Henüz lise çağımda iken gönülsüz bir şekilde ders - E
Transkript
Henüz lise çağımda iken gönülsüz bir şekilde ders - E
Bu e-kitap sizin yaratıcı düşünce sürecinizi derinden etkileyeceğini düşündğüm bir bakış açısının çalışmasıdır . Bu kitabı okurken kendi fikirlerinizle örtüşmeyen pek çok düşünceyle karşılaşabilirsiniz. Bu hiç sorun değil. Ben bu duruma “Egoyla yüzleştirmek” diyorum. Ama lütfen istediğiniz ve inandığınız şeylere neden inandığınızı derinden sorgulayın. Ancak bu şekilde gelişip olgunlaşabiliriz. Bu çalışmanın her satırında inançlarınızı sürekli sorgulamak hissine kapılabilirsiniz. Düşünsel olarak git-gel ler yaşayabilirsiniz. Bu çok doğaldır. Kişisel gelişimizin olmasa olmazıdır. Bu e-kitap çalışması sizi sıfır noktasına getirmeyi amaçlar. İnternette “kendini gerçekleştirmek” diye arama yaparsanız. Bir piramit resmi ile karşılaşırsınız. Bu piramitin en altında fiziksel ihtiyaçlar daha sonra, güvenlik, sevgi, saygı ihtiyacı sıralanmıştır. Piramitin en üstünde ise “Kendini gerçekleştirme” vardır. Yani ihtiyaçsızlık ve tam doyumlu bir hayat… Ama artık bilmeliyiz ki bu piramitte tersten başlamalıyız. İlk önce kendimizi gerçekleştirdiğimizde geri kalan her şey hayatımıza akacaktır. Bu kimi zaman zor kimi zaman kolay bir yolculuktur. Bu süreçte seçimleriniz, farkındalığınız, arınma isteğiniz büyük etkenlerdir. The Secret belgeselini 25 kere izlediniz. Bolca kitaplar okudunuz. Herseferinde en doğrusunu bulduğunuzu ve anladığınızı düşündünüz. Birbirinize anlatmakta yarıştınız. Kitaplardaki, web sitelerindeki, seminerlerde öğrendiğiniz yöntemlerin hepsini 3er 5 er gün denediniz. Tezahür ettirme konuları en çok ilginizi çeken konular oldu. Okuduğumuz kitapların etkisi ile zaman tamponu bir nebze olsun ortadan kalktığında yaşanan farkındalıklar için “ben denedim oluyor” dediniz Bu bilgilerin ışığındayız sanıp, sizin gibi düşünmeyenleri garipsediniz Kiminiz Osho taklidi yaptı, kimimiz Louise hay oldu... Bilincin önemini hiçe sayıp, subliminal görüntü ve sesler gibi antidepresan etkisi yapan yöntemlerle kuantum sıçrama yapmayı beklediniz. Grup psikolojisinin yarattığı placebo etkisi ile etrafınıza, ya da forum iletilerinize “mutluyum” “seçiyorum” “ediyorum” dediniz. Ama hala gerçekleşmeyen beklentileriniz vardı. Gece yatağınıza döndüğünüzde yüzleşemediğiniz gerçekler vardı. Hala siz haklı olduğunuz halde sizi anlamayan sevgiliniz, arkadaşınız, aileniz vardı. Hala yetmeyen paranız vardı. Affolmuş zannettiğiniz ama bir rüya ile ya da bir şarkı ile tetiklenen geçmişiniz vardı. Bilmeyi, olmak zannedip bilmenin rolünü oynadınız. Pozitif düşünmeye çalışarak yaşananlar günlük Ya da geçici mucizelerdi. Gelen sevgili, para, iş geldiği gibi gitti.. Hatırladınız mı ? =) Bu ve benzeri hislerden kabul ediyorum ki bende geçtim. Yukarıdaki gözlemlerimi referans aldığım iki yıllık bir gözlem var. Yüzlerce msn sohbeti ve mailler, forum araştırmaları, web sitemden bana sorulan, özel mesajlar, okulda yaptığım gözlemler ve tabiki kendim. Çok masum bir örnek vermek gerekirse, forumdaki binlerce mesajında pollyannacılık oynamış, değiştiğini sanmış ama sorduğum Birkaç soru ile çekirdek inançlarına indiğimizde koskocaman ve büyümeye devam eden acı bedeni olan onlarca kişi tanıdım. Ve üzülerek belirtiriyorum ki, bilmek ve olmak dengesini keşfedemeyen, ve gün içinde “seviyorum”, “seçiyorum” “uçuyorum” gibi olumlama cümleleriyle değiştirmeye çalışan ama bi türlü sevip, seçip, uçamayan bir sürü kişi görebiliyorum. Tabi ben bu çalışmayı hazırlarken, daha değişik bir hitap şekli kullanmayı seçtim. Biraz, silkeleyen, sorgulayıcı, hatırlatıcı bir hitap tarzı... Aynı zamanda “ego” kelimesini bolca ve yer yer büyük harflerle yazdım. Bundaki amacım şimdi bu satırları okuduğunuzda yapmanızı istediğim çapalamadır. Her ego kelimesini gördüğünüzde kendinizi izleyin ve kendinize karşı dürüst olun. Bu çalışmadaki en son göreceğiniz şeyin imla hataları olmasını temenni ediyorum. İmla hataları görücek olursanız, evet benim hatam. Bunu baştan kabul edeyim ki, en azından değerlendirmelerin bu kısmını atlayalım. Evrenin Eşzamanı, imla hataları ilede çok ilgi çekmişti =) İmla hatası ne güzel bişeydir yahu dedim sonra... özgünlük katıyor yazıya... Bu ve benzeri kitaplarla karşılaştıysanız, yeni bilinc değişiminin işaretini almaya başladığınız demektir. Bu dakikadan sonra karşınıza çıkan her kitaba ve öğretiye dikkat edin. Tezahür ettirme öğretilerinden, “kendi içine dönme” “ego” “yükseliş” “teklik” ile ilgili konulara bir geçiş gözlemleyeceksiniz. Bu süreç tahmin ettiğim gibi 2010 – 2012 arası etkisini gösterecekti. Ya BEN bilincimin gözlemlediğim dünyayı etkilemesi, Ya da dünyanın BEN bilincim ile dans etmesi... Dolanık zihindeki hepimizde meydana gelecek olan yükseliş... Ya hepsi Ya da hiç biri... Gerçek şu ki, yoğun bir tekamülden geçmekteyiz. Bana işaretleri çıkaran, kitapları okutan, gözlem yaptıran, web sitesi açtıran, bu satıları yazdıran ve benim gibi bir çok insanı bir bir ortaya çıkaran bilinç değişimi...Bu satıları her kim okuyorsa hissettiği teklik bilinci dahi şu anda evrensel bir iyileşme sağlamakta... Bu çalışmadan göreceğiniz fayda farkındalığınızla doğru orantılıdır. Bu çalışmayı okuyan hemen hemen herkesin belli bir bilgi birikimiyle bunu okuduğunu biliyorum. Zero Limit kitabında sözü geçen “eski anı tekrarı, tanrısal zeka) ile anlatmak istediklerimin bağlantılarını göstermek açısından faydalandım. Bu çalışma sayesinde sizin şifalanmanıza yardımcı olabilirsem ve bu düşünce yapısını sizde başkalarına yardımcı olabilirseniz bu evrensel iyileşmeye büyük katkı olucaktır. Bu yüzden sizde bu çalışmadan öğrendiklerinizi “içsel olarak” doğru kabul ederseniz, çevrenizdeki insanları şifalandırmak, onları hatalarıyla yüzleştirmek için kullanın. Başkaları için yaptığımız şifalandırma kendi hayatımızada yansıyacaktır. Bu çalışmayı defalarca okuyabilirsiniz. Her seferinde size ilk kez okuyormuşsunuz gibi gelir. Bu kitap hiçbir öğretiyi ya da dini görüşü inkar etmez. Tam tersine tüm öğretileri birbirine bağlamayı amaçlar. Hangi dine mensup olursanız olun, hangi tür yöntemleri ya da ibadetleri yaparsanız yapın sizin yaptıklarınızı destekleyecek ve hatta ışık tutma eğilimine sahiptir. Çünkü doğrular tek bir noktaya işaret eder. Her bölümde ara verebilir, sessizce düşünebilirsiniz. Kendinizi gözlemleyebilirsiniz. Düşlerimizin sahnelendiği bir tiyatroyu izleyen bir gözlemci gibi… Bu sahnede gelecek hayali kurmayacağız. İzleyeceğiz sadece… İzledikçe sahnelenen oyun değişmeye başlayacak… Bu oyunu izlerken kendimizi keşfedeceğiz. Keşfettikçe arınacağız… Kendimizi daha çok seveceğiz aslında… Keşfetmediğimiz yönlerimizle yüzleşmek, farkında olmak iyileşmenin ilk adımıdır. Gelişimin bu basamağına gösterdiğimiz dirençler olacaktır. Kendimizi keşfetme yolunda yoğun duygular yaşayabiliriz. Gözlemci ve Yaşayan adında iki his arasında gidip geleceğiz. O sahneyi sevgi ile dolduracağız… Sevgimiz sahnedeki herkesi ve her şeyi değiştirecek. Bu sahne gözlerinizi açacak, yüreğinize dokunacak ve yepyeni bir farkındalığın kapısını aralayacak. Düşler sahnesinin sonsuzluğunda, bulunduğunuz noktada her şey mükemmel ve tam olacak. Başlanıngıçta zor gibi gelebilir, kendimizle yüzleşmek. Cennet diye tabir edilen boyut bir bilinç boyutudur. Önce dünyada sağlanmalıdır. Yeryüzü üzerindeki cennet kavramı hem bireysel hemde evrensel barışla ilgilidir. Fakat ilk olarak içözgürlüğümüzü kazanmalı, kişisel dönüşüm yoluyla kendimizi toparlamalıyız. Yeryüzünün cennete dönmesi insanın kendisinde başlar ve biter. Herhangi bir alemdeki yaşam biçimi; bitkiler, hayvanlar, insanlar “aydınlanma” sürecinden geçmektedir. Tüm spiritüel kaynaklar çok yakın gelecekte bilinç değişiminden söz ediyor ve adına filmler dahi yapılmaya başlandı. 2012 fenomeninden bu kitapta bahsetmek istemiyorum. Zaten o başlı başına bir araştırma konusu. Fakat bizim ilgilenmemiz gereken gelecekte olacak somut değişimler değildir. Olsa bile ondan kaçmamız yada engellememiz söz konusu olmayacaktır. Bizi ilgilendiren bu döneme işaret eden insan bilincindeki evrim. Peki insan bu bilinç evrimine hazır mı ? İnsanlar şartlanmış zihin yapılarının yoğunluğunu terk ederek kendilerini kendi benliklerine mahkum eden egodan kurtulabilirler mi ? Böyle bir değişimin mümkün olduğu yeryüzüne inen dinlerin ve öğretilerin öncelikli mesajı olmuştur. Eğer bizler bu değişimi yaptığımız çalışmalarla ya da herhangi bir şekilde bunu yayabilirsek hem bize geri dönüşümü olacaktır hem de yeteri kadar insan bu bilince eriştiğinde diğerlerinin işi daha da kolaylaşacaktır. Uyanışın temel parçası, uyanmamış sizi uyandırmaktır. Başka bir deyişle egonuzu… Egonuzun nasıl düşündüğünü, nasıl konuştuğunu anladıkça hem onu tanımış olacaksınız hem de onu eritmeye başlayacaksınız. Ego bir çoğunuzun tahmin ettiğinden daha usta ve gizli çalışan bir sahte benliktir. Bu yüzden egoyu tam olarak kavrayamazsanız ve onun temel dinamiklerini çözemez iseniz onun sizi tekrar tekrar kandırmasına izin verirsiniz. İçinizden bir ses “benim egolarım yok zaten, ben bunları çoktan aştım” diyor ise aldanmayın bu egosal içsesinizdir. Egonun yok edilmeye çalışılması onunla savaşılması yanılgıdır. Sadece karanlıkla savaşmış olursunuz. Sadece var olmanın farkına varabilirseniz Egonuz kendiliğinden erimeye başlayacaktır. Bu kitabı, hemen hemen her insan için işe yarayabilecek bir vizyonu sizlere anlatmak için hazırladım… Hayallerinizi bir kenara koyup kendinizi keşfetmeyi düşündünüz mü hiç ? Hayalleriniz daha mı çekici geliyor size ? Ya kendinizi keşfetmeden hayal ediyorsanız…. Bu ekitap bir kişisel gelişim kitabı mıdır ? Bir tamamlayıcı kitap mıdır? Cevabını iki türlü verebilirim… Ya hepsi yada hiç biri… Bunu sizin önyargılarınız belirler… Bir dizi seyrettiğinizde, bir roman okuduğunuzda, bir maç izlediğinizde, tüm dünyayı unutur onlara odaklanırsınız. İnançlarınızı askıya alırsınız ve anı yaşarsınız. Hatta kendinizi hikayenin bir parçası bile hissedebilirsiniz. Bu işleyişin keyifli ve eğlenceli olmasını sağlar. Bu kitabı okumadan önce tüm bildiklerinizi unutun demiyorum. Sadece tüm inançlarınızı askıya alın. Daha sonra ister inanın ister daha önce öğrendiklerinizin tamamlayısı olarak