1 RUSYA TARİHİ VİZE DERS NOTLARI (NOT
Transkript
1 RUSYA TARİHİ VİZE DERS NOTLARI (NOT
Petersburg’da ilim akademisinde 18. yüzyıl sonlarında çalışmalar yapan G.Z. Bayer, G.F. Miller, A.L. Şletzer önemli isimlerdir. Çünkü bir bakıma Rus tarihçiliğini başlatan Alman kökenli bu şahsiyetlerdi. İlk Rus alimi sayılan M.V. Lomonosov ve ondan sonra V. Tatişçev, Şerbatov, Novikov, Golikov, bugün de popüler olan 12 ciltlik Rus Tarihi eserinin yazarı N. Karamzin, 24 ciltlik Rus Devleti Tarihi’ni kaleme alan Solovyev, V. Sergeyeviç, V. Kluçevskiy, S. Platonov gibi Rus alim ve yazarlar Rus tarihinin başlangıç ve ilerleyen dönemleri hakkında oldukça önemli şahsiyetler olup, Rus tarih yazıcılığı için de kurucu sayılabilecek kişiliklerdir. Burada ismi zikredilen yazarların eserlerini tarihi, hukuki, sosyal, kültürel ve daha pek çok yönden tasnif edebiliriz. Ancak bu tasnif dersin konusu olmaktan ötede, Rus tarihi alanında uzmanlaşma işi olacağından burada değinilmeyecektir. RUSYA TARİHİ VİZE DERS NOTLARI (NOT:Aşağıda aktarılan bilgiler Rusya Tarihi dersini alan öğrencilerin anlatılan konuları takip edebilmeleri amacıyla ve kimi zaman blok alıntılarla çeşitli kaynaklardan yararlanılarak bir araya getirilmiştir. Öğrencilere yönelik hazırlanması nedeniyle alınan bilgiler metin içi veya dipnot yöntemiyle gösterilmemiş olup, ders notlarının hazırlanmasında başvurulan kaynaklar son sayfada verilmiştir!) GİRİŞ Bugün Rusya Federasyonu’nda yaşamakta olan Rusların tarihi başlangıcı ile ilgili ülkemizde hemen hemen hiç denilebilecek kadar az çalışma olmasına karşın, batılı araştırmacılar ve tabi ki Rus araştırmacılar tarafından oldukça fazla sayıda çalışma ortaya konulmuştur. Bütün bu araştırmalar içerisinde Rusların kökeni ile ilgili bugüne kadar pek çok görüş ortaya atılmış görünüyor. Köken araştırmaları bir yana, özellikle Rus topraklarındaki Altın Orda hakimiyetinden sonraki süreç içerisinde çarlık dönemi ise üzerinde en çok durulan, en fazla araştırmanın yapıldığı süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Doğal olarak çarlık veya imparatorluk dönemi üzerine hem ülkemizde, hem de başka çevrelerde çok daha fazla çalışma bulunması, Rusların sözü edilen dönemde diğer milletlerle daha fazla ilişki kurması, diğer devletlerin tarihinde büyük roller oynamasının doğal bir sonucudur. Sovyet dönemine baktığımızda ise, özellikle ülkemizde çok fazla bir çalışmanın yapılmadığını görmek üzerinde durulması gereken ciddi sorunlardan birisi olarak varlığını sürdürmektedir. 1. KÖKEN PROBLEMİ Rusların tarihi başlangıcı ile ilgili ortaya konulan bütün bilgilerden yola çıkılarak, Rusların ataları meselesini Slavların kökenini açıklama ile ilgili olarak bir arada kullanma zorunluluğu olduğunu belirtmek gerekir. Rus tarihi üzerine önemli çalışmalar yapan Vernadskiy, köken problemini dil bağına indirgeyerek açıklamaya çalışanlara karşı çıkarak, köken araştırmalarını dil bağına indirgenmemesi gerektiğini, Rusların kökeninin Doğu Slavları olduğunu söylemektedir. Yaşanılan bölge baz alınarak Slavlar da doğu, orta, batı olmak üzere üç kısma ayrılmaktadır. Buna göre Batı Slavları Vistula nehrinin orta ve yukarı kısmında; Orta Slavlar Karpatlar ile Dnyeper nehri arasında; Doğu Slavları da Don nehri bölgesi ile bozkırın kuzeyinde yaşamaktadır. Rusların kökeni ve Rus devletinin kuruluşu konusunda söylenebilecek ilk husus, ortaya konulan bir takım bilgilerin doğruluğunu tartışabilmek için Rus, Bizans, Arap, Fars kaynaklarına hakim olma zorunluluğu mevcuttur. Çünkü ancak bu şekilde verilen bilgiler mukayeseli olarak incelenebilir ve üzerinde görüş bildirilebilir. Ayrıca Rusların bu erken dönemleri ile ilgili yazılan ikinci el kaynaklar da önemli bir değer taşımaktadır ki, köken ile ilgili teorileri ortaya koyan Slav adı tarihte ilk defa Yunanca bir eserde Sclabeni ve Latince bir eserde de Sclabeni şeklinde geçmekte olup, görüleceği üzere iki kullanım hemen aynı gibidir. Söz konusu kullanımlar da 6. yüzyıl kaynaklarında geçmektedir. Slavların kendilerine aynı dili konuşan ve birbirleriyle anlaşabilen anlamında Slovene 1 dedikleri, anlaşamadıkları yabancılara ise Nemtsy dedikleri ileri sürülmektedir. İlk zamanlarda özellikle sınır boylarında görev yapan Slav askerlerin Kimmer, İskit, Sarmat-Got, Hun, Avar, Hazar, Bulgar, Norman, Bizans ordularında görev yaptıkları ve bu görevleri nedeniyle geniş bir bölgeye yayıldıkları söylenmektedir. Slav toplumunun bugün yaşadıkları coğrafyaya baktığımızda söz konusu devletlerin vaktiyle bulunduğu bölgeler olması, bu yayılma teorisini güçlendirir niteliktedir. Alman kökenli bilim insanlarınca ileri sürülen Norman teorisine karşı, Rusların kendi tarihleri ile ilgilenmeye başlamaları ardından Slav teorisi ortaya atılmıştır. Norman teorisine zıt olarak Rus isminin kuzey değil, güneydeki Kiev ile bağlantılı olduğu, bunun da Ros isimli nehir ile 555 yılına ait Süryanice kaynakta Kiev’deki Kuzey Kafkas halkına verilen Hros adı ile desteklendiği görülmektedir. Slav teorisinde