeri davet eden kulüpte, mekânın huzurlu ve dingin havasına dair ipuçları veren lobinin ardından otel bölümüne devam eden heykelsi merdivenler yer alıyor. Otelde 2 executive ve 23 business süit oda bulunuyor. Otelin her tarafında devam eden temiz hatlar ve uyumlu nötr renkler, prestij ve itibarı yansıtıp profesyonel atmosfere de göndermede bulunuyor. Bernardo, Erkekleri Mutfağa Davet Ediyor… 8 Mart’ta Yemekler tasarım Erkeklerden! Sofra 8 Mart uzmanı Bernardo, sıra dışı bir Kadınlar Günü için 8 Mart’ta davette bulunuyor. ize ya da sizi sevgilinize, eşin rinizle le el i annenize kend davet a ay sofralar hazırlam ce bir yle eden Bernardo, bö rin kadın gün de olsa erkekle bilmesini emeğinin değerini or. sağlamayı amaçlıy 10 Turuncu Dergİ / Mart 2016 ı Sofra tasarım uzman metini kıy in Bernardo, emeğ et zm hi da bilen kadınların yola n de in edilmeyi hak ettiğ kekleri er m çıkarak, 8 Mart’ta tü e ey m kadınlara hizmet et ne kadar a lar On r. iyo davet ed latmak için değer verdiğiniz an , eşinize, 8 Mart’ta annenize ize siz bir sevgilinize, kardeşin sefer de sofra hazırlayın; bu sun! ol sizin elinize sağlık turuncudergi.com BÜLTEN KİŞİYE ÖZEL TASARIM HEDİYELERİNİN EN YENİ ADRESİ EVENTBYESRA E n özel anlarınızı size özel tasarım hediyelikler ile unutulmaz yapabilirsiniz. Doğum, Mevlüt , düğün, nişan , kına gecesi, yaş günü, özel kutlama ve davet organizasyonlarında birbirinden şık, renkli ve kişiye özel tasarım hediyelikleri ile Event By Esra 2016 da da birbirinden farklı tasarımlar sunuyor. İsme özel Yasin’i Şerifler, beğendiğiniz kokuların şık Cam tasarımlarda sunumu, tespihler, kapı süslerine başka bir anlam katan dokunuşlar Event By Esra ile özel günleriniz için özenle hazırlanıyor... İnternet ve sosyal medya üzerinden güvenle iletişime geçebileceğiniz bu farklı tasarım ürünler için adres www.eventbyesra.com ve instagram hesabı @eventbyesra YENİ NESİL HALI “MOR DERİ HALI” Y eni nesil halı sloganıyla Sektöre 2009 yılında giriş yapan ‘Mor Deri Halı’ dünyada bir ilki yapan ve kişiye özel tasarım halılarda sağlığı da ön plana çıkararak sınırsız müşteri katılımı ile dekorasyon dünyasındaki yerini aldı. Akar tutmayan toz barındırmayan alerji ve astıma sebep olan havlı halılardan daha modern çok daha kullanışlı tasarımlarla ağırlıkta 17 ülkeye ihracat ve iç piyasada corner bayileri ile tüketici ile buluşmaya devam ediyor. Aynı zamanda 2015 yılı itibarıyla kendi showroomlarını açma ya başlayarak daha geniş konsepti tüketicisiyle buluşturmaya devam ediyor . Halı kullanış açısından klasik halılardan ayıran en belirgin özellikleri ise kullanım kolaylığı leke tutmayan yapısı yazın terletmeyen kışın üşütmeyen özelliklere sahip halıda toz tutmama özelliği de bulunmakta . Firmanın internet sitesine www.morhalı.com adresinden instagram hesabına ise @morhalı adresinden ulaşabilirsiniz. 12 Turuncu Dergİ / Mart 2016 BÜLTEN ADVERTORIAL , e z evini , ya l bi o İder M … r o y ı at ı n ı as z im şıklığın H em modern ve konforlu hem de uygun fiyatlı mobilya koleksiyonları ile kullanıcılarına zevkli seçenekler sunan İder, İkaros Yemek Odası Takımı ile evinizde şık bir görünümün altına imzasını atıyor… Yemek odalarının ambiyansını değiştirecek benzersiz bir tasarım sunan İder Mobilya, yepyeni takımını; dörtlü sandalye ve iki kişilik oturma alanı sağlayan bench modeli ile tamamlıyor. Kalabalık aileleri düşündüğü kadar, yeni evli çiftler ve stüdyo dairede yaşayanlar için alandan tasarruf sağlayan İkaros Yemek Odası Takımı, hem salonlar hem de mutfaklar için rahat bir kullanım sağlıyor. Açılıp kapanabilen yapısıyla 4 kişilik ve 6 kişilik olabilen İder İkaros masa, alışılmışın tersine boydan büyüyor. Kapalı halindeyken 60 cm x 165 cm boyutlarında 4 kişilik olan masa, açıldığı zaman ise 90 x 165 cm boyutlarında standart ve 6 kişilik bir yemek masasına dönüşüyor. Sağlam gövdesi uzun yıllar boyunca kullanım kolaylığı sağlarken, İkaros Yemek Odası Takımı; ahşabın doğal ve şık görünümü ile yaşadığınız mekanları zenginleştiriyor. YENİ İNCİ’DEN 8 MART HEDİYESİ Pursaklar Beledİyesİ Hüma Sultan Hanım Evİ’nde açılan İşaret Dİlİ Kursunu başarıyla tamamlayan 45 kadın sertİfİkalarını aldı T ürkiye’de iç giyim denince akla gelen ilk markalardan Yeni İnci, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde kadın çalışanlarını bir günlüğüne de olsa kendi kendinin patronu yapıyor. Yeni İnci Yönetim Kurulu Başkanı Furkan Atakan; “Kadın çalışanlarımız gün boyunca kendi emekleriyle ürettikleri her ürünün bedelini kendileri alacaklar” dedi. Kadın emeği ile büyüdü kadın emeği ile globalleşecek A nne böreği ile 2004 yılında Kocaeli’nde küçük bir dükkanda hikayesine başlayan Göçmen Börekçisi, 54 franchise şubesi, günde 3,5 ton börek üretimi yapan 6 bin 700 metrekarelik fabrikası ile 125 ev kadınına iş imkanı sağlıyor. Göçmen Börekçisi Genel Müdürü Tanju Taner Dönmez, Türkiye’de her yıl 20 yeni şube 14 Turuncu Dergİ / Mart 2016 PURSAKLAR’DA 45 kadın daha işaret dili sertifikası aldı açmayı ve yurt dışına açılmayı planladıklarını söyleyerek, “Bunu önce annemize, sonra böreklerimizi elleriyle lezzetlendiren kadınlarımıza borçluyuz. Büyümemizi devam ettirmek için Mustafa Dönmez Vakfı ile kadın emeğini destekleyecek ve ihtiyaç sahibi ev hanımlarına daha çok iş imkânı sağlayacağız” dedi. turuncudergi.com H üma Sultan Hanım Evinde üç aydır devam eden işaret dili kursuna ilçe sakinleri büyük ilgi gösterdi. İkinci mezunlarını veren işaret dili kursunda 45 kadın daha sertifika almaya hak kazandı. Eğitimlerini başarıyla tamamlayan kursiyerler düzenlenen mini bir törenle sertifika alıp yeni bir mesleğin daha sahibi oldu. Başarılarını ise bovling oynayarak kutladı. Alınan bu sertifikalar hanımlar için yeni iş imkânı sunacak. Yeni dönemde ikinci kuru başlayacak olan işaret dili eğitimlerine ön lisans ve lisans mezunları katılabilecek. Hem eğitim kalitesini arttırmak hem de hanımları meslek sahibi yapmak için birbirinden güzel kurslara ev sahipliği yapan Pursaklar Belediyesi, 5 ayrı mahallede kadınlara yönelik hizmetini sürdürüyor. Bu hizmetler arasında sağlıktan spora, eğitimden kültüre hemen her alanda etkinlik yer alıyor. Hizmetlerden ücretsiz olarak yararlanan hanımlar Pursaklar’da mutlu bir yaşam sürüyor. YAPIM EKİBİ PRODÜKSİYON ADINA İMTİYAZ SAHİBİ VE GENEL YAYIN YÖNETMENİ Zahide CEYLAN SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Zahide Ceylan KURUCULAR KURULU Halise ÇİFTÇİ, Zahide CEYLAN, Güzin CANAN, Taciser İÇYER, Nilgün KARABULUT, Ayşenur GÜN, Sema KARABULUT YAYIN KURULU BAŞKANI Ayşe KEŞİR YAYIN KURULU Ayşe KEŞİR, Ayşe ERTEM, Hatice BİLİCİ, Gülfidan ÇALIŞKAN, Esra Yerebakan, Gaye YARDIMCI, Ümmügülsüm Tat, Aygül FAZLIOĞLU, Rukiye KARAKÖSE GÖRSEL YÖNETMEN Şerife AKYOL KURT MARKA İLETİŞİMİ YÖNETİCİSİ Şenay BUYURMAN REKLAM KOORDİNATÖRÜ Beyhan Ertuğ BASIN DANIŞMANI Mürvet UÇ İSTANBUL KOORDİNATÖRÜ Gülay KURT 0507 485 55 95 ANKARA KOORDİNATÖRÜ Betül TAT 0538 624 54 72 TURUNCU DERGİSİ ADRES 1470 Sk. Gökteşehir Blokları B Blok No: 30 Çukurambar / Ankara TELEFON: 0545 316 21 55 WEB: www.turuncudergi.com e-mail: info@turuncudergi.com editor@turuncudergi.com BASKI TURKUVAZ MATBAACILIK Akpınar Mah. Hasan Basri Cad. No: 4 P.K. 34885 Sancaktepe / Kartal / İstanbul TEL: 0216 585 90 00 FAKS: 0216 585 9130 info@turkuvazmatbaacilik.com.tr ‘TURUNCU’ Dergisi, yerel süreli aylık yayındır. Basın yayın ilkelerine uymayı kabul eder. Basılan ilanların tüm sorumluluğu ilan sahibine, yazılan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kurum ve kuruluşlar için kargo dahil fiyatı 20 TL’dir. TURKUVAZ DAĞITIM PAZARLAMA A.Ş. tarafından dağıtılmaktadır. zahideceylan@turuncudergi.com İ Sevgili Turuncu okurları, ster Dünya Kadınlar Günü, ister diğer adıyla Dünya Emekçi Kadınlar Günü diye anılsın; 8 Mart tüm dünyada Kadınlar Günü olarak kutlanmaktadır. Dünya kadınlar gününün kaynağına dönüp bakarsak 8 Mart 1857 yılında New York’ta kadın işçilerin “eşit emeğe eşit hak” söylemi ile bir fabrikada başlayan eylemleri acı bir tecrübe ile son bulunca; kadınlar gününün çıkış noktası olmuştur. 40 bin kadının başlattığı bu grevde, katılanların hepsi fabrikaya kilitlenmiş ve çıkan yangında 129 kadın can vermiştir. Aslında çıkış noktası kadının emeğinin tam karşılığını talep etmek olan bu hareket, günümüze kadar gelen süreçte feminist hareketlerin de yoğun katılımı ve ilgisi ile bu gün çözümlenmesi güç bir sarmala dönüşmüştür . Şimdi bu güne geldiğimizde; oldukça güçlü söylemlerle hak, hukuk, eşitlik, adalet istiyoruz diye sesler yükselmekte. Tv kanallarında reytinge dönüştürülen kadın hikayeleri, kadın tacizleri, aşk- töre -koca cinayetleri ... bir ay boyunca “dedim ki” ler , “dedim” ler tekerlemeye dönüşen aynı cümleler... derken dön dolaş aynı kısır noktada buluşmalar... Bir ateşin etrafında dans eden tam tam dansçıları gibiyiz hepimiz. Yanan bir ateş var, herkes etrafında dönüyor kendince. “ Ateş düştüğü yeri yakar” deriz ya, evet ateş hem yanıyor, hem yakıyor söndürelim diyen çok... ne acı ki ama, söndüren yok. İstatistiklere bakarsak; kadın cinayetleri, kadın tecavüzleri, kadın istismarı, kadına bir obje gibi kullanıp atmak her geçen gün daha da negatif yönde çıtayı yükseltiyor. Biz kadınlar için güzel bir gelecek temennisi ediyorum yine de bu acı gerçekler ışığında. Ümitlerimizi hep taze tutarak kalalım. Sevgili okuyucular bu ay ki konuğumuz Prof. Dr. Canan Karatay hoca ile güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. Kendisinden sağlıklı beslenme ve sağlıklı kilo verme tüyoları ile dolu bir röportaj yaptık. Bunun yanı sıra da Dünya Kadınlar Günü ile görüşlerini de almadan edemedik . Canan hocamızın söylediği birkaç cümleyi burada sizlere yazmadan edemeyeceğim. Karatay’ın en önem arz eden cümlesi “neden hep kadınları eğitiyoruz önce erkekler eğitilmeli.” oldu. Bir diğer önemli tespiti ise; hala bu dünyada dokuz- on yaşındaki kız çocuklarının dedesi yaşındaki yaşlı adamlara satı- lıyor olması idi. Ülkemize dönüp baktığımızda sapkın tecavüzcü erkeklerin hakim karşısında takım elbise giyip, süklüm büklüm oturup, iyi halden indirim alması ve “bu kadar kadın savcı ve hakim varken, neden bu vicdandan yoksun sapkınları erkekler yargılıyor, onlar bir kadın gözü ile bakamazlar” demesi ile röportajımızı sonlandırdık. Bu yürekli açıklamasından dolayı ekibim ve kendi adıma kendisine çok teşekkür ediyorum. Yine kıymetli yazarımız sosyolog Aygül Fazlıoğlu da savaş ve terörde kadın ve çocuğu ele alarak, savaşın en mağdurlarını sosyolojik açıdan anlattı. Sevgili kadınlar bizde bir söz vardır ya; kendi doktorun kendin olacaksın, neden? Çünkü insan kendini doktordan daha çok hisseder ve bilir. Bu önemli gerçek ile yola çıkarsak ben de naçizane iki önemli, yapmamız gereken şeyi sizlere, yani biz kadınlara öneriyorum . Biz kadınlar fiziki olarak erkeklerden zayıf yaratılmış olabiliriz, fakat psikolojik ve ruhen daha güçlü olduğumuz için her şeyin üstesinden gelir, ekmeğimizi taştan çıkartırız. Biz kendimize değer kıymet vermezsek, kimseden değer kıymet bekleyemeyiz. Yani değerimizi kendimiz belirleyelim ki kimseden onay beklemeyelim. İkinci tavsiyem ise lütfen erkek çocuklarımızı yetiştirirken bir anne olarak, erkek çocuğumuza bir efendi, kendimize de köle muamelesi yapmayalım . Çocuk bunu algıladığında ve benimsediğinde tüm kadınlar köle, ben de bu dünyada efendiyim diye düşündürdüğümüzde ise iş işten geçmiş olmaktadır ve yarının vicdandan yoksun, despot, bencil, hainlerini ve canilerini yetiştirmiş olmaktayız . Bugünden tezi yok zararın neresinden dönersek kardır diyerek erkek çocuklarımız, kardeşlerimiz, hatta torunlarımıza nerede durması gerektiğini ve İslam’ın kadına verdiği değeri de katarak eğitime başlayalım ki daha nice kadınlar istismar edilmesin ve daha nice kadınlar hırs, kıskançlık, heves üzerine canlarına kıyılmasın ve artık evlere ateşler düşmesin... daha nice özgecanlar ölmesin Bugüne kadar kadın cinayetlerinde ölenöldürülen tüm kadın kardeşlerimizi saygı ile anıyor mekanları cennet olsun diyoruz Huzur, barış, sağlık içinde hoşça kalın. Zahide Ceylan PROF. DR. CANAN KARATAY TURUNCU DERGİSİ’NE KONUŞTU 36 Ezber bozan bir kadın ve bir hekim Prof. Dr. Canan Karatay, yeni çarpıcı a çıklamalarını turuncu dergi için yaptı. DÜNYA 56 54 KLASİK BİR TÜRK DİZİSİ İNCİLERİ Saliha Sağdıç: Bir çoğumuzun yerli dizi macerası; “Bizimkiler” seyrederek başlamıştır sanırım. ZARİF YAZILAR 70 Gülfidan Çalışkan: Dedi ki sen şairsin elindeki bu taş ne? Dedim ki şair aşka boyun eğer , zulme değil… C . Zarifoğlu Edebiyat 58 KABİR BİR MEKAN DEĞİL BİR MAKAMDIR Nuran Sözen: Yaradanımız kulunu rağmenlere rağmen sevecek ve affedecektir, İyilikleri güzellikleri karşılayacaktır gidenler SAVAŞ VE TERÖRÜN SESSİZ MASUMLARI; KADIN VE ÇOCUKLAR Aygül Fazlıoğlu: Savaşların nedenlerinden çok sonuçlarına kadın ve çocuklar üzerinde, bıraktığı izlere bakmak gerekmektedir ŞİDDETE KARŞI İLK İMZA TÜRKİYE’DEN 64 Şu ana kadar 40 ülkenin onayladığı Avrupa konseyi sözleşmesinin ilk adımı, Ülkemiz tarafından atılmıştı Ülkemİzİn kalbİne dokunan şehİr: KÜTAHYA Kütahya Milletvekili Mustafa Şükrü Nazlı, arkadaşımız Gaye Yardımcı’ya, doğduğu şehir olan Kütahya’ya bağlılığını anlattı. 47 80 70 64 52 47 30 26 22 19 36 62 Artık hayatımızda yeni bir dünya var...sanal dünya... Milyonlarca insan özelini, duygularını, şaşkınlıklarını, tüm duygu durumlarını bu ortamda ifade ediyor... Nursel ERGİN: ENERJİMİN FARKINDAYIM Var Mısın, Yok Musun Programıyla Tanıdığımız Nursel Ergin, Arkadaşımız Seda Şişman İle röportajında Halkın Sevgisinin Sebebinin Samimiyet Olduğunu Söylüyor ORUÇ TUTMAK YA DA DEVRİMCİ OLMAK: “İFTARLIK GAZOZ” Gülay Kurt: Filmde Cem Yılmaz başrolde ama çocuk oyuncu ile başrolü paylaşıp çok etkili özlediğimiz bir usta çırak ilişkisi sergilemiş. DÜNYA DÜĞÜNLERİ: KOSOVA Kosova düğünlerinde gelinlerin en dikkat çekici özelliği ‘aklık”. İçinde civa ve çeşitli maddeler bulunan bu karıyım gelinin yüzüne sürülüp, üzeri süsleniyor NE KADAR ANLAYA BİLİYORUZ? Sinan Canan: E-postalar üzerinden iletişim kurarken en az bir kere “yanlış anlaşılmaya” veya “yanlış anlamaya” uğramayan var mıdır aramızda acaba? RENKLERİN FESTİVALİ: HOLİ Holi festivali dünyanın en eski festivallerinden biridir olarak Hindistanda kutlanıyor. ‘Bahar Festivali’ ya da ‘Renklerin Festivali’ diye de bilinmektedir 30 52 Vera Nur Aydınbaş sayfa 28 96 96 90 80 19 HİLAL OĞUZKAN İLE MODA Tüketimi azaltmanın tasarrufun çok önemli olduğu zamanımızda hem şık giyinip hem de daha az harcama yollarını bilmek gerekiyor DEKORASYON: MİNİMALİST FİKİRLER Gereksiz eşyalardan arındırılmış yalın bir görünüm istiyorsanız modern dekorasyon tarzı size hitap ediyor demektir. YAZAR YAZAR SALİHA SAĞDIÇ B R i B K i S A L K i S i Z i D TÜRK i R E L i C N i 20 Turuncu Dergİ / Mart 2016 ir çoğumuzun yerli dizi macerası; pazar akşamları bir yandan sobanın yanında kurumaya çalışırken bir yandan da annemiz “hadi yatağa” diyene kadar “Bizimkiler” seyrederek başlamıştır sanırım. Çok dedikodu yapan karakterleri sevmez, her bölümde dayanışma, dostluk, karşılıksız iyilik gibi insanî özellikleri şarkılarla hatırlatan Perihan Abla’yı severdik. Yıllar geçtikçe “gıybet” kelimesini “gıybet time” diye sempaktikleştirip hayatımıza yerleştirdiler. O insanî özellikler de yavaş yavaş elden gidiyor zaten. Düzgün dil kullanımını ara ki bulasın. Şirketine Bonjour diye giren işverenler izliyoruz, life koçlar, timeingler, best friendler havada uçuyor. Bazen az düzeyde ingilizce bilen kişilerin bile anlamakta zorlanacağı diyaloglar duyuyoruz. Ben bazen anlamıyorum da ordan biliyorum. Herkesin ultra zengin, holding sahibi, hayalleri süsleyen hayatlar yaşadığı zaten klasikleşti artık. Şahsen ben holding olmazsa çok yadırgıyorum. Alelacele tabelası değiştirilmiş, bir de uyduruk logo bulunmuş, nedense hep de ülkenin en iyi holdingini gözüm arıyor mutlaka. Bu kadar zenginsek göstermek lazım tabi. Üç kişi için hazırlanmış yirmi kişilik kahvaltılar, asla bitirilmeyen tabaklarla da “israf” havalı bir şey gibi gösteriliyor. Yavaş yavaş, farkettirmeden... Hiç tişört veya eşofmanla göremediğimiz holding sahibi esas adam takım elbisesi ile gelip; beş yıldızlı otelin açık büfe kahvaltısı gibi hazırlanmış masadan bir peyniri on parçaya bölüp sadece birini yiyerek gidiyor. Benim de aklım o sanat eseri gibi dizilmiş yiyeceklerde kalıyor. insanlar ya çok zengin, ya da hakkaten beş kuruşsuz. Hiç bir zaman orta halli bir memurun yaşamını izlemiyoruz dizilerde. Tabi bilinçaltımıza bu beş kuruşsuz insanların bir gün doymasa da tabağını bitirmeyeceği, on parça peynirden birini yiyeceği zengin hayata kavuşması fikri ilmek ilmek dantel gibi işleniyor. Bu işi yapanlar gerçekte bu sınıftaki insanların hayatlarına o kadar uzaklar ki, doğru düzgün işi olmayan bir adamın her yere taksi ile gitmeyeceğini, toplu taşıma aracı kullanacağını bilmiyorlar. Oysa o adam taksiye vereceği parayla bir haftalık pazar ihtiyacını karşılar. Standart maaşı olan bir polis memurunu bir dizide gayet iyi şartlarda, başka bir dizide nerdeyse muhtaç halde görüyoruz. Bir öğretmenin, bir polisin gerçekte nasıl hayat yaşadığını bilmiyorlar. Öğretmenleri halâ, rahmetli Kemal Sunal’ın “Öğretmen” filmindeki halinde zannediyorlar herhalde. Hiç bir karakterin sürekli giydiği bir giysisi bırakalım giysiyi hep taktığı bir çantası bile olmuyor. Bir giydiğimizi bir daha giymeyelim fikri de bir şekilde bilinçaltımıza işleniyor. Gecekonduda yaşayan aile mi gerekiyor; buluyorlar uygun bir ev, sonra evin ortasına sonradan koyulduğu her şekilde belli olan bir masa yerleştiriyorlar. Sofra beziymiş, siniymiş, sini yüksekte dursun diye altına koyulan leğenmiş bunları göremiyoruz. O ailede üç zeytin, iki peynir için herkese servis tabağı koymazlar, her öğün masalarına yeni ve temiz bir masa örtüsü de sermezler. O örtü her öğün yıkanmasın diye gider o masayı bulaşık süngeri ile siler, arkasından sarı mutfak bezi ile kurular ama bunları dizilerde göremeyiz. Mart 2016 / Turuncu Dergİ 21 YAZAR Üç kişi için hazırlanmış yirmi kişilik kahvaltılar, asla bitirilmeyen tabaklarla da “israf” havalı bir şey gibi gösteriliyor. Başörtüsünü tel toka ile tutturan bir yurdum babaannesi de yoktur gerçek hayatta. 