Hikayeyi indirmek için tıklayın.
Transkript
Hikayeyi indirmek için tıklayın.
Gökhan Günşen’in Eve Dönüş Hikayesi Olimpos’tan Lüleburgaz’a 1500 km.lik macera dolu bir yolculuk… Motorum, Kanuni Bobcat 150. Yağ soğutmalı, viraj kabiliyeti inanılmaz bir motor. Navigasyon cihazımı yanıma aldım, su geçirmez yan çantalarımı, sosis çantamı, topcase ve bagaj altını tıka basa doldurdum. Bu kadarı yetmezmiş gibi, üzerine uyku tulumu, mat, çadır bağladığım ve sırt çantamı aldığım bir yolculuktu. Yolculuk değil de ben buna kısaca göç diyorum. Çünkü 5 ay yaşadığım Olimpos’tan evime dönme vakti gelmişti. Haftalarca plan yaptım, daha önce hiç gitmediğim yerlere giderek ege kıyıları üzerinden Trakya yarım adasına gelecektim. Hikaye başlıyor! PLAN İlk gün Olimpos’tan çıkarak, Fethiye’de Yediburunlar diye bir tepeye varmayı hedefliyorum. GPS ve Google Earth haritalarım tam olmasına rağmen hala içimde Yediburunlar’a ulaşamama korkum vardı. Çünkü yeri biraz karışık ve ana yoldan çıkıp bolca köy yolu geçmem gerekiyordu. Yediburunlar’dan çıkıp, Gökova körfezine giderek orman kampında kalmayı planlıyorum. Gökova körfezinden sonraki hedefimde Bafa gölü var. Burada göl kenarında kamp yapıp, tarihi Kapıkırı köyünü gezip, Beşparmak dağlarında trekking yapacağım. Bafa gölünden sonra direk İzmir’e gidiyorum ve orada yaşayan arkadaşlarımın evinde bir gece misafir oluyorum. İzmir’den çıktıktan sonraki hedefim, Eski Foça - Yeni Foça arasındaki yollarda gezerek Bozcaada’ya gitmek. Fakat mesafe uzun olduğundan, Bozcaada’ya gidemeden, Ayvalık – Cunda adasında kamp yapmayı planlıyorum. Ardından Altınoluk’ta halama misafir oluyorum. Altınoluktan çıktıktan sonra Çanakkale üzerinden dosdoğru hedefim Şarköy. Biliyorum, Çanakkale’den sonra mevsim itibari ile baya üşüyebilirim, ama her zamanki gibi hazırlıklıyım, ekipman full. Şarköy’de de bir gece yazlıkta kalarak Lüleburgaz’a geçeceğim... Plan süper şimdi yola çıkma zamanı... 1. Gün Yolculuk Başlıyor Gözüm gibi baktığım motorumu yola çıkarmadan önce sadece kayışını kontrol ettiriyorum. Zaten onun haricinde bana yolda sorun çıkarabilecek bir aksamı yok. Yağ değişimi de tamam. Hava filtremi de yeni değiştirmiştim zaten. Debriyaj kapağını söküyoruz, 15.000 km‘deki motorun kayışı sıfır gibi duruyor. Debriyajı sökmeye bile ihtiyaç hissetmiyorum. Kapatıyoruz kapağı ve hazırlıklara devam... Motoru öyle bir yüklüyorum ki, öyle ağırlaşıyor ki, resmen yere yapışıyor. Ağır vasıta oldum bir an... Gidiyorum ben, elveda Olimpos... Kumluca yoluna bağlanmam lazım. Virajlı yolları kaplan gibi çıkıyor motorum. O kadar da yüklü… Bir fotoğraf molası verelim. Kumluca’ya varıyoruz, hatta hızlı bir varış oldu diyebilirim. Kumluca’dan Finike’ye kadar hiç durmuyorum. Finike yat limanı dikiz aynamda görününce hemen durup bir fotoğraf alıyorum. Finike’den sonra benim en çok hoşuma giden yollar başlıyor. İşte eğlence burada. Kaş yolları taştan, sen çıkardın beni baştan... Kendimi müziğin ritmine, doğanın güzelliğine ve Kaş yollarının virajlarına öyle bir kaptırıyorum