Normanlar da Slav-Rus knezliklerinin temsilcisi olarak görülmektedir. İşte buradan hareketle Vernadskiy de Rusları, Alanlarla Slavların karışımı olan Doğu Slavlarına dayandırmaktadır. Rus adının ise ilk kez 11. yüzyıl ortalarında Normanların Slav halkı içerisinde asimile olmaları sonucu Norman savaşçı tüccarlarının Rus olan adının bölgedeki Slavlar için kullanılmaya başlaması ile ortaya çıktığı savunulmaktadır. Bu görüş içerisinde Fars coğrafyası İbn Hurdazbih’in “Ruslar, Bizans hakimiyetinde Karadeniz kıyısında, Hazar hakimiyetindeki Volga’da ticaret yapar, vergi verir” bilgisi ile Maurice’in Strategikon eserindeki “Ruslar, ormanlık bölgelerde, nehir, göl, bataklık kenarlarında yaşar, ekili toprakları yoktur, göçebe yaşarlar” bilgisi kullanılmaktadır. Her iki kaynaktaki veriler ışığında ilk Rusların yerleşik ve düzenli bir topluluk şeklinde yaşamadıkları, ticaretle uğraştıklarını söylemek mümkün olacaktır. Ancak ilk dönem bilgileri üzerinde Rusların tarihi başlangıcı ile ilgili net bir bilgi ortaya konulamamaktadır. Bugüne kadar yapaılan araştırmalarda köken meselesi ile ilgili iki görüşün ortaya konulduğu görülecektir. Bunlardan biri, Rus tarih yazıcılığını başlatan Alman kökenli alimlerce ortaya atılan Norman teorisidir. Gerhard Friedrich Müller tarafından 1739 yılında ortaya atılan bu teoride Rus devletinin İlmen Gölü ve Dnyeper Nehri kıyılarında yaşayan Normanlar veya İsveçliler tarafından kurulduğu görüşü söz konusudur. Aynı teoride Rus isminin, Finlilerin 9. yüzyıl ortalarında İsveçliler için kullandıkları Ruotsi’den türediği ileri sürülmektedir. Bu teoride Varegler adıyla bilinen grup da savaşçı tüccarlar olarak nitelenmektedir. Norman teorisinin tarihsel dayanağı olarak 1111 yılına ait Nestor ve Sylvester kronikleri gösterilmektedir. 2 İlk ortaya atılan Norman teorisi ve ona karşı öne sürülen Slav teorilerinin hangisinin doğru olduğu bir yana, Slav teorisinin Ruslar tarafından daha fazla kabul gördüğünü söylemek mümkündür. Her iki teorisin de haklı yönleri söz konusu olmakla birlikte Norman teorisinin dışlanması, belki de Alman kökenli alimlerce ortaya atılmasından ileri gelmektedir. Ancak ilerleyen konularda değinilmesi planlandığı üzere, Rus devlet yönetiminde ve modernleşmesinde Alman etkisi de Rus tarihi için göz ardı edilemeyecek bir husustur. Ayrıca Rus tarih yazıcılığını da 18. yüzyılın ikinci yarısında Almanların başlattığını söylemek yanlış olmasa gerektir. birliklerin ihtiyacına yöneltecek resmi bir sınıf oluşturmaya ayırma zorunluluğunu ortaya çıkarmıştı. Buna bağlı olarak kaynak aktarımını gerçekleştirebilecek, buna engel oluşturmayacak bir sisteme de ihtiyaç durulmaktaydı. Coğrafi konum ve yayılma alanları açısından bakıldığında farklı yapılar arasında yer alma zorunluluğu Rus tarihi için dördüncü bir karakter olarak gösterilebilir. Bu tespit özellikle devlet yönetiminde ve modernleşme çabalarında açıkça ortaya çıkmaktadır. İdari yapı, eski bozkır devletleri ve Çin devlet teşkilatından modellenen Asyalı bir devlet modeli iken; kültürel yapı, Katolik ve Protestan ülkelerden modellenen Avrupalı devlet modeli görünümündedir. Dinsel yapı ise, daha farklı olarak Doğu Roma (Bizans) modelidir. Bütün bunlar ise hepsini bir araya getirmedeki zorluk olarak karşımıza çıkmakta, Rus tarihinin genel seyrini etkileyen karakteristik özelliklere dönüşmektedir. Rusların kökeni ile ilgili öne sürülen görüşleri bir yana bırakacak olursak, Rusya tarihini ilerleyen konularda da doğru anlayabilmek için genel bir karakter çizilme denemesi bize yardımcı olacaktır. Rus tarihi üzerinde çizilmeye çalışılan bu genel karakterin bir deneme olduğunu da belirtmek gerekir. d’Encausse’nin de belirttiği gibi, coğrafi talihsizlik üzerine seyreden bir tarih söz konusudur. Konumu ve sahip olunan coğrafya nedeniyle Rus toprakları dışarıya kapıları açık bir ülke olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum doğal olarak, uzun yıllar ülke kaynaklarının pek çoğunun sınır güvenliğine ayrılmasını zorunlu kılmıştır. Doğal sınırlara ulaşma gayreti de organize olamamış toplulukların, etnik grupların topraklarını ele geçirme zorunluluğunu beraberinde getirmiştir. 2. DEVLETİN KURULUŞU IX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bir kaç Vareg-Rus knezi muhtelif yerlerde hâkimiyet kurdular. Bu knezler arasından Rurik, kendisine rakip knezleri ortadan kaldırdıktan sonra geniş bir sahayı idaresi altına almayı başardı ve Rus Devletinin kurucusu olarak kabul edildi. Rurik (862-879)’in ölümünden sonra Oleg, Kiev’i ele geçirerekdevleti yönetmeye başladı. Oleg 912’de ölünce Kiev tahtına Rurik’in oğlu İgor geçti. İgor'un knezliği hem dışarıda hem de içeride başarısızlıkları beraberinde getirdi ve Drevlyanlar tarafından öldürüldü. Oğlu Svyatoslav çok küçük olduğu için karısı Olga, devlet idâresini eline aldı. Olga’nın Hıristiyan olmasıyla Rusya’da Ortodoksluk önemli bir hale geldi. Olga’dan sonra oğlu Svyatoslav (965-973) tahta geçti. Svyatoslav Hazarlar ve Bulgarlar üzerine seferler