onlar kuranı düşünmüyorlar mı – a4 formatı
Transkript
onlar kuranı düşünmüyorlar mı – a4 formatı
ONLAR KURAN‟I DÜġÜNMÜYORLAR MI? (Muhammed 24) GÖRKEM YÜZGEÇ ĠÇĠNDEKĠLER: GĠRĠġ --DÜġÜNMEK --ZORLAġTIRILAN DĠN --KURAN --KURAN‟I PEYGAMBERĠMĠZĠNĠN UYDURDUĞU ĠFTĠRASI --ALLAH‟IN VARLIĞININ VE KURAN‟IN GERÇEKLĠĞĠNĠN BĠLĠM ĠLE ĠSPATI --7. ZAMAN --8. KADER --9. CENNET – CEHENNEM --10. ġĠRK --11. UYDURMA HADĠSLER --12. SÖZ EDĠP YÜKSEL‟DE --13. PEYGAMBERĠMĠZE HADĠSLERLE ATILAN ĠFTĠRALAR --14. KURAN‟DA KADIN --15. ÇOK EġLĠLĠK --16. ÖRTÜNME --17. MEZHEPLER --18. FAĠZ --19. EL KESME --20. MEHDĠ – MESĠH --21. MUCĠZE --22. ĠSLAM‟IN ġARTLARI --23. ĠYĠLĠK --24. SALAT --25. KURAN‟DAKĠ NAMAZ: TAZARRULU DUA --26. KADĠR GECESĠ VE MĠRAÇ OLAYI --27. NAMAZIN ġARTLARI --28. KIBLE --29. ABDEST --30. TESPĠH ÇEKMEK --31. ORUÇ --32. HAC --33. KURBAN --34. LAĠKLĠK --35. ĠDEOLOJĠ --1. 2. 3. 4. 5. 6. GĠRĠġ Hayatını dine adamamıĢ, yıllarca bir yerde din eğitimi almamıĢ bir insan, dinini bilebilir mi? Din o kadar kolay mı ki herkes bilsin? Ya gidip din eğitimini özel olarak veren lise veya fakültede okuyacaksınız ya da bir hoca, Ģeyh bulup, eteklerine yapıĢıp, ona dininizi öğretmesi için yalvaracaksınız. Çünkü din çok zordur ve siz tek baĢınıza dininizi öğrenemezsiniz. Öğrenmek istiyorsanız baĢkasına muhtaçsınız. Yıllarınızı vermeniz gerekir. Kolaysa vermeyin. O zaman ALLAH için üçüncü, beĢinci sınıf bir insan olursunuz ve ALLAH sizi hiç sevmez. Sizi tanımaz bile. Cennetini de rüyanızda görürsünüz. Öyle ya, bu yola yıllarını veren insanlar dururken, cennet sizin haddinize mi? Bu kitabın çıkıĢ noktası budur. Ben yaĢı 30 bile olmayan, hayatında hiçbir dini eğitim almayan biri olarak, dini bilebilir miyim? Ġmam Hatip Lisesi mezunu mu olmak zorundayım? Ben Anadolu Lisesi mezunuyum. Tamam, lisede bir hata yaptık diyelim. Bunu üniversitede telafi edip, Ġlahiyat Fakültesi‟ne mi gitmeliydim? Hatamıza doymayalım, ben Hukuk Fakültesi mezunuyum. Ama tüm bu öğrencilik yıllarımda bir cemaat bünyesinde olsaydım bana dinimi öğretirlerdi. Ben yine hata yaptım ve tüm bu çağlarda hep onları eleĢtirdim. Artık benim dinimi bilme olasılığım kalmadı değil mi? Acaba bir cemaate yazılıp, birilerine yalvarsam bana dinimi öğretirler mi? Yoksa her gün televizyonda hocaları dinlesem öğrenebilir miyim? Ben ne kadar tembelim ki bunları da yapmıyorum. O zaman son çare gidip, büyük yazarların kitaplarından sipariĢ verip, onları mı okumalıydım? Yıllar önce yaĢamıĢ insanların yazdıklarından medet mi ummalıydım? Ama ben bırakın o ilmi, fıkhi, Ģer-i kitapları okumayı, yanlarından bile geçmedim. Yazıklar olsun bana! ALLAH beni hiç sevmeyecek. Ben cehennemde yanmak istemiyorum. Ama kurtuluĢum yok, ben dini bilmiyorum, öğrenme olasılığım da kalmadı. Sokrates, o kadar büyük bir filozof, ne kadar da sinir bozucu bir laf söylemiĢti; “Bildiğim tek bir Ģey var o da hiçbir Ģey bilmediğimdir.” Koskoca Sokrates, ne demek istemiĢti? Mütevazılık yapıyordu her halde. Yoksa sadece, sonsuz bilginin yanında bizim bildiklerimizin bir hiç olduğunu mu söylemek istiyordu? Kısmen evet. Sonsuz bir bilginin yanında bizim bir Ģeyler bilmemize zaten imkan yok. Onun için din konusunda, bizim bilmemiz gereken yalnızca bize söylenenlerdir. Ama Sokrates‟e, yaĢadığı çağ ve mekan itibariyle, söylenmiĢ bir Ģey de yoktu. Acaba Sokrates bundan dolayı mı böyle bir cümle kurdu? Sokrates, aklını ve mantığını kullanarak çok tanrılı bir yapının olamayacağını söylemiĢti. Ona göre, tanrı tek olmalıydı ve bu tanrı sonsuz iyilik, sevgi ve erdem sahibi olup, insanlara da bunu emretmeliydi. Sokrates, çevresindeki bütün dini uydurmaları reddetti. Ġnsanlara bunların doğru olamayacağını, bunların bir mantık çerçevesine oturtulamadığını anlattı. Ancak uydurmalara bağnazca bağlı olanların tarih boyunca yaptığı Ģey, Sokrates‟in de baĢına geldi. Sokrates, dini yanlıĢ(!) anlattığı, tanrılarla dalga geçtiği gerekçesi ile idam edildi. Asırlar sonra ise, Sokrates‟in anlattıklarının doğru, diğerlerinin anlattıklarının uydurma olduğu ortaya çıktı. Demek ki Sokrates bir Ģeyler biliyordu. BaĢa döndük, Sokrates neden bir Ģey bilmediğini söylemiĢti? Sokrates insanları karĢısına alır ve onlara sorular sorardı. Sorular sorarak bu insanların bildiği yanlıĢ bilgileri çürütürdü. Hayatı boyunca bunu hep yaptı ve insanların yanlıĢlarını, inandıkları uydurmaları, mantık silsilesiyle çürüttü. Sorduğu sorular karĢısında insanlar kendi kendilerine inandıklarının yanlıĢ olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Sokrates, onların yanlıĢ bildiklerini biliyordu. Onların yanlıĢlarını, uydurmalarını çürütüyordu. Ama kendisi, yaĢadığı çağ ve mekan itibariyle, doğruyu bilmiyordu. Tahmin ediyordu, tek bir tanrı olmalı diyordu ama bunun gerçekten böyle olduğunu bilmiyordu. ĠĢte bu yüzden, siz hepiniz yanlıĢ biliyorsunuz ama ben hiçbir Ģey bilmiyorum, diyordu. Herkes yanlıĢ bilirken, o hiçbir Ģey bilmeyerek, herkesten daha çok Ģey bilmiĢ oluyordu. Çünkü sıfır eksiden büyüktü. Biz Sokrates‟ten daha Ģanslıyız. Çünkü biz artık doğruyu biliyoruz. Elimizde Kuran var. Bize sadece uydurmaları reddetmek kalıyor. ġimdi bir Ģey aklıma geldi. Ben yazının baĢında size dini bilmediğimi söylemiĢtim. Yıllarımı vermediğimi, cemaate girmediğimi, bir hocaya, Ģeyhe dinimi öğretmesi için yalvarmadığımı, din eğitimi veren bir okulda okumadığımı söylemiĢtim. Fıkhi, ilmi, Ģer-i kitapların yanından geçmediğimi söylemiĢtim. Ama Ģimdi hatırladım. Ben bir Ģey okudum. Adı Kuran‟dı. Bu kitap dinim için yeterli olabilir mi? 6000 küsür tanecik ayetten ben dinimi öğrenebilir miyim? Yoksa yine de, baĢka kitaplarda okumalı mıyım? Kuran, benim dinimi öğrenmem için bana yetmez mi? ALLAH beni, beĢerlere veya beĢerlerin yazdıklarına muhtaç mı eder? Zannediyorum ki Ģuan, ağlanacak halimize gülmeye baĢladık. Din konusunda, yazının baĢında sayılan hiçbir Ģeye ihtiyacınız yok. Tek yapmanız gereken Kuran‟ı okumak. BaĢka hiçbir kimseye ve hiçbir kaynağa ihtiyacınız yok. Kuran‟da yazmayan hiçbir bilgi sizi ilgilendirmez. Din, Kuran‟dan ibarettir. Kuran „ı bilen, dini bilmiĢtir. Artık baĢka arayıĢlara ihtiyacınız kalmamıĢtır. Size, baĢkaları çok Ģey biliyor, siz az Ģey biliyormuĢsunuz gibi gelebilir. Kesinlikle öyle değil. Eğer tüccarlık veya sahtekarlık amacınız yok ise, yalanları, uydurmaları ya da önemsiz bilgileri öğrenmenizde sizin için bir fayda yoktur. YanlıĢ bilgilerle beyninizi dolduracağınıza, Sokrates gibi, hiçbir Ģey bilmeyin daha iyi. Ama yine tekrarlıyorum, siz Sokrates‟ten Ģanslısınız. Sizin elinizde her ayeti, ALLAH‟ın sözü olan bir kitap var. Tüm bunlardan dolayı, yalnızca Kuran‟ı bilen ben, dinimi biliyorum. Ġçim çok rahat. Hepimizin sorumluluğu Kuran‟da yazılanlar kadardır. Bu bilinçle bu kitapta Kuran‟ın söylemediği bir sözü söylemedik. Önemli olan veya önemsiz olup önemli addedilen her konuya Kuran ayetlerini göstermek Ģartıyla, kısaca değinmeye çalıĢtık. Hakkı batıldan ayırma yolunda yazdığım bu kitabı, hiçbir maddi çıkar kabul etmeden, yalnız ve ancak ALLAH‟ın hoĢnutluğunu kazanabilmek için yazdım. Hakkı batıldan ayırmaya çalıĢtığım bu yolda, tüm dikkatime rağmen yine de batıla sapmıĢsam, ALLAH‟ın sonsuz rahmetine sığınırım. Bu kitabı önce aileme ki özellikle gerçek dini arama amacında önümüzden giderek bize yol açan babama; sonra da, hayatı boyunca insanlara hiçbir maddi çıkarı olmadan yalnızca Kuran‟ı anlatan ve yazılarıyla bizim de ufkumuzu geniĢleten Hakkı Yılmaz‟a ithaf ediyorum. “DüĢünür; yeniden düĢünen ve Ģimdiye kadar üzerinde düĢünülmüĢ Ģeylerin asla yeterince düĢünülmemiĢ olduğu kanısına varan kimsedir.” PAUL VALERY DÜġÜNMEK ENAM 59. “Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan baĢkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi dıĢında bir yaprak bile düĢmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. YaĢ ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” ALLAH‟ın kudreti, büyüklüğü, ilmi ortadadır. Acaba böyle sonsuz bir güce sahip olan ALLAH‟ın karĢısında insanın önemi nedir? Ġnsanı değerli kılan nedir? Yoksa insan iyilik ve sevgi dolu bir varlık olduğu için mi böyle muazzam bir varlıkça değerlidir? Baktığımızda, insanoğlu çok büyük kötülüklere bulaĢmıĢ, büyük lanetlere uğramıĢ fakat yine de iflah olmamıĢ bir varlıktır. Nankördür. YanlıĢlar içinde yüzmektedir. Günahkardır. Cehennemliktir. ADĠYAT 6. “ġüphesiz insan, Rabbine karĢı pek nankördür.” SECDE 13,14. “Biz dilesek, elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat, "Cehennemi her kesimden dolduracağım" diye benden kesin söz çıkmıĢtır. (O gün onlara Ģöyle diyeceğiz:) Bu güne kavuĢmayı unutmanızın cezasını Ģimdi tadın bakalım! Doğrusu biz de sizi unuttuk; yaptıklarınızdan ötürü ebedî azabı tadın!” MÜMĠNUN 44. “Sonra biz peyderpey peygamberlerimizi gönderdik. Herhangi bir ümmete peygamberlerinin geldiği her defasında, onlar bu peygamberi yalanladılar; biz de onları birbiri ardından yok ettik ve onları ibret hikâyelerine dönüĢtürdük. Artık iman etmeyen kavmin canı cehenneme!” Rabbimiz de, insanın bu özelliğini pek tabii ki bilmekte ve Kuran‟ın birçok ayetinde insanlara kızmakta ve hatta lanet etmektedir. Benim dikkati çekmek istediğim husus Ģudur; ALLAH insanı yarattığında, zamandan münezzeh olmasının verdiği güç ile insanın böyle yanlıĢlar içerisinde olacağını bilmekteydi. Böyle yanlıĢlıklara, kötülüklere bulaĢacak bir varlığa neden bu kadar değer vermiĢ ve hatta bırakın değer vermeyi neden meleklerinin bu varlığa secde etmesini emretmiĢ? SAD 71,72. “Rabbin meleklere demiĢti ki: Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. Onu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın!” Ġnsanın ne özelliği var ki, ALLAH meleklere bize secde etmesini emrediyor? Bu kadar kötülüğe bulaĢmıĢ bir varlığa secde edilmesinde, düĢünülmesi ve sorgulanması gereken bir nokta yok mudur? Bunun sebebi sadece insanın içinde bulunduğu imtihan olamaz. Ġnsan da olup, meleklerde dahi olmayan çok önemli bir özellik aramalıyız. Biz insanlar her Ģeyi merak ederiz. Her Ģeyi düĢünürüz. Peki nasıl ve neden düĢünebildiğimizi hiç düĢündük mü? Bu kadar aciz bir varlığın, düĢünmek gibi çok büyük bir güce sahip olması ilginç değil midir? Yoksa akıl ve düĢünce, ilahi bir gücün insanlara lütfetmesi midir? Kendinden üflemesi midir? ALLAH‟ın insana bu kadar değer vermesinin ve meleklerine bile insana secde etmeyi emretmesinin sebebi ancak, insana verilen akıl ve özgürce düĢünebilme kabiliyeti olabilir. Çünkü meleklerde özgür düĢünce yoktur. Onlar kayıtsız ve Ģartsız ALLAH‟a itaat etmektedirler. Onlar sorgulayamazlar ve emrolunanı bir robot gibi yerine getirirler. Ancak insan düĢünür, sorgular, sebebini veya amacını araĢtırır. Ġnsanı değerli kılan özelliği budur. Bu, ALLAH‟ın insanlara büyük bir nimetidir. Özgür düĢünce dıĢında, meleklerin insana secde etmesini gerekli kılacak, insana ait baĢka bir özellik olduğuna inanmıyorum. Ġnsanı insan yapan budur. Ġmtihan boyutu ise, bu özgürce düĢünebilme özelliğinin sonunda gerçekleĢir. DüĢünmemesi veya yanlıĢ düĢünmesi sonucunda yaptığı hareketler bir imtihan olarak değerlendirilir. “DüĢünüyorum öyleyse varım.” demiĢ Descartes. Varlık ile düĢünceyi özlü bir Ģekilde iliĢkilendirmiĢ. Ġnsanı insan yapan düĢünebilmesidir. Ġnsanın gerisi ise pis bir balçıktır. Bizim düĢünebilme kabiliyetimiz, onun bize verdiği bir nimettir, hatta kendi ruhundan üflemesidir. Bizim ufacık düĢünce boyutumuz, sonsuz düĢünce boyutunun yine sonsuz küçüklükte bir parçasıdır. Ama ne kadar küçükte olsa onun bir parçasıdır ve ondandır. Bizim varlığımızı ispat eden düĢünce, düĢünceyi var eden ALLAH‟ın varlığını evleviyetle ispat eder. Bir et parçasının vesile olduğu düĢünebilme kabiliyetinin varlığının sebebini onsuz bulamayız. Bana göre, ALLAH‟ın varlığının delili; dağlarda, bitkilerde, gezegenlerde hatta yağmurda olmanın yanı sıra, öncelikle düĢünebilmededir. DüĢünmek, sorgulamak bu kadar önemliyken, hala insanoğlu hiç düĢünmeyecek, hiç sorgulamayacak mı? Kuran‟da baĢtan sona ALLAH, insanın düĢünmemesine, aklını kullanmamasına lanet ederken bir Müslüman düĢünmemeye, sorgulamamaya nasıl devam edebilir? “SorgulanmamıĢ bir hayat, yaĢanmaya değmez.” SOKRATES Sorgulamayan insanın, “Ġnsan” sıfatını hak etmediğine inanıyorum. Okullarda çocuklara bile, insanı hayvandan ayıran Ģeyin düĢünce kabiliyeti, aklı olduğunu öğretiyoruz. Buna rağmen aklını kullanmayıp, kiĢinin kendisini hayvanlaĢtırması gerçekten hayret vericidir. Bir Ģeyi, mantık süzgecinden geçirmeyip, olduğu gibi kabul edenin hayvandan farkı kalır mı? Sorgulamayacak isek, ALLAH düĢünebilmeyi niye bize bahĢetmiĢ? Pekala, kendisine kayıtsız ve Ģartsız itaat edecek robotlar yaratabilirdi. ARAF 179. “…Onların kalpleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla iĢitmezler. ĠĢte bunlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da aĢağıdırlar.” Geleneklerin dinselleĢtiği, yalanların tabulaĢtığı, düĢünmenin yasaklandığı bir dünyadan; doğruya, gerçeğe, aydınlığa ulaĢmak için ve özgür düĢüncenin egemen olduğu düĢünen bir toplum için, SORGULAYIN! SORGULAYIN! SORGULAYIN! ZORLAġTIRILAN DĠN Sorgulamaya baĢlayan insanın, eğitim seviyesi, kültürü veya dünya görüĢü arttıkça mutsuzluğu da artar. Çünkü her konuda kendisine yanlıĢ gelen Ģeyler görmeye baĢlar. Bunun sonunda da; insan iliĢkilerinde gördüğü yanlıĢlar yüzünden insandan soğur, politikada gördüğü yanlıĢlar yüzünden ülkesinden soğur ve ne yazık ki dinde gördüğü yanlıĢlar yüzünden dininden soğur. Peki dinde yanlıĢ olabilir mi? ALLAH ‟ın yanlıĢ yapması söz konusu mudur? Kuru kuruya kabul eden, düĢünmeyen, sorgulamayan insanlar için sorun yoktur. Onlar mutludurlar. Ancak bazı insanlar dinde birçok akla ve mantığa aykırı Ģeyler görür ve bunları kafasında oturtamayıp, maalesef dininden soğur ve uzaklaĢır. Bazıları ise, gizliden gizliye iç dünyasında tartıĢır, fakat çözümü kılıflar uydurmakta bulur. Bu sayede, kendince bu yanlıĢları kılıflar ve bahaneler sayesinde reddetmeyip günaha girmeyerek hem kendini rahatlatmıĢ hem de Rabbini aklamıĢ olur. Son olarak bazıları ise, sorgulamaya baĢlar. Reddetmekten korkmaz. Çünkü bilir ki, reddetmek günah iĢlemek değil, Rabbine ve Peygamberine atılan iftiraları, uydurulan yalanları temizlemektir. ENFAL 22. “ġüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düĢünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.” ALLAH, dinini herkese indirmiĢtir. Bu sebeple herkese indirdiği din, herkesin anlayabileceği düzeyde olmalıdır. ALLAH dinini, sadece cemaat veya tarikat liderine, ilahiyat profesörüne indirmemiĢtir. Dağda koyunlarını otlatan çoban Ali‟ye de, tarlada pamuk toplayan AyĢe‟ye de indirmiĢtir. Ġndirdiği dini, Ali de, AyĢe de tek baĢlarına anlayabilmelidirler. Aksi takdirde ALLAH, kendi kullarını; hacıya, hocaya, Ģeyhe muhtaç etmiĢ olur. Bu yüzden dinin basit ve kolay olması Ģarttır. Ancak baktığımızda halis dinimiz; yalanlar, uydurmalar, iftiralar yüzünden günümüzde karmakarıĢık olmuĢtur. KAMER 22. “Andolsun biz Kur'an'ı düĢünüp öğüt alınsın diye kolaylaĢtırdık. Öğüt alan yok mu?” Bilimler ne kadar karmaĢıktır. Fizik, kimya, biyoloji, tıp, astronomi, matematik ve daha nice bilim dalı halen sırlarla doludur. Bu bilimlerde bilinenler ise, karmakarıĢık ve normal bir insanın anlayacağı düzeyde değildir. Bu bilimler ile ilgili bir Ģey öğrenmek isteyen, muhakkak bu bilimlerde uzman kimselere danıĢmak zorundadır. Yani bilim dallarında, o bilimin öğretilmesi uzman kiĢilere düĢer. Ayrıca, bu uzmanlarında uzmanları olur ki, onlarda bu bilimin duayenleri olur ve tüm dünyanın saygısına mazhar olur. Örneğin; kuantum fiziğinin karmaĢıklığı ve zorluğu ile Einstein‟ın popülerliği gibi. Önce, Kuran‟da hiç bahsedilmemesine rağmen, tasavvuf, Ģeriat ilmi veya fıkıh diye bir Ģey icat edildi. Din bir ilim olmalıydı ki, herkes için indirilen din, sadece bir zümrenin kontrolüne girmeliydi. Sonra baktılar ki, ALLAH‟ın herkes için indirdiği kolay, yalın öğüt kitabının bu kadar basit olması zararlarına olacaktı. Bu ilimin tek kaynağı bu kitap olsaydı, din herkesin anlayacağı çok basit bir ilim olurdu. Bu kitabın yanına baĢka kaynaklar da koyularak, bu bilimin uzmanlarına sorumluluk yüklenmeliydi. Böylece Kuran‟ın yanına birçok kitap kondu. Ayrıca, birçok hikaye, masal da uyduruldu ve icat edilen yeni bilim, tam da diğerleri gibi karmakarıĢık, zor ve bir uzmana müracaatı Ģart kılan bir ilim oldu. Artık çoban Ali, çiftçi AyĢe dinini kendi baĢına öğrenemedi. Artık dinini hacı, hocalardan öğrenmesi gerekti. Böylece hocalar, Ģeyhler saygı gördüler. Dini kendi tekellerine aldılar ve bunu mesleğe dönüĢtürüp, dinden para kazandılar. Birileri yalanları reddetti mi, dinin basit ve kolay bir Ģey olduğunu söyledi mi de, onu dinsiz ilan ettiler. Aksi takdirde, ocaklarına incir ağacı dikilecek, ekmeklerinden olacaktılar. Din halistir ve basittir. Dini öğrenmek ve uygulamak kolaydır. Din ile ilgili bilmeniz gereken her Ģey ALLAH‟ın kitabında yazmaktadır. Kuran eksiksizdir. Tamamlanmaya muhtaç değildir. BeĢerlerin kitaplarını değerli kılmak için, ALLAH‟ın kitabına böyle özellikler yüklemek fevkalade yanlıĢtır. ALLAH‟ı küçümsemek ve iftira atmaktır. Kuran tek kaynaktır. Herkes tek baĢına Kuran‟ı okuyarak anlayabilir ve dinini öğrenebilir. Ahirette de sadece bu kitaptan sorumludur. Kuran‟ı okuyan, dinde olduğunu zannettiği akla ve mantığa aykırı durumların tamamına yakınının Kuran‟da yer almadığını görecektir. Geri kalan birkaç küçük örneğin ise, aslında anlatıldığı gibi olmadığını öğrenecektir. Yani, akla ve mantığa aykırı hiçbir Ģey Kuran‟da yoktur. Ama diğer kaynaklarda sayısızca vardır. Sonsuz yaratıcı güç, ne yanlıĢ yapar, ne de unutur. Her Ģeyin en doğrusunu bilir. Dolayısıyla ilkemiz hiç değiĢmemek üzere Ģudur; akla ve mantığa aykırı bir Ģey dinde olamaz. Bundan sonra birileri çıkar da, aklımıza ve mantığımıza uymayan bir Ģey söylediğinde, bunun ya uydurulan bir Ģey ya da üzerinde ehemmiyetle durulmaması gereken bir Ģey olduğunu düĢüneceğiz. Çünkü mantığımız artık çok basit: Akla ve mantığa aykırı bir Ģey dinde olamaz. X, akla ve mantığa aykırıdır. ---------------------------------------O zaman, X dinde yoktur. Bunun sağlamasını da, X‟in Kuran‟da olup olmadığını araĢtırarak yaparız ki, emin olun Kuran‟da olmadığını görürsünüz. Örnekler: Ģeriat, fıkıh, tasavvuf, hadis, sünnet, alemler, mertebeler, recm cezası, kabir azabı, uydurulan haramlar-helaller, resim ve heykel gibi yasaklar, erkeklerin sakal bırakmasının zorunluluğu, sağ ayak-sağ elin mübarekliği ve sol ayak-sol elin Ģeytanlığı, sarık, cübbe, kara çarĢaf, baĢörtüsü, haremlik-selamlık, kadını küçülten-köleleĢtiren herhangi bir Ģey, yeĢil veya siyah giyinmek, imam nikahı, köpek düĢmanlığı, Kuran‟ı üfürük ya da ağıt kitabı yapmak, tespih çekmek, mantıksız Ģekil kuralları, dini hacılardan- hocalardan öğrenme, mezhepçilik ve daha neler neler KURAN‟DA YOKTUR. Peki Kuran‟da ne vardır? Elinize bir kamera, bir mikrofon alın ve sokağa çıkın. Ġnsanlara “Din nedir” diye sorun. Yüzde 99‟u Müslüman olan bu ülkede, eminim ki bu basit soruya kimse doğru düzgün cevap veremeyecek ve uzun uzun suratınıza bakacaktır. Ama suç onlarda değil, dini zorlaĢtıranlar da. DüĢünsenize, 1400 yılda her gelen hacı hoca dine bir cümle ilave etse, o din ne hale gelir? DüĢünmenize gerek yok, Ģu andaki hale gelir. Din nedir diye bize sorarsanız, bizim vereceğimiz cevap 30 saniyeyi bulmaz. Yazmak ise birkaç satır. Din ne midir? Din; iyiliktir, infak etmektir, sevgidir, merhamettir, dürüstlüktür, doğruluktur, adalettir, zulme baĢkaldırmaktır. Din, ALLAH‟a inanıp, salih ameller iĢlemektir. Din budur. Kolaydır. Aynen bir nokta gibi basittir. Ama cahiller, bu halis dini zorlaĢtırmıĢtır. “Ġlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı.” ĠMAM ALĠ 6000‟den fazla ayet içeren Kuran‟da, yukarıda saydığımız kavramlardan baĢka bir Ģey bulamazsınız. ĠĢin özü, iyi insanlar olabilmektedir. Gerisi teferruattır. KURAN Günümüz Ġslam dini, yozlaĢmalarla, yalanlarla, uydurmalarla büyük oranda Kuran‟dan uzaklaĢmıĢ, büyük ölçüde Kuran‟ı terk etmiĢ bir dindir. Kuran‟ı okuyan görecektir ki, Kuran ile günümüz Ġslam‟ı çok farklıdır. Günümüz Ġslam‟ı tam anlamıyla Kuransız Ġslam‟dır. Bizim gerçek Ġslam‟ı öğrenmemizin tek yolu ise Kuran‟a sarılmaktır. MUHAMMED 24. “Onlar Kur'an'ı düĢünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?” Her yazının bir ana fikri olduğu gibi, her kitabın da bir özü, bir ruhu vardır. Bir kitabın asıl anlatmak istedikleri, o kitapta sıkça geçen konulardır. Kuran‟da da bu mantık söz konusudur. Kuran‟ın neredeyse tamamı; iyilik, dürüstlük, yardımlaĢmak, paylaĢmak, zekat, sadaka, bağıĢ, yoksulu-düĢmüĢü korumak, sevgi, merhamet, zulme baĢkaldırmak gibi konularla ilgilidir. ĠĢte Kuran‟ın özü de, ruhu da bu konulardır. Kuran‟ın asıl amacı, insanlara bu konularda öğütler vermektir. Kuran‟ın kılla, tüyle iĢi yoktur, olamaz. Ne yazık ki, Peygamberimizin vefatından sonra Kuran adım adım terk edildi. Çünkü Kuran‟ın özü, ruhu birilerinin iĢine gelmedi. Kuran onların çıkarlarına aykırıydı. Bu sebeple insanlara Kuran‟ı okutmadılar, öğretmediler. Ivır zıvırla milletin beynini uyuĢturdular, gerçekleri görmesini engellediler. Kendileri malları götürüp, bu mallara taparcasına bağlanarak Kuran‟ın özünü oluĢturan konuları çöpe atarken, halkı da saçma sapan kurallarla, görüĢlerle uyuttular. Yüzlerce örnekten sadece biri: ALĠ ĠMRAN 92. “Sevdiğiniz Ģeylerden infak etmedikçe "iyi" ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir.” Bu ayette ne söylendiğini görmek çok mu zor? Bunu okuyan her hangi bir kiĢi bu ayeti anlayamaz mı? ALLAH‟ın ayeti o kadar açık olup takvaya ermenin iyilik yapmakla mümkün olduğunu söylerken, bu durum birilerinin iĢine gelmediği için, takvaya ermeyi tespih çekmek ile mümkünmüĢ gibi gösterdiler. Uydurmalarla, yalanlarla, iftiralarla ALLAH‟ın ayetlerini dünya malı için bir kenara attılar. TEVBE 9. “Allah'ın âyetlerine karĢılık az bir değeri (dünya malını ve nefsânî istekleri) satın aldılar da (insanları) O'nun yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yapmakta oldukları Ģeyler ne kötüdür!” Kendileri Kuran‟ı terk edip, çevrelerine de terk ettirmeleri yetmiyormuĢ gibi, Kuran‟ı da amacından çıkardılar. Kuran‟ı bir ağıt ve üfürük kitabı gibi göstermeye baĢladılar. Müritleri hastalandığında, Ģunu Ģu kadar oku geçer dediler ama kendilerinin tırnağı kırılsa en lüks hastanelerden çıkmayıp, doktor doktor gezdiler. Kuran‟ı ölülere okunan bir kitap yaptılar. Yasin Suresini tam anlamıyla bir ölü duasına çevirdiler. Halbuki ölülere okudukları Yasin Suresi bakın ne diyor: YASĠN 69,70. “Biz ona (Peygamber'e) Ģiir öğretmedik. Zaten ona yaraĢmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiĢ bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır. Diri olanları uyarsın ve kâfirler cezayı hak etsinler diye.” Ölülerine Yasin okuyanlar, hayatlarında hiç Yasin‟in Türkçesini okudular mı acaba? ALLAH diyor ki, bu Kuran, dirileri uyarmak için apaçık bir öğüttür. Hem de bunu Yasin‟de diyor. Yok olur mu, ne dirisi ne öğüdü, ölüye okumak dururken… Ġnsanları suçlamıyorum, çünkü birileri onlara Kuran‟ı da okutmadılar. Bir tutturdular illa da Arapçası okunacak diye. Öyle ya Arapça ALLAH‟ın, diğer diller Ģeytanın icadı. Peki Kuran ne diyor: YUSUF 2. “Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.” ZUHRUF 3. “Biz, anlayıp düĢünmeniz için onu Arapça bir Kur'an kıldık.” DUHAN 58. “Biz onu (Kur'an'ı), öğüt alalar diye senin dilinde indirerek kolayca anlaĢılmasını sağladık.” ALLAH, Kuran‟ı anlayalım, düĢünelim ve öğüt alalım diye elçisinin diliyle indirmiĢtir. Diğer elçilerine de kendi dillerinde indirmiĢtir. ĠBRAHĠM 4. “(Allah'ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik.” O zaman neden sadece Arapça kutsal? “KardeĢim ahirette Arapça konuĢulacağına, ALLAH‟ın insanlarla Arapça konuĢacağına dair hadisler var.” diyenleri duyar gibiyim. ALLAH, kulları ile iletiĢime geçmek için insanın yarattığı bir dile muhtaç ise, vah o tanrının haline! FUSSĠLET 44. “Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur'an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı Ģekilde açıklanmalı değil miydi? Arab'a yabancı dilden (kitap) olur mu?” Arab‟a olmaz tabii ki de, Türk‟e olur. Arab‟a anlamaları için, Türk‟e anlamamaları için Arapça. MERYEM 97. “(Resûlüm!) Biz Kur'an'ı, sadece, onunla Allah'tan sakınanları müjdeleyesin ve Ģiddetle karĢı çıkan bir topluluğu uyarasın diye senin dilinle (indirilip okutarak) kolaylaĢtırdık.” Emperyalist amaçlar için araç olan Ģeylerden biri de dildir. Aynen Amerika‟nın her yere Ġngilizcesini empoze etmesi ve dilini tekelleĢtirmesi gibi, zamanında Emevi ve Abbasi Devletleri de aynı yola baĢvurmuĢtur. Kendi dillerini bütün dünyaya yaymak için, Kuran‟ı da bu emperyal amaçlarına alet etmiĢlerdir. Dil, dünyevi bir kavramdır. Dünyevi bir kavram kutsal olamaz. Bunun sonucu Ģirktir. Çünkü ALLAH‟tan baĢka kutsal yoktur. ALLAH, Kuran‟ı anlamamız, düĢünmemiz ve öğüt almamız için elçisinin dilinde yani dünyevi bir dilde indirmiĢtir. Biz de aynı amaçlar için yani anlamak, düĢünmek, öğüt almak için kendi dünyevi dillerimize çevirmek zorundayız. Kuran ne ağıt kitabıdır, ne üfürük kitabıdır, ne de durduğu yerden nur saçan bir sihir kitabıdır. Kuran alemler için bir öğüttür. TAHA 2. “Biz, Kur'an'ı sana, güçlük çekesin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik.” ENBĠYA 10. “Andolsun, size içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hâla akıllanmaz mısınız?” SAD 29. “(Resûlüm!) Sana bu mübarek Kitab'ı, âyetlerini düĢünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.” Kuran, alemler için bir öğüttür dedik ama bu kitaptaki öğütleri anlamak herkesin haddine değil (!) Kuran herkese mi indirildi sanki? ġimdi siz Ģu aĢağıdaki ayeti nasıl anlayabilirsiniz ki? SAD 87. “Bu Kur'an, ancak âlemler için bir öğüttür.” Anlamadınız değil mi? Durun ben bu iĢin uzmanı olarak (?) size anlatıyım. Bu ayet öyle direk okunmaz. Bu surenin indiriliĢ sırası 38„dir. Ayetin bu suredeki yeri 87‟dir. Çarpın 3306. Orijinalinde bu ayet 6 kelimedir. Çıkarın 6‟yı. Sonuç olarak 3300 yılında gök yarılacak ve birisi uçan atla gelip alemlere bir öğüt verecek. Gördünüz mü? ĠĢte ben olmasam kim bilir siz bu ayetten neler anlayacaktınız. Birilerine göre, Kuran‟dan öğüt alınmaz. Kuran ya duvara asılır, ya tedavi için kullanılır, ya ölüye okunur ya da anlamını hiç bilmeden Arapça söylenir. Öğüt almak isteyen varsa, öğüt Kuran‟dan değil, bu iĢin uzmanından alınır. Bunun sebebi de, biz basit Müslümanlar Kuran‟ı anlayamayız, onun için bu iĢin uzmanına gidip, ondan bize öğüt vermesi için yalvarmalıyız. Ne yani, koskoca Kuran‟ı hacı, hoca, Ģeyh dururken, biz basit Müslümanlar mı anlayacak? Kuran o kadar kolay bir kitap mı? KAMER 22. “Andolsun biz Kur'an'ı düĢünüp öğüt alınsın diye kolaylaĢtırdık. Öğüt alan yok mu?” BAKARA 99. “Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. (Ey Muhammed!) Onları ancak fasıklar inkâr eder.” ALLAH birçok ayetinde kullarının öğüt alması için Kuran‟ı kolaylaĢtırdığını söylemektedir. Yine de Kuran zordur, siz anlayamazsınız diyen varsa bu, ALLAH‟ın ayetlerini yalanlamak olur. Kuran özüne sadık kalınarak, yalın Türkçe ile düzgünce meal edildiği sürece, herkes Kuran‟ı rahatlıkla anlayabilir, Kuran üzerine düĢünüp, Kuran‟dan öğüt alabilir. Tüm bu engellemelere rağmen hala Kuran‟ın varlığı, birilerinin çıkarlarına aykırı olmaya devam etmiĢ ve onlar da, bütün bu giriĢimlerinin fayda etmeyeceğinin farkında olmalarının sonucunda, Kuran‟ı terk etmenin en etkili yolunu bulmuĢlardır; “Kuran tek kaynak değildir” iddiası. Bence bu, ALLAH‟a en büyük küfürdür. ALLAH‟ın kitabına eksik, tamamlanmaya muhtaç demektir. ALLAH‟a yalancı ve unutkan demektir. Kuran‟dan baĢka kaynak arayanların ilk iddiası, Kuran‟ın ayrıntılı olmadığı ve tamamlanmaya muhtaç olduğu görüĢüdür. ENAM 126. “Bu (din), Rabbinin dosdoğru yoludur. Biz, öğüt alacak bir kavim için âyetleri ayrıntılı olarak açıkladık.” ZÜMER 27. “Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali verdik.” KEHF 54. “Hakikaten biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali sayıp dökmüĢüzdür. Fakat tartıĢmaya en çok düĢkün varlık insandır.” ALLAH, Kuran‟da her Ģeyi ayrıntılı açıkladığını, her türlü misali verdiğini söylüyor. Ancak Kuran‟ın varlığı çıkarlarına ters olanlar ise, Kuran‟ın tek kaynak olamayacağı, ayrıntılı olmadığı, tamamlanmaya muhtaç olduğunu söylüyor. Ya sizler yalan söylüyorsunuz, ya da bu ayetlerde ALLAH… NĠSA 50. “Bak, nasıl da Allah üzerine yalan uyduruyorlar; apaçık bir günah olarak bu (onlara) yeter!” Yalanlarını öyle güzel sunuyorlar ki, kimse söylediklerinin uydurma olabileceğini aklından geçirmiyor. Uydurduklarına din deyip ya da Peygamberimize aitmiĢ gibi gösterip, bu ALLAH‟ın emridir diyerek, bile bile ALLAH‟a iftira ediyorlar. ALĠ ĠMRAN 78. “Ehl-i kitaptan bir grup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları Kitap'tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar.” Kuran ayrıntılı değilmiĢ, eksikmiĢ, tamamlanmaya muhtaçmıĢ… Ey haddini bilmez insan! Kahinata bak! Tüm bu kahinatı kusursuz yaratan ALLAH, Kuran‟ın 10 sayfa daha kalın olmasından mı çekindi? Peygamberimizin Kuran‟ın söylemediği bir Ģeyi söylemesi mümkün mü? Hadisler ancak olanı yorumlayabilir, olmayanı söyleyemez. Çünkü bunun çok ağır sonuçları olur: 1- Eğer Kuran‟da yazmayan bir bilgi hadiste varsa bu, Kuran eksiktir demektir. Nasıl mı? Peygamberimizin dini bilmesinin tek bir yolu vardır o da, vahiy almaktır. Peygamberimiz vahiy almadan bir bilgiyi öğrenemez, söyleyemez. Kuran‟da yazmayan, yalnızca hadiste yazan bir bilginin gerçekten Peygamberimize ait olduğunu iddia ediyorsanız, Peygamberimizin bu bilgiyi bilebilmesinin tek yolunun vahiy almak olmasından dolayı, bu bilgi, tüm vahiylerin toplandığı Kuran‟da yazmadığından “Kuran eksiktir” demek olacaktır. 2- Kuran‟ın dıĢında bir kaynaktan önemli bir bilgi ediniyorsanız, bu önemli konuyu ALLAH, Kuran‟da anlatmayı unutmuĢ demektir. Kuran‟da bir miras konusunu dahi satır satır anlatan ALLAH, sizin din dediğiniz çok önemli uydurmalarınızdan Kuran‟da hiç bahsetmiyorsa, bunun tek açıklaması vardır; ALLAH unutmuĢtur. Bunun lamı cimi yok. Kuran tek kaynak değildir demek, ALLAH‟ın kitabına eksik, ayrıntısız, tamamlanmaya muhtaç; ALLAH‟a da yalancı ve unutkan demektir. Kuran birilerine yetmiyorsa bu, aksi iĢlerine gelmemesinden ve çıkarlarına ters düĢeceğindendir. Kuran size yetmedi mi de uydurma kaynakların peĢine düĢtünüz !!! Dinimizi nereden öğreneceğiz diye korkmayın! KuĢkulanmanıza gerek yok. ġüphesiz ki ALLAH‟ın kulları için gönderdiği kitap yeterlidir ve yine Ģüphesiz ki ALLAH kullarını, baĢka kullarının kitaplarına muhtaç etmez. BAKARA 147. “Gerçek olan, Rabbinden gelendir. O halde kuĢkulananlardan olma!” CASĠYE 6. “ĠĢte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın âyetleridir. Artık Allah'tan ve O'nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?” ENAM 153. “ġüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (BaĢka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. ĠĢte sakınmanız için Allah size bunları emretti.” Kuran‟ın söylemediği hiçbir Ģey önemli değildir. Dolayısıyla üzerinde ehemmiyetle durmaya gerek yoktur. ALLAH, Kuran‟da bahsetmediği (ve dolayısıyla bizim bilemeyeceğimiz) emirlerinden vazgeçmiĢ, onları affetmiĢtir. MAĠDE 101. “Ey iman edenler! Açıklanırsa hoĢunuza gitmeyecek olan Ģeyleri sormayın. Eğer Kur'an indirilirken onları sorarsanız size açıklanır. (Açıklanmadığına göre) Allah onlardan geçmiĢtir. Allah çok bağıĢlayıcıdır, aceleci değildir.” Kuransız Ġslam‟a inanıp ileride hüsrana uğrayacağımıza, yol yakınken bütün uydurmaları, yalanları, iftiraları reddedip Kuran‟a sarılmalıyız. Kuran‟ı anlamalı, Kuran üzerine fazla fazla düĢünmeli, araĢtırmalıyız. Biz bu kitapta Kuran‟ın söylemediği hiçbir Ģeyi yazmamaya özen gösterdik. Bolca Kuran ayetleri belirtmeye çalıĢtık. Buna rağmen bu kitabı birileri küfür olarak değerlendirebilir. Biz sadece uydurmalara, yalanlara, iftiralara küfrettik. Yine de insanlar bize inanmayıp, bize hakaret edebilir. Bizi kafirlikle bile suçlayabilir. Nasıl onların söyledikleri bizim umurumuzda değilse, bizim söylediklerimiz de onların umurunda olmasın. Onların iĢi bizi ilgilendirmez, bizim iĢimiz de onları ilgilendirmesin. YUNUS 41. “(Resûlüm! ) onlar seni yalanlarlarsa de ki: Benim iĢim bana, sizin iĢiniz de size aittir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan uzağım.” Onların yaptığı uydurma kaynakları din diye anlatmak, bizim yaptığımız ise yalnızca Kuran‟ı anlatmaktır. Ne yazık ki dünyanın sonu geldiğinde onların anlattıkları çok daha fazla taraftar bulacaktır. Çünkü Ģurası kesindir ki, dünyanın sonu geldiğinde, insanlığın tamamına yakını ya ateist görüĢlerin ya da dindeki uydurmaların peĢinden gitmelerinden dolayı Kuran‟ı terk edecektir. Çünkü ALLAH gelecekten haber vermiĢtir ve mahĢerde Peygamberimiz Ģu cümleyi kuracaktır: FURKAN 30. “Peygamber der ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terk ettiler.” KURAN‟I PEYGAMBERĠMĠZĠN UYDURDUĞU ĠFTĠRASI Ġstediğiniz dine, görüĢe inanabilirsiniz. Ancak baĢkalarının inançlarına saygılı olmak zorundasınız. Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Budist hatta Ateist olabilirsiniz. Bu sizin bileceğiniz iĢtir. Ancak, milyonlarca insanın kabul ettiği inançlara saygılı olmak zorundasınız. Ateist olabilirsiniz, ALLAH‟a inanmayabilirsiniz. Ancak baĢkalarının size hakaret etme hakkı olmadığı gibi, sizinde baĢkalarına hakaret etme hakkınız yoktur. Hele de, milyonlarca insanın kalbinde büyük yer kaplayan Peygambere ve Kuran‟a asla hakaret edemezsiniz. Son yıllarda, Muhammed Peygamberin Ģizofren, Kuran‟ın da onun uydurduğu bir kitap olduğunu söylemektedirler. Bu deli saçması iftiraya haklı olarak kimse adam akıllı cevap vermemiĢtir. Bunu söyleyen zaten Ateisttir ve Ateist‟i biz mi imana getireceğiz, demiĢlerdir. Haklıdırlar. Ama ne yazık ki, bu çirkin iddialar, iftiralar, insanlarımızın kafasını karıĢtırmaktadır. Onların kafası karıĢırken, Ateistlere “Katli vaciptir” Ģeklinde yaklaĢımdansa, kafası karıĢanlara, aklına Ģüphe girenlere, adam akıllı cevap vermek zorundayız. Bu cevap, bizim boynumuzun borcudur. Bu bölümde, öncelikle Muhammed Peygamberin Ģizofren olamayacağını, sonra da kötü niyetlice Kuran‟ı kendisinin uydurmuĢ olamayacağını anlatacağız. Öncelikle madde madde Ģizofreni iddiasını çürütelim: 1- ġizofreni hastalığı, genellikle gençlik çağında, özellikle 20-25 yaĢ arasında ortaya çıkar. ġizofreninin bir gençlik hastalığı olduğu, bilimsel olarak genel kabul gören bir bilgidir. Çoğunlukla da bu yaĢlar arasındaki “Psikolojik stres” ile baĢlar. Peygamberimiz ise, 40 yaĢında ilk vahyini almıĢtır. 40 yaĢına kadar bu hastalık ortaya çıkmadıysa, 40 yaĢından sonra çıkması çok çok düĢük bir ihtimaldir. 2- ġizofrenin akut döneminde, yani ilk belirtilerinin göründüğü dönemde, hastaya önemli tedavilere baĢlamak, hatta hastaneye yatırmak gerekir. Aksi takdirde, hastalığın boyutu çok fazla ilerleyecektir. 600‟lü yıllarda bırakın tedaviyi, böyle bir hastalık bilinmiyordu bile. Tedavisiz bu hastalık, çok kötü aĢamalara ulaĢacakken, binlerce insanın, böyle bir hastanın etrafında kenetlenmesi düĢünülemez. 3- ġizofreni hastaları, her zaman arkadaĢlıktan uzak ve arkadaĢı az kiĢilerdir. Peygamberimiz ise, baĢarılı bir tüccardır. Mutlu bir evlilik yapmıĢtır. Binlerce insanın arkadaĢlığını kazanmıĢtır. 4- ġizofreni hastaları, kendine güvenmeyen kiĢilerdir. Küçük bir sorumlulukta bile, strese giren, baĢarısız olma korkusu yaĢayan insanlardır. Peygamberimiz ise, dönemin tanrılarını, siyasi ve ekonomik diktatörlerini yıkmıĢ bir insandır. 5- ġizofreni hastaları, negatif anlamda, diğer insanlardan farklı olduklarını hissettirirler. Bir Ģeyler uydururlar ve bu uydurdukları Ģeylere kendileri inanırlar. Ancak bu söyledikleri, karĢısındaki insanın kolaylıkla uydurma olduğunu anlayabileceği düzeydedir. Örneğin, gençliğinde yapmadıkları Ģeyleri, yapmıĢ gibi söylerler ve kendileri de buna inanırlar. ĠĢte bu konuda Peygamberimize iftira atılmaktadır ve kendi uydurduğu Ģeylere kendisinin inandığı iddia edilmektedir. Eğer Peygamberimiz mantıksız, aklın kabul etmeyeceği Ģeyler ortaya atmıĢ olsaydı, öncelikle çevresindeki Hatice, Ali gibi insanların buna inanmaması ve onların reddetmesi gerekirdi. Çünkü Muhammed Ģizofreni olsaydı, ticaretle uğraĢan geçmiĢini unutup, ben siyaset ile uğraĢtım gibi Ģeyler söylemesi gerekirdi. Veya benim Ģu kadar çocuğum vardı ya da sen bana Ģu zaman Ģunu demiĢtin gibi Ģeyler uydurması gerekirdi. Yani sonuç olarak bu hastalıkta, herkesin kolaylıkla çürütebileceği düĢünceler, iddialar ortaya atılır. Dolayısıyla, böyle bir insanın, en yakınlarını bile ikna etmesi mümkün değildir. 6- ġizofrenide hastanın ilgisi kolayca dağılır. Bir konudan bahsederken, onu sağlıklı bir insanmıĢ izlenimiyle dinleyip hayret ederken, ilgisi bir anda dağılır ve öyle saçma Ģeyler söyler ki, o an hasta olduğuna kanaat getirirsiniz. Bundan sonra, ona inanmak için, sizin de hasta olmanız gerekir. Dolayısıyla, Ali, Hatice, Ebu Bekir, Ömer ve daha nicelerinin de hasta olduğunu düĢünmek gerekir. 7- ġizofreni hastalarında konuĢma bozuklukları görünür. Cümleleri karıĢık, anlaĢılmaz, kopuk kopuktur. Bu insanları, kimse sonuna kadar dinlemeye sabredemez. Peygamberimiz ise, konuĢmalarını insanlara dinlettirebilen ve sonunda kendisine hayran bırakan bir hatiptir. 8- ġizofreniler, halüsinasyon veya illüzyon görürler. Peygamberimiz her halde böyle olaylar yaĢasa, günümüze mucize olarak gelmesi gerekirdi. Örneğin insanlar, “ALLAH‟ın resulü dağların üstünde kartal orduları gördü ama biz göremedik, ne büyük insan” gibi Ģeyler anlatmalıydı. Peygamberimizin ise, Kuran‟dan baĢka her hangi bir mucizesi yoktur. Vahiy olayının halüsinasyon olduğunu iddia edenler var. Ne Ģizofreni de, ne baĢka bir hastalıkta, tek bir konuda belirti gözüküp, baĢka bir konuda gözükmeme olasılığı yoktur. Hem baĢka Ģekillerde de halüsinasyon veya illüzyon görmeli hem de hastalığın diğer belirti ve bulgularına da sahip olmalıdır. Örneğin bu halüsinasyonlardan en sık görüleni, karĢınızdaki insanın sizin hakkınızda, davranıĢlarınız hakkında konuĢtuğunu zannetmenizdir. Böyle durumlar Peygamberimizde var olmuĢ mudur? 9- Kuran, necm necm, yani kısım kısım inmiĢtir. Necm, bir kerede inen ayet grubu demektir. Ayetler anlamına ve teknik özelliklerine göre ayrılıp necm necm gruplandığında tahminimizce en fazla 700 kere vahiy gelmiĢtir diyebiliriz. Yanılalım 800 diyelim. Peygamberimiz, 23 yıl görev yapmıĢtır. Hesaplarsak, 8395 gün görev yapmıĢ olur. Bu sayıyı 800‟e bölersek, yaklaĢık olarak ortalama 10 günde bir vahiy geldiğini görürüz. Peki söyledikleri gibi, Peygamberimizin vahiy olayı, bir Ģizofrenin halüsinasyonu olsa, bu hasta 10 gün halüsinasyon görmez mi? ġizofrenide böyle bir Ģey mümkün değildir. Hasta tedavi görse bile, tek bir halüsinasyon konusunda, bu kadar uzun süre rahatsızlık yaĢamaması imkansızdır. Gerçekte ise Peygamberimiz, bazen ardı ardına vahiy almıĢ, bazen aylarca vahiy almamıĢtır. Dolayısıyla bu hastalık, hiçbir tedavi olmadan, nasıl aylarca ortaya çıkmaz? Bu durum Ģizofreniyle uyuĢmaz. Hatta bu aylarca vahiy almadığı zamanlarda da, gün gelmiĢ savaĢlar olmuĢ, gün gelmiĢ büyük zulümler görmüĢ ve yine gün gelmiĢ önemli kararlar alması gerekmiĢtir. Bir Ģizofreninin, böyle stresli durumlarda halüsinasyon görmemesi olası değildir. 10- ġizofrenilerde, affektif bozukluk, bir diğer ifadeyle manik depresif hal görülür. Yani, kiĢinin duyguları fazlasıyla değiĢkendir. KiĢi bir anda kah kah gülerken, bir anda hüngür hüngür ağlayabilir. Az önce sakinken, az sonra kafasına takılan bir konu ile ilgili aniden strese girebilir. Bu yüzden, kiĢiyle aynı ortamda kalmak, bir süre sonra eziyet haline dönüĢebilir, ne yapacağınızı ĢaĢırabilirsiniz. Kuran‟daki Ahzap 53‟te gördüğümüz kadarıyla, tam tersi insanlar, Peygamberimizin evinden çıkmak istemez, onla sohbet etmek isterlermiĢ. Artık kendisi rahatsız olmaya baĢlamıĢ, utancından gidin diyememiĢ ve bu ayet inmiĢtir. 11- Hastalığın ilerleyen dönemlerinde, kiĢide erken bunama görülür. Yani kiĢide unutkanlık baĢlar. Muhammed Ģizofren olsaydı, bir dediğini bir daha hatırlamaması ve Kuran‟da sayısız çeliĢki olması gerekirdi. Ancak okuyanlar ve araĢtıranlar görecektir ki, Kuran‟da asla çeliĢki söz konusu değildir. 12- ġizofreniler, uğraĢtığı iĢten kayıtsızdırlar. Sıkılır, bunalır ve uzaklaĢırlar. Bu gibi belirtiler ise, en zor mücadeleyi en baĢarılı Ģekilde sonlandıran Peygamberimiz için mümkün değildir. 13- ġizofreni, en baĢta psikolojik bir rahatsızlıktır. Bir olaya karĢı, sağlıklı bir insanın tepkisi ile psikolojisi bozuk bir insanın tepkisi bir olmaz. Acı bir olayın sağlıklı bir insana etkisi ile psikolojisi bozuk bir insana etkisi de bir olmaz. Ancak konumuza baktığımızda ise, Peygamberimiz uğruna insanların öldüğünü görmekteyiz. Ġlk akla gelen örnek, amcası söyledikleri uğruna ölmüĢ ve bir tane kadın görünümlü yaratık, amcasının ciğerini çiğ çiğ yemiĢtir. Peygamberimiz savaĢlar görmüĢ, eziyetler, zulümler çekmiĢtir. Doğduğu, büyüdüğü topraklardan gitmek zorunda kalmıĢtır. Bunların dıĢında özel yaĢamında da, yedi tane evladının altısı kendisinden önce ölmüĢ, kendi elleriyle evlatlarını gömmüĢtür. ALLAH aĢkına, zaten psikolojik rahatsızlığı olsa, üzerine bunları yaĢamaya ne gücü, ne sağlığı olur. Bütün bunlar karĢısında tabiri caizse, “Delirir”, sokakta yaĢayan bir garip olur. Dolayısıyla, bir insana iftira atarken, söylediğiniz Ģeyin, en azından o insanın yaĢamıyla uyuyor mu diye bakmanız gerekir. Peygamberimizin yaĢamı, baĢarıları, bir psikolojisi bozuk insanın yaĢayabileceği, baĢarabileceği cinsten mi? ġizofreni ile ilgili çok daha geniĢ araĢtırma yapabilirsiniz. Göreceksiniz ki, Peygamberimize Ģizofren diyip, Kuran‟ı da onun uydurduğuna dair, aklınıza yatan hiçbir Ģey bulamayacaksınız. Çünkü tekrar tekrar söylersem, bir Ģizofreni ne onun yaptıklarını yapabilir, ne yaĢadıklarını kaldırabilir, ne binlerce insanı kendisine inandırabilir, ne çevresindeki bir insan söyledikleri uğruna canını verebilir… ġizofreni ile ilgili son söyleyeceğim Ģey de, bana göre en etkili cevaptır. O da; Muhammed‟in söyledikleriyle, yani Kuran ile diğer kutsal kitapların benzerlikleridir. 14- Bütün kutsal kitaplarda aynı hikayeleri, aynı kıssaları, aynı emirleri görürüz. Örneğin, Adem ve Havva kıssası, Ģeytan kıssası, Nuh ve diğer peygamberlerle ilgili bilgiler, Musa ile ilgili hikayeler… Daha nice ve niceleri dört kutsal kitapta da vardır, aynıdır. Dolayısıyla, bir Ģizofrenin kendi uydurduğu bir kitap, kendisinden yüzyıllar önce yazılmıĢ kitaplar ile nasıl aynı olabilir? Uydurdukları Ģeyler, isimler, hikayeler tesadüf sonucu mu aynı? Bu soruya hemen, “O kitapları okumuĢtur?” diye cevap verirler. O zaman konu değiĢir. ġizofren olduğu iddiasını yıkmıĢ ama bu sefer de karĢımıza onun kötü niyetlice bunları yazdığı iddiası çıkmıĢ olur. Bunu da çürütmelim. O kimselerden biraz düĢünen, bizim bu yukarıda saydıklarımızı görecek ve kendince daha mantıklı bir iftira atacaktır. O da, “Muhammed çok zeki bir insandı ve Kuran‟ı kendi uydurdu, kendi çıkarına Ģeyler yazdı” iftirasıdır. ġimdi, madde madde Muhammed‟in kötü niyetli bir insan olup, olamayacağını tartıĢalım ve bu iddiayı çürütelim: 1- Öncelikle, yukarıda da bahsettiğimiz kutsal kitaplarda aynı konu, kiĢi ve hikayelerin geçmesinden baĢlayalım. Aynı mantıkla, kötü niyetli Musa bir tane kitap uydurdu. Uydurduğu Tevrat‟ı kendi çıkarına kullandı ve dönemin tanrısını, en güçlü ismini yani firavunu yendi. Ne kadar büyük bir kötü niyet(!). Sonra Davud diye kötü niyetli bir adam çıktı. Tevrat‟ı öğrendi ve ona benzer Zebur‟u uydurdu. Uydurduğu Zebur‟u da kendi çıkarına kullandı. Peki, Davut‟un Zebur‟a ihtiyacı mı vardı? Davut zaten kraldı! Koca kralın ne çıkarı olabilir, zaten ne istese önünde. Sonra Ġsa diye kötü niyetli bir adam çıktı. Tevrat ve Zebur‟u öğrendi ve ona benzer Ġncil‟i uydurdu. Uydurduğu Ġncil‟i kendi çıkarına kullandı ve ne çıkarmıĢ ki, bu uğurda çarmıha gerildi ve can verdi. Çıkar bunun neresinde, kötü niyet neresinde? Sonra Muhammed diye kötü niyetli bir adam çıktı. Tevrat‟ı, Zebur‟u ve Ġncil‟i öğrendi ve ona çok benzer Kuran‟ı uydurdu. Uydurduğu Kuran‟ı kendi çıkarına kullandı ve sayısız zulüm gördü. Gün geldi çocuklar taĢladı, gün geldi hayvan pisliği atıldı, gün geldi doğduğu topraklardan gitmek zorunda kaldı, gün geldi sevdikleri uğrunda öldü ve daha neler neler… Ne kadar zeki bir insanmıĢ da, kötü niyetiyle bu kadar güzel(!) Ģeyler yaĢamıĢ. 2- ġunu gözden kaçırmayalım, Peygamberimiz zaten zengin bir insandı. Ticarette çok baĢarı elde etti. 25 yaĢında çağın en zengin kadınlarından Hatice ile evlendi. Ġlk vahyin geldiği 40 yaĢına kadar, zaten o bölgenin en zenginlerinden ve en sayılan insanlarındandı. Tam tersi Muhammed, peygamber olduktan sonra fakirleĢmiĢtir. Ama mantıken, kötü niyetli bir uydurmacı olsaydı, peygamberlikten önce fakir, peygamberlikten sonra zengin olması gerekirdi. Dedikleri gibi çok zekiymiĢ ki, Kuran‟ı uydurmadan önce ne kadar zenginken, Kuran‟ı uydurduktan sonra o kadar fakir olmuĢ. Gerçekten çok ilginç! 3- Ebu Leheb‟i tanıyor musunuz? Mekke‟nin en varlıklı, en saygın, en sözü geçen birkaç insanından birisidir. Bu kadar güçlü olan bir ismin yeğeni kimdir biliyor musunuz? ġaĢırmayın, Muhammed Peygamber‟dir. Evet, Ebu Leheb, Peygamberimizin öz amcasıdır. Peki bu adamın önemi nedir? Bu adam, Peygamberimizin dediklerini kabul etmeyen, söylediklerinden dolayı onu düĢman bilen bir adamdır. Peygamberimize en büyük zulümleri yapan, hatta Bedir SavaĢı‟nı tertipleyen birkaç kiĢiden biridir. Peygamberimize, defalarca söylediklerinden vazgeçmesini ve hakimiyetine girmesini istemiĢ, karĢılığında da mal, mülk, para ve kadınlar teklif etmiĢtir. Peygamberimiz ise bu teklife, yanındaki birkaç gariban ile ona yani dönemin en varlıklı ama en sömürücü insanlarından öz amcasına baĢ kaldırarak cevap vermiĢtir. Sonunda da Ebu Leheb, Bedir SavaĢı‟ndan sonra bulaĢıcı hastalığa yakalanmıĢ ve cesedi kokar vaziyette, hastalığı bulaĢmasın diye, oğulları tarafından bir kuyuya atılmıĢtır. ġimdi gelelim konuyla bağlantımıza. Kötü niyetli bir insan, Ģehrin en güçlü birkaç isminden biri olan öz amcasının yanında (ki zaten ilk baĢlarda kendiside zengindi) keyfine bakıp, zenginlik içinde sefa sürmez miydi? Kendi zenginliğini de bir kenara bırakıp, yanındaki birkaç gariban ile bütün bu diktatörlere baĢ kaldırır mıydı? Burada çıkar unsuru nerede? 4- HaĢim oğulları kimdir? HaĢim oğulları, KureyĢ‟in en güçlü üç dört aĢiretinden biridir. Peygamberimiz de HaĢim oğludur. Ġslamiyet‟ten önce Peygamberimiz de, bu sülale ve bu kabilenin önde gelen bir ismiydi. Resullullah‟ın amcası, Ġmam Ali‟nin babası Ebu Talip, bırakın sülalenin liderliğini, KureyĢ‟in lideriydi. Peygamberimiz Ġslam‟ı tebliğ etmeye baĢladıktan sonra, bu büyük aĢiret tüm gücünü kaybetti. Ebu Leheb ve ailesi dıĢındaki diğer aĢiret mensupları, ticaretten dıĢlanmaları sebebiyle fakirleĢti. 622 yılında hicret ile Peygamberimiz ve yanındaki bazı sülale mensupları, bırakın fakirleĢmeyi, her Ģeylerini Mekke‟de bırakıp, Medine‟ye göç ettiler. Bir zamanların güçlü isimleri, tüm mallarını mülklerini kaybettiler. Hatta bu sülalenin genç yiğitlerinden Ali, Peygamberimizden bir iki gün sonra, bir devesi bile kalmadan, Medine‟ye yürüyerek gitti ve Medine‟ye vardığında ayakları kan içindeydi. Bir yıl sonra 623‟te de HaĢim oğulları, Ebu Talip‟in ölümüyle KureyĢ‟in liderliğini kaybetti ve liderlik Ebu Cehil ve aĢiretine geçti. Yani HaĢim oğulları, ekonomik gücünden sonra siyasi gücünü de kaybetti. Tüm bunları yaĢayan ve sülalesine yaĢatan Muhammed, ne kadar çıkarcı(!) bir insanmıĢ değil mi? Kuran‟ı uydurması(!) sayesinde ne de güzel faydalar sağlamıĢ değil mi? 5- Sonuç olarak, yaĢantısında kendi çıkarına olan bir durum yok. Her Ģey zararına olmuĢ. Dolayısıyla, Kuran‟ı nasıl uydurmuĢta tüm bunları yaĢamıĢ? Kuran‟da Peygamberimizin çıkarına olan bir Ģey var mı? Kuran‟da, Muhammed‟e para verin mi diyor yoksa fakir fukaraya mı verin diyor? Resulullah‟ın çıkarına olan ne var Kuran‟da? Ama savaĢta ganimetlerin beĢte birini Muhammed alıyordu diyeceksiniz. Hayır kardeĢim. Ganimetlerin beĢte birini cebine indirmiyordu. Ganimetlerin beĢte birinin harcama yetkisi, devlet adına kendisindeydi. Esirleri azad ediyor, ganimetleri de ya devlet adına ya da ihtiyaç sahipleri adına kullanıyordu. Geri kalan beĢte dördü zaten savaĢa katılanlara dağıtılıyordu. O zaman tekrar soruyorum, çıkarına olan ne var Kuran‟da? Çok eĢlilik mi diyeceksiniz. Bu kitapta cevabını alacaksınız. Evlatlığı Zeyd‟in boĢandığı karısıyla evlenmesini (sahip çıkmasını) mi söyleyeceksiniz? Bu kitapta cevabını alacaksınız. Kuran‟da, Peygamberimizin kendi çıkarı için bir Ģey bulursanız (ki yok) söyleyin, onun da cevabını veririz. Ama bu akılsız iddiaları savunanlar, sizce çıkarı için Kuran‟ı uyduran bu insan, bu kitaba aĢağıdaki ayetleri mi koyar? TUR 40. “Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden onlar ağır bir borç altında eziliyorlar mı?” YUSUF 104. “Halbuki sen bunun için (peygamberlik görevini îfa için) onlardan bir ücret istemiyorsun. Kur'an, âlemler için ancak bir öğüttür.” ALĠ ĠMRAN 79, 80. “Hiçbir insanın, Allah'ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra (kalkıp) insanlara: Allah'ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis (Ģöyle demesi gerekir): Okutmakta ve öğretmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olunuz. Ve size: Melekleri ve peygamberleri ilâhlar edinin, diye de emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra hiç size kâfirliği emreder mi?” Peygamberimiz, tüm bu zorlu görevinin karĢılığında, kiĢisel olarak arkadaĢlarından hiçbir Ģey istememiĢtir. O sadece, insanların ALLAH‟a giden yolu istemelerini, ALLAH‟a yakınlık için sevgi oluĢturmalarını istemiĢtir. ġURA 23. “ĠĢte Allah'ın, iman eden ve iyi iĢler yapan kullarına müjdelediği nimet budur. Deki: “Ben buna karĢılık sizden akrabalık sevgisinden baĢka bir ücret istemiyorum.” Kim bir iyilik iĢlerse onun sevabını fazlasıyla veririz. ġüphesiz Allah bağıĢlayan, Ģükrün karĢılığını verendir.” Özetle, Peygamberimizin kötü niyetli bir insan olup, Kuran‟ı kendisinin uydurduğuna dair bir tane somut gösterge olmayıp, aksini kanıtlayacak onlarca durum mevcuttur. Umarım bu iftiralara karĢı yeterli cevabı verebilmiĢimdir. Bu iftiraları atanların düĢüncelerinde hiçbir değiĢiklik olmayacağını adım gibi biliyorum. Ben de zaten bunun için yazmadım. Bu iftiralar, her kesimden insanın kafasını karıĢtırmakta ve Ģüphe, insanların beyinlerinden çıkmamaktadır. Dini tekeline indirenler ise, adam akıllı cevap vermekten aciz, bu iftiralara küfürler yağdırmaktan baĢka bir Ģey söylememektedir. Dolayısıyla, insanlar kafa karıĢıklığı ve Ģüphelerinin etkisinde kalmaya devam etmektedir. Ben, yaĢı 30 bile olmayan bir genç olarak, umarım yeterli olmuĢumdur. Umarım Ģüpheleri temizlemiĢimdir. Ve yine umarım, dini tekeline indirenler, televizyonlarda ıvır zıvırdan bahsedeceğine, halkın ihtiyacı olan Ģeyleri, benden daha detaylı ve daha bilimsel olarak anlatırlar. Not: ALLAH‟ın varlığının ve Kuran‟ın gerçekliğinin bilim ile ispatı ayrı bir bölümde anlatılacaktır. ALLAH‟IN VARLIĞININ VE KURAN‟IN GERÇEKLĠĞĠNĠN BĠLĠM ĠLE ĠSPATI (Bu bölümü yazarken Caner Taslaman’ın ve Kuran Araştırmaları Grubu’nun kitaplarından yararlandık. Zannedilmesin ki bu konu ile ilgili yazılanlar bundan ibarettir. Biz sadece küçük bir kısmını kitabımızda gösterdik.) ALLAH‟ın varlığının ispatlanabilmesi için iki kavram üzerinde fazlaca düĢünmek gerekir. Bunlar, “Tasarım” ve “Tesadüf” kavramlarıdır. Evreni gözlemlediğinizde ve hatta bırakın evreni kendi biyolojinizi bile incelediğinizde, bütün bunların kendiliğinden tesadüfen oluĢtuğunu düĢünmek, akıl alacak bir mantık olmayacaktır. Bütün bu karmaĢık yapının varlığı, ancak çok güçlü bir varlığın tasarımına bağlıdır. 2500 yıl önce yaĢamıĢ Sokrates de bu mantığa iĢaret etmiĢti. “Kainatta tesadüfe, tesadüf edilmez.” SOKRATES ALLAH, Kuran‟da akliselim sahibi insanların bu karmaĢık yapı hakkında derin derin düĢünmelerinden ve ardından onun noksansız, yüce oluĢunu anlamalarından bahsetmektedir. ALĠ ĠMRAN 191. “Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılıĢı hakkında derin derin düĢünürler (ve Ģöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boĢuna yaratmadın. Sen noksanlıklardan münezzehsin. Bizi cehennem azabından koru!” Günümüzde, bilimin geldiği son nokta ile göklerin ve yerin yaratılıĢı hakkında inanılmaz bilgilere sahip olmaktayız. Öyle matematiksel değerler bulunmaktadır ki, bu değerler bütün bu yaratılıĢın tesadüfen olamayacağının ispatı niteliğindedir. Bilimsel araĢtırmalar, yaratılıĢın sonsuz bir güç tarafından tasarlandığını iĢaret etmektedir. “Diğer tüm kanıtları bir yana bırakırsak, baĢparmak bile benim Tanrı'nın varlığına inanmam için yeterlidir.” NEWTON Ateistlerin genel kabul ettiği görüĢ, evrenin yaratılıĢının olmadığı, evrenin sonsuzdan beri var olduğu görüĢüdür. Bugün bu iddia çeĢitli bilgilerle çürütülmüĢtür. Biz en basit ve en anlaĢılır bilgiyi örnek gösterelim. O da, yıldızların bir ömrünün olduğunun öğrenilmesidir. AraĢtırmalara göre, evrende bir gün bütün yıldızlar ölecektir. Çünkü yıldızlar, hidrojeni helyuma çevirerek var olabilirler ve yıldızların hidrojeni her saniye azalmaktadır. Eğer evrenin baĢlangıcı sonsuza dayansaydı, yıldızlar çoktan yakıtlarını tüketecek ve güneĢ dahil bütün yıldızlar sönmüĢ olacaktı. ġuan hayattaysak ve yıldızların varlığına Ģahit olabiliyorsak bu, evrenin yaratılıĢının bir baĢlangıcı olduğunun ve bu baĢlangıçtan günümüze kadar geçen süreçte yıldızların henüz yok olmadığını göstermektedir. Evren sonsuzdan beri var olsaydı, çoktan GüneĢ ölecek ve Ģuan yaĢam diye bir Ģey olmayacaktı. Son araĢtırmalara göre, evrenin baĢlangıcının olduğu kanıtlanmıĢtır. Peki evren kendi kendine tesadüfen mi oluĢmuĢtur? Tahminen 15 milyar yıl önce, yoklukta bir noktanın tahmin edilemez yüksek bir sıcaklıkta patlamasıyla evren oluĢmuĢtur. Bilim adamları bu patlamaya “Big Bang” demiĢtir. Big Bang yıldızların içinde üretilemeyen ve yıldızların oluĢmasını sağlayan hidrojenin nereden geldiğini de açıklıyordu. Çünkü hidrojeni meydana getirmek için gereken aĢırı derecede yüksek bir sıcaklık, evrende sadece Big Bang sırasında var olmuĢtu. Bilim adamları, Big Bang‟in gerçekleĢmesinden 10-43 saniye sonraki ana Planck zamanı demiĢtir. (Yani, 0.0000000000000000000000000000000000000000001 saniye sonrası) Tam bu zaman diliminde sıcaklık 1032 Kelvin gibi hayal edilemez bir değerdi. ĠĢte bu ortam ve öncesinde artık bütün fizik kanunları yok oluyor. Bilimle açıklanabilecek bir ortam kalmıyor. Sonsuz değerde bir yoğunluk ve tam manasıyla yokluk! Son yıllarda bilim adamları evren ile ilgili yeni bir bilgiye vakıf oldular. Evren her saniye geniĢlemektedir. Bilimsel araĢtırmalar evrenin bir baĢlangıcı olduğunu ve bu baĢlangıçtan itibaren sürekli geniĢlediğini ortaya çıkarıyordu. Gök cisimleri her saniye bizden ve birbirlerinden uzaklaĢmaktadır. Bilim adamları buna “Evrenin geniĢlemesi teorisi” ismini verdiler. Evren her saniye geniĢlemektedir ve yaĢamın var olabilmesi için, bu geniĢleme hızının değerinin fevkalade önemi vardır. Evrenin geniĢleme hızındaki kritik ayar Paul Davies‟e göre 1060 „da 1 ihtimaldir. Yani, evrenin geniĢleme hızı 1060 „da 1‟lik bir ĢaĢma gösterseydi, bugün bizler olamayacaktık. Bu da diğerleri gibi her halde tesadüfün bir sonucudur.(!) Her Ģeyin ALLAH‟ın bir tasarımı sonucu yaratıldığına dair, Caner Taslaman‟ın Big Bang ve Tanrı adlı kitabının “Tasarıma 40 Örnek” bölümünden seçtiğimiz 20 örneği sizlerle paylaĢmak istiyorum: “Evrendeki tasarıma dair birçok veri o kadar yenidir ki geniş kitlelerin bunlardan haberi yoktur. Bu verilerin adedi ise inanılmaz boyuttadır. Bu verilerin sadece 40 tanesini örnek olarak vereceğim. Hiç şüphesiz biyoloji bu konuda en çok örneğin verilebileceği alandır. Ancak bu örnekleri ve bu konunun biyoloji ile ilgili boyutunu bundan sonraki çalışmama bırakarak, listede biyoloji ile ilgili örnek vermiyorum. Listede vereceğim örnekler Dünya’mızdaki canlılığın oluşabilmesi için olmazsa olmaz şartlardır. 1) Evreni meydana getiren patlama biraz daha şiddetli olsaydı, evrendeki tüm madde dağılırdı; eğer patlama biraz daha yavaş olsaydı, bütün madde hemen kapanacaktı. Her iki durumda da ne galaksiler, ne yıldızlar, ne dünyamız, ne de canlılar oluşurdu. Patlamanın galaksileri, yıldızları, Dünya’mızı ve canlıları oluşturacak şekilde olmasının olasılığı havaya atılan bir kurşun kalemin sivri ucu üstünde durması kadar bile değildir. (Stephan Hawking‟e göre bu olasılık 1017‟de 1 ihtimaldir.) 2) Big Bang’in patlama anında eğer daha fazla madde olsaydı evren hemen kapanacaktı. Eğer patlama anında madde daha az olsaydı patlama galaksileri oluşturmadan maddeyi dağıtabilirdi. Görülüyor ki Big Bang, hem şiddeti, hem madde oranı, hem de bunların birbirine göre düzenlenmesiyle bilinçli bir tasarımın ürünüdür. 3) Big Bang’in başlangıcının çok yüksek sıcaklıkta olması sayesinde atom-altı dünyadaki oluşumlar gerçekleşmiştir. Böylece de galaksilerden canlılara kadar olan süreç mümkün olmuştur. 4) Evrenin başlangıçtaki homojen yapısı da galaksilerin oluşmasının bir şartıdır. Başlangıç homojenliğindeki ufak bir azalma galaksilerin oluşmasına izin vermeyecek ve tüm maddenin karadeliklere dönüşmesi sonucunu doğuracaktı. O zaman da biz var olamayacaktık. ( Roger Penrose „a göre bu olasılık 10 üzeri 10 üzeri 30‟da 1 ihtimaldir.) 5) Evrende entropi sürekli artmaktadır. Bu ise evrendeki başlangıç anında çok düşük entropili bir başlangıcın olması gerektiği anlamını taşır. Bu olasılığın gerçekleşmesi imkansızdır. Roger Penrose düşük entropili bu başlangıcın gerçekleşme ihtimalini 10 üzere 10 üzeri 123‟ te 1 olarak hesaplamıştır. 6) Evrende canlılığın oluşabilmesi için proton, nötron ve elektronların kütleleri mevcut şekilde olmalıdır. Eğer protonun kütlesinin elektronun kütlesine oranı 1836‟da 1 oranında olmasaydı, canlılığı mümkün kılan uzun moleküller oluşamazdı. 7) Güçlü nükleer kuvvet çekirdekteki proton ve nötronları bir arada tutar. Bu kuvvet biraz daha zayıf olsaydı, hidrojen dışında hiçbir atom, dolayısıyla canlılık oluşamazdı. 8) Zayıf nükleer kuvvet biraz daha güçlü olsaydı, Big Bang’te çok fazla hidrojen helyuma dönüşürdü. Eğer bu kuvvet biraz daha zayıf olsaydı, yıldızlardaki ağır elementlerin oluşumu olumsuz etkilenecekti ve canlılık oluşamayacaktı. 9) Zayıf nükleer kuvvet, güçlü nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvet ve yerçekimi kuvveti belli kritik değerler gözetilerek yaratılmaları gerektiği gibi, birbirlerine göre uygun oranlarda da yaratılmaları gerekmektedir. Bu hem galaksilerin ve yıldızların, hem de tüm canlıların var olabilmesi için gerekli çok hassas bir dengedir. Bu hassas dengeye şöyle bir örnek verilebilir: Çekim kuvvetinin elektromanyetik kuvvete oranı sırf 1040 „da 1 oranında bile değişseydi, yıldızların oluşumundaki olumsuzluklar canlılığın oluşumuna izin vermeyecek seviyede olurdu. 10) Canlılığın oluşabilmesi için yıldızlar arası mesafe belli bir büyüklükte olmalıdır. Eğer yıldızlar birbirlerine daha yakın olsaydı çekim gücünün fazlalığı gezegenlerin yörüngelerini bozacaktı. Eğer yıldızlar birbirlerine daha uzak olsaydı süpernovalar tarafından evrene saçılan ağır atomlar çok geniş bir alana yayılacaktı ve yaşam için gerekli atomlar yeterli düzeyde olamayacaktı. 11) Jüpiter gezegeninin büyüklüğü ve mesafesi de Dünya’mızdaki canlılığı mümkün kılan koşullardan biridir. Eğer Jüpiter şu andaki yerinde ve büyüklüğünde olmasaydı, Dünya’mız meteor yağmurlarına karşı bu kadar güvenli olmazdı. Ayrıca mevcut yörüngemiz de değişirdi. Bu iki durum da canlılık için ayarlanmış çok özel koşulları bozardı. 12) Dünya’mız, Güneş’e daha uzak olsaydı, yaşama olanak tanımayan bir soğuk ve buzullarla karşı karşıya kalırdık. Eğer Güneş’e daha yakın olsaydık yeryüzündeki su buharlaşır ve yaşam mümkün olmazdı. 13) Yeryüzünden yansıtılan ışık ile yeryüzüne çarpan ışık da belli bir oranda olmalıdır. Eğer bu oran daha büyük olsaydı yeryüzü buzullarla kaplanırdı. Eğer bu oran daha küçük olsaydı sera etkisiyle aşırı ısınan yeryüzü yaşama elverişli olmazdı. 14) Yaşam için yer kabuğunun kalınlığı da önemlidir. Yer kabuğu daha kalın olsaydı, atmosferden yer kabuğuna oksijen transferiyle oksijen dengesi bozulurdu. Yer kabuğu daha ince olsaydı yer kabuğunun her yerinden sürekli volkanlar fışkırırdı. Bu ise hem iklimi değiştirir, hem de canlılığı yok ederdi. 15) Atmosferdeki oksijen miktarı da yaşam için kritik bir değerde yaratılmıştır. Bu değer eğer yüksek olsaydı, yeryüzünde sürekli yangınlar çıkardı. Bu değer eğer alçak olsaydı solunum yapmak imkansız olurdu. 16) Atmosferdeki karbondioksit oranı da yaşamı mümkün kılacak bir değerde yaratılmıştır. Karbondioksit daha fazla olsaydı sera etkisi oluşacaktı. Eğer daha az olsaydı bitkilerin fotosentez yapması mümkün olmayacaktı. 17) Dünya’mızdaki ozon miktarı da çok kritik bir değerde yaratılmıştır. Eğer bu değer daha yüksek olsaydı yüzey sıcaklığı çok düşerdi. Eğer bu değer daha düşük olsaydı hem yüzey sıcaklığı çok yükselirdi, hem de yaşamı yok edecek şekilde ultraviyole artardı. 18) Yaşam için atmosfer basıncının da belli bir değerde olması gerekmektedir. Eğer atmosfer basıncı daha düşük olsaydı, buharlaşan su miktarı artacak ve bu sera etkisi oluşturacaktı, atmosferdeki su buharı azalacak ve dünya çölleşecekti. 19) Atmosferdeki havanın solunabilmesi için havanın belli bir basınçta, akışkanlıkta ve yoğunlukta olması lazımdır. Atmosferin yoğunluğunda ve akışkanlığındaki ufak bir değişiklik nefes almamızın imkansız olmasına sebep olabilirdi. 20) Yaşam için bütün şartları yerine getiren Dünya’mızın, yaratılma zamanı da yaşama tam uygun olarak seçilmiştir. Dünya eğer daha önce yaratılsaydı canlılık için gerekli ağır atomlar (karbon, oksijen gibi) yeterli miktarda bulunmayacaktı. Eğer Dünya’mızın yaratılışı daha sonraya kalsaydı, Güneş sistemimizi oluşturacak yoğunlukta ham madde kalmamış olacaktı.” ALLAH‟ın varlığını inkar eden kiĢiler, bütün bunların ve daha nicelerinin tesadüfen oluĢtuğunu söylemek zorundadırlar. Bütün bu yaratılıĢın oluĢumu için, sonsuz bir gücün tasarımından baĢka bir seçenek yoktur. Buraya kadar Kuran olmadan ALLAH‟ın varlığını ispatlamaya çalıĢtık. ġimdi konumuza Kuran‟ı da ilave edeceğiz. Bu durum ayrıca, Kuran‟ın Peygamberimizin uydurduğu bir kitap olamayacağını da ispatlayacaktır. Biz Kuran‟daki bu mucizelerin çok küçük bir kısmını gösterdik. Merak edenler bu konuda yazılmıĢ kitaplardan daha ayrıntılı bilgi edinebilirler. 1- ZARĠYAT 47. “Göğü kendi ellerimizle biz kurduk ve biz (onu) elbette geniĢleticiyiz.” Bu ayette evrenin geniĢlemesi teorisinden bahsedilmektedir. 1900‟lü yıllardan önce evrenin geniĢlediğini bir tek insan bile iddia etmemiĢti. Bu tarihten önce evrenle ilgili iki görüĢ vardı. Birincisi, evrenin sonsuz olduğu görüĢü, ikincisi evrenin sınırlı ve durağan olduğu görüĢüdür. Son yıllarda evrenin iki Ģekilde de olmadığı anlaĢılmıĢtır. Evren sınırlıdır ama durağan olmayıp, geniĢlemesi sebebiyle dinamiktir. 1900‟lü yıllara kadar bilinmeyen bu durumun Kuran‟da geçmesi ilginç değil mi? 2- ENBĠYA 30. “Ġnkâr edenler, göklerle yer bitiĢik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı Ģeyi sudan yarattığımızı görüp düĢünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?” Big Bang sırasında göklerle, yerler bir nokta içinde bitiĢik iken, patlama sonucunda hem evren (gök) hem de gök cisimleri (yer) oluĢturulmuĢtur. Bu patlama sonucu bütün bunların muntazam bir Ģekilde oluĢması ALLAH‟ın varlığının, bu durumun ayette bahsedilmesi Kuran‟ın gerçekliğinin bir ispatıdır. 3- BAKARA 117. “O, Göklerin ve yerin yoktan var edicisidir. Ve O, bir iĢin olmasına karar verdiği zaman, artık ona yalnızca "Ol!" der, o da hemen oluverir.” ENAM 14. “De ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah'tan baĢkasını mı dost edineceğim!” ENAM 79. “Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben müĢriklerden değilim.” ġURA 11. “O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır.” Evren, madde, zaman, enerji ve daha niceleri Big Bang ile ortaya çıkarılmıĢ olup, Big Bang‟ten önce bir nokta bile olmayıp, “Yokluk” söz konusuydu. 4- FUSSĠLET 11. “Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: Ġsteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi. Ġkisi de "Ġsteyerek geldik" dediler.” Big Bang‟ten sonra gök cisimleri hemen oluĢmamıĢtır. Var edilen evren Hidrojen ve Helyum gazlarıyla doluydu. Sonradan bu gazların sıkıĢması ve yoğunlaĢması ile gök cisimleri oluĢturulmuĢtur. 5- ENBĠYA 33.” O odur ki, geceyi, gündüzü, GüneĢ'i ve Ay'ı yarattı. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.” YASĠN 38. “GüneĢ, kendisi için belirlenen yerde akar (döner). ĠĢte bu, azîz ve alîm olan Allah'ın takdiridir.” Ay‟ın ve Dünya‟nın bir yörüngesi olduğu, Kuran‟dan yüzyıllar sonra öğrenilmiĢtir. Bırakın yörüngeyi, Dünya‟nın yuvarlak olduğu bile Kuran‟dan yüzyıllar sonra öğrenilmiĢtir. Bu ayette bir de GüneĢ‟in yörüngesi olduğu söylenmiĢtir. Son yıllara kadar, teknolojinin içinde bulunduğu durum münasebetiyle, GüneĢ‟in bir yörüngede yüzdüğü anlaĢılmadığından, GüneĢ duruyor diye kabul edilmiĢtir. Teknolojinin daha da geliĢmesiyle günümüzde GüneĢ‟in de hareket ettiği ve Samanyolu‟nun merkezinin çevresinde tahminen 26.000 ıĢık yılı uzaklıkta döndüğü öğrenilmiĢtir. Bazı bilim adamları GüneĢ‟in bu yörüngesine Solar Apex demiĢlerdir. 6- YASĠN 36. “Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri Ģeylerden bütün çiftleri yaratan Allah'ı tesbih ve takdis ederim.” ZARĠYAT 49. “Her Ģeyden de çift çift yarattık ki, düĢünüp öğüt alasınız.” TAHA 53. “Yeryüzünü size beĢik yapan, onda sizin için yollar açan, gökten su indiren O'dur. Biz o suyla çeĢitli bitkilerden çiftler çıkardık.” RAD 3. “…Bütün meyvelerden kendi içlerinde ikiĢer çift yaratmıĢtır O…” Bitkileri bile diĢilik, erkeklik özelliği ile yaratan ALLAH, manevi kavramlar dahil bir çok Ģeyi zıtlıklarıyla yaratmıĢtır. Bugün CERN‟de yapılan araĢtırmalarla kesinleĢmiĢtir ki, maddenin bile bir anti-maddesi vardır. 7- MÜLK 3. “O ki, birbiri ile ahenktar yedi göğü yaratmıĢtır. Rahmân olan Allah'ın yaratıĢında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?” Atmosfer‟in 7 tabakası vardır. Bunlar; Troposfer, Stratosfer, Ozonosfer, Mezosfer, Termosfer, Ġyonosfer ve Ekzosfer‟dir. 8- TALAK 12. “Allah, yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Ferman bunlar arasından inip durmaktadır ki, böylece Allah'ın her Ģeye kadir olduğunu ve her Ģeyi ilmiyle kuĢattığını bilesiniz.” Yeryüzünün de 7 tabakası vardır. Bunlar; Litosfer(Su), Litosfer(Kara), Üst Manto, Astenosfer, Manto, DıĢ Çekirdek ve Ġç Çekirdek‟tir. Ayrıca bu durum yukarıda 6. Maddede söylenen çift yaratılma konusunda da güzel bir örnektir. Birbiriyle zıt olarak düĢünebileceğimiz yer ve göğün ikisi de 7 katmandan oluĢmaktadır. 9- ENBĠYA 32. “Biz, gökyüzünü korunmuĢ bir tavan gibi yaptık. Onlar ise, gökyüzünün âyetlerinden yüz çevirirler.” Atmosferin, gözle görünemeyen gazlarla sarılmıĢ olması, dünyamızı meteorlardan, yüksek sıcaklıktan ve zararlı ıĢınlardan korumaktadır. Bugün bir çocuğa bile ozon tabakasının faydasını sorsanız bilir ama 600‟lü yıllarda bu durum hiç Ģüphesiz bilinmiyordu. 