ki, ne zaman Demre’ye geldiğimi fark etmiyorum bile. Dağların içine oyulmuş, ender güzellikteki antik kenti Myra’yı gezmeden olmaz tabi. Genelde değerli eşyalarımı, sırt çantamın içinde taşıyorum. Böylece motoru güvenli olduğunu düşündüğüm yerlere bırakıp, yol üzerindeki gezilecek yerleri ziyaret edebiliyorum. Demre’den yola çıkıp, hemen Kaş’a geliyorum. Yollar gerçekten şahane, dili olsa da konuşsa. Daha önce Bobcat’in viraj kabiliyeti iyi demiştim ya, yükün altında bir o kadar daha iyi oldu. Antalya tarafından gelirken Kaş'a girer girmez karşınıza çıkan muhteşem manzaranın tadını çıkarmalısınız. Gps olmasa işim çok zordu gerçekten. Fethiye-Muğla ana yolundan sapıp, çok acayip köy yollarına girdi. Hedef, yedi burunları tepeden izleyebileceğim bir yerde kamp yapmak. Nerede kalacağımı bilmiyorum. Çantamda ekmek ve domates var. En kötü ihtimal onları yiyebilirim ama oraya gitmem gerek!!! Ana yoldan baya bir içeri girdi. Ufak tefek köyler çıkıyor karşıma ve benzinim azaldı. Korkmuyor da değilim. Ama dedim ya, koydum kafaya gideceğim Yediburunlar’a. Yolda karşılaştığım amcalardan yola tarifi aldım. Köye girdiğimde bahçesinde çadır kurabileceğim bir bakkal buldum. Çadır alanı, duş-tuvalet imkanı, sabah kahvaltısı ve akşam yemeği için toplam 12TL verdim. Değmeyin keyfime İlk gece için ne kadar harika değil mi? Köy içinde marketten yani evimden çıkıp, Yediburunlar’ı görebileceğim bir tepeye çıkmak için yürümeye başladım. Güzel bir açıdan Kelebekler Vadisi, Ölüdeniz, Fethiye taraflarını gören bir tepeye varıyorum. İşte ben bunun için buradayım. Bütün bu ıssızlığa rağmen çok güzelsin Yediburunlar... Mükemmel gecenin ardından köyden ayrıldım. Benzinciye uğradıktan sonra Fethiye’ye doğru yöneldim. Yollar mükemmeldi, hava on numara, yağmur yok, daha ne isteyebilirim ki. Yol üstünde kalacağım noktaları daha önceden belirledim, fakat kafamın estiği yerlere girip iki tur atmazsam içim rahat etmez. Şimdi Göcek'teyiz, meşhur yat kasabası. Yatlar şahane. Eğer bir gün motorculuğu bırakırsam, dünyayı gezmek için yat alabilirim. Göcek'ten çıkıp, Muğla istikametine gidiyoruz. Göcek denilince benim aklıma iki şey geliyor; birincisi yatlar, ikincisi Göcek Geçidi. Motorcu adama viraj lazım deyip, sarıyorum rampaya. Göcek geçidi bekle beni!!! Zamanında, Göcek geçidinden geçerken, çok sevdim ben bu yolu tekrar istiyorum diyerek geri dönüp tekrar geçmişliğim de vardır ama bu sefer yapmadım... Yollar çok çabuk geçiyor, Gökova'ya geldim bile. Şimdi burada kalacak yer bulmam lazım... Gökova orman kampının namını duydum, doğru oraya gideceğim. Gökova orman kampı devlete ait ve içi inanılmaz büyük. İsterseniz çadır kurabilir, isterseniz de bungalovlarda kalabilirsiniz. Çadırımı körfez manzarasına kuruyorum... 