gerçekleştirdi. Peçeneklerle de mücadele eden Svyatoslav bu mücadelelerden birinde öldürülmüştür. Svyatoslav’ın ölümünün ardından oğulları arasında mücadeleler başladı. Vladimir, Yaropolk’a karşı harekete geçti ve Kiev şehrini zapt etti. Rus tarihinin dönüm noktalarından birini teşkil eden İlk olarak zikrettiğimiz coğrafi talihsizlik ile bağlantılı olarak sürekli genişleyen topraklar çok uluslu bir devlet ortaya çıkarmıştır. Bu da zamanla Rus unsurunu baskın kılma gayretini kaçınılmaz hale getirmişti. Çok uluslu devlet içerisinde her kesime hakim olabilmek için kendi içinde farklılıklar gösteren aristokrat sınıfın varlığını, çok uluslu bir yönetici sınıf bulundurma zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Rus tarihi ile ilgili söylenebilecek bir başka karakter özelliği de kırılgan yapıdır. Bütün birikim, zenginlik, toprak ve nüfusun büyük kısmını askeri 3 Hıristiyanlığın kabulü de Vladimir zamanında oldu. Kilise örgütlenmesinde Konstantinopol’e bağlanılmış oldu. Kültür yönünden Hıristiyanlığın kabulünün en önemli neticesi Ruslar’ın alfabe ve yazı dili sahibi olmalarıdır. Vladimir’in ölümünden sonra (1015) oğulları arasında mücadeleler yaşanmış ve Yaroslav, kardeşler arasındaki mücadeleyi kazanarak Kiev tahtına oturmuştu. boyunca kalarak Kiev knezlerinin hizmetine girdiler. Oğuz, Peçenek ve Berende (Berendi, Berendey) zümrelerinin Rus knezleri tarafından himaye edilmeleri, Kumanları gücendirmiş ve bu yüzden akınlarına sebep olmuştur. Kumanlar’la savaşlar yıllıklarda bir hayli yer tutmuştur. İlk büyük Kuman hücumu 1061 yılında olmuştur. Bu tarihten itibaren Pereyaslavl ve Kiev sahası Kumanların akınlarına maruz kalmıştır. Rus köyleri ve şehirleri yağma edilmiş, ahali tutsak sıfatıyla Kırım’daki Bizans iskelelerinde köle diye satılmıştır. Rus ülkesinde meydana gelen iç karışıklıklarda Kuman akınlarının artmasını sağlamıştır. Bozkırla sınırdaş olan özellikle Çernigov ve Kiev knezleri bir zamanlar Peçenekler’e karşı yapıldığı gibi, Kumanlar’ı durdurmak gayesiyle müstahkem şehirler yapmışlar veya kilometrelerce uzanan hendekler ile toprak tabyalar inşa etmişlerdir. Fakat bu müdafaa tedbirleri Kuman akınlarını durdurmaya yetmemiştir. Ayrıca Rus knezleri bazen karşı akınlarla Kumanlar’ı zaafa düşürerek, onların Rus yurduna olan akınlarını önlemek istemişlerdir. Özellikle Vladimir Monomach (11131125)’ın faaliyetleri yıllıklarda teferruatlı bir şekilde verilmiştir. Vladimir, diğer knezleri Kumanlar’a karşı yapacakları seferlere katılmak için toplantılara davet etmiştir. Bunlardan Dolob gölü yakınlarında yapılan toplantıda Kiev knezi Svyatopolk ile Kumanlar’a karşı bir sefer yapılmasına karar verilmiştir. 1103’de yapılan bu seferde Kumanlar ağır bir yenilgiye uğramışlar, Ruslar 20 Kuman büyüğünü öldürerek pek çok hayvan ele geçirmişlerdir. Yaroslav’ın hâkimiyet yıllarında Rusya’da Hıristiyanlık tamamıyla yerleşmiş, Kilise teşkilatını tamamlamıştır. Rusya’nın ilk yazılı kanunu Yaroslav tarafından yazılmıştır. “Pravda Yaroslava: Yaroslav’ın Kanunu” olarak bilinen bu ilk Rus mecellesi, esas itibarıyla “boy nizamı” özelliklerini ve “Vareg-Rus” örf ve âdetlerinin izlerini taşımakla beraber, büyük ölçüde Bizans-Hıristiyan kanunları ile yazılmıştır. Kiev Rusyası’nda ilk knezlerden itibaren sağlam bir veraset nizamı yoktu. Knezlerden en kuvvetlisi hangisi ise o Kiev’de yerleşmeye muvaffak oluyordu. Her knezin ölümünden sonra, oğulları arasında taht kavgaları çıkar ve iç mücadele mahiyetini alırdı. Dışardan kuvvetli bir baskı olmadığı için devlet dağılmıyordu. Yaroslav daha hayatta iken mühim merkezleri oğulları arasında paylaştırmıştı. Büyük oğlu İzyaslav’a Kiev ve Novgorod şehirlerini verdi. Bu suretle “büyük ticaret yolu”nun kontrolü tamamıyla ona ait olacaktı. İkinci oğlu Svyatoslav’a Çernigov; üçüncü oğlu Vsevolod’a Pereyaslavl’i bıraktı. Büyük oğlu İzyaslav Kiev’i almakla “Büyük Knez” telakki edildi. Knezin diğer oğulları da birer “Knez” sıfatıyla öbür şehirlerde hâkimiyet süreceklerdi. Bu suretle Rusya ayrı Knezliklere (Prenslik veya Udellikler’e) bölünmüş oldu. Her bir knez kendi oğulları arasında prensliği bölmeğe başlarsa, bu beyliklerin sayısı artacaktı. Nitekim öyle de oldu. Yaroslav’ın oğulları, kendi çocukları arasında ellerindeki sahayı böldüler. Sülalenin en büyüğü Kiev tahtına oturacak, yani “Büyük Knez” olacaktı. Fakat bu kurala riayet edilmedi; Kuvvetli olan knez Kiev’i almak istiyordu. Bu yüzden knezler arasında mücadeleler başladı. Kiev knezi Svyatopolk’un 1113’de ölümünden sonra Kiev halkı, büyük knezliğe gelmesi gereken Çernigov knezini istemeyerek yerine Pereyaslavl knezi Vladimir Monomah (Monomach)’ı çağırmış, Vladimir de bu sırada 60 yaşında olmasına rağmen Kiev’e gelerek “Büyük Knez” olmuştur. Kuvvetli ve dirayetli bir hükümdar olduğu için Kiev’de tutunabilmiştir. Vladimir Monomah, Bizans’ın işlerine karışarak, Aleksi Komnenos’a karşı düşmanca bir siyaset tâkip etmiştir. Ayrıca Yaroslav zamanında düzenlenen “Pravda”yı da genişletmiştir. Vladimir