su ve kuzguncuk kıyı yerleşimi
Transkript
su ve kuzguncuk kıyı yerleşimi
T.C. MALTEPE ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ “SU VE KUZGUNCUK KIYI YERLEŞİMİ” HAZIRLAYAN: MİMAR ÇİĞDEM PAKER MİMARLIK YÜKSEK LİSANS PROGRAMI BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ DERSİ İÇİN HAZIRLANAN RAPOR GÜZ DÖNEMİ - 2008 Öğretim Üyesi: Yrd. Doç. Dr. Semra TOKAY Çiğdem Paker BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ İÇİNDEKİLER 1. GİRİŞ 2. SU VE YERLEŞİM 2.1. Çevre Bileşeni Olarak Su 2.2. Yerleşim Alanı Su İlişkisi 2.2.1. Su ve İlk Yerleşim Alanları 2.2.2. Su Üstü Yerleşim Şekilleri 2.2.3. Su Kıyısında Yerleşimler 2.3. Suyun Mimari Tasarıma Etkileri 2.3.1. Biçimlendirici Etkisi 2.3.2. Yapılaşmaya Etkisi 2.4. Kıyı Kentlerinde Yaşam ve Mimarlık 3. SUYUN GEÇİTİ BOĞAZİÇİ 3.1. 3.2. 3.3. 3.4. 4. 5. Boğaziçi Tarihsel Gelişimi Su-Mimari Tasarım İlişkisi Su ve Kıyı İlişkisi Yalıların Oluşumu ve Gelişimi KUZGUNCUK’TA KIYI YERLEŞİMİ 4.1. Kuzguncuk Kimliği 4.2. Tarihsel Gelişimi 4.3. Boğaz’ın Yerleşime Etkisi 4.3.1. Şehir Planları 4.3.2. Sahil Şeridiyle İlişkisi 4.4. Boğaz’ın Yalı Yapılaşmasına Etkisi 4.5. Kuzguncuk Yalıları ve Mimari Özellikleri SONUÇ KAYNAKÇALAR 1 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker 1. Giriş: Bölgesel mimarînin oluşumuna yol açan • Sosyal, • Doğal ve • Yapma Çevre Etkilerinin Mimarî Tasarıma Yansıması; Zaman içinde, toplumsal gelişime bağlı olarak, sosyal çevre, doğal çevre ve yapma çevredeki değişmelerin “yapıcı-kullanıcı” açısından analizi ve gelecekteki boyutlarının tartışılması olarak tanımlanan Bina - Çevre İlişkisi dersi kapsamında çalışma konusu olarak “Su ve Kuzguncuk Kıyı Yerleşimi” seçilmiştir. Yapılan bu çalışmada seçilmiş olan Kuzguncuk Kıyı Yerleşimi bölgesi gerek sahip olduğu “ahşap,az katlı,birbirine çok yakın” bölgesel mimari özelliklerden ötürü, gerekse de kendine has taşımış olduğu özel sosyal çevresel faktörleri barındırması ve bunlara ek olarak ayrıca çok özel yapma çevresel etkiler altında kalması nedeniyle uygun bir örnek olduğu düşünülmüştür. Geçmişte ele alınmış olan bölgede var olmuş ya da hali hazırda mevcut durumdaki mimari tasarımlar üzerinden gözlemlenmesine çalışılmış ve genel olarak bu tartışma konularından yola çıkılarak özelde doğal çevre etkilerinden sadece birisi olan “su” ve onun seçmiş olduğumuz bölge olan “Kuzguncuk Kıyı Yerleşimi” ilişkisi etraflıca ele alınmış ve sonrasında suyun geçmişteki ve günümüzdeki kıyı yerleşimleri üzerinde mimari tasarıma yön verme noktasındaki izdüşümleri araştırma konusu olarak belirlenip bu raporla elde edilen sonuçların ortaya konulması çabası güdülmüştür. Yerküreyi oluşturan temel maddeler, toprak ve sudur. Bu iki madde, karaları ve suları (denizler, göller ve akarsular…vb) oluşturur. Yerküre üzerinde de iki farklı yaşam alanını tanımlar. Su, tüm yaşam formlarının temelini oluşturur. Günümüzde de başka gezegenlerde yaşam izleri arayan bilim adamları, bilinen yaşam formlarının temeli olan su moleküllerinin izlerini aramaktadır. Suyun olduğu yerde yaşam da vardır. Su doğal ortamında, tüm canlılar için yaşam alanlarını oluşturur. Coğrafi boyutta suyun da kendine ait bir bölgesi, etki alanı olduğu söylenebilir. Su, yarattığı bu özel bölge ile, kendi etki alanı içinde tanımlanabilecek bir çevre yaratır. İçinde bulunduğu çevrenin baskın öğesi konumundadır. Suyun doğal çevreyi biçimlendirici kimliği, canlı yaşamın sürekliliğini sağlaması, onu yaşam çevresinin vazgeçilemez öğesi kılar. Örneğin, Eski Mısır’da Nil Nehri boyunca oluşan yerleşmeler, taşkınların ulaşamayacağı uzaklıklarda kurulmuş, nehirden su alınabilecek kanallarla bağlantılı olarak düzenlenmiştir. Bu suyun varlığından faydalanmayı, ancak etki alanından da uzaklaşmayı gerektirir. 1 Suyun yanında olmayı, kimliğine uymayı hedefleyen çalışmaların en tanınmışı kuşkusuz, Şekil 1.de de görüldüğü gibi, Wright’in Şelale evidir. Üzerinde ve yanında planlandığı suyun dinamizmini yansıtan ve suyla iç içe gelişen tasarım, suya müdahale etmeden, onun etki alanının sınırında biçimlenir. Mimari böylelikle doğanın bir parçasına dönüşür. Doğaya katılan ama doğayı biçimlemeyen, sınırlamayan, ancak tamamlayan bir çözüm getirir. Şekil 1. Wright’in Şelale Evi (Kauffman Evi) 1 AKSULU, B. Işık. 2001. “Su, İnsan ve Çevre İlişkileri Üzerine” sayfa 83 2 Çiğdem Paker BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Yapısal çevrenin biçimlenmesini belirleyen faktörlerin başında çevrenin kendisi, doğası gelmektedir. Doğanın karakteri, biçimlenmenin temelini oluşturur. İnsanın ihtiyaçları, çevrenin biçimlenmesinin sebebi ve yönlendiricisidir. Bu çalışmanın amacı yapısal çevrenin biçimlenmesine etki eden faktörlerden birisi olan suyun, etkilerini araştırmak ve örneklem bölge olarak seçilen Kuzguncuk Bölgesi’ni bu bağlamda incelemektir. Kıyı çizgisini oluşturan iki faktörün, su ve kara (topografya) öğelerinin özelliklerinin, bu özel noktada tasarlanan yapıların biçimlenmesi üzerindeki etkilerinin araştırılmasıdır. Mimari biçim ile coğrafi koşullar ilişkilendirilebilir. Buna göre, mimari tasarım, çevreden, doğa’dan kaynaklanır ve çevre ile mimari arasında karşılıklı bir ilişki vardır.İnsanları suyun kenarına çeken; bir coğrafi zorunluluk yada yaşamsal (ekonomik) olanaklar ile kültürel ya da dinsel nedenler olabilmektedir. Suya yaklaşma gerekçesi, su ile kurulacak olan mimari ilişkinin de bir belirleyicisidir. Çevrenin, mimarinin biçimlenişi, suyun kimliğine ve insanın onu tanımasına bağlı olarak gelişmektedir. YAPI-ÇEVRE ve İNSAN-MEKAN İLİŞKİLERİ Genel Olarak Yapı-Çevre İlişkisi Canlı organizmalarla çevreleri arasındaki karşılıklı etkileşimleri inceleyen bilime ekoloji denilir. Ekolojik anlamda çevre sözcüğü herhangi bir organizma ile ilişkili canlı ve cansız tüm oluşumları kapsar. Bu nedenle her organizmanın çevresini canlı ve cansız çevre olarak iki bölümde belirtmek mümkündür. Cansız çevrede hava, su, toprak, güneş ışığı gibi oluşumlar vardır. Ekolojiyi ve insanoğlunun kendi eli ile yarattığı çevresel sorunları yeterince anlayabilmek için ekolojik sistemi diğer bir ifade ile eko-sistem kavramını iyi bilmek gerekir. Doğada ekosistem örnekleri çok çeşitlidir. Bunlar abiyotik ve biyotik öğeler baslıkları altında incelenmektedir. Abiyotik öğelerden olan yapı-çevre ilişkisinde; konutun güneş alma durumu, nem rutubet durumu, ısınma- soğuma durumu vs. en önemli özelliklerdendir. İklim, coğrafi, endüstri vb. dış etkenlerden dolayı çevrede sürekli değişiklik söz konusudur. Yapı ve kabuğu bu değişikliklere göre seçilmeli, düzenlenmeli ve uygulanmalıdır. Konutların yapılış durumu ve sağlık koşulları dikkate alınırken, yerleşim yerinin nüfus yoğunluğuna göre planlama yapılması; oyun ve eğlence alanları ile park ve bahçeler için yeterli alanlar ayrılması gibi önlemler unutulmamalıdır. Tüm bu etmenler, konutlarda yasayanların sağlığını ve yasam biçimini karşılıklı olarak olumlu ya da olumsuz yönde etkileyecektir. Günümüzde, çevre kavramına getirilen tanımlar, konunun hangi açıdan ele alındığına bağlı olarak değişmektedir. Ancak tüm tanımların ortak noktası, çevreyi insan varlığı ve onun etrafında süregelen oluşumlar temelinde de ele almasıdır. Bu değişik yaklaşımları söyle özetlemek mümkündür. • Çevre; insan yaşamını koşullandıran doğal ve yapay öğelerin tümüdür. • Çevre; canlı ve cansız tüm varlıklar üzerinde zaman ve mekân koordinasyonları içinde, iç ve dış etkileri olan koşullar bütünüdür. Yukarıdaki tanımlarda da görüldüğü gibi, çevre, insanı her boyutu ile etkileyen zaman ve mekan sürekliliği gösteren ve kapsadığı tüm sistemler ile diyalektik bir ilişki içerisinde bulunan bir kavram olarak ifade edilmektedir. Kentte yasayanların, iki gruba ayırabileceğimiz temel ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçlar kent-çevre ilişkisinde önemli yere sahiptir. Bunlar; • Biyolojik ve • Kültürel ihtiyaçlardır. Biyolojik ihtiyaçlar arasına, insanların hayatlarını devam ettirmek için gerek duyduğu su, hava, yiyecek, çöplerin yok edilmesi vs. girer. Kültürel ihtiyaçlar arasında da hayat boyunca iç içe oldukları ve nesilden nesile aktarılması söz konusu olan tüm toplumsal değerlerdir. Farklı arazi kullanımlarının biçimlendirildiği kent dokusunda, kentin içinde ve yakın çevresinde bulunan yeşil alanlar ve kent peyzajının değerlenmesi, konut halkının fizyolojik ve psikolojik gereksinimleri yönünden önemli işlevlere sahiptir. Bu işlevlerin bir kısmı bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır. Ancak, yeşil alanların olumlu etkilerinden faydalanabilmek için, ekolojik verileri gereği gibi değerlendiren uygun kent planları ile uygulamalarına ihtiyaç olacaktır. Oysa çağdaş kent olarak görülen yerlerin çoğunda, büyük yerleşme alanları içinde, aşırı nüfus ve yapı yoğunluğu giderek büyümektedir. Hızlı gelişmeler nedeniyle kavası 3 Çiğdem Paker BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ kirlenen kentlerimizin sayıları arttıkça, yeşil alanların hava kirliliğini alçaltma etkilerinden daha sık söz edilmeye başlanmıştır. Ankara kenti örneğinde olduğu gibi, zaman zaman yeşil alanları, özellikle yeşil kuşak projelerini, hava kirliliğine çözüm getirecek elemanlar gibi görme eğilimi sonucunda bu uygulamaların abartıldığı izlenmektedir. İnsan-Mekan İlişkisi Yirminci yüzyılda bilim ve teknolojideki hızlı gelişmeler, insan toplumlarının yasam şartlarını hem iyileştirici hem de bozucu yönde büyük ölçüde değiştirmiştir. Çağımız insanı, mekân, enerji ve