2. Gün Gökova orman kampından, yürüme merdivenleri ile körfez kenarına inebiliyorsunuz. Hatta oradan cumburlop denize atlamak mümkün... Toplanma vakti geldi. Gökova’daki misyonumu tamamladım ve hedef Bafa gölü! Yollar şahanemi şahane, silme asfalta bayılıyorum... Yatağan termik santralinin önünden geçeceğim için kendimi şanslı hissediyorum. Çünkü bundan önceki birçok geçişimde hava hep karanlıktı bir şey görememiştim. Yol böyle olunca 130 u yapıştırıyorum, acımak yok! Bafa'ya geldim, göl de pek uzakta değildir herhalde. Ama biliyorum ki biraz içeri gitmem gerekiyor çünkü ana yol ile kalacağım yer gölün iki zıt köşesinde. Hem gps ten hem yoldan takip ediyorum, Kapıkırı köyü, eski adı ile Hereklia karşımda. Çok merak ediyorum nasıl bir yer, incecik bir sakin yoldan devam ediyoruz. İlerde karşıma çok ilginç bir jeolojik yapı geliyor. Bu taşlar sanki bir yerde üretilmiş de buralara taşınmış gibi. Bir jeofizik mühendisi olarak kayaların oluşum biçim çok ilgimi çekiyor. Göl kenarında kalacak yer arıyorum, burası turistik bir yer değildir diye düşünüyorum ama ileride karşıma birçok pansiyonun tabelası çıkıyor. Göl kenarındaki kamping alanlarından birine giriyorum, yanlış hatırlamıyorsam, 10 TL gibi bir fiyata çadır, duş tuvalet imkanı alıyorum. Bafa gölü kenarında yaşamış olan eski medeniyetler, göl kenarına kaya mezarları inşaa etmiş, ölülerini kayaların içini delerek oluşturdukları mezarlara gömmüş. Gölde balıkçılık da meşhur, kaldığım pansiyon/camping alanında balık pişirip servis de ediyorlar, akşam olunca denemeyi düşünüyorum. Motorcu modumdan çıkarak trekking moduna geçiyorum. Hedef belli, beş parmak dağlarının zirvesi!!! Oraya çıkmam lazım!!! Bodoslama yoldan patikaya vurdum kendimi. Yanımda telefon, gps, fener ve çakmak var. Ne de olsa göründüğü gibi değildir, orada kaybolabilir, dağda konaklamak zorunda kalabilirdim. Yürü yürü bitmiyor, pardon yürümek yok, iri kayaların üzerinden diğerine zıplıyorum. Bu dağın zirvesinde beni çeken bir şey var, içimde neden oraya gitme isteği var bunu öğrenmek için oraya çıkmalıyım. Tırmanmaya devam ediyorum... Çok su kaybettim. İyi ki yanıma su almışım. Bafa gölü ayaklarımın altında, güneş hala yukarıda. Bir an vazgeçsem mi diye düşündüm. Yok yok, artık dönüşü olmayan yollardayım. En kötü ihtimal güneşin batmasına 30 dakika kala aşağıya inmeye başlarım ve karanlık çökmeden, ana yolda olurum diye kandırdım kendimi. Beşparmak dağlarında yaptığım inanılmaz yolculuğun ardından neden orda olduğumu anladım, işte manastır... Gerçekten çok zorlu bir yolculuk oldu, saatlerce zıpladım, iri kayaların üstünden diğerine, “into the wild” bu olsa gerek. O kadar çok yoruldum ki tarif edemem, başımdan aşağı akan terler su gibiydi. Çadırıma döner dönmez duş aldım ve göl manzarasının tadını çıkardım. 3. Gün Kahvaltının ardından yola düşüyorum, hedef İzmir... Son 3 gecedir bolca çadır macerası yaşadım, bu gece İzmir’de arkadaşlarımın evinde kalmayı planlıyorum, bastım gaza 110120 gidiyorum, bekle beni İzmir... İzmir’e gidip gelirken düşündüm de hep otobanı kullanıyorum, bu sefer bir değişiklik yapıp normal yoldan gideceğim. İyi ki de öyle yapmışım. Normal yolda çok daha enteresan şeyler var. Magnasia antik kentini de görmüş olduk böylece Aydın’a yaklaştığım nerden de belli, çöp şiş tabelaları