Monomah devri Kiev Rusyası’nın her bakımdan en parlak dönemini yaşadığı bir devirdir. Bu knezin hâkimiyeti sayesinde Rusya’da iç karışıklıklar durmuş ise de 1060 yılından itibaren Güney Rusya bozkırları Rus yıllıklarının Polovets dedikleri Kumanlar tarafından işgal edildi. Kumanlar’ın Kiev bölgesine yaklaşmaları üzerine, Tork (Oğuz)’lar ve Peçenekler’den bazı zümreler Ros nehri 4 onun 1125 yılında ölümünden sonra taht kavgaları yeniden başlamıştır. Kuman hücumlarının artması sebebiyle de Kiev şehri eski önemini kaybetmiştir. Suzdal bölgesini idaresi altına almıştır. Bulunduğu Vladimir şehrini genişletmiş, kiliseler yaptırmış ve dinî bakımdan burayı mukaddes bir yer hâline getirmiştir. Andrey siyasi hâkimiyetini sağlamlaştırdıktan sonra diğer knezler üzerinde nüfuz elde etmek istemiş ve böylece problemler yeniden başlamıştır. Kiev’i almış ve bu şehre hiç önem vermemiştir. Bay Büyük Novgorod’a isteklerini kabul ettirmiş ve böylece Rusya’nın en güçlü knezi olmuştur. Andrey Bogolübski (Tanrı sever, mümin) 1174-75’de öldürülmesinden sonra, varisi olmadığı için Suzdal Rusyası yeniden parçalanmış, knezler arasındaki mücadeleyi Andrey’in kardeşi Vladimir Knezi Vsevolod kazanmıştır. “Bolşoye Gnezdo: Büyük Yuva” adı ile tanınan Vsevolod, Suzdal Rusyası’nın en kuvvetli knezi idi. Hâkimiyeti zamanında (11761212) Suzdal Knezliği en parlak devrini yaşamıştır. Onun ölümünden sonra yerine geçen Yuri, Novgorodlular tarafından 1216’da “Lipitsa” nehrinde çok ağır bir yenilgiye uğratılmıştır. Bundan sonra Suzdal knezlerinin Novgorod üzerindeki nüfuzları tamamıyla kalkmıştır. Bu yenilgiden sonra Yuri tahtından vazgeçmiş, bütün ülke ayrı knezliklere bölünmüştür. Büyük knez Vladimir şehrinde kalmıştır. Rostov, Suzdal, Pereyaslavl knezleri de, boy nizamına uygun olarak- yani ailenin en büyüğünün tahta geçmesi usulü- diğer knezliklerdeki nizama uymuşlardır. Fakat buraların diğerlerinden ayrılan en önemli özellikleri “veçe”lerin olmaması, knezlerin kendi ülkelerinde tamamıyla müstakil hareket etmeleri idi. XII. yüzyılın sonlarında bütün Rusya birçok “feodal” beyliklere (knezlik) bölünmüştü. Bunların en önemlileri Kiev, Çernigov, Galiç, Polotsk, Turov-Pinsk, Rostov-Suzdal, Ryazan, Novgorod ve Vladimir-Volynsk knezlikleri idi. Bu knezliklerın başında Hıristiyanlığı kabul eden ilk knez Vladimir Svyatoslaviç’in neslinden gelen bir aile vardı. Ancak Kiev knezliği sülalenin en büyüğüne ait telakki ediliyor ise de gerçekte burada knezlerin en “kuvvetlisi” hangisi ise o hâkimiyet sürüyordu. Dıştan büyük bir baskı ve hücumun olmaması; aynı dil ve din, müşterek gelenek ve knezlerin hep aynı soydan gelmeleri Rusya’nın parçalanmasını engellemiştir. Ancak bu şekilde Rus milletinin teşekkülü sona ermiş, Vareg-Rus ve Fin unsurları Slav boyları arasında erimiş ve Hıristiyanlığın kabulünden sonra millî birlik tamamıyla sağlanmıştır. Güneyde yabancı bir ırk ve dinden olan Kumanların bulunmaları, Ruslar’ı hep mücadeleye zorladığı gibi, batıda, katolik olan Lehliler’in faaliyetleri de Rusların Ortodoks olmaları dolayısı ile Leh Devleti’ne karşı birleşmelerine yardım etmiştir. Bütün bu sebepler ve şartlar bir araya gelince, Rusya içten birçok knezliklere bölündüğü hâlde, temelde bir birlik ve bütünlük hâlinde kendini muhafaza edebilmiştir. 3. MOSKOVA’NIN YÜKSELİŞİ 4. İLK DÖNEMDE SOSYO-KÜLTÜREL HAYAT Rusya’nın bir diğer önemli knezliği Suzdal Knezliği idi. Bu knezliğin sınırları Oka nehrinin orta ve aşağı mecrası ile İdil’nın orta kısmı, Klyazma ve Moskova Irmakları havzasını kapsamıştır. İlk Suzdal knezi olarak Vladimir Monomah’ın oğlu Yuri Dolgoruki sayılmaktadır. Babası tarafından kendisine Suzdal Knezliği verilince, Yuri bu ülkeyi idâre etmiş, burada pek çok köy ve şehirler kurmuştur. Yuri “Büyük Knez” olmak isteğiyle 1154’de Kiev’i zapt etmiş ve Suzdal’ı bırakarak Kiev’e gitmiştir. Kiev’de ölünceye yani 1157’ye kadar hâkimiyet sürmüştür. Yuri’nin oğlu Andrey ise Vladimir’e geri dönerek bütün Rusların yazı ve edebiyatını şekillendiren ana unsur hiç şüphesiz ki Hıristiyanlığı kabul etmeleri olmuştur. Hıristiyanlığın kabul etmeden önce Kiev Rusya’sında ve Slav boyları arasında herhangi bir yazı veya kitap olmadığını biliyoruz. Hıristiyanlığın kabulünden sonra ilk çevrilen ve ülkeye getirilen kitaplar ise genelde din kitapları olmuştur. Yunancadan oldukça fazla çeviriler yapılmış, bu da Bizans vari bir “yazı yazma sanatının” oluşmasını sağlamıştır. Günümüze ulaşan en eski yazma eser 1056-57’de yazılmış olan “Ostromir İncili”dir. Bir anlamda dünya edebiyatından çevrildiğini söyleyebileceğimiz ilk eserlerden 5 bazıları iseYahudi tarihçi Yasef Flavius’un “Kudüs’ün Tahribi Tarihi” ile yazarı bilinmeyen “Kahraman Diogenes’in Yaptıkları” adlı romandır. İlk Vareg-Rus knezlerinin Rurik ailesinden çıktığı kabul edilmektedir. Çeşitli şehirlerde farklı farklı knezler olmasına rağmen gitgide Rurik sülalesi bütün diğer knezler karşısında üstünlük kurmuşlardır. İlk dönemden itibaren Türk boyları ile kurdukları siyasi