22 Turuncu Dergİ / Mart 2016 Oysa ki sarı mutfak bezi orta sınıf bir aile mutfağının baş tacıdır. Başörtüsünü tel toka ile tutturan bir yurdum babaannesi de yoktur gerçek hayatta. Hatta bu babaannenin elleri de manikürlü olmaz. O ellere bir kına yakmak, bir yemeniyi tepeden düğümle bağlatmak bu kadar mı zor diye düşünüyor insan. Tam bunları düşünürken, bir de tel tokalı ve manikürlü babaannenin beline takılmış mikrofon aparatını görünce insan başlıyor “bir ev parasını bir haftada kazanıyorsunuz biraz özen gösterin be kardeşim” demeye... Geçenlerde aylardır reklamları yapılan üç kez senaryosu, defalarca oyuncuları değiştirilen bir dizi başladı. Bir bölümüyle 15 tane Perihan abla çekilecek kadar para harcanmış, Fransa’dan Karadeniz’e oradan İstanbul’a uzanan ilk bölümü mantık ve çekim hatalarından geçilmiyor. Zaten diziler nerede başlarsa başlasın, mutlaka İstanbul’a uzanır. Annesi fransız babası Türk bir karakteri alman aksanı ile oynayan esas kızın saç rengi tek bölümde dört kez değişti. İş için Fransa’ya gelen esas oğlan, esas kızın annesine, Fransa’nın ortasında üstelik otelde kalırken kara lahana çorbası yapıp getiriyor ama kimse “yahu sen bu malzemeleri valizinde mi taşıdın” diye sormuyor. Aradan geçen dört senede esas kızın alman aksanında hiç değişiklik olmazken, öz be öz hakiki fransız annesinin Türkçesi Zeki Müren kıvamına geliyor. Şimdi ben yine dayanamıyorum ve yine söylüyorum o kadar para kazanıyorsunuz be ablacım, hadi senaristin yönetmenin işi gücü vardı senin zaten toplasan 15 dk. rolün var, “bi dk ben fransızdım yahu, nasıl ana haber bülteni sunacak gibi Türkçe konuşurum?” diyemedin mi? Tek bölümü bir milyon liraya çekilip, kanal beğenmedi diye çöpe atılan ve yeniden aynı masraf yapılan, bazen dekor olarak resmen bir şehir inşaa edilen dizilerden; Türkan Şoray’ın sabahları takma kirpikle uyandığı filmleri gerçekçi bulmayıp alay eden, Yeşilçam’ın imkanlarını yüz kere cebinden çıkaran bir sektörden de insanın beklentisi yüksek oluyor tabi. Neyse ben zaten sadece belgesel izlerim. Bir gün; 30 senedir komada olduğu halde saçları kusursuz balyajlı kadınların olmadığı, evlerin içinde bir köşede döşemesi yanmış ütü masası olan, çayların tamamının içildiği, hiç kimseden korkmayan değil de mesela Allah’tan korkan, dua eden, pişman olan, baş karakterlerin olduğu diziler yapılırsa haber verirsiniz. YAZAR YAZAR Zarİf YAZILAR Gönül deryasının manevİ kıblegâhı olan duygular ve bu duyguların terennümüyle vücud bulan kelİmeler, güzelİklerden, estetİkten yana olsa da yaratılana saygı ve hürmette kusur gördüğü vakit keskİn bİr kılıç gİbİ durmuştur karşısında. GÜLFİDAN ÇALIŞKAN Eğitimci-Yazar gulfidancaliskan@gmail.com Dedi ki sen şairsin elindeki bu taş ne? Dedim ki şair aşka boyun eğer , zulme değil… C . Zarifoğlu debiyat, dil, kültür, geçmişten bu güne her vakit hem insana ait derinlik ve güzelliklerin, hem toplumun kalbine sinen haksızlıkların, hükümsüzlüklerin ve zafiyetlerin zarif sesleri olmuştur. Edebiyatın insana ait fıtri derinlikleri insan ve edep desturuyla birleşerek içinde doğduğu milletin ruhaniyetiyle bütünleşmiştir. Bu bütünlük, bazen millete ait her mevzuda edebiyata sirayet etmiş, bazense edebiyat vesilesiyle toplumun, milletin sinesinde yer bulmuştur. Gönül deryasının manevi kıblegâhı olan duygular ve bu duyguların terennümüyle vücud bulan kelimeler, güzeliklerden, estetikten yana olsa da yaratılana saygı ve hürmette kusur gördüğü vakit keskin bir kılıç gibi durmuştur karşısında. Tabi yine her E 24 Turuncu Dergİ / Mart 2016 daim nezih bir üslupla… Tarihin derinlikleri, yaşamın seyrini değiştiren, kimi zaman tarih yazıp kimi zaman tarihi bozan ediplerle doludur. Yaşadığımız coğrafyanın mazisi cihan hükümdarlarına kafa tutan, çağ açıp çağ kapatan, hak bildiği yolda hakkı söylemekten sakınmayan hatta serinden vazgeçen nice müeddiplerle doludur. Gönlüm bu müeddiplerin ruha nizam veren küçük birkaç hikayesini yad etmek ve o aziz hatıraların gölgesinde mütebessim bir huzur tatmak istiyor. Şairlerin hüsn-ü kabul gördüğü, sarayın en âli eğlencelerinden, seferlerin en zorlu gecelerine kadar her mecliste ihtimamla ağırlandığı ancak dilden arız olan birkaç cümlenin ölümle sonuçlanabilecek boyutta tehlike arz edebildiği günler de olmuştur. Bu zorlu, ancak her yönüyle muhteşem olarak nitelendirilen günlerde gönül hazinesi dolu, kalemi kuvvetli olanlar hoş sadalar bırakmıştır ardında. Şairler Sultanı olarak tanınan Bâki bunlardan biridir. Sanata ve sanatçıya teveccühüyle bilinen Kanuni gibi ulu, aynı zamanda şair bir padişahın devrinde yaşamış, ve o yüce şahsiyetin ‘’Yaptığın üç önemli şeyi say deseler biri muhakkak şair Baki’yi İstanbul’a getirip insanlığa kazandırmamdır.’’iltifatına da mazhar olmuştur. Ancak bir sebeple bunca övdüğü Baki’ye celallenen Kanuni onu memleketten sürgün etmek için ferman buyurmuş, ancak bu hükmünde sanatının ve ruhunun inceliğini, zerafetini sergileyerek fermanını dört satırlık bir şiirle beyan etmiştir. Baki bed Azm-i bülend Bursa’ya red Nefy-i ebed (Baki kötü adam/Yüksek kararımdır / Bursa’ya gönderilsin (memleketi) /bir daha gözüm görmesin.) Söyleyen kudretli bir padişah, söylenen usta bir şair olur da söz burada kalır mı hiç. Elbette şairin cevabı da en az Kanuni kadar ince, ve nezih bir şiirle olmuştur: Nola kim nefy_i ebed azm_i bülend olunsa ey Baki Bilesin ki cihân mülkü değil Süleyman’a baki Şâhâ! Azminde isbat-ı tehevvür ettin ammâ Buna fâni dünyâ dirler , ne sen Bâki ne ben bâki Manası: Ey Baki, Sultanın yüksek kararı seni yanından uzaklaştırmak olsa ne olacak Bilesin ki cihan mülkü Hz. Süleyman’a bile kalmadı. (Süleyman Peygamberi hatırlatıyor) Ey şahım! Kararınızda açıkça gazabınızı ve celalinizin gücünü ispatladınız ancak Unutmayın ki bu dünya fanidir, geçicidir size de bana da sonsuza dek kalmaz. Şüphesiz Bâki gibi kuvvetli bir şairin bu dizeleri söyleyebilmesi şaşılacak mevzu değildir. Şaşılacak olan bu dizelerin Avrupa’yı titreten, Akdeniz’i hakimiyeti altına alan, nicelerini karşısında diz çöktüren bir Sultan karşısında söylenebilmesidir. Dahası cihanın sultanı, bu dörtlüğün hatırına şairlerin sultanını affetmiş, fermanı geri almıştır. Nihayetinde Bâki tam da kendi mısralarıyla ifade ettiği gibi: Avazeyi bu aleme Davud gibi sal Baki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş Bu alemde bir hoş seda olarak kalmış ve öyle anılmıştır. Ve bir başka hikaye… Ancak aynı muazzam kahraman…Sultan Süleyman Han… Bir gün Topkapı Sarayının arka bahçesinde dolanırken ağaçlardan bir kaçının yapraklarının buruştuğunu görür. Dikkatlice bakınca ağacın dallarının karıncalar tarafından istila edildiğini fark eder. Çözüm olarak ağaçları ilaçlatıp karıncalardan kurtarmayı planlar. Fakat iyice mülahaza edince karıncaların da can taşıdığı, onlara yazık olacağı vehmine kapılır ve işin içinden çıkamaz. Mevzuyu hocası Ebussuud Efendiye iletmeye karar verir. Konuyu istişare niyetiyle hocasının yanına gidip onu odasında bulamayan Kanuni sualini edebi bir dille bir kağıda not ederek hocasının rahlesi üzerine bırakıverir. Meyve ağaçlarını sarınca karınca, Günahı varmı karıncayı kırınca? Ebussuud Efendi odasına dönüp rahlesine bırakılmış bu nezih usluplu soruyu görünce aynı minvalde cevap buyurmuş, aynı rahle üzerine bırakmıştır. Yarın hakk’ın divânına varınca Süleyman’dan hakkın alır karınca… Kanuni bir zaman sonra tekrar hocasının odasına uğramış , rahle üzerinde sorusunun cevabını görünce tebessüm buyurmuştur. Ve ağaçların ıslahı için başka bir çözüm bulunmuştur. Mart 2016 / Turuncu Dergİ 25 YAZAR YAZAR Bizim Çayımız Evladır ki ömrü savaşlarda geçmiş bir padişahı böylesine gönül ehli, söz ustası, ve sanat dehası olan bir milletin diz çöktürülebilmesi kâbil değildir. 26 Turuncu Dergİ / Mart 2016 O padişahlar, o sultanlar ki belagatın altın bir hazine olduğunun farkındadır ve bir çoğu bu hazineye sahip kabiliyettedir. Bu kabiliyetler arasında peygamberi övgüye mazhar olmak arzusuyla bin bir güçlükle İstanbul’u fetheden Fatih de yer almaktadır. Henüz çocuk yaştayken babası Sultan Murat onu tahta geçirmiş. Çocuk yaşta bir padişahın tahta geçmesini fırsat bilen düşmanlar Âl-i Osmanlıya saldırma planları yapınca Fatih babasına o meşhur fermanı iletmiştir: Eğer ki padişah sensen gel ordunun başına geç, yok eğer padişah ben isem emrediyorum, gel ordunun başına geç! Bu sözlerle o yaşta bir çocuğun düşündürücü ve etkileyici zekasını göz önüne sermiştir. Sonraları Hakkın izniyle büyük bir müjdeyle şereflenmiş, tarihin en büyük zaferlerinden birine mühür vurmuştur.İstanbul’un fethi aşkıyla ile bin bir güçlükle sınanmış ,sevdasına nail olmuştur.Buna rağmen hakkı ve hakikati her daim bu sevdadan üstün tutmuştur. İstanbul’dan aziz sevdasını dillendirdiği bir şiirin son dizeleri gelir aklıma…. İSTEMEM Ben Sultan Fatihim, Önündeyim İstanbul’un Yakarım bu şehri, yüzünde bir tebessüm için. Yoksa gül yüzünü güldürmeyen sultanlığı istemem İstanbul’u istemem Ben bir garip Yunus’um yazdığım sensin, yandığım sen. Se nden gayrı bir aşka ben kalemi istemem Kağıdı istemem. Ben senin ümmetinim, sensin benim efendim Senden gayrı, senden başka efendi istemem, Sevgili istemem, istemem… Avnî ( Fatih Sultan Mehmet) Neticeyle, tüm alemi nizamın, fethine gıptayla baktığı bir Sultan’ın her şeyi elinin tersiyle itebileceği en kuvvetli aşk, İlahi aşkın tezahürüyle yön bulmuş bir peygamber aşkıdır. Bileğinin olduğu gibi ruhunun, dilinin ve gönlünün kudreti bu aşkın hayatta tecelli bulmasındandır. Evladır ki ömrü savaşlarda geçmiş bir padişahı böylesine gönül ehli, söz ustası, ve sanat dehası olan bir milletin diz çöktürülebilmesi kâbil değildir. O dahileri örnek alıp hayatın her merhalesinde er gibi duranlar, sözüyle, özüyle velhasıl adabıyla zalime zulmü haykıranlar oldukça da kâbil olmayacaktır biiznillah. turuncudergi.com Bir kuyumcu ustalığıyla, çay lizlerinin altın değerindeki en üst yapraklarından özel olarak harmanlandı. YAZAR YAZAR NURAN SÖZEN yaradanımız kulunu rağmenlere rağmen sevecek ve affedecektİr, İyİlİklerİ güzellİklerİ karşılayacaktır gİdenlerİ 28 Turuncu Dergİ / Mart 2016 E SSELAMÜ ALEYKÜM EVLATLAR, KARDEŞLER, DOSTLAR… Şu geçirdiğimiz aya geri dönüp baktığımızda çok somut gerçek bir hayat dersi aldik. toplumun tanıdığı iki kıymetli insanı kaybettik. İkisinin de çok özel yerleri vardı cemiyetimizin içinde. Biri her bakımdan koçtu. Zengindi, itibarlı idi. Çevresi özel hayranları ile doluydu. Yardım severdi, tevazu sahibiydi, güler yüzlüydü. Ebedi hayatında iyilikleri güzellikleri karşılayacaktır kendisini. Çünkü yaradanımız kulunu rağmenlere rağmen sevecek ve affedecektir. *** Sıratı müstakimde ötekileştirmek yoktur bir olmak vardır. Bu hakikat bizi herhangi bir düşünceye tavra sokmasa iyi olur. Çünkü hainlerin çemberine gireriz o zaman Allah korusun. Ancak; bizi yaradanın, bizi güzel insan yapmak için çırpındığı ve bir hakikati çok sık hatırlattığı rasulullahın Allah Rızasını en öne almadığımız her eylemimizin boşa gideceği gerçeği de iliklerimize işlemiştir. İstiridyenin sinesinde bir kum taneciği sabırla , zikirle, tevekkülle inci oluyor. İnciler saçılıyor zamana mekana mekanlara… Tasdik ruhunu... Teslimiyet ruhunu... Eyvallah ile hayatımıza geçirmemişsek ancak hüsrana uğrar gönlü kırık bir perişanlığa kucak açarız. Evet, evet... diğer bir kaybımız mı? Ne yapsak ne etsek gözyaşlarımız dinmiyor. ‘Elif’i duruşuyla haksızlıklar karşısında başının gideceğini bilseydi, Hz. Ömer Ra.’ın karakter yapısıyla cebini değil cephesini düşünen adam hüviyeti ile kılcal damarlarımıza kadar bizi titreten kelamıyla, kalemiyle çok kiymetli bir dostu kaybettik. Cenabi hakkı, habibini, furkanı, kitabını seven hakiki güzel imanli insanlarımızı hepimizi imrendirecek bir akibetle gitti fani dünyadan. Hasan Karakayamız, hepsi abdestli namazlı, hepsi de Allah rızasını öne alan bir ekiple ‘Beytullah’ı ziyaret etti. tam sinesini gördü beytin. Daha sonra Medine’de Allah Rasulünü ziyaret etti. Kimbilir ne yaşamıştı ki kaldığı otelin kapısından odasına gidemeden uçtu gitti…uçtu… Acı haberi ekibin başındaki Tayyibimizin kelimeleriyle değil gözyaşlarıyla öğrendi herkes. Daha sonra vatana getirilen bu kıymetin salı cumhurbaşkanımız ve başbakanımızın omuzlarında bu ayrılığın derin acısını duyan ve imam efendinin mevtayı nasıl bilirdiniz sorusuna yalansız, riyasız iyi biliriz şahadetleri ile uğurlandı. Eskilerin gökte delik oldu ifadesi yerine oturdu. Kitabimizda üstüne yemin edilen kalemi, o güzelin hakkını vererek, emri bil marufnehyi anil münker’i unutturmayacak ifadelerle işleyen çok kıymetli, ayakları öpülesi insanlarımız, yazarlarımız, sohbetçilerimiz var Elhamdülillah. Maddi manevi sıhhat içinde yaşasınlar İnşallah! Dualarımız onlarla beraber. Ama ‘o’nun tarzında, kısa ifadelerle iyilikler güzellikler taçlandırılacakken karşı tarafin hainlerini yerin dibine sokma ifadeleri çok mücessemdi. Tarih tekerrürden ibarettir derler… İnşallah benzer bir güzeli bulacağız. Rabbimin sonsuz rahmeti üzerine olsun. Mart 2016 / Turuncu Dergİ 29 YAZAR YAZAR Deli Kızın Bohçası Size de oluyor mu? VERA NUR AYDINBAŞ veranur@turuncudergi.com anı yaşamak diye bir şey var, ne geleceği ne de geçmişi düşünmek. Sürekli var olduğum andan çıkıp kendime zaman içinde zaman yaratıyorum ve bir yerlere gidiyorum. Peki içinde bulunduğum an nereye gidiyor? K endimi delirtmeye bayılıyorum. Kafamda bin bir çeşit senaryoyla günümü kendime dar ediyorum. Drama dalında dünyanın en iyi senaristi benim. Yalnız henüz keşfedilmedim. Şimdilik kendi kendimi çürütmekle meşgulüm. Bir insan neden geleceğe dair umutlu 30 Turuncu Dergİ / Mart 2016 olacağım, neler düşüneceğim ve bunları nasıl ifade edeceğim, karşımdakinin bana söyleyecekleri, mimikler, jestler, ağlama ve dövünmeler ya da gururlu çekip gidişler ve sonra yalnızken kendini duvardan duvara vurmalar, felaket sonrasının etkilerini atlatma ve iyileşme süreci, o süreçte hissedeceklerim ve yaşayacaklarımı öngörme ve kapanış. Bunları hayal ettikçe sanki bunları yaşamaya daha da yaklaşıyormuşum gibi geliyor. Ki öyle de zaten. Kendimi bu olumsuz olayların olumsuz enerjisine sokup, onları kapılarda pencerelerde bekleyerek hayatıma buyur ediyorum ya da edeceğim. Düşündükçe mücrim gibi titriyorum, titredikçe panik olup daha da kötü şeyler düşünüyorum. Halbuki tek istediğim anı yaşamak, evet, anı yaşamak diye bir şey var, ne geleceği ne de geçmişi düşünmek. Sürekli var olduğum andan çıkıp kendime zaman içinde zaman yaratıyorum ve bir yerlere gidiyorum. ya da güzel anların hayalini kurmaz da, hep olabilecek en hüzünlü ve dramatik anlara dair üretim yapar? Üstelik güzel bir şey düşündüğümde ana hatlarıyla şöyle bir hayal ederek geçer ama kötü bir şeyi düşünürken en ince ayrıntısına kadar betimlerim. Önce başıma gelen felakete karar veririm, o anda nerde ve kimlerle turuncudergi.com Peki içinde bulunduğum an nereye gidiyor? Hayattaki 27 yılımın belki de 5 yılını an içindeki sanal anda kendimi heder ederek kaybettim. Dışarıdan bakınca ne kadar saçma, belki ben o anda denize nazır bir bankta oturuyorum ama gözlerim içime dönmüş ve o anda hayatımda yeri olmayan bir dramatik sahnedeki oyunculuğumu yaşıyorum. An’a döndüğümde ise bu sahnenin kasaveti ile kendimi düşük bir moda sokup melankoli kastırıyorum ya da senaryomdaki ilgili kişilere yaklaşımım olumsuza doğru değişmeye başlıyor. İnsanın inanılmaz bir yaratım ve gerçekleştirme gücü var. Kapasitemizin farkına varamıyoruz. Ağzımızdan çıkan laf olsun diye söylenmiş sözlerin bile büyük etkisi ve önemi var. Örneğin; Solomon adalarındaki kabileler ormanı temizleyip kendilerine tarla yapmak istediklerinde ağaçları kesmezler. Toplanıp bir araya gelirler ve ağaçlara küfürler savurup lanet okurlar. Yavaş da olsa bir süre sonra, muhakkak ağaçlar sararıp solmaya başlar, ve kendi kendilerine ölüp giderler. Söylediğimiz her söz, içimizde taşıdığımız her duygu tahmin ettiğimizden çok daha büyük bir etkiye sahip. İstediğimiz her şeyi gerçekleştirme gücüne sahibiz. Düşüncelerimi, sözlerimi olumluya çevirip kullanmak varken kendim için neden kötüsünü seçiyorum? Olumsuz duygularla ömrümü, organlarımı, ruhumu ve kapasitemi tüketiyorum. Halbuki her şey ne kadar da basit, sadece yaşadığım anda kalıp o anın tadını çıkarmam bile buna yetecekken ben neleri tercih ediyorum. Kendimi iyi hislere ve düşüncelere sevketmek yerine kendimi boğuyorum. Sırf güzel hayaller kursam bile yetecek aslında. Ve eğer korktuğum hep başıma geliyorsa, heveslerim ve sevinçlerim neden başıma gelmesin? İnsan nelere kadir olduğunun farkında değil, umarım bu gücümüzü olumlu kullanıp, güzel ve sağlıklı düşünceleri paylaşabilenlerden oluruz. Mart 2016 / Turuncu Dergİ 31 YAZAR YAZAR SAVAŞ VE TERÖRÜN SESSiZ MASUMLARI; KADIN VE ÇOCUKLAR Savaşın ve terörün yarattığı sosyal, psİkolojİk ve ekonomİk yıkımların etkİlerİ, yalnızca geçmİŞ ve bugünkü mağdur ve masumları değİl, gelecek kuşakları da ağır etkİlemektedİr. D ünyanın pek çok yerinde devam etmekte olan savaş ve terörün olgularını sosyal, psikolojik ve ekonomik etkilerinden en çok mağdur olan kesim erkekler değil, kadın ve çocuklar olmaktadır. Günümüzde milyonlarca kadın ve çocuk, ülkelerin kendi iç çatışmaları ve başka topraklara sahip olmak için çıkardıkları savaşların ve terör saldırılarının doğrudan ya da dolaylı olarak sessiz masumları durumuna düşmektedir. Savaş ve silahlı çatışmalar sonucu ortaya çıkan durumlarda savunmasız ve incinebilir olmaları nedeniyle öncelikle kadın ve çocuklar, her türlü zorlukla –ölüm, yararlanma, taciz, tecavüz, kaçırılma, engellilik, tutsaklık, açlık, ailesini, yakınlarını dostlarını, evini, toprağını, ülkesini kaybetme, korku, acı, şiddet ve gözyaşı- karşı karşıya kalmaktadır. Hüküm süren kaos nedeniyle kadınlar ve çocuklar çoğunlukla yalnız kalmakta, bır kısmı 32 Turuncu Dergİ / Mart 2016 AYGÜL FAZLIOĞLU Aile ve Sosyal Politikalan Bakanlığı Bakanlık Müşaviri / Sosyolog aygulfazlioglu@turuncudergi.com siddetin kimliklerini oluşturmasına, boyun eğer hale gelirken, diğerleri ise çeşitli şekillerde sömürülmekte ve istismar edilmektedir. Geçmişteki savaş sonrası ve/ veya savaşlarda yaşamını yitiren, mağdur olan ya da engelli insanların çoğunluğunu erkekler oluştururken, 1990’lardan beri yaşanan savaşlarda yaşamını kaybeden, mağdur ya da engelli olan insanların çoğunluğunu kadın ve çocuklar oluşturmaya başlamıştır. Savaş özelliklede iç savaş nedeniyle yaşadıkları yerden ayrılarak mülteci, sığınmacı durumuna düşen yine kadın ve çocuklarddır. Günümüzde Suriye, Irak, Afganistan ve bazı Afrika ülkelerinde yaşanan iç çatışma ve terör saldırılarında hergün yüzlerce insanın katledilişi göz göre göre seyredilmektedir. Savaşın ve terörün yarattığı sosyal, psikolojik ve ekonomik yıkımların etkileri, yalnızca geçmiş ve bugünkü mağdur ve masumları değil, gelecek kuşakları da ağır etkilemektedir. Savaşların Bıraktığı Derin İzler Savaşların nedenlerinden çok sonuçlarına kadın ve çocuklar üzerinde, bıraktığı izlere bakmak gerekmektedir. Savaş zamanlarında kadınlara yönelik tecavüzler sıkça rastlanan olaylardır. Örneğin; İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Asya’da görev yapan her on Amerikalı askerden birisinin Asyalı kadınlardan çocuğu olduğu bilinmektedir, Bosna’da 1992-1995 yılları arasında Sırplar tarafından 300 bin sivilin katledildiği, binlerce kadının tecavüze uğradığı, masum sivillerin toplama kamplarında açlığa terk edildiği, Mart 2016 / Turuncu Dergİ 33 YAZAR Sıklıkla bombalama, yaralama, cinsel ve fiziksel istismarın kurbanı olan bu kadınlar yaşantılarında çok uzun süren, sağlıklı gelişmeyi engelleyen ruhsaltoplumsal sorunlarla karşı karşıya kalıp, soysal dışlanmışlık yaşamaktadırlar. 34 Turuncu Dergİ / Mart 2016 YAZAR 30 bin Bosnalı kadına etnik yapılarını bozmak için sistematik bir şekilde tecavüz edildiği, binlercesinin hamile kaldığı, kürtaj olmalarının engellendiği, yüzlerce kadının bu utanç yüzünden intihar ettiği binlerce tecavüz çocuğu doğduğu ve yetimhanelerin dolduğu hala hafızlarda tazeliğini korumaktadır. Bir süredir çatışmaların ve otorite boşluğunun yaşandığı Irak’ta, IŞİD öncülüğündeki silahlı gruplar, daha çok Irak’ın Musul ve Duhok şehirlerinde yaşayan Ezidilerden bir kısmını öldürüp, çoğu Ezidi kadını esir alıp, seks kölesi olarak kullanmıştır. Sıklıkla bombalama, yaralama, cinsel ve fiziksel istismarın kurbanı olan bu kadınlar yaşantılarında çok uzun süren, sağlıklı gelişmeyi engelleyen ruhsal-toplumsal sorunlarla karşı karşıya kalıp, soysal dışlanmışlık yaşamaktadırlar. Savaş, dolaylı ya da direk etkilenen insanlar üzerinde çok boyutlu etkiler bırakmaktadır. Kadın ve çocukların üzerinde bıraktığı etkilere bakıldığında; çeşitli ruhsal bozukluklar, şiddet ve saldırgan davranışlar, hayata küsme, öz güven kaybı, kedine ve topluma giderek yabancılaşma kaygısı bunların başlıcalarıdır. Yapılan araştırmlar göstermiştir ki; savaşa katılan toplumlarda, savaştan sonra şiddet ve insan öldürme davranışında ciddi bir artış meydana gelmektedir. “UNICEF tarafından 1996 yılında yayınlanan ‘Dünya Çocuklarının Durumu’ raporunda; 1986-1996 yılları arasında gerçekleşen savaşlarda 2 milyon çocuğun öldüğü, 5 milyon çocuğun sakat kaldığı, 12 milyon çocuğun evsiz kaldığı, 1 milyondan fazla çocuğun ana babasını kaybettiği ve 10 milyon aşkın çocuğun ruhsal sarsıntı geçirdiği belirtilmektedir. Günümüzün Savaş Stratejisi turuncudergi.com Terörizmin Kurbanları Öte yandan 1970’lerin başında ve 1980’ler de, baştanbaşa bütün dünyada birçok terörist örgüt faaliyet gösternekteydi. Bunlardan bir kısmı yok olurken bir kısmı günümüzde de faaliyetlerini göstermekte olup, aynı zamanda yeni yeni örgütlenmeler kapsamında terörist faaliyetler çağımızın en önemli problemleri arasında yer alamaktadır. O kadar ki günümüzde terörizmin, kendine ait iletişim şekli, değerler sistemi, tarihi, kültürü, siyaseti, eylem yöntemleri, ekonomisi ve sektörü oluşmuş durumdadır. Bu bağlamda, insanlık tarihinin değişik dönemlerinde görülen terörizmi bir savaşım stratejisi olarak modern çağın bir ürünü olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Türkiye’de terör,1970’li yıllardan itibaren gündeme girmiştir. Önce sol terör örgütleri faaliyetlere başlamış buna paralel olarak sağ terör örgütlerinin eylemleri gelişmiştir. turuncudergi.com Sol-sağ terör örgütlerinin eylemlerinin zayıfladığı bir dönemde PKK terör örgütü faaliyetlere başlamış 1990’lı yıllarda PKK’nın eylemlerinin arttığı bir dönem dini motifli terör örgütlerinin faaliyetleri de ülkemizde yer almaya başlamıştır. Bugün ülkemizde ayrılıkçı törer hareketlerinden olan PKK’nın faaliytleri aralıksız devam etmektedir. Söz konusu bu örgütün de dünyadaki diğer terör örgütleri gibi insan kaynağının belkemiğini özellikle okul çağında, tecrübesiz, bir kimlik inşaa edemeyen çocuk ve gençler oluşturmaktadır. Ayrıca kadınlar sayıları azda olsa onlarda terör