10- NEML 88. “Sen dağları görürsün de, onları yerinde durur sanırsın. Oysa onlar bulutların yürümesi gibi yürümektedirler. (Bu,) her Ģeyi sapasağlam yapan Allah'ın sanatıdır. ġüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır.” Asırlarca Dünya‟nın yuvarlak olduğuna ve kendi ekseni etrafında döndüğüne karĢı çıkıldı ve her dinden bunu savunan insanlar kafirlikle suçlanıp idam edildi. Bu ayetten hem Dünya‟nın dönmesi hem de yer kabuğunun hareket etmesi sonucunu çıkarabiliriz. Yer kabuğu da Dünya gibi hareket etmektedir. Kıtalar ve dağlar da yer kabuğunun hareketi sonucu oluĢmuĢtur. 11- RAHMAN 19, 20. “Ġki denizi birbirine kavuĢmak üzere salıvermiĢtir. Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karıĢmazlar.” FURKAN 53. “Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu ve acı iki denizi salıveren ve aralarına bir engel, aĢılmaz bir sınır koyan O'dur.” ALLAH‟ın bir mucizesidir ki; okyanus suları, deniz suları sanki birleĢme noktalarında bir su perdesi varmıĢ gibi birbirlerine karıĢmamaktadır. 12- NUR 40. “Yahut (o kâfirlerin duygu, düĢünce ve davranıĢları) engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir; (öyle bir deniz) ki, onu dalga üstüne dalga kaplıyor; üstünde de bulut... Birbiri üstüne karanlıklar...” Denizin 200 metre altına ıĢık ulaĢamamakta ve bütün denizlerin 200 metre altı tabiri caizse zifiri karanlık olmaktadır. Diğer bir bilgi ise, denizlerin sadece üstünde değil, içlerinde de dalgaların oluĢtuğunun gözlemlenmesi, denizlerin dalga üstünde dalga olan bir yapısının olmasıdır. IĢığın 200 metre derinliği aĢamaması ve iç dalgalar 20. Yüzyıldan önce bilinmemekteydi. 13- NEBE 6, 7. “Biz yeryüzünü bir döĢek, yapmadık mı? Dağları da birer kazık…” Dağlar bir kazık gibi yer küreye saplanmıĢ bir görüntü sergilemektedir. Dağların da bir bitki gibi kökleri vardır. Örneğin, Everest Dağı‟nın yüksekliği 9 km iken, yerin altındaki kökü 125 km civarıdır. 14- YASĠN 80. “YeĢil ağaçtan sizin için ateĢ çıkaran O'dur. ĠĢte siz ateĢi ondan yakıyorsunuz.” TEKVĠR 18. “Ve nefes almaya baĢladığı zaman sabaha.” Ġnsanoğlunun yaĢamı için ihtiyaç duyulan oksijen, ağaçların fotosentez yapması sonucu elde edilir. Ağaçlar, gündüz güneĢ ıĢığı sayesinde fotosentez; gece ise insanlar gibi solunum yaparlar. Ağacın gerçekleĢtirdiği fotosentez sonucu ortaya çıkan oksijen sayesinde biz ateĢ yakabiliriz. Bilindiği gibi bir yangında da yangını söndürebilmek için ateĢin oksijen ile teması kesilmektedir. Sormak gerekir, Muhammed Peygamber zamanında fotosentez, oksijen bunlar da mı biliniyordu? 15- ENAM 125. “…Saptırmayı dilediğinin de göğsünü öylesine daraltıp tıkar ki, o, göğe yükseliyormuĢ gibi olur…” Yerden yükseldikçe, kiĢinin üzerindeki basınç artar. Bu durumda kiĢinin nefes alması zorlaĢır, dolaĢım ve sinir sistemi bozulmaya baĢlar ve üstünde kilolarca ağırlık varmıĢ gibi hisseder. Burada basınç örnek gösterilerek yapılan benzetme de bir mucize niteliğindedir. 16- ZÜMER 6. “Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, bir yaratıĢtan öbürüne geçirerek oluĢturuyor.” Üç karanlık Ģeklinde bahsedilen, anne karnındaki iç içe 3 bölge; karın duvarı, rahim duvarı ve amniyon kesesidir. Bu bölgede cenin, pre-embriyonik, embriyonik ve fetal aĢama ile bir yaratılıĢtan öbürüne geçerek bir bebek haline gelir. 17- KIYAMET 3,4. “Ġnsan, kendisinin kemiklerini asla bir araya toplamayacağımızı mı sanıyor? Hayır, sandığı gibi değil! Biz onun parmak uçlarını da tam bir biçimde düzenlemeye gücü yetenleriz.” Her insanın parmak uçlarındaki parmak izlerinin ayrı ayrı yaratılması da ALLAH‟ın ayetlerindendir. Her insanın ayrı bir parmak izi olduğunun tespiti ise ilk defa 17. Yüzyılın sonunda Nehemiah Grew ve Marcello Malpighi gibi anatomistlerin iddialarına dayanmaktadır. 18- MÜRSELAT 8. “Yıldızların ıĢığı söndürüldüğü zaman” TEKVĠR 1. “GüneĢ katlanıp dürüldüğünde” Yazının baĢlarında da belirttiğimiz gibi her yıldızın bir ömrü vardır ve muhakkak her yıldız bir gün ölecektir. 19- HADĠD 25. “…Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır…” Demir elementinin oluĢması için gereken sıcaklık, ne Dünya‟da ne de GüneĢ‟te hiçbir zaman görünmemiĢtir. Ancak bugün Dünya‟da demir elementine rastlanıyor olması gerçekten çok ilginçtir. Dünya‟da demirin olabilmesi için ya GüneĢ‟ten daha büyük yıldızların olduğu sistemlerde üretilen demirin kendi kendine Dünya‟ya gelmesi ya da ALLAH tarafından özel olarak indirilmesi gerekmektedir. 20- ALĠ ĠMRAN 59. “Allah nezdinde Ġsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona "Ol!" dedi ve oluverdi.” Kuran‟da onlarca matematiksel mucizeler söz konusudur. 19 sayısıyla ilgili mucizeler olduğu gibi, birbiriyle benzer veya zıt kelimelerin Kuran‟da aynı sayıda tekrar edilmesi Ģeklinde mucizeler de vardır. Biz bu tür mucizelerden sadece birini göstereceğiz. O da, Kuran‟da Ġsa Peygamber ile Adem isminin eĢit sayıda kullanılmıĢ olmasıdır. Ali Ġmran 59‟da ALLAH, babasız yaratılmaları sebebiyle iki peygamberi birbirine benzetmiĢtir. Kuran‟da bu Ģekilde birbirine benzetilen baĢka iki peygamber yoktur. Ġsa ismi, Kuran‟da Bakara 87,136,253; Ali Ġmran 45,52,55,59,84; Nisa 157,163,171; Maide 46,78,110,112,114,116; Enam 85; Meryem 34; Ahzap 7; ġura 13; Zuhruf 63; Hadid 27; Saff 6,14 ayetlerinde geçmekte olup, Kuran‟da toplam 25 defa ismi zikredilmektedir. Bu mucizenin oluĢması için ALLAH, baĢka ayetlerde Ġsa için “Meryem oğlu” veya “Meryem oğlu Mesih” ifadelerini kullanmıĢtır. Adem ismi, Kuran‟da Bakara 31,33,34,35,37; Ali Ġmran 33,59; Maide 27; Araf 11,19,26,27,31,35,172; Ġsra 61,70; Kehf 50; Meryem 58; Taha 115,116,117,120,121; Yasin 60 ayetlerinde geçmekte olup, Kuran‟da toplam 25 defa ismi zikredilmektedir. Tekrar etmek gerekir ki, bunlar Kuran‟daki mucizelerin bir kısmıdır. Ayrıca daha keĢfedilmemiĢ mucizelerin de olduğu muhakkaktır. Bütün bunlar ALLAH‟ın varlığının ve Kuran‟ın gerçekliğinin ispatıdır, delilidir. FUSSĠLET 53. “Ġnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi (delillerimizi) göstereceğiz ki onun (Kur'an'ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun…” Tüm bunlara rağmen halen ALLAH‟a inanmamaya, Kuran‟ı bir kenara itmeye devam mı edeceksiniz? Hangi mantıkla, hangi delille “ALLAH yok” veya “Kuran Muhammed uydurmasıdır” diyeceksiniz. HUD l3, 14. “Yoksa "Onu (Kur'an'ı) kendisi uydurdu" mu diyorlar? De ki: Eğer doğru iseniz Allah'tan baĢka çağırabildiklerinizi (yardıma) çağırın da siz de onun gibi uydurulmuĢ on sure getirin. Eğer (onlar) size cevap veremiyorlarsa, bilin ki, o ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiĢtir ve O'ndan baĢka tanrı yoktur. Artık siz Müslüman oluyor musunuz?” ZAMAN ENAM 101. “O, göklerin ve yerin eĢsiz yaratıcısıdır. O'nun eĢi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir! Her Ģeyi O yaratmıĢtır ve her Ģeyi hakkıyla bilen O'dur.” ZÜMER 62. “ALLAH Haalik'tir, her Ģeyin yaratıcısıdır. Her Ģey üzerine Vekil olan da O'dur.” MÜMĠN 62. “Her Ģeyin yaratıcısıdır O.” Ģeklinde ve baĢka birçok ayet ile de her Ģeyin ALLAH tarafından yaratıldığı belirtilmiĢtir. Gezegenleri, insanları, ağaçları, dağları yani bütün maddi Ģeyleri o yaratmıĢtır. Bunun yanı sıra bütün manevi Ģeyleri de o yaratmıĢtır; mutluluk, hüzün, özlem, umut gibi. Bütün bunları algılamamızda sorun yoktur. Ama çoğumuzun algılamakta ve kafamızda oturtmakta zorlandığımız Ģey, zamanı da o yaratmıĢtır. Bu sonsuzluğa sebebiyet verir ki, burada maalesef beynimiz bu zamanın olmadığı sonsuzluk Ģeklini anlayabilmekte yetersiz kalmaktadır. “ALLAH'ı idrak, O‟nun idrak edilemeyeceğini idraktir.” HALĠFE EBU BEKĠR ALLAH katında; dün, bugün, yarın yoktur. Dünyayı var ettiği ve bundan sonra var edeceği zaman dilimi bize göre milyonlarca yıl, ona göreyse sadece bir andır. Bizim beĢ dakika sonra gerçekleĢecekleri bilmek için, beĢ dakika sonrasını beklemekten baĢka çaremiz yoktur. Ancak onun için, bize yarattığı yaĢam, çoktan yaĢanmıĢ ve bitmiĢtir. Sonsuz güç sahibi için bunlar hiçbir Ģey değildir. O, zamanı diğer bütün Ģeyler gibi bizim için yaratmıĢtır ve kendi yarattığı bir Ģeyden pek tabiî ki münezzehtir. Kendi yarattığı bir Ģeye bizim gibi çaresizce bağımlı olabileceğini düĢünmek komik olur. Çok basit bir örnek: Ġki tane insan seçelim. Aynı tarihte birini 10:00 dan 12:00 ye kadar kendisi için önemli olan çok zor bir sınava, diğerini de aynı iki saatlik dilimde çok sürükleyici bir sinema filmine koyalım ve karĢılaĢtıralım. Günlük hayatta çok karĢılaĢtığımız, biri için dakikalar geçmezken, diğeri için saatler su gibi akıp geçer. ĠĢte bu, zaman algısıdır. Ġnsandan insana bile izafi olan zaman, her Ģeyi yaradan ALLAH için nasıl izafi olmasın. Zamanın izafiliğine, rüyaların bilimsel olarak saniyeler sürdüğü ama bizim filme çeksek saatlerce sürecek olaylar görmemizi de ekleyebiliriz. Einstein‟ in meĢhur örneği; ikiz kardeĢlerin birini dünyada bırakıp, diğerini uzayda yüksek bir hızda yolculuk ettirirsek yıllar sonra ikisini yan yana getirdiğimizde, dünyada yaĢayan kardeĢin çok daha yaĢlandığını gözlemleriz. Çünkü yerin merkezine olan uzaklığı da hesaba katmakla beraber, bir maddenin hızı o maddenin üzerindeki zamanında hızlı veya yavaĢ akmasına sebebiyet vermektedir. ĠĢte bu da, izafiyet teorisidir. O zaman Einstein‟ in izafiyet teorisine göre sonsuz bir hızla hareket edilirse, sonsuz hızın sonucunda zamanın sonsuz kısalacağı Ģeklinde formüle ederek, zaman kavramının olamayacağını (0‟a sonsuz derecede yaklaĢacağını) kanıtlayabileceğimizi düĢünüyorum. Teoride bile mümkün olan, her Ģeyi yaratan sonsuz güç için nasıl mümkün olmasın. Caner Taslaman‟ın Big Bang ve Tanrı kitabından izafiyet teorisinin deneysel ispatının anlatıldığı bölümü aynen alıyorum: “İzafiyet teorisi, zamanın mutlak olmadığını, zamanın, hıza ve çekim gücüne bağlı olarak değiştiğini göstererek, büyük bir zihinsel devrime sebep oldu... İlerleyen yıllarda yapılan deneyler de Einstein’ın haklılığını gösterdi. Örneğin biri Londra’dan Çin’e uçan bir uçağın içinde ve diğeri yeryüzünde olmak üzere iki tane çok hassas atom saati aynı anda kuruldu. John Laverty’nin ayarladığı bu saatler 300.000 yılda sadece 1 saniye hata yapabilecek kadar mükemmeldiler. Uçak yüksekten uçtuğu için, Dünya’daki çekim gücünden daha düşük bir çekimde hareket etmektedir. Çekim gücü zamanı etkilediğine göre uçuşun sonunda iki saatin farklı zamanları göstermesi beklenmektedir. Bu fark çok az olduğu için, ancak böylesi hassas bir saatle bu farkı tespit etmek mümkündü. Nitekim saatlerin arasında saniyenin 55.000.000.000’da 1’i kadar fark vardı. Bu da, Einstein’ın zamanın izafiliği konusunda teorik olarak söylediklerini, deneysel olarak ispat ediyordu. Zamanı, mutlak ve çekim gücünden bağımsız kabul eden eski yaygın inanışa göre, böyle bir şey asla olamazdı. Bu deney gibi daha birçok deneyle Einstein’ın formülleri doğrulandı.” Einstein ve sonrasında Big Bang ile öğrenilen bilgiler bize, Big Bang ile sadece evrenin değil, zamanında oluĢturulduğunu göstermektedir. Zamanın, mutlak ve sonsuz bir kavram olmadığı ispatlanmıĢtır. Big Bang„den önce zaman yoktur ve evren ile zaman, Big Bang ile oluĢturulmuĢtur. Big Bang‟ten önce, Kuran‟da anlatılan “Yokluk” söz konusudur. ALLAH, Kuran‟da Secde 5, Mearic 4, Yunus 45 ve Müminun 112-113 ayetlerinde zamanın izafiliğine iĢaret etmiĢtir. Bu ayetleri de Muhammed mi uydurdu? Bizim sorgulamamız gereken Ģu; evrenin oluĢturulmasından önce var olmayan zaman, yani evrenle var edilen, ortaya çıkan zaman, kendi kendine tesadüfen mi ortaya çıktı, yoksa sonsuz bir güç tarafından özel olarak mı var edildi? Evrenin ve zamanın bir baĢlangıcı olduğu bilimsel olarak ispat edildikten sonra (tahminen 15 milyar yıl) bu iki seçenekten baĢka kabul edebileceğimiz bir Ģey kalmadı. Tesadüfen oluĢtu demek gerçekten komik ve bilimden uzak olur, çünkü bütün bunların tesadüfen oluĢması imkansızdır. Geriye bütün bunların mekandan, zamandan münezzeh, sonsuz bir güç tarafından tasarlandığına inanmaktan baĢka bir seçenek kalmamıĢtır. Ġstediğiniz kadar kafa patlatın, bütün bilim adamlarını bir araya getirtin, bilimin günümüzde geldiği nokta ile bu seçenekten baĢka bir seçenek bulamazsınız. KADER Bazı tasavvuf alimleri, kader kavramını öyle bir yorumlamıĢlardır ki, insanın beynini, düĢünebilmesini, özgür iradesini ve bu dünyadaki imtihan boyutunu yok saymıĢlardır. Onlara göre kader, insanın kuklalaĢması ve ALLAH‟ın kendi isteğine göre bu kuklaları oynatmasıdır. Ġnsan bir robottur ve bu robotlar ALLAH ne derse onu yapar. ALLAH günah iĢleyin der, günah iĢler ve bunla eğlenen ALLAH, birde kendi iĢlettiği günahı gerekçe göstererek o robotu cehenneme atar. Bu yorumun saçmalığı savunulduğunda ya da insanlar anlayamadıklarını belirttiğinde ise, mübarekler hemen bunun çok ağır bir kavram olduğunu, biz basit Müslümanların anlayamayacağını söylerler. Çözüm ise, bilmek ile istemek arasındaki nüansta gizlidir. ALLAH her Ģeyi bilir ancak her Ģeye müdahale etmez. Senaryonun çerçevesini o çizmiĢtir, ama bizimde kendi irademizle içini dolduracağımız alanlar bırakmıĢtır. Bu alanları nasıl dolduracağımızı, neler yapacağımızı o yine bilecektir. Zaten bilemeyecekse o zaman ALLAH olamayacaktır. Sonsuz bir gücün benim ne yapacağımı bilememesi zaten mantıksız olurdu. Ama bilmesi, her kararımı bizzat onun yaptırdığı anlamına gelmez. Çerçeveyi o çiziyor, o her Ģeyin nasıl geliĢeceğini biliyor, fakat çerçevenin içinde benim doldurmamı istediği alanları, ben özgür irademle dolduruyorum. Dolayısıyla kader kavramı, her Ģeyi, bütün senaryoyu onun yazdığı ve onun yönettiği, bizim ise sadece o senaryoyu oynayan oyuncular olduğumuz anlamını taĢımaz. Biz oyuncular, bu dünya senaryosunda, senaristin izin verdiği ölçüde doğaçlama oynayabiliriz. Normalden farkı ise burada sonsuz güç sahibi senarist, bu doğaçlamamızı nasıl gerçekleĢtireceğimizi önceden bilir ve yine sonsuz güç sahibi yönetmen bu doğaçlamamız üzerinden bizi sınar. ĠĢte bizi sınaması, doğaçlama oynamamız için bırakılan bu alanlar da, rastlantısal olarak veya hiçbir amaç taĢımadan bu alanların oluĢturulmadığını gösterir. Hepsi düĢünülerek, tasarlanarak, sizin nasıl oynayacağınızı görmek için oluĢturulmuĢtur. Bütün bu boĢlukları, o bir sınav olarak önümüze koymuĢtur. Bir nevi, boĢluk doldurma sınavındayız. Eğer kader kavramı, boĢluk olmadığı veya boĢlukları da onun istediği Ģekilde doldurduğumuz anlamına gelseydi, o zaman sevap ve günah kavramlarının varlığı anlamsızlaĢırdı. “Nasılsa her Ģey benim kaderimde yazıyor, pekala bende hiçbir Ģey yapmayayım, zaten o ne derse o oluyor”, Ģeklinde bir görüĢ çok basit ve yanlıĢ bir görüĢtür. Her Ģeyinin kaderinde yazması, yukarıda bahsettiğim, onun zamanın ötesinde olup her Ģeyi bilmesinden baĢka bir Ģey değildir. Bu, senin hiçbir özgür iradenin ve kararlarının olamayacağı, amiyane tabirle yan gelip yatabileceğin anlamına gelmez. Kaderin arkasına, yalnızca senin özgür iradenle bütün yapabileceklerini yaptığını zannettikten sonra, halen senin doğru, iyi ve güzel olarak nitelediğin sonuca ulaĢamadığını sandığında sığınabilirsin ki, bu da aslında diğeri kadar olmasa da basit bir görüĢtür. Çünkü hem sınavın nasıl devam edeceğini ve aslında sınavda O‟nun neyi baĢarmamızı beklediğini bilemeyiz hem de bize göre doğru, iyi ve güzel sonucun gerçekte doğru, iyi ve güzel bir durum olup olmadığını sadece O bilebilir. Bu yüzden, deveni sağlam kazığa bağladıktan sonra yine de deve çalındıysa “Ne yapalım kaderimizde bu varmıĢ” gibi bir anlayıĢtansa “Mevla‟m bakalım neyler, neylerse güzel eyler” Ģeklindeki bir anlayıĢ çok daha doğrudur. Çünkü sen yapabileceğin her Ģeyi yapıp, gerisinde ALLAH‟a tevekkül etmene rağmen deve çalındıysa, illaki bunun tasarımda özel bir yeri vardır. Devenin çalınması sana göre kötüdür. Devenin çalınması; belki sana bir ödül olabilir, belki de sınavın henüz bitmediği, devamında asıl ödülü alabileceğin ihtimali söz konusu olabilir. Örneğin; bütün yapabileceğini yaptığını düĢünüp, yine de iflas eden bir iĢ adamı düĢünelim. Bu süreçte kazandığı deneyim, hayata bakıĢ açısı ve olgunluk ile bunun sonucunda çok daha büyük yerlere gelmesi, ileride o Ģahsa bu iflasın aslında bir ödül olduğu ve hiç de kaderin arkasına sığınıp, kötü bir Ģey baĢına geldiğine inanarak umutsuzluğa düĢmesine gerek olmadığı gerçeğini gösterecektir. Her Ģey, mükemmelce tasarlanmıĢtır, her Ģey en ince ayrıntısına kadar düĢünülmüĢtür. Bu sonsuz bir güç için hiç de zor değildir. Ayrıca hiç unutulmaması gereken bir Ģey, ALLAH‟ın asla kullarına zulmetmeyeceğidir. Bu mükemmel tasarım içinde, baĢımıza kötü bir Ģey gelirse, hemen ALLAH‟a neden demeye baĢlamayalım. Biz gerçekte neyin doğru, neyin yanlıĢ olduğunu bilemeyiz. Bize kötü gibi gelen bir Ģeyin, yıllar sonra iyi olduğunu mutlaka göreceğizdir. Ama zararımız, zamanında bunu göremeyerek imtihandan düĢük not almamız olacaktır. BAKARA 49. “Hatırlayın ki, sizi, Firavun taraftarlarından kurtardık. Çünkü onlar size azabın en kötüsünü reva görüyorlar, yeni doğan erkek çocuklarınızı kesiyorlar, (fenalık için) kızlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Aslında o size reva görülenlerde Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.” BAKARA 155-157. “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber! ) Sabredenleri müjdele! O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz, derler. ĠĢte Rablerinden bağıĢlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.” Bir yakınımız ölmüĢtür ve biz ALLAH‟a isyan etmeye baĢlarız. O kiĢinin ölmesi bize göre kötüdür. Belki onun için bir kurtuluĢtur. Belki de, kalanlar için kurtuluĢtur. Belki ölüm, bizim zannettiğimiz kadar kötü bir Ģey değildir. Dolayısıyla biz, gelecekte ne olacağını bilmediğimizden de, neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilemeyiz. Ama O bilir. Bundan dolayı baĢımıza kötü bir Ģey geldiğini zannettiğimizde isyan etmemeliyiz. Bunun bir imtihan olduğuna, ALLAH‟ın bize düĢman olmadığına, asla bize zulmetmeyeceğine inanalım. Ġmtihanı tevekkülle geçelim. NĠSA 78. “Nerede olursanız olun ölüm size ulaĢır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa "Bu Allah'tan" derler; baĢlarına bir kötülük gelince de "Bu senden" derler. "Hepsi Allah'tandır"" de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar!” ZÜMER 49. “Ġnsana bir zarar dokunduğu zaman bize yalvarır. Sonra, kendisine tarafımızdan bir nimet verdiğimiz vakit, "Bu bana ancak bilgimden dolayı verilmiĢtir" der. Hayır o, bir imtihandır, fakat çokları bilmezler.” BaĢınıza bir kötülük geldiğinde, bunun sebebini Ģeytanda falan aramayın. ġeytan emir kuludur. Ġyiliği ALLAH yarattı da, kötülüğü Ģeytan mı yarattı? Hatta Ģeytanı da aynı ALLAH yaratmadı mı? BaĢımıza kötü bir Ģey geldiğinde, meseleyi kendimizde arayalım. Uhud savaĢında yenilen Müslümanların sorunu kendilerinde aradığı gibi. (Bu örnek ile ilgili ayetler yazının sonunda paylaĢılmıĢtır.) Öz eleĢtiri yapalım. Bulduğumuz, farkına vardığımız yanlıĢlarımızı düzeltmeye baĢlayalım. Tasarımın ve imtihanın farkında olalım. ALLAH‟ın sebepsiz yere bize musibet vermeyeceğini, bunların altında birçok imtihan olduğunu unutmayalım. ALLAH, zalim olduğu için mi kendisini en çok seven insana, Muhammed‟e altı tane evlat acısı verdi? Hayır yalnızca, her beĢere yaptığı gibi onu da imtihan etti. Ama Peygamberimizin manevi gücü çok fazla olduğu için, onu böyle büyük acılarla imtihan etti. Bizi ise oranlayarak daha düĢük acılarla imtihan edecek. ANKEBUT 2. “Ġnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "Ġman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?” ġURA 30. “BaĢınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle iĢledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.” TAHA 131. “Sakın, kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine gözlerini dikme!” ENBĠYA 35. “Her canlı, ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da, Ģerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.” MÜLK 2. “O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıĢtır. O, mutlak galiptir, çok bağıĢlayıcıdır.” ĠĢte kader, ALLAH‟ın her Ģeyi bilmesi, hayatımızı en ince ayrıntısına kadar mükemmelce tasarlamasıdır. Bu tasarımı da insanları imtihan etmek için oluĢturmuĢtur. Biz özgür irade ve düĢüncelerimiz ile bu tasarımın içinde imtihana tabiyiz. Not: Uhud SavaĢı‟nda da bir imtihan olduğunu örnek göstermiĢtik. Bu örnek ile ilgili ayetleri yazının sonunda paylaĢıyorum. ALĠ ĠMRAN 139-144 “GevĢeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmıĢsanız, üstün gelecek olan sizsiniz. Eğer siz (Uhud'da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir'de de düĢmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıĢtır. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.) Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan Ģahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez. Bir de (böylece) Allah, iman edenleri günahlardan temize çıkarmak, kâfirleri de helâk etmek ister. Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız? Andolsun ki siz, ölümle yüzyüze gelmezden önce onu temenni ederdiniz. ĠĢte Ģimdi onu karĢınızda gördünüz. Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiĢtir. ġimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah'a hiçbir Ģekilde zarar vermiĢ olmayacaktır. Allah, Ģükredenleri mükâfatlandıracaktır.” ALĠ ĠMRAN 152, 153. “Siz Allah'ın izni ile düĢmanlarınızı öldürürken, Allah, size olan vâdini yerine getirmiĢtir. Nihayet, öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınızı (galibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düĢtünüz; (Peygamberin verdiği) emir konusunda tartıĢmaya kalkıĢtınız ve âsi oldunuz. Dünyayı isteyeniniz de vardı, ahireti isteyeniniz de vardı. Sonra Allah, denemek için sizi onlardan (onları mağlup etmekten) alıkoydu. Ve andolsun sizi bağıĢladı. Zaten Allah, müminlere karĢı çok lütufkârdır. O zaman Peygamber arkanızdan sizi çağırdığı halde siz, durmadan (savaĢ alanından) uzaklaĢıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz. (Allah) size keder üstüne keder verdi ki, bundan dolayı gerek elinizden gidene, gerekse baĢınıza gelenlere üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” ALĠ ĠMRAN 154. “… Allah, içinizdekileri yoklamak ve kalplerinizdekileri temizlemek için (böyle yaptı). Allah içinizde ne varsa hepsini bilir.” ALĠ ĠMRAN 165, 166. “(Bedir de) iki katını (düĢmanınızın) baĢına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud'da) kendi baĢınıza geldiği için mi "Bu nasıl oluyor!" dediniz? De ki: O, kendi kusurunuzdandır. ġüphesiz Allah'ın her Ģeye gücü yeter. Ġki topluluğun karĢılaĢtığı gün sizin baĢınıza gelen, Allah'ın izniyledir ve Allah, müminleri bilsin diyedir.” CENNET - CEHENNEM Cennet-cehennem üzerine birçok masallar, rivayetler hatta fantastik kurgular yazılmıĢtır. Ancak, cennet ve cehennem gayptır. Gaybı ise yalnızca ALLAH bilir. Kuran ile sabittir ki, gaybı peygamberler bile bilemez. EN‟AM 50. “De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düĢünmez misiniz?” Fakat ne hikmettir, sanki turistik bir gezi ile görülmüĢ bir Ģehir gibi cennet ve cehennem anlatılmaktadır. Cennetin sekiz kapılı olduğu, evlerin altın ve gümüĢten olduğu, taĢların inci ve yakut olduğu anlatılır. Cehennemde ise; Yüzüklerin Efendisi, Harry Potter gibi eserlerdeki canavar, yaratık tasvirleri yapılır. Bu fantastik kurguları tarih boyunca her kesimden insan yapmıĢtır. Dante‟nin Ġlahi Komedyası‟nda da, cehennemde birçok ilginç canavarlar yaratılmıĢtır. Tüm bu “Ġlahi Komedya”lar, hakikaten “komedya”dır. Ayrıca, cennet ile cehennem arasında sırat köprüsü anlatılır ki, bu köprü kıldan ince, kılıçtan keskin, yolu kaygan bir köprüdür. Kullarını cehennemde yakmak için sabırsızlanan bir tanrı varmıĢ gibi. Birde bu tanrı, kullarını cennete yerleĢtirdiğinde, boĢ yer kaldığını fark edecek ve yeni nesiller yaratıp, bu cenneti dolduracaktır. ALLAH‟ın cenneti sınırlıymıĢ meğer. Gücü, sonsuz bir cennet yaratmaya yetmedi mi acaba? Tüm bunlar, bir mitoloji merakının sonucudur. Bunlar ve bunlar gibi birçok hikayeler ve kurgular, dini mitolojileĢtirmek, ALLAH‟ı da Zeus veya Hades yerine koymaktır. Onu; zulmedici, halkları helak edici, azap çektirici bir varlıkmıĢ gibi göstermektir. Bu, sonsuz merhamet sahibi bir güce atılan iftiradır. YUNUS 44. “ġüphesiz ki Allah insanlara hiçbir Ģekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler.” HUD 117. “Halkı iyi olduğu halde Rabbin, haksızlıkla memleketleri helâk etmez.” Cennet ve cehennem gayptır ve gaybı yalnızca ALLAH bilir. O, Kuran‟da ne anlattıysa, biz ancak o kadarını bilebiliriz. Gerçi bunları bilince ne olacak, o da ayrı bir konudur. Bizim için önemli olan, cennet-cehennemin Ģekli, yüz ölçümü, doğal kaynakları falan değil, neden var olduğudur. Cennet ve cehennem, hayat denen imtihanın sonucundaki ödül ve cezadır. Bir imtihana ödül-ceza sistemini koymazsanız, kimse o imtihana çalıĢmaz. En basiti, ilköğretimde karneyi kaldırırsanız, öğrencilerin tamamına yakını gideyim de matematiği bir öğreneyim demez. Üniversite sınavının sonucunda baĢarısız olanlar da istediği üniversiteye gidecek olsa, kimse üniversite sınavına çalıĢmaz. Bu sosyolojik ve psikolojik bir gerçektir. ALLAH‟ta kullarına cennet ve cehennemin varlığından bahsetmese, eminim suç oranında büyük artıĢ olurdu. Kimsenin iyi olma gibi bir amacı olmaz, iyilik nedir bilmezdi. Cehennem, hayatta yaptığımız kötülüklerin, yanlıĢların bedelinin ödeneceği yerdir. Buradaki sorun, anlattıkları gibi, insanoğlu en ufak bir yanlıĢta cehenneme mi atılacaktır? ALLAH, kullarını cehenneme atmak için sabırsızlanmakta mıdır? Ulemanın anlattıklarına bakılsa, yere çöp atsan cehenneme girersin. Zaten kendi kafalarına göre bir dünya haramlar listesi uydurduklarından ulema mensupları dıĢında birisinin cennete girmesi imkansıza yakındır. Hatta onlara göre Müslüman değilsen hiç harama bulaĢmasan da cenneti rüyanda görürsün. Ama Müslüman olup hacı, hocanın eteğine yapıĢırsan cennete girersin. Önce, Müslüman olmayanların cennete girip, giremeyeceğini inceleyelim. Bir insan hayatını iyiliğe harcasa da, Müslüman olmadığı için cennete giremez mi? ALLAH, onun iyiliklerini karĢılıksız bırakır da, cennetini ondan esirger mi? BAKARA 62. “ġüphesiz iman edenler; yani Yahudilerden, Hristiyanlardan ve sâbiîlerden Allah'a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp sâlih amel iĢleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.” MAĠDE 69. “Ġman edenler ile Yahudiler, Sâbiîler ve Hristiyanlardan Allah'a ve ahiret gününe (gerçekten) inanıp iyi amel iĢleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek de değillerdir.” YUNUS 47. “Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez.” Ġslam‟dan önce, Hristiyanlar ile Yahudiler de aynı yanlıĢı yapıyorlar ve kendilerinden olmayanların cennete giremeyeceğini iddia ediyorlardı. ALLAH, ayeti indirdi fakat Müslümanlar kıyaslama yapmayarak bugün aynı yanlıĢı yapmaya devam ediyor. BAKARA 111. “(Ehl-i kitap:) Yahudiler yahut Hıristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek, dediler. Bu onların kuruntusudur. Sen de onlara: Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin, de.” Mesele, hangi dine mensup olduğun değil, iyi bir insan olup olmadığındır. Bunların dıĢında ulema, kendince haramlar icat etti ve bu haramları iĢleyenlerin cehenneme gireceğini söyledi. Haramlar hakkındaki ayetleri ve uydurmaları “Mezhepler” bölümünde söylediğimiz için bu bölümde geçiyoruz. Burada, en ufak bir günah iĢleyenin cehenneme girip, girmeyeceğini inceleyelim. Ulema, hadise dayanarak en ufak bir günah iĢleyenin cennete giremeyeceğini söyledi. Sonsuz merhamet sahibi, tövbeleri çokça kabul eden ALLAH, küçük günahları affetmeyip, hemen cehennemlik mi sayar? ġURA 30. “BaĢınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle iĢledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.” ALLAH, kullarına zulmedici değildir. Ġnsan, kendi kendine zulmeder. Ama ALLAH, büyük günahlardan sakınanların, küçük günahlarını affeder. NĠSA 31. “Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi Ģerefli bir yere sokarız.” ġunu Ģunu yapmayan, bunu bunu yapan bir kiĢi kesinlikle cehenneme girer Ģeklinde genellemeler yapamayız. Büyük günahlardan sakınması koĢulu ile ALLAH, kullarının küçük günahlarını affeder. Büyük günahları ise, dilediği kimse için affeder. ALLAH sadece Ģirki affetmez. Ancak buradan da Ģirke bulaĢan birisinin kesinlikle cehenneme gideceğini söyleyemeyiz. Cehenneme gidebileceği gibi, bu günahın yani Ģirkin affedilmemesinden ötürü cennetteki derecesini de düĢürebilir. Takdir O‟nundur. NĠSA 116. “Allah, kendisine ortak koĢulmasını asla bağıĢlamaz; ondan baĢka günahları dilediği kimse için bağıĢlar. Kim Allah'a ortak koĢarsa büsbütün sapıtmıĢtır.” ALLAH, Ģirk dıĢındaki günahları affedebilir. Bunun en güzel örneği, Kuran‟da anlatılan Musa Peygamber‟in iĢlediği taksirle adam öldürme suçudur. Musa‟nın kavminden biri, baĢka kavimden biriyle kavga etmiĢti. Musa, bu kavgaya müdahale edip, kavminden olanı korumaya çalıĢırken, ne yazık ki, karĢısındakini öldürmüĢtü. Musa, hayatı boyunca bunun azabını çekmiĢti. Ulema, kul hakkı yiyenin cennete giremeyeceğini söyler. Bırakın cennete girmemeyi, Musa peygamber olmuĢtur. Bizim burada anlattıklarımızdan “Ġyi o zaman hadi kul hakkı yiyelim” diye düĢünecekler varsa, bu onların beyinsizliği olur. Bizim anlatmak istediğimiz, ALLAH‟ın iĢine karıĢıp, kendince kurallar oluĢturmanın yanlıĢlığıdır. Yoksa tabii ki, kul hakkı yemek çok yanlıĢtır ama bunu yapanlar kesinlikle cennete giremez diye bir Ģey yoktur. Pekala, gerçekten piĢman olup tövbe ederse, ALLAH, günahını affedip, cennetine alabilir. Ancak, yaptığı kötülükten piĢmanlık duymaz, yaptığı kötülük kendini çepeçevre kuĢatır yani içine iĢler, kötülükle bütünleĢirse o insanlar cehennemliktir. BAKARA 81. “Hayır! Kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuĢatırsa iĢte o kimseler cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.” Cehennemde, dünyada yapılan yanlıĢların bedeli ödenir demiĢtik. Peki bu bedel ateĢte yanarak mı ödenir? Eğer bildiğimiz ateĢin içinde yanarak acı çekeceksek, en basit çıkarım, demek ki, öteki dünyada sinir sistemimiz de olacak. Yoksa acı duymayız. Peki, kulları kuzu, piliç çevirme misali ateĢte yanarken ALLAH ne yapacak? Her halde, canice ve sadistçe kullarını izleyecek. Bütün bunlar, Rabbimize layık düĢünceler mi? Ben, cehennemdeki azabın, vicdan azabı Ģeklinde olacağını düĢünüyorum. MahĢerde insanın önüne, yaptığı bütün kötülükler konduğunda, insan yaptıklarından utanacak ve acı çekecektir. Böylece insan kendi kendine zulmedecek ve ALLAH kimseye zulmetmeyecektir. KEHF 49. “Kitap ortaya konmuĢtur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuĢ olduklarını görürsün. "Vay halimize! derler, bu nasıl kitapmıĢ! Küçük büyük hiçbir Ģey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüĢ!" Böylece yaptıklarını karĢılarında bulmuĢlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” Ġnsanların cehennemde ateĢ ile değil, vicdan azabı ile yanacağını düĢünüyorum. Bu sadece bir yorumdur. Vicdandaki piĢmanlık, devamlı olarak acı verecektir. Böylece ebedi cehennemlikte açıklanmıĢ olur. AĢağıdaki ayette de, kendini kınayan yani piĢmanlık duyan nefisten kastın vicdan olduğunu düĢünerek, bu yorumumun sağlamasını yapmıĢ oluyorum. KIYAME 2. “Kendini kınayan (piĢmanlık duyan) nefse yemin ederim. (diriltilip hesaba çekileceksiniz)” En nihayetinde, kullarını cehenneme atmak için sabırsızlanan bir ilahın varlığı söz konusu değildir. Aksi takdirde ALLAH, sonsuz merhamet sahibi, tövbeleri bolca kabul eden bir varlık değildir, demek zorunda kalırız. Birileri, insanları kötülükten uzak tutmak için, en ufak bir yanlıĢta insanların cehennemlik olacağını uydurdu. Ancak bu, ALLAH‟a iftira niteliğindedir. O‟nu, sadist, cani birer varlıkmıĢ gibi göstermektir. O‟nun büyüklüğünü bilmemektir. NĠSA 147. “Eğer siz iman eder ve Ģükrederseniz, Allah size neden azap etsin! Allah Ģükre karĢılık veren ve her Ģeyi bilendir.” ALLAH, cennetini kullarından esirgemez. Cennetine almak için sıkı Ģartlar aramaz. Onun istediği iyi insanlar olmamızdır. Ġyi insanlar olup, iyiliklerde, hayır iĢlerinde yarıĢtıktan sonra, ibadeti soracak değildir. Temiz bir insan olup, sayısız hayırlar iĢleyip ama ibadet etmediysen seni cennetinden kovacak değildir. Çünkü zaten zannedildiği gibi senden salt ibadet etmeni değil; iyi, temiz bir insan olmanı, dürüst olmanı, yardımlaĢmanı, paylaĢmanı istemektedir. Onun bu isteğine uygun bir insan olduktan sonra, sana eksik kıldığın namazın, eksik tuttuğun orucun hesabını sormaz. Çünkü zaten, ibadetin seni ulaĢtıracağı yere ulaĢmıĢsındır. Ġyi bir insan olma sonucuna hangi yoldan ulaĢtığının önemi yoktur. Bu düĢüncenin ispatı da aĢağıdaki ayetlerdir: NĠSA 122. “Ġman eden ve iyi iĢler yapanları, içinde ebedî kalmak üzere, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Allah, (bu söylenenleri) hak bir söz olarak vâdetti. Söz verme ve onu tutma bakımından kim Allah'tan daha doğru olabilir?” NĠSA 124. “Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mümin olarak iyi iĢler yaparsa, iĢte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.” ARAF 42. “Ġnanıp da iyi iĢler yapanlara gelince -ki hiç kimseye gücünün üstünde bir vazife yüklemeyiz- iĢte onlar, cennet ehlidir. Orada onlar ebedî kalacaklar.” RAD 29. “Ġman edip iyi iĢler yapanlara ne mutlu! Varılacak güzel yurt da onlar içindir.” HACC 50. “Ġman edip sâlih ameller iĢleyen kimseler için mağfiret ve bol rızık vardır.” SEBE 37. “Sizi huzurumuza yaklaĢtıracak olan ne mallarınızdır ne de evlâtlarınız. Ġman edip iyi amelde bulunanlar müstesna; onlara yaptıklarının kat kat fazlası mükâfat vardır. Onlar (cennet) odalarında güven içindedirler.” ĠNġĠKAK 25. “Ġman edip sâlih amel iĢleyenler baĢkadır; onlar için arkası kesilmeyen bir mükâfat vardır.” BÜRUC 11. “Ġman edip sâlih ameller iĢleyenlere ise, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. ĠĢte büyük kurtuluĢ budur.” Zebur‟dan örnek: MEZMURLAR 24: 3,4. “RAB'bin dağına kim çıkabilir, Kutsal yerinde kim durabilir? Elleri pak, yüreği temiz olan, gönlünü putlara kaptırmayan, yalan yere ant içmeyen.” MEZMURLAR 37: 27-29. “Kötülükten kaç, iyilik yap; sonsuz yaşama kavuşursun. Çünkü RAB doğruyu sever, sadık kullarını terk etmez. Onlar sonsuza dek korunacak, Kötülerinse kökü kazınacak. Doğrular ülkeyi miras alacak, orada sonsuza dek yaşayacak.” ġimdi, böyle büyük bir varlığın karĢısında, iyi bir insan olup, nasıl iyilikler yapacağımızı araĢtırarak mı yoksa cennet ve cehennemin nasıl bir yer olduğunu düĢünerek mi vakit geçirelim? Cennet ve cehennem hakkında somut bilgilerin merakı içindeysek, bu merakımızı, cenneti de, cehennemi de bu dünyada arayarak gidermeliyiz. Çünkü cennetin de, cehennemin de örnekleri bu dünyada mevcuttur. Çok mutlu olduğunuz, hiç üzülmeyeceğinizi düĢündüğünüz hep böyle yüzünüzün güleceğini zannettiğiniz bir anınızı düĢünün. ĠĢte cennettesiniz. Öteki dünyadaki cennet bunun ebediliğidir. Çok mutsuz olduğunuz, hatta ağır depresyonda olduğunuz, bir daha hiç yüzünüzün gülmeyeceğini zannettiğiniz, içinde bulunduğunuz bu durumun vücut kimyanızı bile bozduğu bir anı düĢünün. ĠĢte cehennemdesiniz. Öteki dünyadaki cehennem bunun ebediliğidir. Kerbela‟dan büyük acı, büyük cehennem mi var? ġiiler ne güzel söylüyor; “Her gün AĢura, her yer Kerbela” diye. Zebaniler, yaratıklar, canavarlar… Muaviye‟den, Yezid‟ten ve onun hamurundan olanlardan büyük zebani mi var Ģeytan mı var? Cennetin örnekleri de bu dünyadadır, cehennemin örnekleri de bu dünyadadır. Öteki dünya gayptır ve gaybı ALLAH‟tan baĢka kimse bilemez. Bildiğimiz tek Ģey, iyi bir insan olmamız gerektiğidir. Gerisi teferruattır. BAKARA 25. “Ġman edip iyi davranıĢlarda bulunanlara, içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele! O cennetlerdeki bir meyveden kendilerine rızık olarak yedirildikçe, bundan önce dünyada bize verilenlerdendir bu, derler. Bu rızıklar onlara benzer olarak verilmiĢtir.” Bu konuda, insanların beynini tırmalayan ve ALLAH‟a büyük bir iftira niteliği taĢıyan teferruatlardan en büyüğü “Huri” meselesidir. ALLAH‟ı cinsellikle kafayı bozmuĢ bir varlık gibi göstererek ya da erkeği kadından kayırdığı iddia edilerek karalamalarda bulunurlar. Kendini dindar addeden kesimse, bu karalamaya ve iftiraya zemin hazırlar. Kuran‟da belki yüzlerce yerde cennet geçer. Her defasında, zemininde ırmaklar akan Ģeklinde tasvir edilir. Yüzlerce yerde geçen cennet anlatımında, toplamda on yerde bile huri ifadesi geçmez. Zannedildiği gibi, baĢtan sona huri, cinsellik yoktur. Huriden, cinselliğin kastedilmiĢ olması da kesin değildir. Huri kelimesinin daha cinsiyeti bile belli değildir. Hatta bu kelime, bazı yerlerde arkadaĢlar, dostlar anlamında, bazı yerlerde de hizmetçiler anlamında kullanılmıĢ olabilir. Öncelikle, “Hur” sözcüğünü inceleyelim. (Hakkı Yılmaz‟ın ALLAH erkekleri kayırıyor mu? adlı makalesinden yararlanılmıĢ ve sözlükle teyit edilmiĢtir) Hur sözcüğü, çoğul bir sözcüktür. Türkçeye çevrilirken muğlak bir anlam yüklenerek “EĢler” olarak çevrilmiĢtir. Ancak bu kelimenin tekili ne “Karı” anlamında ne de “Koca” anlamındadır. Hur sözcüğünün iki tekili mevcuttur. “Havra” sözcüğü, “Parlak gözlü kadın” demektir. “Ahver” sözcüğü ise, “Parlak gözlü adam” demektir. ĠĢte bu iki tekil sözcüğün çoğulu tek bir sözcük olup, “Hur” sözcüğüdür. Dolayısıyla, bu çoğuldan hangisinin kastedildiği bilinemez. Aynen Ġngilizce de “He” ve “She” sözcüklerinin ortak çoğulu olan “They” de cinsiyetin bilinemediği gibi. Bu sebeple, meallerde “Parlak gözlü eĢler” Ģeklinde çevrilmektedir. Cennette, parlak gözlü olanların erkek mi, kadın mı olduğu üzerine bir bilgimiz olmadığı için, erkeği kayırdığı yalanını bertaraf etmiĢ oluruz. Gelelim cinsellikle ilgili düĢüncelere. Ahver ve havra sözcüklerinin çoğulu, Türkçeye uygun Ģekilde çevirememekten dolayı “EĢler” Ģeklinde çevrilmiĢtir. “Karı” ya da “Koca” anlamı yoktur. Tekili “Kadın” ve “Adam” Ģeklindedir. “Parlak gözlü” den ise, o dönem güzel ve yakıĢıklılar için kullanılan deyimsel bir ifade anlaĢılabilir. Sonuç olarak elimizde, cennette güzel kadınların ve yakıĢıklı erkeklerin bulunduğu bilgisi var. Bunlar, cinsel zevkler için mi oradadır, yoksa arkadaĢ, dost olarak, hoĢ sohbetler edip, gülüp eğlenmek için mi oradadır bilemeyiz. Cinsellik için de olabilir. Cennetin kendine özgü bir yapısı vardır ve bu yapıda ayıp ve ahlak mefhumları ortadan kalkabilir ve hayvani duyguların ötesinde, sadece bir zevk anlamında mümkün olabilir. Bu durum, cennetin kendine özgü yapısı içinde değerlendirilmelidir. Ancak, Rad 23‟te insanın cennete, ailesiyle birlikte gireceği söylenmektedir. Bu sebeple, ya burada cinsellik anlamı olmayıp arkadaĢ anlamında kullanıldığı ya da cinsellikle ilgili dünyevi bilgilerin, dünyevi kavramların ortadan kalkacağı sonucunu çıkarırız. Hatta Fatır 35, Hicr 48 deki, cennettekilere yorgunluk olmayacağının söylenmesiyle düĢünüldüğünde, burada “Hur” sözcüğünden, güzel kadınlardan ve yakıĢıklı erkeklerden hizmetçiler, uĢaklar anlamı da çıkabilir. Cinsellik olarak düĢünenler, bu kadın veya erkeklerin, temiz ve kirletilmemiĢ olduğu ile ilgili ayetleri gösterirler. Ancak bu da yeterli değildir. Hangi anlamda temizdir? Diğer birçok ayette de, boĢ veya yalan söz, günaha sokan laf olmayacağı söylenmektedir. Dolayısıyla, söz, bilgi, zihin anlamında temiz, kirletilmemiĢ arkadaĢlar anlamını da gayet rahat çıkarabiliriz. Sonuç olarak, erkeği kayırdığı gibi bir Ģeyin söz konusu olmadığını açıklarız, ancak cinsellik konusunda kesin bir sonuca varamayız. Ġhtimaller ortadadır. Ġstediğinizi kabul edebilirsiniz. Fakat Ģunu çıkaramazsınız, ALLAH, cinsellikle kafayı bozmuĢ bir varlık değildir. Dediğimiz gibi, 6000‟den fazla ayette, toplasanız on ayette böyle bir ifade yoktur. ALLAH‟a bu Ģekilde bir karalamada bulunanlar, sadece Nebe 33‟ün arkasına sığınabilirler. Bu ayet ise, mealden meale farklılık gösterir. NEBE 31-36. “ġüphesiz takvâ sahipleri için de baĢarı ödülü vardır. Bahçeler, bağlar… Göğüsleri tomurcuk gibi kabarmıĢ yaĢıt kızlar ve içki dolu kâse(ler). Onlar orada ne boĢ bir lâkırdı ne de yalan iĢitirler. Bunlar Rabbinin yeterli bir bağıĢı, mükâfatıdır.” Bu Diyanetin mealidir. AĢağıdaki de Hakkı Yılmaz‟ın mealidir: “Kesinlikle Müttekîler (kadın erkek Allah‟a saygılı hayat yaĢayanlar )için, Rabbinden bir karĢılık ve yeterli bir bağıĢ olarak korunaklar/kurtuluĢ mekanları; sulak bağlar, bahçeler, üzümler; hepsi bir seviye tomurcuklar(çiçek bahçeleri); dolu dolu su kapları vardır. Orada boĢ söz ve yalan duymazlar.” BaĢka bir meal ise Ģöyledir: “Sorumlu davranmıĢ olanlara ödüller, bahçeler, asmalar, uyum içinde salkım salkım üzümler, dolu dolu kadehler…” En nihayetinde, bunlar gayptır ve gaybı yalnızca ALLAH bilir. Bizim bilmemiz gereken, iyi insanlar olmamız gerektiği ve iyilikler yapmamız gerektiğidir. Tekrar ediyorum, gerisi teferruattır. Biz Ģimdi, farklı bir konuya geçelim ve ardından bölümümüzü bitirelim: Ġyilik, cennet için mi yapılmadır? Yani, iyilik yapmıĢ olmak için mi iyilik, yoksa cenneti kazanmak için mi iyilik yapılmalıdır? Her Ģey karĢılıklı mıdır? Bir zamanlar, büyük bir ülkede güçlü bir kral yaĢarmıĢ. Bu kralın uçsuz, bucaksız toprakları, sınırsız hazineleri varmıĢ. Ailesi ise, güzel mi güzel tek bir kızından ibaretmiĢ. Bir gün kral, sokaklarda halkının durumunu incelerken, bir köĢede yırtık üstü baĢıyla, sefalet içinde oturan bir genci görmüĢ. Hiç düĢünmeden kral, bu genci yanına almıĢ. Sarayına yerleĢtirmiĢ. Ona çeĢit çeĢit giysiler getirtmiĢ. Her gün ona büyük ziyafetler sunmuĢ. Dönemin en iyi öğretmenleri ile bu genci yetiĢtirmiĢ. Yıllar geçmiĢ, bu genç donanımlı, güçlü bir delikanlı olmuĢ. Kral, yaptığı iyiliklerden bıkmamıĢ ve bu seferde delikanlıya, bir tek kızını vermek istemiĢ. Onların evlenmesini, delikanlının ilerde kendisi öldüğünde yerine geçmesini uygun görmekteymiĢ. Kralın bunca iyiliğine karĢı ise delikanlı demiĢ ki, “Kızınızı kabul ederim ama bir Ģartım var. Sarayınızın tam karĢısına bana büyük bir saray yaptıracaksınız” Kıssadan hisse, ALLAH size karĢılıksız olarak bu kadar iyilik yapmıĢ, bir de utanmadan cennetini mi istiyorsunuz? Göz vermiĢ görüyorsunuz, kulak vermiĢ duyuyorsunuz, rızık vermiĢ yiyorsunuz, eĢ vermiĢ, dostlar vermiĢ hayatı paylaĢıyorsunuz, bunların karĢılığını ödediniz de, bir de cennetini mi istiyorsunuz? Bize hep, Ģöyle yap ki cennete giresin, Ģunu yapma yoksa cennete giremezsin, dendi. Her davranıĢın sonuna bir cennet – cehennem yerleĢtirildi. Her Ģey karĢılığa döküldü. Cennet için ibadet edildi, cennet için iyilik yapıldı. Resmen ALLAH ile “Ġbadet ederim, hayır iĢlerim ama sende bana cennetinden parsel vereceksin” Ģeklinde sözleĢme yapıldı. Ġyilik de, ibadet de karĢılık beklemeden yapılırsa değerlidir yoksa değersizdir. “Cennet için ibadet geçersizdir.” HACI BEKTAġĠ VELĠ Ġstisnalar dıĢında kimse de, ben senin hoĢnutluğunu kazanmak için bunları yaparım, senin hoĢnutluğun karĢısında cennet ne ki, diyemedi. Onun aĢkı karĢısında cennet ne ki! “Cennet cennet dedikleri, Birkaç köĢkle birkaç huri, Ver sen isteyene onları, Bana seni gerek seni.” YUNUS EMRE Ben ALLAH‟ın azabından korkmam. O zalim değildir ki. AĢıksam, onun cehenneminden korkmam. Yeter ki, ona yakın olayım. Teslim olmuĢsam, onun ateĢinden korkmam. Rabbimin ateĢi beni nasıl yakabilir ki. Ben neyden mi korkarım? Ben onun sevgisini kaybetmekten korkarım. Sonsuz bir sevgiyi kaybetmenin piĢmanlığı da, azabı da insanı mahveder. Biz ondan o kadar hoĢnutken, dileğimiz, sadece onun hoĢnutluğunu kazanabilmektir. FECR 27, 28. “Ey huzura kavuĢmuĢ insan! Sen O'ndan hoĢnut, O da senden hoĢnut olarak Rabbine dön.” ġĠRK Ġlah yalnız ALLAH‟tır. Her Ģey ondandır çünkü her Ģeyi o yaratmıĢtır. Ondan baĢka kutsal, güçlü, övülmeye layık, zengin yoktur ve olamaz. Böyle sıfatlar yakıĢtırılanlar ancak onun izin verdiği ölçüde bu sıfatlarda algılanabilirler, fakat bu sıfatların hepsi sadece O‟na ait olup, görüntü bir imtihan vesilesinden baĢka bir Ģey değildir. Tevhid birliktir. Birlik ise, sadece hayali tanrılar topluluğu yaratıp, sonra içlerinden yalnızca ALLAH‟ı ilah kabul etmek değildir. Her Ģeyin ALLAH‟tan ve ALLAH‟ın olduğunun kabulüdür. Ġyilikte kötülükte, zenginlikte fakirlikte, güçlülükte zayıflıkta, mutlulukta hüzünde hepsi ondandır ve otorite, güç, zenginlik herĢey sadece O‟na aittir. NĠSA 78 “…Kendilerine bir iyilik dokunsa "Bu Allah'tan" derler; baĢlarına bir kötülük gelince de "Bu senden" derler. "Hepsi Allah'tandır"" de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar!” Tevrat‟tan örnek: YASANIN TEKRARI 32: 39. “Artık anlayın ki, ben, evet ben O'yum. Benden başka tanrı yoktur! Öldüren de, yaşatan da, yaralayan da, iyileştiren de benim. Kimse elimden kurtaramaz.” Kutsal olan yalnız odur. Diğer bütün varlıklar değersizdir. Güçlü olan yalnız odur. Diğer bütün varlıklarsa zayıftır. Zengin olan yalnız odur. Diğer bütün varlıklarsa fakirdir. Dolayısıyla teklik, ondan baĢka ilah olmadığının kabulü dıĢında, ondan baĢka kutsal, güçlü, zengin, övülmeye layık, yardım edebilecek ve af dilenecek baĢka bir varlığın olmadığını da kabul etmek demektir. Aksi yöndeki her söz ikilik yaratıp, ona Ģirk koĢmak olacaktır. NĠSA 116 “Allah, kendisine ortak koĢulmasını asla bağıĢlamaz; ondan baĢka günahları dilediği kimse için bağıĢlar. Kim Allah'a ortak koĢarsa büsbütün sapıtmıĢtır.” ġirk, ona ortak koĢmak demektir. Ancak bu, sadece bir putu ona ortak koĢmakla olmaz. Bu kavram, çok daha derin bir kavramdır. Tekliği bozan her Ģey, bu kavramın içine girmektedir. Dolayısıyla Ģirkin farklı Ģekilleri vardır. Ancak, aĢağıda anlatacağımız Ģekillerde bulunanlar, Nisa 116‟ya göre cehennemliktir diyemeyiz. Onun bileceği bir iĢtir. Kulunu cehenneme gönderebileceği gibi, cennetteki derecesini de düĢürebilir. Ayrıca aĢağıdaki örnekler, bana göre Ģirk mantığına uygun olup, baĢkaları bu konuda farklı düĢünebilir. Doğrusunu ALLAH bilir. ġimdi, benim Ģirk mantığı içinde düĢündüğüm Ģekillerden bahsedelim: 1- BAġKA HERHANGĠ BĠR VARLIĞI KUTSALLAġTIRMAK Kutsal olan yalnızca odur. Ondan baĢka hiçbir Ģey kutsal değildir. Çünkü ondan baĢka her Ģey, onun yarattığı bir Ģeydir. Yaratılan bir Ģey de acizdir ve kutsal olamaz. Dolayısıyla ondan baĢka bir Ģeyi kutsallaĢtırmak, ona ortak koĢmayı doğurur. Örnekleri: A-) PEYGAMBERLERĠ KUTSALLAġTIRMAK Kuran, bize peygamberlerin yalnızca bir uyarıcı olduğunu söylüyor. Peygamberlerin bizim gibi bir beĢer olduğunu, ALLAH izin vermedikçe mucize gerçekleĢtiremeyeceklerini, gaybı bilmediklerini hep Kuran‟dan öğreniyoruz. Ancak günümüzde ise, peygamberler bir beĢer olmanın ötesinde tanrılaĢtırılmıĢtır. Müslümanlıktaki, ALLAH‟ın Muhammed‟in yüzü suyu hürmetine dünyayı yarattığı iddiası veya Hristiyanlıktaki, baba-oğul inancı gibi uydurmalar Kuran‟a aykırı olup, Ģirkten baĢka bir Ģey değildir. Bu tür Ģeyler, peygamberleri bir beĢer olmalarının ötesinde kutsallaĢtırıp, ilahlaĢtırmak için uydurulmuĢtur. Bu anlattıklarım çarpıtılarak, peygamberlere değer vermeyelim, önemsemeyelim olarak algılanmamalıdır. Muhammed‟i sevmek ile onu ilahlaĢtırmak ayrı Ģeylerdir. Tabii ki de Peygamberimiz, dünyada var olabilecek en güzel ve en iyi insan olup, hepimiz için çok değerlidir. Ancak onu ilahlaĢtırmak, ona bir saygı veya iyilik olmayıp tam tersi mahĢer günü onu zor durumda bırakacağından ona bir kötülüktür. ENAM 50. “De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düĢünmez misiniz?” MAĠDE 109 “Allah'ın peygamberleri toplayıp da "Size ne cevap verildi" dediği gün, "Bizim hiçbir bilgimiz yok, Ģüphesiz gizlilikleri hakkıyla bilen ancak sensin" diyeceklerdir.” FATĠR 22. “Dirilerle ölüler de bir olmaz. ġüphesiz Allah, dilediğine iĢittirir. Sen kabirlerdekilere iĢittiremezsin!” FATĠR 23. “Sen sadece bir uyarıcısın.” MÜMĠN 55. “(Resûlüm!) ġimdi sen sabret. Çünkü Allah'ın vâdi gerçektir. Günahının bağıĢlanmasını iste. AkĢam ve sabah Rabbini hamd ile tesbîh et.” AHKAF 9. “De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” B-) KURAN-I KERĠM‟Ġ KUTSALLAġTIRMAK Kuran, yalnızca alemler için bir öğüttür. Kuran dıĢında baĢka kitapları din konusunda kendimize kaynak olarak almayı ne kadar eleĢtiriyorsam, Kuranı kutsallaĢtırıp, kalın ve süslü kapaklar arasında, bohçalar içinde duvara asmayı da o kadar eleĢtiriyorum. Abdestsiz dokunamama, üzerine notlar alamama, baĢı açık okunamama vb. birçok hareket Kuran‟ı kutsallaĢtırmaktır. Oysa Kuran bir yol gösterici kaynak olarak, her ne Ģekilde olursa olsun insanlar tarafından okunup, özümsenebilmelidir. Ancak, ona değer verme adı altında onu kutsallaĢtırma, o en güzel kitabı insanlardan uzaklaĢtırmaktan baĢka bir sonuç doğurmamıĢtır. Kuran, durduğu yerden nur saçan, sihir yapan bir kitap değildir. Ölülere okunan bir ağıt, derdi olana okunan bir üfürük kitabı hiç değildir. O, hakkı tanımada ve aklı doğru kullanmada bir kılavuzdur. Kuran‟ı değerli kılan, bizzat Rabbimiz tarafından söylenen sözlerden oluĢmasıdır. Bu sözler ise okunup anlaĢıldığında değerleĢir. Aksi takdirde, bir kitabın içindeki harfler yığınının kimseye bir faydası yoktur. Ancak insanlar, içeriğini bilmediği iki kalın cilt içindeki sayfa ve harfler yığınından medet umuyor ya da korkuyorlar ve bunun sonunda bu metayı kutsallaĢtırıyorlar. Oysa ALLAH sözünün kutsallığı sadece okuyup anlaĢılınca ortaya çıkar. TAHA 2. “Biz, Kur'an'ı sana, güçlük çekesin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik.” ENBĠYA 10. “Andolsun, size içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hâla akıllanmaz mısınız?” YASĠN 69. “Biz ona (Peygamber'e) Ģiir öğretmedik. Zaten ona yaraĢmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiĢ bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır.” SAD 29. “(Resûlüm!) Sana bu mübarek Kitab'ı, âyetlerini düĢünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.” SAD 87. “Bu Kur'an, ancak âlemler için bir öğüttür.” KAMER 22. “Andolsun biz Kur'an'ı düĢünüp öğüt alınsın diye kolaylaĢtırdık. Öğüt alan yok mu?” C-) BELĠRLĠ ĠNSANLARI KUTSALLAġTIRMAK Kuranda veli, evliya, Ģeyh, hacı, hoca kavramları yoktur. Bunlar, Ģah damarından daha yakın olan ALLAH‟a ulaĢmakta aracı olamazlar. Bunlar dini öğrenmekte kaynak kabul edilemezler. Kaynak yalnızca Kuran‟dır. Kuranda yazmayan konularda ise kaynak, Kuranın özüyle çeliĢmemek kaydıyla akıl ve mantıktır. Kuran‟da yazmayan bir konu hakkında, ALLAH‟a unutmuĢ veya bilmiyormuĢ muamelesi yapıp, bunu ulemadan öğrenme yoluna gitmek, ulemayı kutsallaĢtırmak, onları ALLAH‟a Ģirk koĢmaktır. Bunun yanı sıra, ALLAH‟ın verdiği aklı kullanmayıp, “Ben bilmem, ben düĢünemem hocam bilir” mantığı ALLAH‟ın verdiği en büyük nimete nankörlükten ve kendini asalaklaĢtırmaktan baĢka bir Ģey değildir. Hocanın elini, eteğini öperek cennete gireceğine inananlara ise hiç girmek bile istemiyorum. ZÜMER 3. “Dikkat et, hâlis din yalnız Allah'ındır. O'nu bırakıp kendilerine bir takım evliyalar edinenler: Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaĢtırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düĢtükleri Ģeylerde aralarında hüküm verecektir. ġüphesiz Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez.” MAĠDE 18. “(Bir de) Yahudiler ve Hıristiyanlar, “Biz Allah‟ın oğulları ve sevgilileriyiz” dediler. De ki: “Öyleyse (Allah) size neden günahlarınız sebebiyle azap ediyor? Hayır, siz de O‟nun yarattıklarından bir beĢersiniz.” (Allah) dilediğini bağıĢlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunanların da hükümranlığı Allah‟ındır. DönüĢ de ancak O‟nadır.” ZÜMER 45. “Ve Allah, tek olarak anıldığında, öteki dünyaya inanmayanların kalpleri kasılır; ama Allah‟ın astlarından olan kimseler anıldığında, bakarsın yüzleri gülüverir.” NĠSA 45 “Allah sizin düĢmanlarınızı daha iyi bilir. Veli olarak Allah yeter. ġefaatçi olarak da Allah yeter.” BAKARA 107 “Bilmedin mi ki göklerin de yerin de mülk ve saltanatı yalnız Allah‟ındır. Sizin için Allah‟ın astlarından ne bir veli vardır ne de bir Ģefaatçi. ” CĠNN 4,5 “Doğrusu bizim beyinsiz olanımız, Allah hakkında pek aĢırı yalanlar uyduruyormuĢ. Halbuki biz, her kesimden hiç kimse Allah hakkında asla yalan söylemezler sanmıĢtık.” D-) GEÇMĠġ KUġAKLARI KUTSALLAġTIRMAK – ATAPERESTLĠK Ġnsanlarımızın çoğunda, “Biz ana-babamızdan böyle gördük, onlar yanlıĢ mı bilecek” Ģeklinde bir görüĢ mevcuttur. Ne yazık ki bu insanlar haktan yana hiçbir bilgileri olmadan, yalnızca babalarından, dedelerinden öğrendikleri ile amel ediyorlar. Onlardan duyduklarını hak zannediyorlar. Zan ise hakkın yanında hiçbir anlam ifade etmez. BAKARA 170. “Onlara (müĢriklere): Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Ya ataları bir Ģey anlamamıĢ, doğruyu da bulamamıĢ idiyseler?” Babalarımızın, dedelerimizin her Ģeyi doğru bildiği Ģeklindeki bir kabullenme Kuran‟da eleĢtirilmiĢtir. Ġnsan kendisinin bile ne derece doğru bir Müslüman olduğunu bilemezken, babasının, dedesinin durumunu hiç bilemez. Babanızın, dedenizin dini bilgilerinin hurafeler ve bidatlerden ibaret olması ihtimali her zaman söz konusudur. Bunun için babanızdan, dedenizden duyduğunuzu, Kuran, akıl ve mantık süzgecinden geçirmek zorundasınız. Aksi halde, onları ve onların sözlerini, hiç düĢünmeden doğru kabul ederek onları kutsallaĢtırmıĢ ve onların sözlerini, Kuran‟a eĢ kılmıĢ olursunuz. ENAM 116. “Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan baĢka bir Ģeye tâbi olmaz, yalandan baĢka söz de söylemezler.” ARAF 28. “Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: "Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti" derler. De ki: Allah kötülüğü emretmez. Allah'a karĢı bilmediğiniz Ģeyleri mi söylüyorsunuz?” YUNUS 78. “Onlar dediler ki: Babalarımızı üzerinde bulduğumuz (dinden) bizi döndüresin ve yeryüzünde ululuk sizin ikinizin olsun diye mi bize geldin? Halbuki biz size inanacak değiliz.” HUD 62. “Dediler ki: Ey Sâlih! Sen bundan önce içimizde ümit beslenen birisiydin. (ġimdi) babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu biz, bizi kendisine (kulluğa) çağırdığın Ģeyden ciddi bir Ģüphe içindeyiz.” HUD 87. “Dediler ki: Ey ġuayb! Babalarımızın taptıklarını, yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terketmemizi sana salatın mı emrediyor? Oysa sen yumuĢak huylu ve çok akıllısın!” HUD 109. “O halde sakın Ģunların kulluk ettikleri Ģeylerden Ģüphe içinde olma! Onların ataları daha önce nasıl kulluk ediyor idiyse, bunlar da öyle kulluk ediyorlar. ġüphesiz biz de kendilerine nasiplerini eksiksiz öderiz.” ENBĠYA 52-54. “O, babasına ve kavmine: ġu karĢısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor? demiĢti. Dediler ki: Biz, babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk. Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz, dedi.” ġUARA 72-75. “Ġbrahim: Peki, dedi, yalvardığınızda onlar sizi iĢitiyorlar mı? Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı? ġöyle cevap verdiler: Hayır, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk. Ġbrahim dedi ki: Ġyi ama, neye taptığınızı (biraz olsun) düĢündünüz mü?” E-) BELĠRLĠ MEKANLARI KUTSALLAġTIRMAK Bazı mekanlar, tarihi geçmiĢleri itibariyle insanlar tarafından değerli addedilebilir. Ama bu durum o mekanları kutsallaĢtırmaz. Bunun en güzel örneği Kabe‟dir. Kabe, tarihi yönü itibari ile tabiî ki çok önemlidir. Ama dört duvarı kutsallaĢtırmak yanlıĢtır. Onu görünce, ona dokununca farklı biri olacağını düĢünmek; Kuran‟a, akla ve mantığa aykırıdır. Peygamberimizin yaĢadığı, Ġslam‟ın doğduğu yerleri görmenin insanda eĢsiz bir mutluluk doğuracağı açıktır. Fakat bu mekanlara kutsiyet yüklemek doğru değildir. Kabe‟ye ALLAH‟ın evi diyip, sonra yanına lüksünde lüksü gökdelenler dikip, ALLAH‟ın evinin bu gökdelenler yanında çocuk gibi kalması karĢısında bu mekana nasıl kutsiyet yükleyebilirsiniz? Daha da ile gidip, sonsuz güç sahibi bir varlığı, bu dört duvarla özdeĢleĢtirmenin neresi doğru olabilir? ALLAH‟a yolculuk, turistik bir gezi midir? Herkesin bildiği ama ya dikkat etmediği ya da ettirilmediği bir konuya da burada değinmek istiyorum. Ebu Bekir ismiyle tanıdığımız Ġslam Devleti‟nin birinci halifesinin asıl adı üzerine düĢünmek gerekir. Arapçada “Ebu …” ifadesi, “… babası” anlamına gelir. Bu ifade, Arap kültüründe insanları adlandırmada kullanılan bir yol ve yöntemdir. Örneğin, Ġmam Ali‟ye de, Hasan‟dan dolayı “Ebu Hasan” denmekteydi. Dolayısıyla “Ebu Bekir” demek, “Bekir‟in babası” demektir. Ebu Bekir olarak tanıdığımız birinci halifenin asıl adı, Ġslamiyet‟e kadar Abdulkabe‟idi. Bu isim, Kabe‟nin kulu demektir. Ġslamiyet‟ten önce, Kabe‟de bir put gibi görülmekte ve bu dört duvara kulluk etmek doğal karĢılanmaktaydı. Ancak Peygamberimize Ġslam nazil olduktan sonra Resulullah, çocukluk arkadaĢının bu ismini kabul etmedi. Kulluk yalnızca ALLAH‟a edilir düĢüncesiyle, arkadaĢının adını Abdullah, yani Ġlahın kulu olarak değiĢtirdi. Bu bilgi bize, Ģirk konusunda Peygamberimizin ne kadar hassas olduğunu gösteriyor. Muaviye‟den günümüze kadar ise, bırakın aynı hassasiyetin gösterilmesini, Peygamberimiz öncesindeki inanç ve alıĢkanlıklara geri dönülmüĢtür. Gerekse bin var hacca Hepsinden iyice Bir gönüle girmektir. YUNUS EMRE Her ne arar isen kendinde ara Kudüs‟te Mekke‟de Hac‟da değil! HACI BEKTAġ-I VELĠ F-) ARAPÇAYI KUTSALLAġTIRMAK Kuran, Muhammed Peygamber‟in dili Arapça olduğu için Arapça indirilmiĢtir. Ġndirilen kitabın önemi; alfabesi, Ģekli değil içeriğidir. ALLAH kulları okuyup anlasınlar diye kitabı, gönderdiği toplumun kendi dilinde indirmiĢtir. Kuran‟ın Arapça olmasının sebebi yalnızca budur. Aynı sebeplerle Ġncil Aramice, Tevrat Ġbranice indirilmiĢtir. Ancak günümüze kadar hep Arapçaya bazı kutsiyetler yüklenmiĢ ve Arapça okunmayan Kuranın da, duanın da, ibadetin de kabul olmayacağı gibi; Kuran‟a, akla ve mantığa aykırı birçok Ģey uydurulmuĢtur. Bu durum, bir dili kutsallaĢtırıp, ALLAH ile aramızda bir aracı tayin etmektir. Böyle bir kutsiyet algısı ise, teke ulaĢmada ikinciye muhtaç olma zorunluluğu doğurur ve Arapçayı ALLAH‟a Ģirk koĢar. YUSUF 2. “Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.” ĠBRAHĠM 4. “(Allah'ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik.” MERYEM 97. “(Resûlüm!) Biz Kur'an'ı, sadece, onunla Allah'tan sakınanları müjdeleyesin ve Ģiddetle karĢı çıkan bir topluluğu uyarasın diye senin dilinle (indirilip okutarak) kolaylaĢtırdık.” FUSSĠLET 44. “Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur'an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı Ģekilde açıklanmalı değil miydi? Arab'a yabancı dilden (kitap) olur mu?” ZUHRUF 3. “Biz, anlayıp düĢünmeniz için onu Arapça bir Kur'an kıldık.” DUHAN 58. Biz onu (Kur'an'ı), öğüt alalar diye senin dilinde indirerek kolayca anlaĢılmasını sağladık. G-) ONUN SÖZÜNDEN BAġKA SÖZLERĠ KUTSALLAġTIRMAK Din konusunda tek kaynak ALLAH‟ın sözleridir. ALLAH‟ın sözleriyse yalnızca indirdiği kitapta mevcuttur. Bu sebeple, Kuran‟dan baĢka bir kaynak kabul etmek, baĢkasının sözlerini onun sözlerine eĢ tutmaktır. Kuran ayetleri dıĢında hiçbir söz, ne kaynak olabilir, ne Kuran ayetlerini bertaraf edebilir. Ayrıca iddia edildiği gibi baĢka sözler, Kuran ayetlerini tamamlamaya yardımcı olamaz. Çünkü Kuran ayetleri eksik veya tamamlanmaya muhtaç değildir. Çünkü ALLAH‟ın bilmemesi veya unutması söz konusu değildir. ALLAH‟ın bilerek girmediği konularda ise kaynak, Kuran ile çeliĢmemek kaydıyla yalnızca akıl ve mantıktır. BaĢkalarının sözü, ALLAH‟ın sözünün yanına konulamaz. Kuranı bohçalayıp duvara asıp, arada bir çıkarıp Arapça okuyup, buna karĢılık dini, hadislerden ve beĢerlerin kitaplarından öğrenmeye kalkmak; hadis uydurucuların sözlerini ya da beĢerlerin sözlerini ALLAH‟ın sözlerine eĢ tutmak demektir. Hatta görüldüğü üzere eĢ tutmanın ötesinde daha üst yerlerde tutmaktır. Oysa Kuran‟ın yanında bu eserler (okuduğunuz bu kitap da dahil) sadece basit birer kitaptır. Kuranı bir kenara bırakıp, bu eserlerle sonsuz gücün tanınıp, ona ulaĢılacağına inanmak, bir beĢerin yazdıklarını ALLAH ile aranda aracı tayin edip, bu eserleri kutsallaĢtırmak ve dolayısıyla ALLAH‟a da onun sözlerine de Ģirk koĢmaktır. BAKARA 79. “Elleriyle (bir) Kitap yazıp sonra onu az bir bedel karĢılığında satmak için "Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!” BAKARA 147. “Gerçek olan, Rabbinden gelendir. O halde kuĢkulananlardan olma!” BAKARA 159. “Ġndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.” ĠMRAN 78. “Ehl-i kitaptan bir gurup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları Kitap'tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar.” NĠSA 50. “Bak, nasıl da Allah üzerine yalan uyduruyorlar; apaçık bir günah olarak bu (onlara) yeter!” CASĠYE 6. “ĠĢte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın âyetleridir. Artık Allah'tan ve O'nun âyetlerinden sonra hangi hadise (söze) inanacaklar?” 2- ONUN MÜLKÜNÜ SAHĠPLENMEK Ġnsana verilen rızıkta, düĢünen bireyler için bir imtihan vardır. ALLAH rızkı dilediğine az, dilediğineyse çok verir. Az verdiğine Ģükür ve sabrı, çok verdiğine ise paylaĢımı, hayır iĢlerini emreder. Ama herkesten her zaman mülkün sadece onun olduğunu bilmelerini ister. Her Ģeyin mülkü yalnızca ona aittir. Bizim olan hiçbir Ģey yoktur. Zengin ve güçlü olan yalnız odur. Biz hepimiz zayıf ve aciziz. ĠĢte böyle bir durum karĢısında, onun verdiklerinin değerini ve amacını bilmeden, “Ben” algısı ile yaklaĢıp, onu unutarak mülke taparcasına bağlanmak, onu unutarak mülke “Benim” demek, kendini zengin ve güçlü görmek, iĢte bu, kendini ALLAH‟a ve onun mülküne ortak koĢmaktır. Elimizdekiler ise, onun lütfundan baĢka bir Ģey olmayıp, her halükarda onundur. RUM 37. “Görmediler mi ki Allah, rızkı dilediğine bol bol vermekte, dilediğininkini de daraltmaktadır. ġüphesiz imanlı bir kavim için bunda ibretler vardır.” SEBE 39. “De ki: Rabbim, kullarından dilediğine bol rızık verir ve (dilediğinden de) kısar. Siz hayıra ne harcarsanız, Allah onun yerine baĢkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” ENFAL 28. “Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah'ın katındadır.” MAĠDE 40. “Bilmez misin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir; dilediğine azap eder ve dilediğini bağıĢlar. Allah her Ģeye hakkıyla kadirdir.” FURKAN2. “Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. O bir çocuk edinmemiĢtir, mülkünde ortağı yoktur. Her Ģeyi yaratmıĢ, ona ölçü, biçim ve düzen vermiĢtir.” RUM 28. “Allah size kendinizden bir temsil getirmektedir: Mülkiyetiniz altında bulunan köleler içinde, size verdiğimiz rızıklarda -birbirinizden çekindiğiniz gibi kendilerinden çekineceğiniz derecede sizinle eĢit (haklara sahip)- ortaklarınız var mı? ĠĢte biz âyetlerimizi, aklını kullanacak bir kavim için böylece açıklıyoruz.” FATĠR 10. “Kim izzet ve Ģeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve Ģerefin hepsi Allah'ındır.” FATĠR 15. “Ey insanlar! Allah'a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye lâyık olan ancak O'dur.” Tüm mülkün onun olduğu ile ilgili Tevrat‟tan örnek: LEVİLİLER 25: 23. “Tarlanız temelli olarak satılamaz. Çünkü bana aittir. Sizse yabancısınız, konuğumsunuz.” Zebur‟dan örnek: MEZMURLAR 24: 1 “RAB'bindir yeryüzü ve içindeki her şey, Dünya ve üzerinde yaşayanlar.” MEZMURLAR 145: 3 “RAB büyüktür, yalnız O övgüye yaraşıktır, Akıl ermez büyüklüğüne.” 3- BAġKA HERHANGĠ BĠR VARLIKTAN YARDIM DĠLENMEK Güçlü olan, yardım edebilecek olan yalnız oysa ve diğer her varlık aciz ve ona muhtaç ise, ondan baĢka hiçbir Ģeyden de yardım dilenemez demektir. Muhtaç olan birinden yardım dilenmek, güçsüzü güçlüye ortak koĢmanın yanında, cehaletinde büyüğüdür. Sonsuz bir güç ve merhamet sahibi bir varlık, bize Ģah damarımızdan daha yakın olduğunu, bizim düĢüncelerimizi bile duyabilecek güçte olduğunu söylerken, bizim sesimizi ve derdimizi kabirlerdeki bir balçığa duyurmaya çalıĢmamız gerçekten çok komiktir. Bilmem ne babaların türbeleri de, ruhları da insana bir fayda sağlayamaz. Çünkü onlar da ALLAH‟a muhtaç ve ondan yardım dilenecek durumdadırlar. Çocuğu üniversiteyi kazansın diye, bilmem ne baba türbesine koĢanlar, maalesef cehaletin de, Ģirkin de büyüğünü göstermektedirler. O türbe de yatanın yaĢamından, düĢüncelerinden ders almak gerekirken; onu ilahlaĢtırıp ondan yardım dilenmek, ALLAH‟a büyük bir Ģirktir. Türbelerden yardım dilenmenin yanlıĢlığını anlamak kolaydır. Ancak, anlaĢılması daha zor bir yanlıĢ vardır ki; o da peygamberlerden yardım dilenmektir. Muhtaçlık ve beĢerlik konusunda söylenenler peygamberler içinde geçerlidir. Peygamberlerin de yardıma muhtaç olduğu Kuran ile sabittir. Kendisi yardıma muhtaç olan birinden, “Yok sen kendini boĢver bana yardım et” demenin neresi doğrudur? Öteki dünyada ALLAH‟ın değil, direk peygamberimizin bize yardım edeceğini düĢünmek, bu Ģekilde bir Ģefaat mantığı oturtmak, Kuran‟a aykırı olup, peygamberimizi ilahlaĢtırmak ve onu ALLAH‟a Ģirk koĢmaktır. FATĠHA 5 “(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız.” Bu ayeti her namaz kıldıklarında söyleyenler, bu sözü söyledikten sonra nasıl baĢka Ģeylerden medet umabilirler. Namazın sonunda salavat getirilenler, bunu sadece peygamberimize saygı, sevgi, minnet duygularıyla yapmazlar. Uydurma hadisler yüzünden, salavat getirirlerse peygamberin öteki dünyada kendilerine yardım edeceğine veya salavat getirmezlerse çok büyük günah iĢleyeceklerine inanırlar. Halbuki bu, Fatiha 5 ve bir çok ayete aykırı bir durumdur. Peygamberimiz sadece bir uyarıcı olup onun böyle yetkileri söz konusu değildir. MahĢerde tüm yetki ALLAH‟ta olup, kararı yalnız ALLAH verecektir. Ancak yanlıĢ anlaĢılmaması için hemen belirtelim ki, salavat getirmek değil, salavatı getirirken beklenen karĢılık veya getirmezsen iĢleyeceğine inanılan günah Kuran‟a aykırıdır. Yoksa peygamberimize salavat getirmek, ona rahmet dilemek, onun için dua etmek güzel bir harekettir. Çünkü ona borçluyuz ve minnettarız. Tabii ki de, ALLAH yolunda insanlığa doğruyu anlatmak için çektiği zulümlere karĢılık ona olan minnetlerimizi Rabbimize sunmalıyız. KASAS 56. “(Resûlüm!