görün… Ama bu soruları hemen yanıtlamayın… Ya da hiç yanıtlamayın… Cevaplarınızın zamana bağlı bir şekilde değiştiğini göreceksiniz çünkü…. Şu anda içinizde ne olup bitiyor ? Şu anda düşündüklerinizi düşündüren nedir? Kurduğumuz hayaller neden o hayaller ? “Ego” nedir ? Zaman bir ilizyonmudur ? Neden Acı çekiyoruz… Sohbetleriniz hep geçmiş ve gelecek zamanla ilgili mi? Çektiğiniz acılar, sıkıntılar mı sobhetlerinizin temeli , ya da başardığınız şeyler ya da gelecekteki hayalleriniz mi? Bu e-kitabın sayfalarında, fevkalade güçlü, şifa, korunma, arınma ve pozitif değişim sağlayan bir anlayış bulacaksınız. Bu anlayış, kutsal kitaplardaki, doğu felsefelerindeki ya da bildiğimiz bilmediğimiz her türlü öğretideki anlayışın tek bir bakış açısıyla “TEK” in sahnesindeki bir gösterisidir. Bu e-kitaptaki bilgiler herhangi bir öğretiden değildir, “TEK”lik bilincine ulaşmanın bir anlayışıdır… Her neye inanıyor ve uyguluyorsanız onun ruhuna erişebilmeniz için bir anlayış… Vurgulayacağım en önemli konu “Tek”liğin karşıtı olan EGO ile ilgili zorluklardır. Yaşamımızda güdülerimizi egonun yönetmeye başlaması bizi gelişim ve dönüşümden uzaklaştıran EGO nedir ? Mutlu, doyumlu bir hayat nasıl yaşanır, isteklerin altında yatan güdü nedir. Nasıl gerçek olurlar ya da olmazlar sorularını kendime sorduğum zamanlarda EGO konusu adeta heryerde karşıma çıkmış bana göz kırpmıştı. Bu çalışmanın oluşmasında bana ilham veren, maddi ve manevi yardımı dokunan bir çok kişiye teşekkürlerimi sunmak istiyorum… Ego konusuda bana ilham veren Cem Akıncı'ya… ve yine EGO konusunda kendimle yüzleşmemi sağlayan ve kitabın ismi konusunda ilham veren dostum Gökhan Pakkanlılar’a… açtıkları başlıklarla, danıştıkları özel konularla, paylaştıkları problemleri ile kendime derinden sorular sormamı sağlayan AkinBerk.com üyelerine…. “Evrenin Eşzamanı” e-kitabını okuyan binlerce okuyucuma… Bu 2 yıllık süreçte egolarımından arınma zamanımda, hayatıma girmiş iyi, kötü paylaşımlarda bulunduğum, bazen hatalarına maruz kaldığım ya da hatalarımla üzdüğüm insanlara, beni yetiştiren aileme, öğretmenlerime… Duygusal acı ve mutluluklar paylaştığım hayatıma girmiş olanlara… Bana inanlara, inanmayanlara beklide bu yazılardan hiç haberi olmayacak olanlara… Hepinize sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Yaşamımdaki varlığınız bana daima daha iyiye ulaşabilme ilhamını verdi. Her nerede olursanız olun benim bir parçamsınız… Yazılarımı takip eden sevgili dostlarım, yaşamınızı geliştirme isteğiniz ve öğrendiklerinizi bütün insanlar ile paylaşmanız benim için bir esin kaynağıdır. Her geçen gün hepinizde gördüğüm olumlu gelişmeler, bana yaptığım her şeyin, harcağıdığım emeğe değdiğini gösterdi… Bu e-kitabı ücretli olarak dağıtıyorum. Gelirini belirlediğimiz derneklere bağış için kullanmayı planladım. Bu kitabı kopya yoluyla ücretsiz edinmek isteyenler elbetteki içindeki bilgilere okumak suretiyle ulaşabilirler. Fakat okumak ile “O” hale gelmek arasında bir fark vardır. Bu fark evrene ödediğiniz bedeldir. Emeğe ödediğiniz bedeldir. Bedel bir öğle yemeğine verdiğiniz miktarı yılların deneyimi ile değişmektir. Bedelini ödediğinizde hem maddi hemde manevi mislini geri alacaksınız… Bir şeyi bedel ödemeden edindiğinizde bilinçaltınıza “benim param yok” mesajını iletirsiniz… Bedel olmadığında bu kitabı sadece okumuş olursunuz… bedelini ödemeden sahip olunan her şey gibi… Bu kitaptaki bilgileri gözü kapalı kabul etmeyin… Belki bir kere okuyun, beklide elli kere okuyun… Okuduğunuz her şeyi test edin… bugüne kadar okuduğunuz tüm kitaplarla bağdaştırın. Bu yazıları ister tamamlayıcı bilgi, yada tamamlamak istediğiniz bilginin bir parçası olarak görün… Bu kitabı okuduktan sonraki hisleriniz, hayata bakış açınız ve hayatınızdaki gelişmeler bu yazıların etkisini ölçme konusunda sizin tek kıstasınızdır… Bir an için on yaşına geri döndüğünüzü düşünün. Öyle bir hayal kurun… Arkadaşlarınızla saklambaç oynadığınızı hayal edin. Gözlerinizi kapatıp ona kadar sayın ve dönüp arkanıza bakın. Ve hiçbir arkadaşınızın saklanmadığını öylece size baktığını düşünün. O oyundan hiçbir zevk almazdınız. Ve muhtemelen de birdaha oynamazdınız. Bu durum fiziksel evrenimizi gözlemlerken de böyledir. Evrenin doğuşundan önce sadece “TEK” olmanın ışığı vardı. Orada istediğimiz her şey vardı… Işık bizim için sonsuzdu. Fakat Eksik olan bir şey vardı. Saklambaç oynamaktan aldığımız zevk... Bizi yaratan saklambaç oynamaya karar verdi. O ışığını sakladı ve bize bulmamızı istedi… Fakat, bu oyunda bizlere çokça ipuçları verdi. Kendini anlatan işaretleri heryere koydu… İnsanlar bu ışığa her ismi taktılar. Ona ulaşmak için bugüne kadar sayısız öğreti ve dini bilgiler buldular. Ve inandıkları ölçüde ona ulaştılar. Ulaştıkları ölçüde ikilik kalktı ve onunla TEK oldular… Ya ışığı göremediğimiz zamanlar, neden göremiyorduk. Onunla aramızda ikilik yaratan neydi? Bizi ondan ayıran sahte benliğimiz neydi ? Bizi olduğumuzdan başka biri yapan, öyle ya da öbür türlü olduğumuzu düşündüğümüz neydi ? Neydi bizi yaratanın saklambaçtaki hilesi… ? Mesela benim dinimde buna “nefs” deniyor… Ama gerçek pek bilinmediği için bilgiler bize farklıymış gibi geliyor. Diğer dinlerde ve öğretilerde bu isim değişiyor. Ama hepsi O sahte benliği işaret ediyor. Keşfetmemiz gereken sahte benliğimiz. Işığın arkasına saklandığı yer… “Herkeste bir tane vardır” espirisi Aykut Oğut'un kitabından bir espiri.. Egonun açılımı tabiki bu değil =) Kitaplar okuyoruz, hayaller kuruyoruz ve seçme şansına sahip olduğunuzu düşünüyoruz. Diyoruz ki “aha bak bilinçli istedim, özgür iradem var benim…” Bu en büyük yanılgılardan biridir. Tek özgür irademiz Egosal bilincinize direnip direnmemeye karar verdiğiniz seçiminizdir. Ego tamamen yok olduğunda Özgür iradeye ulaşırız. Ego varsa, düşüncelerinizin ve doğuştan gelen davranışınızın üzerinde tam bir bağımlılık hali vardır. Hayallerinizi, isteklerinizi, aşklarınızı kısacası “özgür irade” sandığınız her şeyimizi Ego yönetir. Saklambaç oyunun farkında değiliz. Ego bize saklambaçıda unutturdu. Rasyonel zihnimizden sakladı ve bizi baskı altında tutarak ona boyun eğmemizi sağladı. Işık, Egonun ilizyonunun arkasına saklandı. Ne yazık ki her birimiz sürekli bir şeyler isteme, elde etme ve bir şeylere çekmeye çalışmaya inandırılıyoruz. Geçmişimizi ve karanlık yüzümüzü hatırlayıp yüzleşmek yerine unutmaya, en derinlere itmeye çalışıyoruz. Hatta bunlarla yüzleştiğimizde yalanlıyoruz ve inkar ediyoruz. Hayallerini bir çok yöntemle tezahür ettirmeye çalışanların yaptıkları en büyük hata budur. Geçmişlerini SIFIR lamadan geleceğe hükmetmek isterler. Adeta EGOnun esiri olurlar. Bunun nedenleri çok basittir. Geçmişi unuttuklarını sanırız Ama gördüğümüz bir rüya ya da olumsuz bir olay, işittiğimiz bir söz yelkenlerimizi suya indirmeye yetecektir. Sürekli yapacağım dediğimiz yöntemleri, olumlamaları, teknikleri, meditasyonları 1-2 hafta geçmeden bırakırız. Kendimizce sebeplerimiz çoktur. Ya zamanımız yoktur, yönteme olan inancımız zamanla kaybolmuştur. Arada bir şeyi tezahür ettiririz ama kısa süreli olarak mutlu olmuşuzdur. Ama hayatlarının diğer kısımlarında hala gerçekleşmeyen isteklerimiz, sürekli akla gelen kötü anılarımız vardır. Bir hayali nasıl kolayca çekeceğimiz ile ilgili kitapları okumaya bayılırız. Yaptığımız en ustaca şey öğrendiklerimizi etrafımızdaki insanlara anlatmamızdır. “Denedim oluyor” sözünü çok kullanırız… Fakat hayatımızn her alanına “NEDEN UYGULAYAMADIĞIMIZ” ile yüzleşmek istemeyiz. “Denedim oluyor” daki kastımız ise bir miktar artan farkındalığımızdan başka bir şey deildir. Affetmek, geçmişle yüzleşmek, sıfır noktasına yaklaşmak, Anı yaşamak gibi konu ve kitaplar yerine, hayal panoları, Şimdiki zamanda Pozitif Afirmasyonlar, Gözümüzde canlandırma gibi konularla DAHA çok ilgilenme eğiliminde oluruz. Çünkü egomuz hala bizi yönetmektedir. ÖZGÜR İRADEMİZ YOKTUR. Egomuzla hareket ettiğimizde ışığı biraz daha önleriz, engelleriz. İsteklerimizin gerçek olması uzunca zamanı alır… olurda gerçek olursa anlık mutluluk getirir. Hayal panomuzdaki tüm herşeyin gerçekleşince mutlu olacağınızı sansak bile hala egonun sesine hapsolmuşuz demektir. O panodakiler gerçek olsa bile doyumsuzluk ve mutsuzluk devam edecektir. Çünkü siz geçmiş ve gelecek odaklı yaşıyorsunuz ama farkında değilizdir. Ego böyle şeylerle sizi oyalamayı çok sevecektir. “Yapabilmekten” önce “olmalıyız” ve sadece “olduğumuz” kadar “yapabiliriz.” Ve ne “olduğumuz”da “kendimizle” ne derece yüzleştiğimiz ile doğru orantılı olarak ortaya çıkar. Dış dünyada canımızı sıkan şeyler devam ediyorsa, Ya da bitmiş gibi görünüp başka bi yerden tezahür ediyorsa egomuz vardır. Dış dünya iç dünyamızın yansımasıdır. Dışarıda gözlemlenen tüm insanların karakterleri sizin içinizdeki iyilikleri ve kötülükleri size hatırlatmak için sizin kuantum alanınıza girerler. Dış dünyada tezahür eden uyumsuzluklar, iç dünyamızdaki uyumsuzluğun göstergesidir. Eğer iç dünyamızdaki bu saklılıkları kabul edersek dış dünyamızda, sonsuz bilgelik ve sonsuz gücün ışığı dolmaya başlayacaktır. Eğer iç dünyada bilgeliği bulursak, bu bilgeliği ve gücü dış dünyada ortaya çıkarma özellikleri ile donatılırız. Tüm yaşananlar bilince dayanır. Kazançlar, birikmiş bilincin sonucudur. Kayıplar dağılmış bilincin sonucudur. Çekim yasası sadece pozitif düşünmeye çalışmakla çalışmaz. Temelinde bir çok katman vardır. Ve onu iyi kullanmak tekamül gerektirir. Senin, ego olmadığını anlayıncaya kadar, yeniyi kabul etmen mümkün olamaz. Egonun sadece geçmiş hafızan olduğunu ve başka bir şey olmadığını gördüğümüz zaman ve kendinin hafızadan ibaret olmadığını gördüğümüz zaman mümkün olur. Hafıza, biyolojik bir bilgisayar gibidir; o bir makinedir. Kullanışlı bir mekanizmadır; ama siz bunu aşan bir şeysiniz. Siz hafıza değil, bütünsel bir benliksiniz. Hafıza, bu benliğin bir içeriği ise sizde bu benliğin kendisisiniz. Karşılaştığınız zorluklar çoğunlukla karışık fikirlerden ve çıkarımlarımız konusundaki bilgisizliğimizden kaynaklanır. Teslimiyet duygusundan uzak olduğumuzda ve kendi bildiklerimize direnip karşı koyduğumuzda istedinildiği kadar kitap okunsun; bu evreni “mum alevi ile aydınlatmaktan” başka bir şey olmaz. En