Zübük
Transkript
Zübük
A Z I Z N E S İ N ZÜBUK Kağnı Gölgesindeki It ROMAN BESİNCİ BASİM TEKİN YAYINEVİ Zübük'ün 1961 ilk basımı İkinci basımı yılında yapıldı. ü ç ü n c ü basımı yılında 1967 (6000) 1969 basımı (8000) yılında y a p ı l d ı . Tekin beşinci sunar. (6000) yapıldı. Dördüncü 1971 (6000) yılında y a p ı l d ı . Yayınevi basımını Zübük'ün övünçle -İT, KAĞNI YDRÖR DE GÖLGESİNDE KENDİ GÖLGEM SANIRMIŞ» Atasözü Bir e s k i E r m e n i evi olan ü ç katlı de kasabanın anayolu genişler. postane önün Burada yol, yazın t o z l u , baharın ç a m u r l u , kışın karlı bir k ü ç ü k alan o l u r . Saat lenler, 16'ya doğru tozlu kolkola gezenler liyorlardı. Postayı alanda ikişer-üçer dine- görüldü. d a taşıyan Kaptıkaçtıyı kaptıkaçtı bek¬ bu saatlerde gelirdi. Başlar, kaptıkaçtının t ü . Ama yolu değil, nın tozu-dumanı, geliş yoluna, batıya d ö n ü k ¬ havayı g ö z l ü y o r l a r d ı . kendisinden Kaptıkaçtı¬ çok önce havada gö¬ rünürdü. A l a n d a , alan üstündeki iki k a h v e d e bir kıpırdanış o l d u . K a s a b a n ı n e n u c u n d a k i evin g ö k l e k e s i ş t i ğ i yer¬ d e k ü ç ü k bir t o z b u l u t u y ü k s e l m i ş t i . — Geliyor... — Hey a s l a n , manı k e n d i n d e n h a b e r c i s i n i salmış g e n e ; tozu-du- önde gelir. — Bugün gazete günü — Günlerden Perşembe mü? değil mi? Evet, gazete günü... Havadaki geldi, kara postanenin b u l u t yayıla y u v a r l a n a önünde durdu. büyüyerek Yavaş y a v a ş ç ö k e n toz bulutunun, rısı dağılan duman/n k a p t ı k a ç t ı çıktı o r t a y a . lukta üstüne tırmandı. altındaki gazete altından Branda paketini kanarya Gazetecinin çırağı bezinin aşağıya sa b i r so¬ iplerini çözüp attı. K a p t ı k a ç t ı d a n inen y o l c u l a r d a n b i r i n i , o r a d a t o p laşanlar y a b a n s ı d ı l a r . ranışından besbelli valiz* y e r e , s o l Giyinişinden, buralı elindeki değil. duruşundan, Sağ dergilerle elindeki kitabı dav¬ mavi d a valizin üstüne k o y d u . Saçları, kaşları, kirpikleri toza b e l e n mişti. üstünü başını silkeledi eliyle. Sonra valizini y e r d e n a l ı p , yanını y ö r e s i n i t a n ı m a k için b a k ı n d ı . K a p ¬ tıkaçtının g e l d i ğ i y ö n e , i l ç e n i n Sağlı sollu karaya ile tabelâlara boyalı, «Modern içine bakıyordu. doğru yöneldi. Yol yol kontraplâktan tabelâsında Palas O t e l i » yazılı kapıdan MERHABA KAYMAKAM çatlamış, beyaz boya girdi. BEY Aklı Evvel Bedir Hoca'nın Kara Zübükzâde Hamza Bey'in Belediye İbraam evine Reisiydi. Belâ Bey'in bitişiktir. oğlu şöyle anlatıyordu : evi, Çiftverenoğlu O zamanlar Hamza B e y Zübükzâde İbraam Bey'le araları iyice açık. İkisi d e bir p a r t i d e n a m a , o n a n e b a k a r s ı n sen, birbirlerine Belediye Reisi can olmak düşmanı ister. olmuşlar. Hamza Bey Zübükzâde, de Belediye Reisliğini e l i n d e n k a p t ı r m a k i s t e m e z . B i r b i r l e r i n e düş¬ manlıkları işte bundan... B i r s a b a h e r k e n d e n H a m z a B e y ' i n o ğ l u b i z i m eve geldi : 8 ' — Fırla arkadaş, fırla!.. Seyir var, görmeler is ter... — Ulan ne seyiri, sabahın bu vakti seyir mi olur muş?' — De ki sinema, de ki t i y a t r o . . . Gel de bir gör hele arkadaş... Ben hemen davrandım, pantolu ayağıma çekip ardına düştüm.. Bunların evine gittik. Beni odunluğa soktu : — Şu deliğe gözünü uydur da dikizle! Bağdadiye tahtalarını söküp, iki evin ara duva¬ rına bir delik açmış. Zübükzâde'lerin mutfağı tabak gibi görünüyor. İbraam Bey'in karısı, anası, kızkardeşi, mutfakta harıl harıl bir işler yapıyorlar. — Beni bunun için mi çağırdın? Elin nâmahre¬ mini gözetlemek delikanlılığa yaraşır mı? diye buna çıkıştım. — Dur hele arkadaş... Bunda nâmahremlik yok. Gözünü ayırma, seyir nerdeyse başlar... Demeğe kalmadı, Zübükzâde'nin sesini duyduk. Yukarı kattan bağırıyor: — Karnı, k a n . . . Ulan larından asarım. Ulan, ben gelecek demiyor muyum? misafiri... N'olacak şimdi? virmesi nerde? karı! Şart olsun seni saç¬ sana bir haftadır hükümet Hükümet, Zübükzâde'nin Kebaplar hani? Toklu çe¬ Zübükzâde İbraam bağıra bağıra merdivenlerden indi. Karısını bırakıp kızkardeşine d ö n d ü : — Kız şaşkın, ne dinelip duruyorsun?.. Ayağını eteğine dolaştırıp ortada dolanma! Hükümet, ağanın evinde konaklıyacak diyorum sana. Halıları, kilimleri sil süpür. Misafir odasını derle topla. Yorganı, döşeği hep elden geçir. Cebinden yazılı bir kâğıt çıkartıp kızkardeşine uzattı : — Sen bunu gördün mü, sen bunu yavrum? Kız, — Gördüm, dedi. Hamza Bey'in oğlu kulağımın dibine girmiş, — Bir haftadır bu iş böyle işte. Her sabah kıza bu mektubun başlığını okutur... diye fısıldadı. Zübükzâde, kardeşine bağırdı: — Oku şunu!... Yoksa biz seni ilk'in dördüne kadar boşuna mı mektebe gönderttik? Oku da bak, ağa'na mektup nerden geliyormuş... Kız aldı eline mektubu, okumağa çalışıyor ama bir türlü sökemiyor. — Tıbımım... diye bir ses çıkardı. Zübükzâde İbraam çok kızdı: — Doğru oku!.. Sana ben bunu ezberletmedim mi? — Tıbımım mıydı, tebemim miydi, neydi? — Elinin körüydü. Avanak! Ulan, burda gördüğüğün, hükümetin baş harfleri. Söyle pekiy, nesi? — Hükümetin baş harfleri... — Bak iyi,dinle. Yarın sabah gene soracağım. Bizmezsen gözünü patlatırım. Bak buraya... «Te» de¬ mek Türkiye demek. «Be» demek, Büyük demek... «Me» demek, Millet demek... Tekrar «Me» demek, Meclisi demek... «Tebememe» demek, Türkiye'nin Büyük Millet Meclisi demek... Yâni, hükümet demek, devlet demek, vatan ve millet ve her bişey demek, hükümetin baş harfleri... Ben şunu sana her sabah öğretmiyor muyum? Söyle şimdi. Ağana nerden mek¬ tup geliyor? — Hükümetten! — Aferin. Hükümetin baş harfleri ne? 10 — Tebememe... — İyi. Ne d e m e k , s ö y l e bir b i r . . . — «Te» demek, büyük demek, memleket Türkiye «Me» d e m e k , demek, meme, «Be» demek, meme... millet demek... Zübükzâde İbraam kızdı, kendi kendine söylen¬ m e ğ e başladı : — Hey A l l a h ı m , s e n b i l i r s i n . . . rılarla n'ideceğim b e n i m . Yarın yahu? B e n bu akılsız ka¬ İstikbalimle oynuyor bunlar m i l l e t v e k i l i o l d u k d i y e l i m . A n k a r a ' y a gö¬ t ü r ü r d e b u karıları k i m e g ö s t e r i r i m . . . Bu sefer de anasına döndü: — A n n e , a n n e , s e n hiç h ü k ü m e t g ö r d ü n mü? — Görmedik, sayende göreceğiz onu da... — S e n d e ğ i l , d a h a bu k a s a b a bite g ö r m e d i hü¬ kümeti. Oğlunun s a y e s i n d e b u r a n ı n f a k i r f u k a r a mil¬ leti h ü k ü m e t g ö r e c e k . Mektubu, — pijama ceketinin cebine koyup, Kahvemi getirin benim, diye bağırıp s o k a ğ a çıktı. Hamza — Bey'in Arkadaş, oğluna, herif pijamayla fırladı, nereye gider böyle? diye s o r d u m . Hamza B e y ' i n — oğlu, Asıl s e y i r b u n d a n s o n r a . . . dedi. Z ü b ü k z â d e bizi g ö r m e s i n d i y e , Ç i f t v e r e n o ğ u l l a r ı nın evinin Efendi'nin ladık... mış. arka kapısından dükkânının Zübükzâde, çıktık. önüne b i r i n e ayağını d a r u g a n t e r l i k , sırtında p i j a m a , Kahveyi içip fincanı gara, şakırtısı, iki omuzunda Zübükzâde kasabanın 11 sandalye dayamış. iskemleye koymuş. bir elinde t e ş b i h . . . teşbihinin Emin k ö ş e s i n e s i p e r o l u p s e y r e baş¬ kapısının Birine o t u r m u ş , Tüccardan at¬ Ayağın¬ ceket... Bir e l i n d e c ı İbraam ötey başından Bey'in duyulur. — Bu deiiyi mi seyredeceğiz?.. Bırak şunu, kah veye gidelim, dedim. — Dur arkadaş, b e k l e . . . Esas seyir, bundan sonra başlıyacak. Sen burdan kıpırdama... Ben bir koşu gidip kahvedeki arkadaşları çağırayım... Seğirtti g i t t i . Çok geçmedi, beş-on delikanlı t o p laşmışlar, soluya soluya koşarak geldiler. Duvarın köşesine hep siper olduk. Zübükzâde'nin sırtı bize dönük olduğundan siperimiz gayet iyi... — N'olacak? diye Reis'in oğluna soruyoruz. — Durun durun, bekleyin az, simdik g ö r ü r s ü nüz... diyor. Derken Zübükzâde İbraam Bey, yerinden d o ğ r u lup, sağ eliyle de yerden bir temannâ çakarak, — Ve aleykümselâââm Hâkim Bey... diye var se siyle bağırmaz mı? Aman bu ne iş?.. Karşısında kimse yok, herif ha vaya selâm veriyor. Zübükzâde'nin evini bilirsiniz. Karşı sırasında ev mev yok... Yolun karşı yanı, Ka¬ mışlık çayına inen yamaç... — Kime selâm verir bu herif? dedikse de o, eli¬ ni dudağına g ö t ü r ü p , — Susun arkadaşlar, bizi duymasın... Seyir baş¬ ladı, arkasını g ö r ü n . . . dedi. Derken Zübükzâde bir daha yekinip, — Ve aleykümselâââm Reis Bey... diye feryadı bastı. — Kimi selâmlıyor yahu? diye sorduk. Hamza Bey'in o ğ l u , — Belediye Reisini selâmlıyor... d e d i , babama selâm v e r d i , duydunuz ya... Babam yataktan çıkma¬ d ı , arkadaş. Bu Zübükzâde evliya olmuş, gözleri du¬ var ötesindekileri, yorgan altındakileri görür. Zübükzâde, durup durup selâmı basıyor: 12 — Merhaba başkâtip bey... M e r h a b a . . . Olur başkâtip bey... Bir boş vaktim olursa rahatsız ede¬ rim. Güle güle... Bizi bir gülmedir aldı. Herif göz göregöre ha¬ vayı selâmlıyor. — Vay müdür bey, sabah şerifin hayır oisun... İyilik sağlık, seni sormalı. Olur olur, hiç merak etme, senin o işini halledeceğiz... Reis'in oğlu, — Ortaokulun müdürünü selâmladı, dedi. — Nerden bildin? — Ben artık alıştım oğlum, selâmını dinliye din¬ liye ben de, Zübükzâde gibi, hayallerini görmeye baş¬ ladım. Zübükzâde, yerden bir temenna daha çakıp ha¬ vayı bir daha selâmladı: — Merhabaaa kaymakam bey, merhaba... Ne var ne yok... Bizde iyilik sağlık... Olur olur... Sen hiç merak etme o işi... Ankara'ya yazdım, cevabını bekliyorum. Zübükzâde İbraam Bey, kasabada adı geçen a¬ dam bırakmadı, hepsinin selâmını aldı, kabul etti. Demek bizim kasabanın ileri gelenleri, her sabah bu Zübükzâde'nin kapısı önünden asker bölüğü gibi ge¬ çer, tekmil verip selâm durur. Neden mi havayı selâmlar? Allah Allah, besbelli canım... Zübükzâde'nin itibarı yüksek denecek. Bak¬ sana Bey, kasabanın memuru âmiri, ağası eşrafı sa¬ bah sabah kapısının önünden geçiyor. Hepsi de Zübükzâde'yi sayıp ona selâm veriyor. İşte Sağlık Merkezi'nin doktoru g e ç t i , Posta Müdürü g e ç t i , Maarif Memuru g e ç t i . . . Selâm vermeyen mi kaldı? «Ve aleyküm selâââm... » diye karga gibi bağırıyor ki, içerde karısı, anası, kızkardeşi duysun. Evin sokağa bakan 13 pencerelerinin perdelerini sıkı sıkı kapattırmış. Karı¬ ları, sokak üstündeki odalara sokmaz k i , biri de pen¬ cereden bakıp, Zübükzâde'nin havayı selâmladığını g ö r s ü n . . . Zübükzâde'nin selâm verirken sesini, arka sokağın evlerinde oturanlar bile duyarlar. Bey, bu bizim Zübükzâdemiz, böyle bir Zübükzâde... Ankara'ya gidip de bilmediği bir otelde kal¬ sa, sabah sabah başını pencereden sokağa sarkıtır, «Ve aleyküm selâââm, başvekil bey» diye bağırır d a , otelciyi d e , oradakileri de başvekilin arkadaşı oldu¬ ğuna inandırır. Bu Zübükzâde, memleketimizin bir yüzkarası a¬ ma, neylersin bey, bir kere mevcut bulunmuş; atsan atılmaz, satsan satılmaz. İster istemez çekeceğiz bu namussuzu. Başka hiçbir umarımız yok... HÜKÜMET GELİYOR A l l a h ' ı n kulu İ s m a i l Efendi şöyle a n l a t ı y o r d u : Deryalar mürekkep, ormanlar kalem olsa, bu ırzı kırığın vasfına yetmez, Bey. Hangi birini anlatsak ki... Günlerden bir g ü n , ö ğ r e t m e n l e r Derneği'nde oturuyoruz. Bizim burada öteki kazalarda olduğu gi¬ bi şehir k u l ü b ü , tüccar k u l ü b ü , avcılar kulübü ne yok¬ tur. Bir avuç yerin iki elin parmağı kadar adamı... Na sıl olsa oluyor. Ondan ötürü, gidecek bir t e k yerimiz var, ö ğ r e t m e n l e r Derneği... Bir akşam orda oturuyo¬ ruz. Aklı Evvel Bedir Hoca derler, burada nadide y e t i 14 şir cinsten gayetle kıymetli bir namussuzumuz daha var. Velâkin ne de olsa alçaklık mesleğinde Zübükzâde ibraam Bey'in eline su dökemez. Bu Aklı Evvel Be¬ dir Hoca'nın Kara Belâ derler bir oğlu var ki düşman başına... Biz ö ğ r e t m e n l e r Derneği'nde otururken, bu Kara Belâ kapıyı yel gibi açıp gümp diye odanın or¬ tasına düştü. — Dayılar, emiceler, hemşeriler, arkadaşlar, duyduk duymadık demeyin haaa! diye tellâl gibi çı¬ ğırmaya başladı. Tahrirat Kâtibi Rıza Bey çok kızdı, bunu bir gü¬ zel t e r s l e d i : — Dur yiğit, dur!.. Dur k o ç u m , yavaş hele... Sı¬ ğır bile sığırken yaylım dönüşü, ahırının kapısına gel¬ di mi bir böğürür. Bura nere? Muallimler bir karar çıkarıp buraya adımını attırmasalar yeri ya... Sen bu teşrifatsızlığı baban olacak katmerli gavattan mı tah¬ sil eyledin? Bir selâm ver bakalım şöyle efendi gibi.. Tahrirat Kâtibi Rıza Bey'den çekinirler. Kayma¬ kam olmadığı zaman, kaymakam vekilliği yapar da ondan. Yaptığı kaymakam vekilliğini toplasan altı-yedi yılı bulur ha... Sözünü de sakınmaz bir herif... Oğlan tersi yiyince, — Selâmünaleyküm, d e d i . — Ve aleykümselam... Di buyur bakalım, ne ol¬ muş, şimdi anlat! — Aman Rıza Bey emice, havadisler var. Hem de ne havadis... Elli yıl konuşulacak da, sonra da unutulmasın diye tarihlere geçecek. — Koçum, sen Aklı Evvel Hoca'nın oğlu değil misin? Var git, tez babana söyle, gayri anandan hiç¬ bir şüphesi kalmasın içinde. Sen babanın has oğlu olduğunu aha şimdi isbat ettin. Cinsini sevdiğimin, nasıl d a c i n s i n e ç e k m i ş . O ğ l u m , sizin s o y u n u z u y d u r ¬ mada birinci. Sizde havadis ç o o o k . . . — Uydurmaysa surdan sağ çıkmıyayım, Rıza Bey emice. — Havadis olsa Rum'a v a r a n s e n i n başımızın rağı belâsından serpilmiş bu çıkmıyacak da, olsa, alçaklıkta namı diyar-ı p e d e r i n l e bir d e Z ü b ü k z â d e d e n e n olur. O n l a r d a o l m a s a ölü t o p ¬ kasabada kimsenin memleket haritasından sesi soluğu silinip gide¬ ceğiz. — Havadisi — senin Heyri ( * ) , h a v a d i s , h a v a d i s d e r s i n , sakın havadis kara'dan piç e t t i n i z ya s o n u n d a . . . dediğin, Zübükzâde gelecek hükümet sa o m u ? O c a ğ ı n bu İ b r a a m B e y ' e An¬ olmasın... Yok¬ batsın h e y r i , o n u sağır s u l t a n habercisi bile duydu. Z ü b ü k z â d e günlerdir tellâl vilâyete koşup, çıkarttı. belediyenin hoparlöründen Nerdeyse ilân etti¬ recek. — Hakikat — Hükümet habercisi lir M a l i y e V e k i l i bükzâde'ye gelecek gelecek. edip yüzümüze Hükümetten, «Biz b u gözümüze bir aydır Z ü - M e k t u p t a «Aman işleri ib- karman çorman bulaştırdık. İşler çorbaya İ ç i n d e n çıkamaz o l d u k . Yedi d ü v e l e v e c ü m l e ecnebiye gayri n e d e m e k h e y r i , A l l a h bi¬ m e k t u p yazarlarmış. raam Bey» d e r l e r m i ş . döndü. miymiş? milletine rezil olacağız. medet senden. Evelallah, Aman sonra Zübükzâde, sana güve- (*) «Heyri» : Bu k o n u ş m a l a r ı n geçtiği yerlerde çok sık k u l l a n ı l a n bir ünlemdir. «Hieri», «hiğeri» gibi söyle¬ nir. «Hey a r k a d a ş , birader, yahu» gibi bir ünlemdir. «Herif» y a d a «hey herif», «hey oğul» dan bozma ol¬ duğu sanılır. Ç ü n k ü o d o l a y l a r d a bu ünlemler de ko¬ n u ş m a a r a s ı n d a çok sık geçer. rtiyoruz. Bizi garip koma! Seninle meşverete gayetle ihtiyacımız var, İlk tirene atla, acele Ankara'ya gel. Yetiş Z ü b ü k z â d e İbraam Bey...» — Evet, benim de duyduğum aynen böyle. Hü kümet Zübükzâde'ye yazmış, yazmış, bir cevap ala¬ mayınca, sonunda ibraam Bey'e elçi gönderesiymiş... — Koca bir memleketin biricik akıldânesî şu bi¬ zim Zübük... — Hele bak şu bizim Zübükzâdemize... Koca bir hükümetin mektuplarına neden iki satır cevap ver¬ mezmiş? Ulan, hükümeti kızdırıp bizi baba oca¬ ğından sürgün ettirecek, gördün mü rezili sen... — Ne? Kim sürgün edecek? Hükümetin haddine mi kalmış Zübükzâde'ye karşı gele... — Anladık, iyi. Yalnız, ne de olsa başımızda hü¬ kümet diye bulunmuşlar bir kere... İnsan iki satır ce¬ vap da mı veremez hükümet mektubuna? — Vermez ya, vermez. Sen bu bizim Zübüğümüzü az mı belledin heyri... Vaktinde hükümete bü¬ tün bu olacakları bir bir yazıp anlatmış. Hükümete aynen «Etmen, eylemen arkadaşlar» demiş, «bunun sonu boka varacak» demiş. «Siz gelin beni dinleyin, bu kafayı değiştirin» demiş. Demiş her bişeyi demiş ya, gelgelelim hükümette anlayacak zihin olmadığın¬ dan, dinletememiş. Bunun üzerine bizim Zübüğümüz hükümete küsmüş. Hükümete «Bundan kelli ne der¬ diniz varsa görün, benimle de selâmı sabahı kesin» demiş. Gel zaman git zaman hükümet işi sarpa sar¬ dırınca, Zübükzâde'ye amana düşmüş. «Sen bize hiçbir vakit küs olamazsın. Bu bir memleket vazifesi¬ dir. Bize acımasan da memlekete acı. Madem sen, buraya gelmem dedin, öyleyse biz oraya geliriz» di¬ ye haber iletmiş. İşte bizim Zübükzâde'mize gelen misafir, böyle bir misafirdir; hükümet elçisi... 