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.” TEĞABÜN 13. “Allah; O'ndan baĢka hiçbir ilâh yoktur. Müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.” CĠNN 18. “Mescidler Ģüphesiz Allah'ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın.” ĠNFĠTAR 19. “O gün hiçbir kimse baĢkası için bir Ģey yapamaz. O gün iĢ Allah'a kalmıĢtır.” ZÜMER 19. “(Resûlüm!) Hakkında azap hükmü gerçekleĢmiĢ kimseyi ve ateĢte olanı sen mi kurtaracaksın!” MÜMĠN 51. “ġüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem Ģahitlerin Ģahitlik edecekleri günde yardım ederiz.” MÜMĠN 55. “(Resûlüm!) ġimdi sen sabret. Çünkü Allah'ın vâdi gerçektir. Günahının bağıĢlanmasını iste. AkĢam ve sabah Rabbini hamd ile tesbîh et.” MUHAMMED 19. Bil ki, Allah'tan baĢka ilâh yoktur. (Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağıĢlanmasını dile! Allah, gezip dolaĢtığınız yeri de duracağınız yeri de bilir. FETĠH 11. “…De ki: Allah size bir zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde etmenizi isterse O'na karĢı kimin bir Ģeye gücü yetebilir? Kaldı ki, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” BAKARA 123. “Ve bir günden sakının ki, o günde hiç kimse baĢkası namına bir Ģey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye Ģefaat fayda vermez. Onlar hiçbir yardım da görmezler.” ZÜMER 43,44. “Yoksa onlar Allah'tan baĢkasını Ģefaatçılar mı edindiler? De ki: Onlar hiçbir Ģeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi? De ki: Bütün Ģefâat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz.” YUNUS 18. “Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek Ģeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim Ģefaatçılarımızdır, diyorlar. De ki: "Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir Ģeyi mi haber veriyorsunuz? HâĢâ! O, onların ortak koĢtuklarından uzak ve yücedir."” ġüphesiz ki, her inançlı insan, putperestliğe karĢı durur. Ancak ne kadar ilginçtir ki, putperestliğe karĢı duran, putperest olmadığını iddia eden çoğu insan, olmadığını, karĢı durduğunu iddia ettiği putperestliğin ne olduğunu bilmemektedir. Örneğin, Mekkeli müĢriklerin nasıl bir inanç sistemi üzerinde olduğunu bilmemektedir. Putperestler, bazı insanları ve belirli kavramları herhangi bir meta ile sembolleĢtirerek kutsallaĢtırmaktaydı. O sembol karĢısında dualar, ibadetler, ayinler yaparak, meta ile sembolleĢtirdiği insandan her türlü yardımı (Ģefaati) dilemekte, meta ile sembolleĢtirdiği kavramı da yine tanrı veya tanrılarından dilemekteydi. Yani putperestlik heykele tapmak filan değildir. Zaten putlar herhangi bir meta, örneğin kaya, ağaç vs. de olabilir. ARAF 194. “(Ey kâfirler!) Allah'ı bırakıp da taptıklarınız sizler gibi kullardır. (Onların tanrılığı hakkında iddianızda) doğru iseniz, onları çağırın da size cevap versinler!” ZUHRUF 15. “Ama onlar, kullarından bir kısmını, O'nun bir cüzü kıldılar. Gerçekten insan apaçık bir nankördür.” Putperestler öncelikle, geçmiĢte yaĢamıĢ önemli siyasi, ekonomik ve dini insanları putlaĢtırdılar. Onları bir meta ile sembolleĢtirip, o sembol karĢısında dualar, ibadetler, ayinler yaparak ya direk o insandan yardım istediler, ya da o insanın kendileri için ALLAH‟a torpil yapmasını dilediler. Ġbrahim‟in Kabesini bilen Mekkeli müĢrikler, Ġbrahim‟in ALLAH‟ını da biliyorlardı. Ancak atalarından önemli, ün kazanmıĢ siyasi, ekonomik ve dini karakterleri kutsallaĢtırmıĢ ve o insanları ALLAH‟a ortak koĢmuĢlardı. Ġslam‟dan sonra da, peygamberlerin ve diğer bazı kimselerin kutsallaĢtırılması, onlara Ģefaat yetkisi yüklenmesi hep bu alıĢkanlıkların sonucudur. Yani Ģefaat, putperestlikten gelme olup, Ġslam‟da -bugün ki anlatıldığı Ģekilde- yeri olmayan bir bidattir. Kuran‟daki mahĢer günü yardım (Ģefaat) ise, tanıklık etmekten baĢka bir Ģey değildir. (43:86 , 78:38) Ayrıca Ģefaat mantığı, akla da aykırıdır. Çünkü Ģefaat, günümüzdeki herhangi bir kurum veya kuruluĢta rastladığımız torpilden baĢka bir Ģey değildir. Herhalde böyle bir adaletsizliğin ALLAH karĢısında var olabileceğini düĢünemeyiz. Aynı sevap ve aynı günaha sahip iki insandan birine Ģefaat edilecek ve o cennete gidecek, diğerine Ģefaat edilmeyecek ve o cehenneme gidecek… böyle bir Ģeyi kabul etmemizi, hele de Rabbimize yakıĢtırmamızı lütfen bizden beklemeyin. ĠĢte hanif Müslümanlık, küçüklü büyüklü her türlü Ģirki, putperestliği reddetmektir. Hanif Müslümanlık, “sadece ALLAH” demektir. Tevhid de, birlik de budur. Biz, Ģirk mantığı içerinde düĢündüğümüz Ģeyleri saymaya çalıĢtık. ġüphesiz, bunlardan bazılarına birileri karĢı çıkabileceği gibi, bazı arkadaĢlarımızda bunlara eklemelerde bulunabilirler (örneğin, muskalar, kutsal eĢyalar, Hacerül Esved taĢı gibi). Az önce putperestlerin, bazı kavramları kutsallaĢtırdığını da belirtmiĢtik. Bazı kavramlar, herhangi bir meta ile sembolleĢtirilip, o sembol karĢısında dualar, ibadetler, ayinler yapılarak o kavramın kazanılacağı umulurdu. Bu kavramların putperestler tarafından yapılmıĢ sembolleri, zamanında yıkılmıĢ olsa da, bu kavramlar halen günümüzde yaĢamaktadır. Bu konu ile ilgili Ġhsan Eliaçık‟ın çok güzel bir yazısını sizinle paylaĢarak bölümü sonlandıralım. Bu ülkede gerçek Ġslam‟ı anlatan birkaç kiĢiden birisi olduğu için üstada sonsuz minnetlerimizi sunmayı da bir borç biliyoruz. YAġAYAN PUTLAR: LAT, UZZA, MENAT Yazan: Ġhsan ELĠAÇIK --- http://www.ihsaneliacik.com Kur‟an‟da Araplara ait üç putun “ismi” özellikle veriliyor. Acaba neden? Nüzul sırasına göre putların ismi ilk olarak Necm suresinde geçiyor. Yani 6 yıl boyunca putların ismi hiç geçmiyor. Ġlk olarak Necm suresinde üç putun ismi verilerek Ģöyle deniliyor: “Lât ve Uzza‟yı ve diğer üçüncüsü Menat‟ı gördünüz mü?” (Necm; 53/19-20) Sonra bunların aslında ne olduğuna geçiliyor. “Onlar” deniyor , gerçekte “Sizin ve atalarınızın taktığı bir takım isimlerden baĢka bir Ģey değildir.” (Necm; 53/23) Yine “Onlar” deniyor “Zanna ve nefeslerinin arzularına tabi oluyorlar” (Necm; 53/23). Kendi taktıkları bir takım isimler (esmâen semmeytumûhâ)… Zan ve nefislerinin arzuları (tehve’l-enfüs) … Demek ki “put” denilen Ģeyin insanın iç dünyasındaki kökü heva ve heves ve bunlar bir takım“isimler”den baĢka bir Ģey değil. Ġnsanlar o “isimlere” anlam yüklüyor ve prestij ederek yüceltiyorlar. O “isimlere” dokundurtmuyorlar ve etraflarında atomu parçalamaktan da zor önyargılar oluĢturuyorlar. Putları kırmak aslında bu “isimleri” alaĢağı etmek ve etraflarında oluĢturulan önyargıları kırmak demek oluyor. *** Peki, madem putlar bir takım isimlerdir, taĢtan tahtadan yapılmıĢ tasvirleri de nefislerin hevasının dıĢa vurmuĢ sembolleridir. Dahası Lât, Uzza ve Menat‟ın tahtadan taĢtan yapılmıĢ tasvir ve heykellerinin Ģu an yerinde yeller esmektedir. O halde bu “isimlerin” hala Kuran‟da yer alıyor olmasının ve bizzat “isimlerin” anılmasının sebebi ne olabilir? Bu putlar öyle bir Ģey olmalı ki hala yaĢıyor, nefislerin hevasından kaynaklanıyor ve “isimlerinin” hala bir anlam ifade ediyor olması ve tapınç nesnesi haline getirilmiĢ olması lazım. Hem de ne anlam ifade ediyor! Hem de ne tapınç! Bakın nasıl… *** “Lât” kelimesi etimolojik olarak “ilah” kelimesinin bozulmuĢ hali ve mutlak otoriteyi ifade ediyor; El/Elot/Elat/Lat/Elohim/Allot//Ġlah… Eski çağlarda Aramice/Ġbranice‟ye kadar uzanan Arapça‟nın kök dillerinde kiĢiyi “içeriden yöneten Ģey”, “mutlak itaat /otorite” kaynağı anlamında yukarıdaki kelimeler kullanılmaktaydı. Demek ki Lât “isminin” bugünkü karĢılığı “otorite” dediğimiz Ģeydir. *** “Uzza” kelimesi bunu tamamlıyor. Kur‟an‟da kullanılan “Aziz” isminin daha değiĢik söyleniĢi. “Güç” “kuvvet” anlamına geliyor: Aziz/Mu‟ız/Muaz/Izzet/Muazzez… Demek ki Uzza isminin bugünkü karĢılığı da “güç, kuvvet” dediğimiz Ģeydir. *** Üçüncüleri olan diğer “Menat” ise yine çok tanıdık: Menna/Mamon/Money/Many/Menat/Manat… O bildiğiniz “para” demek yani. Çarlık Rusyası‟nın para birimi: “Manat” Bugünkü Azarbaycan‟ın, Türkmenistan‟ın hala para birimi; “Manat” *** Lât: Otorite… Uzza: Güç… Menat: Para… ġimdi ayeti yaĢayan yorumu ile yeniden okuyalım: “Otorite, güç ve üçüncüleri diğer para… Bunlar sizin ve atalarınızın takdığı bir takım isimlerden baĢka bir Ģey değildir… Onlar gerçekte zanna ve nefislerinin isteklerine/arzularına tabi oluyorlar…” Nefislerinin istek ve arzuları otorite, güç ve para arzuluyor. Bunlara ulaĢmak için, üçüne de perestij ediyorlar ve gözleri baĢka bir Ģey görmüyor, put gibi tapınç nesnesi haline getiriyorlar… Otoriteyi, gücü ve parayı kendilerinde toplamak/biriktirmek istiyorlar. Bunları elde etmek için girmedikleri kılık, atmadıkları takla kalmıyor. Bunlar için savaĢıyor, vuruĢuyor, kan döküp fesat çıkarıyorlar… Otorite: Devlet, saltanat, taht, lider, ecdad, egemenlik, sınır, ulus… Güç: Silah, petrol, toprak, nüfus, nüfuz… Para: Sermaye, banka, altın, gümüĢ, dolar, euro… Yeryüzünde kan döküp fesat çıkarmak bunlar için olmuyor mu? YaĢadığımız çağa dikkat ediniz… Otorite sevdasından emperyalizm doğmuĢ. Güç tapıncından faĢizm doğmuĢ. Para hırsından kapitalizm doğmuĢ. Ġnsanlığın ezelî ve ebedî sorunu bu üçü; Lât (otorite), Uzza (güç/kuvvet) ve Menat (para) baĢka bir Ģey değil. *** Ne diyor Kur‟an bu üçüne karĢı?: Allah‟tan baĢka otorite yoktur (La ilahe illallah) Güç ve kuvvet yalnızca Allah‟a aittir (La havle ve la guvvete illa billah) Ve üçüncüsü: Mülk Allah‟ındır (Lehu’l-Mülk). ġimdi anlaĢıldı mı bunların “ismi” neden veriliyor Kuran‟da. Çünkü bunlar insanlıkta ölmeyen “isim”ler. Yok olup gitmiĢ taĢlar, tahtalar değil. Bunlar yaĢayan putlar: Lât, Uzza, Menat… UYDURMA HADĠSLER Ulemaya göre hadisler, Kuran‟dan sonra dindeki ikinci kaynaktır. Ancak uygulamada, hadislerin Kuran‟ın önüne geçtiğini, dinin Kuran‟dan değil, hadislerden öğrenildiğini ve Kuran‟ın akıl ve mantıkla doldurulması için boĢ bıraktığı yerlerin tamamen Kuran, akıl ve mantık ile çeliĢen hükümler içermesine rağmen hadisler ile doldurulduğunu görüyoruz. YanlıĢ anlaĢılmasın, ortada gerçekten Peygamberimize ait olan hadisler olsa, yemin olsun ki onları herkesten önce biz savunuruz. Ancak biz hadislerin çoğunun uydurma olduğuna inanıyoruz. Sebeplerine aĢağıda değineceğiz. Dolayısıyla bizim hadisten kastettiğimiz uydurma hadislerdir. Peygamberimize ait olduğu iddia edilen bir hadisin sahih olabilmesi için, bu hadis öncelikle Kuran‟a, akla ve mantığa uygun olmak zorundadır. Ve yine bu hadis, Peygamberimizin vahiy almadan bilemeyeceği bir konu üzerine olmamak zorundadır. Bu Ģartlardan ötürü, bir hadise gerçekten Peygamberimizin hadisidir dersek, zaten bu hadis Kuran‟ın söylediğinin tekrarı niteliğinde olacaktır. Peki hal böyle iken, bir Müslüman‟ın dinini öğrenmesi için niçin hadislere ihtiyacı olsun? Yoksa ALLAH‟ın unuttuğu veya eksik bıraktığı konular var da, bunları elçi mi dolduruyor? Hani ALLAH, hükümranlığını kimseye vermezdi, ALLAH Kehf 26‟da yalan mı söylüyor? Kısacası Ģunu soruyorum, tüm kahinatı yaratan bir güç, karĢısında nokta kadar değeri olmayan insanı nimetten sayıyor ve ona bir kitap indiriyorsa bu kitap yani Kuran yetersiz olabilir mi? ENAM 126. “Bu (din), Rabbinin dosdoğru yoludur. Biz, öğüt alacak bir kavim için âyetleri ayrıntılı olarak açıkladık.” ENAM 153. “ġüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (BaĢka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. ĠĢte sakınmanız için Allah size bunları emretti.” ZÜMER 27. “Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kuran'da insanlara her türlü misali verdik.” CASĠYE 6. “ĠĢte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın âyetleridir. Artık Allah'tan ve O'nun âyetlerinden sonra hangi hadise (söze) inanacaklar?” Hadisleri düĢünmeden, araĢtırmadan ve sorgulamadan körü körüne kabul edenler ise, bunu hem ailelerinden böyle gördüğü için hem de zanlarına teslim oldukları için bu yanlıĢı yapıyorlar. Hadislerin tamamının Peygamberimize ait olduklarını zannetmeleri, hadisleri yazanların yanlıĢ yapamayacak büyük ulema olduklarını zannetmeleri ve bunları çocukluktan beri ailelerinden bu Ģekilde duyup, sorgulamanın günah olduğunu zannetmeleri insanları yanlıĢ yola götürmektedir. MAĠDE 104. “Onlara, "Allah'ın indirdiğine ve Resûl'e gelin" denildiği vakit, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol) bize yeter" derler. Ataları hiçbir Ģey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?” YUNUS 36. “Onların çoğu zandan baĢka bir Ģeye uymaz. ġüphesiz zan, haktan (ilimden) hiçbir Ģeyin yerini tutmaz. Allah onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir.” NECM 28. “Halbuki onların bu hususta hiç bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç Ģüphesiz hakikat bakımından bir Ģey ifade etmez.” AĢağıdaki ayette, hem Peygamberden iĢitilen hadisin baĢkalarına yayılması eleĢtiriliyor, hem de ALLAH‟ın her Ģeyi bildiği ispatlanıyor: TAHRĠM 3. “Peygamber, eĢlerinden birine gizlice bir hadis söylemiĢti. Fakat eĢi, o sözü baĢkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiĢ, bir kısmından da vazgeçmiĢti. Peygamber bunu ona haber verince eĢi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber: Bilen, her Ģeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi.” Hakkı Yılmaz‟ın “UydurulmuĢ Hadisler” makalesinden bir bölümü aynen aktarıyorum: “Dünyada her zaman insanları en iyi kandırmanın yolu; Allah’ı, peygamberi, Kur’an’ı, yani kısaca dini alet olarak kullanmak olmuştur. Bu tip aldatmalar, sadece İslâm tarihine de özgü değildir. İnsanlık, tarihinin her döneminde dinî inançları kullanılarak istismar edilmiştir. Kur’an’ı tahrif edemeyeceklerini görenler, tabiri caizse surda delik açmanın Kur’an dışında bir takım yalanlarla mümkün olabileceğini düşünüp, kötü emellerini hadis uydurmak suretiyle gerçekleştirmişlerdir. İslâm tarihinde ilk hadis uydurması peygamberimizin sağlığında yapılmış; bir kişinin sevdiği kızı alabilmek için peygamberimizin ağzından bir yalan uydurması ile başlamıştır. Bunu duyan peygamberimiz ise herkesi uyarmıştır: “Kim bilerek ve kasten benim üzerime bir yalan söylerse ateşten yerine yerleşsin.” O zamanki Müslümanların nitelikleri bu tip bir cinayete zaten elvermiyordu. Onlar Kur’an ile terbiye olmuş ve eğitilmiş kişilerdi. İşin ciddiyeti gereği, ince eleyip sık dokurlardı ve her duyduklarının peygamberimizden de teyidini alırlardı. Peygamberimizden sonra Ebu Bekir ve Ömer dönemlerinde de hadis uydurma pek görülmemiştir. Gerçi peygamberimizin ölümünden sonra ilk halife seçimi sırasında ortaya atılan “İmamlar Kureyş’ten olacaktır” hadisi tartışılmıştır ama peygamber ağzından söz aktarma o dönemde yaygın değildir. Osman’ın öldürülmesinden sonra ise Müslümanlar arasında inanılmaz fitne ve olaylar baş göstermiş ve bunların taraftarları, otuz-kırk bin Müslüman’ın hatta sahabenin kanına girenler, olaylara ve tuttukları yola bir dayanak bulma mecburiyetine düşerek, hadis uydurmaya hatta uydurtmaya başlamışlardır. Herkes kendini öven, karşı anlayışı da yeren hadisler ortaya atmaya başlamış ve ilk hadis uydurma harekâtı böyle başlamıştır. Ömer ve Ali’nin birkaç sahabeyi azarladıkları ve tartakladıkları olmuşsa da uydurma hadislerle mücadeleyi ilk defa ciddiye alan ve ayıklamayı ilk emreden Halife Ömer b. Abdülaziz olmuştur. Harun er-Raşid de hadis uyduranları katletmiştir. Büyük hadis bilgini Abdullah b.El Mübarek bir gurup bilginle birlikte, uydurulmuş hadislerin tespit ve ayıklanmasına büyük emek vermiştir. (Allah onlardan razı olsun.)” http://www.istekuran.net/uyhadis.html Çok ilginç bir çeliĢkiyi paylaĢmak istiyorum. Bu bilgiyi çok rahatlıkla kontrol edebilirsiniz. Kütüb-ü Sitte 4106, 4107 numaralı hadisleri okuyunuz. Ne kadar ilginçtir ki, bu iki hadiste Peygamberimiz, hadislerinin yazılmamasını, yazılanların ise imha edilmesini buyuruyor. Bu hadislerden önceki birkaç hadiste de, ki bunların da üç tanesi Ebu Hureyre hadisidir, yazılmasını emrediyor. Tamamen zıt bu iki grup hadisten hangisine inanacağınız Ģüphesiz sizin kararınızdır. Ama özellikle 4107 nolu hadis, bizim ana ilkemizi oluĢturmaktadır: "Benden Kuran dıĢında bir Ģey yazmayın. Kim, Kuran'dan baĢka bir Ģey yazmıĢ ise, onu imha etsin." Yok eğer 4101 - 4105 arası hadisleri, yani Peygamberimizin çevresindekilere hadislerinin yazılmasını emrettiğini kabul edersek, ilk hadis kitabı 250 yıl sonra yazıldığına göre, tarihteki birçok önemli Müslüman‟ı ihanetle suçlamamız gerekir. Peygamberimiz döneminde hadis toplama faaliyetinin olmadığı, rivayetlere göre toplananlara da Peygamberimizin izin vermeyip yaktırdığı bilinmektedir. Ayrıca, ilk dört halifenin de buna izin vermediği görülmektedir. Acaba burada sorgulanması gereken bir sebep yok mudur? Bu büyük insanlar, eskiden insanların dinlerini nasıl bozduklarının farkında olmalarından dolayı, Kuran‟dan baĢka hiçbir kaynak oluĢturmamaya gayret etmiĢ olabilirler mi? Ġmam Ali‟nin vefatına kadar hadis uydurmak çok zor olmuĢtur. Arada Ebu Hureyre gibileri çıksa da, bu isimler karĢılarında Ömer gibi, Ali gibi birini bulup, korkularından hadis uyduramamıĢlardır. Örneğin; Halife Ömer‟in Ebu Hureyre‟ye, fazla hadis rivayet etmeye devam ederse sürgün edeceğini söylediği iddia edilmektedir. ÇeĢitli kaynaklarda, Ebu Hureyre‟nin Ömer döneminde “Resul Ģöyle dedi” Ģeklinde konuĢamadığı için yakındığı anlatılır. Peki ne oldu da Ebu Hureyre gibileri bir anda yüzlerce hadisi uydurabildikleri bir ortama kavuĢtular? Ġmam Ali‟den sonra halifelik Muaviye‟ye geçti. Muaviye kim midir? Peygamberimize en büyük zulümleri yapmıĢ olan Ebu Süfyan bin Harb‟ın oğludur. Annesini de unutmamak gerekir. Annesi, Hamza‟yı öldürtüp, ciğerini çiğ çiğ yiyen Hind bint Utbe‟dir. Muaviye, Ali ile alçakça savaĢandır. Peygamberimizin torunu, Ali‟nin oğlu Hasan‟ın katilidir. Ebu Bekir‟in oğlu Muhammed‟in katilidir. Daha nicelerini katleden veya sürgün edendir. Ayrıca, Hüseyin‟in katili Yezid‟in babasıdır. Ve Muaviye, Ġslam Devleti‟nin 5. halifesi, oğlu Yezid de 6. halifesidir. ĠĢte bu dönemden itibaren Ebu Hureyrelere kimse dur diyememiĢtir. Ve ne kadar acıdır ki o Ebu Hureyre, Muaviye denen katil hakkında ne güzel sözler söylemiĢtir. Kendisi söylemekle kalmamıĢ, Peygamberimizin Muaviye‟yi övdüğüne dair hadisler de uydurmuĢtur. Hatta Muaviye için Ġmam Ali‟yi kötülemiĢ ve bunun üzerine Muaviye tarafından ödüllendirilmiĢtir. Sizce tüm bunlar yaĢanırken, dinimizin halis kalabilmesi mümkün müydü? Muaviye‟nin can dostu Ebu Hureyre tarafından 3.000‟in üzerinde hadis rivayet edildiği söylenir. Buhari, bunlardan 446 tanesini kitabına almıĢtır. Can alıcı nokta ise, Peygamberimiz ölmeden sadece 2 yıl önce Müslüman olmasıdır. En fazla 730 günde, sabah akĢam bile birlikte olsa, bu kadar hadisi biriktirmesine diyecek laf yoktur. Buhari‟nin kitabında, Ebu Hureyre kadar değerli olmasalar da diğer sahabelerin ne kadar rivayet ettiğini de söyleyelim: Ebu Bekir ---- 22 tane Osman ---- 9 tane Ali ---- 20 tane Zübeyr ---- 9 tane Talha ---- 4 tane. Ubey bin Ka‟b ---- 8 tane Selman-ı Farisi ---- 4 tane Yorumsuz… Muaviye ve Ebu Hureyre hakkında en ufak bir söz söylenince Ģöyle bir tepki gelmektedir: “Pis kafir! Sen mübarek sahabeler hakkında nasıl böyle konuĢursun?” Sahabe, Peygamberimizi görmüĢ Müslümanlar için kullanılan bir kelimedir. Peygamberimizi görmek veya duymak ile mübarek olunsaydı, cennete de onların değil gözlerinin veya kulaklarının girmesi gerekirdi. Peki, her sahabe direk mübarek oluyorsa, Peygamberimize onca zulümler etmiĢ ve ancak savaĢı kaybettikleri zaman Müslüman olabilmiĢ Ebu Süfyanlar, Ġkrimeler, Safvanlar da mı mübarek oluyor? Ġsa Peygamber‟den de örnek verebiliriz. Ġsa‟nın on iki havarisinden biri olan ve 30 gümüĢ dinar karĢılığında ona ihanet edip yakalattıran Yahuda da mübarek oluyor mu? Biraz da hadisleri yazıya geçirenlerden bahsetmek istiyorum: Hadisleri ilk defa yazıya geçirip kitaplaĢtıran Buhari, Muslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai ve Ġbn Mace de aynı dönemde, Miladi takvime göre 9. asrın ilk yarısında doğmuĢlardır. Dolayısıyla, Peygamberimizin hadislerini toplamaya baĢladıklarında, Peygamberimizin ölümünden en az 200 yıl geçmiĢti. Bu 200 yıl içinde de, Peygamberimizin hadislerinin toplandığı bir kitap bulunmamakta olup, tamamen halk arasında sözlü rivayetlere dayanmaktaydı. Daha iyi anlaĢılması için Ģöyle bir örnek verelim; Ģu anki tarihte, 1. Abdülhamit, 3. Selim, 4. Mustafa ya da 2.Mahmut‟un söylediği sözleri araĢtırmaya baĢlasak, sözlerinin de hiçbir kaynakta saklanmadığını kabul etsek, bu padiĢahların ne kadar sözünü derleyebiliriz? Peki, padiĢahları boĢ verin. PadiĢahlar ile Peygamberimiz halk nazarında aynı öneme sahip olmadığı için kıyaslama doğru olmaz. Onun için biz daha yakın bir örnek olarak Atatürk‟ü seçelim. Her ne kadar Atatürk‟ün ölümünden 200 ü bırakın, 80 yıl bile geçmemiĢ olmasına rağmen; Nutuk, meclis tutanakları vs. hiçbir kaynak olmadığını kabul etsek, onun ne kadar sözünü derleyebilirdik? Hiçbir kaynak olmamıĢ olsa ve Ģuan sözlerini toplamıĢ olsaydık, emin olun ki, Atatürk‟ün söylemediği binlerce söz ile karĢı karĢıya kalırdık. 60larda Menderes yanlıları, Atatürk‟ün askeri veya devrimcileri kötülediği bir sözü; 70lerde de Deniz GezmiĢ yanlıları, Atatürk‟ün ülkücüleri veya dincileri kötülediği bir sözü uyduruverirlerdi. Kadın düĢmanları kadınlar, erkek düĢmanları erkekler hakkında; bir kesim Kürtler için, bir kesim de Türkler için sözler uydururlardı. Kimisi “Din karĢıtı” , kimisi de “Komünizm karĢıtı” derdi. Günümüze geldiğimizde de, birileri “Aman ha! Atatürk‟ün sözüdür. KarĢı gelme!” diyerek, ona atılan bu iftira ve yalanları halkın kabul etmesi için zorlardı. Konumuzda ise, hem 200 yıl, hem de bin yıldan da öncesinin dünya koĢulları söz konusudur. Ve bu 200 yıllık arada, Muaviye ve Yezidler iktidar sahibi olmuĢlardır. Hadis yazarlarından devam edelim: Buhari‟nin 600.000 adet hadisi; ayıklama, çıkarma ve seçme ile 6.000 civarında hadise indirdiğini ve bunları “Sahih” kabul ettiğini biliyoruz. Aynı Ģekilde Muslim de, 300.000 hadisi 3.000 civarında hadise indirmiĢtir. “Abdi'l Latifi'z Zebidi, “Sahih-i Buhari Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Ģerhi, Ankara, 1984 (Yedinci Baskı) Cilt 1, Sahife VI” eserinden aĢağıda aynen kopyalıyorum: “Ġmam Buhari, bu kitabı için: "Sahih olandan baĢkasını yazmadım. Kitap uzamasın diye terk edip yazmadığım sahihler de yazdıklarımdan çoktur." dediği gibi : "Bunların altı yüz bin hadis içinden tahrîc ve intihâb eyledim. Ve tasnifini on altı senede ikmâl edebildim. Onu kendim ile Allah arasında huccet ittihaz ederim." demiĢtir.” ġimdi küçük bir hesap yapalım: Buhari‟nin her gün net 15 saat çalıĢtığını kabul edelim ve 600.000 hadisin tahric, intihab ve ikmal iĢlemlerini yapabilmesi için 40 yıl verelim. Daha fazla verebilmek isterdik ancak ne yazık ki 59 yaĢında vefat etmiĢtir. Unutmadan, doğumundan 19 yaĢına kadar Kuran-ı Kerim‟i tamamen özümsemiĢ olduğunu ve 600.000 tane hadisi öğrendiğini kabul edeceğiz ki, bu iĢlemleri yapabilsin. 15 ile 365‟i çarparsak; bir yılda 5475 saat çalıĢtığını, 5475 ile de 40‟ı çarparsak; 40 yılda 219.000 saat çalıĢtığını, 219.000‟i de 600.000‟e bölersek; her hadise 0,365 saat ayırdığını kabul etmiĢ oluruz. 0,365 saat = 21 dakika 54 saniye yapar, biz 22 dakika diyelim. Çıkan sonuç Ģudur ki; Buhari, 19 yaĢına kadar Ġslam‟ı özümsemiĢ ve geri kalan ömründe de, 40 yıl boyunca hiç aralıksız, düzenli bir Ģekilde her gün 15 saat çalıĢarak, hafızasındaki 600.000 hadisin her birine 22 dakikalık vakitler ayırarak, bu hadislerden dinimize uygun olanları ayıklamıĢ, toparlamıĢ ve kitaplaĢtırmıĢtır. Anlatıldığına göre, bu 22 dakikada her bir hadis rivayetini incelemeye geçmeden önce, güsul abdesti almıĢ, namazını kılmıĢ, duasını etmiĢ ve sonra çevresindekilerle mütalaa etmiĢ ve bu hadislerin içinden “Sahih” kabul ettiklerini derlemiĢ, kitaplaĢtırmıĢ. Buna mantık bilimi bile dayanmaz. ġimdi, baĢka bir açıdan konuya yaklaĢarak, aĢağıda 6 yazarın hadis kitaplarının kaçar hadisten oluĢtuğunu yazmak istiyorum: (Muhammed Esad‟ın araĢtırmalarına göre) Buhârî --- 9082 hadis Muslim --- 7275 hadis Nesai --- 5724 hadis Ebu Davud --- 5274 hadis Tirmizi --- 3951 hadis Ġbn Mace --- 4341 hadis Toplam: 35647 hadis Bu hadis sayısını Kuran ile kıyaslamadan önce Ģunu söyleyelim; bu sayıların içinde tekrarlar da mevcuttur. Bunu değerlendirme dıĢı bırakıyoruz. Bunun sebebi de; Kuran‟da da tekrarların mevcut olması ve dolayısıyla yaklaĢık olarak aynı sonuca ulaĢılmasıdır. Kuran‟ı Kerim‟de 6000 küsur tane ayet vardır. Ehli sünnetçe sahih kabul edilen 6 kitapta ise, 35647 hadis vardır. Hadi iddia edildiği gibi; biz din düĢmanı, ateist, mason, ajan vs. olalım ve bu 35647 hadisin de hepsi Resulullah‟ın sözü olsun. O zaman din konusunda elçi, ALLAH‟tan daha mı çok Ģey biliyor? Ya da ALLAH‟ın kullarına söylemediğini elçi mi söylüyor? Vazgeçtim. BoĢ verin bunları daha ilginç bir açıdan yorumlamaya devam edelim. O resul ki, o kadar zulüm gördü ve tek gayesi ALLAH‟ın sözlerini tebliğ edebilmekti. Bütün ömrünü, acılar ve iĢkencelerle bu yola harcadı ve vefatında bize tek mirası olarak Kuran‟ı bıraktı. Kıyaslarsak; Muhammed 23 yıllık mücadelenin sonunda 6000 küsur ayet bıraktı, 6 tane beĢer ise 35647 hadis bıraktı. Sayısının yanı sıra; Kuran duvara asıldı ya da Arapça okundu, Hadisler ise dinin kaynağı oldu ve gerektiğinde Kuran ile çeliĢmesine rağmen yine de tüm hayatımızda kurallar oluĢturdu ve baĢlı baĢına bir din oldu. Sonuç olarak; hem sayısı açısından, hem de iĢlevi açısından, 6 tane beĢer, insanlığa ve dine, ALLAH‟ın resulünden daha çok mu fayda sağlamıĢ oldular? Peki ALLAH korusun bu insanlar olmasaydı ne olacaktı? Biz bir yetimin bize bıraktığı 6000 küsur tanecik ayete mi muhtaç olacaktık? Onlar 250 yıl sonra bu kitapları yazmasa halimiz nice olurdu? Buna göre o zaman, Muhammed değil, ondan daha büyük hizmetler gerçekleĢtirmiĢ(!) Buhari ya da Muslim son peygamber olarak kabul edilmelidir. Farkında değiller ancak hadisleri bu kadar körü körüne sahiplenip Buhari‟yi, Muslim‟i yere göğe sığdıramayanlar, aslında bunu söylemiĢ oluyorlar. Peygamberimize iyilik yaptıklarına inanıyorlar fakat gerçekte kötülük yapıyorlar. Bir de bu 35647 hadisi baĢka açıdan yorumlayalım. Hesabımıza geçmeden önce; aynı Ģekilde tekrarları yine dikkate almayalım. Çünkü, Peygamberimizin bir ettiği lafı bir daha etmediği gibi bir mantığı kabul edemeyiz. ġimdi hesabımızı yapalım: Muhammed Peygamber, 23 yıl peygamberlik yapmıĢtır. 23 ile 365‟i çarparsak; 8395 gün peygamberlik görevini yaptığını buluruz. 35647‟yi 8395‟e bölersek; her güne 4,25 hadis düĢer. Sonuç olarak; bunun 200-250 yıl sonrasına intikal edebilmesi için, Peygamberimizin veya yanındakilerin tuttuğu bir günlükten baĢka bir çare yoktur. Ayrıca Ģu bilgiyi de verelim; ilk 3 senesi sonunda Müslümanların sayısı 30'u biraz geçmiĢti. Bu 30 kiĢinin içindeyse Ebu Hureyre gibileri yoktu. Bu konu hakkında daha çok yazılabilir, yazanlar da var. Tarihte, hadisleri tek tek alıp Kuran ile çeliĢkilerini göstermiĢ olanlar da var.(Bu kiĢilerin kitaplarını piyasada bulamazsınız tabii ki) Ancak ben, düĢünen bir toplum için bu kadarının bile yeterli olacağı kanaatindeyim. Onun için, biraz da neden bu görüĢte olduğumu yazmak istiyorum. Ben, din konusunda yalnız ve ancak Kuran‟ın kaynak olabileceğini savunuyorum. Hadislerin gerçekten Peygamberimizin sözleri olduğuna inanmıyorum. Peygamberimizin izinden gitmek istiyorsak, O„nun izinden gittiği Ģeye bakmalıyız, yani Kuran‟a. Peygamberimizin nasıl yaĢadığını görmek istiyorsak, yine Kuran‟a bakmalıyız, çünkü O, Kuran‟a göre yaĢadı. Peygamberimiz “YaĢayan Kuran” idi. Onun sözlerinin Kuran ile çeliĢmesi söz konusu olamaz. Ancak baktığımızda, Kuran ile çeliĢen ve insanlığı çok yanlıĢ etkilemiĢ ve yanlıĢ kararlar almasına sebebiyet vermiĢ bir dünya hadis var. Bu hadisler yüzünden insanlık bambaĢka bir dini öğrenmiĢtir. Kuran ile çeliĢen bilgilere din demiĢtir. Ancak Ģunu da belirtelim; bu kitaplarda gerçekten de Peygamberimize ait sözler yok mudur? Vardır. Ancak, Kuran‟da tamamen doğru bilgi öğrenmek dururken, ne zorumuz var da; samanlıkta iğne arar gibi 30.000 hadiste doğru hadis arayalım veya hadislerden birçok yanlıĢ bilgi öğrenelim. Dinde yanlıĢ bilgi öğrenmek önemsiz bir Ģey midir? Tam tersine, gün gelir dinde öğreneceğiniz bir yanlıĢ, bütün doğrularınızı götürür. Din adına cinayet iĢleyenler, kadınlarına zulmedenler, kız çocuklarını okutmayanlar hangi yanlıĢların peĢinden koĢuyor zannediyorsunuz? Terör örgütleri nereden doğdu zannediyorsunuz? Bunların Kuran‟dan en ufak bir kaynakları yoktur. Kaynakları; hadislerde, mezhep imamlarının hadislere dayanan kitaplarındadır. Kaynak olarak Kuran‟ı tekrar tekrar okudunuz özümsediniz de, artık size Kuran yeterli olmayıp, baĢka kaynak arıyorsanız diyeceğim laf yoktur. Yok eğer, Peygamberimize iyilik yaptığınızı zannediyorsanız, tam tersi, onun hakkında yalanlar uyduran, ona iftiralar atan kitapları yakmanız gerekir. Çünkü Peygamberimizin Kuranla, akıl ve mantıkla çeliĢen en ufak bir sözü söylemeyeceğini bilmeliyiz. HAKKA 44, 45, 46, 47. “Eğer (Peygamber) bize atfen bazı sözler uydurmuĢ olsaydı, elbette onu kıskıvrak yakalardık. Sonra onun can damarını koparırdık (onu yaĢatmazdık). Hiçbiriniz buna mâni de olamazdınız.” Adil olması için, bizim bütün bu anlattıklarımıza karĢı belirtilen görüĢleri ve söylenen sözleri de paylaĢalım: - Deme öyle deme deme! Dinden çıkarsın Maazallah! - Vah vaaah! Bizim oğlan ne diyor böyle! Komünist mi oldun oğlum sen? Biraz daha bilimsel olan karĢı görüĢleri de paylaĢalım: - Sus! Pis kafir! - Dinimizi yıkacaksınız değil mi? Yahudi misiniz mason musunuz? Ama en belden aĢağı görüĢte Ģu: - Sen kimsin be! Bütün hayatını dine adamıĢ mübarek ulema bilmiyor da sen mi biliyorsun? Onlara cevap yine ALLAH‟ın sözüyle olsun: ARAF 199. “Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.” Sonuç olarak, hiçbir Ģey değiĢmez. Böyle gelmiĢ, böyle gider. En nihayetinde: KAFĠRUN 6. “Sizin dininiz size, benim dinim bana!” SÖZ EDĠP YÜKSEL‟DE (Bu bölüm, Edip Yüksel’in Ozan Yayıncılıkça basılan kitaplarından küçük bir derlemedir. Bu ülkede gerçek Kuran erlerinin yetişebilmesi için gerekli ortamı hazırlayanlardan birisi olduğu için, üstada sonsuz minnetlerimizi sunuyoruz.) Kuran bir rehber, bir baĢvuru kitabı, bir harita, bir pusula olmaktan çıkarılıp, bir tren ya da yüksek voltajlı bir trafo gibi tehlikeli bir nesne haline getirilmiĢtir! Kuran anlaĢılması zor, "yüksek" anlamlarına ulaĢılması imkânsız ve dokunulması tehlikeli bir kitap olunca, gelsin ciltler dolusu hadis, yığınla sünnet, fıçılar dolusu söylenti, tencereler dolusu ilmihal çorbaları, yığınla saçmalık, tonlarca batıl inanç, kutsal adamlar kalabalığı ve kutsal tüccarlar ordusu. Bu durum, sözde Müslüman ülkelerdeki sefaleti, geri kalmıĢlığı, zulmü, baskıyı ve sınır tanımayan yozlaĢmayı çok güzel açıklamaktadır. Müslümanların atalarından miras aldığı ve uygulamak için çok çalıĢtığı dinin, Kuran yoluyla Muhammed tarafından iletilen sadece Allah'a teslim olma sistemiyle çok az ilgisi vardır. Büyüklük taslayarak ulema (alimler, bilgi insanları) olduklarını iddia eden din adamları, Ġslam'ın mesajına cahillik bulaĢtırdı. Çok sayıda uydurduklarının arasında, Ģeriat (yasalar), yasaklar, peçeler, sakallar, türbanlar, tuvalette nasıl temizlenileceğinin kuralları, çiĢ yapma kuralları, misvaklar, sağ eller, sol eller, sağ ayaklar, sol ayaklar, hadisler, sünnetler, Ģefaat, kutsal kıllar, kutsal kıyafetler, kutsal diĢler, kutsal ayak izleri, hazretler, efendiler, azizler, mevlalar, mehdiler, masum imamlar, emirler, mezhepler, tespihler, muskalar, rüyalar, kutsal yasa boĢlukları, takkeler, tapınaklar, ekstra dualar, ekstra haramlar, çok sayıda Arapça kelimeler, mendup, müstehab, mekruh, Ģerif, seyyid ve daha bir sürü saçmalık örnek olarak gösterilebilir. Sonuç olarak, Sünnilerin ve ġiilerin dini, doğadaki ve kitaptaki ilahi yasalar ile çeliĢir ve sadık takipçilerini sefalete ve geri kalmıĢlığa mahkûm eder. Dini liderler ile politik müttefikleri, Müslümanların geri kalmıĢlığına büyük ölçüde katkıda bulunur. Her Ģeye Gücü yeten Allah, "büyüklerden biri" olarak tanımladığı mesaj ile artık reform yapmamızı ve ilerlemenin yolunu açmamızı istiyor (74: 30-37). Dini liderleri tarafından hipnotize edilen Müslümanların büyük bölümü, büyük bir tutkuyla izlemeye çalıĢtıkları dinin, Muhammed döneminde Ebu Cehil (cehaletin babası) ve Ebu Leheb'in (kızgın ateĢin babası) izlediği dinden bir farkı olmadığından habersiz durumdadır. Bununla birlikte, Kuran'ın mesajı bir kez daha ıĢıldıyor ve çok tanrıcılık ile cahilliğin karanlığını yok ediyor. Örümcek ağlarının ve cahillik duvarlarının tehlikede olduğunu görünce, profesyonel din adamları ve onları körü körüne takip edenler yaygara koparabilir ve toz bulutu oluĢturmaya çalıĢabilir. Kuran‟ın okunmasını engellemek için ellerinden gelen her Ģeyi yapabilir. ALLAH‟ın Mesajı‟nı insanların duymaması için her türlü iftira, hakaret, sahte suçlama ve tehditte bulunabilir ve gürültü çıkarabilir. Çabaları boĢuna olur. Çünkü Kuran‟ın evrensel ıĢığı tüm mükemmelliği ile tekrar parıldıyor. Bu ıĢığı ne devletlerin sınırları; ne zalim rejimlerin yasa ve yargıçları; ne engizisyon zihniyetindekilerin fetvaları; ne de haçlıların entrikaları ve kanlı savaĢları engelleyebilir. Ġslami reform, Allah'ın izniyle, gerçekleĢecektir ve sistem bir kez daha sadece Allah'a adanacaktır. Allah'a övgüler olsun. KAMER 17. “Kuran'ı mesaj için kolaylaĢtırdık; öğüt alan yok mudur?” Kuran, Yalnızca Kuran, BaĢka ġey Değil, Sadece Kuran Allah'ın elçisine uymalıyız (3: 31,32; 24:56). Kim ki Allah'a ve elçisine itaatsizlik ederse yeri ebedi cehennemdir (72:23). Allah, elçisi ve son peygamber olan Muhammed'e Kuran'ı indirdi (27:6). Peygamberin dünyaya bildirdiği biricik kitap Kuran'dır (6:19). Elçinin biricik görevi mesajı iletmektir (16: 35). Sadece Kuran'ı izlemekle emir olunduk (7:2,3; 17:46). Kuran, hidayetimiz için gerekli her Ģeyi içermektedir (16:89). Allah, hiç bir Ģeyi Kuran'ın dıĢında bırakmamıĢtır (6:38). Hikmet, insan ürünü olan hadis kitaplarında değil, Allah'ın kitabındadır (17:39; 36:2). Kuran'dan baĢka hiç bir hadise inanıp kaynak edinmemeliyiz (45:6). Halkı bilgisizce Allah'ın yolundan saptırmak için boĢ hadislere değer verenler için acı bir azap vardır (31:6). Uyduruk hadislere (sözlere) ihtiyacımız yoktur; çünkü Kuran tam detaylıdır (12:111). En güzel hadis (söz) Kuran'dır (39:23). Tek geçerli sünnet .(yasa) Allah'ın sünnetidir (33:38, 62; 35:43). Allah'ın bir izni olmadan, ortaya dini hüküm koyanlar ve onları izleyenler müĢriktirler yani putperesttirler (42:21). Kuran mücmel değil detaylıdır, kapalı değil apaçıktır (30:28; 41:3). Kuran, bizzat Allah tarafından açıklanıp detaylanmıĢtır (11:1; 75:19). Kuran, inananlar tarafından anlaĢılması kolay, putperestler içinse anlaĢılması zor ve imkansızdır (54:17,22,32,40; 17:46; 18:57). Bizim için güzel örnek olan Muhammed peygamber Kuran'dan baĢka bir hüküm kaynağı kabul etmemiĢtir (5:48,49; 6:114; 10:15). Allah, hadislerin değil Kuran'ın korunmasını garantilemiĢtir (15:9; 36:69; 38:87). Allah'ın kelimeleri tastamam ve mükemmeldir (6:115). ġüpheli rivayetlere uyanlar sapmıĢlardır (6:112). Allah unutkan değildir (19:64). Allah, kelime sıkıntısı çekmez (18:109). Ahiret hakkında kuĢkusu olanlar Kuran ile yetinmezler veya onu baĢka kitaplarla değiĢtirmek isterler (10:15). Dinlerini mezhep mezhep ayırarak ihtilaf edenlerin Muhammed Peygamber ile bir iliĢkileri yoktur (6:159). Allah elçisinin ahiretteki tek Ģikayeti, halkının Kuran'dan uzaklaĢması hakkında olacaktır, hadisten uzaklaĢması hakkında değil (25:30). Orta Çağın Ġlkel Öğretilerini Kuran‟a EĢ KoĢmak Ġçin Neden Ayetlerin Anlamlarını Çarpıtıyorsunuz? “Allah'a ve elçisine itaat ediniz” (3:32). Kendilerine Kuran ayetleri hatırlatıldığında 25:73'deki tavrı göstereceklerine, bu ayeti suistimal ederek Buhari'yi, Müslim'i veya bir baĢka hadis kitabını ortaya çıkarmayı adet edinen sünnetçiler, Allah'ın elçisinin bildirdiği biricik kitabın Kuran olduğu (6:19; 7:3; 50:45), Muhammed Peygamber'in sadece onunla hükmettiğini (5:48,49), sadece onu terk edenlerden Ģikayetçi olduğunu (25:30), onu yeterli ve detaylı görmeyenleri putperestlikle suçladığı (6:114) ve onun Kuran'a inandığı (7:158) gerçeğini unutmaktadırlar. "Elçiye itaat", Buhari gibi ilkel bir iftiracıya itaat değil; elçinin getirdiği tamam, detaylı ve mükemmel olan Kitaba itaattir. Münafıkların Allah‟ın kitabına ekleme yapma veya ona katılma Ģansları yoktu ama hadis sayesinde bidatın, hurafenin, uydurmanın ve çarpıtmanın kapıları sonuna kadar açıktı. Buhara‟dan bir adam çıkıp kulaktan dolma söylentileri Muhammed peygamberden iki yüz yılı aĢkın bir süre sonra toplamaya baĢladığında dinsel hurafelere ve uydurmalara son derece uygun bir coğrafya ve toplum yapısı vardı. O insanların kendileri ve ana babaları mezhep savaĢlarına ve kıyımlara katılmıĢlardı. Dinsiz, Hıristiyan ve Yahudi pek çok kiĢi kuĢkulu nedenlerle Ġslam‟a girmiĢti ve onların çoğu, yeni dini özümsemeden, eski kültürünü ve dinden beklediğini Ġslam'a taĢımayı yeğlemiĢti. Seçkinler, kendi dini duruĢlarını haklı gösterip kabul ettirmek amacıyla dini, kültürel ve politik görüĢlerine ait uygulamaları, bu yeni hadis, sünnet, tefsir ve fetva modası sayesinde bol bol pazarladılar. Ayrıca, esbab-ı nüzul (vahyin nedenleri) denen sayısız öyküler uydurdular; her ayetin neden indirildiğini açıklıyormuĢ gibi yapıp ilahi iletinin anlamını çarpıttılar ya da kapsamını daralttılar. Belli bir din, kültür, kabile, mezhep, tarikat ya da hükümdarı yüceltmek için kelimelerin anlamını ve bağlamını kaydırdılar. Erkek hepbanacılar, ruhbanlar ve kadın düĢmanları bu yozlaĢtırma hareketini ustaca kullandılar. Muhammed Peygamber'in sözleri ve edimleri olarak kutsanan kulaktan dolma söylentiler ve onun ilah edinilen sahabelerinin adları bölüp parçalamada, kültürel eritmede, hatta ticari tanıtımda güçlü birer araç ya da Truva Atı olarak kullanıldı. Özetle, Kuran dıĢlandı; ilahi ileti fena halde çarpıtıldı. Muhammed Peygambere ait olduğu öne sürülen binlerce hadis onun ölümünden hemen sonra uydurulmaya baĢlandı, 200 yıl sonra devĢirildi ve yüzyıllar sonra 'sahih' hadisler adı altında kitaplaĢtırıldı. Hadislerin uydurulma amaçları Ģöyle sıralanabilir: Bir mezhebin öğretilerini bir baĢkasına yeğlemek Ġsyancıları etkisiz kılmak için hükümdarın yetki ve uygulamalarını övmek ya da haklı göstermek Bir kabile ya da hanedanın çıkarlarını gözetmek Cinsel istismarı ve kadın düĢmanlığını haklı göstermek (AyĢe'nin yaĢını küçük göstermek, kadınların ibadetine engel olmak); DehĢet, baskı ve diktayı haklı göstermek (Ureyne ve Ukeyle halkından bazılarını iĢkenceden geçirmek, Medine'deki Yahudi halkı yok etmek, Ģiirle eleĢtiri yapan bir kadın ozanı öldürmek); Ġbadete ibadet, dindarlığa dindarlık eklemek (nafile namazlar); Hurafeleri diriltmek (büyücülük yapmak, Kabe'nin yanındaki kara taĢa tapınmak); Bazı nesne ve edimleri yasaklamak (hayvan ve insan resmi yapmak, müzik aleti çalmak, satranç); Yahudi ve Hıristiyanların inanç ve uygulamalarını Ġslam'a sokmak (taĢla öldürmek, sünnet etmek, baĢörtüsünü dayatmak, inzivaya çekilmek, tesbih çekmek); Ġslam'dan önceki Mekke'de yaygın olan inanç ve uygulamaları yeniden yaĢama geçirmek (Ģefaat, kölelik, aĢiret tutkusu, kadın düĢmanlığı); Halkı hoĢlandıran öyküler uydurmak (miraçta göklere çıkıp namaz pazarlığı yapmak); Muhammed Peygamberi tanrılaĢtırıp onu öteki peygamberlerin üstüne çıkarmak (ayın parçalanması dahil bir sürü mucize); Tektanrıcılara karĢı hadis kullanmak (yalnızca Kuran diyenleri suçlamak) Ve hatta; Bir çiftliğin ürünlerini tanıtmak (Ajwa Bölgesinde yetiĢen hurmaların üstünlüğü)… Aynı Hata Yahudiler, Kuran gibi detaylı ve her Ģeyi açıklayan Tevrat'ı aldılar (6:154; 7:145). Ancak Allah'ın sözleriyle yetinmediler ve gereksiz birçok soru sordular. Sorularının cevaplarını Tevrat'ta bulamayınca uydurmaya baĢladılar. Nitekim bu Ģeytani tavır sonucunda MiĢna (söz) ve Gemara (pratik) denilen dini rivayetler ürettiler. Tıpkı Yahudiler gibi, Müslümanlar da Muhammed peygamberin ölümünden sonra uydurdukları binlerce yalanı peygambere yakıĢtırdılar. Çok ilginçtir ki bu uydurma dini kuralları, tıpkı Yahudiler gibi Hadis (söz) ve Sünnet (pratik) olarak adlandırdılar. Cahil insanlar, Kuran'da eleĢtirilen tipte sayısız sorular sordular ve cevaplar beklediler (2:67-70; 5:101). Örneğin, uyurken hangi tarafa yatacağız? Helaya önce hangi ayakla gireceğiz? Abdest alırken parmaklardan mı, dirsekten mi yıkamaya baĢlayacağız? Sakalımızı ne kadar uzatacağız? Tırnaklarımızı hangi gün ve hangi sırayla keseceğiz? Yemekleri hangi elimizle yiyeceğiz? Hangi sebzeleri ve meyveleri yemek daha sevaptır? Bu saçma sapan sorularının cevabını Allah'ın kitabında bulamayınca peygamberin ağzından cevaplar üretmeye baĢladılar. ÇeliĢkiler ve hurafeler dolu bu yalan rivayetler üzerinde tartıĢmaya ve mezhep mezhep bölünmeye baĢladılar. Özellikle, münafıklar bu ortamdan yararlanarak yüz binlerce hadis ürettiler. Kuran'ı Kerim bu münafıkları çok önceden haber vermekte ve bizi uyarmaktadır (6:112-116). Ġlgi çekicidir ki peygamberin bir numaralı düĢmanlarından olan Buhari, peygamberimize iftira ve hakaretlerle dolu kitabını peygamberin vefatından iki yüz elli yıl sonra yazmıĢtır. Hadis Kitaplarından Birkaç Örnek: Bunlar, çeĢitli hadis kitaplarından, söylenti ve sahte öğreti koleksiyonlarından bir örnektir: Ureyne ve Ukeyle kabilelerinden bir grup peygambere geldi ve peygamber onlara deve sidiği içmesini öğütledi. Daha sonra, peygamberin çobanını öldürdükleri için peygamber onları bağlayıp gözlerini dağladı, ellerini ve ayaklarını kesti ve çölde susuzluktan ölmeye terk etti. (Buhari 56/152, Hanbel 3/ 107, 163) Peygamber hiçbir vakit ayak üstünde iĢemedi. (Hanbel 4/196; 6/136, 192, 213) Peygamberin ayak üstünde iĢediğini gördüm. (Buhari 4/60, 62; Hanbel 4/246; 5/ 382, 394.) Ben en Ģerefli elçiyim, yargı gününde sadece ben ümmetimi düĢüneceğim. (Buhari 97/36) Elçiler arasında ayırım yapmayın; ben Yunus'tan daha iyi değilim. (Buhari 65/ 4,5; Hanbel 1/205, 242, 440). Evde, atta ve kadında kötü Ģans vardır (Buhari 76/53). Namaz kılanın önünden bir maymun, siyah bir köpek veya bir kadın geçerse namazı geçersiz olur. (Buhari 8/102; Hanbel 4/86). Cehennemi çoğunlukla kadınlar dolduracaktır; kadınlar zeka ve dinde eksiktir. (Müslim, Ġman 34/132; Müslim, Iydayn 4; Tirmizi, Ġman 6/2613; Ibn Mace, Fitan 19/4003; Ahmad b. Hanbel, Musnad, 2/373-374, 2/318; Ebu Davud, Sünnet 15/4679; Nasai, Iydayn 19) Peygamber savaĢta kadın ve çocukların öldürülmesine izin verdi. (Buhari, Cihad/146; Ebu Davud 113) Dünya dev bir boğanın boynuzları üzerindedir; hareket ettiğinde depremler oluĢur. (Ibn Kathir 2/29; 50/1) Liderler KureyĢ kabilesinden seçilmelidir. (Buhari 3/129, 183; 4/121; 86/31) Bütün siyah köpekleri öldüreceksiniz; çünkü onlar Ģeytanlardır. (Hanbel 4/85; 5/54) Karga günahkardır. (Buhari 59/16; Hanbel 2/ 52) Allah zamandır. (Muvatta 56/3) Kimliğini ispatlamak için, Allah peygambere bacaklarını açıp gösterdi. (Buhari 97/24, 10/129 ve 68. sure hakkındaki yorum) Zina yapanların taĢlanmasını söyleyen ayetin yazılı bulunduğu kağıt bir keçi tarafından yenilerek iptal edildi, (Ġbn Mace 36/1944; Ġbn Hanbel 3/61; 5/131,132,183; 6/269) Benu Eslem kabilesinden bir adam Peygambere gelerek yasadıĢı cinsel iliĢkide bulunduğunu söyledi ve kendine karĢı 4 kez tanıklıkta bulundu. Adam evli olduğu için Peygamber onun taĢlanmasını buyurdu. (Buhari, Hadis 6814) Zina eden bir maymunu öldürmek için taĢlayan bir maymun kabilesine rastladım ve onlara yardım ettim. (Buhari 63/27) Peygamber öldüğünde zırhı bir Yahudi'ye bir kaç kilo arpa karĢılığında rehin bırakıldı. (Buhari 34/14, 33, 88; Hanbel 1/300; 6/42, 160, 230) Bir kadının parmaklarını kesmenin cezası; bir parmak için 10 deve, iki parmak için 20 deve, üç parmak için 30 deve, dört parmak için 20 (yirmi) deve vermektir. (Hanbel 2/182; Muvatta 43/11) Peygamber bir Yahudi tarafından büyülendi ve günlerce ne yaptığını bilmeden dolaĢtı. (Buhari 59/11; 76/47; Hanbel 6/57; 4/367) Muhammed 30 erkeğin cinsel gücündeydi. (Buhari) Peygamberimizin izniyle ihramdan çıkıp Mina‟da bulunan kadınlarımıza yöneldik. Zekerlerimizden meni damlıyordu. (Buhari, Hac/81; Müslim Hac/ 141) Sol elinizle yemek yemeyiniz veya bir Ģey içmeyiniz, çünkü ġeytan da yeme içme için sol elini kullanır. (Hanbel 2/8, 33) Peygamber Ramazan bayramında tek sayıda hurma yerdi. (Buhari 2/73). Peygamber buyurmuĢtur ki 'Kim abdest alırsa burnuna su çekip temizlemelidir ve mahrem yerlerini temizlerken tek sayıda taĢ kullanmalıdır. (Buhari 1/162, 163) Peygamber buyurdu: 'Benden Kuran dıĢında bir Ģey yazmayın. Yazarlarsa yok edin. (Müslim, Zuhd 72; Hanbel 3/12, 21, 39). Peygamber Amr Ġbn As'a konuĢtuğu her Ģeyi yazmasını emretti (Hanbel 2/162). Kuran‟dan baĢka hidayet kaynağı arayan sapıtmıĢtır. (Tirmizi 2906) Ömer dedi ki: 'Kuran bizim için yeterlidir, peygamberden herhangi bir Ģey yazmayın'. Odadaki herkes Ömer'in söylediklerini kabul etti. (Buhari, Cihad 176, Cizye 6, Ġlim 49, Marza 17, Magazi 83, Itisam 26; Müslim, Vasiyye 20, 21, 22). Muhammed Peygamberi Hangi ÇeĢit Ve ġekillerde Ġstersiniz? Sahtekârlar ortaçağ Arap, Putperest, Yahudi ve Hıristiyan kültürlerinin karıĢımını elçinin güzel örnekleri Ģeklinde sundular. Daha kötüsü, Muhammed Peygambere atfedilen söz ve eylemler, örnek bir kiĢilik sergilemekten de çok uzaktır. Hadis kitaplarının portresini çizdiği peygamber, birkaç kiĢiliğe sahip kompleks bir karakterdir. Öyle ki bu karakter, mitolojik tanrılardan bile daha hayalidir. Hadis kitaplarındaki peygamber hem bilge hem bilgisizdir. Bazen Allah'tan bile merhametli bazen de zalim bir iĢkencecidir. Hem kusursuzdur hem günahkar, hem alçakgönüllü hem kibirli, hem güvenilir hem hilebaz, hem okuma yazma bilmeyen hem eğitmen, hem iffetli hem sex düĢkünü, hem zengin hem fakir, hem kayırmacı hem demokratik, hem adaletli hem kadın düĢmanı, hem hadisi yasaklayan hem hadisi teĢvik eden... Bunlar gibi birçok tezat kiĢiliğin örneklik diye sunulduğunu bulabilirsiniz. Binlerce farklı örnekten hangi karakteri istiyorsanız onu seçebilirsiniz. Herkes nasıl bir peygamber istiyorsa hadis okyanusuna bir olta sallayabilir. Terörist mi istiyorsunuz? Terörizmi haklı çıkarmak için bir kaç hadis bulabilirsiniz; ne de olsa Buhari'ye göre Muhammed savaĢta kadın ve çocukların öldürülmesini onaylıyordu. Hadis kitapları nerdeyse istediğiniz her Ģeyi içerir, özellikle istediğiniz Muhammed hakkında ise. Ġnanılmaz derecede kibar ve ince düĢünceli bir Muhammed de bulabilirsiniz, zalim bir iĢkenceci de... Bir sayfada Muhammed Peygamber'in sadece iĢaret ederek ayı ikiye böldüğünü ve bir parçasını Ali'nin bahçesine düĢürdüğünü bulursunuz, diğer bir sayfada bir harf bile okumaktan aciz Muhammed Peygamber'i... En Sahih Hadisin Sahihliğine Ne Kadar Güvenilir? Müslim, Ġbni Mace, Ebu Davut, Ahmed bin Hanbel'in Müsnedi, Muvatta gibi Sünnilerce kabul edilen kutsal hadis kitapları, Muhammed Peygamberin son hutbesini (Veda Hutbesi) rivayet ederler. Yüz bini aĢkın sahabenin tanık olduğu bu büyük tarihi konuĢmanın üç değiĢik rivayeti ilgi çekicidir. Hadislerin büyük bir bölümünün güya bir veya iki sahabe tarafından nakledildiğini hesaba kattığınızda, veda hutbesinin en sahih hadis olması gerekir. Ne var ki yüz bini aĢkın Müslüman tarafından izlenen bu hutbenin en önemli bölümü üç değiĢik rivayetle gelmektedir: 1. “Size izleyeceğiniz iki Ģey bırakıyorum: Kuran ve benim Sünnetim.” (Muvatta 46/3) 2. “Size Kuran'ı ve aile halkımı (ehli beyt) bırakıyorum.” (Müslim 44/4 Nu, 2408; Hanbel 4/366; Darimi 23/1 Nu, 3319). 3. “Size Kuran'ı bırakıyorum; onu izlemelisiniz.” (Müslim 15/19 Nu, 1218; Ġbn Mace 25/84 Nu, 3074; Ebu Davud 11/56, Nu l905). SON peygamberin SON hutbesindeki SON sözleri, on binlerce sahabe tarafından izlenmesine rağmen gördüğünüz gibi tahrif edilerek üç değiĢik varyasyon haline sokulmuĢtur. a) Sizin bu en sahih hadisinize göre, peygamber bize neyi bıraktı? Bu rivayetlerden hangisi doğrudur? b) Ġkinci ve üçüncü rivayeti nakledenler size göre sünneti unutkanlık sonucu mu ihmal ettiler? Hadis kitapları, dininizin ikinci temelini unuttular mı? c) En güzel hadis olan Kuran'a göre peygamber bize neyi bıraktı? (6:19, 38, 114; 5:48, 49; 112:111; 39:23). d) Peygamberin on binlerce kiĢi tarafından izlenen en önemli sözlerini değiĢtirebilen hadis kitaplarına nasıl güvenebiliriz? Kuran'ın yanında artık hangi hadise inanabiliriz? (45:6) e) Sünniler, yukarıdaki birinci rivayeti, ġiiler ikinci rivayeti tercih ederken ġii ve Sünni olmayanlar da Kuran'a uygun buldukları için üçüncü rivayeti tercih etseler kıyamet mi kopar? PEYGAMBERĠMĠZE HADĠSLERLE ATILAN ĠFTĠRALAR Hadisler incelendiğinde, inkarcıların ve ateistlerin arkasına sığınacağı o kadar hadis vardır ki, hakikaten bu uydurma hadisler inananların elini kolunu bağlamaktadır. Bu hadislerde neler yoktur ki. Peygamberimizin üfürükçülüğünden tutun da, okuma yazma bilmeyen bir cahil olduğundan baĢlayıp kadın düĢmanlığına kadar, bir tahtta oturan cani bir diktatör olduğundan baĢlayıp cinsel hayatına kadar birçok uydurma mevcuttur. Ne kadar ilginçtir ki, bu dünyada birileri küfretmiĢtir, onların katli vacip olmuĢtur; birileri küfretmiĢtir, onların sözleri dinin kaynağı olmuĢtur. Bu uydurma hadisler inkarcıların ve ateistlerin eline koz vermektedir. Bu kimseler, uydurma hadislerin arkasına sığınarak ALLAH‟ı, Kuran‟ı ve Peygamberimizi eleĢtirmekte ve yok saymaktadır. Ancak Ģunun farkında değillerdir ki, yok saydıkları sadece ve sadece bu uydurma hadislerdir. Uydurma hadislerin arkasına sığınarak Kuran‟ı çürütemezsiniz. Ancak ve ancak arkasına sığındığınız hadisin uydurma olduğunu kanıtlayabilirsiniz. Uydurma hadisler ile Ġslam‟a saldıranlar, bu hadislerdeki uydurmaların Kuran‟da karĢılığını gösterememektedirler. Ancak bu inkarcıların bazı akıl hocaları vardır ki, Turan Dursun bunların baĢında gelirdi, bu uydurmaların Kuran‟da karĢılığını gösterebilmek için cımbızla ayet seçer ve ayetlerin anlamını çarpıtarak okuyucuya sunardı. Kanıt gösterebildiği bir iki ayetin ise, söyledikleri anlamlarla ve gösterdikleri uydurmalarla uzaktan yakından alakası yoktu. Bu kimselerin akılları sıra Kuran‟dan gösterdikleri bazı örnekler vardır ki, Kuran‟a biraz vakıf olan bir kimse için bu iddialar gerçekten çok komiktir. Örneğin bu kimseler Kuran‟da çeliĢki olduğunu iddia ederler, ancak bu iddialarının en zekice olanı Ģu örnektir: ĠSRA 77. “Senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki kanun (da budur). Bizim kanunumuzda hiçbir değiĢiklik bulamazsın.” Bu ve birçok ayette ALLAH, dini hükümlerinin değiĢmeyeceğini söylüyor. Ancak bir uydurma hadis vardır ki, bu hadise göre ALLAH, bir sözü ile eski sözünün hükmünü kaldırır ve yenisini yürürlüğe koyar. Buna da “Nesh” derler. Sanki zamandan münezzeh olan ALLAH en doğrusunu bilmiyormuĢ gibi. Muhammed Esed‟in dediği gibi, sözde “nesh doktrini” nin temelinde, bazı eski müfessirlerin Kuran‟ın bir pasajını diğeri ile uzlaĢtırmadaki yetersizlikleri yatmaktadır. Hadis adı altında gerçekleĢtirilen bu nesh uydurması Kuran‟ın yukarıdaki ve benzeri ayetleri ile çeliĢir. Ama bu durum Kuran‟ı değil, hadisi çürütür ve inkarcılar yine emellerine ulaĢamaz. Bunun için Kuran‟dan ayet göstermeleri gerekir ki, cımbızla ve çarpıtarak Ģu ayeti seçerler: BAKARA 106, 107. “Biz, bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak (ertelersek) mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her Ģeye kadirdir. (Yine) bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah'ındır? Sizin için Allah'tan baĢka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” ĠĢte inkarcılar bu ayeti gösterir ve Kuran‟da çeliĢki var diyerek zevke gelirler. Onlar cahillikleriyle çok komik duruma düĢüyorlar. Biraz araĢtıran bir kimse “Ayet” kelimesinin Kuran‟da çok farklı anlamalarda kullanıldığını görecektir. Ġlk akla gelen anlamı sureleri oluĢturan kısımlardan her biridir. Diğer anlamları ise; açık alamet, belirti, iz, eser, iĢaret, niĢane, ibret, mucize ve delildir. Özellikle bu kelime delil ve mucize anlamlarında çokça kullanılmakta olup, bu kelime ile daha çok doğa olayları kastedilmektedir. Çünkü ALLAH‟ın varlığının delillerinin ve onun mucizelerinin baĢında doğa kanunları gelir. Kuran‟da da genelde doğadan örnekler verilmiĢtir. Dolayısıyla Bakara 106‟da kastedilen evrendeki değiĢim ve geliĢimdir. Bunlara örnek olarak mevsimlerin değiĢmesinden depremlere kadar birçok örnek verebiliriz. Hatta ve hatta evrim teorisini bile örnek verebiliriz. ĠĢte ALLAH evrendeki durumu, düzeni, kuralları istediği gibi değiĢtirebilir çünkü bir sonraki ayette dediği gibi evrenin mülkiyeti ve hükümranlığı yalnızca onundur. Bu örnek inkarcıların Kuran‟ı çürütmek için söyledikleri birkaç iddiadan en zekice olanıydı. Diğer bir iki iddia ise, tamamen müteĢabih ayetlerin veya eĢsesli sözcüklerin arkasına sığınarak yapılan uydurmalar olup, onlara herhangi bir kimse rahatlıkla cevap verebileceği için biz burada cahillerin ve kötü niyetlilerin komiklikleriyle uğraĢmayacağız. Biz bağıra bağıra Ģunu söyleyeceğiz, Kuran ayetlerinin ne birbiriyle çeliĢmesi ne de akıl ve mantık ile çeliĢmesi söz konusudur. Bu nesh saçmalığını, sözde büyük Ġslam alimlerinin bir çoğu kabul etmiĢtir. Günümüzde de atalarının söyledikleri ile iman eden ataperestler, bu iftirayı ve küfrü kabul etmeye devam etmektedirler. Onlardan akıl sahibi olanlar için tek bir ayet paylaĢacağım: NĠSA 82. “Hâla Kur'an üzerinde gereği gibi düĢünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan baĢkası tarafından gelmiĢ olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı.” BaĢa dönmek gerekirse, bir hadis ile bir Kuran ayetinin çeliĢmesini göstermek Kuran‟ı değil, hadisi çürütür. Ġnkarcılar, Kuran‟ı çürütmeye çalıĢırken, uydurma hadisleri çürütmüĢ ve farkında olmadan dine hizmet etmiĢlerdir. Hadislerin nasıl bir uydurma boyutunun olduğunu ve hatta nasıl ALLAH‟a, Kuran‟a ve Peygamberimize iftira niteliğinde olduğunu bizlere dolaylı olarak göstermiĢlerdir. Onlar bu iftira niteliğindeki hadisleri doğru kabul edip hakaret ederken bize düĢen bu iftiraların uydurma boyutunu göstermektir. Öyle hadisler vardır ki, tamamen birilerinin kasıtlı hareketi sonucu uydurulmuĢ ve Peygamberimize iftira edilmiĢtir. Bu hadislerin doğru kabul edilmesi ile de inkarcıların ekmeğine yağ sürülmüĢtür. Bu hadislerde öyle mide bulandırıcı sözler vardır ki, biz en iğrencini seçip, bu hadisin uydurma boyutunu göstereceğiz. Peygamberimizin vefatının 250 yıl sonrasında yüzlerce hadis kitabı yazılmıĢtır. Bu sayısız kitap içerisinde ulema, Buhari‟nin yazdığı “Sahih-i Buhari” adlı kitabı en güzel, en doğru, en sahih hadis kitabı olarak seçmiĢtir. En sahih olanı buysa, diğerlerini siz düĢünün. ĠĢte bizim vereceğimiz örnek en sahih kitaptaki, en iğrenç örnektir. Sahih-i Buhari‟nin 192 nolu hadisine göre Peygamberimiz, 30 erkek cinsel gücündeymiĢ ve bir saatte 9 karısıyla da sırayla yatarmıĢ. ġaĢırmayın, bu en mübarek hadis kitabındaki bir hadistir. Yere göğe sığdıramadığınız Buhari‟nin sahih diyerek kitabına koyduğu bir hadistir. ġimdi biraz düĢünelim, velev ki böyle bir bilgi doğru bile olsa, insanlar Peygamberimizin evinin içerisini nereden bilebilir? Böyle bir bilginin doğru olması için bizim aklımıza 3 tane ihtimal geliyor. Bu hadise doğrudur diyebilmeniz için bu 3 ihtimalden birini seçmek zorundasınız. 1- Peygamberimiz birisine cinsel gücünün çok fazla olduğunu ve bir saatte 9 karısıyla da yattığını anlatacak ki, bu bilgi öğrenilsin, kuĢaktan kuĢağa aktarılsın ve 250 yıl sonra Buhari kitabına alsın. 2- Peygamberimizin eĢlerinden biri, birisine bunları anlatacak ki, bu bilgi öğrenilsin, kuĢaktan kuĢağa aktarılsın ve 250 yıl sonra Buhari kitabına alsın. 3- Ev ahalisinin dıĢında üçüncü bir kiĢi Peygamberimizin evini dikizleyecek ve onun cinsel hayatına Ģahit olacak ki, bu bilgi öğrenilsin, kuĢaktan kuĢağa aktarılsın ve 250 yıl sonra Buhari kitabına alsın. Sizce hangisi? Bu hadisin doğru olabilmesi için, Peygamberimiz mi yoksa eĢleri mi mahremlerini birilerine anlattı? Aksi takdirde bir baĢkası ALLAH‟ın elçisinin evini mi dikizledi? Hadisleri, hadis kitaplarını yazanları yere göğe sığdıramayanlar, bu uydurmalarla amel edenler, buyurun seçin birini! Ben seçeyim, bu hadis de, diğer birçoğu gibi uydurmadır. Peygamberin evi harem değil, olsa olsa kadın sığınma evidir. ġimdi soruyorum size, neden bize kızıyorsunuz? Biz, bu hadise sahih diyerek kitabına koyan Ģahsın, yine sahih diyerek seçtiği diğer hadislerin gerçekten Peygamberimize ait olduğuna nasıl inanalım? “Kuran yetmez” diye bir yalanı diline dolayanlar, bu ve benzeri hadisler mi size yetiyor? ALLAH‟ın kitabı yetmiyor da, Buhari‟nin kitabı mı size yetiyor? Kuran tek kaynaktır. Din Kuran‟dan ibarettir. Kuran‟da ne yanlıĢ, ne çeliĢki vardır. Sizler istediğiniz kadar uydurmaları okumaya devam edin, biz de Kuran‟ı okumaya devam edeceğiz. KURAN‟DA KADIN Kuran‟da, kadını küçülten, aĢağılayan, köleleĢtiren hiçbir söz yoktur. Ancak Kuran‟ın dıĢında birçok kaynakta, kadınlara yönelik bu sözler sayısızca mevcuttur. En güvenilir hadis kaynağı kabul edilen Buhari‟nin, Muslim‟in kitaplarında, kadınlarımıza yapılan çirkin saldırılar, iğrenç sözler gerçekten mide bulandırmaktadır. Bunun yanı sıra, Ġmam-ı Gazali gibilerin kitaplarında kadınlarımız hakkında yazılanlar, gerçekten hem ALLAH‟a hem Peygamberimize büyük bir iftira niteliği taĢımaktadır. Bana göre, tartıĢılacak bir nokta yoktur. Tek kaynak Kuran‟dır ve Kuran‟ın dıĢındaki bu kitaplardaki kadın düĢmanlığı tamamen ALLAH‟a ve elçisine karĢı yalan uydurmaktır. Kadını küçümseme, aĢağılama, köleleĢtirme, eve hapsetme, kara çarĢafa bürüme, eğitimden ve iĢten uzak tutma, hiçbir Ģekilde dinimize ait olmayıp, tamamen beyinsizlerin uydurduğu yalanlardır. Erkek egemen toplumun, kadınları ikinci sınıfa atma çabasıdır. Aklı cinsellikten baĢka Ģeylere çalıĢmayan sapık zihniyetlerin, kadınları tahrik unsurundan baĢka bir Ģey olarak görmemelerinin bir sonucudur. Hiç uzun uzadıya araĢtırmaya gerek yoktur. Sabah karısıyla kavga edip, karısına kızan beyinsizler, gidip kadınlara karĢı hadis uydurmuĢ, Peygamberimize iftira atmıĢlardır. Hadis kitaplarındaki o iğrenç sözlerin, en güzel insan Peygamberimize ait olması gibi bir olasılık söz konusu bile değildir. Onların inandığı yalanlar, iftiralar onların olsun. Biz, tek kaynağımız Kuran ne diyor ona bakalım. Mesela, aĢağıdaki ayetlerden kadın-erkek eĢitliğini çıkarabilir miyiz? ĠMRAN 195. “…Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalıĢan hiçbir kimsenin yaptığını boĢa çıkarmayacağım…” NĠSA 124. “Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mümin olarak iyi iĢler yaparsa, iĢte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.” TEVBE 71. “Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, salatı ikame ederler, zekâtı verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler. ĠĢte onlara Allah rahmet edecektir. ġüphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir.” NAHL 97. “Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel iĢlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaĢatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” NUR 26. “Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler ise kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraĢır.” AHZAP 35. “Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; iĢte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıĢtır.” Rabbimiz, kadınlara kötü davranmamamızı ve onları sevmemizi ne kadar güzel buyuruyor: NĠSA 19. “Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir. Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça, onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmeniz için de kadınları sıkıĢtırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoĢlanmazsanız (biliniz ki) Allah'ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir Ģeyden de hoĢlanmamıĢ olabilirsiniz.” Rabbimiz kadınları gözetiyor ve erkek kadını boĢarsa, kadının maddi yönden sıkıntı çektirilmemesini, üzdürülmemesini emrediyor: NĠSA 20, 21. “Eğer bir eĢi bırakıp da yerine baĢka bir eĢ almak isterseniz, onlardan birine yüklerle mehir vermiĢ olsanız dahi ondan hiçbir Ģeyi geri almayın. Siz, iftira ederek ve apaçık günah iĢleyerek onu geri alır mısınız? Vaktiyle siz birbirinizle haĢirneĢir olduğunuz ve onlar sizden sağlam bir teminat almıĢ olduğu halde onu nasıl geri alırsınız!” AHZAP 49. “Ey iman edenler! Mümin kadınları nikâhlayıp da, henüz zifafa girmeden onları boĢarsanız, onları sayacağınız bir iddet süresince bekletme hakkınız yoktur. O halde onları (bir bağıĢla) memnun edin ve onları güzel bir Ģekilde serbest bırakın.” TALAK 1. “Ey Peygamber! Kadınları boĢayacağınızda, onları iddetlerini gözeterek boĢayın ve iddeti de sayın. Rabbiniz Allah'tan korkun. Ancak kanıtlanmıĢ bir zina iĢlemeleri hali bir yana, onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar.” TALAK 6. “Onları gücünüz ölçüsünde oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun, onları sıkıĢtırıp (gitmelerini sağlamak için) kendilerine zarar vermeye kalkıĢmayın. Eğer hâmile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin. Sizin için çocuğu emzirirlerse onlara ücretlerini verin, aranızda uygun bir Ģekilde anlaĢın. Eğer anlaĢamazsanız çocuğu, baĢka bir kadın emzirecektir.” TALAK 7. “Ġmkânı geniĢ olan, nafakayı imkânlarına göre versin; rızkı daralmıĢ bulunan da Allah'ın kendisine verdiği kadarından nafaka ödesin. Allah hiç kimseyi verdiği imkândan fazlasıyla yükümlü kılmaz. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır.” Ġslam‟dan önce de kadınlarımıza yönelik aĢağılama hareketleri ve düĢmanlıklar olmuĢtu. Haramlar kılınmıĢ, kadınların mal sahibi olmasına engel olunmuĢtu. Onların yalanları karĢısında ALLAH, onlara kızmıĢ, açık ayetler indirmiĢ; fakat insanoğlu yine aynı yanlıĢları, hem de bu sefer onun ve elçisinin adını kullanarak yapmaya devam etmiĢlerdir: ENAM 139. “Dediler ki: "ġu hayvanların karınlarında olanlar yalnız erkeklerimize aittir, kadınlarımıza ise haram kılınmıĢtır. ġayet (yavru) ölü doğarsa, o zaman (kadın erkek) hepsi onda ortaktır." Allah bu değerlendirmelerinin cezasını verecektir. ġüphesiz ki O hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.” ENAM 140. “Bilgisizlikleri yüzünden beyinsizce kız çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği rızkı, Allah'a iftira ederek (kadınlara) haram kılanlar, muhakkak ki ziyana uğramıĢlardır. Onlar gerçekten sapmıĢlardır ve doğru yolu bulacak da değillerdir.” Erkek çocuklarını sahiplenip, kız çocuklarını ötekileĢtiren zihniyet bugün de mevcuttur. Ġslam‟dan önce, bu zihniyet altında kız çocukları öldürülüyordu. Ancak, bunu yaparken farklı bahaneler yaratıp, dinselleĢtirmiĢlerdi. Kendilerince, kız çocuğunu büyümeden öldürürlerse, bu kız çocuğunun melek olacağı inancını uydurmuĢlardı. Böylece de, bir meleği Tanrılarına kurban etmiĢ ve erkek çocukları kendilerine kalmıĢ olacaktı: ĠSRA 40. “(Ey müĢrikler!) Rabbiniz, erkek çocukları sizin için ayırdı da, kendisi meleklerden kız çocuklar mı edindi! Gerçekten siz, (vebali) çok büyük bir söz söylüyorsunuz.” ġehvet duygularına yenik düĢüp, kadınlara tecavüz giriĢiminde bulunan sapık zihniyetler bugün olduğu gibi tarih boyunca da olmuĢtur. Bunlar, emellerine ulaĢamadıklarında, çareyi derhal kadına iftira atmakta bulurlar. Günümüzde de, bir kıza tecavüze kalkıĢıp, sonra onu iffetsiz ilan ederek, töre adı altında katlini isteyen zihniyet yok mudur? ĠĢte bu zina iftirasıdır: NUR 23, 24, 25. “Namuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadınlara zina isnadında bulunanlar, dünya ve ahirette lânetlenmiĢlerdir. Onlar için çok büyük bir azap vardır. O gün dilleri, elleri ve ayakları, yapmıĢ olduklarından dolayı aleyhlerinde Ģahitlik edecektir. O gün Allah onlara gerçek cezalarını tastamam verecek ve onlar Allah'ın apaçık gerçek olduğunu anlayacaklardır.” Dinimiz, köleliği yasaklamıĢtır. Köleleri azad etmenin ise farklı yolları vardır. Bunlardan biri, onları evlendirerek özgürlüklerine kavuĢturmaktır. Bir diğeri ise, mukatebe denen, köleye özgürlük veren sözleĢmedir. Rabbimiz insanlara, köle ve cariyeleri özgürlüklerine kavuĢturmalarını, onlara maddi yardımda bulunmalarını ve her halükarda fuhĢa zorlamamalarını emretmiĢtir. Eğer zorlama veya yoksulluk sebebiyle fuhuĢ yapmak zorunda kalmıĢlarsa, bu zorunluluğun sonunda kendilerini affedeceğini söylemiĢtir: NUR 32, 33. “Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elveriĢli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleĢtirir. Allah, (lütfu) geniĢ olan ve (her Ģeyi) bilendir. Evlenme imkânını bulamayanlar ise; Allah, lütfu ile kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin altında bulunanlardan (köleler ve câriyelerden) mükâtebe yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde bir hayır (kabiliyet ve güvenilirlik) görüyorsanız, hemen mükâtebe yapın. Allah'ın size vermiĢ olduğu malından siz de onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen câriyelerinizi fuhĢa zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa, bilinmelidir ki zorlanmalarından sonra Allah (onlar için) çok bağıĢlayıcı ve merhametlidir.” ĠĢte bunlar, ALLAH‟ın sözleridir. Bir de gidin, hadislere, sözde büyük ulemaların kitaplarına bakın. Uzaktan yakından alakası yoktur. ġimdi soruyorum, bunları söyleyen ALLAH, bu sözleri tebliğ etmek için hayatını harcayan Peygamber, nasıl kadın düĢmanı olabilir? Velev ki kadın düĢmanı olsa, bunda ne amaçlayabilir veya bundan ne gibi bir fayda sağlayabilir? Dikkatimi çeken ayetlerin baĢında Tekvir Suresi ilk 14 ayet gelir. Burada kıyametin kopuĢu ve mahĢer gününün geliĢi anlatılır. MahĢer hep merak edilmiĢtir. Nasıl yaĢanacağına dair senaryolar üretilmiĢtir. Acaba ALLAH, bize ilk ne diyecektir diye düĢünülmüĢtür. En büyük günah, ona Ģirk koĢmak ise, “Rabbin kim?” Ģeklinde bir soruyu soracağını iddia etmiĢlerdir. Bizim Rabbimiz bencil midir? Önce kendisini mi düĢünür? TEKVĠR SURESĠ ĠLK 14 AYET: 1. GüneĢ katlanıp dürüldüğünde, 2. Yıldızlar (kararıp) döküldüğünde, 3. Dağlar (sallanıp) yürütüldüğünde, 4. Gebe develer salıverildiğinde, 5. VahĢî hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde, 6. Denizler kaynatıldığında, 7. Ruhlar (bedenlerle) birleĢtirildiğinde, 8. Diri diri toprağa gömülen kıza sorulduğunda, 9. "Hangi günah sebebiyle öldürüldü diye. 10. (Amellerin yazılı olduğu) defterler açıldığında, 11. Gökyüzü sıyrılıp alındığında, 12. Cehennem tutuĢturulduğunda, 13. Ve cennet yaklaĢtırıldığında, 14. KiĢi neler getirdiğini öğrenmiĢ olacaktır. 8 ve 9. ayetlere dikkat edelim: 8. Diri diri toprağa gömülen kıza sorulduğunda, 9. "Hangi günah sebebiyle öldürüldü diye. Rabbimizin kız çocuklarına verdiği değeri görüyor musunuz? Önce, büyük ulemanın yarattığı bencil bir ilaha bakın; sonra da, kız çocuklarını her Ģeyden öne koyan ALLAH‟a bakın. Ayrıca bize göre buradan, genel anlamda kızlara yapılan bütün zulümleri anlamalıyız. Kız çocuklarını küçük yaĢta satarak evlendirmek, okutmamak, çalıĢtırmak da onları diri diri gömmek değil midir? “Kadınlarınızı okutunuz, kadınları okumayan millet yükselemez.” HACI BEKTAġ VELĠ Tekrar baĢa dönersek, Kuran‟da kadını aĢağılayan, köleleĢtiren bir söz yoktur. Ancak birkaç ayet yanlıĢ anlaĢılmıĢ veya yorumlanmıĢtır. BAKARA 228. “BoĢanmıĢ kadınlar, kendi baĢlarına (evlenmeden) üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer onlar Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanmıĢlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Eğer kocalar barıĢmak isterlerse, bu durumda boĢadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler. Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler. Allah azîzdir, hakîmdir.” Erkek ile kadın eĢittir. Burada söylenen bir derece üstünlük ise, ayetin baĢında söylenen boĢanmada erkeklerin, kadınlar gibi iddet beklemek zorunda olmamalarından ibarettir. BAKARA 282. “Ey iman edenler! BelirlenmiĢ bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir kâtip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın; (her Ģeyi olduğu gibi) yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da yazdırsın, Rabbinden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. ġayet borçlu sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki de Ģahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz Ģahitlerden bir erkek ile -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın (olsun). Çağırıldıkları vakit Ģahitler gelmemezlik etmesin. Büyük veya küçük, vâdesine kadar hiçbir Ģeyi yazmaktan sakın üĢenmeyin. Böyle yapmanız Allah nezdinde daha adaletli, Ģehadet için daha sağlam, Ģüpheye düĢmemeniz için daha uygundur. Ancak aranızda yapıp bitirdiğiniz peĢin bir ticaret olursa, bu durum farklıdır. Bu durumda onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. (Genellikle) alıĢveriĢ yaptığınızda Ģahit tutun. Ne yazan, ne de Ģahit zarara uğratılsın. Eğer bunu yaparsanız (zarar verirseniz) Ģüphe yok ki bu, sizin yoldan çıkmanız demektir. Allah'tan korkun. Allah size gerekli olanı öğretiyor. Allah her Ģeyi bilmektedir.” Bu ayette borç verme ve borç verirken senet tutma konusundan bahsedilmektedir. Kadınların, çocuk büyütme ve ev iĢleri ile ilgilenip, iĢ dünyasından uzak olmaları ihtimali sonucunda burada bire iki kuralı getirilmiĢtir. Biri yanıldığında diğerinin ona hatırlatması da, kadınların finansal konulara uzak olmasına iĢaret edip, bir kadın yarım erkektir gibi bir sonuç çıkmaz. Eğer kadın, finansal konular ile içli dıĢlı bir iĢ kadınıysa, bu bire iki kuralını uygulamaya da gerek kalmayacaktır. Yıllar sonra ulema ise, borcun senede dökülmesi durumunda söz konusu olan bu istisnai hali, “Kıyas” yaparak tüm Ģahitlik hallerine uygulamıĢlardır. NUR 2. “Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın. Müminlerden bir gurup da onlara uygulanan cezaya Ģahit olsun.” Bu ayette hemen Ģunu belirtmeliyiz ki, bazı meallerdeki “yüz sopa vurun” yanlıĢ bir çeviridir. Doğrusu ise, “yüz celde vurun” dur. Celde ise, sopa değildir. Değneğe benzer, fakat sadece deriyi acıtır. Ete geçecek yaralar, hasarlar oluĢturmaz. Bu sebepten dolayı celde vurmak, fiziki bir ceza değil, sosyal bir cezadır. ġahitlerin huzurunda, yüz kızartıcı suç sonucu, yüz kızartmaktır. ġunu da belirtelim, zinaya uygulanan suç bu olup, recm cezası Kuran‟da yoktur. NĠSA 34. “…Ġffetsizlik etmelerinden endiĢe ettiğiniz kadınlara gelince; önce kendilerine nasihat edin, sonra yataklarında yalnız bırakın, yine dinlemezlerse dövün(?). Ġtaat ettikleri halde onları incitmek için bahane aramayın. Çünkü Allah, çok yüksek çok büyüktür.” ALLAH, kadına karĢı “Dövün” diyebilir mi? Tabii ki de hayır. “Dövün” diye çevrilen kelime, Kuran‟da “Daraba” kelimesidir ve bu kelimenin sadece Kuran‟da on değiĢik anlamı vardır. Bu anlamlardan biri “dövmek” iken, bir diğeri ise sorumluluğundan çıkarmak anlamında “Göndermek” tir. Kuran‟da da defalarca bu anlamında kullanılmıĢtır. Pek tabii ki burada da, bu anlamında kullanmak daha uygun ve diğer ayetlerle de daha uyumlu olacaktır. Daraba kelimesinin bu anlamında kullanıldığının iki ispatı vardır. Ġlki; Peygamberimizin, eĢi AyĢe‟ye zina iftirası atıldığında, ilk baĢta yalan olduğuna inanmaması sebebiyle AyĢe‟yi babası Ebubekir‟in evine göndermesidir. Peygamberimiz, AyĢe‟yi Ģüphesiz ki dövmemiĢ, bunun yerine bir süre sorumluluğundan çıkararak babasının evine yollamıĢtır. Ġkincisi, yukarıda da belirttiğimiz Talak Suresi‟nin ilk ayetidir. Bu ayete göre kadınlar, yalnızca kanıtlanmıĢ bir terbiyesizlik, yani iffetsizlik, zina etmeleri halinde evlerinden gönderilebilir. Onun dıĢında asla evden kovulamazlar. YakıĢık alan ve ALLAH‟ın istediği, erkeklerin evi kadınlara bırakmasıdır. NĠSA 15. “Kadınlarınızdan fuhuĢ yapanlara karĢı aranızdan dört Ģahit getirin. Eğer Ģahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin.” Bir önceki ayette bahsedilen, eĢin aldatması, biriyle zina etmesi iken, bu ayette bahsedilen, çevredeki herhangi bir kadının fuhuĢa sürüklenmesidir. Nisa 15 de, fuhuĢ batağına bulaĢmıĢ kadınların, ecel gelene kadar yahut ALLAH onlara yeni bir yol açıncaya kadar, eve kapatılması buyrulmaktadır. Hiçbir kadın isteyerek fuhuĢ yapmaz. Mecbur kaldığı için bu yola baĢvurur. Ekonomik zorluklar veya aile içi tecavüze uğramaları neticesinde evden kovulmaları gibi sebepler, onları bu batağa sürüklemiĢtir. Bu mesleği severek yapmaları söz konusu bile olamaz. ĠĢte ALLAH, bu bataklıkta onlara bir zarar gelmesin diye onlara ev hapsi uygulanmasını buyurmuĢtur. Dikkat edilirse, Ģeriat hükümlerindeki gibi katlini emretmemiĢtir. Recm cezası verin dememiĢtir. Çünkü onlar suçlu değildir. ALLAH, onlara yeni, temiz bir yol açacaktır. NĠSA 1. “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eĢini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. ġüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” Kuran‟da, ALLAH‟ın Havva‟yı, Adem‟in alt kaburga kemiğinden yarattığına dair bir masal yoktur. Bu ayeti, bilimsel bilgilerle anlamaya çalıĢmalıyız. Her canlıda kromozom mevcuttur. Bazı canlılar, kendi kromozomlarıyla eĢlenerek çoğalırlar ki, buna mitoz bölünme denir. Bir de mayoz bölünme vardır ki, bu çoğalma için kromozomun, eĢey bir kromozoma ihtiyacı vardır. Erkeğin kromozomu XY‟ dir. Kadının kromozomu ise, erkekte bulunan X kromozomunun iki tane bulunması ile XX ‟dir. Bundan sonra, bu iki canlı türü mayoz bölünme ile çoğalmak zorunda kalır. Üreme esnasında erkek ya X, ya Y kromozomu verirken, kadın her halükarda X kromozomu verir. Erkek X kromozomu verirse kız çocuğu, Y kromozomu verirse erkek çocuğu doğar. Sonuç olarak, bu ayette kadının erkekten doğduğu gibi kadını ikincileĢtiren bir yorumdansa, ALLAH‟ın insanları eĢeysiz üremeden eĢeyli üremeye dönüĢtürmesini kabul etmek, daha akla ve mantığa uygun olacaktır. Bunu yapmasının sebebi de “AġK” tır ve onun en büyük delillerindendir: RUM 21. “KaynaĢmanız için size kendi (cinsi)nizden eĢler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O'nun ayetlerindendir (delillerindendir). Doğrusu bunda, iyi düĢünen bir kavim için ibretler vardır.” ALLAH, kadına erkeği, erkeğe kadını aĢk için yaratmıĢtır, kölelik için değil. Sonuç olarak, kadın düĢmanlığına dinimiz alet edilmiĢtir. Dinimiz, kadın düĢmanı değil, tam tersi kadın hakları savunucusudur. Bunu söylemekten de, hem bir Müslüman hem de bir erkek olarak gurur duyuyorum. Çünkü doğru olan, benzerinin yanında olmak değil, sıkıntı çekenin, ezilenin yanında olmaktır. Not: Bu konuyla bağlantılı olan “Çok eĢlilik” ve “Örtünme” konularını, ayrı birer bölüm olarak yazıyorum. Bu bölümün sonu, Hacı BektaĢ Veli‟nin Ģu kıtası ile olsun: Erkek diĢi sorulmaz, muhabbetin dilinde, Hak‟kın yarattığı her Ģey yerli yerinde. Bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok, Noksanlıkla eksiklik, senin görüĢlerinde. ÇOK EġLĠLĠK Kadın düĢkünü erkekler, Ģehvetlerini yaĢayabilmek için dini araç olarak kullanmak istemiĢlerdir. ġüphesiz ki Kuran bu isteklerine cevap vermeyince de çareyi, yalanlar ve hadisler uydurmakta bulmuĢlardır. Ancak hak ortadır. Dinen tek kaynağımız Kuran‟da çok eĢlilik yoktur. NĠSA 20. “Eğer bir eĢi bırakıp da yerine baĢka bir eĢ almak isterseniz, onlardan birine yüklerle mehir vermiĢ olsanız dahi ondan hiçbir Ģeyi geri almayın. Siz iftira ederek ve apaçık günah iĢleyerek onu geri alır mısınız?” Lütfen altını çizdiğimiz ifadeye dikkat edin. Çok eĢlilik diye bir Ģey söz konusu olsaydı, “EĢi bırakıp YERĠNE baĢka bir eĢ almak” ifadesine karĢılık, “EĢinizin YANINA baĢka bir eĢ almak” gibi bir ifade kullanılması gerekmez miydi? Peki aklı cinsellikten baĢka bir Ģeye çalıĢmayan erkekler, hangi ayetleri Ģehvetlerine alet ettiler? NĠSA 3. “Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikiĢer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.” Bu ayet, çok eĢliliğe dayanak olarak gösterilmiĢtir. Ancak, bu ayetten ALLAH‟ın, çok eĢliliğe izin verdiğini çıkaramayız. Buradaki amaç, yetimleri sahiplenmektir. Babası veya eĢi ölmüĢ ve kimsesiz kalmıĢ, sefalet içinde yaĢamak zorunda kalacak kadınların, evlenme yoluyla bu durumdan kurtarılmasıdır. Evlenmeden yardım edilemez mi? Tabii ki edilebilir. Fakat, hiçbir zaman müebbet olmaz. Bir yıl yardım edersiniz, iki yıl yardım edersiniz. Sonra boĢlarsınız, unutursunuz ve o kadın tekrar sefalete mahkum olur. ĠĢte, evlilik yoluyla bu durumun önüne geçilmiĢtir. Sonuç olarak burada cinsellik veya Ģehvet söz konusu olmayıp, bu izin sosyal bir amaçtan ötürü verilmektedir. Bunun ispatı yine Kuran ayetidir: NĠSA 127. “Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki, onlara ait hükmü size Allah açıklıyor: Kitap'ta, kendileri için yazılmıĢı vermeyip nikâhlamak istediğiniz yetim kadınlar, çaresiz çocuklar ve yetimlere karĢı âdil davranmanız hakkında size okunan âyetler (Allah'ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır). Hayırdan ne yaparsanız Ģüphesiz Allah onu bilmektedir.” Kitap‟ta düĢmüĢlere yardım etmek yazılmıĢtır. Onlara düzenli bir mali yardım yapmayan veya yapamayanlar, düĢmüĢleri evlenerek sahiplenebilirler. Bu da bir çeĢit hayırdır. AHZAP 37 “Hani sen Allah'ın nimetlendirdiği, senin de lütufta bulunduğun kiĢiye "EĢini yanında tut, Allah'tan kork!" diyordun ama, Allah'ın açıklayacağı bir Ģeyi de içinde saklıyordun; insanlardan çekiniyordun. Oysaki kendisinden korkmana Allah daha layıktır. Zeyd o kadından iliĢiğini kesince onu sana nikâhladık ki, evlatlıkları eĢleriyle iliĢkilerini kestiklerinde, müminler için o kadınlarla evlenmede bir güçlük olmasın. Zaten Allah'ın emri yerine getirilmiĢtir.” Bu ayette, Peygamberimizin eĢi Zeynep‟ten bahsedilmektedir. Zeynep, Peygamberimizin ilk zamanlar kölesi olan, sonradan azad ederek evlat edindiği Zeyd ile evlenmiĢtir. O zamanlar, hem evlatlık iliĢkisi daha çoktu, hem de evlatlıkların eĢleriyle evlenmek haram sayılırdı. Peygamberimizin içinde sakladığı ve insanlardan çekindiği Ģey de, toplumda haram sayılan bu davranıĢın kendisine emredilebilecek olmasıydı. Kendisine Zeynep‟i sahiplenme görevi yüklenirse, halkın tepkisinden korkuyordu. Ve bir gün, rivayetlere göre zaten evlilikleri en baĢından beri yolunda olmayan Zeyd ve Zeynep boĢanırlar. Peygamberimizin evlenmesi ile de genel anlamda, haram sayılan bu davranıĢ sonucu kadınların sefalete terk edilmesinin önüne geçilir; özel anlamda ise Zeynep‟e Peygamberimiz tarafından sahip çıkılır. Bu bilgileri bilmeyenler ise, Peygamberimizin Ģehvet duyguları ile evlatlığının boĢandığı eĢiyle evlendiğini iddia ederek Peygamberimizi karalarlar. Böyle bir durum ise söz konusu olmayıp, evlenmenin sebebi, sahiplenme amacıdır. Zeynep‟ten herhangi bir çocuğunun olmaması da, cinsel iliĢki yaĢanmadığına ve dolayısıyla amacın cinsel olmadığına karinedir. AHZAP 50, 52 “Ey Peygamber! ġüphesiz Biz sana, mehirlerini verdiğin eĢlerini, Allah'ın ganimet olarak sana verdiklerinden sözleĢmenin malik olduğunu [savaĢ esirlerinden himayene verilmiĢ bayanları], amcanın kızlarından, halanın kızlarından, dayının kızlarından ve teyzenin kızlarından seninle birlikte hicret etmiĢ olanları ve kendisini Peygamber'e hibe eden Peygamber'in de nikâhlamak istediği Müslüman kadını, ÖTEKĠ MÜMĠNLERE DEĞĠL, YALNIZ SANA ÖZGÜ OLMAK ÜZERE HELAL KILDIK. Onlara eĢleri ve elleri altındakiler hakkında neler farz kıldığımızı biz biliriz. Sana bir zorluk olmasın diyedir bu... Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir. Bundan sonra sana artık baĢka kadınlar helal olmaz. Bunları, baĢka eĢlerle değiĢtirmek de -onların güzellikleri hoĢuna gitse bile - helal olmaz. Elinin sahip olabilecekleri müstesna. Allah her Ģey üzerinde bir Rakîb'dir, her Ģeyi gözetlemektedir.” Bu ayette ise, çok eĢlilik herkes için değil, yalnızca Peygamberimiz için kabul edilmiĢtir. Bunun da çok farklı sebepleri vardır. Bu sebepler sosyal ve siyasal sebepler olup, Ģehvet veya cinsellikle alakalı değildir. Sosyal sebepler, günlük yaĢamsal iĢlerin Peygamberimize bir yük yüklememesi amacından dolayı olup, siyasal sebepler ise, daha çok Ġslam‟ı yayma adına diplomatik adımlardır. Bunun yanı sıra, en baĢta anlattığımız, düĢeni sahiplenme amacını da unutmamak lazımdır. Peygamberimiz, bu sebepler ile evlenmiĢtir. EĢlerini tek tek inceleyecek olursak, bunun böyle olduğunu daha iyi anlarız. Peygamberimiz ilk olarak 25 yaĢında, kendisinden 15 yaĢ büyük olan Hatice Annemiz ile evlenmiĢtir. Hatice, 25 yıl sonra ölmüĢ ve bu zaman diliminde, Peygamberimizin hiçbir Ģekilde baĢka karısı olmamıĢtır. Hatice‟den 6 tane evladı olmuĢtur. Peygamberimizin, Hatice‟den sonra, sadece bir tane evladı olmuĢtur. Peki, Hatice‟den sonra çok eĢlilik yapan Peygamberimiz, bu evlenmeleri Ģehvet duygusuyla yapmıĢ olsaydı, ALLAH aĢkına bir tane mi çocuğu olurdu? Peygamberimizin diğer eĢleri: Mariya: Diplomatik olarak, Mısır hükümdarının Peygamberimize cariye olarak hediyesidir. Mariya, Peygamberimizin Hatice‟den olma 6 tane evladının dıĢındaki tek evladının annesidir. Peygamberimizin Mariya ile evliliği, Mısır‟ın Ġslam‟ı kabul etmesinde çok önemli bir adım olmuĢtur. Safiye: Babası, Yahudilerin önde gelen bir lideridir. Kocası Hayber savaĢında ölmüĢ ve kendisi ganimet olarak Peygamberimize verilmiĢtir. Peygamberimiz ise, kendisini azad etmiĢ, fakat Safiye Müslüman olup, Peygamberimizle evlenerek ona hizmet etmek istemiĢtir. Muhammed Peygamberin bunu kabul etmesiyle, Yahudiler Ġslam‟a karĢı sıcak bakar hale gelmiĢtir. AyĢe: Halife Ebubekir‟in kızıdır. Bu evlilik sonucunda, o dönemin güçlü isimlerinden olan Ebu Bekir‟in hizmetleri bu evlilikle ödüllendirilmiĢtir. Bu evlilik günümüzde hala konuĢulmaktadır. Önemli olan AyĢe‟nin yaĢı değil (zaten niĢanlandığında 6 değil, yaklaĢık 20 yaĢındaydı) kimin kızı olduğudur. Ebu Bekir‟in sadece iki kızı vardı ve AyĢe‟nin ablası Esma, Zübeyir bin Avvam ile evliydi. Dolayısıyla, Ebu Bekir‟in evlenebilecek bir tek kızı vardı ve bu kızla Peygamberimizin evlenmesi diplomatik açıdan çok faydalıydı. Bu adım, Ebu Bekir gibi Ġslam‟a büyük hizmetler etmiĢ ve edecek birini Ģereflendirmekti. Bu tür evlilikler tarih boyunca, her türlü devlet yöneticileri tarafından da yapılmıĢtır. Peygamberimiz ile AyĢe yıllarca evli kalmıĢtır. ĠĢin cinsel boyutu olsa, AyĢe‟nin bu süreçte, bir kere de olsa, hamile kalması ve çocuk doğurması gerekmez miydi? O çağda, doğum kontrol mü biliniyordu? Dolayısıyla, hiç çocuğunun olmaması, iĢin cinsel boyutunun olmadığına karinedir. Tam burada iğrenç bir Ģekilde kısırlık iftirasında bulunanlar olabilir. Onlara sadece Ģu bilgiyi verelim, Peygamberimizin Mariya‟dan olan oğlu, vefatından sadece 2 yıl önce doğmuĢtu. Hafsa: Halife Ömer‟in kızıdır. Kocası Bedir savaĢında ölmüĢtür. Peygamberimizin evlenmesiyle, hem Hafsa zorluk çekmemiĢ hem de Ömer gibi güçlü bir ismin hizmetleri ödüllendirilmiĢtir. AyĢe ile evlenmesindeki aynı mantık söz konusu olup, birbirinin sağlaması niteliğindedir. Ümmü Seleme: Kocası Uhud‟ta Ģehit olmuĢtur. Ġleri bir yaĢta, dört çocuk ile dul kalmıĢtır. Peygamberimiz, bu yaĢlı kadına, dört çocuğuyla birlikte sahip çıkarak evlenmiĢ ve himayesine almıĢtır. Sevde: Kocası da kendi de ilk Müslümanlardandır. Kocasının ölmesi sonucu elli yaĢındayken muhtaç hale gelmiĢtir. Peygamberimiz evlenerek sahip çıkmıĢtır. Huzeyme kızı Zeynep: Kocasının Bedir‟de Ģehit olması sonucunda, altmıĢ yaĢındayken muhtaç hale gelmiĢtir. Peygamberimiz evlenerek sahip çıkmıĢtır. CahĢ kızı Zeynep: Evlenme sebebi yukarıda anlatılmıĢtı. Amaç, sahiplenmektir. Sadece Ģuna değinilecektir. Koskoca peygambere kızını vermeyecek var mıydı? Cinsel amacı olsa, seçe seçe, evlatlığının boĢandığı karısını mı seçer? Ayrıca Zeynep‟ten çocuğu olması da gerekmez miydi? Ümmü Habibe: Peygamberimize en büyük zulümleri yapmıĢ Ebu Süfyan‟ın kızıdır. Kocasıyla Müslüman olup, HabeĢistan‟a göç ettiler. Kocasının din değiĢtirmesi sebebiyle ondan ayrıldı. Babasının yanına da dönemedi. Bu zor durumdayken Resullullah onu sahiplendi ve büyük düĢmanın kızıyla evlenerek bir kez daha büyüklüğünü gösterdi. Meymune: BaĢından iki evlilik geçmiĢtir. Ġkinci kocasının da ölmesi sonucu, geri kalan hayatını Peygamberimize hizmet ederek geçirmek istemiĢtir. Peygamberimiz de onun bu iyiniyeti üzerine onunla evlenmiĢtir. Cüveyriye: Önemli bir kabile reisinin kızıdır. Kocası Müslümanlara karĢı bir savaĢta ölmüĢ ve kendisi ganimet olarak Peygamberimize düĢmüĢ ve Peygamberimiz de onu özgürlüğüne kavuĢturmuĢtur. Bu davranıĢı sonucu, müminlerin çoğu aynı davranıĢı sergilemiĢtir. Sonradan Cüveyriye ile evlenmesi sonucunda da, kabilesinin tümü Müslüman olmuĢtur. Görüldüğü üzere, Muhammed Peygamber cinsel sebeplerle evlenmemiĢtir. Çok eĢliliğinin sebepleri bellidir. Ancak, ondan sonra çok eĢlilik, maalesef, erkeklerin kadın düĢkünlüğü yüzünden gerçekleĢti ve yalanlarla, uydurmalarla din buna alet edildi. Bu bölümü, bir tespitimle bitirmek istiyorum. Nisa 34 „te ALLAH erkeklere, kadın yanlıĢ yaparsa önce uyarmayı, sonra yatağı ayırmayı, sonra da göndermeyi, sorumluluktan çıkarmayı buyuruyor. Buradan, kadına karĢı yatağı ayırmanın bir ceza olduğu sonucunu çıkarabiliriz. O zaman ilk önermemiz bir kenarda dursun. Yatağı ayırmak, eĢe cezadır. Peki, çok eĢlilikte, yatağın ayrılmaması söz konusu mudur? Sapık bir topluluk değilseniz, muhakkak ki, bir eĢinizle birlikte yatıp, diğer bir eĢle yatağı ayırmak zorundasınız. Ġkinci önermemizi de yazalım. Ġkinci evlilik, yatağı ayırmayı zorunlu kılar. Bu iki önermeden, mantık bilimini kullanarak bir sonuç çıkaralım. Yatağı ayırmak, eĢe cezadır. Ġkinci evlilik, yatağı ayırmayı zorunlu kılar. ----------------------------------------------------------O halde, ikinci evlilik eĢe cezadır. Ġkinci evlilik, kadınlara hem ceza hem de hakarettir. ALLAH buyurmamıĢken, kul kendi baĢına, sebepsiz yere kadına böyle bir cezayı veremez. ALLAH, boĢanmayı kabul ettiğine göre, boĢanırsınız, yeni eĢ alırsınız. Kuma alma, çok eĢlilik diye bir Ģey olamaz. ÖRTÜNME Dini tekeline indiren gruplara bakıldığında, Kuran‟da baĢtan sona türban, kara çarĢaf, haremlik-selamlık, sakal, cübbe olduğu zannedilebilir. Ancak Kuran okunduğunda görülecektir ki, bütün bu sayılanların hiçbiri Kuran‟da yoktur. Bunları savunanlar, uydurulmuĢ hadislerin dıĢında birkaç ayetin arkasına sığınırlar. Bu ayetleri kendi yorumumuzla birlikte size sunup, tartıĢacağız. NUR 31. “Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teĢhir etmesinler. BaĢörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeĢleri, erkek kardeĢlerinin oğulları, kız kardeĢlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına Ģehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan baĢkasına ziynetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaĢılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluĢa eresiniz.” Öncelikle Ģunu belirtmeliyiz, çoğu mealde kafa karıĢıklığı yaratmak için “Örtü” yerine “BaĢörtüsü” Ģeklinde çeviri yapılmıĢtır. O dönem bir örtü varsa ve ALLAH bu örtüyü baĢlarının tepesine kadar örtmelerini buyuruyorsa, bu örtünün adı, nasıl “BaĢörtüsü” olabilir? Adı baĢörtüsü ise, zaten bu örtü baĢın üzerinde olur ve böyle bir ayete ihtiyaç kalmaz. O çağda, kadınların tahmin edemeyeceğiniz derecede çıplak gezdikleri biliniyor. Çoğunlukla kadınların göğüsleri hep açıkta oluyor. Bu durum Ģehvet duygularının kabarması sonucu toplumdaki ahlaksızlık olaylarını tetikliyor. Kadının göğsü, kadının ziynetidir. Tahrik unsurudur. ĠĢte ALLAH, kadınlar namus ve iffetlerini koruyabilsin diye, kadınlara örtülerini yakalarının üzerine örtmelerini yani dekolte giyinmemelerini tavsiye ediyor. Bazıları yakanın üzerinden, baĢın tepesini anlıyor. Yakanın üzeri boyundur, baĢ değildir. Erkeklerde kravatın bağlandığı yerdir yaka. Buradan baĢın örtüleceği sonucu çıkmaz. Öyle olsaydı, ALLAH gayet güzel baĢlarınızı örtün derdi. Yok eğer, biz yanlıĢ yorumluyorsak, her halükarda bu örtü, alından bir saç telinin bile gözükmesini engelleyecek biçimdeki türbana iĢaret etmez. Namus, iffet, teĢhir, Ģehvet ve kadınlık hususiyeti, tüm bu kavramlar saça mı yoksa göğse mi daha uygun düĢmektedir? Kadınların tahrik unsurunun saç değil, göğüs olduğu gerçeği, ayetin bütünüyle de anlam birliğini sağlamaktadır. Namus ve iffeti saçı göstermemek değil, göğsü ve diğer tahrik unsurlarını göstermemek korur. Ayetin sonundaki, “Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaĢılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar.” cümlesiyle de bu gerçeğin sağlaması yapılır. ġöyle ki, sadece göğsü örterek, kadınlar bu ziynetini saklamıĢ olmazlar. Örnek olarak, dar hatta transparan bir giysiyle de, her ne kadar örtmüĢ olsalar da, göğüslerini saklamamıĢ olurlar. ÖrtmüĢ, fakat ayaklarını yere vurmuĢ yani dikkati çekmeye devam etmiĢ olurlar ve en nihayetinde tahrik özelliği devam eder. AĢağıdaki Ahzap 32 ve 33 ayetleri “Yalnızca peygamber eĢlerine” yükümlülük yüklemekte olup, asla genelleĢtirilemez. Ayrıca bu ayette, Ġslam‟dan önce kadınların fazlasıyla açık giyindiklerini de kanıtlarız. AHZAP 32, 33. “Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah'tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karĢı) çekici bir eda ile konuĢmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin. Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Salatı ikame edin, zekâtı verin, Allah'a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” Bunun da mantıklı sebebi vardır. Peygamber hanımlarının yükümlülükleri vardır. Peygamber hanımlarının tahrik oluĢturması çirkin bir Ģey olurdu. Kalbinde hastalık bulunan bir kimse ümide kapılırsa, zaten görevinin zorluklarıyla uğraĢan Peygamberimiz, bir de bu dert ve sıkıntı ile uğraĢacaktı. Ayrıca o dönemin ahlak yapısını da dikkate almalıyız. O dönem, insanların borçları için karılarını ve kızlarını sattığı, zinanın ve hatta birisinin karısıyla yatmanın doğal karĢılandığı bir dönemdir. Aynı mantık, Ahzap 53 için de geçerlidir. Bu ayetler, sadece peygamber eĢleri içindir. AHZAP 53. “Ey iman edenler! Siz zamanını gözetlemeksizin, bir yemeğe davet edilmedikçe, Peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamber'i üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez. Peygamber'in hanımlarından bir Ģey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıĢtır. Sizin Allah'ın Resûlünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla caiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır.” Bu ayette yalnızca peygamber eĢleri içindir. Ancak yine de bir Ģey üzerinde düĢünelim. Perde arkasından istemek ne demektir? Haremlik-selamlığa mı iĢaret ediyor? Peygamberimizin evinde, mutfak ile oturulan yer arasında perde mi vardı acaba? Diyelim ki öyle, misafir, perde arkasından Peygamberimizin hanımından bir Ģey istediğinde, hanımının o istenilen Ģeyi hazırladıktan sonra, kendisinin misafirlere ikram edememesi gerekir. Çünkü o zaman perdenin önüne geçmiĢ olur ve bir anlamı kalmaz. Ġstenilen Ģeyi hazırladıktan sonra hemen kaçması gerekir ki, bir erkek perdeyi aralasın ve kendisi o istediği Ģeyi alsın. Her yönden mantıksız, her yönden komik. Perde arkasından istemek; samimiyet kurmadan, laubali olmadan, belli bir yakınlığa varmadan iletiĢime geçmek anlamında deyimsel bir ifadedir. Yukarıdaki mantığımızı koruyoruz. Amaç, kalbinde hastalık bulunan bir kimse ümide kapılıp, istenmeyen olaylar yaĢanmasın. Ayrıca burada Ģunu da belirtmeliyiz. Peygamberimizin eĢlerinin baĢka erkeklerle iliĢki kurabilme olasılığının yüksek görülmesi ve sebeple ALLAH‟ın Peygamber eĢlerini uyarması, Peygamberimizin yaptığı bu evliliklerin gerçek evlilikler olmadığını, kağıt üzerinde olduğunu gösterir. Son olarak, dini örtüden ibaret zanneden zihniyetin arkasına sığındığı Ahzap 59‟dan bahsedelim. Ancak tek baĢına bu ayeti verirsek, anlam bütünlüğünü sağlayamaz ve yanlıĢ yorumlamak zorunda kalırız. Onun için, kendisinden önceki iki ayetle birlikte düĢünmek gerekir. AHZAP 57,58 ve 59. “Allah ve Resûlünü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiĢ ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıĢtır. Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir Ģeyden dolayı eziyet edenler, Ģüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiĢlerdir. Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (dıĢarı çıktıkları zaman) dıĢ örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elveriĢli olan budur. Allah bağıĢlayandır, esirgeyendir.” Peygamberimize yapılan zulümleri biliyoruz. Onu taĢlamalarını, küfürler yağdırmalarını, hayvan pisliği atmalarını, öldürmeye kalkıĢmalarını biliyoruz. Soruyorum, Peygamberimize bu kötülükleri yapan, onun eĢlerine, müminlerin eĢlerine zulmetmez mi? En çirkin, en iğrenç kötülükleri yaparlar. YapmıĢlardır da. AyĢe‟ye ve diğer birçok mümin kadına zina iftirası atılmıĢtır. ĠĢte Ahzap 59, bu zulümlerden korunmaları için gönderilmiĢtir. Tanınmayacak Ģekilde yürüsünler ve bu sayede bir zulme uğramasınlar diyedir. “Onların tanınması ve incitilmemesi için en elveriĢli olan budur.” cümlesiyle de, bu yorumu sağlamlaĢtırırız. Türban ve baĢörtüsünden sonra, çok azda olsa peçeden bahsetmek istiyorum. Peçe takmak da asla Kuran‟da geçmeyen bir adettir. Peçe, Ġslam‟dan önce de, hatta binlerce yıldır olan bir gelenektir. Ancak kültürden kültüre iĢlevi değiĢen bir gelenektir. Binlerce yıl önce peçe, hayat kadınlığı yapan ya da yapmak zorunda kalan kadınların, zarar görme korkusuyla yüzlerini gizlemek için kullandığı bir adettir. Bunun ispatı ise Tevrat‟tadır: YARATILIŞ 38: 14-17. “Tamar üzerindeki dul giysilerini çıkardı. Peçesini örttü, sarınıp Timna yolu üzerindeki Enayim Kapısı'nda oturdu. Çünkü Şela büyüdüğü halde onunla evlenmesine izin verilmediğini görmüştü. Yahuda onu görünce fahişe sandı. Çünkü yüzü örtülüydü. Yolun kenarına, ona doğru seğirterek, kendi gelini olduğunu bilmeden, "Hadi gel, seninle yatmak istiyorum" dedi. Tamar, "Seninle yatarsam, bana ne vereceksin?" diye sordu. Yahuda, "Sürümden sana bir oğlak göndereyim" dedi.” Nerden nereye. Bugün kadınlarımıza zorla yaptırılmaya çalıĢılan Ģeyin geçmiĢi ne kadar da ilginç. Yine Tevrat‟ta Ezgiler Ezgisi‟nde 1. bölüm 7. ayetten de aynı bilgiyi öğrenebiliyoruz. Sonuç olarak, dinimizde türban, kara çarĢaf, haremlik-selamlık yoktur. Ne yazık ki bunlar, aklı cinsellikten baĢka bir Ģeye çalıĢmayan erkeklerin, kadınlar üzerindeki uygulamalarının önce gelenekleĢip, sonra dinselleĢmesinin bir sonucudur. Bunun bir gelenek olduğunu söyleyen Diyanet ĠĢleri BaĢkanları da olmuĢtur ama koltuklarında fazla oturamamıĢlardır. Bütün bu anlattıklarım, dinde türbanın olup olmadığının tartıĢılması ve olmadığının tespitidir. Tespitten öteye geçip, bir taraf haline gelmek değildir. Ben, dinde türban vardır diyenlere de, türbanlılara zulmedenlere de karĢıyım. Bir kadın, özgür iradesiyle, dininde türbanın olduğunu kabul ederek türban takıyorsa, hepimizin ona saygı duyması gerekir. Bu bir özgürlüktür ve kimsenin sorgulamaya hakkı yoktur. Çıkarmalarını söylemeleri ise, haktan öte, hadlerine değildir. Herkes nasıl mutluysa öyle yaĢamalıdır. Biz bütün bunları, türban takmak istemeyip zorla takanlar veya takmayıp içi rahat etmeyenler için söylüyoruz. Takanlara karĢı bir düĢmanlık için değil. Takanlar asla aĢağılanamaz, ötekileĢtirilemez. Yobaz, cahil yaftası yapıĢtırılamaz. Bu bir özgürlüktür. Kadınlarımız bu Ģekilde dinlerini yaĢacaklarına inanıyor ve bu Ģekilde mutlu oluyorlarsa, elbette takacaklardır. MEZHEPLER ALLAH, dinini bütün insanlara indirmiĢtir. Kullarının dinini öğrenmesi için, baĢka kullarına karĢı el bağlamasına da müsaade etmez. Aksi takdirde dinini, bazı imamlara indirmiĢ ve hepimizi de onların anladığı ve yorumladığı Ģekle muhtaç etmiĢ olur. Mezhepler, dinin parçalanarak karmaĢıklaĢmasına yol açan sebeplerden biridir. Bir imam çıkmıĢ ve ben bu ayetleri ve Ģu hadisleri Ģöyle yorumluyorum demiĢ, diğeri aksi yönde kabul etmiĢ, baĢkası bazı hadisleri reddetmiĢ, bazılarını ise Kuran‟ın bile üzerine koyabilmiĢ… Sonuç olarak da, bu imamların düĢünceleri doğrultusunda insanlık hareket etmiĢ, yeni kurallar, hatta yeni bir din oluĢturulmuĢ. RUM 32. “Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayın. Bunlardan) her fırka, kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.” Mezheplerin sonucunda farklı dinler ve peygamberler oluĢmuĢtur. Kuran rafa kalkmıĢ ve bu mezhep imamlarının kitapları ele alınmıĢtır. Nasılsa biz Kuran‟ı anlayamayız, bizim yerimize bu imamlar okumuĢ, anlamıĢ, yorumlamıĢ ve onlar bize öğretirler. Bizim ne düĢündüğümüz, ne anladığımız önemli değildir. Biz düĢünemeyiz, onlar bizim yerimize düĢünmüĢlerdir. Bize ise, kayıtsız ve Ģartsız onların dediğini kabul etmek düĢer. Peki, böyle olunca peygamber kim? Kitap hangisi? Dinimiz ne? Peygamberimizin vefatından mezheplerin doğuĢuna kadarki süreçte insanların hali nice olmuĢtur. Yazık onlara ne halde yaĢıyorlardı acaba. Mezhepsizdiler. Kuran‟ı anlayamıyorlardı. Peygamberin hadislerinin hangisi doğru, hangisi uydurma olduğunu bilemiyorlardı. Ortalıkta bilgisiz vaziyette “Müslüman‟ım” diye geziniyorlardı. Mezhepler çıktı da, insanlar dinini öğrendi ve “Ben Hanefi‟yim” , “Ben ġafii‟yim” dediler de, Müslümanlık kurtuldu. Yoksa kim Müslümanlığı bilebilirdi? Hangimizin beyni Müslümanlığı anlamaya yeterdi? Mezheplerle birlikte, mezhepsiz olmak Müslüman olmamak ile eĢdeğer olmuĢtur. Ġllaki birinden birine mensup olmak zorundasınız. Sadece Müslüman‟ım demek yetmiyor. Sadece Kuran yetmiyor. Bir mezhebin de bünyesinde olup, onun imamını peygamberleĢtirmek zorundasınız. Mesela ben, Kuran‟ı okuyana kadar, kendimi Sünni Hanefi bilirdim. Ancak okuduktan sonra, sadece Müslüman‟ım diyorum. Çünkü Kuran‟ı anlamaya aklım yetiyor. Dinim için öğrenmem gereken her Ģeyi Kuran‟da bulabildim. ALLAH‟ın sözleri, Kuran, yetersiz veya zor değil ki, ben baĢka kaynaklar arayayım. Benim peygamberim görevini layıkıyla yerine getirmiĢ ki, ben niye baĢka beĢerlere muhtaç olayım. Velev ki Hanefi olayım, ben Hanefiliğin öğretilerinin Ebu Hanife‟ye ait olduğuna inanmıyorum. Kendisi; Muaviye‟nin, Yezid‟in kurduğu Emevilerin zamanında yaĢamıĢtır. Bilindiği üzere de, bu dönemde Ebu Hureyre gibi bir eli yağda bir eli balda yaĢamamıĢ, zindanlarda çürütülmüĢtür. Zindanlarda Ģehit edilmiĢtir. Ebu Hanife, bu düĢmanların istediğinden farklı Ģeyler söylemiĢ olmalı ki, bu kadar zulme uğramıĢ olsun. Ancak Ģuan Hanefiliğe bakıldığında, hiç de Emevilere aykırı düĢecek öğretileri göremiyoruz. Bu öğretiler Ebu Hanife‟ye ait olsaydı eğer, bu kadar zulme uğraması için bir sebep olmazdı. ĠĢte bu yüzden benim yorumum, Hanefilikteki öğretilerin Ebu Hanife‟ye ait olmadığıdır. Onun öldürülüĢünden sonra, Emevi ve Abbasi baskısı altında, öğrencilerinin kasıtlı veya kendi hatalarıyla bilmeyerek yanlıĢ anlatmaları sonucunda bu mezhebin oluĢtuğunu düĢünüyorum. Ġmam ġafii, Ġmam Malik veya Ġmam Hanbeli gibi çağın önde gelen alimleri, kendi düĢünce ve yorumlarıyla “Bu ayette ALLAH aslında bunu diyor” veya “ġu hadis doğru, bu hadis yanlıĢ” diyerek dini anlatmaya çalıĢıyorlar. Onların yaptığı yanlıĢ bir Ģey değildir. Aslında bizim bu kitapta yaptığımızdan da çok farklı değildir. YanlıĢ olan, insanların bu beĢerleri peygamberleĢtirmeleri, sözlerini dinselleĢtirmeleridir. Bu insanların düĢünceleri kendi düĢünceleridir. Yorumları kendi yorumlarıdır. Doğrularını minnetle alacağız tabii ki, ama yanlıĢlarını da kabul etmeyeceğiz. Ġnsanlarımız ise, ait oldukları mezheplerin bazı yanlıĢlarını hiç sorgulamadan “Bu böyledir” diyip kabul etmektedirler. Ancak, mezheplerin bir beĢerin kendi düĢüncelerinden ve yorumlarından doğduğunun farkında olarak hareket etmeleri ve mutlaka Kuran ve kendi akıl ve mantıkları ile sağlamasını yapmaları Ģarttır. Mezhep imamları, kendi akıllarıyla ayetleri ve hadisleri yorumlamıĢlardır. Dikkat çekmek istediğim nokta, hadisleri yorumlarken bazı hadisleri kabul edip bazı hadisleri reddetmeleridir. Peki, onlar hadis reddedince “Eyvallah”, biz reddedince niye “Pis kafir” ? Mezhep imamlarının hepsi, ibadetini yapmayanın veya dinden dönenin öldürülmesi gerektiği ile ilgili hadisleri kabul etmiĢler. Biz kabul etmiyoruz. Onlar kadını küçülten köleleĢtiren hadisleri kabul etmiĢler. Biz etmiyoruz. Onlar Kuran ile çeliĢen veya Kuran‟ın akıl ve mantıkla doldurulması için boĢ bıraktığı alanlarda kurallar yaratan hadisleri kabul etmiĢler. Biz etmiyoruz. Biz de bu reddimizi, Kuran‟a ve akla, mantığa dayandırıyoruz. Her düĢünceye değer verip dikkate alınması gerekirken, bazılarının düĢüncelerini kutsallaĢtırıp, mutlak doğru kabul edip, diğerlerinin düĢüncelerini mutlak yanlıĢ kabul etmek mantıklı mıdır? Mezhep imamlarının, kendi düĢünce ve yorumları sonucunda, dine birçok yeni kural ve kavram ilave olunmuĢtur. Haramlar, helaller yaratılmıĢtır. Mezhepler arası “ġu haram, bu helal” kargaĢası yaĢanmıĢ ve yaĢanmaktadır. Oysaki, ALLAH‟ın ayetleri çok açıktır: ENAM 140. “Bilgisizlikleri yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği rızkı, Allah'a iftira ederek (kadınlara) haram kılanlar, muhakkak ki ziyana uğramıĢlardır. Onlar gerçekten sapmıĢlardır ve doğru yolu bulacak da değillerdir.” ENAM 151. “De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir Ģeyi ortak koĢmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaĢmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! ĠĢte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki düĢünüp anlarsınız.” ARAF 32. “De ki: Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir. ĠĢte bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.” ARAF 33. “De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aĢmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir Ģeyi, Allah'a ortak koĢmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz Ģeyleri söylemenizi haram kılmıĢtır.” YUNUS 59. “De ki: Allah'ın size indirdiği rızıktan bir kısmını helâl, bir kısmını da haram bulmanıza ne dersiniz? De ki: Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?” NAHL 115. “(Allah) size, sadece ölü hayvanı, kanı, domuz etini ve Allah'tan baĢkası adına kesilen hayvanı haram kıldı. Ancak kim mecbur kalırsa (baĢkalarının haklarına) saldırmaksızın, sınırı da aĢmadan (bunlardan yiyebilir). Çünkü Allah çok bağıĢlayan, pek esirgeyendir.” NAHL 116. “Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helâldir, Ģu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karĢı yalan uydurmuĢ oluyorsunuz. KuĢkusuz Allah'a karĢı yalan uyduranlar kurtuluĢa eremezler.” UydurulmuĢ hadisler ve mezhepler yüzünden helal-haram kargaĢası yaĢanmıĢtır ve yaĢanmaktadır. Bu konuyu çok önemsiyorum. Çünkü bu durum, ALLAH‟a karĢı yalan uydurmaktır. Bunun için, bu konu üzerinde biraz daha durmak istiyorum. Ancak, düĢüncelerimi daha iyi ifade edebileceğimi tahmin ederek, diyalog halinde hikâyeleĢtirerek anlatmak istiyorum. Bu arada dört Sünni mezhebin birbirleriyle çeliĢkilerini derleyen kurandakidin.net sitesinden yararlandığımı da belirtmek istiyorum. Sokrates, her zamanki gibi düĢünceli bir halde yalnız baĢına ilerlemektedir. Arada donar, bir süre sonra tekrar yürümeye baĢlardı. Bu sırada bir kahvehanenin önünden geçtiğini fark etti. Gözüne dört tane insan takıldı. Onları tanıyordu. Biri Hanefi, biri Maliki, biri ġafii ve biri de Hanbeli‟ydi. Onların yanına gitti ve onlarla sohbet etmeye baĢladı: - Merhabalar dostlarım, dedi Sokrates. - Ve aleyküm selam, dediler hep bir ağızdan. Ne yaptıklarını soran Sokrates, din hakkında sohbet ettiklerini öğrendi ve sohbete katılmak istediğini söyledi. KarĢısındakilerde onay verdi. Ve konuĢmaya baĢladı Sokrates: - Sizlere bazı sorular sorabilirim? Buyur bakalım. Siz dördünüz de Müslümansınız değil mi? Elhamdülillah Müslüman‟ız, dediler hep bir ağızdan. Hepiniz aynı ALLAH‟a inanıyorsunuz? Pek tabii ki. Aynı peygambere? Evet. Aynı kitabın öğütlerini alıp, kurallarına uyup, yasaklarından kaçınıyorsunuz? ġüphesiz öyle. - Peki o zaman, devam ediyorum. Sizin dininizde ölü hayvan derisi helal midir? Haram, dedi Hanefi ve ġafii; helal, dedi Maliki ve Hanbeli. Peki, pislikle beslenen hayvanların eti helal midir? Helal, dedi Maliki; haram, dedi Hanbeli. At eti, midye, istiridye, ıstakoz yemek? Haram, dedi Hanefi; helal, dedi Maliki. Karga veya Kartal eti? Haram, dedi ġafii, Hanefi ve Hanbeli; helal, dedi Maliki. Çok ĢaĢkınım. Sizin dininiz birbiriyle çeliĢen hükümler mi emrediyor. Neyse, kırlangıç da birliğe varırsınız herhalde? Helal, dedi Hanefi ve Maliki; haram, dedi ġafii ve Hanbeli. Yok olmayacak böyle, bence baĢka yerlerden sormalıyım. Ġyi olur Sokrates. Yoksa ya birbirimizle ya da senle kavga edeceğiz. Tamam tamam. O zaman, biraz giysilerden bahsedelim. Hah Ģöyle. Bizi birbirimize vurdurtacaktın. Haklısınız. Umarım tekrar böyle bir hava doğmaz. Ben sorularıma devam ediyorum. Biz genelde beyaz giyiniriz. Siz genelde ne renk giyinirsiniz? Siyah ya da yeĢil, dediler hep bir ağızdan. Güzel bende severim o renkleri, dedi Sokrates. Dininizin haram kıldığı renkler var mı acaba? Mesela kırmızı? Bizde mekruhtur, dedi Hanefi ve Hanbeli; bizde helaldir, dedi Maliki; bizde ise haramdır, dedi ġafii. Sarı da anlaĢırsınız ama değil mi? Sarı haram mıdır, helal midir? Haram, dedi Hanefi, ġafii ve Hanbeli. Helal, dedi Maliki. Buradan da kavga çıkacak. Tamam kızmayın. O halde, renk değil de, giysinin kumaĢıyla ilgili bir soru sorayım. Ama önce, çocuklarınızı seviyorsunuz değil mi? Tabii ki, onlar bizim her Ģeyimiz. Onların yanlıĢ yapmasını istemezsiniz. Hangi baba evladının yanlıĢ yapmasını ister ki? O zaman, onların harama bulaĢıp, cehenneme gitmesini de istemezsiniz? Evet Ģüphesiz. ġimdi giysilere dönelim. Oğlunuza ipek giydirmenin dininizdeki hükmü nedir? Haram, dedi Hanefi ve Maliki; helal, dedi ġafii ve Hanbeli. Aman tamam ben sözlerimi geri aldım. Ġpek demiĢken, ipeğin üzerine oturmak, yaslanmak, yastık olarak kullanmak, duvar örtüsü yapmak haram mıdır? Helaldir, dedi Hanefi; haramdır, dedi Maliki, ġafii ve Hanbeli. Çok özür dilerim. Tesadüf mü desek, Ģansızlık mı, hep üst üste geldi. ġimdi hava yumuĢayacak inanıyorum. Ġyi olur Sokrates. Sabrımız taĢıyor, kalkıp gideceğiz o olacak. Tamam, hemen neĢeli konulara geçiyorum. Müzik ne kadar güzeldir değil mi? Evet. Özellikle sazı severiz. Ne kadar güzel! Peki dininizin ud, zurna, dümbelek, boru, davul ile ilgili hükmü var mıdır? - - Bizde mekruhtur, dedi Hanefi; bizde helaldir, dedi Maliki ve ġafii; bizde haramdır, dedi Hanbeli. AnlaĢıldı müzik dıĢında baĢka neĢeli konulardan sorayım. Örneğin oyunlar. Tavla öğrendim geçenlerde. Tavla ile ilgili dininiz bir Ģey diyor mu? Haramdır, dedi Maliki, ġafii ve Hanbeli; helaldir, dedi Hanefi. Ama satrançta hem fikir olursunuz herhalde? Haramdır, dedi Hanefi, Maliki ve Hanbeli; helaldir, dedi ġafii. Oyunlardan da kavga çıkacak. Adam akıllı yerlerden soru sormuyorsun ki! Tamam kızmayın. Geçen gün Ģu dikkatimi çekti. Siz Müslümanların çoğunun sakallı olduğunu fark ettim. Dininizde sakalla ilgili bir hüküm mü var? Sakalı kesmek haram mıdır? Evet, dedi Hanefi, Maliki ve Hanbeli; hayır, dedi ġafii. Siz bir Ģey demeden ben konuyu değiĢtiriyorum. Sizin ibadetlerinizden bahsedelim biraz da. Evet bak ne güzel! Namazdan, oruçtan, zekattan, hacdan bahsedelim de sana da faydası olsun. Umarım olur, faydalanmayı çok isterim yoksa bu bilgisizlik beni öldürecek. Hemen sorularımı sormak istiyorum. Namaz size yüklenen bir görev midir? Evet, dediler hepsi. Ancak namazın kabul olması için, abdest Ģarttır değil mi? Kesinlikle, abdestsiz namaz kabul olmaz, dedi hepsi. Abdest alan birini gördüm. Çok uzun sürdü alması. Çok dikkatliydi. Belli bir sıraya göre yapıyormuĢ onun içinmiĢ meğer. Abdesti belli bir sıra ile almak farz herhalde. Hayır, dedi Hanefi ve Maliki; evet, dedi ġafii ve Hanbeli. Peki, abdesti ara vermeksizin almak farz mıdır? Hayır, dedi Hanefi ve ġafii; evet, dedi Maliki ve Hanbeli. Bir de, abdestinizin bozulmamasına dikkat ediyorsunuz. Kaç tane ki sizde abdesti bozan Ģeyler? 12, dedi Hanefi; 3, dedi Maliki; 5, dedi ġafii; 8, dedi Hanbeli. Mesela, cinsellik organına dokunmak abdesti bozar mı? Hayır, dedi Hanefi; evet, dedi diğerleri. ġüphe ile bozulur mu? Evet, dedi Hanbeli; hayır, dedi diğerleri. Kan akması abdesti bozar mı? Evet, dedi Hanefi; hayır, dedi diğerleri. Tüysüz bir delikanlıya dokunmak? Evet, dedi Maliki; hayır, dedi diğerleri. Bir kadına dokunmak? Evet, dedi ġafii. Diğerleri sinirlenip cevap vermedi. Buradan da bana net bir bilgi çıkmadı. Bir de gusül abdesti varmıĢ sizde. Gusül abdesti almayı gerektiren sebeplerin sayısı kaçtır? 7, dedi Hanefi; 4, dedi Maliki; 5, dedi ġafii; 6, dedi Hanbeli. Ben abdestten vazgeçtim, biz namaza geçelim. - - Bizce de geçelim. Namazı dinin direği kabul ediyorsunuz? Kesinlikle. Namazınızı yanlıĢ kılmak istemezsiniz değil mi? ġüphesiz istemeyiz. Peki, namazda Fatiha‟dan evvel Besmele okunuyor mu? Bizde sünnettir, dedi Hanefi; bizde mekruhtur, dedi Maliki; bizde farzdır, dedi ġafii. Namazdayken ayakların arası açık olmalı mı? 4 parmak, dedi Hanefi; 1 karıĢ, dedi ġafii; 2 karıĢ dedi diğerleri. Namazda selam almak namazı bozar mı? Evet, dedi Hanefi; hayır, dedi ġafii. Namaz içinde unutarak konuĢmak namazı bozar mı? Evet, dedi Hanefi ve Hanbeli; hayır, dedi Maliki ve ġafii. Namazda hatayla yanlıĢ bir kelime geçerse namaz bozulur mu? Evet, dedi Hanefi; hayır, dedi diğerleri. Ah veya of demek? Hayır, dedi Maliki; evet, dedi diğerleri. Kahkaha ile gülmek? Evet, dedi Hanefi; hayır, dedi diğerleri. Neyse ben oruca geçmek istiyorum. Oruç tutmadan önce niyet ediyorsunuz değil mi? Tabii. Bu niyeti dil ile söylemek Ģart mıdır? Hayır, dedi ġafii; evet dedi diğerleri. Ramazan‟da her gün ayrı ayrı niyet etmek Ģart mıdır? Hayır, dedi Maliki; evet, dedi diğerleri. Neyse, orucu tutmaya baĢladık diyelim. Kan aldırmak orucu bozar mı? Evet, dedi Hanbeli; hayır, dedi diğerleri. Orucu da geçtim zekattan soracağım. Zekatın farz olması için borcun olmaması gerekiyor mu? Gerekiyorsa hangi mallardan borcun olmayacak? Zirai ürünler, dedi Hanefi; altın ve gümüĢ, dedi Maliki, herhangi bir mal, dedi Hanbeli; böyle bir Ģart yok, dedi ġafii. Müslüman olmayan bir fakire yemek verilmesi caiz midir? Evet, dedi Hanefi; hayır, dedi diğerleri. Zekattan da vazgeçtim. Son olarak hac ibadetinizden soracağım. Ben yaĢlı bir adamım. Karım ve ben Müslüman olsaydık, karım bensiz hacca gidebilir miydi? Hayır, dedi Hanefi ve Hanbeli; evet, dedi Maliki ve ġafii. Peki, ben yerime baĢkasını gönderebilir miyim? Hayır, dedi Maliki; evet, dedi diğerleri. Nedir benim bu kaderim. Hacdan da net bir bilgi edinemedim. Bir Ģey bilmeden bu dünyadan göçeceğim galiba. Bir saniye aklıma bir soru daha geldi. Ġbadetini umursamazlıktan veya tembellikten dolayı yerine getirmeyen hakkında ne hüküm verirsiniz? ÖLDÜRÜRÜZ, dediler hep bir ağızdan. - Çok Ģükür bir konuda birlik sergilediniz ama ona da inansam mı, inanmasam mı bilemedim. Ġnanacaksın tabii ki Sokrates, bizim bütün ömrünü bu yola vermiĢ hocalarımız yanlıĢ mı bilecek. Haklısınız bunu ben bile düĢünemem. Bunlar, birbiriyle çeliĢtikleri noktalardan bazı küçük örneklerdi. Bir de ortak yanlıĢları var ki, recm, kadın düĢmanlığı, eğitim-bilim-sanat düĢmanlığı, savaĢla terörle cihat gibi, bunlar onların yanında hiçbir Ģeydir. Ama ben Ģuna dikkati çekmek istiyorum; bizim bunlara yanlıĢ dememize gerek bile yok. Kendileri bağırıyorlar zaten “Biz yanlıĢız” diye. Nasıl mı? Ben süt beyazdır dersem, bu ya doğrudur ya yanlıĢtır. Biri süt beyazdır, diğeri süt siyahtır dedikten sonra, ama kardeĢim ikisi de “Süt” diyor, süt faydalı bir Ģeydir, onun için ikisi de doğrudur mu diyeceğiz? Birisi doğruysa diğeri yanlıĢtır. Süt ya beyazdır ya siyahtır. Doğru olan tektir. Doğruları ise, yalnız ALLAH bilir. Onları da bu dünyada sadece Kuran‟dan bulabiliriz. FAĠZ Kuran‟da ALLAH kullarına, “Riba” dediği bir Ģeye bulaĢmamalarını buyurmuĢ, bu kavramın kötü bir Ģey olduğunu söylemiĢtir. Peki “Riba” nedir? ALLAH bu kavram ile neyi kastediyor? “Riba” kelimesini, yazarlar “Faiz” olarak çevirmekte ve bu sebeple faizin haram olduğu sonucu çıkarılmaktadır. Benim sorgulamak istediğim nokta Ģu; ALLAH bir Ģeye “Riba” dediğinde bu faiz miydi, yoksa baĢka bir Ģey miydi? O dönem, kurumsallaĢmıĢ kredi Ģirketleri veya bankalar mı vardı da, biz ALLAH‟ın “Riba” ile kastettiğinin “Faiz” olduğunu çıkaracağız? ALLAH‟ın “Riba” dediği Ģey “Mevduat faizi” olabilir mi, yoksa bugün ki faizden daha farklı bir Ģey mi? Hiç Ģüphesiz, bu ayetlerin indiği dönemde bankalar yoktu. Bu bankaların halkı mağdur etmemesi için yapılan bir Bankacılık Kanunu veya kurulan bir BDDK yoktu. O dönem, sizin faiz olarak düĢünebileceğiniz tek bir Ģey vardı, o da; “Tefecilik” idi. Bence ALLAH, riba ile, yüzyıllar sonra kurulacak olan bankaların mevduat faizini değil, iĢte bu tefeciliği söylemiĢti. Bunun farkında olan Edip Yüksel gibi bazı yazarlarda, Kuran meallerinde ribayı, faiz olarak değil, tefecilik olarak çevirmektedir. Kuran, insanlara yardımlaĢmayı, sadakayı, infakı, zekatı emretmiĢtir. Ancak geçmiĢ çağlarda, bunlardan ve iyilikten habersiz olan insanlar, düĢenin, muhtacın acizliğini sömürmüĢ ve toplumlarda bir meslek olarak tefeciler türemiĢtir. Ġhtiyaç sahiplerinin içinde bulunduğu zor durumu fırsat bilen tefeciler, onlara çok yüksek faizli borçlar vermiĢtir. ĠĢte Kuran‟a göre, insanların zor durumlarından çıkar sağlayıp, onları sömürmek yanlıĢtır. Müslüman‟a yakıĢan ise düĢmüĢe, muhtaca yardım etmektir. TartıĢılması gereken nokta Ģudur; tefecilerin faiziyle, bankanın faizi aynı Ģekil, iĢlev ve sonuçlara mı sahiptir? Bizim Kuran‟dan anladığımız ALLAH‟ın tefeciliği haram kıldığıdır. Buradan yola çıkarak, banka faizlerine de haramdır diyebilmek için, banka faizlerinin tefecilik boyutuna varması gerekir. ĠĢleri iyi olan, ancak her tüccarın baĢına gelebilecek olan nakit ihtiyacına düĢen bir iĢ adamını ele alalım. Bu iĢ adamı, çeklerinin dönmemesi, kara listelere girmemek, piyasadaki güvenilirliğinin kaybolmaması için bir Ģekilde bu nakit ihtiyacını karĢılamalıdır. Önce çevresindekilerden borç istediğini varsayalım. Çevresindekiler gerçek Müslüman ise, o Ģahsa yardım etmelidirler. Ancak yine de yetmedi diyelim ve bu iĢ adamının ihtiyacı olan parayı tedarik edemediğini kabul edelim. ġimdi bu adamın iki seçeneği var. Ġlki bankaya gitmek, ikincisi tefeciye gitmektir. Hangisine gitmesini tavsiye edersiniz? ġu Ģekilde verilen bir cevap mantıklı mı; “Ne fark eder kardeĢim ikisi de faiz veriyor, ikisi de haram”? Gerçekten farkı yok mu? Bu Ģahıs bankaya giderse ve diyelim ki 100 liralık, 5 yıllık kredi çekerse, 60 ay boyunca her ay rahat rahat borcunu öder, bu uzun süre içerisinde nakit ihtiyacını çözerse, istediği zaman borcunu ödeyebilir ve en nihayetinde bu uzun zaman diliminde ödeyeceği faizin toplamı, aldığı anaparanın yarısından biraz fazla olur. Bu iĢ adamı geçici krizini halleder ve iĢyerini kapatmaz, iĢçilerini sokağa atmaz. Bir de bu Ģahsı tefeciye gönderelim. Tefeci 3 ay süre verir, 3 ay sonra 100 lirayı 150 lira olarak alacağını söyler. 3 ay sonra ödeyemezse, tefeci belki bir 3 ay daha süre vererek borcu 2 katına çıkarır. En nihayetinde, eli silahlı adamlarıyla borcu bilmem kaç katına çıkartır ve o iĢ adamının varını yoğunu alır. Hem ailesi telef olur, hem iĢçileri iĢsiz kalır. Sonuç olarak faiz alan tarafından, banka ile tefecilerin aynı olduğunu söylemek mantıksız olur. Bu Ģekilden dolayı “Riba” banka faizine indirgenemez. Ġndirgenebilmesi için, bankanın tefeci boyutuna varması lazım. Örneğin, bir devalüasyon sonucu Ģahsın borcu birkaç kat artmıĢ ise, o zaman burada riba vardır diyebiliriz. Veya Ģahıs bir süre borcunu düzenli öderken, bir ay geciktirdi diye, tüm borçlarını muaccel hale getirir ve icra takibine baĢlarsanız, o zaman burada riba vardır diyebiliriz. Veya en ufak bir temerrütte banka Ģahsın ipoteğine el koyup, değerinden aĢağı fiyata satıp, borcu kapatırsa, o zaman burada riba vardır diyebiliriz. Yani demek istediğim, genelleme yapamayız. Olaya ve Ģahıslara göre yorum yapmak zorundayız. Faiz alan açısından tefecilik ile banka arasında fark olduğu çok açıktır. Biz bir de faiz veren açısından bakalım. Gerçek Müslüman, ihtiyacından fazla parası varsa, hiç çekinmeden bunu ihtiyaç sahiplerine dağıtabilendir. Eğer bir kiĢinin ihtiyacından fazla parası varsa ve o kiĢi muhtaç durumda olan birinin yardım talebine karĢılık vermiyorsa, hiç tartıĢmasız bu kiĢi Ġslam ile bağdaĢmayan bir harekette bulunmuĢtur. Dolayısıyla, parasını faize yatırmıĢ, yatırmamıĢ önemli değildir. Öncelikli ve asıl suç paylaĢmamaktır. BirikmiĢ bir miktar parası olan ve bunu kendisi veya ailesinin bazı ihtiyaçları için saklayan bir adam düĢünelim. Bu adamdan kimse yardım talep etmemiĢse, bu adamında ailesiyle yaĢamında henüz karĢılaması gereken ihtiyaçları varsa, bu adamdan bu birikmiĢini bağıĢlamasını kimse bekleyemez. ĠĢte biz böyle bir adam ele alalım. Bu adam, birikmiĢini bankaya yatırmıĢ olsun. Parasını üç aylık vadeli mevduat faizine yatırsın ve üç aylık enflasyon oranı da yüzde 2,5 olsun. Bu adamın alacağı faiz, en fazla yüzde 3‟tür. Yani bu adam binde 5 para kazanmıĢtır. Üç ayda binde beĢ faize haramdır demek çok iddialı bir cümledir ve benim aklıma Ġncil‟deki Ģu sözü getirir: MATTA 23: 24. “Ey kör kılavuzlar! Küçük sineği süzer ayırır, ama deveyi yutarsınız!” Aynı Ģahıs birikmiĢini tefecilikte kullansa idi, üç ayda tahminen yüzde elli faiz koyardı ve enflasyonu çıkardığımızda üç ayda yüzde 47,5 faiz kazanmıĢ olurdu. Faiz veren açısından da tefecilik ile banka arasında büyük fark vardır ve bu sebeple ribayı banka faizine indirgemek doğru değildir. Ġndirgenebilmesi için yine tekrar etmek gerekir ki, faiz veren açısından da bankanın tefeci boyutuna varması gerekir. Örneğin; kiĢi spekülasyon, arbitraj denen durumlar ile hiç emek harcamadan parasını katlıyorsa, döviz ile, altın ile, devalüasyon ile parasını katlıyorsa, borsada parasını katlıyorsa ve bilinmelidir ki, böyle durumlarda birinin kazancı, birinin kaybı olmaktadır, iĢte o zaman burada ribayı bu iĢlemlere indirgeyebiliriz. Tekrar edersek, demek istediğim, genelleme yapamayız. Olaya ve Ģahıslara göre yorum yapmak zorundayız. ġöyle bir örnek verelim, ihtiyacından fazla parası olmayan bir adam para biriktirmiĢ ve repoya yatırmıĢ olsun. Ġhtiyacı olan bir adam da kendisine gelip yardım istediğinde, bu adam “Param Ģuan repoda onu bozmayayım, süresi bitince vereyim” derse, buradaki suçu faiz yemek değil, yardımlaĢmamaktır. Dolayısıyla riba ile ilgili ayetlere değil, parayı yardımlaĢmaktan daha çok sevenler ile ilgili söylenen ayetlere bakmak gerekir. Sonuç olarak bence, Kuran‟da haram kılınan banka faizi değil, tefeciliktir. Bankadaki iĢlemler tefecilik boyutuna ulaĢmıyorsa, haramdır dememiz doğru değildir. Olayın Ģekline, Ģahısların durumuna göre ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim. ġimdi ribanın Kuran‟da nasıl bahsedildiğine bakalım: BAKARA 275. “Faiz yiyenler, Ģeytan çarpmıĢ kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların "Alım-satım tıpkı faiz gibidir" demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alım-satımı helâl, faizi haram kılmıĢtır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmiĢte olan kendisinindir ve artık onun iĢi Allah'a kalmıĢtır. Kim tekrar faize dönerse, iĢte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar. 276. Allah faizi tüketir (bereketini giderir), sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez.” “Alım-satım tıpkı faiz gibidir” sözü üzerinde durulmalıdır. Bunu bazı yazarlar kar-faiz farkı olarak görmüĢler ve bu sebeple “Kar helal, faiz haramdır” demiĢlerdir. Ancak tefecilik incelendiğinde, yıllarca tefeciliğin bir meslek olarak yapıldığı görülecektir. Tefeciler, kendilerine yapılan eleĢtirilere karĢı tarih boyunca, “Bu da bir meslektir, ticaretten bir farkı yoktur” Ģeklinde cevap vermiĢlerdir. Dolayısıyla bizim yorumumuza göre, “Alım-satım tıpkı faiz gibidir” sözü ile ticaretin helal, tefeciliğin haram olduğu söylenmek istenmiĢtir. Yani tefecilik, bir meslek olarak görülemez. “Kar helal, faiz haram” yorumu her olayda karĢımıza mantıklı bir Ģekilde çıkmayabilir. Örneğin; faiz ile iĢ büyütüp, istihdam yaratıp, vergisini veren, ülkesinin ekonomisinin geliĢmesine katkıda bulunan bir giriĢimciye faiz haram diye cehennemlik diyeceğiz, tekelleĢip malını çok yüksek kar ile satan iĢ adamına kar helal diye cennetlik diyeceğiz. Bu yüzden buradaki “Alım-satım tıpkı faiz gibidir” sözüne, kar-faiz olarak değil, tüccarlık-tefecilik olarak bakmanın doğru olacağı kanaatindeyim. Ġkinci ayette, insanlara yardımlaĢma tavsiye edilmektedir. Tefecilikle kazanılan paranın bereketsiz olacağını, ancak fazla parasını tefecilikte değil, yardımlaĢmaya harcayanların malının, mülkünün bereketleneceğini anlıyoruz. Rum 39 ayeti de aynı bilgiyi vermektedir. BAKARA 278. “Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terk edin. 279. ġayet (faiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve Resûlü tarafından (faizcilere karĢı) açılan savaĢtan haberiniz olsun. Eğer tevbe edip vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir; ne haksızlık etmiĢ ne de haksızlığa uğramıĢ olursunuz.” Birinci ayette söylenen mevcut faiz alacakları ile, günümüzdeki binde iki-üçlük mevduat faiz alacağı mı, yoksa o dönem tefecilerin yüksek faiz alacakları mı kastediliyor? Ġkinci ayette söylenen vazgeçerseniz sermayeniz sizindir ile, garibanın bankadaki üç kuruĢluk parası mı, yoksa tefecinin yüklü sermayesi mi kastediliyor? NĠSA 161. “Menedildikleri halde faizi almalarından ve haksız (yollar) ile insanların mallarını yemelerinden dolayı içlerinden inkâra sapanlara acı bir azap hazırladık.” Burada haksızlık ile insanların mallarını yiyen, bankaya üç kuruĢ para yatıranlar mı, yoksa muhtacın acizliğini sömüren tefeciler mi? ĠMRAN 130. “Ey iman edenler! Kat kat arttırılmıĢ olarak faiz yemeyin. Allah'tan sakının ki kurtuluĢa eresiniz.” ĠĢte bu ayet, Kuran‟da bahsedilenin tefecilik olduğunun kanıtıdır. ALLAH bankadaki binde iki-üçlük faizi değil, insanları sömüren tefecilerin kat kat arttırılmıĢ faizini yasaklamıĢtır. Bunlardan baĢka da, riba ile ilgili ayet yoktur. Kuran, tefeciliği yasaklamıĢtır. Zaten Kuran‟da yazmamıĢ olsaydı da, tefeciliğin yanlıĢ bir Ģey olduğu bellidir. Bizim Türk Ceza Kanunumuzda da tefecilik suç olarak düzenlenmiĢtir. Bizim dikkat etmemiz gereken, banka ve benzeri yerlerdeki iĢlemlerimizin Ģeklinin, iĢlevinin ve sonucunun tefecilik boyutuna varmamasıdır. Bunun için de, yetkili organlarca gerek kanun ile gerek BDDK benzeri kurumlar ile gerekli önlemler alınmalıdır, alınmaktadır. EL KESME Ġslam dininde, hırsızlık suçunun cezasının, hırsızın elini kesme olduğu söylenir. ġeriat ile yönetilen ülkelerde de, hırsızın önce sağ eli kesilir, hırsızlığa devam etmesi durumunda ise sırasıyla, sol ayak, sol el ve sağ ayak kesilir. Aklımızdaki ve kalbimizdeki ALLAH inancına baktığımızda ise, pek tabii ki, hırsız da olsa, ALLAH‟ın hiçbir insana böyle cezalar verilmesini emredebileceğine inanamıyoruz. Bu ve bunun gibi birçok örnek, yıllarca insanları hem ALLAH‟tan hem de dinden soğuttu. Cevap olarak da, “Vardır bir bildiği” demekle yetinildi. Halbuki araĢtırsalardı, bunların ALLAH‟a iftira niteliğinde olduğunu göreceklerdi. El kesme ile ilgili ayet, Maide 38‟de geçmektedir. Ancak anlam bütünlüğünün sağlanması için, necm olarak, yani 39 ve 40. ayetlerle birlikte verilmeli ve düĢünülmelidir. MAĠDE 38, 39 ve 40. “Hırsız erkek ve hırsız kadın; bunların yaptıklarına karĢılık, Allah'tan bir engelleyici uygulama olarak hemen ikisinin de gücünü/ellerini [ikiden çok el] kesin. Ve Allah, Azîz'dir, Hakîm'dir. Sonra kim yaptığı haksızlıktan sonra tövbe eder ve düzeltirse, bilsin ki, Ģüphesiz Allah, onun tövbesini kabul eder. ġüphesiz Allah, Gafûr'dur [çok bağıĢlayandır], rahîm'dir [çok merhamet edendir]. Göklerin ve yerin mülkünün Allah'a ait olduğunu bilmedin mi? O, dilediğine azap eder, dilediğini de bağıĢlar? Ve Allah, her Ģeye en iyi güç yetirendir.” Bu ayet ile ilgili farklı görüĢler mevcuttur. Ulemanın yıllardır kabul ettiği görüĢ, fiziksel anlamda el kesmektir. Bu görüĢü çürütmek için ilk iddiamız, bütün meallerde aynı Ģekilde çevrilip, üzerinde bir tartıĢma konusu yapılmayan “Ellerini” ifadesi üzerinedir. Dikkat edilirse ayette, çoğul bir ifade söz konusudur. ġeriatte ise, sadece sağ el kesilir. Ayete göre ise, hırsızın iki elinin birden kesilmesi gerekir. Bir insanın iki elini birden kesmek ise, onun hayatını tamamen bitirmek anlamında olup, akla ve mantığa aykırıdır. Ayrıca, hırsızlıktan daha büyük suçlarda ne yapacağız? Ġki eli, iki ayağı, kulağı, burunu ne varsa keselim. Bu görüĢe karĢı ikinci iddiamız, 38. ayetin devamındaki ayettir. 39‟da, tövbe ederse bağıĢlanacağı söylenir. Tipik bir piĢmanlık hali düzenlenmiĢtir. Ġnsan piĢman olup, geçmiĢini düzeltebilir. Ama siz onun elini çoktan kesmiĢ olacağınızdan, bu insanın iyi bir insan olma hakkını çoktan elinden almıĢ olursunuz. Bu insan artık mimlenmiĢtir. Artık o piĢman olsa da, herkesten farklı olduğu için, siz onun bütün geleceğini karartırsınız. Sonuç olarak bu durum, hem 39. ayeti geçersiz kılmakta, hem de adaletsiz sonuçlar doğurmaktadır. Üçüncü iddiamız, evrensel hukuk kuralları ile ilgilidir. Bir hukukçu olarak, benim karĢıma “Hırsızlık suçunun cezası, failin elini kesmektir.” Ģeklinde bir ceza normu konulsa, ben o normu tanımam, yırtar atarım. Böyle bir ceza normu olamaz. Öncelikle “Hangi hırsızlık?” sorusunu sorarım. Bakkaldan ekmek çalmak ile bankayı hortumlamaya aynı cezayı verip, ikisinin de iki elini kesecek miyiz? Nerede kaldı bizim ölçülülük ilkemiz? Ġnsanlığın bildiği evrensel hukuk ilkelerini ALLAH bilmiyor mu? Tek bir hırsızlık fiili yoktur ki, tek bir ceza olsun. Hırsızlık fiilinin basit Ģekli vardır, nitelikli Ģekli vardır, kullanma hırsızlığı Ģeklinde olanı vardır, zorunluluk hali vardır ve dolayısıyla bunlara verilecek cezalarda farklılık gösterir. Çocuğu hasta olduğu için ilaç çalan ile, bir evden para çalan ile, memleketi dolandıranın cezaları aynı olamaz. Aksi takdirde, adaletsiz sonuçlar çıkar ki, ALLAH‟a da adaletsiz sıfatını yakıĢtırmak zorunda kalırız. Ancak, ALLAH‟ın adalet terazisi, en ince ve en doğru terazi olduğundan, bizi bu sonuca götürecek sebepleri kabul edemeyiz. Dolayısıyla biz bu görüĢü kabul etmiyoruz. ALLAH‟ın fiziksel anlamda “Ellerini kesin” dediğini düĢünmüyoruz. Bu ifadenin, ALLAH‟ın Ġmran 7 de belirttiği gibi, “MüteĢabih” yani deyimsel bir ifade olduğunu düĢünüyoruz. “Ellerini kesin” ile “onların hırsızlık yapma güçlerini, gerekçelerini ortadan kaldırın” söylenmek istenmiĢtir. Gerekçesinin teknik bilgiler içermesi sebebiyle, Hakkı Yılmaz‟ın Tebyin-ül Kur‟an adlı eserinin 11. cildinden ilgili bölümü aynen aktarıyorum: “Ayette geçen [ أيدeyd] sözcüğü, [ يَدyed] sözcüğünün çoğulu olabileceği gibi, [ أيَ َدeyede] filinden tekil mastar ve isim de olabilir (bkz. Sad/17, Zariyat/47, Sad/45). Tekil olduğu ve eyede fiilinden geldiği kabul edilirse sözcük “kuvvet” anlamına gelir. Yed sözcüğünün çoğulu olduğu kabul edilirse sözcük, “eller” [üç ve daha fazla el] anlamını ifade eder. Hırsızın ikiden fazla eli olmadığına göre, buradaki “eller” sözcüğü, mecazi olarak anlaĢılmalıdır. Bu sözcük, yedullâh [Allah'ın eli] Ģeklinde de birçok âyette geçmektedir. Allah'ın eli olmadığından, buralarda da sözcük, mecazî anlamıyla kabul edilmelidir. Yed sözcüğü mecazen, “ kuvvet, zenginlik, iktidar, saltanat, nimet, yay, elle yapılan iĢlerin tümü” anlamında kullanılır. AnlaĢılan o ki, O ikisinin ellerini kesin ifadesi, “onların hırsızlık yapma güçlerini, gerekçelerini ortadan kaldırın” anlamındadır. Burada kesme iĢini, –Yusuf/31'in delâletiyle– elinde bir iz bırakmak üzere kesme Ģeklinde yorumlamaya gerek olmadığı gibi, ayetin metni de buna izin vermez. Hırsızlık, kendine ait olmayan bir Ģeyi gizlice almaktır. Ġnsanlık tarihi kadar eski olan hırsızlığı, Ģekli ve niteliği çağlara göre değiĢebilir. Bir bahçeden gizlice meyve koparmak, okulda bir kalem-silgi araklamak hırsızlık olduğu gibi, banka soymak, hortumlamak, vergi kaçırmak vs gibi davranıĢlar da hırsızlıktır. Hayati tehlike durumunda ihtiyaç miktarı yiyecek çalmak, hırsızlık sayılmaz. Buradaki, ellerini/güçlerini kesin ifadesi, en geniĢ kapsamıyla, “önce onları hırsızlığa iten açlık ve muhtaçlık gibi gerekçeleri ortadan kaldırın, malı-mülkü kontrol altına alın, teĢhir ederek kimsenin iĢtahını kabartmayın, kapınızı-pencerenizi açık bırakmayın, eğitim, rehabilite merkezleri kurun; keyfî olarak hırsızlık yapanlara karĢı da hapis, sürgün vs. gibi caydırıcı cezalar tayin edin, büyük soygun ve vurgunlara karĢı hukukî boĢlukları doldurun” Ģeklinde anlaĢılabilir. Ġslâm, câhiliye Araplarının hırsızlık için uyguladıkları el kesme cezasını farklı bir boyuta çekmiĢ; hırsızlığa karĢı tedbirler alınmasını emretmiĢ ve hırsıza verilecek cezanın Ģeklini toplumlara bırakmıĢtır.” Bu ayette kullanılan ifadenin müteĢabih bir ifade olduğunu ispatlamak için, Edip Yüksel‟in bu konu ile ilgili araĢtırmasının bir kısmını da paylaĢmak istiyorum: “5:38 ayette "kesin" diye çevirdiğimiz kelimenin benzer formu Kuran'da 19 ayette geçer. 5:38 ayetinin dıĢındaki yerlerin hemen hepsinde "iliĢkiyi kesme" veya "son verme" gibi fiziksel olmayan veya mecazi anlamlarda kullanılır (2:27; 3:127; 6:45; 7:72; 8:7; 9:121; 10:27; 11:81; 13:4; 15:65; 15:66; 13:25; 22:15; 27:32; 29:29; 56:33; 59:5; 69:46). Bunlardan sadece 13:4'teki kullanımı fiziksel anlamda olup 69:46 ise tartıĢmalıdır. Söz konusu kelimenin bir baĢka formu ise Kuran'da 17 kez geçer. Bu Ģeddeli form, hem fiziksel olarak kesip atmak (5:33; 7:124; 20:71; 26:49; 13:31) hem mecazen iliĢkiyi kesmek (2:166; 6:94; 7:160; 7:167; 9:110; 47:15; 47:22; 21:93; 22:19; 23:53) ve hem de fiziksel olarak çizme anlamında kullanılır (12:31; 12:50). 12:31 ayetinde Yusuf peygamberin yakıĢıklığına hayran kalarak heyecanlanan kadınların meyve bıçağıyla "ellerini kestiği" anlatılır. KuĢkusuz, kadınlar ellerini kesip koparmadılar.” Sonuç olarak, “Ellerini kesin” ifadesi mecazi anlamda kabul edilmeli ve “Güçlerini kesin, hırsızlıklarını engelleyin” olarak düĢünülmelidir. Ayrıca, 40. ayete dikkat edilmelidir. 40. ayette mülkün yalnızca ALLAH‟a ait olduğu söylenmektedir. ALLAH‟ın hırsız olarak nitelediği kullarının kimler olduğunu anlayabilmek için, bu ayete ve Kuran‟ın geneline vakıf olmak gerekir. Bu ayette ve Kuran‟ın genelinde söylendiği üzere hırsız, ALLAH‟ın mülkünü sahiplenip, bunu fakirlerle, yoksullarla, ihtiyaç sahipleriyle paylaĢmayanlardır. ĠĢte bu kimselerin güçleri, kuvvetleri kesilmelidir. Peki bu ayetteki emri hayatımıza nasıl uygularız? Haram kazanan, insanları dolandıran, yanında çalıĢan iĢçilere hakkını vermeyen veya bunların hiçbirini yapmasa da, çok çok paralar kazanıp, fakir fukarayı unutmuĢ bir insanın mağazasını düĢünelim. Bu mağaza sahibi hırsızdır ve gücü kesilmelidir. Örneğin, bu kiĢinin mağazasından alıĢveriĢ edilmemelidir, bu kiĢinin aleyhine propagandalar yapılmalıdır, bu kimse gerekli yerlere Ģikayet edilmelidir, hatta suçun ağırlığına göre bu kimsenin iĢine el konulmalıdır. ĠĢte ALLAH‟ın emri bu Ģekilde yerine getirilir, hırsızın eli böyle kesilir. Örnekleri çoğaltabiliriz. Davasını satan, müvekkillinin düĢmüĢlüğünü sömüren bir avukat, hastasını gereksiz yere ameliyat eden bir doktor veya öğrencisi gelip kendisinden özel ders alsın diye düĢük not veren bir öğretmen… Tüm bunlar hırsızlığa örnektir. ĠĢte böyle kiĢilerin hırsızlıkları engellenmeli, bu hareketleri topluma teĢhir edilmeli, bu kimseler gerekli yerlere Ģikayet edilebilmeli ve hatta kusurun derecesine göre bu insanlar meslekten men edilmelidir. Sonuç olarak, Maide 38‟in doğru yorumu bu Ģekildedir. Bu ayetin, ulemanın anladığı gibi el-kol kesmekle alakası yoktur. Kuran‟ın doğru anlaĢılması için, Kuran‟a vakıf olunmalıdır. Kuran sınırları içerisinde kalındıkça, en güzel, en doğru yorumlara ulaĢılacaktır. Çünkü Kuran, kendisini en güzel Ģekilde tefsir eder. MEHDĠ - MESĠH Kıyametten önce gökten bir Mehdi/Mesih gelecek. Eline kılıcı alıp kafirlere savaĢ açacak. Kafir bir devlet onun üzerine bir nükleer füze fırlatacak. Mehdi ise, Matrix misali elini havaya kaldırarak füzeyi havada durduracak, sonra küçük bir hareket ile füzeyi geldiği yere geri gönderecek. Kafir ülkenin paramparça olması üzerine yerden üç yaratık çıkacak. Birinin alnında “KFR” yazacak, iĢte o Deccal‟dir, kafirlerin lideridir. Birinin alnında ĢimĢek iĢareti olacak, iĢte o Harry Potter‟dır, ALLAH kafasına yıldırım atmıĢ, iĢaret kalmıĢtır. Birinin parmağında altın bir yüzük olacak, iĢte o Gollum‟dur, altın haram olduğu için ALLAH onu çarpmıĢtır. Sonra Mehdi/Mesih, üçünü de, bütün kafirleri de yenecek. Dünya kafirlerden temizlenince “Game Over” olacak… Artık oyunu silebilir ya da sıkılmazsanız tekrar baĢtan baĢlayıp, oynayabilirsiniz. Mitolojik masalların, titanların, yarı tanrı insanların, fantastik kahramanların akıl ve mantık temeli üzerine inĢa edilmiĢ Ġslam dininde yeri yoktur, olamaz. Mitoloji meraklısı masalcı zihniyetin uydurmalarının hiçbiri tek kaynağımız Kuran‟da kendilerine bir dayanak bulamamıĢtır. Resullullah‟ın vefat haberini duyduğunda Ömer, Peygamberimizin evine koĢar. Orada toplanan insanlar da aynı haberi tekrar edince Ömer Ģoka girer. Ġnsanlara öfkeyle bağırmaya baĢlar. Onun öldüğünü söyleyenleri mahvedeceğini, kılıçtan geçireceğini haykırır. Ġçinde bulunduğu Ģokun etkisiyle, Peygamberimizin ölmediğini, Musa gibi 40 gün eğitime gittiğini, sonrasında ise döneceğini söyler. Bunları iĢiten Ebu Bekir, Peygamberimizin evinden çıkarak halka seslenme ihtiyacı duyar. Her beĢer gibi Peygamberimizin de ölümü tattığını, bu dünyadan göçtüğünü, artık aramızda olamayacağını ancak ALLAH‟ın ölümsüz olduğunu, sadece ona bağlanmamız, teslim olmamız gerektiğini anlatır ve sonrasında Ömer‟i sakinleĢtirir. Bu olayı Ģundan dolayı anlatma ihtiyacı duydum; tarih boyunca insanlar, çok sevdikleri tarihi kiĢilerin ölümlerini çok zor kabullenebilmiĢlerdir. Bazen bu ayrılık, geride kalanlara o kadar ağır gelmiĢtir ki, bu yükü, gidenin tekrar geri geleceği inancını yaratarak hafifletmeye çalıĢmıĢlardır. ĠĢte Mesih ve Mehdi inancı da buradan doğmuĢtur. Mesih bir Hıristiyanlık, Mehdi ise bir ġia uydurmasıdır. Ġsa‟nın da, Peygamberimizin ve Ali‟nin torunlarından on ikinci imam Muhammed Mehdi‟nin de hazin ölümü, onu sevenlere çok ağır gelmiĢtir. Ölümü kabullenememeleri, onların geri geleceği inancını doğurmuĢ ve bu inanç, masallarla, mitolojik fantastik kurgularla taçlandırılmıĢtır. Mesih ve Mehdi gibi bir kurtarıcı beklemek hem ALLAH‟a hem de Kuran‟a bir küfürdür. ALLAH‟a bir küfürdür çünkü, ALLAH‟ın kullarını doğru yola sokmak için eli kılıçlı titanlara ihtiyacı yoktur. O, hiçbir elçisine bunu yaptırtmazken, sanki yanlıĢ bir karar vermiĢ gibi (ki ALLAH yanlıĢ yapar mı?) neden ileride aksi yönde hareket etsin? YUNUS 99. “(Resûlüm!