ve kültürel münasebet zaman zaman bazı Rus knezlerinin “Kagan” unvanını kullanmalarına yol açmıştır. Özellikle Güney Rusya’da (günümüzde güney Ukrayna) Hazar tesirinin etkisi bu durumun ortaya çıkmasını oldukça hızlandırmıştır. Knezler ilk zamanlar birer boyları yöneten idareciler olarak görülseler de Hıristiyanlığın kabulünden sonra kilise tarafından resmen tanınarak himaye edilmişlerdir. Knezlerin başlıca görevleri vergi toplamak, kanun çıkarmak, ceza vermek ve yargılamak olmuştur. Kiev Rusyası parçalanıp birçok knezlik ortaya çıkınca Kiev knezi “Büyük Knez” unvanını almış ve en büyük knez telâkki edilmiştir. Rus tarihinin en önemli kaynakları arasında yer alan Letopis yani yıllıkların ilk örnekleri Bizans’tan gelmiş olmakla beraber daha sonra Ruslar kendilerine has bir yıllık yazma geleneği oluşturmuşlardır. Bizans Yıllığı Georgios Hamartol’un “Dünya Tarihi” Bulgarca tercüme vasıtası ile Kiev’de tanınmış ve bu da yıllıkçılara misal olmuş ve ilk Rus tarihinin esasını teşkil etmiştir. En eski yıllıklara “Lavrentev” ve “ İpatyev” adıyla bilinen iki yıllıktır. Ayrıca başlangıç yıllığı “Geçmiş Yılların Hikâyesi” veya “ Povest Vremennıh Let” adını taşımaktadır. Bu yıllığın yazarının kim olduğu bilinmemekle beraber Kiev’de bulunan Peçerski Manastırının rahibi Nestor olduğu düşünülmektedir. Bunların yanında Rusya’nın muhtelif bölgelerinde de yazılan yıllıklar vardır ki bunlardan özellikle Novgorod ve Pskov’da yazılanlar oldukça fazladır. Rus tarihinde Moskova knezliğinin yükselmesinin ardından bu yıllıklar birleştirilmişler ve daha kapsamlı “tarihler” yazılmaya başlanmıştır. Knezden sonra gelen sosyal grup genelde üç tabakadan oluşmuştur: 1.Yüksek tabaka, 2. Orta Sınıf, 3. Köleler. Yüksek tabakada; knezin maiyeti, drujinası (askerî kıtası) ve memurları yer almaktadır. Orta sınıf ise; şehirde yaşayan, ticaret ve sanatla uğraşan kimselerle, kendi topraklarını işleyen serbest köylülerden meydana gelmiştir. Köleler ise XI. yy.dan itibaren ekonomik hayatta rol oynayan en önemli zümre olmuşlardır. Bunlar daha sonraları Bizans ve Hazar ticaretinin durması sonucunda ziraat işçisi olarak kullanılmışlardır. Böylece büyük çiftlikler kurulmuş ve “feodalizm”, kurallarının uygulanması mümkün olmuştur. Hıristiyanlığın kabulünden sonra ise “Kiliseye Bağlı Zümreler” adı ile ayrı bir grup meydana gelmiş ve bunların yargılamalarını knezler değil kendi aralarındaki kilise yöneticileri ile başkanları yapmışlardır. Rusların ilk destanı Slovo o polku Igoreve (İgor Bölüğü Destanı) adını taşımaktadır. Bu destanın müellifi tam olarak tespit edilememiştir. XII. yy.ın sonlarında yazıldığı tahmin edilmektedir. Destan 1795 yılında bulunmuş ve 1800’de neşredilmiştir. Destanın ana konusu 1185 yılındaki Novgorod-Seversk knezi İgor Svyatoslaviç’in Kumanlara karşı yaptığı ve yenilgisi ile biten seferidir. Bu destan içinde barındırdığı Türkçe kelimeler ve Türk kültürüne ait unsurlar bakımından Türk tarihi için bir kaynak değeri taşımaktadır. XII. yüzyıl itibarı ile Avrupa’daki feodalizme benzer yapı Kiev Rusyasında da karşımıza çıkmaktadır. O güne kadar herhangi siyasi bir teşkilata sahip olamayan Slav boyları Vareg-Rus knezlerinin idaresi altında bir devlet içinde birleşmeğe ve bir “Rus milleti”, meydana getirmeyi başarmışlardır. Bu sırada Hıristiyanlığı kabul etmeleri onların Bizans kültürü etkisi altında kalmalarını sağlamış ve bu da onların Hıristiyan ve o dönemin medeni ülkeler seviyesine çıkmasını sağlamıştır. Kiev Knezliği döneminde Rusya’ya yazılı kanunlar Hıristiyanlıkla birlikte Bizans’tan gelmiştir. Bunun yanı sıra eski Rus gelenekleri esas tutularak bazı “kanunlar” oluşturulmuştur. Bunların en eski örneği ise “Yaroslav’ın Pravdası” veya “Ruskaya Pravda”dır. Kiev Rusyasında Pravda’dan başka kiliseler için düzenlenen “Knez Nizamnâmeleri” de mevcut olmuştur. 6 Vareg-Ruslar İskandinavya ticaret yoluna sahip olarak daha başlangıçtan itibaren ticaretle uğraşmışlar ve tüccar bir zümre olmaları dolayısı ile de Kiev Rusyasında “para sistemi”nin var olmasını sağlamışlardır. Nitekim Pravda’daki maddeler bu hususta oldukça iyi bir kaynak oluşturmaktadır. sadece Rusya’ya dini bir inanış olarak değil, edebi, mimari, sanatsal yapıtlarıyla ve hukuki kodifikasyonlarıyla geldi. Yazı ve dini faaliyetlerin kombine haliyle 11. yüzyıldan itibaren Kiev Rusları arasında yaygınlaşması ve tercüme faaliyetlerinin de eş zamanlı olarak, özellikle de manastırlardaki rahipler marifetiyle ifa edilmesi sonucu gelişen süreç, Slavyan kabilelerinin bulunduğu bölgede bütünleşerek kendisini Rus adıyla var etmesine ve sonraki dönemlerde de dış dünyaya açılmasına vesile oldu. Ortaçağ Rusya’sında Slavyan unsurların bitmek tükenmek bilmeyen iç çatışmaları, doğudan gelen göçebe Türki kavimlerin saldırıları ve batıdaki Katolik Polonya tehlikesi her ne kadar siyasal olarak Rusların ilerlemesine mani olsa da kendisini PVL’nin muhteviyatında tebellür ettiren dil ve din yoluyla ortak bir kültürün gelişmesi Mongolik Dönem ( 