çıkıyor her yerde karşıma. Affetmem tabi. Aydın deyince aklıma ilk olarak o meşhur çöp şiş geliyor zaten. Bu nasıl bir lezzettir böyle, yeniden doğmuş gibi oldum gerçekten... Yola devam, motivasyon maksimumda, karnım tok, sırtım pek Hedefim torbalı... İzmir’e yaklaştım baya... Torbalı’dayım. Sessiz, güzel bir yere benziyor. Otobandan gitmememin en güzel yanı da kasabaların içini görebiliyorum. Sırada Gaziemir var, ardından İzmir’deyim ve toplam mesafe 45 km. Hoş bulduk İzmir! Doğru Bornova’ya gidip, simitçinin birinde çay içmem lazım, çay istiyorum! Bu sırada arkadaşlarıma ulaşmaya çalışıyorum. Çayım biter bitmez ulaşıyorum. Onlar da Alsancak’ta oturuyormuş. “Koordinatlarını ver, geliyorum.” diyorum ve gps sayesinde kapı önüne kadar gidiyorum. Tüm yükümü ev içine taşıyoruz. 4. Gün Ertesi gün İzmir’i terk ediyorum. İstikamet, Foça! Foça sapağına geldim bile. Foça’ya inen yol da oldukça heyecan verici. Foça yolu üzerinde Pers Mezar Anıtı diye bir şey gördüm ve ilgimi çekti gidip baktım. Yola devam ettik. Foça’ya tepeden bir bakış atıyoruz. Günler önce uğradığım Kaş geldi aklıma, ne kadar da benzer noktaları var. Şu taş binanın önünde durup biraz denizi seyretmem lazım. Eski Foça, Yeni Foça arasında yol alıyorum. Burasıda mükemmel bir yol. Manzara o biçim Bu akşam, Ayvalık’ta Cunda adasında kalmayı planlıyorum. Biraz gecikeceğim sanırım, ama karanlık çökmeden gitmek istiyorum oraya. Efsane fotoğraflar çekmeye devam ediyorum, güneş battı batacak, ben hala artistlik peşindeyim 5. Gün Güneş battı, ben daha Ayvalık’a bile varamadım... Cunda adasında kamp alanına karanlıkta gidip, kurdum çadırımı. Gps, sağolsun benzinlik ve kamp alanı bulma konusunda çok faydasını gördüm. Sabah olunca biraz dolaştım kamp alanında, ama sezon bitmiş denize giren yok. Zaten kamp alanında benden başkası da yok Çok yol yaptım ve burada motorumun yağını değiştirmem gerekiyordu. 1000km'dir yanımda taşıdığım yağı eskisi ile değiştirdim. Sonra motor bir anda canlandı, kanlandı. Demek yağını değiştirmek gerekiyormuş. Ekipmanları topladım, telefonumu şarj ettim, motorun yağını bile değiştirdim, ama ya kendime ? Hemen Ayvalık’a gidip, meşhur ayvalık tostu yemem lazımdı. Gece karanlıkta geldiğim için Cunda adasının yollarını pek görememiştim ama gerçekten harikaymış. Türkiye'nin ilk boğaz köprüsünden gece karanlığında geçmişim haberim yok Tostumu yedim, uykum açıldı ve şimdi yola hazırım işte. Ana yola bağlandık, Çanakkale istikametine gidiyoruz. Bu gece Altınoluk’taki halamda kalacağım. Yol boyunca birçok etnografya müzesi var, dayanamayıp ilerde bir tanesine giricem, hem de ana yoldan baya bir yukarılara çıkarak, ufak bir Kaz Dağı tırmanışı olacak benim için. Ve işte Alibey Kudar Etnografya Galerisindeyim. Sanırım kapalı derken, Sahibi Alibey içerden çıkıyor ve beni içerdeki her objenin tarihini tek tek anlatarak müzesini gezdiriyor. Çanakkale il sınırı içine girdi. Biraz aykırı oldu ama motoru sol şeride çekip hatıra fotoğrafı aldık Ve Altınoluk’ta halamdayım. Bahçede mandalina ağaçlarından biraz mandalina yiyerek enerji depoladım. Bugün ev konforunda dinlenip, yarın direk Şarköy istikametine gidiyorum. Neyse ki orda da ev konforu beni bekliyor olacak ama yol gözümü korkuttu. Kasım ayındayım ve havalar buralarda güneye hiç benzemiyor. 