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?” GAġĠYE 21, 22. “(Resûlüm), öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onların üzerinde bir zorba değilsin.” ENAM 104. “(Doğrusu) size Rabbiniz tarafından basiretler (idrak kabiliyeti) verilmiĢtir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben üzerinize bekçi değilim.” Niye zorlasın? Niye gökten eli kılıçlı titanlar yollasın? Bize akıl vermiĢken, o aklı korku ve Ģiddet ile bastırarak mı bizi imana getirmeye çalıĢacak? Diyelim ki öyle olacak, o zaman sizce bu, sonsuz bir gücün baĢvurması gereken bir yol mudur? Hatta bu yol, sonsuz bir güce yakıĢacak bir yol mudur? Velev ki bu yola baĢvurmasa, ne olur? Kılıçla, silahla, savaĢla, Ģiddetle kullarını doğru yola sokmasa da, varsayalım herkes yanlıĢ yola sapsa, sapıtsa, dünyayı kötülük sarsa, ALLAH ALLAHLIĞINDAN NE KAYBEDER? ALĠ ĠMRAN 144. “Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiĢtir. ġimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah'a hiçbir Ģekilde zarar vermiĢ olmayacaktır. Allah, Ģükredenleri mükâfatlandıracaktır.” ĠSRA l5. “Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiĢ olur; kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmıĢ olur. ALLAH, hiç kimseyi zorla doğru yola sokmaya çalıĢmıyor. O istiyor ki, bize lütfettiği akıl ile biz doğru yolu bulalım. Aksi takdirde, zorla bizi doğru yola sokmak istese, zaten titanlara, mitolojik fantastik savaĢçılara ihtiyaç duymaz, tek bir kelime ile hepimiz melek gibi olurduk. MAĠDE 48. “(Ey ümmetler!) Her birinize bir Ģerîat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve Ģerîatlerde) sizi denemek için (böyle yaptı).” FATIR 37. “Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi iĢler yapalım, diye feryat ederler. Size düĢünecek kimsenin düĢünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? (Niçin inanmadınız?) ġimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur.” Ki zaten, bize bir uyarıcı da geldi. O uyarıcı bize, ALLAH tarafından korunan, asla geri kalmayacak, sonsuz bir rahmet ve hidayet rehberi olan ALLAH sözleri Kuran‟ı tebliğ etti. Ne olacak? Kuran eskiyecek, hükümsüz ya da çağın gerisinde kalacak da, insanlık yeni bir kurtarıcıya mı ihtiyaç duyacak? ĠĢte bu, Kuran‟a ve dolayısıyla yine ALLAH‟a bir küfürdür. Ġleride bir kurtarıcı gelecek demek, tek ve gerçek kurtarıcı olan Kuran‟a, eskiyecek, geri ve hükümsüz kalacak; ALLAH‟a da, sözlerini, emirlerini, yasaklarını ve dinini değiĢtirip, eski kararlarını nesih edip duran, kararlarından dönen bir varlık gözüyle bakmaktır. ĠĢte bu ALLAH‟a ve Kuran‟a büyük bir küfürdür. Kuran gibi bir kurtarıcı varken neden yeni yeni kurtarıcılar, kaynaklar arıyorsunuz? Peki neden birileri bu uydurmaların bu kadar peĢinden gidiyor, hiç düĢündünüz mü? ġeyhlerin ve hocaların bu uydurmaları savunmalarının sebebi, müritleri üzerinde iki düĢünce yaratmaktır. ġeyhler ve hocalar, Mesih ve Mehdi uydurması ile müritlerinin bilinçaltına Ģu iki düĢünceyi kazırlar: 1- Ya Mehdi/Mesih gelecekmiĢ. Mehdi/Mesih olsa olsa benim Ģeyhim/hocam olur. Ondan baĢka kim olabilir ki… O zaman Ģeyhim/hocam bu kutsal görevini ilan edene kadar ben ona yakın olmaya çalıĢıyım, malımı mülkümü ona sunayım, ne olacak ki cennette bana bilmem kaç katını geri verir. Ona hizmette kusur etmeyeyim, öteki tarafta bana torpil yapar, pardon Ģefaat eder direk cennete girerim. Hatta mübarek Mesih/Mehdi hazretlerinin gönlü karımı, kızımı, bacımı arzularsa hiç çekinmeden önüne seriyim, hem bu bizim için büyük bir Ģereftir. Hatta canı baĢka kadınları çekerse, getirip haremine katıyım, ne güzel cennette bana yüzlerce huri olarak döner. Mehdiliğini/Mesihliğini ilan edene kadar hizmette kusur etmeyeyim ki, görevi ilan ettiğinde onun baĢ adamlarından biri olayım… 2- Ya Mehdi/Mesih gelecekmiĢ. O gelince benim Ģeyhim/hocam onun baĢyardımcısı olur. Ondan baĢka kim olabilir ki… O zaman Mehdi/Mesih gelene kadar ben Ģeyhime/hocama yakın olmaya çalıĢıyım, malımı mülkümü ona sunayım, ne olacak ki Mehdi‟ye/Mesih‟e bir rica eder, cennette bana bilmem kaç katını geri verir. Ona hizmette kusur etmeyeyim, o da öteki tarafta bana torpil yaptırır, pardon Ģefaat ettirir direk cennete girerim. Hatta mübarek Ģeyhimin/hocamın gönlü karımı, kızımı, bacımı arzularsa hiç çekinmeden önüne seriyim, hem bu bizim için büyük bir Ģereftir, sonuçta o Mehdi‟nin/Mesih‟in baĢ adamı olacak. Hatta canı baĢka kadınları çekerse, getirip haremine katıyım, ne güzel cennette bana yüzlerce huri olarak döner. Mehdi/Mesih gelene kadar hizmette kusur etmeyeyim ki, geldiğinde Ģeyhim/hocam onun baĢ adamlarından biri olacağı için bende Mehdi‟nin/Mesih‟in baĢ adamının baĢ adamı olayım… Abartmıyorum! Abarttığımı düĢünen çevresine baksın. Lüks içinde yaĢayan Ģeyhlere, hocalara baksın. Onların haremlerini, tek gecelik nikahlarını görsün. Görmedik mi? Bu ülke ve diğer Müslüman ülkeler daha nicelerini görmedi mi? ALLAH aĢkına bu ülke, cinsel organını müritlerine öptüren Ģeyh görmedi mi? Evlenecek kızlarla ilk geceyi birlikte geçiren, kızların bekaretini bozan Ģeyhler görmedi mi? Bu pisliklerin bunları yapabilmesi için, insanların beynini hangi uydurmalarla yıkaması gerekiyor, düĢünmüyor musunuz? Söylediklerinin sonunda hiçbir çıkar elde etmeyen biri mi, yoksa söylediklerinin sonunda birçok çıkar elde eden biri mi söylediklerin de haklıdır? Lütfen bu kıyaslamayı yapın ve “Onu bunu bırakın, ALLAH‟ın kitabına sarılın” diyen bizleri anlamaya çalıĢın. Yoksa Kuran erlerinin sayısı bu kadar az olmaya devam ettikçe, dinimizi bir mitolojik ve fantastik kurguya çeviren cahiller ile dinden para kazanan, dinimizi sapıklıklarına alet eden sahtekarların sayısı daha da artacak. MUCĠZE “En büyük benim peygamberim” ya da “Benim peygamberim senin peygamberini döver” Ģeklindeki sağlıksız ve çocuksu düĢüncelerin bir sonucu olarak peygamberlere birçok mucize izafe edilmiĢtir. Peygamberlerimiz birbirleriyle rakip veya birbirlerinden güçlü olma meraklısı değildir. Onlar aynı ALLAH‟a teslim olmuĢ, aynı ALLAH‟ın sözlerini tebliğ edebilmek için hayatlarını ortaya koyan, aynı amaç için çalıĢan kardeĢlerdir. Ancak bunun farkında olmayanlar, “ġu peygamber Ģunları Ģunları yapmıĢ, bizimkisi ondan aĢağı mı kalsın. Bizimki de bunları bunları yapsın” mantığıyla hareket ederek, peygamberlere mucizeler izafe etmiĢlerdir. BAKARA 136. “"Biz, Allah'a ve bize indirilene; Ġbrahim, Ġsmail, Ġshak, Ya'kub ve esbâta indirilene, Musa ve Ġsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah'a teslim olduk" deyin.” ĠMRAN 84. “De ki: Biz, Allah a, bize indirilene, Ġbrahim, Ġsmail, Ġshak, Ya'kub ve Ya'kub oğullarına indirilenlere, Musa, Ġsa ve (diğer) peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırdetmeyiz. Biz ancak O'na teslim oluruz.” Halbuki mucizeler ile peygamberler büyümez. Çünkü mucizeleri, ancak ALLAH izin verirse peygamberler yapabilir. Dolayısıyla, ortada kendilerine ait olan bir güç yoktur. Bütün güç ALLAH‟a aittir ve pek tabiî ki ALLAH‟ın mucizelere ihtiyacı yoktur. RAD 38. “Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da eĢler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber için mucize getirme imkânı yoktur. Her müddetin (yazıldığı) bir kitap vardır.” MÜMĠN 78. “…Hiçbir peygamber Allah'ın izni olmaksızın herhangi bir mucizeyi kendiliğinden getiremez. Allah'ın emri gelince de hak uygulanır ve o zaman bâtılı seçenler hüsrana uğrayacaklardır.” Peygamberlerde mucize aramak, iman etmek için karĢılık aramaktır. “Hadi bir mucize yap ki ben de iman edeyim” Ģeklindeki yakıĢıksız bir düĢüncedir. AĢk da, iman da karĢılıksız yapılırsa değerlidir. Ancak peygamberlere izafe edilen mucizelerin çoğu böyledir. “Hastalığımı iyileĢtir ki iman edeyim” veya “Ölen çocuğumu dirilt ki dediklerini kabul edeyim” ve bir sürü uydurulmuĢ mucizeler, hem imanı karĢılıklaĢtırmakta hem de insanları imana yanlıĢ yoldan çağırmaktadır. Oysaki peygamberlerin en büyük mucizesi “Vahiy” dir. Ġndirilen kitapları okuyup iman etmeyip, onun yerine bir mucizeye hayran kalıp iman etmek mantıksızdır. Dinimizde de, asıl mucize Kuran‟dır. Kuran‟dan baĢka mucize aranmamalıdır. ANKEBUT 50, 51. “Ona Rabbinden (baĢkaca) mucizeler indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım. Kendilerine okunmakta olan Kitab'ı sana indirmemiz onlara yetmemiĢ mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır.” Peygamberleri ilahlaĢtırmak için de onlara birçok mucizeler izafe edildi. Bu bir Ģirk koĢma olmanın yanı sıra, mantıksız da bir durumdur. ALLAH istese zaten herkesi imana getirirdi. Bunun yerine elçileri aracılığıyla mucizeler yaptırtarak bunu gerçekleĢtirmek, yolu uzatmaktan baĢka bir Ģey değildir. Ayrıca, peygamberlerin her zaman mucizeler yapan insanlar olduğunu düĢünmek de yanlıĢtır. Öyle olsaydı, her dakika birileri gelip peygamberlere, “Hadi bir Ģey yap da iman edeyim” ya da “Hadi bunu konuĢtur, Ģunu uçur da dediklerini kabul edeyim” gibi Ģeyler söylerdi. Böylece peygamberler, insanların görmek için uzak yerlerden geleceği sihirbazlar olurdu. Böyle bir ortamda da, asıl mucize olan vahiyler ikinci plana atılırdı ve iĢin düĢünme ile imtihan boyutu kalmazdı. ENAM 8. “Muhammed'e (görebileceğimiz) bir melek indirilseydi ya! dediler. Eğer biz öyle bir melek indirseydik elbette iĢ bitirilmiĢ olur, artık kendilerine göz bile açtırılmazdı.” Mucizelerle Peygamberimizi sevdirteceklerini düĢündüler. YanlıĢ düĢündüler. Peygamberimiz ayı ikiye yararsa biz ona saygı duyarız zannettiler. YanlıĢ zannettiler. Ġnsanlara Peygamberimizi anlatmadılar. Sadece insanlığını anlatsalardı, zaten aklıselim kimse ona hayran olmaktan kendini alamazdı. Peygamberimizin en büyük mucizesi Kuran‟dır. Kuran‟dan sonraki en büyük mucizesi ise insanlığıdır. Peygamberimiz hayatı boyunca birçok zulme, iĢkenceye, hakarete maruz kalmıĢtır. Hiçbirimizin kaldıramayacağı onca Ģeye rağmen o, kendisine bunları yapanlara karĢı, onlar adına üzülmüĢ, onlar adına ağlamıĢtır. Yine böyle kara bir gün, çevresindekiler ona karĢı iyice kuduruyorlar. Peygamberimizin sırtına hayvan iĢkembesi koyuyorlar. O ağırlığın altından zor kalkıyor. Peygamberimizde en ufak bir sinir yok. Nefret yok. Kin yok. Zalimler durur mu? Peygamberimize hayvan dıĢkısı atıyorlar. O en güzel insanın her yerine bulaĢıyor. Yine de bir Ģey demiyor. Kızmıyor. Öfke patlaması yaĢamıyor. Ġntikam yemini etmiyor. Peygamberimiz o halde evine gidiyor. Onu gören evdekiler üzüntülerinden ağlamaya baĢlıyorlar. Onları sakinleĢtiriyor. Üzerindeki pisliklerin su ile gideceğini, üzülmemeleri gerektiğini söylüyor. Ve Peygamberimiz gidip yıkanıyor, temizleniyor. Sonra ne mi yapıyor? Hayır, kendisine bu zulümleri yapanlar hakkında öfkeyle konuĢmuyor. Hayır, onlara karĢı kin beslemiyor. Hayır, onlara karĢı intikam planları kurmuyor. Ne mi yapıyor? Duaya duruyor ve onlar için üzülüyor, onlar için ağlıyor. Rabbinden onları bağıĢlamasını diliyor. Onların cahil olduklarını, bilmediklerini, bunun için cezalandırılmaması gerektiğini söylüyor. ĠĢte bizim Peygamberimiz Muhammed, bu Muhammed‟dir. BaĢkalarının anlattığı değildir. Bunları anlatın. Göreceksiniz ki, iĢte o zaman insanlar Ġslam‟ı seveceklerdir. ġUARA 3.“(Resûlüm!) Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!” ĠSLAMIN ġARTLARI Ġslam aleminde, bütün çocuklara “Ġslam‟ın Ģartları” ve “Ġmanın Ģartları” sorulur ve bu Ģartlar öğretilir. Çoğu zaman çocuklar bu Ģartları birbirlerine karıĢtırır ve sonra onlara Ġslam‟ın Ģartı beĢ, imanın Ģartı yedi olarak söylenir ve bunlar net bir Ģekilde sayılır. Kuran‟da ise, bu kadar açık bir Ģekilde bunu söyleyen bir ayet yoktur. Uydurma hadislerden ve dolaylı yorumlardan bazıları bu sonuca çıkmaktadır. Siz bir baba veya anne olarak kendinizi düĢünün. Evladınızla 23 yıllık bir birliktelik yaĢadığınızı hayal edin. Bu süre zarfında, ona söylediğiniz öğütleri kitaplaĢtırın. Sonra öğütleri birbirleriyle kıyaslayın. ġimdi ben size soruyorum: “Hiç 23 yıl boyunca evladınıza bin kere tekrar etme gereği duyduğunuz bir öğüt ile on kere tekrar etme gereği duyduğunuz bir öğüde, verdiğiniz değer aynı mıdır?” Kuran‟ın önemli bir kısmında; iyilikten, hayır iĢlerinden, yardımlaĢmadan, paylaĢmadan, infaktan, sadakadan bahsedilmektedir. Kuran‟ın onlarca ayetinde salat ve zekat emredilir. Toplasanız on-on beĢ ayette ise oruç ve hacdan bahsedilir. YanlıĢ anlaĢılmasın, tabii ki oruç ve haccı çöpe atmak, dünyadan silmek gibi gizli emellerimiz yok, olamazda. Bir ayette bile geçiyor olsa yeterlidir ve bize bir emirdir. Ama benim dikkati çekmek istediğim nokta, bu iki emir aynı değerde midir? Ġslam‟ın beĢ Ģartı diye kalıplaĢtırıp, salat ve zekatın karĢısına oruç ve haccı koyarsanız, kimse artık düĢünmez ve bunlara aynı değeri verir. Ben bunun tarihte kasıtlı olarak yapıldığını düĢünüyorum. Muaviye ile birlikte, dini tekeline indiren halife-kral, zengin iktidar sahipleri, zekatı önemsizleĢtirmek için bunu yapmıĢ olabilirler. Çünkü zekat, onların ekonomik gücüne zarar verecek bir emirdir. Zenginler, üç kuruĢlarını bile fakirlere vermek istememelerinden dolayı önce kırkta bir gibi komik bir oran kabul ettiler. Sonra da insanları uyutmak, uyuĢturmak için onlarca hurafe uydurdular. Ne dua anlamı kalmıĢ ne yardım/destek anlamı bırakılmıĢ salat, namaz adı altında seriye bağlanmıĢ bir yatıp kalkma eylemine; nefsi öldürme, fakirleĢme ve Kuran‟a yönelme amaçları unutturulmuĢ oruç, yılda bir ay kuru kuruya tutulan bir aç kalma haline; eğitim yönü kaldırılıp tamamen mekana özgülenen hac ise, kendilerine para kazandıran bir turistik faaliyete çevrilerek Ġslam‟ın gerçek emirlerinin görülmesi engellenmiĢtir. Siyasi, ekonomik ve dini diktatörler, kavramların anlamlarını bozarak, dini de bir hurafe ve bidat çöplüğüne çevirerek, dinin kendilerine vereceği zararların önüne geçmiĢtir. Böylece servetlerine dokunulmamıĢ, zulümlerine ses çıkarılmamıĢ, her türlü Ģehvetleri doğal kabul edilmiĢtir. Çünkü artık din deyince insanların aklına, her türlü zulme baĢ kaldırma, yoksulluk ve cehaletle mücadele etme, iyilikler yapma gibi Ģeyler gelmemekte, namazı nasıl kılsam daha doğru olur, namazımı, abdestimi, orucumu ne bozar, Mekke‟ye kaç kere gitsem gibi Ģeyler gelmektedir. Hiç din denilince aklımıza “her türlü zulme baĢkaldırmak” gibi bir Ģey geliyor mu? Emeviler sayesinde tabii ki de gelmiyor. Halbuki din, bizatihi zulme baĢ kaldırma değil midir? Her Peygamber, yaĢadığı dönemdeki siyasi, ekonomik, sosyal veya dini zulümlere baĢkaldırmamıĢ mıdır? Ġbrahim, Nemrut‟un zulümlerine sessiz mi kalmıĢ, babasına bile baĢkaldırmamıĢ mı? Musa, firavunun karĢısında boyun mu eğmiĢ, ezilen kölelerin yanında yer almamıĢ mı? Ġsa, Yahudilerin hurafeleri ile mücadele edip, onların paraya taptıklarını haykırmamıĢ mı? Ve Peygamberimiz, Ebu Cehillere, Süfyanlara, Leheblere karĢı diz mi çökmüĢ? Her türlü baskılara rağmen dönemin bu güçlü diktatörlerine karĢı çevresindeki garibanlarla, kölelerle yoluna devam etmemiĢ mi? Bu yolda servetini kaybedip, evinden, yurdundan dahi olmamıĢ mı? Her Peygamberin geliĢinde, siyasi, ekonomik, sosyal veya dini zulümlere bir baĢkaldırı vardır. Onların izinden gidenler de, dinin bu yönüne vakıf olup, bu doğrultuda hareket etmiĢlerdir. Ali, Muaviye ile keyfinden savaĢmamıĢtır. Hüseyin, Yezid‟in zulmüne baĢkaldırmıĢtır. Kısacası, Ġslam‟ın Ģartlarında “Zulme baĢkaldırmayı” bulamazsınız. Çünkü bu, Emevilerin iĢine gelmez. Onların iĢine “Halifeye biat” gelir ki, bunu da hadis uydurarak elde etmiĢlerdir. Sünniler ve ġiiler, Ġslam‟ın kaç tane Ģartı olduğu konusunda anlaĢamazlar. ġiiler baĢka birçok Ģart da eklerler. Bunlardan bazıları bize göre son derece yanlıĢ iken, birisi vardır ki tam tersi son derece doğrudur. O da, iyiliği tavsiye etmek, kötülükten alıkoymaktır. Bize göre her halükarda Ġslam‟ın Ģartları diye bir Ģey olmaz. Ben, bana Ģah damarımdan daha yakın olan ALLAH‟a teslim olmamda olmazsa olmaz Ģartların belirlenemeyeceği inancındayım. Bana göre “Ģart” olmaz, ona teslim olmak için “yol” olur. Bu veya baĢka yollar aracılığıyla kulluk edilir, teslim olunur ve salih ameller ile onun rahmetini kazanmak umulur. “Ġslamiyet” teslimiyet anlamına, “Müslüman” da teslim olan anlamına geldiğine göre, önemli olan kulun ilahına teslim olması olup, nasıl ve hangi yoldan teslim olduğunun bizce önemi yoktur. Yok eğer “Teslimiyetin Ģartları” diye bir liste çıkarırsak, o zaman kiĢinin bu listedeki tek bir eksiği bile, tüm Ģartları yerine getirmemesinden dolayı, o kiĢinin teslim olmadığını, o teslimiyetin içerisinde yer almadığını gösterir. Ġslam, yanlarına “tick” koymaya çalıĢılan bir Ģartlar listesi değildir. Koskoca Ġslam‟ı üç beĢ eyleme indirgemek doğru değildir. Ġslam, üç beĢ eylemle özdeĢleĢemez. Hayatı boyunca kuru kuruya iki üç eylemi yerine getiren biri cennete gideceğini düĢünürken; “Kelime-i Ģehadet” ten bihaber birisi, yaptığı iyiliklerin, hayırların sonucunda onun çok önüne geçebilir. Kimin gerçek, kimin sahte Müslüman olduğunu ALLAH bilir. Bizce bunu belirlerken, “Kim Arapça kelimeleri yan yana koyarak giriĢ dilekçesi vermiĢ” veya “Kim kaç kere yatıp kalkmıĢ, kaç kere aç kalmıĢ” diye bakmaz. Onun gönlüne bakar, yaptığı iyiliklere bakar. Kuran‟da da, insanlara bir liste sunulup, “ġu Ģu Ģu Ģartları yerine getirin yoksa cehenneme atarım” gibi ifadelere rastlanmamaktadır. Genel olarak, tek bir ilaha inanmak, bir gün ona hesap verileceğini bilmek, iyilikler yapmak ve salih ameller iĢlemek söylenmiĢ ve istenmiĢtir. Gelenekçi görüĢle baktığımızda ise özellikle salatı ikame etmek ve zekatı vermek emredilmiĢtir. Salat ve zekatta zaten, hurafelerden temizlenip gerçek anlamında düĢünüldüğünde hangi dinden olunursa olunsun yerine getirilebilecek görevlerdir. BAKARA 83. “Vaktiyle biz, Ġsrailoğullarından: Yalnızca Allah'a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almıĢ ve "Ġnsanlara güzel söz söyleyin, salatı ikame edin, zekâtı verin" diye de emretmiĢtik. Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp gittiniz.” BAKARA 177. “Ġyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmıĢlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, salatı ikame eder, zekâtı verir. AntlaĢma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaĢ zamanlarında sabreder. ĠĢte doğru olanlar, bu vasıfları taĢıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!” BAKARA 277. “Ġman edip iyi iĢler yapan, salatı ikame eden ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.” ĠMRAN 114. “Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayırlı iĢlere koĢuĢurlar. ĠĢte bunlar iyi insanlardandır.” NĠSA 39. “Allah'a ve ahiret gününe iman edip de Allah'ın kendilerine verdiğinden (O'nun yolunda) harcasalardı ne olurdu sanki! Allah onların durumunu hakkıyla bilmektedir.” NĠSA 162. “Fakat içlerinden ilimde derinleĢmiĢ olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, salatı ikame edenler, zekâtı verenler; Allah'a ve ahiret gününe inananlar var ya; iĢte onlara pek yakında büyük mükâfat vereceğiz.” MAĠDE 12. “Eğer salatı ikame eder, zekâtı verir, peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve Allah'a güzel borç verirseniz (ihtiyacı olanlara Allah rızası için faizsiz borç verirseniz) andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokarım.” MAĠDE 55. “Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah'tır, Resulüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah'ın emirlerine boyun eğerek salatı ikame eder, zekâtı verirler.” MAĠDE 69. “Ġman edenler ile Yahudiler, Sâbiîler ve Hıristiyanlardan Allah'a ve ahiret gününe (gerçekten) inanıp iyi amel iĢleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek de değillerdir.” ENFAL 2, 3. “Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir. Onlar salatlarını ikame eden ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcayan kimselerdir.” TEVBE 18. “Allah'ın mescitlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden, salatı ikame eden, zekâtı veren ve Allah'tan baĢkasından korkmayan kimseler imar eder. ĠĢte doğru yola ermiĢlerden olmaları umulanlar bunlardır.” RAD 22. “Onlar, Rablerinin rızasını isteyerek sabreden, salatı ikame eden, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık olarak (Allah yolunda) harcayan ve kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. ĠĢte onlar var ya, dünya yurdunun (güzel) sonu sadece onlarındır.” ĠBRAHĠM 31. “Ġman eden kullarıma söyle: Salatlarını ikame etsinler, kendisinde ne alıĢveriĢ, ne de dostluk bulunan bir gün gelmeden önce, kendilerine verdiğimiz rızıklardan (Allah için) gizli-açık harcasınlar.” ENBĠYA 73. “Onları, emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlı iĢler yapmayı, salatı ikame etmeyi, zekât vermeyi vahyettik. Onlar, daima bize kulluk eden kimselerdi.” HACC 41. “Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek salatı ikame ederler, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. ĠĢlerin sonu Allah'a varır.” HACC 50. “Ġman edip sâlih ameller iĢleyen kimseler için mağfiret ve bol rızık vardır.” NUR 37. “Onlar, ne ticaret ne de alıĢ-veriĢin kendilerini Allah'ın Zikrinden (Kuran‟dan), salat ikame etmekten ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” FATĠR 29. “Allah'ın kitabını okuyanlar, salatı ikame edenler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah için) gizli ve açık sarfedenler, asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler.” MÜDDESĠR 42- 47. “Sizi Ģu yakıcı ateĢe sokan nedir?" diye sorulduğunda, onlar Ģöyle cevap verirler: Biz salatı ikame edenlerden değildik, yoksulu doyurmuyorduk, (Bâtıla) dalanlarla birlikte dalıyorduk, ceza gününü de yalan sayıyorduk, sonunda bize ölüm geldi çattı.” ĠNġĠKAK 25. “Ġman edip sâlih amel iĢleyenler baĢkadır; onlar için arkası kesilmeyen bir mükâfat vardır.” BÜRUC 11. “Ġman edip sâlih ameller iĢleyenlere ise, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. ĠĢte büyük kurtuluĢ budur.” BEYYĠNE 5. “Halbuki onlara ancak, dini yalnız O'na has kılarak ve hanifler olarak Allah'a kulluk etmeleri, salatı ikame etmeleri ve zekât vermeleri emrolunmuĢtu. Sağlam din de budur.” Bu ayetlerden sonra Ġslam‟ın temelinin neler olduğu yönünde bir fikrinizin oluĢacağına inanıyorum. Ġyilikler, salih ameller, salatlar, zekatlar, bunlar kulları teslim olmaya götüren yollar veya teslim olduğunu iddia eden kulun teslimiyetini gösteren temel hareketlerdir. Her halükarda bu ayetlerden görüldüğü üzere “BeĢ”, “Yedi” falan Ģeklinde bir kalıplaĢtırma yoktur. ĠYĠLĠK Ġyilik; her türlü yardımı, infakı, sadakayı, zekatı, bağıĢı, hayır iĢlerini bünyesinde bulundurduğu gibi doğruluğu ve dürüstlüğü de kapsamına alır. ġöyle ki, bir insan yardımsever değilse, iyi bir insan değildir. Doğru, dürüst bir insan değilse, yine iyi bir insan değildir. Dolayısıyla biz bütün bu salih amelleri “Ġyilik” üst baĢlığı ile anlatacağız. ĠMRAN 114. “Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayırlı iĢlere koĢuĢurlar. ĠĢte bunlar iyi insanlardandır.” Kuran‟ın özü de, ruhu da, asıl emri de iyiliktir. Bana dini tek kelime ile anlat derseniz gönül rahatlığı ile “Ġyiliktir” derim. ALLAH, kullarının asıl ve öncelikle iyi insanlar olmasını emretmiĢtir. Ancak günümüzde ise iyilik çöpe atılmıĢ ve din, bir sürü Ģekil kurallarından ibaret bir kavram haline gelmiĢtir. BAKARA 159. “Ġndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.” Ġyilik yolunu gizleyenler bu yola çıkarlarından ötürü baĢvurdular. Ġyilik yapmak, mallarından harcamak birilerinin çıkarlarına aykırıydı. Bunun için iyiliği unuttular ve ucuz bir Müslümanlık icat ederek, milleti tespih çekerek cennete gireceğine ikna ettiler. Fakat gerçek ALLAH yolu iyilikten geçer. TEVBE 34. “Ey iman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve râhiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüĢü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, iĢte onlara elem verici bir azabı müjdele!” Bazıları ise, bu yolu gizlemediler, millete anlattılar ama malları kendilerine daha tatlı geldiği için kendilerini unuttular. BAKARA 44. “(Ey bilginler!) Sizler Kitab'ı (Tevrat'ı) okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” Herkesin bir kıblesi, yani yolu, hedefi olduğu gibi biz Müslümanların da bir kıblesi vardır. Ancak bu kıbleyi birileri çarpıttı ve Kabe tarafına dönmek olarak öğretti. Hâlbuki ayete göre Müslüman‟ın kıblesi hayır iĢlerinde yarıĢmaktır. BAKARA 148. “Herkesin yöneldiği bir kıblesi vardır. (Ey müminler!) Siz hayır iĢlerinde yarıĢın. Nerede olursanız olun sonunda Allah hepinizi bir araya getirir. ġüphesiz Allah her Ģeye kadirdir.” MÜMĠNUN 61. “ĠĢte onlar, iyiliklere koĢuĢurlar ve iyilik için yarıĢırlar.” MAĠDE 48. “Öyleyse iyi iĢlerde birbirinizle yarıĢın.” FATĠR 32. “Sonra Kitab'ı, kullarımız arasından seçtiklerimize verdik. Onlardan (insanlardan) kimi kendisine zulmeder, kimi ortadadır, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarıĢır. ĠĢte büyük fazilet budur.” Müslüman‟ın asli görevi olan bu iyilik konusu, Ģüphesiz ki Kuran‟ın da çoğunluğunu oluĢturur. Din diye uydurduklarının hiçbirinin olmadığı Kuran‟da, baĢtan sona infak, hayır iĢi, yardım, sadaka, zekat, bağıĢ, doğruluk, dürüstlük vb. konular iĢlenmiĢtir. Ġyilikle ilgili yüzlerce ayet, öğüt mevcuttur. Bu kadar ayeti görmeyip, din ile ilgili insanlara bambaĢka öğütler verenler herhalde kör olmalılar. BAKARA 195. “Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Her türlü hareketinizde dürüst davranın. Çünkü Allah dürüstleri sever.” BAKARA 215. “Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Maldan harcadığınız Ģey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. ġüphesiz Allah yapacağınız her hayrı bilir.” BAKARA 254. “Ey iman edenler! Kendisinde artık alıĢ-veriĢ, dostluk ve kayırma bulunmayan gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın. Gerçekleri inkâr edenler elbette zalimlerdir.” BAKARA 266. “Sizden biriniz arzu eder mi ki, hurma ve üzüm ağaçlarıyla dolu, arasından sular akan ve kendisi için orada her çeĢit meyveden (bir miktar) bulunan bir bahçesi olsun da, bakıma muhtaç çoluk çocuğu varken kendisine ihtiyarlık gelip çatsın. Bahçeye de içinde ateĢ bulunan bir kasırga isabet ederek yakıp kül etsin! (Elbette bunu kimse arzu etmez.) ĠĢte düĢünüp anlayasınız diye Allah size âyetleri açıklar.” BAKARA 280. “Eğer (borçlu) darlık içinde ise, eli geniĢleyinceye kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer (gerçekleri) anlarsanız bunu sadakaya (veya zekâta) saymak sizin için daha hayırlıdır.” NĠSA 2. “Yetimlere mallarını verin, temizi pis olanla değiĢmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katarak (kendi malınızmıĢ gibi) yemeyin; çünkü bu, büyük bir günahtır.” NĠSA 5. “Allah'ın geçiminize dayanak kıldığı mallarınızı aklı ermezlere vermeyin; o mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.” NĠSA 36. “…Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komĢuya, uzak komĢuya, yakın arkadaĢa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” YUNUS 58. “De ki: Ancak Allah'ın lütfu ve rahmetiyle, iĢte bunlarla sevinsinler. Bu, onların (dünya malı olarak) topladıklarından daha hayırlıdır.” NAHL 90. “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin iĢleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düĢünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” ĠSRA 23. “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir Ģekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaĢlanırsa, kendilerine "of!" bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.” ĠSRA 80. “Ve Ģöyle niyaz et: Rabbim! Gireceğim yere dürüstlükle girmemi sağla; çıkacağım yerden de dürüstlükle çıkmamı sağla. Bana tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver.” KEHF 46. “Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; ölümsüz olan iyi iĢler ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır.” NUR 22. “Ġçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler; bağıĢlasınlar; feragat göstersinler. Allah'ın sizi bağıĢlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağıĢlayandır, çok merhametlidir.” LOKMAN 18. “Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiĢ övünüp duran kimseleri asla sevmez.” MUHAMMED 38. “ĠĢte sizler, Allah yolunda harcamaya çağırılıyorsunuz. Ġçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Ama kim cimrilik ederse, ancak kendisine cimrilik etmiĢ olur. Allah zengindir, siz ise fakirsiniz.” HADĠD 10. “Ne oluyor size ki, Allah yolunda harcamıyorsunuz? Halbuki göklerin ve yerin mirası Allah'ındır.” HADĠD 24. “Onlar cimrilik edip insanlara da cimriliği emrederler. Kim yüz çevirirse Ģüphesiz ki Allah zengindir, hamde lâyıktır.” MÜNAFĠKUN 10. “Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam, demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın.” TEĞABÜN 16. “O halde gücünüz yettiğince Allah'a isyandan kaçının. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa iĢte onlar kurtuluĢa erenlerdir.” BELED 12-17. “O sarp yokuĢ nedir bilir misin? Köle azat etmek veya açlık gününde yemek yedirmektir, yakınlığı olan bir yetime veya hiçbir Ģeyi olmayan yoksula. Sonra iman edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirlerine acımayı öğütleyenlerden olmaktır.” DUHA 9-11. “Öyleyse yetimi sakın ezme. El açıp isteyeni de sakın azarlama. Ve Rabbinin nimetini minnet ve Ģükranla an.” BEYYĠNE 7. “Ġman edip sâlih ameller iĢleyenlere gelince, halkın en hayırlısı da onlardır.” ASR 2,3. “Ġnsan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller iĢleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” Hiçbir ibadetin sonucunu cennet ya da cehennem olarak göstermeyen ALLAH, iyilik konusunda çok açık ve nettir. Hayatlarını iyilikle geçiren herkes, mükâfatlarını rahatlıkla bekleyebilirler. Ġyilik nedir bilmez kötüleri ise acı bir son beklemektedir. ĠMRAN 92. “Sevdiğiniz Ģeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça "iyi" ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir.” BAKARA 62. “ġüphesiz iman edenler; yani Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve sâbiîlerden Allah'a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp sâlih amel iĢleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.” BAKARA 82. “Ġman edip yararlı iĢ yapanlara gelince onlar da cennetliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.” BAKARA 272. “Hayır olarak harcadıklarınız kendi iyiliğiniz içindir. Yapacağınız hayırları ancak Allah'ın rızasını kazanmak için yapmalısınız. Hayır olarak verdiğiniz ne varsa; karĢılığı size tam olarak verilir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.” ĠMRAN 180. “Allah'ın, kereminden kendilerine verdiklerini (infakta) cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri Ģey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” NĠSA 10. “Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler Ģüphesiz karınlarına ancak ateĢ tıkınmıĢ olurlar; zaten onlar alevlenmiĢ ateĢe gireceklerdir.” NĠSA 122. “Ġman eden ve iyi iĢler yapanları, içinde ebedî kalmak üzere, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Allah, (bu söylenenleri) hak bir söz olarak vâdetti. Söz verme ve onu tutma bakımından kim Allah'tan daha doğru olabilir?” MAĠDE 9. “Allah, iman eden ve iyi Ģeyler yapanlara söz vermiĢtir; onlara bağıĢlama ve büyük mükâfat vardır.” ENAM 160. “Kim (Allah huzuruna) iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.” ARAF 42. “Ġnanıp da iyi iĢler yapanlara gelince -ki hiç kimseye gücünün üstünde bir vazife yüklemeyiz- iĢte onlar, cennet ehlidir. Orada onlar ebedî kalacaklar.” TEVBE 35. “(Bu paralar) cehennem ateĢinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): "ĠĢte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz Ģeylerin (azabını) tadın!"” KASAS 54. “ĠĢte onlara, sabretmelerinden ötürü, mükâfatları iki defa verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah rızası için harcarlar.” KASAS 84. “Kim bir iyilik getirirse ona bundan daha hayırlı karĢılık vardır. Kim bir kötülük getirirse, o kötülükleri iĢleyenler, ancak yaptıkları kadar ceza görürler.” RUM 45. “Zira Allah, iman edip iyi iĢler yapanlara kendi lütfundan karĢılık verecektir. ġüphesiz O, kâfirleri sevmez.” ZÜMER 10. “(Resûlüm!) Söyle: Ey inanan kullarım! Rabbinize karĢı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah'ın (yarattığı) yeryüzü geniĢtir. Yalnız sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.” HAKKA 32-34. “Sonra da onu yetmiĢ arĢın uzunluğunda bir zincir içinde oraya sokun! Çünkü o, ulu Allah'a iman etmezdi, yoksulu doyurmaya teĢvik etmezdi.” ĠNġĠKAK 25. “Ġman edip sâlih amel iĢleyenler baĢkadır; onlar için arkası kesilmeyen bir mükâfat vardır.” BÜRUC 11. “Ġman edip sâlih ameller iĢleyenlere ise, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. ĠĢte büyük kurtuluĢ budur.” Hayatını iyiliğe harcamıĢ bir insan için artık korku yoktur. Ancak bilinmelidir ki, gerçek Müslüman, cenneti kazanmak için değil, sadece ALLAH rızası için iyilikte yarıĢır. BAKARA 265. “Allah'ın rızasını kazanmak ve ruhlarındaki cömertliği kuvvetlendirmek için mallarını hayra sarf edenlerin durumu, bir tepede kurulmuĢ güzel bir bahçeye benzer ki, üzerine bol yağmur yağmıĢ da iki kat ürün vermiĢtir. Bol yağmur yağmasa bile bir çisinti düĢer (de yine ürün verir). Allah, yaptıklarınızı görmektedir.” ĠNSAN 8-10. “Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karĢılık ne de bir teĢekkür bekliyoruz. Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O'nun azabına uğramaktan) korkarız" (derler).” LEYL 18-21. “O ki, Allah yolunda malını verir, temizlenir. Onun nezdinde hiçbir kimseye ait Ģükranla karĢılanacak bir nimet yoktur. O ancak Yüce Rabbinin rızasını aramak için verir. Ve o (buna kavuĢarak) hoĢnut olacaktır.” Ve yine gerçek Müslüman, çöpe atacağını değil, kendisinin de kullandığını infak eder. BAKARA 267. “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkıĢmayın. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye lâyıktır.” Ve yine gerçek Müslüman, yaptığı iyiliği kimsenin baĢına kakmaz. BAKARA 262. “Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından baĢa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, onların Allah katında has mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceklerdir.” MÜDDESĠR 6. “Yaptığın iyiliği çok görerek baĢa kakma.” Hayrı açık da, kapalı da yapabiliriz. Yeter ki yapalım. Açık yapılmasının çevreye örnek olmak gibi bir avantajı vardır. Ama karĢımızdakini incitme gibi de bir dezavantajı olabilir. ĠĢte bunun için kapalı yapılması daha hayırlıdır. BAKARA 271. “Eğer sadakaları (zekât ve benzeri hayırları) açıktan verirseniz ne âlâ! Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, iĢte bu sizin için daha hayırlıdır. Allah da bu sebeple sizin günahlarınızı örter. Allah, yapmakta olduklarınızı bilir.” Detaylı ve eksiksiz Kuran, hayrın kimlere yapılması gerektiğini de açıklıyor: BAKARA 273. “(Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allah yoluna adamıĢ, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaĢamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.” Peki ALLAH iyiliğe, infaka, hayır iĢlerine bu kadar önem verirken, gerçekte asıl olan bu görevimizi yerine getirebiliyor muyuz? Yoksa mal, mülkten kopamıyor muyuz? ĠMRAN 14. “Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiĢ altın ve gümüĢe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karĢı düĢkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır.” KASAS 60. “Size verilen Ģeyler, dünya hayatının geçim vasıtası ve süsüdür. Allah katında olanlar ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâla buna aklınız ermeyecek mi?” Bize çekici ve süslü gelen bu geçim vasıtalarını, gelecekte kat kat karĢılığını alacağımız daha hayırlı bir ödüle karĢılık fakire, yoksula dağıtmaya elimiz gitmiyor. Ġçimizdeki Ģeytan denen dürtü rahat durmuyor. BAKARA 268. “ġeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder. Allah ise size katından bir mağfiret ve bir lütuf vaat eder. Allah her Ģeyi ihata eden ve her Ģeyi bilendir.” Evet Ģeytan bu Ģekilde dürtüyor ama insaf edelim, ALLAH bakın ne diyor: SEBE 39. “De ki: Rabbim, kullarından dilediğine bol rızık verir ve (dilediğinden de) kısar. Siz hayıra ne harcarsanız, Allah onun yerine baĢkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” Ama Ģeytan baskın geliyor ve bizler, sanki ALLAH yalan söylüyormuĢ gibi ona inanmıyor, istenileni yapmıyoruz. Hatta Ģeytanın dürtülerine iyice teslim oluyor, günahtan öte bir sapıklığa sürükleniyoruz. YASĠN 47. “Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarf ediniz, denildiğinde, kâfirler müminlere dediler ki: Allah'ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız? Siz gerçekten apaçık bir sapıklık içindesiniz.” ĠĢte burada, iĢin imtihan boyutu devreye giriyor. ALLAH iyiliği bizden istiyor. Dilediğine bol, dilediğine az veriyor ve bol verdiklerini imtihana tabi tutuyor. Dolayısıyla zenginlik, ALLAH‟ın lütfundan öte, büyük bir sorumluluktur. ENAM 165. “Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O'dur. ġüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağıĢlayan merhamet edendir.” RAD 26. “Allah dilediğine rızkını bollaĢtırır da daraltır da. Onlar dünya hayatıyla Ģımardılar. Oysa ahiretin yanında dünya hayatı, geçici bir faydadan baĢka bir Ģey değildir.” KEHF 7. “Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her Ģeyi dünyanın kendine mahsus bir ziynet yaptık.” RUM 37. “Görmediler mi ki Allah, rızkı dilediğine bol bol vermekte, dilediğininkini de daraltmaktadır. ġüphesiz imanlı bir kavim için bunda ibretler vardır.” TEĞABÜN 15. “Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır: Büyük mükâfat ise Allah'ın yanındadır.” FECR 15-20. “Ġnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde "Rabbim bana ikram etti" der. Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise "Rabbim beni önemsemedi" der. Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz, yoksulu yedirmeye birbirinizi teĢvik etmiyorsunuz, haram helâl demeden mirası yiyorsunuz. Malı aĢırı biçimde seviyorsunuz.” Ġmtihanın farkında değiliz. ġirk, sadece puta tapmakla olmaz. Ne kadar LA ĠLAHE ĠLLALLAH desek de, bu sadece dilimizde. Bunu pratiğe dökmek infak ile olur. Aksi takdirde istediğimiz kadar ALLAH‟a tapıyoruz diyelim, aslında paraya, mala, mülke tapıyoruz. Bizi var edenin ve edeceğin ALLAH değil; para, mal, mülk olduğunu dilimizle kabul etmesek de, davranıĢlarımızla kabul ediyoruz. HÜMEZE 3. “(O), malının kendisini ebedî kılacağını zanneder.” Ġstediğimiz kadar ahirete inanıyoruz diyelim, hayır inanmıyoruz. Ahirete inanıyorsak, ahirette kat kat karĢılığını alacağımız davranıĢları bu dünyada gerçekleĢtirmemiz gerekir. Farkında olmadan Ģunu diyoruz, “Ben dilimle ahirete inanıyorum ama bu dünyada yaptığım iyiliklerin karĢılığını ALLAH‟ın öteki dünyada fazlasıyla vereceğine inanmadığım için iyilik yapmıyorum.” ĠĢte aslında dolaylı olarak söylediğimiz bu Ģey bizi, içten içe Ģirke ve hatta inançsızlığa sürüklüyor ama farkına varalım, unutmayalım, hesap günü hızla yaklaĢıyor. TEKASÜR 8. “Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.” RUM 34. “Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler bakalım! Haydi sefa sürün; ama yakında bileceksiniz!” CASĠYE 21. “Yoksa kötülük iĢleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller iĢleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!” ġimdi paylaĢacağım ayetler, ilk defa okurken tüylerimi diken diken ettiği gibi beni hala da çok etkilemeye devam etmektedir. MAĠDE 12. “Eğer salatı ikame eder, zekâtı verir, peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve Allah'a güzel borç verirseniz andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokarım.” MUHAMMED 7. “Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” HADĠD 11. “Kim Allah'a güzel bir ödünç verecek olursa, Allah da onun karĢılığını kat kat verir ve ayrıca onun çok değerli bir mükâfatı da vardır.” HADĠD 18. “Sadaka veren erkeklere ve sadaka veren kadınlara ve Allah'a güzel bir ödünç verenlere, verdiklerinin karĢılığı kat kat ödenir ve onlara değerli bir mükâfat vardır.” TEĞABÜN 17. “Eğer Allah'a ödünç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat arttırır ve sizi bağıĢlar. Allah çok mükâfat verendir, ceza vermekte acele etmeyendir.” Tanrıdan daha ötesi var mı? Her Ģeyi yaratan sonsuz bir gücün kullandığı ifadelere bakın. Gelin de hayran olmayın, gelin de aĢık olmayın. Tüm kahinatı yaratan ALLAH, karĢısında bir nokta kadar değeri olmayan insandan ödünç istiyor. Kendi için mi? Onun ihtiyacı mı var? Kim için ödünç istiyor? Yine kendi kulları olan fakir ve yoksul insanlar için. Onlara yapılan yardımı kendisine yapılmıĢ sayıyor ve bu borcu fazlasıyla ödeyeceğini belirtiyor. KASAS 77. “Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. ġüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” Tüm mülk ALLAH‟ındır. ALLAH tüm bu mülklerini kullarına belli Ģartlarla ödünç vermiĢtir. Bu Ģartların en önemlisi de, onun ödünç verdiği gibi, bizim de ihtiyaç sahiplerine ödünç vermemiz, iyiliklerde yarıĢmamızdır. Ancak bu ödüncün karĢılığını ödünç verdiğimiz değil, bizzat kahinatın yaratıcısı ödeyecektir, hem de kat kat fazlasıyla. Sonsuz bir güç bu konuda söz veriyor. O diyor ki, ıvır zıvırı bırakın, bana yakıĢır iyi insanlar olun, iyilikte yarıĢın. Ben sonsuz iyilik ve merhamet sahibi olarak size kendi ruhumdan üfledim, siz de benim yolumda, bana doğru yürümek istiyorsanız, benim gibi mülkünüzden paylaĢın, diyor. ĠĢte o zaman üflediği ruh kulunda tecelli etmeye baĢlar. Ama bizler ya bu ruhun farkında değiliz ya da çok ucuz ve komik yollardan bu ruhu tecelli ettirmeye çalıĢıyoruz. O bize bırakın ruhundan üflemeyi, yanında bütün hazinelerini de önümüze serse, biz yine ucuz ve komik yollara saparız. ĠSRA 100. “De ki: Rabbimin rahmet hazinesine eğer siz sahip olsaydınız, biter korkusuyla kıstıkça kısardınız. Ġnsanoğlu da pek eli sıkıdır!” Her lafımızın baĢında anlamını bilmeden “BĠSMĠLLAHĠRRAHMANĠRRAHĠM” diyoruz. Peki ALLAH‟ın “Rahman” ismi ne demek? Rahman, çok fazla rahmet eden demektir. Rahmet ise, sevgi ile merhamet ile acıyı, sıkıntıyı almak, mutluluğu ve iyiliği getirmektir. Toparlarsak rahman kelimesine, sevgi ve merhamet ile nimetler veren, iyilikler yapan diyebiliriz. Bir iĢe baĢlamadan önce besmele çekilmesinin mantığı da burada gizlidir. ALLAH‟ın Rahman ve Rahim isimlerini hatırlayacağız ki, o iĢimizde sevgi, merhamet, hoĢgörü, bağıĢlama duyguları ile hareket edip, iyilik esasından ayrılmayalım ve onun bu iki ismini kendimizde tecelli ettirip, ona yakıĢır kullar olalım. Ama tekrar tekrar söyleyelim, iyilik yapmadan iyi, rahmette bulunmadan rahman olunamaz. Elinize tespihi alıp, bilmem kaç bin kere “Ya Rahman Ya Rahman” diyerek rahman olunamaz. DüĢmüĢü kaldırmadan, açı doyurmadan, bir çocuğun yüzünü güldürmeden ne rahman olabilirsiniz, ne de ALLAH‟a layık bir kul olabilirsiniz. Ancak samimiyetsizce kendinizi komik duruma düĢürüp, ucuz Müslümanlık yaparsınız. TEVBE 9. “Allah'ın âyetlerine karĢılık az bir değeri (dünya malını ve nefsânî istekleri) satın aldılar da (insanları) O'nun yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yapmakta oldukları Ģeyler ne kötüdür!” Kuran‟ın tabiriyle halis din, gerçekten o kadar basit ve kolay ki... Ġyi insanlar olmak ve iyiliklerde yarıĢmak… Bu da insanları sıkacak, zorlayacak ölçüde değildir. Yani bütün malınızı, mülkünüzü paylaĢın, dağıtın Ģeklinde bir konu değildir. Çünkü Ġslam, zenginliğe düĢman değildir. ALLAH, malı mülkü yığıp, yoksula hakkını vermeyenlere kızmaktadır. Yoksa tabii ki, güzel, rahat, konforlu yaĢamlar yaĢacağız. Tüm bu nimetler bize O‟nun lütfudur ve bu nimetleri kendimize haram kılamayız. ARAF 32,33. “De ki: Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir. ĠĢte bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz. De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aĢmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir Ģeyi, Allah'a ortak koĢmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz Ģeyleri söylemenizi haram kılmıĢtır.” Ancak Kuran‟ın özünü oluĢturan bu konuda, kesin bir sınır da koyamayız. Yani Ģu kadar iyilik yaptım yeter diyemeyiz. ALLAH tüm salih amellerimizi değerlendirip adaletle hükmünü verecektir. Ancak Kuran‟da, özellikle infak, zekat, sadaka, bağıĢ gibi konularda bir sınır belirtilmemiĢtir. Kırkta bir gibi devede kulak oranlar sonradan uydurulmuĢtur. Ġnfakta, zekatta sınır bizim ne kadar iyi bir Müslüman olduğumuzu gösterecek ölçülerden biridir. BAKARA 2l9. “… Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. "Ġhtiyaç fazlasını" de. Allah size âyetleri böyle açıklar ki düĢünesiniz.” ĠSRA 29. “Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun.” FURKAN 67. “(O kullar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” Halis din, bu konuda da yeterince açık ve kolay. Normal bir Müslüman‟ın iyilik de ölçüsü orta bir yol tutmaktır. Ne kendimize her Ģeyi haram kılıp, her Ģeyi dağıtıp, kendimiz yoksul bir hayat süreceğiz ne de malımızdan azıcık infak edip, sonra infak etmemekte direneceğiz. NECM 33, 34. “Gördün mü arkasını döneni? Azıcık verip sonra vermemekte direneni?” DüĢünen bir varlık yaratan ALLAH, ölçüyü de bu insanın aklına bırakmıĢtır. “Ġhtiyaç fazlası” ifadesi insandan insana değiĢen bir kavramdır. Bu ifadeyi nasıl yorumladığınız, sizin ne derece iyi bir Müslüman olduğunuzu da belirleyecektir. ġöyle ki, normal bir Müslüman yukarıda belirttiğimiz gibi orta bir yol tutar. Ancak kötü bir Müslüman, her Ģey benim ihtiyacım der, kendisinin malla mülkle var olacağını, ebedi kalacağını zannederek hiç infak etmez. Bir de ALLAH yolunda çok ilerlemiĢ Müslümanlar vardır ki, onlar bu ihtiyaç fazlası ifadesini Ģöyle yorumlarlar: Hiçbir eĢyaya ihtiyacı olmayan ve hayatını bir fıçıda geçiren Diyojen, bir gün çeĢmeden su içen bir çocuk görür. Dikkatlice bakınca, bu çocuğun çeĢmeden suyu avucu ile içtiğini fark eder. Bunun üzerine hemen bir telaĢ ile su çanağını çıkarır ve tekrar çocuğa bakar. Ardından da Ģu tarihi cümleyi söyleyerek su çanağını kırar; "Bu çocuk bana fazladan eĢyam olduğunu öğretti" ĠĢte Diyojen gibiler, istediği kadar kelime-i Ģehadet getirmemiĢ olsunlar, gerçek ve hem de ALLAH yolunda çok ilerlemiĢ hanif Müslümanlardır. ALLAH yolunda ilerlemiĢ bir Müslüman ihtiyaç fazlası ifadesini bu Ģekilde yorumlar. Benim ALLAH‟tan baĢka hiçbir Ģeye ihtiyacım yok, der. Ama tekrar ediyorum, bu Ģekilde hareket etmek herkese farz değildir. Bu davranıĢ ALLAH yolunda ilerlemiĢ, tam bir teslim olma haline yaklaĢmıĢ Müslümanların geldikleri aĢamadır. Bizim gibi çok daha basit Müslümanlara ise farz olan, orta yolu tutmaktır. Tekrar tekrar söylemek gerekirse, Müslüman‟ın kıblesi iyiliklerde yarıĢmaktır. Müslüman‟ın asli ve öncelikli görevi budur. Zenginlik ALLAH‟ın bir lütfunun yanında, ayrıca imtihan vesilesidir. Zengin, zenginliği ile imtihan olunur. Ancak fakirin kaderi fakir olmak değildir. ALLAH hiç kimseye zulmetmez. Fakir, zenginin iyi bir Müslüman olamamasından ötürü fakirdir. Zenginin görevini yerine getirmemesinden dolayı bu dünyada fakirliği yaĢayan iyi Müslümanlara, zamanı gelince hakları ALLAH tarafından ödenecektir. Ancak zengin, bu dünyada infak etmeyerek, sonsuz bir zenginliği elinin tersiyle itmiĢ olacaktır. Yoksulluğun olduğu yerde Ġslam yoktur! Bir yerde yoksulluk varsa, orada Ġslam‟a ihtiyaç vardır, orada gerçek Müslümanlara ihtiyaç vardır. Nerede yoksulluk çözülemiyorsa, orada Ġslam‟da yoktur, gerçek Müslümanlar da yoktur. Yoksulluk bir kader değil, zenginin ALLAH‟a mı yoksa paraya mı taptığının anlaĢılması için bir imtihandır. Çözüm de, kurtuluĢ da; iyilikte, infakta, hayırda saklıdır. “Yoksulluk bir insan olsaydı, onu katlederdim.” ĠMAM ALĠ Bizler, Maun Suresi‟ni baĢucu yapıp, özümsediğimizde, inanıyorum ki dünya çok daha güzel bir dünya olacaktır. MAUN SURESĠ “Dini yalanlayanı gördün mü? ĠĢte o, yetimi itip kakar; yoksulu doyurmaya teĢvik etmez. Yazıklar olsun o salatçılara ki, onlar salatlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriĢ yapanlardır ve hayra da mâni olurlar.” --------------------------------------------------------------------------------------------------------------KĠTABI MUKADDES‟TEN ĠYĠLĠK MANZARALARI TEVRAT MISIRDAN ÇIKIġ 22: 21-27. “Yabancıya haksızlık ve baskı yapmayacaksınız. Çünkü sizde Mısır'da yabancıydınız. Dul ve öksüz hakkı yemeyeceksiniz. Yerseniz, bana feryat ettiklerinde onları kesinlikle işitirim. Öfkem alevlenir, sizi kılıçtan geçirtirim. Kadınlarınız dul, çocuklarınız öksüz kalır. Halkıma, aranızda yaşayan bir yoksula ödünç para verirseniz, ona tefeci gibi davranmayacaksınız. Üzerine faiz eklemeyeceksiniz. Komşunuzun abasını rehin alırsanız, gün batmadan gerivereceksiniz. Çünkü tek örtüsü abasıdır, ancak onunla örtünebilir. Onsuz nasıl yatar? Bana feryat ederse işiteceğim, çünkü ben iyilikseverim.” LEVĠLĠLER 19: 9,10. “Ülkenizdeki ekinleri biçerken tarlanızı sınırlarına kadar biçmeyeceksiniz. Artakalan başakları toplamayacaksınız. Bağbozumunda bağınızı tümüyle devşirmeyecek, yere düşen üzümleri toplamayacaksınız. Onları yoksullara ve yabancılara bırakacaksınız. Tanrınız RAB benim.” Lev.19: 13,14. “Komşuna haksızlık etmeyecek, onu soymayacaksın. İşçinin alacağını sabaha bırakmayacaksın. Sağıra lanet etmeyecek, körün önüne engel koymayacaksın. Tanrı'ndan korkacaksın. RAB benim.” Lev.19: 16-18. “Halkının arasında onu bunu çekiştirerek dolaşmayacaksın. Komşunun canına zarar vermeyeceksin. RAB benim. Kardeşine yüreğinde nefret beslemeyeceksin. Komşun günah işlerse onu uyaracaksın. Yoksa sen de günah işlemiş olursun. Öç almayacaksın. Halkından birine kin beslemeyeceksin. Komşunu kendin gibi seveceksin. RAB benim.” Lev.19: 32. “Ak saçlı insanların önünde ayağa kalkacak, yaşlılara saygı göstereceksin. Tanrı’ndan korkacaksın. RAB benim.” Lev.25: 35-37. “Bir kardeşin yoksullaşır, muhtaç duruma düşerse, ona yardım etmelisin. Aranızda kalan bir yabancı ya da konuk gibi yaşayacak. Ondan faiz ve kâr alma. Tanrı’ndan kork ki, kardeşin yanında yaşamını sürdürebilsin. Ona faizle para vermeyeceksin. Ödünç verdiğin yiyecekten kâr almayacaksın.” YASANIN TEKRARI 14: 28, 29. “Her üç yılın sonunda, o yılın ürününün bütün ondalığını getirip kentlerinizde toplayın. Öyle ki, sizin gibi payları ve mülkleri olmayan Levililer, kentlerinizde yaşayan yabancılar, öksüzler, dul kadınlar gelsinler, yiyip doysunlar. Bunu yaparsanız, Tanrınız RAB el attığınız her işte sizi kutsayacaktır.” Yas.15: 7-11. “Tanrınız RAB'bin size vereceği ülkenin herhangi bir kentinde yaşayan kardeşlerinizden biri yoksulsa, yüreğinizi katılaştırmayın, yoksul kardeşinize eli sıkı davranmayın. Tersine, eliniz açık olsun; gereksinimlerini karşılayacak kadar ona ödünç verin. Ona bol bol verin, verirken yüreğinizde isteksizlik olmasın. Bundan ötürü Tanrınız RAB bütün işlerinizde ve el attığınız her şeyde sizi kutsayacaktır. Ülkede her zaman yoksullar olacak. Bunun için, ülkenizde yaşayan kardeşlerinize, yoksullara, gereksinimi olanlara eli açık davranmanızı buyuruyorum.” Yas.15: 12-15,18. “Eğer İbrani kardeşlerinizden bir erkek ya da kadın size satılırsa, altı yıl size kölelik edecek, yedinci yıl onu özgür bırakacaksınız. Onu özgür bırakırken, eli boş göndermeyin. Ona davarlarınızdan, tahılınızdan, şarabınızdan bol bol verin. Tanrınız RAB'bin sizi kutsadığı oranda ona vereceksiniz. Mısır'da köle olduğunuzu, Tanrınız RAB'bin sizi kurtardığını anımsayın. Bu buyruğu bugün size bunun için veriyorum. Kölenizi özgür bırakınca üzülmemelisiniz. Size hizmet ettiği bu altı yıl boyunca ücretli bir işçiden iki kat fazla iş görmüştür. Tanrınız RAB yaptığınız her işte sizi kutsayacaktır.” Yas.16: 19. “Yargılarken haksızlık yapmayacak, kimseyi kayırmayacaksınız. Rüşvet almayacaksınız. Çünkü rüşvet bilge kişinin gözlerini kör eder, haklıyı haksız çıkarır.” Yas.23: 15,16. “Efendisinden kaçıp size sığınan köleyi efendisine teslim etmeyeceksiniz. Bırakın kendi seçeceği yerde, beğendiği bir kentte aranızda yaşasın. Ona baskı yapmayacaksınız.” Yas.24: 14,15. “Ücretle çalışan, gereksinimi olan, yoksul bir soydaşınızı ya da kentlerinizin birinde yaşayan bir yabancıyı sömürmeyeceksiniz. Ücretini her gün, güneş batmadan ödeyeceksiniz. Yoksul olduğu için güvencesi odur. Yoksa sana karşı RAB'be haykırır ve sen de günah işlemiş sayılırsın.” Yas.24: 17. “Yabancıya ya da öksüze haksızlık etmeyeceksiniz. Dul kadının giysisini rehin almayacaksınız.” ZEBUR Mez.9: 9. “RAB ezilenler için bir sığınak, Sıkıntılı günlerde bir kaledir.” Mez.10: 13-15. “Neden kötü insan seni hor görsün, İçinden, "Tanrı hesap sormaz" desin? Oysa sen sıkıntı ve acı çekenleri görürsün, Yardım etmek için onları izlersin; Çaresizler sana dayanır, Öksüzün yardımcısı sensin. Kötünün, haksızın kolunu kır, Sormadık hesap kalmasın yaptığı kötülükten.” Mez.14: 1-3. “Akılsız içinden, "Tanrı yok!" der. İnsanlar bozuldu, iğrençlik aldı yürüdü, İyilik eden yok. RAB göklerden bakar oldu insanlara, Akıllı, Tanrı'yı arayan biri var mı diye. Hepsi saptı, Tümü yozlaştı, İyilik eden yok, Bir kişi bile!” Mez.23: 6. “Ömrüm boyunca yalnız iyilik ve sevgi izleyecek beni, Hep RAB'bin evinde oturacağım.” Mez.34: 11-14. “Gelin, ey çocuklar, dinleyin beni, size RAB korkusunu öğreteyim. Kim yaşamdan zevk almak, iyi günler görmek istiyorsa, dilini kötülükten, dudaklarını yalandan uzak tutsun. Kötülükten sakının, iyilik yapın; esenliği amaçlayın, ardınca gidin.” Mez.36: 1-4. “Günah fısıldar kötü insana, yüreğinin dibinden: Tanrı korkusu yoktur onda. Kendini öyle beğenmiş ki, suçunu görmez, ondan tiksinmez. Ağzından kötülük ve yalan akar. Akıllanmaktan, iyilik yapmaktan vazgeçmiş. Yatağında bile fesat düşünür, olumsuz yolda direnir, reddetmez kötülüğü.” Mez.37: 27-29. “Kötülükten kaç, iyilik yap; sonsuz yaşama kavuşursun. Çünkü RAB doğruyu sever, sadık kullarını terk etmez. Onlar sonsuza dek korunacak, kötülerinse kökü kazınacak. Doğrular ülkeyi miras alacak, orada sonsuza dek yaşayacak.” Mez.39: 6. “Bir gölge gibi dolaşır insan, boş yere çırpınır, mal biriktirir, kime kalacağını bilmeden.” Mez.41: 1. “Ne mutlu yoksulu düşünene! RAB kurtarır onu kötü günde.” Mez.62: 10. “Zorbalığa güvenmeyin, yağma malla övünmeyin; varlığınız artsa bile, ona gönül bağlamayın.” Mez.82: 2,3. “Ne zamana dek haksız karar verecek, kötüleri kayıracaksınız? Zayıfın, öksüzün davasını savunun, mazlumun, yoksulun hakkını arayın.” Mez.146: 9. “RAB garipleri korur, öksüze, dul kadına yardım eder. Kötülerin yolunuysa saptırır.” ĠNCĠL MATTA 6: 19,20. “Yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin. Burada güve ve pas onları yiyip bitirir, hırsızlar da girip çalarlar. Bunun yerine kendinize gökte hazineler biriktirin. Orada ne güve ne pas onları yiyip bitirir, ne de hırsızlar girip çalar.” Mat.6: 24. “Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Tanrı'ya, hem de paraya kulluk edemezsiniz.” MARKOS 12: 38-40. “İsa öğretirken şöyle dedi: "Uzun kaftanlar içinde dolaşmaktan, meydanlarda selamlanmaktan, havralarda en seçkin yerlere ve şölenlerde başköşelere kurulmaktan hoşlanan din bilginlerinden sakının. Dul kadınların malını mülkünü sömüren, gösteriş için uzun uzun dua eden bu kişilerin cezası daha ağır olacaktır.” LUKA 6: 32-36. “Eğer yalnız sizi sevenleri severseniz, bu size ne övgü kazandırır? Günahkârlar bile kendilerini sevenleri sever. Size iyilik yapanlara iyilik yaparsanız, bu size ne övgü kazandırır? Günahkârlar bile böyle yapar. Geri alacağınızı umduğunuz kişilere ödünç verirseniz, bu size ne övgü kazandırır? Günahkârlar bile verdiklerini geri almak koşuluyla günahkârlara ödünç verirler. Ama siz düşmanlarınızı sevin, iyilik yapın, hiçbir karşılık beklemeden ödünç verin. Alacağınız ödül büyük olacak, Yüceler Yücesi'nin oğulları olacaksınız. Çünkü O, nankör ve kötü kişilere karşı iyi yüreklidir. Babanız merhametli olduğu gibi, siz de merhametli olun.” Luk.14: 12-14. “İsa kendisini yemeğe çağırmış olana da şöyle dedi: "Bir öğlen ya da akşam yemeği verdiğin zaman dostlarını, kardeşlerini, akrabalarını ve zengin komşularını çağırma. Yoksa onlar da seni çağırarak karşılık verirler. Ama ziyafet verdiğin zaman yoksulları, kötürümleri, sakatları, körleri çağır. Böylece mutlu olursun. Çünkü bunlar sana karşılık verecek durumda değildirler. Karşılığı sana, doğru kişiler dirildiği zaman verilecektir.” SALAT Kuran‟da “namaz” olarak çevrilen “salat” kavramı çok uzun yıllardır tartıĢma konusu olmuĢtur ve bugün de bu tartıĢma sonlandırılmıĢ değildir. Bu sorunun sebebi ise gayet açıktır. Her ayette salatın namaz olarak meal edilmesi, ayette söylenmek istenen anlama uygun düĢmemekte, konu bütünlüğü bozulmakta ve hatta bir çok mantıksızlığa ve ötesinde bazı ayetlerde küfre sebebiyet vermektedir. Bunu birazdan ayetleri paylaĢınca daha iyi anlayacaksınız. Ayrıca Kuran‟ı okumadıysanız, inĢallah hemen okumaya koyulup, Kuran‟ın geneline vakıf olmaya baĢladığınızda siz de ne demek istediğimizi daha rahat göreceksiniz. Buna rağmen, bu kadar açık belli olan bir konuda, hacı hocaların, ulemanın ille de salatı sadece duaya/namaza indirgeyip, salat=namaz Ģeklinde formüle etmelerinin sebebi ne yazık ki hiç de iyi niyetlice değildir. Kusura bakmasınlar, aĢağıdaki ayete muhatap olmaktan kurtulamayacaklar. BAKARA 159. “Ġndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.” “SLV” kökünden türemiĢ olan “salla” (mastarı salat) kelimesi Kuran‟da seksene yakın yerde geçer. Salavat kelimesi ise salat kelimesinin çoğulu olup salatlar anlamına gelir. Kuran‟da bu kelimelerin geçtiği yerlerden örnekler vermeye baĢlayalım: BAKARA 157. “ĠĢte Rablerinden destekler (ORJ: SALAVATUN) ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.” Bu ayette ALLAH‟ın kullarına salatları olduğunu görüyoruz. ALLAH‟ın kullarına “namazları” mı var? Yoksa ALLAH kullarına (haĢa) namaz mı kılıyor? Mealciler gördüğü her salat kelimesini namaz diye çevirirken neden burada “bağıĢlama, mağfiret, bereket” olarak çeviriyorlar? BaĢka bir örnek verelim: AHZAP 56. “Allah ve melekleri, Peygamber'e salat (ORJ: YUSALLUNE) ediyorlar. Ey müminler! Siz de ona salat (ORJ: SALLU) edin, içtenlikle selam edin.” Mealciler bu ayette ise iĢin içinden çıkamıyorlar ve orijinalini kullanmakla yetiniyorlar. Bazıları ise ikinci cümledeki Müslümanların Peygambere salat etmesinin emredildiği cümleyi “Allahümme salli alâ Muhammed, deyin” Ģeklinde düĢünmekte ve hatta çevirmektedir. Ġnsaf edin ya! Peygamberimizin çevresindeki insanlar, onca zulme karĢı oturup bu cümleyi kurarak mı Peygamberimize yardım ediyor ve kafirlerle mücadele ediyorlardı? Ayrıca ALLAH bu ayette yardımı insanlara emrederken, söylediğiniz cümlede “Yok ALLAH‟ım ben almayayım sen yardım et” dediğinizin farkında değil misiniz? Değilsiniz tabiî ki, bir Arapça diye tutturmuĢsunuz, ağzınızdan çıkanı kulağınız duymuyor. Peki diyelim siz haklısınız, ilk cümlede ALLAH ve melekleri de mi durup durup bu cümleyi kuruyorlardı? Peki bu ayetlerdeki salatı neden namaz olarak düĢünmüyor veya çevirmiyorsunuz? Çevirirseniz nasıl büyük bir küfre sebebiyet vereceğinizi görüyorsunuz değil mi? Bu ayette salatı namaz olarak çevirmek çok yanlıĢ olacak iken, diğer ayetlerde çok doğru olacağı kanaatine nerden varıyorsunuz? Neden aynı hassasiyeti salatın geçtiği diğer ayetlerde de göstermiyorsunuz? Bu iki ayetten bir Ģeyi görüyoruz. Salat yardım etmek/desteklemek anlamında kullanılmıĢ. ALLAH ve melekleri Peygamberimize çokça yardımlar etmiĢ/destek vermiĢ, Peygamberimizin zamanında yaĢayan Müslümanlardan da, bu zorlu mücadelede Peygambere yardımlar edilmesi/destek verilmesi istenmiĢtir. Dolayısıyla Ahzap 56‟nın doğru çevirisi Ģu Ģekildedir: AHZAP 56. “ġüphesiz Allah ve melekleri Peygamber‟i destekliyorlar. Ey iman etmiĢ kiĢiler! Siz de o‟na destek olun ve o‟nun güvenliğini tam bir güvenlikle sağlayın!” Ahzap 43‟te de aynı mantık söz konusudur: AHZAP 43. “O ki sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için melekleri ile birlikte sizi destekler (ORJ: YUSALLĠ). O, inananlara karĢı Rahimdir.” Ahzap Suresi‟nden iki sure önce inen Enfal Suresi‟nde de ALLAH ve meleklerinin Peygamber ve çevresindekilere yardım ve desteğinden bahsedilmektedir: ENFAL 9-12. “Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da, ben peĢpeĢe gelen bin melek ile size yardım edeceğim, diyerek duanızı kabul buyurdu. Allah bunu (meleklerle yardımı) sadece müjde olsun ve onunla kalbiniz yatıĢsın diye yapmıĢtı. Zaten yardım yalnız Allah tarafındandır. Çünkü Allah mutlak galiptir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. O zaman katından bir güven olmak üzere sizi hafif bir uykuya daldırıyordu; sizi temizlemek, Ģeytanın pisliğini (verdiği vesveseyi) sizden gidermek, kalplerinizi birbirine bağlamak ve savaĢta sebat ettirmek için üzerinize gökten bir su (yağmur) indiriyordu. Hani Rabbin meleklere: "Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere destek olun; Ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım; vurun boyunlarına! Vurun onların bütün parmaklarına! diye vahiy ediyordu.” Enfal 60‟da da ALLAH, Müslümanlara bir savaĢ taktiği söyleyerek salat etmekte yani yardım edip, destek olmaktadır. ALLAH‟ın elçisine ve müminlere yardım etmesine Ali Ġmran 121-127, Tevbe 25-27‟yi de örnek gösterebiliriz. Bunun dıĢında Hadid 9‟a dikkat edilmelidir. Ahzap 43 ile benzer ifadeler Hadid 9 „da da kullanılmıĢtır: HADĠD 9. “Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık âyetler indiren O'dur. ġüphesiz Allah, size karĢı çok Ģefkatli, çok merhametlidir.” ġüphesiz ki ALLAH, Peygamberine ve çevresindekilere çok farklı yardımlar ve destekler vermiĢtir. Hadid 9‟da görüldüğü üzere, ALLAH‟ın Peygamberine, müminlere ve tabii ki bizlere salatlarından, yani yardımlarından, desteklerinden biri “Kuran” dır. ALLAH‟ın kullarına en güzel salatı Kuran‟ı indirmesidir. Peygamberimizin müminlere en güzel salatı ise Kuran‟ı tebliğ etmesidir. Bunlara karĢın bugün ki Müslümanların ALLAH‟a ve elçisine en güzel salatı ise; hakkı savunup batılı yıkmak, Kuran‟a sahip çıkmak ve her türlü zulmü göze alıp, Kuran‟ı, doğruları ve gerçekleri insanlara anlatmak ve böylece kötülüklerden temizlenmiĢ iyiliklerle dolu bir dünyanın yaratılmasına destek olmak olabilir. ALĠ ĠMRAN 164. “ALLAH inananların içinden, onlara ayetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitap ve bilgelik öğreten bir elçiyi göndermekle iyilikte bulundu. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapıklık içindeydiler!” Burada Kıyamet Suresi‟nin 31 ve 32. ayetleri de paylaĢılmalıdır: “31. ĠĢte o, (Peygamber'in getirdiğini) doğru kabul etmemiĢ ve desteklememiĢti (ORJ: SALLA). 32. Aksine yalan saymıĢ ve yüz çevirmiĢti.” Görüldüğü üzere burada sırayla birbirine karĢıt iki kelime kullanılmıĢtır. Doğru kabul etmek, yalan saymanın karĢıtı iken, desteklemek yüz çevirmenin karĢıtıdır. Dolayısıyla buradan salat kavramının, Hak dini, hanif Müslümanlık öğretisini desteklemek, batıla karĢı Peygamberin tebliğ ettiği Kuran‟a yönelmek, bu amaçla çaba harcamak/gayret göstermek anlamlarını taĢıdığını çıkarabiliriz. Dolayısıyla artık salat kelimesini duyunca yardım/destek kelimelerinden sonra aklımıza gelmesi gereken kelimelere, kabul etmek, uymak, izlemek, ardından gitmek, yönelmek gibi kelimeleri de eklemeliyiz. Tevbe 5,11‟de, Müslümanlara zulmeden kafirlerin tövbe edip, salatı ve zekatı kabul etmeleri halinde Müslümanların kardeĢi olacağı söylenir. Her halde ALLAH kafirlerin namaz kılmasını beklememekteydi. Her türlü zulmü, küfrü yap, sonra iki namaz kıl tamamdır gibi bir mantığı mı kabul edeceğiz? Buradan da salat ile yukarıda saydığımız anlamların söylenmek istendiğini, zekat ile de kötülüklerden arınıp iyilikler yapılmasının istendiğini çıkarabiliriz. ANKEBUT 45. “(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve salatı ikame et. Muhakkak ki salat, çirkinlikten ve kötülükten alıkoyar. Elbette Allah'ın Zikri en büyüktür. Allah yaptıklarınızı bilir.” Öncelikle burada altı çizili olan cümleden bahsetmek gerekir. Cümlenin orijinali “ve le zikrullahi ekber” dir. Burada salata dua/namaz anlamı kazandırmak için bu cümle parantez açılarak, kelime eklenerek Ģu hale sokulmuĢtur; “Elbette ALLAH‟ın anılması ibadetlerin en büyüğüdür.” Burada söylenen ise ALLAH‟ın zikrinin, yani Kuran‟ın ekber olduğudur. Kuran‟ın birçok ayetinde Kuran, ALLAH‟ın zikri olarak ifade edilmiĢtir. Örnekler; Hicr 9, Yasin 11, Kalem 51, Araf 63, Taha 99, Furkan 29, Saffat 3. Ayrıca zikir kelimesi birçok ayette de “Öğüt” anlamında kullanılmıĢtır. Örnekler; Kamer 17, Yasin 69. TAHA 14. “Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden baĢka ilâh yoktur. Bana kulluk et; zikrim için salatı ikame et.” Peki ALLAH‟ın zikri (Kuran) ile zikir (öğüt) için salatı ikame etmek nasıl olur? GASĠYE 21. “O halde (Resûlüm), öğüt ver (ORJ: ZEKKĠR). Çünkü sen ancak öğüt vericisin.” ENAM 70. “Ve dinlerini oyun ve eğlence edinmiĢ, dünya hayatı kendilerini aldatmıĢ olan kimseleri bırak ve Kur‟an ile öğüt ver (ORJ:ZEKKĠR)…” KAF 45. “Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver (ORJ: ZEKKĠR).” ZARĠYAT 55. “Öğüt ver (ORJ: ZEKKĠR); çünkü öğüt vermek (ORJ: EZ ZĠKRA) müminlere yarar sağlar.” ĠĢte Kuran‟daki salatlardan biri de, Kuran‟a yönelmek ve yönlendirmek, Kuran‟ı öğrenmek ve öğretmektir. Bir insana verebileceğimiz en güzel yardım/destek onu Kuran ile tanıĢtırmaktır. Her konuda en faydalı yardım/destek eğitimdir. Bu anlamda düzenli bir salat, yani eğitim-öğretim, Kuran sohbetleri; Kuran‟a yönelmiĢ, kötülüklerden arınmıĢ ve iyiliklerde yarıĢan bir toplumun doğmasına destek olur. ARAF 170. “Kitaba sarılanlara ve salatı ikame edenlere gelince, iyiliğe çalıĢanları ödülsüz bırakmayız.” FATIR 29. “Allah'ın kitabını okuyanlar, salatı ikame edenler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah için) gizli ve açık infak edenler, asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler.” Ayrıca Müzzemmil Suresi de salatın eğitim yönünü gösteren çok güzel bir örnektir. Ancak ne yazık ki yıllardır parantezler açılarak bu surenin anlamı tahrif edilmiĢtir. Buraya kadar anlattıklarımızı Hakkı Yılmaz‟ın “Ġslam Dini‟nin Temel Direkleri” kitabından bir paragrafla toparlayalım: “Sonuç olarak salât sözcüğünün anlamını; “destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak; sorunların çözümünü üzerine almak” şeklinde özetlemek mümkündür. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, buradaki sorunlar, sadece bireysel sorunları değil, aynı zamanda toplumsal sorunları da kapsamaktadır. Dolayısıyla salât sözcüğünün anlamını, “yakın çevrede bulunan muhtaçlara yardım” boyutuna indirgemek doğru olmayıp, “topluma destek olmak, toplumu aydınlatmak, toplumun sorunlarını sırtlamak, üstlenmek ve gidermek” boyutunu da içine alacak şekilde geniş düşünmek gerekir. Yapılacak yardımın, sağlanacak desteğin gerçekleştirilme şeklinin ise “zihnî” ve “mâlî” olmak üzere iki yönü bulunmaktadır: • Zihnî yönü ile salât; eğitim ve öğretimle bireyleri, dolayısıyla da toplumu aydınlatmak, rüşde erdirmek; en sağlam yola iletmek; • Mâlî yönü ile salât; iş imkânları ve güvence sistemleri ile ihtiyaç sahiplerine yardım etmek, onları zor günlerinde sırtlamak, böylece de toplumun sıkıntılarını gidermektir.” Günümüzde yardımlaĢma ve dayanıĢma dernekleri ile, vakıflar ile, her türlü eğitim ve öğretim kurumları ile hep salat ikame edilmektedir. Peygamberimizin mescidi de hep bu vasıfları taĢımaktaydı. ġüphesiz ki Resulullah‟ın mescidi, insanların yatıp kalktıkları bir mekan olmayıp, bir okul, bir vakıf, bir dernekti. Dünya üzerinde hiçbir insanın gerçekleĢtiremeyeceği onca büyük baĢarıları Peygamberimizin 23 senede baĢarmasının sebebi, çevresindekilerle sabah akĢam yatıp kalkması değil, çevresindekilerle sabah akĢam tartıĢması, istiĢare etmesi, eğitim-öğretimi yerine getirmesi, insanların sorunlarını çözmesi, yardımlarda ve desteklerde bulunmasıydı. Resulullah‟ın mescidinde bunlar yapılır, konuĢulacak her Ģey konuĢulduktan sonra da dua edilir/namaz kılınır ve ardından mescittekiler dağılırdı. Peygamberin salatı bu Ģekilde idi. Sağlıklı bir salat bu Ģekilde layıkıyla icra edilir. Ancak yıllar içinde, birilerinin çıkarlarından dolayı yardım, dayanıĢma, paylaĢma, destekleme, eğitim faaliyetleri yok edildi ve salat, yalnızca duaya/namaza indirgendi. ġURA 38, 39. “Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve salatı ikame ederler. Onların iĢleri, aralarında danıĢma/istiĢare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar. Bir haksızlığa uğradıkları zaman yardımlaĢırlar.” Müslümanlar, birbirlerine yardım etmek, birbirlerinin sıkıntılarını gidermek, kötülüğe bulaĢmasını engellemek, cehaletten arınmasını, batıldan ve hurafeden temizlenmesini sağlamak zorundadır. Kısacası Müslümanlar birbirlerine destek olmak zorundadır. Evrendeki her Ģeyin, yerdekilerin ve göktekilerin, uçan varlıkların, kuĢun, arının, bulutun bile dünyanın varoluĢu ve bizlerin daha güzel yaĢaması için bir sebebi olup, bizlere destekleri söz konusuyken, bizler birbirimize destek olmadan yaĢarsak, bırakın ALLAH‟a layık bir kul olmayı, hayvandan da aĢağı bir varlık oluruz. NUR 41. “Göklerde ve yeryüzünde bulunanların, dizi dizi uçanların [kuĢların, arıların, bulutların, boranların] Allah'ı her türlü noksanlıktan arındırdıklarını görmedin mi? Hepsi kendi tesbihini ve desteğini (ORJ: SALATEHU) mutlaka bilmektedir. Allah da, onların iĢlemekte olduklarını en iyi bilendir.” Uçan varlıklar örneğin kuĢlar sanki dua edebilecek, namaz kılabilecekmiĢ gibi, buradaki salat kelimesini mealciler dua olarak çevirmiĢlerdir. Bu ayetten önce ve sonra gelen ayetler incelendiğinde konu daha rahat anlaĢılır. ġöyle ki, evrendeki her Ģey ALLAH‟ın varlığını ispat eder. Evrendeki bu derece karmaĢık bir yapı da ALLAH‟ın kusursuzluğunu göstererek onu tesbih eder, yani onun kusurlu, noksanlı olamayacağını kanıtlar ve sonuç olarak onu yüceltir. Bizler bir arının bile neden ve nasıl yaratıldığını onsuz bulamayız. Ama yediğimiz onca güzel gıda, meyveler, sebzeler hep arılar sayesindedir. Bir kuĢun, bir kelebeğin, bir arının bile bu evrende belirli görevleri vardır ve onlar bu görevlerini yerine getirerek dünyanın yaĢanabilir bir gezegen olmasına yardım eder; dünyaya, yaĢama ve insanlara destek olurlar. ALLAH, hiçbir Ģeyi boĢuna yaratmamıĢtır: SAD 27. “Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri biz boĢ yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Vay o inkâr edenlerin ateĢteki haline!” Dolayısıyla Nur 41‟den de salatın anlamlarından birinin “destek” olduğunu görüyoruz. Kuran‟ın bir çok ayetinde salatın namaz olarak çevrilmesi anlam bütünlüğünü bozmakta, tabiri caizse namaz ifadesi ayetlerin içinde sırıtmaktadır. Birkaç tane örnek verelim: MEARĠC 19-25. “Gerçekten insan dayanıksız ve huysuz yaratılmıĢtır. Kendisine kötülük dokununca basar bağırır. Kendisine hayır ve nimet ulaĢınca ondan baĢkalarının yararlanmasına engel olur. Ancak salatçılar (ORJ: MUSALLĠN) bunun dıĢındadır. Onlar ki, salatlarını sürdürenlerdir. Bunların mallarında belirli bir hak vardır: Yoksul ve yoksun için.” HUD 87. “Dediler ki: Ey ġuayb! Babalarımızın taptıklarını yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana salatın mı emrediyor? Oysa sen yumuĢak huylu ve çok akıllısın!” TAHA 132. “Ehline salatı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takva iledir.” TEVBE 53-55. “De ki: Yoksullara ister gönüllü ister gönülsüz yardım edin, sizden asla kabul olunmayacaktır. Çünkü siz yoldan çıkan bir topluluk oldunuz. Yardımlarınızın kabul edilmesini engelleyen, onların Allah ve Resûlünü inkâr etmeleri, salata ancak üĢenerek gelmeleri ve istemeyerek harcamalarından baĢka bir Ģey değildir. (Ey Muhammed!) Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla, ancak dünya hayatında onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor.” Salatın sadece namaz olarak düĢünülmesinin ve meal edilmesinin mantıksızlığa yol açtığı diğer örnekler ise, Kuran‟ın daha ilk inen surelerinde dahi bu kelimenin geçiyor olmasıdır. Ġlk inen sure olan Alak Suresi‟nde Peygamberimizin salattan kovulduğu belirtilir. Müddessir 43, Ala 15, Kevser 2, Kıyamet 31, Maun 4-5 ayetlerinde de salat kelimesi geçer. Kuran daha yeni inmeye baĢladığında namaz mı vardı? Olduğunu kabul ediyorsanız tutup bir de Yahudi uydurması olan Miraç masalını nasıl kabul ediyorsunuz? Artık ataperestliği, yani atalarınızın anlattıklarını sorgulamadan kabul etmeyi terk etmelisiniz. Bu ayetlerin yanı sıra salat kelimesinin geçtiği baĢka bir örnek olarak Enfal 35‟e göre, Mekkeli müĢrikler namaz mı kılıyordu? Sadece ismini verdiğimiz bu ayetleri destek anlamında da, dua anlamında da düĢünebiliriz. Destek anlamında düĢünürsek; yardımlaĢmak, ALLAH‟ın hak dinini kabul etmek, hanif Müslümanlık öğretisine yönelmek, batılın yıkılıp hakkın ilan edilmesine destek olmak, bu amaç doğrultusunda uydurmalara, hurafelere karĢı mücadele vermek, ALLAH‟ın emirleri doğrultusunda insanlara destek olmak Ģeklinde yorumlar yaparak ayetlere uyarlayabiliriz. Dua anlamında kullanıldığını da düĢünebiliriz. Zaten dua, hak ya da batıl her dinde olduğu için, Mekkeli MüĢrikler tarafından da farklı da olsa yerine getirilmekteydi. Ancak hacı, hocalar buralarda dua kelimesini kullanmayı pek sevmezler ve zaten Farsçada dua anlamına gelen namaz kelimesini kullanmakta direnirler. Çünkü dua kelimesini kullanırlarsa, insanların sorgulamaya baĢlayıp bugün kıldıkları namaz ile duayı bağdaĢtıramayacağını ve böylece namaz adı altında tabulaĢmıĢ birçok Ģeyin hurafe ve bidat olduğunu fark edeceklerini bilirler. Ancak bu korkularına rağmen bazı ayetler vardır ki namaz olarak düĢünülemeyip, eli mahkum dua olarak çevrilmektedir. Tevbe 99 ve Tevbe 103 buna çok güzel bir örnektir. TEVBE 99. “Bedevîlerden öylesi de vardır ki, Allah'a ve ahiret gününe inanır, (hayır için) harcayacağını Allah katında yakınlığa ve Peygamber'in dualarını (ORJ: SALEVATĠ) almaya vesile edinir. Bilesiniz ki o (harcadıkları mal, Allah katında) onlar için bir yakınlıktır. Allah onları rahmetine (cennetine) koyacaktır. ġüphesiz Allah bağıĢlayan, esirgeyendir.” TEVBE 103. Onların mallarından sadaka al; bununla onları temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar için dua et (ORJ: SALLĠ). Çünkü senin duan (ORJ: SALATEKE) onlar için sükûnettir. Allah iĢitendir, bilendir. (Bu iki ayetteki salat ifadeleri de “destek” olarak çevrilebilir. Örnekler; Hakkı Yılmaz, Edip Yüksel, Yaşar Nuri Öztürk mealleri.) Mealcilerin salatı dua olarak çevirmekten korkmalarının bir diğer sebebi, bu sefer Kuran‟da “namaz” diyebilecekleri bir kelime kalmama endiĢesidir. Çözüm ise insanlara gerçek namazın, Ģekle indirgenmiĢ, aynı Ģeylerin anlamsızca tekrar edildiği bir ayin olmadığını, bunların uydurmalar, hurafeler ve bidatlerden kaynaklandığını, namazın zihni bir huĢu ve teslimiyetle edilen bir duadan ibaret olduğunu anlatmaktır. Kuran‟da olmayan Ģeyler, yok fıkıh terimi yok ıstılah anlamı denilerek dine eklenmeye çalıĢılmamalıdır. Sonuç olarak; hurafe ve bidatler Kuran‟a uydurulup salat namazlaĢtırılacağına, Kuran ile hurafe ve bidatler yıkılıp namaz dualaĢtırılmalıdır. Biz salatın ne sadece dua/namaz ne de sadece yardım/destek anlamında kullanıldığını düĢünüyoruz. Zaten yardım/destek kavramları ile dua/namaz kavramları birbirleri ile alakasız kavramlar olmayıp, tam tersi birbirlerine çok yakın kavramlardır. ġöyle ki dua, en basit tanımıyla ALLAH‟tan yardım talep etmektir. Yani, yardımı/desteği baĢkalarından değil de, ALLAH‟tan diler, ona yalvarır yakarırsanız bu dua olur. Dolayısıyla dua, yardım ve destek ihtiyacının ALLAH‟a yöneltilmiĢ halidir. ĠĢte bize göre salat böylece yan anlam kazanmıĢ ve dua anlamında da kullanılmıĢtır. KURAN‟DAKĠ NAMAZ: TAZARRULU DUA Ġnsan genel olarak ALLAH ile halini anlatma, af dileme, yardım talep etme, Ģükretme, tesbih etme gibi sebepler ile iletiĢim kurar. ġüphesiz ki bir kul bu iletiĢimi yalnız dua yolu ile gerçekleĢtirebilir. Duanın en temel sözlük anlamı, kulun Rabbinden hayır istemesi, yardım talep etmesidir. Usuller ve söylenen sözler değiĢse de her duanın özünde, aciz ve zayıf insanın, sonsuz güçteki bir varlıktan yardım istemesi vardır. NĠSA 28. “… insan zayıf yaratılmıĢtır.” Ġnançlı veya inançsız olsun herkes, az ya da çok dua eder. Çünkü insan güçsüzdür ve her anı güçlü bir varlığa muhtaç olar geçer. Fıtratında zayıflık olan insan, bilerek veya bilmeyerek günde onlarca kez, sonsuz güçteki ALLAH‟tan yardım dilemektedir. Bu yardım talepleri, zor bir anda ALLAH‟tan medet umma veya normal zamanlarda herhangi bir dilekte bulunma Ģeklinde olabileceği gibi, farkında olmadan çok basit Ģekillerde de gerçekleĢebilir. Örneğin, arabasıyla park sıkıntısı olan bir yere son dakika ile yetiĢecek bir adamın “ALLAH‟ım ne olur hemen boĢ bir yer bulayım” demesi dahi bir duadır. Verdiğimiz örnekteki gibi çok basit Ģekilde istenen yardım talebi de, annesi ölüm döĢeğinde iken evladın “ALLAH‟ım annemi bana bağıĢla” Ģeklindeki yakarıĢları da, her Ģey yolunda iken ALLAH‟a Ģükredip, bu halin devam etmesini dilemek de birer duadır. Dua da önemli olan, kiĢinin acizliğinin ve zayıflığının farkında olarak, ALLAH‟tan yardım dilemesidir. Duanın nasıl edileceği, ne söyleneceği önemli değildir. Bunlar kulun kendisine kalmıĢ olup, kulla ALLAH arasındaki birer meseledir. Kul, Rabbine gönlünden nasıl geliyorsa öyle yakarmalı, niyaz etmelidir. Gidip de, “yok Ģöyle edeceksin, bunları söyleyeceksin, anlamadığın Ģu kelime yığınlarını tekrarlayacaksın” demek hem ALLAH ile kul arasına girmektir hem de ALLAH‟a karĢı bir samimiyetsizliktir. Bir çocuk, babasından bir Ģey isteyeceğinde boynunu bükerek, “Babacığım bana Ģunu alır mısın?” demek yerine, anlamadığı bir dilde bir Ģeyler söyleyerek ya da eline bir tespih alıp, “Baba, baba, baba” diye bozuk plak gibi tekrarlayarak istese, bu bize ne kadar mantıklı ve samimi gelirdi? BAKARA 200-202. “… babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir Ģekilde Allah'ı anın. Ġnsanlardan öyleleri var ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver, derler. Böyle kimselerin ahiretten hiç nasibi yoktur. Onlardan bir kısmı da: Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! derler. ĠĢte onlar için, kazandıklarından büyük bir nasip vardır. (ġüphesiz) Allah'ın hesabı çok süratlidir.” ALLAH‟tan bu dünyadan da, öteki dünyadan da iyilik talep edebiliriz. Hiç çekinmeden, istediğimiz her Ģeyi isteyebiliriz. ALLAH, “Benden çok Ģey istedin” diye kızacak değildir. Tam tersi ALLAH, kendisine hiç yalvarmayanlara kızmaktadır. Çünkü ALLAH‟a yalvarmayan, kendini büyük gören, yeryüzünde böbürlenen kimselerdir. ALLAH‟a yalvaranlar ise, fakirliğini ve acizliğini bilmiĢ, ALLAH‟ın sonsuz gücünü ve zenginliğini kabul etmiĢ, ona kulluk eden kimselerdir. MÜMĠN 60. “Oysa Rabbiniz: "Bana yalvarın ki, size karĢılık vereyim; çünkü Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler, yarın horlanmıĢ cehenneme gireceklerdir." buyurdu.” Ġnsan ALLAH‟ı hatırlamazsa, ona yalvarıp yakarmazsa, kendisini güçlü ve zengin görmeye baĢlar. Böyle bir Ģeyin sonu Ģirktir. Güçlü ve zengin olan yalnızca ALLAH‟tır. Her insan fakir, aciz ve zayıftır. Tüm insanlar ALLAH karĢısında fakirlikte, acizlikte ve zayıflıkta eĢittir. Kimsenin kimseden bir üstünlüğü yoktur. Üstün olan yalnız ALLAH‟tır. ĠĢte insanın bunları hep hatırlaması için, sadece baĢı sıkıĢtığında, ihtiyacı olduğunda değil, düzenli olarak her gün, kendi güçsüzlüğünü ilan edip, ALLAH‟ın sonsuz gücüne biat etmesi, ona kulluk etmesi ve ona yalvarıp, yakarması gerekmektedir. Ġnsan bilerek veya bilmeyerek günde çokça dua eder, demiĢtik. Ancak bu, kimin güçlü kimin zayıf olduğunun hatırlanması için yeterli değildir. Ġnsan unutmaya müsaittir. Tüm bu söylediklerimizi hafızasında tutarak hayatına katabilmesi için kiĢinin basit Ģekilde değil belirli bir yoğunluk ile her gün dua etmesi gerekmektedir. Aksi halde insan gerçek konumunu unutmaya, yeryüzünde böbürlenerek gezmeye, kendini yükseklerde görmeye baĢlayabilir. ĠĢte bunun için insan, her gün kendini alçaltmalı, tazarru göstermelidir. Dua, putperestler tarafından bile edilirken, Hicretten yaklaĢık 1,5 yıl önce ALLAH, Müslümanlara belli bir amaçla yapmalarını emretmiĢtir. Araf Suresi 54. ayette gücünden bahseden ALLAH, 55 ve 56. ayette bu özel amaçlı duanın Ģeklinin nasıl olması gerektiğini belirtir: ARAF 55, 56. “Rabbinize alçala alçala ve için için dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aĢanları sevmez. Düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a ürpererek ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah'ın rahmeti çok yakındır.” Bu ayet ile farz kılınan, alçala alçala, için için, ürpere ürpere yerine getirilen yani tazarru ile edilen duaya, yıllar sonra insanlar Farsça‟da “ Saygı ile eğilerek dua etmek” anlamına gelen “Namaz” adını vermiĢ ve günümüze bu isimle gelmiĢtir. Dikkatinizi çekmek istediğim bir husus var. Tarihi bilgilerimizden, namazın sonradan farz kılındığını biliyoruz. Genel olarak kabul edilen görüĢe göre namaz, hicretten yaklaĢık 1,5 yıl önce farz kılınmıĢtır. Bu tarihi önemsiyorum. Çünkü ne ilginçtir ki, bizimde namazın dayanağı olduğunu söylediğimiz Araf Suresi, tam da Hicret‟ten 1,5 yıl önce inmeye baĢlamıĢtı. Acaba yıllar içinde insanlar, namazın tazarrulu bir dua olduğu gerçeğini unutup, eski alıĢkanlıklarıyla namazı bir ayine benzettikleri için bu ayeti gözden kaçırmıĢ ve bundan dolayı yeni namazlarına Kuran‟da bir dayanak bulamamaları sonucunda, Miraç masalını uydurmuĢ olabilirler mi? Tazarru, ALLAH‟a boyun eğerek, teslimiyet gösterek, saygı ile huĢu içinde yalvarmak demektir. Namaz ile de insan, tazarru gösterir ve alçaldıkça alçalır. Alçaldıkça zayıflığını ve acizliğini idrak eder. Alçaldıkça gerçekte mülk kimin güç kimin görmeye baĢlar. Alçaldıkça hem kendisinin hem de yaratıcısının konumuna vakıf olur. Namaz bu bilinçle yerine getirilmelidir. Namazın her Ģeyden önce zihni bir alçalma olduğunun farkında olunmalıdır. Namaz, robot gibi bazı jimnastik hareketleri tekrar tekrar yapmak değildir. Namazdan istenilen kulun zihnen, bilinç olarak alçalması, gerçek konumunu idrak etmesidir. Bu sayede kul, yeryüzünde böbürlenerek gezmez, bozgunculuk yapmaz ve gücü kendinde görüp Ģirke sapmaz. Peki Kuran‟da, tazarru ile yapılan bu duadan, yani namazdan ne kadar bahsedilmiĢtir. Öncelikle Ģunu belirtelim ki, Kuran‟da dua ayeti diyebileceğimiz, dua özelliği taĢıyan, dua sözleri içeren 200 civarında ayet vardır. Bu ayetler, namazımızın esasını oluĢturmada eĢsiz örneklerdir. Namazımızda bu ayetlerden destek alabilir, bu ayetleri o anki ruh halimize göre Ģekillendirip, Rabbimize yöneltebiliriz. Elimizde bu kadar ayet varken, “Namazda ALLAH‟a ne söyleyeceğim?” demek, Kuran‟dan bihaber olmaktır. Velev ki Kuran‟daki bunca dua ayetinden habersiz olsanız da, bir kulun Rabbine nasıl dua edeceği, belli kalıplara, standartlara sokulabilecek bir Ģey değildir. Hakkı Yılmaz‟ın dediği gibi “Dua okunmaz, edilir.” Nasıl gönlümüzden geliyorsa, kalbimiz nasıl huzur bulacaksa, nasıl kulluğumuzu daha iyi ifade edeceksek o Ģekilde diyalog kurmalıyız. Kuru kuru, anlamadan, kalıplaĢmıĢ ifadelerle ancak samimiyetsizliğimizi gösteririz. Burada Ģunu da belirtmeliyiz. Kuran‟ı ikra etmek, yani Kuran‟ı okumak, öğrenmek, öğretmek farklı bir Ģeydir, duada direk Kuran ayetini okumak farklı bir Ģeydir. Peygamberimiz salatı tüm yönleri ile gerçekleĢtirir, insanların maddi-manevi sıkıntılarına karĢı yardım ve destek faaliyetleri yürütür, Kuran eğitimi verir ve sonra dua ederdi. Zamanla salatın eğitim yönünün yok edilmesi üzerine, Peygamberimizin insanlara Kuran okuması, öğretmesi faaliyeti, namazda insanın Kuran okuması olarak kabul edilmiĢtir. Ancak ALLAH‟a Kuran okunmaz, dua edilir. Kuran, Kuran‟ı bilmeyene okunur, ALLAH‟a değil. Kuran zaten ALLAH‟ın kitabı, ALLAH zaten Kuran ayetlerini biliyor. Kuran ayetlerinden yararlanarak dua edilebilir, ancak direk Kuran‟ı okumak, mantıksızlığa ve hatta küfre sebep olabilir. Örneğin Kevser Suresi‟ni ALLAH‟a direk okursanız, ALLAH‟a Ģöyle demiĢ olursunuz, “Biz sana bol nimet verdik…” Ya da ALLAH‟a peygamberlerin hayatını anlatır, kula söylenen öğütleri, emirleri, yasakları O‟na söyler, hatta O‟na miras paylaĢımından filan bahsedersiniz. Tüm bunlar insanlar içindir, ALLAH için değil. Onun için dualarımızda Kuran‟dan iki Ģekilde yararlanabiliriz, ya Kuran‟daki 200 civarındaki dua ayetlerinden destek alırız ya da ayetleri dua formuna sokarız. Örneğin Kevser Suresi‟ni Ģu Ģekilde dua formuna sokarız: “ALLAH‟ım sen bize bol nimet verdin. Bunlara karĢılık bizde kulluğumuzu layıkıyla yapmak istiyor ve senin hak yoluna yöneliyoruz. Bu yol da karĢımıza çıkacak her zorluğa karĢı bize dayanma gücü ver ki, zorluklara göğüs gerelim.” Ġhlas Suresi‟nden de örnek verelim. Ġhlas Suresi‟ni direk okumak da mantıksızlığa sebebiyet verir. Çünkü dua esnasında ALLAH ve kuldan baĢka kimse yoktur. Ancak ayeti direk okuduğunuzda ALLAH‟a baĢka bir ilahtan bahsediyormuĢ gibi olur: ĠHLAS 1. De ki: O, Allah tekdir. (ALLAH‟a “De ki” mi diyoruz?) 2. Allah sameddir. (Sen değil ALLAH‟ım, öbür ALLAH) 3. O, doğurmamıĢ ve doğmamıĢtır. (Sen değil, O) 4. Onun hiçbir dengi yoktur. (Senin var mı?) Görüldüğü gibi ayeti direk dua gibi ALLAH‟a okumak mantıksızlıktan öte küfre bile sebebiyet vermektedir. Onun için ayetler, dua formuna sokulmalıdır: “ALLAH‟ım sen teksin, sen sonsuz güç sahibisin. Sen cahillerin sana yakıĢtırdığı tüm noksanlıklardan münezzehsin. Sen, eĢi benzeri olmayan, gücünde ve hazinesinde hiçbir ortağı bulunmayan, ahad ve samed olan ALLAH‟sın.” Tabii ki tüm bunları görebilmek, mantıksızlığa ve küfre sebebiyet vermemek için, dua anlayarak edilmeli, ağzımızdan çıkanı kulağımız duymalıdır. Ġnsanlara zorla Arapça okutmazsanız ve insanlar da bir kere olsun Rablerine anlayarak dua ederlerse/namaz kılarlarsa, yaptıkları saçmalıkları görürler. Sonuç olarak namazımızın esası için, yani Rabbimize nasıl dua edeceğimiz, neler söyleyeceğimiz için Kuran ayetlerinden ve Kuran‟daki 200 civarındaki dua ayetinden yararlanabiliriz. Bunun yanı sıra, Araf 180‟de bize yol göstermektedir: ARAF 180. “En güzel isimler Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin…” Kuran‟da ALLAH‟ın çok sayıda güzel ismi sayılmıĢtır. Bu isimler günümüzde “Esma-i Hüsna” adıyla bilinmektedir. Bu ayete göre namazımız sırasında onun güzel isimlerinden yararlanabiliriz. Bu tabiî ki bir ismin bozuk plak gibi tekrar tekrar söylenmesi ile olmaz. Örneğin, sevdiği biri önemli bir hastalığa yakalanan bir kiĢiyi ele alalım. ALLAH‟ın güzel isimlerinden biri de Ģifa veren anlamına gelen “ġafi” olduğundan bu kiĢi namazında Ģu tarz bir duada bulunabilir: “Sen ġafi‟sin, sen Ģifa verenlerin en güzeli, en iyisisin. Bu hastalık musibetinden bizi kurtar. Gezmediğimiz hastane, gitmediğimiz doktor kalmadı. Ne olur bize acı, biz zayıfız, biz sana muhtacız. Sen bize kaldıramayacağımız yükler yüklemezsin biliyorum ama ne olur bu yükü bizden al. Sen ġafi‟sin ne olur bize Ģifa ver. Sen Rahim‟sin ne olur bize acı. Sen Basıt‟sın ne olur içimizdeki bu sıkıntıları al, bizi feraha çıkar. Biz yalnız sana kulluk ediyoruz, yalnız senden medet umuyoruz.” KiĢi gönlünden geçirdiği gibi, samimice yakarmalıdır. Kimsenin kalıplaĢmıĢ, standart dualara ihtiyacı yoktur. Herkes Rabbine karĢı, o anki ruh haline göre bu tarz duaları rahatlıkla akıl edebilir ve kalbinden söyleyebilir. Yine Araf Suresi‟nde, Müslümanlardan istenen tazarrulu dua yani namaz, Araf 55 ile aynı ifadelerle bu sefer “Rabbi zikretmek, anmak, hatırlamak” Ģeklinde geçmektedir: ARAF “205. Rabbini, öz benliğinin içinde yalvarıp ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah ve akĢam hatırla. Sakın umursamazlardan olma! 206. Rabbinin katında olanlar, büyüklük taslayıp O'na kulluktan yüz çevirmezler; O'nu tesbih ederler ve yalnız O'na secde ederler.” Bu ayetlerden de namazımızı nasıl kılacağımız ile ilgili ipuçlarına ulaĢmaktayız. Alçalmayan kimse, kendini büyük görüp Rabbini ve onun rahmetini umursamayan kimselerdir. Alçalan ve sonunda Rabbinin katına yükselenler, ona kulluktan yüz çevirmeyen ve aynı zamanda onu öven, yücelten (tesbih eden) ve yalnız ona teslim olan (secde eden), ona saygıyla boyun eğen (rüku eden) kimselerdir. Tesbih, ALLAH‟ı yüceltip överek, onu noksanlıklardan arındırarak yerine getirilir. ġüphesiz tesbih, namaz haricinde de yerine getirilebilir. Güzel bir namaz için, dualarımızda tesbihli sözlere de yer vermeliyiz. Onu övmeli, yüceltmeliyiz. Çünkü kimi yüceltirsek, ona karĢı kendimizi alçaltmıĢ oluruz. ALLAH‟ı yüceltirken, diğer bir açıdan kendimizi de alçaltmıĢ oluruz. Ayrıca tesbih ile kimin en yüce, en övülmeye layık olduğunu da iyice idrak ederiz. Kuran‟daki 200 civarında dua ayetinin birçoğunda da dualar ile tesbihin nasıl iç içe geçtiğini görebiliriz. Çok basit bir örnek verelim: MÜMĠNUN 18. “(Resûlüm!) De ki: BağıĢla ve merhamet et Rabbim! Sen merhametlilerin en iyisisin.” Görüldüğü gibi bu ayette ilk cümle çok basit ve kısa bir dua ayetidir. Ġkinci cümle ise, yine çok basit ve kısa bir tesbih ayetidir. ĠĢte dua ve tesbih bu Ģekilde iç içe geçirilerek yerine getirildiğinde namaz, çok daha güzel ve samimi bir hal almaktadır. Böyle bir namazda, asıl istenen alçalma amacına daha kolay ulaĢılacaktır. Araf 206‟da iĢaret edilen bir diğer husus, namazın yalnızca ALLAH için yerine getirileceği, secdenin yalnızca O‟na edileceğidir. Secde kavramı üzerinde durulması gerekir. Günümüzde secde kavramından sadece, insanların yüz üstü yere kapanması eylemi anlaĢılmaktadır. Belki secde kavramı tarih boyunca bedenen bu Ģekilde gösterilmiĢ olsa bile, secde kavramının asıl anlamı bedeni bir hareket değildir. Secde, teslim olma, biat ve itaat etme, kabul etme anlamına gelen bir kavramdır. Örneğin Yusuf 100‟de, Yusuf Peygamber‟in babası ve annesi Yusuf‟a secde etmektedirler, yani teslimiyet göstermekte, büyüklüğünü kabul etmekte, onun otoritesi altına girmektedirler. Yusuf 4‟de aynı Ģekilde, on bir yıldız, güneĢ ve ay olarak ifade edilen, Yusuf‟un kardeĢleri ve anne-babası Yusuf‟a secde etmektedirler. Meallerde farklı Ģekillerde çevrilse de secde kavramı Araf 161, Bakara 58 ve Nisa 154„te de geçmektedir. Burada doğru anlamında düĢünülüp, yere kapaklanarak Ģehre girme gibi bir yorum yapılmamaktadır. Ayrıca Rad 15, Nahl 48-50, Hac 18‟te de, canlı cansız, yerden gök cisimlerine kadar her Ģeyin ister istemez ALLAH‟a secde ettiği söylenmektedir. Herhalde gök cisimleri ALLAH‟a karĢı yere kapanmamaktadırlar. Bu ayetlerde her Ģeyin ALLAH‟ın otoritesi altına girdiğinden, onun gücüne teslim olup, biat ve itaat ettiğinden bahsedilmektedir. Son olarak, Sad 72‟de ALLAH meleklerine Adem‟e secde etmeyi emretmektedir. ġüphesiz burada ALLAH, meleklerine Adem‟e namaz kılmalarını emretmemekte, kendi eliyle Adem‟i kendisine Ģirk koĢmamaktadır. Burada ALLAH‟ın, melek olarak sembolize edilen meleki güçleri insanoğlunun özgür otoritesine bıraktığı anlaĢılmaktadır. ġeytanın insana secde etmemesi ile anlatılmak istenen de, Ģeytanın insana namaz kılmaması değil, Ģeytan olarak sembolize edilen menfi gücün, insanın otoritesi altında olmadığı, hakim olamadığı bu menfi gücün etkisi ile insanın yanlıĢlar yapabileceğidir. Kuran‟da “yere kapanmak” eylemi “harur” sözcüğü ile ifade edilir. Nitekim bazı ayetlerde “harru sücceden” diye geçer ki bunun anlamı “secde ederek (teslim olarak, teslimiyet göstererek) yere kapandılar” demektir. Sonuç olarak, Araf 206‟da yalnız ALLAH‟a secde edilmesi ile söylenmek istenen, yalnız O‟na teslim olmamız ve dolayısıyla yalnız ondan medet ummamız gerektiğidir. Namaz‟da ondan baĢka herhangi bir güce yalvarmak, yalnız ALLAH‟a secde edilmediğini gösterir ve böyle bir namaz sakattır. Bu konuyu Ģu ayetlerle daha iyi anlarız: ġUARA 213. “O halde sakın Allah ile beraber baĢka ilaha kulluk edip yalvarma, sonra azap edilenlerden olursun!” KASAS 88. “Allah ile birlikte baĢka bir ilaha yalvarma! O'ndan baĢka ilah yoktur. O'nun zâtından baĢka her Ģey yok olacaktır. Hüküm O'nundur ve siz ancak O'na döndürüleceksiniz.” NAHL 20, 21. “Allah'ı bırakıp astlarından yakardıkları Ģeyler, herhangi bir Ģey yaratamazlar. Çünkü onlar kendileri yaratılmıĢlardır. Onlar diriler değil, ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.” Ve yine Araf Suresi‟nde: ARAF 194. “Allah'ı bırakıp da yakardıklarınız kimseler, sizler gibi kullardır…” Güç yalnız ALLAH‟a aittir. Ondan baĢkasına yakarmak Ģirktir. Her kul, her nesne onun astıdır ve onun yaratmasıdır. Yaratan dururken, yaratılandan medet ummak hem sapıklık hem aptallıktır. HAC 12. “O, Allah'ı bırakıp, kendisine ne faydası, ne de zararı dokunacak olan Ģeylere yalvarır. Bu, (haktan) büsbütün uzak olan sapıklığın ta kendisidir.” Kuran‟da kendisine ne faydası, ne de zararı dokunabilecek bir varlık örnek gösterilmiĢtir. Ġlginçtir ama o da Peygamberimiz Muhammed‟dir. Zamandan münezzeh ALLAH, Kuran‟da gereken uyarıyı yapmıĢtır ama tabii ki okuyana. Kuran‟dan bihaber Müslümanlar, Peygamberimizi putlaĢtırıp yıllardır ondan medet ve Ģefaat dilenmektedir ve bunu yaparken de akıllarınca Peygamberimize iyilik yaptıklarını zannetmektedir. ARAF 188. “De ki: "Ben, Allah'ın dilediğinden baĢka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim."” Hal böyle iken, namazda bilmem ne duası ile Peygamberimizden Ģefaat beklemek, baĢın sıkıĢınca “Medet Ya Muhammed, medet Ya Ali” demek; dininize Ģirk bulaĢtırmak, namazınızı sakatlamaktır. Hiç kızmayın, çok Ģükür ki kimse bizden daha çok Muhammed‟i de, Ali‟yi de sevdiğini söyleyemez. Ancak onları çok sevmek, ALLAH‟ı bir kenara bırakıp, onun astlarını ilahlaĢtırıp, ALLAH‟a Ģirk koĢmak demek değildir. Hıristiyanlar da Ġsa‟yı çok sevmelerinin sonucunda onu putlaĢtırdılar. Yaptıkları yanlıĢın Ġsa‟yı mahĢerde ne kadar zor durumda bırakacağını Maide 116,117 ayetlerinden bir okuyun ve sonra aynısı bizim baĢımıza gelecek mi diye bir düĢünün. Peygamberimizi sözde çok sevmeniz üzerine yaptığınız bu yanlıĢlar, mahĢerde onun baĢının önüne eğilmesine sebep olacak ve o güzel insan, Furkan 30‟daki cümleyi kuracak. Buraya kadar namaz ile ilgili anlattıklarımızı çok güzel bir Ģekilde teyit ve tekit eden bir ayeti de paylaĢalım: SECDE l5, 16. “Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secde ederek yerlere kapanır ve Rablerini hamd ile tesbih ederler. Korkuyla ve umutla Rablerine yalvarmak üzere, vücutları yataklardan uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.” Araf 205 ile ilgili değinilmesi gereken bir diğer konu da, namazın hangi vakitlerde kılınacağıdır. Öncelikle Kuran‟ın birçok ayetinde, insanların genellikle zor Ģartlarda ve çaresizlik içerisindeyken ALLAH‟ı hatırlayıp O‟na dua ettiği, diğer zamanlarda ise O‟nu unutarak, kendisini yeterli ve güçlü görmeye baĢladığı anlatılmaktadır. (Örnekler, Yunus 12; Lokman 32; Zümer 8; Fussilet 49, 52; Araf 189, 190; Tevbe 75, 76; Yunus 22, 23; Nahl 53, 54; Zümer 49; Rum 33; Ankebut 65 ve Ġsra 67) ĠĢte insan, böyle nankör ve zalim bir tavır sergilememek için ALLAH‟ına her gün çokça tazarru etmelidir. Tabii ki her gün yapılması gereken bu faaliyetin, gün içinde kaç kere yapılacağı ile ilgili bir üst sınır belirleyemeyiz. KiĢi o gün ki ruh haline göre çok fazla namaz kılabilir. Peygamberimizin de sıkıntılı olduğu zamanlarda çokça namaz kıldığı söylenmektedir. Dolayısıyla bizim tartıĢabileceğimiz nokta alt sınırdır. Araf 205‟te iki vakit telaffuz edilmiĢtir. Biri sabah, diğeri akĢamdır. Çok ilginçtir ki Peygamberimizin ilk zamanlar sadece bu iki vakti kıldığına dair rivayetler de mevcuttur. Vakit konusu asırlardır tartıĢılmakta olan bir meseledir. Yıllardır insanlar takım tutar gibi bir görüĢü kabul etmiĢ ve ardından o görüĢü savunmak için her yola baĢvurmuĢlardır. Bu uğurda hadisler de uydurmuĢ, Kuran‟daki kavramların anlamlarını da bozmuĢlardır. Örneğin, “ĠĢa” kelimesini ele alalım. Kuran‟da bir ayette bu kelime, birilerine göre “AkĢam” olurken, birilerine göre bir anda “Yatsı”, sonra birilerine göre de bir anda “Ġkindi” oluverir. Dolayısıyla bu kargaĢanın sonunda çok rahatlıkla herkes kendince haklı, diğerlerine göre haksız olabilmektedir. Çok daha çarpıcı bir örnek verelim. Kuran‟da namazın kaç vakit olduğunu çözebilmek için, Bakara 238‟de geçen “Salatul Vusta” sözcüğünün ne demek olduğu üzerinde anlaĢmak gerekir. Bu ayet ilk indiğinde, ayetin kronolojisi, yeri vb. bilindiğinden ve kavramların anlamlarını bozmaya çalıĢanlar olmadığından, herkes bu kavramla neyin kastedildiğini bilmekteydi. Ancak sonradan yaĢananlar ve yozlaĢmaların sonucunda biz artık bu kavramla neyin kastedildiğini bilmiyoruz. Birileri böyle istisnai durumlarda hemen içlerindeki Ģirki dıĢa vururlar ve “Bakın Kuran anlaĢılmıyor, hadislere bakmak zorundayız” diye haykırırlar. Acaba, Kuran‟daki böyle istisnai yerler, hadisler yüzünden anlaĢılamıyor olmasın. Hadis kitaplarında “Salatul Vusta” ile neyin kastedildiği konusunda 40 civarında rivayet ve 19 tane farklı görüĢ vardır. Evet, aynı peygamberin, aynı kavramla ilgili 19 farklı rivayeti söz konusudur. Aynı peygamber, aynı kavram için “Öğle namazıdır” demiĢtir. Aynı peygamber, aynı kavram için “Cuma namazıdır” demiĢtir. Aynı peygamber, aynı kavramın “Ġkindi namazı”, “AkĢam namazı”, “Yatsı namazı”, “Sabah namazı”, “BeĢ vakit namazın hepsi”, “Hem yatsı hem sabah namazı”, “Hem sabah hem ikindi namazı”, “Namazın cemaatle kılınması”, “Korku namazı”, “Vitir namazı”, “Kurban Bayramı namazı”, “Ramazan Bayramı namazı”, “KuĢluk namazı”… olduğunu söylemiĢtir. Bu rezil durum Peygamberimize küfür değil de nedir? Hal böyle iken “Salatul Vusta” ile neyin kastedildiğini nasıl bileceğiz? Herkes rahatlıkla kendi savunduğu görüĢe göre bu kavrama Ģekil verip, görüĢünü ispatlayabilir. Biz vakit konusuyla ilgili görüĢümüzü belirtmekten kaçınacağız. Çünkü bu kavram kargaĢası ve uydurmalar karĢısında görüĢümüzü kesin bir Ģekilde ispatlayamayacağımızın farkındayız. Aklınıza nasıl yatıyorsa, sizin için doğru odur. BaĢkalarının aklıyla değil, ALLAH‟ın bize verdiği akıl ile ALLAH‟ın bize gönderdiği kitabı anlamaya çalıĢmalıyız. Ancak Ģunu da belirtmeden geçmek istemiyorum. Açıkçası ben, vakit konusunu çok da önemsemiyorum. Çünkü nitelik bu kadar bozulmuĢken, niceliğe takılmayı doğru bulmuyorum. Ben günümüzde kılınan namazın hurafe ve bidat dolu olduğunu düĢünüyorum. Dolayısıyla önceliğimizin namazı batıldan temizlemek olması gerektiğine inanıyorum. Hatta Ģunu da söylemek istiyorum, namazı batıldan temizlediğinizde, inançlı birinin farkında olmadan gün içinde çokça namaz kıldığını göreceksiniz. Bir diğer mesele, namazın bedenen nasıl eda edileceğidir? Namaz, ALLAH tarafından bütün peygamberlerine emredilmesine rağmen, diğer Semavi dinlerdeki dua/namaz Müslümanlarınkine benzemez. Bunun sebebi iki Ģey olabilir: 1- Diğer bütün Semavi dinlerin istisnasız bütün mensupları namazlarını bozmuĢtur. 2- Namazın bedenen nasıl eda edileceği kula bırakılmıĢtır. Kuran‟da da duanın/namazın bedenen nasıl yerine getirileceği anlatılmamıĢtır. Bu durum doğal ve doğrudur. Duada bedeni bir Ģart aranmaması zaten duanın doğasında olan bir Ģeydir. Dua, zihni bir kavramdır. Kuran‟daki namaz ise, tazarru ile yalvara yakara, alçala alçala, ürpere ürpere, saygıyla, teslimiyet göstererek yerine getirilen özel bir duadır. Dikkat edilecek olursa tüm bunlar, bedeni kavramlar değil, zihni kavramlardır. Müslümandan istenen zihni alçalmadır. Tabii ki kiĢi bu zihni alçalmayı, bedeni alçalma ile daha kolay gerçekleĢtirebilir. El pençe divan durmak, boyun bükerek oturmak, eğilmek, yerlere kapanmak veya benzeri hareketleri yapmak, asıl istenen zihni alçalmayı gerçekleĢtirmeye yardımcı olan hareketlerdir. Ancak kiĢide bu hareketler zihni alçalmayı gerçekleĢtirmeye yardımcı olmuyorsa, bu hareketler kiĢiyi bir tiyatro sergilemekten, bir jimnastik faaliyet gerçekleĢtirmekten, hatta bir ayin yapmaktan öteye götürmeyecektir. Kuran‟da namazın bedenen nasıl eda edileceği belirtilmemiĢ olup, kulun kendisine bırakılmıĢtır. Bu yüzden namaz her ümmete emredilmesine rağmen, baĢka ümmetlerin namazı Müslümanlarınkine benzemez. Kul; zihni alçalmayı, teslimiyeti, ALLAH‟a yalvarıp yakarmayı, ALLAH‟ı övüp yüceltmeyi, bedenen nasıl daha güzel ifade edebileceğini düĢünüyorsa, duasını/namazını o Ģekilde bedenen eda eder. KiĢi herhalde ALLAH‟a yalvarıp yakarırken bacak bacak üstüne atmaz, böbürlenerek oturmaz ya da amuda kalkmaz. Tabii ki belli bir acizlikle bunu gerçekleĢtirecektir. Ancak burada kimse kimseye, sen illaki böyle namaz kılacaksın, Ģu hareketlerle Rabbine yakaracaksın, Ģu Ģekilde kendini alçaltacaksın, ALLAH‟ına bunları bunları söyleyeceksin diyemez. Bu tarz kuralların varlığı, kul ile ALLAH arasına girmek, bu tarz kuralların farzlaĢtırılması ise, kendini veya baĢkasını ALLAH yerine koymaktır. ġüphesiz ki Peygamberimiz de bu özel duayı yerine getirirken kendince uygun olan bedeni hareketleri kullanmıĢtır. Yıllar sonra kıyam, rüku ve secde adı altında anılmaya baĢlanmıĢ bedeni hareketler, namazdaki zihni amaçların daha kolay yerine getirilmesini sağlayacak çok güzel hareketlerdir. Zaten tarih boyunca da insanlar acizliği ve teslimiyeti bu hareketlerle ifade etmiĢlerdir. Bu hareketlerin acizliği ve teslimiyeti çok güzel, belki de en güzel sembolize eden hareketler olması sebebiyle, bu hareketlerin Peygamberimize ait olduğunu düĢünmekte, sonradan uydurulduğuna inanmamaktayım. Ancak bana göre, Peygamberimizin duasını eda ederken uygun görüp tercih ettiği bu hareketler, yıllar içinde bazı eklemelere maruz kalmıĢ, belirli bir kalıba sokulmaya çalıĢılmıĢ ve ardından farzlaĢtırılmıĢtır. Her halükarda, Kuran‟da duanın/namazın bedenen nasıl eda edileceğinin açıklanmamıĢ olması, bu konuda farzlar çıkarılmasına engeldir. Hal böyle iken, Peygamberimizin kendince uygun gördüğü bu hareketleri uygulamak ancak (gelenekçi bakıĢ açısıyla) bir sünnet olup, bu hareketlerle namazımızı eda etmek de bir olmazsa olmaz değildir. Buraya kadar anlattıklarımızdan sonra bir örnek verelim ve bir çocuk düĢünelim. Bu çocuk her akĢam yatağına girdiğinde, uyumadan önce küçücük elleriyle ALLAH‟ına dua ediyor. ALLAH‟tan annesini, babasını korumasını diliyor, belki baĢka bir Ģeyler için küçücük kalbiyle yakarıyor ve hatta belki de çok sevdiği yüce yaratıcısından bir oyuncak istiyor. Ne derseniz diyin, bu çocuğun bu duası namazdır. Hem de hayatı boyunca kılabileceği en güzel namazlardan biridir. Çünkü bu çocuk büyüdükçe hurafelerle tanıĢacak ve aynı samimiyette böyle güzel dualar edemeyecektir. Sonuç olarak bizim Kuran‟dan anladığımıza göre namaz, ürpererek (huĢu), saygıyla boyun bükerek (rüku), teslimiyet göstererek (secde), O‟nu yüceltip kendini alçaltarak, yalvara yakara edilen bir duadır. Bedeni ve Ģekli Ģartları olmayan ZĠHNĠ bir kavramdır. KADĠR GECESĠ VE MĠRAÇ OLAYI Miraç olayı ile ilgili Kur‟an‟da, alakasız bir Ģekilde Ġsra suresi 1.ayet ve Necm 6 ila 18.ayetler kaynak gösterilmektedir. Ama ne kadar ilginçtir ki, Kuran‟ın hiçbir ayetinde “Miraç” kelimesi bile geçmemektedir. Kuran‟ı kenara koyup hadislere baktığımızda ise; Kuran‟a, akla ve mantığa aykırı birçok yalanla karĢı karĢıya kalmaktayız. Miraçla ilgili en mükemmel hadisi ise bize Tirmizi naklediyor: “Miraç gecesi cehennemi gösterdiler, çoğunun kadın olduğunu gördüm” Miraç olayını kapsamlı bir Ģekilde anlatan “Sahih(!)” kabul edilen Buhari ve Müslim‟in hadisini özetleĢtiriyorum: Peygamberimiz bir gece yarısı Burak adlı özel bir hayvanla Mescid-i Haram(Mekke) ‟dan Mescid-i Aksa(Kudüs) „ya gidiyor. Cebrail eĢliğinde bir asansör gibi göğe yükseliyor. Peygamberimiz bazı yerleri geçiyor ve burada peygamberlerle sohbet ediyor. Sonra bir mekana geliyor ki oraya Cebrail de giremiyor. Bu mekanda Rabbimiz ile görüĢüyor. Rabbimiz, 50 vakit namazı farz kılıyor.(Uyku saatini çıkarınca yaklaĢık 18 dakikada bir namaz kılınmasını emrediyor.) Peygamberimiz geri dönerken Musa ile karĢılaĢıyor ve olanları anlatıyor. Musa bunun ümmet için çok fazla olacağını ve Rabbimizden bunu azaltmasını rica etmesini telkin ediyor. Peygamberimiz tekrar ALLAH‟ın huzuruna çıkıyor ve rica ediyor. Rabbimiz 50 vakti biraz kısaltıyor. Peygamberimiz tekrar dönüyor ve tekrar Musa bunun fazla olacağını ümmetin buna uyamayacağını söyleyerek Rabbimizden kısaltmasını rica etmesini öneriyor. Peygamberimiz tekrar ALLAH‟ın huzuruna çıkıyor ve Rabbimiz vakit sayısını biraz daha kısaltıyor. Peygamberimiz dönerken tekrar Musa ile karĢılaĢıyor ve aynı olaylar tekrar tekrar yaĢanıyor. Bazı rivayetlere göre beĢ, bazı rivayetlere göre dokuz kere gidiĢ geliĢten sonra en son Rabbimiz 5 vakte kadar iniyor. Peygamberimiz döndüğünde Musa bunun da ümmet için fazla olacağını söylüyor ancak Muhammed artık Rabbimizin huzuruna çıkmaktan utanacağını belirtiyor ve böylece 5 vakitte sabit kalıyor. Tekrar bu rivayetin Kuran‟da olmadığını belirttikten sonra bu rivayetin Kuran ve mantık çeliĢkilerini sıralamak istiyorum: 1- Hadisler hakkında söylenen genel eleĢtiriler burada da geçerlidir. Peygamberimizin ölümünden 250 yıl sonra kaleme alınması, rivayetlerin güvenilir kiĢilere dayandırılmaması, Peygamberimizin ve ilk dört halifenin hadis toplattırmaması, iddiaya göre toplanan 500 kadar hadisi de yaktırtması ve yıllar sonra bu rivayet sayının binlerce artması gibi… 2- Burak denen yine rivayete göre, eĢekten büyük katırdan küçük çok hızlı bir hayvan tasviri Ġslam‟ı bir mitolojiye çevirmekten baĢka bir Ģey değildir. Bu zihniyet, yarı at yarı insan veya tek boynuzlu at gibi mitoloji adı altındaki uydurmaları yaratan zihniyetle aynı zihniyettir. Dinimiz ise, aklı ve mantığı kabul eden ve bunu öğütleyen bir dindir. 3- ALLAH‟a ulaĢmak için göğe yükselme ve ALLAH‟ın huzuruna çıkma, ALLAH‟a bir mekan tayin etme olup, ALLAH‟ın mekandan münezzeh olması durumuna aykırıdır. Ayrıca bu durum sonsuz bir gücü cismanileĢtirmek, ALLAH‟ı bir tahta oturtmaktır. 4- Kuran‟da birçok yerde ALLAH dininin değiĢmeyeceğini söylüyor: ĠSRA 77. “Senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki kanun (da budur). Bizim kanunumuzda hiçbir değiĢiklik bulamazsın.” FATIR 43. “ …Onlar öncekilerin kanunundan (onlara uygulanandan) baĢkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kanununda asla bir değiĢme bulamazsın, Allah'ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın.” AHZAP 62 “…Allah'ın kanununda asla bir değiĢiklik bulamazsın.” Dolayısıyla, bir ibadet ki bu namaz gibi dinin direği kabul edilen bir ibadet, Adem zamanında nasılsa Muhammed Peygamber zamanında da öyle olmalıdır. Mantıklı olanı da budur. Bir Ģey ya doğru ya yanlıĢ ya da diğerinden biraz daha doğrudur. ALLAH, bir kulu için doğru ibadet ve Ģeklini, diğeri için yanlıĢı ve bir diğeri için de biraz daha doğru bir ibadet ve Ģeklini emredebilir mi? Sonsuz bir ilim sahibi için en doğrusu hangisi ise, elbette ALLAH herkese onu emredecektir. 50 vaktin yanlıĢ olup yine de kula emredilmiĢ olması, benim düĢüncemdeki ALLAH inancı ile örtüĢmez. ALLAH, kuralını Adem‟e, Ġbrahim‟e, Musa‟ya, Ġsa‟ya ve Muhammed‟e de aynı Ģekilde emreder ancak sonradan insanlar bozduğu için farklıymıĢ gibi zannedilir. Yine bu madde altında Ģu düĢüncemi de belirmek istiyorum: Musa 5 vakte de çok diyor ancak Muhammed tekrar ALLAH‟ın huzuruna çıkmaktan utanacağını belirtiyor. Musa‟nın dediği doğruysa ki, bundan önceki 9 seferde doğru çıktı ve ALLAH değiĢtirdi, siz Peygamberimizin utanmasından dolayı mı fazla vakit namaz kılıyorsunuz? O zaman tekrar Rabbimizin huzuruna çıksaydı, her halde 3 vakte falan inecekti. Peki hangisi doğru? 3, 5 ya da 50? ALLAH‟ın hangisinin doğru olduğunu bilmemesi veya kulları için daha az doğru olanı farz kılması mümkün mü? Hem de, yukarıda belirttiğim gibi ayetler mevcutken, namaz gibi bir ibadet bu kadar değiĢken olabilir mi? 5- Bütün peygamberler bir beĢerdir. Melek değillerdir. Gaybı bilmezler. ALLAH istemedikçe mucize gerçekleĢtiremezler. Onlar sadece uyarıcıdırlar. Bunlar da Kuran‟da geçmektedir: AHKAF 9 “De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” CĠNN 21. “ De ki: Doğrusu ben (kendi baĢıma) size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim.” FATIR 22-23 “Dirilerle ölüler de bir olmaz. ġüphesiz Allah, dilediğine iĢittirir. Sen kabirlerdekilere iĢittiremezsin! Sen sadece bir uyarıcısın.” MAĠDE 109. “Allah'ın peygamberleri toplayıp da "Size ne cevap verildi" dediği gün, "Bizim hiçbir bilgimiz yok, Ģüphesiz gizlilikleri hakkıyle bilen ancak sensin" diyeceklerdir.” KEHF 110. “De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beĢerim…” NEML 92. “…De ki: Ben sadece uyarıcılardanım.” EN‟AM 50. “De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düĢünmez misiniz?” RAD 40. “…muhakkak sana düĢen tebliğ etmek, hesap ise bize aittir.” NAHL 35. “…Buna karĢı peygamberin görevi, açık bir tebliğden baĢka birĢey değildir.” Maide Suresi 116. ve 117. ayetlerinde ALLAH Ġsa‟ya kendisini tanrı diye tanıtıp tanıtmadığını sorduğunda Ġsa Ģu cevabı veriyor; “…HâĢâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan Ģeyi söylemek bana yakıĢmaz. Hem ben söyleseydim sen onu Ģüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin. Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. Ġçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her Ģeyi hakkıyla görensin.” ĠĢte bu ve birçok ayette peygamberlerin bir beĢer olduğu ve görevlerinin ALLAH‟ın ayetlerini tebliğden ibaret olduğu, gaybı bilmediklerini görüyoruz. Tüm bunların karĢısında ALLAH‟ın bilmeyip Musa‟nın bilmesi veya Muhammed‟in ALLAH‟ın emrine rica yoluyla da olsa karĢı gelmesi Kuran‟ın özüne ters düĢmektedir. 6- Miraç olayının yaĢandığı söylenen tarihte veya Ġsra Suresi 1.ayet indiğinde “Mescid-i Aksa” olarak ifade edilen yerin Kudüs‟te olması mümkün değildir. O tarihte, bugünkü Mescid-i Aksa olan yerde, Süleyman Peygamber‟in yaptığı mescidin kalıntıları vardı ve en önemlisi burası “Beyti Makdis” ismiyle bilinmekteydi. MS. 638 yılında Kudüs Halife Ömer döneminde fethedilmiĢ ve tarafından bugünkü “Mescid-i Aksa” inĢa edilmiĢtir. Emevi Devleti‟nin 5.halifesi Abdülmelik bin Mervan tarafından bu mescid geniĢlettirilmiĢtir. “Mescid-i Aksa” isminin onun zamanında konulduğu düĢünülmektedir. Hatta bu mescidin yanındaki Abdülmelik bin Mervan tarafından yapılan Kubbetu‟s Sahra bu tarih bilgisizlikleri yüzünden yıllarca Mescid-i Aksa zannedilmiĢtir. 7- Bu hikayenin bir kısmı Tevrat‟tan kopyala, yapıĢtır yapılmıĢ olabilir mi? ALLAH ile peygamberi arasında elliden baĢlayarak pazarlık yapmak, aynı Ģekilde Tevrat‟ta da var dersem buna tesadüf mü dersiniz? Ġbrahim Sodom için Yalvarıyor YaratılıĢ18: 22-33. “Adamlar oradan ayrılıp Sodom'a doğru gittiler. Ama İbrahim RAB'bin huzurunda kaldı. RAB'be yaklaşarak, "Haksızla birlikte haklıyı da mı yok edeceksin?" diye sordu. "Kentte elli doğru kişi var diyelim. Orayı gerçekten yok edecek misin? İçindeki elli doğru kişinin hatırı için kenti bağışlamayacak mısın? Senden uzak olsun bu. Haklıyı, haksızı aynı kefeye koyarak haksızın yanında haklıyı da öldürmek senden uzak olsun. Bütün dünyayı yargılayan adil olmalı." RAB, "Eğer Sodom'da elli doğru kişi bulursam, onların hatırına bütün kenti bağışlayacağım" diye karşılık verdi. İbrahim, "Ben toz ve külüm, bir hiçim" dedi, "Ama seninle konuşma yürekliliğini göstereceğim. Kırk beş doğru kişi var diyelim, beş kişi için bütün kenti yok mu edeceksin?" RAB, "Eğer kentte kırk beş doğru kişi bulursam, orayı yok etmeyeceğim" dedi. İbrahim yine sordu: "Ya kırk kişi bulursan?" RAB, "O kırk kişinin hatırı için hiçbir şey yapmayacağım" diye yanıtladı. İbrahim, "Ya Rab, öfkelenme ama, otuz kişi var diyelim?"dedi. RAB, "Otuz kişi bulursam, kente dokunmayacağım" diye yanıtladı. İbrahim, "Ya Rab, lütfen konuşma yürekliliğimi bağışla" dedi, "Eğer yirmi kişi bulursan?" RAB, "Yirmi kişinin hatırı için kenti yok etmeyeceğim" diye yanıtladı. İbrahim, "Ya Rab, öfkelenme ama, bir kez daha konuşacağım" dedi, "Eğer on kişi bulursan?" RAB, "On kişinin hatırı için kenti yok etmeyeceğim" diye yanıtladı. RAB İbrahim'le konuşmasını bitirince oradan ayrıldı, İbrahim de çadırına döndü.” Daha ayrıntılı bir çalıĢma ile bu mitolojik masalın Kuran, akıl ve mantık çeliĢkileri çoğaltılabilir. Ancak ben sadece Ģunu belirtmek istiyorum. Miracı reddetmek Peygamberimize bir küfür değil, tam tersi ona atılan iftirayı temizlemektir. Sizler, her Ģeyi Musa‟nın bildiği, Muhammed‟in ise bir Ģey bilmeyen gariban bir cahil yerine konduğu bu Yahudi kaynaklı uydurmayı körü körüne savunurken, Peygamberimizi koruduğunuzu mu zannediyorsunuz? Gerçekten siz hiç düĢünmüyor musunuz? ġimdi, Miraç‟ın Kuran‟daki kaynağı gösterilen Ġsra Suresi 1. ayet ve Necm Suresi 6 ila 18. ayetlerini inceleyelim. Bu ayetleri tekrar tekrar okuyun. Miraç, namaz ve daha neler neler bu ayetlerin neresinden çıkabilir? Necm 6-18‟den baĢlayalım: 6. Ve üstün yaratılıĢlı(melek), doğruldu: 7. Kendisi en yüksek ufukta iken. 8. Sonra (Muhammed'e) yaklaĢtı,(yere doğru)sarktı. 9. O kadar ki (birleĢtirilmiĢ) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu. 10.Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi. 11.(Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı. 12. Onun gördükleri hakkında Ģimdi kendisi ile tartıĢacak mısınız? 13. Andolsun onu, önceden bir defa daha görmüĢtü, 14.Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında . 15. Cennetü'l-Me'vâ da onun yanındadır. 16. Sidre'yi kaplayan kaplamıĢtı. 17 Göz ne kayıp ĢaĢtı ne azıp haddi aĢtı. 18 Yemin olsun ki Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü. Buradaki 6 ila 12. ayetler arası bir vahiy olayının anlatılıĢından ibarettir. 6 ila 12‟den miraç olayını çıkamazsınız. 6 ila 12. ayetler arası miraca iĢaret ederse, o zaman 13. ayetten miraç olayının iki defa yaĢandığı ve öncekinin 14 ve 15. ayetlerde tarif edilen mekanda gerçekleĢtiği sonucu çıkar. “Önceden bir defa daha gördüğü” ile ALLAH, göğün bilmem kaç kat yukarısını değil, Cebrail‟i veya Peygamberimizin aldığı vahyi ifade etmiĢ olup, 11 ve 12. ayetlerde Peygamberimizin gördüğü de Cebrail‟den veya vahiyden ibarettir. 11. ayette kalbinin yalanlamaması da bu vahyi kalbinin kabul etmesi Ģeklinde anlaĢılmalıdır. Böylece anlam bütünlüğü sağlanacaktır. Bu ayet grubunda, 6 ila 12 de, bir vahiy olayı anlatılmıĢ ve devamında da bu vahiy olayının önceden bir kez daha gerçekleĢmiĢ olmasından baĢka bir Ģey söylenmemiĢ olup, buradan Miraç olayının çıkarılması gerçekten çok ilginçtir. Peki 14 ve 15. ayetlerdeki ifadelerin kelime anlamlarına bakarsak: “Sidretü‟l Münteha”nın kelime anlamı “Uçtaki ağaç” veya “Son sınır ağacı” dır. “Cennetü‟l Me‟va”nın kelime anlamı ise ahirette ki cennet ile ilgili olmayıp, Hakkı Yılmaz‟a göre “Oturmaya değer bahçe”, Süleyman AteĢ‟e göre “Oturulacak bahçe”, YaĢar Nuri Öztürk‟ün çevirisine göre de “Sığınılacak bahçe”dir. Hakkı Yılmaz‟ın Tebyinu‟l Kuran eserinin 1.cildinde bu ifadenin kelime anlamları yeterince ayrıntılı anlatılmıĢ ve bu yerlerin bir coğrafi yer olarak tasvir edildiği belirtilmiĢtir. Ancak bu kelimeler bir özel isim olarak çevrilmekte ve düĢünülmektedir. Günümüze kadar ise son sınır ağacına mitolojik kutsiyetler yüklenmiĢtir. Ancak bu ağacın, o zamanlar sınır belirlemek için dikilen bir ağaç olduğu ve hatta günümüzde Arabistan kirazı denen ağaç olabileceği düĢünülmektedir. Sonuç olarak ayetleri tekrar okursak, Peygamberimizin bir vahiy aldığını ve bu vahyi önceden bir kez daha, sınır ağacının dikilmiĢ olduğu ve yanında bir bahçenin bulunduğu uzak, sınırda bir yerde aldığını anlarız. 17 ve 18. ayetler ile de bu olayın bir vahiy olayı olduğunun sağlamasını yaparız. Çünkü elbette ki, her vahiyde peygamberimiz ayetlerden bir kısmını görür. Peygamberimiz vahyi alır ve ne ĢaĢırır ne de Ģımarır, tahmin ettiği ALLAH‟a kavuĢur. Miraç olayının kaynak gösterildiği diğer ayet olan Ġsra Suresi 1. ayeti inceleyelim: “Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten iĢitendir, görendir.” Burada sadece elimizde Peygamberimizin Kabe‟den neresi olduğu bilinmeyen bir yere gidiĢi var. Bu ayette baĢka ne yazıyor da, yazının baĢında anlattığımız miraç olayı ispatlanmıĢ oluyor? Bütün bu hikaye, namazın farz ediliĢi, kılınıĢının öğretiliĢi ve daha neler neler bu ayette yazıyor da biz mi göremiyoruz? Bu ayette Ģunu belirtmeliyiz, “Aksa” uzak demektir. Dolayısıyla Mescid-i Aksa “Uzak mescid” anlamına gelmektedir. Bu kelime ile o dönem “Beyti Makdis” olarak bilinen Kudüs‟deki Mescid-i Aksa‟nın kastedilmesi söz konusu olmayıp, burada sadece Kabe‟den uzak bir mescid kastedilmektedir. ġimdi sadece bir tahminden ibaret olan kendi yorumumuza gelelim: Alak Suresi, Peygamberimize indirilen ilk suredir. Ġlk vahyin “Ġkra” olması da fevkalade önemli olup, anlamı salat, hacc ve cihadın temelidir. Böylece Rabbimizin en büyük ayetlerinden bir kısmını oluĢturmaktadır. Ve bu ilk surenin 9 ve 10. ayetinde Peygamberimizin kovulduğu öğrenilmektedir. Demek ki, o gün Peygamberimiz Mekkeli müĢriklere çok farklı Ģeyler anlattı ki, oradan kovuldu. Tekrar ediyorum, bu olay gerçekleĢtiğinde, daha hiç vahiy inmemiĢti çünkü bu olayı ilk vahiyden öğreniyoruz. Hikayenin devamını Ġsra Suresinin 1. ayetiyle devam ettirirsek, Peygamberimiz Kabe‟den, yani Mescid-i Haram‟dan kovulduktan sonra, yanında bir bahçe olan uzak bir mescide gidiyor. Burası Hakkı Yılmaz‟a göre, Taif yolu üzerinde, Cirane vadisinin yamacında eski bir mescittir. Bu uzak bir yerdeki mescid yorumu, Necm Suresindeki son sınır ağacındaki coğrafyaya da uygun düĢmektedir. ĠĢte bir gece Ġsra Suresinde belirtildiği gibi kendisine ayetlerinden bir kısmını göstermek, yani ilk vahyini bildirmek için ALLAH, salattan kovulan Peygamberimizi bu mescide getiriyor ve burada ona ilk vahyi indiriyor. Bunun üzerine Necm Suresi 17 ve 18. ayetler de belirtildiği üzere, Peygamberimiz ne ĢaĢırdı, ne de Ģımardı ve ayetlerden bir kısmını, yani Alak Suresi‟ni vahiy aldı. Asla, doğru olan budur demiyorum. Sadece Kuran‟ı kaynak alarak yapılmıĢ bir yorum olup, insanları düĢünmeye ve araĢtırmaya sevk etmek içindir. Ancak böyle bir hikaye her halükarda yukarıdaki hikayeden çok daha Kuran‟a, akla ve mantığa uygun düĢmektedir. Burada hemen, “KardeĢim, hani Resulullah ilk vahyi Hira Mağarası‟nda almıĢtı?” diye sorabilirsiniz. Peygamberimizin ilk vahyi bir mağarada aldığına dair Kuran‟da bir bilgi yoktur. Bu bilgide hadis kaynaklı olup, hatta hadise göre Cebrail 3 kez oku demiĢtir. Demek ki Kuran yazılırken 2 si unutuldu. Bir mağarada ilk vahyini alan Muhammed değil, sözde peygamber ZerdüĢt‟tür. Peygamberimiz bir mağarada inzivaya çekilmiĢ midir bilmiyorum ama ZerdüĢt, Sabalan Dağı‟nda bir mağarada yıllarca inzivaya çekilmiĢtir. Hadisleri yazanların da ZerdüĢt topraklarından çıkmıĢ olması ve hadislerle birçok ZerdüĢt uydurmasının Ġslam‟a sokulması acaba bir tesadüf müdür? Ayrıca Hira Dağı‟nın bu kadar kutsallaĢtırılması, çokça Ģahit olduğumuz, ham ve bayat Müslümanların “Yahudilerin Tur dağı var, bizimde Hira dağımız olsun” Ģeklindeki zihniyetinin bir sonucu olabilir mi? KADR 1. “Biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik.” Dolayısıyla, bu vahyin, yani ilk vahyin indiği gece Kadir gecesine iĢaret eder. Miraç rivayetine dayanak gösterilen bütün bu ayetler, bizim yorumumuza göre Kadir gecesine isabet etmiĢ olur. Miraç olayı var mıdır, ne Ģekilde vardır bilmiyorum. Ama Ģunu çok iyi biliyorum ki, Kuran-ı Kerim‟de kaynağı yoktur. NAMAZIN ġARTLARI Müslümanların yıllardır namaza verdikleri değer ortadadır. Namaz, Ġslam diyince insanların aklına gelen birkaç kavramdan biri olup, hatta koskoca Ġslam dini neredeyse namaza indirgenmiĢ durumdadır. Bu durum çok doğaldır çünkü namaz, insanların ellerini cebine götürtmeyen, çıkarlarına ters düĢürtmeyen bedava bir ibadettir. Kuran‟daki tazarrulu dua, hurafe ve bidatler eklenerek namaz adı altında tabulaĢtırıldıktan sonra, namazın farzları, Ģartları, kuralları, rükunları Ģeklinde bir sürü liste dayatıldı. Ancak ne hikmettir ki, bunların hiçbiri Kuran‟da yoktur. Dolayısıyla ya birileri bazı emeller doğrultusunda hurafe ve bidat dolu bir namazı insanlara dayattı ya da sonsuz güç sahibi, zamandan münezzeh, her Ģeyin yaratıcısı ALLAH‟ın bizlere gönderdiği kitap eksik… YASĠN 69. “Biz ona (Peygamber'e) Ģiir öğretmedik. Zaten ona yaraĢmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiĢ bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır.” ENAM 126. “Bu (din), Rabbinin dosdoğru yoludur. Biz, öğüt alacak bir kavim için âyetleri ayrıntılı olarak açıkladık.” KEHF 54. “Hakikaten biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali sayıp dökmüĢüzdür.” Namazın Ģekli, rekat sayıları, nasıl kılınacağı, kaza edilebilmesi, namazı bozan Ģeyler, namazda hangi sözlerin söyleneceği ve daha neler neler hiçbiri Kuran‟da yoktur. Ġyi de, yukarıdaki ayetlerde ALLAH, Kuran‟ın ayrıntılı bir kitap olduğunu söylüyor ama bunların hiç biri bu kitapta yok. Apaçık olduğunu söylüyor ama namazı anlamak için bile, 250 yıl sonra yazıya geçirilen hadislere muhtacız. Burada hiç mi sorgulanması gereken yerler göremediniz? Tamam kızmasınlar, sorgulamayalım. O halde Ģunu kabul etmiĢ oluruz; “ALLAH, yukarıdaki ayetlerde yalan söylüyor.” Ayrıntılı açıkladık diyor, fakat neredeyse hiç anlatmamıĢ. Apaçık diyor, ama kap kapalı. Yalancı(!) bir ilah ile karĢı karĢıya mıyız? ĠĢte, sorgulamadan kabul ettiğiniz Ģeylerin sonu nereye varıyor görüyor musunuz? ALLAH yalancı olmadığına göre, namaza da dil uzatamayacağımıza göre, kabul edebileceğimiz tek bir Ģey kaldı. O da; “Kuran eksiktir.” Namaz ile ilgili neredeyse her Ģey hadislere dayanır. Bir an için bu sözlerin gerçekten Peygamberimize ait olduğunu düĢünelim. Peygamberimizin bu bilgileri bilmesinin, en azından bizlere farz diye dayatılanları bilmesinin tek yolu, ona ALLAH tarafından vahiy ile bildirilmesi değil midir? Peki, bütün vahiyler Kuran‟da yazıyorsa, bu vahiyler nerede? Her halde yazılması unutuldu. Yani, Kuran eksiktir. Bunu ben demiyorum. Mantık süzgecinizden geçirmeden, sorgulamadan kabul eden sizler diyorsunuz. Sorgulamadan kabul ettiğiniz Ģeylerin sonu nereye varıyor bir kez daha gördünüz mü? Bir yol ayrımına girdik. Birinden birini seçmek zorundayız. Ya sadece Kuran‟a sarılıp, uydurmaları bulup, sonra hepsini reddedeceğiz ya da uydurmaları kabul edip, doğrudan veya dolaylı olarak “Kuran eksiktir” diyeceğiz. Bu mantığı namaza uyguladığımız gibi Ģüphesiz ki bizlere din diye anlatılan her konuya da rahatlıkla uygulayabiliriz. Bu mantığı, konumuz olan namaz ile ilgili olarak biraz daha somutlaĢtıralım ve rekat kavramını ele alalım. Ne kadar ilginçtir ki, Kuran‟da “Rekat” kelimesi geçmez. Ancak ALLAH tarafından hiç vahiy edilmemiĢ, Kuran‟da hiç geçmeyen bu kelime ile ilgili Peygamberimiz tarafından söylendiği iddia edilen ve birbirleriyle de çeliĢen onlarca hadise rastlamaktayız. ALLAH tarafından elçisine bir kez bile söylenmemiĢ bir kelimeyi, aynı elçinin dini bir kavram olarak anlatması bile ne kadar mantıksızken, nasıl olur da aynı elçi, bu kavramı namazın Ģartı olarak söyleyebilir? Bu hadislerin Peygamberimize ait olduğuna inanmamızı nasıl beklersiniz? Hadislerde rekat sayılarına baktığımızda birbirinden farklı sayılar ile karĢılaĢmaktayız. Yıllar içinde ulema çıkıp, çorba haline getirilmiĢ bu konu hakkında oturup anlaĢmıĢ, kendilerince bazı sayıları kabul etmiĢ ve bugün insanlara ezberlettirilen sayı yığınları ortaya çıkarılmıĢtır: Yok Ģu vakit Ģu kadar ilk sünnet, Ģu kadar son sünnet, Ģu kadar vitir, Ģu kadar vaciptir. Ve de insanları en aptal yerine koyanı yok Ģu vakit Ģu kadar rekat FARZdır. Hadi sünnetleri, vitirleri, vacipleri bu insanlara yutturdunuz, hangi yüzle Ģu kadar rekat farz dersiniz, hiç mi Kuran‟ı okumadınız? Kuran‟ın neresinde bilmem hangi vakti Ģu kadar rekat kılın yazıyor? Bu tarz uydurmalarınızı insanlar görmesin diye mi yıllarca insanlardan Ģeytanın bile aklına gelmeyecek yollarla Kuran‟ı sakladınız? Hadi Peygamberimizin ALLAH‟tan bir kez bile vahiy almadığı bir kavram ile ilgili hadisler söylemesini bir Ģekilde yedik, fakat bu kavramla ilgili FARZ diyerek sayılar belirtmesini kabul etmemiz için ya Kuran‟ı hiç okumamamız ya da akılsız olmamız gerekir? Farz, ALLAH‟ın emri değil midir? ALLAH, emirlerini elçisine vahyederek bildirmemiĢ midir? Kuran, ALLAH‟ın Resulullah‟a vahyettiği bütün sözlerin toplanması değil midir? Dolayısıyla Peygamberimizin örneğin sabah namazının 2 rekat kılınması ALLAH‟ın emridir, farzdır diyebilmesi için bunu ALLAH‟tan vahiy almıĢ olması ve dolayısıyla bunun Kuran‟da yazması gerekmez miydi? ĠĢte o zaman ya bu vahiy gerçekten Peygamberimize geldi ama Kuran‟a eklenmedi, yani Kuran eksik ya da bu hadisler diğer birçoğu gibi uydurma… Tabi yıllardır Kuran‟da olmayan yüzlerce Ģey farz, helal, haram olarak insanlara kabul ettirilip, tüm bunlar tabulaĢtırıldığı ve diğer birçok Ģeylerle de insanlar uyutulduğu ve uyuĢturulduğu için, kimse de çıkıp aklını kullanıp, sorgulayıp bu kadar basit bir mantığı göremedi. Görenler de dillendirmeleri durumunda karĢılaĢacağı zulümleri bildiği için susmayı tercih etti. Rekat denen kavramın dinimizde hiçbir karĢılığı yoktur, akla mantığa sığan bir tarafı da yoktur. Aynı Ģeyleri tekrar tekrar yapmak mantıksızlıktan öte saçmalıktır. Aynı Ģeyleri anlamsızca tekrarlamak ayindir. Ayinin ise dinimizde yeri yoktur. Müminler değil, putperestler ayin yapmakta, aynı hareketleri putlarının karĢısında tekrar tekrar yaparak putlarına kulluk etmekteydiler. Rekat kavramı da namazı ayinleĢtirmekte, ALLAH‟ı bir put yerine koymaktadır. Kuran‟daki namazda da, yani tazarrulu duada da rekatın, yani aynı Ģeylerin anlamsızca tekrar edilmesinin yeri yoktur. Böyle bir Ģey dua ile bağdaĢmaz. Müslüman duasını aklıyla, zihniyle, gönlüyle eder, bedeni ile mantıksızca aynı hareketleri tekrarlayarak değil. Kısacası duanın/namazın rekatı olmaz. Yani gelenekçi bakıĢ açısıyla söylemek gerekirse namaz 1 rekattır. Bunu diyince birileri hemen paranoyalara kapılmakta namazın kısaltılmaya çalıĢıldığını, ardından namazın yok edilip dinin yıkılacağını söylemektedirler. Asıl onlar namazı yok ettiler. Onlara kalsa millet art arda 30-40 rekat namaz kılsa, 30-40 kere aynı Ģeyleri yapıp dursa bunun hiçbir saçma yönü olmayıp, sevap üstüne sevap kazandırır. Tazarru, yakarma, alçalma, yüceltme, teslim olma, bunları gerçekleĢtirmek ve bunun için konsantrasyonu sağlamak falan bunlar hiç önemli değil. Defalarca yat kalk, içinden robot gibi seriye bağlayıp Arapça bir Ģeyler oku, bunu eksiksiz yap, tamamdır Cennet‟e girersin. Bugün insanlara dayattığınız 5-10 rekatlı namazlar namazı uzatmamakta tam tersi kısaltmaktadır. Ġnsanlar, bugün ki kalıplaĢtırılmıĢ, bir standarda bağlanmıĢ 4 rekat bir namazı istediği kadar yavaĢ kılsınlar en fazla 2-3 dakika sürmektedir. Yani asıl rekatlı namaz, namazı kısaltmaktadır. Ben istersem 5 dakika Rabbimin karĢısında el pençe divan dururum, sonra istersem 10 dakika boynumu bükerek otururum ve sonra istersem 5 dakika yere kapanırım. ĠĢte böyle bir namaz size göre 1 rekattır ama 20 dakika sürmüĢ olup, yaklaĢık olarak sizin 3040 rekatınıza denktir. Ayrıca kiĢi böyle bir namazda, kendisinden istenen zihni alçalma, ALLAH‟ı yüceltme, tazarru, tesbih, teslimiyet kavramlarını, o anki ruh haline göre harmanlayarak namazını daha konsantre olarak kılar. Böylece konsantrasyon ve samimiyet açısından çok daha güzel bir Ģekilde eda edilmiĢ bu namaz, bize göre günümüzdeki sıfır konsantrasyonlu az samimiyetli 100 rekat namaza bedeldir. Emevilerle birlikte dinin her konusunda olduğu gibi namazda yozlaĢmıĢ ve namaza birçok hurafe ve bidat yüklenmiĢtir. Bize göre rekatta ya bir Emevi uydurması ya da baĢka dinlerden bir bidattir. Çünkü rekatın ne Kuran‟da bir karĢılığı vardır ne de akla mantığa uyan bir tarafı. Rekat namazı ayinleĢtirmekte, tamamen bir Ģekle indirgemekte ve konsantrasyonu da zorlaĢtırarak ortaya samimi olmayan namazlar çıkarmaktadır. Böylece asıl istenen zihni alçalma yaĢanamamakta ve namazlar sadece görev bilinciyle yerine getirilmektedir. Rekat konusunda söylediklerimizi, Kuran‟da olmayan “Namazın ġartları” ile ilgili diğer konular için de söyleyebiliriz. Örneğin, Namazın Ģartlarından denilerek söylenen “Avret yerlerini örtmek” de çok ilginçtir. Avret yerlerini ALLAH yaratmadı mı? Neyi, kimden saklıyoruz? Diyelim ki sakladık ve örttük, sonsuz güç sahibi, insanların aklının içindekini bile gören ALLAH, örtünün altındakini göremiyor mu? Biz bunları söyleyince insanlar ne yazık ki dediklerimizi çarpıtarak anlıyorlar. Sanki biz çırılçıplak namaz kılıyor veya kılmak istiyoruz. Merak etmeyin, böyle bir Ģart olmadığını söyleyince kimse de “Oh iyi o zaman çırılçıplak namaz kılayım” diyecek değil. Bizim anlatmak istediğimiz, ALLAH‟ın söylemediği Ģeyleri, kendinizi ALLAH yerine koyup farz diye, Ģart diye söylememeniz gerektiğidir. Aynı mantıkları, kadınları ALLAH‟ından ve Ġslam‟dan uzaklaĢtıran “BaĢ örtme” veya “Hayızlı olmama” gibi Ģartlar için de rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir diğer örnek olarak, namazın ille de belirli hareketlerle, belirli bir Ģekil ve sırayla kılınacağı Kuran‟da yoktur. Yok Ģu hareketi yaparken, tam o sırada Ģu Arapça cümleyi söyleyeceksin gibi Ģeyler dua ile bağdaĢmaz. Ġnsanlar o anki ruh hallerine göre nasıl içlerinden geliyorsa o Ģekilde dua etmeli, Rablerine yakarmalıdır. Böyle farzlaĢtırmaları, ĢartlaĢtırmaları, dayatmaları duyduğumda hep benim aklıma Ģu gelir. ALLAH, mahĢerde dev bir ekran kuracak, futbol yorumlarında olduğu gibi, kulunun nasıl namaz kıldığına bakıp “Bak bu hareketi yanlıĢ yapmıĢsın” veya “Tam Ģu hareketi yaparken Ģu sözü söyleyecektin, namazını kabul etmiyorum, yaz Ģu kadar günah” diyecek… Dolayısıyla aklıma yatmadığı için ben hiçbir zaman böyle Ģekil Ģartlarını kabul etmeyeceğim. KiĢi nasıl içinden gelerek, samimi bir Ģekilde Rabbine yakarır, O‟na dua eder ve O‟nu yüceltirken kendini de zihnen alçaltırsa bu, benim düĢüncelerime göre namazdır. Namazın belirli bir Ģeklinin olmaması, Kuran‟da namazın kaza edilebileceğinin söylenmemesiyle de bağdaĢır. Eğer namazın belirli bir Ģekli olsaydı, bunun doğal bir sonucu olarak insanların bu namazı istemeyerek kaçırma olasılıkları doğar ve de bu sebeple onlara kaza edebilme hakkının tanınması gerekirdi. Namazın belirli bir Ģeklinin olmamasından ve bedeni bir kavram değil, zihni bir kavram olmasından dolayı, aklı yerinde olduğu sürece bir insan her hal ve koĢulda namazını eda edebilir. Bir insan namazı ancak kasten kaçırabilir. Böyle bir durumda da yapabileceği tek Ģey ALLAH‟tan af dilemektir. Yani elli yaĢına gelip, yirmi yaĢında kılmadığı namazları kılma gibi bir imkanı yoktur. Böyle bir Ģey zaten namazın, günlük olarak fayda elde edilmesi beklenen bir görev olmasından uzak, saçma ve komik bir harekettir. Namazın belirli bir Ģeklinin olmadığı ve bedeni değil, zihni bir kavram olduğuna dair görüĢlere karĢı savunulan iddia ise, namazın Cebrail tarafından öğretildiği veya Peygamberimize Miraç‟ta öğretildiğidir. Ġslam akıl dinidir. Kuran yüzlerce ayetinde aklı kullanmayı, düĢünmeyi, sorgulamayı, tefekkür etmeyi öğütler ve hatta bunları yapmayanları lanetler. Kimse bizim böyle çocuksu masalları, mitolojik hikayeleri kabul etmemizi beklemesin. Velev ki sizin dediğiniz doğru ve bir melek geldi, Peygamberimize namazın nasıl kılınacağını öğretti diyelim. Namaz konusunda hadis kitaplarındaki onlarca çeliĢkinin, mezhepler arasındaki onlarca farklılığın, tüm bu ihtilaf ve tartıĢmaların doğacağını ALLAH bilemedi mi? Zamandan münezzeh olan ve bunların olacağını bilen ALLAH, meleği ile Peygamberine öğrettiğini, bir iki ayetle kitabına yerleĢtirmeye üĢendi(!) ve bunca kargaĢanın doğmasına göz mü yumdu? ĠĢte tefekkür ettiğinizde, söylenenlerin sonunun dolaylı olarak ALLAH‟a küfre ve Kuran‟ı değersizleĢtirmeye sebebiyet verdiğini göreceksiniz. Namaz, kulun ALLAH huzurundaki en samimi, en duygusal ve en aciz halidir. Namaz, kulun her Ģeyi bir kenara bırakıp, ALLAH ile baĢ baĢa kaldığı zamandır. Namaz, tamamen kul ile ALLAH arasındaki özel bir iliĢkidir. Bu özel iliĢkide hiçbir 3. varlığın yönlendirmesi söz konusu olamaz. Dolayısıyla kul, o anki ruh haline göre nasıl, ne Ģekilde, ne kadar namaz kılmak istiyorsa, öyle namaz kılar. Kimse ortaya atılıp da GARDĠYANLIK yapamaz. ALLAH ile kul arasına girip “Sen Rabbinle tam olarak Ģu zaman, Ģu kadar görüĢebilirsin” veya “Sen Rabbinin huzurunda Ģu Ģekilde duracaksın, Ģöyle namaz kılacaksın, elini Ģuraya koyacaksın, baĢını buraya çevireceksin, Ģu hareketi yaparken içinden de bunu okuyacaksın” diyemez. Duayla/namazla ilgili çoğu konu, kulun özgür iradesine bırakılmıĢ olup, kul ile ALLAH arasındadır. KIBLE Kuran‟daki tazarrulu dua ile salat kavramı namazlaĢtırıldıktan sonra, ulema tarafından namaza olmazsa olmaz bazı Ģartlar yüklenmiĢtir. Bu Ģekil Ģartlarından biri de kıbledir. Kuran‟da Bakara 142-150 ayetleri arasında bahsedilen kıble, her ne kadar bu 9 ayetlik bölümde dua, salat, namaz gibi kelimeler hiç geçmemesine rağmen, namazda herkesin döneceği yön olarak anlaĢılmıĢtır. Uydurma rivayetlerle de bu yorum insanlara zorla kabul ettirilmiĢtir. Bu ayet grubunda dua, salat veya namaz kelimeleri geçmemesine rağmen, mealciler iĢin kolayına kaçmıĢ ve resmen kendilerini ALLAH yerine koyarak, bir parantez açıp bu kelimeleri ekleyivermiĢlerdir. Yaptıkları cahilliğin fakında da değillerdir. ALLAH, bu kavramlardan birini söylemeyi unuttu(!) ve Peygamberimiz de bu eksikliği fark etmedi ya da fark etti ama kendisi de eklemeyi unuttu veya ALLAH‟ın unuttuğunu(!) eklemekten korktu da mı bu 9 ayetten birinde dahi bu kavramlardan biri geçmiyor? O zaman ALLAH sizden razı olsun, ALLAH parantezlerinize zeval vermesin… Siz parantez açarak bu kavramları ekleyince, aklınızca dini de, namazı da kurtardınız değil mi? Diyelim ki sizler haklısınız… ALLAH‟a aĢk ile yönelmiĢ bir insan yaratıcısına dua ederken, hatta ona ağlaya ağlaya yakarırken, kul ile ALLAH arasına girip, “KardeĢim, ille de Ģu yana döneceksin!” demenin mantığı nedir? Daha da ileri gidip, ALLAH‟ı zalim bir ilah yerine koyarak “ġu tarafa doğru kılmazsan bütün namazların yanar, hiçbiri kabul olmaz!” dediğiniz de, kendinizi ALLAH‟ın yerine koymuĢ olmuyor musunuz? ALLAH, o içten duaları, aciz yakarıĢları sırf bir Ģekil eksikliğinden dolayı yok sayıp, çöpe mi atar? Bakara Suresindeki 9 ayette belirtilen kıble; dua, salat veya namaz ile ilgili değildir. Kıblenin ne olduğunun anlaĢılması için baĢta Bakara Suresi‟nin geneline vakıf olmak gerekir. Ġnsanlar, cımbızla ayet seçip anlamaya ve yorumlamaya kalktığı için bu tür yanlıĢlar doğmaktadır. Ancak Muhammed Abduh‟un dediği gibi, Kuran kendi kendisini tevsir ettiğinden, Kuran‟ı anlamak için, geneline vakıf olmalı ve sistematik yorumlar yapmalıyız. Kıblenin ne olduğunu anlamak için Bakara Suresi‟nin geneline vakıf olmanın yanı sıra çok az da tarihi bilgiye sahip olmamız gerekir. Kuran, nüzul sırasıyla, yani indiriliĢ sırasına göre anlaĢılmaya çalıĢılmadığı için, resmi yerleĢtiriliĢte 2. sırada yer alan Bakara Suresi ile ne zaman, neden, kime, ne anlatıldığı idrak edilememektedir. Bakara Suresi, Kuran‟da 87. sırada inen bir suredir. Ġndirildiği zaman, Müslümanların Medine‟ye daha yeni hicret ettiği bir dönemdir. Müslümanlar, Medine‟ye davet edildiklerinde, bu daveti büyük bir mutlulukla karĢılamıĢlardı. Çünkü Medine nüfusunun yarısını, Müslümanlığı kabul eden, sonrasında Peygamberimizce “Ensar” olarak nitelendirilen Arap halkı; diğer yarısını da, kendileri gibi aynı ALLAH‟a inanan, Müminlerinde peygamberi Musa‟yı nebi kabul eden, ehli kitap Yahudi halkı oluĢturuyordu. Bu sebeple Müslümanlar, büyük bir mutluluğun yanı sıra, artık güvende olacakları inancıyla da hicret ediyorlardı. Artık rahat edeceklerine inanıyor, Ensardan da, Yahudilerden de bir kötülük beklemiyorlardı. Özellikle de ehli kitap Yahudilerle birlikte yaĢayacak olmaları, onlara ayrı bir huzur veriyordu. Bakara Suresi‟nden kısa süre önce inen Ankebut Suresi‟nde de ALLAH, yeni hicret etmiĢ olan Müslümanlara, Yahudilere karĢı diyalog yoluyla güzel bir Ģekilde iletiĢime geçmelerini buyurmuĢtu: ANKEBUT 46. Kendilerinden, zulmedenler hariç, Kitap ehli ile ancak en güzel bir yolla tartıĢın ve deyin ki: "Biz, bize indirilene ve size indirilene inandık. Bizim ilâhımız ve sizin ilâhınız birdir. Biz, sadece ona teslim olmuĢ kimseleriz." 