17 — Alay e d i n , alay edin bakalım... Hükümetin m e k t u b u , Zübükzâde'nin elinde. M e k t u b u g ö r e n , o¬ kuyan var, sen — Yaa... ne diyorsun heyri? Acep Zübükzâde'ye g e l e c e k olan vekil miymiş? — Tövbe d e ! Vekil bükzâde kafiyen başvekil ister. — geldi kabul gelirse, etmez, bildiğim Zü- kapısından koğar. benim İlle H e y r i , göz g ö r e g ö r e , evime diyerekten bütün kasabayı h ü k ü m e t erkânı kandıracak, he mi? S o n r a d a h ü k ü m e t e akıl v e r d i m d i y e g e r t g e r t g e r i ¬ necek. Ulan, senin v e r d i ğ i n akılla k ü ç ü k s u dökme¬ ğe g i d e n , kademhanenin çukuruna düşer be... — Heyri, Zübükzâde l e c e k bir akıl... mı? K a s a b a k u r u l d u yağı değmiş — İbraam'daki Değmiştir. gidermiş. kele s ü r ü ¬ k u r u l a l ı , t o p r a ğ ı m ı z a bir v e k i l a¬ midir acep? Hilaf s ö y l e m e k o l d u ğ u n u z d a n bilmezsiniz. huriyetin ne Ş u y a l a n l a r a i n a n a c a k bir a v a n a k çıkar ilânında bir v e k i l Başka yol olmaz. Rıza B e y iyisini gelmiştir. olmadığından, Siz genç bilir. C u m ¬ Şarka bir y e r e ne yapsın fıkara, otomobille buradan geçti mecburi. — Gördün mü işte, o n u n d a ayağı değmemiş toprağımıza, otomobilinin tekeri değmiş. — Hayır, şimdikinden dükkânının ayağı da d e ğ m i ş t i r . besbeter. Şimdi olduğu yer var ya... mış. Ortalık çamur batak. mış, i ç i n d e k i l e r çığırışıp miz. Paçaları sıvayıp O zamanın kalaycı Kör İşte orasını s u Bir o t o m o b i l duruyor. daldık çamura batağa, vardık içinden çekip Sırtımıza alıp geçirdik. öte soktuk. «Efendi, nerden geliş, bas¬ bat¬ Delikanlılık v a k t i ¬ yanma. Efendiyi o t o m o b i l i n çamurdan yollan Nuri'nin Bunu bunların çıkardık. kahveye nereye gidiş, kimsin, n e s i n , necisin?» d i y e s o r u p d u r u r k e n , bir d e ö ğ r e n - dik ki, herif v e k i l d e ğ i l m i y m i ş . B a k a r s a n , s e n i n be¬ nim gibi fese bir a d a m . bakma, Bakarsan yağı herife vekil bir a d a m . k i ! ayağı şükür Neden d e m i ş l e r «Sen k e p e n e k altında püskülsüz er yatıyor... » diye... mekil demezsin canım, İşte b i z i m t o p r a ğ ı m ı z a basba¬ bir o v a k i t v e - değmiştir. Ve ondan sonra da Allah'a ç o k toprağımızı vekil vükelâ ayağı çiğnememiştir. N e d e n d e r s e n ; ç ü n k ü , ş i m d i kalaycı K ö r N u r i ' n i n dük¬ kânının o l d u ğ u y e r d e k i Gelen zır batak k u r u t u l d u , yol onarıldı. otomobiller çamura gider-gelirler, burda saplanmadığından eğlenmeden vızır vı¬ geçip gider¬ ler. — Unuttunuz işte. vekil geldiydi de, — Hâşa... İşte b ö y l e duğunu Geçen seçimlerden önce bir bir n u t u k ç e k t i y d i y a . . . O vekil değil, Bey, bu mebustu. Zübükzâde'nin biz d a h a o z a m a n d a n s e z i n l e d i k . lan k i m d e v a r ? B e l l e ki herifteki » ne alçak ol¬ B u n d a k i ya¬ İngiliz a k l ı . . . Evime h ü k ü m e t g e l e c e k d i y e d e y a l a n s ö y l e n i r mi? B u Z ü bükzâde Yarar. söyler. Hem girdi mi, kar. Vekil de B u y a l a n l a r hiç nasıl... Herif, mi işine y a r a m a z ? hükümetin gölgesine b u k ü ç ü k y e r d e bir h ü k ü m e t d e o o l u r çı¬ gölgesine sığınınca, . yanındaki vekil kaç para eder. YA MEBUS OLURSA... Ebe Hayriye Hanım şöyle anlatıyordu : «Ah "evlâdım, Sen yen! geldin, ondan yaka silkmeyen d e d i k o d u yapmış mi var... olmıyayım. b i r g ü n s e n i d e kandırır d i y e a n l a t m a m lâzım. Ama Ben de artık buralı senedir buradayız, sı vatanıyrmş. o l d u m sayılır o ğ l u m . insanın Sekiz n e r d e karnı d o y a r s a , ora¬ Bizimkiyle İstanbul'da evlenmiştik. H a s t a l a n d ı . B u r d a bağı b a h ç e s i v a r m ı ş , b a b a d a n kal¬ m a evi v a r m ı ş . Hep söyler d u r u r d u . Hastalanınca, h e m h a v a t e b d i l i o l u r , h e m d e g e ç i m i m i z e bir m e d a r olur diye kalktık, geldik buraya... sonra da ölmedi mi... toprağı çekmiş. bir d a h a d a Rahmetliyi buradan bu Kızım da ö ğ r e t m e n sonra, Demek, buradan K o c a d a n biraz b a ğ ev k a l d ı . üç ay toprağa verdikten a y r ı l m a d ı k işte. suyumuz, yiyecek ekmeğimiz Kısmet işte... Gelişimizden Demek, doğup büyüdüğü yerin içecek kesilmemiş. b a h ç e , bir d e işte çıktı. O da burada ilkokul öğretmeni. Fakir f u k a r a y e r i d i r a m a , ğuna. İnsanları masa... çok iyidir. bakmayın Yalnız şu böyle oldu¬ Zübükzâde ol¬ Ah o Z ü b ü k z â d e , ah o Z ü b ü k z â d e . . . B i r t a r i h t e b u a d a m a h e r nasılsa üçyüz lira b o r ç vermiştim. Daha a r a m ı z d a n su ken o zaman sızmıyor. evlenmemiş. Gece gündüz beraberiz. bir d e d u y d u k k i e v l e n m i y o r m u . . . lıklarına başlamışlar. biliyor. Düğün sını v e r s i n önce. maaşından bir bir kaldık. Anasına Benim kızım, o biriktirdi» Parayı v e r m e d i l e r . kızımın parayı dedim. Biz Lâkin buna haber yolladım: verecekse v e r s i n , y o k s a , onu bütün da Der¬ D ü ğ ü n hazır¬ evlenmesini üçyüz lira¬ öğretmenlik dediğimizle Zübükzâde de evlendi. yapalım, Allah mesut etsin... lacak? Ben «Oğlun dernek yapacağına Anasıyla Ne bizim p a r a n e o ¬ «Kızımın parasını memlekete rezil ederim.» Benimkisi d e akıl işte. utanacak gibi değil. Hattâ, Herif öyle rezilliklerden rezil e d e b i l s e k «aman n e i y i , p r o p a g a n d a m ı y a p t ı l a r . B i r de. üste n e v e r s e k d e h a k l a r ı n ı ö d e s e k ! . . » d i y e c e k . . . O t a k ı m d a n bir r e z i 20 lin rezili... Ben haberi gönderir göndermez hemen o gün anasıyla kızkardeşi bize geldi. Belli ki kendisi göndermiş. Bizi düğüne çağırmadıklarını hiç yüzlemedim. Suratımı iyice astım. Yarım ağızla şöyle, — Hoş geldiniz... Nasıl oldu da böyle bizi hatır¬ ladınız... Soğuk sular mı dökelim, sıcak sular mı? diye bir güzel alay ettim. Ben daha para lâfını açmadan anası, — Aman hiç sorma Hayriyanım, dedi, başımıza gelenleri bir bilsen... Hükümet bizim evde konuklayacak. Duymadın mı yoksa? Ayol günlerdir bizim ev¬ de dur durak yok. Kızım bana bir göz etti. — Ne hükûmetiymiş bu? Bir anası söylüyor, bir kızı: — Basbayağı, bildiğimiz hükümet işte... Hükü¬ metin hepsi, bizim oğlanın can beraber arkadaşı. — Mektup geldi Hayriyanım teyze... Hükümetin mektubu. Ağabeyim mektubu okuttu bana. Vallahi gözlerimle g ö r d ü m . — Kız, söylesene ne yazıyordu hükümetin mek¬ tubunda? •— Mektupta ne yazar işte, selâm kelâm diyor. «Sıhhat ve afiyette olmanızı beş vakitte niyaz ede¬ rim» diyor. «Biz bu işlerden son derece darda kal¬ dık. Yakında sana danışmağa geleceğiz» diyor. — Başka bir şey daha diyordu ya, kız? — Başka «Okuyan efendiye ve mektubu dinle¬ yenlere mahsus selâm» diyor. Ana-kız bir başladılar, ben ağzımı açıp para lâfı edemedim. Anası, — Hayriyanım, dedi, bu gelin bizim oğlanın is¬ tikbalini körietti. Benim İbraam öyle diyor. Hükümet¬ teki arkadaşları «Seni ille mebus çıkaracağız. Sen bu 21 memlekete çok lâzımsın. Vücudundan istifade edece¬ ğiz» diye benim İbraamı zorluyorlarmış. İbraamcık, bu karı yüzünden bir türlü mebusluğu kabul edemiyor. Kan benden besbeter c a h i l , üstelik kubat... Hiç me¬ bus karısı olacak bir hali yok. «Ben bu karıyı Anka¬ ra'ya nasıl götürürüm» diyor İbraam. Sonunda bu ka¬ rıyı boşıyacak. Biri ikisi yok Hayriyanım, boşayacak. Deve boynundaki çan bile «dengi dengineee, dengi dengineee!» dermiş. Bu bizim gelin soyhası, mebus dengi mi? — Bütün kasaba eşrafı, ileri gelenleri her sabah ağabeyime selâm verir, hepsi sayar, hatırını sorar, ö y l e y a , mebus olacak bir adam. Sabahları kapımızın önünden geçip geçip dururlar. Ama ağabeyim yüz vermiyor yoksa... — Hiçbirine değil d e , şu Çiftverenoğlu Hamza'nın selâmını almaz mı, cinim başıma toplanır. — Söyledi ya anne, ağabeyim ne dedi? — öyle y a , dedi. «Bırak dürzüyü ana, selâmını almıyacağım y a , selâm Allahındır. Ondan kabul edi¬ yorum» dedi. İyi. O neyse. Ya Rıza Beye ne demeye selâm verir? — Anne, sana kaçtır söyier ağabeyim. «Bırak selâm verilecek herif değil a, burda kaymakam kâti¬ bi bulunmuş biyol. Selâmını almamak olmaz» demez mi? Biz artık üçyüz lira alacağımızı unuttuk. Ağzımı¬ zı açıp da, ne oldu bizim üçyüz lira diyemiyoruz. Evet, inanmaya inanmıyoruz ama, ya doğruysa... İnsanın içine bir kurt düşüyor. Kaymakamından, belediye re¬ isinden, hâkimine kadar, her sabah kapısının önünde geçit yaparlarmış. Olacak iş değil. Ama olmaz d e m e , olmaz olmaz demişler. Bizim memlekette olmayacak iş mi var? Sahiden hükümette bir tanıdığı var da, b u 22 nu mebus yapacaklarını da duymuşlarsa, inanırım, bu Zübükzâde denen adamın önünde, selâm vermek değil, takla atarlar. Şimdi üçyüz lirayı istesek, olma¬ yacak... Olur da, dedikleri doğru çıkar, mebus olur¬ sa, bize buralarını dar eder. Biz, ana-kız iki garip ka¬ dın... Belki de karısını boşayacağı dâ doğrudur. Alt ya¬ nı görgüsüz, cahil kadın. Kadın dediğin, erkeğin elinin k i r i . . . Boşayıp eli¬ ni yıkadı mı, b i t t i . Okumuş-yazmış bir kız alır, öyle ya... Bu adam bikere siyasete gözünü dikmiş. Böylesinden korkulur. Bunun yapmıyacağı kötülük yoktur. Uzatmıyalım oğlum, biz alacağımızı isteyemedik, elimizi ağzımıza kapatıp sustuk. Aradan iki-üç gün g e ç t i . Bir akşamüstü Zübükzâde bizim sokaktan gidiyor. Halbuysa yolu burası de¬ ğil. Selâm verdi. — Nasılsın Hayriyanım Teyze? dedi. Ayaküstü biraz konuştuk. Çok sıkıntıdaymış. Bir-iki güne kadar nerdeyse hükümet kendisine adam göndşrecekmiş. Hükümeti ağırlamak kolay mı? Şim¬ diden dünyanın mesarifini yapmış... — Kendim için bişey değil. Kendimi düşündü¬ ğüm yok, velâkin kazamızın şerefini düşünüyorum. Hükümet bizi bir adam saymış, değil mi ya... Ona göre ağırlamak ister. Bu iş esas belediyenin, kayma¬ kamın, partinin vazifesi... Hangisinde hayır var k i . . . Ama bu, resmî bir ziyaret değil, hususî, şahsıma ge¬ liyorlar. Eh, bugüne bugün... Cebinden çıkartıp mektubu da g ö s t e r d i . Benim kız mektuba baktı. Sahiden resmî bir mektup değil miymiş? üstünde resmî başlık var. — Aman İbraam Bey, bu iş hepimize düşer. Be¬ nim kızın dişinden tırnağından artırıp biriktirdiği biraz 23 parası v a r . sa... Elin Bir y a n a beşyüz açılınca v e r i r s i n . liracık Ne koymuşuz olacak... karşı s e n i m a h c u p e t m e k bize d e a y ı p . . . — istemem... Aman teyze, e d e c e k k e n , nasıl o l u r ! . . . çaresine bakarım. size yardım Sen bırak allasen, ben Şu bizim var? Ben m e b u s olsam, Ben nasıl¬ Hükümete bir a d a m l a r ı m ı z d a akıl m ı k i m i n için o l a c a ğ ı m ? K e n d i m için m i , b u r a insanı için mi? Hiç b u n u d ü ş ü n e n y o k . . . Parayı almaz. Nerden Biz yalvarırız, aman al, diye... bilirsin iç yüzünü? Anası gelir der, «kasaba¬ nın ileri g e l e n l e r i h e r s a b a h o ğ l u m a s e l â m verir.» Kızkardeşi gelir der, Kendisi, «ağabeyim karısını boşayacak.» « H ü k ü m e t m i s a f i r i m olacak» d e r . Mektubu d a c e b i n d e , g ö s t e r i r . İ n a n m a m a k m ü m k ü n mü? İnanı lacak gibi değil ama, i n s a n , y a o l u r s a , d i y e inanıyor işte... — Aman al! diye yalvarırım. Parayı almaz. Bu¬ nu zorla kapıdan s o k t u m içeri. — İ b r a a m Bey, al şu p a r a y ı ! . . — Töbe, almam... — Canım, — Aman kasabanın şerefini d ü ş ü n . Al, diyo rum. H a y r i y a n ı m Teyze, Ayıp o l u r c a n ı m , Bir d u y a n — bir d u l karısın. biz s a n a v e r e c e k k e n , o l u r m u h i ç . . . olursa, Ayol sen kim kepazelik... duyacakmış. Aramızda bir sır. Kör olayım k i m s e c i k l e r e s ö y l e m e m . — Olmaz. bankada Bankadan paramız çekerim. Şükür Allah'a, var. Bir t ü r l ü almaz. Nerdeyse saçsaça, başbaşa d ö - ğüşeceğiz. — A! d i y o r u m o ğ l u m . Neyse efendim, Biz s e n i n y a b a n c ı n o itiş-kakış arasında, mıyız? beş tane yüzlüğü ben bunun ceket cebinden içeri attım. B u n 24 can önceki Parayı ü ç y ü z lirayı v e r i r k e n d e böyle o l m u ş t u . zoria palto c e b i n e tıkmıştım. Biz buna böylece beşyüz daha kaptırdık m ı ! . . . D ü ş ü n o ğ l u m , o zamanın b e ş y ü z l i r a s ı , ş i m d i n i n b e ş bini e d e r . O ü ç y ü z l e , o beşyüzle b i t s e ne â l â . . . Biz iki g a r i p k a d ı n , b u a l ç a k h e r i f e d a h a n e p a r a l a r kap¬ tırdık, üstelik, gelenler, vay karıyı da boşamadı A h , a r a d a n k a ç yıl g e ç t i . . . dik, ne beşyüzü... Zübükzâde mı! Vay başıma başıma... mi, Daha da Ne o üçyüzü alabil¬ kaç yüzler ondan yaka silkmeyen kaptırdık... mi var? ÜÇ KOÇ YİĞİT ÇİKTİ YOLA! Tüccardan Emin Efendi şöyle a n l a t ı y o r d u : Alucan'lı Nuri'nin — Sabri Ağa Nuri Efendi, zın ç o k lâf y a p m a z . şacağım, gelmiş. burdan Kalaycı Kör konuşurken, s e n a d a m ı n hasısın. Ç ü n k ü ağ¬ B u n d a n ö t ü r ü sana bir akıl danı¬ demiş. Kalaycı N u r i ' n i n , Velâkin pazara dükkânında surdan o gün h i ç de hakikat, ağzı kalabalık değildir. konuşmuyor. Ağzını b ı ç a k aç¬ mıyor. — Bir e m r i n mi vardı Sabr'ağa, Alucan'lı Sabri Ağa'nın Sevcen'lilerle yayla ları açık. derdi meselesinden İki k ö y y a y l a y ı bitürlü ri der benim, öbürü der benim... 25 buyur! demiş. büyük. Komşu oldum olasıya ara¬ bölüşemiyorlar. köy Bi¬ Bu yüzden arada- bir v u k u a t d a çıkıyor. İki k ö y d e n d e d a m a d ü ş e n de¬ likanlılar var. M a h k e m e d e r s e n s ü r g i t . . . A l u c a n tarı Sabri Ağa düşünüyor, koysa koysa, Efendim, Zübükzâde taşınıyor, İbraam bu Zübükzâde bu Muh¬ işi y o l u n a Bey koyar, k e n d i l i ğ i n d e n adını diyor. çıkarmış. Herif h e r m ü ş k ü l ü h a l l e d i y o r , h e r h a c e t i g ö r ü y o r . Zo¬ ra düşen, kapısına v a r ı y o r : «Aman Zübükzâde İbra- am Bey, ne o l u r s a s e n d e n o l u r . . . » ö y l e ya canım, liri y o k , b u h e r i f n e r d e n g e ç i n i r ? Bir ge¬ gideri dersen çook... Bağı bahçesi ç i f t i ç u b u ğ u m u var, malı m ü l k ü m ü var, luğu, Hiçbir maaşı m ı var? şeyi yok. m i var, bir memur¬ Bu bir z i b i d i Zübükzâde İbraam'ın Zübükzâde... Alucan namını Muhtarı duymuş, bir d e s t i p e k m e z , zâde'nin hacet Sabri Ağa, adamının kapısına Herkes bilir ki, kalma... Adı leyken, iki tulum varmış. Aman İbraam bu y a y l a bile A l u c a n Yaylası... bizimdir, Hâli kötüye varacak. Aman Zübükzâde — İki köyün İbraam Bey... almış Bu z a m a n , ecdattan k e y f i y e t böy¬ çıkarlar. lursa s e n d e n olur, a m a n o c a ğ ı n a d ü ş t ü k . . . nu Bey, böyle... S e v e n c e l i l e r yaylamıza s a h i p kırılacak. peynirle, bir b a k r a ç d a y a ğ y ü k l e y i p , Z ü b ü k - d e m i ş , vaziyet böyleyken — sırtına Ne o¬ B u n u n so¬ delikanlıları h a r p açıp sözü : namussuz zamanı... Kimse doğ¬ r u l u k üzere i ş g ö r m ü y o r . D o ğ r u a d a m ı h i ç b i r işin ba¬ şına g e ç i r m i y o r l a r . şu işe, şu deniyor. Bu hanı... işe Gazetelerde okumuşsundur belki; m ü s a b a k a imtihanıyla m e m u r a l ı n a c a k imtihan d e d i k l e r i Namusu d ü ş ü k olan ne? N a m u s s u z l u k imti¬ seçilip imtihanı y o r . A l ç a k l ı k t a ü s t ü n olan t e r f i e d i p e n çiyor. Belli, sizin köy h a k l ı . Yayla s i z i n . . . 26 kazanı¬ baş y e r e ge¬ Velâkin, - a k nerde? Bu işin u c u n d a p a r a d ö n e r s e o l u r . Ver¬ gini v e r m e , r ü ş v e t i n i v e r ; b u z a m a n b ö y l e bir z a m a n . . . 