hammadde sorununa çözüm getirmek ve gereksinimleri karşılamak amacıyla, doğal ortamlardan aşırı yararlanma yoluna gitmiştir. Bu aşamada, doğaya bağımlılığın bilincinde olmayan insan gelişmesinin ürünü olan yapay yasam ortamları çoğalmıştır. Yoğun yapılaşmanın bir sonucu olarak ortaya çıkan topoğrafik yapıdaki değişmeler, su, toprak ve bitki arasında var olan dengeyi bozmaktadır. Öte yandan, gerek konutlardan kaynaklanan, gerekse çeşitli teknolojik ürünlerin kullanımı ve üretimi sırasında ortaya yayılan zararlı maddeler, ortam kirlenmesi ya da başka bir ifade ile çevre kirlenmesi denilen sorunları yaratmaktadır. Konut sosyal bir olaydır. Konutların niteliğini belli eden, toplumun psiko-sosyal yapısı olup, konutların ve kentlerin nitelikleri ülkenin uygarlık düzeyini belli eden en önemli göstergelerindendir. Barınma koşullarını belirleyen konut nitelikleri; • Konutun sağlamlılık durumu, • Sahip olduğu teknik özellikler, • Barınma yoğunluğu, • Oda sayıları, • Hane halkının özellikleri seklinde sıralanabilir. Nitelikli barınma koşulları, konutun, özellikle fiziksel çevre koşulları, es zamanlı olarak ele alınması gereken hususlar arasındadır. Yapılan planlarda, sadece yapı adasının sınırları belirlenmekte ve ada içinde yapılabilecek toplam inşaat alanı verilmektedir. Gerekli görüldüğünde, yapıların yola yaklasma mesafeleri kontrol altına alınmaktadır. Konut yapıları, ada içerisine; otopark, yeşil alan ve oyun alanı gibi altyapılara yer ayrılarak ve komşuluk ilişkilerini güçlendirici çevre düzenlemeleri öngörülerek yerleştirilmelidir. Büyüklükle ilgili karar verirken, kentin yakın gelecekteki konut gereksinimi ve bunun ne kadarının proje içinde karşılanacağı hususu önem taşımaktadır Kişi yaşamının yaklaşık 2/3 ünü konutlarda ya da onun yakın çevresinde geçirir. Konu ile ilgili yapılan araştırmalar, kişi sağlığını etkileyen parametrelerin basında, konutların ve binaların niteliği ve niceliği gösterilmektedir. Çünkü konutun değişik nitelikleri ile ilgili etmenler canlı sağlığını çeşitli şekillerde etkilerler. Örneğin, temizlenmesi güç, hacim ve alan bakımından yetersiz, içinde şebeke suyu ve ıslak mekan birimleri olmayan, yemek pişirme kolaylıkları ve saklama olanakları bulunmayan konutlarda yasayanlarda sindirim ve solunum sistemi hastalıkları daha sık görülmektedir. Aydınlatması iyi olmayan konutlarda yasayanlar arasında ev kazalarına uğrayanların ya da görme bozukluğu olanların sayısı fazladır. Yeterince güneş ışığı almayan konutlardaki çocuklar arasında kısa boyluluk ya da raşitizm hastalığına yakalananlara daha sık rastlanılır. Kalabalık halinde yaşanan konutlarda enfeksiyon hastalıklarının bulaşma olasılığının artması, bireylerin özel yaşamlarının sınırlanması ve gençlerle yaslılar arasında sürtüşmelerin daha yoğun olması gibi sorunlar sık görülür Ait oldukları toplumun sosyal ve kültürel standartlarına uygun olmayan konutlarda yasayanlar sosyal ve ruhsal yönden kendilerini iyi durumda hissetmeyebilirler. Niteliksiz konut koşullarının hemen her zaman yoksulluk, bilgisizlik, yetersiz beslenme, tıbbi bakım eksikliği vs. gibi sağlığı olumsuz yönde etkileyen etmenlerle birlikte olusu ve bu etmenlerin her birinin sağlığı etkileme derecesinin saptanamaması konut koşulları ile sağlık arasındaki ilişkinin tam olarak belirtilmesini olanaksız kılar. Konutların ısıtılması, serinletilmesi, aşırı nemin giderilmesi, ışıklandırılması, havalandırılması için gösterilen çabalar, konutta dış ortama göre daha rahat bir ortam oluşturma amacını gütmektedirler. Bunlardan ısıtma ve aydınlatma gibi basit ve gerekli olanlar, çok eski zamanlardan beri, kişilerin kültürlerine ve olanaklarına bağlı olarak, değişik şekillerde uygulanmaktadırlar. Günümüzde, konutlarda daha iyi bir fiziki çevre oluşturulması, örneğin sıcak ya da soğuk havalandırma, ileri bir mühendislik tekniği gerektirecek kadar karmaşık bir is olmuştur. 4 Çiğdem Paker BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Yapı-Çevre ve İnsan-Mekan İlişkisinde Biyoharmolojinin Rolü Biyoharmoloji, canlıların yasam sürecinde her türlü doğal ve yapay olarak oluşmuş fiziki çevre ile kullanıcı arasındaki uyumu araştıran-inceleyen, rasyonel çözüm önerileri üreten ve bu bilgileri uygulamada yapıya aktaran yeni bir bilim dalı olarak tanımlanabilir. Genel olarak biyoharmoloji, yapının doğrudan ya da dolaylı olarak etkileşimde olduğu tüm canlıların veya yapının sağlığını ve bu doğrultudaki çalışma, günlük yasam ve sağlıklı yapılaşma alternatiflerini inceleyecektir. Çevre kirliliği genel olarak insanların her türlü faaliyetleri sonucunda toprakta, suda ve havada meydana gelen olumsuz gelişmelerle ekolojik dengenin bozulmasına ve sonucunda kötü koku, radyasyon, gürültü, hava kirliliği ve arzu edilmeyen diğer sonuçların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Çevresel problemlerin nedenleri plansız kentleşme ve sanayileşmeyle de ilgilidir. Bireyin yaşadığı çevrenin de en az yaşadığı yapı kadar sağlığı üstünde etkisi vardır. Bu çevreler doğal olabileceği gibi yapay (şehirler) da olabilmektedir.Günümüzde insanoğlu çok büyük megapoller inşa edip kendisini bu yapay çevrelere hapsetmektedir.Soluduğu havanın kalitesinden içtiği suyun niteliğine kadar hemen her şey bu yapay ortamlarda insani metabolizmasına uygun değildir. Şehirlerdeki çevrenin bozulmuşluğu ve kalitesizliğinin birey üzerinde doğrudan olumsuz etkisi vardır.Kentlerden, yerleşim alanlarından, yapılardan, iç mekânlardan ve mobilyalardan oluşan yapay çevrelerin insan sağlığı ile olan ilişkilerini bir bütünsellik içinde araştıran, inceleyen bilim dalına “yapı biyolojisi” diyoruz. Bununla birlikte yapı biyolojisi kavramı yalnızca insan - mekân ilişkisini ele alır. Oysa günümüz insanının sorunlarını yalnızca insan – mekân ilişkisi ile açıklayamayız. İnsanoğlunun yaşadığı problemlerin en temelinde bulunan bir başka olgu yapı – çevre ilişkisidir. Yapılan araştırma ve istatistiklere göre bugün özellikle sanayileşmiş bölgelerde yasayan insanların %96’sı yaşantılarından memnun değildir. Bu oranın da %90’ını fiziksel, biyolojik ya da psikolojik rahatsızlıklar yüzünden ilaca bağımlılar oluşturmaktadır. Bu sonuca ulaşmada hiç kuskusuz en büyük etken, özellikle bu bölgelerdeki doğanın biyolojik dengesinin bozulmuş olmasıdır. Çevremiz gerek sanayileşme gerekse nüfus yoğunluğu yüzünden, insan metabolizmasının ihtiyaçlarına cevap verememeye başlamıştır. Sanayileşme ile çeşitlilik kazanan yapı malzemeleri hızla artan nüfus yoğunluğu, kavramı değişen yapılaşma ve teknolojinin gelişmesi ile çoğalan yapı alternatifleri, makro ve mikro açıdan insan ve çevre sağlığını etkilemektedir. Günümüzde özellikle sanayileşmiş ve insan yoğunluğunun fazla olduğu bölgelerde insan ve çevre sağlığını olumsuz yönde etkileyen faktörler çok arttığından, yapılaşmaya ve çevre örgütlenmelerine biyolojik ilkeler doğrultusunda bakmak gerekmektedir. Bu perspektifte yakın bir zaman önce doğan biyoharmoloji bilimi tam olarak bu sorunlara cevap arar. Bir yapıyı biyoharmolojik olarak etkileyen parametrelere kabaca bir göz atmak gerekirse bunları; • Faydalı servis ömrünü etkileyen faktörler, • Yapıda toplam kalite yönetimi ve standardizasyon, • Taşıyıcı sistem, • Yapı fiziği özellikleri, • Çevresel ve Ekolojik Faktörler, • Enerji verimliliği, • Şehir ve şehircilik özellikleri, • Fizyolojik faktörler, • Kimyasallar, • Radyoaktivite ve radon gazı, • Yangın güvenliği, • İç ortam hava kalitesi, • İç ortam nem ve rutubet durumu, • Doğal aydınlatma durumu, • Doğal havalandırma ve iklimlendirme durumu, • Engellilere yönelik yapı tasarımları, • İç mekândaki gürültü seviyesi ve yapının akustik niteliği, • Baz istasyonları ile olan ilişkisi, • Yapı ve dekorasyon malzemelerinin insan sağlığına olan etkileri, • Yapıdaki mevcut ve olası elektriksel alanlar, • Ortam sıcaklıkları, 5 Çiğdem Paker BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ • İnşaat alanının jeolojisi, • Sıhhi ve pis su tesisatları, • Psikolojik Faktörler, Yapıda kullanılan renkler ve renk bilimi olarak nitelendirmek mümkündür. Sonuçlar Günümüzde hızlı yapılaşmanın insan sağlığını ve ekolojik dengeyi tehdit ettiği çok açıktır. Yapılarımızın sağlığımıza olumsuz etki etmemesini, faydalı servis ömrünün uzun olmasını, istenilen ekonomik, ekolojik performansa ulaşması isteniyorsa bir takım hedefler koymamız gerekmektedir. Yapılarımızı tasarlarken ve inşa ederken bu hedeflere yönelik olarak düşünürsek çok daha iyi sonuçlar alabileceğimiz kesindir. Bu hedefler: • Zorunlu olmadıkça yeni gelişme alanları yaratılmaması, yenileme ve geliştirmeyle mevcut bina ve altyapılardan yararlanılmaya öncelik verilmesi, • Dayanıklı, uzun ömürlü, tamiratı ve yenilemesi kolay, zaman içindeki değişimlere göre yeniden değerlendirme ya da yeni işlevler yüklenebilme ve uyum yeteneği yüksek binalar tasarlanması, • Binayı kullanacak olanlar için dayanıklı, emniyetli, sağlıklı rahat ve ekonomik alanların yaratılması, • Binaların ve çevrelerinin tasarım, yapım, işletim, kullanım, bakım, onarım, yıkım yada yeni işlev kazandırma aşamalarında ekolojik sistemlerin korunmasına yönelik olarak enerji, su, malzeme, arsa, ve sermaye gibi tüm kaynakların etkin kullanımı, • “Tasarruf” daha az kullanarak aynı kaliteyi ya da performansı yakalamaya çalışmak, • “Tekrar kullanım” uygulanabilir, güvenlikli ve sağlıklı olması açısından koşullar yeterli ise değerlendirmeye çalışmak, • “Dönüştürme” yeniden kullanıma sokabilme koşullarını oluşturabilmek ya