büyük iş kendimizi keşfetmektir. Ve yaratıcının arkasına gizlendiği egoyu izlemeye başlamaktır. Ego izlendikçe hayalet benlik yok olmaya, erimeye başlayacak ve yerine yaratcının ışığı dolmaya başlayacaktır. Bu olursa düşüncelerimiz, sezgilerimiz, isteklerimiz ve karşımıza çıkan olaylar birbiri ile dans etmeye başlar. Siz sadece hayranlıkla izler ve yaşarsınız. Hayatınızda herşey rayına oturmaya başladığı gibi dolanık evrensel yapıyıda iyileştirmeye başlarsınız. Kendimiz, eşimiz, çocuklarımız, anne ve babamız ve yaşamımızda karşımıza sürekli çıkan diğer insanlar hakkında hissettiklerimiz egonuz hakkında doğrudan bilgiler verir. Başımıza gelen her olaya vereceğimiz tepkiyi seçebiliyoruz. Ama başımıza gelen her olayı kontrol edemeyiz. Bu derinliği olan başka bir konudur. Bu yüzden insanların çoğuna “herkes kendi gerçekliğini yaratır sözü” “yabancı ve imkansız” gelir. Kendi gerçekliğimizi yarattığımız ve kontrol ettiğimiz inancı; zengin, karmaşık, gizemli ve destekleyici bir yaşama başlamak yerine gibi görünsede geçmişteki 20-30-40 yılı inkar ettiğimiz anlamına gelecektir. Bu yüzden spritel öğretilerle karşılaşmış ve kitapları okumuş olmak egoyu yok etmez. Bu dönemlerde her olumsuzlukta “olumlu düşünmeyi öğrendim, olumlu düşünmeliyim” diye o an için seçim yapsanızda içinize attığınız sıkıntı, yani egonuzun sesi sizi başka bir an başka bir şekilde üzücektir. Ego yok olmamış sadece şekil değiştirmiş olucaktır. Ben Artık mutluyum dediğimizde bile EGO kendini gizlemiştir. Oysa dış dünyamızda olumsuzluklar devam eder. Ailemizle hala çatışıyoruzdur. İş ortamımızda hala istemediklerimiz vardır. Kocamız, karımız, sevgilimiz bizi anlamıyordur. Öğrendiklerimizi çevremize istekle yaysak bile EGO bilmenin hazzıyla dış dünyayı içten içe suçlamaya devam eder. İnsanlara “Hayır” diyecek bile insiyatifimiz yoktur bazen. Tek yaptığımız şey, bilmek, anlatmak forumlarda polyannacılık oynamaktır. Çok kitap okuduğumuzda çok biliriz zannederiz. İnançlarımız değişir şekillenir. Hangi yeni düşünce ile tanışsak doğru olduğuna kesin inançlar gösteririz. ÖZGÜR İRADEMİZ var sanarız.. EGOMUZ bir kimlik üstleniyor ve O olduğumuzu düşünüyoruz. BUNA “ANLAMSIZLIK MODELİ” deniyor. Şimdi hayallerinizi bir kenara koyup, kendimizle dürüstce konuşmayı deneyelim. Eski sevgililerinizi, sizin için geçmişte değerli olduğunu düşündüğünüz insanları düşündüğüzde ne hissediyorsunuz. Hatta bunu denemek için eski sevgilinizi ve o günleri anımsatacak şarkılardan resimlerden yardım alabilirsiniz. Biliciniz şu anda eski günlerin acısını çekmiyor olabilir. Böyle bir durumda o olayı bir aile üyesiyle, ya da çok yakın arkadaslarınızla içtenlikle konuşmak egonun belirmesi açısından bir kilit olabilir. Bunlarla yüzleştiğinizde huzurlu bir şekilde gevşiyormusunuz, yoksa miğdenizin ortasına krampmı giriyor. Boğazınız mı düğümleniyor. Ailenizde yaşanmış olan şiddeti düşünün, okulda alay edildiğiniz anı düşünün. Bedenizin hangi bölgeleri hangi şekilde sızı ya da tepki veriyor. Çocukluğunuzdan beri düzelmeyen, ağrılarınız, ya da kronik rahatsızlıklarınız var mı? Gizli duygularınıza yüzeye çıkmasına olanak vermek, aydınlanma yolculuğunun ilk ve en önemli adımlarından birisidir. Çoğu insan bu konularla yüzleşmekten korkar ve geleceğe umutla bakmak ister. Ama hala içlerini kemiren şeyler vardır. “Olumsuz düşünmüş olmuyor muyum ?” diye sorabilirsiniz. Hayır! Herşeuden önce, ilk adımda sorununuzla yüzleşmek, onun gözlerinin içine bakıp onunla kucaklaşmak, onun acısını derinden hissedip olduğu gibi kabullenmek, sonrasında olumlu düşüncelerin en güzellerini çekecektir. Bu kendinizle en kadar samimi olduğunuzla doğru orantılıdır. Ego benlik bizimle hayatımızdaki belirtiler aracılığı ile kendini gösterir. Bu belirtileri görebilmek için, ego benliğin kimliklerini tanımalı, kurnazlıklarını öğrenmeli ve her ortaya çıktığı anda onu izleme ve direnç göstermeden serbest bırakma bilgeliğine sahip olmaıyız. Benim egolarım yok diye inanılmaz bir şekilde direnen insanlarla karşılaşıyorum. Hayır ! Bana sordukları bir şey var. Sen egolarından arındın mı ? Elbette tam arınmadım. Yani şunu diyemem “Egolarımdan arınayım, sonra insanlara bilgelik sunayım.” bu düşünce dahi evrensel sisteme terstir. Bir şeyler paylaşılmadan gelecekte beklenen temennilerde aslında egonun kendisidir. Ben egolarımdan arındığım ve işaretleri keşfettiğim oranda bunu diğer insanlarla paylaşmalıyım ki, başka insanları şifalandırdırdığım ve bu bilinci yaydığım için bunun geri dönüşü olabilsin. Bu herşeyde böyledir. Örnek vermek gerekirse elinizde olan para için şükredip, onu onurlandırmaz iseniz, onu paylaşmaz ve evrensel düzene iyi niyetle bişeyler kazandırmaz iseniz bolluk bilinciniz olmayacaktır ve gelen para geldiği gibi gitmeye devam edecektir. İşte bunu yapabilmemiz için sahte benliğimizin özelliklerini tanımamız gerekiyor. Çünkü her birimizin farklı konuşma tarzı olduğu gibi ego bedenimizinde kendine özgü bir dili vardır. Onun oluşturduğu belitiler kendiliğinden ortaya çıkmaz. Geçmiş koşullardan ve olaylardan kaynaklandığına göre geçmişle mutlaka bir bağlantısı vardır. Etkilerini şu an hissettiğimize göre şimdiki zaman ilede bağlantılıdır. Gelecek şimdi oluşuyor ise ego benliğin somut etkileri gelecekte de görülecektir. Atalarımızdan gelen düşünsel RNA dizimleri, buna bağlı olarak ailemizin bizi şekillendirmesi, bizimde uyanmamış olduğumuzdan dolayı, karşımıza çıkan bu olaylar karşısında kurban rolü oynayıp güçlendirmemiz egonun oluşmasında en büyük etkenlerdir. Bu benlik çok ustaca kendini gizlemiştir. Hatta ve hatta en iyi olduğunuzu düşündüğünüz özelliklerinizin altına bile... Hatta en ruhsal olduğumuz özellikerimizde dahi... Çoğu ruhsal ve kişisel gelişimci egonun aslında iyi olduğunu ve sadece doğru şekillendirilmesi gerektiğini söyler. Burda iki seçenek mevcut olabilir. Bu kişiler ya egonun tanımını bilmiyorlar ve aslında şifalandırdıkları insanların egolarını erittiklerinin farkında deiller; Ya da, hayal tezahür ettirmeye odaklı olduklarından yanlış bir yol içerisindeler. En basit örneği ile “kendimi seviyorum ve onaylıyorum” dediğinizde egonuz erimeye başlar. Çevresi tarafından çokça tanınan ve reiki ile ilgilenen orta yaşlı biri hakkında inanılmaz bir tespitim olmuştu. Yazılarına baktığımızda inanılmaz bir mütevazilik, alçakgönüllülük ve sevgi gösterisi vardı. Ama her nedense yazılarını derinden hissettiğimde, o yazıların altına katman katman gizlenmiş derin bir isyan vardı. İnternetteki yazılarının binlercesi, bu şekildeydi ve bu ruh durumu kendisini “çok sevildiği” büyük bir platformdan koparmıştı. Yani ruhsallığı çok bilen ama o hale gelemeyen için çok güzel bir örnekti. Bu da ruhsallığın altına gizlenmiş gizli egoydu. Bunun bir benzerini bende kendi hayatımda deneyimlemiştim. Bu örnek dahi Ego benliğin kurnazlığı hakkında çok önemli bir gözlemdir. Şu anlarda kendinizi gözlemlediğinizi ve sorguladığınızı biliyorum. Aklınıza ne geliyorsa olduğu gibi kabul edin. İç sesimizden gelenleri inkar etmek, hatta buna çevremizi inandırmak mümkündür. Bilmelisiniz ki buda egonun oyundur. Bu şekilde onu dahada derinlere itersiniz ve güçlenmiş olarak olarak geri gelirler. Aklınıza en saçma ve inanılmadık şeylerde gelse kabul edin. Onlar boşu boşuna zihninize gelmezler. Derinlerinde yine seçimleriniz yatar. Direnmeden izleyin... Joe Vitale’nin ZERO LİMİT kitabında Hayatın iki türlü yaşandığı konusu ilgimi çekmişti. Birincisi “Eski Anı reaksiyonu”… İkincisi “Tanrısal Zeka” EGO ile ilgili düşünürken çok anlamlı bir işaretti bu. EGO yu ve doğal olarak şimdiki gerçekliğimizi oluşturan Eski anılar… EGO nun sıfırlandığı Tanrısal Zeka… bunlar ne demekti ? Bunları kendi tecrübelerimle birleştirdiğimde şöyle tanımlar ortaya çıktı.. EGOmuz 0-10 yaş arası ailemiz, çevremiz ve okulumuz tarafından şekillendiriliyor. 1015 yaş arası daha bir doğrulanıyor anlam kazanıyor. Biz zamanla bize öğretilenleri unutsak dahi bilinçaltımız bunlar unutmuyor ve birer çekirdek inanç haline geliyor. Ve tüm hayatımız boyunca bu paradigmaları döndürüp duruyoruz. Bunlara birde biten aşklarımız ve duygusal acılar eklenince Egomuz git gide acı bedene dönüşüyor… Zamanla bu sıkıntı ve acıların duygusal acıları Bilincimizde yok olsa dahi bilinçaltında duygusal acılar hep kalıyor. Görülen bir rüya, geçmişi hatırlatan bir şarkı, bir ortak arkadaş bizi hemen geçmiş anlara götürmeye yetiyor. Bildiklerimizi unutuyoruz. “SANKİ O POZİTİF DÜŞÜNCE KİTAPLARINI OKUYAN BİZ DEĞİL MİŞİZ” gibi bir acıya sokuyor bizi… Bu anlarda EGO devrededir. Ve kendini besliyordur… İŞTE geçmişteki o ego sıfırlanmadan Düşündüğümüz her şey, hayalini kurduğumuz pozitif şeyler dahil hepsi eski anının reaksiyondur. Hayal panomuzdaki, yada şimdiki zamandaymış gibi imgelediğiniz her şey… “Beni mutlu edecek ama” dediğimiz her şey… Eski anı reaksiyonu, eski anılarınızın benzerlerinin Size tekrar yaşatılması için SİZE POZİTİFMİŞ gibi gelen hayallerin kurdurulmasıdır. Gerçek olsalar bile size asla mutluluk vermeyecek, eski paradigmaların ve insanların benzerlerini beraberinde çekecektir. Geçmişi düzeltmediğinizde ÇEKİM YASASI sizin için ancak böyle çalışacaktır. Kendinize şunu sorun… “İçimde neler olup bitiyor?” Neden bu hayalleri kuruyorum… Parasız günlerin inadına mı zengin bir hayat istiyorum ? Gezemediğim günlerin inadına mı Mavi tura çıkmak istiyorum ? Beni terk edenleri unutmak içinmi yeni bir aşk istiyorum ? NEDEN BU HAYALLERİ KURUYORUM…. Yani Kurduğunuz hayallerin formülü GEÇMİŞİM YÜZÜNDEN = İSTEDİĞİM GELECEK …. Mi ? İşte bu durumda EGO devrededir. Sizi yönetiyordur. EGO geçmiş ve gelecekte yaşamayı çok sever. Sürekli size geçmişinizi hatırlatır ve onu yok etmeniz için gelecek hayali kurdurur. Şu anda kalmayı hiç sevmez. Çünkü Şimdinin Işığında yaşayamaz. Şimdi bir deneme yapın rahat bir yere uzanın ve zihninizi susturun… Derin derin nefes alıp ŞU ANA odaklanmaya çalışın. Nefesinizin sesini dinleyin. Uzandığınız yatağinizi hissedin… AMA Sakın geçmiş ve gelecekle hatta bu kitapla ilgili hiç bişey düşünmeyin. Sadece var olun… saniyeleri hissedin... fark edeceksiniz ki en fazla 1-2 dakika sonra siz istemedende olsa zihninize geçmiş ve gelecekle ilgili düşünceler doluşmaya başlayacaktır. EGO şu