3en size acıdım. Ankara'da tanıdığım çok. Velâkin bu sizin iş, m e k t u p l a , t e l e f o n l a o l m a z . Ben kalkıp se¬ vabıma Ankara'ya g i t s e m gerek. direceğiz. Başka türlü Alucanlı — — Bu te kötü Ne kadarlık kızıyor : yaylanın t a p u s u n u — rayı Orası b a n a ait. Karışmayın hemşerilik yapmıyacak a r k a d a ş ı m ı z var, Sabri Sabr'ağa. iş bize k a ç a patlar? d e y i n c e Z ü b ü k - demek? bunca p a r a ye¬ Sabr'ağa, A c e p bu zâde ç o k olmaz Sağa sola Ağa, mıyız? yapışır siz. Hükümet¬ yakalarına, sizin alır g e l i r i m . keseye davranıyor. Şart olsun, selâmı sabahı Zübükzâde, keseriz... d i y e pa¬ almıyor. — duğun Aman gibi ibraam Bey, nasıl olur canım. Buyur¬ bir n a m u s s u z z a m a n a kaldık. Rüşvet d ö n ¬ meyince iş gören yok... '— O da gariplerden — Yol Canım, parası — bizden... Şanımıza y a k ı ş m a z sizin gibi masarif a l m a k . ta Ankaralara... Orda kalınır e d i l i r . ne... Olmaz d e d i m . Vallaha işinizi y a p a m a m . N e r d e y s e b i r b i r l e r i n e g i r e c e k l e r . Para o r t a d a . O i t e r ö t e , ö b ü r ü iter b e r i . . . Sahipsiz para, i k i b i n lira, lâf d e ğ i l . Paranın b ö y l e k e p a z e o l d u ğ u g ö r ü l m ü ş mü? Sonunda Alucan Muhtarı, ikibin lirayı y a v a ş t a n , Zü- b ü k z â d e ' y e g ö s t e r m e d e n , p e y k e m i n d e r i n i n altına sü¬ rüyor. — A l l a h s e n d e n razı o l s u n . . . d i y e d u a l a r e d e r e k gidiyor. Aradan bir zaman geçer. Alucanlı 27 Sabri Ağa yay- la işi ne oldu, diye gider sorar. Zübükzâde, salt bu iş için Ankara'ya gitmişmiş. Aç köpek çok. Açılan her aç ağıza para tıkmış... üç bin mi yedirmiş, beş bin mi, hesabı belli değil. — Benden yana helâl hoş olsun. Maksadım, hemşerilere bir hizmet. Fakat bunlar yemeyle doy¬ maz. Kalkıp gene bir gitmeli. N'oldu bizim yayla işi diye sormalı... Bunlar hep mideci... Gene kesenin ağzını açmalı... Alucan'lı Sabri Ağa pangınotları çıkarıyor. — İyiliğiniz iyilik... Tuttuğun altın olsun. Velâkin hiç değilse mesarifi olsun ödemek bize farz. Borcu¬ muz? — O nasıl söz? Bir duyan olur da aman, Zübükzâde hemşerilerine «parayla mı iş görür, vay kıya¬ met kopacak, işte alâmet!.. » der. Alucan'lı Sabri Ağa peyke minderinin altına bu se¬ fer üç bin daha koyuyor. Aradan aylar geçer, gene bir haber çıkmaz. Sabri Ağa, arkasındaki adamının sırtında «hedaya», gider Zübükzâde'ye. Zübük başlar: — Aman Sabri Ağa yanlışlıkla olsun iş başında namuslu tek kişi bırakmamışlar, ne dersin... Günden güne ahlâk bozuluyor. Geçende sizin yayla işi için ağır bir mektup yazdım ki, itin önüne bir satırını at¬ san da koklasa, it iken kudurur. Hemi de kime yaz¬ dım, bildin mi? Müsteşarın ta kendisine... «Pek muh¬ terem godoş» diye başladım mektuba. Benim gayetle yakınımdır. İçtiğimiz su ayrı gitmez. Samimiyetimiz çoktur. Yahu ne dersin, cevap bile vermedi. Sizin için kalkıp gene yola düşmek var. Ne yapalım, bir kere üstümüze aldık. Hemşerilik kolay değil arkadaş. Sevabımıza yapacağız bu işi... Alucan'lı Sabri Ağa işte böylece git gel, git gel, 28 bu Zübükzâde denen yor. Paranın n a m u s s u z a o n i k i b i n iira kaptırı¬ b e ş b i n i n i , yaylayı köye orta malı y a p a ¬ cağız d i y e k ö y l ü d e n t o p l a m a m ı ş mı? K ö y l ü de ya pa¬ ramızı, y a t a p u y u , d e m i ş . . . Ç ü n k ü , başları b e l â y a g i ¬ recek; S e v c e n i i l e r yaylayı Alucan Kör Nuri Muhtarı işte d e saçını bırakmıyorlar. böylece anlatırken, başını y o l a r , Kalaycı döğünür dururmuş. Sonunda Sabri Ağa sözünü bitirince, Kalaycı K ö r N u ¬ ri'ye s o r m u ş : — Şimdi dolandırdı. sana Gidip danışmağa parayı vermezse vuracağım bu bu bu h e r i f bizi Verirse verir, namussuzu. Söyle, ne dersin işe?.. O s ı r a d a Terzi Cemal yüzü m o r a r m ı ş , ağzı — — de Cemal içeri giriyor. Cemal'in k ö p ü r m ü ş , gözü d ö n m ü ş : Aman Cemal Efendi, Terzi ne hal o l d u sana? anlatıyor: A r k a d a ş , s e r i d e n bir akıl a l m a ğ a g e l d i m . b u Z ü b ü k z â d e d e n e n alçağı Beni ya idam ederler, ya ederler. Bunları var. geldim, isteyeceğim. hep bugün m ü e b b e t hapse biliyorum. Yalnız Geride ç o l u k - ç o c u k kalacak. "de'nin v ü c u d u n u mahkûm bilmediğim Ben şu bu Zübükzâ- ortadan kaldırmakla memleketi mazarrattan kutarıyorum. A c e p , Ben temizleyeceğim. bir b u millî v a z i f e y i yap¬ tım d i y e , «hidemat-ı v a t a n i y y e » d e n a i l e m e maaş b a ğ ¬ larlar mı, y o k s a hakkımı y e r l e r mi? İşte b u n a bir ce¬ v a p v e r N u r i E f e n d i k a r d e ş i m . B u bir. zibidi Z ü b ü ğ ü boğsam mı gerek, İkincisi d e , bıçakiasam bu m ı ge¬ rek? Ç ü n k ü , a r k a d a ş , o n u n leşini s e r m e k için harca¬ nan k u r ş u n a yazık... Bana ş i m d i l i k bir akıl v e r arka¬ daş... Kalaycı K ö r N u r i ' d e akıl v e r e c e k k a f a m ı kalmış... Dizini y u m r u k l a r , hâl m i o l d u , başını iki y a n a sallar d u r u r m u ş . Bir n e d i r b u d ö v ü n m e , d e r k e n Terzi C e m a l 29 anlatmış. Oğlan kardeşi buranın ortaokulunu bitirin¬ ce, ille de lise mektebinde de okuyacağım diye tut¬ turmuş... Fakir terzi, vilâyete göndertip de kardeşini lisede nasıl okuta? Herif geçiminden acizlik getirmiş. Garip terzinin başında yedi nüfus... Birisi buna yol göstermiş: "— Hükümetin bedava yatılı mektepleri var. G ö n dert oraya okusun. — Yol-yordam bilmeyiz ağam. Bu işe iltimas is¬ ter, arka ister... — Yahu Zübükzâde İbraam Bey'den iyi iltimas mı olurmuş... Hükümet onun bir dediğini iki etmez. Yeter ki istesin yoksa... Dilerse eğer, şimdi oğlanı, lise mektebine değil, üniversiteye göndertir de hoca çıkartır. Zübükzâde gibi var mı heyri? Hangi taşı kaldırsan altından Zübükzâde çıkıyor. Herifin her bir yerde eli var, hükümetle mektuplaşıyor, vekillerle sabah akşam telefonlaşıyor; daha da var mı ötesi? Terzi Cemal evine gidiyor: bir koşu Zübükzâde İbraam Beyin — Aman İbraam Ağabey, hâl ü keyfiyet böyle, gayri olan senden olur... Zübükzâde de, — Sen, diyor, hiç kasavetlenme. Vekil sıkı ahba¬ bım ki aramızdan su sızmaz. Senii benli konuşuruz. Hattâ beni her nerde görse «Vay len Zübük, nerden çıktın böyle?» diyerekten boynuma sarılır da öpüşü¬ rüz. Böyle ki samimiyetimiz var. Senin kardeşin be¬ nim kardeşim demek. Yazarım vekile... Bu işimi yap¬ mazsan suratına bakmam, derim. Sen bana bırak o işi... Terzi Cemal, sözü sağlam aldı ya, 30 Zübükzâde İbraam'a, kumaşı da kendinden, üç kat elbise dik¬ miş. Ibraam parayı veriyor, Terzi Cemal, — Aman ne demek, senden de mi para alaca¬ ğız İbraam Bey? O para benim ciğerime yapışır. Biz senin iyiliğinin hep mi altında kalacağız... diyerek parayı almıyor. Zübükzâde kızıyor: — Vay, biz her iyiliğimizi parayla mı satıyoruz? Ulan düzenbazlar, benim bu memlekete iyiliklerimi ödemeye kalksanız, kıçınızda don bile kalmaz. Al şu paranı! Bir daha da böyle şey duymıyayım... Terzi Cemal, Zübükzâde'den aldığı parayı gene onun, yeni diktiği elbisesinin cebine gizlice koyuyor, üç elbise böyle gidiyor... Ama Ankara'dan haber yok. Terzi Cemal, — Aman ibraam Bey, mektep vakti geçecek... diye yalvarıyor. — Ne, daha oğlanın mektep işi için Ankara'dan bir cevap gelmedi mi size? Dur öyleyse, şu vekil ola¬ cağa bir iyi döşeneyim... Eline kâğıdı kalemi alıyor, başlıyor yazmaya, yaz¬ dığını da yüksek sesle okumağa: «Pek sevgili karde¬ şim Cibilliyetsiz Osman... » — Kime bu mektup, affedersin İbraam Bey... — Kime olacak, müsteşarın ta kendine... Sami¬ miyiz demedim mi len? Sonra ne düşünüyorsa düşünüyor, — Mektupla olmayacak, ben kalkıp gideyim An¬ kara'ya da senin işini yaptırayım, diyor. ,Terzi Cemal, Ankara'ya yolcu etmeden Zübükzâde'ye bir de palto dikiyor ki, halis mebus paltosu, tam Ankaralık. Terzi Cemal, bunları anlattıktan sonra, cebinden terzi makasını çıkarmış, söyleniyor: — Ulan ben bu herifi, şu makasımla kaput bezi 31 g i b i d o ğ r a m a z mıyım? Sen l u m , ö ç kat e l b i s e g i t t i , bir akil v e r K ö r N u r i palto g i t t i . . . g ö r e g ö r e dolandırdı heyri... oğ¬ H e r i f bizi g ö z B u g ü n y a r ı n , b u g ü n ya¬ rın d e r k e n , m e k t e p zamanı d a g e ç t i . U l a n biz b u elbi¬ selerin, nın paltonun parasiyle mektebinde okutamaz Kör Nuri, hipsiz ben mebus çocukları¬ Söyle Nuri, söyle b u Z ü b ü k z â d e ' n i n n ü f u s cüzdanını sa¬ bıraksam, yeri Kalaycı oğlanı mıydık? mi? Kör Nuri'nin D i ş i ağrır g i b i , konuşacak dermanı m ı var? başını s a ğ a s o l a d ö n d ü r ü r d u r u r . So¬ n u n d a a ç a r ağzını : — Aman h e m ş e r i l e r , ' biz hep dolandırılmamış mıyız? Y a h u , b i z d e h i ç m i akıl k a l m a m ı ş ? C e n a b ı Al¬ lah bizim f e r a s e t i m i z i h e p mi başımızdan a l d ı . zibidi Zübük'ün bilmez Vah miyiz d e , yandım, namussuz, bu Biz bu ne vicdansız olduğunu düzenbaza gene para kaptırırız? vah... Meğersem, parasını nını ne zavallı kaptırmamış Kör Nuri mı? görmüşsünüzdür. de zibidi Zübük'e Kalaycı K ö r N u r i ' n i n üstü dükk⬠açık d ö r t d u v a r . Kapısı biie y o k d a , f u k a r a kapı d e l i ğ i n e ç u v a l g e r m i ş . Hava karladı mı, Kör Nuri dükkânının bir k ö ş e s i n e üstüne de tavan yerine çul-çaput, teneke, sığınır, meneke, eline n e g e ç e r s e ö r t e r , k a l a y d ı , b a k r a ç y a m a s ı y d ı , le¬ himdi, g e ç i n i r g i d e r elin f a k i r i . geldiğinden kânını b o ş a l t ! » d e m i ş . Kime gitsin? raam Bey, babasısm, sen sen Kör Nuri'nin etekleri t u t u ş m u ş . bizim bu için ağamızsın, sen İb- fakir fukaranın kasabanın... neyin z o r l u ğ u var... D u r o ğ l u m , a ğ l a m a . . . O iş kolay, d e m i ş , Be¬ l e d i y e Reisi açık. üstüne H e m e n dük¬ Koşmuş Zübükzâde Ibraam'a: Aman Zübükzâde — Dükkânı yol B e l e d i y e «İstimlâk e d e c e ğ i z . olacak Ben bu s e n i n Çiftverenoğlu işini t e p e d e n 32 Hamza ile aram inme y a p t ı r ı r ı m . Ya valiye söylerim, ya da.. , Olmazsa Ankara'ya gideriz senin hatırın için. Sen üzme canını h e y r i . . . Kör Nuri, ölümlük kalımlık diye kuşağının arasın da sakladığı, kat kat bükülü bütün elli lirayı çıkarıp uzatmış : — Çok veren maldan, az veren candan ağam... Senin Ankara'ya yol. paran bile değil a, bir kahve içersin işte. Bu dükkân gitti mi elimden, ben öldüm İbraam Bey... Zübükzâde bir kızmış, bir kızmış: — Ulan Kör, şimdi öbür gözünü de kör ederim. Yıkıl h u z u r u m d a n ! Parayı Nuri'nin suratına çarpmış da söylemedik söz komamış: — Biz bu memleketin bir Zübükzâdesi olup da, yabanın garip köründen yolluk mu alacağız? Sen git işine, padişah fermanı olsa, dükkânını yıkamazlar. Kalaycı Kör Nuri, elliliği geri almış ama, Zübükzâde hanesinin kırksekiz parça bakır kap-kacağını kalaylamış ki, elli değil, yüzelli liraya yapılmaz. Ayrı¬ ca da bakırdan bir hamamtası, bir ibrik-Ieğen takımı, bir de kazan hediye etmiş. De ki, Kör Nuri'ye bu işler beşyüz liraya patlamış. İş görülse helâl olsun. Bir de bu sabah öğrenmiş ki, Belediye yarın dükkânını is¬ timlâk edecek, yıkmağa gelecekler. Kalaycı Kör Nuri, öbür yanıkları da görünce, o¬ caktan demir çubuğu, tezgâhından da demir keskiyi kapıp, — Yürüyün arkadaşlar! Gayri iş başa düştü, öksüz kısmı göbeğini kendi kesermiş. Bu mülevvesi temizlemeyince bu memlekete rahat yüzü yok. B u , askerlikten bile ileri bir vatan vazifesidir. Yürüyün, şu iblisin işini bitirelim de millet rahata ersin!... Hay¬ din hemşeriler!... diye bir nara vurup atılıyor öne. 33 ö b ü r l e r i daha durur mu? Hepsinin canı yanmış, c i ğerleri köz köz olmuş. İçlerinin yanığı dışlarında t ü terek, birinin elinde saldırma, öbürünün elinde terzi makası, ötekinin elinde demir keski, bunlar, efendime söyliyeyim, küfürün binibir para, söğüp sayarak yü rüyorlar. Bunları bu heyette gören ardlarına takılı¬ yor. O zamanın Belediye Reisi Çiftverenoğlu Hamza da, Zübükzâde'nin can düşmanı ya... Duymuş habe ri, hemen seğirtmiş. Alucan Muhtarı Sabr'ağa, Terzi Cemal, bir de Kalaycı Kör Nuri, gözleri dönmüş bu üç yiğit, Zübük zâde'nin kapısını yumrukla, tekmeyle doğuyorlar, öy le ki, Zübük'ün kapısı değil, kale kapısı olsa, yıkıp g i recekler. Derken kapı açılıyor, silâhlı üç yiğit içeri dalıyor. Millet kapı önüne üşüşmüş, olacağı bekliyor. Çiftverenoğlu Hamza, — Tamam, demiş, bunlar Zübük'ü doğram d o ğ ram doğrarlar ya, tulum mu çıkarırlar, kuşbaşı edip tuza mı basarlar, orası belli değil... öç yiğitin içerde kalması yarım saat kadar sürü yor. İçerde tıs yok. Ne bağıran var, ne çağıran... Çiftverenoğlu Hamza, — Gördün mü bak, dedi, herife bir eyvah diye¬ cek zaman da vermedi gaddarlar. Demek birden en¬ sesine binip, bıçağı çaldılar... O böyle derken kapı açılıyor, üç yiğit başlan ön lerinde. — Allah senden razı olsun... — Allah eksikliğini göstermesin ağam... — ö m r ü n uzun olsun... Diyerek, Zübükzâde'ye dualar ederek, yürüyüp gidiyorlar. 34 Benim dükkâna çıkarlarken, Bana, gelip bunları böyle böyle oldu — anlattılar. Kapıdan üç yiğidin ellerindeki silâhlar da y o k m u ş . diye anlatılınca, N a s ı l , b e n size d e m e d i m m i y d i , h e y r i ? d e d i m . Bu Zübük benim meğe gelen bildiğim Zübükse, üç yiğidin kendisini öldür¬ kıçlarından donlarını da g ö n ü l rızasiyle alır, s o n r a d a : «Haydf k o ç l a r ı m , g ü l e güle.. » d i y e b u n l a r ı k a p ı d a n salar. B e n d e m e d i m m i size? Hakikat de biteni böyle olmuş. bir h a f t a sorsak, — kimseye sıkıştırsak d a , İyinin bir insan kadri m ı var... Zübükzâde'yi Bu üç koç yiğit, olanı anlatmadılar. üstünkörü bilinmezmiş, Hasedinden Her ne kadar şöyle diyorlar: şu bizim kazamızda çatlıyacak hepsi. çekemiyorlar yahu... Neymiş sanki, Bir ev¬ liya g i b i bir a d a m . Fakire f u k a r a y a iyilik e d i y o r , g ü n a ¬ hı da b u . . . Bir hafta g e ç e n d e , K ö r N u r i olanı biteni anlattı, ü ç k o ç y i ğ i t e l d e silâh k a p ı d a n içeri g i r i n c e , Z ü b ü k - zâde görüyor. merdiven ağızlarını — başında bunları Daha onlar açmadan, H o ş g e l d i n i z ağalar, danı s i z d e n a z ö n c e g e l d i . B i r h a c e t i var b e s b e l l i . diyor, Şu İlkin candarma kuman¬ odada beni onun bekliyor. işini g ö r e l i m , sizi de dinleriz. Bu üç koç y i ğ i d i , c a n d a r m a kumandanının bekle¬ d i ğ i odanın b i t i ş i ğ i n d e k i o d a y a alıyor. K ö r N u r i d i y o r ki: — Yahu, der demez, bir benim kere herif ayaklarımın çıkar d a bizi e l l e r i m i z d e k e s k i , candarma bağı kumandanı çözüldü. Yüzbaşı koca makas, saldırma g ö r ü r s e , ç i z m e s i n i n altına alır, eze eze y o l k e ç e s i e¬ d e r . A l u c a n M u h t a r ı S a b r ' a ğ a y a b a k t ı m k o r k u d a n he¬ r i f i n ç e n e s i atıyor. D i ş l e r i d e t a k m a o l d u ğ u n d a n , ağ¬ zının i ç i n d e zıngır zıngır b i r s e s . . . 35 Terzi C e m a l ' i der- s e n , b e n z i kül g i b i o l u p , k u r u d ö ş e m e t a h t a s ı n a ç ö k müş. Anladığım adını duyar duymaz ramarnış. ruz. doğruysa, Yandaki odadan alttan — me... kapıyı ayakta kapadık, konuşmaları du- bekliyo¬ geliyor. * B e y d i k d i k k o n u ş u y o r , yüz¬ alıyor. Peki y ü z b a ş ı m , sen o hususu hiç m e r a k et¬ Ben s e n i d e d i ğ i n y e r e t a y i n e t t i r e c e ğ i m Yaza¬ rım a r k a d a ş l a r a . Ankara'ya-*sem onların İbraam kumandanının kaçırdığından, Biz o d a y a g i r d i k , Zübükzâde başı altına candarma Daha o l m a d ı , kalkar kendim giderim Gözümün içine bakıyorlar ki, de yapsınlar d i y e . . / Hepsi hatırımı b i r »iş de¬ sayar... Eh, p a r t i y e e m e ğ i m i z ç o k g e ç t i . B e n s e n i n d e d i ğ i n i yapa¬ rım. bir Seni tayin isteğim — e t t i r e c e ğ i m . Yalnız b e n i m d e s e n d e n var... Ne d e m e k , ibraam Bey, buyur, emret allaşkı- n a . . . C a n baş ü s t ü n e . . . —: Bak yüzbaşı! muamele yok. hiçbişey istemem. böylece söyle. Bu İstemem. bizim Anladın Buranın mı?" hiçbir sert işin kanunsuz Bunu gedikline de insanı g a r i p t i r . te bu k a d a r ! . . S e n o k e n d i oldu bil. insanımıza Ben b u r a d a y k e n , Ezdirmem. İş için hiç sıkılma. O n u Hattâ b u r d a n g i d i n c e başın sıkışırsa, o l u r a insan h â l i , başına bir d e r t g e l i r s e , h e m e n bana b i l d i r . Bir haksızlığa uğrarsan, Yaz. Yaptırmak boynuma — Sağol İbraam — Hadi şimdi hacetleri terfiin Bey... güle güle... — Hemşeriler gelmiş, var. Yüzbaşı, d u a e d e e d e g i t m i ş . nuşmayı merfiin gecikirse... borç... böylece İ ç e r d e k i l e r , b u ko¬ duyunca, Aman, demişler, Bey'imiz c a n d a r m a ne demez... Tuuu... biz ne ettik y a h u . . . kumandanına İbraam böyle, derse, bize Alucan'lı Sabr'ağa, saldırmasını kuşağının arası¬ n a s o k m u ş h e m e n . K ö r A l i , u p u z u n d e m i r k e s k i y i so¬ kacak bir y e r bulamayınca, kapının miş.. Terzi C e m a l ş a ş k ı n l ı k t a n de, arkasına gizle¬ k o c a t e r z i m a k a s ı elin¬ kalakalmış. — Hoş geldiniz ağalar! diye Zübükzâde içeri g i r m i ş , bir d e e l i n d e k o c a m a k a s ı g ö r ü n c e , r— Ulan Terzi C e m a l , o e l i n d e k i ne? muş. , Terzi — diye. sor • Cemal; Elbisen ney e s k i m i ş t i r İ b r a a m B e y , ö l ç ü n ü al¬ mağa g e l d i m , demiş. B a k s e n ş u şaşkınlığa, makasla ölçü alacak hey- r i . . . Zübük, — B e n elbise mı yatıracağız? O n a d i k iyi Sonra — ver. anam bir m a n t o . . . Alucanlı'ya Senin Yaylayı istemem, Lâkin bütün kazancımızı sana kadına bir m a n t o ister. demiş. dönmüş: iş o l u y o r S a b r ' a ğ a . . . köyün Sabr'ağa, malı Köylüye