da dönüştürülebilir olanı kullanmak, • Yenilenebilir, çevre dostu ve sağlıklı olana öncelik tanımak, çevreyi kirleten ya da tükenme riski olanları daha az kullanmak, • “Enerji etkin” tasarımlarla enerji tasarrufu “kaynak etkin” tasarımlarla kaynak tasarrufu sağlanması, • Bina ve çevresindeki doğal ekosistem ve biyolojik çeşitliliğin korunması, • Yerleşmelerin yaya ulaşımı ölçeğinde ve temel gereksinimlerin içerdiği komşuluk üniteleri halinde tasarlanması, toplu tasıma olanaklarının yaygınlaştırılıp güçlendirilmesi ile bireysel ulaşım gereksiniminin azaltılması, kent planlamasında atmosfer ve güneş etkilerinin göz önüne alınması, • Tasarımda daha küçük alanda daha kullanışlı mekânlar yaratılması, yani mekân verimi artırılarak inşaat ve isletme arasındaki maliyetin düşürülmesi. Kaynakmalzeme optimizasyonunun sağlanması, • Çevreye ve insanlara zarar vermeyen sınırlı kaynaklara dayanmayan malzemelerin tercih edilmesi • Uzun ömürlü, onarımı ve yenilemesi kolay, üretim aşamasında görece daha az enerji gerektiren yeniden kullanıma girebilen dönüşümlü malzeme, bilesen kullanılması, nakil için gereken enerjiden tasarruf amacı ile yerel olarak mevcut malzemeye öncelik verilmesi, • Bina ve çevre tasarımında suyu israf etmeyecek, su tüketimini azaltacak uygulamalardan yararlanılması, • Bina ve insan sağlığının ön plana alınarak doğal havalandırma, doğal aydınlatmayı zenginleştiren, yoğuşma ve küf oluşmasına mahal vermeyen tasarıma gidilmesi, 6 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker • • • • • • • Bina iç ortamında uçucu organik parçacıklar, radon emisyonu, böcek ilaçları gibi insan sağlığını tehdit eden kirletici ve toksik maddelere izin verilmemesi, denetlenmesi, Mekanik ısıtma ve soğutma sistemlerinde verimi yüksek zararlı emisyonu düşük ekipman tercih edilmesi, Havalandırma dâhil mümkün olan alanlarda ısı geri kazanımı tekniklerinden yararlanılması, Bina kabuğunun enerji korunumunun yükseltilmesi, iklime dayalı tasarımla güneşten doğal havalandırma ve aydınlatmadan binayı gereksiz ısı kazancı ya da ısı kaybına karsı koruyacak pasif sistemlerin uygulamasına gidilmesi, Bina türü ve ölçeğinin elverdiği ölçüde binanın performansının ve enerji etkinliğinin yükseltilmesi için bina otomasyon sistemlerinden yararlanmak, İçeride kullanıcısına, minimum enerji ve maliyet karşılığında maksimum üretkenlik, konfor ve sağlığı sunmak, Dışarıda ekolojik sistemle dost ve doğal çevreye saygılı çözümlerle sürdürülebilir bir geleceğe katkıda bulunmak, olarak sayılabilir. 2. SU VE YERLEŞİM 2.1. Çevre Bileşeni Olarak Su Çevre bileşeni olan su öğesinin, iki farklı biçimde değerlendirildiği görülmektedir. 1. doğal çevre içinde, 2. yapay çevre içinde, Bu çalışmada, doğal çevre içindeki suyun davranışı ve mimarinin biçimlenmesine etkisi konusu esas olduğundan, tasarımda suyun yapay bir öğe olarak kullanıldığı örnekler inceleme alanı dışında tutulmuştur. Şekil 2. Çevre Bileşeni SU Susuz bir çevre, çorak ve sınırlı yaşam olanakları içerir. Ortama uygun gelişim gösteren canlılar dışında yaşam biçimleri sınırlıdır. Bir su yatağı boyunca, suyun beslediği toprağa kattığı yaşam olanakları, geniş bir yaşam alanı tanımlar. Bu alan birçok canlı türüne ev sahipliği yapar. 2 Aysel, Nezih R. (Yüksek mimar MSÜ), “Mimri Tasarımın Biçimlenmesinde Bir Çevre Faktörü Olarak ‘Su’ ve Boğaziçi Örneği”, Temmuz 2004, İstanbul 2 7 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker 2.2. Yerleşim Alanı Su İlişkisi İnsanların ilk çağlardan başlayarak seçtikleri yerleşim alanları su ile yakın ilişki içindeki bir yaşam biçiminin göstergesidir. Su kıyıları tarih boyunca insan hayatının bir parçası olmuş, yaşama kaynaklık etmiştir. Tarıma elverişli topraklara sahip olmanın yanı sıra, kara ulaşımındaki zorluğa karşın su ulaşımının gelişmesi, bir çok kültürde yerleşim alanlarının su yakınında-kıyısında kurulmasında etkili olmuştur. Su, tarımın, ticaretin gelişmesinde ve kültürler arası iletişimde aracı-taşıyıcı rol üstlenmiştir. Su, dış dünyaya açılan bir kapı, ilişkilerin kurulduğu ve uygarlığın yayıldığı bir yol olarak etkisini tarih boyunca sürdürmektedir. Vitruvius, bir kent arazisinin yerinin belirlenmesinde dikkat edilmesi gereken bilgiler arasında suyun varlığı ve niteliğine de değinmektedir. Kent arazisinin sağlıklı olup olmadığı, su ve besin kaynaklarından anlaşılacağını belirten yazar, surlarla çevrili bir kentin deniz kıyısı ve bataklık yakınında olması durumunda da yer seçiminde önemli olan hususlara dikkat çeker. Kuzey, kuzeybatı yönüne bakan ve deniz seviyesinden yüksek bir konumun mantıklı olacağını belirterek, böylelikle denizden açılacak kanallarla gerideki bataklık alan sularının da iyileştirilebileceğini aktarır. 3 Çevre koşullarının sağladığı avantajlara bakılacak olunursa, ilk uygarlıklar dolaysız yoldan elde edilen ayrıcalıkların sonucudur. Doğanın insanlara sunduğu olanakların değerlendirilmesi ile gelişmişlerdir. Braudel, büyük su kitlelerinin, denizlerinde tıpkı büyük nehirler gibi kendi ortamlarını kurduğunu dikkat çeker. 4 Gerçekten bugün de, bir Akdeniz kültürü ve mimarisi, Ege kıyıları kültürü ve mimarisinden veya Karadeniz bölgesinin ortak özelliklerinden bahsederken, bu suların yayıldığı büyük uygarlık alanlarından bahsederiz. Bir Akdeniz ülkesini denizin tarihinden ayrı anlatmak mümkün değildir. 2.2.1. Su ve İlk Yerleşim Alanları Suyun etkin olduğu doğal ortamda, çevrenin yaşam ve mimari biçimlenmeye etkisi büyük boyutlarda olmaktadır.Öyle ki; çevre, olanakları ile insana yaşam alanı sunar, insan bu imkanı değerlendirerek çevreyi yeniden biçimler, ya da yaşama alanını tanımlar. Göl üzerindeki bu zor yaşamın sırrı da bu olmalıdır. Göl kıyısında yetişen sazlar, hem yaşama zeminini oluşturur, hem de ev yapımından, tekneye barınma ve ulaşım araçlarının da yapımında kullanılır. Peru, Titicaca gölünde, yüzen adalar üzerinde saz evler. Çorak çevrenin en verimli alanı göldür. Yerli halk, göl üzerinde yüzen adaları da kendi yapar. Bu yumuşak zeminli ortam, gölün yaşam alanında bulunan insanlar için en uygun ortamı oluşturur. Belen, Peru. Suyun etkin olduğu plato üzerinde, konutlarda suyun hareketliliğine duyarlı olarak yapılıyor. Karada olan konutlar ayaklar üzerinde yükseliyor. Su rejimindeki mevsim farklılıkları, düz alanların sularla kaplanmasına neden olmakta. Kuşkusuz, tarımın tamamen sulamadaki beceriye dayalı olduğu bir yörede, sulama tekniğinin kent toplumlarının yapılanmasında çok önemli rol oynaması gerekir. M.Ö. 2. bin yılın Mezopotamya'sı, karmaşık sulamanın yapıldığı toprak parçalarının varlığını gösteren bol miktarda belge sunmaktadı r. M.Ö. 4. bin yı ldan itibaren köylerin yavaş yavaş nehir kolları boyunca dizildikleri tahmin edilmektedir. Hayatın sulamaya bağlı olduğu, ama dünyanın geri kalan bölümünün aksine çoktan kentleşmiş tarım toplumlarında sulamalı tarımın güçlüğü merkezileşmiş bir iktidarı gerekli kılmıştı. 5 İlkçağ toplumlarında hayatın kaynağı olan nehirler, aynı zamanda ticaret amaçlı taşımacılık eyleminin de merkezindeydi. Sümer kenti, Uruk'un sakinleri, Fırat' ın sağladığı dev ulaştırma ve iletişim olanaklarının denetlemek için bilinçli bir oluşum yaratmışlardır. Fırat' ın, Mezopotamya için tarihinin bütün dönemlerinde ağaç hammaddesini elde ettiği Anadolu dağlarına ve yaylasına ulaşmasını sağlayan başlıca yol olduğu da unutulmamalıdır. 3 AKARCA, Aşkıdil, Şehir ve Savunması, 1987, sayfa 24. 4 BRAUDEL, Fernand, Uygarlıkların Grameri, 1996, sayfa 34. 5 HUOT, J. L. , vd., Kentlerin Doğuşu, 2000, Sayfa 76. 8 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker Şekil 3.Su ve İlk Yerleşim Alanları Şekil 4. Çevrenin baskın etkisi, malzemeden, mekanın biçimlenmesine, gruplaşmaya kadar mimari alanın her evresinde görülür. 9 Çiğdem Paker BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Şekil 5. Saz ve çamurdan yapılan yüzen adalar, yerleşim için zemin oluştururlar. Taşkına karşı her yıl, adaların çevresine yeni katmanlar ilave edilerek zemini genişletilir. Şekil 6. Nil nehri deltasında benzer bir yaşam biçiminin, nehrin taşkın döneminde sürdüğünü gösteren mozaiklerden detay. [Palestrina Mosaics, foto: Sandro Vannini/CORBIS Image ID: VU004389 10 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker Şekil 7. Su ve kutsallık Hindistan Varanasi'de Ganj nehri üzerinde günajlarından arına Hindular. Ganj nehrinin bulanık, kirli sularında günahlarından arınan Hindular için su her şeydir. Yaşamın kaynağı ve sürekliliğidir. Doğumdan ölüme yaşam boyu tüm rituellerin yansıtıcısı ve mekânı Ganj'dır. Nehrin her Hindunun yaşamında özel bir yeri vardır. Ganj nehri, yıkananları günahlarından arındırır, bedenin temizliği ruhun günahtan arınmasını sembolize eder. Ganj nehrinin kaynağı Himalayalardan (tanrıların dağlarından) Hindistan ovalarına sanki Tanrı'dan kaynaklanarak iner. 6 2.2.2. Su Üstü Yerleşim Şekilleri Su üstü ilkel yerleşmelere ait ilk bulgular, yapıların pilotiler üzerinde inşa edilen kulübeler olduğunu ve bir köprü aracılığı ile kıyıya bağlandığını doğrulamaktadır. Esas olarak İtalya'da bulunan su üstü yerleşmelerine Terramare adı verilmektedir. 