anı sevmez çünkü... Yaşamımızda deneyimlediğimiz ve denemekte olduğumuz negatif olan her şey ego muzun bir ürünüdür. “ama benim bir suçum yoktu ki” dedikleriniz dahi her şey egomuzun dış dünya olarak bize yansıtılmasıdır. Bu yansımalar eski anılarımızla bağlantılıdır. Bu anı reaksiyonlarınızı Ya sistemli şekilde yok ederiz ya da yok ederiz. Evrendeki birliği hissedememe, kendinizden çevrenizden ve dünyadan ayrı olduğunuz ilizyonuna yol açar. Bu durumda suçluluk duygusu ve korku iç içe sizi içten içe kemirir. Ve dışarda yaşadığınız çatışma normal günlük yaşantınız haline gelir. Bunun sebebi Ben sandığınız zihninizle özdeşleşmenizdir. Onun istediği kimliğe bürünmemizdir. Örnek vermek gerekirse hatırladıkça üzüldüğünüz eski bir duygusal ilişkinizi hatırlatacak bir işaretle karşılaştığınızda, EGO bize tüm bildiklerimizi unutturup “acısı geçti” dediğimiz anlara geri döndürücektir. Biz o anda özleyen, üzülen, nefret eden bir insan haline döneriz ve bunu “BEN” zannederiz. Bu olduğunda ego bundan beslenecektir ve istediğini başarmış ve kendini gelecekte tekrar göstermek için güç kazanmıştır. Zihnizinden geçenleri BEN sandığınızda tüm gerçek ilişkinin önünü kesen etiketler ve yargılar perdesi içine girersiniz. Bu sizinle yaratıcının arasına girer. Fiziksel dünyanın, fiziksel görünümleri altında, aslında TEK olan varlıklar bütünü ile bir olduğunuz gerçeğini unutursunuz İŞTE özgür irade burada başlar. EGO nuzu izlemeyi seçtiğinizde şu ana odaklanırsınız. Hayalet Benlik olan EGO şu an hissine ve onu izlememize direnemeyecektir. EGO muzu keşfederken “Evet bir EGOM var ve yüzleşiyorum” diyemeyiz. EGO sahtede olsa bir benliktir ve onu oluşturan bir sürü etmen vardır. Onu oluşturan etmenleri tanıyıp keşfettikçe egomuzu izleyemeye başlarız. İyi haber ise bu hapishaneden kurtulmak mümkündür. Bunu asla egoyu yok etme hedefi olarak algılayıp bir beklenti içine girmeyin. O ancak ve ancak ŞİMDİ yok olur. Geriye kalan bütün hedefler zaten onun oyundur. Ego imajinasyon yolu ile varolur. Geriye bakmak isterseniz eğer, geride diye bir şey olmadığını anlayabilirsiniz. Yani mazi diye bir şey yok. Sadece gelecekmi var? Çünkü geçmişi düşündüğün anda onu imajine etmeye başlıyorsun. O asla geçmişte bulunan değildir. Siz geçmişi düşündüğünüzde aslında ileriye doğru bir imajinasyon yaparsınız. İleriye doğru imajinasyonuda her an yenilemek zorundasın. Buda geçmişe bağlı gelecek oluşturur . Öyleyse sadece An vardır. An, en sakin ve statik durumu ifade etmektedir. An kendini daima ileriye doğru yönlendiren bir imajinasyon merkezidir. Hareket, bu merkezden kaynaklanarak hiç durmadan ilerler. Direnç gösteren inançlarımızın gitmesine izin vermek zamanıdır. Bu da zor ve meydan okuyucu olacaktır. Ama dostlarım, eğer tutunmaya devam ederseniz, yaşam dokumasının dokunuş şeklini anlamak zor olacaktır. Bir zamanlar size hizmet etmiş ama şimdi, ağzınızda büyüyen bir lokma halini almış olan kavram ve inanç sistemlerinize tutunmaya devam ederseniz, yaratılışı anlamanız zorlaşacaktır. Değişimin başında size meydan okunacaktır. Egoyla yüzleşmeyi bırakmanız için meydan okunacaktır. Bazılarınız bunlar için yürekten göze alacaktır. Uçuruma kaymaktan sizi kurtaracağını ve koruyacağını zannettiğiniz kavram ve inançlar için yüzleşeceksiniz. Neden söz ettiğimi biliyorsunuz. Değişim kolay olmayabilir. Geçmişimizin oluşturduğu egomuzla yüzleşip yavaş yavaş yok etmeye başladığımızda, TEK liğin ışığı hayatımıza dolmaya başlar. Hayatınızın hemen hemen her alanında işlerimiz yoluna girmeye başlar. Kurduğumuz hayaller değişmeye başlayacaktır. Çünkü ister istemez kendimiz olmaya başlayacağız. Kendimiz olduğumuzda eski anıların hiçbir hükmü kalmayacaktır. Kurduğumuz hayallerin egomuzla bağlantısı olmadığı için hem hızla gerçekleşecektir hem de mutluluğu kalıcı ve doyumlu olacaktır. Tüm dinler bize “Yaratıcının Sureti”nde yaratıldığımızı söylüyor. Bu dünyaya gelme amacımız onun gizlenen ışığını bulup onun suretinde olmaktır. Potansiyelimizin farkına vardığımızda anlamsızlık modeli yerini yavaş yavaş sevgiye bırakacaktır. Sevgi ise tüm enerji tıkanıklını yok eder. Geçmişi nötr bir geçmiş yapar. Tüm duygusal ağırlıkla yok olmaya başlar… Bize sorulduğunda, “yaşamdan en çok ne istersiniz” dendiğinde, genellikle şu cevapları veririz. Mutluluk, huzur, neşe, bilgelik, özgürlük, kararlılık... Ama bunun için Başarının, bolluğun, aşkın gerekli olduğunu söyleriz. Mutluluk, huzur, neşe, bilgelik, özgürlük, kararlılığın ortak özelliği elle tutulmuyor olmasıdır. Ve bunlar tek bir kelimle ile tanımlanabilir. IŞIK... Bizim için doyumlu bir hayatın tek yolu, bütün neşe ve doyumun kaynağı olan yaratıcının birliğine ulaşmaktır. Düşüncelerin kaynağı aslında fiziksel beynimiz değildir. Beyin sadece, inandıklarımızla oluşan rasyonel zihnimizin düşünceleri yayınladığı bir radyo gibidir. Peki gerçek yayın nereden gelir, kaynak nedir ? Özgür irade ile istediğinizi sandığınız şeyleri size isteten nedir. Öyleyse, gelecek ile ilgili olan beklentilerinizi bir kenara bırakıp aydınlanmaya başlayın. Gelecekteki zenginliği, aşkı, hırsları bir kenara koyup içinize dönün. Varsın herşey olumsuz ve bırakılması zor görünsün. Sadece ŞİMDİ var olmayı öğrenin. ŞİMDİYİ ONURLANDIRIN. Yaratıcı ile ancak şimdi temasta olabilirsiniz. Bu insanların en çok anlamakta zorlandığı kısımdır. Hayatta geleceği düşünmemiz gerektiği, bu olmassa hayattan ve insanlardan kopacağı hissi verir. ASIL ilizyon budur. Siz şu anda olma bilgeliğini elde ettiğinizde, gelecek dediğimiz zaman dilimlerinde hayal dahi edemeyeceğiniz doyumlu gerçeklikler yaşayacaksınız. Şimdi EGOnun ne gibi Hallerde Ortaya çıktığına Konu başlıkları halinde bir bakalım… Öfke genellikle şikayet etme ile oluşan enerjik açıdan çok yüklü negatif bir duygudur. Öfkenin ardından tepkisellik gelir. Buda egonun haklı çıkmak için başvurduğu bir yoldur. Bir şeye öfkelendiğinde tepki vermek için başka bir olayı bile bekleyen çok insan vardır. Eskiden her toplumda heykellere ya da başka objelere tapan insanlar vardı. İlahi dinler ve son olarakta İslam dini bu anlayışı yıktı… TAPILAN PUTLAR sadece heykeller yada objelermiydi… Bazen imgelere, özelliklede başkalarına yansıtmamız gerektiğine inandığımız kendi görüntümüze hayranlık duyarız. Bilgisayarımız çöker ve en önemli dosyalarımızı kaybederiz, öfkeleniriz. İşyerinde bize karşı oyunlar oynanır öfkeleniriz. Ailemizin bizi anlamadığını düşünür, onlarla kavga ederiz. Tuttuğumuz takım gol kaçırır, söver, sayar lanet ederiz… Cep telefonumuzun şarjı biter, öfkeleniriz. Plastikten yapılmış telefon parçasının önünde eğiliriz… Plastikten bir tanrıyı putlaştırırız. Arabamız bozulur… metalden bir tanrıyı putlaştırız… İlahi dinlerde ve öğretilerde ÖFKE en büyük duygusal zaaftır. Yaratıcıdan uzaklaştıran en karanlık güçtür. İslamda nefs denilen olgunun en kötü yaptırımdır. Herhangi bir şeyi putlaştırdığınızda “Allaha Şirk koşmak” anlamına gelen olayı devreye sokarsınız. Burada bahsedilen put davranışlarınıza egemen olan bir nesne, bir insan yada bir durumdur. Size zararı olsun yada olmasın birilerine öfkeleniyorsanız Yaratıcıdan uzaklaştınızın bir işaretidir. Burada öfke Egosu devrededir. Haberleri izlediğinizde bile dünyanın herhangi bir yerinde bir insana ya da topluma duyduğunuz öfke dahi hem bizi yaratıcıdan uzaklaştıracak hemde daha büyük öfkeler çekecektir. Dışımızda meydana gelen olayların veya diğer insanların eski anı reaksiyonu ile içimizde öfke ve hiddet oluşturmasına izin veriyorsak, yaratıcı ile olan bağlantımızı kesmiş oluruz. Başka dinden olduğu için kötü gözle baktığımız insanlar bize ilahi yolda geriye itecektir. Ulusların arasındaki savaş ve çatışmalar, bireylerin arasındaki anlaşmazlıklardan başlar. Bir ulusun savaşın içinde olması, sadece o ulusu meydana getiren bireylerin arasındaki, kinden,düşmanlıktan ve hoşgörüsüzlükten doğmuş sevgisizliğin ürünleridir. İçimizde sevgi eksikliği olduğu sürece uluslar savaşmak için mutlaka bir neden bulacaktır. Toplumumuzu incelersek bize zarar veren en büyük şeyin “gizli ego” olduğunu bilincine varırız. Hepimizin fark edebildiği ve de gözlemleyebileceği gerçeklerden yola çıkalım. Türk toplumu son çağlarda “gelenekçi din” ve “milliyetçilik” üzerine kemikleşmiş inançlara sahip bir yapıdadır. Çok eski çağlardan beri övündüğümüz milliyetçiliğimiz ve eski çağlardan gelen savaşçı bir millet olmamız bizde sürekli düşmanlar yaratan bir anlayışa sebep oluyor… Gelenekçilik anlayışımız ise içimizde sürekli farklı bölünmelere yok açan bir anlayışa sebep oluyor. Dini düşünce olarak, siyasi düşünce olarak, etnik kimlik olarak sürekli bir bölünme korkusu ve eğilimi içinde oluruz. Ve bugünkü iç ve dış tehditleri toplumumuz kendisi yaratmaktadır. Şimdi bu tür toplumsal olayları sosyolog ve tarihçiler somut nedenlerle açıklayacaklardır. Fakat dolanık yapıdakı evrensel bilinci bir bütün olarak incelersek eğer, tüm ideolojik fikir ayrılıklarının birer illüzyon olduğunu keşfederiz. Savaşa karşı savaşmayı, kine karşı kin gütmeyi ve bunu milliyetçilik adı altında yapmayı devam ettirdiğimizde aynen bugünde olduğu gibi istenmeyen görüntüleri fazlalaştırmaktan ve geliştirmekten başka bir şey yapmayız. Farkına varmalıyız ki savaş bir zihin yapısıdır. Bu zihin yapısından kaynaklanan tüm eylemler, kötü olarak algılanan düşmanı güçlendirecektir. Olurda bu savaşı kazandığımız takdirde en az eskisi kadar ve eskisinden daha fazla güçlü, üzücü, yıpratıcı düşmanlar ortaya çıkacaklardır ve yeni bir kötülük yaratacaklardır. Egonun savaş kimliğine büründüğünüzde, bu zihin yapısının tutsağı olursunuz ve algılarınız son derece seçici bir hal alır. Siz davanızda çok ama çok haklı olduğunuzu düşünebilirsiniz. Bu yine ama yine bir illüzyondur. Öfke egonuzu test etmek için sadece akşam haberlerini izlemeniz yeterlidir. Siyasi, uluslar arası, toplumsal, magazinsel tüm haberleri tarafsız izlemeye dahi kalksanız iç güdünüz size olaylar konusunda kişisel yargılara sürükleyecektir. Güçlü bir öfke hayatınızın büyük bir bölümünü kirletmeye ve sizi egonun tutsağı yapmaya devam eder. Toplumuzun misafirperverliği hakkında yaygın bir ifade vardır. Derinine indiğimizde altında gizli bir egonun yattığını görebilirsiniz. Sevgisizlik ve