13–14. yüzyıllar) sonrasında Rusların ivedilikle toparlanmasını sağladı. Aslında PVL, bahsettiği hadiselerle 10. yüzyılın ortalarından 12. yüzyılın başlarına kadar süregelen dönemi kapsasa da Rus tarihi ve edebiyatındaki etkileri sonraki yüzyıllarda da devam etti. Bu bağlamda PVL, Rusların tarihte süre gelen maceralarının ilk safhasından başlayarak kökenlerini, Hıristiyanlaşmalarını, ilk siyasi faaliyetlerini, ilk ticari anlaşmalarını, aralarındaki çatışmaları, dinlerini, dini büyüklerini ve ilişkide bulundukları öteki halkları anlatan, kendisinden sonra diğer edebi ve tarihi değer taşıyan eserlere örnek olan bir kroniktir. PVL’nin muhtevası diğer Avrupa milletlerinin tarihini de ilgilendirdiği için erken dönemlerden itibaren eserin farklı dillere tercümesine girişilmiştir. 4.1 Povest Vremennıh Let (Geçmiş Yılların Hikayesi) Povest Vremennıh Let (PVL), Rusların Hıristiyanlığı kabulünden (988) sonra Bizans tarih yazıcılığı geleneğinden faydalanılarak 11. yüzyılın başlarında Kiev’deki Peçerski Manastırı’nda derlenen yazılardan oluşan bir kroniktir. İlk Ruslar ve ilişkide bulundukları komşuları (Bizans İmparatorluğu, Almanlar, Lehler, Çekler, İskandinav halkları, Fin-Ugor kavimleri, Hazarlar, Volga ve Tuna Bulgarları, Polovetsler (Kumanlar), Peçenekler, Macarlar ve Torklar) hakkında verdiği bazı bilgileri sadece kendinde barındırması Ortaçağ Doğu Avrupa Tarihi’ni inceleyen araştırmacılar için bu kroniği her zaman vazgeçilmez kılmıştır. Eserin Nestor, Slvester ve 1118 tarihli üç farkı nüshası 15. yüzyıldan itibaren derlenen Rus Yıllıkları’nın başlangıç kısmını oluşturmuştur. Kronik siyasi, ticari, kültürel, sosyal ve dini hayata dair çok kapsamlı bir muhtevaya sahipken Rusça eserler haricinde yoğun olarak doğrudan yabancı eser veya tercümelerden yararlanılarak derlenmiş geniş bir kaynak ağına sahiptir. Ayrıca PVL, bir taraftan tarihteki çeşitli alanlarda cereyan eden din dışı hadiselerden bizi haberdar ederken diğer taraftan muhtevasında Kitab-ı Mukaddes’ten bol miktarda iktibas içerir. 988’de Rus Knezi Vladimir’in resmi olarak Hıristiyanlığı tüm Kiev Rusları için kabul etmiş olması şüphesiz Ruslar için Hıristiyanlığın ilham kaynağı olan Bizans’tan yoğun bir şekilde etkilenme yolunu açtı. Başta Kiev olmak üzere Çernigov, Pereyaslav gibi şehirlere gelen Rus metropolit, piskopos ve rahipler aracılığıyla hem Hıristiyanlığın hem de seküler dünyanın yazınıyla karşılaşan Ruslar, Doğu Avrupa’da günümüze az sayıda örneği kalmış Runik harfleri kullanmak yerine Selanikli Kril ve Metodius kardeşlerin Makedon Slavcasından bozma ortaya koydukları yeni bir alfabeyle tanıştılar. Şüphesiz Hıristiyanlık 5. RUS TOPRAKLARINDA MOĞOL HAKİMİYETİ Cengizhan, Türkistan seferi bitince, Kafkaslar üzerinden Kuzey Kafkasya’ya, Kuban boyundaki Kuman ülkesine gidilmesini emretmiştir. Kumandanlarından Cebe-Noyan ile Subidey-Batur bu emir üzerine harekete geçerek 1222 yılının sonbaharında Kuzey Kafkasya’ya girerek Derbend geçidini aşmışlardır. Alanlar (As)’ı yendikten sonra Kuban boyundan Kumanların üzerine 7 yürümüşler ve buradaki Kumanlar bir mukavemet gösteremeden teslim olmuşlardır. Moğol kuvvetleri ileri yürüyüşlerine devam ederek 1223 yılı başlarında o sıralarda Cenevizlilerin ellerinde bulunan Kırım’daki Sudak şehrine hücum etmişlerdir. Kumanların esas kıtaları bu sırada Don boyunda idi. Moğol kumandanları derhal bunların üzerine yürüyünce, Kuman başbuğlarından en büyüğü olan Konçak yardım isteyerek Rus knezlerine müracaat etmiştir. Rus knezleri, Galiç knezi Mstislav Mstislaviç’in ısrarı üzerine Kumanlara yardım etmeye karar vermişlerdir. sonra Rus bozkırları Moğol hücumlarıyla karşı karşıya kalmış ve Rusya Moğollar tarafından istilâ edilmiştir. Moğol orduları 1227 yılında babası Cuci’nin ölümü üzerine yerine geçen Batu, yaklaşık 120-140 bin kişiden oluşan ordusu ile 1237 yılının sonbaharında İdil Nehrini geçip Rus yurduna karşı sefere çıkmıştır. İlk darbe Voronej Nehri kıyısında bulunan Ryazan knezliğine vurulmuş, Ryzan knezi Büyük Vladimir Knez’i Yuri’den askeri yardım istemiş ancak bu isteği yerine getirilmeyince Moğollardan şiddetli bir darbe yemiştir. Ryazan knezliğini yardım etmeyen Vladimir Knezi, Ryazan knezliğinin onları durdurabileceğini, durduramazlarsa da kendisinin onları durdurabileceğini sanmıştır. Ancak yanılmış ve şehir ağır bir tahribata uğradığı gibi Ruslar kılıçtan geçirilmitir. Ryazan knezi, karısı, boyarlardan bazıları da bu savaş sırasında öldürülmüşlerdir. Ryazan’ı alan Moğollar, yürüyüşlerine devam ederek Kolomna şehrine hücum etmişlerdir. Burayı da kolayca ele geçirdikten sonra o zamanlar küçük bir şehir olan Moskova’yı da yakmışlardır. 1238 yılında Kiev Knezliğinin başkenti olan Vladimir şehri kuşatılmıştır. Burası başkent olması hasebiyle en iyi tahkim edilen şehirlerden birisi idi. Ancak Moğollar çok fazla bir mukavemetle karşılaşmamışlar ve şehre girerek, kiliseye sığınmış olan büyük knezin ailesini, boyarlarını ve halkın çoğunu teslim olmak istemediklerini bahane ederek, sığındıkları kiliseyi ateşe verip hepsinin yanarak ölmelerini sağlamışlardır. Vladimir şehri bu şekilde tamamen yakılmış ve bir daha eski hâline gelememiştir. 