7 6 7 WITCOMBE, C. "Water and Sacred" (terra+mare) terra: toprak, arazi ve mare: deniz. terra -ae f. [earth , land, ground, soil; a country, land, region]; 'orbis terrarum' mare -is n. [the sea]; 'mare nostrum' , [the Mediterranean]; 'superum', [the Adriatic]; 'inferum', [the Tyrrhenian Sea]. Latin Grammar Aid and Wordlist [http://cobalt.archives.nd.edu] 11 Çiğdem Paker BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ MÖ 4000-1 000 yılları arasında Alp dağlarında, göl üzerinde konutlar kurulmaya başlanmıştır. Gölün içine evvela kazıklar çakılarak bunun üzerine konulan döşeme tabanı üzerine de kulübeleri oturtmuşlardır. [Resim 2-13] Palafit de denilen bu konutlardan oluşan gruplara, su üstü, göl üstü (lacustres) yerleşimleri adı da verilmektedir. Birer kâr-evi veya sığınak olduğu sanılan evlerin kara ilişkisini kuran köprü kaldırıldığında vahşi hayvanlara karşı güvenlik sağlanmaktaydı. İncelemeler Terramarelerin gerçekte su kıyısında yapıldığını, ancak kıyının yer değiştirmesiyle su üstü kulübesi haline geldiğini ortaya koyuyorsa da, pilotilerin varlığı bu konuda bazı tereddütler yaratmaktadır. Ne var ki, kimi araştırmacıların ileri sürdükleri gibi pilotilerin varlığına vahşi hayvan saldırısına karşı korunma amacına bağlamak da olasıdır. Şekil 8. Göl Üstü Yerleşimlerine Ait Bir Model, http://www.athenaeum.ch/citeidea.htm#titre] 20.07.2004 Şekil 9. Benin, Ganvie'de günümüzde de kullanılan su üstü evleri. Neolitik dönemde ilk örneklerine rastlanılan su üstü yerleşimlerinin bir modeli gibidir. [http://www.ambassade-benin.org/article51 .html] 20.07.2004 İlkel yaşam modellerinde, su üstü yerleşimlerinin savunma amacı da içermeleri, suyun tarih içinde savunma sisteminin de parçası olduğunu gösterir. İlk örneklerin ardından, ideal kent planlarında da su kenti çevreleyen bir hendek, kanal olarak kullanılmaya başlanmıştır. Azteklerin başkenti Tenochtitlan, lagünün ortasına kurulmuş bir tören merkeziydi. Genişliği yaklaşık 750 hektardı ve iki bölgeye ayrılmıştı. Doğal olarak oluşmuş adaların üzerinde kamu alanları, tapınaklar ve saraylar (yaklaşık 190 hektar) ile yapay adaların üzerine yapılmış evler (chinampas yaklaşık 560 hektar) yeralmaktaydı. Ulaşım çok kayıkla sağlanıyordu. Su ile deniz ulaşımının Venedik'i akla getirecek biçimde birleştirilmiş olduğu da anlatılıyordu: "Üç tip yol var: İlki, üzerine köprüler yapılmış su, ikincisi suyun aralarından akarken ara sıra geçilmez olduğu kara ve üçüncüsü de... hem yayalar hem de kayıklar için eşit 12 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker kolaylıkların sağlandığı su ve kara"; ve "normal olarak evlerin iki kapısı var, birisi sokağa, diğeri de suya açılıyor" Benzer bir su yerleşimi de Mikronezya'da Nan Madol'dur. Sığ su alanında, teknelerle taşınan taş bloklardan oluşturulan 92 insan yapısı ada da benzer amaçlarla yapılmış olmalıdır. Çevreden yalıtılma ve korunma bir neden olabileceği gibi, kurulacak kent için düzgün coğrafi alanların olmayışı da bir neden olabilir. Şekil 10. Mikronezya'da Nan Madol ve Çevresi Şekil 11. Lagün üzerine kurulu kentin, Braun Hogenberg, Civitates Orbis Terrarum I-58 (1572 Latin Edition, vol.1) 1 564 tarihli ahşap baskısı gravürü (Antoine du Pinet). Ancak, suyun sığlıklarında 92 ada yaratacak kadar büyük bir emek ve enerjinin harcanması, törensel boyutlardaki bir kentin bu adalar üzerinde kurulması, bölgenin yerin son derece önemli olduğunu düşündürmektedir. 2.2.3. Yalı tanımı ve kavramı Yalı, (eski Türkçe'de yalmak, yalamak'tan yal-ı, suyun yaladığı yer) deniz, göl veya ırmak kenarı, düz ve açık sahil. 8 Ünsal, Yunanca'da ivalos (yâlos) kelimesinin bu anlama geldiğini aktarmaktadır. 9 Eyüboğlu da Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğünde yalı kelimesinin, (Grekçe) gialos / aigialos (kıyı)'dan söyleniş 8 Meydan Larousse. Cilt 12 sayfa 706 9 ÜNSAL, Behçet, "Türk Boğaziçi'nin Yalılararkası ve Yalıları: Anadolu yakası", sayfa 87 13 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker biçimiyle yialos / yiali / yalı olarak değiştiğini ve kıyı, kıyıda yapılan ev, konak anlamı taşıdığını belirtmektedir. 10 C. E. Arseven'in, Sanat Ansiklopedisi'nde de yalı maddesinde şu açıklama yer alır: 11 Yalı: (1)(Osm. sahil, kenar) denizin yaladığı yer, yani sahil demektir. Deniz kenarında olan ev ve konaklara da denir. Böyle deniz kenarında olan saraylara "yalısaray" veya "sahilsaray" tabir olunur. İstanbul'da Sirkeci'de "Yalıköşkü" denilen böyle bir saray vardır. (Fr.) cöte, rive. (2) (Osm. Sahilhane) deniz kenarında bulunan ikametgah. Fr. Maison ou bord de la mer. Arseven'in, Türk Sanat Tarihi Fasiküllerinde verdiği tanım "yalı" kelimesinin mimari karşılığını içermektedir. Yalı, deniz kenarında yapılmış ev ve konak gibi meskenlere denir. Bunlara eski tabirle sahilhane de denir. (sahil-hane: yalı evi) Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğünde ise Arseven'in açıklamasına yakın bir ifadeyle "Deniz kıyısında olan ev ve konaklara verilen addır. Deniz kenarındaki saraylara 'sahilsaray' denir" açıklaması yer almaktadır. Ayrıca, yalı ağalığı, sahil muhafızlığı, gümrükçü anlamına, yalı uşağı ise sahil şehirlerde doğup büyümüş olanlar hakkında kullanılan bir deyimdir. 12 [268] 2.3. Su Davranışının Mimari Tasarıma Etkileri 2.3.1. Biçimlendirici Etkisi 2.3.2. Yapılaşmaya Etkisi 2.4. Kıyı Kentlerinde Yaşam ve Mimarlık Türkiye Akdeniz ve Karadeniz arasında bir “kıyılar ülkesi” dir. Binlerce yıl denizle yaşanmış olan aşinalık bir “kıyı kültürü” oluşturmuştur. Türkiye, dünya mimarlık ve kent tarihinin beşiği olmasına rağmen, dünyadaki mimarlıkla kent arasındaki bağların zayıflatıldığı ülkeler arasında yer almaktadır. Çok eski ve farklı katlardan oluşan bir kültür tarihinin mirasçısı olan toplum, tarihin bu ağırlığını taşımakta, ülkenin kentsel ve mimar fizyonomisinde de bu farklılıkları sergilemektedir. Bütün tarihi kent yerleşmelerinde yeni ve eski imgelerinin bir çatışmasından söz edilebilir. Genelde “yeni”yi “yüksek yapı ve gökdelen”, “eski”yi “tarihi doku ve tarihi anıtlar” temsil etmektedir. Türk mimarlarının vurguladıkları bir diğer sorun, Türkiye’nin Akdeniz ve Karadeniz arasında bir “kıyılar ülkesi” olduğudur. Binlerce yıl denizle aşinalık bir “kıyı kültürü” oluşturmuştur. ‘Turizm’in kıyı kültürünün korunması açısından olumlu etkilediği birkaç yöre dışında, karayolu ve motorlu araç doğayla birlikte bu kültürü de yok eden çağdaş nedenler olarak ortaya çıkmıştır. ‘Kıyı’nın dokusunun kent yaşamı ve kültüründeki değeri, göz önünde bulundurulmalıdır. ’Kıyı, Kentin Sınırı Değil Kültürüdür.’ Çoğu kıyı kentimizdeki yoğun ve tekdüze rant yapılaşması her türlü sınırı zorlamakta ya da aşmakta ve “deniz” bu kimliksiz ve çevreye duyarsız dokunun adeta “zorunlu coğrafi sınırı”nı oluşturmaktadır. Oysa kıyı, yalnızca kara ile denizin birleştiği yer değil, özellikle kent yaşamında “sadece bu konuma has bir kültür”ün kaynağı, yaşam kuşağıdır. Türkiye’de “kıyı”ların bu çok özel değeri Anayasada ve yasalarda güvence altına alınmış olsa bile; yapılaşma ve imar süreçlerinde bu güvenceyi geçersiz kılan uygulamalar yaygındır. Özellikle 2000’lerle birlikte yapımına başlanan Karadeniz Kıyı Yolu sadece ulaşımı amaçlayan; doğal ve kentsel değerlere yabancı bir anlayış içinde; “plansız” dolgu ve viyadüklerle, “bir kültür ve yaşam alanı olan kıyı” ile aynı alandaki yaşanmışlıkların anılarını taşıyan “tarihi dokular” gözden çıkartılmış, böylece, Karadeniz kıyılarında talihsiz ve giderilmesi olanaksız, büyük bir dönüşüm başlamıştır. “Apartmanlaşma” Kentleşme Değildir. Ülke genelindeki “apartman” tercihine dayalı yapılaşma düzeninin kıyı kentlerinde de egemen olması, 10 EYÜBOĞLU, İsmet Zeki, 1998, Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü. İstanbul., Sosyal Yayınlar, sayfa 721 11 ARSEVEN, Celal Esad, 1975.,Sanat Ansiklopedisi., İstanbul. MEB yayını, sayfa 2208-2209 12 PAKALIN, Mehmet Zeki, 1993, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, cilt 3 sayfa 602 14 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker yine kimlik ve yaşam değerlerinin yitirilmesinde etkin rol oynamaktadır. Denizle bütünleşmiş bir peyzajın ve kültürün simgesi olan yerel mimariyi ortadan kaldırmasının yanı sıra, kentte denizin “algılanabilir” olmasını bile engelleyen apartmanlaşmayı kıyı kentlerinde etkisiz kılacak özgün bir planlama yaklaşımına ivedilikle gereksinme vardır. Benzer şekilde Karadeniz’deki yayla yerleşmelerine kadar yaygınlaşan bu imar düzeni ve yapılaşma biçimi, Marmara, Akdeniz ve Ege kıyı yerleşmelerinde 2. konut denilen yazlık siteler şeklinde gerçekleşerek aynı olumsuzluğu tüm ülkede geçerli kılmaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin genel imar hukuku kapsamında arsa rantlarını en üst düzeye çıkartma çabalarından başka bir amacı bulunmayan bu “Anadolu’ya Yabancı mimari”nin durdurulması önem kazan-maktadır. 3. SUYUN GEÇİTİ BOĞAZİÇİ 3.1. Boğaziçi Tarihsel Gelişimi Şekil 12. Boğaziçi Kuşbakışı Görünümü Lacivert suları gümüş dokunuşlarla işleyen ay ışığı... Usul kürekleriyle mehtabı uyandırmadan süzülen sandallar... Gece mavisine yeşil dualarla uzanan asırlık ağaçlar... Sahile akseden saz desenleriyle neşe dolan, zevke kanan insanlar... Ve yüzyıllardan süzülen bir kültürle yaşama sanatına biçim veren yapılar... Anadolu'da on asır önce başlayan Türk-İslâm göçebe aile yaşamı Osmanlılarla beraber sabit mekân yaşamına, denizle buluştuğu yerde ise yaşamına dönüşmüş. Ve yalı yaşamı, Boğaziçi' yaşama sanatının doruğuna erişmiş. Osmanlı İstanbul'u almış, yerleşmiş, başkent yapmış... İmparatorluğun kudreti karşısında İstanbul'a artık saldırı ihtimali kalmayınca devli ricali, Boğaziçi üzerinde kurulu köylere doğru sayfiyeye çıkmış. Has bahçeler, av ve gezi alan sahil saraylar, padişah binişleri... Geleneksel ah mimarisinin eserleri Boğaziçi'nde gelişmiş durum Ne yazık ki o dönemden günümüze sadece Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı'nın divanhanesi ulaşmış. 