onaylanmama ile yetiştirmenin çok olduğu toplumumuzda kendini ifade edebilme ve bununla övünebilmek kavramları önemli yer tutar. İşin göründüğü gibi olmadığını, test etmek oldukça basittir. Kadınların gün yaptığı bir sohbette bulunmak ya da erkeklerin kahve sohbetinde bulunmak ve objektif gözlem yapmak size toplumuzun gizli egosunu ortaya koyacaktır. Fakat herkes için bu durum böyle değildir. Köy gibi egosal unsurların hemen hemen hiç olmadığı yerlerde insanların sıcaklığı yüzlerinden okunur. Paylaşma eğiliminde olduklarını görürsünüz. Çünkü öfkeyle büyümedikleri için egosal kimlikleri de aşırı büyümemiştir. Egonun öfke kimliğini keşfettiğinizde ve herkesin aynı hastalığın pençesinde olduğunu fark ettiğinizde ister istemez bu ego kaybolmaya başlar. Ve hayatınız şevkat ile dolmaya başlar Ülkemizin en büyük sorunu olan sevgisizlik, onaylanmama, öfke ile yetiştirme ileride ülkenin kaderini hep düşmanlar var, bölünme var paradigması ile döndürücektir. Siyasi olarak bölünür birbirimizden nefret ederiz. Etnik olarak bölünür birbirimizden nefret ederiz. Takım taraftarı oluruz birbirimizden nefret ederiz. Bizler önce kendimizi ve sonra dünyayı şifalandırdığımızda bu ilizyonların hepsi yok olur… Sevgi yerini bütünlük duygusuna bırakır. Işık doyumun ve derin arzularımızın gerçek kaynağı olduğu için onunla bağlarımızı koparmak çok büyük hatadır… “ne yani hiç mi bişeyden haberimiz olmasın” diyebilirsiniz. Elbette olmalı ama Objektif bir bakış açısı ile görmelisiniz. Olayla özdeşleşen değil, objektif bir gözlemci gibi olmalısınız. Dünyayı bizim dünya hakkında düşüncelerimiz şifalandırıcaktır. Siz, dil, din, ırk ayırmayıp koşulsuz sevdiğinizde etrafınıza bunu yayacaksınız. Şifanız tüm dünyayı etkileyeceğinden izlediğiniz haberler tam istediğiniz gibi olmaya başlayacaktır. Ülkemizin tarih boyuncaki düşmanlarından, siyasi sebeplerden aslında ne kadar haklı olduğumuzdan Yani dünyevi sebeplerden falan bahsedecekseniz beni anlamamışsınız demektir… Dünya üzerinde yeteri kadar insan, diğerindeki iyiyi bulmak için gayret sarfedip emek verdiğinde, zamanla tüm uluslar aniden mucizevi bir şekilde uyuma ulaşan yolu bulucaklardır. Unutmayın başkasına olan her davranışınız evrensel düzende reaksiyon başlatır ve tüm dünyayı etkiler… Evrensel düzen geniş bir kozmik yankı odası gibidir. Her şey bir birine tek bir şeyle bağlıdır. Yaratılışın harekete geçirici dansıyla… Neslimizi üzen kaos ve çekişme, evrende dolanan negatif güçlerden oluşur. Bu negatif güçlerde insan oğlunun hem toplu hemde biraysel eylemlerinden kaynaklanır. Eğer evrene kıskançlık titreşimleri yollarsak bu bizim ve dünyamız için yıkıcı bir eylemdir. Her ne kadar bunu kabul etmek zor gelsede, kıskanç bakışlar ve hisler Sahte benliğmizi besleyen ama yaşamımız için yıkıcıdır. Yoksulluk, kıtlık, hastalıklar, terör, kin ve nefret bunun temel nedeni olan kendi kıskançlığımızdır… Dünyanın öbür ucundaki bir savaş dahi bizim içimizdeki yanlış bir inanç programından dolayı bize algılatılıyordur. Siz kendinizi şifalandırdığınızda tüm dünyanın gidişatına bir reaksiyona başlatırsınız. Birde kıskançlığın daha ileri boyutu olan halk arasında “Kem göz” diye tabir edilen bir olay vardır. Göz olağan üstü güçlere sahiptir. Kuantum boyutunda gözlemlediğiniz olaya enerji yollarsınız. Bir insanın negatif bakışları, hem bize, hemde dünyaya karşı yıkıcıdır. Aynı şekilde başkasına kötü düşüncelerimizi, kötü duygularlarımızı ve kötü bakışlarımızı yolladığımızda kendi içimizde büyük bir boşluk yaratırız. Bu evrende yankı yapacak ve aynı negatiflikleri ve daha fazlasını hayatımızda deneyimleyeceğiz. Spiritüel savunmamız azalır. Daha kolay üzülebilir ve incinebilir duruma geliriz. Ego’ya göre ölüm daima köşe başında beklemektedir. Sahte benliğimiz ölmekten içten içe korktuğu içindir ki, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak isteği hissi verir. Çünkü beden ölürse dünyevi isteklerde yok olacak ve hiçbir anlamı kalmayacaktır. Bu sebeple sahte benliğiniz size hiçbir zaman ölümü hatırlatmayacaktır. Yakınlarınızın cenazesine gittiğinizde ise durum birazcık değişir. Cenaze evinde bulunmak, camide bulunmak, defin işleminde bulunmak içinizi bir tuhaf yapmıştır hatırlasanız. O birkaç gün boyunca ölüm fikrini, dünyanın geçici olduğunu düşünür zihniniz… Bu yüzden ölüm haberleri şoktur bizim için. Yakınlarımızı da kaybedeceğimize inanmayız. Bilincimiz inansa dahi haberi aldığımızda darbeyi yiyen egomuzdur. Ölen eğer çok yakınımız ise egomuz daha da bir darbe yiyecektir. Ölümü hemen hemen herkesin yaşayacağını bile bile genellikle en son düşündüğümüz ve duyunca garip duygular girdiğimiz gerçeğini hissettiren egomuzdur. Hissettiğimiz garip duygu ise darbe yiyen egomuzun olayı kabullenmesi ve bir miktar yok olmasından dolayı üzerimize bir süreliğine gelen iyimserlik, yardımseverlik, dünyevi olaylarına bir süreliğine çok önem vermeme durumudur. Egonun darbe yemesinden sonra tekrar çıkışa geçmesi olayı vardır ki, buna ayrı bir konuda yer vermek istiyorum. Bir çok spritüel öğreti ve kutsal kitaplar ölümün aslında bir son olmadığını bir boyut değiştirme olduğunu söyler. Ama egomuz aynı zamanda bir bedensel zeka olduğu için ölüm gerçeğinden her zaman kaçacaktır. Ego aslında bedenin ölmesinden değil “kendisinin ölmesinden” korkacaktır. Çünkü ego iki yolla ölür… Birincisi fiziksel yani yukarıda anlattığım şekilde korktuğumuz şekilde ölümle yok olur. Egonun ikinci yok olma şekli ise “ruhsal dönüşümle” yok olma biçimidir. Yani “ölmeden önce ölmek” deyiminin gerçek olduğu, arınmış, günahsız bilinç şeklidir. Sahte benliğimiz her ikisinden de korkacaktır. Normal bedensel ölümü bir kenara koyalım. Ruhsal dönüşümle egoyu yok etme süreci bile bedeni ve zihnen zor bir süreç olması bile ego için dayanılmazdır. Örnek vermek gerekirse, Herkes oruç tutmayı, yanlış bir tanımla öğrenmiştir. Tasavvufla ilgilenenler bilirler ki oruç sadece, açların halinden anlamak değildir. İnsan potansiyel enerjisini, yemeğe, içmeye, cinselliğe, öfkelenmeye ve diğer dünya işlerine harcar. YANİ EGOSUNA… İşte oruçluyken egomuzu ya hiç beslemeyiz, yada çok az besleriz. Bu sebeple tüm potansiyel enerji insanın beynine depolanacaktır. Bu egonun yok olması insan bilincinin “sıfıra yaklaşması” demektir. Bu sebeple “oruçlulunun yaptığı dua hemen kabul” dendiğini duymuşsunuzdur. 1 ay oruç tuttuysanız eğer o bütün sene işlerin yolunda gittiğini fark edenlerde olmuştur. Burada anlamanızı istediğim şey EGO çok sıkıntılar çekeceğini bildiği için ve kendisinin öleceğini bildiği için o bir ay orucu size tutturmaz. Mantıklı sebepler bulucaktır. Mesela ders çalıştığınız için, sigara bağımlısı olduğunuz için yada bir çok sebepten dolayı bunu yapamayacağınızı söylersiniz. Oysaki bunları düşündüren ve hissettiren egonun kendisidir. Oruç konusu egoyu yok etmenin sayısız yönteminden biridir. Ama bilmelisiniz ki sahte bilinciniz ne kadar büyükse yok olurken de verdiği sıkıntılar büyük ama geçici olacaktır. Egoyla özdeşleşirseniz anı rahatlatırsınız ama ömür boyu acı ve sıkıntı devam eder. Ama onu yok ederseniz sadece yok olma döneminde geçici bir sıkıntı çekersiniz ve güzel doyumlu hayallerin gerçekleştiği bir gelecek yaşarsınız… Aslında hayatımızdaki tüm korkularımız egonun ölüm korkusuna çıkar. Başarısızlık korkusu, ayrılık korkusu, incinme korkusu, reddedilme korkusu, aç kalma korkusu, sigarasızlık ve alkolsüzlük korkusu, yakınlarımızın ölüm korkusu hepsi egonun darbe yemesinden dolayı kendisinin ölüm korkusuna çıkar. Korkularımız bizim en büyük engellerimizdir. Kafamız onlarla sürekli başa çıkmak için meşgul olduğundan korkularımız varlığımıza sıkıntı verirler ve bize devamlı güçlük çıkaracaklarından istediğimiz türden doyumlu bir hayata bir türlü kavuşamayız. Eğer bunu kontrol altına alamasak bu korkular yaşamımızın her veçhesini etkiler. Bunu siz anlamazsınız bile…Aslında korkan bu “ben”dir; gerçek sen değil. Varlığın korkusu yoktur, ama ego korkaktır; çünkü ego ölmekten çok korkar. O sunidir, geçersizdir, montajlanmıştır; her an dağılabilir. Ve yeni girdiği zaman, korku ortaya çıkar. Ego dağılmaktan korkar. Bir şekilde, kendini bir arada, tek parça halinde tutabilmektedir ve şimdi yeni bir şey geliyor. Bu, parçalayıcı olur. O yüzden yeniyi coşkuyla kabul etmiyorsun. Ego kendi ölümünü coşkuyla kabullenemez. Kendi ölümünü nasıl kabullensin? Cennete ve bolluğa ulaşmak için çorak bir çölden geçmemiz gerekebilir. Karanlığın, içinden ışığa ulaşmak için gösterdiğimiz şahsi gayretlerimiz, insanlığın derin özlemini ve en büyük arzusunu ifade eder. Eğer bir konuda canınız sıkılmışsa ya da korkuyorsanız ego devrededir. Ruhumuzdaki tüm negatiflikler, hayatımızda gerçekleşen tüm olumsuzluklar egomuzun oyundur. O yok olduğunda hayatınıza ışık ve sevgi dolmaya başlayacaktır. Korku ve beraberindeki tüm olumsuzluklar hayatımızdan ışığın az ve eksik olmasıdır. Egonun ölüm ile ilgili ürettiği korku kimliği değişik arayışlarla kendini beslemek isteyecektir. Bunların en göze çarpanıda “Reankarnasyon” felsefesidir. Bu konuda son yıllarda büyük iddalar ortaya atılmaktadır. Hatta bu görüş, bilimsel bulgularla, ayetlerle, yaşanmış hikayelerle, hipnoz seansında söylenenlerle destekleniyor. Bunda farkedeceğimiz en önemli faktör, Egonun bilimi, hukuku ve gözlemleri yine kendini beslemek adına olmadık şekillere sokmasında ibarettir. Reankarnasyon Aile Dizimine bağlı RNAların taşıdığı bilgilerden ve algısı açık olanların etkilendikleri duygu beden göçünden başka bir olay deildir. Bu konu ile ilgili gerçekleri “Kısa Notlar” bölümünde anlatacağım. Sahip olduğumuz sahte benliğimizi oluşturan bizi yetiştiren çevrenin bize inandırdıklarıdır. Para, başarı, aşk, mutluluk, arkadaslıklar, ülkemizle ilgili görüşlerimiz bize çocuklukta empoze edilirler. Bizlerde bunlara dair bir inanç geliştirdiğimiz için bu gerçeklikleri çekeriz. Çektiğimiz bu gerçeklikler hem tek taraflı görüş sahibi yapar, hemde inandıklarımızı çektiğimiz ve yaşadığımız için kendini gerçekleştiren bir kehanete dönüşür. Bu sebeple iyi yada kötü bişeylere inanırız. Başımıza gelincede “Ben haklıymışım” deriz. Bu sebepledir ki, kuantum düzene göre herkes haklıdır. Haklı çıkmak konusundaki hatayı yakın geçmişte çok yapıyordum. Okuduğum