Fiyat: 1 TL | Atılım Gazetesi`yle ücretsizdir.
Transkript
Fiyat: 1 TL | Atılım Gazetesi`yle ücretsizdir.
Fiyat: 1 TL | Atılım Gazetesi’yle ücretsizdir. Gençler Barışa 8 Köprü Olacak Cezmi Erzöz’le Röportaj Gençlik N’apsın Kılıçdar’ı 11 Kimdir aslında Kılıçdaroğlu? Gerçekten Gandi mi, in mi, cin mi? Önüm Arkam Katliam 6 İsrail’e lanet okuyoruz. Peki burası farklı mı? Bir Dünya Meselesi: DÜNYA KUPASI 15 Muhabirimiz Televizyon başından bildiriyor. SEVİNÇ ASLAN “Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur”. Dostoyevski’nin bu sözü, harekete geçen insanın yola çıkış serüvenini anlatmak için oldukça başarılı. Yeniyi arama mücadelesine girişen, gerçeğin hikayesini yazma peşinde koşan insanın eylemi, hem kendine hem de toplumsal varlığını belirleyen koşullara bilinçli bir müdahale oluyor. Değişime inanan, adalet için, eşitlik ve özgürlük için mücadele edenlerin yolu bir yerde sosyalizm ile kesişir. Tarihsel bilgilerden, tartışmalardan, sokaktan aldığı/ gördüğü deneyimlerden, hak mücadelesinin nasıl ve ne için verilmesi gerektiğini kavrayan insan; yeniyi oluşturmak adına mücadeleye atılır. ESP üyesi olmamı koşullayan nedenleri düşündüğümde bunlar geliyor aklıma. Biraz daha hayatın içinden, hayatın somut yanından anlatmak gerekirse; Bir genç neden ESP üyesi olur? En başta geleceği için ESP’ye üye olmalı bir genç. Kapitalizmin insani değerleri ayaklar altına aldığı, dünyayı yok oluşa doğru götürdüğü gerçeği düşünüldüğünde gele- NEDEN GENÇLİĞE ESP GEREK? kendi burjuvazisini yaratma peşinde koşan Türk burjuvazisi, baskıda, işkencede, kitle katliamlarında, kirli savaş politikalarında her zaman kirli yüzünü Türkiye halklarına göstermiştir. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya ve onlarca genç devrimci sosyalizm mücadelesi verirken katledilmiştir. ESP’li olmamın nedenlerinden biri de şüphesiz Türkiye’nin karanlık geçmişinde işlenen suçlara karşı mücadele etmek, darbeler düzenine karşı tavır almak, emperyalizme karşı mücadele vermiş devrimcilerin geleneğini sahiplenmek ve mücadelelerin devamlılığını sağlamaktır. Ezilenlerin Sosyalist Partisi geçmişle bugün arasında kurduğu bağ ile bir yandan sosyalizmin tarihsel mirasını sahiplenirken, bir yandan da bugünün ihtiyaçlarına uygun örgütlenme modellerini tartışan ve hayata geçiren yanı ile tıpkı bir genç gibi hareket etmektedir. Tarihe bakarak tecrübe edinmekte, bugüne bakarak geleceğini inşa etmektedir. Biz gençler de daima geleceğe bakmaz mıyız, geçmişte ne olursa olsun hep güzel günlerin hayalini kurmaz mıyız? ESP Türkiye’de onlarca ilde, onlarca ilçede örgütlülüğünü kurma yolunda ilerleyen yapısı ile güçlü bir faaliyet örgütlüyor. İşçilerin, kadınların, gençlerin haklarını savunmak için politikanın içinde sürekli haksızlıklara karşı amansız bir mücadele veriyor. Baskılarla karşılaşmasına rağmen ezilen tüm kesimler için emin adımlarla yürüyüşüne devam ediyor. cekte bizler için yaşanacak bir dünyadan bahsetmek imkansız. Refah içinde yaşayan bir avuç azınlığın yanında açlıkla pençeleşen insanlık… Sömürü düzeninin alternatifi ise: Sosyalizm. Tabii ki sosyalizmin hangi yoldan zafere ulaşacağı onlarca farklı tartışmanın konusu. Kesin olan bir şey var ki sosyalizme ulaşmanın, geleceği kazanmanın, yolu örgütlü mücadeleden geçiyor. Gençliğin sorunlarına müdahale etmek için kanallar oluşturan ESP, gençleri kendi saflarında örgütlenmeye çağırıyor. Meclisler şeklinde kendini örgütleyerek, her üyenin parti işleyişine katılmasının olanaklı olduğu karar mekanizmaları ile gençliğin dinamiğini, temsil ettiği “yeni” olanı bünyesine almak ve gençleri bünyesinde barındırmak için yeni örgütlenme-yönetme biçimlerini tartışıyor. Kapitalizme/kapitalist üretim biçimine geç geçmiş bir ülke olarak, Türkiye egemenleri kaybettiği zamanı kazanmak için azgınca saldırıların gerçekleştirildiği ülkelerden bir olarak ön plana çıkar. Darbeler tarihi olarak da adlandırabileceğimiz tarihi ile devlet eliyle Gençlik kendine sunulan/reva görülen hayatı yaşam alanı neresi olursa olsun tartışır. Kabul etmeye alışık olmayan ret eğilimi güçlü gençlik kitlesi, kendisine sunulanın açlık, yoksulluk, yozlaşma, paralıezberci-gerici eğitim olduğunu görünce, zamanını birlikte geçirdiği 2 Kürt kardeşlerine düşman edilmeye çalışıldığının farkına varınca, nasıl bir gerçekliğin içinde olduğunu anlar. Bunların çözümünün ise her zaman uzak tutulmaya çalışıldığı politik mücadeleden geçtiğinin farkına varması, sorumluluk duygusunun başlangıç anıdır. Bu topraklarda yaşayan birçok genç, mücadelenin kendini sorgulatma aşamasından böyle geçer aşağı yukarı. Ardından soluksuz bir mücadele başlar. Gençliğin bir siyasi partiden beklediği, örgütünün kendisi gibi genç olması, politikada etkin, günün gerisinde kalmayan, yeni yöntemlerle geleceği yakalayan politik bir çizgi yakalaması, mücadeleyi militan bir hatta inşa etmesi ve şüphesiz ki demokrasidir. Benim açımdan tüm bu niteliklere sahip olan Ezilenlerin Sosyalist Partisi yürüdükçe işleyişini daha da iyi hale getirme yolunda. Kitlelerin partisinde yer almak isteyen her genç, ESP ‘ye üye olmalıdır. Sonbaharda birinci kongresini binlerce üyesi ile toplamayı hedefleyen ESP, gençleri saflarında örgütlenmeye çağırıyor. Yaz ayları boyunca sürdürülecek üyelik kampanyası 1 Haziran’da başladı. Değişimin vazgeçilmez gücü olan biz gençler, politikada daha etkin olmak için üyelik kampanyası çalışmalarında aktif rol alabiliriz. Gençlik kendi partisini kendi çabası ve kendi üretkenliği ile inşaa etmek için çalışmalara katılmalıdır. Emperyalist barbarlığa karşı mücadele eden, şovenizm zehrine karşı kardeşlik politikası yürüten, tüm ezilen uluslara ve onların mücadelesine karşı tutarlı enternasyonalist tutumundan taviz vermeyen, taban demokrasisi için meclis tipi örgütlenmeyi benimseyen Ezilenlerin Sosyalist Partisi kararlı, azimli duruşuyla biz gençleri sosyalizm mücadelesine çağırıyor. Şimdi yola çıkma zamanı. “Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur”. Siirt’e Kadın Barikatı Siirt’te yaşanan tecavüz olaylarının ilk davası görüldü. Mahkemeye giden heyetin gözlemlerine yer veriyoruz. ZEYNEP S. VAROL İstanbul Üniversitesi | İstanbul Tıp Fakültesi Geçtiğimiz Nisan ayında normalde bir ülkeyi sarsması beklenen bir olay çıktı ortaya. Siirt’te bir kız çocuğunun rehber öğretmenine başından geçenleri anlatmasıyla yün yumağı çözülmeye başladı. Kız çocuğunun okuduğu ilköğretim okulunun müdür yardımcısından öğretmenlerine, kentin ileri gelenlerinden askerine, polisine, esnafına kadar yüzlerce erkeğin dört kız çocuğuna iki yıl boyunca sistemli olarak tecavüz ettikleri ortaya çıktı. Bu iğrençlik basında şöyle bir yer ettikten sonra aniden siliniverdi sanki hafızalardan. İki yıl boyunca nasıl bir erkek dayanışması sergilendiyse aynı şekilde örtbas edilmeye çalışıldı bu mevzu. Basın, emniyet, valilik... Herkes sus pus oldu. Bu patlaktan sonra Manisa’da benzer bir tecavüz vakası ortaya çıktı. Ve ardından Haziran ayı içinde Van’da da benzer bir durumun yaşandığını duyduk. Yatılı İlköğretim Bölge Okulları’nda asimilasyon politiklarının yanı sıra çocuklara yönelik taciz ve tecavüz olaylarının da iyice Bizler de ESPSosyalist Kadın Meclisleri olarak erkek dayanışmasına karşı kadın dayanışması için batıdan bir heyet olarak gittik 36 erkeğin yargılandığı Siirt’teki olayın ilk davasına. ayyuka çıktığı böyle bir dönemde, kim bilir kaç ilde, kaç yıldır, kaç çocuk taciz-tecavüz mağdurudur diye soruyor insan. Zira Siirt’te gerçekleşen tecavüz olayı herkesin üç maymunu oynadığı bir olaydır. İki yıl boyunca olan bitenin herkesçe bilinmesi ve hiç ortaya çıkmaması, kentin ileri gelenlerinden çocukların sınıfındaki erkeklere kadar ‘sınıfsız’ bir tecavüz çetesinin varlığı erkek egemenliğinin güçlü köklerini ortaya koymaktadır. Buradan hareketle Siirt davasında adalet istemek ve davanın takipçisi olmak önemli bir yerde durmaktadır. Bizler de ESP-Sosyalist Kadın Meclisleri olarak erkek dayanışmasına karşı kadın dayanışması için batıdan bir heyet olarak