1703'te Lale Devri'yle Osmanlı lüks tüketim doruğa varınca bir başkalaşmış Boğaziçi... Tüm sahil kasırlar ve saraylarla dolmuş. 1789'a kadar süren bu dönemde ana plan değişmemiş, ama yorumlanmış. Batının etkisiyle orta sofa ovalleşmiş, bu dış görünüme de yansımış. 1783'te yapılan Sadullah Paşa Yalısı bugün Çengelköy'de dönemin en somut örneği olarak ayakta durmakta. 1790'dan Tanzimat'a (1839) kadar ahşap mimarinin prensipleri yine bozulmamış, ancak yalılar önce Batı üslubunun deneme tahtasına dönmüş... Tanzimat'la beraber ahşap mimari de ''yeni nizam''la buluşmuş. Gayrimüslim Osmanlı tebasına tanınan yeni özgürlüklerin açtığı kapılardan Avrupa mimar kabul edilmiş. Osmanlı, kâgir yapıyla tanışmış. İşin doğrusu, onlar da ahşabın durup dururken yanmasından (!) sıkılmışlarmış. Dolmabahçe, Çırağan ve Beylerbeyi saraylarının daha evvelce ahşap olarak yapılmasına karşın üçü de yandığından bu dönemde kâgir olarak yeniden inşa edilmiş. İşte günümüzde ayakta kalabilen yalıların çoğu da Birinci Dünya Savaşı'na kadar sür bu dönemde yapılan yalılardır. Deniz, yalının ön bahçesidir. Yalı ise deniz üstüne kurulu bir kaptan köşkü gibidir. İçinde yaşanan kültürün en temel unsurlarından olan din, en başından yapının mimarisini etkilemiştir.Başlangıçta harem ve selamlık ayrı çatılar altındadır. Harem hamamdan ayrı, ancak bağlantılı Mutfak ve erkek çalışanların odaları tamamen bağımsızdır. Hepsini yüksek bahçe duvarları çevreler. Bu düzen on sekizinci yüzyılın sonuna doğru biraz bozulmuş, harem ile selamlık yavaş ya tek çatı altına girmiş. O dönem yapılarından 1792'de yapımı biten 15 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker Zarif Mustafa Paşa Yalısı'nın sadece selamlığı günümüze kadar gelebilmiş. On dokuzuncu yüzyılda ise artık her şey tek çatı altında buluşmuş. Yalı yaşam sanatı artık yok. Kayıkla mehtaba çıkanlar, saz sesleri, gizli yaşanan aşklar ve ''paşa baba'' lar da yok. Gök kubbede baki kalan yalnız bir hoş seda. Şekil 13. Boğaziçi Genel Görünümü 3.2. Su-Mimari Tasarım İlişkisi 3.3. Su ve Kıyı İlişkisi 3.4. Su ve Yalı Kesiti Biçimlenmesi 4. KUZGUNCUK’TA KIYI YERLEŞİMİ 4.1. Kuzguncuk Kimliği KUZGUNCUK Beykoz`da oturmalı Beykoz`da çalışan adam. 16 Çiğdem Paker BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Fakat Kuzguncuk şirin yerdir ve gayet nefis yapar gül reçelini pansiyoncu Madam ve kızı Raşel... Aynada bir kartpostal : bir manzara Nis şehrinden. İskemle, karyola, konsol... v Denize nazırdı pencereleri... Güneşte tavana suların ışıltısı vurur, karanlık şilepler geçerdi geceleri insanı olduğu yerde eli böğründe bırakarak... Selim`in odası havadardı. Kırmızı yazmalar kururdu yandaki boş arsada. Sağda Cevdet Paşa yalısı. Yalıda bir tavus kuşu bir de Mebrure Hanım vardı. Mebrure Hanım tafta entariler giyerdi. Çok ihtiyardı ve mavi gözleri kördü. Tentene işlerdi Mebrure Hanım. Uyanır bir beyaz güle başlar, uyurken dağıtırdı gülünü... Merhum Cevdet Paşa yalısında Mebrure Hanımı unutmuşlardı... Beykoz`da oturmalı Beykoz`da çalışan adam. Fakat Kuzguncuk şirin yerdir Ve kırmızı yazmalar kuruyan boş arsadan dünyayı zapta gidecek olan pulsuz balıklar gibi çıplak çocukların her akşam dinlerdi çığlıklarını Selim... Nazım Hikmet Kuzguncuk şirin bir yerdir… Çınar altı Parkı’ndan denizi seyrederken buradan geçen üstatlardan Nazım Hikmet fısıldıyor rüzgarla birlikte; “Fakat Kuzguncuk şirin bir yerdir, ve kırmızı yazmalar kuruyan boş arsadan, dünyayı zapta gidecek olan, pulsuz balıklar gibi çıplak çocukların, her akşam dinlerdi çığlıklarını Selim…” 17 Çiğdem Paker BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Şekil 14. Resimlerde Kuzguncuk Şşşt… Martılar… Buraya bakın, dolu balık var burada…” Denize dökülmüş ekmekleri yiyen balıkları gören on yaşındaki Metehan açıklarda av bekleyen martıları böyle çağırıyordu Kuzguncuk Çınar altı Parkı’nın kıyısına. Martılar küçüğü dinleyip geldiler, o da başka martılara yol göstermek üzere muzaffer bir komutan edasıyla bisikletine atlayıp ayrıldı parktan. Çınar altı Parkı’nın tek müdavimi Metehan değil elbet. Günün ilk çayını yudumlarken bu park insanlar arasında kurulan koyu muhabbete ev sahipliği yapıyor her daim. Can Yücel’den Nazım Hikmet’e, Rumlardan Ermenilere kadar semt yaşadığı bilinen tarihin her döneminde hoşgörü merkezi olmaya devam etti. İstanbul’un gözbebeği Kuzguncuk, türlü ırktan insanının barındığı bir kozmopolit ‘köy’dü adeta. İstanbul’un Asya kesimindeki ilk Musevi yerleşim bölgesi olan semtte, bugünde varlığını sürdüren iki sinagog, camiyle yan yana bir Ermeni Kilisesi (Surp Krikor Lusavoriç), iki tane de Rum kilisesi bulunuyor. Bunlardan birin adı Ayia Trias. Diğeri Ayios Panteleymon. Bugün yaklaşık iki bin kişi kalan kilisenin cemaati için her pazar saat dokuz ile on bir arası ayinler devam ediyor. Semte Kuzguncuk adı verilmesine dair çeşitli rivayetler var. Bir rivayete göre, Fatih Sultan Mehmed zamanında burada Kuzgun Baba adında bir ermiş kişi yaşadığından semte onun ismine atfen Kuzguncuk adı verilmiş. Ermeni yazar P. İncicyan ise, Kuzguncuk adının, eski adı olan Kosinitza’nın bozuk söyleniş şeklinden geldiğini yazıyor. Bizans döneminde Kuzguncuk adının Chrysokeramus olduğu biliniyor. Bu isim İmparator II. Justinianus’un burada üzeri yaldızlı kiremitle kaplı bir kilise inşa ettirmesi nedeniyle verilmiş. Kuzguncuk oldukça eski bir yerleşim merkezi. Üsküdar, Paşalimanı ve Beylerbeyi arasında yer alan semtte, eskiden Rumlar, Yahudiler ve az miktarda Ermeni ikamet ederdi. Özellikle Yahudiler için Kuzguncuk kutsallık derecesinde önemli bir yerdi. Kuzguncuk’un Avrupa Musevileri tarafından “Kutsal topraklara varmadan önceki son durak” olarak kabul edildiği bilinen bir gerçek. Herhangi bir nedenle kutsal topraklara gidemeyenlerin hiç değilse Kuzguncuk’a yerleşip orada ölmeyi ve gömülmeyi vasiyet ettikleri söylenir. Çok geniş bir alan kaplayan Yahudi mezarlığı bu söylentiyi doğruluyor. Günümüzde de markalaşmış bir kahveci olan Kurukahveci Mehmet Efendi’nin gayrimüslimler tarafından sevilen bir zat olmasının başlıca sebebi de, arazilerini gayrimüslimlere mezarlık alanı olarak bağışlaması. Hahambaşı’nın da, Kurukahvecinin bu iyiliği karşısında, bütün Musevilerin kahvelerini kendisinden almalarını istemesi kahvecinin şanının Kuzguncuk’u aşmasını sağlamış. Kuzguncuk birçok ünlü ismin de vazgeçemediği bir semt. Oktay Rıfat, Teyzesi Sare Hanım’ın ikamet ettiği semte dair bir şiiri de bulunan Nazım Hikmet, Can Yücel, Kuzgun Acar bu isimlerden birkaçı sadece. Can Yücel ve Kuzgun Acar arasında geçen bir diyalog Kuzguncuk hakkındaki bir anekdota dönüşmüş adeta. Kuzgun Acar, “Şu Kuzguncuk’u çok seviyorum. Çok güzel bir yer” deyince, Can Yücel “Kuzgun’a yavrusu güzel gelir” diye yanıt vermiş. İstanbul’un belli başlı semtlerinde yaşanan kültürel değişim ve dönüşüm süreci Kuzguncuk’ta da yaşandı. Seksenli yılların başında sakinliği ve eski evleriyle 18 Çiğdem Paker BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ entelektüel birikimi yüksek insanların yerleşmek için tercih ettikleri semt haline geldi. Kuzguncuk’ta bu hareketin başlamasından beri mahalledeki ev kiraları ve değerleri bir hayli yükseldi. Ancak tarihi ve insanları hoşgörünün simgesi olan semt bu hareketle daha da güçlendi. Kuzguncuk Bostanı, semtte yaşayanları birbirine bağlayan bir başka öğe. Bostan, hem taze sebze ve meyveleri, hem de Rum sahibi İlya ile anılıyor. Son bostancı olan İlya vefat ettikten sonra bostan, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçmiş. 1992’de hastane ve okul yapılmak üzere kiralanmış. Kuzguncuklular, ancak bostana asılan bir ilanı okuduklarında durumdan haberdar olmuşlar. Birkaç semt sakini projeye karşı çıkarak harekete geçmiş. Bostanın olduğu mahalleden ve çevredeki mahallelerden binden fazla imza toplanmış. İlk eylemci grubun çekirdeğini oluşturanlar, grup için belli hareket alanları belirlemiş. Biri bostanın tarihini ve hukuksal statüsünü araştırmış, bir diğeri her gün bostanı gözlemleyip ötekilere gelişmeleri bildirmiş. Gruptan bir başkası basından tanıdıklarından yardım alarak bostanın durumunun birçok gazetede yayınlanmasını sağlamış. Bu öncü eylemciler, bazıları yurtdışında eğitim görmüş ya da yurtdışında doğmuş olan, Kuzguncuk’un 1980’den sonraki entel ve sanatçı kitlesinden çıkmış isimler. Doğal Film Seti Kuzguncuk Perihan Abla dizisi ile başlayan çekim furyası bugün Kuzguncuk’ta alışılagelmiş sıradan bir durum. Semt sakini kiminle konuşsanız size hangi sokakta hangi dizi çekiliyor söylüyor. Ekmek Teknesi, Hayat Bilgisi semtte çekilen en ünlü dizilerden bazıları. Dolayısıyla bu doğal film seti havasından semttekiler de dizi çekenlerde memnun gözüküyor. Semtteki ünlü isimlerden biri de İsmet Baba. Çınaraltı Parkının kıyısında eşsiz boğaz manzarasıyla İsmet Baba Restaurant 1951’den beri müdavimlerini ağırlıyor. Ünlü mekanda garsonluk yapan Dursun Altınay Karadeniz’den Kuzguncuk’a göçenlerden. Çocukluğumda gelmiştim bir kere teyzemi görmeye, geliş o geliş diyor Dursun Bey; “Buraya sürekli gelenler vardır, aile gibiyiz, çok iyi tanırız birbirimizi,” diye ekliyor İsmet Baba’nın mekanı için. Boğaz’ın manzarasını takip ederek sahil boyunca yürürseniz büyük, çekici bir yalı karşınıza çıkar. Fethi Paşa Yalısı ve hemen yanı başındaki koru, Kuzguncuk’un akciğerleri adeta. Fethi Ahmet Paşa Türkiye’de ilk müzeyi kuran kişi. Fethi Bey, cephanelik