kitaplar bana yepyeni bir bakış açısı sunmuştu. Öğrendiklerimle ilgili gerçeklikleri çekiyordum. Buda beni ve inandıklarımı haklı çıkartıyordu. Çevremdeki insanlara hayat hakkında yanlış düşündüklerini aslında işin gerçeğinin böyle olmadığını anlatıyordum. Okuduğum kitapları ve hayallerin nasıl gerçek olacağı ile ilgili öğretilerden bahsediyordum. Bazıları inanmıyor ve ilgilenmiyordu. Buda bende “gerçeği göremiyorlar” inancına yol açıyordu. Aslında en büyük hatayı ben yapıyordum. Yanlış bir egoyu, kendi yanlış egomla kıyaslıyordum. Şimdi, benim egolarım yok diyenlerle karşılabilirsiniz. Biri egosu olmadığını inkar ederse egosu işe koyulur ve asıl işi olan hapisane sahasında gururla devriyeye çıkar. Bu olayın başka bir yönüde var. Birinde gözlemlediğiniz ego, aslında sizin egonuzun bir aynasıdır. O kişi ile tartışıp direndiğinizde kendinizle bir tartışmaya girmiş olursunuz. Ve bu olayın bambaşka bir yönüde karşınıza çıkan her ego belirtisini iyileştirmeniz gerektiğidir. Bu olmadığında bu sahte benlik hep benzer insanlar şeklinde sizin karşınıza çıkarlar. Kişisel ve ruhsal gelişim konuları ile ilgilenenlerde dahi bu tuzağa düşüyorlar. Secreti okuyan evrensel düzeni, onun diliyle, Osho okuyan onun diliyle, Antony robins okuyan onun diliyle anlatıyor. Her kitapta “aa tamda beni anlatıyor” ları gördükleri için o kitabı en doğru yazılmış kitap yada kitaplar olarak görebiliyor. İnandıklarımız bizde zihinsel bir pozisyon oluşturur. Örneğin kendimizi bir tartışmanın içinde bulmak, özdeşleştiğimiz zihinsel pozisyonun bizi “tartışmada haklı çıkmak” hissiyle bizi ateşlemesidir. Gerçekten haklı olup olmadığınızdan söz etmiyorum. Tartışmaya girdiyseniz egonuz zaten “ben haklıyım” dedirtecektir zaten.. Burada kasteddiğim şey bizi tartışmaya sokan şey egonun kendisinin ciddi bir şekilde yok olma tehdidi hissetmesidir. Siz neyi savunuyorsunuz ? Her neyi savunursanız savunun ilizyoni bir kimliktir. Zihninizdeki bir imajdır. Hayali bir varlıktır. Egonuzun bu sesine kulak verirseniz onunla özdeşleşirsiniz ve onu beslemeye devam edersiniz. Bu yüzdendir ki bu kitabı bile %100 gerçek olarak kabul edip herşeyini içselleştirmeyin. Bende herkes gibi tekliği tam anlatamam... onu işaret eden parmaklardan biri olabilirim. İçindeki bilgiye değil, işarete bakın... Bundan sonrası sizin işiniz. Kendi tekamül yolunuzda parçaları birleştirecek olan sizin içgüdülerinizden başka bir şey değildir. Bir çok insan ölüm döşeğine düşene ve sahip olduğu her şey ellerinden akıp gidene kadar bunun bir illüzyon olduğunu anlamazlar. Ölüm anı gelmeden henüz önce sahip olma kavramının hiçbir anlamı olmadığını anlarlar. Çünkü bedeni ölüm, egonunda ölümüdür. Egosal bilinci sıfırlanan insan için bütün değerler önemini yitirecek sadece ve sadece ŞU AN kavramı geçerli olacaktır. Şu anda yaşayan herkes tüm zamanın bilgisine hakim olabildiği gibi zamanı anda izleme yeteneğinede sahip olur… Ölüm tehlikesi yaşayanların bir hikayesi vardır bilirsiniz. “tüm hayatım gözlerimin önünden geçti” derler. Ve bu saniyeler içinde olmaktadır. Zamanın izafi olduğunuda göz önüne alırsak bilincin yılların bütün bilgisine anında ulaşması mümkündür. Bunun sebebi ölüm anında %100 farkındalık içinde olmak ve anında tüm zamanın bilgisini okumaktır. Zaman “ŞİMDİ”dir geriye kalan herşey ilizyondur. Şimdi sizin için çok ama çok değerli bir eşyanın çalındığını, kaybolduğunu ve ya birinin ona hasar verdiğini düşünün… Bu geçen hafta aldığınız çanta, çizme, giysi olabilir… Annanenizden kalan çok değerli bir yüzükte olabilir. Henüz birkaç hafta önce aldığınız yeni dizüstü bilgisayarınızda olabilir. Sevgilinizden aldığınız ve uzun süredir sakladığınız hediyede olabilir... Düşünmeyin, yaşayın… İçiniz cız ettiyse egonun mülkiyet hissi kimliği devrededir. Bunun temel nedeni, eşyanızı mülküyet kurgusu ile tanımlarken o maddi nesnenin gözle görülür sağlamlığının ve kalıcılığının, sizin benlik duygunuzda sağlamlık ve kalıcılık kazandıracağını sanmaktır. Bir aile dostumuz var… Kendi alanında çok büyük başarılara imza atmış uzman bir doktor… Kendisini gözlemlediğimde bir çok şey fark etmiştim. Hayat, insanlar, aile yapısı hakkında inanılmaz bir karamsar yapıya sahip olduğu için; yani egosunun o alanlarla ilgili acı bedenini beslediği için kötü paradigmalardan bir türlü kurtulamamakta olduğunu gözlemledim. Fakat maddi durumu ise toplumumuzun standartlarının çok üstünde… Bunun nedenine indiğimiz zaman ise, muhtaçlara yardım eden, gösterişi sevmeyen, parası olmayan hastalardan muayene ücreti almayan bir insanla karşılaşıyoruz. Egosunun sosyal kimliği karamsar olarak aşırı beslenmişti, ama mülkiyet hissi ise “kendi için alma arzusundan uzak, paylaşımcı” yani egosal bilinçten uzaktı. Yani egosunun oluşturan bir çok kimlikten, mülkiyet hissi ile olanı hemen hemen hiç beslenmemişti… Bu düşünce tarzı ona sosyal olarak doyumsuz, maddi olarak doyumlu bir hayat yaşatmaktaydı… Kendi gerçekliklerimizi de bu bakış açısı ile gözlemleyebiliriz. Yukarıdaki gözlemlediğim insanı gözlemlediysem bu benim ozmanki egomun bir dışa vurumuydu elbette. Yani ben bu olayı gözlemlediysem, bilmeliyim ki; bu benim egomun dış dünyadaki tezahürüdür. İnsanları gözlemlediğinizde onlarda bir ego belirtisi görürseniz, bilin ki içinizdeki egosal bilincin başka insan olarak size görünmesidir. Kendinizi şifalandırdıkça çevrenizde size ve dünyaya karşı daha farklı davranmaya başlayacaklardır. Ben sürekli olarak egonun kimliklerinden bahsediyorum. Ama sakın olaki “ben egomdan kurtulmak istiyorum, ona karşı olayım, egomun istediklerini yapmayım” diye işe kalkışırsanız başarısız olursunuz. Egosal kimleri yok etmenin yolu, egoya savaş açmak, ondan kaçmak değildir. Mesela; mülkiyet bağımlılığından nasıl kurtulabilirsiniz. Bir klübeye taşınmanızın, tüm eşyalarınızı bağışlamanın hiçbir faydası olmayacaktır. Mülkiyet bağımlığından kurtulmanın yolu ancak kendinizi onlarda aramadığınızda mümkün olacaktır. Bu sebeple her şeyiniz varken de egosal bilincinizi eritebilirsiniz. Ben size bolluktan ve zenginlikten kaçmak gibi bir şey öğütlemiyorum… Çünkü varlığın ışığında zaten bolluk ve bereket bolca bulunur. Konu bolluktan açılmışken, çoğu kişi dünyaya bir şeyler vermeden alma eğilimine girerler. Dolar resimlerine bakıp, niyet cümleleri söylerler. Bu düşünce yapısı elbette parayı “çeker gibi” görünür. Ama geldiği gibi gidecek, yine maddi sıkıntılar devam edecektir. Çekim yasasının temelindeki hak yasası devrede olucaktır. Şimdi kendinizden bir şeyler vermeye başlayın. Dolabınızdaki giymediğiniz eşyalarınızı, ayakkabılarınızı kullanmadığınız makyaj malzemelerini, okumadığınız kitapları verin... Arkadaslarınıza ufakta olsa hediyeler alın. Bunu para gelmesi için yapmayın. SADECE YAPIN. Evrensel düzen size nasıl bolluk getireceğini zamanında bilir. 0-10 yaş arası ailemizden ve çevremizden gördüğümüz bazı kalıpları seçeriz ve bunları doğru kabul ederiz. Bu yaşlar arası beyin dalgalarımız alıcı bir konumdadır. Ve kabul ettiği herşeyi GÜVEN olgusuyla etiketler. Yani bu böyle olursa GÜVENDE OLURUM mekanizması oluşturur. Bu sebepledir ki, ego kurnaz olduğu kadar da karşı çıkılması gereken bir olgu deildir. Sadece kabul edilmesi ve izlenmesi gereken bir olgudur. Ben bu çalışmada sahte benliğinize karşı koymanız gerektiğini öğütlemiyorum. Bu geçmişinizi affetmemeniz ve direnmeniz demektir. Egonun oluşma sebeplerinden biride bizden önceki atalarımızdan kalan RNA düzeyindeki düşünce kalıplarıdır. Onların yaşamlarındaki sorunlarıda bizim egomuz olarak tezahür edecektir. Bedene yayılan Ego benlik, çok büyük oranda tüm geçmiş nesillerin çevrelerinin uyumlu hareketsiz yaşam güçleri üzerindeki sonucu olarak kalıtsaldır. Bu gerçeği anlamak aile diziminin olumsuz getirilerini durdurur. Bu onların hatalarını yok etmemiz için bir fırsattır. Bu evrensel bir iyileşme sağlar. Geriye kalan tüm insanlar bunlardan etkilenir. Atalardan gelen aile dizimi etkisi hipnoz esnasında reankarnasyon yanılgısı yaratır. Ama reankarnasyon yanılgısının sebebi sadece aile dizimi deildir. Sadece nedenlerinden biridir. Bunu kitap sonunda kısa notlar şeklinde anlatacağım. Sahte benliğin gelişip büyüdüğü en önemli dönem olan çocukluğunuzda örneğin “param olursa güvende olmam” diye bir etiketme yaparsanız. İleride istediğiniz kadar zenginlik tasavvur edin bu gerçekleşmeyecektir. Bu yüzden yaptığınız olumlamalarda çok önemlidir. Güven etiketlemesi burada önemli yer tutar. Çocukluğunuzda yaptığınız kabullenmeler, tüm hayatınız boyunca sistemli bir paradigmaya giricektir. Bu sizin bilincinize size doğruymuş gibi gelen önermeler sunar. Eğer, kabullendiğiniz şeyler kötü ise bu hayatınızda bir tehlikeye mal olur. Hayatınızdaki hala devam eden büyük paradigmalar, bilinçaltınıza hala nasıl güvende olacağını öğretmediğinizdendir. Bu ileride kötü biten ilişkilerede sebep olabilir. Ve Birkaç başarısız ilişki deneyiminden sonra artık ilişki kuramaz hale gelirsiniz. Çok istersiniz ama ilişkisiz güvende olacağını anlayan gizli egonuz size asla ilişki çekmeyecektir. Çektikleri ise yine aynı bitişlere gebedir. Aynı şeyler, bağımlılıklar içinde söylenebilir. İçki, sigara, cinsel bağımlılık kendimizi onlarda aradıkça büyüyen bir sahte benliktir. Erkeklerin şöyle dediğini duyarız. “ben gençliğimde bolca yaşayayım, evlenince nasıl olsa bırakırım” buda bir ilizyondur. Evlendikten bir süre sonra ya büyük bir boşluğa düşülecektir. Bu eski günlere dönme içgüdüsü Ya da evlilikte yaşanan sorunlar olarak şekil değiştirir. Unutmayın yaşadığınız gerçekliğin %95 i bilinçaltıdır. Geri kalan %5 ise günlük hislerinizin dansıdır. Bu demek oluyor ki sadece POZİTİF DÜŞÜNCE hayatı deiştirmez. Size max %5 lik bir değişim sunar. Bu sebeple herzaman bilinçaltı galip çıkacaktır. Ve istediğiniz kadar pozitif düşünmeye gayret edin, bilinçaltı sizi aletmek durumunda olduğunda pozitif düşüncenizde yerle bir olur. Tüm bu anlattıklarım psikolojik gerçekliklerdir. Bu konularda teori ya da tahmin yoktur. Nereye baksanız bu gerçeklikle karşılaşırsınız. İnandığınız dinden bile yola çıkabilirsiniz. Aslında o kadar sadedirler ki, herkes onları anlayabilir. Yapılması gereken zihinsel temizlikliktir. Ben burada ciddi bir değişimden söz ediyorum. Herhangi