gittik 36 erkeğin yargılandığı Siirt’teki olayın ilk davasına. Davanın olduğu gün çeşitli illerde eş zamanlı eylemlilikler düzvenleyerek her kadını tecavüzcülere karşı kadın barikatını kurmaya çağırdık. Siirt’e ulaştığmızda yüzlerce kişi bekliyordu. Davanın görüleceği Siirt Adliyesi’ne 2 km uzaklıktaydık. Üzerinde ‘Tecavüz Kültürünü 3 Aşalım’ yazan pankartımız emniyet yetkililerince ‘yasak’ ilan edildi ve yürüyüşümüze izin verilmedi ilk etapta. Aramızda bulunan BDP’li vekiller ve SKM sözcüsü arkadaşımız her ne olursa olsun yürüyeceğimizi belirttiler. Tüm bu tartışmalar yaşanırken İstanbul’da yüzbinlerce insan İsrail’in katliamına karşı şehri adeta inletiyorlardı. Siirt’te de bir insanlık suçu işlenmişti ve yürümemize izin verilmiyordu. Tam anlamıyla başka bir ülke muamelesi görüyordu bölge. Bu durum kendisini yürüyüşe kadar yansıtmıştı aslında. Slogan atmadan yürümemizi bir ‘lütuf’ gibi bize bildiren polis o arada tecavüz olayı için kendi yaptıklarından dem vuruyordu. Oysa tecavüzcülerin arasında polislerin de ismi geçiyor, her ne kadar cezalandırılmasalar da. İki yıl boyunca bilinen bu olayın yurtsever halk tarafından ortaya çıkarılamamış ve kentte tepkinin bu kadar geç kalmış olması da bu baskının ürünüdür diye düşünüyorum. Kadın çalışmasının kentteki düzeyi de değiştirilmesi gereken en temel noktadır. Tüm bunlar göz önüne alındığında, tecavüz kültürü- ne karşı kampanya yürütmeye başlayan yurtsever kadın hareketinin kampanyaya Siirt’ten başlaması bu açıdan önemlidir. Sosyalist Kadın Meclisleri’nin de tecavüzün her yerde olduğunu fakat Kürt coğrafyasında savaşın bu kültürü daha da meşrulaştırarak katmerleştirdiğini söyleyerek orada bulunması oldukça anlamlıdır. Polis ablukası altında tamamladığımız yürüyüşün ardından basın açıklamamızı yaptık. Kürt kadınları topraklarına, kültürlerine, anadillerine, kadın-erkek demeden bedenlerine tecavüz edildiğini, tecavüz kültürünü protesto etmekle kalmayacaklarını ve mahkum edeceklerini dile getirdiler. Bizlerse nerede bir tecavüz olayı olursa orada olacağımızı, tecavüze karşı kadın barikatını kurmak için olanca gücümüzle mücadele edeceğimizi belirttik. Davanın ilk duruşmasında tahliyeler oldu. Bu demektir ki ikinci duruşmada batıdan ve Kürt illerinden daha fazla kadın gitmeli, bu tür davaların müdahili, öznesi olmalıyız. Senior’s Letter | 2009-2010 Liselilerin Ret Mektubu İsrail’li lise son sınıf öğrencileri vicdani ret hareketini büyütüyor. Onlar kontrol noktaları yüzünden pek çok çocuğun okula gidemediğini, genç Filistin’lilerin yok yere tutuklandığını ve öldürüldüğünü ifade ediyor ve bu savaşın bir parçası olmayı reddediyorlar. Yapılanlar illegal, etik dışı ve bizim insani değerlerimize dünya görüşlerimize aykırıdır diyorlar. İsrail’li kadın ve erkek tüm gençler lise eğitimlerini tamamladıklarında zorunlu askerlikle karşı karşıya ve lise son sınıfta vicdani retlerini açıklıyorlar. Vicdani ret grubu Shimistim 2002’de bir mektup yayınlayarak bu mektubu imzalamaya çağırdı. Bu süreçte pek çok genç vicdani retçi defalarca tutuklandı. 18 yaşındaki gençler “Bizi tutuklayacaklar o yüzden lütfen bugün bir mektup da siz yollayın” diyorlar. Biz de en son yayınladıkları mektuba bu sayımızda yer veriyoruz. Onları web siteleri olan www.shiministim.com’dan takip edebilir ve destek olabilirsiniz. Shiministim İbranice lise anlamına geliyor. ÇEVİRİ Süleyman Tatar | Boğaziçi Üni. Biz, bu mektupta imzası olan kadın ve erkekler, tüm ülkedeki Arap ve Yahudiler olarak; burada İsrail topraklarında ve işgal edilen topraklarda, İsrail hükümetinin işgal ve baskı politikalarına karşı direneceğimizi, bundan dolayı İsrail Savunma Bakanlığı’ının uyguladığı bu politikalara bağlı faaliyetlerde bulunmayacağımızı, adımızda belirttiğimiz gibi, reddettiğimizi ilan ediyoruz. Biz hepimiz İsrail’de farklı toplumsal alanlarda üretimlerde bulunuyoruz. Biz toplumsal katkı, işbirliği ve gönüllüğün yaşamın bir şekli olduğunu ve 2-3 yılla sınırlandırılamayacağını düşünüyoruz. Bizim vicdani reddimiz doğrudan bizim gönüllük deneyimlerimizden, inandığımız değerlerimizden, yaşadığımız topluma duyduğumuz sevgiden, tüm insanlığa saygımızdan ve tüm canlılar için daha iyi bir ülke kurma amacımızdan geliyor. İşgal özellikle Filistin’liler için dayanılmaz koşullar üretiyor. kontrol noktası politikası, toprak ilhakı, Apertheid Duvarı, sadece İsrail yollarının asfaltlanması, yerleşim projeleri, suikastler, tüm bunlar Batı Bank’ta kırk yıldan daha uzun süredir yayılıyor. Gazze kuşatması ve ambargosu -ki bu ambargo temel ihtiyaçları da kapsıyorGazze’dekilerin minimum yaşama koşullarını daha fazla zayıflatıyor. Biz bu gerçekliğe göz yumamayız. Ordu ve hükümet sözcülerinin dile getirdiği işgalin güvenlik sorunundan kaynaklandığı iddiasının hiçbir doğruluğu yoktur. Bağımısızlığı için savaşan hiçbir ülke silahlarla yenik düşürülemez. Mazlum Filistinliler ve onların boyundurukları şiddetli direnişlerin sebebidir. İsrail halkı Filistin toprakları işgal altında olduğu sürece güvende olamaz. Filistin-İsrail sorununun askeri hiçbir çözümü yoktur. Barış, Arap ve Yahudi halklarının hayatlarını güvenceye alacaktır. İsrail hükümeti sık sık 4 Ortadoğu’daki tek demokrasi olduklarını ifade edip böbürleniyor. İşgal bu iddiaya tam olarak zıt. Seçimlerde oy kullanmayan milyonlarca insanın hayatını kontrol eden bir ülke nasıl demokratik olabilir? tekrar tekrar bastırmaya çalıştığında, sahne sivil insanların ölümü ve savaş suçlarının işlenmesi için açılıyor demektir. Bunları yapanlar istisna ya da çürük elmalar değildir. İşgal bu durumların kokuştu- Bağımısızlığı için savaşan hiçbir ülke silahlarla yenik düşürülemez. Mazlum Filistinliler ve onların boyundurukları şiddetli direnişlerin sebebidir. İsrail halkı Filistin toprakları işgal altında olduğu sürece güvende olamaz. Halkı yöneten bir ordu diktatörlükten başka bir şey olabilir mi? İsrail ordusu dünyadaki en etik ordu olduğunu iddia ediyor. Fakat zaman ve gerçeklik etiğin ve işgalin birlikte anılamayacağını ispatlıyor. Silahlı gençlerin, haklarından mahrum edilmiş insanların ortasına gönderildiğinde, hükümetin bu mazlum insanların direnişini ğu lağım çukurlarıdır. İşgal İsrail ordusunun uluslarası sözleşmeleri, BM kararlarını ve uluslararası mahkemelerin emsal davalarını, hatta İsrail hukukunu ihlal ettiğini gösteriyor. Zaman ve gerçekler doğruluyor. Esas itibariyle yerleşim politikası ırkçıdır. Mesih ideolojisine göre Batı Şeria’daki Apartheid Du- Or Ben-David, 19, Kadın. “Reddediyorum, çünkü fark yaratmak istiyorum. Ben bunu umutlarını kaybetmiş Filistin’li gençler için, fark yaratan İsrail’liler olduğunu göstermek için istiyorum. Ben tüm bunları askerde olan ya da gidecek olanlara bu sistemi kabul etmenin, istemediğimiz şeyleri yapmanın ve o askeri düzen içinde yaşamanın tek yol olmadığını ve alternatifini göstermek için istiyorum. Bir gün onlar da akıllarını ve gözlerini yeryüzünde neler olduğunu görebilecek kadar açacaklardır.” varı yaratılmıştır. Ayrıcalıklı olanlar kendi yöneticilerini seçecekleri seçimlere katılırken, Filistin’liler askeri kurallara tabi oluyor. Ayrıcalıklılar sosyal güvenceli ve iktisadi rahatlık içinde yaşarken, Filistinliler kölelik ve yoksulluk koşullarında yaşıyorlar. Ayrıcalıklılar İsrail mahkemelerinde yargılanırken, Filistin’liler askeri mahkemelerde temel haklarından yoksun bir şekilde sürünüyor. Irkçılığa karşı olan herkes bu iğrenç ve arkasında durulmaz tabloyu görmelidir. En tutarlı retçi olarak barışı reddeden İsrail hükümetine rağmen kendisine vicdani retçi diyenler var. İsrail ordusu savunma değil işgal ordusudur. İsrail bir zeytin dalı uzatmıyor aksine milliyetçi şiddeti destekliyor. İşgal İsrail toplumuna karşı işlenmiş sürekli bir cinayettir. Filistin’lilerin kölelik koşullarında İsrail’de istihdam edilmesi tüm işçilerin çalışma koşullarında büyük bir kötüleşmeye ve herkesin hakkının gaspına sebep oluyor. Kamu harcamalarına yatırım yapmak yerine İsrail hükümeti 40 yıldır toprak gerçekliğini değiştirmek