müjdeyi bilsinler. yavaşçacık, kimseye göstermeden, p e y k e m i n d e r i n i n altına b e ş y ü z lirayı s ü r m ü ş m ü ş . K ö r Nuri'yi dersen, — yor, B e n i m hiçbir d e r d i m y o k İbraam hemşeriler hatır s o r a y ı m iyisin y a . . . biz o, daha ziyaretine diye ben de gelirken onlara Bey'im, gördüm, katıldım. O h o h , A l l a h d a h a iyi e t s i n . S e n di¬ b i r hal Nasılsın, iyiysen, iyiyiz... B u n l a r kıçlarına bakarak evden çıkıyorlar. Biz bu işin nasıl o l u p b i t t i ğ i n i g e n e ö ğ r e n e m i y e c e k t i k y a , bir tesadüf... Süvari candarma askerinin biri, Kör Nuri'¬ nin d ü k k â n ı n a g e l m i ş , onartırmış. izinli mahmuz demiri bozulmuş, onu Lâf a r a s ı n d a , olduğunu söyleyince, candarma kumandanının K ö r N u r i aymış. Alucan'lı na sokmuş kaçak Sabr'ağa, hemen: bir y e r saldırmasım Kör Ali, bulamayınca, m i ş . Terzi C e m a l ş a ş k ı n l ı k t a n de, kuşağının arası¬ upuzun demir keskiyi kapının arkasına so~ gizle¬ koca terzi makası elin¬ kalakalmış. — Hoş geldiniz ağalar! diye Zübükzâde içeri g i r m i ş , bir de elinde koca makası g ö r ü n c e , — Ulan Terzi C e m a l , o elindeki ne? diye. sor muş. Terzi — Cemal, Elbisen ney e s k i m i ş t i r İ b r a a m B e y , ö l ç ü n ü al¬ mağa g e l d i m , demiş. Bak sen şu şaşkınlığa, makasla ölçü alacak hey- r i . . . Zübük, — Ben elbise mı yatıracağız? O n a d i k iyi Sonra — ver. anam bir m a n t o . . . Alucanlı'ya Senin Yaylayı istemem, Lâkin bütün kazancımızı sana kadına bir m a n t o ister. demiş. dönmüş: iş o l u y o r S a b r ' a ğ a . . . köyün Sabr'ağa, malı Köylüye müjdeyi bilsinler. yavaşçacık, kimseye göstermeden, p e y k e m i n d e r i n i n altına b e ş y ü z lirayı s ü r m ü ş m ü ş . Kör Nuri'yi d e r s e n , o, , — Benim hiçbir d e r d i m y o k İbraam yor, hemşeriler hatır s o r a y ı m iyisin y a . . . biz daha ziyaretine gelirken diye ben de onlara B e y ' i m , di¬ gördüm, katıldım. O h o h , Allah d a h a iyi e t s i n . bir hal Nasılsın, Sen iyiysen, iyiyiz... B u n l a r kıçlarına bakarak evden çıkıyorlar. Biz bu işin nasıl o l u p b i t t i ğ i n i g e n e ö ğ r e n e r n i y e c e k t i k y a , bir tesadüf... Süvari c a n d a r m a askerinin b i r i , Kör Nuri'¬ nin d ü k k â n ı n a g e l m i ş , m a h m u z d e m i r i b o z u l m u ş , o n u onartırmış. izinli Lâf a r a s ı n d a , candarma kumandanının o l d u ğ u n u s ö y l e y i n c e , Kör Nuri aymış. ' — A m a n îzinli mi? D e m e . . . — Ne yenisi, İzine y e n i mi g i t t i ? bugün yirmialtr gün oldu. - Bir ay izinli. N e r d e y s e d ö n e c e k . . . — Yahu, geçen hafta Zübükzâde İ b r a a m .Bey'in evindeydi... — Sen ya esrar içmişsin, ya rüya g ö r m ü ş s ü n . . . G ö r d ü n mü sen Z ü b ü k ' ü n hünerini. İçerki o d a d a , kendi kendine mahsustan bağıra bağıra konuşurmuş •-Bey. S ö z d e c a n d a r m a k u m a n d a n ı ile k o n u ş u y o r . S o n ¬ r a set.ıni d e ğ i ş e n i - , c a n d a r m a k u m a n d a n ı olur, kendiyle konuşum.uş. Canını a l m a ğ a g e l e n kendi bizim üç , k o ç y i ğ i d i işte b ö y l e k a n d ı r m ı ş . H e r i f l e r h a k i s t e m e ğ e ' gitmişler? Bir d e üste v e r m e m i ş l e r mi? Terzi Z ü b ü k ' ü n anasına bir m a n t o d i k m i ş . minderin altına beşyüz d ö r t tane kapaklı sahan Cemal, Alucan Muhtarı, daha sürmüş. Kör Nuri de hediye etmiş. Yâni uzun lâfın k ı s a s ı , d i y e c e ğ i m ş u k i , b i r o r d u asker üstüne yürüse, — Aman bu Zübükzâde: aslanlar, sizin kumandan paşanız be¬ n i m c a n c i ğ e r a h b a b ı m , s ö y l i y e y i m d e hepinizi o n b a ş ı yapsın... diyerek askerlerin ellerindeki silâhları, de kendisi istemeden hem r ü ş v e t d i y e bıraktırır. A z r a i l , h e r i f i n canını a l m a ğ a g e l s e , kendi canını için p a b u c u n u n t e k i n i bırakır da zor kaçar. bu. kurtarmak' Bey, böy¬ l e b i r n a m u s s u z u n eşi b e n z e r i n e r d e g ö r ü l m ü ş . . . Y Ü C E YERDEN GELEN HEDİYE Otelci Satılmış Bey şöyle a n l a t ı y o r d u :'. Günlerden cumartesi... Z ü b ü k z â d e İbraam Bey, Cumartesi oldu muydu, ilkin ö ğ r e t m e n l e r D e r n e ğ i ' n e gelir. ni... B i r - i k i lâf a t a r . B i z i m d e i y i c e k a f a m a kızdı y⬠Yahu, nedir bu den çektiğimiz... vatsız v a r ı l m ı y o r . Herifin bilmekteyiz. Velâkin hikmetse, herifin cakasından, şişinmesin¬ Elin z i b i d i Z ü b ü k ' ö n ü n y a n ı n a s â l a namussuzluğunu karşı karşıya g e l d i k m i , h e r i f b i z i m ağzımızı, d i l i m i z i m ı a ç a b i l i y o r s u n karşısında? E n kelâ... cümlemiz Alçakgönüllülüğü her ne bağlıyor. Ağız k ü ç ü k l â f ı , v e k i l vü¬ t u t a r s a , vali sözünü ağzına alıyor. V a l i d e n aşağısına k e n d i s i r ü t b e v e r m i ş k i , ha¬ ş a h u z u r d a n , m e c l i s t e n d ı ş a r ı , s ö y l e n e c e k bir söz de¬ ğ i l . A r t ı k i y i c e kızdık...-Atması O akşam Öğretmenler Derneği'nde, d e r s v e r i p aklını Tahrirat kâtibi Rıza Efendi o r d a . . . ••enoğlu şu zibidi Zübük'e bir iyi başına g e t i r e c e ğ i z . Hoca o r d a , tüccardan san dayanılır g i b i d e ğ i l . için s ö z b i r l i ğ i e t t i k . H e p t o p l a n a c a ğ ı z Bey o r d a , Emin Aklı Evvel Bedir E f e n d i o r d a , G e d i k l i İh¬ Hep toplanmışız. Az sonra Ç i f t v e - Hamza B e y ' l e A l l a h Selâmet Versin Murtaza Efendi de g e l d i . Aklı — Evvel Biz bu Bedir Hoca, alçağın afur t a f u r u n a ses etmezsek, b u bizim başımıza ç ı k a r , d e d i . T ü c c a r d a n Emin — Efendi d e , Evet, d e d i , A l l a h k o r u s u n , şimdi baş edemi¬ y o r u z , s o n r a hiç b a ş a çıkılmaz. İyisi m i , b u n u n b u r n u ¬ nu zamanında iyice kırmalı. Bir d a h a insan g i r e c e k s u r a t ı k a l m a s ı n . . . Yahu n e d i r b e ! başımıza? leti Evime kandırır. hükümet elçi Hükümet içinde h e r k e s i aldatır. danışıyor Hükümet şu diye yalan Çiftverenoğlu sırasına B u n e belâ g ö n d e r e c e k diye mil¬ arkadaşlarım var diye meselede benden akıl söyler... Hamza Bey, " - B u n d a h ü n e r ç o k h e y r i , d e d i , kapısının ö n ü n ¬ de; sandalyeye karulur, durup dururken «Merhaba Kaymakam Bey», «Ve aleykümselam kumandan bey» diye havayı-selâmlarmış. Bizim oğlanlar görmüşler canim. Delikanlıların maskarası o l d u . Allah Selâmet Versin Murtaza Efendi, — Şimdi, dedi, buna iyi bir ders verelim ki ku¬ lağına küpe olsun. Bunu önümüze alalım, «Ulan sen hiç utanmaz mısın bre alçak?» diye başlayıp, bütün edepsizliklerini bir bir önüne serip dökelim. — ö y l e olmaz. — Ya nasıl olur? — O şimdi buraya gelecek. Geldi mi g e l d i . . . A¬ dam gibi de duramaz. Atmağa haşlar... Hükümet di¬ yecek, efendim, başvekil diyecek, «Beni Ankara'ya çağırıyorlar. Bilmem, gitsem mi ki... » diyecek, filânca vekilden mektup geldi, diyecek, diyecek oğlu diye¬ cek... işte o zaman, daha ağzın', açar açmaz... «Ulan, sen hiç utanmaz mısın Zübük oğlu Zübüğü, kimi kan¬ dırıyorsun?» diye buna hep bitden girişelim... Gedikli İhsan Efendi, —: İsterseniz, şuna iki tokat da atayım, mı? dedi, huzurunuzda şuna iki asker şamarı çekeyim ki, ben¬ den ebedî bir hâtıra olarak acısını canında taşısın. Ne dersiniz? — Ç o k münasiptir... Kaymakam kâtibi Rıza Dey söz aldı: — Yalnız ben bu işe fi/len karışamam, çünkü devlet memuruyum. Ama kalben sizinle beraberim. Hani karışırsam, politika yapıyor filân derler. Darıl¬ mayın, siz de particisiniz. Bu particilerden ç e k m e d İ T ğimiz mF kaldı? Şimdi bu Zübükzâde, size diş geçire¬ mez, memur olduğumdan benimle uğraşmaya kalkar. İşte o zaman, t ö b e , bu herifi keserim. Bana domuz kasaplığı ettirmeyin. — Çok doğru. Amâlvgeliyor... Tetik d u r u n . . . . -- . » Zübükzâde İbraam geldi; selâmı bastı:. — Selâmünaleyküm... Herkes yüzünü eğdi, yarım ağızla fısladı: i — Ve aleykümselam... Susuk duruluyor. Gedikli İhsan Efendi, yanında ki Aklı Evvel Bedir Hoca'ya, — Kalkıp elimin tersiyle iki tokat çarpayım mı? diye fısıldadı. Aklı Evvel Bedir Hoca da, — Aman, dedi, durup dururken olmaz. Sabırlı ol, şimdi başlar o... Başladı da : — Gününü söyleseler ya... Günü belli değil. Ge¬ leceksin madem, bilelim ne zaman geleceğini de ona göre hazırlanalım. Hamza Bey, •— Aman İbraam Bey, ne diyorsun oğlum, hangi makamdan tutturdun gene, anlayalım... dedi. — Canım hiç.".. Ankara'dan mektup aidiydim da... Buraya adam göndereceklermiş. Kaç kişi gele¬ cek, ne zaman gelecek, yazmamışlar k i . . . Bunlar es sek be... Bunlar iki kaz güdemez. Aklınca, bizim eş raflığımızı sınayacaklar. Heheeey, senin gibi beş t a kım birden gelse kapımıza, Zübükzâde ibraam'ın sof¬ rasında yer bulur. Tüccardan Emin Efendi alaylı alaylı, — Neymiş o Zübük İbraam, gelen kim? diye sordu. • — Dürzüler... Ankara'dan... M e k t u p yazmışlar. Cebinden çıkartıp da mektubu Emin Efendi'ye uzatmaz mı? Vayyy!.. M e k t u b u eline alınca Emin Efendi'nin kaşı gözü oynamağa başladı. M e k t u b u oku¬ dukça, gözleri-fincan fincan büyüdü. Yanında oturan L Gedıkh ihsan'a uzattı. Aman o Gedikli İhsana bir gör¬ sen Bey. Herifin besbelli mektubu okurken askerliği aklına g e l d i , nerdeyse kalkıp esas vaziyete g e ç e c e k de mektuba selâm duracak. O da mektubu bana'uzattı. Aldım. Başladım okumağa. Ellerim titremeğe baş¬ lamaz mı? Elimin titremesinden mektubu okuyamıyo¬ r u m . Yalnız m e k t u p kâğıdının başlık damgasını gör-, d ü m : Türkiye Büyük Millet M e c l i s i . . . Bir de imzaya baktım k i . . . «Türkiye Büyük Millet Meclisi Dilekçe Komisyonu Reisi.» Uzattım Aklı Evvel Hoca'ya. Zübükzâde İbraam, — Gayet samimi arkadaşımdır... dedi. Nee? Bre aman... Arkadaşı da kim? Daha b u Zübükzâde'nîn önünde durulur mu? Tüccardan<; Emin~, Efendi,: Çiftverenoğlu Hamza Bey'e «Haydi giriş, baş¬ la söze!» gibilerden işmar e t t i . O da ona «Sen önden başla, ben arkadan gelirim» demeğe göz e t t i . O mek¬ tubu gördükten sonra kim ne diyebilirmiş? Aklı Evvel Bedir Hoca, şöyle bir doğruldu otur¬ duğu yerde, yan değiştirdi. Belli ki söze girişecekti. Bir de ö k s ü r d ü . Ağzını'açacakken, kapıdan içeri pos¬ tacı g i r d i . İlkin toptan bir «selâmünaleyküm» • deyip Zübükzâde'ye y ö n e l d i : Elinde süslü püslü sarıp sar¬ malanmış b i r ' k u t u . - — B i r paketin var İbraam Bey. Zübükzâde suratını e k ş i t t i : — Gene ne paketiymiş o? — Vallâha b i l m e m . . . Eve g ö t ü r d ü m . Bulamayın-' ca... Burda olduğunu söyledi teyzem... Şu kâğıdı im¬ zalayacaksın, evet, şurasını..'. — Kim gönderiyor? Hele oku şu kâğıdı. Benim gözüm seçmez. Gözlüğü de almamışım yanıma... Gedikli İhsan Efendi, postayla gelen paketin"*üs- Hindeki adpesı kekelıyerek okudu; r a a t Vekaleti - Ankara» . .«Göî&Jerefl:,-Zır - Zübükzâde, — Eksik o l m a s ı n şu vekil beni sayar. iyi h e r i f t i r y â n i . . . Paketi Sizden iyi o l m a s ı n , dedi. gönderenin kim olduğunu iyice anlıyama- ..dtm. V e k i l m i g ö n d e r i y o r , v e k â l e t m i , h e r n e y s e , yük¬ sek yerden geliyor. Zübükzâde gümüş : lirayı — Bir z a h m e t , Postacı — ı İbraam Bey, postacıya bahşiş diye uzattı, eve bırakıver... kapıdan Dur h e y r i , c e k olur d a . . . çıkarken dur... dedi. arkasından Aman seslendi : içinde yiyecek miye- Aç ş u n u , y e n e c e k bir şeyse, buradan eve mi g ö n d e r i l i r ? Paket a ç ı l d ı . n e çıkmaz m ı ! — İçinden renk renk Oku şunu İhsan «Aziz şeker, çukulata Bir d e p u s u l a . İhsan Efendi. Efendi o k u d u : kardeşim Zübükzâde ibraam Bey, sensiz boğazımdan g e ç m e d i ğ i n d e n , ç o b a n armağanı çam sa kızı, bir kutu ş e k e r l e m e g ö n d e r i y o r u m . t u p t a yazdığın işi, dim. hazretleri Başvekil başvekil Z ü b ü k z â d e d e ğ i l . mi? minki yapılacak? yoksa gücenirim. zarsan, hazretlerine "Ne d e m e k canım, Onun Bir d a h a şu doğrudan öptüğümü söyle" dedi. Ben emrin o l u r s a yaz, ğıttı.,Belli maklı bu nasıl gözlerinden ki- M e k t u p ya¬ ü s t ü m d e kalmasın . d i y e s a n a y a z ı y o r u m . Ulan bizim bana yazsın, selâm ' mek işi y a p ı l m a y a c a k d a Olmazsa t e l e f o n etsin. gözlerinden Senin bizzat s ö y l e de Bir öperim.» mektup? Zübükzâde şekerleri ki h ü k ü m e t c a n i b i n d e n gönderilmiş, dakay¬ şeker... Postacı çıkınca, Gedikli İhsan Efendi, yavaştan İbraam Beyin yanına yanaşıp, kulağına fısır fısır birşeyler söylemeğe başladı. Ne kadar da fısırdasa, yaw nıbaşımda oturduklarından, konuştuklarını duyuyo¬ rum. — İbraam Bey, senden başka kimimiz var kar*; daş... Kimi kimsesiz kalmışız. Bir hakkımızı ariyan mı var meselâ? İşte ben, diyelim, yirmidokuz yıl bu vatana hem de bilfiil hizmet ettim. Yahu, emekliye ayrılırken göz göregöre hakkımı yediler de üç yıllık vatanî.vazifemi saymadılar, ne dersin? Uğraşmadım mı? İstida vermedik yer komadım. Hiçbirine cevap yok. Benim gibi bir garibin hakkı yenir mi efendi?-Neye? Çünkü bir arkamız yok. Boşuna mı söylenmiş bir söz: «öksüze şamar atmışlar da, vah arkam, demiş... » İbraam Bey, senin tanıdığın çok. Çok ne demek ca" mm, büyüklerin hepsi akadasın meselâ. Bak işte şah¬ sına mahsus hedâya gönderiyorlar. Ne demek şu? Az bir şeref mi? Vallaha, seninle bir hemşeri, olaraktan, memleketim namına göğsüm kabarıyor. Şu memleket kuruldu kurulalı, burdan bir f e r d e , vekâletten hedâya gelmiş mi birader? Sen iyi bilirsin İbraam Bey, öldür Allah, ben hatır için konuşan bir namussuz değilim. Amma velâkin, sen, şu memlekete heykeli dikilecek bir adamsın. İşte yüzüne karşı dobra dobra bir lâf sa¬ na... Şimdi, şu benim- derdime bir çare bulabilir mi¬ sin? Ne demek? Şu bendeki kafaya bak yahu? Bu¬ labilir misin diye bir de sorarım... Sen de bulamazsan, kim bulacak?-Yeter ki, sen iste... Gedikli İhsan E f e n d i y i . d i n l e d i k ç e patlayacağım hırsımdan. Deminden beri «Müsaade edin de, elimin tersiyle şu namussuza iki şamar çarpayım» diyen ah çak bu değil mi? Tuu... Vay rezil! Zübükzâde, Gedikli İhsan Efendi'nin sırtını sıvaz¬ ladı da, — O iş kolay, d e d i , sen o işi oldu b i l . . . Yalnız sen bana eve gel biyol, künyeni bana yazdırt Ben onu yaptırırım! Parayı verince ne olmaz? Onu bana bırak. Memlekette ahlâk diye bir bok kalmadı emin o l . . . Yahu, hakkını almak için rüşvet vereceksin... Namussuzluk diz boyu. — Bunun harcı borcu ne gider, bir bilsek de... Hani, aştan yüzünden pahalı çıkar diye korkarım... • •..