1238 yılının Şubat ayında aralarında Suzdal, Rostov, Tver gibi şehirlerinde bulunduğu 14 Rus şehri Moğolların eline geçmiştir ki bu durum Moğolların ne kadar hızlı ilerlediklerini bize açıkça göstermektedir.1238 tarihinde yapılan savaş ile Ruslar perişan edilmişler; büyük knez ve boyarlardan birçoğu öldürülmüştür. Böylece Kuzey Rusya’da teşkilatlı bir Rus mukavemeti sona ermiştir. 1237-1238 seferi, Kuzey Rusya’nın zaptı, knezliklerin imhası, Rus kuvvetlerinin ortadan kaldırılması gibi büyük bir başarıyla sona erdirilmiştir. Kumanlar açısından bakacak olursak Kumanlar Karadeniz’in kuzeyinden daha batıya göç etmek zorunda kalmışlar, önce Bulgarlarla karışıp onları Kumanlaştırmışlar daha sonra da Macaristan’a girmeye başlamışlardır. Moğol kumandanları, Rus knezlerinin bu kararlarını öğrenince elçiler göndererek, onlara karşı kötü bir düşünce taşımadıklarını, kendilerinin Kumanlar için geldiklerini söylemişlerdir. Rus knezleri Moğol elçilerini dinlemek bile istememişler ve onları öldürtmüşlerdir. Bundan sonra da Rus kıtaları Kumanlara yardım için harekete geçmişlerdir. Yolda yeni bir Moğol elçisine rastlamışlarsa da kararlarından dönmemişlerdir. Rus ve Kuman kuvvetleri birleşerek Dinyeper nehrini geçmişler ve Kumanlar’la birlikte Moğollar üzerine saldırmışlardır. Moğol öncü kuvvetleri mukavemet etmeden çekilmeğe başlamışlardır. Ruslar ve Kumanlar tam sekiz gün Moğolları takip ederek Azak Denizine akan Kalka Nehrine gelmişlerdir. 1223 yılının 16 Temmuz günü meşhur Kalka Meydan Muharebesi gerçekleşmiş ve Moğolların önünde kimse duramamıştır. Ruslar ve Kumanlar müthiş bir yenilgiye uğrayarak canlarını kurtarmak gayesiyle batıya doğru kaçmaya başlamışlardır. Birçok Rus ve Kuman askeri ya Kalka nehrinde boğulmuşya da Moğol kılıçları altında can vermiştir. Dinyeper istikametinde kaçan Rusların hemen hepsi imha edilmiştir. Knezlerin bir kaçı müstesna hepsi öldürülmüştür. Ancak Galiç Knezi Mstislav ile Daniil Romanoviç kaçıp kurtulabilmişlerdir. Moğolların nehri geçmelerine mani olmak için Dinyeper üzerindeki kayıkların hepsi yakılmıştır. Gerçi Moğollar Dinyeper’i geçmek niyetinde olmadıkları için onlar Novgorod şehrine kadar ilerledikten sonra geri dönmüşlerdir. Bu arada pek çok köy ve şehri yakıp yıkarak yağma etmişlerdir. Ahaliden birçoğunu ise ya öldürmüşler veya esir etmişlerdir. Bir müddet sonra da 1237-1238’de yeniden gelmek üzere tamamıyla uzaklaşmışlardır. Bu tarihten 8 Novgorod hariç kuzey-batı Rus toprakları Moğolların eline geçmiştir. Birbirleri ile mücadele eden Rus knezleri ne yazık ki ortak düşmana karşı bir birlik oluşturamamışlardır. Batu’nun Novgorad’ı ele geçirememesinin sebebi, Novgorod topraklarını güney batıdan koruyan bataklıkların bulunması ve yaklaşan ilkbahar mevsimi olmuştur. Atlarının bu bölgeyi bu mevsimde geçemeyeceğini anlayan Batu, Novogord’a 100-150 km kala ordusunu güneye, Dinyeper boyuna çevirmiş, yolunun üzerinde bulunan Smolenks Knezliği ile Çernigov Knezliğindeki Kozelysk şehrini ele geçirmiştir. Bu şehir halkı da direndiği için şehir ateşe verilirken halkı kılıçtan geçirilmiştir. Bundan sonra Don bozkırlarında dinlenen Batu, 1239 yılında tekrar Rus topraklarına dönmüş ve Çernigov ile Pereyaslavl şehirlerini idaresi altına almıştır. Batu Han 1242 yılında Rus knezlerine elçiler gönderip knezlik makamında kalmak isteyenlerin Orda’ya gelip “yarlık” alması gerektiğini emretmiştir. Bunun üzerine Suzdal-Vladimir “Büyük Knezi” Yaroslav, önce Batu Han’ın yanına gitmiş oradan da Moğolistan’a “Büyük Kağan”ın yanına gitmiştir. Aleksadnr Nevski’nin de büyük kağanın huzuruna gittiği bilinmektedir. Batu Han, Büyük knez Yaroslav’ı güzel karşılamış ve “bütün Rus knezlerinin başı” yani “Büyük Knez” olarak makamını onaylamıştır. Suzdal Rusya’sının diğer knezleri de aynı şekilde Batu Han huzuruna çıkıp yarlık almışlardır. Çernigov knezi Mikhail ile Galiç knezi Daniil Romanoviç ise bu duruma karşı çıkmışlarsa da çok fazla bir şey yapamamışlar ve daha sonra bu iki knezde Orda’ya gidip knezliklerinin devamı için boyun eğmek zorunda kalmışlardır. 1246 yılında büyük knez Yaroslav kurultay sonrası vatanına dönerken yolda ölünce yerine oğulları Aleksandr ve Andrey vekil olmuşlardır. Aleksandr başa geçerek, kardeşi Andrey’i halef ilan etmiştir. Ancak babası vasiyetnamesinde tahtı Andrey’e bırakmıştır. Aleksandr bu durumu kabul etmek istememiştir. Ancak Batu ölen knezin vasiyeti gereğince Andrey’in knezliğini onaylamıştır. Batu Aralık 1240’da Kiev’i ele geçirmiştir. Aslında Moğollar Kiev şehrini kuşatmadan önce şehri savaşmadan almak istemişler ancak gönderdikleri elçilerin öldürüldüğünü duyunca şehri bir an evvel kuşatma kararı almışlardır. Bu sırada knez Kiev’den kaçmış Macaristan’a sığınmıştır. Şehrin başsız kalmasını fırsat bilen Galiç knezi Daniil burayı işgal etmiş fakat kendisi de bir süre sonra yardım