için villa yapımına ve kavşak yapımları- 5 na yatırım yapıyor. Taraflı normlar ve genç askerlerin itiraf ettiği şiddet yeşil çizgiyi aştı ve İsrail toplumunda ırkçılık ve şiddet tırmandı. Sorumluluk ve bu iki halkın bu ülkede yaşama durumunu düşündüğümüzde biz suskun kalamayız. Biz bu işgal gerçekliğinin içine doğduk ve bizim jenerasyonumuz bunu doğal olarak gördü ve yaşadı. İsrail toplumunda 18 yaşına basmış her genç kadın ve erkeğin askerliğini yapması gibi bir gerçeklik var. Öte yandan gerçekliği göz ardı edemeyiz; işgal iki halkın da varlığını tehdit eden olağanüstü bir şiddet, ırkçılık, insanlık dışı, yasadışı, anti demokratik bir durumdur. Biz kendi düşüncelerimizi bağımsızlık, adalet, doğruluk ve barış üzerine kurduk, bu durumu kabul edemeyiz. Bizim vicdani reddimizin kökleri bizi sarmalayan toplumun değerlerine olan bağlılığımızda, barış ve eşitlik mücadelesi, Arap ve Yahudi halkın birlikte yaşama mücadelesindedir. Bu bizim yolumuzdur, bedel ödemeye hazırız. Senior’s Letter 2009-2010 Grubu Üyeleri TÜRKİYE 6–7 Eylül 1955 M. Kemal’in doğduğu evde bir ses bombası patlaması üzerine İstanbul’da yaşanan ve Ermenilerle ve Rumların hedef alındığı saldırılarda 15 kişi öldü, birçok kadın tecavüze uğradı, gayrı müslimlere ait birçok iş yeri ve ibadethane tahrip edildi, değerli mallarına ve taşınmazlarına el konuldu. Daha sonrasında ses bombasını atanın Türk istihbaratı adına çalışan biri olduğu ortaya çıktı. Dönemin Özel Harp Dairesi sekreteri bu olayları “Harp Dairesinin önemli bir başarısı” olarak niteledi. Önüm 26 Aralık 1978 Maraş’da ülkücülerin film gösterimi yaptığı sırada sinemada patlayan bir dinamit üzerine gerçekleşen olaylarda, daha öncesinden evlerinin kapısı kırmızı boyalarla işaretlenmiş, Alevilerin yaşadığı evlere girilerek aralarında çocukların ve bebeklerin de bulunduğu 100’ün üstünde insan vahşice katledildi. Sinemaya dinamiti atan ve o zamanlar ülkü ocakları üyesi olan Ökkeş Şendiller (Kenger) milletvekili olarak TBMM’ye girdi. Arkam 12 Mart 1995 Kontrgerilla güçleri tarafından Gazi Mahallesi’ndeki Alevi kahvehanelerine yapılan saldırılarda iki Alevi emekçi hayatını kaybetti ve daha sonrasında Gazi Mahallesi’nde yaşanan ayaklanma Ümraniye’ye sıçradı. Olayları bastırmak isteyen kolluk güçleri 22 insanı katletti. KATLİAM İSRAİL İsrail’e lanet okuyoruz. Peki burası farklı mı? 22 Temmuz 1946 İsrail kontrgerilla örgütü İrgun’un Kral Davut Oteli’ne düzenlediği saldırıda 96 kişi hayatını kaybetti. DOĞUKAN ÜNLÜ İstanbul Üniversitesi | Maliye Bu anlayış, 2,5 milyon Gazze’liyi birkaç çeşit gıdaya mahkûm eden, camları kırılan evlere takılacak olan camlara dahi izin vermeyen anlayıştır. Biz bu zihniyeti, “Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı.” diyen eski Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’tan tanıyoruz. Açılım’ı Türkiye’yi bölme planı olarak belirten CHP’li Onur Öymen’in Kürt halk direnişini bastırmak için izlenecek yolun Dersim katliamında izlenen yol olmasını söylemesinden tanıyoruz. Yakılan köylerden, sürgün edilen insanlardan, 17 bine yakın faili meçhul cinayetten tanıyoruz. Haziran 1982 İsrail devleti Lübnan’ı işgal etti ve İsrail kuvvetleri başkomutanı Ariel Şaron’un emriyle mülteci kampları basılarak 2000’den fazla Filistin’li öldürüldü. Daha sonraki yıllarda Ariel Şaron İsrail devlet başkanı oldu. 25 Şubat 1994 İsrail’li kontrgerillalar tarafından Batı Şeria’nın El Halil kentinde bulunan bir camiye yapılan saldırıda 50’nin üzerinde kişi hayatını kaybetti. İsrail ve Türkiye Cumhuriyet’i Devleti kadar İsrail’li Yahudilerle Türkiye’deki Türkler de benzer. Aynı korkuyla, aynı paranoyayla yaşıyorlar. “Kendilerinden başka dostları olmadığını” düşünüp, köşeye sıkışmış gibi hissediyorlar. Kendilerine ait olduklarını sandıkları devletlerin bekası için ölmeyi ve öldürmeyi kabul ediyorlar. Yaşadıkları paranoya haliyle burunlarının dibindeki katliamları, sürgünleri, köy yakmaları görmezken İsrail’de aynıları yaşandığında sokaklara dökülüyorlar. Bir çocuğu Gazze’de taş atarken başka görüyorlar, Amed’de (Diyarbakır) taş atarken başka. Birinin fotoğrafını bilgisayarlarına duvar kâğıdı yapabiliyorlar ama diğeri onlara hiç fotojenik gelmiyor, nefretle bakıyorlar. 27 Aralık 2008 Onlarca masum insanın öldüğü Kurşun Dökme Harekâtı’nı “yeterli” görmeyen İsrail, Gazze’ye bir atom bombası atılmasını talep ederek, “Tüm Arapları hizmetçi seviyesine indireceğiz” açıklamasında bulundu. 6 Mostar diyarından göçenler Balkan göçmenleri anayurda gelirken neler umup, neler buldular? SELİM SEZER Galatasaray üni. | Doktıra Balkan ülkelerinden Türkiye’ye göç etmiş olan Türkler, ikili bir karakter taşırlar. Bir yandan, etnik azınlık olarak yaşadıkları ülkelerde doğup büyümüş olmaları -belki de kaçınılmaz olarak- milliyetçimuhafazakâr yönlerini beslemiştir ve bu niteliklerini hâlâ güçlü bir biçimde taşırlar. Diğer yandan, göç etmelerinin üzerinden onyıllar geçmiş olmasına rağmen hâlâ Türkiye’ye de tam anlamıyla entegre olamamışlardır; bir düzeyde özerk, ayrı bir topluluk olarak yaşarlar ve kendi kültürel özgünlüklerini de korurlar. Taşıdıkları kültürel renklilik ise, Balkanlarda yaşayan tüm halkların sahip olduğu kültürlerin etkileşiminden doğan karma bir renkliliktir aslında. Benim babamın babası, sağcı Menderes hükümeti döneminde Balkan Türklerine yönelik “Anayurda gelin” propagandasına aldanarak bütün ailesini İstanbul’a getirmiş. Annemin babası ise çok daha sonraki yıllarda, “buralarda artık Türk ve Müslüman kalmadı” diyerek aynı kararı almış. Annem ve babamın her ikisi de o zamanki Yugoslavya’nın parçası olan Makedonya’da doğmuşlar, ben ise Türkiye’de doğan ilk kuşaktanım. DENİZ KÜÇÜKBUMİN İstanbul Üni. | Tarih Türkiye’deki Balkan kökenli insanlar birçok ulusal, mezhepsel ve kültürel farklılığa sahip birçok topluluktan oluşur ve her birinin kendilerine ait bir kültürleri ve onu yaşatmayla ilgili sorunları vardır. Bugün Türkiye’de Arnavutlar, Boşnaklar ve Pomaklar en büyük Balkan kökenli ulusal azınlıklardır ve her birinin 1-2 milyon nüfusu vardır. Ayrıca özellikle Makedonya bölgesinden göçen Türk ve Arnavut’larda Bektaşilik bir hayli yaygındır. Türk ve Sünni olan- Benim çocukluk yıllarım, Rumeli âdetleri, kültürü ve değerleri içinde yoğrularak geçti. Türkiye’li öteki halkların pek de yakından tanımadığı, gerçekten de özgün ve benim hâlâ değer verdiğim bir kültürdür bu. Ancak daha o yaşlardan itibaren anlamakta zorluk çektiğim şeylerden bir tanesi, “biz muhacirler”in, neden her şeylerini “buralı”lardan ayrı tutmaya çalıştığıydı. Neden ailenin tüm üyelerinin bir araya geldiği meclislerde tek gündem “Üsküp’teki güzel günlerimiz” oluyordu? Neden bir “muhacir”in bir “buralı” ile evlenmeyi düşünmesi bile garipseniyordu? Bir dünya görüşüne sahip olmaya başladıktan sonra bu soruların yanıtını daha iyi kavramaya başladım. Bizden önceki kuşak, söz yerindeyse “kandırılmış”tı. Onlar Menderes ve beraberindekilerin iddia ettikleri gibi “anayurda” gelmemişlerdi, tam tersine, anayurtlarını yüzlerce kilometre geride bırakmışlardı. Beraberinde getirdikleri ise birer Yugoslavya minyatürüydü aslında. Diliyle, kültürüyle, kıyafetleriyle, yemekleriyle, türküleriyle, Tito Yugoslavya’sının halklar bahçesinden demetler ge- tirmişlerdi. Ama iktidarların kirli propagandalarına bir nebze de olsa inandıkları da muhakkaktı. Her şeyden önce, “komünizm” onlar için en büyük tabuydu. İçten içe doğdukları topraklara büyük bir özlem duysalar da, Türkiye’ye gelerek Türk ve Müslüman kimliklerini yok olmaktan kurtardıklarına inanmış ya da inandırılmışlardı. Bu nedenle Türkiye’de de “komünizm” peşinden koşanları her zaman garipsediler, hatta kimi zaman garipsemekle kalmayıp lanetlediler. Oysa ki biraz sohbet etseniz Tito’nun “koca bir ülkeyi ne kadar iyi yönettiğini”, yoksulluğun, işsizliğin hiç de kader olmadığını orada gördüklerini, buraya geldikten sonra eğitimin, sağlığın nasıl olup da paralı olduğunu hâlâ idrak edemediklerini söyleyecek olanlar da onlardı. Hem de Yugoslavya’nın “özyönetim” adı altında uyguladığı piyasacı sosyalizmin bütün zaaflarına rağmen. Elbette göçmenlerin de kendi içinde kuşaktan kuşağa ve geldikleri ülkeye göre farklılıklar arz ettiklerini de söylemek gerekir. Herhalde hiçbir kesim, 1980’lerin ikinci yarısında gelmiş olan Bulgaristan göçmenleri kadar anti-komünist olamaz. Bunda da anlaşılmayacak lar ise yine önemli çoğunluktadır. Göçmenler Türkiye’de genel olarak Ege ve Trakya’da kırsalda ayrıca Batı’da büyük şehirlerde yaşasalar da Anadolu’nun değişik yerlerinde de yerleşmiş topluluklar vardır. (bkz. Samsun, Sivas, Nevşehir) Balkanlar’da yaşama fırsatı kalmaması nedeniyle yapılmış, daha sonrasında ise Türkiye’nin dini kışkırtmaları, sosyalist rejimlerin hataları, savaşlar, soykırımlar ve asimilasyon denemeleri sonucu göç dalgaları olmuştur. Genellikle Balkan göçmenleri Türkiye’ye dini ve ulusal baskılar yüzünden gelmişlerdir. Tahminen en yoğun göçler 1908-1912 Genel Rumeli, 1923-1930 Yunanistan, 1950-1960 Yugoslavya, 19891995 Bulgaristan-Bosna döneminde olmuştur. İlk göçler Balkan savaşı ve nüfus mübadelesi sonucu Buraya geldiklerinde ise görece bir rahatlık, en azından hayatta kalma fırsatı bulmuşlar fakat etnik ve mezhepsel kökeni Türk ve Sünni olmayanlar hızlı bir şekilde asimile edilmeye başlanmışlardır. Bugün bu topluluklardan hiçbirinin Türkiye’de anadilde eğitim hakkı yoktur. Kültürlerini yaşatmak için 7 çok bir şey yok; Todor Jivkov hükümetinin uyguladığı asimilasyon politikalarının da savunulabilecek hiçbir tarafı yok. Ancak onların içinde bile “Türkçe konuşamıyorduk ama en azından aç değildik” diyenlerin sayısı hiç de az değil. Çok daha önemlisi, söz konusu politikalara karşı etki-tepki ikilemi içinde milliyetçi bir ideoloji yayılmış olsa da, Türkiye’nin ulusal sorunu konusunda bir empati kurma şansına en fazla sahip olanlar da onlar. Bizim Yugoslavya göçmenleri arasında bile Kürt sorununu, kendilerini Kürtlerin yerine koymaya çalışarak anlamaya çalışan nice insana bizzat tanıklık etmişimdir. Sonuç olarak, Türkiye’de yaşayan Balkan göçmenleri her zaman karmaşık ve çelişkili bir ruh halini taşıyageldi. Ancak göçmen çocuklarının arasından yetişen eğitimli kuşak, dünyaya çok daha net bakma şansına sahip. Bir zamanlar Doğu Avrupa ülkelerinin taşıdığı “halklar bahçesi” niteliğini Anadolu ve Mezopotamya coğrafyası içinde var etmenin mümkün olduğunu düşünen insanlar yok değil. Evet, hala göçmen çocukları içinde milliyetçi olanlar ağırlıkta, ama bizim de sayımız giderek artıyor. ise kendilerine ait çeşitli kurumları ve örgütlenmeleri vardır. Biz devrimciler ise bu meselede eksikliklerle doluyuz. Bugüne kadar pek az yerde onların içlerinde olduk ve dertlerini sorunlarını dile getirdik. Türkiye’deki azınlıkların tamamı önümüzdeki birkaç onyılda ağır asimilasyon politikaları sonucunda tamamen yok olabilir ve bunun vebali de bizlerin omuzlarındadır. Sorunlarını sahiplenebilmek ve onların ulusal, mezhepsel, kültürel hakları için politika üretebilmek önümüzde bir ödev olarak durmaktadır. Gençlik Barışa Köprü Olacak 69 yılında devrimci gençler tarafından Zap Suyu’na yapılan, 99 yılında bombalanarak yıkılan devrimci gençlik köprüsü, 2010 yazında bir müze köprü olarak yeniden inşaa edilecek. Köprünün yapımı 3. Boğaz Köprüsü yapımına denk geliyor. Girişim sözcüsü Cezmi Ersöz’e projeyi sorduk. RÖPORTAJ Özgür Gençlik Dergisi Neden “Barışa Köprü” ? 69 yılında gençler, 1. Boğaz Köprüsü’nün yapılması kesinleştiği andan itibaren buna karşı çıkmışlar ve demişler ki “İstanbul’a değil Hakkari’ye köprü yapalım”. İstanbul’a köprü yapılırsa sermaye batıya akacak. Doğu fakirleşecek, batı hızla zenginleşecek ve arada büyük bir fark oluşacak. Bir diğer amaç köprü yapımında batıdan doğuya uzanan barış eli olmak. Doğunun unutulduğu tek başına çaresizce bırakıldığı, yok sayıldığı, inkar edildiği dönemde İstanbul’dan onlarca öğrencinin iki buçuk aylık süre boyunca köprü yapması bölgede çok büyük bir sevinç yaratıyor. Ve ekolojik kaygılar… Diyorlar ki o dönemin gençleri; İstanbul’a köprü yapılırsa bu köprü yetmeyecek, diğer köprülere ihtiyaç duyulacak, rant kavgası yüzünden İstanbul betonlaşacak. Çevre yolları doğal su havzalarını yeşil alanları yok edecek, bölge coğrafyası eko- lojik dengelerini kaybedecek, trafik içinden çıkılmaz hale gelecek, ayrıca özel taşımacılık kışkırtılacak. Şu anda gerçekten İstanbul doğallığını hızla kaybetti, kaybedecek. 3. Boğaz Köprüsü’nden sonra şehrin nüfusu 20 milyon olacak. Hakkari’de köprünün yapılmasında ise bizler şöyle düşündük; Kürtlerle Türkler bu zamana kadar birlikte hiçbir şey yapmadılar. Otuz yıldır süren bir savaş, toplumsal 8 dengeleri alt üst etti. Kürtler ve Türkler arasında ruhsal ve duygusal bir kopuş ortaya çıktı. Birlikte bir şey yapmak istiyoruz. Bunun en büyük simgelerinden biri bu köprü olacak. Bu köprüyü Hakkari’li insanlarla birlikte yapmak istiyoruz. Ortak bir simgemiz olsun istiyoruz. Köprü kadar barışa hizmet edecek daha iyi bir sembol bulmak zordur. Çünkü köprü birleştiricidir, köprü kavuşturandır, bağlayıcıdır. Gençlik bakımından bu projenin önemi nedir? Kırk küsür sene önce kendi yaşlarındaki duyarlı demokrat devrimci öğrencilerin iki buçuk ay kadar orada kalmaları ve oradaki insanlara bir hizmet götürmeleri çok heyecanlandırdı gençleri. “Onlar yaptı biz niye yapmayalım” dediler ve inandılar. Çünkü barış öncelikle gençler için çok önemli. Silahların susması kanın durması… Çün- kü gençler savaşıyorlar dağlarda. Türk ve Kürt gençleri savaşıyorlar. Yirmili yaşlarının başında çiçek gibi çocuklar kara toprağa gömülüyorlar, tabutlarla evlerine gönderiliyorlar. Bu yoksulların ve gençlerin savaşıdır. Tabii ki barışı gençler isteyecekler. Çünkü onlar ölüyorlar. Gençler şunun farkında; bu savaş kışkırtılıyor. Savaş her şeyin önüne çıkıyor, savaş hep olağanüstü bir hal yaratıyor. Toplumsal harekete baskıları da meşrulaştırıyor bu savaş. Sosyalizme açılan yolda, örgütlü mücadelenin gelişmesi için bu savaşın sonlandırılması gerekiyor. O yüzden gençlerin katılımını çok önemsiyorum. Henüz bu projeyle tanışmamış ya da ilgilenmemiş gençlere ne söylemek istersiniz? Öncelikle şunu düşünmeliler; bireysel mutluluk diye bir şey yok. Acı çekiliyorsa bir toplumda, adaletsizlik varsa açlık, sefalet, işsizlik Eray Güven İstanbul Üniversitesi | Hukuk Uzun ve hareketli bir dönemin ardından yine yoğun gündemlerle yaza girmiş bulunuyoruz. Barış İçin Vicdani Ret Platformu olarak kurulduğumuz günden bu yana yaptığımız etkinliklerle kardeşleşmenin önünü açmaya, Kürt halkına yönelik saldırıların sona ermesine, Kürt ve Türk gençlerinin bu kirli savaşta yok olup gitmemesine çalıştık. 15 mayıs Dünya Vicdani Retçiler gününde 28 arkadaşımızla yaptığımız toplu vicdani ret açıklamaları yaptığımız etkinliklerin belki de en önemlisiydi. Yaz dönemimde olmamıza rağmen gündemler aynı yoğunlukta devam ediyor. 1 Haziran tarihi itibari ile Kürt Hareketi tek taraflı olarak ifade ettiği ateşkesi bozduğunu açıkladı. Türk ordusunun Kürt coğrafyasına yaptığı operasyonlar aynı hızıyla devam ediyor. Bu da her iki taraftan da ölümlerin artması anlamına geliyor. Kışlalarda şüpheli asker ölümleri devam ediyor. Platform varsa mutluluğa ulaşamayacaklarını düşünüyorum. Edip Cansever’in bir dizesi vardır: “Gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir”. İnsanların mutsuz olduğu bir toplumda tek başına mutlu olmak bana etik gelmiyor. Burada ülkesini düşünmeyen, ülkesinin sorunlarını düşünmeyen bir genç benim için çok hazindir. Ben toplumsal mücadeleye katkı sunduğum zaman kendimi mutlu hissediyorum. Açlığın, sefaletin olduğu bir ülkede bir yere kadar kaçabilirsiniz. O açlık, sefalet gelir herkesi bulur. Hakari’ye gidiş planı Hakkari’deki plan nedir? bilir. Konseri de barış haftası içinde düşünüyoruz. 