bir kitaptan ya da yöntemin gücünden bahsetmiyorum. Yöntemler sadece size lazım olduklarında görünürler ama aylarca sabırla yapılmadıklarında sadece görünmüş olurlar. Sağa sola şifa yollayarak, enerji üfleyerek o veya bu sevyeyim falanca masterim diyerek hayatların kökten düzelmediğini görmek mümkündür. Bunları doğru olarak kabul etmekle, düşüncelerimizi sistematik bir biçimce yönlendirmek arasında büyük bir fark olduğunuda anlamalıyız. Eğer bunu yapamıyorsanız, gerekli olan çabayı göstermediğiniz içindir. ŞİMDİ çaba gösterme zamanı... Şu soruyu Sorun... İÇİMDE NELER OLUP BİTİYOR... BU DUYGULAR KİME AİT ? Bunu her tekrarladığınızda “BEN” in kim olduğunu farkedin. Eğer başarırsanız evrenin yaratıcı ilkesi ile uyumlu olması ile birlikte yenimez olacaksınız. En çok sorulan soru ne yapmalı ve nasıl düşünmeli... Elimden geldiğince bu konuda açıklama yapıcam. Aynı zamanda faydalı olduğunu düşündüğüm bazı kitapları size tavsiye edececeğim. O kitaplarda bu bilgilerin paralelinde bilgiler bulacaksınız. İlk yapmamız gereken şey, bir süre bu anlattıklarımız üzerinde düşünmek ve bunların hayatımızdaki yeri, bizi içine hapsettiği paradigmaları keşfetmektir. Eğer bir bilgi birikimi ile bunları okuduysak bildiklerimiz ile bağlantılarını kurmaktır Bu bağlantıları dilerseniz inandığınız din ilede rahatlıkla kurabilirsiniz. Bu imanınızıda artıracaktır. Bu süreçte vereceğiniz karar aşamasıda önem taşır. Bağlantıları keşfettiğinizde, bir karar aşamasında olursunuz. Bu karar aşamasında bu konu ile yüzleşmek isteyip istemediğinizi kendinize sorun. Bunu gelecekte halledilmesi gereken bir sorun olarak görmeyin. Sadece farkında olabiliceğiniz ihtimaller üzerinde durun. Ego benliği daha çok tanımak ve onu eritmek kararı verdiğinizde, bir süre boyunca bunun bedellerini ödemeye hazır olduğunuz konusunda kendinizi ikna edin. Çünkü bu en zor dönemdir. Ego erime aşamasında size değişik yollardan karşı koyacaktır. Bu etkiler hem içsel sezgi hemde dış dünya tezahürü olarak kendini belli edecektir. Aynı zamanda bu karar hayal panosu ve niyet cümlelerinize bir süreliğine belkide hepten veda etmeniz gerektiği anlamına gelir. Para, sevgili, iş... herneyse bu hayallere şimdilik veda edin. Önce “kendimiz olmak” üzerinde durmalıyız ki bu olursa zaten hayalleriniz fazlası ev daha doyumlusu şeklinde olur. Ama bu karar aşamasında düşünceyi durduracağız. Çünkü şu anki niyetlerimiz ve isteklerimiz egosal bilincimizin ürünüyse artık onu beslemeyeceğiz. Geçmişteki acılarınız ile de içtenlikle yüzleşme isteği içinde olmalısınız. Gerekirse ağlayın, üzüntüsünü çekin ama sakın olaki direnmeyin. Acılarınızın zihninize gelmesini bir fırsat olarak görün. Hatta eski şarkılarla dahada depreştirin. İşte bu anlar arınma çalışmaları için ideal zamanlardır. Şimdiki zaman bilgeliği bu konuda çok önemli yer tutar. Başlarda bunu gün içinde çok az yapabiliceksiniz. Ama çalıştıkça ve inandıkça bu süre artacaktır. Bu hayatınıza bambaşka renk getirecektir. Bu çalışmayı başlarda günde 5 dakika yapın. Ve gün içindede olayların farkında olmaya çalışın. 5 dakikalık çalışma ise şöyledir. Yatağınıza uzanın, Ya da sessiz ve rahat bir yere oturun. Derin nefesler almaya başlayın. Bu nefesler esnasında sakın olaki geçmiş ve gelecek zamanla Ya da kendimizle ilgili bir düşünce içinde olmayın. Sadece şimdiki zamandaki sesler, hisler içinde olun. Derin nefes alırken karnınızın iniş çıkışını hissedin. Bir süre bunu yaptıktan sonra bir müddet ayaklarınızı hissedin... ve ellerinizi... üzerinizdeki elbiseyi hissedin vücudunuza değdiği her yeri... odadaki sessizliği dinleyin... Bunu yaptığınızda her 10 – 20 saniyede bir egonuz içten içe düşünce fısıltıları yollayacaktır. Direnmeyin bırakın akıp gitsin içinizden... her koptuğunuzda tekrar tekrar nefesinize odaklanın. Bu hem şimdiki anın farkındalığı için güzel bir çalışmadır. Hemde egonun nasıl açık kapı bulduğunda sizi sardığını anlamanız açısından güzel bir gözlem. Evet ilk başlarda 10 – 20 saniye dayanabilieceksiniz... Üzülecek bir şey yok. Siz artık farkındasınız... Bu çalışmanın dışında ise, otobüste, okulda, derste, arkadaslar arasındada bu uygulamayı yapabilirsiniz. Hatta elinizi yıkarken bile... sadece o an var olun. Suyun soğukluğu, sabunun kokusu, ellerinizi ovuşturmanızı hissedin. Yorumlamayın... sadece hissedin... yorumlarınız ve düşünceleriniz değil 5 duyu organınız hissetsin sadece. Bu olaylar düşünceyi kısa bir süreliğine durduracaktır ve o anlarda bedenize enerji dolacaktır. Bunu ne kadar başarırsanız geleceğiniz o kadar renkli oluşmaya başlar. Zihninize gelecek ile ilgili düşünceler geçtimi o an Birkaç kere derin nefes alıp Ya da Birkaç kere nefesinizi tutup bırakın “şimdi ve buradayım” diyin ve tekrar o ana dönün. Gelecek nasılsa gelecekte belli olacak. Siz şu anı ne kadar onurlandırırsanız gelecekte okadar anlamlı olacak. Şimdi bu satırları okumayı burda kesin. Ve derin derin nefesler alıp “ŞİMDİ VE BURADA” olduğunuzu kendinize söyleyin. Odanın içinde olup bitenlere bakın %100 orada olun. Daha önce göremediğiniz ayrıntıları görmeye çalışın. Yorumlamayın sadece hissedin. Koptuğunuzda ise üzülmeyin ego bedeniniz size karşı koymak isteyebilir. Sizi üzebilir, size üzücü kötü rüya gösterebilir ya da eski anılarınız ile ilgili işaretler karşınıza çıkarabilir. Üzücü olaylar karşımıza çıktığında ise ŞİMDİKİ ZAMANda kalma çalışması pek mümkün olmaz. Bu durumlarda nötrleştirme çalışmaları yapmalıyız. Bu gibi durumlarda ne yapmamız gerektiğini anlatacağım... Bir dakikalık samimi bir yoğunlaşmanın yoğunluğu ile; olmak ve başarmak özlemi, sizi uzun yılların yavaş, normal ve zorlanmış çabalarından özgürleştirip daha ileriye götürebilir. İnançsızlığın, zayıflığın, güçsüzlüğün ve kendini aşşağılamanın demir zincirlerini çözebilir ve hayatın keyfini yaşarsınız. Gerçek bilgeliğin sırrı Tekliğin bilincinde olmaktır. Evrensel zihin koşulsuzdur. Bu yüzden zihin ile birliğimizin ne kadar bilincine varırsak, şartlar ve kısıtlamalar bizim için okadar oranda yok olur. Bunun sebebi herşeyin ileri geldiği kaynak olan yaratıcının tek ve bölünmez olması ve her bireyin bu sınırsız gücün ortaya konduğu bir birey olmasıdır. Diyelim ki eski anılarınız bazı tetiklemelerle su yüzüne çıktı ya da eski anı olmasa bile dış dünyada biri size haksızlık yaptı ve sizin canınızı sıktı. Bu durumda hemen şunu aklınıza getirin. “Bu benim egomun tetiklediği bedensel zekam ve onu izlemeye alıyorum” “yaşadığımı olduğu gibi kabul ediyorum” “bu duygu bana değil bedenime ait “ deyin... Bu sözleri tekrarladıkça ve yaşayandan gözlemciye doğru bir geçiş yapacaksınız. Bedeninizdeki sızıya odaklanın. Size bu üzüntüyü yaşatan kişi Ya da durumu düşünmeyin. Sadece ve sadece bedeninizde meydana gelen sızıyı izleyin. Bırakın aksın içinize, yudumlayın acınızı.... Bütün bunları yaparken derin derin nefesler alın ve tüm bedeninizi serbest bırakın... görmeye başlıcaksınız ki Birkaç dakika içinde rahatlayacaksınız. Tabiki bu sıkıntı size devinimler halinde az olsa kendini hatırlatabilir. Aynı şeyleri bir daha yapın. Bir süre sonra hatırlamacaksınız bile. Bu durumları EFT, Ho'oponopono Ya da Günahlarınızdan affolma duaları ilede destekleyebilirsiniz. Bu konuda araştırmalar yapın yöntemleri deil, bu yöntem ve duaların altındaki bilinci ve anlayışı öğrenin. Bu sayede etkisi artacaktır. Meditasyon için ilk başlarda zaman bulamayabilirsiniz. Birkaç günde bir 10-15 dakika meditasyonlar yapın. Bu meditasyonlar size nefesinize odaklanmanız ve gevşemeniz için iyi bir alıştırma metadu olacaktır. Derin nefes almayı alışkanlık haline getirin İbadetler ilahi sevgiye açılan kapıdır. Ve insandaki irade sıfatını artırarak tüm hayatının doyumlu hale gelmesinde çok önemli yer tutar. Örneğin bazı dönemlerde tutulan oruçlar hayatınızda büyük değişimlerin kapısını aralar. Zaten tüm ibadetlerin temelinde Bir adıda NEFS olan egonun yok olması üzerinedir. Tutmakta zorlanıyorum diyenler oruç tutmaya en çok ihtiyacı olanlardır. İnsan bedeni bir öğünle bile sağlıklı bir şekilde fonsiyonlarını sürdürür. Bağımlılıkları ve yemeğe karşı zaafları olanlar içinde önemlidir. Bilinçli tutulan oruç ne sizi derslerinizden nede güçten düşürür. Bu oluyosa bile iç direncinizin karşı koymasıdır. Bir süre sonra rahatlıkla tutabildiğinizi anlarsınız. Namaz kılmak titreşimlerinizi pozitife çevirir ve üzerinizdeki menfi enerjiyi yok ederek sizin aklınıza kötü hislerin gelmesini frenler. Hayattan bolluk istemeden önce “kendimiz için alma arzusu”ndan vazgeçmeyi öğrenmeliyiz. Beklenti içine girmeden sadece vermeyi öğrenin. Bu sizin tüm enerji blokajlarınızı yıkmanızda yardımcı olucaktır. Sakın karşılık beklemeyin... iyi niyetle verin... Önce kendinizden vermeyi öğrenin. Dolabınızda kullanmadığınız herşeyi verin. Gerekirse yürüyerek gidin yol paranızı o an için ihtiyacı olana verin. Kime verdiğinizin ve bunu nasıl değerlendirdiklerinin önemi yok. Siz evrensel düzene veriyorsunuz. Ve bu düzen size nasıl karşılık vereceğini bilir. Sadece bolluk olumlaması yapmayın... Çünkü siz bağış yapmadığınızda zaten “benim param yok” diye içsel olumlama yapıyorsunuz. Siz korsan bir yayın okuduğunuzda Ya da kullandığınızda “zaten benim param yok” diye mesaj yolluyorsunuz. Bugüne kadar verdiğiniz mesajların serbest kalması için bile verin... Kendinizden dünyanın iyişeşmesi için bir şeyler verin... Bu dönemde belirli kalıplar dışında olumlama yapmamızını hatta şu anda yaptıklarınızı bile bırakmanızı tavsiye ediyorum. Zaten muhtemelen bugüne kadar çok olumlama deiştirdiğinizi göze alarak bunu rahatlıkla tavsiye edebilirim. Bu durumda ego bedenimizin direncini kırıcak ve tüm hayatımızın temelini oluştuturacak olumlamalar yapacağız. Aşşağıda vereceğim olumlamayı günde en az 100 defa yapmalısınız. Bunu yapılması gereken bir iş olarak değil hayat amacınız olarak yapın. Tekerleme gibi söyleyin. Şarkı gibi söyleyin. İnanarak söyleyin. Aynaya bakarak söyleyin. İstediğiniz kadar bölümlere ayırın söyleyin. Bu size kalmış. Ama kişisel disiplininiz olsun. Tanıdığım biri benden olumlama istemiş ve 100 defa olduğunu duyunca çok olduğunu söylemişti. Zamanının olmadığından şikayet etmişti. “50 olsa olmaz mı “ dedi. Peki dedim. Sonra onuda yapmadı. Sakın kendinizi 21 gün falan bilmemne diye şartlamayın. 