toplamak bahanesi ile Macar kralına başvurmak için Macaristan’a gitmiş ve şehri Dimitri adlı bir kişiye bırakmıştır. Cengiz’in oğullarından Göyük ile Mengü şehri kuşatmışlar ve kısa bir sürede şehri ele geçirmeyi başarmışlardır. Şehir tahrip edilip, kiliseler yakılıp yıkılmıştır. Böylece Moğollar hem şehrin kendilerine mukavemet etmelerinin hem de elçilerinin öldürülmelerinin intikamını sert bir şekilde almış oldular. Kiev’in alınmasından sonra 1241 yılında Macaristan üzerine de bir sefer yaparak, Macaristan’ı da kolayca zapt etmişlerdir. Bu sırada Galiç knezi Daniil, Batu Han tarafından makamında bırakılmış olsa da bir an önce Moğol hâkimiyetinden kurtulmak istemiş ve Galiç’e döndükten sonra coğrafi şartlarından dolayı yakın olduğu Avrupa’danMoğollara karşı yardım alabileceğini düşünmüştür. Bu amaçla Papa IV. İnnosan’a müracaat etmiştir. Papa’ya eğer yardımda bulunurlarsa ülkesinde Ortodoksluk ile Katolikliği birleştireceğini ve onun ruhani liderliğini kabul edeceğini söylemiştir. Papa, Daniil’e birçok ümit vermişse de sadece “krallık tacından” başka bir şey gönderememiştir. Tüm bu olanları duyan Moğollar derhal bir ordu göndermişlerdir. Daniil onlara karşı koyamayacağını anlayınca bütün isteklerini kabul etmek zorunda kalmıştır. Böylece 1237-1240 Moğol istilası neticesinde “Cuci ulusunun” toprakları İrtiş Nehrine, Balkaş Gölüne, Aral Gölünün güneyine ve Kafkas Dağlarına dayandığında, Rusya, zapt edilen beyliklerden sadece biri olmuştur. Rus yurdunun ve Kıpçak sahasının tamamen hâkimiyet altına alınmasından sonra Batu Han, Aşağı İdil boyunda yaşamaya başlamıştır. Bu şekilde de Altın Orda Devleti kurulmuştur. “Batı Seferi”nin en büyük neticesi çok geniş topraklar ile Hıristiyanlık ruhuna sahip bir devletin kesin bir yenilgiye uğratılıp, topraklarının istila edilmesi ile Kıpçak bozkırlarından Kumanların çıkarılmaları olmuştur. Ayrıca Batu Han bu seferlerin hiçbirinde anlaşma imzalamamış, bir bakıma mutlak güç durumuna geçmiştir. 9 Bazı Batılı yazarlar Rusların Avrupa’nın gerisinde kalmalarındaki nedeni Moğol istilası olarak göstermişlerdir. Bu görüş çok doğru olmamakla birlikte bunun tam tersi söz konusudur. Mesela Rusları aslında Bizans ile ticari münasebet kurmaları için Altın Orda hanlığı teşvik etmiştir. Yine Novgorod ve Pskov knezlikleri hariç diğer knezlerin Batı ile bir münasebetleri söz konusu bir değildir. İstiladan sonra özellikle Novgorod bir ticaret merkezî hâline gelmiştir. A.Nimet Kurat, Rusların geride kalmalarını Moğol istilasından ziyade kendi devletlerinin teşkilat yapısında ve Rus halkının kendi hususiyetlerinde araması gerektiğini ifade etmektedir. YARARANILAN KAYNAKLAR Ahmet Ulusan, “Povest Vremennıh Let (Geçmiş Yılların Hikayesi): Tarihteki Yeri ve Önemi”, Dicle Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 10 (Kasım 2013, s. 183-204. Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi Başlangıçtan 1917’ye Kadar, TTK, Ankara 2012. Geoffrey Hosking, Rusya ve Ruslar, çev.: Kezban Acar, İletişim Yay., İstanbul 2011. George Vernadsky, Rusya Tarihi, çev.: Egemen Çağrı Mızrak – Doğukan Mızrak, Selenge Yay., İstanbul 2010. Moğol imparatorluğunda zapt edilen yerlerden gelen vergileri “mültezimler” toplamışlardır. Cengiz Han döneminden itibaren bu iş Müslüman tüccarların üzerine yüklenmiştir. Suzdal-Vladimir’de ilk nüfus sayımı 1257 yılında yapılmıştır. Ancak elimizde halktan hangi şartlara göre vergi alındığına dair net bir bilgi bulunmamaktadır. Sadece Rus Yıllıklarındaki “sokak sokak dolaşarak evleri saydıkları” bilgisine dayanılarak Rusya’da verginin erkek başına göre değil de hane başına alındığına dair görüşler ileri sürülmüştür. Vergilerin zamanında alınmasını sağlamak üzere askeri düzen esas alınarak yeni bir teşkilat kurulmuş ve bu teşkilatın başına “baskak”lar getirilmiştir. Ayrıca önemli Rus şehirlerinin idare merkezlerine yani Rus knezlerinin yanlarında “daruga”lar görevlendirilmişlerdir. Ancak her ikisi de Rus knezlerinin iç işlerine karışmamışlar sadece vergilerin düzenli alınmasını sağlamışlardır. 1257 yılında yapılan nüfus sayımında, ruhaniler ile rahipler yani genelde “din adamları” her türlü vergi ve mükellefiyetten muaf tutulmuşlardır. Helene Carrere d’Encausse, Tamamlanmamış Rusya, çev.: Reşat Uzmen, Ötüken Yay., İstanbul 2003. İlyas Kamalov, Altın Orda ve Rusya (Rusya Üzerindeki Türk-Tatar Etkisi), Ötüken Yay., İstanbul 2009. Kezban Acar, Ortaçağdan Sovyet Devrimine Rusya, İletişim Yayınları, İstanbul 2009. Mualla Uydu Yücel, Rusya Tarihi, İstanbul Üniv. Yayınları, tarihsiz. Ödenen vergiler her zaman aynı kalmamış, zamana ve şartlara göre değişiklikler göstermiştir. Ruslardan alınan vergilerden bazıları şunlardır: Vichod (haraç), arazi mahsulü ve hayvan vergisi, gümrük ve ticaret eşyası, kılan(poşlina), sapanlık, yam, ulak, süsün, baç, Köprü parası, kura efradı, ordu parası, han avına yardım, hediyeler, takdime, elçilerin ağırlanması, gibi. Bu vergiler Rus ahalisi için (Ruhaniler hariç) oldukça zor bir durum yaratmıştır. 10