1 Eylül yoğun bir gün olduğu için o gün olamayacak. Mühendislik/mimarlık öğrencilerinden sürecin tamamına katılacak olanlar var mı? TMMOB’a gidip destek isteyeceğiz. Ayrıca gönüllüler çıkarsa Hakkari’yi arayıp arkadaşlarımızı karşılamalarını isteyeceğiz. Eğer olursa çok sevindirici olur. son bulması, zorunlu askerlik hizmetinin kaldırılması için mücadelemize yaz döneminde de devam edeceğiz. Bildiğiniz gibi Enver Aydemir arkadaşımız Boğaziçi Üniversitesi’nde yaptığımız Barış İçin Vicdani Ret etkinliğine gelirken yolda tutuklanmış ve askeri cezaevine sevk edilmişti. Geçtiğimiz hafta Enver arkadaşımız Ankara Gata’da psikolojik olarak askerlik hizmeti yapmaya uygun olmadığı gerekçesiyle verilen ‘çürük’ raporuyla askerlik hizmetinini yapmaktan “mahrum” oldu. Enver arkadaşımıza verilen ‘çürük’ raporu aslında Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir? ve Köprünün yapımı başlayacak, köprünün bitimine çok az kala Haydarpaşa’dan gençler, üniversite öğrencileri, aydınlar, gazeteciler Van Ekspresi’ne binecekler, otuz sekiz saat süren bir yolculuk sonunda Van’a varacaklar, oradan onları karşılayarak Hakkari’ye götüreceğiz. Çadırlarda veya misafirhanelerde konaklayacaklar. Sanatçılar köprünün bittiği akşam oraya varacaklar, ben de onlarla olacağım. Son iki üç gün köprünün kalan kısmını buradan giden gençler yapacaklar. Bir çeşme yapılacak, banklar yapılacak, yoldan geçen insanların soluklandığı küçük bir park yapılacak köprünün ayaklarına. Tabii bu bir müze köprü olacak, kullanılmayacak. Ardından kurdele kesilecek ve akşam da konser verilecek. Bu iki üç gün içinde bir takım resim, yazı, tiyatro gibi atölyeler kurulması düşünülüyor. Bazı sanatçı dostlarımız böyle akademilerin yararlı olacağını düşündü. Tiyatro ekipleri müzik grupları gele- olarak operasyonların durdurulması, kışlalarda asker ölümlerinin sistemin kendi çürüklüğünü gözler önüne seriyor. Egemenler vicdani ret mücadelesiyle başa çıkmak için ‘çürük’ raporu ver- Bu projenin devamının gelmesini istiyorum. Bölgeye dönük bir takım projeler üretelim. Mesela yakılan boşaltılan bir köye dersane yapalım, kütüphane yapalım. Kürtler ve Türkler ortak eserler verelim. Bu konuda herkesin desteğine açığız. Umarız operasyonlar biter ve bölgede rahatça çalışırız. Çok ciddi bir güvenlik sorunu olursa erteleyebiliriz. Çünkü bizimle gelecek gençlerin canı her şeyden önemli. Valilik ve bölgedeki en büyük parti olan BDP destekliyor projeyi. Hakkari milletvekilleriyle görüştük. Olumsuz bir yanıt almadık. erek kurtulacaklarını zannediyorlar. Türkiye imzalamış olduğu uluslararası protokollere göre vicdani ret hakkını tanımak zorunda fakat ısrarla tanımamak için direniyor. Vicdani ret hakkının tanınması için mücadelemiz devam edecek. Platform olarak bu savaşın sona ermesi için mücadele yürüten diğer kesimlerle birlikte etkinlikler yapmayı planlıyoruz. Enver arkadaşımızın müslüman bir vicdani retçi olması bu sorunun aslında her kesimden insanı ilgilendirdiğini bize net olarak ifade ediyor. Bu savaşa karşı olan kesimlerle birlikte etkinlikler düzenleyip barış için vicdani ret mücalesini büyütmeye çalışacağız. Avrupa Sosyal Forumu bu yıl 1-4 Temmuz tarihleri arasında Türkiye’de gerçekleştirilecek. Avrupadan sol, sosyalist, demokrat İlgilenmek isteyenler nasıl ulaşabilirler? Neler yapabilirler? çevreler buluşup başka bir dünyanın nasıl mümkün olabileceğini tartışacaklar. Bu etkinlikte platform olarak biz de yer almaya Facebook’ta Barışa Köprü Ol grubundan, yuksekovahaber. com’dan takip edebilirler. Ayrıca benim facebook sayfama da bakabilirler. cezmiersoz@superonline. com’a mail atabilirler. vicdani ret mücadelesini Türkiye ve Avrupa’dan gelen gençlerle tartışıp ilerletmeye çalışacağız. Platform olarak mücadelemize kaldığımız yerden devam edeceğiz. Bu kirli savaşı durdurmak için yürüttüğümüz vicdani ret mücadelesinde hepimiz üzerimize düşeni eksiksiz bir şekilde yapmalıyız. Teşekkürler. Yeni etkinliklerde görüşmek dileğiyle... Ben de teşekkür ederim. 9 Kültürümüzü Yaşatmak İçin Kartal Yakacık’ta bir araziyi işgal ederek kendi cem evlerini kuran alevi gençlerle sohbet ettik. RÖPORTAJ Hayriye Çiçek Bugün alevi gençlerinin sistemden beklentileri nelerdir ? Heval Demirtaş: Bugün bizler alevi gençler olarak, en çok sorunu eğitim kurumlarımızda ve toplu yaşam alanlarımızda yaşıyoruz. Mesela ben bir lise öğrencisi olarak en çok, beni anlatmayan ve bana yararı dokunmayacak olan din dersinde yaşıyorum bizlere bakış sorununu. Beklentilerimiz de bu açıdan yükseliyor. Okullardaki din dersleri kaldırılmalı ya da bunun yerine herkesin dinini anlatıp öğrenebileceği ders ortamları yaratılmalıdır diye düşünüyorum. Çilem Erdoğan: Alevi kimliğimizden kaynaklı arkadaşlarımız tarafından dışlandığımız anlar oluyor, bunların uzun bir süre farkında değildim ama alevi olduğumu söylediğimde bana sorulan soruların saçmalığını görünce, aslında toplumda bizim dinimizin tanınmadığını fark ettim. Bu tip yanlış algılayışlar arkadaşlarımızla bizim aramızda bir ayrım oluşturuyor. Elbette bir öğrenme süreci gerekir bu anlayışın ortadan kalkması için. Kendi kültürümüzü anlatabileceğimiz ve daha fazla öğrenip, kendimizi de geliştirebileceğimiz alanların yaratılması okullardan başlayacaktır. Aslında en büyük beklentilerimizin ve taleplerimizin başında, okullardan başlayarak dinimizi öğrenmemiz ve öğretmemiz, bunun dışında yaşamın diğer alanlarında da dinimizi rahatça yaşayabilmemiz için imkanların ve olanakların yaratılması geliyor. bir alana çevirmek istiyoruz ve bu alanı elde etmek için işgal yolunu seçtik. Neden işgal ? Heval Demirtaş: Bu mahallenin çocuğuyuz. Burada onlarca camii var ve yenileri yapılmaya devam ediliyor. Bu mahallede yaşayan onlarca alevi var ama onlar için bir cem evi bile yok. Burada alevi aileler cenazelerini kilometrelerce uzaklara giderek yıkatıyorlar. Bunların dışında kültürümüzü yaşatabileceğimiz bir alanın olması için de buradayız ve bu alanı kendi kültürümüzü yaşatabileceğimiz Çilem Erdoğan: Kendi kültürümüzü yaşatacağımız bir alanın var olması için buradayız. Daha önce mahallemizde Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri’nde toplanıp kültürümüzün varlığını sürdürmeye çalışıyorduk ama artık daha etkin daha kapsayıcı bir alana ihtiyaç duyduk ve bu araziye cem evimizi kurduk. Sokaklarda yozlaşan bir gençlik olmaktansa vaktimizi burada geçiriyoruz. Bilindiği üzere Kartal Belediyesi CHP’ li ve alevilere yakınlığı ile biliniyor. Peki sizlerin burada işgal gerçekleştirmenizi nasıl karşılıyorlar? Heval Demirtaş: Belediye Başkanı birkaç kere buraya gelerek bu yaptığımızın ayıp olduğunu söyledi. E-5 üzerinde bir cem evi yapacağını ve burada yaptığımız şeyi sonlandırmamız gerektiğini, burasının belediyeye ait olduğunu söyledi. Konu cem evi olunca belediyelerin tutumları aynı oluyor 10 burada. AKP’li bir belediye olsaydı onlar da gelip ‘ayıp ediyorsunuz burayı dağıtın’ diyeceklerdi. Bugün CHP’lisi de gelip aynı şeyi söylüyor. Çilem Erdoğan: Belediyenin CHP’li olmasının burada cem evi kurmamızda yararından çok zararı bulunmaktadır. Sizin de söylediğiniz gibi alevilere yakınlığı ile bilinen bir belediye ile karşı karşıya gelmek aslında ‘her şey söylendiği gibi değilmiş’ dedirtiyor. Buradaki cem evine gelen ailelerin coğu Eğer söylediği gibi Cumhuriyet Halk Partisi yanımazda olsaydı bizim partimiz olsaydı, bizleri cem evi için işgal yapmak zorunda bırakmazdı. oylarını seçimde CHP’ye attılar. Benim ailem de oyunu CHP’den yana kullandı fakat bugün hep beraber gördük ki; CHP biz alevilerin yanında değil. Eğer söylediği gibi yanımazda olsaydı bizim partimiz olsaydı, bizleri cem evi için işgal yapmak zorunda bırakmazdı. Kendisi belediye olur olmaz yapardı. CHP’nin Genel Başkanı Kılıçdaroğlu en çok alevi kimliğiyle yer etti. Sizce CHP’nin bundan sonraki politikasını etkiler mi? Heval Demirtaş: Aslında CHP’nin politikasını etkileyeceğini düşünmüyorum ama oy oranında bir artış olacaktır. Kılıçdaroğlu genel başkan olduktan sonra biz burada işgali gerçekleştirdik ama CHP’nin bize karşı tavrını etkilemedi. Ama buradaki ailelerin coğu CHP’nin tavrından rahatsız olsalar da oylarını Kılıçdaroğlu’na vermeyi düşünüyorlar. Sadece alevi kimliğine sahip olması oyları alması için