örgütlerine katılmaktadır. Gençler daha aktif, sorumluluk gerektiren roller üstlenirken, kadın ve çocuklar, istihbarat toplama, domestik işler, lojistik hizmetler gibi alanlarda ikinci rollerde ve intihar eylemlerinde kullanılmaktadırlar. Bireylerin ayrılıkçı terör örgütlerine katılımları tek bir Türkiye’de terör,1970’li yıllardan itibaren gündeme girmiştir. Önce sol terör örgütleri faaliyetlere başlamış buna paralel olarak sağ terör örgütlerinin eylemleri gelişmiştir. Mart 2016 / Turuncu Dergİ 35 YAZAR nedenle açıklanamaz. Terörü besleyen nedenlerin başında sosyo-ekonomik eşitsizlikler, nüfus yoğunluğunun fazla olması, aile yapısı, yoksunluk, etnik milliyetçilik gibi faktörler gelmektedir. Bu faktörler bazı nüfus gruplarında mağduriyet duygusunun oluşmasına yol açıp, ayrılıkçı gruplara katılarak, mevcut sistemden öç almaya itmektedir. Ayrıca gençlerin kendilerini bir gruba ait hissetme, saygı görme, sorumluluk alma duygusu bu süreci pekiştirmektedir. Öte yandan yaşadığı coğrafyada sürekli şiddet ve terör olaylarına şahit olmak, sürekli korku ve dehşet duygusu içinde yaşamak gençleri çaresiz kılmakta, toplumdan soyutlamaktadır. Yasadışı örgütlere katılan bireyler özellikle gençler örgütleri sığınılacak bir adres olarak görmektedir. Örgüte katılan bireylerin eğitim düzeyi, yaşı, cinsiyeti sosyoekonomik durumu, aile yapısı bu katılımları artırabilmektedir. Aynı şekilde kız çocukları ve kadınlar toplumda hak ettikleri değeri görmemeleri ve aile içi rol çatışmaları sonucu kendilerini terör örgütünün içinde bulabilmektedir. Bununla beraber kız çocukların erken yaşta ve zorla evlendirilmeleri, aile içi şiddet, erkek kardeş, abi, amca baskısı, okula gönderilmeme, sosyal kontrol, yanlış arkadaş edinme gibi nedenler onları yanlış ortamlara çekebilmektedir. Terör örgütleri sözde kadınlara gerçek anlamda sahip çıkarak onlara değer verdiği şeklinde toplumda bir algı yaratarak kadınların katılımlarını artırmaktadır. Oysa terörün yıkıcı etkilerini derin yaşayan, karar alma mekanizmasında çok seyrek yer alan kadın, bir yandan çocuklarını, onlarla ilgili geleceklerini ve hayallerini 36 Turuncu Dergİ / Mart 2016 Dünyanın ilk başörtülü balerini olacak Avustralya’da yaşayan 14 yaşındaki Stephanie Kurlow, dünyanın ilk başörtülü profesyonel balerini olmayı hedefliyor kaybetmekte, diğer yandan sosyoekonomik hayatını normal idame ettirememekte ve soysal dışlanmaya maruz kalmaktadır. Bunun sonucunda da insan güvenliği tehdit edilmiş bir kadın profili sergilenmektedir. Çocuk, genç ve kadınlar yaşadıkların toplumun sosyal ve kültürel değerleri ile yaşadıkları çatışma sonrası kendine çıkış yolları aramakta, bu arayış onları terör örgütü üyesi olmaya kadar itmektedir. Terör örgütünün birey olarak onlara değer vermesi, aidiyet duygusu hissettirmesi, problemlerine çözüm önerileri sunması onları yaşadıkları topluma karşı öfke, kin ve sosyal dışlanmışlıkla beslemekte ve militanlık sürecinde motive etmektedir. SON SÖZ Savaş ve terör bireylerin yaşama hakkını elinden alıp, gelecek ile ilgi umutlarını yıkmaktadır. Güç ve yetki sahibi erkekler, her ne kadar savaş alanlarından, terör eylemelerinden kadın ve çocukları uzak tutmayı çalışıyorlarsa da gerektiğinde amaçlarına ulaşmak için kadın ve çocukları savaş alanlarında ve terörist eylemlerinde hiç çekinmeden kullanmaktadır. Terör örgütlerinin kendine özgü politikaları, stratejileri ve taktikleri olduğu için terörle mücadele ayrı bir politika ve bunlara uygun stratejiler belirleme zorunluluğu doğurmaktadır. Bunların başında; ekonomik alana yönelik çalışmalar güçlendirilmeli yoksullukla mücadele çalışmaları hızlandırılmalıdır. Çünkü ekonomik koşulların zorluğu, insanları maddi yönden etkilediği gibi psikolojik olarak ve moral yönünden de etkiler. Bu nedenle toplumda gelir dağılımındaki dengesizlikler, terör odakları tarafından istismar edilen en önemli unsurlar olmaktadır. Özellikle de gençlik yapılan propagandalardan etkilenerek, terör örgütlerinin içerisine girebilmektedir. Dolaysıyla terör örgütlerinin eleman kazandırmak için kullandığı eşitsizlik, yoksulluk, mağduriyet algı propagandalarını yok edecek strateji ve politikalar geliştirilmelidir. turuncudergi.com İki erkek kardeşiyle beraber Avustralyalı bir baba ve Rusya doğumlu bir annenin üç çocuğundan biri olan 14 yaşındaki Stephanie Kurlow, ailesiyle beraber İslamiyete geçiş yapmış. Ancak ne yazık ki İslamiyete geçişiyle beraber baleyi bırakmak zorunda kalmış. Stephanie, ailesiyle yaşadığı Avustralya’nın Sydney kentinin banliyölerindeki dans kurslarına başörtüsüyle katılmak istediğini ama kabul edilmediği belirtiyor. “Başörtüsü benim için çok önemli, çünkü benim bir parçam ve çok sevdiğim dinimi temsil ediyor. İnsanların soyunma hakkı varsa o zaman benim de giyinme hakkım var, başörtüm yaratıcıma olan sevgimin ifadesi ve bence sadece vücudumu örtüyor, zihnimi, kalbimi ve yeteneklerimi değil.” Genç kızı hissettiği ayrımcılık yıldırmamış. Dünya üzerinde sınırları zorlayan, örneğin ABD’nin başörtülü ilk haber sunucusu Noor Tagouri gibi Müslüman kadınlardan ilham alan Kur- low, eğer çocukluk hayalini gerçekleştirmek istiyorsa bir duruş sergilemesi gerektiğine karar vermiş. Kurlow, eğitim, malzemeler ve yarışma masraflarını karşılamak için 10.000 Dolar para toplamaya çalışıyor. Eğer doğru eğitimi alırsa bilgisini ve yeteneğini aynı arzuya sahip kişilere aktarabileceğini düşünüyor.Eğitimini aldığında farklı gruplardan bale öğrencilerine imkan sağlayacağı bir bale okulu açmayı umuyor. İTDV Kadın Kolları Komisyonu 2016 Faaliyet Programını hazırladı Çalışma Grubu olarak kurulan Kadın Kolları (Istişare) Komisyonu Vakıf binasında buluşarak 2016 yılı faaliyet programlarını hazırlamıştır. 2014 yılında kurulan 2015‘de faaliyete geçen Kadın Kolları Istişare Komisyonu Kadın Kollarının klasik etkinlik ve faaliyetlerini destekleyici şekilde 2016 faaliyetleri arasına Mayıs’ta kadın kolları başkanları için yapilicak olan Kudüs Gezisi yani sıra Kadın Kolları Başkanları için bir çalışma ve sosyal etkinlik kampı hazırlamaktadır. turuncudergi.com Mart 2016 / Turuncu Dergİ 37 sağlık sektörü, pazarını büyütmek için hastalık ve meslek icat ediyor EZBER BOZAN BİR KADIN VE BİR HEKİM PROF. DR. CANAN KARATAY, YENİ ÇARPICI AÇIKLAMALARINI TURUNCU DERGİ İÇİN YAPTI. H er söylediği, sağlık konusundaki her yöntemi, her yaptığı çok ses getiren, herkesin dikkatle takip ettiği, son yılların en ünlü hekimi olan Canan KARATAY ile bu minvalde olan biten her şeyi konuştuk. Yine tıp dünyasına ve 8 Mart Dünya Kadınlar günü ile ilgili çarpıcı mesajlar verdi Canan Hoca. Tek başına doğru bildiği yolda ısrarla devam karalığında gördük hocayı… Şimdiye kadar takip edemediyseniz, toplu halde röpartajımızda Canan KARATAY kendine has ekolünü yeniden anlattı... TD- Başlamak istediğiniz konu varsa onunla açılış yapıyım. Kitabınızı aldım. Çok faydasını gördüm. CK- Şeker en tatlı zehirdir. Bütün vücudun hücrelerini baştan sona kadar hepsini tahrip eder, mahveder. Onun için mümkün olduğu kadar uzak durulmasını öneriyoruz senelerden beri. Ekmeğin de şeker olduğunu söylüyorum… 38 Turuncu Dergİ / Mart 2016 turuncudergi.com turuncudergi.com TD- Evet bizim de dikkatimizi çekti. Pirincin, buğdayın, ekmeğin bizim için şeker olabileceğine hiç dikkat etmemişiz. CK- Türkiye’de de genel sağlık sorunlarının temelinde maalesef şekeri bilinçsizce kullanmak yatıyor. Ekmeği çok tüketen bir ülke haline geldik. AB standartlarında yapılan istatistiklere göre senede kişi başına 200 kilo ekmek tüketiliyor. Tabii ki çok fazla! Onun için hastalıkların genel olarak yedisinden yetmişine, çocuklarımız da dâhil altında maalesef bu yatıyor. Ben bunu açıklamaya çalışıyorum kalp profesörü olarak. Çünkü bu çocuklar, bu gençler ileride kalp hastası olarak karşımıza geliyor. Yani kardiyometabolik risk faktörlerinin temeli çocukluktan hatta ana rahminden altılıyor. Bu artık bilimsel olarak gösteriliyor. TD- Bir süredir söyledikleriniz hem çok dikkatle takip ediliyor olumlu anlamda. Sizi seven insanlar çok fazla. Bir de meslektaşlarınızdan da tepki alıyorsunuz. Bütün bu olanlara bakarak ben bu işe nereden girdim veyaniye akıntıya karşı duruyorum diyor musunuz? Yani kısaca bir yorgunluğunuz var mı? Yoksa iyi ki girmişim mi diyorsunuz? Ck- Ben senelerden beri bunu söylüyorum. Hiçbir yorgunluğum yok. Bir hekim olarak, hakiki bir hekimin ilk işi hastalıkları önlemektir. Bir kalp ve bir iç hastalıkları uzmanı olarak hastalanmayı önlemek en başta gelen işimiz. Yaygınlaşan bu hastalıklarıönlemek elimizdedir diye diye konuşuyoruz. Hepsinin temelinde olan şey ki, biz bunlara kronik dejentif hastalıklar diyoruz. Nedir bunlar; Başta obezite, şeker hastalığı, tansiyon, kalp krizi, felç, kanserler, diz ağrıları/ hanımların diz ağrıları, karaciğer yağlanması… Karatay Diyeti ve Karatay Diyeti’yle Yaşam Boyu Sağlık kitaplarımda detaylı olarak anlatıyorum bunları. Mart 2016 / Turuncu Dergİ 39 Turuncu Dergi İmtiyaz Sahibi Zahide Ceylan, yazarımız Gülay Kurt ve Prof. Dr. Canan Karatay keyifli bir söyleşi yaptı. Avrupa tıbbının temelinde İbni Sina’nın öğretileri vardır. Avrupa’da ileri bilim de ona dönmeye başladı yavaş yavaş. Yani hastalıları önlemek mecburiyetindeyiz. Biz ne yapıyoruz? Bugün bütün çocuklar hasta, bütün gençler hasta. 30-40 yaşına daha gelmemiş gençler hastane hastane dolaşıyor. Ben 20 yaşında ağaçlara, dağlara tırmanırdım, bisiklete binerdim, top oynardık. Hastane görmedik biz. “vücudu bozan 3 şeyden kaçının” TD- Karaciğer yağlanmasını çok sık duymaya başladık. Beslenme alışkanlığımızdan dolayı mı? Bakıyorsunuz insan kilolu değil… CK- İşte o zaman, kilolu olmasak bile karaciğer yağlanması başladıysa bilin ki hastalıkların temeli atılmıştır, onu söylüyorum ben. Vücut kitle endeksi yanıltıcıdır. Yine bilinene ters bir şey söylüyorum! Obez olmayı beklemememiz lazım, işte bu sebeple yanıltıcıdır. Genç de olsanız, çocuk da olsanız, ince de uzun da olsanız eğer bel çevreniz biraz genişlediyse risk faktörleri başlamıştır. Ben onu söylüyorum. Bu saydığım hastalıkların 40 Turuncu Dergİ / Mart 2016 riskinden bahsediyorum. Bunu önlemek de yalnız sizin elinizdedir / yalnız bizim elimizdedir. Onun için iyi bir hekim bu hastalıkları baştan, temelden yok eder. Yani iyi bir hekim ne kadar uzman olursa olsun, tabii ki uzman olacak tabii ki bilimi kullanacak ama ilk görevi bataklığı kurutmaktır. Osmanlı sultanlarının hekimbaşları vardı. Osmanlı sultanı hasta olduğu zaman hekimbaşına giderdi sen bana bakmasını bilemedin diye… Mesele bu. Peki, hasta olduktan sonra tedavi yapacak mıyız? Tabii ki tedavi yapacağız. Ben de sabahtan akşama kadar hasta bakıyorum. TD- Yani iyileşmesini beklemiyorlar. Hasta olduğu anda hekimbaşı gidiyor değil mi? CK- Evet tabii ki. Çünkü hastalandığı için sen bana iyi baksaydın, hastalanmazdım diyor. TD- Koruyucu hekimlik diyebilir miyiz duruma. CK- Evet zaten hekimlik budur, Hipokrat’tan beri. TD- Kişinin hastalanması değil, önceki aşama önemli yani. CK- Biz böyle bir eğitim gördük. İbni Sina da aynı şeyi söylüyor. Galen de aynı şeyi söylüyor. Hipokrat da aynı şeyi söylüyor. Galen kim? Galen turuncudergi.com Roma İmparatorunun hekimi. Aynı zamanda büyük bir bilim adamı, kendi çağına göre... İdrarın böbreklerden yapıldığını bulan hekim. İbni Sina da hakeza aynı şeyi söylüyor. Ayrıca hava kirliliği tehlikelidir diyor. Fabrika yok, araba yok, petrol bulunmamış, bombalar patlamamış. Yalnız toztoprak var o kadar. Eğer gökyüzünde andromeda yıldızını göremezseniz bilin ki hava kirliliği vardır diyor. Bu çok önemli! İbni Sina önemli bir astronom ve aynı zamanda önemli bir hekim. Biliyorsunuz yazdığı kitap Tıp Kanunu kitabı Avrupa tıp mekteplerinde 8 asır okutuldu. turuncudergi.com TD- 80’li yıllardan sonra müthiş bir fastfood artması, popüler kültürün yayılmasından dolayı bu tip şekerli yiyeceklerin, kansere neden olan katkı maddelerinin çok fazla kullanmaya başlaması konusunda neler söylersiniz. CK- Endüstrinin, gıda sektörünü ele geçirmesinden sonraki dönemden bahsediyoruz, ama en çok 1900’lerin başından itibaren, genelde ise 80’den sonra mantar gibi patladı. Bütün dünyada mantar gibi patlamasının sebebi de gıda endüstrisi, yanlış beslenme, doğal beslenmeden uzaklaşma, fabrikasyon beslenme. Gıda için en hakiki fabrika doğadır. Fabrikalarda sizin benim iyiliğimiz için gıda üretilmez. Değiştirmek, iyileştirmek değildir. Biz onu bozup zehirli yapıyoruz. Vücudumuz onları kaldıramıyor. Hastalıklarımızın temel sebeplerinden biri de bu. “dİyetİsyenler hekİm değİldİr” TD- Ülkemizde tıp kültürüne ve tıp dünyasına değinirsek; bu anlattıklarınızdan yola çıkarak biz geri miyiz? İbni Sina’dan başlıyoruz ama sonradan üzerine gelişme koyamamışız. Peki sizce kendini geliştirmeye, yeniliklere açık mı tıp dünyamız ülke olarak? Bu tartışmalar nereden çıkıyor. Yani bu bir şahsi durum olabilir mi? İnsanlar kendi kafasındaki görüşün en doğru olduğuna inandırmak için bir oynama yapabiliyor mu gerçekler üzerinde? Çünkü bir diyetisyen çıkıyor bir şey öneriyor, başka biri çıkıyor bir şey öneriyor. CK- Birincisi diyetisyen hekim değil. İkincisi bir hekim olarak bütün hastalıkların temelinde temel bilime dayalı olarak konuşuyorum ben. Temelde vücudu bozan üç şey vardır; şeker yüksekliği, insülin yüksekliği, trigliseritlerin yüksekliği. Bunu da yapan şeker ve ekmektir. Bu temel bilimdir. Klasik diyetler bunu halletmez Kan insülini yüksek olmayacak, kan şekeri yüksek olmayacak, kan trigliseritleri yüksek olmayacak. Çok basit. Temel bilim çok önemli! Temel bilime kulak asmak mecburiyetindeyiz. Mart 2016 / Turuncu Dergİ 41 Menopoz diye hastalık üretildi, osteoporoz diye hastalık üretildi. Her zamanki fizyolojik olaylar bunlar. Gebeliği hastalık olarak kabul ediyorlar artık. Gebelik hastalık mı, en doğal bir şey. 42 Turuncu Dergİ / Mart 2016 TD- Peki bu anlattıklarınızı hangi kategoriye koyabiliriz. CK- Temel bilime koyacaksınız. Modern tıp diye bir şey yok. Teknoloji çok ilerlemiş, tabii ki kullanacağız. Tıp da tek gerçek insan vücududur. Hasta bir tanedir, hastaya göre uygulanır, kurallara göre uygulanmaz. Temel bilim hastanın kişisine göre uygulanır. Çünkü hastalık yoktur hasta vardır. TD- Hastalık yoktur hasta vardır bunu biraz açabilir miyiz? CK- Her kişi özledir. Her kişiye göre siz, onun vücuduna göre, onun yaşadığı ortama göre, beslenmesine göre, aldığı havaya göre ancak tedavi yapabilirsiniz. TD- Yani hastalık her kişide farklı seyredebilir. O yüzden hasta üzerinden ilerlenmelidir. CK- Dünya’da 8 milyar insan vardır ve 8 milyar parmak izi vardır. Tek bir tişörtü herkese giydiremezsiniz, ben onu söylüyorum. Hekimlerin de ona göre hareket etmesi lazım. Bütün sağlıkçıların hastayı tanıması lazım. Hastalığı tedavi etmeyecekler, hastayı tedavi edecekler. Temel tıp budur. sağlık sektörü önce ilaç sonra hastalık üretiyor TD- Eskiden duymadığımız hastalıklar şimdi var. Bunama deniliyordu şimdi Alzheimer deniliyor, yaramazlığın adı hiperaktivite olmuş. Medya da veya televizyonlarda herkes çıkıp hastalığı anlatıyor, biz hastayı dinlemiyoruz CK- Tıp eğitiminde vaka takibi vardır. Vakalar görüşülür. Vaka üzerinden teşhise gidilir. TD- İnsanlar hastalık merkezli, yani hastalığın peşinde koşma neden yapıldı? Yani bu bir sektör müydü? CK- Tabi en büyük sektör. TD- Yani önce hastalık üretiliyor sonra onun ilacı mı üretiliyor? CK- Hastalık üretilmedi mi? Menopoz diye hastalık üretildi, osteoporoz diye hastalık üretildi. Her zamanki fizyolojik olaylar bunlar. Gebeliği hastalık olarak turuncudergi.com kabul ediyorlar artık. Gebelik hastalık mı, en doğal bir şey. Gebelik 9 ay süren bir hastalıkmış gibi. Gebelik normal fizyolojik bir hanımın ve eşinin en mutlu geçireceği zamanlar. TD- Gebeyken şeker yüklemesi yapılıyor. Siz buna da karşı olduğunuzu söylemiştiniz CK- Gebelikte normal olarak şeker yükselir. Buna gebelik şekeri deriz ve gebelik şekeri demek doğumdan sonra şekerin normale gelmesi demektir. Gebelik şekerine teşhis etmek için 24-28 hafta beklemek hatadır. Gebeliğin ilk gününden itibaren tedbir alınması lazımdır. Tedbir de nedir işte bu kitapta yazıyor bakın. Bu kitapta Amerika’nın en önemli ebesi olan Ina May Gaskin şunlara vurgu yapıyor; “24 haftada kilo almaya başladıysa, her yemekten sonra başında biraz ağırlık oluyorsa, uyku hali geliyorsa, devamlı susuzluk hissediyorsa, devamlı canı şeker çekiyorsa, daha önce doğumda da eğer tosuncuk doğurmuşsa tedbir al.. Bütün gebelik süresince; her gün turuncudergi.com yürü, egzersiz yap... Ve tamamen beyaz şekeri, beyaz unu, baklavayı, böreği, makarnayı, şekeri ve şekerli içecekleri hayatınızdan çıkartın gebeliğiniz boyunca. Şeker yüklemesi kesin bir test değildir, kesin sonuç vermez” diyor. “Aynı yüklemeyi aynı kadında birkaç kez yapsanız her seferinde farklı sonuçlar çıkar. Onun için gebelikteki şeker yüklemesi güvenilir bir test değildir. Anneye stres yükler, bebeğin ve annenin sağlığı için hiçbir faydası olmadığı gösterilmiştir” diyor... Bunlar benim söylemim değil, doğal doğum konusunda dünyada otorite olarak kabul edilen Ina May Gaskin’in söylemi… TD- Beslenme alışkanlığı ve hastalık ilişkisi hakkında okuyucularımıza birtakım önerilerde bulundunuz ama buna ek olarak, bazı şeylerden bizim vazgeçmemiz çok zordur. İnsanlara ekmekten, pirinçten, şekerden vazgeç deyince yok ben vazgeçmem diyorlar. Alternatif olarak onlara önerebileceğiniz şeyler var mı? CK- Sabah kahvaltıda ekmek yerine üç dört adet değil, bol bol ceviz yiyin diyorum. Ekmek kadar ceviz yiyebilirsiniz. Ekmeğin temelinde şeker yüksekliği yatıyor. Şekeri yükselten bütün tahıllar. Tam tahıl ekmek beyaz sofra şekerinden daha çok şekeri yükseltiyor. TD- Biz ona yüklendik hocam şimdi. CK- Onun için hastalıktan kurtulamıyorsunuz, ben ne yapıyım. TD- Türkiye’de beslenme alışkanlıkları açısından en olumlu ve en olumsuz üç şey söyleyebilir misiniz bize? CK- Akdeniz Mutfağı, en olumlu mutfaktır. Başta zeytin, zeytinyağı gelir. İstediğiniz kadar yiyebilirsiniz. Doyuncaya kadar, o zaman hastalanmazsınız. Zeytinin hiçbir zararı yoktur. Zeytin ağaçları bugün 2000 yıl yaşayan ağaçlardır. Demek ki sağlık saçıyorlar. Akdeniz mutfağı ot doludur, yeşillik doludur, sebze doludur. En sağlıklı yemeklerimizden biri kuru fasulyedir. Kuru fasulyenin her türlü yemeğidir. Etlisiydi, zeytinyağlısıydı... Mart 2016 / Turuncu Dergİ 43 TD- Dünya kadınlar günü için ne söylersiniz? Dünya kadınlarına, Türkiye kadınlarına bir mesajınız var mı? CK- Bir kere annenin yüzü, kadının yüzü bütün dünyada ve bütün evlerde en sıcak yüzdür. Anne sevgisi dünyanın en önemli sevgisidir. Annenin çocuğu sevmesi ve çocuğun anneyi sevmesi… Bu sevginin üstüne hiçbir sevgi yoktur. Tabii ki Allah sevgisi var ama o ayrı! Analık en büyük, en kutsal meslektir. Bütün mesleklerden de en zorudur. Fakat ülkemizde hala kadın cinayetleri işlenmektedir. Bugün ülkemizde 8-10 yaşındaki kız çocukları satılmaktadır hâlâ. Bunu kabul etmememiz lazım. Bunun önlenmesi için mücadele etmemiz lazım. Sadece bizim değil. Devletin de, hükümetin de, kaymakamın da, polisin de mücadele etmesi lazım. Bir ülkede eğer bir kız çocuğu 60 yaşında dedesi yaşında birisine parayla satılıyorsa o ülkede ne demokrasi vardır, ne ahlak vardır, ne hukuk vardır. TD- Aile bütünlüğünü koruyan kadın mıdır? Erkek midir? CK- Aile bütünlüğünü koruyan müşterekliktir Ama büyük yük de biz kadınlara düşüyor. Bağrımıza taş basıyoruz ama ondan sonra da yine kesilen, kurşunlanan ve bıçaklanan da biz oluyoruz. Siz eğer tam buğday ekmek yerseniz bilin ki bağırsaklardaki düşman bakterileri besliyorsunuz. Şeker ve ekmek bağırsaklarınızdaki düşman bakterileri besliyor. Onun için bırakamam diyorsunuz. Yalnız burada bir şeyi belirtmek istiyorum. Türk toplumu artık bunu öğrensin. Öğretmenler bile bilmiyor. Kurubaklagiller familyasına hâlâ tahıl gözüyle bakılıyor. Baklagiller tahıl değildir. Mercimek de çok sağlıklıdır. Bizim her türlü mercimek yemeğimiz vardır. Yalnız Kanada’dan gelen mercimekler değil! Yerli mercimeklerden bahsediyorum. Diğer bir sağlıklı yiyeceklerimiz fındık, fıstık, cevizdir, yer fıstığıdır… Bunlar doğal vitamin deposudur, doğal mineral deposudur, doğal yağ deposudur, doğal lif deposudur. Lifli yediğimiz zaman bağırsaklarımızdaki dost bakteriler beslenir o zaman hastalanmayız. Siz eğer tam buğday ekmek yerseniz bilin ki bağırsaklardaki düşman bakterileri besliyorsunuz. Şeker ve ekmek bağırsaklarınızdaki düşman bakterileri besliyor. Onun için bırakamam diyorsunuz. Canınızın çekmesinin sebebi o bakterilerdir. Türkiye’de en önemli yiyeceklerden biri de evlerde yaptığımız yoğurttur. Yoğurttan yaptığımız ayrandır. Evlerde yaptığımız sirkedir ve turşudur. Evde yapıp yenildiği zaman, bilin ki hastalanmazsınız! Kırmızı eti yağ ile beraber yemekte sakınca yoktur. 