-r- Sus! Ne demek o? İşte bunu senden bekle¬ mezdim İhsan Efendi. Biz arkadaş canlısı insanız. Dost için yaşarız. Tek, bir hemşerimize iyilik edelim de, birkaç kuruşumuz da rüşvet yolunda g i t s i n . . . Sen, eve gel, eve... Gedikli İhsan Efendi, \ — Asalet başka bişey... Asalet gibi var mı? di¬ ye diye kıçın kıçın gidip yerine o t u r d u . Tüccardan E¬ min Efendi arkada hazır beklermiş. Hemen yanaştı. Onun da Zübükzâde ile görüşülecek bir haceti var... Kimin yok ki? Onun ardında Aklı Evvel Bedir Hoca bekler. İçimden «Ulan, gidi namussuzlar!.. » diyorum. Asıl dert bende. Sıra vermezler ki, Zübükzâde İbraam Beyimize biz de müracaatımızı yapalım. Be¬ nim derdim büyük. Madenin işletme imtiyazını bitürlü alamıyoruz. Onca para döktük, yedirmediğimiz adam kalmadı. Gene de imtiyazı çıkartamadık. İmtiyazı bir alsak... Zübükzâde'ye anlattım. Benim lâfım yarıdayken, — Bana müsaade... Hoşça kalın! diyerek ayağa kalktı, gidiyor. Lâfım yarıda kalmış, durur muyum? Yolda buna iyice anlattım herşeyi. Çok iyi olur, yaparım senin işini de, dedi, ne¬ mi de kasabaya bir gelir kapısı açılır. Velâkin bu za- man ö y l e bir z a m a n k i , dünya batsa da, dansızlık! larından Kimde Daha rüşvetsız a d ı m mı alılıyor? Su k a l a n l a r k u r t u l s a . . . Yahu h ü k ü m e t kapısından rüşvet akacak. n a m u s kalmış? Dünyanın s o n u Namuslu bu n e vic¬ girerken, diye paça¬ geldi, birini heyri; bilseler; eline deli r a p o r u v e r i p tımarhaneye tıkacaklar" c"rtep* baştakiler... N e d e n d e m i ş l e r , balık b a ş t a n kokar, d î r y e . . . K o k u başı s a r d ı d a k u y r u ğ a b i l e g e ç t i . Para versem mı görecek? nim için olmaz. kızacak. ö y l e ya, hemşeri Acaba hesabı : sonradan hemşerilik, anladım ama, diyerek cebinden be¬ rüşvet vermesi, B a k t ı m , c e p l e r i n d e c ı g a r a arıyor. H e m e n c ı g a - ra paketinin içine binliği k o y u p uzattım: — Bu paket sende kalsın. Bende başka paket var. Neyse, Zübükzâde'yi selametledim, gerisin geri ö ğ r e t m e n l e r D e r n e ğ i ' n e g i t t i m k i , A l l a h S e l â m e t Ver¬ sin Murtaza Efendi, tuk insanlık ü z e r i n e ç o k ş i d d e t l i nu¬ çekiyor: — Biz de insan mıyız a c a p ? Boşuna dememiş¬ ler, e f e n d i , « i n s a n o ğ l u ç i ğ s ü t e m m i ş t i r » d i y e . K i m d e n iyilik g ö r m ü ş s e k o n a Zübükzâde tığı iyilik, İbraam kemlik ederiz. M e s e l â ş u ' b i z i m ; Bey... Yahu şu a d a m ı n ha? H e r k e s e y a r d ı m a k o ş a r , bize. yap¬ hemşeri diye c a n atar. G e n e d e k a d r i n i b i l m e y i z d e a r k a s ı n d a n söy¬ lemedik sanlık Hep ve söz bırakmayız. Şu bizim yaptiğımız da in* mı? katıldık Murtaza Efendinin — Evet, — Zübükzâde gibi adam insanlığımızda düşüncesine: e k s i k l i k var... bu memlekete gelmedi gelmez... — Evliya canım... H e r i f i ö v e ö v e bir o l d u k , ş i ş i r e ş i ş i r e g ö k l e r e ç l - kardık. Devrisi gun ler-Derneği'hde oldu. /Gene beş-on ktşiöğretmen-; o t u r m a k t a y ı z . T ü c c a r d a n . Eroin Efen¬ d i , kanat çırpan horoz gibi, iki e l i n i b u t l a r ı n a v u r a vura geldi: — Aman,.bu sizlik... aşağılık herif z i m yüz ne cibilliyet¬ memleketin toprağından namussuzluk, böyle" b i r nasıl y e t i ş t i karamız. mıyız d i y e de. ne Yahu b i z i m insan hemşeriler? Adımızı batırdı. arasına g i r e c e k yüz Dünyanın taaa ö b ü r diye sorsalar, çık- sınırlarımızdan mi diyorlar. alçak, desen, bi¬ ada¬ bırakmadı ucuna gitsen de, biz¬ nerelisin, hemen «Bil¬ m e m l e k e t i d e ğ i l ,mi? Ç a b u k dışarı. Pekiy Bu Şu k a s a b a n ı n sen de şuralıyım, d i k b i l d i k , -şu Z ü b ü k ' ü n me!» bu Aman buralarını n'olâcak? da kirlet¬ Hep yüzümüz y e r d e gezeceğiz? — - — Ne o l m u ş Emin E f e n d i , Daha ne o l a c a k ? Kaptıkaçtının ne var? Dünyadan z â d e ' n i n g e n e bir o y u n l a r ı v a r y a , «Ne h a b e r i n i z mi var? şoförüyle yârenlik ediyorduk. oyunları olabilirmiş?» b a k a l ı m ne?» dedim. k o k u s u s o n r a d a n çıkar» d e d i . «Zübük- «Eh ben dedi. bilmem, O ğ l a n ı z o r l a y ı n c a söy¬ ledi; Z ü b ü k namussuzu, g e ç e n l e r d e b i r g ü n , kaptıkaç¬ tıya -binip v i l â y e t e gitmiş. Şoför oğlana, «Ankara'ya y o l a ç ı k m a d a n g e l , o t e l d e b e n i gör» d e m i ş . Şoför de otele gidince, buna, üstünde kendi ad¬ resi yazılı bir k u t u y e r m i ş . yu Ankara'dan ayrı, p o s t a y a ver» «Aman, unutma, bu demiş. kutu¬ Posta p a r a s ı n d a n b i r d e ş o f ö r e o n lira v e r m i ş . Ş o f ö r d i y o r k i «İn¬ san k e n d i a d r e s i n e k e n d i s i p a k e t p o s t a l a r mı? B u n d a bir o r o s t o p o l l u k var ya, riler, bakalım ne?» Yahu, hemşe- b u o r o s t o p o l l u k , d ü n e ğ i n biz b u r a d a o t u r u r k e n o r t a y a ç ı k m a d ı mı? Postacının g e t i r d i ğ i ş e k e r l e m e p a keti-neydi? Bu ne düzmeci, bu ne oyuncu bre hemşeriler... Başvekilin de selâmı var diye bize burda v e k i l m e k t u b u o k u t m a d ı mı?- K e n d i k e n d i n e v e k i l vü¬ kelâ ağzından m e k t u p yazar. Eşek.yerine, ne demek... ne Bizi eşek yerine Biz e ş ş e ğ i z b e . . . kor. Hem de eşşek! Gedikli — İhsan Efendi, Eşşoğlu eşşeğiz hem d e . . . diye hu şu bizim bildiğimiz zibidi Z ü b ü k ' e , vekil, «Gözlerinden öperim koçum, aman bildir. Telefonunu da beklerim» b a ğ ı r d ı , ya¬ k o c a b i r baş¬ bir emrin olursa d i y e y a z a r mı? Biz b u k u y r u k l u y a l a n a nasıl inandık? K e n d i m i z e e ş e k d e s e k , e ş e ğ e ağır h a k a r e t o l m a z mı? B e n i m ağzımı bıçak açmıyor. Kime ne diyebili¬ rim? Bin lirayı k a p t ı r m ı ş ı m . S ö y l e s e m , b i n l i k g i t t i k t e n b a ş k a , bir d e ü s t e l i k m e m l e k e t e d e s t a n o l u p d i l e d ü ¬ şeceğiz de, torunlarımız, ahvalimizi bu destandan öğ¬ renecek. Artık betim benzim nasıl atmışsa, Aklı Ev- vet Bedir Hoca, — Haydi, biraz çıkalım dışarı da hava a l a l ı m . . . derman k a l m ı ş dışarı dedi. Dizlerimde Kızmışım mı k i , şah d a m a r ı m ı k e s s e l e r , akmıyacak; A h bey, kanım, ah... çıkacak... b i r d a m l a kanım iliğim kurumuş. Sen bu Zübükzâde namussuzunu b i l i r misin? B i l m e z s i n , n e r d e n b i l e c e k s i r t ? D ü n y a ku¬ rulalı, a n a l a r b ö y l e b i r rezil d a h a d o ğ u r m a m ı ş . . . ÜÇ GÜZEL, Ü Ç Ü DE BİRBİRİNDEN GÜZEL Kaymakam Kâtibi _ Rıza Bey şöyle a n l a t ı y o r d u : Nasıl b u l d u n u z k a z a m ı z ı . m u a l l i m b e y ? . tur, Evet, hoş¬ g ü z e l d i r . Kıyıda, s a p a d a k a l d ı ğ ı n d a n bakımsız, ne yapalım.-.. boş. Şimdi Sahipsiz İran-şosesi kalmışız, geçiyorsa dâ, gene-de bakanımız; edenimiz yok. a r k a çıkanımız o l s a y m ı ş , ne çâre... Bir A d a m , kötü de o l s a , m e m l e k e t i m i z b u l u n m u ş b i r k e r e , bize g ü z ş l ge¬ lir. S u r d a n ' b i r h a f t a ••••ayl sam," i ç i m e bir a t e ş t i r d ü ş e r de, bir y e r l e r d e d u r a m a m , i y i d i r insanlarımız, koşar gelirim. kalpleri .temiz... İlle Güzeldir, şu-Zübükzâ- d e . a l ç a ğ ı : d â o î m a s a y m ı ş . . . Bu h e r i f i n bir bakışı b i l e bütün m e m l e k e t i mundar e t m e ğ e yeter. Bir.yaka silkm e y e n m i kaldı n a m u s s u z d a n , . . duymuşsunuzdur. Duyulmaz O n u n bize e t t i k l e r i n i olur mu, yedi düvele n a m saldı a l ç a k . A m a e n k ö t ü s ü n ü bizim M u h a l i f Ka¬ d i r E f e n d i y e y a p t ı . B e n d e n i z m e m u r o l d u ğ u m d a n , res¬ m e n , h i ç b i r p a r t i y i t u t m a m . A m a m e m u r l u k i c a b ı , ma¬ aş az, g e ç i m zor, ister i s t e m e z , Kadir Efendinin muhalifliği, liği d e ğ i l . M a l û m ya, korkusuyla, da «Allah derse de, A l l a h alsın öyle neye saklamalı. lifliği, kolunun böyle değil eksik etmesin» yenine hükümeti» mi? Allahın Gelgelelim bu m e m u r takımının açıktan açığa, H e r k e s i n yanın¬ başımızdan kalınca başımızdan memursunuz, dışı k a r a c a d ı r . hükümeti yalnız «Yıkılasılar, der. Siz bildiğini de kuldan K a d i r E f e n d i n i n muha¬ muhalifliğinden göz g ö r e g ö r e muhalif... kat ç o c u k l a r m i s a l i , Bu m e m u r kısmı, e k m e ğ i n d e n o l u r içi a l a c a , bu daimî muhalifiz. b i z i m g i b i m e m u r muhalif¬ değil. Herif D o ğ m a l ı k sa¬ herif a n a d a n d o ğ m a muhalif. Biz o n u b ö y l e g ö r d ü k , b ö y l e b i l d i k . . . H a n g i h ü k ü m e t ba¬ şa geçse; onun muhalifi. Bak, anla k i , b u r d a k e n d i k u r d u ğ u p a r t i i k t i d a r a g e ç t i ğ i g ü n , h e r i f h e m e n o sa¬ bah p a r t i s i n d e n i s t i f a e d i p m u h a l e f e t e g e ç t i . n u "duyunca — Aman Biz bu¬ hemen vardık yanına: Kadir Efendi, sen ne y a p t ı n ? p a r t i i k t i d a r a g e ç s i n d i y e b u n c a yıl Yahu çekmediğin bu kal¬ m a d ı . O l m a d ı k belâ başına g e l d i . Ş i m d i e n azgın m u - h a i i f f e r bile t e r s yüz e d i p h ü k ü m e t t e n y a n a o l u p küp¬ lerini d o l d u r m a ğ a ç a l ı ş ı r k e n , s e n i n b u y a p t ı ğ ı n n e d i r ? Ne dese beğenirsin: Bu da o, şu da o . . . Bunların h a m u r u n u n ma¬ yası bir. H a n g i s i n d e n h ü k ü m e t k u r s a n , ö b ü r ü n d e n a ¬ yırdı, o l m a z h e y r i . . . man yoldalarmış. Kalaycı ö k ü z ü n .saldığı y e r d e k i c e , fışkıyı ikiye Kör Nuri önlerinden giden taze fışkının bölmüş. m a n ' a «Bak a ğ a fışkıya» Kör Nuri demiş, ile K a s a p Os¬ kağnının t e k e r i , üstünden hemen «birken geçin¬ K a s a p Os¬ iki oldu. Bu d a o, ş u d a o... » Böyle söze ne denir? savurur. Biz Bir d u y a n o i u r s a k ü l ü m ü z ü m e m u r insanız v e de kaymakam kâtibi¬ kanında, iliğinde muhalefet yiz. Yâni Bey, bu herifin z e h i r i var. A l l a h v e r m i y e , c ı g a r a g i b i , halefete tiryaki olmuş. kahve gi,bi mu¬ Muhaliflik etmezse duramaz, başı d ö n e r . Gel z a m a n git zaman, bu nin başına bir b e l â d o l a n d ı k i , Muhalif K a d i r Efendi¬ hiç s o r m a . . . N e bip b e l â s ı , bir d e ğ i l , iki d e ğ i l , t a m ü ç b e l â . . . M u h a l i f Ka¬ dir Efendinin hiç oğlu adını Yekdâne bir d a h a . . . oğlan olmadı, koymuş. O da kız. üç kızı var. Arkadan bir d a h a . . . mi? ü ç ü n c ü n ü n adı da G ü l d â n e . . . araşan kız. Böylesi diye Gene O da kız d e ğ i l üç kız, ü ç ü de bir¬ dilber, acem mülkünde bulunmaz. Buraya bir zamanlar, ti İlk kızının olacak O n u n adı da D ü r d â n e . . . olur diye ardından b i r i n d e n güzel oğlan nasılsa. Terzi hocası gezici terzilik kursu gelmiş¬ karıyı, madı. Ç e n g i gibi bir kari; hiçbirimizin g ö z ü tut¬ E n t a r i s i n i n e t e M e r i , dizka¬ p a ğ ı n d a n y u k a r d a . Rüzgâr ü f ü r ü p , e t e k s a v r u l d u muy¬ d u , ardındaki delikanlılar yere kapanıp, s ö z d e düşür¬ d ü k l e r i t e ş b i h t a n e s i n i a r ı y o r l a r . T e r z i l i k hocasını d e - likanlılar ç o k t a n d a ğ a k a l d ı r a c a k l a r d ı y a , o z a m a n b i r c a n d a r m a k o m u t a n ı v a r d ı k i p e h p e h p e h . . . O n u n kor¬ kusuna nına delikanlılar uzaktan karıya işmarı çakıp, ya¬ sokulamıyorlar. Hiçkimse karısını, kızını terzilik kursuna gönder¬ m e d i . Karı b u r d a b i r h a f t a k a l d ı , n e r d e y s e g i d e c e k . . . B u bizim K a d i r E f e n d i ; h e r b i r işe m u h a l i f y a , s a l t m u ¬ haliflik inadından, t u t t u , suna g ö n d e r d i . ü ç kızını d a b u t e r z i l i k kur¬ Kızlar d ö r t a y i ç i n d e b i r o l d u l a r , parmağında on hüner... on İstanbul'un* m a r i f e t l i g e l i n i , bunların yanında kaç para eder? D i k i ş - n a k ı ş , her bir i ş b u n l a r d a . D i k i n d i k l e r i e l b i s e l e r i g ö r m e l e r ister. Halis-muhlis tango b i ç i m i . . . B i z i m b u r a m i l l e t i , karı üs¬ t ü n d e ö y l e bir g i y i m g ö r m e m i ş . nen İstanbul yinmeğe koca karısı, hiçbir farkı yok. başlayınca, bunlar olarak beğenmez isteyecek olsa, kızlar mırın larını bir kere çok mı? Evet, İstanbul'a atsa, parası delikanlı Kıziarın gön¬ M u h a l i f K a d i r E f e n d i kız¬ kızlar evvel Allahın kocalar bulacaklar ya, biri, delikanlılarını Hangi kırın e d i y o r . Kadir Efendide ları İstanbul'a g ö t ü r e c e k para y o k . muhalifin Kızlar b ö y l e g i ¬ buranın oldular lü İ s t a n b u l e r k e ğ i n d e . niyle Biz h e p şaşırdık. Ay¬ Dedim ya, nerden olsun? Partisi iz¬ kız¬ garip, iktidara g e ç i n c e , d i ş i n i sıkıp d a k i ü ç g ü n m u h a l e f e t e g e ç m e yip dayanabilse paranın anasını kin, herif m u h a l i f o l m a y ı n c a sun, bir k ö t ü h u y i ş t e . . . Uzatmıyalım, kızlara ağlatacak. edemiyor. koskoca Amma Huyu kazada ve l⬠kuru¬ kaza¬ mızın ü ç n a h i y e s i ile ş u k a d a r p a r ç a k ö y ü n d e bir de¬ likanlı beğendiremedik. demişler. Ama Kızı s a k l a d ı n mı «Sakla «Sakla s a m a n ı , kızı, g e l i r zamanı» kurur gider, buldu yirmiyi, yirmibeşi... g e l i r zamanı» dememişler. bir işe y a r a m a z . Yaşları Onların e m s a l i n i n b o y l a r ı n ¬ ca o ğ u l l a r ı kızları y e t i ş t i . İş i ş t e n g e ç t i k t e n s o n r a , kız51 laf da, Muhalif Kadir Efendi de «Eyvaaahi» diyerek bir ellerini dizlerine, bir ellerini, başlarına vurdular ya, neye yarar... Kızlar <-Koca, aman koca!» diye, Muha lif Kadir Efendi dersen «Damat, aman damat!»' diye dönüp duruyorlar. Çoktan dağ başındaki yarım akıllı çobana da razı oldular ya, çoban bir dönüp baksa... Bizim burda kız, körpeliğini eskitti de yirmibeşi bul¬ du mu, artık evde kaldı demektir. Bizim avratlardan duyduğumuza göre v kızlar ko¬ ca derdinden yana yana mum gibi .erimeğe"başlamış?.: lar. Babaları dersen, damat diye diye yanıyor. Kız" l a r r b i r everse, malını mülkünü, nesi var; nesi yok hep damatlara verip bir de keyfinden damat evlerin? de ırgatlık edecek. Derken efendim, bir de baktık günün birinde; bu bizim Zübükzâde İbraam Bey'le Muhalif Kadir E¬ fendinin arasından su sızmıyor.-Geceleri, gündüzleri bir geçiyor, can-ciğer olmuşlar. O sıra Zübükzâde İbraam daha evlenmemiş. Anlaşılmayacak ne var, belli. Zübük, üç kızdan birini alacak. Zübükzâde'nin ne namussuz olduğunu bilmez değil ya, bilir. Bilir ama netsin herif?.. Zübükzâde İbraam, Muhalif Ka? dir Efendinin evine girip çıkmaya başlayınca, ne der¬ sin, kızların bir kısmeti açılsın... Demek, kızların kıs¬ meti bağlıymış, Zübük'ten sonra açıldı. Bura eşrafın¬ dan Eşref Âğa Yekdâne'yi oğluna istedi. Oğlan, gün düz hülyasında, gece rüyasında «Yekdâne'm, Yekdâne'ml» diye sayıklar dururmuş. Ne dersin Bey, ol¬ maz, diye dünürü ters yüzü çevirmemişler mi? Oğlan yanıyor, bir babanın bir o ğ l u . . . Baba dersen Karun gibi zengin. Biz, birkaç arkadaş gittik Muhalif Kadir Efendi'ye: — Aman Kadir Efendi, oğlan senin kız için ya¬ nıp tutuşur. Namuslu delikanlı. Hâli vakti yerinde. Mırın evlerine kırın girip e d i n c e , - biz işi çıkıyor ya, anladık. Yekdâne, alır d i y e u m u t l a n m ı ş , ö b ü r o ğ l a n , Zübükzâde, Zübükzâde c u ğ u . . . Z ü b ü k z â d e ' y e g e l i n c e , bir b a k s a n , beyi sanırsın. Kıravat t a k m a m ı ş b o y a l ı , ayna g i b i . P a n t o l , Biz Zübükzâde'yi • İstanbul gezmez. Kunduralar kalıptan ç ı k m a ü t ü l ü . Muhalif Kadir Efendi'ye, leme, Yekdâne'yi beni bildiğimiz bura ço¬ o ğ l a n a ver» «Aman diyoruz, övüyor: etme, o bize ey¬ boyuna ••<.••• -rrr B u o ğ l a n d a akıl v a r e f e n d i , a k ı l . . . Görecek siniz bu İ b r a a m Bey, b i z i m b u r a l a r a sığmaz. Halis An¬ kara'nın a d a m ı . rün, İşte b u r a y a d a y a z ı y o r u m , tikbali gayetle parlak... ye Zübük'ü b u r a l a r d a n k u r t u l a c a k l a r . Kızı bir zaman sonra, birbirlerinin aleyhinde gelmiyorlar. fıkı nasii Bu açıldı. konuşuyorlar ama, d a r g ı n l ı k ..uzun Yekdâne'yi o ğ l u n a sürmedi. Muha¬ Evet, yüzyüze de Eskisinden isteyen adam, O ğ l u m çıra g i b i y a n ı y o r . versin Kadir Efendi'ye Demiş ki: mu yakmasın. s olduysa, arası oldular. haber*vermiş. iki ze- o terzilik hocası... Derken, yi damat di¬ karıyı alıp b ü y ü k şe¬ lif K a d i r E f e n d i y l e Z ü b ü k z â d e ' n i n — godoş, M e b u s o l a c a k d a , Yek- karısı o l a c a k d a , hirlere g ö t ü r e c e k , hırliyen Koca kestirmiş gözüne. dâne de onun İs¬ , A n l a ş ı l m a y a c a k n e var. sıkı siz d e gö¬ bu Z ü b ü k z â d e m e b u s olmazsa gelin yanıma. Benim civan oğlu¬ M a d e m , Yekdâne'yi v e r m e d i , D ü r d â n e ' - oğluma. Yekdâne'yle Dürdâne, bir elmanın yansı... M u h a l i f K a d i r Efendi i l k i n , — K ı z a bir s o r a l ı m . . . — Kızın gönlü yok... Eşref A ğ a , civan diyor, : iki g ü n s o n r a d a , diye cevap veriyor. oğlunu bu sevda, derdinden kurtarmak için kıydı paraya, hacıya, hocaya, -büyücü¬ ye yedirdi parayı. Sonunda Zübükzâde'yle, Muhalif Kadir Efendi'nin arası bir daha açıldı... Çok sürmedi, bir de duyduk ki, Muhalif Kadir Efendi, partisinden çıkıp hükümet partisine girmemiş mi? Ulan bu ne iş... Zübükzâde, tutmuş yakasından Kadir Efendi'yi, götü¬ rüp partiye yazdırmış. — • Eyvah, dünyanın sonu geldi! dedik. Tüccardan Emin Efendi, Kadir Efendi'nin candan ahbabıdır. Emin Efendi, — Herif ne yapsın yahu, dedi, hep kızlarının derdine bu işler başına geldi. Bana anlatırken koca herif zırıl zırıl ağladı içinin acısından. Emin Efendi'ye diyesiymiş ki: — Zübükzâde İbraam Bey'in istikbâli parlak. Bak göreceksiniz, çok yükselecek. Benimle ahbaplık ediyor diye, oğlanı mimlemişler. Düşmanı çok... Her¬ kesin gözü üstünde... Ben"muhalefetten sabıkalı bir herifim. Benimle ahbap diyerek başı derde girecek. Benim yüzümden istikbali kararacak gencin. Yazık... Acıdım, benim yüreğim yufkadır, hiç dayanamam. Eh, bizde yaş geldi, altmışa dayandı. Bundan sonra mu¬ halif olmuşsun ne çıkar, muvafık olmuşsun ne hayır gelir. Hiç değilse İbraam Bey'in istikbalini kurtaralım dedim hani... Hem böyle söyler, hem ağlarmış. Emin Efendi, — üstüne varmayın herifin, dedi, dertlinin b i r i . . . ö t e yandan da Eşref Ağa'nın oğlu yamyor. Eş¬ ref Ağa bir daha haber salmış: — Etmesin Kadir Efendi, eylemesin Kadir Efen¬ d i , bir yiğit oğlanımdan olacağım. Yekdâne'yi istedik, vermedi. Dürdâne'yi istedik vermedi, Güldâne'yi ver¬ sin. Ağırlık isterse ağırlık, başlık isterse'başlık, pa¬ raysa para, malsa mal... Dünüre,— ' Eşref A ğ a ' y