yeterli görülüyor şu an. Çilem Erdoğan: Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olması CHP’yi değiştiren bir şey olmayacaktır bence çünkü şimdiye kadar da CHP alevilerin partisi olduğunu söylüyor ve büyük oranda oy alıyordu. Fakat burada yaşayanlar ve belediyeyle cem evi meselesi yüzünden karşı karşıya gelen aileler CHP’nin gerçek yüzünü gördüler. Nasıl burada belediyenin gerçek yüzünü gördülerse en kısa zamanda da Kılıçdaroğlu’nun gerçek yüzünü göreceklerdir diye düşünüyorum. Bugün sadece alevi olmak, alevileri savunuyorum demek yetmiyor. Onların yanında hatta içlerinde olmak gerekir. Gençlik N’apsın Kılıçdar’ı? Gerçek Gandi mi çakma mı? Kimdir aslında Kılıçdaroğlu? CHP’li gençler geçtiğimiz ay iki perdelik bir oyunun figüranı oldular. Malum görüntülerin yayınlanmasının ardından istifa eden genel başkanlarının geri dönüşünü sağlamak amacıyla onun evinin önünde açlık grevi yaptılar birinci perdede. İki Deniz’li tişörtler giymişlerdi; faşistliği ayyuka çıkmış Baykal’ı, faşizme karşı duruşun simgesi Deniz Gezmiş’le özdeşleştiriyorlardı. İkinci perdede ise, Kılıçdaroğlu’nun partinin başına geçtiği kurultayda yeni genel başkanlarına tezahürat yaptılar huşu içinde. “Faşizme geçit yok” diye bağırıyorlardı. AKP’ye karşı, fakat MHP’yle bir koalisyon hükümetine hazırlandığı belli olan Kılıçdaroğlu’nu avuçları patlarcasına alkışlıyorlardı aynı anda. Adam Kürt ama, aslında Türkmen olduğunu ispatlamaya çalışıyor, Soner Yalçın ve Yusuf Hayaloğlu gibi tescilli ırkçıların yardımıyla. Çoktan bayatlamış 80 yıllık o bildik teraneyi okuyor: “Doğudaki Kürt kökenli vatandaşlarımızın sorunu kimlik değil kalkınma sorunudur.” Sahi, karnı daha iyi doyan Kürt kendi anadili üzerindeki yasakları unutuyor mu? Peki Kılıçdaroğlu, Kürtler bir millet midir sence, açıkca cevap versene! İnkar ettiğin o millet senin gibiler için “caş” sözcüğünü uygun görüyor hatırlatalım. O bir alevi, fakat Alevilerin hiçbir hakkını, zorunlu din dersinin kaldırılmasını bile dillendirmiyor. Ve tarihi alevi katliamlarına imza atan kontrgerilla uzantılarıyla kol kola girmekten geri durmuyor. Aleviler arasında senin gibilere “yol düşkünü” dendiğini bilmiyor olamazsın Kılıçdar. Üniversitede başörtüsü yasağına değinmekten kaçınmak için merdivenaltı atölyelerde ucuz işgücü sömürüsüne uğrayan başörtülü genç işçileri doluyor diline. Ey Kılıçdar, böyle kaçak oynayarak ve sapla samanı birbirine karıştırarak bu meseleden sıyrılabileceğini mi sanıyorsun? İşsizlik yoksulluk ve yolsuzluk Kılıçdar’ın ağzından düşmeyen mevzular. Ne ki, yolsuzluk batağında semiren Doğan Medya’ya sırtını dayayarak, TÜSİAD’çı sermaye sınıfına kendini kabul ettirmek için çırpınarak varolmaya çalışıyor. Sermayenin emekçiler için sömürü ve yoksulluk ile kodlandığını ne yapsan da gözden kaçıramazsın Kılıçdar! Buradan yaşıtlarınıza neler söylemek istersiniz? Biz burada cem evimizi kurduk, burası bizim en önemli üretim alanımız, tüm ardakaşlarımızı buraya hem bize katılmaya hem de ziyarete bekleriz. Çok teşekkürler sohbet için. Kılıçdar’dan, eline geçen yolsuzluk belgelerini kamuoyuna açıklayarak sükse yapan bir devlet müfettişi çıkabilir belki, lakin solcu ve halkçı bir lider asla çıkmaz. Nazım’dan birkaç dize okuması, hiçbir çözüm yolu sunmadan yoksulluk üzerine atıp tutması buna yetmez. O sadece devletlü faşiz- Biz de teşekkür ederiz. 11 min sol kanat oyuncusu olarak sahadadır bugün. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmaya, AKP’nin burjuva hükümetine karşı Kılıçdar CHP’sine bel bağlamaya gerek yok. Özerk-demokratik üniversite isteyen üniversiteli, eşitparasız eğitim isteyen liseli, anadilde eğiitm isteyen Kürt genci, zorunlu din dersinin kaldırılmasını isteyen genç alevi, üniversiteye devam hakkını isteyen başörtüü genç kadın ne yapsın Kılıçdar’ı?! Her gün bu adamı mı dinleyecek özgürlüğe susamış gençlik? Hindistan halkının kendi ülkesinin kıyılarında biriken tuzu kullanma hakkını kazanması için onbinlerce yoksulun sömürgeci ingiliz namlularını aştığı ünlü Tuz Yürüyüşü’ne önderlik eden bir ulusal bağımsızlık kahramanıydı Gandhi. Onun karikatürü bile olamayacak Kılıçdar ise, bilimum milliyetçi ve laikçi faşistin yakıştırdığı Gandi lakabını sömürerek yürüyor şimdi. Ecevit’in kasketini de geçirdi başına. Hegel’e atıfla ne güzel vurgulamış Marx; tarihte tekerrür olarak görünen olayların, aslında birincide trajedi ikincideyse komedi olarak yaşandığını. Karaoğlan imajıyla başlayan Ecevit, Ha Dön saldırısının kanlı mimarlığıyla tamamlanmıştı siyasi güzergahını. Şimdi sırada Kılıçdar komedisi var! Ve tabii, CHP’nin oyununa alet olan gençlerden başka, gerçekten halkçı ve demokratik mücadeleyi yürüten, değişim için devrim ve sosyalizm bayrağını yükselten sayısız genç var. Ekinoks Projesi 2006 yılında danscamera “dans filmleri” festivali için bir araya gelen Ekinoks Projesi, görenlerin ve görmeyenlerin bir araya gelmesiyle oluştu. Oluşturulan kısa filmin konsepti görenlerin ve görmeyenlerin birlikte dans etmesiydi. Yapılan festivalde Sınırlar filmi ile 150 film arasından ilk 20 arasına girdi. Sınırlar ile ilk defa sesini duyuran grup çalışmalarına devam etti. Proje kordinatörü olan Ulaş Yiğit Ekiz le sohbet ettik. RÖPORTAJ ESRA ÖZTÜRK Projenin çıkış noktası nedir? 2009 yılında sınırları kaldırmak fikri insanlara koyulan sınırları kaldırmaya yönelik ortaya çıktı. Kavramsal olarak görmenin iktidarının kaldırılması, görsel algının yeniden kurgulanarak hayata sunulmasıydı. Görsel algının kişileri yönlendirmesi, onlara bir bakış açısı yaratarak sınırlar koyması, insanlar arasındaki empatinin yok olmasına sebebiyet veriyor. Mesela eskiden radyo tiyatrosu vardı ve insanların duyumsal algıları ve hayal güçleri daha gelişkindi diye düşünüyorum. Şu an televizyonda reklamlar ve birçok şey bize sınırlar çiziyor. Biz de bu durumu bu şekliyle ortaya koymayı uygun gördük. te etmek için bir araya gelmedik. Eğer ki öyle düşünüyor olsaydık görenlerin de rehabilitasyonu üzerinden bir şey oluştururduk. Bizim çalışmamızda genelde işin zorluğuyla ilgili sorular soruluyor. Fakat bizim zorluk dışında avantajlı yönlerimizin olduğunu düşünüyorum. Çünkü dansta temel olarak karşı tarafı duyumsamak önemli. Son zamanlarda dans teknik hareketlerin toplamı olarak görülüyor. Biz birbirimizi duyumsayarak bunu da ortadan kaldırmış oluyoruz. Çünkü insanların birbirlerini anlaması gün geçtikçe zorlaşıyor. Çoğu çatışmanın da bundan kaynaklandığını düşünüyorum. Projeniz için herhangi bir yerden destek alıyor musunuz? Proje için herhangi bir yerden destek almıyoruz. Tamamen kendi kişisel bütçelerimizle karşılıyoruz. Son dönemde medyada da birkaç programa çıktık. Televizyon programlarına katılmanın bize kişisel katılımlar açısından çok fazla yararı oldu. Şu an üç bin beş yüz kişilik bir gurubumuz var. Bu projeyi Projenizde genel olarak sokakları seçiyorsunuz bunun özel bir nedeni var mı? Evet var. Mekan olarak sokak toplumdan soyutlatılmış. İnsanların yeniden üretebilecekleri bir alan olarak sokağı yeniden üretmek gerekiyor. Sokağın özgürleştirici bir yanı var. Biz dans biçimi olarak çağdaş dans yapıyoruz. Bunun sebebi sınırların olmaması. Ben sokak dansını bir eylem biçimi olarak görüyorum. Sokak performansları, her bir anın yeniden üretilebilmesi için ve sokaktaki insanın bu üretime katılması için bize çok fazla alan tanıyor. Projenizi görmeyen arkadaşlarla yapıyorsunuz bununla ilgili olarak gelen tepkiler nasıl? Bu projenin bir rehabilitasyon olarak görülmesi biraz kötü; çünkü biz görmeyen arkadaşları rehabili- Kurumların maddi destekte bulunmamaları sebebiyle bunu karşılayamıyoruz. Fakat hem sanat kurumlarını hem de görmeyen, duymayanlara dair işleyen kurumları bir araya getirip köprü olacak bir kollektif olabiliriz. Bundan sonraki projeniz nedir? Zaten İtalya’da sergilediğim fotoğraf projesi, Körce sergisini bir dans projesine evrilterek Köstebeği uluslarası alana taşıma teklifi dahi geldi. Fakat maddi destek için görüştüğümüz kurumların çoğundan manevi destek dışında hiçbir destek göremedik. Fakat özellikle belediyelerin ve diğer kurumların bu tarz projelere destek vermesi gerekiyor. Çünkü görmeyen/duymayanların duyusal algıları çok farklı işlediği için sanat yapabilecekleri daha geniş alanlar olması gerektiğini düşünüyoruz. Peki diğer illerde de bu projeyi yürütüyor musunuz? 