olarak kullanılan Aya İrini’de kalmış silah ve malzemeyi düzene sokarak bu binayı müze haline getirir. Bugün Belediye tarafından halka açılan Fethi Ahmet Paşa Yalısı, özellikle hafta sonları çok tercih edilen bir mekan haline geldi. Nefis manzara ve ağaç çeşitliliği ile dikkat çeken koruda tur atmak ise İstanbul’da yaşanacak bambaşka bir tat. Sahilden Beylerbeyi yönünde denize girenler ve Boğaz manzarasına karşı piknik yapanlar günün tadını çıkarıyor. Nakkaşönü Parkı balık meraklıları için biçilmiş kaftan. Dört yıldır her hafta balık tutmaya gelen Ahmet, Tuncer ve Mustafa beyler artık akraba gibi olmuşlar. Ahmet beyin eşi Hale hanım ve küçük oğlu Yiğit de parkın müdavimlerinden. Bankacı olan Hale hanım; “Burası çok daha sakin ve seviye düzeyi dengeli,” diyor. “Saygılı ve düzgün insanlarla zaman geçiriyoruz. Burası bizim için huzur bulduğumuz bir yer haline geldi.” diye ekliyor. Bu sımsıcak hayat dolu insanlara dahil olamamak elde değil. Bir süre sonra ben de elimde ikram edilen tavşankanı çay, taze yaprak sarması ile koyu muhabbetin içinde buluyorum kendimi. Kapılıp gidiyorum semtin büyüsüne. Çınaraltı Parkı’nda oturmuş denizi seyreden üstatları anıyorum ve Nazım Hikmet fısıldıyor rüzgarla birlikte. “Fakat Kuzguncuk şirin bir yerdir, ve kırmızı yazmalar kuruyan boş arsadan, dünyayı zapta gidecek olan, pulsuz balıklar gibi çıplak çocukların, her akşam dinlerdi çığlıklarını Selim…” 19 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker Şekil 15. Kuzguncuk’ta Sosyal Yaşam 4.2. Tarihsel Gelişimi Kuzguncuk'un bir musevi köyü olarak kurulduğu sanılıyor.Avrupa Musevileri için Kuzguncuk,"Kutsal Topraklara varmadan önceki on durak".İnançları doğrultusunda vaad edilmiş topraklara gidemeyenlerin,hiç değilse buraya yerleşip ölmeyi ve gömüymeyi vasiyet ettikleri anlatılır.Köyün yamaçlarında geniş bir alan kaplayan Musevi mezarlığı da bu düşünceyi destekler nitelikte.Musevilerin reisi olan Hahambaşı vekilinin makamı 1930'lara kadar Kuzguncuk'taymış.Bazı kayıtlar ise Kuruluşundan itibaren Kuzguncuk'ta Rumların da bulunduğu yazılıdır.Ermeniler ise 18.yüzyıldan sonra başlarlar bölgeye.Müslümanlar ise Kuzguncukta hep azınlakta kalmışlardır.Hmen hemen bütün boğaz köylerinde olduğu gibi ,19.yy'da çalışmaya başlayan "Şirketi Hayriyye" vapurları köyün ekonomik ve toplumsal yapısını değiştirir. Kuzguncuk'u harabeye çeviren 1864 yangınından sonra inşa edilen iskele ,bu değişimin ilk basamağı oldu.1864 yangınında 500 civarında ev ve dükkanın yandığı rivayet edilir.Kuzguncuk'ta müslümanların hep azınlıkta kalmış olması cami,mescit gibi ibadethanelerin bölgeye geç girmesine neden olur.1860'da Cemil molla tarafından sahilde inşa ettirilen "Üryanizade Mescidi"nden sonra ,ancak 1952'de Rum Ortadoks Kilisesi'nin bahçesine"Yeni cami" inşa edilmiştir.Neredeyse yapışık duran bu iki ibadedhanede yıllar boyu çok özen gösterilen bir konu ezanla çan sesinin birbirine karışmamasını sağlamak olmuş.Üryanizade mescidiyse mimari yapısı ve dokusal konumu itibariyle çok önemli bir eser olmasa da,mimarisi İstanbul'da tektir.dantela şeklinde örülmüş ahşap kontrüksiyon minare,boğazın ve gökyüzünün mavileriyle birleşerek eşsiz bir görünüm sunar. Mavi ve yeşilin arasında sıralanan rengarenk yalılar, birbirinden farklı renklerinin altında birbirinden farklı öyküleri de saklar. Aşklar, kavgalar, dostluklar, düşmanlıklar bin bir rengin ardında yüz yıllardır saklanır durur. Eşsiz güzellikte bir doğa harikası olan İstanbul, geçmişin ve geleceğin buluştuğu bir kent. Asya ve Avrupa kıtasını buluşturan İstanbul Boğazı, aynı zamanda modern yaşamın ve tarihin de buluşma noktası. Masmavi suları ve gün geçtikçe sayıları azalsa da yemyeşil tepeleriyle Boğaziçi, renklerden oluşmuş bir doğa harikası. Kıtalar, tarih, doğa, geçmiş ve gelecek gibi; renkler de Boğaziçi’nde buluşuyor. Mavi ve yeşilin yanı sıra erguvanları, sümbülleri, manolyaları ve mimozalarıyla Boğaziçi bir renk cenneti. Her mevsim değişen doğasıyla rengin saltanatı sürer Boğaziçi’nde. Bilinen yedi renkle tarif 20 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker edilemeyecek güzellikte, gökkuşağıyla yarışan bir renk cümbüşü sunar. Boğaziçi yalılarında, renklerin ardına gizlenen yaşam öykülerinde inişli çıkışlı pek çok serüven yer alır. Tarihin değişimine tanıklık eden olağanüstü güzellikteki bu yapılar, içerisinde yaşayanların anılarıyla yüzyıllardır Boğaz kıyılarını süsler. Zümrüt yeşili bir koru ve önündeki masmavi suların ortasında uçuk pembe rengiyle Boğaziçi’nin en güzel semtlerinden biri olan Kuzguncuk’ta sahili süsleyen “Fethi Paşa Yalısı”, suya öylesine yakındır ki dış duvarlarındaki ahşap, bir teknenin gövdesini andırır. Fethi Paşa; II. Mahmut ve Sultan Abdülmecid zamanında valilik, elçilik, nazırlık yapmış, İngiltere Kraliçesi Victoria’nın taç giyme töreninde Osmanlı Devleti’ni temsil etmiş. İlk askeri müzenin de kurucusu olan Fethi Paşa, aynı zamanda ince zevkiyle de tanınan biriymiş. Fethi Paşa, 18. yüzyılın sonunda iki katlı ve on altı odalı inşa edilen bu yalıyı, hakkında pek az şey bilinen İsmet Bey’den satın almış. Ancak binanın harem olarak inşa edilen bölümü, 1927’de yanarak yok olmuş. Günümüze yalnızca selamlık bölümü ulaşmış. Kuzguncuk’ta. Tarihi Eserler İstanbul Boğaziçinin özgün dokusunu korumuş güzel semti Kuzguncuk, adını Evliya Çelebi'ye göre, Fatih zamanında burada yaşşayan 'Kuzgun Baba' adındaki bir kimseden almıştır. Kuzguncuk'un, 17. yüzyılda Yahudiler tarafından Kudüs toprağına bitişik sayıldığı için bir yahudi köyü olarak kurulduğu bilinmektedir. 18. yüzyılda Ermeniler, Rumlar ve 19. yüzyılda da Türklerin yerleşmesi ile Türk-Gayrimüslim karma yerleşme alanı olmuştur. Kuzguncuk tarihi boyunca farklı dinden ve ırktan insan yasardi. Nitekim burada biri büyük, biri küçük iki sinagog, camiyle yan yana bir Ermeni (Surp Krikor Lusavoriç) kilisesi, iki de Rum kilisesi vardir. Bunlardan biri Ayia Trias kilesi. Öbürü Ayios Panteleymon . Cemaat gitmisse de, binalar halen durmaktadir. Surp Krikor, Istanbul`daki tek kubbeli Ermeni kilisesidir. Camiyle yanyana durur. Ve kuzguncuk sahilinde çekici bir yali görürüz. Bu yali Fethi Pasa`ya aitti. Şekil 16.Kuzguncuk Postanesi Fethi Ahmet Pasa Türkiye`de ilk müzeyi kuran kisidir. Cephanelik olarak kullanilan Aya Irini`de kalmis silah ve malzemeyi düzene sokarak bu binayi müze haline getirdi. Mankenlere askeri kiyafetleri ilk giydiren de odur. Abdülmecit`in kardeslerinden Atiye Sultan`la evlendi. Cumhuriyet döneminde yali, yeni sahibi Fethi Pasa`nin torunlarindan Sevket Mocan`in adiyla anilmaya baslandi. Mocan, Demokrat Parti`nin milletvekillerindendi. Kuzguncuk`la Üsküdar arasinda Pasalimani vardir. Bu adin da kusatma sirasinda Baltaoglu Süleyman Pasa`nin bazi gemilerini burada demirlemesinden geldigi söylenir. Buradaki eski çesme, Abdülaziz`in hal`i olayina karisan ve sonra bir suikast sonucu öldürülen Serasker Hüseyin Avni Pasa tarafindan, 19. yüzyilin görkemlilik ölçülerine göre yeniden yaptirildi. Oldukça anitsal bir çeşmedir. Pasanin yalisi da tam burada, kiyidaydi. Nüfuz kullanarak fetva alıp, burada bulunan mezarliği yalısinin arsasına kattigi iddia edilmistir. Üsküdar`a iyice yaklasirken görülen yüksek tas binalar (simdi yari yikik) III. Selim zamaninda yapilmis tahil ambarlari ve degirmendir. Daha sonra Tekel`e verilmislerdir. Ilk bina ise Abdülmecit`in yaptirdigi karakoldur. * Kuzguncuk Camii, (1952) (Sahil yolu üzerinde) * Üryanizade Camii, (Deniz kıyısında, Nakkaş Mezarlığının önünde) * Ermeni Kilisesi Surp Kirkor Lusavoric (1835), (Kuzguncuk Camisi’nin bitişiğinde) * Rum-Ortodoks Kilisesi Ayios Pantelemion (1831), (İcadiye caddesi üzerinde) 21 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker * Rum-Ortodoks Kilisesi Ayios Georgios (1821), (İcadiye caddesi üzerinde Büyük Havra ile yanyana) * Büyük Havra (1818), (İcadiye caddesi üzerinde) * Küçük Havra (1886), (Tenekeci Musa ile Yakup sokağının kesiştikleri köşe) * Küçük Hamam, (Meşruta sokakta) * Dağ Hamamı, (İcadiye caddesi üzerinde) * İsmet Bey Çeşmesi (1812), (Fethi Paşa yalısının karşısında) * İskele Çeşmesi (1831), (İsmet Baba meyhanesinin yanında) * Gazhane, (Nakkaş Baba Mezarlığının girişinde yıkılmış durumdaki Gazhane Beylerbeyi Sarayı için yaptırılmıştır) * Kuzguncuk İlkokulu, (Ünlü Marko Paşa’nın evi idi.) Şu anda Harmony Mobilya Mağazası olarak kullanılan yapı İstanbul’da ki ilk katlanabilen tahta metrenin yapıldığı yerdir. * Kuzguncuk Evleri, (Çoğunluğu kagir, yarı kagir olan 3-4 katlı Ermeni, Rum evleri 100-150 yıllıktır) Şekil 17. Kuzguncuk İskelesi Şekil 18. Kuzguncuk Sosyal yaşam "Eskiden olduğu gibi bugün de; Kuzguncuk'taMüslümanlarla,yahudiler,Hıristiyanlar,ErmenilerMuseviler,Rumlar kardeş gibi yaşarlar ve acılı ve neşeli günlerinde hep beraber olurlar.Bir Musevi hanım bütün dünyayı gezdiğini anlatırken gözleri doluyor ve arkasından ancak Kuzguncuk'u hiçbir yere değişmem diyor.Kuzguncuk halkının dinlerine yansıyan veya dinlerinden onlara kalan kardeşlikleri bugün bile aynı seviyede. Yeni Cami 1952 yılında kilisenin bahçesine yapılmış ve inşaatı sırasında gayrimüslimler çok yardımcı olmuşlar.Özellikle kilise papazının Kilisenin bahçesine cami yaplımasına izin vermesinin ötesinde,zamanın parasıyla 500 Tl 'de yardımda bulunması unutulmayacak insani bir davranış.İstanbul'un tek kubbeli 22 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker Ermeni Kilisesi olan Surp Krikor'un çan kulesi ile Camii'nin minaresi birbirine karışmış( kardeş gibi)bir arada yaşamanın mesajını veriyor. 