44 Turuncu Dergİ / Mart 2016 Adana kebabında sakınca yoktur. Çiğ köfte en sağlıklı yiyecektir. Karatay Mutfağı kitabımda bu anlamda diğer konuları bulabilirsiniz. Olumsuz olanlara gelince… Pakete girmiş yiyeceklerin neredeyse hepsi olumsuzdur. Pakete girmiş içecekler olumsuzdur. TD- Diğer ülkelerde tıbbi alışkanlıklar, yöntemler ülkemizdeki kadar tartışılıyor mu? Yani diğer ülkelerde de bu tip beslenme alışkanlıkları bizim kadar tartışılıyor mu? CK- Tartışılıyor tabi. Ama diğer ülkeler beni ilgilendirmez. Ben Türk halkı için yazdım bu kitapları. Kendi yiyeceklerimiz için, kendi pazarımızda ne buluyorsak onun için. “DÜZGÜN BESLENİN HASTA OLMAYIN” TD- Peki insanların doğal yiyeceğe ulaşması zorlaştı mı? CK- Zorlaşmadı. İsteyen her şeyi buluyor TD- Pazardan alıyoruz, pazara gelen ne kadar güvenilir olur? CK- Beni ilgilendirmez. Aklınızı başınıza alın, paraşütleri açın. Akıl paraşüt gibidir, açık olunca çalışır. Kitaplarımda yazıyorum ben bunları. 6 tane kitap yazmışım ben bu konuda. TD- Yemeğin yenilmesi ile ilgili saat öneriniz var mı? CK- 8’den sonra yemeyin diyorum turuncudergi.com turuncudergi.com TD- Son yıllarda boşanma oranın yükselmesini neye bağlıyorsunuz? Gençler sabırsız mı yoksa arzular/ istekler çok yüksek mi? CK- 1980’den sonra boşanma olayları mantar gibi arttı. Sebebi tüketim toplumu haline döndük. Gençler karar verip evleniyorlar saygım var onlara. Ama tüketim toplumunun onlara zorladığı şeyleri karşılamayınca birbirlerine giriyorlar. Çocuk varsa arada perişan oluyor. Erkek bunu kabul edemiyor, beni terk edemez, bırakamaz diye gidip boşandığı eşini öldürüyor. Kadınların doğal hakkı yaşama hakkıdır. Annelerin eğitilmesi lazım kampanyasına başından beri karşıyım. Asıl erkeklerin eğitilmesi lazım. Anneler okusun okumasın, zaten ana ruhuyla doğmuştur. Allah onlara bunu bahşetmiştir. Çocukları, eşleri ve toplum için en iyisini seçmeye programlanmışlardır. Anadolu’da kadınlar okuma yazma bilmeden kilim dokumaktadır. O kilimler dünyanın en güzel sanat eserleridir. Hangi erkeği oturtsanız kadınların dokuduğu kilimi dokuyabilir ki? Bu dünyayı çeviren kadınlardır. Bu dünyanın ekonomisini çeviren kadınlardır. Fransa’nın ekonomi başkanı şimdi IMF’nin başkanı oldu ki bir kadın kendisi. Federalin başında kadın. Biz çocukluğumuzdan beri ev ekonomisini uygulayan kadınlarız. Elimizdeki şu kadarcık parayla bir ayı geçirmeye çalışan insanlarız. Ekonomi bakanı kadın olacak, bak nasıl düzelir. Erkeklerin eğitilmesi şart. Onlar bizleri bıçaklıyorlar. Bir kadın olarak kadın cinayetlerindeki indirimlere karşıyım. Yok iyi hal indirimi. Hâkimin karşısına çıkarken zaten giyinirsin kuşanırsın. Ne demek iyi. Sen benim babamı öldür, annemi öldür ondan sonra iyi halden hâkim indirsin. Taciz et, tecavüz et, öldür… “HAKİM DE SAVCI DA KADIN OLMALI” Bu kadın cinayetlerini yargılayanlar da kadın olacak, savcısı da kadın olacak. Kanunlar ona göre değişecek. Bizim gözümüzle bakacak. Çünkü bütün erkekler yandaş. Bu kanunların çok ağırlaştırılması lazım ki erkekler yaparken düşünsünler. Bu insanların ya asılması lazım ya da tek başına müebbet hapis. Derhal verilmesi lazım anında. Bir ceza anında verilirse geçerli olur. Gecikmiş adalet, adalet değildir. Özgecan’dan sonra kaç tane kadın, kız gitti haksız yere. (istatistiklerden çıkarıp bulun ve yazın) TD-Son olarak neler söylemek istersiniz CK-Çölyaklara buğday değil de pirinç yiyebilirsiniz diyorlar. Tamamen yanlış. Arpa, pirinç, yulaf, kepek, yapılan araştırmalar ve bilimsel çalışmalar diyor ki bulgur buğdaydan elde edilir. Eğer buğday alerjiniz varsa bulgur pişmiş bir tencere de yıkansa dahi ertesi gün kuru fasulye pişirseniz o size dokunur. Buna çapraz bulaşma deniliyor. Veya ekmek kesilen bıçakla soğan doğrasanız o soğan size dokunur. Glütensiz gıda yoktur. Ama glütensiz vücut olacak. Bunu ben söylemiyorum. Bilimsel yayınlar söylüyor. Glütensiz gıdaya gidip onlarca para vermeyin. Faydası yok zararı var. Sirkeli su içmek faydalıdır. Çünkü sirke alkalidir. Salatada yediğiniz zaman midenizden yiyeceğin çabuk boşalmasını önler. Böylece acıkmanızı önler. Limon da aynı şey. Ben sabahtan akşama kadar limonlu su içerim. Mart 2016 / Turuncu Dergİ 45 iYiER DOSYA DOLABINIZDA DURMASIN, İHTİYAÇ SAHİPLERİNİ ISITSIN! B iŞL DE YEŞERİR. LER LP A K İ İY CE N Ö K İL , r le İy İ İş N YAYINLAYALIM. ŞI A AYL P LE İM İZ B İ İZ İN SİZ DE İYİ İŞLER gmail.com turuncudergi@ 4 72 Tel: 0538 624 5 ENGELLİ DOSTU BELEDİYE’DEN ÖRNEK BİR ÇALIŞMA DAHA eykoz Belediyesi ve İnsani Yardım Vakfı (İHH) işbirliğiyle Beykoz’da Suriyeli kardeşlerimizi ve muhtaçları ısıtacak sımsıcak bir kampanya başladı. “Dolabında durmasın, ihtiyaç sahiplerini ısıtsın” sloganıyla duyurulan “askıda kıyafet” kampanyası kapsamında ilk giysi kabini Kavacık Meydanı’na kuruldu. “İhtiyacın olmayanı paylaş, ihtiyacın olanı al / Dolabında durmasın, ihtiyaç sahiplerini ısıtsın” sloganıyla açılışı yapılan “askıda kıyafet” uygulamasıyla Kavacık Mezarlığı karşısına giysi kabini yerleştirildi. İhtiyaç sahipleri düşünülerek kabine Türkçe ve Arapça broşürler asıldı. 2 ay süreyle devam edecek kampanya süresince vatandaşlar kullanmadıkları kıyafetlerini getirerek hazırlanan standa asacak. İhtiyaç sahibi vatandaşlar da buradan istedikleri kıyafetleri ücretsiz alabilecek. Beraberinde getirdiği giysileri askıya asarak kampanyaya katkıda bulunan Belediye Başkan Yardımcısı Muharrem Kaşıtoğlu: “Eminim ki, bu standı gören duyarlı birçok vatandaşımız, yardım ellerini kampanyamıza uzatacaktır” şeklinde konuştu. Ç orum Belediyesi tarafından engelli vatandaşların akülü araçlarını şarj etmeleri için kullanabile cekleri engelli şarj istasyonunu hizmete sundu. Belediye Başkanı Muzaffer Külcü, belediyecilik hizmetlerinde sosyal belediyecilik anlayışına yeni bir boyut kazandırdıklarını, yaptıkları çalışmalarla dezavantajlı kesimlerin ihtiyaç ve beklentilerine cevap vermeye çalıştıklarını söyledi. Geçmişteki belediyecilik anlayışını değiştirdikleri, sosyal belediyecilikte örnek bir belediyecilik hizmeti sunduklarının altını çizen Başkan Külcü, “Engelli hemşerilerimize yönelik kurduğumuz şarj istasyonu ile hem engelli kardeşlerimizin hem de ailelerinin yükünü hafifletmek amacındayız” ifadelerini kullandı. Engellilere yapılan hizmetlerin toplumun bir aynası olduğunu dile getiren Başkan Külcü, “Belediyemiz tarafından şehrin dört bir yanında yaptığımız çalışmalarla her ge- 46 Turuncu Dergİ / Mart 2016 OKUMAYA ENGEL YOK çen gün engelleri bir bir aşıyoruz. Yollarımızı onların rahatça hareket edebileceği şekilde düzenliyor, trafikte sinyalizasyon lambalarını engelli kardeşlerimize uyumlu hale getiriyoruz” diye konuştu. Hürriyet Parkı içerisine yerleştirilen engelli şarj istasyonu hakkında da bilgiler veren Külcü, engelli vatandaşların kendi araçlarıyla sokağa çıktıklarında bu şarj istasyonu sayesinde çok daha rahat edebileceklerini, çarşı-pazara diledikleri zaman diledikleri gibi çıkabileceklerini belirtti. Engelli şarj istasyonunda aynı anda üç aracın şarj olabildiğini, istasyonda sesli uyarıcılar olduğunu ve en önemli özelliklerinden birinin güvenlikle ilgili bütün donanımlarının mevcut olduğunu vurgulayan Külcü, “Şarj istasyonu 12 ay boyunca yağmur, güneş vb. gibi olumsuzluklardan etkilenmeyecek. Engelli aracın amper durumuna göre araçlar 1 saat gibi bir sürede şarj olacak. İnşallah ilerleyen dönemlerde yeni engelli şarj noktaları belirleyerek oralara da bu istasyonlardan kuracağız.” dedi. turuncudergi.com Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Dr. Lütfü Savaş’ın bilhassa önem verdiği ve yapılması yönünde büyük teşviklerde bulunduğu sosyal sorumluluk projelerinin sonuncusu, çocukların olmazsa olmaz eğlencesi oyuncakların toparlanarak her kesimden çocuğa ulaştırılmasını sağlayacak “Sahipsiz Oyuncak, Oyuncaksız Çocuk Kalmasın” projesi oldu. İmkansızlıklardan ötürü oyuncaklara ulaşamayan özellikle ihtiyaç sahibi ve kimsesiz çocukların HBB eliyle oyuncaklara kavuşturulması ile ilgili başlatılan projeye destek çığ gibi büyüyor. Kısa adı HATMEK olan Hatay Mesleki Eğitim Kurslarında görevli personele teslim etmeye başlayan vatandaşlar, Başkan Savaş’ın teşvikleri ile başlatılan bu anlamlı ve bir o kadar da duyarlı proje için teşekkürlerini ilettiler. turuncudergi.com “Okumaya Engel Yok Projesi” kapsamında her gün zihinsel ve bedensel engelli öğrencilere yönelik kitap okuma etkinliği gerçekleştiriliyor. Sakarya Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Dairesi Başkanlığı Engelli Hizmetleri Müdürlüğünce yürütülen projeyle, Sosyal Gelişim Merkezi Kütüphanesi’nde her gün yarım saat kitap okuma etkinliği yapılıyor. Çalış- mayla, engelli öğrencilerin kültürel ve sosyal gelişimine katkı sağlanıyor. Sosyal Hizmetler Dairesi Başkanı Davut Yüce, her zaman engellilerin yanında olduklarını söyledi. Engellilere yönelik farklı projeler geliştirdiklerini dile getiren Yüce, şunları kaydetti: “Engelli kardeşlerimize, sosyal hayata tutunmalarına yönelik farklı projelerle hizmet sunmaya gayret gösteriyoruz. Bir taraftan engellilerin bilgi ve becerilerini geliştirirken diğer taraftan da kültürel anlamda gelişimlerini sağlamak adına yeni bir proje başlattık. Her gün kütüphanemizde engellilerimizle istedikleri kitapları okuyarak, onların mutlu olmasını sağlıyoruz.” Yüce, engellilerle, okudukları kitaplardaki karakterlerle ilgili fikir alışverişinde bulunduklarını, onların kitap okuma sevinçlerini paylaştıklarını belirtti. DOWN KAFE SİZİ BEKLİYOR Down sendromlu gençlerin hizmet verdiği Down Kafe, İstanbullulara güler yüzlü hizmetiyle sıcak bir ortama davet ediyor. Down Kafe, İstanbul Zihinsel Engelliler için Eğitim ve Dayanışma Vakfı ve Şişli Belediyesi ile ortak gerçekleştirilen İstanbul Şişli’de faaliyet gösteren bir sosyal işletme. Kafe bünyesinde yaşları 18 ila 35 arasında değişen 25 down sendromlu genç dönüşümlü olarak İstanbullulara hizmet veriyor. Mart 2016 / Turuncu Dergİ 47 ARAŞTIRMA ŞiDDETE KARŞI iLK iMZA TÜRKiYE’DEN ŞU ANA KADAR 40 ÜLKENiN ONAYLADIĞI AVRUPA KONSEYi SÖZLEŞMESiNin iLK ADIMI, ÜLKEMiZ TARAFINDAN ATILMIŞTI AVRUPA KONSEYİ SÖZLEŞMESİ , Avrupa Konseyİ’nİn, kadınlara yönelİk şİddet ve ev İçİ şİddetİn önlenmesİ ve bunlarla mücadeleye İlİşkİn bu yenİ sözleşmesİ, cİddİ bİr İnsan hakları İhlalİ oluşturan bu sorunu en kapsamlı şekİlde ele alan bİr uluslararası anlaşmadır. K adınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, diğer adı İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele amacıyla 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılan Avrupa Konseyi sözleşmesi. Kasım 2015 itibarıyla 40 devlet tarafından imzalanmıştır. Türkiye, 12 Mart 2012’de sözleşmeyi onaylayan ilk ülke olurken onu 2013-2015 yılları arasında 18 ülke (Andorra, Arnavutluk, Avusturya, Bosna-Hersek, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İspanya, İsveç, İtalya, Karadağ, Malta, Monako, Polonya, Portekiz, Sırbistan, Slovenya) daha takip etti. Sözleşme 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girdi. BU SÖZLEŞMENİN AMACI 4Avrupa Konseyi’nin, kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin bu yeni sözleşmesi, ciddi bir insan hakları ihlali oluşturan bu sorunu en kapsamlı şekilde ele alan bir uluslararası anlaşmadır. Bu tür şiddete sıfır tolerans gösterilmesini hedeflemektedir ve Avrupa ile onun sınırlarını da aşan geniş bir alanda daha güvenli yaşanabilmesini sağlama yolunda önemli bir adımdır. 4Şiddetin önlenmesi, mağdurların korunması ve şiddet 48 Turuncu Dergİ / Mart 2016 turuncudergi.com turuncudergi.com uygulayanların adalete teslim edilmesi, bu sözleşmenin temel taşlarını oluşturmaktadır. Ayrıca, toplumun her ferdini, özellikle de erkekleri ve erkek çocuklarını, tutumlarını değiştirmeye davet ederek, bireylerin vicdanlarını ve düşüncelerini değiştirmeyi amaçlamaktadır. Esas itibariyle, erkeklerle kadınlar arasında daha fazla eşitlik sağlamaya yönelik çağrının yeniden yapılmasıdır; zira, kadınlara yönelik şiddetin kökleri, toplumda erkek ve kadın arasındaki eşitsizliğe dayanmakta ve bir hoşgörü ve inkar kültürünün sonucu olarak sürdürülmektedir. SÖZLEŞMENİN çığır açıcı ÖZELLİKLERİ 4Sözleşme, kadınlara yönelik şiddeti bir insan hakları ihlali ve bir ayrımcılık türü olarak kabul etmektedir. Bu da, bu tür şiddete yeterince tepki göstermedikleri takdirde, devletlerin sorumlu konumda olduğu anlamına gelmektedir. 4Bu sözleşme, toplumsal cinsiyetin tanımını yapan ilk uluslararası anlaşmadır. Bu, kadını ve erkeği yalnızca biyolojik olarak dişi ve erkek şeklinde kabul eden anlayışın yanısıra, kadına ve erkeğe belirli roller ve davranış biçimleri atfeden ve toplum tarafından oluşturulmuş kategorilerin mevcudiyetinin de kabul edildiği anlamına gelmektedir. Mart 2016 / Turuncu Dergİ 49 ARAŞTIRMA Yapılan araştırmalar, belirli rollerin ve davranış biçimlerinin, kadınlara yönelik şiddetin toplumda kabul görmesine katkıda bulunabileceğini göstermektedir. 4Sözleşme, kadınların sünnet edilmesi, zorla evlendirme, taciz, kürtaja zorlama ve kısırlaştırmaya zorlama gibi olguların bir suç olarak düzenlenmesini ve cezalandırılmasını öngörmektedir. Bu da devletlere, ilk kez, bu ciddi suçları hukuk sistemlerine dahil etme zorunluluğunu beraberinde getirmektedir. 4Sözleşme, kadınlara yönelik şiddetin ve aile içi şiddetin, işbirliği içinde üstesinden gelebilmek için ilgili bütün devlet kurumlarını ve hizmetlerini göreve çağırmaktadır. Dolayısıyla, kurumların ve sivil toplum kuruluşlarının (STK’ların) tek başlarına davranmayıp, işbirliği için protokoller oluşturmaları gerekmektedir. ARAŞTIRMA SÖZLEŞMENİN DEVLET DÜZEYİNDE TALEPLERİ Önleme 4Kadınlara yönelik şiddetin kabullenilmesine neden olan tutumların, toplumsal cinsiyet rollerinin ve klişelerin değiştirilmesi; 4Mağdurlar üzerinde çalışan profesyonel kadroların eğitilmesi; 4Farklı şiddet türleri ve bunların travma yaratıcı özellikleri hakkında farkındalık yaratılması; 4Eğitimin her kademesinde, eşitliği ele alan konuların ders müfredatına dahil edilmesi; 4Halka ulaşabilmek için STK’larla, medyayla ve özel sektörle işbirliği yapılması. Sözleşme KAPSAMINDAKİ suçla r Koruma 4tüm tedbirler içinde, mağdurların ihtiyaçlarına ve güven içinde olmalarına en büyük önemin verilmesinin sağlanması; 4mağdurlara ve çocuklarına psikolojik ve hukuki danışmanlığın yanısıra tıbbi yardım da sağlayan özelleşmiş destek hizmetlerinin düzenlenmesi; 4yeterli sayıda sığınma evinin tahsis edilmesi ve günün her saati kullanılabilecek ücretsiz telefon yardım hatları sağlanması. Yargılama 4kadınlara yönelik şiddetin suç sayılmasının ve gerekli cezaların verilmesinin sağlanması; 4gelenek, töre, din, yada “namus” gerekçelerinin, herhangi bir şiddet eyleminin bahanesi olarak kabul edilmemesinin sağlanması; 4soruşturma ve yargılama sürecinde mağdurların özel koruma tedbirlerinden yararlanmalarının sağlanması; 4kolluk kuvvetlerinin yardım isteyenlere anında yardıma gidebilmelerinin ve tehlikeli durumlara yetkinlikle müdahale etmelerinin sağlanması. 50 Turuncu Dergİ / Mart 2016 4Sözleşme taraf devletlere, aşağıda belirtilen davranışlara yönelik cezai veya başka bir hukuki yaptırım öngörmeyi zorunlu kιlmaktadιr: 4ev içi şiddet (fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik) 4taciz amaçlı takip; 4tecavüz dahil, cinsel şiddet; 4cinsel taciz; 4zorla evlendirme; 4kadınların sünnet edilmesi; 4kürtaja zorlama ve kısırlaştırmaya zorlama. 4Burada açıkça verilmek istenen mesaj, kadınlara yönelik şiddetin ve ev içi şiddetin özel hayatta saklı kalacak konular olmadığıdır. Aksine, mağdur olan kimse failin eşi, hayat arkadaşı yada ailenin bir ferdi ise, aile içinde işlenen suçların özellikle travma yaratıcı etkisini vurgulamak üzere bu kişinin cezası daha da ağırlaştırılabilir. Bütüncül POLİTİKALAR 4 Yukarιda belirtilen tüm tedbirlerin kapsamlı ve koordineli politikaların bir parçası olmasının sağlanması ve kadına karşı şiddete karşı bütüncül bir mukabelede bulunulmasının temin edilmesi. SÖZLEŞMENİN UYGULANMASINA YÖNELİK İZLEME YÖNTEMİ SÖZLEŞMENİN KAPSAMINA GİREN KİMSELER 4Sözleşme, sözleşme hükümlerinin ne ölçüde uygulandığının değerlendirilmesine yönelik bir izleme mekanizması kurmaktadır. Bu izleme mekanizması iki başlı bir yapıya sahiptir: Kadınlara yönelik şiddetle ve ev içi şiddetle mücadele konusunda uzmanlar grubu(GREVIO), bağımsız uzmanlardan oluşan organ, ve Taraflar Komitesi, Sözleşmeye Taraf devletlerin temsilcilerinden oluşan siyasi organ. Bu organların tespit ve tavsiyeleri, Taraf devletlerin sözleşmeye uygun hareket etmelerinin temin edilmesi ve sözleşmenin uzun dönemli etkililiğinin güvence altına alınmasını sağlayacaktır. 4Bu sözleşme, yaşı, ırkı, dini, sosyal kökeni, göçmenlik statüsü ya da cinsel eğilimi ne olursa olsun, her türlü çevreden gelen kadınları ve kız çocuklarını kapsamaktadır. Sözleşme, bazı kadın ya da kız çocuğu gruplarının şiddet görme ihtimallerinin çoğu zaman daha fazla olduğunu kabul etmekte ve bu kesimin özel ihtiyaçlarının göz önüne alınmasının sağlanması gerektiğini belirtmektedir. Devletlerin sözleşmeyi erkekler, çocuklar ve yaşlılar gibi diğer şiddet mağdurları için de uygulamaları teşvik edilmektedir. turuncudergi.com turuncudergi.com Mart 2016 / Turuncu Dergİ 51 Güç ve Adalet için Orantılı Risk Karşılıklı ARAŞTIRMA Bağımlılık ( TASAM Başkanı Süleyman Şensoy Röportajı | Şubat 2016 | ESDER Esnaf ve Sanatkarlar Derneği “KEPENK Dergisi”) Başkanlık makamına geliş süreciniz nasıl oldu? Makamınızla ilgili sorumluluklarınız hakkında düşüncelerinizi aktarır mısınız? Kurucu Başkan olarak başladım ve hâlâ da devam ediyorum. Ümit ediyorum ki, özellikle Batı’daki örneklerine ve tarihsel referanslarımıza uygun olarak kurumsallaşmış, güçlü bir kurum olarak benden sonra geleceklere emaneti devredeceğim. TASAM hakkında okuyucularımızı bilgilendirir misiniz? TASAM bir düşünce kuruluşu ve tarihimizde bunun benzer referansları çok fazla. Fakat bu modern anlamda daha çok Batı’ya ait bir kurumsallaşmadır. Avrupa’da başladı. Fakat şu an Amerika bu düşünce kuruluşlarının merkezi durumunda. Dünyadaki düşünce kuruluşlarının yaklaşık yüzde altmışı Avrupa ve Amerika’da bulunuyor. Düşünce kuruluşları bir ülkenin eleştirel düşünce kapasitesinin rafine merkezleridir. Bir ülkenin ya da bir bölgenin gücünü anlamak için düşünce kuruluşlarının gücüne bakmak gerekiyor. Düşünce 52 Turuncu Dergİ / Mart 2016 kuruluşlarının sadece güvenlik, savunma, dış politika gibi temel konularda değil, bütün sektörlerde çalışması gereken ve bütün sektörlere inovatif politika önerileri ve değişim sunmaya çalışan kurumlar olması gerekiyor. TASAM da böyle bir misyonla, iç ve dış politikada ülkemizin daha iyi yönetilmesine katkı sunuyor. ‘’Türkiye’nin Stratejik Vizyonu 2023’’ gibi büyük bir dönüşüme sebebiyet vermiş olan çok sayıda insiyatifi devam ettiriyor. Son dönemlerde yapmakta olduğunuz ve gelecek dönemde yapacağınız projelerden bahseder misiniz? Bizim şu anda odaklandığımız iki büyük proje var. Biri ‘’Sivil Global’’ projesi; Türkiye’nin büyük hedeflerine uygun olarak küresel ölçekte 19 sektör üzerinden sivil diplomasi kanalları oluşturmayı hedefliyor. Uzun soluklu bir program ve yıllık zirveleri de olacak. Diplomasi artık sadece dışişleri bakanlıklarına ait bir husus değil. Kamu diplomasisi ise diğer boyutuydu, Türkiye bununla da tanıştı. Fakat sürecin daha çok güçlenmesi için savunma diplomasisi, iş diplomasisi, eğitim diplomasisi gibi sektörel diplomasi kanallarına ihtiyaç var. Bu program, sektörlerdeki inovasyon ve farkındalığı artırmak için çalışacak. İkinci projeye gelince; yaklaşık 9 yıldır sürdürdüğümüz ‘’Türkiye’nin Stratejik Vizyonu 2023’’ projesini, alınan derslerden yola çıkıp yaklaşan zamanı dikkate alarak ‘’Türkiye 2053, Güç ve Adalet’’ ana teması ile yeniden modelledik ve tamamen nitelik üzerine odaklanan yeni bir yaklaşım ortaya çıktı. 