a kızımız y o k . . . diye Herifin . selâm kapıyı ü ç kızı d a söyle, bizim everecek gösteriyorlar. «Aman koca...» diye yanıp kül o l u r k e n , n e o l d u b u n l a r a ş i m d i b ö y l e ? B u işte bir bit y e n i ğ i v a r y a , ne? İşin i ç y ü z ü n ü ş o f ö r İğri N u r i ' d e n d u y u n c a ş a ş t ı k da kaldık. İğri kulak asma... Nuri'ye ş o f ö r denir ya, Adı şoför, direksiyon şoförlüğüne b a ş ı n d a bir gö¬ ren olmamış. Serseriliğin b ü t ü n şartları ü s t ü n d e t o p ¬ lanmış. İ ç k i c i l i k b u n d a , , karı satışı dam vurmak bunda, da... bunda, her b i r rezillik, t ü r l ü d o l a p b u n ¬ Kazamızda p e k d u r d u ğ u y o k t u r . kara'da, maz. p a r a y l a a¬ İstanbul'da; İzmir'de y a ş a r . Burda eğlenip de ne edecek, U z a k l a r d a , An¬ Aşağısı •kurtar¬ bura fakir fukara y e r i . K i m d e n n e k o p a r a c a k . . . İğri N u r i , h a p i s t e n kur¬ t u l d u m u , b a b a o c a ğ ı diye. m e m l e k e t e a r a d a b i r sılaya gelir. O g ü n l e r d e i ğ r i N u r i g e n e g e l m i ş . Bir g e c e v a k t i Muhalif Kadir Efendi, diyor. — Gözleri N u r i ' n i n anasının evine g i ¬ N u r i Efendi o ğ l u m , d e m i ş , k u r t b i l e , k u r t k e n , komşusunu yemez, — Yemez — Ehl-i kız o ğ l a n •s İğri çakmak çakmakmış. değil Kadr'efendi i f f e t ve ehl-i kızı iğfal mi? amca. ırz ve de ehl-i n a m u s bir e d e n e e r k e k d e n i r mi? / — Denilmez Kadr'efendi amca. — -Peki; i n s a n d a n dışarı yapmak gerek Nuri — vermek — böyle b i r canavarı ne Efendi o ğ l u m ? Leşini s e r m e k , dağa sürüyüp, kurda kuşa gerek. Ulan o ğ l u m N u r i E f e n d i , b a k bu aklını b e ğ e n ¬ dim. Aferin ulan o ğ l u m N u r i E f e n d i . Peki, böylesinin leşini s ü r ü m e k s e v a p mı? Bir d e o n u s ö y l e b a k a y ı m . . . '— Anrâtdmaz,bir sevap, — ium, Kadr'efendi amca. B u - d a iyi. Ş i m d i s ö y l e ulan Nuri Efendi o ğ - ' s e n bir s e v a b a g i r m e k ister misin? — Bendeki günahın y o k Kadr'efendi amca. başka türlü _ temizleneceği Aman çabuk söyle, hayırlı.bir iş çıktıysa hiç d u r a m a m , y o k s a bana b i r s e v a p mı iş¬ leteceksin? İğri N u r i , bize b u n l a r ı a n l a t ı r k e n , — . Ben o s s a t d a l g a y ı ç a k t ı m , d e d i , h e r i f i n karın ağrısı b e l l i . . . İlâcı d a b e n d e . . . — Neymiş — Ne o l a c a k , karın ağrısı? kızları... Biz bu işi o l d u m olası bk liriz d e M u h a l i f K a d r ' e f e n d i , â l e m i kör, h e r k e s i sağır sanır... Muhalif Kadir Efendi'nin, göre, Zübükzâde İbraam lerin evine emri peygamberin göndertip, Şoför Nuri'ye Bey, büyük kavliyle» anasını kızı dediğine K a d r i Efendi¬ Yekdâne'yi «Alah'ın istemiş. Kadri Efendi,'İğri Nuri'ye diyesiymiş ki: — ziline Biz k a t i y e n kız v e r i l i r Bir d a h a , kızımın tar, apışından razı g e l m e d i k , ö y l e b i r rezilin re¬ mi? Anasını huzurumdan adını ağzına ikiye ayırırım, alırsa, koğdum. bacağından dedim. Ah, İğri tu¬ Nuri E¬ f e n d i o ğ l u m , k ö t ü y l e baş m ı e d i l i r ? B u Z ü b ü k d e n e n ırzı kırık, y e d i v i l â y e t d o l a ş ı p l a r a b ü y ü y a p t ı r m ı y o r mu? eliyle, Yekdâne kızıma Vay o n d a n s o n r a g ü n d ü z «Zübük, Bu da, en dehşetli namussuz, e ş ş e k dili yedirmemiş mi?,. kızın ş u r a s ı n a bir a t e ş d ü ş t ü . Gece Z ü b ü k , vay Z ü b ü k ! » d i y e sayıklar o l ¬ d u . B a k t ı k o l a c a ğ ı , y o k , , kız e l d e n g i d i y o r ; bunlara, hoca¬ -aracı -karı «He» d e d i k «al da hayrını g ö r . . . » Muhalif Kadir Efendi, serencamını anlatmaya ş o f ö r İğri başlamadan, Nuri'ye kızlarının ortaya bir so¬ m u n , bir k u r a n , bir t a b a n c a , b i r d e .tahta ç u b u ğ a t a - kılı kâğıt b a y r a k g e t i r m i ş . B u d ö r d ü n ü n ü s t ü n e e l bas¬ tırarak, anlattıklarını kimseye söylemiyeceğine, İğri N u r i ' y e y e m i n e t t i r m i ş . İğri' N u r i d e y e m i n i n d e d ü r d ü . Kefaretini ödemeyince anlatmadı. ettiğinden, dört somunu Dört kere yemin başının ü s t ü n d e d ö n d ü r d ü k ¬ t e n s o n r a i t l e r e atıp y e m i n i b o z d u d a ö y l e a n l a t t ı . Biz işin iç y ü z ü n ü n Muhalif Kadir Efendi'nin İğri N u r i ' y e anlattığı g i b i o l m a d ı ğ ı n ı b i l m e k t e y i z . Ş ö y l e o l ¬ du. Kızlar e v l e n e m e y i p şırdı. kocayınca İşte Q şaşkınlıkla, K a d i r Efendi şa¬ damat olarak Zübükzâde İb- r a a m B e y ' e g ö z k o y d u . Evine ç a ğ ı r m a ğ a b a ş l a d ı , ara¬ larından su sızmaz o l d u . Evde üç kız var, üçü birbi¬ r i n d e n g ü z e l . . . Z ü b ü k z â d e , g ö n l ü n ü n ç e k t i ğ i n i beğe¬ nip alsın. Her g e c e Yâni a n l ı y a c a ğ ı n ı z ; kızları Z ü b ü k ' ü n beraberler, yemeler, içmeler... Kadir Efendi şaşkınlığından zorla k o y n u n a i t e l e d i . Aklı sıra k e n d i ken¬ dine diyor ki: — Ulan Kadir, gayri enayiliği bırak. "muhalif o l d u n d a e l i n e n e g e ç t i . . . İşte ö m ü r g e l m i ş gidiyor. rahat etsin fukaralar. Cinle bir o d a y a sın da kızlardan büyük gü dediğin baygin. herif. çarpar. İs Reisliği M i l l e t v e k i l i o l a c a ğ ı d a y ü z d e yüz. Al¬ hangisini alırsa a l s ı n . . . sırayı böyle saygıyı unutmamış başlamış. olur. Y e k d â n e Gelenek, hele, da, gör¬ Zübük'e M e b u s karısı o l u p A n k a r a l a r a m ı g i t m e y e c e k , Amerikalara, Avrupalara Bir zaman geçiyor, kurtar, herif için B e l e d i y e kız Y e k d â n e ' d e n işte kızları cin g i b i bu Z ü b ü k cini Bu Gene Z ü b ü k z â d e işe değilse Zübükzâde kapasan, tikbali d e r s e n ; parlak. t o r b a d a keklik. Hiç Bu B u n c a yıl G e n ç l i k neyse ne. sonra mı, ö y l e ya canım, barının içine d ü ş m ü ş . bıkar. A m a nasıl etsin nerelere!... Zübük'ün Yekdâne'den elin z i b i d i Z ü b ü k ' ü Her g ü n de ö t e k i bal, gönlü kız a m ¬ b ö r e k y e s e insan kızın t a d ı n a b a k s ı n . . . Zübük durup dururken birgün — Kadr'efendi amca; Hiç k u s u r a bakma muhalif o l d u ğ u n herkesçe belli. babın o l d u ğ u m ve evine g i r i p şöyle der: senin B e n i m d e s e n i n ah¬ çıktığım p a r t i m i z i n vi¬ lâyet k a d e m e s i n d e n d u y u l m u ş . , •• —1 Eee? • • ' ' • — • Esi işte b ö y l e K a d r ' e f e n d i , s e n b i z i m p a r t i y e "gireceksin. Başka türlü olamaz. Ben i s t i k b a l i m i göz göregöre körletemem... — Aman oğlum, şanlanacaktınız? — söz. Evet, Lâkin bu Böyleydi ış? Yekdâne? ya Hani nı- konuşmamız... ben s ö z ü m d e n d ö n m ü ş d e ğ i l i m . istikbalimi de Z ü b ü k z â d e ' İbraam dinin nasıl evinden Sözüm mahvedemem. böylece, elini ayağını Muhalif Kadr'efen- çekiyor. Beri yandan üç k ı z d a , b i r b i r l e r i n e d ü ş m ü ş l e r , Z ü b ü k İbraam'ı pay e d e mezlermiş. Bir z a m a n ran m ı g i r i y o r , evine gidiyor. mış, sonra, Bu sefer de — alacağım ta sey¬ D ü r d â n e ' y e tak¬ olsa razı... Bir eğledikten sonra, Partiden tazyik başladı, kızını mı Kadr'efendinin*- Kızlar ne d a D ü r d â n e ile g ö n ü l muhalifin bayram kancayı onunla, nişanlanacak. zaman araya her n e y s e Z ü b ü k z â d e , diyor, benim Ankara'dan bir azılı duyulmuş. P a r t i d e n a t a c a k l a r m ı ş bir b a h a n e b u l u p . — Aman deme... —"Olacağı belli. N'olacak? Sen de bizim s i n . S e n i n kızın d ü n y a güzeli o l s a , balimi Şu Kadr'efendinin çilesine g e n e açılmış. ille Z ü b ü k z â d e İ b r a a m . . . kar yol yok, — u ğ r u n a istik¬ mahvedemem... z â d e ' y l e araları lar, partiye girecek¬ ben bak yahu... Kızların Zübük- üçü bir o l m u ş ¬ Kadr'efendi, b a k m ı ş çı¬ İbraam'ın ayağına g i t m i ş . ö l s e m daha iyiydi, demiş, bana bu ö l ü m d e n beter. - İşte g e l d i m , i s t e r ç e k v u r b e n i , yazdır, • gayri, tisine giriyor. bu Bir zaman zaman da derken, üçü de Nuri de » muhalifi, İbraam da gönlü h ü k ü m e t par¬ damatlığa k ü ç ü k kızı tadına kızfar y a n a r , Kadr'efendi y a n a r . . . gözleri diye iki ünner kimselere bakıp çeşme açamıyor. iyice hızını üç «Enişteciim dururlarmış. hazır. çekmiş. Güldâne'nin iki enişteciim... derdini Zübükzâde sefer de paşa ister p a r t i n e kalmış... B ö y l e c e kırk yılın kaşarlı Velâkin kızın senin vicdanına de Kadr'efendi, Sonunda aklına İğri geliyor. — Aman Nuri Efendi o ğ l u m , varım y o ğ u m senin, y e t e r ki sen yiğitliğini g ö s t e r . . . İğri N u r i , t a m b u işin a d a m ı . Kabasından bir ş i ş l e r s e , bin lira. H e r i f i n t a r i f e s i var. İki y a r a a ç a r s a , üç b i n . . : B a r s a k l a r ı n ı d ö k e r s e , <beş b i n . . . Muhalif Kadr'efendi, — Aman, dermiş, aman... Kızlarıma m ı y a n s a m , y o k s a b u n c a yıllık m u h a l i f l i ğ i m i b o z u p m e m l e k e t t e iki paralık o l d u ğ u m a mı yansam? Efendi, bu ortadan biçmelisin, memlekete alçağı Sen bıçakla dalasan leşini ne diyorsun neye y a r a r ? sürümelisin... Nuri Bunu Yoksa bu hiçbir vakit dirlik düzenlik gelmez... K a d r ' e f e n d i h ü k ü m e t p a r t i s i n e g e ç t i a m a , a d ı ge¬ ne Muhalif Kadr'efendi. Kadr'efendi, bağını bunun nesi neyin Bir d e bahçesini olduğunu duyduk, satıyor. Biz o z a m a n bilemedik. O y s a m , satıp d a p a r a y ı İğri N u r i ' y e v e r e c e k m i ş k i , bükzâde'yi ufalasın... Muhalif dörtbin liraya \ Kadr'efendi, sattı, Muhalif İğri N u r i d e Z ü . tarlalarını östüne kızlarının yok pahasına, çeyizlik parası i k i b i n i e k l e y i p , İğri N u r i ' y e v e r m i ş . Biz b u n l a r ı s o n r a ¬ dan duyduk. İ ğ r i N u r i anasının rayı ipini s a t m ı ş b i r h e r g e l e . . . bir t a m a m almayınca işe g i r m e m i ş . alacak ki, Zübükzâde'nin leşini s e r i p , lardan savuşsun... Parayı gider Eşref Eşref b i r yanına Ağa'ya, alır. Başlar cebine Ağa'yı bütün günahı, bil Doooğru, bir y a n ı n a , oğlunu anlatmağa: bizim Muhalif Kadir Efendi, neden vermedi, hemen bura¬ indirir. — . B e n d e n size bir d o s t l u k kı, Bu Pa¬ Parayı- p e ş i n baba d o s t l u ğ u . . . kızlarını s e n i n o ğ l u n a bakayım. Vermez, vermez. Zübükzâde namussuz,: d i l i d ö n e n , denen Bunun namussuzun.. v üstünde şeytan tüyü Bu taşır bir h e r i f o l d u ğ u n d a n kızları b a ş t a n çıkarıp p e r p e r i ş a n et* miş.'.. — Aman — deme... Yekdâne'yi de mi? Evet. — D ü r d â n e ' y i de mi? T— Evet. . . — Yoksa G ü l d â n e ' y ı de — Evet... olsaydı, Anaları mı? zamanında o da namusunu akıl; edipv Zübük'ün elinden ölmemiş kurtara¬ mazdı. . Delikanlı — fırlamış : Bana bu d ü n y a h a r a m . . . Ben bu kızların ü ç ü ¬ n ü b i r yatırıp k ö r b ı ç a k l a d o ğ r a m d o ğ r a m d o ğ r a m a z sam, ben bunların doldurmazsam, derilerini yüzüp de içine saman ben bunların saman torbalarını hükû- m e n k o n a ğ ı ö n ü n d e d i b i n d e n kazığa g e ç i r m e z s e m i . . iğri — Nuri bakmış ki Aman dur, oğlan tavında, demiş, aman dur arkadaş. Kızlar rın g ü n a h ı n a g i r m e , ü ç ü , d e m a s u m y a v r u . H i ç b i r g ü ¬ nahları y o k . : . olmazlardı. O kızlar, Lâkin peri padişahının oğluna t e s l i m b u Z ü b ü k kızlara büyüye erkek tutulsa, anladın mı? Burdan namusunu İstanbul'a büyü yaptırmış; muhafaza gitmiş de o edemez, papazlara büyü yaptırmış/ Dürdâne kız Yekdâne kiza tahta kaşığa için dırtıp o c a ğ a a t m ı ş . mış.:.. Bir kalıp atmış. Sabun eşek Kaşık y a n d ı k ç a sabunu iğnelemiş kuyuda eridikçe, dili yedirmiş. «çevirgel'duasî» yaz- D ü r d â n e kiz y a n ¬ iğnelemiş kuyuya G ü l d a n e kız d a , Zü- b ü k z â d e u ğ r u n a e r i m i ş . S e n n e d i y o r s u n heyri? Ş i m d i bir i ş v a r size, olarak, bu boynunuza b o r ç . . . — Evet, — Elele v e r e l i m . ortadan Ben bir h e m ş e r i namussuzluğa dayanamam... dayanılmaz... Zübükzâde denilen kaldırıp y o k e d e l i m . Erkeklik bu böyle pisliği zaman¬ da... — Ne d e m e k , Bitürlü, mıyorlarmış. — hac'dan Zübük'ü Eşref b ü y ü k s e v a b ı var... ortadan k a l d ı r m a işini payiaşa- Ağa, Budaması b e n d e n . . . demiş, ben bu •herifin k o l u n u , b u d u n u , dalını, s o n r a d a n ç ı k m a l a r ı n ı bir g ü ¬ zel b u d a r ı m . - Eşref A ğ a ' n ı n " Ben, çıkarırım oğlu, demiş, b i r güzel y o n a r ı m . İyi y o n g a l a r ondan... İğri N u r i d e , '— Hartama çıkarmak da benden, ma ( * ) . . . • 'i demiş, harta¬ " Bunlar and içmişler, üçü birden Zübükzâde'yi öl¬ dürecekler: bine İğri N u r i ' n i n m a k s a d ı b a ş k a . Paralan ce¬ indirmiş ya... Zübükzâde'yi Eşref A ğ a ile o ğ i u - na harcatıp, kendisi savuşup, g i d e c e k . Geridekiler ne olursa olur... (*) Ilar tanı a : Bu r o m a n d a a n l a t ı l a n o l a y l a r ı n geçtiği bölgede, evlerin d a m l a r ı n a k i r e m i t yerine, üstüste istif edilerek k o n u l a n ağaç y o n g a l a r ı n a d e n i l i r . Çam ağaçlarından baltayla, nacakla hart hart h a r t a r a k ç ı k a r ı l a n y o n g a l a r ı n adı «hartama» dır. Doğrusu mız halkının b u n j a r ç o k iyi hayır duasını yeni valinin yüzünden tür o o o l . . . maz, Cenab-ı belâ iş y a r ı d a Mevlâm, b i z i m sabrımızı şımıza bir i ş y a p a c a k l a r , alacaklardı kaldı. ya, O kaza¬ ne çâre, ne Z ü b ü k ' ? h i k m e t i n d e n sual o l u n ¬ sınamak için, Zübükzâde'yi ba? etmiş. VAAY KOCA VALİ! Allah Selâmet Versin M u r t a z a Efendi şöyle a n l a t ı y o r d u ; O mu? O bizim Z ü b ü k z â d e m i z i n bir i c a d ı . B a ş k a hiçbir memlekette yıl oldu herhâl. göremezsin Ben böyle o zaman V i l â y e t e y e n i vali g e l m i ş d e d i l e r . şey. Sekiz-on B e l e d i y e ' d e azayım. B u v a l i n i n adını d a altı a y ö n c e s i n d e n d o y m a y a b a ş l a d ı k . A l l a h korusun, a f a t g i b i bir h e r i f m i ş . V a r d ı ğ ı y e r i , s a m y e l i e s m i ş g h b i kasıp metin kavurur, gönderdiği yakarmış: bir v a l i Sanki Ankara'dan değil de, hâşâ, hükü¬ Rabbimin g ö k t e n i n d i r d i ğ i bir b e l â . . . Z e l z e l e g i b i b i ş e y c a n ı m ; vilâyete-ayağı değdiği gün, titremesi bizim kadar uzandı. K a y m a k a m tiril tiril t i t r i y o r . kazaya Ö t e k i me¬ murları d e r s e n , telli kavak yaprağına dönmüşler. Me¬ m u r n e y s e ne, ya ö b ü r l e r i n e ne o l u y o r . O e s n a f ı , bak¬ kalı ç a k k a l ı b i r . g ö r s e n Bey. Allah A l l a h , a d a m a d a m ¬ d a n b u k a d a r d a m ı k o r k a r m ı ş . . . Ş i m d i s e n b e n i m böy¬ l e s ö y l e d i ğ i m e b a k m a . B e n i bir k o r k u aldı k i , kaptıkaç¬ tıda dingil ü s t ü n e o t u r m u ş g i b i zangır zangır t i t r i y o ¬ rum. Yahu karılar var. ya karılar, muş, ne d e r s i n . . . evdeki karılar kork¬ Bize g e l m e d e n ö n c e vali d u r d u ğ u vilâyetin halkı, beş v a k t e g ü n d ü z «Allahım ya bu beş herifin daha* katıp, canını ai, ya gece ve da bizim canımızı a l d a kurtulalım» d i y e d u a e d e r l e r m i ş . K u r b a n o l d u ğ u m Allahımın lisinin iştir, canını diye valiyi Valiyi anlata Evvel — bak sen, ne de valinin... ne ora aha¬ Daha uygun bir bizim vilâyete g ö n d e r t m i ş . . . anlata g e l m e d e n altı a y Aklı hikmetine almış, bitiremiyorlar. öncesinden herifin Bedir Hoca, valinin Daha ahvalini Kurban o l d u ğ u m Yaradan, kendi destanı g e l d i . duyunca, dedi, nelere kaa- d i r d e ğ i l k i . . . B u m i l l e t azdı e f e n d i , a z d ı . . . B u n c a az¬ manın sonu, muş. mutlak felâkettir. Namus kalmadı, ve de k ü ç ü ğ e sevgi kalmadı. d e m e k bunlar, n i bırak, Atalar ahlâk kalmadı. b u n l a r neyin böyle buyur¬ Büyüğe saygı Bina ile zina a r t t ı . alâmeti? Bunların Ne hepsi¬ bir ş u Z ü b ü k z â d e y e t e r v a l l a h a . . . A l l a h , zi cezalandıracak, hemşeriler... İçimizden Z ü b ü k ad¬ lı b ö y l e bir s o y s u z ç ı k a r d ı k , ç ı k a r d ı k t a n b a ş k a bu mussuzu boynunacak toprağa gömüp, yediden yetmişe bi¬ taşa tutmadık diye, kadınlı na¬ erkekli kurban oldu¬ ğ u m Allahımın g ü c ü n e g i t t i . B e n ş u n l a r a bir ceza ve¬ reyim ki, dünya durdukça dedi. Afatı, su insanoğluna ibret olsun, baskınını, t o p r a k kaymasını, yangını, k u r a k l ı ğ ı , s e l i , zelzeleyi a z b u l d u . Bunlardan beter ve d a h a baskın ne var, d i y e c ü m l e m e l e k l e r i n e sual ey¬ l e d i . M e l e k l e r , d ü n y a n ı n her bir