4.3. Boğaz’ın Yerleşime Etkisi 4.3.1. Şehir Planları Şekil 19.Şehir Haritası(Boğaziçi Harita Md.1932) 4.3.2. Sahil Şeridiyle İlişkisi 4.4. Boğaz’ın Yalı Yapılaşmasına Etkisi 4.5. Kuzguncuk Yalıları ve Mimari Özellikleri 184. Ahmet Fethi ”veya Fethi Ahmet” Paşa Yalısı 185.186. Heykeltıraş İhsan Bey Yalıları 187. Baştımar Yalısı 188. Arapzadeler Yalısı 189. Melih Üskan Yalısı 190.191.192.193. Gelenksel Ev Tipi Sahilhane 23 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker Şekil 20. 1971 Yılı Tesciline Göre Koruma Numaraları Sırasıyla Sahil hanelerin Koruma Haritası(14) 175. Kuzguncuk Sahili 175 ( Ada 578/parsel 2) “1900-1910 ilavelerle bozulmuş” “Yarı modernize edilmiş bir yalı örneği” 13 Şekil 21.-Şekil 22. Koruma no:175(1993) – resim 1974 176. Kuzguncuk Sahili 176 ( Ada 578/parsel 9) Şekil 23.-Şekil 24. Koruma no:176(1970) – resim 1993 Kuzguncuktaki Mavili Yalı, yeni adıyla Aykut Yalısı, 90 yıllık bir yapı… Yalının, 1978-79 yıllarında başlanan yenileme çalışmaları şöyle çözülmüştür: Taşıyıcı sistem betonarme, düşey taşıyıcılar perde, yatay taşıyıcılar kirişsiz döşemedir. Yalının dış cephesinde ahşap, deniz katında 13 Orhan Erdemen, Boğaziçi Sahilhaneleri 1.2.ciltler,İBB Kültür İşleri Dairesi Başkanlığı Yayınları, 1993 24 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker Şekil 25. Aykut Yalısı(Mavili Yalı) Yol Görünüşü kagir kaplama, çatıda ise kiremit kullanılmıştır. Yenileme çalışmaları sırasında yalının tüm iç ve dış ahşap süsleri stilize edilerek yorumlanmıştır. 14 Şekil 26. Aykut Yalısı(Mavili Yalı) Tavan Süsleri 14 Tasarım Dergisi, Aykut Yalısı (Mavili Yalı), Sayı 8, 1990 25 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker Şekil 27. Aykut Yalısı(Mavili Yalı) Eski ve yeni yalı fonksiyon olarak özgünlüğünü korumuş; yalnız giriş katı 4 oda yerine bir tek yaşama mekanına dönüştürülmüştür. Taşıyıcı sistemin betonarme olmasına karşın, yatay ve düşey taşıyıcı elemanlar bir kabuk olarak projelendirilmiştir. İç mekanda tavan süsleri ve kornişlerle, beyaz tavan ve duvarlarla kontrast etki yaratılmış, yalının eski havası korunmuş ve betonarme sistemin varlığı hissettirilmiştir. 15 Şekil 28. Aykut Yalısı(Mavili Yalı) Yan Görünüş Şekil 29. Aykut Yalısı(Mavili Yalı) Yan Görünüş 15 Tasarım Dergisi, Aykut Yalısı (Mavili Yalı), Sayı 8, 1990 26 Çiğdem Paker BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Şekil 30. Aykut Yalısı(Mavili Yalı) Deniz Görünüşü Şekil 31. Aykut Yalısı(Mavili Yalı) Yan Görünüş Rölövesi Şekil 32. Aykut Yalısı(Mavili Yalı) Yan Görünüş Restorasyon 27 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker Şekil 33. Aykut Yalısı(Mavili Yalı) Bahçe ve Zemin Döşeme Düzenlemesi 177-178-179. Kuzguncuk Sahili 177 ( Ada 578/parsel 11) 178 ( Ada 578/parsel 28) 178 ( Ada 578/parsel 35) 178 Koruma no’lu yalının 1993 yılı restorasyonu: Beton, tuğla, üzerine ahşap kaplama.(2.grup eski eser.pafta 110,ada 578, parsel 29) Mimari Proje: A. Lakşe Mal sahibi: M.Mehmet Peynirci “Değişik dönem mantalitesi ile tam bir kargaşalık sergiliyorlar.” Behçet Ünsal 16 Şekil 34. Eklektik karakterli, ayatomalı, cumbalı, balkonlu yalılar.177’de nisbeten daha az, 178’de daha çok cephe değişiklikleri yapılmış.-1993- 16 Orhan Erdemen, Boğaziçi Sahilhaneleri 1.2.ciltler,İBB Kültür İşleri Dairesi Başkanlığı Yayınları, 1993 28 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker 180. Kuzguncuk Vapur İskelesi Kuzeyi Kuzguncuk iskelesi solu Ada 578/ parsel17 İnşası 1860-1890 arası Yüzölçümü 1500m2 Deniz cephesi 13,45m. Türk Ermeni Patrikhanesi Kültür Danışmanı Kirkor Pamukçıyan’ın Özel notu (Ocak 1992): “Sahilhanenin yerindeki (her iki tarafındaki yeni/kargir yapılarla birlikte) arsalar üzerinde; 18.yüzyılda Serkis Kalfa (Hassa mimarı, ölümü 1737)’nn yalısı vardı. Yüzyıl sonra (yine Hassa mimarı, ölümü 1855) bu yalıyı yenileyerek sahibi olmuştur. 17 Şekil 35. Kuzguncuk Vapur İskelesi Kuzeyi-1975- Şekil 36. Kuzguncuk Vapur İskelesi Kuzeyi-1993- 17 Orhan Erdemen, Boğaziçi Sahilhaneleri 1.2.ciltler,İBB Kültür İşleri Dairesi Başkanlığı Yayınları, 1993 29 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker Şekil 37.Cadde Yönü Şekil 38. 1987 yılı sonundaki harap durumu.Ahşap karkas/tuğla duvar;ahşap kaplama.zemin kat var.1988 yılında gerekli müracaatla onarımı yapılmıştır. 181. Kuzguncuk Vapur İskelesi Güneyi Ada 578/ parsel 22 Kare planlı, üç katlı, baskılı piramit damlı, ahşap bağdadi bir yapı.Önündeki gazinoda onarım var.Sahilhane 18 yıldır aynı bakımsız durumunu koruyor. 18 Şekil 39. Kuzguncuk Vapur İskelesi Güneyi-199218 Orhan Erdemen, Boğaziçi Sahilhaneleri 1.2.ciltler,İBB Kültür İşleri Dairesi Başkanlığı Yayınları, 1993 30 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker 182. Mimar Abidin Mortaş Yalısı Ada 512/parsel 31 Abidin Mortaş modern mimarlarımızdan biridir; Arkitekt Dergisi sahibi idi.Yalı eklemesinde ayrı bir tarz uygulanmış; ama eskisini gözetleyerek.”Behçet Ünsal Şekil 40. Mimar Abidin Mortaş Yalısı-1992- 183. Madam Agavni Muratyan Yalısı Yalı Caddesi No:143 (Ada 512/parsel 28) Üslubu: Eklektik/artnouveau elemanlar İnşası: 1860-1870 arası Boğaziçi İmar Md. Dosyasından: “Hacı Hasan Hatun Mh.109 pafta, 512 ada, 28parsel. Yüzölçümü:420,77m2 .Arsanın tamamı ŞerifGazioğlu adına -1988-kayıtlı olup, ½ hissenin Candan Subaşı’ya ½ hissenin Vildan Güran’ye satış talebi.” “İnşası 1900’ler civarı, bizde burada görülen yuvarlak formlar yoktur.(Turhan Giritlioğlu, 1991) 19 Şekil 41. Madam Agavni Muratyan Yalısı Şekil 42. Madam Agavni Muratyan Yalısı 19 Orhan Erdemen, Boğaziçi Sahilhaneleri 1.2.ciltler,İBB Kültür İşleri Dairesi Başkanlığı Yayınları, 1993 31 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker Şekil 43. Madam Agavni Muratyan Yalısı 184. Ahmet Fethi ”veya Fethi Ahmet” Paşa Yalısı Kuzguncuk Çarşı Caddesi, No:125(Ada 512/parsel 21) Üslubu:Geleneksel İnşa Tarihi:İlk binası 18.yüzyıl sonu;19.yüzyıl başlarında yenilenmiştir.(S.Hakkı Eldem,Eski Türk Evleri Plan Tipleri/DGSA,s.186) Yüzölçümü: Binası 650m2. 20 oda, 2 mutfak, 7 hol / koridor / antre, 6 sofa, 1 taşlık, 1 hela, 3 banyo, 2 yüklük, 1 hamam, 3 ofis. Arsa alanı: 1800 m2 Özelliği: Dış ve iç planı, eski Türk yapı tarzı örneklerindendir. 20 Şekil 44. Ahmet Fethi”veya Fethi Ahmet” Paşa Yalısı 20 Orhan Erdemen, Boğaziçi Sahilhaneleri 1.2.ciltler,İBB Kültür İşleri Dairesi Başkanlığı Yayınları, 1993 32 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker Şekil 45.Ahmet Fethi”veya Fethi Ahmet” Paşa Yalısı 1992 184. Ahmet Fethi ”veya Fethi Ahmet” Paşa Yalısı Tarihçesi “Boğaziçi’nin XVIII. Yüzyıl sonu yapısı en güzel yalılarındandır.” (H.Y. Şehsuvaroğlu-İst. Ansk. X/5710) Fethi Ahmet Paşa, bugünkü selamlık bölümünü Defterdan’dan; yıkılan harem bölümünü Şeyhülislam’dan satın almıştır. “Fethi Paşa’ya İsmet Bey’den intikal etmiştir. Fethi Paşa yalıya bugünkü şeklini vererek, köşkünü yaptırıyor. Fethi Paşa tarafından inşa ettirilen ve Üsküdar tarafında bulunan kısım 1927’de müştemilatı ile beraber yanmıştır.” (H.Y. Şehsuvaroğlu, Akşam Gazetesi, 12 Şubat 1947) Mihrimah ultan’ın torununun kocası Şeyhülislam’ın yalısı imiş. Bu aileden intikal ediyor. XVIII. Yüzyıl sonunda yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Yukarıda kaydedilen İsmet Bey’in kimliği belirlenemedi. Ancak, 1227 (1812) tarihli, halen mermer kitabesi yalı girişinde yan yatmış olarak duran- İsmet Bey Çeşmesi çağı hakkında fikir vermektedir. Şekil 46. Selâmlık Bölümü, 1930'larda “İsmet Bey Çeşmesi’nin orijinal durumu şöyle idi: Paşalimanı-Kuzguncuk yolu üzerinde, yalının karşısında yamaç duvarında bulunuyordu. Son derece harap vaziyette bulunuyordu. Kitabe mermeri dahi kaybolmuştur. Çeşmenin aynataşı dışındaki kısımları dökülmüş, altından horasan karışımı örtü meydana çıkmıştır. Aynataşı Osman Özdeş’in uğraşıları ile temizlenmiş ve resmi çekilmiştir.” (Son durumlarını ve kitabelerini belirlemek için Osman Özdeş’in hazırladığı kitaptan 25.12.1977 tarihinde alınmıştır.) 33 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker Çeşmenin bânisi Arif Hikmet Bey’dir ve babası İsmet İbrahim hayratı olarak inşa ettirilmiştir. Birbuçuk kıta’lık olan kitabesinin ancak aşağıdaki tarih beyti belirlenebilmiştir Şekil 47.Cumhuriyetin başında vaziyet planı (Sedat Hakkı Eldem) Fethi Ahmet veya Ahmet Fethi Paşa biyografisi: Babası Hafız Ahmet Ağa Rodos’lu olduğu için “Rodosizade”; Sultan Abdülmecid’in kızkardeşiyle evlendiği için de “Damad” olarak anılır. 1830’da Ferik (tümgeneral), 1833’te Viyana Büyükelçisi ve biraz sonra müşir (mareşal) oldu. Valilik ve Paris elçiliği yaptı. Ticaret Nâzırı, Meclisi Vâlâ Reisi, Harbiye Nâzırı ve Tophane Müşiri oldu ve 56 yaşında iken ölünce Divanyolu’nda Sultan Mahmut Türbesi bahçesine gömüldü. Bütün bu çeşitli ve önemli görevleri içinde en çok Tophane Müşirliği üzerinde durulur. Yalıyı satın aldıktan sonra ilaveler yaptırıyor. Böylece 234 senelik olan yalının Fethi Paşa devri başlıyor.” (Fatma Kerimol’dan. 30.06.1976) Yalı sonra Fethi Paşa’nın hanımına kalıyor. İlk çocuğu Besim Paşa ölmüş, diğer oğlu Mahmut Celâlettin Paşa Cemile Sultan’ın kocası, Taif’te Mithat Paşa ile beraber boğdurulmuştur. Daha sonra yalı Fethi Paşa’nın torunlarına intikal ediyor. Şevket Mocan hisseleri topluyor. “Boyasından dolayı Pembe Yalı da denilen Fethi Paşa Yalısı’nın 1929-30 yıllarında boyaları dökülmüş ve harap bir hale gelmişti. Bundan sonra yalı Mocan Yalısı olarak da anılmaktadır. Şevket Mocan ölünce “kuzey bölümü” ikinci eşinden kızı Rüya Mocan’a; “güney bölümü” ilk eşinden kızı Ayşe Şemsa’ya kalmıştır.” Şekil 48. Fethi Ahmet” Paşa Yalısı Şekil 49. Fethi Ahmet” Paşa Yalısı Şevket Mocan’ın kızı Ayşe Şemsa, Rumelihisarı burnundaki 4 katlı, taş yalıyı yaptıran Zeki Paşa ile de akrabadır. Yapının Plan Özellikleri: Artık pek ender olarak görülen “geleneksel yapı üslûbu’nun bir örneği olarak, güney, kuzey ve batı yönlerinde, ya eli böğründeli veya ahşap direk destekli çıkmalı odalar vardır. İkinci kattaki sofalar, plan özelliğine göre, salon/sofa şeklinde olmayıp, diğer salon, oda ve servis bölmeleriyle bağlantıyı sağlamaktadır. 