19 temel hedef var. Bu iki proje bizim için önümüzdeki 5 yıl temel projeler olmaya devam edecek. Tabii bu iki projenin çok alt başlıkları ve alt projeleri de var. Kurum olarak dünya siyasetinin ve ekonomisinin merkezindesiniz. Son dönemde Rusya ve İran ile ilişkilerimizde gelinen nokta nedir? Bu ilişkiler ile ilgili ne gibi önerileriniz vardır? Normalleşme süreci hakkında neler söylemek istersiniz? Rusya ve İran bizim için tarihsel olarak ‘’Yüksek Rekabet - Düşük İşbirliği’’ referansı olan ülkelerdir. turuncudergi.com Fakat son 10 yıldır yaptığımız bütün çalışmalarda iki ülke için de yeni ürettiğimiz slogan; “Yüksek Rekabet - Yüksek İşbirliği”dir. Çünkü sadece yüksek rekabetten bahsetmek tarihte olduğu gibi çatışmaya ve sorunlara götürür. Sadece yüksek işbirliğinden bahsetmek de romantik kalır. Çünkü bunun gerçekçi bir temeli yok. Bu iki ülkeyle olan ilişkilerin, tarihsel referansları da göz önüne alınarak, ‘’Yüksek Rekabet - Yüksek İşbirliği’’ temelinde yürütülmesi ve karşılıklı bağımlılığın derinleştirilmesi gerekiyor. Ekonomik, sosyal, siyasi, askerî olarak karşılıklı bağımlılık ne kadar derinleştirilirse, yaşadığımız benzer krizlerin yaşanma olasılığı o kadar düşecektir. Önümüzdeki reçete budur diye düşünüyorum. Çünkü Rusya, İran ve Türkiye birbiriyle çatıştığında hem bölgesel istikrardan bahsedemeyiz hem de bu durum bölge-dışı güçler açısından çok memnuniyet verici bir gelişme olur ve üç ülke de birbirini yıpratacakları için istikrar ve refah mümkün olamaz. Ülkemizin jeopolitik konumu, global turuncudergi.com açıdan siyasi önemi ve değeri herkes tarafından kabul görmektedir. Siz ülkemizi bu perspektiften nasıl konumlandırırsınız? Türkiye’nin stratejik vizyonu nedir? Türkiye’nin bulunduğu coğrafi konum çok büyük imkanlar bahşetmekle birlikte çok büyük riskler de içeriyor. Türkiye’nin yapması gereken, güç ve adalet inşasıdır. Çünkü hem içte hem de dışta bir güç inşasıyla ancak adalet sağlanabilir ve kimse maddi, manevi ve hukuki olarak gücünden daha fazla adaletten sorumlu değildir. Türkiye’nin yeni dönem vizyonunun, karşılıklı bağımlılık ve orantılı risk olarak tanımlanması, güç ve adalet inşasına odaklanması gerekiyor. Güç toplamış bir Türkiye; bölgesi, İslam dünyası ve bütün dünya için bir istikrar, refah ve medeniyet merkezi olarak şekillenebilir. Türkiye’yi gelecek dönemde neler beklemektedir? Önümüzdeki fırsatlar ve avantajlar ne olabilir? Tarihsel bir kırılma yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz yüzyıl açısından dengeler yeniden tanımlanıyor ve önümüzdeki 10 yıl içerisinde yeni bir dünyayla karşılaşacağız. Bu yeni dünyada ve daha sonrasında da güçlü şekilde var olabilmek için dünyadaki değişimi ve parametreleri çok iyi okumamız gerekiyor. Onun için Türkiye’nin bu sürece uyum sağlayacak mekanizmaları ve kurumsal kapasitesini hem kamuda hem özel sektörde hem de sivil toplumda güçlendirmek için hızlanması gerekiyor. Yeni bir dünya geliyor ve bütün uygulamalar “Dördüncü Sanayi Devrimi” dediğimiz sanayi devrimi gibi dördüncü boyuta geçiyor. Dolayısıyla bu yeni dünyaya ve yeni zihinsel eşiklere uyum sağlamak için hep birlikte çalışmamız gerekiyor. Birçok ülkenin 10 yıl sonra var olmayacağını söylemek mümkün. Böyle bir farkındalıkla hareket edersek, gelecek yüzyılda ve sonrasında güçlü olmaya devam edebiliriz diye düşünüyorum. ESDER’in de içinde bulunduğu Ahilik referansında “Medeniyet İnşası - Türkiye Vizyonu Kongresi’’ hakkında düşünceleriniz nelerdir? Bu çalışmaların devamı gelecek mi? “Türkiye’nin Stratejik Vizyonu 2023”’ ve ‘’Türkiye 2053’’ projesinin değerler inşası bölümü var. ‘’Medeniyet İnşası - Türkiye; Referans Değerler, Kişiler, Kurumlar” başlığı altında bu çalışmalar sürdürülüyor. Bu kapsamda ESDER ile birlikte ‘’Ahilik ve Ahi Evran’’ model projesi hazırladık; Ahilik kurumunun iş, eğitim ve sosyal sorumluluk için bir model olmasını öngörüyor. Ahiliğin en küçük üreticiden, tüketiciden en büyük birimdeki üretim ve tüketiciye bir rol model uygulama biçimi olması için çalışıyoruz ve bu çalışmaların devamı gelecek, birkaç yıl sürecek. Osmanlı Devleti’nin toplumsal olarak kurumsallaşmasını sağlayan Ahilik idi. Türkiye’nin de Ahiliğe romantik bir anlayış dışında; kurumsal olarak yeniden nasıl yorumlanabilir, nasıl uygulanabilir diyerek odaklanması gerektiğini düşünüyorum. Biz bu odaklanmaya politika önerileri ve inovatif katkılar sunmaya devam edeceğiz. Eklemek istedikleriniz… Önümüzdeki 10 yılda yapacaklarımız, yüzyılın kalanında nerede olacağımızı belirleyecek. Dolayısıyla hep birlikte çok çalışmaya ihtiyacımız var. Mart 2016 / Turuncu Dergİ 53 RÖPORTAJ K Ülkemizin kalbine dokunan şehir: RÖPORTAJ: GAYE YARDIMCI Kütahyalı Aşık Pesendi Herkes bir yol buldu hâli biz kaldık Issız dere gibi çınladık kaldık Sensin Pesendi’’ni edecek irşat Bizde noksan sizde kemal bu mutad Girdab-ı hasrette ödürüp berbat Hal-i naçar ile bekledik kaldık 54 Turuncu Dergİ / Mart 2016 İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği bölümünden mezun oldu. Mezun olmasının hemen ardından bir yandan ticaretle uğraşırken bir yandan da yaşadığı şehrin bünyesinde birçok sivil toplum kuruluşunda görev aldı. Kütahya’da küçük yaştan itibaren kendi kitapevinde çalışmaya başlayan Nazlı, doğduğu şehre olan bağlılığını her fırsatta dile getiriyor turuncudergi.com adim dönemlerin şehrinde; Kütahya’da dünyaya gelen Mustafa Şükrü Nazlı ile 1996 yılından bu güne emek verdiği siyaset hayatından milletvekilliğine uzanan yolu konuştuk. Şehir, medeniyet ve tarih üzerine araştırmalarına devam eden Kütahya Milletvekili Mustafa Şükrü Nazlı Turuncu Dergisi okuyucularına özel açıklamalarda bulundu. “Kütahya’nın Pınarları Akışır, Devriyeler Kol Kol Olmuş Bakışır” der Kütahya-Hisarlı Ahmet türküsünde. Doğduğum şehri bir çocuğun babasını sevmesi gibi seviyorum. Türküleri ise bölge halkının acılarıyla yoğrulur. Yaşanılan acılar türküye girdi mi daha az acı verir çünkü. Kütahya’nın acısı bir an da tüm ülke toprağının acısı oluverir. Bizi böyle kenetleyen, kürt, zaza, çerkes, laz demeden birleştiren de ortak acılarımızın varlığıdır bana göre. • Sizin için Kadim bir şehir Kütahya. Doğduğumuz şehri, bizi büyüten toprakları bilmek şehirle birlikte bizi de kadim yapar. Her fırsatta çocuklarımıza geçmişimizi anlatmak bize verilen emaneti geleceğe taşımaktır. Kütahya, efsanelerin, bereketli toprakların şehridir. Ezop, Evliya Çelebi, Devlet Ana… Kültür hazinelerinden oluşan bir geçmişimiz var. Frigya Vadileri’nin eşsiz güzelliğinin içinde Selçuklu ve Osmanlı rüzgarları birlikte eser. Mekandan ve insandan geçen toprağın hafızası her daim tazedir bu şehirde. İşte Kütahya’nın anlamı, doğduğumuz toprakları kadim yapan hikayeleridir. • Konuşmalarınızda; “Nesiller arası hakkaniyeti sağlama hedefi”nin öneminden bahsediyorsunuz… Benim çok önem verdiğim bir konu bu. İnancımız gereği ve sorumluluklarımız açısından “günü kurtaran” bir hayat yaşamıyoruz. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun kalkınma sürecinde ülkemizin gelişme hedeflerini gerçekleştirme ve kaynaklarını turuncudergi.com verimli bir şekilde kullanma üzerine sarf ettikleri çaba da ortada. Nesiller arası hakkaniyeti sağlama hedefi doğrultusunda , ülkemizin ekonomik ve sosyal potansiyelinin mevcut ve gelecek nesillerin yaşam kalitesini ve refahını sürekli iyileştirmek üzere kullanılmasına büyük önem veren bir partinin mensubuyum. Ülkemizin kalkınma sürecinde ekonomik refahın yükseltilmesini, sosyal hakkaniyetin gözetilmesini ve çevrenin korunmasını bütüncül ve dengeli bir şekilde ele alan, uzun vadeli hedef ve stratejilerimizin gerçekleştirilmesinde, tüm politikaları insan odaklı ve birbirleriyle uyumlu olarak tasarlayan bir yapıda yer almaktan gurur duyuyorum. • Şehir ve medeniyet üzerine yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz? Medine demek şehir demektir. Şehir ise güvenlik, eğitim, yönetim demek. Medeniyetin yolu aile, ev ve şehirden başlar. Medeniyet ve şehir, temelde bir görüşün, inancın tasavvurun, hayat biçiminin dile gelişi bedenleşmesidir. Bir algıdır medeniyet ve hayatın hangi ilkeler üzerine bina edildiğinin anlatımıdır. Ve yaşadığımız bu şehir, ‘’Şehr-i Kütahya’’ modern zamanlardan önce edebin, mahremiyetin, ahkamın , ve zarefetin var olduğu bir mekandı. Bir medeniyetin şehriydi... Ya şimdi ne haldeyiz? İşte ben bu sorunun cevabı, hayal ettiğimiz şehre kavuşmanın yolları için çaba gösteriyorum. • Hayat gitgide moderleşirken özlediğimiz şehre kavuşmak hayal mi? • Günümüz insanı, büyük gökdelenler, beton duvarlar arasında kültür parklarından geçerek, suni laleleri koklayarak dolaştığı çağdaş bir kentte 782. Cadde 29 numaralı apartmanda ikamet eden 14 numara diye anılmaktadır. Çalıştığı fabrika da kullandığı makinenin adeta bir parçasıdır. Şehirli olmak, sanayi öncesi geleneksel toplumların anladığı “zarif ,soylu ,kültürlü ,anlayışlı , düşünceli,kibar,duygulu” gibi anlamlara gelmiyor nicedir. Bu aşamadan sonra yani megapoller aşamasından sonra şehirli olmanın ve bu çerçevede gelişen medeniyetin tanımları değişmelidir. Eğitimle oluşturulacak olan bu bilinçle; Yeniden bir şehirde yaşamak temennisiyle… Mart 2016 / Turuncu Dergİ 55 SOSYAL MEDYA DÜNYA Artık hayatımızda yeni bir dünya var...sanal dünya... o kadar ki milyonlarca insan özelini, önemli gördüklerini, duygularını, şaşkınlıklarını, kısaca tüm duygu durumlarını bu ortamda ifade ediyor... insanı anlamaya dair gözardı edilemeyecek bir mecra sosyal medya... biz de sizin için bundan sonra her ay bir derleme ile bu ortamın takipcisi olacağız. 56 Turuncu Dergİ / Mart 2016 turuncudergi.com turuncudergi.com Mart 2016 / Turuncu Dergİ 57 BAŞARI ÖYKÜSÜ BAŞARI ÖYKÜSÜ VAR MISIN, YOK MUSUN PROGRAMIYLA TANIDIĞIMIZ NURSEL ERGİN, HALKIN SEVGİSİNİN SEBEBİNİN SAMİMİYET OLDUĞUNU SÖYLÜYOR ENERJİMİN FARKINDAYIM DİZİ, TİYATRO DERKEN KENDİNİ YEMEK PROGRAMI SUNUCUSU OLARAK BULAN BAŞARILI EKRAN YÜZÜ ERGİN, İŞ HAYATINDAN ÖZEL HAYATINA DAİR BİR ÇOK MERAK EDİLENİ TURUNCU DERGİSİ’NE ANLATTI SEDA ŞİŞMAN sedasisman@turuncudergi.com S amimiyeti, gülüşü, sohbetinin gerçekliğiyle evlerimize konuk olan ekranların sevilen siması Nursel Ergin ile başarıya ulaşan hayat yolculuğunu konuştuk… Biz onu bir dönem ekranların fırtına gibi esen programlarından Acun Ilıcalı’nın yapımcılığı ve sunuculuğunu üstlendiği “var mısın yok musun” programıyla tanıdık. Yarışmada güzel ve güler yüzüyle dikkat çekmesi, hem de hayatındaki hüznün ve altı kırmızıyla çizilmiş detayların yer almasıyla hafızalara kazındı. Yarışmanın ardından Trt 1 ekranlarında “Cam Kırıkları” isimli dizide Suna karakteriyle ekran ve oyunculuk serüvenine adım atan Nursel Ergin devamında Kanal D ekranlarında “mutfağım” isimli programla Türkiye’nin dört bir yanındaki lezzetleri, yöreleri dolaşarak lezzet şölenini ekranlara taşımıştır. 58 Turuncu Dergİ / Mart 2016 2015 yılında Show tv ile anlaşarak Nursel’in mutfağı programıyla ekranlarda halen devam eden ve ilgiyle takip edilen programıyla izleyicilerine seslenmeye devam etmektedir. Size Var mısın yok musun? dediğimizde bize neler söylersiniz? Büyüdüğüm Kasımpaşa çocuk esirgeme kurumu yapımının tamamlanabilmesi için desteğe ihtiyacımız vardı. Bu konuyu görüşmek için Acun Ilıcalı’ya gittim ve için Var mısın yok musun da yarıştım. Şu hayatta gözümün kapalı gitmeyeceği ve manevi olarak benim tamamlanmama vesile olan bir dönemin şahidi ve sebebidir Acun Ilıcalı… Yarışmanın ardından oyunculuk deneyiminiz de oldu. Bu süreç nasıl gelişti? Yeniden bu alanda bir projede yer almak ister misiniz? Oyunculuğu çok seviyorum ama sanıyorum ki, sunucu olarak devam edeceğim. Sinema ve tiyatro da çok keyif veriyor, mutlu oluyorum. Umarım, karşıma güzel işler, imkanlar çıkmaya devam eder. Bir yarışmayla tanınmak sonrasında televizyon sektöründe yer almak kolay olmasa gerek. Nasıl bir yol izlediniz? Peki, buna şans diyebilir miyiz? Bence bu benim en büyük şansım. Televizyonda olmayı hiç istemedim, bununla ilgili özel bir çabam olmadı. turuncudergi.com Kendimdeki enerjinin farkındayım. Aslında halk karar veriyor, onlar samimiyeti hissediyorlar. Ben hiç değişmedim, hep aynı Nursel’im. Herkes gibi çalışıyorum, para kazanıyorum. Kızım var ve tek derdim uğraşım hayatta ona iyi bir rol model olmak, iyi bir yere gelmesine olanak sağlamak. Ekranlarda beğeniyle takip ettiğiniz ve kadrosunda ben de olsaydım dediğiniz bir proje var mı? Fox tv’de yayınlanan Çifte Saadet dizisini çok beğeniyorum. Dizilerde çok fazla çarpık ilişkiler, birbirinin kopyası işler var. İnsanlar ekranda biraz daha ruha dokunan işler görmek istiyor. Biz de hep kan, vahşet, cinayetler ve samimi olmayan aşk hikayeleri işleniyor. Malum, “Bizimkiler”- “Olacak o kadar” gibi kaliteli işlerle büyüdük. Örneğin, Cem Yılmaz’ın son sinema filmi “İftarlık Gazoz” son zamanlarda izlediğim, içinde birçok mesaj barındıran çok zekice bir proje. O filmin setinde çay taşımak isterdim, muhteşem bir ekip, iş, hayran kaldım. Nursel Ergin programcı kimliği dışında özel hayatında nasıl biridir? Kendine çok vakit ayıran, arkadaşlarıyla birlikte vakit geçirmekten büyük keyif alan, misafir ağırlamaya bayılan biriyim. Son zamanlarda en keyif aldığım hobim at biniciliği eğitimi almak. Her hafta sonu at binmek için Çatalca’ya gidiyorum. Bugüne dek birçok ilde programlar yaptınız, elbette farklı deneyimler olmuştur. Fakat, içlerinde şehrin ya da kişilerin hikayeleri arasında sizi etkileyen bir olay oldu mu? Tanıştığım her insandan birsey öğreniyorum. Çok hayran kaldığım ilişkiler görmek kısmet oldu. Harika insanlar, dostluklar biriktirdim. Birçok il hakkında fikrim, sözüm var. Ön yargılarımdan kurtuldum. Her ilin bir dokusu, bir kokusu, havası, duygusu var. Türkiye’nin her köşesi cennet gibi. Etkilendiğim olaylar elbette oldu ama bunlar hep bende saklı kalsın istiyorum. Yemek programı dışında ne tür bir program yapmak istiyorsunuz? En güzelini sems-tebriz’i söylemiş, Kadın bilmeyene nefs, bilene nefestir Biliyorsunuz, yarışmanın ardından ilk olarak TRT ekranlarında yayınlanan güzel bir dizi projesinde yer aldım. Bunun yanı sıra tiyatro oyuncusuyum ve devam etmekte olan, sunuculuğunu üstlendiğim bir yemek programım var. Aslında kalbinin sesini dinleyen biriyim ben. İçime sinen, insana dokunan her projeye evet diyebilirim. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü yaklaşmakta. Siz de kadınlara yönelik bir program yapmaktasınız. Peki, Türkiye’de kadın olmak sizin gözünüzde nasıl şekillenmektedir? Özellikle son zamanlarda kadın cinayetlerini düşünürsek cevap belli aslında bir kadın, bir kız çocuğu annesi olarak huzurlu değilim, ortamdaki negatifliğe karşı haklı endişelerim var. En güzelini sems-tebriz’i söylemiş, Kadın bilmeyene nefs, bilene nefestir” Mart 2016 / Turuncu Dergİ 59 SİNEMA SİNEMA N yet ettim allah rızası için devrimci olmaya 2006’daki ilk filmi “Dondurmam Gaymak”tan 5 yıl sonra “Entelköy Efeköy’e Karşı’yı çeken yönetmen Yüksel Aksu şimdi de “İftarlık Gazoz” ile yeniden seyirci karşısında.”İftarlık Gazoz” diğer filmlerin de mekanı olan Muğla’nıun Ula ilçesinde çekilmiş ve yine diğer filmlerde olduğVu gibi küçük esnaf ve kasaba halkı etrafında şekillenmiş. Ama bu sefer çocuk oyuncu olan çırak Adem’i başrole alıp filmin merkezine koyan, dramı ve mesajları hayli fazla olan bir Ege filmi yapmış Yüksel Aksu. Filmi bir Cem Yılmaz filmi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Evet filmde Cem Yılmaz başrolde ama çocuk oyuncu ile başrolü paylaşıp çok etkili özlediğimiz bir usta çırak ilişkisi sergilemiş. Ülkemizin siyasi tarihine baktığımızda darbe ve işkence olaylarının hep yan yana olduğunu görürüz. Önce darbe yapılır sonra da buna karşı kim varsa GÜLAY KURT gulaykurt@turuncudergi.com hapse atılır ve işkence edilir. Film, açlık grevinde olduğu filmin sonunda ancak anlayabildiğimiz bir gencin sayıklamaları ile başlar. Daha sonra ise güzelim yeşillikleri, denizi, sıcacık insanları, tütün tarlaları ile dolu olan bir Ege sahil kasabasında buluveriyorsunuz kendinizi. Mutlu insanlar, mutlu esnaf, mutlu tütün işçileri, mutlu çocuklar... Sanki dersiniz bir cennet burası. Bir küçük gazoz dükkanı vardır bu kasabada. Gazozunu kendi yapan bir gazoz satıcısı. Gazozunu, babadan oğula kalan bir miras yöntemiyle yerli bir gazoz yapıp satmaktadır hem de emperyalist coca cola’nın karşısında. Tutunmaya çalışırken bir yandan bir çırak arar kendine. Çalışkan, gözüpek ve aynı zamanda fakir ama onurlu çocuk olan Adem’i yanına alır. Çırak Adem ve Cibar Kemal (Cem Yılmaz) arasında geçen bir usta çırak öyküsü ve etrafında şekillenen trajik komik olaylar... İlkokulu iftiharname ile bitiren Adem yazın kendisine oyalanacak bir iş bulduğuna sevinirken bir yandan da bir kimlik arayışına girmiş, kasabada bulunan Hasan Ağabeyi ile yakın bir ilişki kurmuştur. Hasan okumak için Ankara’ya gitmiş, fakat zamanının politik olayları yüzünden kasabasına geri dönmek zorunda kalmış, komünist düşünceye sahip bir gençtir. Kasabada Halk Evi’nde kendi gibi düşünen gençleri etrafında toplayıp onlara düzene karşı çıkmalarını mevcut düzenin değiştirip yerine en adaletli düzen olan komünist düzenin getirilmesi gerektiği konusunu zihinlere işler, kitaplar okutur, duvarlara “Dev-Genç”, “Kahrolsun Faşizm” vb. sloganlar yazar. Bir yandan da çocukluktan gençliğe adım atan Adem’e Gorki’nin kitaplarını verip Devrimci Genç nasıl olunur hakkında fikirler ilham etmektedir. Adem bu edindiği fikirler ışığında etrafını gözlemlemeye başlar. ORUÇ TUTMAK YA DA DEVRiMCi OLMAK: ” Z O Z A G K I L R “iFTA az fİlmİ m ıl Y m e C İr b İ e Fİlm uz. Evet fİlmd n u s r o ıy ıl n a y k oyuncu sanıyorsanız u c o ç a m a e şrold bİr Cem Yılmaz ba İ özledİğİmİz İl k t e k o ç ıp ş yla İle başrolü pa İ sergİlemİş. İs k İş İl k a ır ç usta 60 Turuncu Dergİ / Mart 2016 61 SİNEMA Direnmek oruçtu, oruç ise direnmek. Komünizm ise haksızlığa karşı durabilen tek devrim düşüncesi ve düzeni idi ona göre. Çünkü bunu Hasan Ağabeyinden öğrenmişti. 62 Turuncu Dergİ / Mart 2016 SİNEMA Tarlada çalışan babasını, annesini, borcunu vermeyen esnafı, kendisine iş veren şefkatli gazozcu Cibar Kemal’i, tarla sahibi Hasan Ağabeyi’nin babasını ilk defa karşılaştığı bu öğretiler karşısında irdelemeye başlar. Bu arada Ramazan gelir ve kasaba halkı oruç tutmaya başlar. Kasaba halkı Ramazan’a büyük önem vermektedir. O Ege sıcağında tarlada çalışmalarına rağmen oruçlarını hiç aksatmayıp teravih namazlarına büyük önem vermektedirler. Adem de bu ibadetlerin içinde yer alır. Bundan da büyük keyif almaktadır. Camide çocuklarla yani yaşıtlar ile beraber hocayı dinleyip orucun insan ne kadar önemli olduğu insana ne gibi faydalar sağladığı ve hayatında nelere karşılık geldiği hakkında bilgi sahibi olur. Çok hoşuna gider bu duyduğu şeyler ve o da oruç tutmaya karar verir. Ama daha çocuk olduğu ve orucun ona farz olmadığı herkes tarafından kendisine söylense de o kimseyi dinlemez ve gizlice oruç tutmaya başlar bir gün. Ama ne uzun gündür o gün, bir türlü bitmez. Hava neredeyse 50 derecedir ve sabahtan akşama kadar bütün kasabayı dolaşıp gazoz satması gerekmektedir. Oruçlu olduğunu bilmeyen ustası Cibar Kemal ise her yere onu göndermektedir işi öğrenmesi için. Günün sonuna doğru ise dayanamayacak hale gelip hayaller görmeye başlayan Adem’in takadı kalmamıştır artık. Tam orucunu bozacağı zaman ise camideki hocanın sözlerini aklına getirip nefsine hakim olmaya çalışır. Bu direnme ona hayatı boyunca nasıl direnmesi gerektiğini öğretecektir belki de Adem’e ki bunu filmin sonunda anlamaktayız. Oruçlu olmak, devrimci olmakla eş anlamlıdır onun için artık. Açlığa dayanmak direnmekle aynıdır onun için. Yalan söylememek, harama bakmamak, nefsine hakim olmak, bütün bu güzel hasletleri oruçlu olmanın ruhunda yakaladığını düşünür ve buna teslim olur o saf çocuklun verdiği temiz kalp ile. Büyüyüp doktor veya mühendis olması bekleniyordu Adem’den. Okuması ailesinin onuru olmasını istiyordu babası, annesi ve tüm kasaba. Okur Adem de. Okur ama haksızlıklar karşısında sadece komünizmin öğretilerine sarılır ve zamanının cezaevleri olaylarında açık grevi ile direnir o da. Çünkü açlığa direnmeyi küçükken oruç tutarak öğrenmişti. Ne olur sanki 61 gün kefaret gibi açlık grevini tutsa diye düşündü belki de. Direnmek oruçtu, oruç ise direnmek. Komünizm ise haksızlığa karşı durabilen tek devrim düturuncudergi.com şüncesi ve düzeni idi ona göre. Çünkü bunu Hasan Ağabeyinden öğrenmişti. Başka ideolojileri öğrenmesine hiç fırsat verilmemişti. Etrafında devrim denilince Atatürk devrimleri ve sonra komünizm, bir de vazgeçemedikleri artık geleneksel olmuş ama aynı zamanda bağlandıkları dinleri islam. Hepsini bir arada yaşayabildikleri ilginç bir yerdir burası. İslam da devrimci bir peygemberle başlamamış mıydı. E işte komünizm de bir devrimdi, Atatürk de ülkeyi kurtarmıştı. Daha ne olsun! Başka bir şey öğrenmeye ihtiyaç yoktu! Her şey yerli yerine oturmuş hem mensup dinleri olan İslam’ı hem de devrimci yaşatacak bir düzen bulmuşlardı! Çevresindeki tarla sahibi çiftlik sahipleri ise ne tesadüfdür ki sağ partili idi. Yani zalimler ve faşistler sağ partili, işçiler ve ondan yana olanlar ise hep sol partili Ecevit yanlısı idi!! Bütün bu tek yanlılığın yanında en güzel duran şey ise tabi ki çocuk saflığında tutulan o orucun güzelliği, temizliği, bir kandil ışığı gibi yanıyordu sabahın seher vaktinde. Bir de komünist Hasan’ın “siz neden oruç tutuyorsunuz ki, oruç açların halinden anlamak değil midir. Siz zaten açsınız. Bunu biliyorsunuz zaten” demesi karşısında tarlada çalışan işçilerin “fakirler ibadet edemez mi, hem bizden durumu kötüler de var halimize şükürler olsun” demesi. Bu testuruncudergi.com limiyet karşısında şaşkına dönen Hasan da boş durmaz ve bu kanaatkar işçilere şölen tadında bir güzel iftar yemeği düzenler ki bütün işçiler o güzelim iftar sofrasında bir araya gelmiş ve hem paylaşmanın hem ibadetlerini yapmanın mutluluğu ve keyfi ile işlerine daha çok sarılmıştır. Ama mutlulukları çok uzun sürmez ve Hasan’ın karşıt fikirden olan eylemciler tarafından bulunur ve bütün kasabalıların önünde kurşun yağmuruna tutulur. Üstelik onun yerini bu acımasız adamlara söyleyen ise hiçbir şeyden haberi olmayan Adem’dir. Fikirlerine katılmasalar da bu olayda bir araya gelen tütün işçiler Hasan’ın etrafında pervane olur, adete bir kalkan olur....