y a n ı n ı fır d ö n ü p , Rabbimin huzuruna geldiler. — Ey R a b b i m ! . . afattan, salgın b e t e r nasıl Yangından, t a u n d a n , hastalıktan, dan ve zelzeleden ve dolandık, Dediler: gökten b i r belâ v a r d i y e geldik. kuraklıktan, Sonunda, daha ruy-i z e m i n i fır d ö n d ü k , s a n a h a m d o l s u n b i r belâ bulduk ki, tarihlerin yazmadığı bir b e l â . . . bu sarmalı... belâyı baskının¬ taş yağmasından ceza için, kıtlıktan, su başlarına İnsanlara Türlü afat- tari ve onmaz d e r t l e r d e n y e r d e k i vali Şimdi leri... b e t e r bir b e l â , senin filân kulundur. anladınız Bu vilâyete mı hemşeriler, başımıza gelen-:; işte b ö y l e b i r v a l i g e l i y o r . V e bu¬ nun s e b e b i , Z ü b ü k ' t ö r : Bu zibidi Z ü b ü k ' e ses e t m e - mediğimiz, onun m e l a n e t l e r i n e göz y u m d u ğ u m u z için, Cenabı.Allah bu valiyi miştir.. Aklı Kulu Evvel İsmail — g ö n d e r e r e k b i z i m belâmızı ver¬ . . .. . • konuşunca, Allah'ın Efendi, Yahu bu vali . Bedir Hoca böyle n'etsek, n'.eylesek, bilmem k i . . . dedi, b e l â s ı n d a n k u r t u l m a k için tası t a r a ğ ı t o p l a y ı p muhacir mi olsak, g u r b e t l e r e mi düşsek? • Ne y a p s a n yapsak, çekeceğiz. Allah, tarafından belâ k i , de çıkıp aykırıdır. — yazık başka Çünkü l a n e t l e m e k var. halkına Bu, b i z i m cezamızdır. nereye gitsek arkamızdan y e t sınırlarından insanlığa boş... gönderilmiş gelir: V e b u vil⬠bir v i l â y e t e işin Ne bir sığınmak ucunda gittiğimiz yeri Bizim yüzümüzden masum vilâyet olur. Demek, Aklı Evvel t u l u ş u v a r he mi? Biz Bedir bu Hoca, bunun Zübükzâde'yi b i r kur¬ eşek cenne¬ tine göndersek... — Evet. B ü y ü k sevabı y i y o k e t m e k ; y ü z kızıl kâfiri vardır. Bu Zübükzâde'-" kılıçtan g e ç i r m e k l e bir¬ dir. İşte miş. Bey, Bizim, Kulaktan gelen vali, duyduk ki, böyle o z a m a n y i ğ i t de kulağa bir v a l i y - b i r k a y m a k a m ı m ı z var. lâflar g e l e g i d e , b i z i m y i ğ i t kayma¬ k a m d a t i t r e m e ğ e b a ş l a d ı . Yeni v a l i y e h o ş g e l d i n için vilâyete g i d e c e k ama, Ha b u g ü n , korkudan h a yarın d e y i p bir t ü r l ü g i d e m i y o r . ; duruyor. Çünkü bu vali, b u n d a n ö n c e k i v i l â y e t t e , b i r k a ç m e m u r u s o p a d a n ge¬ çirmiş. A m a n yanlış a n l a m a s a k ı n : Kaymakamın k o r k - t u ğ u "yok. Kaymakam babayiğit dedik ya... Kaymaka¬ mın k o r k u s u ş u k i , v a l i o l u r o l m a z y e r e d a l a ş ı r s a , da kendini tutamaz, herkesin bu içinde valiyi perperişan eder. Derken günlerden bir g ü n v a l i b i z i m kaymakama t e l e f o n e t m e d i mi? T e l e f o n d a d e m i ş k i : — Dört - beş o t o m o b i l vilâyetimize kazaya g e l e c e k ve da uğrayabilirler. Cumhuriyet caksınız. Bayramı Esaslı receğim. erkânına Onun töreni Teftişe iyi Sizin iyice hazırlanın. bir t ö r e n hazırlaya¬ Ben g e l i p hazırlığınızı gö¬ hazır o l u n ! yüzümü hükümet erkânı gezecek. için gibi bir t ö r e n . . . karşı s o n u n u varın dolusu kazalarımızı kara Aman haa, ederseniz, hükümet karışmam; siz d ü ş ü n ü n . . . Tahrirat kâtibi Rıza Bey'in söylediğine göre, z i m k a y m a k a m , v a l i n i n t e l e f o n e m r i n i alınca, bi¬ beynine d u m d u m k u r ş u n u y e m i ş g i b j s e r s e m l e m i ş d e , yığıldı¬ ğ ı k o l t u k t a n y a r ı m saat d o ğ r u l a m a m ı ş . A y ı l d ı k t a n s o n ¬ ra kaymakam — şöyle diyesiymiş: B e n b a ş k a m e m u r l a r a hiç b e n z e m e m . Bu va¬ l i , b e n i d e b a ş k a l a r ı g i b i bilir d e h a ş l a m a y a k a l k a r s a , b e n b u h e r i f i ç i v i l e r i m . İşte b e n i m k o r k u m b u . . . Evet, kar, k o r k u n u n ç e ş i d i var. kimi yiğitliğinden... Tuuu... der, k o r k u d a n kor¬ Kaymakam da, Korkum şu ki, dürsem gerek... Kimi, dalaşırsa bu valiyi ö l - d e r , ç e n e k e m i k l e r i z a n g ı r zangır e ¬ elleri ayakları tirtir t i t r e r m i ş . Yiğidin korkusu böyle oluyor, demek. Kaymakam teni söyledi. da yapılacak. Esasında lediyenin vazifesi... Çiftverenoğlu , Belediye Tören için bu Hamza B i z i m her bir iş, Reisini her b i r çağırıp kaymakamlığın O zaman da olanı bi¬ hazırlık b i r t a m a m değil, Belediye Be¬ Reisimiz Bey. hazırlığımız eskidenberi tamam. Kim gelirse gelsin... Hazırlıklarımız Belediyenin' am¬ barında duruyor. Bayram mayram, tören mören oldu muydu, hemen Belediyenin ambarından eskiden kal¬ ma hazırlıklarımızı çıkarır, alana kurarız. Gene öyle yaptık. Ambardan direkleri, boyalı tahtaları, kontr¬ plâkları, bayrakları, Cumhuriyetin Onuncu Yılından kalma yazılı bezleri, her bişeyi çıkardık. ' Postanenin önüne tâk'ı diktik. Otelci Satılmış Bey, partinin idare heyetindendir, dedi k i : — Arkadaşlar, gelin siz, Zübükzâde İbraam Bey'i de bu işe bulaştıralım. Bu tören provasının ha¬ zırlığında o da bulunsun. Onun da f i k r i alınmış olsun. Siz onun ne nâmert olduğunu bilmezsiniz. Biz simdik bu herifi bu işe karıştırmazsak, «Vaaay; beni adam yerine koymadılar. Bana akıl danışmadılar» diye kı¬ zar, başjmıza olmadık işler açar. ı Belediye Reisi Çiftverenoğlu Hamza, Zübükzâde'ye düşman ki, eline fırsat geçirse, bir kaşık suda boğacak zavallı Zübük'ü. Satılmış Bey'in sözüne alı¬ nıp, \ — Ben bugüne bugün, buranın bir Belediye Re¬ isiyim efendi, dedi, bu memleket kaymakamla ben¬ den sorulur. Bu Zübükzâde de neyin nesi, kimin fe¬ si? Ondan ne akıl danışacakmışım... Bir resmî sıfatı mı var? Aklı Evvel Bedir Hoca da, Zübükzâde'nin düş¬ manı ama, Belediye Reisinin bu -sözüne pek içerledi: «Bu memleket kaymakamla benden sorulur» ne de¬ mek? Bu nasıl ipe sapa gelmez bir söz? Bu memle¬ kette bir de Partinin ilçe başkanı yo.k mu? Bedir Ho¬ ca, bunca savaşmadan sonra boşuna mı parti başka¬ nı olmuş? Ulan bu Çiftverenoğlu Hamza, kendinden başkasını bostan korkuluğu mu sanıyor... Dur sen Çiftverenoğlu, dur s e n . . , Her bir işin bir sırasıVar... » Hamza Bey'in «Zübükzâde'den akıl mı danışaca¬ ğız?» demesi üzerine,' Otelci Satılmış Bey, başını eğip, — Sen bilirsin, deyince kavga olmazmış, ben¬ den söylemesi... dedi, kesti, attı. Bizim burda böyle tören mören işlerini, bir Me¬ mat Çavuş var, o yapar. Tâk'ı yapan da o. Her ne¬ dense bitürlü anlaşılmaz, bu Memet Çavuş'la Ge dikli Ihsan'ın araları açık. Memet Çavuş, Sultan Re¬ şat zamanında orduda çavuşluk yapmış bir babayiğit. Padişah çavuşu- olduğundan, bitürlü Gedikli İhsan Efendi'yi çekemiyor. Onun da derdi günü onunla. Gedikli İhsan, Memet Çavuş'un yaptığı tâk'a baktı baktı'da, : — Hemşeriler,. dedi, gelin biz bu direklere birer payanda vuralım:.. İhtiyatlı olmak her zaman için iyi¬ dir.- "•: Mehmet Çavuş kızdı : . — Git işine heyri, payanda da n'oiacakmış? — Aman öyle deme, Memet Çavuş, yıkılır mıkılır da... — Yahu İhsan Efendi, hiç işin yok. Cumhuriye¬ tin Onuncu Yılından bu yana ne oldu? Yirmi yıl mı? Efendi, yirmi yıldır bu direklerle işte bu gördüğün ..tâk'ı kurarız. Şimdiyecek bir şey olmadı da simdik mi olacakmış? — öyle d e m e ! Olmaz olmaz da bir bakarsın, tersliktir, oluverir. Hükümet erkânı b u . . . Biri nutuk çekerken tâk üstüne çöküverir, herif odunların altın¬ da rezilir maazallah. — Aman İhsan Efendi, sen bizi temelli avanak belledin. Evet, çok tesirli nutuk atanlar var. Bizim bu¬ ra nutkuna, hiçbir vakit benzemez. Velâkin, hiçbir n u t u k , d i r e ğ i d e v i r m e z . Yahu n u t u k m u atıyor, t o p m u atıyor? Benim o zaman bir aslan y a t a r d e m i ş l e r . Yiğit y ü r e ğ i aslan na gelince, bozuktu. Gedikli ğinde Gedikli niyeti kadar, Efendinin fesi... de anlayabildiğim İhsan Her y i ğ i d i n y ü r e ¬ ka¬ İhsan e m e k l i y e ayrılıp d a b a b a y u r d u ¬ kendini bizden y ü k s e k görüp, belediye r e i s l i ğ i n e n i y e t l e n m i ş b e s b e l l i . M e m e t Ç a v u ş d a , reis Hamza Bey'in adamı o l d u ğ u n d a n , b a l t a l a m a ğ a çalışıyor. lan d a v u r d u r d u k . — Ben Dediği Arkasından d i y e r e k payanda? bir i ş d a h a ç ı k a r d ı : büyük yerlerde çok bulundum. Bir t â k d ü n y a d a y e t m e z , — her bir lâfında o n u olsun Aman heyri, icat ç ı k a r m a durduğun H e r b i r y e r i n k e n d i n e , g ö r e t â k ' ı olur. y e r . Aslını s o r a r s a n , Bilirim. ille iki t â k o l a c a k . . . yecde. B u r a k ü ç ü k bir b i z i m b u r a y a bir t â k bile ç o k y a . Bir k e r e â d e t o l m u ş d i y e „ b i r t a n e y a p ı y o r u z . A y r ı d a n , b u d a b i z d e n g i t s i n d i y e elimizi b o l t u t u p p a y a n d a l a ¬ rı da k o y d u k . — Eee, d a h a ne? Olmaz M e m e t Ç a v u ş , olmaz. S e n i n t â k de¬ d i ğ i n c e n a b e t k u r u l d u ğ u y e r i n b ü y ü k l ü ğ ü n e g ö r e de¬ ğil, oraya g e l e c e k herifin Evet, şimdiyecek burada b ü y ü k l ü ğ ü n e g ö r e yapılır. bir t â k y a p ı l m ı ş . kara'dan bir gelen olmamış. ri g e l m e m i ş . T â k d e m e k , tâk olacak ki, kapı d e m e k . — Vay, dedi, Ankara'nın tâk deliği öyleyse iki taklardan Gedikli bi¬ En azından iki b i r i n d e n g i r i l e , b i r i n d e n çıkıla... T ü c c a r d a n Emin E f e n d i , diye, Fakat An¬ Hükümet erkânından yâni d e ğ i l üç, çıka şimdi vükelâsı bulamazlar, çıka ihsan bunu duyunca, hep üç burda bir t e k t â k var girerler de mı çıkacak kalırlar? Aman değil, dört tâk yapalım ki, savuşup Efendi, bizde ordan gitsinler. — Evet ö y l e d i r , d e d i , . k a s a b a n ı n b i r b i r çıkışında — — iki y e r d e t â k k u r u l a c a k . Allah Allah... . hem girilir, girişinde, Bizim bildiğimiz, bir kapıdan h e m çıkılır. öyle mi belledin sen. Büyük a d a m sen ben g i b i d e ğ i l . Bir o t u r d u l a r m ı o t u r u l a n y e r d e n kalkmaz¬ lar. Bir k a p ı d a n g i r d i l e r m i , g i r d i k l e r i k a p ı d a n bir da¬ ha, öldür Allah, çıkmazlar. — Anladım, Usûl b ö y l e . . . hemşerjler, anladım. Yahu bunlar, tâk'ın b i r i n d e n i ç e r i k a s a b a y a g i r d i l e r d e ğ i l m i , gene g i r d i k l e r i k a p ı d a n çıksalar, t e r s yüzü d ö n ü p g e r i git¬ m e l e r i i c a b e d e r . ö y l e d e ğ i l mi? B u n l a r g e l m i ş k i , b u ¬ raya uğrayıp, naklar, burdan bunu da vilâyete gitsinler. Hey ava¬ anlamadınız... Olur. İki t â k y a p a l ı m . Lâkin k e r e s t e y i n e r d e n b u l ¬ malı? O t e l c i Satılmış Bey, o sırada o t e l c i d e ğ i l , cı... nun han¬ Hanının b i r ahırını y ı k m ı ş ki y e n i d e n o n a r a . . . O¬ ahırında d i r e k l e r var. D a ğ l a r d a n d ö r t kağnı y ü k ü s ü p ü r g e o t u y l a , dere b o y u n d a n d a kamış g e t i r t t i k . Bizim b u r d a , g ö r d ü n y a , y e ş i l l i k , o t , ç i ç e k n e y o k . . . S ü p ü r g e o t l a r ı n ı , kamışla¬ rı güzelce tâk direklerine sardık sarmaladık. Belediye bayramından ambarında, Cumhuriyetin k a l m a yazılı b e z l e r i m i z var. s a n d ı k t a n yazılı bezleri de çıkardık. Onuncu Yıl Ambardaki Sandıkta dura d u r a , sıçanlar b e z l e r i n b i r - i k i y e r i n i d i t m i ş . A m a uzak¬ tan s ı ç a n y e n i k l e r i larını dik. lanın Bu yazılı ortasına koyduk. Lâkin tümsekli... Bir yanı a ş a ğ ı , üstüne yeşil uç¬ K ü r s ü y ü de a¬ o zaman Kürsü kürsüyü örtüsünü alan şimdiki bir t ü r l ü d ü z dur¬ bir yanı y u k a r ı . . . a l ç a k yanına bir t a k o z s o k u p Kürsünün bezleri, b o y u n a g e n i ş l e m e s i n e ger¬ B a y r a k l a r l a her bir y a n ı d o n a t t ı k . g i b i düz d e ğ i l , maz. hiç bellisiz. iplere bağlayıp, yol de M e m e t Çavuş, düz d u r d u r d u . ö r t ü n c e , Yunus B a b a yatırının s a n d u k a s ı n a benzerdi. Bardağı, sürahi¬ yi de kürsünün üstüne koyduk. Ortaokul M ü d ü r ü de ç o c u k l a r ı alana d i z d i . Hıdırlık'ta b i z i m bir d e t o p u m u z var. Ramazanda, b a y r a m d a o t o p atılır. T o p u M e h m e t Ç a v u ş atar. Sul¬ tan Reşat z a m a n ı n d a t o p ç u ç a v u ş u y m u ş . T o p d a ha¬ zırlandı. Bir de Berber — Yahu, Bizim davul z u r n a takımımız var. Hakkı, bunlara şimdi" kurban da haberimiz y o k ; d e d i k o d u yapılır d i y e , Hakkı'ya kendisi ister... Osman, dedi. kendi söylemez de, için Berber söyletirmiş. Hamza — Kasap Bey, iyi ö y l e y s e , bir k o y u n k e s e l i m , d e d i . Bunun — üzerine Kasap Osman, Ben kasap o l d u ğ u m d a n bir koyun k e s m e k ayıp o l u r , bamıza h ü k ü m e t t e n bana s ö z d ü ş m e z y a , dedi, b i l d i k bileli kasa¬ bir b ü y ü k g e l m e m i ş . B u , i l k ge¬ l i ş l e r i . . . Ş i m d i d e k u r b a n d i y e k o y u n k e s t i k mi,, ba¬ y a ğ ı h a k a r e t ' sayılır. B ü y ü ğ e h a k a r e t d e d i k l e r i işte b u ; kanunda bile; yeri varmış, mızdaki kazaya g i d i l m i ş , derler. orada iki Geçenlerde, koç kurban yanı¬ kes¬ mişler. • Hamza Bey, — - İyi y a , ö y l e y s e biz üç k e s e l i m , d e d i . Kasap Osman, ; —...Ben k a r ı ş m a m , d e d i ; , k a s a p o l d u ğ u m d a n bana söz düşmez ya... Bir y e r e h ü k ü m e t t e n b i r i g e l d i miy¬ d i , gelen büyüğün van b ü y ü k l ü ğ ü n e g ö r e b ü y ü k bir hay¬ kesmek icabeder. — İyi i ş t e . . . üç k o ç , d e d i k . — K o ç ne — ö k ü z mü ki? A n k a r a ' n ı n kessek. büyüğüne... Evet, öküz iyidir. Lâkin kurbanın parası belediyeden "çıkacaksa, yandık. Her neyse, öküz kurban e d e l i m de nam olsun... " — B e n d e n s ö y l e m e s i . . . Yine siz b i l i r s i n i z , de az gelir bana Deve kesmek hayvan. kalsa. öküz Ankara'dan teşrif ediyorlar. i c a b e d e r aslında. Deve, mübarek bir Sevabı da o n c a b ü y ü k olur. A m m a deve b u - lunmazmış. Biz d e b i r c a m u s k e s e r i z . Ne dersiniz bu akla?.. — İyi... Camus kurban etmeli de kazamızın şe¬ refini kurtarmalı... — Demek, — O belediyenin b ü t ç e s i sıfırı t ü k e t e c e k . nasıl u y g u n s u z söz!.. Biz a t a d a n , ebeden, d e d e d e n , b ö y l e g ö r m ü ş ü z . G ö r e n e k l e r i m i z i h e p unut¬ t u k mu? Konuk geldi mi ağırlanacak... Konuksever¬ lik bize v e r g i . . . — Evet, bu söz d o ğ r u d u r . tavuk esirgememeli. kazamıza Bu konacaklar. Kaz büyükler, Bizim ban* e t t i ğ i m i z i g ö r e c e k l e r . gelecek yerden Ankara'dan kendilerine kalkıp camus kur¬ Kör değil ya bunlar heyri, a y a k l a r ı d i b i n d e sel o l u p c a m u s kanı a k a c a k . . . Bun¬ l a r d a i n s a n . Bizim k e n d i l e r i n e c a m u s k u r b a n e t t i ğ i m i ¬ zi görünce hamiyete gelecekler. Ondan sonra gayri iste de i s t e . . . Yol iste, f a b r i k a iste, m e s e l â b a r a j is¬ te... para iste... Belediyenin bütçesini kendi lım, insanlığımızı göster, konukseverliğimizi camusu kurban edelim de gerisi lOnlar da büyükse, ler: gösterip Biz, yapa¬ o n l a r a kalmış. büyüklüğünü gösterir. Ne demiş¬ « M ü r ü v v e t e endaze olmaz...» Hiçbir eksiksiz kaymakam teftişe her işi geldi; Vah tamam zavallı..:. ettikten sonra, Isıtma tutmuş g i b i h e r f c a ğ z tirtir titriyor, çene birbirine vuruyor. Ben d u y m a d ı m . Yanındaki nöbeti kemikleri kayma¬ k a m k â t i b i Rıza B e y ' e d e r m i ş k i : — B u vali o l a c a k a l ç a k , beni de başkaları gibi beller de ileri-geri lâf etmeğe kalkarsa, ben bu valiyi haklarım ya... Elim kana bulanacak, korkum bu, baş¬ ka d e ğ i l . . . Kaymakam bizim tekmil hazırlığımızı beğendi. Hemen valiye, «teftişe hazırız efendim» diye telefon etmiş. Vali de, — öyleyse peki. Yarın gelip bir g ö r e c e ğ i m . . . demiş. Her iş yolunda da, yalnız bir eksiğimiz var; o da Zübükzâde. Otelci Satılmış Bey'in yerden göğe hak¬ kı var. Herif oturup kalkıp, — Hemşeriler, diyor, bu Zübükzâde denen na¬ mussuz başımıza bir çorap örecek ki, bizi maskaraya döndürüp dillere düşürecek. Bu herifin bunca zaman¬ dır ortadan yok olması neden? Vali gelecek deniyor. Neden bu Zübükzâde namerdi görünmüyor? Helbet var bir düşündüğü domuzluk. .Gelin, onu da şu işe karıştıralım, bulaştıralım, dedim. Dinlemediniz. Bakın görelim, altından bunun ne Ali Cengiz oyunu çıkar¬ tacak... Devrisi? gün oldu. H ü k ü m e t i / p a r t i s i , belediyesi, hep tören yerinde toplandık erkenden... Zurnacı ç i n gen Hüsin'le davulcu Topal Veysel, İzmir marşını bi¬ t i r i p , Sivastopol marşını vuruyor, Sivastopol marşın¬ dan «üsküdara giderken» i tutturuyor. Müdür başla¬ rında, ortaokulun çocukları da sıralanmış