34 Çiğdem Paker BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Şekil 50. Fethi Ahmet” Paşa Yalısı korumaktadır. Harem binası yandıktan sonra “halen de Boğaz’da birçok yalılarda görüldüğü gibi” eski selamlık olan bugünkü bina, iki bölüm halinde harem ve selamlık gibi düzenlenmiştir. 12 m. genişliği, 8 m. derinliği olan 96 m2’lik büyük sofa, desteksiz “sütunsuz” olarak yapılmıştır. Pencere yükseklikleri 4 m.dir. Duvarlar dıştan ahşap kaplama olarak , bağdadî. Güney bahçe üst sofa parkeleri “yıldız tarzı” ve meşin kaplı “AŞ” armalı iskemleleri Bağlarbaşı’nda yıkılan Ayşe Sultan yalısından getirilmiştir. 20 odasının tavanlarının beşi sade, diğerleri Avrupa tarzında ve her oda ayrı desende ve üslûptadır. Şimdi bu yalı, tarihin ve sanatımızın güzel bir yadigarı halinde ayaktadır. Şekil 51. Fethi Ahmet” Paşa Yalısı Cumhuriyet’ten sonra, köşk ve hamamı yol için Belediye tarafından istimlak edilerek; güneydeki mutfak da sahipleri tarafından yıktırılmıştır. Bugün sadece selamlık binası ile harem bahçesi ve o zamandan kalma, güzel/mermer fıskiyeli/heykelli havuzu kalmıştır. Kuzey/doğuda set üzerinde dikdörtgen havuzlu, bir çeşme de var, fakat suyu kesilmiştir. Yalı -1943/46 yılları arası – varislerinin gösterdiği ihtimamla yenilenmiş ve yıkılmaktan kurtarılmıştır. Yalnız tamir edilmekle kalmamış, içi eski zevke ve usule uygun bir şekilde döşenmiştir. 35 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker Şekil 52. Fethi Ahmet” Paşa Yalısı (Yalıda iki mülkiyet var. Biri güney bölümünde üst kattan oda da alıyor. Bu iki mülkiyeti adeta belirlemek ve göstermek istercesine, 1985 yılından sonra, bu iki mülkiyet, pembe ve beyaz olarak ayrı ayrı renklere boyanmıştı. Neyse bu garabet iyi bir anlayışla ortadan kaldırılarak yalı cephesi tekrar eski şöhretine uygun olarak tümüyle pembe renge boyanmış bulunmaktadır.) Fethi Paşa dönemine tekrar bakalım: Yapı tarzı olarak önemli olan, büyük orta sofa kalaslar üzerinde idi. Fethi Paşa, bu sofanın giriş kısmını demir putrellerle takviye ettirmiştir. Kuzey yönündekikayıkhanesini kemerli kayık barınağı haline getirmiştir. Sokağın mermer çeşmesi de yalının giriş kapısı yanına nakledilmiştir. Aynı vaziyet A.Hisarı Zarif Mustafa Paşa Yalısı’nda da görülmektedir. Pencerelerden çıkan soba boruları yerine 4 baca yapılmış; pencere kafesleri kaldırılarak yerlerine pancurlar konulmuş; güney/batı odası pencereleri “dört iken” üçe indirilmiştir. Isıtma ilk zamanlarda yok, sonra çini sobalar kuruluyor. 1975 yılından itibaren güney bölümüne kalorifer tesisatı yapılmıştır. Fakat kışın soğuk olmaktadır. Cadde yönündeki mermer kitabe ile havuzun heykelleri İtalya’dan getirilmiştir. Renkli çakıl taşları Fethi Paşa devrinden kalmadır. Güney çakılları yenilenmiştir. Kiremitleri –yenilenmiş olarak- Osmanlı tarzıdır. Bu eski kiremitler yalıların inşa sükuneti ve yumuşaklığı bakımından etkili olmaktadır. Bu nedenle ve de eski orijinal durumunu korumaya çalışan bazı yeni yalı sahipleri, eskiyen Osmanlı kiremitleri yerine, çeşitli yerlerden aynı tarz kiremit getirterek kullanmaya çalışmışlardır. Fethi Paşa (Kuzguncuk) Yalısı hakkında (Milliyet Gazetesi/Türk İslam sanatı eki “fas.5’deki) not şöyledir: “İlk kez XVIII. Yüzyılda yapılmış XIX. Yüzyılın başlarında yenilenmiştir. Son onarım sırasında cephesi bir hayli bozulmuş olmasına rağmen eski güzelliğini ve görkemini korumaktadır.” Şekil 53. Fethi Ahmet” Paşa Yalısı 36 Çiğdem Paker BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Mimari Biçimi “Yalımızı bina eden (banisi) başkası; ama, tanınmıyor. Boğaz’ı renklendiren ilk baştaki bu yalı dömiklasik Türk tarzını koruyor. Bu yapı Selamlık binasıdır; Harem de aynı çatı altında iken, Paşa ayrı bir Harem dairesi yaptırmış. (1830-35) Bu küçük yalı bir kapalı geçit ile büyük yalıya ve bir yol üstü köprüsüyle koruya bağlanmıştır. Torunları Harem yalısını Tobako Şirketine tütün deposu için kiralamışlar. (!) Sonunda bir gece yanıp kül olmuştur (1924); esas yalı bu afetten kurtulmuş ise de, yol genişletilmesi için (1936-38) harem bahçesi köşkü ve esas yalı hamamını Belediyeciler ve kuzey bahçesindeki kayıkhanesi ile mutfak binası da daha önceden, sahipleri tarafından yıktırılmıştır. Esas yalının planı Türk evi için karnıyarık dedikleri tiptendir; zemin katına güney/kuzey eksenli uzunlama orta sofasının iki başındaki bahçe kapılarından girilir. Bu taşlık iki bölümlüdür; küçük bölümde tek kollu bir merdiven üst kata çıkar yanıbaşında hamam geçiliyordu- ve bir çifte kapı ile de büyük taşlığa geçilir, serinlik veren selsebil ögeleri Türk tarzı ise de uç merdivenini yerleştirme ve iki mesned kolonunun volüt başlıklı biçimi Batı tarzı özentisindedir. Şekil 54. Fethi Ahmet” Paşa Yalısı’nda Tarih Kitabesi Bahçeye çıkılınca, üst kat oda ve çıkmaları omuzlayan ahşap direkler de yabancı biçimlendirmesi nedeni ile Paşa tarafından yapıla gelen eklemelerden sayılabilir. Bu ortası boşluklu iki kollu merdiven üst katla mekânı parçalamış ve oturma sofasının bir giriş holüne dönüşmesine neden olmuştur. Büyük sofa ve devamı olan diğer sofa, deniz yönünde esas odaları ve kara yönünde tâli mekânları birleştirmiş durumdadır. Orta yerinden oturma ve yatak odalarına yer verilmiş, baş tarafta ise, iyice deniz üstüne çıkmalı, Huzur odası ve Yeni oda bir degazman üzerinde toplanmış bulunuyor. Odalarda pencere önü sekileri yoktur; Avrupa’dan getirilen alafranga mobilyalar döşenmiştir odalara, bu eşyalar arasında oryantal yemek takımı da karıştırılmıştır. Tavanların dekorasyon ve profilleri ile kapı biçimleri de batı taklididir. Bu Avrupaî ekler Paşa’nın kişiliğiyle bağlantılıdır. Damad Fethi Ahmet (Ahmet Fethi) Paşa elçi olarak Avrupa illerinde gördüğü yaşam tarzını Boğaz’a getiren ilericilerden birisi olmuştur. Harem bahçesi havuz başını donatan statülerini Roma’dan getirtmesi, yeni Harem binası planında görülen son Barok ögeleri, elliptik sofası ile Sadullah Paşa Yalısı yıllarının Avrupaî akımını gütmesi bundan olmalıdır. Fathi Paşa’nın uygarlık tarihimizdeki yeri de pek önemlidir; heykeli sanat olarak alışıklık kazandırmaya götüren Yeniçeri mankenleri ile müzeciliği başlatan (1846-47) odur. İşte bu Batılı görüş yalı mimarimizde detay yeniliklerini oluşturuyor idi; planın esas karakterini koruması ve cephelerinin de geleneksel espriyi sürdürmesi ile bir mücadele idi bu. Nitekim deniz üstü cephesi pek değişikliğe uğramamıştır, basık ve yarım daire kemer ve pancurları ile çıkmaların konsol biçimini alan eliböğründeleri bunu gösteriyor. Kuzey cephesinde görülen istinat ayakları, camekan şekilli dikey açıklıklı merdiven penceresi de yapı tarzına yabancı ise de esas görünümü zorlamamaktadır. Merdiven pencerelerinden görülen renkli çakıl taşlı zemin mozaiki, eski dönemin bir anısı olarak duruyor. 21 21 Orhan Erdemen, Boğaziçi Sahilhaneleri 1.2.ciltler,İBB Kültür İşleri Dairesi Başkanlığı Yayınları, 1993 37 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker Şekil 55. Fethi Ahmet” Paşa Yalısı 185/186. Heykeltıraş İhsan Bey Yalıları 185, Selamlık Bölümü ( 512 Ada,parsel 14) 186, Harem Bölümü ( 512 Ada,parsel 13) Selamlık Bölümü’nde artnoveau biçimciliği var.Halen iç değerlerini –betonarme- tamirle kaybediyor. Harem Bölümündeki kayıkhane halen de durumunu koruyor.Heykeltraş İhsan Bey’in ölümünden sonra yalı kardeşi Nimet Hanım’a geçmiş, onun vefatı ile kızı Nihal’e ve oğluna kalmıştır.İki ayrı bölük halindeki yalıların biçim ve büyüklükleri farklıdır.(Macide Ekimoğlu, Tez, 1970) “Bu yalıların dışı kısmen, içi tamamen değiştiriliştir.” Turhan Giritlioğlu, 1991 Boğaziçi İmar Md. Dosyasından: 185 k.nolu, ada 512, parsel 13 Tapu sahibi Mehmet Doğan (1990) 1971 ‘de 40 milyon bedelle satılmıştır. Yüzölçümü: 689 m2 22 Şekil 56. Heykeltıraş İhsan Bey Yalıları 22 Orhan Erdemen, Boğaziçi Sahilhaneleri 1.2.ciltler,İBB Kültür İşleri Dairesi Başkanlığı Yayınları, 1993 38 BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ Çiğdem Paker Şekil 57. Heykeltıraş İhsan Bey Yalıları Şekil 58. Heykeltıraş İhsan Bey Yalıları Selamlık Bölümü Planları 39 Çiğdem Paker BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ 5. SONUÇ 40 Çiğdem Paker BİNA-ÇEVRE İLİŞKİSİ KAYNAKÇALAR Orhan Erdemen, Boğaziçi Sahilhaneleri 1.2.ciltler,İBB Kültür İşleri Dairesi Başkanlığı Yayınları, 1993 Mimarlık ve Su / Yücel Gürsel Su, İnsan ve Çevre İlişkileri Üzerine / B.Işık Aksulu Su Gibi Aziz Ol! / Cengiz Bektaş İstanbul’da Zamanlar ve Deniz / İbrahim Başak Dağgülü UIA “Su ve Mimarlık” Yarışması Sonuçları Boğaziçi Yalıları ve Mimari Yalıların mimari özellikleri. http://www.merih.net/mk/evlerinx.htm Macide Ekimoğlu – Tez/1970) İstanbul Ansk.1971-X/5708) A.Gövsa-Türk Meşhurları “İst.Hürriyet Gazetesi Yayını”) Aysel, Nezih R. (Yüksek mimar MSÜ), “Mimari Tasarımın Biçimlenmesinde Bir Çevre Faktörü Olarak ‘Su’ ve Boğaziçi Örneği”, Temmuz 2004, İstanbul 41