İşte komünizm ile inançlı işçi-köylü birleşmiş tek vücut olmuştur. Bu, filmin bize verdiği mesaj. Yıllar geçer ve bir hapishanede açlık grevinde bir genç inlemektedir. “Hasan Ağabey” diye. Düzeni, darbeyi açlık grevi protesto eden bir genç ölümle pençeleşmektedir ve bütün yardımları reddetmektedir. Bu gencin kim olduğunu tahmin etmek ise herhalde bizim için zor olmayacaktır. Bütün bu verilen yoğun mesajların doğru mu yanlış mı diye sorgulamıyorum ama İslamın insanlık için en iyi düzen olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu da benim mesajım olsun.. Bütün bu verilen yoğun mesajların doğru mu yanlış mı diye sorgulamıyorum ama İslamın insanlık için en iyi düzen olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu da benim mesajım olsun.. Mart 2016 / Turuncu Dergİ 63 RÖPORTAJ RÖPORTAJ Tarih ve Medeniyetin buluştuğu şehir KÜTAHYA O RÖPORTAJ: GAYE YARDIMCI smanlı İmparatorluğu’nun kuruluşuna ev sahipliği yapmış ve Cumhuriyetimizin kurulması için verilen bağımsızlık mücadelesinin mihenk taşı Kütahya... Sınırlarının tamamında ilk çağlardan bugüne tarih yatan şehir Kütahya’yı Belediye Başkanı Kamil Saraçoğlu ile konuştuk. Kütahya Cumhuriyet tarihimizin ilk ilerinden. Coğrafi açıdan da ülkemiz için büyük bir önem taşıyor. Kütahya’yı birde sizden dinlesek? 7000 yıllık tarihi geçmişi ile birçok medeniyete ev sahipliği yapmış Germiyanoğlu beyliği ile Anadolu beyler birliğinin ve el sanatlarının şahı olarak nitelendirdiğimiz Çininin Başkenti Osmanlı imparatorluğunun kurulduğu Domaniç yaylalarından kurtuluş savaşının en büyük savaşı başkomutanlık meydan muharebesinin yapıldığı, Kuruluş ve kurtuluşun şehridir KÜTAHYA. Kütahya Türkiye’nin tarih, termal, turizm ve geleneksel el sanatlarını bir arada barındıran ender şehirlerinden biri olarak, Anadolu’nun Kültür Başkenti olma yolunda hızla ilerlemektedir. Şehrimiz, geleneksel duruşuyla ev sahipliği yaptığı birçok medeniyetlerin izlerini taşımaktadır. Binlerce yıllık tarihi Kütahya Kalesi, heybetli Ulu Camisi, Mevlevilerin Konya’dan sonra ikinci merkezi olan Erguniye Mevlevihane’si ve tarihi Kütahya Konakları ile ziyaretçilerine adeta zaman tünelinde 64 Turuncu Dergİ / Mart 2016 geçmişe yolculuğa çıkaran gelenlerin unutamadığı bir şehirdir. Diğer yandan termal turizmde de Kütahya Türkiye de tescilli 65 termal merkezine sahiptir. Kütahya Belediyesi Sosyal belediyecilikte gerçekleştirdiği projelerle örnek teşkil ediyor. Özellikle ‘Mülteci Aileler Hayat Paylaşma ve Kardeşlik Projesi’nden bahseder misiniz? Göreve geldiğimiz günden itibaren yol yapan, kaldırım yapan bir Belediye Başkanı değil, sosyal manada tam donanımlı belediyecilik yapacağımızın sözünü vermiştik. İlimizde faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarıyla ortak çalışmalarımız da bunun göstergesidir. Bahsettiğimiz bu projeyi de İHH Kütahya Şubesi ile birlikte gerçekleştirmiştik. Şehrimiz de misafir olan mülteci kardeşlerimiz(İranlı, Afganistanlı, Iraklı, Suriyeli, Filistinli ) “hep alan el olduk, bizde Kütahya’ya bir değer katmak istiyoruz “dediler. Bizlerde Belediyemizin mutfaklarını onlara açtık. Kendi ülkelerine ait olan lezzetleri çeşitli yemekleri pişirip vazo meydanın da Kütahyalı hemşerilerimize dağıttılar. Bizler bu gibi projelerle bir olduğumuzu, kardeş olduğumuzu asıl olanın İslami değerleri yüceltmekte olduğumuzu vurgulamak istedik. Yaşadığımız coğrafya bize millet olarak Ensar olma görevini verdi. Bizlerde bütün imkânlarımızla bu konuda çalışmalar yapmaya, ev sahipliğimizi en güzel şekilde yerine getirmeye gayret ediyoruz. Belediyenin ayakta kalması ve hizmet vermesi için çalışanların huzurunu ön planda tutmak için kamuoyunda da yer alan “Sosyal Denge Sözleşmesi” yaptığınızı görüyoruz. Bu sözleşme neleri kapsıyor? Göreve geldiğimiz günden itibaren Belediyemizde ben değil biz merkezli belediyecilik anlayışını ortaya koyduk. Yönetimde ortak akıl prensibini benimsedik. Yapacağımız her çalışmayı çalışanlarımızla birlikte enine boyuna değerlendirerek ortaya koyduk. Belediyemizde bir aile ortamı oluşturmaya çalıştık, malumunuz belediyeler mesai mefhumunu gözetmeden çalışın ve çalışanların da kendilerinden özveride bulunarak çalıştıkları kurumlardır. Belediyemizde çalışanlarımızı maddi olarak rahatlatmak adına sendikayla ile birlikte Sosyal Denge Sözleşmesi turuncudergi.com imzaladık ve maaşların yanında sözleşme çerçevesinde belediye bünyesinde çalışanlarımıza katkı sağlıyoruz. Termal su kaynakları ile ülkemizin termal turizminde önemli bir konuma sahip Kütahya. Şehrin su kaynaklarını korunması için Sağlık Bakanlığı ile Yerel Yönetimlerde Su Güvenliği toplantısı yaptınız. Aldığınız aksiyonlar nelerdi? Belirttiğim gibi Kütahya termal su kaynakları konusunda Türkiye’nin en önemli merkezlerinden birisi. Kütahya’mız sahip olduğu 33 kaplıca ile adeta termal kaplıca cenneti. Bu termal sular cilt hastalıklarına, romatizma rahatsızlıklarına kadar pek çok hastalığın tedavisinde yardımcı oluyor. Özellikle Yoncalı bölgesinde başlattığımız Yoncalı Termal Projesi beş milyon m2 bir alanı kaplıyor, yatırımcılarımızın önemli potansiyele sahip bu alana yatırım yapmalarını bekliyoruz. Diğer yandan Türkiye Halk Sağlığı Kurumu ile ortaklaşa düzenlediğimiz Yerel Yönetimlerde Su Güvenliği toplantısı daha çok içme suyu ile ilgili bir toplantıydı. Daha güvenilir ve daha nitelikli suyu nasıl sunulabilir bunun görüşmeleri yapıldı. Bu noktada Kütahya’mızın su kaynakları noktasında önemli bir sıkıntının olmadığını vurguladık. Belediyemiz olarak bu konuda önemli bir yatırıma imza atıyoruz yaklaşık 23 milyon TL’ lik dev bir proje ile mevcut arıtma testsizlerimizi yeniliyoruz. Bu proje ile testsizlerimiz ile ileri biyolojik arıtma teknolojisine geçilecek ve porsuk havzasına daha temiz ve daha nitelikli su bırakmış olacağız. Bu projemizin %85 Avrupa birliği fonlarından hibe %5 Çevre ve Şehircilik Bakanlığı katkısı ve %9’da kendi öz kaynaklarımızla yapacağımız önemli bir proje. Şehrin trafik sorunu nu çözmek için projelerinizden bahseder misiniz? Kütahya’mız her geçen gün gelişen bir şehir. Mevcut yollarımızın yetersiz olmasından dolayı trafik sorununu çözmek amacıyla bizde önemli projeler geliştirdik. Kasım 2015 de yapımına başlayan ve 135 gün içerisinde tamamlanacak olan alt geçit projemizin önemli bir kısmını tamamlandı ve turuncudergi.com projemizde son yaklaşılıyor. 8 milyon TL mal olacak bu proje ile özellikle şehir merkezindeki trafik yoğunluğunu en aza indirmeyi hedefliyoruz. Ayrıca Devlet Demir Yolları Genel Müdürlüğü ile beraber yürüttüğümüz proje çerçevesinde şehrimizde bulunan 4 adet hemzemin geçitti, alt geçitte bir adet de hemzemin geçitti, de üst geçit yaparak kesintisiz bir trafik akışı oluşturmayı planlıyoruz. Kütahya Tarihi Kentler Birliği üyesi. Bu konu ile ilgili çalışmalarınız nelerdir? Daha öncede belirttiğim gibi Kütahya’mız 7000 yıllık tarihi geçmişi ile adeta bir açık hava müzesi hüviyetinde böyle görkemli bir tarihinin olmasından dolayı Kütahya’mız Tarihi Kentler Birliğinin önemli bir üyesi. Bende 2014 yılından beri Tarihi Kentler Birliğinde encümen üyesi olarak yönetim kurulunda bulunuyorum. Tarihi Kentler Birliği şehirlerin tarihsel hüviyetinin korunmasında çalışmalar yapan önemli bir kurum. Özellikle yerel yönetimlerin yaptıkları projelerde önemli ölçüde maddi destekler sağlamakta. Geçen yıl Tarihi Kentler Birliğine sunduğumuz dokuz projenin tamamına destek alarak en çok proje desteği alan belediye olduk. 2014 yılı Aralık ayında da Tarihi Kentler Birliği toplantısının Kütahya da yapılmasını sağladık. Yaklaşık 150 Belediye Başkanını Kütahya’mızda ağırladık. Kale-Çarşı-Mahalle Bütününde Ekolojik Yaklaşım konulu bir panel gerçekleştirdik. Türkiyenin en çok öğrenci kapasitesine sahip bir üniversiteye ev sahipliği yapmaktasınız. Öğrencilerin katkısı ne yönde? Üniversitemiz yaklaşık 50 bin öğrencisi ile önemli bir öğrenci potansiyeline sahip, öğrencilerimizin şehrimizin ekonomisine ciddi katkıları söz konusu. Göreve geldiğimiz günden itibaren öğrenci arkadaşlarımıza fahri hemşerilerimiz gözüyle yaklaştık ve öğrenci arkadaşlarımızın da yaşadıkları şehre katkılar sağlamalarını istedik. Üniversitemizdeki gençlik grupları ve öğrenci kulüpleri ile zaman zaman görüşmeler gerçekleştiriyoruz. Üret- tikleri projeleri imkânlar nispetinde destek olmaya çalışıyoruz. Ayrıca Kent Konseyi Başkanlığına üniversite bünyesinde ki hocalarımızdan bir arkadaşımızı getirdik. Kurduğumuz Gençlik Meclisinde de üniversiteli arkadaşlarımızın görevler almasını sağladık. Kütahya’mızda Sayın Valimiz, Milletvekillerimiz ve rektörümüzle birlikte önemli bir birliktelik sağladık ve tüm kurumlarımızın şehrimize katkı sağlaması noktasında önemli çalışmalara imza atıyoruz. Sayın rektörümüzün de gayretli çalışmaları neticesinde Üniversite-Belediye-Sanayi işbirliği noktasında önemli çalışmalar yapmaya başladık. Son olarak Kütahya’mızı Mevlana’nın torunu Ergun Çelebi’nin dizeleri ile anlatmak istiyorum; Kütahya kusursuz bir güzeldir. Böyle kusursuz güzele, zeval olur mu? Ya rap bu memlekete kaza bela verme. Cennet Kütahya’nın ya altındadır ya üstünde Feda olsun Lahor, Keşmir, Tebriz, Kütahya’ya Mart 2016 / Turuncu Dergİ 65 DOSYA DOSYA DÜNYA DÜĞÜNLERİ Kosova düğünlerinde gelinlerin en dikkat çekici özelliği ‘aklık”. E n heyecanlı mutluluklara sahne olan düğünlere, bir de dünya gözünden bakalım istedik. Ülkelerin ilginç geleneklerini sizler için araştırdık. Bu ay Dünya Düğünleri Dosya konumuzda Kosova’nın gelinlerini işledik. Kosova’da düğünlerde gelinler tarihi gelin kostümü giyer ve yüzü beyaz ile boyanarak geçmişin desenleri yüzüne çizilir. Bunun amacı ise düğün törenine kötü İçinde civa ve çeşitli maddeler bulunan bu karışım gelinin yüzüne sürülüp, üzeri süsleniyor şans getirmemesidir. Bu işlem uzun sürse de kimse bundan şikayetçi değil. Çünkü, düğün töreni özellikle gelinler için oldukça önemlidir. Bir tablo kadar güzel olan bu gelinleri almak da pek kolay değil., bu yüzden damadın türlü türlü cefalar çekmesi gerekiyor. Bu zorlukların aynı zamanda eğlenceye dönüştüğü düğünlerde, özümüzü hatırlatan Türk motiflerinin yanında, dini motifler de göze çarpıyor. Perşembe başlayıp, cuma günü biten düğünde gelin almaya damatsız gidiliyor. Düğün özel yemeği Pulaş adlı poğaça ve kaymaçina tatlısı. 66 Turuncu Dergİ / Mart 2016 turuncudergi.com turuncudergi.com Mart 2016 / Turuncu Dergİ 67 Me SAĞLIK nO poz dönemi problemleri HALİT YEREBAKAN h.yerebakan@turuncudergi.com M enopoz, her kadının muhakkak karşılaşacağı bir dönemdir. Bu dönemi yaşayan hanımların büyük çoğunluğundan işittiğimiz en önemli şikayet ise sıcak basmalarıdır. Peki hayat kalitenizi düşüren bu durum neden olur ve hafifletmenin yolları nelerdir? Bir şeyin nedenini bilmek, onunla mücadele temekte en önemli silahtır. 68 Turuncu Dergİ / Mart 2016 turuncudergi.com turuncudergi.com Sıcak basmaları günün her saati yaşanan bir durum olsa da özellikle gece saatlerinde meydana gelmesi, uyku düzenini ciddi şekilde etkilediğinden tüm güne yayılan yorgunluk hissi sebebiyle hayat kalitesini ciddi orada düşürür. Menopoz dönemindeki bir kadının sıcak basma şikayetleri ne kadar devam eder? Bu alanda yapılan çalışmalar geniş bir rakamsal aralığı işaret ediyorlar. Genele baktığımızda menopozun başlamasıyla ortaya çıkan sıcak basmaları, ortalama dört ay boyunca devam eder. Elbette istisnalar vardır ve bu konuda azımsanamayacak kadar da çoktur. Mart 2016 / Turuncu Dergİ 69 SAĞLIK Sıcak basmalarını tetikleyen bir çok şey vardır. Bunlar arasında öncelikli olarak, stres, dar giysiler giymek, baharatlı yiyecekler ve alkol tüketmek, kafeinli içecekler ve sigara içmek sayılabilir. 70 Turuncu Dergİ / Mart 2016 Bu konuda yapılan çalışmalardan birine dahil edilen menopoz dönemindeki kadınlar arasında, sıcak basma şikayetinin 14 yıl boyunca devam ettiğini beyan edenler de olmuş. Bu durum kişiden kişiye farklılık gösterirken besleyen etkenlere sahip değilseniz kısa bir süre sonra sizi terk edecektir. Önemli olan bu dönemde doğru davranmak ve kaçınılmaz olan bu sıkıntıdan en az zararla kurtulmaktır. Sıcak Basmaları Neden Olur? Sıcak basmalarının nedeni tam olarak tespit edilememiş olsa da sebep olan bazı etkenler biliniyor. Araştırmacılar, menopoz döneminde düşen östrojen değerinin, buna sebep olabilecekler arasında ilk sırada yer aldığını belirtiyor. Östrojen hormonu, vücut ısısını dengelemede önemli bir rol oynar. Bu hormon, aynı zamanda ter bezleri üzerinde kontrol etkisi bulunan neropinefrin adlı hormonun üretiminde de rol oynayarak sıcak basmalarının başlıca sorumlusu olarak gösterilebilir. Östrojen eksikliğinde, vücut ısısı, merkezi sinir sisteminin bir parçası olan hipotalamus tarafından yönetilir. Bu durum kan damarlarında genişlemelere sebep olabileceği gibi yanlış zamanda terlemeye de sebep olur. sıcak basmalarının en can sıkıcı tarafı da terlemektir. Tetikleyici Faktörler Nelerdir? Sıcak basmalarını tetikleyen bir çok şey vardır. Bunlar arasında öncelikli olarak, stres, dar giysiler giymek, baharatlı yiyecekler ve alkol tüketmek, kafeinli içecekler ve sigara içmek sayılabilir. Sıcak basmalarından şikayetçi olduğunuz bir dönemdeyseniz ve yukarıda saydıklarımı tüketiyorsanız, ilk yapmanız gereken bunlardan vaz geçmek olmalıdır. Bu alışkanlıklarınızı tamamen bırakamıyorsanız en aza indirgemeye çalışmak da sizi rahatlatabilir. turuncudergi.com Sıcak Basmasını Hafifletmenin Yolları Nelerdir? Bu durumdan şikayeti olan kadınların büyük bölümü, alışkanlıklarını düzenleyerek şikayetlerinden kurtulabilirler. Maddeler halinde yazacağım önerileri dikkate alırsanız şikayetleriniz sizi rahatlatacak ölçüde azalacaktır. • Baharatlı yiyeceklerden uzak durun. • Alkol ve kafein alımını durdurun. • Kullanıyorsanız, sigarayı bırakın • Düzenli egzersiz yapın. • Kilo verin. • Mümkün olduğu kadar stresten turuncudergi.com uzak durun ve sakin kalmaya çalışın. • Serin bir odada uyuyun ve nefes alan pamuklu giysiler giyin. • Soğuk su için. Özellikle hanımlar, fayda gördükleri alternatif ürünleri devamlı birbirlerine tavsiye ederler. Eminim sıcak basması gibi son derece can sıkıcı bir durumla karşı karşıya olan biri, ilaç ve benzer tedavi yöntemleri dahil duyduğu şeyleri yapmak isteyecektir. Son yıllarda sıcak basması ve benzer durumların tedavisi için çeşitli teknikler gelişti. Ancak bir başkasında fayda sağlayan bir yöntem sizde aynı etkiyi göstermeyebilir. Ayrıca hali hazırda sahip olduğunuz başka bir rahatsızlığı da tetikleyebilir. Bu gibi durumlarda yeni bir yöntem denemeden önce mutlaka doktorunuza baş vurmanız gerekir. Son yıllarda sıcak basması ve benzer durumların tedavisi için çeşitli teknikler gelişti. Ancak bir başkasında fayda sağlayan bir yöntem sizde aynı etkiyi göstermeyebilir. Mart 2016 / Turuncu Dergİ 71 SNAPS SNAPS Ne SİNAN CANAN sinancanan@turuncudergi.com E -postalar üzerinden iletişim kurarken en az bir kere “yanlış anlaşılmaya” veya “yanlış anlamaya” uğramayan var mıdır aramızda acaba? Muhtemelen hepimiz, yazılı iletişimin “yanlış anlaşılmaya açık” doğasını aslında çok erkenden fark ediyoruz. Yazışmalarda, insanlarla yüz yüze konuşurken kullandığımız ses tonlamaları, beden hareketleri ve yüz ifadeleri gibi bir çok destekleyici ve karmaşık bileşenden yoksun kalıyoruz. Mesela birisi size, sorduğunuz soruya karşılık “çok güzel soru” dediğinde, yüz ifadesi ve ses tonundan, sizinle dalga mı geçtiğini, yoksa gerçekten sorunuzu takdir mi ettiğini hiç zahmet çekmeden anlayabilirsiniz. Fakat bir e-postada buna benzer bir ifade gördüğünüzde, bunu anlama imkanınız yoktur. Peki ne yapacaksınız? Elbette o anda içinde bulunduğunuz zihinsel duruma göre, kendi zihinsel algınızı karşınızdakine yansıtarak aradaki bu onulmaz boşluğu doldurmaya çalışacaksınız. Kendi zihnimizi karşıya yansıtma davranışımız, adeta bir refleks gibidir ve çoğu zaman biz farkında bile olmadan devreye giriverir. Sadece yazışmalarda da değil; günlük iletişimimizde de sıklıkla kullanırız bu kadar anlaya biliyoruz? 72 Turuncu Dergİ / Mart 2016 turuncudergi.com turuncudergi.com refleksi. Karşı tarafın ifadelerindeki esas maksadı anlama konusunda her zaman en üst düzeyde dikkat sergileyemeyiz. Zira sürekli olarak dikkatimizi dağıtan, kafamızı meşgul eden bir şeyler vardır. Karşı tarafın bedeninden ve sesinden gelen belirsiz işaretleri ıskalama şansımız yüksektir. Bu durumda da yansıtma refleksi imdadımıza yetişir. Bilinçsiz olarak “böyle demek istiyor” der, anladığımıza hükmeder ve rahatlarız. Kısacası bu refleks, aslında işimizi kolaylaştıran bir konfor sistemidir. Fakat sözlü iletişimin kısıtlı olduğu yazışma gibi durumlarda, en baskın kullandığımız sistem bu egosentrik yansıtma sistemidir. İnsanın zihinsel donanımına incelikle dercedilmiş bu bilinçsiz özelliklerin hemen tamamı, hayatımızı daha kolay yaşamak, bilincimizi serbest bırakmak üzere, karmaşık süreçleri otomatiğe bağlamak için verilmiştir aslında. Bu rahatlatıcı ve kısa-yol sağlayıcı devreler sayesinde, elimizdeki işe daha rahat odaklanabilir, gereksiz ayrıntılarla bilincimizi meşgul etmemiş oluruz. Fakat kendimizi, sözgelimi, iletişim konusunda tamamen böyle “otomatik” bir sistemin insafına bırakınca, hiç farkına varmadan, yanlış anlaşılmalar girdabına kapılabilir ve hayatımızı iyiden iyiye zorlaştırabiliriz. En yakınlarınızı en kolay mı anlarsınız? Eşimiz, çocuklarımız, annebabamız ve yakın arkadaşlarımız, bize genellikle anlaşılması en kolay insanlar gibi görünür. Fakat psikolojik araştırmalar, bunun tam tersini gösteriyor. İnsanlar bize ne kadar yakınsa, kendi zihinsel kabullerimizi onları anlamak üzere Mart 2016 / Turuncu Dergİ 73 SNAPS İnsanların düşüncelerini anlamak zordur. Zira her bir bilinç aslında kapalı bir kutudur ve bilim adamı bile olsanız, diğer insanların zihinleri en nihayetinde sizin için bir muamma olarak kalacaktır. 