6. Gün Virajlı altınoluk patikalarına sardım bile çoktan. “Şimdi önüme bir kamyon gelirse mümkün değil sollayamam” diyorken takıldım bir kamyonun peşine. Virajlar o kadar keskin ki karşı tarafı mümkün değil göremiyorum. Cesaret edip de viraj ortasında kamyonu sollayamadım. Zaten yapmam. Mecbur tın tın kamyon kovalamaca oynuyorum. Yolun bundan sonraki kısmını avucumun içi gibi biliyorum, o yüzden söktüm gps'i. Çanakkale yolları da silme asfalt, çift gidiş çift geliş, çok rahat, tek problem rüzgar. Ne demişler rüzgar rüzgarı keser, gördün bayır yapıştır, 140 yaptım Ama limitim buydu sanırım, ufak bir test oldu bu da. Uzun yol top speed denemesi Çanakkale’ye geldim. Aklım fikrim yemekte, içmekte. Hemen peynir helvası bulmam lazım bir yerde Feribota binip karşıya geçmem lazım. Yürüyüş yolundan girdim, motoru feribotun en önüne çektim, kapak açılır açılmaz karaya hücum edeceğim. Kaskımı taktım, inişe hazırım! Hadi kaptan aç şu kapakları, içim enerji doldu! Eceabat'tan Lapseki’ye çılgın bir yol yapacağım. Yollar güzel, deniz kenarında püfür püfür gidiyorum, ama ilerde hava kapalı umarım yağmura yakalanmam. Ellerim üşümeye başladı... Buradan sonra anladım, ilerde yağmur var. ama çok az yolum kaldı, 50 km ya var, ya yok. Yağmura yakalanmam, kuru kuru giderim diye umutlanıyorum. Ya da çok yağarsa üşenmeden yağmurluğumu çıkarıp, giymem gerekecek. Kolay ulaşabileceğim bir yer olan topcase içinde gerçi. Yok ya böyle olmuyor. Yağmur ufaktan atmaya başladı. Zaten çok üşüdüm. Nerede Muğla tarafındaki o güzel hava? Ben yağmurluğumu giyeceğim arkadaş... Son 6 km kaldı hedefime... Bekle beni şömine, bekle beni yaylı yatak! Ve işte geldik... 7. Gün Macera devam ediyor ama, Şarköy’den Lüleburgaz’a gitmek için bir çok alternatifim var. Ben hangi yolu seçtim sizce? Tabi ki Tekirdağ, Uçmakdere üzerinden gideceğim... Sırasıyla, Şarköy, Mürefte, Hoşköy, Gaziköy ve Uçmakdere üzerinden Tekirdağ’a varacağım. Uçmakdere’nin yolları göründü. Deniz kabarmış, adrenalin dolu anlar beni bekliyor. Bu yoldaki virajları bilen bilir. Ne yalan söyleyeyim, yol gerçekten tehlikeliydi. Çöktü çökecek… Ama ben de bunun için buradayım zaten. Tehlikesiz yolda ne işim var. Uçmakdere’deyim… Buraya gelip yamaç paraşütü yapmak lazım aslında, ne zamandır aklımda. Tekirdağ’a geliyorum... Buradan sonrası evime çok yakın... 1500 km'dir hayalini kurduğum o sahne. Gözlerim yaşarmadı değil... Evime son 30 km… Gazı kökledim, yaka yaka geliyorum! Bu arada havanın açık göründüğüne bakmayın, kasım ayındayız ve resmen dondum. 2012 sonbaharında yaptığım bu değişik maceraya ortak oldunuz. Scooter ile uzun yollar yapmaya devam edeceğim. İnsan yeter ki keşfetmek istesin. Belki de siz bu yazıyı okurken ben çoktan bir yerlere gitmiş olacağım... Gökhan GÜNŞEN