12 Seviyorum’u hazırlamaya başladık. Bu proje görme dışındaki diğer duyu organlarının farkındalığına, yaratmaya dair olacak. İki aydır 6 görmeyen 9 gören arkadaşla bu projenin çalışmalarını yürütüyoruz. Tüm sanatsal aktiviteleri gör- meyen ve duymayanlarla üretmek istiyoruz. Mesela İstanbul’da bir mekan açma fikrimiz var. Bu mekanın görmeyenler ve duymayanlar için dizayn edilmiş, üretim yapabilecekleri, tüm sanat dallarıyla ilgilenebilecekleri bir istasyon haline getirmek istiyoruz. Ayrıca bu mekanın çevresini de kabartmalı yol tarifleri vs gibi duymayanlar ve görmeyenlere uygun biçimde tekrar şekillendirilmesine dair fikirlerimiz var. Şu anda bir mekan arayışı içindeyiz. Tüm bunların haricinde 12 Haziran’da İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Pandomim atölyemiz başladı. Herkesi oraya bekliyoruz. 1968 Baharında Görülen ‘’Yetersiz, Zararlı ve Doğurgan Köprüler’’ BURCU DEMİRBAŞ Yıldız Teknik Üniversitesi | Mimarlık 3. Boğaz Köprüsü, yani 1. ve 2. köprülerden sonraki, 4. ve 5. köprülerden önceki köprü. Doğa derneklerinin, STK’ların, “yerinden yurdundan edilecek halkın’’ isyanlarına ve çağrılarına aldırmadan, zihnimizde şimdiden inşaa edilen, hatta afilli isimler bile seçilen 3.Boğaz Köprüsü… En başta sorulacak sorular tabii ki köprünün “Neden?’’, “Nasıl?’’ ve “Kimin İçin?’’ yapılacak olduğudur. 1970’lerin başlarında çalkantılı ve gerilimli yıllarda 1.si için, 1980 sonrasının kasvetli ve ziyan dolu yıllarında 2.si için sorulmuş bu sorular; devletin resmi raporlarında da gereksiz görülen bir 3.sünün gündemde olduğu şu günlerde daha yüksek sesle, avaz avaz soruluyor olmalıydı. Fakat sesler yine olması gerekenden az birikmiş ki, sorulara verilen gelişi güzel cevaplara karşı koymakta yetersiz kalıyor. Hiçbir alanın uzmanı tarafından desteklenmeyen karayolu geçişleri, hiçbir bilimsel ya da mesleki çalışmada faydaya dair bir bulgunun bulunmaması, nerden baksan tutarsızlık… Var olan dünya düzeninde, hemen hemen bütün dünya kentlerinde karayolu gelişimine ve üretimine dayalı kent politikaları, kentsel arazi üzerinden kapitalizmin yeniden üretilmesi amacı, devletin ve sermayenin kentsel mekan üzerindeki ortak kontrol mekanizmaları, sağlıksız ve dengesiz kentleşmenin önüne geçilemeyecek bir gerçeğe dönüşmesine sebep olmaktadır. Kenti yaşama ve tasarlayıp dönüştürme hakkı maalesef küçük bir siyasal ve ekonomik elitin elindedir. Geçmişten bugüne, boğaz köprülerinin yapılma ihtiyaçlarına ve gerekçelerine baktığımızda ise Boğaziçi’ni araç trafiğini özendiren bir köprüyle yarmanın, iki yakayı karayolu ve bağlantı yollarıyla bağlamanın kente getireceği yoğun yük ve zarar, döneminde bir grup insana ve doğaya sahip çıkan genç tarafından ön görülmüştü. ’’68 Kuşağı Devrimci Gençleri’’ 1.Boğaz Köp- rüsü yapımının gündemde olduğu yıllarda bir yandan bilimsel temelli yanıtlarla karşı durdukları köprünün yapımını, diğer yandan insanlık dışı ulaşım sorunlarını dillendirmek için farklı bir protesto yöntemiyle eyleme döktüler. Hakkari’de onlarca can verilen Zap Suyu’na 1. Boğaz Köprüsü’nün benzeri bir simge köprü yapımı projesini hayata geçirdiler. taşıyabileceğinin üzerinde göç yığılmaları başladı. Kentleşme oranı arttı, -bununla birlikte işsizlik- ve doğalında yasal olmayan barınma alanlarına gerek duyuldu. Sanayi yapıları ve endüstriyel kirlilik nedeniyle imara açılan orman alanları arttı ve su havzaları azalmaya başladı. Kent ve insanlar, doğal olarak birkaç on yıl önceden yavaş yavaş nefessiz kalmaya başladı. İstanbul, ilk köprünün yapıldığı zaman dilimine kadar doğu-batı ekseninde büyüyüp, bu çeperde gelişme gösterirken, daha kuzeyde yapılacak bir köprü şehrin kuzeye doğru büyümesine sebep oldu. Yeni karayolu koridorlarının açılması ve köprü yapımıyla -bu büyüme fiziksel anlamda bakıldığında- orman alanlarının ve su havzalarının zaman içinde yağmalanmasını getirdi, suyu daha pahalı, havayı daha kirli, işsizi daha çaresiz, yoksulu daha parasız, evsizi daha kötü koşullarda yaşatacak koşulları yarattı. Kısaca birkaç on yıl öncesine ve sorunun başlangıcına bakacak olursak, Mimarlar Odası’nın geçtiğimiz günlerde yayınladığı Köprü Değerlendirme Raporu’nda belirtildiği üzere‘’Ulaşımı ve ulaşım sorununu karayolu üzerinden değerlendiren bir anlayış, 1950’li yıllardan başlayarak toplu taşımacılığı esas alan yaklaşımları, demiryolu ve denizyolu ulaşımını dışlamıştır. Kentlerimizi otomobillere tutsak hale getiren ulaşım politikaları sonucu, tarihsel, doğal ve çevresel değerler büyük oranda yok edilmiş ve yok edilmeye devam edilmektedir‘’. İlk boğaz köprüsünün yapımından hemen sonra, öngörülen her 1973 Boğaziçi Köprüsü ve 1988 Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün Diğer metropol örneklerine bakıldığında da apaçık okunabileceği gibi ulaşım sorunu mümkün olduğunca deniz ulaşımı ile beslenmiş raylı toplu taşıma sistemleri ile çözülmelidir. şey eş zamanlı ve hızla gerçekleşti. 50’lerden sonra başlayan dönemin siyasi ve toplumsal koşulları dahilinde hız kazanan Anadolu kentlerinden İstanbul’un her iki yakasına 13 yapımından sonraki süreçlerde her iki köprünün kent üzerindeki olumsuz etkileri bizzat yaşanarak görüldüğü halde, 3. Köprünün yapımında hukuki anlamda yerel ve ulusal birçok sözleşmeye ve düzenleme planına aykırı olduğu halde, sergilenen ısrarcı tutumun başka bir açıklaması olmalıdır. Özellikle FSM Köprüsü, TEM Otoyolu ve bağlantı yolları yapıldıktan sonra kentin kuzeyindeki ormanlar, içme suyu havzaları ve tarım arazileri büyük oranda zarar görmüştür. Bilimsel raporlar tarafından reddedilen ve hukuka aykırılığı aşikar 3. Köprü inşaasının hiçbir anlamda kamu yararını gözetmesi gibi bir gerçek söz konusu değildir. Bunun yerine kendi mesleki sorumluluğunu, iktidarın çıkarına değişecek bir Büyükşehir Belediye Başkanı’nın çelişkili, ikna edicilikten uzak ve bilimsel temeli olmayan açıklamaları ile hukuka ve kentli haklarına karşı, anti-demokratik dayatmalar söz konusudur. Köprüler yapıldıktan sonra, iddia edildiği gibi, her iki köprünün de ulaşım sorununu çözmediği; iki yaka arasında insan geçişini sağlamadığı; araç geçişini bir süre sağladığı, ancak daha sonra tıkandığı ve yeni ulaşım sorunlarına ve trafikte kaos yaşanmasına neden olduğu görülmüştür. Yani yoğunlaşan ve kenti yaşanılmaz kılan trafik sorununun çözümü hiçbir zaman daha fazla karayolu yatırımı ve araç tüketimi özendirmesi olmamalı. Diğer metropol örneklerine bakıldığında da apaçık okunabileceği gibi ulaşım sorunu mümkün olduğunca deniz ulaşımı ile beslenmiş raylı toplu taşıma sistemleri ile çözülmelidir. Hali hazırda bir devlet projesi olan Marmaray Projesi devam etmekteyken fizibilite raporlarında 3. Köprü’nün gereksiz görüldüğü yer alırken bu derece ısrarlı bir tutum ziyadesiyle düşündürücüdür. “Bütün gerçekler ‘3. Köprü’ yapılmamasından yana olmasına rağmen, alınan kararı siyasal ve rant beklentileri dışında değerlendirmek mümkün müdür?” * * Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu’nun 3. Köprü ile İlgili Basın Açıklaması’ndan alınmıştır. Bir Kuşağı Şekillendiren Gizli Defterler İpek Ongun 90’larda çocuk olanlara neler verdi, onlardan neler aldı? ELİF AKGÜL İstanbul Bilgi Üniversitesi | Sinema Televizyon İpek Ongun’un “Bir Genç Kızın Gizli Defteri” adlı serisi 90’larda çocuk olmuş kadınların hayatlarında bir dönemdir. İlki 1990’da, 8.si 2010’da basılmış olan seride Serra Noyan’ın hayatını günlüklerinden okuruz. İpek Ongun bu günlüklerle Serra’nın genç bir kız olarak hayatla ilişkisini anlatarak bir rol model çizer. Peki Ongun’un ideal genç kadını nasıldır? Serra Noyan başarılı bir öğrencidir. Bir gün bile okuldan kaçmamıştır. Biri müsvedde biri asıl olmak üzere her ders için 2 