74 Turuncu Dergİ / Mart 2016 SNAPS “yansıtma” davranışına daha çok başvurduğumuzu görüyoruz (*). Bazı insanlarla sürekli görüşüyor ve yakın çevrelerinde yaşıyor olmamız, onları daha iyi anladığımız anlamına gelmiyor. Eğer anlamak için özel bir gayret göstermiyor, onların ruhsal durumlarına nüfuz edecek bilinçli ve asgari çabayı sarf etmiyorsak, sözgelimi, eşimizle aramızdaki “yanlış anlaşılma” oranı, bazen bir yabancıyla olduğundan daha fazla olabiliyor. İnsanların düşüncelerini anlamak zordur. Zira her bir bilinç aslında kapalı bir kutudur ve bilim adamı bile olsanız, diğer insanların zihinleri en nihayetinde sizin için bir muamma olarak kalacaktır. Bu gerçek, aynı zamanda ileri derecede sosyal bir canlı olan insanın, yaşamını sürdürmesi için gerekli olan sosyal iletişim becerileri açısından açık bir tezattır. Bunun üstesinden gelme yolu ise, karşıdaki insanların zihinlerinin çözemediğimiz bölümlerine, kendi zihinsel kurgularımızla “yamalar” yapmak ve onların davranış ve hareketlerini bu yolla anlamlandırmaktır. Bu garip görünen uyarlama işlemi, hepimizin pek bir uzman olduğu bir beceridir ve aslında en önemli zaafımızdır. Her şeyin anlamını anlamak Karşımızdaki insanları anlamaya çalışırken bile ne kadar zorluk çektiğimizi bu minik örneklerden sanırım fark edebildik. Peki, şimdi bir adım ileri atalım ve inandığımız dinin mesajını ne kadar doğru anlayabileceğimize bakalım. Her Şeyin Yaratıcısı olan bir varlığa inanıyorsanız, O’nun, bildiğiniz her şeyden daha üstün ve daha karmaşık olması gerekir. Zira bildiğiniz en acayip şeylerin tümünü ve bilmediklerinizi de dahil olmak üzere, O yaratmış olmalıdır. Yaratılan her şey, Yaratıcısı’na nispetle daha alt düzeyde varlıklardır. Yani bizler de, inandığımız Yaratıcı’ya göre oldukça alt düzeyde ve “basit” varlıklar olmalıyız. Kendimiz gibi sıradan insanları bile anlamakta zorluk çekerken, acaba Yaratıcı’yı nasıl anlayabiliyoruz? Mesela Müslümansanız, elinizde Kuran-ı Kerim gibi bir yazılı metin var. İnsanlardan gelen e-psotalar bile bu kadar yanlış anlaşılmaya açıkken, elimizdeki altı yüz küsür sayfalık bir metni “hakkıyla” anlayabileceğimizi iddia edebilir miyiz? Sanırım hayır. Peki başka ne var? Bir sonraki seviyede, mesela, turuncudergi.com ,“hadisler” diyebilirsiniz; fakat bunlar da neticede “yazılı” metinlerdir ve bizler gibi insanlar tarafından tarih boyunca bize aktarılan anekdotlardan oluşur. Peki başka bir şey var mı? Aslında pek yok. Sonuç olarak, bu büyük belirsizlik içinde sarılabileceğimiz ilk can simidi, yine o egosentrik yansıtma refleksimizdir. “Allah bizimle beraberdir” sözünü duymuşsunuzdur. Bunu neredeyse her dinden insan söyler. Ve bu doğrudur da. Zira, her inanan, inandığı İlah’ın “aynen bildiği gibi” olduğuna iman etmiştir. O’nu anlayamayacak kadar karmaşık bulduğu için de, bilmeden, zihinsel yamalama süreci ile, Yaradan’ının muradını, kendi zihniyle tevil eder, öyle anlamlandırır. Bu konuda yapılan beyin tarama çalışmaları, inanan insanların “Tanrının zihninden geçenleri” ve “kendi zihninden geçenleri” düşünmeleri istendiğinde, her iki durumda da aynı beyin devrelerinin faaliyete geçtiğini gösteriyor. Bunda şaşılacak bir durum da yok; zira elimizdeki en kullanışlı araç, bu konuda kendi zihnimiz ve zihinsel reflekslerimizdir. Zira bir başkasının, hele hele bizi Yaratan Zat’ın “zihnini” okumak gibi bir donanımız, en azından bildiğimiz kadarıyla, yok. turuncudergi.com Kendini bilmek… Ben bütün bunlardan ne anlam çıkartıyorum? Bir insan, bir Müslüman ve bir sinirbilimci olarak, kendi zayıflıklarımı anlamak, her zaman bana yeni kapılar açmıştır. Bu bilgi aynı zamanda, bu fıtri zayıflıklarını bilmeyen insanların “Allah adına” cinayet işlemelerinin, zulüm yapmalarının, adaletsiz davranabilmelerinin, tembellik edebilmelerinin ardında yatan mekanizmayı biraz olsun anlayabilmeyi de sağlıyor diye düşünüyorum. “Allah böyle istiyor” sandığımız bir çok şeyi aslında “zihnimiz öyle istemektedir” ve bu zaafiyetimizi bilmeden bu tehlikeli düşünce yanlışının farkına bile varamayabiliriz. İslam’da Allah’ın kelamı olan Kuran-ı Kerim’i okuma oranımız ortadadır: Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2010 yılında yaptırdığı bir araştırmada, Müslümanların yüzde 20’sinin Kuran’ı hiç eline almadığı, yüzde 80 kadarının ise, okusa bile, içinde ne yazdığını bilmediği ortaya çıkmıştı. Bu elbette bir inanç için vahim bir durumdur. Fakat daha vahim olanı, “ana mesajından” habersiz olduğumuz bir din hakkında “kesin kanaatlerimiz” olmasıdır. Giyim kuşamımız, helal-haramımız, iyi-kötü telakkilerimiz, ibadet-taat anlayışımız ve daha nice “dini bilgilerimiz” neredeyse tartışılmaya gerek olmayacak kadar “açık ve sarih” görünür. Tartışma ve şüpheler, olsa olsa detaylarda, önemsiz ayrıntılardadır, zira “ana mevzuyu” çoktan anladığımızdan çoğu zaman eminizdir. Halbuki, kökten yanılıyor olmamız her zaman daha büyük bir ihtimaldir. Fakat baştan beri anlatmaya çalıştığım “zihinsel yansıtmalar” gibi kolaylıklar sayesinde, bu eksiklik çoğu zaman bizleri pek fazla rahatsız etmez. Zira bizden “murad”ın ne olduğu konusunda kendimizi çok emin hissederiz. Bu hale, İslam literatüründe “gaflet” adı verildiğini de duymuş olabilirsiniz… “Kendini bilmek gibi irfan olmaz” derler. Kendimle ilgili böyle bir bilgi, bir zaafiyet öğrendiğimde, hemen alarm çanları çalmaya başlıyor ve “acaba nerede nefsimden, nerede Hakk’dan bahsediyorum?” diye kendimi hızla sorguya çekmem gerektiğini hissediyorum. Ayrıca zihnimdeki bu kolaycılık devrelerinin hem bilinçsizce, hem de günde 24 saat çalıştığını fark edince, yükümün ne kadar ağır, emanetin ne kadar çetin olduğunu bir kez daha anlıyorum. Ama ne kadar fark edebiliyor, ne kadar gereğini yapabiliyorum, işte orası meçhul. Bana sorarsanız, Kuranî ifade ile “yeryüzünde bozgunculuk çıkaran insan”, kendi üzerine kafa yormamayı seçenlerden çıkıyor; özellikle de bu “bilgi çağında”. Kendimize ve zihnimize vakit ayırarak, üzerimizdeki emanetin ağırlığına uygun bir vaziyet alalım inşallah… Zira vaktimiz dar, işimiz zor… (*) Bu konular hakkından detaylı bilgi için Nicholas Epley imzalı Mindwise kitabına bakılabilir. Kendimiz gibi sıradan insanları bile anlamakta zorluk çekerken, acaba Yaratıcı’yı nasıl anlayabiliyoruz? vahim olanı, “ana mesajından” habersiz olduğumuz bir din hakkında “kesin kanaatlerimiz” olmasıdır. Mart 2016 / Turuncu Dergİ 75 DOSYA DOSYA OLUMLU DAVRANIŞ VE TEMEL ALIŞKANLIKLARIN KAZANDIRILMASI SERAP BUHARALI Çocuk gelişim uzmanı ve oyun terapisti s.buharali@bistanbulegitim.com O lumlu davranış, istenilen, kazandırılması, sürekliliği sağlanılmasını dilediğimiz tavırlardır.. Bazı davranışların edinimi neden önemlidir? Çünkü insan toplum içerisinde yaşayan bir varlık ve bunun içinde istenilen ve istenilmeyen davranışları edinmesi gerekiyor. Bunun için rehberi kim olacak, Ebeveynler . Birebir elimizde bir liste mi vardır ki bu davranışları bir bir kazandıralım. Peki nasıl olacak? Yapılması gereken yeri ve sırası geldiğinde ebeveynin aktif hale gelerek düşünme, muhakeme etme yetilerini güçlendirerek davranışlar konusunda çocuğu bu konuda düşünmeye sevk etmesidir. Çocuğun doğalında olumluya meyil vardır. Pozitif bilinç algısı ile hareket eder. Bu sebeple bazı durumların edinilmesi için bu durumların gereği 76 Turuncu Dergİ / Mart 2016 ve şahsı için olumlu tarafına kanaat ettirmek gerekir. İdrak ettiğiniz bilincine vardığınız durumu içselleştirme kolay olacaktır. Bu sebeple davranışların edinilebilmesi için şuur ile zihne ve ruha yerleştirmek önemli. Davranış ve alışkanlıkların yerleşebilmesi bebeklik çağlarında başlar. Öz bakım güvenlik sağlık için yaptığımız davranışlar bizi korumaya yöneliktir. Bunların kazanılması can güvenliği için gereklidir. Ruh güvenliğimiz indinde bazı erdemleri öğrenmek erken yaşta daha kolay olacaktır. Uygulamada kolaylık sağlayan şey ise alışkanlığa dönmesi az da olsa sürekli olunması vazgeçilmemesi. Hayat içerisinde kurallar vardı. Kuralların olmadığı yerde düzensizlik sağlıksız durumlar meydana gelir. Bu kazanımların oluşması için; Yönlendirmek yerine takip etmek, Davranış düşünce ihtiyaç istek ve duyguları yansıtmak Ebeveynin çocuğu tanıması ve çocuğun anlaşılmış hissetmesi gerekir. Motomot bir kurallar zinciri oluşturulmamalıdır. Yeri geldiğinde dozunda yerleştirilmelidir. Disiplin kişinin kendisi için iyi ve kötüyü ayırt edebilmesidir. Disiplin uygulamada bu vardır. Ebeveynlerin takip ettiği yöntemde şunlar olmamalıdır; • Azarlama • Aşağılama • Yargılama Ebeveynler net ve sağlam olmalıdır. Çocuğa kendi hareketleri ve davranışları konusunda kendini kontrol etmesine yardım eden bir sorumluluk vermelidir. “Davranışlarınızda varlığınızla ve tepkilerinizde en önemli olan şey niyetinizdir.” İstenilen davranışın yerleşmesi içinde ürünü değil çabayı övmeliyiz . Mart 2016 / Turuncu Dergİ 77 SANAT SOKAĞI Cilt Sanatı Kitabın cildi, insanın yüzü gibidir. O ilk karşılaşmada kurulur köprüler. Kitabı elinize aldığınızda sayfalarından önce cildinde gezinir elleriniz ipeksi dokunuşlarla. 78 Turuncu Dergİ / Mart 2016 AYFER BALABAN ayferbalaban@turuncudergi.com K itabın çehresi, yüzü, kabı, zarfı, örtüsü ve kimliği cilt. İçe, içtekilerin muhtevasına yönelik soyut bir çehre. Kitap medeniyetinin zarif tecessümü. Büyük bir manadan, o manada yoğrulan zevkten neşet etmiş bir sanat. O büyük manayı nazarı dikkate almadan cilde sadece kitap kabı olarak bakıldığında, zahirle düşünüldüğünde, inancımızla sanatımız arasındaki bağ zedelenir. Kitabın cildi, insanın yüzü gibidir. O ilk karşılaşmada kurulur köprüler. Kitabı elinize aldığınızda sayfalarından önce cildinde gezinir elleriniz ipeksi dokunuşlarla. Hatailer, rumiler sarılır parmaklarınıza, şemse güneş gibi gülümser yüzünüze. Cilt, deri demekse de yapılan ilk cilt kapakları tahtadandır. Tahtanın hem kullanımı hem de süslemesi zor olduğundan, bilahere mukavva ve deri kullanımına geçilmiştir. (Tahta kitap kaplarını duyunca özellikle genç okuyucularımızın Aa! dediklerini duyar gibiyim. Onların büyükleri de belki okula tahta kitap çantaları ile gittiler, tıpkı yazıcı gibi. Tatlı bir hatırayı da bu vesileyle aktarmış olalım.) Yeri gelmişken Orta Asya da kapakların madeni paralar ve kalıplarla süslendiklerini de söylemek icab eder. Deriyle kaplı kitap cildini ilk defa Uygurlular yapmıştır. Karahoço’da turuncudergi.com bulunan iki yazma da bu görüşü doğrulamaktadır. Selçuklularda diğer gelenekli sanatlarda olduğu gibi ciltte ekseriyetle geometrik motifler kullanılmıştır. Deriler kalındır ve renk olarak kahve tonları ve siyah hâkimdir. Ancak iç kapakta açık renk deri görülür. Ciltteki Selçuklu tesiri Fatih dönemine kadar devam eder. Bu dönemde Selçuklu izleri görülmekle birlikte rumi ve hatai motifleri gelişmiş, deriler inceltilmiş ve renkler çeşitlenmiştir. Kapak içlerinde katı’ uygulanmaya başlanmıştır. Gelenekli sanatların en güzel örneklerinin görüldüğü 16. yy. da cilt sanatı da zirvede olup şemse, salbek, köşebent, zencerek formları mükemmeldir. 18 yy. da ciltlerde çeşitlenme dikkat çeker. Mesela lake ciltler mükemmel uygulanmıştır. Bundun önceki yazılarımda olduğu gibi 19. yy.a maalesef bir zayıflamadan ve klasikten uzaklaşmadan bahsetmek zorundayım. Bu dönemde artık barok ve rokoko süslemeler arzı endam ederler kitabın yüzünde. Gel zaman git zaman, hatailer, pençler, rumiler, şemseler, kıymetli taşlar ve altınla bezeli ciltler popüler kapakları bıraktı yerini. Formları birada tutan şiraze dağıldı. Mıklep, sertab, ,cildbent meleklerin kanadında tekrar kitaba konmak için dua, gayret, himmet beklemekte. turuncudergi.com Bütün bunlara rağmen, Cumhuriyetten bu yana Bahaddin Tokatlıoğlu, Necmedddin Okyay, Mustafa Düzgünman, Emin Barın gibi ustalar bu sanatı yaşatmak için büyük çaba gösterdiler. Sevindiricidir ki Güzel Sanatlar Fakültelerinde de Cilt Ana sanat dalı kuruldu. Cilt sanatının büyük ustası İslam Seçen, bu sanata katkıları, yaşatma çabası ve yetiştirdiği mücellitlerle yaşayan insan hazinesidir. İlerlemiş yaşına rağmen yorulmak bilmeyen bu güzel insan sanatını üzerinde tevazuyla taşımaktadır. Hoş ve sıcacık tavırları onu tanıyan herkes de ayrı bir hayranlık uyandırmaktadır. Kendisini ziyaret etmek için atölyesine yöneldiğimizde 80’i aşkın yaşına rağmen bizi atölyenin kapısında, gayet mütebessim bir çehreyle karşıladığında, bu tevazuun karşısında hicabımdan kıpkırmızı olmuştum. Yaptığı kitap çehreleri de kendisi gibi mütebessim ve güzel. Artık soyut olandan somut olana çevirdik yüzümüzü.‘ Kapağını değiştirdik daha çok sattı demişti bir yayıncı. Dilim dolansa söylerken, elim titrese de yazarken dışa, pazara, satışa yönelik şimdi kitabın çehresi. Çarkuşe, yazma, gömme, yekşah,, zilbahar ya da kafes vd. İsimlerini fısıldasam bir kütüphaneden ses verirler mi acep? Diye hayal etmekten alamıyorum kendimi. Mart 2016 / Turuncu Dergİ 79 SAĞLIK SAĞLIK SAĞLIKLI BESLENME SİMGE SEVİNÇER 0 (850) 811 62 12 S ağlıklı beslenme; vücudun büyümesi, gelişmesi ve günlük işlevlerinin sürekliliğinin sağlanabilmesi için ihtiyacımız olan besin öğelerinin yaşımız, cinsiyetimiz ve fizyolojik durumumuza göre gereken miktarlarda alınmasıdır. Tüm bunların tam anlamıyla yerine getirilebilmesi için ise devreye yeterli ve dengeli beslenme kavramları girer. İnsanın sağlıklı yaşayabilmesi için elliye yakın besin öğesine ihtiyacı vardır. Bu öğelerin herhangi biri alınmadığında veya eksik alındığında ise büyüme ve gelişme engellenir, sağlık bozulur. Tüm besin öğelerini tüketebilmek, günlük iştah düzeyimizi kontrol altında tutabilmek ve metabolizma hızımıza zarar vermemek için öğün sayımızı 3 ana 2-3 ara öğün olmak üzere 5-6 öğüne çıkarmamız gerekmektedir. Böylece günlük hayatın koşuşturmacası ve stresi içerisinde kendimizi zinde hisseder ve kilo kontrolü sağlamış oluruz. Peki, sağlıklı beslenmediğimizde başımıza neler gelir? • Hareketlerimiz ağır ve isteksiz olur, • Sağlıksız genel görünüşte (aşırı zayıf veya şişman) oluruz, • Pürüzlü, kuru, sağlıksız cilt yapısına, • Şişman veya zayıf vücut yapısına, • Sık sık baş ağrısından şikâyet eden • İştahsız, yorgun, isteksiz bir yapıya sahip oluruz. Tek taraflı beslenmek (örneğin: sadece protein tüketmek) yanlıştır. Dengeli beslenerek vitaminler, mineraller ve lifler gibi önemli besin maddelerinden almış olur, ihtiyacımız olan karbonhidrat, protein ve yağlardan yararlanmış oluruz. Dünya Sağlık Örgütüne göre (WHO) günlük enerjimizin %50-55 kadarını karbonhidratlardan, %15-20’sini proteinden, %25-30’unu yağdan karşılamamız gerekir. Şimdi ihtiyacımız olan besin öğelerinden kısaca bahsedelim. Böylece siz de hangi grubu tüketip hangisini ihmal ettiğinizi sorgulayabilir ve farkındalık sağlayarak beslenmenizi düzenleyebilirsiniz. Karbonhidratlar: Vücudumuz gün içerisinde ihtiyacı olan enerjinin büyük çoğunluğunu karbonhidratlardan sağlar. Önemli olan seçtiğimiz karbonhidrat türüdür. İyi karbonhidratlar (tam tahıllı ekmekler, bulgur, koyu yeşil yapraklı sebzeler, meyveler) yüksek lif oranına sahip, vitamin ve mineral deposu, az kalorili ve kan şekerinizi yavaş yükselten besinlerdir. Kötü karbonhidratlar ise (beyaz ekmek, şeker, pirinç ve makarna) lif oranı ve besleyiciliği çok düşük, fazla kalorili ve kan şekerinizi hızlı yükselten besinlerdir. 1 Her öğünde mutlaka iyi karbonhidratlardan tüketmeniz gerekir. Tüketmediğinizde enerji eksikliği, sürekli açlık ve kas kaybı yaşarsınız. Proteinler: Kas dokusunu güçlendirmek için çok önemli olan proteinler demir, çinko, fosfor, magnezyum, B6, B12, B1 ve A vitamini, posa (kuru baklagiller) içerirler. Protein ihtiyacı kişinin cinsiyetine, yaşına, vücut tipine ve egzersiz oranına göre değişir. İhtiyacımız olan proteini dengeli bir şekilde tüketerek karşılayabileceğimiz besinler; kırmızı et, tavuk, balık, yumurta, kuru baklagiller, fındık, ceviz ve bademdir. - Süt ve süt ürünleri: Kemik sağlığı ve büyümede çok önemli rolü olan süt ve süt ürünleri; protein, kalsiyum, fosfor, B2 vitamini (riboflavin) ve vitamin B12 olmak üzere birçok besin öğesinin önemli kaynağıdır. Günlük kalsiyum 2 3 80 Turuncu Dergİ / Mart 2016 turuncudergi.com ihtiyacı yetişkin bireylerde 741 mg olmakla beraber bu miktar gebelik, yaş ve sağlık durumuyla değişim göstermektedir. Günlük ihtiyacımızı karşılamak için günde 2 su bardağı süt veya yoğurt, 2 kibrit kutusu kadar da beyaz peynir tüketmemiz gerekmektedir. - Meyveler ve sebzeler: WHO vitamin, mineral ve posa kaynağı olan sebze ve meyvelerden sağlığımız için günlük toplamda 5 porsiyon tüketmemiz gerektiğini vurguluyor. Her renginde farklı bir şifa olan sebze ve meyvelerimizin beslenmemizdeki çeşitliliğine önem göstermemiz gerekiyor. - Yağlar: Vücudumuz için gerekli olan bazı vitaminlerin (A,D,E,K) emilimini ve taşınmasını sağlayan yağları az miktarda da olsa tüketmemiz gerekmektedir. Karbonhidratlarda olduğu gibi yağlarda da sağlıklı olanı 4 seçmemiz gerekmektedir. Günlük tüketiminizin 2/3’si sağlıklı bitkisel yağlardan oluşuyorken 1/3’i doğal tereyağından oluşabilir. Aksi taktirde damar tıkanıklığı, yüksek kolesterol ve kalp hastalıklarına davetiye çıkarabiliriz. Şimdi siz de besin guruplarını her öğünde yeterli miktarlarda tüketerek kendinize sağlıklı sofralar kurabilirsiniz. Unutmayın “Besinler ilacınız, ilacınız besinlerinizdir” 5 Mart 2016 / Turuncu Dergİ 81 SEYAHAT SEYAHAT Renklerin festivali için Hİndİstan’a H oli festivali dünyanın en eski festivallerinden biridir olarak Hindistanda kutlanıyor. ‘Bahar Festivali’ ya da ‘Renklerin Festivali’ diye de bilinmektedir . Bir Hindu festivali olmasına rağmen günümüzde sadece Hintliler tarafından değil; Asya ülkeleri dışındaki ülkelerde de oldukça popülerlik kazanmış durumdadır ve benzer törenler yapılmaktadır. Ancak anavatanı Hindistandır. Festivalin en belirgin özelliği Gulal adı verilen, tamamen doğal yollarla yapılmış organik renkli tozların insanlar tarafından birbirine atılmasıdır. 82 Turuncu Dergİ / Mart 2016 turuncudergi.com turuncudergi.com Mart 2016 / Turuncu Dergİ 83 SEYAHAT SEYAHAT Ayrıca kutlama sırasında renkli su savaşları da devreye girmektedir. Festival boyunca her yer rengarenk; tüm sokaklar, parklar, bahçeler, evler, insanlar. İnsanların birbirinin yüzünü boyamasına izin vermesi ve bundan kaçmamasının sembolik bir anlamı var ; ‘sana güveniyorum, senden korkmuyorum ve bu yüzden sana yüzümü dönüyorum’ dur. Tüm bunlara ek olarak herkesin yüzünün, üstünün başının tüm sokakların rengarenk olmasıyla Hindistan’daki kast sistemide ortadan kalkıyor ve kutlamalar sırasında kadınerkek, tanıdık-yabancı, zengin-fakir gibi farklılıklar yok oluyor, herkes bir oluyor. 84 Turuncu Dergİ / Mart 2016 Tüm gün insanlar şarkı söyleyip;dans ediyorlar, Sokaklarda insanlar gruplar halinde müzik aletleri çalarken, insanlar da kendilerini müziğin ritmine kaptırıyor ve en çok bollywood’ta izlediğimiz dans figürlerini sergiliyorlar. Böylece sosyal kaynaşmada gerçekleşmiş oluyor. Festivalin diğer bir sosyal boyutu ailelerin birbirini ziyaret etmesi ve festivale özgü yiyeceklerle birbirlerini ağırlamalarıdır. Holi festivali, yeni insanlarla tanışma, kırgınlıkları unutma- unutturma, şarkı söyleyip dans etme kısacası hayata yeniden başlamanın festivalidir. Festival boyunca geceleri ise halk evlerinin önünde bahçelerde ateşler yakarak turuncudergi.com etrafında ölüleri için dua ederler. Festivalde ençok kullanılan renklerin anlamına gelince; Kırmızı: Masumiyet Yeşil: Canlılık, enerji Mavi: Sakinlik ve ağrıbaşlılık Sarı: Dindarlık Festivalin son gününde ise insanlar yakılan ateşlerin küllerinden alıp evlerine götürürler. Bu küllerin kendilerini yıl boyunca kötülüklerden koruyacağına inanırlar. Festivalin tarihleri her yıl değişmektedir, şöyle ki festival dolunayda kutlanmaya başlanır. Denk gelen tarihler ise genelde şubat ayının sonları ya da mart ayıdır. turuncudergi.com Mart 2016 / Turuncu Dergİ 85 PSİKOLOJİ PSİKOLOJİ A şk birisine şiddetle sarılma, onunla aynı yerde olma özlemidir. Onu kucaklayarak bütün dünyayı dışarıda bırakma arzusudur. İnsanın ruhuna güvenli bir sığınak bulma özlemidir” Orhan Pamuk Aşk, çoğu insan için hayatın tadı tuzudur. Hayatı renklendiren, anlamlandıran, içimizi ısıtan ama bazen de çekilmez hale getiren, karmaşalı ve sancılı bir duygu fırtınasıdır aşk... Aşk, en temelde bizim “yakınlık” ihtiyacımızla ilgili bir olgudur. Kişi bu ihtiyacı derinden hissettiğinde aşka hazır, açık hale gelir. Çevresindeki potansiyel adaylardan birine, ilk fırsatta bu duyguları hissetmeye başlar. Yani içinde büyüyen aşkı ona yansıtır. Çoğu kez bunun karşıdaki kişiden kaynaklı olduğunu düşünürüz. Yani “O, öyle güzel, özel ve farklıydı ki gönlüm ona akıverdi, aşık oldum” denir. Eğer bunun sebebi gerçekten muhatabın çok güzel, özel ve farklı olması olsaydı, onu gören herkesin O’na aşık olması gerekmez miydi? Bunca insanın kayıtsız kaldığı, hatta bazen “Ne buldun O’nda? Anlamıyoruz” denilebilen kişilere de delice aşık olanlar varsa eğer, bunun sırrı maşukta değil aşığın kendisindedir. Pygmalion Etkisi Nedir? Bizim beklentilerimiz ve yansıttıklarımız, karşımızdakini algılama biçimimizi ciddi şekilde etkiler. Biz adeta sevdiğimizi kendi zihnimizde “yeniden” yaratırız. Bu anlamda aşk aslında kişinin kendi içsel sürecidir. RUKİYE KARAKÖSE Marmara Üniv. Öğretim Görevlisi Klinik Psikoloji Uzmanı Biz adeta sevdiğimizi kendi zihnimizde “yeniden” yaratırız. Bu anlamda aşk aslında kişinin kendi içsel sürecidir. 