21 gün olayı, çoğu kişinin yanlış bildiği apayrı bir olaydır. Biz istediğimiz hayatın temelini sevgi, güven ve yeterlilikle ve 2-3 ay boyunca oluşturmalıyız. Bu tüm hayatta kalıcı sevgi ve güven demektir. Bunun üstüne istediğinizi inşa edin. Emekli maaşı için 30 – 40 yıl çalışıyorsunuz. Ama 3 ay olumlama yapmak zor geliyor. Ve sürekli yeni çıkan kitapları alıyorsunuz. Belkide okuduklarınızın sayısı 90-100 ü geçti... Ama sadece 90-100 gün aynı olumlamayı yapmış olsaydınız inanılmaz bir kuantum sıçrama yaşayacaktınız... Bu yüzden iş yöntemin kendisinde değil sizde biter. Temel olumlamamız. Ben kendimi olduğum gibi ve derinden kabul ediyorum. Kendimi seviyorum ve kendimi onaylıyorum. Kendimi ve geçmişimi sevgi ile affediyorum. Ben herzaman ve tamamen yeterliyim VE BÖYLECE GÜVENDEYİM Bu süreçte bana ulaşıp, şunla desteklesem, bunla desteklesem olurmu demeyin. Siz sadece bu olumlaları yaşam biçimi haline getirin. Bu oluşturduğum olumlama formülündeki kelimelerin bilinçaltınızda yaptığı açılımlara bir bakalım. Kendimizi kabullenmek ve sevmek kolay bir iş değildir. Çoğumuz yeterinde, yeterince uzun, yeterince güzel, zeki , yeterince başarılı olmadığımız inancıyla büyürüz. Buda evrene ben yetersiz, bilgisiz ve çirkinim mesajını yayar. Ve tüm hayatımız boyunca eksikliğimiz yüzünden birşeyler olmayacaktır. Bizler birşeyleri başarabilmemiz için, daha zengin olmamız, daha iyi okullara gitmemiz, daha fazla sertifika sahibi olmamız, daha zeki, daha yakışıklı olmamız gerektiğine inandırıldık. Doğanın kanunu gereği birileri bizden ve biz birilerinden zaten daha fazla sahip olacak bu özelliklere. İnsan kendini kabul edip kendisi olduğunda ve kendi varlığını olduğu gibi ifade ettiğinde, hayattaki herşeye yetmeye başlar. Eğer bunlar için Bir şey gerekiyorsa bunu kolaylıkla önümüze çıkartır. Ve sahip olmamızı sağlar. Kendini olduğu gibi kabul etmek aynı zamanda olumsuz özelliklerinizi ve duygularınıda kabul etmek anlamına gelir. Bu direnci yok eder ve egosal bilinciniz artık size fısıldamaz hale gelir. Aynı zamanda karşımıza çıkan insanlarıda tüm özellikleri ile olduğu gibi kabul eder hale geliriz. Bedenimizi takdir ederiz. Tüm içsel varlığımızı olduğu gibi şevkatle kabul edersiniz. Ve evrenle bir bütün olmaya başlarsınız. Hayata karşı karşı doyumluluk hissi çoğalır. Kendimizi kabullenmek, duygularımızı bastırmadan gün ışığına çıkarmak anlamınada gelir. Bu aynı zamanda sizde bu çekirdek inançları oluşturan kişileride rahatlatır. Çünkü onlarıda kabullenmiş affetmiş olursunuz. Şu anda hayatta olmasalar bile bu sizin için ve o frekansın rahatlaması için gereklidir. Çok önemli bir konu daha varki, siz içinizdeki herhangi bir şeyi iyileştirirseniz eğer, o frekansı evrensel düzende de iyileştirirsiniz. O frekans iyileştiği için o frekansa sahip olan tanımadıklarınız dahil iyileşmeye başlarlar. Siz geri kalan 6 milyar insana frekanslarla bağlısınız. İnsanları herşeye rağmen değil, olduğu gibi sevmeyi öğrenin. Çünkü onlar sizsiniz. Koşulsuz sevin. Olumsuz özelliklerini sevin... Çünkü olumsuz diye bişey yoktur. Anlamlı raslantılar vardır ve olumsuz diye düşündüğünüz her ne varsa hepsi şifalanmak için size gelirler. Normal sevgi anlayışımız çoğunlukla bencilcedir. Ve olumsuzlukların hemen hemen hepsi içimizde sevgi eksikliğinin olduğu yerlerden açığa çıkar. Ve biz kendimizi nasıl görüyorsak evrende bize öyle hitap edecektir. Bu dini olarak gerçektir. Sen kendini tanımladığında aslında Allahın seni nasıl yarattığını tanımlıyorsun. Bu dolaylı olarak Allahı tanımlaman anlamına gelir ki oda sana öyle bir hayat sunacaktır. “Şems”in şu sözleri çok anlamlıdır. Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dedi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok, eğer, Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir. Sen evsensel düzene, yaratcıya ne kadar inanırsan inan onu içsel olarak sevemediğin ve tekliğe ulaşamadığın için olumsuzları deneyimlemeye devam edeceksin. Kendini sevmeye başladığında tüm insanlar bilinçdışı olarak bir mesaj alırlar. Ve seni sevmeye başlarlar. Herşey senin hayrına olur. Kendini sevmek asla egosal bir kelime değildir. Bu aslında kendini olduğu gibi sevmek anlamına gelir. Kendimi seviyorum sözünü hayat amacın haline getirirsen bu tüm beyninde nörolojik açılımlar yapacak ve tüm hayatındaki gerçeklikleri sevgi ile kurmaya başlayacaktır. Kendini onaylamak ise, sabit ve gizli saplantılarımızı değiştirmekte kullandığımız bir olumlama ve düşünce yapısıdır. Buradaki amaç kesinlikle herşeyin mükemmel görünmesini sağlamak değildir. Kendinizi, umutsuz ve çaresiz hissettiğiniz anlarda, içsel direnç kazanmaya, daha çok kabullenmeye eğilim duyarsınız. Aynı zamanda onaylanma hissi bizim değerimizi bize daha çok hissettirecektir. İnsanlar bizim düşüncelerimize daha çok saygı duyacak ve geri planda kalma hissi kendini değer gören bir hisse dönüştürecektir. Kimsenin size değer vermediğini düşünmekten vazgeçin. Onaylama mekanizmasını bizler hayatımız boyunca hep kötü şekillerde kullandık. Öfkelenmeyeceğim dediğimizde dahi, öfkeyi onaylarız. Ailemizin bizim üzerimizdeki düşüncelerini onaylarız. Akşam haberlerinde tüm haberleri onaylarız. Dizi izlerken dizideki olayları onaylarız. Sonra yaşadıklarımıza anlam veremeyiz. Hatırladınız mı ? Bu olumlama cümlesini diğer cümlelere destek amacıyla koydum. Bu düşünce yapısını edindiğinizde hayatta yetersiz hissettiğiniz tüm herşey için yeterli olmaya başlarsınız. Hemde kendiniz olarak... İş görüşmesinde yeterli bulunursunuz. Aileniz sizi yeterli bulur. Sizi arkadas çevresine almak isteyenler sizi yeteri kadar eğlenceli ve çekici bulur. Bunun için beklentide olmassınız bile. Sadece kendiniz olarak herşey size yetmeye başlar. Affetmek kelimesi “hadi affettim gitti” denmeyecak kadar ciddi ve adına kitaplar yazılacak kadar derin anlamı olan bir olgudur. Affetmek bu sürecin en zor ama en özgürleştirici sürecidir. Bana en çok sitem edilen konudur. Bakış açınızı deiştirerek bu süreci hızlandırmanız size iyi gelecektir. Bu sözlerden sonra bana ulaşıp AMA larla kendinizi haklı çıkarmak isterseniz bu kitabı anlamamışsınız demektir. Affetmeye karar verip vermemek aslında hayatımızda daha çok sevgi isteyip istememeye karar vermektir. Başkasını affedememek aslında kendini affetmemektir. Unutmayın size kim ne yaşattıysa o sizin bir aynanızdı. Öfke, nefret, intikam arzusu, sevgisizlik Yani kısacası affedememenin etkileri hayatında nasıl yaşıyorsun ? Tandığın insanlar nasıl yaşıyor ? Dünyada neden bu kadar olumsuzluk ve şiddet var. Duygusal, fiziksel, cinsel... Hepsi affedememektendir. Egoyu büyüten ve enerji tıkanıklarımızın en büyük sebebi affedememek... Çekim yasasının istediğimiz gibi çalışmamasının sebebi affedememek... Çoğu hastalıkların ve en önemlisi kanser hastalıklarının çoğunun düşünsel sebebi affetmemek... Sigara ve alkole bağımlı hale gelmemizin sebebi affedememek... Depresyonun nedeni affedememek... düşük özsaygının nedeni affedememek... mutlu aşklar çekememenizin nedeni affedememek... değersizlik duygusununun nedeni affedememek... ailemize ve çevremize verdiğimiz sitemlerin nedeni affedememek... YANİ EGONUN EN ÇOK BESLENDİĞİ OLGU AFFEDEMEMEKTİR. Kabul etmemiz gerekir ki bu kolay bir süreç değildir. Affetmeye hazır olmayabiliriz. Öfkeniz hala dinmemiş olabilir. Sanki bu olduğunda yapanın yanına kar kalacakmış hissi de duyuyor olabilirsiniz. Bunda bir gariplik yoktur. Bu ağır süreci de şimdilik sadece yüzleşerek deilde olumlamalarla geçirmeniz süreci hızlandırıcaktır. Tüm ruhsal öğretmenler affetme üzerinde çok ciddi bir biçimde durmuşlardır. Zaten islam dininde ve diğer kutsal dinlerde dahi yaratıcının en çok affedici, bağışlayıcı özelliği vurgulanmıştır. Günahlarınızdan affolma duaları ettiğinizde, bunu tam bir kabulleniş ve teslimiyetle yaptığınızda geçmişin üzerinizdeki etkilerinin yavaş yavaş ortadan kalktığını hissedebilirsiniz. Affetme işlemi sabırla ve teslimiyetle uygulanması gereken en önemli aşamadır. Kabul etmeliyimki kolay geçmeyecektir. Affetmek geçmişi değiştirmez, yaşanan olayları ve kişileri değiştirmez. Biz affetme bilincine girdiğimizde bilincimizde bir değişme meydana gelir. Affettiğimizde üzerimizdeki bizi engelleyen negatif enerjiyi serbest bırakır ve nötrleşiriz. Aynı zamanda o kişiye bilgelikle yaklaşırız. Bize bunları yapmasının sebebinin onun egosunun ve cahilliğinin bir sonucu olduğunu biliriz. Ve en önemlisi o kişiyi biz çektiğimiz için kendimizle yüzleşir ve barışık hale geliriz. Affetme meditasyonlarından yardım alabilirsiniz. Sadece bu kitabı referans almayın affetme ile ilgili tüm öğretileri okuyun. Arınma çalışmaları hakkında bilgi sahibi olun. Gün içinde aklınıza geldiğinde Direnmeden kabulleniş çalışmaları yapabilirsiniz. Ki bundan yukarıda bahsettim. Anı aklınıza geldiğinde konuşun anınızla... Sarılın ona... deyin ki... “Ey anılarım, sizi seviyorum, siz benim bir parçamsınız, ben sizden bugüne kadar hep kaçtım. Ama sizi olduğunuz gibi seviyorum” gibi sözlerle anınıza seslenin. Bolca yapın. Sevgi ve affetmek serbest bırakan bir güçtür. Bu satırları okurken Artık kendinizi affettiğinizi seçtiğnizi söyleyin... Olumlamaya “ve böylece güvendeyim” kısmını özellikle ekledim. Çünkü bilinçaltı egosal bilinci güvende olmak hissi ile etiketler ve hayatta başımıza ne geliyosa bilinçaltının kendini öyle güvende hissetmesindendir. Yokluk, sevgisizlik, yanlızlık yaşıyorsanız bu olgular “Böyle olursa güvende olurum” şeklinde etiketleme yapmasındandır. Yeni düşünce kalıplarımızı güvende olmak üzerine kurduğumuzda hayatımızda daha kalıcı hale gelecektir. “Kendim Olduğunda Güvende olurum” gibi... Bu kitapta yazılan her ne varsa, kendinize bir hedef olarak koymayın. Sadece farkında olun. Bilinçli olarak daha fazla ve daha derin bilgiyi bu çalışmada vermedim. Eğer bu konular hakkında akıcı ve derin bilgiye sahip olmak isterseniz Bu çalışmanın sonundaki yöntemlerin hepsini gün içinde yapamayabilirsiniz. Bu zamanla gelişicek bir pratiktir. Ama sadece ve sadece olumlamanızı hayat alışkanlığınız haline getirin. Sakın ne zaman değişecem diye beklentide olmayın sadece yapın. Şimdiki anı onurlandırın, izleyin, direnmeyin... Sadece orada olun...