ayrı defter tutar. Tutumludur. Mutsuzken temizlik yaparak rahatlar. Ailesi boşanmıştır ve 2. kitap Arkadaşlar Arasında’da annesi ile Ankara’dan İstanbul’a taşınır. Üniversite için Ankara’ya döner ve okulu bitince tekrar İstanbul’a yerleşir. Ama onun asıl özelliği yoğun yazma tutkusudur. Hayatını en ince ayrıntısına kadar günlüklerine işler. Ortaokulda en sevdiği TV dizisi Cosby Show’un babası Cosby Baba hakkında yazdığı bir yazı yüzünden okul yönetimiyle bile takışmış ama yazısının arkasında durmuştur. Hatta lise birde kazandığı bir kompozisyon yarışması sayesinde Amerika yolculuğuna çıkar. İlk günlükler boyunca Serra’nın tek hayali yazar olmaktır. Peki Serra ne yapar? Turizmci olur. Serra’nın aklına edebiyat okumak, yazar olmak gelmez bile. Ongun Serra’nın tutkusu- nun peşinden gitmesine izin vermez. Çünkü bir insan önce para kazanmalı, kendi ayakları üstünde durmalıdır (se- İlk günlükler boyunca Serra’nın tek hayali yazar olmaktır. Peki Serra ne yapar? Turizmci olur. Serra’nın aklına edebiyat okumak, yazar olmak gelmez bile. 14 rinin 3. kitabının ismi de zaten Kendi Ayakları Üstünde’dir). Tutkular para kazanıldıktan sonra hobi olarak yapılacak uğraşlardır. Çünkü yazarlık para kazandırmaz; Amerika’ya bir gezi bileti kazandırsa ya da sadece mutlu etse bile. Peki ya başka tutkular. Serra da her kadın gibi aşık olur. Cüneyt’e.. Cüneyt İzmir’de yaşadığı için sadece telefonda görüşebiliyorlardır. 2 yıl boyunca bu telefon trafiğinde sevgili kalırlar. Bu süre içerisinde bir keresinde Cüneytlerin okuluyla geziye giderler. Serra ilk defa evden ayrılıyordur. Cüneytle el ele yaptıkları romantik yürüyüşte Serra’nın ayağı kayar, Cüneyt onu yakalar, birbirlerine çok yaklaşmışlardır ve... Ayrılırlar. Serra odasına döndüğünde annesinin ona yazdığı mektubu bulur. “Kızım sana güveniyorum. Bedenin sana başka şeyler söyleyecek ama sana güveniyorum” İpek Ongun Serra’yı annesinin sesiyle yine dizginler. “Kızım namusunu koru” “iyi bir genç kız flörtüyle tabii ki elele tutuşacaktır. Ama sadece o kadar”. Serra ile Cüneyt hiç öpüşmediler. İki sene boyunca bir kere bile... Sonra da ayrıldılar. Sonra üniversite geldi. İpek Ongun bu sefer kıyak geçmek istediğinden mi yoksa onu sınamak için bilinmez Serra’nın etrafını erkeklerle doldurdu. Bir yanda Ege bir yanda Oktay. Ege de şirin çocuk Oktay da. Bir yıllık flörtün sonunda Oktay’la Serra sevgili oldular; öpüştüler ya da Ongun’un deyimiyle “birlikte bulutlara uçtular”. Halam bana hep “kızım okula git; bir sene etrafına bak; sonra birini bul. Mezun olunca da evlenirsiniz” derdi. Serra da aynı öyle yaptı. Oktay ile 4 yıl sevgili oldu. Birlikte hep bulutlara uçtular ama asla bulutların üstüne çıkmadılar. İpek Ongun Serra’nın özgür cinselliğini pek desteklemez. Çünkü biz Serra’nın Oktay’a olan arzusunu satır aralarında okuruz ama onlar sadece bulutlara uçarlar. Sonra nişanlılık gelir. Artık Oktay da Serra da turizmcilik yapıyordur. 2 yıldır nişanlıdırlar. Serra evlenmek istiyordur. Oktay ise “işini sevmediğini, değiştirmek istediğini, mutsuz olduğunu” söyler. Peki Serra ne yapar? “Çok bencilsin Oktay. Beni hiç düşünmüyorsun. Sen mutsuzsun diye evlenmemizi engelliyorsun” Serra’nin içine İpek Ongun kaçmış gibidir. Öyle ya insan bir meslek edindi mi onu yapar. Mutsuz olması mühim değildir. Aslolan düzenli bir hayatı olması, para kazanıp yuvasını kurmasıdır. Ve Serra Oktay’dan ayrılır. 2 ay sonra da üniversitede Oktay’la ayrı kaldıkları bir dönemde babaannesinin tanıştırdığı Özgür’le evlenir. Ne de olsa büyükler her zaman en iyi bilenlerdir. Ve politika. 1990’dan 2007’e onca yıl, onca vak’a... Ama bir satırda bile politikadan bahsedilmez. Serra da İpek Ongun da suskundur. Bir Dünya Meselesi Dünya Kupası Milyonların takip ettiği Dünya Kupası tüm hızıyla devam ediyor. ALİ TEKTAŞ Ve büyük maraton başladı. 63 maçlık maratonun bir kısmını geride bıraktık bile. Dünyanın dört bir yanında tüm vaktini Dünya Kupası maçlarını izlemeye harcayan milyonlarca kişi bu büyük şölenin tek bir dakikasından uzak kalmamaya çalışıyor. Kupaya şu ana kadar damga vuran ise ne bir takım ne de bir yıldız oyuncu. Vuvuzela isimli yerel Afrika çalgısı 2010 Dünya Kupası’nın en çok konuşulan konusu. Çıkardığı sesle futbol izleme zevkini düşürdüğü için yasaklanmasını talep eden de var kupanın yapıldığı coğrafyanın rengini yansıttığı için destekçileri de var. Kupanın bir ayrıntısı da şöyle; stat güvenliğinde çalışan işçiler maaşlarını alamadığı için organizasyon komitesini protesto ederek hakları için iş bıraktı. futbolu anlatan açıklamaların neredeyse tümünün önünde yer alan bu söz, dünyanın en önde gelen spor yazarlarından Simon Kuper’in kitabının adıdır. Kuper yazdığı kitapla 90’ların ortalarından sonra futbolda gelişen sürecin analizine girişmişti. Küresel televizyon yayınlarıyla ve paralı kanallarla futbolun medya değeri birdenbire çok arttı. Reklamlar, sponsorluklar, ürün satışı ve nihayet Şampiyonlar Ligi gibi düzenlemeler futbolun girdilerini astronomik ölçüde büyüttü. Futbol takımları borsada dalgalanan şirketlere döndüler. Taraftarlık algısı da değişen futbol anlayışına göre yeni bir hale bürünmüştü artık; her durumda takımını sonuna kadar destekleyen taraftar artık başarı odaklı taraftar olmuştu. Rekabet, kazanma hırsı yani kapitalizmin kuralları… Güncel gelişmeleri kenara bırakıp kupa tarihine kısaca göz atarsak; İlki 1930 yılında Uruguay’da 13 ülkenin katılımıyla gerçekleşen organizasyon 1942 ve 1946 yıllarında savaş nedeniyle yapılamadı, 1950’den itibaren ise düzenli olarak yapıla geldi. Televizyondan yayınlanan ilk Dünya Kupası Almanya’nın ilk şampiyonluğuna ulaştığı 1954 finalleri oldu. Futbol denen sihirli oyunun en prestijli, en çok takip edilen mücadelesi olan Dünya Kupası gün geçtikçe daha fazla insan tarafından seyredilmekte. Şüphesiz bunu sağlayan, televizyonun artık dünyanın her yerinde izleniyor olmasıdır. ‘Futbol Asla Sadece Futbol Değildir’ sözü artık bir klişe olsa da yazının niyeti açısından değinmeden geçmek olmaz. Endüstrileşen 15 İşte futbolun bugünkü halinin arz-ı endam eylediği en büyük sahne Dünya Kupası’dır. Hollywood, film sektörü açısından neyse Dünya Kupası da futbol açısından odur desek yanlış olmaz. Dünya Kupası’nı düzenlemeye hak kazanan (lobi faaliyetleri ve rüşvet var mı acaba işin içinde) ülkelerin ne kadar iyi çalıştığını hepimiz duymuşuzdur. Yoksul mahallelerin ziyaretçiler tarafından görülmemesi gerekir, o yüzden kocaman duvarlar çekilir varoşların önüne, bazen de yıkılır yoksul evleri. Oscar törenlerinde kusur göreniniz olmuş muydu hiç? Dünya kupasının önemli konularından biri de kupanın yıldızının kim olacağıdır. Pele ve Maradona kupanın simgeleşmiş yıldızları ola- rak hemen aklımıza geliyor değil mi? Daha yakın geçmişten Romario, Zidane, Ronaldo… 2010’un yıldız adaylarının başında ise gelmiş geçmiş en iyi futbolcu/futbol dahisi Maradona’nın tahtını almaya aday, yakında 23 yaşına girecek olan, Lionel Messi geliyor. Arjantin’li Messi oynadığı futbolla bu oyunun ne kadar güzel olabileceğine dair hayal dünyamızı geliştiriyor sağolsun. Christiano Ronaldo, Wayne Rooney, Kaka, Fernando Torres ve diğerleri… Şampiyonluğun en büyük favorilerinin Brezilya, İspanya, Arjantin olarak gösterildiğini belirterek yazımızı Eduardo Galeano ile bitirelim: Ben basit bir ‘iyi futbol dilencisiyim’. Elimde şapkam, dünyanın dört bir yanını geziyor ve stadyumlarda yalvarıyorum: “Tanrı rızası için, güzel bir maç lütfen!”. Avrupa Gençliği İstanbul’da Buluşuyor PROGRAM Açılış 30 Haziran 20.00 | Taksim Gezi Parkı Forum 1-3 Temmuz | İTÜ Taşkışla Kampüsü Yürüyüş 3 Temmuz 18.00 Harbiye’den Taksim’e Sonuç Meclisi 4 Temmuz Özgür Gençlik Eki | Varyos Yayıncılık Adına İmtiyaz Sahibi: Şenol Sağaltıcı | Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Çakırağa Camii Sok. Birlik Apt. 8/10 Aksaray-İstanbul Tel: 0212 529 15 94 Fax: 0212 529 06 75 | Baskı: Gün Matbaacılık - Sefaköy Telsizler Mevkii Beşyol Mah. Akasya sok. No:23/A Küçükçekmece-İstanbul. Tel: 0212 580 63 75