86 Turuncu Dergİ / Mart 2016 turuncudergi.com turuncudergi.com Yunan mitolojisindeki Pygmalion’un öyküsü de bu gerçeği sembolize eden çok vurucu bir hikayedir. Hikayeye göre Kıbrıs adasında, Amathontus’da Pygmalion adında bir heykeltıraş yaşardı. Bu adam mesleğine aşıktı. En büyük zevki yaptığı heykelleri seyretmek ve onlar arasında zaman geçirmekti. Pygmalion, bir gün fildişinden çok güzel bir kadın heykeli yaptı. Bu heykel o kadar güzel, o kadar gönül alıcı oldu ki heykeltıraş yaptığı bu heykele aşık oldu. Onu candan sevdi. Ancak ruhu olmayan heykel, Pygmalion’un sevgisine karşılık veremiyordu. Aphrodite bu dertli aşığa merhamet etti ve heykeli canlandırdı. Pygmalion da aşkına böylece karşılık bulmuş oldu. İşte efsanedeki Pygmalion gibi, insanoğlu/insankızı da çoğu kez sevdiğini kendi yaratır. Ona ideal nitelikler atfeder, sonra da bu ideal özelliklere hayran/aşık olur. Aşkı Biz mi Yaratırız? İnsan aşıkken sevdiğinin en basit yönlerini bile gözünde büyütüp abartmaya başlar. Onları zorlarsak sevdikleri kişinin olumsuz yönlerinin elbette bir listesini yapabilirler. Ancak ya bu algıları görmezden gelir ve bastırırlar ya da kendilerini bu kusurların benzersiz ve çekici olduğuna inandırırlar. Oysa sevgiliye değer kazandıran, “dünyanın en güzeli ve iyisi” olması değil; sizin sevgiliniz olmasıdır. Fiziksel ve ruhsal açıdan sevgilinizden daha üstün olan çoktur belki. Mart 2016 / Turuncu Dergİ 87 PSİKOLOJİ Aylık Kadın ve Yaşam Dergisi Pembe gözlüğün etkisi ömür boyu sürmüyor, bir süre sonra o geçici körlük ortadan kalkıyor ve gerçeği, olduğu gibi görmeye başlıyoruz. İşte tam bu noktada mantık uyanmaya başlıyor ve karşımızdakini yeniden değerlendiriyoruz. 88 Turuncu Dergİ / Mart 2016 Ama hiçbiri sizin sevgiliniz gibi değildir. Öyle birine rastladığınızda aşkınızdan vazgeçip hemen “daha iyi” ve “daha güzel” olana yönelmezsiniz. Çünkü onu değerli ve önemli kılan, sizin aşkınızdır. Gerçekten de kimi aşıklar neredeyse sevdiklerine kusurları yüzünden tapar. Örnek mi? Buyurun: Genç adam: “2 yıllık evliyim. Eşim çok dik başlı, söz dinlemiyor, asi bir tabiatı var. Bu bana çok zıt, kaldıramıyorum. Onunla evlenerek hayatımın hatasını yaptım. Boşanmak istiyorum”. Terapist: Evliliğinizin öncesine bir bakalım, evlenmeden önce onu tanıma fırsatınız oldu mu? Genç adam: Evet, birbirimize aşık olduk. 2 yıl flört ettikten sonra evlendik. Terapist: Peki, eşinizin dik başlı biri olduğunu ifade ettiniz. Bunu evlenmeden önce hiç fark etmiş miydiniz? Genç adam: Tabii, elbette. Terapist: Peki bu durumla nasıl başa çıkmayı düşündünüz? Genç adam: O zaman bu inatçı, dik başlı tavırları bana cazip geldi. “Ne tatlı, kararlı bir kız, erkek gibi” dedim ve ileride sorun olacağını hiç düşünmedim. Aşkın Gözü Kör mü? Çoğu kişi aşıkken, apaçık gerçeği umursamayarak sevdiğinin olumlu özelliklerinin üzerine titrer. Olumsuz özellikleri de estetize ederek olumlu gibi algılamayı seçer. Buna göre patavatsız biri “açık sözlü”, özgüvensiz biri “hassas ve duyarlı”, bağımlı biri “deli gibi aşık” ve duyarsız biri “cool” olarak görülebilir ve bizzat olumsuz özelliklerinin kendisi kişiyi sevdiren unsurlar haline gelir. Buna “pembe lens” etkisi deniyor. Hayata ve özellikle sevilen kişiye pembe gözlüklerin ardından bakmamızı ve pespembe görmemizi sağlıyor. Tabii ki bu lenslerin ya da pembe gözlüğün etkisi ömür boyu sürmüyor, bir süre sonra o geçici körlük ortadan kalkıyor ve gerçeği, olduğu gibi görmeye başlıyoruz. İşte tam bu noktada mantık uyanmaya başlıyor ve karşımızdakini yeniden değerlendiriyoruz: Bu noktada şapkasını önüne alıp düşünen kişi “Bana göre biri mi? Ben bu adamda/kadında ne buldum?” ya da “doğru kişiyi sevmişim, bir ömür onunla olmak istiyorum” denilebilir. İlkinde hüsran ve hayal kırıklığı varken, ikincide ise mutlu bir beraberliğin başlangıcından söz edebiliriz. Aşkın sonu çoğunlukla sürprizli biter. Acı sürprizlerden uzak olmanız dileğiyle… turuncudergi.com 2016 Yılı Abonelik Dönemimiz Başladı Her ay güncel konularda en yetkili isimlerle yaptığımız röportajlar, alanında uzman yazarlarımızın ele aldığı dosya konularının yanı sıra kitap, film, mutfak kültürü sayfalarımızla evlerinize konuk oluyoruz. Yıllık Sadece100¨ Bizi Sosyal Medyada Takip Etmeyi Unutmayın! turuncudergisi.blogspot.com facebook.com/turuncukadindergisi twitter.com/turuncudergisi instagram.com/turuncudergisi www.turuncudergi.com e-mail: info@turuncudergi.com MUTFAK KÜLTÜRÜ CHEF AYŞENUR Ç orbalar mutfağımızın vazgeçilmezlerindendir. Çok çeşitli malzemeler kullanılarak hazırlanan çorbalar her yöreye göre ayrı özellikler taşır. Özellikle köy mutfaklarının çoğunda çorba mutlaka yer alır. Köy mutfağı çorbaları artık şehir hayatında doğru ve dengeli beslenemeyen bizlerin imdadına yetişiyor.Bol malzemeli ve özellikle Köy Mutfağından Gelen Baştacı Misafir 90 Turuncu Dergİ / Mart 2016 turuncudergi.com aysenur@turuncudergi.com terbiyeli çorbalar hem damağımıza hem vücudumuza hitapediyor. Mutfağımızn bazı çorbaları diğerlerinden üstündür diyebiliriz. Çünkü bu çorbalar kutlama-tören çorbalarıdır. Yani özel günlerde listenin vaçgeçilmezidirler. Düğün Çorbası da bu özellikli çorbalardan biridir. Düğün Çorbası her yörede kendine has malzemlerle yapılır. En yaygın düğün çorbası tarifini sizlere sunuyoruz. malzemeler H 500 gr gerdan veya kuşbaşı et H 1 adet havuç H 1 adet kuru soğan H Yarım demet maydanoz H 6 su bardağı su H 3 diş sarımsak H 5 yemek kaşığı margarin H 3 yemek kaşığı un H 2 adet yumurta sarısı H Yarım limon H 1 tatlı kaşığı kırmızı toz biber H Tuz, karabiber YAPILIŞI turuncudergi.com HSoğan ve sarımsaklar soyulur. Soğanlar H Kenara ayırdığımız et suyu azar azar ve dörde bölünür. H Havuçlar soyulup büyük parçalar halinde kesilir. H Maydanozlar da ayıklanır ve iri parçalar halinde kesilir. H Bu malzemeleri, 6 su bardağı su dolu bir tencereye biraz tuz ve gerdan veya kuşbaşı eti ekleyip yaklaşık 2 saat pişmeye bırakılır. H Bu arada suyun üzerinde oluşabilecek köpükler, delikli kepçeyle alınır. H Bu süre sonunda elde edilen et suyunu süzerek bir başka kaba alınır. H Gerdan eti veya kuşbaşı etini elimizle didiklenerek parçalara ayıralım veya robottan geçirelim. H Derince bir tencereye 2-3 kaşık margarin konularak üzerine un ilave edilir. 3-5 dk un pembeleşinceye kadar tencerede çevrilir. bir çırpma teli ile sürekli karıştırılarak eklenir. Bundan maksat unun topaklanmadan et suyu ile özlenmesini sağlamaktır. H Didiklenen et parçaları da eklenir ve tuzu karabiberi ayarlanıp, kısık ateşe alınır. H Terbiyesi için limon suyu ve yumurtalar iyice çırpılır. Çorbadan 5-6 kaşık çorba suyu azar azar bu limonlu terbiyeye ilave edilir. Birbirine özlenerek yedirilir.Bu haliyle terbiyemiz hazırlanmış olur. H Limonlu terbiyemiz kısık ateşteki çorbaya azar azar ve sürekli karıştırılarak yedirilir. H Geriye kalan margarin bir tavada kızdırılıp, bir tatlı kaşığı kırmızı toz biber ilave edilir. Buna yöredeki adıyla “çorbanın yağını yakmak” denilir. H Bu kızgın yağ, çorbanın üzerine gezdirilip servise sunulur. Mart 2016 / Turuncu Dergİ 91 MODA MODA Giysiler 92 Turuncu Dergİ / Mart 2016 D HİLAL OĞUZKAN kullanabilsinler. Abiye bir tuniği, birinci avetlerin, düğünlerin, sosyal faaliyetlerin derece yakınının düğünününde tam coğaldığı Yaz mevsimi boy bir kloş etekle giyerken, pantolonla gelirken biz hanımların gündüz iş toplantılarında da kullanabilir ya da kalem etekle eş dost düğünlerinde şık kıyafetleri olan talebi rahatlıkla kombinleyebilir olması kıyafeti de fazlalaşıyor. Tüketimi azaltmanın tasarrufun çok önemli olduğu dolapta bekler klişesinden kurtarır. zamanımızda hem şık giyinip hem Seyyar işlemeli aksesuarlar (yaka de daha az harcama yollarını bilmek Kemer omuz vs ) iddialı olmak gerekiyor. Kolay kombinlenebilen parçalar istediğinizde takılıp İstemediğimiz de monte edilmediği için devre dışı seçmek hayatımızı kolaylaştırır. Bu bilinçle, hanımlara zamanı bırakıldığında bambaşka bir elbiseye olmayan ve bircok durumda giyilebilecek dönüşür. Tüm tasarımlarımda özellikle giyilebilirliği ne kadar fazla o kadar başarılı kıyafetler yapmaya ozen gösteriyorum Hem günlük koleksiyonumda hem felsefesiyle koleksiyonlarımı hazırlıyorum. abiyelerimde hep bu anlayışla çalışıyorum Sadece günuün kişisi sizseniz o zaman . İstiyorum ki hanımlar aldıkları o gün tek bir gün o giyside. Bir kere giyinilebilir sevgiler. parçaları bir çok ortamda değiştirerek turuncudergi.com turuncudergi.com Mart 2016 / Turuncu Dergİ 93 Tom Ford TERZİDEN ı s a d o m z a g m ta Gucci Moda hayatına girişi yeni olmasa da; Bomber Ceketler, retro ile modern Chole tarzı 2016 İLKBAHAR YAZ SEZONUNDA yeniden kombinlere YANSITACAK Fendi H emen hemen her sezon, yeni tasarımlarla kullanıcılarla buluşturulan bomber ceketler; her kadının dolabında en az bir tane bulunması gereken zamansız parçalardan. Dolce&Gabbana March Jacobs Mavi Etkisi lar Çanta Çanta seçimi bir kadın için en önemli aksesuar seçimlerinden biridir. Aynı zamanda stilinizin oluşmasına da yardımcı olan anahtar parçalar arasında yer alır. Çanta modellerinin hem kullanım, kumaş ve desen hem de metal aksamları gibi birçok detay çantaların tarzını etkiler. 2016 İlkbahar yaz sesonuna damga vuracak çanta modellerini sizler için seçtik Tom Ford Gucci Emma Cook Lanvin Burberry Marni Balenciaga Jonathan Saunders 94 Turuncu Dergİ / Mart 2016 Shop Art turuncudergi.com Fendi Miu Miu Mart 2016 / Turuncu Dergİ 95 TERZİDEN J.Crew Sevan Bıçakcı Oscar de la Renta Versace Etro Stella McCarntney Victoria Beckham Emillio Pucci Gucci Mavi ncu ruEtkisi Mavi eseni k dEtkisi Tu Akris 2016 İlkbahar Yaz sezonunun rengi ne diye sorarsanız hiç kuşkusuz Turuncu’yu söyleyebiliriz, Bu sıcak renk önümüzdeki renk önümüzdeki sezonu resmen ele geçirecek ve vitrinler turuncularla bezenecek. Eğer turuncu en sevdiğiniz renkler arasında yer alıyorsa ya da bu yaz renginin teninize yakıştığını düşünüyorsanız, çok şanslısınız. Bu canlı tona alışmakta zorluk çekenler ise birbirinden güzel tasarımları görünce fikirlerini değiştirebilir. Çiçe İlkbaharın habercisi Mart ayının gelmesiyle birlikte sokaklara sirayet eden cıvıl cıvıl bir sezona merhaba diyoruz. Çiçek deseninin olmadığı bir ilkbahar sezonu, çiçeksiz bir ilkbahara benzer desek çokta abartmış olmayız herhalde. Doğanın bir parçası olarak, tabiatla uyumlu giyinmek yükselen bir trend. Çiçek desen popüler bir eğilim. Çiçekli elbise ve etek en çok tercih edilen parçalar arasında. Gilet Manolo Blahnik Gucci Oasis Dries Van Noten 96 Turuncu Dergİ / Mart 2016 turuncudergi.com Adidas Mart 2016 / Turuncu Dergİ 97 BEDESTEN Minimalist fikirler 98 Turuncu Dergİ / Mart 2016 BEDESTEN Yaşama alanınızda hacimli ve gösterişli mobilyalar, ağır perdeler, klasik avizeler değil yeterli miktarda sade tasarımlı mobilyalar, bolca boş alan, modern aydınlatma elemanları ve gereksiz eşyalardan arındırılmış yalın bir görünüm istiyorsanız modern dekorasyon tarzı size hitap ediyor demektir. Bu tarzın bir çeşitlemesi olan minimalist dekorasyon stili ise mekanında gözü rahatsız eden hiçbir parça istemeyen kişiler tarafından tercih ediliyor. Minimalist dekorasyonda mekanlarda tek bir renk hakim oluyor ve başka bir iki renk sadece detaylarda kullanılıyor; veya düzenleme aynı nötr rengin birbirine Mart 2016 / Turuncu Dergİ 99 BEDESTEN BEDESTEN yakın tonlarıyla yapılıyor. Minimalist salon dekorasyonu yapmak ve salonunuzda dekoratif aksesuar çeşitleri de kullanmak istediğinizi varsayalım; bu aksesuarları sağa sola serpiştirmemeniz, hepsini bir arada bulundurmanız gerekiyor. Dizayn edilen alana ferah ve düzenli bir hava getiren bu stil özellikle evinde çok fazla alan bulunmayanlara cazip gelecektir. Minimalist dekorasyon uygulaması için daha çok beyaz, bej ve krem renkleriyle kahverenginin uçuk tonları kullanılıyor. 100 Turuncu Dergİ / Mart 2016 aaa Zemin döşemesi olarak seramik, parke, lamine gibi döşeme seçeneklerinin fazla süslü olmayanlarını kullanabilirsiniz. Deri kanepeler minimalist tarzda döşenmiş mekanlara mükemmel uyum sağlıyor. Deri oturma gruplarından hoşlanmıyorsanız kullanmayacaksınız tabii; fazla renkli ve desenli olanları dışında çağdaş tasarım ürünü herhangi bir kanepe ve koltuklar da bu tarz bir mekana yakışacaktır. Aydınlatma için modern avize modelleri, spot aydınlatmalar ve LED lambalar kullanabilirsiniz. Bu stilde fazla renk kullanılmıyor, ama bu sizi sevdiğiniz renkteki bir parçayı kullanmaktan alıkoymasın. Minimalist dekorasyonun temel ilkelerine uyan bir iç mekan düzenlemesi yapıp buraya sevdiğiniz renkte tek bir koltuk veya puf koyabilir ya da duvara bir resim asabilirsiniz. turuncudergi.com turuncudergi.com Mart 2016 / Turuncu Dergİ 101 SİNEMA Annemİn yarası GÜLAY KURT gulaykurt@turuncudergi.com Vizyon Tarihi: 11 Mart 2016 Yapımı : 2016 - Türkiye Tür : Dram Yönetmen : Ozan Açıktan Oyuncular: Okan Yalabık, Ozan Güven, Belçim Bilgin Erdoğan, Bora Akkaş, Meryem Uzerli S alih on sekiz yaşına geldiğinde kayıp ailesini bulmak üzere yetimhaneyi terk eder ve babasını ararken bir çiftlikte işe başlar. Hiç beklemediği bir anda hayalindeki yuvayı bulmuştur. Heyecan ve tansiyon yükseldikçe yeni sırlar da su üstüne çıkar. Salih geçmişinden kurtulup bu yuvada mutlu olabilecek midir? Soluk soluğa izlenecek Annemin Yarası, Salih’in peşinde umudun izini sürüyor. Dedektif Galban Vizyon Tarihi: 11 Mart 2016 Yapımı : 2016 - ABD Tür: Dram , Gizem Süre: 102 Dak. Yönetmen: Declan Dale, Gee Malik Linton Oyuncular: Keanu Reeves, Christopher McDonald, Mira Sorvino, Ana De Armas, Peter Conboy Senaryo : Gee Malik Linton, Declan Dale Yapımcı : Keanu Reeves, Cassian Elwes 102 Turuncu Dergİ / Mart 2016 N ew York Şehir dedektifi Scotty Galban’ın kendi iş arkadaşının cinayetini araştırırken az sayıdaki kanıtların içinde bir fotoğrafta genç bir öğretmen olan, Isabel De La Cruz’u görür. Galban cinayeti çözmeye yaklaştıkca , Isabel’in de bir şahit olduğuna inanmaktadır. 3 Kungfu Panda Vizyon Tarihi: 18 Mart 2016 Yapımı: 2016 - ABD Tür: Animasyon, Aksiyon, Macera Yönetmen: Jennifer Yuh, Alessandro Carloni Seslendirenler: Okan Yalabık , Tarkan Koç, Köksal Engür, Deniz Uğur, Erdem Çalışkan Senaryo: Jonathan Aibel, Glenn Berger Yapımcı: Guillermo del Toro, Melissa Cobb M ükemmel bir kung-fu ustası olabilmek için yolculuğuna devam eden Po, ustası Shifu’nun emekliye ayrılmasıyla hocalık yapmaya başlar, ancak bu sandığından çok daha zordur. Bu esnada gerçek babası Li ile karşılaşır. Li ile keyifli zaman geçirirken kötü kalpli Kai, bütün kung-fu ustalarını yenerek onların güçlerini çalmaya başlar. Po’nun tek çaresi, sadece pandaların yaşadığı bir dağ köyüne giderek buradaki eğlenceyi seven ve sakar pandalara kung-fu öğretmek olacaktır. KOD ADI LONDRA Vizyon Tarihi: 04 Mart 2016 Yapımı: 2016 - ABD , İngiltere Tür : Aksiyon, Gerilim, Suç Yönetmen: Babak Najafi Oyuncular: Gerard Butler, Aaron Eckhart, Morgan Freeman, Alon Aboutboul, Melissa Leo Senaryo: Katrin Benedikt, Creighton Rothenberger , Christian Gudegast ABD Başkan’ını global tehditlere karşı koruyan özel güvenlik şefi Mike Banning’i bu sefer İngiltere’de terörist faaliyetlerin yer aldığı zorlu bir sınav bekliyor. İlki merak uyandıran aksiyonun devam filminde başrolleri yine Gerard Butler ve Aaron Ecklhart paylaşıyor. 103 KÜLTÜR SANAT KÜLTÜR SANAT NEFESİN Mucİzelerİnİ keşfet Tarihler: 09 Şubat 2016 Salı 18 Ekim 2016 Salı 09 Şubat 18:00 - 18 Ekim 18:00 Yer: Doubletree By Hilton İstanbul Moda Ücret: 1. Kategori - 180.00 TL İBB KENT ORKESTRASI ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNİ ANIYOR 3 Kasım 1914-18 Mart 1915 tarihleri arasında Çanakkale Boğazı’nda yapılan deniz savaşlarıyla, 25 Nisan 1915 - 9 Ocak 1916 tarihleri arasında Gelibolu Yarımadası’nda 104 Turuncu Dergİ / Mart 2016 Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor! (Mehmet Akif Ersoy 1873-1936) yapılan kara savaşları Türk tarihinin en şerefli sayfalarını dolduran destanlarındandır. Çanakkale’nin deniz ve kara savaşları; Türk devleti ve milletinin 1800’lü yıllarının hemen çoğunluğunda görülen yenilgilerden sonra, askeri ve siyasal varlığını bir kez daha kanıtladığı savaşlardır. Türk halk müziği geleneği içinde yer alan ve büyük çoğunluğu anonimleşen sözlü müzik eserleri yani türküler, genellikle bir olay üzerine yakılırlar. Bu olaylar bir milleti ilgilendirecek kadar büyük niteliklerde olabileceği gibi, dar çevrelerde meydana gelen türden de olabilir. Türküler halka ait kültür ürünleri olarak, icracıları vasıtasıyla düğünlerde, asker ocaklarında, bireysel veya toplumsal göçler gibi etkenlerle yakıldıkları çevrenin dışında da tanınıp bilinebilirler. Çanakkale destanını yazmak üzere cepheye koşan on binlerce vatan evladı, burada türkülerini de paylaşmış destanları ve şehadetleri ise yurdun her yanında Çanakkale türkülerinin yakılmasına sebep olmuştur. 2007 yılından itibaren İBB Orkestralar Müdürlüğü bünyesinde oluşturulan ve kurumsal çalışmalarına başlayarak yurt içi ve yurt dışında seçkin organizasyonlarda konserler veren İstanbul Büyükşehir Belediyesi Türk Halk Müziği Topluluğu bu müzik türünü ve icra geleneğini başarıyla temsil etmektedir. Topluluk bu konserinde Çanakkale destanı için hazırladığı özel repertuvarı seslendirecektir. CRR KONSER SALONU 16 MART 2016 SAAT 20:00 turuncudergi.com Nereden Alınır: Biletix Çağrı Merkezi: 0216 556 98 00 Biletix Satış Noktaları, www.biletix.com ve Mekan gişe Nefes alış veriş şeklinizin yaşamınızı ne derecede etkilediğini merak ediyorsanız, bu eğitime siz de katılmalısınız. Bu çalışmada çok şey var. Mesela; H Limitleyici nefes alışkanlıklarımızın bizi nasıl etkilediğini, H Nefesinizi limitliyor ve çarpıtıyor olmanın yarattığı fiziksel, duygusal, mental ve ruhsal rahatsızlıkları, H Problemlerinizden özgürleşmek, daha sağlıklı, başarılı, maddi manevi daha bol, huzurlu, mutlu olmak, sevgi ve anlayış içerisinde bir yaşam yaşamak için neler yapmanız gerektiğini, H Doğal nefesin ne olduğunu, H Nefesin açılmasının, doğal nefes almanın size fiziksel, mental, duygusal ve ruhsal seviyede ne gibi yararlar sağlandığını, H Doğal nefese nasıl sahip olacağınızı, H Nefesimizi açmak, limitleyici nefes alışkanlıklarınızdan arınmak için ne yapmanız gerektiğini teorik bilgiler ve uygulamalar ile öğreniyor olacaksınız. Tarİhİn Sonsuzluğunda: Notre Dame De SIon 160 Yaşında N otre Dame de Sion, kuruluşunun yüz altmışıncı yılını “Tarihin Sonsuzluğunda: Notre Dame de Sion 160 Yaşında” adlı bir sergiyle kutluyor. Okulun eski öğrencilerinin kurmuş olduğu NDS’liler Derneği’nin girişimiyle; Vildan Gülçelik, Dürin Ababay Kariyo, Emine Perviz Erdem-Genpa, Habbib Pişan, Ayşin Arca-Tura Turizm ve Ahmet Kozikoğlu-Vista Turizm’in desteğiyle hazırlanan sergi 20 Ocak - 12 Mart 2016 tarihleri arasında, okulun sergi salonunda gezilebilecek. Tarihler: 20 Ocak 2016 Çarşamba 15 Mart 2016 Salı Yer: Notre Dame de Sion Lisesi Cumhuriyet Cad. 127 Harbiye Şişli İstanbul Telefon: 0212 219 16 97 turuncudergi.com Mart 2016 / Turuncu Dergİ 105 KİTAP MÜCELLA Kitabın Yazarı: Nazan Bekiroğlu YAYINEVİ: Timaş KİTAP TÜRÜ: Roman YAYINLANDIĞI YIL: 2015 SAYFA SAYISI: 344 KALEMİN YAZGISI Nazan Bekiroğlu Nar Ağacı’ndan sonra merakla beklenen yeni romanı Mücellâ’da bizleri 1920-1970’li yılların Türkiye’sinden nostaljik bir hikâyeyle buluşturuyor. Mücellâ, genç Cumhuriyet’le yaşıt bir kızın, unutulmuş kumaşların, kokuların, alışkanlıkların, iğne oyalarının, kimi yarım kalmış kimi tamamlanmış aşkların, hayatı seyretmekle yaşamak arasında gelip giden kadınların romanı. Zamanın daha ağır aktığı, hayatın ritminin daha çok mahalle aralarında karar bulduğu vakitler. Gaz lâmbasının ışığında içilen nohut kahvesinin ağızda buruk bir tat bıraktığı dönemler. Arka planda Türkiye, pek çok çalkantının içinden geçerken bile kendini bildi bileli çeyiz işleyen bir genç kız Mücellâ. Adım adım hayattan çekilirken bunu neredeyse hiç fark etmeyen... Neyi beklediğini bilmeden bekleyen... Kitabın Yazarı: Selvigül K. Şahin YAYINEVİ: Okur Kitaplığı KİTAP TÜRÜ: Deneme YAYINLANDIĞI YIL: 2014 SAYFA SAYISI: 136 Yazgınızı yaşarken, bazı insanlar bir ayet gibi çıkar karşınıza... Bunlar eşinizdir, evlatlarınızdır, dostlarınızdır. Onlarla yollarınızın kesişmesi kaderdir, yazgıdır. ‘Bu dünyayı ne yapıp yapıp Öteki Dünyadan haberdar kılmalı. Onunla tanıştırmalı. Unutmuş olduğu o dünyayı ona hatırlatmalı. Cennete doğru uzatmalı’ diye hatırlatmalar yapar Üstad Sezai Karakoç.” Selvigül Şahin, Kalemin Yazgısı kitabında unutmuş olduğu dünyayı hatırlatıyor okura. GERGİN BİR YAY Kitabın Yazarı: İsmail Isparta YAYINEVİ: İz Yayıncılık KİTAP TÜRÜ: Öykü YAYINLANDIĞI YIL: 2014 SAYFA SAYISI: 124 İsmail Isparta genç ve esnek kalemiyle duyuş ve sesleniş arasında kurulmuş köprüyü işaret ediyor bize. Kahramanının asla var olmayacak harikalar diyarı fantastiğin sınırlarında gezdiğinizi düşündürürken, aslında sizi tanıklık sandalyesine çiviliyor. Öykülerin ironisi tebessüme sebep olurken, hakikatle teması yaralıyor. Gergin bir yay; değerli bir ilk adım… 106 Turuncu Dergİ / Mart 2016 turuncudergi.com