47. Ve iĢte böylece Biz, sana Kitab'ı indirdik de, kendilerine Kitap verdiklerimiz ona inanıyorlar. Ve bunlardan [ehlikitap'ın dıĢındakilerden; Araplardan] da ona inananlar vardır. Ve Bizim âyetlerimizi, ancak, kafirler bile bile inkar ederler. 48. Ve sen bundan evvel herhangi bir kitaptan okumuyordun; sen onu [Kur'ân'ı] sağ elinle de [kendinden; bilginle, birikiminle] yazmıyorsun. Eğer böyle olsaydı bâtılcılar [bâtıla inananlar] mutlaka kuĢku duyacaklardı. 49. Bilakis o [Kur'ân], kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde apaçık âyetlerdir. Bizim âyetlerimizi de ancak zâlimler bile bile inkar ederler.” Henüz Yahudiler açısından bir zulmani tavırla karĢılaĢmayan Müslümanlar da, bu ayet doğrultusunda Yahudilerle barıĢçıl ve güven temeli üzerinde bir YOL ile iletiĢim kurmuĢlardır. Müslümanlar, hicretin ilk zamanlarında Yahudiler ile çok içten diyaloglar kurmuĢtur. Onlara dinleri ve yaĢam biçimleri ile ilgili herhangi bir zorlamada zaten bulunmayacakları gibi, onlarla sıkı anlaĢmalar da kurmuĢlardır. Medine AnlaĢması bunların ilkidir. Bu anlaĢmadaki maddeler o derece özgürlükçüdür ki, bu anlaĢma ileriki çağlarda Ġnsan Hakları Hukuku‟nun geliĢimine dahi katkı sağlamıĢtır. Kısa bir süre Müslümanlar ile Yahudiler dostane bir Ģekilde Medine‟de birlikte yaĢamıĢlardır. Aradaki anlaĢmalar sebebiyle Müslümanlar, Mekkeli müĢriklere karĢı kendilerini güven içinde hissederlerken, Yahudilerin içerisinde münafıklık, zalimlik ve kafirlikte baĢı çekenler, anlaĢmaları ihlal etmeye baĢladılar. Kendileri, anlaĢmanın her türlü nimetlerinden faydalanmalarına karĢı, Müslümanlar için en ufak bir fedakarlıkta bulunmadılar. Aksine Ebu Cehil ile mektuplaĢıp, ikili oynadılar. Hatta bazı rivayetlere göre Peygamberimize karĢı suikast giriĢimi hazırladır. Bazı rivayetlere göre ise, Müslümanları Medine‟den kovmanın yollarını aradılar. Bilebile inkar etmelerinin sebeplerinin hepsi dünyevi sebeplerdi. Yahudiler, Medine ekonomisini elinde bulunduruyordu. Müslümanların her geçen gün güçlendiğini görmek, onlarda, ellerindeki gücü kaybedecekleri korkusunu doğurdu. Onlar altın buzağıya (mala mülke) tapan, “ALLAH fakir, biz zengin” diyen (Ali Ġmran 181), kendilerini torpilli gören (Bakara 111, Maide 18), kıskançlıklarından ötürü dinde ayrılığa düĢen (Bakara 213) bir ümmetti. Yahudiler, Peygamberimizin kendileri üzerinde yönetici olacağı ve servetlerine el koyacağı korkusuna kapıldı. Sonunda, Medine Yahudilerinin dünyevi arzularında doğan bu korku onları, Peygamberimizin sırtından vurmaya itti. Özetle Medine‟deki Yahudiler, Kuran‟a inanmalarına rağmen, Ankebut Suresi‟nden gösterdiğimiz ayetlerde ALLAH‟ın iĢaret ettiği gibi, dünyevi sebeplerle bilebile ayetleri inkar etmeye baĢladılar. Ancak Müslümanlar buna hazırlıklıydı. Çünkü Yahudilere karĢı barıĢçıl ve güven temeli üzerine kurulu bu YOL, Ankebut 46‟da zalimler hariç tutularak ve Nahl 127‟de tuzak kurabilecekleri önceden söylenerek, Müslümanlara gösterilmiĢtir. Bu tarihi bilgileri paylaĢtıktan sonra Bakara Suresi‟ne geçebiliriz. Bakara Suresi‟nin önemli bir kısmı, özellikle kıbleden bahsedilen 142. ayete kadar, Medine‟deki Yahudi zalimlere ve münafıklara karĢı sitemden oluĢur. Bunun sebebi de, yukarıda anlattıklarımızdan da anlaĢılacağı üzere, bir etme bulma halinden baĢka bir Ģey değildir. Yahudiler, ikiyüzlü, çıkarcı ve güvenilmez tavırlarının sonucunda ALLAH‟ın öfkesine muhatap olmuĢlardır. Bakara Suresi, 2.ayetinde belirtildiği üzere Kuran‟ın yol gösterici olduğu bilgisi verilerek baĢlar. 4. ayetinde müttakilerin, Kuran‟a ve Kuran‟dan önceki kitaplara iman edenler olduğunu söyler. 8-20 ayetleri arasında münafıklara karĢı sitemler sıralanır. Bu münafıklar hem Ensardan, hem de Yahudiler‟den Müslümanların yüzüne inandık diyip, arkalarını döndüklerinde 9. ayette de belirtildiği üzere Müminleri aldatan ikiyüzlülerdir. Onlar bozguncuların ta kendileridir: BAKARA 11,12. “Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, "Biz ancak ıslah edicileriz" derler. ġunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin anlamazlar.” Kimlerin bozguncuların ta kendileri olduğunun sağlamasını da yapalım: MAĠDE 64. “Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır (sıkdır), dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar! Bilâkis, Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttırır. Aralarına, kıyamete kadar (sürecek) düĢmanlık ve kin soktuk. Ne zaman savaĢ için bir ateĢ yakmıĢlarsa (fitneyi uyandırmıĢlarsa) Allah onu söndürmüĢtür. Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koĢarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.” Onlar sefihlerin (orjinalinde süfehaü) ta kendileridir. Lütfen bu kelimeyi aklımızda tutalım, birazdan tekrar karĢılaĢacağız. BAKARA 13. “Onlara: Ġnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin, denildiği vakit "Biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kiĢilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!" derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler (veya bilmezlikten gelirler).” Yahudilerin, Bakara 14‟te Mekkeli müĢriklerle iĢbirliği yaptığı da bildiriliyor. 27‟de ise, Peygamberimiz ile yaptıkları anlaĢmalardan dönmeleri kastedilerek, onların sözlerinde, ahitlerin, anlaĢmalarında durmayan günahkarlar olduğu söyleniyor. ALLAH, Bakara 40 ile Yahudilere karĢı uyarılarını sıralamaya baĢlıyor: BAKARA 41, 42. “Elinizdekini (Tevrat'ın aslını) tasdik edici olarak indirdiğime (Kur'an'a) iman edin. Sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın! Âyetlerimi az bir karĢılık ile satmayın, yalnız benden (benim azabımdan) korkun. Bilerek hakkı bâtıl ile karıĢtırmayın, hakkı gizlemeyin.” ALLAH Bakara 47‟de, Yahudilere zamanında bolca nimet verdiğini söyleyip, 49‟dan itibaren onlara geçmiĢi hatırlatarak nankörlük etmemeleri gerektiğini anlatmak istiyor. 62-64 arasında yine de rahmetinin sonsuz olduğu, salih ameller iĢleyenleri mükafatlandıracağını söylüyor ve müteakibinde geçmiĢle ilgili hatırlatmalara devam ediyor. 74‟te ise tüm bu iyilikleri unuttuklarını ve yine kötülüğe bulaĢtıkları belirtiliyor. Ardından da, Yahudilere karĢı hep iyi niyetli, sevgi ve güven temeli üzerine bir YOL takip edip anlaĢmalar ile de bu Ģekilde bir POLĠTĠKA izleyen Müslümanlara soruyor: BAKARA 75. “ġimdi (ey müminler!) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysaki onlardan bir zümre, Allah'ın kelâmını iĢitirler de iyice anladıktan sonra, bilebile onu tahrif ederlerdi.” Devamında Yahudilerin münafıklıkları anlatılır. Sonrasında Bakara 83 ve 84. ayette ise, onların her zaman sözlerinden, ahitlerinden, anlaĢmalarından döndüğü bahsedilir. Tarihi bilgilerimizden Yahudilerin, MüĢriklere karĢı savaĢmaya giderken nasıl da Müslümanları yalnız bıraktığını biliyoruz.(HaĢr 11,12) Onlar birlikte savaĢmak için söz verir, savaĢ çıkınca da sözlerine uymayıp geri dönüp kaçarlar(Bakara 246). Çünkü onlar çıkarlarına göre hareket ederler. Çıkarlarından ötürü Bakara 85‟te de bahsedildiği üzere, Kitap‟ın çıkarlarına uyan kısmına uyup, aykırı olan kısmına uymazlar. Zamanında çıkarları uğruna Ġsa‟yı öldürdüler (Bakara 87). Altın buzağıyı, yani serveti, malı, mülkü tanrı edinip, kalpleri para sevgisi ile doldu(Bakara 92,93). Onlar, geçmiĢte yaptıkları antlaĢmalara uymadılar ki, Müslümanlarla yaptıkları antlaĢmaya uysunlar: BAKARA 100. “Ne zaman onlar bir antlaĢma yaptılarsa, yine kendilerinden bir gurup onu bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmez.” Müslümanlar, kendileri ile aynı ALLAH‟a inanan, kendilerininde peygamberi olan Musa‟yı nebi kabul eden, Ġbrahimi bir din yaĢayan Yahudiler için hep hayır istemiĢ ve bu YÖNDE hareket etmiĢ, onlara karĢı bu bilinçle POLĠTĠKALAR üretmiĢ olsalar da, onlar aynı DURUġ da değildiler. ALLAH ise hayrı, doğru yolu dilediğine ihsan eder. BAKARA 105. “(Ey müminler!) Ehl-i Kitaptan kâfirler ve putperestler de Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Halbuki Allah rahmetini dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” Yahudilerin küfrüne, çıkarcı politikalarına karĢı, Müslümanlar bir süre daha affedici, bağıĢlayıcı politikalarına devam ettiler. Ama ALLAH‟tan bu politikayı değiĢtirmelerine yönelik emrin gelmesine az kalmıĢtı: BAKARA 109. “Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip bağıĢlayın. ġüphesiz Allah her Ģeye kadirdir.” Devamında, Ehli kitabın nasıl da kendilerini doğru yol üzerinde gördüklerinden bahsediliyor. 113‟te hepsinin, kendi öğretilerini doğru, diğer herkesinkini yanlıĢ gördüğü anlatılıyor. Hatta hepsinin daha da ileri gidip, bugün bazı Müslümanların aynı hataya düĢtüğü gibi, yalnız kendilerinin cennete gideceğini söyledikleri belirtiliyor. ALLAH 112‟de buna cevap olarak, hangi çatının altında olduğunun önemi olmaksızın, kim muhsin olarak yüzünü ALLAH‟a dönerse, onun ödüllendirileceğini söylüyor. Yeter ki, yüzümüzü onun yüzüne dönelim. Onun yüzü, ne Yahudilik, ne Hristiyanlık ve hatta ne de bugün ki Müslümanlık çatısı altındadır. Onun yüzü her yerdedir. Yüzümüzü onun yüzüne dönmek, yani sonsuz bir güce yönelip ona teslim olup (Ki Müslüman kelimesi özel isim olmayıp, teslim olan demektir) iyi insanlar olmak, o ya da bu çatı altına girmekle olmaz. Çünkü ALLAH, hiçbir grubun tapusunda değildir! ALLAH, her yerdedir. Nerede olursak olalım, hangi çatı altında olursak olalım, ALLAH‟a yönelerek ona teslim olmamız ve kötülüklerden arınıp, iyiliklerde yarıĢmamız mümkün olduğu için, adımız ne olursa olsun onun istediği gibi kullar olabiliriz. 115‟teki “Doğu da ALLAH‟ındır batı da” sözüyle ne anlatılmak istendiğini inceleyelim. Ġlk akla gelen, bu ifadenin, insan da dahil olmak üzere iyi kötü, canlı cansız her Ģeyin onun mülkü olduğu anlamında bir deyimsel ifade olduğudur. Bilinmelidir ki, insan da ALLAH‟ın mülkünün bir parçasıdır(Maide 18). Bana göre, burada doğu ile Hristiyanlar, batı ile de Yahudiler kastedilmiĢtir. Ġlk bakıĢta garipseyebileceğiniz bu görüĢümün ipucunu da yine Kuran‟dan almaktayım. BoĢuna “Kuran kendi kendisini tevsir eder” dememekteyiz. KASAS 43,44. “Andolsun biz, ilk nesilleri yok ettikten sonra Musa'ya, -düĢünüp öğüt alsınlar diye- insanlar için apaçık deliller, hidayet rehberi ve rahmet olarak o Kitab'ı (Tevrat'ı) vermiĢizdir. (Resûlüm!) Musa'ya emrimizi vahyettiğimiz sırada, sen BATI YÖNÜNDE bulunmuyordun ve (o hadiseyi) görenlerden de değildin.” MERYEM 16. “(Resûlüm! ) Kitap'ta Meryem'i de an. Hani o, ailesinden ayrılarak DOĞU YÖNÜNDE bir yere çekilmiĢti.” Bakara 175 ve 176‟da Yahudilerin doğru yol karĢılığında sapıklığı seçip Kitap‟ta ayrılığa düĢtükleri söyleniyor. Devamını, yani Bakara 177‟yi inceleyelim: BAKARA 177. “Ġyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmıĢlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, salatı ikame eder, zekât verir. AntlaĢma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaĢ zamanlarında sabreder. ĠĢte doğru olanlar, bu vasıfları taĢıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!” Bu ayetteki ilk cümleden anlatılmak istenen bana göre; iyilik, yani ALLAH‟ın istediği, kulun Hristiyanlık ya da Yahudilik çatısı altına girmesi, onların öğretilerine yönelmesi veya onların yolundan gitmesi demek değildir. Çünkü adının ne olduğu, hangi çatı altında olduğun önemli değildir. Önemli olan o kulun yaptıklarıdır ki, bunlar ayetin devamında örnek olarak sayılmıĢtır. Kaldığımız yerden Bakara 115‟ten devam edelim: BAKARA 115. “Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü oradadır. ġüphesiz Allah'(ın rahmeti ve nimeti) geniĢtir, O her Ģeyi bilendir.” Her Ģey ALLAH‟ a aittir ki, Yahudiler, Hıristiyanlar ve onların iyi ya da kötü bütün yolları da evleviyetle ona aittir. Demin dediğimiz gibi hangisinin çatısı altında olursak olalım ona teslim olup, iyilikler yaparsak onun rahmetini görürüz. Bakara 116‟da Hıristiyanların büyük bir Ģirke sebebiyet veren yanlıĢ inancından bahsedilir. 118‟de “Kalpleri nasıl da birbirine benzedi” denilerek, Hıristiyan ve Yahudilerin, birbirine benzeyen yanlıĢlar yaptıkları belirtilir. Maide 51‟i de hatırlatmak gerekir ki, Maide 51‟de de, onların zalimlikte birbirlerinin dostu olduğu, eğer onların zalimliklerine uyarlarsa Müslümanların da zalim olacağı söylenir. Ve 120‟de, Ehli Kitap‟ın ortak yanlıĢlarından yüz çevirip, yüzünü yalnızca ALLAH‟a dönen Müslümanlara, Yahudi ve Hıristiyanların asla razı olmayacakları hatırlatılır. Devamında ise Müslümanlara, onlara ve onların yollarına uymamaları tembih edilir: BAKARA 120. “Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, ant olsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” 124 ile birlikte Ġbrahim‟den bahsedilmeye baĢlanır. 124‟te, Ġbrahim‟in önder yapıldığı, bunun üzerine Ġbrahim‟in de, soyundan da önderler gelmesini Rabbinden dilediği söylenir. Biliyoruz ki, bütün peygamberler Ġbrahim‟in soyundan gelmektedir. 125‟te Ġbrahim‟in Müslümanlığın ilk açılan okulu Mescidi Haram‟ı yapması, burada onun makamının yani baĢlattığı öğretinin bulunduğu ve buradan eğitim alıp bu öğretiyi dünyaya yayacak öğrenciler için buradaki öğretinin bozulmaması, temiz tutulması gerektiği anlatılmak istenir. (Hac bölümünde bu konuyu daha ayrıntılı iĢlemeye çalıĢtık.) 129‟da ise Ġbrahim, baĢlattığı yolu tamamlaması için resmen ALLAH‟tan Muhammed‟i göndermesini diler: BAKARA 129. “Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her Ģeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.” Biraz araĢtıran herkes rahatlıkla Ģunu söyleyebilir ki, Müslümanlığın temelini Ġbrahim atmıĢtır. Sonrasında gelen peygamberler ise, bu temel üzerine katlar çıkmıĢ, Müslümanlığı tamamlamaya yardımcı olmuĢtur. Ve son peygamber Muhammed‟de, Ġbrahim‟in baĢlattığı bu yolu tamamlamıĢtır. Onun temelini attığı inĢaatı, bir tuğla bile eksik kalmayacak Ģekilde bitirmiĢtir. Bu sebeple Muhammed son peygamberdir. Çünkü artık söylenmesi gereken bir söz kalmamıĢ, tüm sözler söylenmiĢtir. Din tamamlanmıĢtır. Ġbrahim‟in baĢlattığı bu yol, hanif Müslümanlık yoludur. Bütün peygamberler, Tevhid ve iyilik temelli bu yolda, aynı istikamette yürümüĢlerdir. Yahudilik de, Hıristiyanlık da Ġbrahim‟in temelini attığı hanif Müslümanlık üzerinedir. Ancak Yahudiler de, Hıristiyanlar da, temellerinin ne olduğunu unutmuĢ, temellerinden, hanif Müslümanlıktan saparak kendilerine bambaĢka yollar çizmiĢlerdir. Kısacası onlar Ġbrahim‟den yüz çevirdiler. Bunun üzerine Peygamberimize, onlara uymaması, onların yolundan gitmemesi, yüzünü Ġbrahim‟in temelini attığı dine dönmesi emredildi: BAKARA 130-133. “Ġbrahim'in dininden kendini bilmezlerden baĢka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) seçtik, Ģüphesiz o ahirette de iyilerdendir. Çünkü Rabbi ona: Müslüman ol, demiĢ, o da: Alemlerin Rabbine boyun eğdim, demiĢti. Bunu Ġbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da: Oğullarım! Allah sizin için bu dini (Ġslâm'ı) seçti. O halde sadece müslümanlar olarak ölünüz (dedi). Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya'kub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demiĢti. Onlar: Senin ve ataların Ġbrahim, Ġsmail ve Ġshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuĢuzdur, dediler.” BAKARA 135-140. “(Yahudiler ve Hıristiyanlar Müslümanlara:) Yahudi ya da hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki: Hayır! Biz, hanîf olan Ġbrahim'in dinine uyarız. O, müĢriklerden değildi. "Biz, Allah'a ve bize indirilene; Ġbrahim, Ġsmail, Ġshak, Ya'kub ve esbâta indirilene, Musa ve Ġsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah'a teslim olduk" deyin. Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuĢ olurlar; dönerlerse mutlaka anlaĢmazlık içine düĢmüĢ olurlar. Onlara karĢı Allah sana yeter. O iĢitendir, bilendir. Allah'ın rengiyle boyandık. Allah'tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O'na kulluk ederiz (deyin). De ki: Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olduğu halde, O'nun hakkında bizimle tartıĢmaya mı giriĢiyorsunuz? Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O'na gönülden bağlananlarız. Yoksa siz, Ġbrahim, Ġsmail, Ġshak, Yakub ve esbâtın Yahudi, yahut Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah tarafından kendisine (bildirilmiĢ) bir Ģahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.” Bu ayetin inmesinden yıllar önce aynı temel, yani Ġbrahim‟in ortaya koyduğu hanif Müslümanlık öğretisi, Mekkeli müĢriklere karĢı da gösterilmiĢti: YUNUS 104, 105. De ki: "Ey insanlar! Benim dinimden Ģüphede iseniz, (bilin ki) ben Allah'ı bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam, fakat ancak sizi öldürecek olan Allah'a kulluk ederim. Bana müminlerden olmam emrolundu. Ve (bana) hanif olarak yüzünü dine çevir; sakın müĢriklerden olma, diye (emredildi)."” ENAM 74-80. “Ġbrahim, babası Âzer'e: Birtakım putları tanrılar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum, demiĢti. Böylece biz, kesin iman edenlerden olması için Ġbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk. Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü, Rabbim budur, dedi. Yıldız batınca, batanları sevmem, dedi. Ay'ı doğarken görünce, Rabbim budur, dedi. O da batınca, Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yoldan sapan topluluklardan olurum, dedi. GüneĢi doğarken görünce de, Rabbim budur, zira bu daha büyük, dedi. O da batınca, dedi ki: Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koĢtuğunuz Ģeylerden uzağım. Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben müĢriklerden değilim. Kavmi onunla tartıĢmaya giriĢti. Onlara dedi ki: Beni doğru yola iletmiĢken, Allah hakkında benimle tartıĢıyor musunuz? Ben sizin O'na ortak koĢtuğunuz Ģeylerden korkmam. Ancak, Rabbim'in bir Ģey dilemesi hariç. Rabbimin ilmi herĢeyi kuĢatmıĢtır. Hâla ibret almıyor musunuz?” ENAM 161. “De ki: ġüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, hanif Ġbrahim'in dinine iletti. O, ortak koĢanlardan değildi.” Rum 30. “O halde sen yüzünü, bir hanîf olarak dine, Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir. Allah'ın yaratıĢında değiĢtirme olamaz. Doğru ve eskimez din iĢte budur. Fakat insanların çokları bilmiyorlar.” Ve bir diğer ayette, Bakara Suresi‟ne yakın zamanlarda 70. sırada inen Nahl Suresi‟nde, hem Ġbrahim‟in temelini attığı bu yol gösteriliyor hem de en baĢta verdiğimiz Ankebut 46‟daki gibi, hicret edecek Müslümanlara, Yahudilerle en güzel yolla iletiĢime geçmeleri emri veriliyor: NAHL 120-128. “ġu da kuĢkusuz ki, Ġbrahim baĢlı baĢına bir ümmet idi; bir hanîf olarak Allah'ın önünde eğiliyordu, müĢriklerden değildi. O'nun nimetlerine Ģükrediyordu. Allah onu seçip yüceltti ve dosdoğru bir yola kılavuzladı. Dünyada ona güzellik verdik, âhirette de o mutlaka barıĢsever iyiler arasında yer alacaktır. Daha sonra sana Ģunu vahyettik: Bir hanîf olarak Ġbrahim'in milletine uy! O, müĢriklerden değildi. Cumartesi tatili, sadece onda ihtilaf edenlere farz kılındı. Rabbin, tartıĢmakta oldukları Ģey hakkında, onlar arasında kıyamet günü hüküm verecektir. Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et ve onlarla, en güzel olan neyse o yolla mücadele et. ġüphe yok ki Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. Ve O, gerçeğe kılavuzlananları da en iyi bilendir. Eğer ceza ile karĢılık verecekseniz, ancak size yapılan kötülüğün türü ve miktarı ile karĢılık verin. Eğer sabrederseniz, elbette ki bu, sabredenler için daha hayırlıdır. Sabret! Senin sabrın da Allah'ın yardımıyladır. Onlar için tasalanma! Kurmakta oldukları tuzaklar yüzünden de telaĢlanma! Hiç kuĢkusuz, Allah, sakınanlar ve güzel düĢünüp güzel iĢ yapanlarla beraberdir.” Ayrıca Bakara Suresi‟nden önce inen tüm bu ayetlerde kullanılan ifadelere dikkat edilmelidir. Ġki Ģey bizim dikkatimizi çekiyor. Ġlki Ģu ki; ALLAH, kullarına hanif Müslümanlığa yönelmeyi emrederken ifadelerini “Yüzünüzü bu yola çevirin” Ģeklinde kuruyor. Ġkinci tipik ifade de, bu yolun hep “Doğru yol” olarak tekrarlanması ihtiyacı hissediliyor. Bunu Ģundan söylüyorum, gösterdiğimiz ayetlerde hep aynı ve benzer ifadelerin kullanılması, konu bütünlüğünün sağlandığını gösterir. Bakara Suresi‟ne dönüyoruz ve artık kaldığımız yer, kıble ile ilgili ayetlerin baĢladığı yer. Artık ALLAH Müslümanlara, Ġbrahim‟in yolundan sapan Yahudilere karĢı, bu zamana kadar olduğu gibi iyi niyetli, güzel bir yol, güven temeli üzerine bir politika izlememelerini emrediyor. Onların yolunun Ġbrahim‟in yolu olmadığını, dolayısıyla onlara uymamayı, onların yolundan gitmemeyi, Ġbrahim‟in attığı temel doğrultusunda, hanif Müslümanlık hedefi üzerinde yürümeye devam etmelerini emrediyor: BAKARA 142. “Ġnsanlardan bir kısım sefihler [orijinali süfehaü] (beyinsizler): Bulundukları kıblelerinden onları çeviren nedir? diyecekler. De ki: Doğu da batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir.” Yazının baĢında sefihlerin kim olduğunu söylemiĢtik. Bu ayette Yahudilerin, Müslümanların kendileriyle kurdukları iyiniyet ve güven üzerine kurulu yolu, duruĢu ve bu yöndeki politikalarını neden değiĢtirdiğini sorgulayacağı söyleniyor. Yahudiler de, Hristiyanlar da, Müslümanlar da ALLAH‟ın kuludur, hatta onun mülküdür. Fakat ALLAH bunlardan dilediğinin yolunu değiĢtirir, dilediğini doğru yola iletir. BAKARA 143. “Ve iĢte böyle Biz, siz, insanlar üzerine Ģahitler olasınız, Peygamber de sizin üzerinize Ģahit olsun diye sizi hayırlı bir ümmet kıldık. Üzerinde olduğun bu kıbleyi kılmamız da yalnızca; Elçilere uyan kimseleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım diyedir. Bu [tespit ettiğimiz kıble], elbette, Allah'ın hidayet ettiği kimselerin dıĢındakilere çok büyüktür. Ve Allah imanınızı asla zayi edecek değildir. Hiç Ģüphesiz Allah, bütün insanlara çok Ģefkatlidir, çok merhametlidir.” Hristiyanların da, Yahudilerin de kendi uydurdukları bozuk yol, doğru yol değildir. Doğru yol, hanif Müslümanlık yoludur. Peygamberimizin bu yolu, çevresindeki ümmete gösterdiğine Peygamberimizin kendisi; bu ümmetin bu yolu, çevresindeki ümmetlere gösterip, göstermediğine ise ümmetin kendisi Ģahit tutulacaktır. Bu yol, her halükarda sadece bir imtihandır. Hangi ümmet bu doğru yola sapacak, kim dönüp kaçacak görülecektir. YanlıĢ yol, çıkarcı insanlara her zaman cazip gelirken, ALLAH‟ın hidayet ettiği kullar hemen kendilerini, tespit edilen bu doğru yola sevk ederler. Ancak yinede, yanlıĢ yolda ısrarla yürümeye devam edenlerin, tebliğ alıncaya kadarki gösterdikleri imanı ya da yanlıĢ yoldayken dahi gerçekleĢtirdiği salih amelleri, ALLAH zayi edecek değildir. Çünkü ALLAH, insanlara karĢı çok Ģefkatli ve merhametlidir. Dolayısıyla Medineli Yahudilerden Peygamberimizin tebliğ ettiği doğru yola bilebile girmeyenlerin, Peygamberimizin tebliğinden önce gösterdiği “kendilerince doğru” iman ve sonrasında dahi gerçekleĢtirecekleri salih ameller zayi edilecek değildir. BAKARA 144. “(Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. ĠĢte Ģimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de nerede olursanız olun, yüzlerinizi o tarafa çevirin. ġüphe yok ki, ehl-i kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.” Yahudilerin ikiyüzlülüğünü ve yanlıĢ yolunu gören Peygamberimiz artık Rabbinden, onlara karĢı politikalarını değiĢtirmelerine yönelik bir emir bekliyor. Bu ayet ile artık, hanif Müslümanlık temelinden kopan Yahudilere karĢı Peygamberimizin, Yahudilerden yüz çevirip, yalnızca hanif Müslümanlık hedefine, yoluna kilitlenmesi emrediliyor. Burada Mescid-i Haram‟dan kastedilen, dört duvar değil, Ġbrahim‟in temellerini attığı hanif Müslümanlık yoludur. ĠĢte, nerede ve hangi çatı altında olursa olsun herkes, bu yola yönelmelidir. Yahudiler de, bu yolun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler ama çıkarlarından ötürü bilebile reddederler. BAKARA 145. “Yemin olsun ki (habibim!) sen ehl-i kitaba her türlü âyeti (mucizeyi) getirsen yine de onlar senin kıblene dönmezler. Sen de onların kıblesine dönecek değilsin. Onlar da birbirlerinin kıblesine dönmezler. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan, iĢte o zaman sen hakkı çiğneyenlerden olursun.” Ehli kitap çıkarlarından ötürü asla hanif Müslümanlık yoluna yönelmezler. Hanif Müslümanlar da asla, altın buzağıya tapılan, Ģirk ve çıkar odaklı bir yola yönelecek değildir. Hatta Yahudiler Hıristiyanların, Hıristiyanlar da Yahudilerin yoluna yönelecek değildir. Kuran indirildikten sonra bizler, yanlıĢ yoldakilerin dünyevi arzularına yönelerek doğru yoldan saparsak, Hakkı yani Kuran‟ı çiğneyenlerden oluruz. BAKARA 146. “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (o kitaptaki peygamberi), öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir gurup bile bile gerçeği gizler.” Bu ayeti Araf 157 ile daha iyi anlarız: ARAF 157. “Yanlarındaki Tevrat ve Ġncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), iĢte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz Ģeyleri helâl, pis Ģeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, iĢte kurtuluĢa erenler onlardır.” Tevrat‟ta ve Ġncil‟de Peygamberimizin müjdelendiği ayetler vardır. Tevrat‟ta Yasanın Tekrarı 18/15-18 ayetleri örnek gösterilebilir. Dolayısıyla Ehli Kitap, Peygamberimizi öz oğullarını tanır gibi tanırlar, ama çıkarlarından ötürü bilebile o peygamberin tebliğlerini reddederler. BAKARA 147. “Gerçek olan, Rabbinden gelendir. O halde kuĢkulananlardan olma!” Her ne kadar Yahudiler de, Hıristiyanlar da kendi yollarının doğru olduğunu söylese de, doğru yol, bizlere Kuran ile tebliğ edilen, hanif Müslümanlık yoludur. BAKARA 148. “Herkesin yöneldiği bir kıblesi vardır. Siz hayır iĢlerinde yarıĢın. Nerede olursanız olun sonunda Allah hepinizi bir araya getirir. ġüphesiz Allah her Ģeye kadirdir.” Hangi çatı altında olunursa olunsun, herkesin kendince doğru yolları ve hedefleri vardır. Yolları farklı da olsa, hayır iĢlerinde yarıĢan iki insanın yolu cennette kesiĢecektir. Dolayısıyla hangi dinin, hatta dinsizliğin çatısı altında olursak olalım, öncelikle hayır iĢlerinde yarıĢmalıyız. Hanif Müslümanlığın temeli de budur. BAKARA 149. “Nereden yola çıkarsan çık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu emir Rabbinden sana gelen gerçektir. (Biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.” Adımız, sıfatımız ne olursa olsun, hangi ideolojiden, kimlikten yola çıkarsak çıkalım, Mescid-i Haram yönüne, yani Ġbrahim‟in temellerini attığı hanif Müslümanlık öğretisine yönelmeliyiz. BAKARA 150. “Nereden yola çıkarsan çık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Nerede olursanız olunuz, yüzünüzü o yana çevirin ki, aralarından haksızlık edenler müstesna, insanların aleyhinizde (kullanabilecekleri) bir delili bulunmasın. Sakın onlardan korkmayın! Yalnız benden korkun. Böylece size olan nimetimi tamamlayayım da doğru yolu bulasınız.” Din tamamlanıncaya, Kuran‟ın son noktası konuluncaya kadar, Müslümanlar kendi içlerinde ayrılığa düĢmemeliydi. Aksi hal, karĢı tarafın iddialarını güçlendirir ve zulmünü arttırırdı. Böyle bir durum karĢısında Ġbrahim‟in temelini attığı yol Peygamberimiz zamanında tamamlanamazdı. Bunun için Peygamberimizin çevresi, hanif Müslümanlık yoluna kuvvetli bir Ģekilde bağlanmalıydı. BAKARA 151. “Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab'ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik.” Ki, Peygamberimizin çevresinin bu yola bağlanması hiç zor değildi. Çünkü bu yolu onlara anlatan, öğreten bizzat ALLAH resulü idi. Ona inanmayan, ya cahilliğinden ya da çıkarlarından ötürü nankörlük etmelerinden inanmıyordu. BAKARA 152. “Öyle ise siz beni anın ki ben de sizi anayım. Bana Ģükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!” Bu yolda olanlar özverilerde bulunacaktı ki, ALLAH da onlara yardım etsin. Kuran‟da, o dönem yaĢayan Yahudilere karĢı sitemlerin neredeyse tamamı, Bakara ve devamında inen surelerdedir. Ayrıca Bakara 152‟den sonrasında, yukarıda hanif Müslümanlık ile ilgili verdiğimiz ayetlerle aynı doğrultuda ayetler de iniyor. Konunun daha iyi anlaĢılması için onları da paylaĢalım: ALĠ ĠMRAN 67-73. “Ġbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan hanif bir Müslüman idi; müĢriklerden de değildi. Ġnsanların Ġbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, Ģu Peygamber (Muhammed) ve (ona) iman edenlerdir. Allah müminlerin dostudur.” Ehl-i kitaptan bir kısmı istediler ki, ne yapıp edip sizi saptırabilsinler. Oysa onlar sadece kendilerini saptırırlar da farkına bile varmazlar. Ey ehl-i kitap! (Gerçeği) görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın âyetlerini inkâr edersiniz? Ey ehl-i kitap! Neden doğruyu eğriye karıĢtırıyor ve bilebile gerçeği gizliyorsunuz? Ehl-i kitaptan bir gurup Ģöyle dedi: "Müminlere indirilmiĢ olana sabahleyin (görünüĢte) inanıp akĢamleyin inkâr edin. Belki onlar (böylece dinlerinden) dönerler. Sizin dininize uyanlardan baĢka hiçbir kimseye inanmayın." (Resûlüm!) De ki: Doğru yol ancak Allah'ın yoludur….” Ali Ġmran Suresi‟nden gösterdiğimiz bu ayetlerde de, Ehli Kitap‟ın, Ġbrahim‟in temelinden koptuğu, gerçekte Ġbrahim‟in yolundan gidenlerin Müminler olduğu, diğerlerinin bu yolu bilebile inkar ettiği ve son olarak Müslümanlara, Ehli Kitap‟ın bu bozuk yoluna uymamalarının emredildiği görülüyor. ALĠ ĠMRAN 95. “De ki: "Allah doğru söylemiĢtir. O halde Hakka tapan bir hanif olarak Ġbrahim'in dinine uyun; o hiçbir zaman Allah'a ortak koĢanlardan olmadı.” NĠSA 125. “Ve din bakımından, iyilik-güzellik üreten biri olarak yüzünü Allah için ĠslâmlaĢtırandan ve hanîfçe Ġbrâhîm'in dinine tâbi olan kimseden daha iyi-güzel kim olabilir? Ve Allah, Ġbrahim‟i dost edindi.” Bu ayetlerden de doğru yolun, Ġbrahim‟in temellerini attığı hanif Müslümanlık yolu olduğunu görüyoruz. Bizim kıble yorumumuz, tamamen Kuran kaynaklığında yapılan bir yorumdur. Eğer yanlıĢ ise, ALLAH‟ın sonsuz rahmetine sığınırız. Ancak her halükarda, komik rivayetlere dayanarak yorumlarda bulunmadığımızdan dolayı içimiz rahattır. Tarihe baktığımızda da Ģunu görmekteyiz; kıblenin değiĢimine kadar “Tek Tanrı” diyen “Ehli Kitap” Yahudilerin kılına zarar vermekten ürperen müminler, kıblenin değiĢmesi emrinden sonra kendilerine düĢmanlık eden Yahudilerle savaĢmaktan, onları öldürmekten çekinmemiĢlerdir. Bu durum da kıblenin, yol, politika, strateji gibi anlamlar taĢıdığının göstergesidir. Özetle kıblenin değiĢimi, ilk zamanlar Yahudilere karĢı iyi ve güzel bir yoldan, güven ve dostluk temeli üzerine dayanan bir politika ile iletiĢime geçen Müslümanların, Yahudilerin ikiyüzlülüğüne, çıkarcılığına ve hanif Müslümanlık temelinden kopmuĢluğuna Ģahit olmaları üzerine, onların yoluna karĢı çıkıp, onlara yönelik politikalarını değiĢtirmek zorunda kalmalarıdır. Bakara Suresi ile Müslümanlar, Yahudilerin yolunun ALLAH yolu olmadığını öğrenmiĢ, gerçek ALLAH yolunun hanif Müslümanlık yolu olduğunu bir kez daha görmüĢ ve yalnızca Ġbrahim‟in temelini attığı bu öğretiye yönelmek gerektiği emrini almıĢlardır. ABDEST Abdest, namazın ön Ģartı kabul edilir ve abdestsiz namazın kabul olmayacağı söylenir. Peki ALLAH‟a dua etmeden önce el-yüz yıkamanın mantığı nedir? Acaba gerçekten kuldan istenen bu temizlik ALLAH‟a karĢı yapılan bir temizlik midir? Yoksa bu temizlik çevremizdeki insanlara karĢı yapılan bir temizlik olabilir mi? Salatın anlamları üzerine tartıĢmıĢtık. Salatın her görüldüğü yerde dua/namaz anlamında kullanılmasının yanlıĢlığından, kullanılırsa karĢılaĢılacak mantık hatalarından bahsetmiĢtik. ĠĢte bir mantık hatası da abdest konusunda karĢımıza çıkmaktadır. ALLAH, kendisine dua edecek kullarının ellerinin-yüzlerinin temiz olmasını Ģart kılmıĢ(?). Pis olsa ne olur? Pisi, kiri, teri kim yarattı? Peki, neden el, yüz, baĢ, ayak yani sadece insanın görünen yerlerinin temizlenmesini istiyor? Yoksa ALLAH, bir insan gibi sadece görünen yerleri mi görebiliyor? Tüm bunlara verilecek cevap: “Sus pis kafir!” Salatın insanlar arasında bir yardımlaĢma, dayanıĢma, destek faaliyeti olduğunu, ayrıca eğitim faaliyetini de kapsadığını söylemiĢtik. Yani salat, insanların birlikte toplanıp yerine getirdiği bir faaliyettir. Namazdaki cemaat mantığı da buradan gelmiĢtir. Yoksa ALLAH‟a toplu dua etmenin bir mantığı da yoktur, Kuran‟da namazın cemaatle kılınması diye bir Ģey de yoktur. Zaten topluluk içinde ALLAH‟a karĢı dua ederken namazdaki zihni amaçları yerine getirmek ve konsantrasyonu sağlamak da daha zordur. Destek anlamındaki salat, doğası itibariyle cemaat olarak, yani topluluk olarak yerine getirilir. Hatta bu salat, belirli gün belirlenip, o yerleĢim birimindeki herkesi kapsayacak boyutta organize edilirse bu salat, toplantı (cuma) salatı olur. ĠĢte abdest adıyla fıkıh kitaplarına giren Kuran‟daki temizlenme emri de, salat faaliyeti esnasında toplanan insanların birbirlerine karĢı fiziken, bedenen temiz olmasının istenmesinden baĢka bir Ģey değildir. Yani abdest ALLAH için değil, kullar içindir. Ayrıca abdest ile ilgili ayetin, Cuma Suresi‟nden hemen sonra inmesine de dikkat edilmelidir. Buraya kadar düĢüncemize akıl ve mantık ile delil getirmeye çalıĢtık. ġimdi Kuran‟ı da devreye sokalım ve Kuran ile bir delil getirelim. Kuran‟da abdest ile ilgili ayet hangisidir? Cevap, Maide Suresi 6. ayetidir. Peki bu ayet ne zaman indirilmiĢtir? Bir kesime göre hicretten altı yıl sonra, bir kesime göre hicretten on yıl sonra indirilmiĢtir. Peki, birilerine göre namaz, bize göre tazarrulu dua ne zaman Müminlere farz kılınmıĢtır? Hicretten bir buçuk yıl önce bir kesime göre Miraç masalıyla, bize göre Araf Suresiyle farz kılınmıĢtır. ġimdi gelelim elimizdekilere, namaz hicretten bir buçuk yıl önce farz kılınmıĢ, ama o namazın Ģartı olduğu iddia edilen abdest, ya yedi buçuk yıl sonra, ya da on bir buçuk yıl sonra farz kılınmıĢ. ĠĢte dolayısıyla buradaki salatı, dua olarak anlayamayız. Sonuç olarak bize göre abdest, ALLAH‟a karĢı yapılan bir temizlik değil, çevremizdeki insanlara karĢı yapılan bir temizliktir. Ancak basit bir temizlik emri olan bu konu ile ilgili bin küsur yıldır öyle Ģeyler söylenmiĢtir ki, abdestin mantığını kavramaktan uzaklaĢılmıĢ, bir dünya hurafe yaratılmıĢ ve hatta abdest bir zulüm haline gelmiĢtir. Her halükarda iĢin komik tarafı, abdest ile ilgili onlarca uydurmaya karĢın Kuran‟da, abdest ile ilgili ayet sadece iki tanedir: NĠSA 43. “Ey iman etmiĢ kiĢiler! SarhoĢ iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken de –yolcu olanlar müstesna– yıkandırılıncaya kadar, salâta yaklaĢmayın. Eğer hasta iseniz veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz çukurdan [tuvaletten] geldiyse veya kadınlarla dokunuĢtuysa, su da bulamamıĢsanız o zaman, hemen tertemiz bir toprağa yönelin. Sonra da onu yüzlerinize ve ellerinize mesh edin. ġüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağıĢlayıcıdır.” MAĠDE 6. “Ey iman etmiĢ kiĢiler! Salâta [eğitime-öğretime, sosyal yardım çalıĢmasına] doğru kalktığınız zaman, hemen yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. BaĢlarınızı ve iki topuğa kadar ayaklarınızı el ile silin. Ve eğer cünüp [kopuk/Ģehveti kabarık] iseniz temizlik üstüne temizlik yapın [cinsel iliĢkiye girin, orgazm olun ve yıkanın]. Ve eğer hasta iseniz yahut yolculukta iseniz yahut sizden birisi çukurdan [tuvaletten] gelmiĢse yahut kadınlarla temaslaĢtıysanız [cinsel iliĢkiye girdiyseniz], sonra da su bulamamıĢsanız, hemen temiz bir toprağa yönelin. Sonra da ondan [temiz topraktan] yüzlerinize ve ellerinize mesh edin. Allah, size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez, fakat sizi temizlemek ve Ģükredesiniz diye üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister.” ĠĢte ayetler bunlardır. Mealler arasında farklılıklar mevcuttur. Biz burada doğru bulduğumuz Hakkı Yılmaz mealini kullanmayı tercih ettik. Siz diğerlerini de okuyun ve sonra kendi düĢüncenizi oluĢturun. Siz bu iki ayetten ne anlıyorsanız, sizin sorumluluğunuz o kadardır. Gelelim bizim düĢüncemize; Nisa 43‟ün ilk cümlesinde, iki durumda salata yaklaĢılmaması söylenmektedir. Bunlar: 1- SarhoĢken 2- Cünüpken Bu iki durumda salata yaklaĢmayacağız. Mantığı nedir? Cemaat ortamında, bir topluluk içinde sarhoĢ olmamız Ģüphesiz hoĢ olmayan bir durumdur. Ġstemediğimiz Ģeyler söyleyebiliriz, çevremizdekileri yanlıĢ etkileyebiliriz ya da hiç olmadı insanları rahatsız edebiliriz. Ayrıca zihni melekeleri yerinde olmayan bir insanın ne salata katkısı, ne de kendisine bir faydası olabilir. Bunun için sarhoĢken, salata yaklaĢmamamız gerektiği buyrulmuĢtur. Burada salatı, namaz olarak anlarsak mantığı tam oturtamamaktayız. ġöyle ki, bir kimse evinde alkol aldı ve sarhoĢ oldu. Ve bu kiĢi sarhoĢken, “hadi bir namaz kılayım” dedi. Ve bu kiĢi sarhoĢluğunun etkisiyle namazda istemediği Ģeyler söyledi. ALLAH, zaten o kiĢinin o söylediklerinin istem dıĢı olduğunu bilir ve sonsuz merhamet sahibi olan ALLAH, o kulunun bilerek ve isteyerek söylemediği Ģeyleri affeder. ALLAH, acımasız bir diktatör değil ki, kulunun söylediklerinin iradesi dıĢında olduğunu bilebile onu cezalandırsın. KiĢinin sarhoĢken, zihni melekeleri yerinde değilken cemaate katılmaması gerektiği, Tevrat‟ta da söylenmiĢtir: LEVİLİLER 10: 8-10. “RAB Harun'a şöyle dedi: "Sen ve oğulların Buluşma Çadırı'na şarap ya da herhangi bir içki içip girmeyin, yoksa ölürsünüz. Kuşaklar boyunca bir kural olsun bu. Kutsalla bayağı olanı, kirliyle temizi birbirinden ayırt etmelisiniz.” Ġkinci durum ise, cünüpken salata yaklaĢmamamız gerektiğidir. Buradan, birilerinin iddia ettiği gibi ALLAH‟ın cinsellikle ilgili bir derdi olduğu sonucu çıkarılamaz. Buradaki mantığı, orgazm ile ilgili bilgilerle anlayabiliriz. Bilimsel olarak, orgazm esnasında beyindeki endorfin hormonlarının artması sebebiyle, orgazm sonrası “Yorgunluk” ve “Uykuya eğilim” görünmektedir. ĠĢte zihinsel olarak böyle bir durumdayken salata yaklaĢmamız, sarhoĢlukla aynı sonuçları doğuracaktır. Ayrıca cünüplük, sadece meninin gelmesi ile yıkanma arasındaki hali değil, Ģehvetin kabarması ile meninin inmesi arasındaki gergin hali de kapsar. Bu gergin halde de insanın zihni melekeleri tam yerinde olmadığından, bu kiĢinin ne cemaate ne de kendisine bir faydası olacağı için, kiĢi hormonlarının etkisinde olduğu bu gergin halde salata yaklaĢmamalıdır. Zihinsel yönünün yanında fiziksel yönü, kiĢinin, orgazm esnasında iken salgıladığı hormonların ve terlemenin sonucunda, orgazm sonrası vücudunun kirlenmiĢ olmasıdır. Bu kir ve ter, normalinden daha farklı olup, özel bir temizlik gerektirir. KiĢinin çevresindekileri rahatsız etmemesi için en azından genital bölgelerini yıkaması veya silmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, yıkanıncaya kadar kiĢinin genital bölgesinden pis koku gelecektir. (Amiyane tabirle, apıĢ arası kokusu) ĠĢte fiziksel yönünden de, salat sırasında topluluk içindeyken, kiĢiden böyle pis kokuların gelmesi Ģüphesiz hoĢ bir Ģey olmayacağı için ALLAH, insanlara bu durumdan sonra temizlenmeyi emretmektedir. Sonuç olarak birinci kuralımız; sarhoĢ isek ne söylediğimizi bilinceye kadar; cünüp isek zihinsel olarak kendimize gelinceye, fiziksel olarak da yıkanıncaya kadar salata yaklaĢmayacağız. Nisa 43‟ün devamı Maide 6 ile aynıdır. Dolayısıyla Maide 6 ile devam edelim. Salata gitmek için kalktığımız zaman, yüzümüzü ve dirseğe kadar kolumuzu yıkayıp, baĢımızı mesh edeceğiz. Ayakları ise, bazı meallere göre yıkayacağız, bazı meallere göre ise mesh edeceğiz. Ayette baĢka bir Ģey yoktur. Ağza, burna üç kere falan dememektedir. Salata kalktığımız zaman elimizi, yüzümüzü yıkayıp, saçlarımızın üzerindeki tozları dağıtıp, duruma göre tarayıp, ayağımızı da kirliyse yıkayıp, temizse mesh edip, cemaate katılacağız. Peki bunların mantığı nedir? Sabah iĢimize giderken, elimizi yüzümüzü yıkamadan mı çıkıyoruz? Aynı mantık. KarĢımızdaki insanla, elimiz, yüzümüz kirli, saçlarımız toz içinde, ayağımız kokar vaziyette mi konuĢacağız? Hele de ALLAH‟ın adının anıldığı, emirlerinin yerine getirildiği bir ortamda… Burada tekrar Ģunu belirtelim, burada salatı, namaz olarak anlarsak, o zaman mantığı kafamızda oturtamamaktayız. Elimiz, yüzümüz kirliyken bize Ģah damarımızdan daha yakın olan ALLAH‟a namaz kılıp, dua edersek, o büyük ALLAH, “Yıkıl karĢımdan, senin namazını kabul etmiyorum, git elini yüzünü yıka!” mı diyecek? ĠĢte bunun için, burada salatı, namaz olarak anlamamamız; temizliği de, ALLAH ile insan arasında değil, insanla insan arasında anlamamız daha mantıklıdır. ALLAH için temizlik yapıldığını söyleyenler için de, bana göre benim Rabbim, elin, yüzün temizliğini değil; kalbin, aklın temizliğini arar. Hiç Ģüphesiz salat, bütün dinlerde vardı. Musa Peygamber‟de salatın ikame edilmesi için “BuluĢma Çadırı” diye bir yer yapmıĢtı. Burada insanların sorunları dinleniyor, onlara yardım ediliyor ve eğitim veriliyordu. Yani bu BuluĢma Çadırı‟nda salat ikame ediliyordu. Bu çadıra girmeden öncede aynı mantıkla abdest alınıyordu. Bunun kaynağı da Tevrat‟tadır: MISIRDAN ÇIKIŞ 30: 20-21. “Buluşma Çadırı'na girmeden ya da RAB için yakılan sunuyu sunarak hizmet etmek üzere sunağa yaklaşmadan önce, “ölmemek” için ellerini, ayaklarını yıkamalılar. Harun'la soyunun bütün kuşakları boyunca sürekli bir kural olacak bu.” MISIRDAN ÇIKIŞ 40: 30-32. “Kazanı Buluşma Çadırı ile sunak arasına koydu, yıkanmak için içine su doldurdu. Musa, Harun ve Harun'un oğulları ellerini, ayaklarını orada yıkadılar. Ne zaman Buluşma Çadırı'na girip sunağa yaklaşsalar RAB'bin Musa'ya buyurduğu gibi orada yıkandılar.” Sonuç olarak ikinci kuralımız abdestin alınma Ģekli ile ilgili olup, elin (dirseğe kadar) ve yüzün yıkanması, saçın mesh edilmesi ve ayağın yıkanması, duruma göre mesh edilmesinden ibarettir. Maide 6‟nın devamında bu Ģekilde temizlenmenin dört istisnası mevcuttur: 1234- Hastalık hali Yolculuk hali Cinsi birleĢme sonucu su bulamama hali Tuvaletten gelip su bulamama hali ĠĢte bu dört halde, teyemmüm edilebilir. Bu hallerin, karĢımızdakinin hoĢgörü göstermesi gerektiği zorunluluk halleri olması sebebiyle, bu hallerde su ile temizlenerek değil, toprak veya topraktan mamül temiz bir meta ile mesh ederek, yani kuvvetlice silerek temizlenip, cemaate katılabiliriz. Buradaki mantık da Ģudur: Ġnsanın tuvaletini yapması veya orgazm olması sonucu kokması neticesinde kirlenmesi ve temizlenememesi ile bu kiĢinin salatı ikame ederken, karĢındakine, yanındakine vereceği rahatsızlık hiç hoĢ olmaz. Bunun için kiĢinin, her ne kadar hoĢ görülebilecek bir zorunluluk hali de söz konusu olsa, en azından teyemmüm ile temizlenmesi gerekmektedir. Teyemmüm günümüzde anlaĢılamamaktadır. Halbuki çok basit ve günümüzde halen çokça yapılan bir temizlenme biçimidir. ġöyle ki, biz bir yemek yediğimizde elimizi peçeteye kuvvetlice silmiyor muyuz? ĠĢte teyemmüm budur. Biz peçeteye siliyoruz, o dönem insanlar temiz bir toprağa, yaprağa veya taĢa siliyorlardı. Ayette, tuvaletten ve cinsellikten sonra su ile yıkanılamıyorsa en azından teyemmüm edilmesi gerektiği söylenmektedir. Bu söylenen, insanlarımız tarafından bugün de teyemmüm olduğu farkında olunmadan yapılan bir temizlenme biçimidir. Bugün de insanlar her tuvaletten sonra ya da her cinsel iliĢkiden sonra su ile yıkanmamakta, peçete ile genital bölgesini, belirli yerlerini kuvvetlice silmektedir. Ayrıca ayetteki “Ellerinize-yüzlerinize” ifadesi yanlıĢ anlaĢılmamalıdır. Bu ifade ile nerelerin kastedildiği açıktır. Bu ifade ikileme olarak mecazi anlamda kullanılmıĢtır. Burada “Gusül abdesti” ne de değinelim. Kuran‟da gusül abdesti diye bir Ģey yoktur. Gusül etmek, zaten yıkanmak, temizlenmek demektir. Bu uydurmanın kaynağı ise, bir Ebu Hureyre hadisidir. Kütüb-ü Sitte 3715. nolu hadis: “Ebu Hureyre anlatıyor: Resulullah buyurdular ki: "Her bir kılın dibinde cünüplük vardır. Saçları yıkayın, deriyi paklayın.''” Ne kadar bilimsel, ne kadar akla uygun! Ne yazık ki insanlarımız, güsul abdestinin kaynağının böyle bir uydurma hadis olduğunu bilmemektedir. Temeli uydurma olan bir konu, bir süre sonra aklını kullanmayan, sorgulamayan insanlarca millete zulüm haline getirilir. Yok saçı boyalı, yok tırnağı ojeli, yok dövmesi var diye insanlarımıza yıllardır zulmetmekteler. Ne olur yani boyadan, dövmeden. Olur mu hiç? O noktaya su değmez, su değmeyince abdest tutmaz, abdest tutmayınca namaz kılamaz, namaz kılmayınca cehennemlik olur. ALLAH akıl fikir versin ne diyelim… Neyse, sonuç olarak son kuralımız da, su ile temizlenmenin istisnası ve hangi durumlarda yapılacağıydı. ĠĢte abdest budur, bu kadardır. Temizlenmek ve temiz olmaktır. Metafizik yönleri yoktur, olamaz. Ancak ne hikmetse, ayetlerde olmayan birçok Ģey söylenmekte, ayetin ne dediğini ise kimse bilmemektedir. Bu birçok söylenenden tartıĢmamız gereken bir diğer mesele, “Abdestin bozulması” meseledir. Ayetlerde görüldüğü üzere, abdesti bozan Ģeylerden bahsedilmemiĢtir. Her halde bu ayetler inerken ALLAH, bu konuya değinmeyi unuttu. Ġyi o zaman istediğimiz gibi uydurabiliriz(!). Abdestin mantığı ortadadır; temiz olmak, düzgün-düzenli olmaktır. O zaman en basitinden, elinle yağlı bir Ģey yedikten sonra gidip elini, ağzını yıkarsın veya peçete ile mesh edersin. O Ģekilde elin, ağzın yağlı Ģekilde cemaate katılmazsın. Yani, dıĢ görünüĢünü bozan bir Ģey olduğunda bunu düzeltirsin, kirlendiğinde temizlersin. Ya da ayakkabı, ayağını kokutuyordur, ayakkabıyı çıkarınca gider ayağını yıkarsın. Kısacası, ihtiyaç hissettiğinde gider elini, yüzünü, ayağını yıkarsın, gaz çıkarınca değil. Aksi takdirde biri bana Ģunun cevabını versin “Gaz çıkarınca ne oluyor da gidip alakasız yerleri yıkıyoruz, saçımızı mesh ediyoruz?” Abdesti bozan durumlar diye bir Ģey Kuran‟da yoktur. Abdest, temiz olmaktır ve bu mantığa ters bir durum söz konusu olursa veya ihtiyaç duyarsanız gider temizlenirsiniz. Ayette bu ihtiyaçlardan sadece iki tanesi söylenmiĢtir. 1- Tuvaletini yapmak 2- Cinsel iliĢkiye girmek Cinsel iliĢki sonucu neden temizlenilmesi gerektiğini söylemiĢtik. Tuvaletten sonra da neden temizlenilmesi gerektiğini de zaten biliyoruz. ALLAH, bu iki durumu önemsemiĢ ve sadece bunlara değinmiĢtir. Ayrıca büyüklüğünü göstermiĢ ve bu iki durumda teyemmüm yapılabileceğini söylemiĢtir. Gelenekçi bakıĢ açısıyla baktığımızda Ģöyle bir mantığı kabul etmek zorundayız: “Tuvaletini yapmak ve cinsel iliĢkiye girmek dıĢında abdesti bozan(?) durumlarda teyemmüm yapamazsın.” Yani, bu iki durumda istisna olarak ALLAH teyemmüme izin veriyor ama örneğin gaz çıkararak abdestimizi bozarsak teyemmüm yapmamıza izin vermiyor, dolayısıyla gidip su ile temizlenmemizi istiyor. Yani, büyük abdeste istisna var, ama gaz çıkarmaya yok. O zaman gaz çıkarmak, büyük abdesti yapmaktan daha önemli(!). Özetle, ALLAH temizlik konusunda bu iki duruma dikkat çekmiĢ, diğer insanı kirleten ve temizlenme ihtiyacını doğuran durumları insanlara bırakmıĢtır. Zaten her ihtimali sayması mümkün değildir. Örneğin, paça, iĢkembe içerseniz, sarımsak, soğan yerseniz gidip diĢlerinizi fırçalayın diye bir liste sayılacak değildir. Amaç ortadadır, mantık ortadadır. Aklı kullanıp, yapmamız gerekeni yapacağız. Abdestin mantığını kavrayamayıp, abdesti bozan Ģeyler diye anlamsız, mantıksız bir listeyi insanlara dayattılar. Bir kere uydurmaya baĢlandı mı artık önü alınamaz. Bu uydurmaların sonunda da tam bir komedi ortaya çıktı. Örneğin ALLAH Kuran‟da sadece iki duruma dikkat çekmiĢken, mezhep imamı, “Hayır ALLAH‟ım Ģu Ģu Ģu da bozar, sen eksik biliyorsun” demektedir. Ne olacak sanki, Kuran‟da yoksa hadiste vardır, uydur bir hadis olsun, bitsin. Ne kadar ilginç, Peygamberimiz bu iki ayete baktı, eksik buldu ondan sonra da ümmetine dönüp “ġunlar da bozar” mı dedi? Hatta hadislere bakılınca daha da ileri gidip, ALLAH‟ın yerine geçip, doğru ve tam abdest alanların günahlarını silip, cennete mi yerleĢtirdi? Asıl bu hadislerin Peygamberimizin sözleri olduğunu kabul etmek küfürdür. Farklı Ģekillerde abdest alanlara da aynı Ģeyleri söyleyebiliriz. Ayet, üç kere ağza, üç kere burna demiyor, hadisler diyor. Bir hadise göre bir kere, diğerine göre iki kere, bir diğerine göre üç kere… Hangisi doğru? Doğruyu Kuran ile bulacak değiliz ya, mezhep imamları üç kere doğrudur demiĢ, üç kereyi kabul edeceğiz. Gerçekten çok ilginç... Küfürlerden örnekler verelim. Gaz çıkarmanın abdesti bozduğu, Sahih-i Buhari‟nin 110 nolu Ebu Hureyre hadisine dayanır. Uykunun abdesti bozduğu ise, yine Sahih-i Buhari‟nin 130 nolu Ebu Hureyre hadisine dayanır. Bu hadiste komik olan ise Ģudur; uykunun abdesti bozmasının gerekçesi, uyurken ellerin kim bilir nerelere girdiğinin, değdiğinin bilinmemesiymiĢ. Sahih-i Buhari 118 nolu hadise göre, Kabe‟ye doğru abdest bozulmamalıymıĢ. Bir sonraki hadiste ise Halife Ömer‟in oğlu, Peygamberimizi Beytü‟l Makdis‟e doğru tuvaletini yaparken gördüğünü söyleyerek bu düĢünceye karĢı çıkmıĢ. Biraz daha dinin ikinci kaynağı saydığınız kitaplarınızın Peygamberimize isnat ettiği küfürlerden bahsedelim mi? Bakalım mideniz ne kadar kaldıracak. Sahih-i Buhari 171 nolu hadise göre, Peygamberimizin giysisinin üzerinde sperm lekeleri olurmuĢ, AyĢe elbiseyi yıkarmıĢ ama daha ıslaklıklar dururken Peygamberimiz gider namaz kılarmıĢ. Sahih-i Buhari 178 nolu hadisi paylaĢalım: “Enes bin Malik‟in "Salla'llâhu aleyhi ve sellem (namazda iken) elbisesinin içine tükürdü. " dediği rivâyet olunuyor.” Sahih-i Buhari 148 nolu hadisi de paylaĢalım: “Ebu Musa el-EĢ'ari Ģöyle demiĢtir: (Bir defa) Nebiyy-i Muhterem salla'llâhu aleyhi ve sellem, içinde su bulunan bir kap istedi. Ellerini, yüzünü kabın içinde yıkadıktan sonra içine (mübarek ağzından su) püskürttü. Sonra onlara: "Bu sudan içiniz ve yüzünüze, göğsünüze dökünüz." buyurdu.” Son olarak Kütüb-ü Sitte 3553 nolu Ebu Hureyre hadisini paylaĢalım: “Resulullah buyurdular ki: "Mümin bir kul abdest aldı mı, yüzünü yıkayınca, gözüyle bakarak iĢlediği bütün günahlar su ile -veya suyun son damlasıyla- yüzünden dökülür iner, ellerini yıkayınca elleriyle iĢlediği hatalar su ile birlikte -veya suyun son damlasıyla- ellerinden dökülür iner. Ayaklarını yıkayınca da ayaklarıyla giderek iĢlediği bütün günahları su ile -veya suyun son damlasıyla- dökülür iner. (Öyle ki abdest tamamlanınca) günahlarından arınmıĢ olarak tertemiz çıkar.” Daha neler var neler… Sonuç olarak, en baĢta dediğimiz gibi, bu konu ile ilgili Kuran‟da sadece iki tane ayet vardır. Sorumluluğunuz, bu iki ayetten anladığınız kadarıdır. Nasıl aklınıza, mantığınıza oturuyorsa, nasıl gönlünüz rahat ediyorsa, bence öyle yapmalısınız. Ancak Ģunu unutmayın, abdest birilerinin uydurduğu gibi bir Ģey ise, ALLAH neden sadece 2 ayetinde abdestten bahsetmiĢ? TESPĠH ÇEKMEK Kuran‟da tespih çekmek yoktur. 33‟lük, 99‟luk ve 500‟lük tespihler ile tespih çekmek uydurmadır, bidattir. Kuran‟da olan ise ALLAH‟ı tesbih etmektir. Tebyinü-l Kuran 1.cilt Kalem Suresi 28. ayetin tahlilinde Hakkı Yılmaz “Tesbih” kavramını Ģu Ģekilde anlatmaktadır: “Tesbih, `sebh` kökünden türemiĢ bir kelimedir. “Sebh”in sözlük anlamı; “havada ve suda hızlı hareket etmek, geçip gitmek, yüzerek uzaklara gitmek” demektir. Tesbih ise; “Allah`ı O‟na yakıĢmayan Ģeylerden tenzih etmek/ uzak tutmak, yani Allah`ı yüceltmek, O‟nun her türlü kemal sıfatlarla donanmıĢ olduğunu iyi kavramak ve bunu her vesile ile yüksek sesle söylemek” demektir. Aynı kökten gelen “Sübhan”, Allah‟ın bir ismi olup; “çok tenzih edilen, her türlü kusurdan uzak olan” demektir. Kur`an`da birçok ayette, yerde ve gökte olan her Ģeyin Allah‟ı tespih ettiği bildirilir. Bunun anlamı; “zerreden küreye, var olan her Ģey, Allah‟ın her türlü kusurdan uzak olduğunun delilidir” demektir. Yoksa “zerreden küreye, var olan her Ģey, elde tespih “Sübhanellah… Sübhanellah… der” demek değildir. “Tesbih” kavramının; otuzüçlük, doksan dokuzluk imameli tespihlerle ve Ebu Hüreyre‟nin namazlardan sonra otuz üç kere “Sübhanellah” dedirtiĢiyle uzaktan ve yakından alâkası yoktur. Tesbih, Yaratan‟ı tüm nitelikleriyle tanımak ve tanıtmaktır. Tesbih kelimesinin kökünden gelen ve Allah`ı tesbih eden, yücelten kelimeler, Kuran‟da yüze yakın yerde geçmektedir.” Ayrıca aynı eserin 3. cildindeki Taha Suresi 130. ayet tahlilini de sizlerle paylaĢmak istiyorum: “Taha 130. ayette konu edilen “tesbih”, çarpıtılarak “namaz” yapılmıĢ ve bu ayet, namazın beĢ vakit olduğuna kanıt gösterilmiĢtir. Oysa ayette konu edilen “tesbih”, namazdan önemli ve daha etkin bir ibadettir. Daha önce inmiĢ surelerde (Kalem, A‟la, Kaf) yeri geldikçe açıklandığı gibi “tesbih” kısaca; “Yaratanı tüm nitelikleriyle tanımak ve tanıtmak” demektir. Dolayısıyla Yüce Allah‟ın tesbihi; “O‟nun; müĢriklerin, bilgisizlerin yakıĢtırdıkları noksanlıklardan, iftiralardan tenzih edilmesi ve sıfatları gereğince yüceltilmesi” demektir. ĠĢte peygamberimizden istenen tesbih budur; Allah‟ın gerektiği gibi tanıtılması eylemidir.” ĠĢte Kuran‟daki tesbih budur. ALLAH‟ı tüm noksanlıklardan, iftiralardan tenzih etmek, O‟nu yüceltmek, O‟nu tanımak ve tanıtmaktır. Peki bir kul, ALLAH‟ı tüm noksanlıklardan nasıl tenzih edebilir? Ebu Hureyre‟nin uydurduğu gibi, elimize tespih alıp, 33 kere “Sübhanellah” diyerek mi ALLAH, tüm noksanlıklardan tenzih edilir? Öncellikle onun yarattığı hiçbir Ģeyde noksanlık görmeyerek ALLAH tesbih edilir. “Ahad” ve “Samed” olan sonsuz bir gücün yarattığı Ģeylerde noksanlık görülürse, dolaylı olarak onun bu özelliklere sahip olmadığı ve de hatalar yaptığı, eksiklikler bıraktığı kabul edilmiĢ olur. Doğrudan veya dolaylı olması hiç fark etmez, noksanlığın kabulü, ALLAH‟ın sonsuz bir güç olmadığının ikrarıdır. Ama buna rağmen düĢünen bir insan, yine de kendisine göre kahinatta noksanlıklar bulabilir. Bilinmesi gereken ise, insana lütfedilmiĢ bu kıt akla göre noksan gelen Ģeyler, hiç Ģüphesiz gerçekte yine kusursuzdur. Bize bir Ģeylerin noksan gözükmesi, o Ģeyin gerçekten noksan olduğunu göstermez. Zamandan münezzeh olan ALLAH, o noksanmıĢ gibi gözüken durumla onlarca imtihan tasarlamıĢtır. Bu muazzam tasarımı yaratmak, sonsuz bir güç için hiç de zor değildir. Diğer bir Ģekilde ALLAH‟ı tesbih etmek, onu kötü sıfatlardan uzak tutarak gerçekleĢtirilir. Cahillerin, yobazların, münafıkların din diye söylediği birçok Ģeyin sonu, ALLAH‟a kötü sıfatlar yakıĢtırmaya varır. Örneğin, orucu bozmanın cezasına 60 gün derseniz, kendinize göre haramlar icat ederseniz, Kuran‟da yazmamasına rağmen zinanın cezasının recm ve cehennem, ibadet etmemenin cezasının ise ölüm ve cehennem olduğunu söylerseniz, bütün geliĢmiĢliklerinden yararlanmanıza rağmen sırf gayrimüslim olduğu için insanların cennete giremeyeceğini iddia ederseniz ve daha bunlar gibi birçok akla ve mantığa aykırı Ģeyleri din diye anlatırsanız, yüce ALLAH‟a dolaylı olarak “Zalim” sıfatını yakıĢtırmıĢ, onu kullarına zulmeden bir varlık olarak göstermiĢ ve onu “Merhamet” , “Adalet” gibi iyi özelliklerden noksan kılmıĢ olursunuz. Bütün bunları yaptıktan sonra isterseniz elinize tespihi alıp 33 milyon kere “Sübhanellah” diyin, bir faydası yoktur. Dolayısıyla ALLAH‟ı tesbih etmek iki Ģekilde gerçekleĢtirilebilir. Birincisi, kahinatta hiçbir noksanlık görmeyip, ALLAH‟ın sonsuz bir güç olduğunu kabul edip, onu övüp yücelterek gerçekleĢtirilebilir. Ġkincisi, söyledikleri ile ALLAH‟a noksanlık yükleyen, ALLAH‟ın dinine uydurma, hurafe, bidat sokanlara karĢı, Kuran ve akıl ile bu batılları yıkıp, hakkı anlatarak ALLAH tesbih edilir, noksanlıklardan arındırılır. Peygamberimiz de ALLAH‟ı çokça tesbih etmiĢ, yani uydurma, hurafe ve bidat dolu bir din yaĢayan müĢriklere karĢı sabırla, hakaretlerine, ağır sözlerine göğüs gererek gerçek dini anlatmıĢ ve sonunda batılı yıkarak ALLAH‟a yüklenilen noksanlıkları silmiĢtir. Günümüzde ise, tekrar ALLAH‟a ve ALLAH‟ın dinine aynı ve benzeri çokça noksanlık yüklenmiĢtir. Kuran‟da tesbih bu Ģekilde iken, günümüzdeki eline tespih alıp, papağan gibi aynı Ģeyleri tekrar tekrar söyleme davranıĢı nereden gelmiĢtir? Bu sorunun cevabı, bidat kavramıyla açıklanır. Bidat, dinen hiçbir dayanağı olmamasına rağmen, yıllar içinde birilerinin kendi kafalarına göre, sözde din için, insanlık için dine soktuğu uydurmalardır. Bu ilavelerle akılları sıra dini güçlendireceklerini zannetmiĢlerdir. Öyle ya, Kuran eksik, ALLAH kendi dininde bazı Ģeyleri eksik bırakmıĢ veya unutmuĢ…(!). Bidat oluĢumunun diğer sebepleri ise, kötü niyet ve cehalet olabileceği gibi, baĢka dinlerden ithal etme sonucu dine ilave etmek de olabilir. Tespih çekmek de, baĢka dinlerden ithal edilmiĢtir. Budistlerde bile tespih kültürü vardır. Tam burada, tespihi Peygamberimizin çektiği, Ġslam‟a uygun gördüğü gibi iddialarda bulunabilirsiniz. Peygamberimiz hayatında hiç tespih çekmemiĢtir. Kutsal emanetler müzesine bakın. Bu müzede, Peygamberimizin hırkası var, oku, yayı, kılıcı, kılıcının kabzası, mührü, sakalı var. Ve hatta nasıl oluyor anlamıyorum ama Peygamberimizin ayak izi bile var. Soruyorum, ALLAH aĢkına tespihi nerede? Her halde kaybolmuĢtur… Peygamberimizin 23 yılda yaptıklarını, kıyamet kopana kadar baĢka bir insan baĢarabilir mi? Peygamberimiz, bu kadar kısa bir sürede onca baĢarıyı, elinde en az 500‟lük bir tespih ile aynı Ģeyleri tekrar tekrar söyleyerek mi elde etti? Peki, her istenilen, bilmem hangi kelime veya cümleyi, bilmem kaç bin kere söylenerek gerçekleĢtirilebiliyorsa, Peygamberimiz bunları yapmasını bilmiyor muydu? Onca zulme, hakarete uğrarken, savaĢlarda sevdiklerini kaybederken ve hatta Hendek‟te açlık çekerken, eline bir 500‟lük alamadı mı? Hurafe ve bidatler üzerine biraz tefekkür ettiğinizde, bu yorumlar gibi onlarca yoruma sahip olabilir, onlarca akla ve mantığa aykırı durumlar yakalayabilirsiniz. Biz rahat ve kendimizden emin bir Ģekilde söylüyoruz ki, Peygamberimiz zamanında tespih falan yoktu. Bütün uydurmalara karĢı kılıflar bulmaya çalıĢan zihniyet bu konuda da boĢ durmuyor. Diyorlar ki, “Evet tespih yoktu ama Peygamberimiz parmak sayardı, bilmem kim hurma çekirdeği sayardı” Ģeklinde iddialarla tespih çekmeyi Ġslam‟a uygun göstermeye çalıĢıyorlar. Öncelikle tespih çekmek, aynı Ģeyleri tekrar tekrar söylemenin bir mantığı olmadığı için Ġslam‟a aykırıdır. Bir kere demenizi ALLAH duymuyor mu da bozulmuĢ plak gibi tekrar ediyorsunuz? Yoksa ALLAH, dileğinizi birkaç defa söyleyince kabul etmiyor da, bilmem kaç yüz kere söyleyince “Ġllallah” edip, dileğinizi kabul mü ediyor? Akla ve mantığa aykırı bir Ģeyin dinde yeri yoktur. Dolayısıyla istediğiniz kadar kılıf bulun, bu hurafe ve bidatlerin dinde yeri yoktur. Bu kılıflarınız putperestliğe daha uygundur. Çünkü putperestler, ayin adı altında putlarına anlamsızca aynı davranıĢları tekrarlayıp dururlardı. Yukarıda da geçtiği gibi, Peygamberimizin namazdan sonra 33 kere “Sübhanellah” dediğini rivayet eden Ebu Hureyre‟ye inanabilirsiniz. Ancak aynı mantık burada da söz konusudur. Bir kelimeyi 33 kerede, bilmem kaç bin kerede papağan gibi tekrar etmenin bir mantığı yoktur, Kuran‟da bir yeri de yoktur. Zaten yukarıda da bahsettiğimiz gibi, dille 33 kere “Sübhanellah” diyerek ya da yine sadece dille “ALLAH noksan sıfatlardan münezzehtir” diyerek, ALLAH tesbih edilemez, noksanlıklardan tenzih edilemez. Müslümanlık dille değil, amelle olur. Sadece dilinizi kullanıp, bir Ģeyleri tekrar tekrar söyleyerek sevap kazanacağınızı ummayın. Bir kasetçalara yükleseniz, o da bu yaptığınızı yapar. Kuran‟da baĢtan sona cennete girmek için iyilikler yapılmasının, salih ameller iĢlenmesinin gerekli olduğu söylenirken, siz 99‟luk 500‟lük tespihleri çekip çekip cennete gireceğinizi nasıl beklersiniz? Olur mu ya, benimki de laf! Tirmizi, Ebu Davud ve Nesai “Hazretleri” yalan mı söyleyecek yoksa yanlıĢ mı bilecek? Buyurun Kütüb-ü Sitte 1854 numaralı hadis: “Resülullah buyurdular ki: Ġki haslet veya iki hallet -vardır ki onları Müslüman bir kimse devamlı söyleyecek olursa mutlaka cennete girer. Bu iki Ģey... Her namazdan sonra on kere tesbih (sübhânallah), on kere tahmid (elhamdülillah), on kere tekbir (Allahu ekber) söylemekten ibarettir.” Biz de oturmuĢ, cennete girmek için nasıl iyilikler yapalım, nasıl iyi insanlar olalım derdindeyiz. Bir yanlıĢ yapsak, bir günah iĢlesek vicdanımızda onun azabını yaĢıyor, ondan kurtulmak için tövbeler ediyor, yanlıĢlarımızı düzeltmeye çalıĢıyor ve ardından iyilikler yapmaya çalıĢıyoruz. Hâlbuki günahlardan affolunmak ne kadar da kolaymıĢ: Kütüb-ü Sitte 1788 nolu hadis. Ebu Hüreyre anlatıyor: Resülullah buyurdular ki: "Kim sabah namazının arkasından yüz kere tesbihde ve yüz kere tehlilde bulunursa, denizköpüğü gibi çok bile olsa günahları affedilir." Bu “Sahih” hadisten sonra her ne kadar kimseye laf söylemek düşmese de, izninizle ben bazı paylaşımlarda bulunacağım. TAHA 82. “ġu da muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iĢ yapan, sonra (böylece) doğru yolda giden kimseyi bağıĢlarım”. FURKAN 71. “Kim tevbe edip iyi davranıĢ gösterirse, Ģüphesiz o, tevbesi kabul edilmiĢ olarak Allah'a döner.” KASAS 67. “Fakat tevbe eden, iman edip iyi iĢler yapan kimseye gelince, onun kurtuluĢa erenler arasında olması umulur.” Gördünüz mü, birileri nasıl da Kuran‟dan bihaber, nasıl da cahilce ya da haince dini yozlaĢtırmıĢlar… ve nasıl da Peygamberimizin ismini bu pis oyunlarına alet etmiĢler! Bu konuda, hadis kitaplarında veya yobazların sözde dini kitaplarında, o kadar komik örnekler var ki, bizler bunları yazana da inana da hayret ediyoruz. ġunu Ģu kadar oku belalardan, kazalardan esirgenirsin, bundan bu kadar oku hastalığın iyileĢsin, yok Ģunu okursan sıkıntılarından kurtulursun, yok bunu okursan çocuğun üniversiteyi kazanır, yok ilmin artar, yok erersin, yok uçarsın, yok günahlarına format atılır, yok cennete girersin… nazar değmez, yemeğinin bereketi artar, kazancın hayırlı olur, evliliğin huzurlu olur, çocuğun adam olur, yağmur yağar, seller akar… ve daha neler neler… Çok Ģükür hadis kitaplarınızda heladan sonra söylenecek söz de var, cinsi münasebete baĢlamadan önce söylenecek söz de var! Tasavvuf adı altında insanlar, onların ifadeleriyle, gaybi ve batıni sırlara ulaĢma gayesi içerisinde, zulmani perdelerden nurani perdelere “ERMEK” için, hiçleĢme kılıfına saklanarak tanrılaĢmanın yolunu aramıĢlardır. Bu yollardan bazıları da, “Bilmem kaç kere ALLAH‟ın Ģu esmasını tespih ve zikir çek, o esma sende açığa çıksın” gibisinden komik yollardır. Ama bu yollar neredeyse bütün tasavvuf âlimlerinin ve de birçok sözde evliyaların kitaplarında mevcuttur. Ben de Ģimdi size bu tarz büyük bir yol göstereceğim. Bu büyük sırrı sizle paylaĢarak bölümü sonlandıracağım. Ama izninizle bütün bu gibi Ģeyleri yazan tasavvufçuların söylediği Ģu cümlelerden de eksik kalmayayım: “Ben ALLAH‟tan vahiy aldım” veya biraz daha yumuĢatarak “Ben ALLAH‟tan ilham aldım.” ( Tabii ki de HAġA!) ġimdi sizle paylaĢacağım bu sırrı eksiksiz yerine getirirseniz, perdeler inecek, nurani pencereler açılacak, ereceksiniz, uçacaksınız, evliya olacaksınız, insanlar size saygı gösterecek, elinizi öpmek için sıraya geçecek vs. vs. (Zaten birçok insanın dine ilgi duymasının sebebi, bu gibi saikler değil mi?) Öncelikle elinize 99‟luk ya da 500‟lük bir tespih alın. 5 gün boyunca, her gün sırayla 244, 365, 632, 1016 ve 7169 kere “E fe la ta‟kilun” çekin. 5. günün sonunda sol tarafınızda bir pencere açılacak. Sonra 5 gün ara verip ardından 4724 kere “E fe la yetedebberunel Kur'ane” çekin. Sonunda sağ tarafınızda bir pencere açılacak. Sonra 1 gün ara verip ardından 4 gün boyunca, her gün sırayla 103, 1130, 1617 ve 2385 kere “E fe la tezekkerun” çekin. 4.günün sonunda arka tarafınızda bir pencere daha açılacak. Ardından 4 gün daha dinlenin. Aman bu dinlenme sürelerine çok dikkat edin. Benim bazı tanıdıklarım ara vermeden ardı ardına pencereleri açtı, ceryan yapmıĢ, zatürre olup öldüler. Neyse son olarak tam 10100 kere “Yec'alür ricse alellezıne la ya'kılun” çekin. Tam karĢınızda parıl parıl parlayan bir kapı belirecek. Kapının tam üstünde de altın harflerle son söylediğiniz cümle yazılı olacak. O ne mi demek? YUNUS 100. “Allah, pisliği aklını kullanmayanların üzerine yağdırır.” ORUÇ Kuran‟da oruç ile bilgiyi, yalnızca Bakara 183-187 ayetlerinden almaktayız. Diğer yerlerde ise sadece kefaret orucundan bahsedilmektedir. Bunlar: Nisa 92‟de düzenlenen, yanlıĢlıkla adam öldüren birisinin köle azat etme veya diyet ödeme imkanı yoksa 2 ay oruç tutması, Maide 89‟de düzenlenen, bilerek yemin edip, bu yemini tutmayan birisinin köle azat etme veya 10 fakiri yedirip, giydirme imkanı yoksa 3 gün oruç tutması, Maide 95‟de düzenlenen, ihramlı iken av öldüren birisinin aynı oranda hedy kurbanı verme veya fakir doyurma imkanı yoksa oruç tutması, Bakara 196‟da düzenlenen, hac eğitimini tam yapamamıĢ birisinin hedy kurbanı verme imkanı yoksa 10 gün oruç tutması, Mücadele 4‟te düzenlenen, karısından zıhar ile ayrılmak isteyip sonra söylediklerinden dönen birisin köle azat etme imkanı yoksa 2 ay oruç tutmasıdır. Bu ayetler dıĢında oruç, Tevbe 12 ve Tahrim 5‟te sadece kelime olarak geçmektedir. Ayrıca bir de Meryem 26‟da “Savm” kelimesi geçmekte olup, bu ayet bazı tartıĢmalara sebep olmuĢtur. (Meryem 26‟ya tekrar değinilecektir.) Sonuç olarak, Ramazan orucu ile ilgili bütün bilgilerimizin kaynağı Bakara 183-187‟dir. BAKARA “183. Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiĢ ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz. 184. Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. Oruç tutmaya güçleri yetmeyenler için bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. 185. Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) baĢka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karĢılık, Allah'ı tazim etmeniz, Ģükretmeniz içindir. 187. Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaĢmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağıĢladı. Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaĢın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akĢama kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde ibadete çekilmiĢ olduğunuz zamanlarda kadınlarla birleĢmeyin. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın bu sınırlara yaklaĢmayın. ĠĢte böylece Allah âyetlerini insanlara açıklar. Umulur ki korunurlar.” Oruç ile ilgili bu ayet grubunda yazmayan herhangi bir Ģey, ya uydurmadır ya da üzerinde ehemmiyetle durulmaması gereken bir Ģeydir. Bunlardan ilk akla gelen “Niyet etmek” tir. ALLAH, sizin oruç tutmak için hazırlandığınızı görmüyormuĢ, bilmiyormuĢ gibi niyet edilir. Etmezsek, yanlıĢ edersek oruç kabul olmaz mı? Kuran‟da böyle bir Ģey yoktur. Ayrıca Kuran‟da bilerek oruç bozan bir kimsenin 61 gün oruç tutacağına dair bir ceza da yoktur. Bilerek bozmak tabii ki de yanlıĢtır ama bunun sabit bir cezası olmayıp, ALLAH adaletle kararını verecektir. Satır satır, sayfa sayfa orucu bozan durumlardan bahsedilir. Bütün bunlar yukarıdaki ayetlerden nasıl çıkıyor? Yukarıdaki ayetlere göre, zamanını dünyevi iĢlere, yani yiyip-içip gezmeye, cinsel iliĢkiye girmeye harcamak dıĢında bir Ģey çıkarılamaz. Örneğin, kusmak çıkarılamaz. Hadi kusmak neyse de, ilaç içmek, ilaç sürmek, ilaç Ģırınga etmek orucu bozar demek gerçekten çok saçma ve ALLAH‟a iftira niteliğindedir. Gönlü fakirleĢtirmek, nefsi köreltmek ve dünyevi Ģeylerden uzaklaĢmak ile bir kimsenin sağlığı için aldığı bir ilacın ne alakası var? Orucun belirli Ģartları var mıdır? Ulemanın söylediği Ģartlara konuĢmama Ģartı eklenebilir mi? Bu iddia Meryem 26‟dan çıkarılmaktadır: MERYEM 22-27. “Meryem ona hamile kaldı. Bunun üzerine onunla uzak bir yere çekildi. Doğum sancısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevketti. "KeĢke, dedi, bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!" AĢağısından ona Ģöyle seslendi: "Tasalanma! Rabbin senin alt yanında bir su arkı vücuda getirmiĢtir. Hurma dalını kendine doğru silkele ki, üzerine taze, olgun hurma dökülsün. Ye, iç. Gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen de ki: Ben, çok merhametli olan Allah'a oruç adadım; artık bugün hiçbir insanla konuĢmayacağım." Nihayet onu (kucağında) taĢıyarak kavmine getirdi. Dediler ki: Ey Meryem! Hakikaten sen iğrenç bir Ģey yaptın!” Ramazan orucu konusu Kuran‟da tek yerde Bakara 183-187 de anlatılmıĢtır. Burada eksiksiz bir Ģekilde, Ģeklinden sebebine, fidyesinden kazasına kadar ALLAH her Ģeye değinmiĢtir. Eğer konuĢmama gibi kesin, olmazsa olmaz bir Ģart varsa, pekala ALLAH‟ın bunu da burada söylemesi mantıklı olurdu. Böyle önemli bir Ģartın baĢka bir sureden, o da bir kıssa içerisinden çıkartılmasını ben aklımda oturtamamaktayım. Ayrıca Ģuna çok dikkat edilmesi gerektiğine inanıyorum; Meryem Suresi, Bakara Suresi‟nden çok çok önce inmiĢ olup, Kuran‟da orucun geçtiği diğer ayetler, yani Nisa, Maide, Mücadele, Tevbe ve Tahrim Surelerinin hepsi de Bakara Suresi‟nden sonra inmiĢtir. Benim Meryem 26 ile ilgili düĢüncem ise, oruç kavramının yıllar içerinde belirli bir kalıba oturtularak sabit bir Ģekle indirildiğidir. Ancak Meryem 26‟da görüldüğü üzere oruç sabit değil, esnektir. Savm kelimesinin anlamı “dizginlemek” tir. Benim düĢünceme göre, insan kendisinde hoĢ olmayan, aĢırı gördüğü herhangi bir davranıĢı dizginleme, engelleme faaliyetine girerse bu oruçtur. Eğer Ramazan ayında belirlenen sayılı günlerde toplu olarak bir dizginleme ve Kuran‟a yönelme faaliyetine girilirse bu Ramazan orucudur. Peki Ramazan orucu nasıl tutulur? Yıllardır anlatıldığı üzere yemeyerek, içmeyerek, cinsel iliĢkiye girmeyerek mi tutulur? Sadece bunları yapmazsak yeterli midir? Peki neden kendimizi dizginleyeceğiz, bir Ģeylerden engelleyeceğiz? Bunun mantığı nedir? Bunun cevabı için Bakara 185 bize ipucu veriyor. Ramazan‟ın Ramazan olmasının sebebi, o ayda Kuran‟ın inmeye ve bunun sonucu olarak Peygamberimizin Kuran öğretileri ile tanıĢmaya baĢlamasıdır. Ramazan‟da kuru kuruya aç kalarak oruç tutmanın yanlıĢ olduğuna inanıyorum. Çünkü Ramazan‟ı Ramazan yapan Kuran‟dır ve bu ayda biz dünyevi Ģeylerden soyutlanıp, zamanımızı Kuran‟ı öğrenmeye, Kuran üzerine düĢünmeye harcamalıyız. Bizi biz yapan, bizi hayvandan ayıran, ALLAH‟ın bir lütfu ve kendi ruhundan üflemesi olarak düĢünebilme kabiliyetimizdir. DüĢünebilme yalnızca insana ait bir özellik iken; yiyip içip gezmek, cinsel iliĢkiye girmek insanla hayvanın ortak özelliklerindendir. Ġnsan belirlenen bir süreyi, hayvani taraflarını dizginleyip, insan olmasını sağlayan düĢünebilme yeteneği ile kendisini Kuran‟ı öğrenmeye ve yaĢamaya harcamalıdır. Böylece Ramazan orucu ile insanlar, kendisini hayvanlaĢtıran dünyevi özelliklerini bir tarafa bırakarak, insan olmasına yaraĢır bir Ģekilde, düĢünce yeteneği ile kendisini Kuran‟ı öğrenmeye ve yaĢamaya adayacaktır. Kuran‟ı araĢtıran görecektir ki, ayetlerin çok büyük bir çoğunluğu, iyilik, yardımlaĢmak, paylaĢmak, zekat, sadaka, bağıĢ, yoksulu-düĢmüĢü korumak, sevgi, merhamet gibi konularla ilgilidir. Kuran‟ın özü de, ruhu da bu konulardır. Kuran‟ın indiği ayda oruç tutan insan, Kuran‟ın özünü oluĢturan bu konuları atlarsa, tuttuğu orucu değersizleĢtirir. Çünkü insanlar Ramazan ayında her yönden Kuran‟a yönelmelidir. Bu da Kuran‟ı kuru kuruya okuyarak değil, onun ilke ve emirlerini yaĢayarak olur. Oruç tutarken bir insan fakirleĢmeli ve fakirin halinden anlamaya baĢlamalıdır. Sadece anlamakla kalmamalı, bunu infak ile uygulamaya da geçirmelidir. Kıblemiz, hayır iĢlemektir ve orucun anlatıldığı Bakara 184‟te ALLAH, yine hayır iĢlemekten bahsetmiĢtir. Bir insan kuru kuruya aç kalıp fakirleĢmiyorsa, fakirin halinden anlamaya baĢlamıyorsa, Kuran‟ın özüyle çeliĢmeye baĢlar. Gündüz aç kalıp, akĢama yiyeceği lüks yemekleri düĢünerek bir insan fakirleĢemez. Gündüz aç kalıp, akĢam gideceği lüks iftar ziyafetlerini düĢünerek bir insan fakirleĢemez. Yoksulun halinden anlamaya baĢlayamayan bir insan fakirleĢemez. Ama takvaya ulaĢmak için fakirleĢmek zorundayız. Çünkü insan doğası itibariyle fakirdir ve zengin olan tek varlık ALLAH‟tır. FakirleĢemeyen insan, ALLAH‟ın karĢısında hiçleĢemez. Acizliğini kabul edemez. Kendini güçlü gören tok insan, tek güçlü olan ALLAH‟ın karĢısında güçsüzlüğünü göremez. FakirleĢmeyen insan, günahkarlığının da farkında olamaz. Ġnsan fakirleĢmeli ve değersizliğinin, hiçliğinin, acizliğinin, günahkarlığının farkına varmalıdır. Kendisini dünyevileĢtiren hayvani aĢırılıklarını dizginleyerek, ALLAH‟ın istediği gibi bir insan olmalıdır. Yiyip, içip, gezip eğlenen, aklında cinsellikten baĢka bir Ģeye yer vermeyen bir hayvan olmaktan çıkıp; düĢünen, Kuran‟ı bilen ve yaĢayan, iyilik ve merhamet ile dolu bir insana dönüĢmelidir. Bana göre orucu; fakiri, muhtacı, düĢmüĢü görüp içinin acımaması bozar, sakız çiğnemek değil. Sonuç olarak Ramazan orucu, dünyevi aĢırılıkların dizginlenerek, Ramazan ayında sayılı günleri toplu olarak Kuran‟ı öğrenmeye, özümsemeye, yaĢamaya ayırarak ve bunu yaparken hem fakirleĢerek hem de fakirin halinden anlayıp infak ederek tutulur. Meallerde “Umulur ki korunursunuz” Ģeklinde çevrilen “Umulur ki takvaya ulaĢırsınız” sözüne dikkat edilmelidir. Bir insan, kuru kuruya aç kalarak değil, insani tarafını öne çıkarıp, hem fakirleĢerek hem de Kuran‟ı özümseyerek ve yaĢayarak takvaya ulaĢabilir. ALLAH‟ın istediği Ģekilde, iyi bir insan olarak takvaya ulaĢabilir. Ġyi bir insan olamazsa; aç ve susuz, baĢ eğip oturan bir canlıdan ne farkı kalır? Ama ne yazık ki, çoğu oruç tutan kimse ya bu anlatılanların farkında değil ya da farkında olup, insanlaĢmaya vakıf değil. Dolayısıyla her oruç tutan takvaya erememekte ve ALLAH “Umulur ki takvaya ulaĢırsınız” demektedir. ALLAH yolunda ilerlemiĢ bir insan ise bir ay oruç tutmaz. Bütün bir yıl oruç tutar. Bu ne demektir? Ġnsan dünyevi aĢırılıklarını sadece Ramazan ayında mı dizginleyebilir? ALLAH yolunda ilerlemiĢ bir insan 365 gün Kuran üzerine düĢünür. 365 gün fakirliğinin farkındadır ve her zaman hayır için, iyilik için yarıĢır. ĠĢte bu kimseler, ALLAH yolunda ilerlemiĢ, takva sahibi kimselerdir. Son olarak, Bakara 183‟ten bahsedelim. Bu ayette orucun bizden önceki ümmetlere de farz kılındığı söylenmektedir. Zaten ALLAH‟ın dini değiĢmez. Diğer ibadetler de önceki ümmetlere bildirilmiĢti ama Müslümanlar dahil tüm ümmetler sonradan dinlerini yozlaĢtırdıkları için değiĢik gibi gözükmektedir. Fakat ALLAH diğer ibadetlerde değil de, özellikle oruçta bunu söylüyorsa, bunun üzerine fazlaca düĢünülmesi gerektiği kanaatindeyim. Bu sebeple Yahudi ve Hıristiyanların oruç anlayıĢlarını bilmekte de yarar var. Hıristiyanlıkta genelde oruç tutmak için belli bir zaman yoktur. Ġnsanlar yıl içinde uygun gördükleri zamanlarda oruçlarını tutarlar. Yahudilerde ise belli zamanlar vardır. Ġki ümmet için de yemek, içmek, cinsel iliĢkiye girmek yasaktır. Ayrıca Hıristiyanlar alkolü de yasaklamıĢtır. Yahudilerin daha fazla yasağı mevcuttur. Ġki ümmet de, orucun kuru kuruya aç kalarak tutulamayacağının farkındadır. Bu sebeple hem Hıristiyanlar hem Yahudiler oruç tutarken günlük iĢlerini asgariye indirirler ve zamanlarını, kutsal kitapları Kitabı Mukaddes‟i okumaya, ibadete, bolluğun farkına varıp fakirleĢmeye ve günahlarından tövbe etmeye harcarlar. Kitabı Mukaddes‟in YeĢaya kitabının (Ġncil‟de Ġsa da, sıkça bu kitaba atıfta bulunmuĢtur) 58. Bölümüne dikkat edilmelidir. Bu bölümün baĢlığı “Gerçek Oruç” Ģeklindedir. Bu bölümün orijinal, yani ALLAH‟tan olduğuna inanıyorum, çünkü gerçekten bu bölüm Kuran‟a çok benzemektedir. Yazının bu bölümle sonlanması gerektiğini düĢünüyorum. Ayrıca bu bölümle söyleyemediğimiz, üstü kapalı söylediğimiz birçok Ģeyi de umarım anlatmıĢ olacağız. YEŞAYA GERÇEK ORUÇ BÖLÜM 58 “Yşa.58: 1 Avaz avaz bağırın, çekinmeyin, Sesinizi boru sesi gibi yükseltin; halkıma isyanlarını, Yakup soyuna günahlarını bildirin. Yşa.58: 2 Bana her gün danışıyor, yollarımı öğrenmekten zevk duyuyorlarmış! Doğru davranan, Tanrısı'nın buyruğundan ayrılmayan bir ulusmuş gibi... Benden adil yargılar diliyor, bana yaklaşmaktan zevk alıyorlarmış. Yşa.58: 3 Diyorlar ki, 'Oruç tuttuğumuzu neden görmüyor, isteklerimizi denetlediğimizi neden fark etmiyorsun? Bakın, oruç tuttuğunuz gün keyfinize bakıyor, işçilerinizi eziyorsunuz. Yşa.58: 4 Orucunuz kavgayla, çekişmeyle, şiddetli yumruklaşmayla bitiyor. Bugünkü gibi oruç tutmayla sesinizi yükseklere duyuramazsınız. Yşa.58: 5 İstediğim oruç bu mu sanıyorsunuz? İnsanın isteklerini denetlemesi gereken gün böyle mi olmalı? Kamış gibi baş eğip çul ve kül üzerine mi oturmalı? Siz buna mı oruç, RAB'bi hoşnut eden gün diyorsunuz? Yşa.58: 6 Benim istediğim oruç, haksız yere zincire, boyunduruğa vurulanları salıvermek, ezilenleri özgürlüğe kavuşturmak, her türlü boyunduruğu kırmak değil mi? Yşa.58: 7 Yiyeceğinizi açla paylaşmak değil mi? Barınaksız yoksulları evinize alır, çıplak gördüğünüzü giydirir, yakınlarınızdan yardımınızı esirgemezseniz, Yşa.58: 8 Işığınız tan gibi ağaracak, çabucak şifa bulacaksınız. Doğruluğunuz önünüzden gidecek, RAB'bin yüceliği artçınız olacak. Yşa.58: 9 O zaman yardım çağrılarınızı RAB yanıtlayacak, Feryat ettiğinizde, “İşte buradayım” diyecek. Eğer boyunduruğa, başkalarını suçlamaya, kötücül konuşmalara son verirseniz, Yşa.58: 10 Açlar uğruna kendinizi feda eder, yoksulların gereksinimini karşılarsanız, ışığınız karanlıkta parlayacak, karanlığınız öğlen gibi ışıyacak.” HAC Günümüzdeki haccın nasıl bir ibadet olduğu, ne fayda sağladığı, hac ile ne amaçlandığı belli değildir. Biraz düĢünmeye baĢlayan bir insan, günümüzdeki haccın anlamsızlığını sorgular ve bunu dini tekeline indirenlerden öğrenmek ister. Ancak dinin uzmanları da buna mantıklı bir cevap veremezler. Bazı hocalara göre hac, toplu enerjidir. Bu ne demek, ne iĢe yarıyor, nerede yazıyor, onlar önemli değil. Bir de bu yorumla, ALLAH‟ın tek sesi duymadığı, ama birlikte seslenince duyduğu gibi bir mantığı kabul etmiĢ oluyoruz. Bazı hocalara göre ise hac, dinin önemli mekanlarını(!) ziyaret, tanıĢıp, kaynaĢma… Kısacası, günümüz haccını aklamak için, herkes bir kılıf uydurmuĢ, ancak yine de bu ibadetin nasıl bir ibadet olduğu, ne fayda sağladığı, bu ibadet ile ne amaçlandığı bulunamamıĢtır. Bunun biraz farkında olan hocalar, Ģu klasik cümlenin arkasına sığınmıĢlardır; “Vardır ALLAH‟ın bir bildiği”. ALLAH, sadece kendisinin bildiği, insanların bilmediği, insanlara anlamsız gelen Ģeyler mi emrediyor? ALLAH‟ın her emri, kulları için bariz faydaları olan emirlerdir. Ancak hac ibadetinde bariz bir fayda halen bulunamamıĢtır. O zaman uydurulan haccı aklamanın tek yolu kaldı, o da kampanya yapmak; “Uydurulan Ġslam Turizm ġirketi‟nin ALLAH ile özel protokolü sonucu, Ģu Ģu Ģu yerleri gezip, görenlerin bütün günahları silinecektir.” Günümüzdeki hac denen Ģeyin, Kuran‟daki hac ile hiçbir alakası yoktur. Ne yazık ki hac ibadeti de, birçok konu gibi insanların kendi çıkarları sonucu değiĢtirilmiĢ ve yozlaĢtırılmıĢtır. “Olur mu? Ne saçmalıyorsun sen pis kafir! Buna kim cesaret edebilir?” gürlemelerini duyar gibiyim. Onlara sadece Ģunu soruyorum; “Peygamberimizin sevgili torunlarını vahĢice öldürmeyi baĢaran mübarek halifeleriniz, dini mi değiĢtiremeyecek?” Günümüz haccı, bazı kiĢilerin kendi çıkarlarının ve putperest alıĢkanlığının bir ürünüdür. Kendi çıkarlarının ürünüdür diyorum çünkü günümüz haccı, Emevi Devleti‟nin sahipleri tarafından, ülkeleri için tükenmez bir gelir kapısı yaratılmak için uydurulmuĢtur. Haccı sadece bir yere özgüleyerek, ülkeleri için ölmez bir para akıĢı sağlamıĢlar ve ceplerini doldurmuĢlardır. Yani iĢin özü, turizm ticareti amaçlı bir uydurmadır. Putperest alıĢkanlığının ürünüdür diyorum çünkü belirli yerleri, mekanları, metaları kutsallaĢtırmak, Ġslam‟da değil, putperestlikte vardır. Bir mekanı bu derece kutsallaĢtırmak, o mekanı putlaĢtırmaktır. Ġslam‟da ise ALLAH‟tan baĢka kutsal yoktur. Teklik vardır. Siz bir mekanı kutsallaĢtırarak, o mekanı ALLAH‟a Ģirk koĢuyorsunuz. TaĢı, toprağı kutsallaĢtırmak, Ġslam ile çeliĢir. Hele de ALLAH‟ı bu mekandaymıĢ, Kabe‟nin içinde oturuyormuĢ gibi göstermek, ona en büyük hakarettir. Yok eğer bunlar sadece bir sembol diyorsanız, ALLAH‟ın sembollere ihtiyacı yoktur. Sembol olan onun iyi kullarıdır; taĢ, toprak değil. Bir mekanı kutsallaĢtırıp, put inancını sürdürmek yetmiyormuĢ gibi, bir de Hacerü'l-Esved TAġI ile daha da komikleĢtiler. Bu TAġI öpmek için birbirlerini ezdiler. Halbuki ALLAH, onlara Ģah damarlarından bile daha yakın olduğunu söylemiĢken, onlar kilometrelerce öteden gelip, bu ve bunun gibi TAġLARA el, yüz sürerek medet bulacaklarını umdular. Ve bir de Peygamberimizi yalanlarına ortak ettiler. Bütün tabuları, bütün putları yıkan bu büyük insan gelmiĢ de, bu taĢı öpmüĢ. Uydurdukları yalanlar ile peygamberimizi küçük düĢürdüler. ALLAH‟ın elçisi, bir TAġI öper mi? Bütün TAġLARI yıkarken, kendisi TAġ diker mi? Çok Ģükür ki elimizde Kuran var. Kuran‟da bu yalanların, uydurmaların, mantıksızlıkların hiç biri yok. Birileri bazı kelimeleri yanlıĢ ve taraflı çevirerek bu uydurmaları aklamaya çalıĢsa da, Kuran‟ı araĢtıran bir insan bunları rahatlıkla çürütebilecektir. Kuran‟daki hac ibadeti, günümüz haccından tamamen farklıdır. Bence en çok bozulan, yozlaĢan ibadetin baĢında hac gelir. Çünkü amacından, mantığından bütünüyle uzaklaĢmıĢtır. “Hac” kelimesi bile yanlıĢ anlamda kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Hac ne demek diye sorulduğunda cevap olarak, kutsal topraklara(?) gitmek, ayak basmaktır, Ģeklinde yanıtlanmaktadır. Fakat “Hac” kelimesinin etimolojik kökeni araĢtırıldığında, bu kelimenin hiç de bugün ki anlamında kullanılmadığı görülecektir. Hac; kastetmek, yönelmek anlamına gelir. Neye kastetme, neye yönelme? Gerçek öğretiye, doğru bilgiye yönelme, onları öğrenmeye kastetmektir. Gerçek ve doğru ise, ALLAH‟tan gelendir. ALİ İMRAN 96, 97. “Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev, Mekke'dekidir. Orada apaçık nişâneler, İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnîdir.” Burada öncelikle “Ġlk” ifadesine dikkati çekmek istiyorum. Uydurmaya göre, “Ġlk” değil, “Tek” hac mekanı, Emevi Devleti topraklarındaki Mekke‟dir. Ama ayette “Ġlk” denmek suretiyle, bu mekandan sonra da, bu iĢlevi görecek mekanlar olduğu, olacağı anlamı çıkmaktadır. O zaman Kuran‟a göre, birden fazla kutsal mekan(?) var. Biz niye sadece Mekke‟yi haccediyoruz? Her peygamber, bir öğretmendir. ALLAH‟ın gerçek öğretisini öğretir ve yayarlar. BoĢuna Ġncil‟de havarileri Ġsa‟ya “Rabbi” yani, “Öğretmenim” demiyorlar. ĠĢte tarihte bazı mekanlar, bu öğretmenlerin okulları olmuĢtur. Bu okullarda ALLAH‟ın gerçek ve doğru dini anlatılmıĢ, yani salat ikame edilmiĢ ve ALLAH tesbih edilmiĢtir. Bu mekanlar bir okul olup, kutsal değildir. Kutsal olsaydı, tarihte yıkılma, tahrip edilme hadiseleri yaĢanabilir miydi? Kabe‟yi Ġbrahim Peygamber kurmuĢtur. Burayı kurup, burada insanlara Hak dinini öğretmiĢtir. Burada öğrettiği insanlar, gittikleri yerde gerçek dini yaymıĢlardır. Dolayısıyla ilk ev, okul, Ġbrahim‟in okuludur. Sonra Musa Peygamber, halkı ile Mısır‟dan çıktıktan sonra, Tevrat‟ta anlatılan “BuluĢma Çadırı” denen evi, okulu yapmıĢtır. Burada salat ikame edilmiĢ, eğitim verilmiĢ, insanların sorunları çözülmüĢtür. Sonra Süleyman Peygamber zamanında, “Süleyman Mabedi” denen okul kurulmuĢ ve aynı iĢlemler burada yapılmıĢtır. Ġsa Peygamber de bir dönem burada eğitim vermiĢ, ancak bu okul ölümünden sonra yıkılmıĢtır. Tüm bu dönemler ve sonralarında, Ġbrahim‟in Kabesi‟nde insanlar yanlıĢ öğretiler yaymaya baĢladılar. Muhammed Peygamber ile buradaki yanlıĢ öğretiler yıkıldı ve buradan tekrar doğru bilgiler dünyaya yayıldı. Bu mekanlar kutsal değildir. ALLAH‟ın dinini anlatmak için kurulan okullardır. Diğer okullardan farkı ve özelliği ALLAH‟ın peygamberlerinin eğitim verdiği yerler olmasıdır. Yukarıdaki “Ġlk” kelimesinin anlamı burdur. Tarih boyunca bu Ģekilde baĢka mekanların da olduğu anlaĢılmaktadır. Ayetin devamında “Ġbrahim‟in makamı” da, eğitim hizmetini anlatmaktadır. Bazı meallerde “Makam”, “Ayaklanma yeri” bazı meallerde de “Putperestliğe karĢı duruĢ yeri” olarak çevrilmektedir. Ġbrahim Kabe‟de, yanlıĢ dine karĢı doğru din ile baĢ kaldırmıĢ ve insanlara bunun eğitimini vermiĢtir. ĠĢte ayette de, Kabe‟de Ġbrahim‟in öğretisi vardır, denilmiĢtir. Ayetin devamında, “o evi haccetmesi” ile bu öğretilere yönelmeye, bu bilgileri öğrenmeye kastetmenin, ALLAH‟ın emri olduğu söylenmiĢtir. Devamında da bu öğretileri, bilgileri inkar ederseniz, ALLAH‟ın bundan bir Ģey kaybetmeyeceği belirtilmiĢtir. “Yoluna gücü yetenler” sözünden günümüz haccındaki maddi gücü anlamıĢlardır. Ancak burada bize göre manevi güç söz konusudur. Çünkü o zaman tek mekan ile sınırlı bu ibadet, zenginlerin tekeline girer ve fakirler, fakir oldukları için bu ibadetten mahrum kalırdı. “Yoluna gücü yetenler” ile ayette söylenen, ALLAH‟ın gerçek dinini öğrenmeye ve bunları yaymaya, zekası ile cesareti ile gücü yetenlerdir. İBRAHİM “35. Hatırla ki İbrahim şöyle demişti: "Rabbim! Bu şehri (Mekke'yi) emniyetli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!" 36. "Çünkü, onlar, insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular, Rabbim. Şimdi kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışlayan, pek esirgeyensin." 37. "Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! Salatı ikame etmeleri için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem'inin (Kâbe'nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vâdiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler." 38. "Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki sen bizim gizleyeceğimizi de açıklayacağımızı da bilirsin. Çünkü ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz." 39. "İhtiyar halimde bana İsmail'i ve İshak'ı lütfeden Allah'a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duayı işitendir." 40. "Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri salatı ikame edenlerden eyle; ey Rabbimiz! Duamı kabul et!"” Bu ayet grubundan da, İbrahim’in neden Kabe’yi yaptığını anlıyoruz. İbrahim burada eğitim veriyor ve bir şeyler anlatıyor ki, “Şimdi kim bana uyarsa o bendendir.” diyor. İnsanları, anlattıkları ile ikna etmeye, kendi tarafına çekmeye çalışıyor. İkna edip, kendi tarafına çektiği ondan olup, gittiği yerlerde onun gibi dini öğretecek, yayacaktır. Ayetin devamında da İbrahim, öğrettiklerine inanmayanların, karşı gelenlerin ALLAH tarafından affedilmesini umuyor. 37. ayette İbrahim, salatı ikame edenlerden olmak için neslinden bir kısmı ile buraya yerleştiğini söylüyor. İbrahim salatı ikame etmek, yani ALLAH’ın hak dinini kabul ettirmek, hanif Müslümanlık öğretisine yönlendirmek, batılın yıkılıp hakkın ilan edilmesine destek olmak, bu amaç doğrultusunda uydurmalara, hurafelere karşı mücadele vermek ve bunun için insanları eğitmek için Kabe’yi yapmıştır. 40. ayette İbrahim, kendisi ve soyundan gelecekleri salatı devamlı ikame edenlerden eyle diyerek dua ediyor ve duası yerine geliyor. Biliyoruz ki, salatı ikame eden, yani eğitimöğretim faaliyetlerini yerine getiren diğer peygamberlerin hepsi, İbrahim’in soyundan gelmektedir. HACC 26, 27. “Bir zamanlar İbrahim'e Beytullah'ın yerini hazırlamış ve (ona şöyle demiştik): Bana hiçbir şeyi eş tutma; tavaf edenler, kıyam edenler, rükû edenler ve secde edenler için evimi temiz tut. İnsanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen argın develer üzerinde sana gelsinler.” Tavaf edenler, kıyam edenler, rüku edenler ve secde edenler için evimizi temiz tut, diyerek ALLAH ne demek istiyor? İbrahim’e mekanı temizlemesini, süpürmesini, çöpleri toplamasını mı söylüyor? Eğer böyle bir yorumu kabul edeceksek, bunun koskoca Kuran’da yer alması mantıklı mıdır? “Tavaf”, “Kıyam”, “Rüku” ve “Secde” kelimeleri günümüz anlamlarında kullanılmamıştır. Sonradan bu kelimelerin anlamları bozulmuştur. Etimolojik bir araştırma ile bunun böyle olduğu görülecektir. Tavaf; bir yerde bulunma, dolaşma demektir. Kıyam ile söylenmek istenen, batılı yıkma hakkı ayaklandırmadır. Rüku; ALLAH’a itaat etmek, saygı göstermek, boyun eğmek demektir. Secde; rükudan bir ileri boyut olup, ALLAH’a ve onun öğretisine tamamen teslim olmak, bağlanmak demektir. Ayetteki sıralamada bir artış söz konusudur. Okulda; tavaf edenler, yani orada bulunan ama eğitimde en başta olan, ondan sonra kıyam edenler, yani eğitimde biraz daha ileri olup içlerindeki batılı yıkmaya başlayıp hakkı dikmeye geçenler, ondan sonra rükuda olanlar, yani eğitimde inanmış, itaat etmiş olanlar ve en sonda secdede olanlar, yani eğitimde en üstte olup, ALLAH’a ve dinine tamamen bağlanmış olanlar bulunmaktadır. Tüm bu öğrenciler için evimizi temiz tut, diyerek de bu öğrencilerin eğitimi için öğretilerin temiz tutulması; yalanlar, uydurmalar, hurafeler ile kirletilmemesi gerektiği söylenmektedir. 27. ayete çok dikkat edilmesi gerektiğine inanıyorum. ALLAH, İbrahim’e “haccı ilan et ki, her yerden SANA gelsinler” demektedir. Peki, siz hacca giderek “Kime” gidiyorsunuz? İbrahim’e mi gidiyorsunuz? Yoksa ALLAH kendi elleriyle peygamberini mi ilahlaştırıyor? İbrahim’in yaşadığı dönemde, İbrahim sağ iken insanlara onun yanına giderek ondan eğitim almaları emredilmiştir. Her yerden oraya gelip, oradan eğitim alacaklar ve dönüp memleketlerinde bu öğretileri yayacaklar. İbrahim öldükten sonra ona gitmek mümkün olmayacağı içinde, ondan sonra onun öğretisi nerede anlatılıyorsa, oraya gidip öğrenecekler. Şehir, mekan önemli değil. Hatta örneğin günümüzde internette anlatılıyorsa, internete girip, öğrenecekler. BAKARA “125. Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir salat yeri edinin. İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun, diye emretmiştik. 126. İbrahim de demişti ki: Ey Rabbim! Burayı emin bir şehir yap, halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları çeşitli meyvelerle besle. Allah buyurdu ki: Kim inkâr ederse onu az bir süre faydalandırır, sonra onu cehennem azabına sürüklerim. Ne kötü varılacak yerdir orası! 127. Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor (şöyle diyorlardı:) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin. 128. Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin. 129. Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları arındıracak bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.” Bu ayet grubundan da haccın eğitim, salatı dosdoğru ikame amacı taşıdığını öğreniyoruz. 129. ayette de, haccın turistik gezi değil, ALLAH’ın öğretisine yönelme ve bir eğitim faaliyeti olduğu ispatlanmaktadır. En son Muhammed Peygamber ile, ALLAH’ın ayetlerini anlatan, öğreten bir peygamber gelmiştir. Onun ölümünden sonra, onun tebliğ ettiği öğretilerin yazdığı Kuran ile haccetmeliyiz. Kendimiz Kuran’ı anlayamıyorsak, dosdoğru anlatacak biriyle eğitimimizi yapmalı, ALLAH’a yönelmeli, bağlanmalı yani haccetmeliyiz. BAKARA “148. Herkesin yöneldiği bir kıblesi vardır. (Ey müminler!) Siz hayır işlerinde yarışın. Nerede olursanız olun sonunda Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir. 149. Nereden yola çıkarsan çık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu emir Rabbinden sana gelen gerçektir. (Biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir. 150. (Evet Resûlüm ! ) Nereden yola çıkarsan çık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Nerede olursanız olunuz, yüzünüzü o yana çevirin ki, aralarından haksızlık edenler (kuru inatçılar) müstesna, insanların aleyhinizde (kullanabilecekleri) bir delili bulunmasın. Sakın onlardan korkmayın! Yalnız benden korkun. Böylece size olan nimetimi tamamlayayım da doğru yolu bulasınız. 151. Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab'ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik.” Bu ayet grubundan, zorlama bir mantık ile namazda dönülen kıble anlaşılmıştır. Ancak kıbleden kastedilen hedeftir, yoldur. Kıblemiz, yolumuz, Mekke’de İbrahim’in temelini attığı, yine Mekke’de Muhammed’in son noktayı koyduğu hanif Müslümanlık öğretileridir. Dolayısıyla burada anlatılan, herkesin bir yolu, kabul ettiği doğrular olduğu, ancak doğrusunun İbrahim’in başlattığı ve Muhammed’in tamamladığı iyilik ve hayır temelli hanif Müslümanlık öğretileri olduğu ve bizim buna yönelmemiz gerektiğidir. 151.ayette de eğitim amacını ve Peygamberlerin öğretmenlik görevini görüyoruz. MAİDE 97. Allah, Kâbe'yi, o saygıya lâyık evi, haram ayı, hediye ve gerdanlıkları insanların belini doğrultmaya sebep kıldı. Bu da Allah'ın, göklerde ve yerde ne varsa hepsini bildiğini ve Allah'ın her şeyi bilici olduğunu (sizin de anlayıp) bilmeniz içindir. Altı çizili yer, günümüzdeki hac için söz konusu mudur? Günümüz haccı, bu ibadeti yapanların mı beline doğrultmakta, yoksa Suudi Arabistan ekonomisinin mi belini doğrultmakta? Ancak gerçek hac, yani Kuran’a, doğru ve gerçek öğretiye yönelme, bağlanma; insanların manevi yönden bellerini doğrultacaktır. Hedy kurbanı ile de, fakir fukara maddi yönden bellerini doğrultacaktır. Sonuç olarak Kuran’daki hac, ALLAH’ın gerçek ve doğru öğretisini öğrenmeye yönelmektir. Hac, eğitime koşmaktır. Bu yola manevi yönden gücü yetenlerin, ALLAH’ın hak dinini ayrıntılı ve kuvvetli bir şekilde öğrenmesi ve çevresine öğretmesidir. Zaten Kuran’ın ilk ayeti olan “Oku” şeklinde çevrilen “İkra” da, tabela okumak, araçların plakasını okumak anlamında olmayıp, “Öğren/ öğret” demektir. Uydurulan hac ibadetinde ise, Kuran’da yazmayan bir dünya şey mevcuttur. Örneğin, 7 kere tavaf etmek Kuran’ın neresinde yazıyor? Bunun gibi birçok farz, şuraya gitmek, yok burayı gezmek, bilmem nereyi ziyaret etmek… Kuran’da nerede yazıyor? Bir şeyler uydurdular ve Kuran’da kelime oyunları ile bunu aklamaya çalıştılar. Örneğin, Safa ve Merve tepeleri arasında 7 kere koşturmayı ele alalım. BAKARA 158. “Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah'ın koyduğu nişanlardandır. Her kim Beytullah'ı ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur. Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir.” Yukarıda da belirttiğimiz gibi tavafın kelime anlamı, bulunmak, dolaşmaktır. Ayette denmektedir ki, eğitim almak için Mekke’ye gelenlerin, orada o dönem putperestlikle özdeşleşen bu iki mekana gitmelerinde, oraları dolaşmalarında bir sakınca yoktur. Bu ayeti tekrar tekrar okuyun. İki tepe arasında 7 kere koşturmanın haccın farzı olduğunu neresinden çıkaracaksınız? Haccın farzlarından biri de şeytan taşlama kabul edilir. Bu farz Kuran’ın neresinde yazıyor? Taşladığınız mekanda şeytan mı var? Şeytan orda mı? Şeytanı arıyorsanız aynaya bakın. Şeytan nefsinizdedir. Size kötülüğü emreden kalbinizdedir. Size tembellik fısıldayan, boş vermişliğe sürükleyen, sorgulamadan uzak tutan beyninizdedir. Hem gerçek Müslüman şeytanı taşlayan değil, şeytan için dahi ağlayabilendir. SEBE 20, 21. “Andolsun İblis, onlar hakkındaki tahminini doğruya çıkardı. İnanan bir zümrenin dışında hepsi ona uydular. Halbuki şeytanın onlar üzerinde hiçbir nüfuzu yoktu. Ancak ahirete inananı, şüphe içinde kalandan ayırt edip bilelim diye (ona bu fırsatı verdik). Rabbin gerçekten her şeyi koruyandır.” Yok eğer şeytan taşlama sembolik bir hareket ise, soruyorum, böyle bir sembolik harekete ihtiyaç duyulduğu nerede yazıyor? Ya da bu sembolik hareketlerin kime, ne faydası var? Tüm bunlar, turistik turu uzatmak için uydurulmuştur. Bizim her halükarda amacımız insanları düşünmeye, sorgulamaya sevk etmektir. Bu ayetlerde de Kabe’den, bir dört duvardan bu kadar bahsedilmesinin sebebi sorgulanmadır. Eğer Kabe İslam’ın İbrahim tarafından temelinin atıldığı bir okul, bir kıyam noktası değilse, bugün inanılan birçok hurafeyi kabul etmekten başka çaremiz kalmaz. Bunun sonucunda da, İbrahim’in dört duvarı olan bir put dikmek için mücadele verdiğini, ALLAH’ın Peygamberine kendi adına bir put inşa ettirmesinin yanı sıra, heykel sanatını değil, mimari sanatı sevdiğini düşünmek zorundayız. Kabe, dünya üzerindeki bütün zulümlere, her türlü diktatörlere, cehalete, sefalete, sömürüye, kafirliğe, münafıklığa karşı başkaldırmak için İbrahim tarafından kurulmuş İslam’ın ilk okulu, hak mücadelesinin ilk devrim meydanıdır. Burada zulme başkaldıracak neferler yetiştirilmiş ve İslamlaşan bu hanifler, memleketlerine dönerek cihad etmiş, İslam öğretilerini yaymışlardır. İşte bu sebeple çok eski medeniyetlerde İslam kırıntılarına rastlanılmaktadır. Hacc, insanların uzak diyarlardan gelip toplanarak, ALLAH’ın ilmini, emir ve yasaklarını öğrendiği ve böylece “ARİFLEŞEREK” cihada hazır hale getirildiği bir eğitim organizasyonudur. Yazının sonu, Hakkı Yılmaz’ın “Hacc” makalesindeki cesaret dolu son sözü ile olmalı diye düşünüyorum: “ĠĢte Kur‟an‟ın haccı, budur. Bugünkü ham veya bayat insanların tavaf, sa‟y, Ģeytan taĢlama, zemzem içme, zemzem ve hurma hamaliyesi ile yaptıkları hacc, sadece ÇÖL TURĠZMĠDĠR, taĢın-toprağın kutsanmasıdır; Ġslam dinindeki hacc değildir.” KURBAN Kuran‟da “Kurban Bayramı” veya hayvan gırtlaklama ibadeti gibi Ģeyler yoktur. Hayvan kanı ile ALLAH‟ın hoĢnutluğu kazanılamaz. Bu zihniyet, cahiliye dönemlerinden, putperest alıĢkanlıklarından gelmedir. Kuran‟da sizin “Kurban kesmek” zannedebileceğiniz tek Ģey “Hedy” olarak hayvan bağıĢlamaktır. Diyanet‟in kendi sitesinde bu kavram Ģöyle açıklanmaktadır: “Sözlükte "hediye etmek, göndermek, yol göstermek, izinden gitmek" anlamlarına gelen hedy, bir fıkıh terimi olarak, hac ve umre sırasında Harem'de kesilen kurbanlık hayvanları ve Kâbe'ye ve Harem bölgesinde hediye olmak üzere kesilen kurbanı ifade etmektedir. Kur'ân-ı Kerim'de beĢ yerde geçen hedy kelimesi ıstılah manasında kullanılmıĢtır (Bakara, 2/196; Mâide, 5/2, 95, 97; Fetih, 48/25).” Kuran‟da kurban kesme ibadeti diye bir Ģey yoktur. Kuran‟da hedy vardır. Yani, hac ibadeti ile toplanan, eğitim faaliyeti gören insanlara, yemeleri için hayvan bağıĢlama vardır. Bakara 196, Maide 2, 95, 97, Fetih 25 ayetlerini incelerseniz, kurban kesmenin bağımsız bir ibadet olmadığı, hac ile ilgili bir bağıĢ olduğunu görürsünüz. Hacc 36, 37 ayetlerini tek baĢına okuduğunuzda hac ibadetinden bağımsız bir kurban kesme ibadeti olduğunu zannedebilirsiniz, ancak bu ayetleri bir bütün olarak, necm olarak okursanız, burada da kurban kesmenin hac ibadeti ile ilgili olduğunu görürsünüz. Hac ibadetinden bağımsız bir kurban kesme durumu söz konusu değildir. Kurban kesme, hac sırasında eğitim gören öğrencilere yapılan bir bağıĢtır. Hacc 36‟ya göre de bu etten, hem eğitim gören öğrenciler yiyecek, hem de fakire, yoksula dağıtılacaktır. HACC 36. “…onlardan hem kendiniz yiyin, hem de ihtiyacını gizleyen-gizlemeyen fakirlere yedirin. İşte bu hayvanları biz, şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik.” Ġlerleyen tarihlerde ise, cahiliye adetlerinin ve putperest alıĢkanlıklarının Ġslam‟a sokulması ve dinin yozlaĢtırılması sonucu, Hac ile ilgili olan bu kurban kesme, bağıĢlama davranıĢı, hac ibadetinden bağımsız bir ibadet olarak görülmüĢ ve Kurban Bayramı uydurulmuĢtur. Hacc 36 ise mantığından uzaklaĢtırılıp, kurban etinin bir kısmının kurbanı kesenin ailesince yenip, kalan kısmının fakire, yoksula dağıtılacağı Ģeklinde yorumlanmıĢtır. Bizim bu konuda ilk bilmemiz gereken Ģey, Kuran‟da hac ibadetinden bağımsız bir kurban kesme ibadeti olmadığı, kurban kesmenin hac sırasında, hac eğitimi görenlere yapılan bir bağıĢ olduğudur. Yukarıda adı verilen ayetlerde bu durum görülecektir, ancak bu uydurmayı aklamak için bu ayetler dıĢındaki birkaç ayette hac ibadetinden bağımsız bir kurban kesme ibadeti varmıĢ gibi gösterilmektedir. Bunların baĢında Kevser Suresi gelir. KEVSER “1. (Resûlum!) Kuşkusuz biz sana Kevser'i verdik. 2. Şimdi sen Rabbine yönel/destek iste ve kurban kes(?). 3. Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir.” Kuran’ı okuyan herkes, buradaki “kurban kes” emrinin Kuran’ın bütünü ile alakasız bir emir olduğunu görecektir. Kuran’ın hiçbir yerinde ALLAH ne peygamberine, ne diğer kullarına, hac ibadetinden bağımsız bir kurban kesme emri vermemişken, sadece burada böyle bir şey söylemesi ilginç olurdu. Ayrıca bu ifade, bu üç ayetlik surede de sırıtmaktadır. Kevser’i vermek, salatı emretmek, sonu kesik olmak ifadelerinin yanında “Kurban Kesmek” çok ilgisiz durmakta ve anlam bütünlüğünü bozmaktadır. Bir kere sorgulamaya başlayan, işin uydurma boyutunu görecektir. Bu ayette “Kurban kes” olarak çevrilen ifadenin orijinali “Ve-nhar” emridir. Bu emrin kurban kesmek ile alakası olmayıp, bildiğim kadarıyla bu kelime Kuran’da başka yerde de geçmemektedir. Bu kelimenin farklı anlamları vardır. Örneğin; Şafii mezhebinin kurucusu, İmam-ı Şafii bu kelimeyi “Ellerini göğsüne değdir” olarak anlamış ve namazda ellerin göğse değdirilmesi gerektiğini söylemiştir. Bu kelimenin başka bir anlamı “Göğsü hançerlemek” olup, günümüz “İntihar” kelimesi de buradan gelmektedir. İşte bu kelimeyi “Kurban kes” olarak çevirenler, ALLAH’ın burada ve-nhar emri ile deveyi göğsünden hançerle, yani kurban kes demiş olacağını iddia etmiştirler. Halbuki bu durum hem ayetin indiriliş sebebi ile hem de birinci ve üçüncü ayet ile alakasız bir durum sergilemektedir. Ve-nhar kelimesinin anlamlarından biri de “Göğüslemek” tir ve bu anlam hem ayetin indiriliş sebebine, hem de birinci ve üçüncü ayette söylenen ile bütünlük oluşturmaktadır. Ayetin indiriliş sebebini Hakkı Yılmaz’ın “Kurban” makalesindeki araştırmasını paylaşarak belirtmeyi tercih ediyorum: “Dinî ve tarihî kaynaklarda belirtildiği gibi peygamberimiz, ilk günden itibaren müĢriklerin kendisini hafife ve alaya almalarıyla, hazırladıkları hile ve tuzaklarla karĢı karĢıya kalmıĢtır. Peygamberimizin maruz kaldığı bu tür davranıĢlardan biri de soyunu devam ettiremeyeceği yönündeki alaycı hafifsemelerdi. Günümüzde bazı ilkel aileler tarafından da hâlâ sürdürüldüğü gibi, o zamanın Arap kültüründe de kız çocukları evlâttan sayılmaz, ailenin erkek çocuk tarafından devam ettirildiği kabul edilir ve erkek çocuğu olmayanlar horlanırdı. Peygamberimizin Hadice'den doğma oğulları Kasım ile Abdullah ölünce, baĢta As b. Vâil esSehmî, Ebû Cehil, Ebû Leheb, Ukbe b. Ebî Mu'ayt gibi KureyĢ'in ileri gelen müĢrikleri olmak üzere peygamberimizin hasımları bu olayı malzeme yaparak onu horlamaya yeltenmiĢlerdi. Peygamberimiz tarafından ortaya atılan davanın onun ölümü ile biteceğini, çünkü oğulları öldüğüne göre davanın takipçisi kalmadığını düĢünerek peygamberimiz hakkında "Bırakın onu, onun soyu kesik, zürriyetsiz, ölünce adı unutulur gider, biz de ondan kurtuluruz" diyor ve temennilerini haber yapıyorlardı. Bu durum peygamberimizi çok üzüyordu. Bu sure iĢte üzgün peygamberi desteklemek ona metanet kazandırmak, onu ileriki görevlerine hazırlamak için inmiĢtir: Şüphesiz Biz sana bol nimet verdik. Öyleyse Rabbin için salât et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek ol; toplumun zenginleştirilmesine ve aydınlatılmasına uğraş] ve karşılaşacağın zorlukları göğüsle! Şüphesiz seni horlayan, sonu olmayanın; yaptıkları, işe yaramayanın ta kendisidir! (15/108, Kevser/1-3) Rasülüllah‟a verilen Kevser, yani bol nimet ise yine Kur‟an‟da (Duha, ĠnĢirah sureleri ve Hıcr/87) ayrıntılı olarak açıklanmıĢtır. Buna göre bol nimet, “Kur’an ve sıradan birisi iken seçilip peygamber yapılması; yetim iken barınağa kavuşturulması; dosdoğru yol dışında biri iken doğru yola kılavuzlanması; dar gelirli iken zenginleştirilmesi; sıkıntılı ilen göğsünün açılması, ferahlatılması; yükü ağır iken ağır yükünün hafifletilmesi; adı unutulacak iken adının, sanının ve şanının yüceltilmesi’dir.” ĠĢte bu surede söylenen, peygambere soyu kesik diye hakaret edenlerin aslında kendilerinin soysuz olduğu, ALLAH‟ın peygamberimize bol nimetler verdiği ve peygamberimizin zorluklara göğüs gerip, ALLAH‟a kulluk etmesi gerektiğidir. Bu surenin “Kurban kesme” ile alakası yoktur. Bu sure peygamberimize bir moral kaynağı iken, bize de kıssadan hissedir. Buradaki hissemiz, hayatımızda bazı musibetlere ve birçok zorluğa maruz kalabileceğimiz, fakat ALLAH‟ın bize verdiği nimetler ile zorluklara göğüs gerip, ona karĢı kulluğumuzu layıkıyla devam ettirmemizdir. Kevser Suresi dıĢında iki yerde de, hac ibadetinden bağımsız bir kurban kesme ibadeti varmıĢ gibi gösterilmeye çalıĢılmaktadır. Bunlar, Maide 27-32 arasındaki Habil-Kabil hikayesi ile Saffat 100-111 arasındaki Ġbrahim-Ġsmail hikayesidir. Bu kısımları Kuran‟dan tekrar tekrar okuyun, yine de günümüz Kurban kesme farzını göremezsiniz. Bu iki hikaye de müteĢabih anlamları olan hikayeler olup, bu hikayelerin Kurban kesme ile alakası yoktur. Örneğin, Ġbrahim-Ġsmail hikayesinde, Ġbrahim oğlunu öldürmeye kalkınca ALLAH‟ın bir hayvan gönderip, oğlunu değil, bu hayvanı kurban et demesi Ģeklinde, hikayenin uydurma olan devamı Kuran‟da yoktur. Kuran‟a göre, bir gün Ġbrahim rüyasında bir çocuğu mağdur ettiğini görür ve buna çok üzülür. Sonraları ikisi de bu mağduriyeti yaĢayıp, ardından ĠslamlaĢınca ALLAH tarafından ödüllendirilir. Diğer hikayede ise ALLAH‟ın, iki kardeĢten birinin takvalı olmadığı gerekçesi ile kurbanını kabul etmediği anlatılır. Buradaki hikayeden de günümüz kurban kesme farzı, ibadeti çıkmaz. Bu hikayede de müteĢabihlik söz konusudur. Burada bir yoruma göre, ALLAH kardeĢlerden birinin takvasız olduğu gerekçesiyle adağını kabul etmemiĢtir. Benimde kabul ettiğim diğer bir yoruma göre ise, ALLAH takvasızlığından dolayı kardeĢlerden birinin kendisine yaklaĢmasını kabul etmemiĢti ve bunu kıskanan kardeĢ, diğer kardeĢini öldürmüĢtü. Bu Ģekilde yorumlanmasının sebebi de “Kurban” kelimesinin anlamının “ALLAH‟a yaklaĢmak” olmasından ötürüdür. Saffat ve Maide Suresi‟ndeki bu iki müteĢabih hikayeyi biz hızlıca anlattık ama daha ayrıntılı ve bilimsel olarak öğrenmek isteyenler Tebyinü‟l Kuran kitaplarından veya Hakkı Yılmaz‟ın sitelerinden araĢtırabilirler. Sonuç olarak Kuran‟da kurban, hac ibadeti ile ilgili olup, hac ibadeti sırasında eğitim gören öğrencilere yapılan bağıĢ ve yardımdan ibarettir. Bağımsız bir kurban ibadeti yaratmak için arkasına sığınılan Kevser Suresi ile Maide ve Saffat Suresi‟nin gösterilen ayetlerinin kurban kesmek ile alakası yoktur. Günümüz kurban kesme mantığı ise, cahiliye adetlerinden, putperest alıĢkanlıklarından ve en sonda Tevrat‟ın yanlıĢ anlaĢılmasından ötürüdür. Cahiliye dönemlerinde insanlar putlarına kurban keserlerdi. Putları için kan akıtmak gerektiğine inanırlardı. Günümüz cahilleri de, neden kurban kesiyorsunuz sorusuna “E kan akıtmak lazım” Ģeklinde cevap vermektedir. Ey cahiller! Sizin söylediğinizi kulağınızda mı duymuyor? ALLAH kan ile beslenen bir put mu? Ya da ALLAH sizin akıttığınız kana göre mi sizi koruyacak, belalardan esirgeyecek? Yeni araba alırsınız, gider kan akıtırsınız. ALLAH akıttığınız kanın miktarı ile mi sizi kazadan, beladan uzak tutacak? En ufak bir Ģey de kan akıtmak lazım diyen zihniyet, söylediğinin putperestlikten geldiğini bilmeyen cahillerindir. Gidin Ġslam öncesi kaynaklara bakın. Orada insanların putların korkusundan onlar için kan akıttığını, onlara kurban kestiğini görürsünüz. Örneğin gidin mitoloji kitaplarını karıĢtırın. O dönem insanların Zeus‟a veya diğer sözde tanrılara kurban kestiğini, akıtılan kan ile kutsandığına ve o tanrının nefretinden korunduğuna inanmalarını göreceksiniz. Cahiliye dönemi adetleri ve putperest alıĢkanlıklarından sonra her Ģeyde bir kurban kesme mantığının aranmasının sebeplerinden biri de Tevrat‟ın yanlıĢ anlaĢılmasıdır. Tevrat‟ı okuyan görecektir ki, neredeyse baĢtan sona kurban kesmek vardır. Ancak Kuran‟da ise, hedy kurbanı dıĢında kurban olmayıp, neredeyse baĢtan sona zekat, sadaka, bağıĢ, paylaĢmak, yardım etmek söz konusudur. Bu farkın sebebi ise çok açıktır. Tevrat indiğinde henüz para icat edilmemiĢti ve altın, gümüĢ gibi madenlerin de günümüzdeki gibi likidite değeri yoktu. Hatta Tevrat‟ta YaratılıĢ kitabı 38. Bölüm 14-20. Ayetler arasında anlatılan bir hikayede, Yakup‟un oğlu, Yusuf‟un kardeĢi Yahuda‟nın bir hayat kadınıyla yatmak için anlaĢtığı ve ücret olarak da bir oğlak belirlediği yazmaktadır. Demek oluyor ki, bugün para ne ise, o dönem koyun, oğlak o anlama geliyor ve bunun için zekat, sadaka, bağıĢ hep hayvanlar ile yapılıyordu. Kuran‟ın indiği dönemde ise artık para icat edilmiĢ ve zekat, sadaka, bağıĢ benzeri emirlerin hayvan ile yapılması değil, para ile yapılması söz konusu olmuĢtur. ĠĢte, Kuran‟da kurban kesme olmamasına rağmen, Müslümanlar arasında bu derece popüler olmasının sebebi, sonradan Müslüman olan Yahudilerin uydurmaları ve alıĢkanlıkları ya da Tevrat‟tan yapılan yanlıĢ yorumlamalar olabilir. Günümüzde ekonomik durumları sebebiyle et yiyemeyen insanlarımız fazlaca mevcuttur. Onlara et yardımında bulunmak, pek tabiî ki çok güzel ve önemli bir harekettir. Ancak ille de kurban kesip, et vereceksin diye bir Ģekil Ģartı yoktur. Siz insanlara para dağıtırsanız, sonra ALLAH size mahĢerde “Ben sana et dağıt dedim, para dağıt demedim. Yaz Ģu kadar günah” diyecek değildir. Dinin, ibadetin ve yardımın olmazsa olmaz Ģekil Ģartları yoktur. Ġnsanların kredi borçları varken, alacaklıları kapıdayken onlara ille de et vereceksiniz demenin bir mantığı da yoktur, Kuran‟da bir karĢılığı da yoktur. Bence et yerine, para vermek çok daha mantıklı ve faydalıdır. Tercihinizi et dağıtmaktan yana kullanırsanız, bilmeniz gereken tek Ģey, o etinde, kanında ALLAH için hiçbir önemi olmadığı, onun için önemli olanın sizin fakire, yoksula yaptığınız yardım olduğudur. ALLAH eti, kanı değil, sizin takvanızı arar. Bakın ALLAH Zebur‟da ne diyor: “Mez.50: 9 Ne evinden bir boğa, ne de ağıllarından bir teke alacağım. Mez.50: 10 Çünkü bütün orman yaratıkları, dağlardaki bütün hayvanlar benimdir. Mez.50: 11 Dağlardaki bütün kuĢları korurum, kırlardaki bütün yabanıl hayvanlar benimdir. Mez.50: 12 Acıksam sana söylemezdim, çünkü bütün dünya ve içindekiler benimdir. Mez.50: 13 Ben boğa eti yer miyim? Ya da keçi kanı içer miyim?” ALLAH eti kendi için istemiyor, fakir fukara için istiyor. Aksi takdirde siz, akıttığınız kanı onun içtiğini mi düĢünüyorsunuz? Velev ki öyle, susayan(!) ALLAH bunu sizden mi ister? Bırakın artık hayvan kesmeyi kutsal görmeyi. Bırakın artık hayvanın kanını kutsamayı, hayvanın kanı aracılığı ile medet ummayı. Kanın hiçbir önemi yok. Önemli olan sizin takvanız, sizin ihtiyacı olana yardım etmiĢ olmanızdır. HACC 37. “Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaĢır; fakat O'na sadece sizin takvânız ulaĢır.” LAĠKLĠK Laiklik kavramının Türkiye‟de yanlıĢ yorumlandığını düĢünmekteyim. Daha küçükken okulda bile Ģöyle bir söz yığını ezberlettirildi: Laiklik, din ve devlet iĢlerinin birbirinden ayrılmasıdır öğretmenim. Böyle bir tanım çok basit ve çok iĢlevsizdir. Bu kavramı böyle bir cümlenin içine hapsetmek yorum faaliyetini sınırlandırıp, ülkedeki kavram kargaĢasını arttırmaktadır. Bunun sonucunda laiklik, herkesin çıkarı doğrultusunda Ģekillendirilmektedir. Ancak laiklik, asla birilerinin anlattığı gibi din karĢıtlığı değildir. Benim düĢüncelerime göre Laiklik iki bacaklıdır. Birbirine eĢit bu iki bacak bir bedene vücut verir. Laikliğin ilk bacağı Ģudur: Din kurallarının hukuk kuralı haline getirtilmemesidir. Çünkü din, hukuk değildir. ÇağdaĢ bir hukuk sistemi kurmak istiyorsanız, koyduğunuz normlar din kuralları olmamalıdır. Bu, gerçek din kuralları geri kalmıĢtır, çağ dıĢıdır demek asla değildir. Çünkü din, Kuran‟dan ibarettir ve Kuran bir kanun kitabı değildir. Kuran‟da hukuksal kural diyebileceğiniz her emir zaten akıl yoluyla var olması gerektiği bilinebilir kurallar olup, her halükarda hukuk sistemlerinde yerlerini almıĢtır. Ancak dünyada çok fazla kurala ihtiyaç vardır. Kuran‟ın yüzlerce ayetinde akla iĢaret edilmiĢtir ve insanlar bu kuralları ALLAH‟ın lütfettiği akılla oluĢturmalıdır. Ancak dini hukuka dönüĢtürürseniz, ihtiyacınız olan hukuk kurallarını oluĢtururken, bunları da dinleĢtirmiĢ ve bunun sonucunda hukuk ihtiyacından ötürü dine eklemeler yapmıĢ olursunuz. Ancak dine kendi kafanıza göre eklemelerde bulunamazsınız. Kurallar yazıp, bu dinidir diyemezsiniz. Bunun sonucunda, bu beĢeri kurallar dogmatikleĢecek ve geliĢen dünyada ileride sorunlar çıkaracaktır. Halbuki geliĢen dünyada her an yeni olayların çıkması; yeni kuralların konması, eski kuralların kaldırılması ihtiyacını doğurmaktadır. Dini zannedilen bir kuralı kaldırmaya da kimsenin gücü yetmeyecektir. Bunun yanı sıra, herhangi bir olaydaki farklı ihtimaller, var olan kuralı yorumlamayı gerektirecektir. Böyle bir durumda ise, din kurallarının yorumlanması sorunu karĢımıza çıkacaktır. Dini olduğu iddia edilen bir hukuk kuralını kaldırılmayı bırakın, tartıĢma konusu bile yapamazsınız. Örneğin; birileri dinde hırsızlığın cezasının kolun kesilmesi olduğunu zannedip, bunu hukuklaĢtırırsa, siz hasta çocuğu için eczaneden ilaç çalan bir adama da aynı cezayı uygulamalısınız. Çünkü onlara göre bu din kuralıdır ve siz bunun yanlıĢ anlaĢıldığını söylerseniz linçe uğrarsınız. Bu sefer ya bu sözde din kuralını uygulayıp, hakkaniyete aykırı durumlar yaratacaksınız ya da bunu reddedip birileri tarafından kafir ilan edileceksiniz. BaĢka bir örnek; birileri dinde recm cezası var derse ve bunu hukuklaĢtırırsa, siz artık bunun aksini iddia edemez ve dogmatik kuralların oluĢumunu seyretmek zorunda kalırsınız. Sonra da bir kadın tecavüze uğrarsa ve hamile kalırsa ancak bunu kanıtlayamazsa, siz zina suçundan dolayı o kadını recm cezasına çarptırmak ile mükellef olursunuz. DeğiĢtiremezsiniz ve yorumlayamazsınız. ĠĢte bu gibi ihtimaller yüzünden bir kurala dini deyip, sonra da bu kural hukuklaĢtırılmamalıdır. DeğiĢime ve yorumlamaya açık, çağın geliĢen koĢullarına uyarlanabilen rasyonel hukuk kuralları oluĢturulmalıdır. Çünkü ne din hukuktur, ne de Kuran bir kanun kitabıdır. Kurallarımızı, Kuran‟ın yüzlerce ayetinde iĢaret edilen akla göre oluĢturursak, akla uygun kurallar zaten Kuran‟a uygun olmuĢ olacağından, dini yönden bir sorun söz konusu olmayacaktır. “Özellikle bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi Ģeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi Ģey ki akla, mantığa, halkın yararına uygundur; biliniz ki o, bizim dinimize de uygundur. Bir Ģey akıl ve mantığa, milletin yararına, Ġslâmın yararına uygunsa kimseye sormayın; o Ģey dinîdir. Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı.” Mustafa Kemal ATATÜRK Zaten ülkemizde de laikliğin bu ilk bacağına aykırı talepler bazı marjinal gruplar dıĢında istenmemekte ve tartıĢılmamaktadır. Asıl tartıĢma ve kavram kargaĢası çıkan kısmı, laikliğin ikinci bacağından ötürüdür. Laikliğin ikinci bacağı; devlet dahil hiç kimsenin hiç kimseye dini baskı, talep ve sınırlandırmalarda bulunmamasının sağlanmasıdır. Bu hem olumlu hem de olumsuz davranıĢlara da uygulanabilecek bir tanımdır. Yani, oruç tutmayan birine oruç tut demekte laikliğe aykırıdır, oruç tutan birine oruç tutma demekte laikliğe aykırıdır. Böylece laiklik kavramının tek bir tarafın düĢüncelerini savunan bir kavrammıĢ gibi algılanmasının önüne geçilebilir. Laiklik bu yorumla en basit ifadeyle “KarıĢmamak” tır. Devletin ve diğer bütün kiĢilerin, diğer herkesin inanç ve dini yaĢam biçimine karıĢmaması ve karıĢtırtmamasıdır. Bir nevi nötr ve duyarsız kalmaktır. Hatta “Bana ne kim ne yaparsa yapsın” diyebilmektir. Kimin hangi inanca hangi yaĢam biçimine bağlı olduğunu bilmezlikten gelmedir. (Bu, Rawls‟ın Bilmezlik Perdesi Teorisidir.) Ancak bu Ģekilde herkes eĢit ve özgür olabilir. Bu anlayıĢla, toplumsal olgunluk ve hoĢgörü seviyesi artar ve demokrasi geliĢir. Bunu yaparken, paranoyakça yaklaĢımlara izin verilmemelidir. ġöyle yaparsak irtica gelir, Ģuna izin verirsek Ģeriat gelir düĢüncesi, bana göre paranoyadan baĢka bir Ģey olmayıp, toplumun olgunluk ve hoĢgörü seviyesinin ve demokrasi bilincinin geride kalmasına sebebiyet veren bir anlayıĢtır. Velev ki böyle korkular söz konusu olsa da, laikliğin birinci bacağındaki rasyonel hukuk, bu korkuların giderilmesi için yeterli olacaktır. Laikliğin bu karıĢmama olarak yorumlanmasını türban sorununa uygularsak, laik devlet ve o devleti savunan birey, türbanlı bir hanımın türbanına karıĢmaz, “Bana ne” der, hatta Rawls‟ın teorisine göre bilmezlikten gelir ve bakar ama görmez. Bu anlayıĢla kimse ötekileĢtirilmemiĢ ve eĢitlik ilkesine uyulmuĢ olur. Bu anlayıĢ kimseyi üniversite kapısından çevirmez. Çünkü ne devletin ne de baĢka herhangi bir kiĢinin, baĢka bir kiĢiye dini inanç ve yaĢam biçiminde baskı, talep ve sınırlandırma hakkı vardır. Dolayısıyla, üniversite kapısında türbanlı bir kıza baĢını aç demekte laikliğe aykırıdır, baĢka bir okulda baĢını ört demekte laikliğe aykırıdır. Buradan çıkan ilginç sonuç, bir dönem devletin laikliği koruma adına yaptığı eylem, tam tersi laikliğe aykırıdır. Yok eğer devlet, bunun önlenemez tehlikelere yol açacağını düĢünüyorsa, üniversite okuyacağım diyen kızın ülkeye Ģeriat getireceğine inanıyorsa, bu yukarıda bahsettiğim paranoyadan baĢka bir Ģey değildir. Yok eğer, bu kız tıp okur ve erkek hastalara bakmaz örneği gibi düĢünceler var ise, bu da laikliğin birinci basamağındaki rasyonel hukuk ile çözülebilir. Türk Ceza Kanunu‟nda Ģu anda var olan kurallar ile çıkma ihtimali düĢünülen böyle eylemler engellenebilir ve zaten bu Ģekilde engellenmelidir de. Sorun çıkma paranoyası ile yeni sorunlar oluĢturulmamalıdır. Devletin, önlem alma(!) yetkisi bu kadar geniĢ olamaz. Aksi takdirde; Hobbes ve Locke‟ın ıĢığında devlet teorisi tartıĢmaya açılır. Tüm bu düĢüncelerimin ıĢığında bana göre laiklik, din ve devlet iĢlerinin birbirinden ayrılması değil, din kurallarının hukuk kuralı haline gelmemesi ve devlet dahil herkesin, diğer herkesin dini inanç ve yaĢam biçimlerine karıĢmamasıdır. Tabii ki burada da özgürlüğün sınırı, baĢkalarının özgürlüğünün baĢladığı yere kadardır. Laiklik ile ilgili bu genel bakıĢtan sonra, Ģimdi de laikliğin Kuran‟da olup, olmadığını inceleyelim. Laiklik, Kuran‟da var mıdır, yoksa Kuran‟a aykırı mıdır? ġaĢıracaksınız ama laiklik Kuran‟da vardır. Kuran, kimsenin dini görüĢlerine karĢı zorlamalarda bulunulmamasını buyurmuĢtur. BAKARA 256. “Dinde zorlama yoktur.” Din konusunda insanlara sadece doğru bilgi anlatılmalı ve ardından onları özgür bırakıp, kendi kendilerine doğruyu bulmaları umulmalıdır. Ġnsanlar zorlanmamalı, insanlara baskı ve Ģiddette bulunulmamalıdır. ALLAH, elçisine bunu söylemiĢtir. Zorlamamasını, sadece tebliğ etmesini buyurmuĢtur. YUNUS 99. “(Resûlüm!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?” GAŞİYE 21, 22. “(Resûlüm), öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onların üzerinde bir zorba değilsin.” ENAM 104. “(Doğrusu) size Rabbiniz tarafından basiretler (idrak kabiliyeti) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben üzerinize bekçi değilim.” ALLAH isteseydi zaten bütün kullarını imana getirirdi. O zorlamadıysa, elçisine zorlatmadıysa, artık biz kimseyi dini bir konuda zorlayamayız. Gerçek Müslüman’a düşen, gerçek İslam’ı yalnızca anlatmaktır. İnsana idrak kabiliyeti verilmiştir ve bu anlatılanlara inanıp, inanmamak onun imtihanıdır. Özgür düşüncesiyle doğruyu bulmalıdır. Onun imtihanından bize bir günah yoktur. Biz ancak şahitlik yapabiliriz. NAHL 9. “Yolun doğrusu Allah'ındır. Yolun eğrisi de vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi.” MAİDE 48. “(Ey ümmetler!) Her birinize bir şerîat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şerîatlerde) sizi denemek için (böyle yaptı).” İSRA l5. “Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü üslenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz.” FATIR 37. “Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım, diye feryat ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? (Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur.” İslam’dan önce de insanlar din konusunda birbirlerine karışıyorlardı. Bunu ALLAH rızasını kazanmak için yapıyorlardı, ama ALLAH’ın böyle bir buyruğu yoktu. İslam’dan önce Hıristiyanlar, ruhban sınıfı kurarak insanların kendi uydurdukları dine uymaları için onlara baskı yaptılar. ALLAH, Kuran’da hak ettikleri cevabı verdi ama onlar ders almadıkları gibi, sonradan Müslümanlar da aynı hatayı yapar oldular. HADİD 27. “Sonra bunların izinden artarda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik, ona İncil'i verdik; ona uyanların kalplerine şefkat ve merhamet vermiştik. Uydurdukları ruhbanlığa gelince, onu biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.” Sonuç olarak, bir Müslüman din ile ilgili bir konuda başka bir Müslüman’a baskılarda bulunamayacağı gibi; bir Müslüman her hangi bir Gayrimüslim’in İslam’a girmesi için de onu zorlayamaz. Sadece Kuran’ı anlatır ve doğruya inanıp, inanmamak onların bileceği iştir. Ama örneğin, İslam’a girmek istemediler diye, onlar büyük felaketlere uğrayacak değillerdir. ALLAH’ın istediği sadece iyi insanlar olmamızdır. Bir insan iyiyse, artık geri kalan detaylar için ALLAH adaletle hükmünü verecektir. Hiçbir dine bağlı olmayan Sabiiler dahi, eğer iyilikle uğraştılarsa, onlar üzerinde korku yoktur. BAKARA 62. “Şu bir gerçek ki, iman edenlerden, Yahudilerden, Hıristiyanlardan, Sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe inanıp barışa ve hayra yönelik iş yapanların, Rableri katında kendilerine has ödülleri olacaktır. Korku yoktur onlar için, tasalanmayacaklardır onlar.” Kuran’da zorlama, baskı, talep, karışma olmayıp, yalnızca tebliğ, söyleme, anlatma varsa, burada cihad ile ilgili bir çelişki olduğunu düşünebilirsiniz. ALLAH, ayetlerinde resmen din ve vicdan özgürlüğünden bahsetmişken, cihad edin demesinin bu durumla bağdaşmayacağını söyleyebilirsiniz. Öncelikle şunu söyleyelim, Kuran’da, size anlatıldığı gibi öldürerek, kan dökerek cihad etme diye bir şey yoktur. Savaş ancak son çaredir. ALLAH savaşa, zulme uğradığınızda izin verir. İnsanları zorla İslam’a sokmak için seferler yapma, savaşma diye bir şey Kuran’da yoktur. Peygamberimizin de hayatının çok küçük bir kısmı silahlı savaş ile geçmiş ve bunlarında sebepleri zulme uğramaları, kendilerini savunmak zorunda kalmaları; karşı tarafın antlaşma ihlalleri, ihanetleri, elçilere ve Müslümanlara yaptığı kötü muameleleri sonucunda savaşmak zorunda bırakılmaları gibi sebeplerdir. Yani savaş zulme uğrarsanız yapılabilir, zulme uğratmak için yapılamaz. HACC 39. “Kendileriyle savaşılanlara (müminlere), zulme uğramış olmaları sebebiyle, (savaş konusunda) izin verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma mutlak surette kadirdir.” Şu iki örneği gururla verebiliriz; Çanakkale Savaşı ve Kurtuluş Savaşı dine uygun savaşlardır. Çünkü bir millet zulme uğruyor ve emperyalizme başkaldırıyor. Ama tarihimizde dine aykırı çok savaş var. Zamanı geldiğinde atalarımıza Viyana kapılarında ne işiniz vardı diye sorulacak. Bir padişahın, bir halifenin, kendini tanrının yeryüzündeki vekili zannederek tanrılaştırması ile topraklarına toprak, zenginliğine zenginlik ve tebaasına kul eklemek için dini çıkarlarına alet etmesi, öbür tarafta büyük mahkumiyetlere sebebiyet verecektir. “Milletin hayatı tehlikeye düşmedikçe, savaş bir cinayettir.” ATATÜRK İslam ne demektir? İslam kelimesi “S-L-M” kökünden türemiştir. “S-L-M” ise, “BARIŞ” demektir. O zaman soruyorum, kökü barış anlamına gelen bir kavramın bünyesinde, zorlama, baskı, savaş, terör nasıl bulunabilir? Dininizin ismi barıştan gelecek ama siz toprak için, yağma için dini çıkarlarınıza alet ederek ve inananların inancını sömürerek yeryüzünde savaşlar ilan edecek, kanlar dökecek, bunun adına da cihad diyeceksiniz. Hayır, bu cinayettir. Zulme başkaldırma amacı olmayan her savaş bir cinayettir. Çocukları yetim bırakan bir lanettir. Savaşın bu özelliğini de en iyi bilenlerden biri yetim ve öksüz büyüyen Peygamberimizdir. Yetim büyüyen Peygamberimiz, nasıl çocukları yetim bırakacak savaşları özendirebilir, canice destekleyebilir, bu mümkün mü? Her zaman sevgi ve iyiliği emreden o yüce insan, yetimliğin acısını bu kadar yakından bilirken, öldürmeyi, kan dökmeyi emredebilir mi? Olur mu canım, Buhariler, Muslimler o hadisleri kitaplarına koymuşlarsa vardır bir bildikleri, sorgulamak bize düşmez.(!) O uydurma hadisler olmasa, kim Emevi soyları için kan döker, canını verirdi? Garibanlar savaş meydanlarında ölmese yarı tanrı sultanlar, halifeler nasıl saraylarda bolluk içinde yaşayabilirdi? Müslüman’a yakışan barışı ilan etmektir. Barış için mücadele vermektir. Gerçek bir Müslüman barışı teşvik edendir. Sahte Müslüman ise, ağzından kanlar akandır. Gerçek Müslüman bir şirk kurumu olan halifeliği yıkandır. Sahte Müslüman ise, “Niye halifeliği kaldırdı, biz daha kula kulluk edecektik” diyendir. Gerçek Müslüman “Yurtta sulh, cihanda sulh” diye haykırandır. Sahte Müslüman ise çıkarlarına göre, emperyalistlerin emriyle insanlara ölüm fetvaları verendir. Özetle cihad, emperyalist çıkarlara alet edilmiştir. Biz şimdi yozlaşan cihaddan, Kuran’daki cihada gelelim. Kuran’daki cihad, insanlara Kuran’ı anlatma, öğretme mücadelesidir. Bu yolda aklınla, eğitiminle yürümektir. Cihad, insanlara gerçek dini, Kuran’ı anlatmak ve bunu yaparken karşına çıkabilecek zulümlere göğüs germek ile olur. Gerekirse bu zulümler karşısında malını ve canını da ortaya koymaktan çekinmeyerek cihad edilir. Yani işin özü, Kuran ile cihad edilir. FURKAN 51, 52. “Dileseydik elbette her köye bir uyarıcı gönderirdik. Madem ki, yalnız seni gönderdik. O halde kafirlere uyma ve bununla (Kur'an ile) onlara cihad et.” Şüphesiz ki Kuran, birçok insanın işine gelmeyecek ve çıkarlarına ters düşecektir. Dolayısıyla halis dini, yani yalnızca Kuran’ı anlatan insanlar her zaman, her kesimden zulme uğrayabilir. İşte bu zulme karşı, canınla malınla direnmek, Kuran’ı anlatmaya devam etmek, en son çare bu zulme karşı savaşmak ALLAH için çok değerlidir ve karşılığı büyüktür. Tabii bunun için öncelikle Kuran’ı doğru anlamak ve öğrenmek gerekmektedir. Yani önce Kuran haccedilir, sonra Kuran ile cihad edilir. Hepimiz Kuran’ı okuyup, anlayıp, öğrenip ve talep edenlere anlatmalıyız. Eğer karşımızdaki inanmakta direniyorsa, onu zorlamamalıyız. Çünkü bizim görevimiz onu inanmaya zorlamak değil, sadece anlatmaktır. ĠDEOLOJĠ Din, ne bir ideolojidir, ne de belli ideolojilere bir malzemedir. Din dindir ve herkesindir. Biz önce genel olarak bir ideoloji kavramından bahsedelim, sonra bu görüĢümüzü anlatalım. Sorgulamadan kabulün en tipik örneklerinden biri de ideolojilerdir. Sağ ya da soldan birini seçersiniz ve artık o ideoloji nasılsa sizde o Ģekilde onu kabullenmek ve sahiplenmek zorunda kalırsınız. Birileri sizin yerinize çoktan düĢünmüĢtür ve sizin düĢünme gibi bir lükse baĢvurmanıza gerek kalmamıĢtır. Sağcıyım dedikten sonra; iĢçinin emeği, devrimci anlayıĢ, sosyal politikalar, halkçı söylemler gibi sol ideolojilere hakim olan konuları ikinci plana itmek hatta göz ardı etmek zorunda kalırsınız. BaĢkasının oluĢturduğu sağ ideoloji sizin yerinize düĢünüp sizin kiĢiliğinizi de oluĢturuverir. Aynı Ģekilde solcuyum dedikten sonra; milliyetinize, tarihinize, dilinize, dininize olan bağlılığınızdan ödün vermek zorunda kalırsınız. Birileri tarafından çoktan Türk'üm demeniz ırkçılık, dininizi bilmeniz yobazlık olarak adlandırılmıĢ olur. Sizin artık bir tarafı bütün içeriğiyle, ekleme veya çıkarma yapmadan kabul etmeniz gerekir. Hepimizden dünya üzerinde sadece bir tane var ve herkesin kendine ait ayrı aklı, düĢünceleri ve kiĢiliği var. Benim baĢkasının yazdığı bir ideolojiyi komple kabul etmem, önce kendime hakaret sonra bu düĢünebilme kabiliyetimi bilmezlik olur. Ben düĢünebiliyorsam, ideolojimi de istediğim gibi oluĢturur ve yaĢarım. Kim benim yerime düĢünüp, beni sınırlayabilir? Benim bir aklım varsa, her alandan bana uygun olan fikirleri alır, kiĢiliğimde harmanlarım. Çok isterlerse artık baĢkaları benim bu düĢünce harmanımı, kiĢiliğimi, yaĢantımı, adımın sonuna bir “-izm” ekleyerek kendisine ideoloji olarak kabul etsin. Örnek olarak Kemalizm‟i verebiliriz. Kemalizm bir ideoloji midir, yoksa yukarıda anlattığım gibi bir Ģahsın düĢüncelerinin, kiĢiliğinin, yaĢamının çok beğenilip ideolojileĢtirilmesi midir? Ġdeoloji dersek, insanlar istediği gibi bu ideolojiyi kabul etme veya etmeme özgürlüğüne sahip olurlar. Ancak bence Kemalizm bir ideoloji değildir. Mustafa Kemal oturup, bir Marx gibi felsefe mi yapmıĢ ya da dünyayı yorumlayarak sorunlara çözüm yolları mı ortaya koymuĢtur? Mustafa Kemal‟in elbette bir deha olmasının sonucu olarak, kendisine ait düĢünceleri ve ilkeleri vardı. Ancak o, bunları bir felsefe olarak ya da bir hukuk, din veya siyaset temelli bir düĢünür okulu kurarak yapmadı. O, kendisine ait düĢünceler harmanını, askeri kiĢiliğine, siyasi kiĢiliğine ve yaĢamına yedirerek, bu düĢünceler ile belli baĢarılara ulaĢtı. Biz onu ve baĢarılarını o kadar çok sevdik ki, kendimiz onun kiĢiliğini ideoloji haline getirdik. “Atatürk‟ün kendisi Atatürkçü müydü?” sözüyle anlatılmak istenen budur. Mustafa Kemal bir deha olmasının sonucu olarak, hiçbir zaman belli ideolojilere hapsolmamıĢtır. Hem devrimci, hem milliyetçi hem de dinini bilen bir adam olmuĢtur. Altı ilkesinden biri milliyetçilik iken, diğer ikisi halkçılık ve devrimcilik olabilmiĢtir. Türkiye‟nin kuruluĢ yıllarında devletçi ekonomik anlayıĢı benimsemiĢken, hayatının son yıllarında liberal ekonomi temelli politikaları da uygulamıĢtır. Bunun kanıtı, Celal Bayar‟ı baĢbakan yapmasıdır. Mustafa Kemal, belli ideolojilerin içinde kendini sınırlamamıĢ, bütün düĢünce ve görüĢlerden yararlanarak ülkesinin faydasına olanı bulabilmiĢtir. Dolayısıyla, Kemalizm‟i bir ideoloji haline getirip, Mustafa Kemal‟i de bu ideolojik çerçeve içine hapsetmek ona hakarettir. Kemalist düĢünce ancak “Ülkenin ve insanlığın iyiliğine ve faydasına olan her Ģey” olarak tanımlanabilir. Böylece düĢünce temelinde, her zaman Kemalist bakıĢ açısı değiĢir. Bu yüzden, Kemalizm bir ideoloji değil, bir değerdir. Bayrak neyse, marĢ neyse Kemalizm odur. Bu sayede, ülkenin ve milletin temelini oluĢturan bir değer olması sebebiyle, ideoloji olması ihtimalinin aksine, bu ülkenin vatandaĢlarının Kemalist olmamasına tepki gösterilebilir. Tabii ki bu, asarak, keserek Ģeklinde baĢka değerleri de ihlal edecek bir tepki değil; hoĢ görmemek, doğru bulmamak gibi manevi tepkiler olabilir. BaĢa dönersek, din bir ideoloji midir? Dini tanımlamaya ihtiyacımız yok, din dindir. Dini ideolojileĢtirip, belli bir kesimin tekeline bırakmak yanlıĢtır, çünkü din herkesindir. Bir sosyalist ve hatta komünist de pekala dindar bir insan olabilir. Hiçbir ideoloji, insanın dindar olmasına engel değildir, çünkü din tüm bu dünyevi kavramlardan bağımsızdır. Hatta din, o dini sahiplenenlerden de bağımsızdır. “Eğer biz Ġslam‟ın bir üstün değerler sistemi olduğunu Müslüman olmayanlara anlatmak istiyorsak, onlara her Ģeyden önce bizim Ġslam‟ı temsil etmediğimizi söylemek zorundayız.” MUHAMMED ĠKBAL Dini ideolojileĢtirmek veya siyasileĢtirmek, dine yapılabilecek en büyük yanlıĢlardandır. Dini, dünyevi konularla kirletmektir. Din ise, yalnızca insanlara bir öğüttür. SAD 87. “Bu Kur'an, ancak âlemler için bir öğüttür.” ZÜMER 27. “Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali verdik.” DUHAN 58. “Biz onu (Kur'an'ı), öğüt alalar diye senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık.” KAMER 22. “Andolsun biz Kur'an'ı düşünüp öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?” Muhafazakarlık diye bir ideoloji olabilir mi? Din, sadece kendisine muhafazakar diyenlerin midir? Peki onlara soralım, siz neyi muhafaza ediyorsunuz? Gelenek-görenekleri diyorsanız, bunun din ile alakası yoktur. Siz muhafazakarlık ile eski düzeni, atalarınızı üzerinde bulduğunuz yolu mu muhafaza ediyorsunuz. Peki ya onların yolu yanlıĢ yol, söyledikleri de dinde olmayan uydurmalar ise? Bu hatayı zamanında putperestler de yaptı: BAKARA 170. “Onlara (müşriklere): Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?” Atalarımız her şeyi doğru anlamıştır diye bir karine yoktur. Peygamberler, atalarının düşüncelerini ve eski düzeni hiç sorgulamadan kabul mü ettiler? Eğer peygamberler muhafazakar olsaydı putları yıkabilirler miydi? Çevresine ve geleneğine uyup, o putlara taparlardı. İbrahim muhafazakar olsa, halkının putlarını, geleneklerini yıkamazdı. Peygamberimiz muhafazakar olsa, bütün o tabuları yıkamazdı. Kız çocuklarını diri diri gömmek bizim geleneğimizde var diyip bu uydurmaları kabul etmek zorunda kalırdı. Yok eğer siz muhafazakarlık ile dine ilave edilen uydurmaları, yalanları değil de, gerçek dini, Kuran’ı muhafaza ettiğinizi söylüyorsanız, bunu biz de yapıyoruz, ama bu görevimiz bize muhafazakar olmamızı gerektirmiyor. Çünkü Kuran’ı korumak ayrı bir şey, dini ideolojileştirmek ayrı bir şeydir. ALLAH bile Kuran’da dini kimseye zorla kabul ettirmediğini söylerken, siz dini ideolojileştirip hem dini kendi tekelinize indiremez hem de dinini seven insanları bu ideolojiye girmek zorunda bırakamazsınız. Bir insan dinini seviyor diye, bu ideoloji bünyesine girmek veya o ideolojinin partisine oy vermek zorunda değil. En önemlisi, bunları yapmadı diye, o insana dinsiz muamelesi göstermek kimsenin haddine değil. Tekrar etmek gerekirse, din bir ideoloji olmayıp, bütün insanlığa bir öğüttür. Din herkesindir ve hangi ideolojiye sahip olursanız olun, dininize bağlı olabilirsiniz. Din bir ideoloji olamayacağı gibi, başka ideolojilere de malzeme olamaz. Örneğin bir sosyalist hiç tartışmasız, dinine bağlı bir insan olabilir. Fakat gün gelip de dini sosyalizm gibi gösterirse, sosyalist amaçlarına dini araç ederse, o zaman yanlış yapmış olacaktır. Din her zaman, ideolojilerle, siyasetle kirletilmeden temiz kalmalıdır. Son olarak şuna cevap vermek istiyorum. Son yıllarda, dine sonradan ilave edilen uydurmaları, yalanları temizlemeye çalışan insanlara, bir kesim hemen “Reformist” diyerek, akılları sıra onları küçümsemektedir. Dindeki uydurmaları, yalanları temizlemek, çürütmek Reformizm değildir. Adı üstünde “Reformist” reform eden, yani bir düzeni yenileştiren, yenilik katan demektir. Peki kim yenilikçi veya daha anlaşılır biçimde sorayım, kim dine yeni bir şey katıyor? Dinin tek kaynağı olan Kuran’a dönüp, diğer bütün uydurmaları silmek isteyen mi; yoksa zamanında dine YENİ ilaveler, uydurmalar katanları körü körüne savunanlar mı? Kendisine Kuran yetmeyip, kim dine YENİ, yani sonradan bir kelime soktuysa, işte o reformisttir ve unutulmamalıdır ki, Kuran’ın reforma ihtiyacı yoktur.