alana... Va¬ liyi bekliyoruz. Kaymakama baktım, dizleri titriyor ga¬ ribin. Valinin otomobilini: uzaktan gelirken göreceğim diye sıçrayıp sıçrayıp duruyor. Kurbanlık camusu * kürsünün dibine getirmişler. Mübarek.hayvanın'ayağının bağ ipi, gözünün bağ be¬ zi hep hazır. Kasap Osman da elindeki kasap bıçağı¬ nı masada vurup vurup biliyor. Bir yandan, da Aklr Evvel Bedir Hoca ile birlikte tekbir getiriyorlar. Vali gelince kurban pılıyor. nızı Vali kesilecek de şimdiden «Hiçbir a k s a k l ı k göreceğim» demiş ya, d e n e m e s i ya¬ istemem. biz de Tüm hazırlığı¬ kurbanlık camusu bile t ö r e n yerine g e t i r d i k . Valinin namı bize k o r k u s a l m ı ş , hiç s o r m a . . . bizi bırak, c a m u s t i t r i y o r k o r k u d a n . beklerken, kopmuş, bir d e yel baktık, Tabansız Ş ü k r ü olmuş geliyor. Hıdırlık'tan Soluya fosurdaya t e k b i r g e t i r m e k t e o l a n Aklı Evvel Sen Biz b ö y l e c e v a l i y i geldi, B e d i r Höca'nın ö¬ nünde d u r d u : — kaç Hoca Emmi, M e m e t Çavuş soruyor. p â r e t o p atılacağını Çavuş, «Aman» diyor, Diyor ki, bana söylemediler. «yanlış bir iş Memet yaparız da vali paşamız g a z a b a g e l i r . Kaç p â r e t o p a t ı l a c a k s a . . . lesinler» Bak sen diğin söy¬ diyor. kadar. şu Memet Senin, Çavuş'a... Yahu, at atabil¬ Hıdırlık d o r u ğ u n d a n attığın t o p u n sayısını k i m t u t a c a k . . . Barutu b a y r a m l a r a kalsın d a , ne kadar atarsan at k a r d e ş i m ; senin ferasetine sında «Kaç mızj kalmış idareli bir i ş . . . p â r e t o p atılacak?» büsbütün Şu Oğlan, işin ara¬ aklı- Bunun cevabı Aklı Evvel kaymakama baktı. Çiftverenoğlu Hamza heyri? M e m e t Çavuş Bedir Hoca, Reisi kadar k a r ı ş t ı r m a n ı n y e r i v a r mı Tabansız Ş ü k r ü gelecek diye s o r u p da, t o p atılacağını s o r u y o r » d e y i n c e , kıştı. kullan, «Kaç pâre h e r k e s b i r b i r i n e ba¬ Bedir Hoca'ya Kaymakam, Beye baktı. düşer. Belediye Hamza Bey, t ü c c a r d a n Emin E f e n d i y e , o da bana b a k t ı . S o n r a h e p birbirimize bakıştık. lıkla, marşı İzmir Kaymakam ç o k kızdı. ç a l m a k t a olan z u r n a c ı O kızgın¬ Çingen Hü- sin'e, — Kes u l a n , b ü t ü n s o l u ğ u n u t ü k e t t i n . s e c i ğ e r i n i n zarı patlıyacak da.vali hazretleri Nerdeygelince zurnayı öttüremiyeceksin! diye bağırdı. S o n r a bizie> re dönüp, — Kaç p â r e top atılacak, bir b i l e n i n i z v a r mı? diye s o r d u . Benim pâre» diye aklımda her bir ş e y kalmış. nerden kalmışsa «Kırk bir — • K ı r k b i r p â r e atılsa g e r e k . . . d e d i m . Belediye Reisimiz — dedi, da, öyle, Hamza Bey, şimdilik hele kırkbir pâre âtılsın mu? Aklı Evvel b a k a l ı m n'olacak, s o n r a d ü ş ü n ü r ü z . Aklı Evvel Bedir Hoca hiç d u r u r olduğunu gösterecek: — Haşaa, dişahın tahta \ olamaz... çıkışında Kırkbir pâre t o p , a n c a k pa¬ atılır... B a k ş u k e ç i sakallı H o c a ' y a s a n k i b i l d i ğ i n d e n söyler? Ortaya, zihnimizi içinden çıkılmaz — atıp temelli karıştıracak. "— Bre e f e n d i , şimdi nerden bir l â f mi p a d i ş a h v a r mı, bunu da çıkardın? Padişah y o k s a , c u m h u r i y e t var. Hem de de¬ m o k r a t bir c u m h u r i y e t . ; . — Yahu, c u m h u r i y e t t a h t ' a mı ç ı k t ı k i , k ı r k bir pâre t o p atılsın... Bu bir de kadar iş arasında d u r u p d u r u r k e n «Pâre» belâsını... Bu al başına M e m e t Çavuş'un hiç işi y o k . B r e h o y r i , a t k a ç p â r e a t a r s a n at, sana s o r a n m ı var? •— ö y l e y s e kırk iki •—Yahu,.padişaha y u k a r ı s ı var m ı — ğiniz, p â r e atılsa d o ğ r u d u r . kırk bir pâre diyoruz. k i , s e n ş i m d i kırk iki Kırk o l s u n b i r a d e r . . . Var mı Ondan pâre d e r s i n . . . b u n a bir d i y e c e ¬ kırk p â r e o l s u n . . . : Bizden beter titreyen kaymakam, — N e r d e y s e v a l i b e y g e l i r , bırakın a f l â s e n , d e d i , kaç pâre olursa olsun canım... Kaymakam, tan, kâtibi Rıza Bey'in k u l a ğ ı n a yavaş¬ • — • .• A m a n Rıza Bey, d e d i , b u t o p işi n e r d e yazar? B u n d a n ö n c e kaç p â r e t o p atardınız? — Valla beyim, tuttuğumuz yoktu. ti ki, M e m e t Çavuş, Sultan olacağı iki... » kalmış.: ihtiyar o l d u ğ u n d a n ; bu.y. diye nasılsa Vali hazretlerinin dedik. buraya M e m e t Çavuş t o p u kaç p â r e t o p Bu çavuş¬ ramazanda, d a f u k a r a y a : bir i ş çıksın Hıdırlık t e p e s i n d e «bir, hesabını Reşat'zamanında t o p ç u etmiş bir garip Olduğu hiç' başımıza g e l m e m i ş ¬ Hıdırlık t e p e s i n d e g⬠bir kaval t o p b a y r a m d a t o p atsın de önceleri, bir vali arayıp s o r u p ö ğ r e n e l i m . vur zamanlarından luğu bundan Böyle atıldığını gelip patlattıkça, saysın, hiç ummam... — Nerde İhsan Efendi canım... s e G e d i k f i İhsan Efendi bilir. d i . Hem de g e d i k l i . . . mezse kim Gedikli B u n u b i l s e bil¬ Herif taze a s k e r d e n g e l ¬ Kaç p â r e t o p atılacağını o bil¬ bilir? İ h s a n . Efendi'yi ararız, yok... Yahu, şim¬ di burdaydı, uçtu mu bu herif? G e d i k l i İhsan E f e n d i , d ö n ü p dolaşıp, kendine miş, ortadan sonunda sıvışmış. di'yi, cami avlusundaki korkusundan, — Yarın ©ek. Aman helada s o r u l a c a ğ ı n ı sez¬ Gedikli İhsan Efen- kıstırdık. A r t ı k b i l m e m bilmem hacetinden buraya gizlenmiş: İhsan Efendi, n e r e d e y s e vali g e l e c e k . . . bir g ü n d e h ü k ü m e t t e n ileri g e l e n l e r t e ş r i f ede? Biz b u n l a r a k a ç a r p â r e t o p atacağız? Gedikli dan Ara tara, İhsan Efendi, böbürlenip/başını kendisine şöyle akıl danışıldığın¬ bir d i k t i , d e r i n d ü ş ü n c e l e r e d a l d ı . D e k i , a s k e r i y e n i n t o p p a r e s i ü s t ü n e ta¬ limnamesini gözünün önüne getirdi. O talimnamenin sayfalarını bir bir hayalleyip, bir bir çevirip yerini bulmuş gibi, — Evet, dedi, y a b a n c ı bir k ı r k b i r p â r e . . . Yabancı d e v l e t reisi gelirse bir d e v l e t g e m i s i g e l i r s e o t u z - bir p â r e . . . — — nunun Vekil Bre h e y r i , Ben size buraya gemi karadan usulü, emri böyle... vükelâ gelirse, yirmibir Ne gibi ondan — Yâni vali mali, lara da bir p â r e . . . Daha aşağısı aşağısı? kaymakam maymakam... On¬ _ B a k İhsan Yanlışlık Efendi, — Heyri, varsa, bir yanlışlık o l u r s a , günahı valiye, vardır. bir p â r e . . . Yahu n e d i r bu? D e m e k ille bir b i r i olacak»... tarmıyor? kanunda kırkbir pâre, otuzbir pâre, yirmibir pâ- re, o n b i r p â r e , lin, pâre... boynuna... — dam ka¬ otuzbir pâre. O n d a n d a aşağısı g e l i r s e . . . — — s ö y l ü y o r u m . Yâni Yabancı v a p u r a gelirse onbir pâre... vebali nizamı mı g e l e c e k ? Pazarlık e t t i n de s e r m a y e s i Şimdi b u vali gelecek. Böylesi mi bana kalsa bir p â r e t o p azdır. A m a n , yerine koymadılar diye alınır biz ş u n a o r t a l a m a b e ş - o n kur¬ namlı bir b e n i a¬ malınır d a . . \ Ge¬ p â r e t o p atıp k u r t u l a ¬ lım. Gedikli İhsan Efendi b i l g i ç l i k fırsatını eline geçir¬ m i ş k e n bırakır mı — Olmaz. kırkbirinci dinde hiç... Dahilî maddesinin a y n e n yazar, Merasim üçüncü aynen fıkrasının ikinci ben¬ b ö y l e yazar... A t ı y o r n a m u s s u z . Attığını palım. Talimatnamesinin yüz- da biliyoruz ya, Resmî k i t a p adı s ö y l e y i n c e n e ya¬ bize s u s m a k d ü ş ¬ tü, Hıdırlık d o r u ğ u n d a kaval topun başında bekle- yen Memet Çavuş'a, Tabansız Şükrü oğlanla haber uçurduk: — Vali g e l i n c e bir p â r e t o p p a t l a t a c a k , öbürleri için de onbir pâre... Tabansız Şükrü oğlanın gitmesiyle koşarak gel¬ m e s i bir o l d u : — M e m e t Çavuş e m m i m selâm etti, pârelikten başka atacak barut yok, A l l a h cezanı v e r s i n . u l a n dem bizi beş pârelikten ne demiye Vali dü. başka bende beş diyor. pâdişâh t o p ç u s u . . . barut yok, Ma¬ demindenberi birbirimize düşürürsün? o t o m o b i l i n i n t o z u d u m a n ı d a havada g ö r ü n ¬ Olduğumuz yerde tavuklar gibi eşindik. Hava d a s o ğ u k d e ğ i l y a , b e n i bir t i t r e m e aldı k i , ısıtma n ö b e t i . . . V a l i n i n o t o m o b i l i g e l d i . Ş o f ö r kapıyı a ç t ı . A r a b a ¬ dan bir kara kuru herif çıktı. t e n vali bu m u y m u ş . . . Tûh Ulan, yedi vilâyeti titre¬ bize! H e r i f t e a d a m l ı k bir hal y o k . Kara k u r u v e b o y u ç o b a n s o p a s ı n d a n kısa... Sanırsın, ç i n g e n maşasına c a n y ü r ü m ü ş d e a d a m su¬ retine bürünmüş. Arabadan iner inmez, başını havaya kaldırıp, — dersem, Bu ne? Bu ne rezalet?., d i y e b a ğ ı r d ı . Bağırdı gürledi. H e r i f t e bir s e s var, gök gürültüsü. Bu s e s , o g ü d ü k h e r i f i n n e r e s i n d e n çıkar, a n l a ş ı l m a z . Herifin bütün v ü c u d u t ü m ses olsa, memek icap eder. Bey, adamın cıgarasını y a y a k a r , herifin hiddeti sesinde. de .sadrazam haşmeti Vali a r a b a d a n rıp, Ufarak, inince, Bu ne, olsa ya yakmaz. Velâkin kıvaraksa d a , üstün¬ biz h e p b i r d e n ü s t ü n e va¬ eline uzandık. T e r s l i k bu y a , Nereye yıldırım var... lıkta, v a l i n i n yanına d ü ş m ü ş t ü m . — g e n e b ö y l e öt¬ Şuncacık bir a d a m , b e n de o k a r g a ş a ¬ Başı y u k a r d a , bu ne rezalet?., d i y e g ü r l ü y o r . baktığını da anlamadık. Başını kaldırmış b u l u t a mı Bakar, k u ş a mı? B e n yanı başında d u r d u ¬ ğ u m d a n bana, — Oku şunu! dedi. Parmağıyla, rini g ö s t e r d i . törenden b i z i m alana g e r d i ğ i m i z b e z l e r d e n törene çıkarıp mızı b e z l e r d e n b i r i . . . mı a t a c a k kâtip kadar... olmalı. bi¬ B u n c a yıldır b e l e d i y e a m b a r ı n d a d u r a n , astığımız, beyaz yazılı, kır¬ B e n i m o k u m a m y a z m a m , imza¬ Havadaki Bu valiye bezin yazısını okumaya lâf d a s ö y l e n m e z . «Okumam y o k b e y i m , b e n i m o k u m a m k e n d i m e g ö r e , bana y e t e siye... » d e s e m , h e r i f i n hiç ş a k a s ı y o k , b e n i b e l e d i y e âzalığından kaldırıp, çıkarır. Okuyacakmışım g ö z l e r i m i d e kıstım, — Benim gözlerim — beni Yanlış! mı bir dedim. diye bağırarak ileri Onuncu Yılında geçti. yazılmış o l u r m u ş ? . . Yirmi y ı l d a n a r t ı k bu bezler. bezleri reriz, k i m s e yanlışını ç ı k a r m a m ı ş d a , ş i m d i yanlış beze iteleyip, Cumhuriyetin Yanlış başımı uzaktan s e ç m e z vali b e y , zahmet, sen oku da dinliyeyim... Vali gibi, baktım, b u vali ge¬ mi buldu? —" Nerde kaymakam? Kaymakam öne geçip k a c a k mı, eğildi ki, valinin ö p e c e k m i , y o k s a ayağına hiç belli d e ğ i l . Vali mı elini sı¬ kapanacak, kaymakamın t u t m a k istediği elini havaya, k a l d ı r ı p , yazılı bezi g ö s t e r d i : — Oku şunu! "• • . K a y m a k a m bir u t a n d ı , yoksa biz, ambardan bir şey g e l d i . d i y e yazmalı k i , Şu bir u t a n d ı , . . padişahlık zamanından bir bez m i çıkarıp asmışız, öyle bir u t a n d ı , nedir? B e n i m aklıma, t ö b e , bezde bizi b u r d a n «Padişahım sürüp, ç o k yaşa!» baba ocağından edeler... G ö r d ü n mü sen? kalma • Vali, — dı? Demek, «Durmıyalım, Şu valiye bak biyol... Sonradan işi a n l a d ı k . işeriz», ö y l e mi? d e d i . İşemeyi de Fareler, daki bezleri d i t m i ş l e r d i ya... Ulan, b e z d e k i yazının yerini yiyip, ettiler. yalım, rezil düşeriz!» yazının diye Kırmızı yazılıymış. «ü» riz!», «Durmayalım, Vali, — h a r f i n i n yarısı gitmiş. işeriz!» kaymakama Oku ş u n u ! en olmayacak bezde «Durma¬ Namussuz bir b u ç u k harfini yemişler. siyle, çıkar¬ bu f a r e milleti o- kur-yazar mıydılar d a , bizi nerden belediye ambarın- «D» fareler, harfinin «Durmayalım, hep¬ düşe¬ olmuş. sertelip, d e d i bir d a h a . Kaymakam, — Durmayalım, işeriz! deyince b e n i • aldı bir gülme..., ö y l e bir b o r u s e s l i v a l i k i , h u z u r u n d a g ü l s e n g ü ¬ lünmez, a ğ l a s a n a ğ l a n m a z . — Hani çiçek? Ç i ç e k de diye Birden. bağırmaz mı? neyin nesi? •— Ç i ç e k s i z t ö r e n o l u r mu? İyi ki g e l d i m de ha¬ zırlığınızı size gördüm. Demek gelip güvenseymişim, görmeseymişim hükümet adamları gelince de rezil olacaktınız. Biz b ü t ü n Şimdi dan, bayramları, ne olacak, törenden — ç i ç e k s i z yaparız. s a y ı l m ı y a c a k mı? Çiçeksiz olmaz, zanıza g e l d i m i , törenleri çiçeksiz yapıldı diye onlar bayram¬ çiçek ister... eline ç i ç e k verilir. Bir b ü y ü k ka¬ O k u l u n kız ç o c u k ¬ ları a r a b a d a n inen b ü y ü k l e r i n e l i n e ç i ç e k l e r i t u t u ş t u ¬ racak... Vali, t ö r e n y e r i n i bir b a ş t a n bir b a ş a g e z d i , t â k ' İarı d o l a ş t ı . - Zurnacı Çlngen Hüsin, Belediye Reisi Çiftverenoğlu Hamza Bey'e, •, . — Ağa, bir hava çalalım.mı diye s o r d u . Tuu, yahu biz valinin korkusundan şaşırmışız. Vali, arabadan iner inmez, iyi bir hava vurulacaktı, davul döğülecekti de, o gürültüden valinin sesi duyulmıyacaktı. Usûl böyle... Biz, şaşırmışız, davulu zur¬ nayı unutmuşuz. Hamza Bey, — Çabuk, daha duruyor hele... Başlayın! dedi. Davul zurna takımı «Kâtibim» havasından başla maz mı? «üsküdara gider iken aldı da bir yağmur...» Canım, bu vali bizde akıl mı kodu, şaşırmıyanımız mı var? Herifler «İzmir marşı» vuracakken, şaş¬ kınlıktan «Kâtibim» şarkısı geçiyorlar. Vali, yeşil çu¬ halı kürsü dibine gelip de, adımını kürsüye atacak¬ ken «Kâtibim» şarkısı başlayınca, — Bu neee? Ulan bu ne? diye bir daha gürledi. Allah belânı versin zurnacı Çingen Hüsün!.. Se? nin hünerin bu muydu? Bir de bize «Kolordunun bando-muzıkası benim zurnanın yanında kaç para e¬ der?» diye övünür... Tu... Oldu olacak çiftetelli çal da bu vali bizi hep dama tıksın... — Ulan Çingen, ne yaptın? — Şaşırdım ağa", bu vali bende akıl mı bıraktı ki... -— Çabuk, İzmir marşına d ö n , çabuk!.. Bak, korkudan nasıl şaşırmış ki zavallı Çingen, İzmir marşı diye başlayıp, yeniden «Kâtibim» hava¬ sına dönüyor. Davulcu dersen, o, havayı büsbütün şaşırmış... Vali hazretlerini görsen Bey, Allah Allah... Besbelli herif bizi kendisiyle alay ettik sanıyor da bağırtısı göklere yükseliyor. O böylecene bağırıp du¬ rurken, Hıdırlık doruğundan top patlamaz mı?... Yal- nız/bu patlayan t o p , bizim bunca yıldır sesini bildi¬ ğimiz ramazan t o p u değil. Başka bir- t o p . . . Patır patrr arka arkaya patladığı gibi, gürlemesi de, belli ki, Alaman'ın kırkikilik t o p u . . . Yahu, biz bu padişah top¬ çusuna beş-aitı pâre t o p atılacak diye haber de gön¬ derdik. Demek Memet Çavuş, yeni valiye ustalığını göstersin diye kaval t o p u , makineli yapmış. Beş-on pâre değil, belki yüz pâre atıldı, gene de Memet Çavuş'un t o p u susmuyor. Yer-gök, t o p sesinden inli¬ yor. Yalnız biz şaşırmadık k i , vali hazretleri de şaşır¬ dı :: — Bu cayırtı nedir, ne oluyor? Susturun şunu!.. Tabansız Şükrü oğlanı bulduk. Aman oğlum Şükrü, var git şu Memet Çavuş emmine... Bu herif dellendi mi ne! Sustursun şu to¬ pu!... Şükrü oğlan, — Gidemem, dedi. — Neye? — Memet Çavuş emmim, «Ben topu patlatırken, okul avlusundan yukarı hiç kimse çıkmayacak, tehli¬ ke- var!» dedi. • Yoksa, Memet Çavuş'un padişah topçuluğu ak¬ lına geldi de, bizi hep topa tutup bitirecek mi? Da¬ vul vurur, zurna çalar, t o p patır patır patlar. Vali haz¬ retlerini .görsen, herif aslan kesilmiş, kükreyip du¬ : ruyor, ••• -w Çiftverenoğlu Hamza Bey, — Gayri olan oldu, bırakın ne olacaksa... de¬ di. Vali hazretleri, kürsüye y ö n e l d i . Aklınca nutuk kürsüsünü sınayacak. Bey, terslik geldi mi, hep üstüste... Boşuna mı «Sakınan göze çöp batar» demiş- Ier..: O zaman alan meğe de vakit yok, Çavuş, Vali kürsünün eğri bir ayağının hazretleri k ü r s ü y e kürsü yan yatmaz büğrü altına çıkarken, mı? bizim kurtarasıya, vali Ve kürsünün S ü r a h i d e k i s u d a n sı¬ ç ı r p ı n a r a k aya¬ bağırıyor ya, mangal sokmuş. da, ıslak t a v u k g i b i ğa fırladı. Barut olmuş, Gayri düzle- fırlayıp havaya g e l d i . ü s t ü n d e k i s ü r a h i kafasına i n d i . rılsıklam o l m u ş v a l i , takoz takoz Biz y e k i n i p hazretlerinin de ayakları şılmıyor. olduğundan, kürsü eğri durmasın diye M e m e t n e d e d i ğ i anla¬ yürekli kaymakama mı s ö v ü y o r , y o k s a t o p u m u z a b i r d e n . m i , hiç b e l l i d e ğ i l . . . Tam tekbir o sırada, getirmeğe bizim Aklı başlamaz Evvel Bedir mı? Yahu, B u b i z i m insanlarımız h e p d e l l e n d i ne mi, Hoca da oluyoruz? nedir? Bedir kalmadı, bir d e Hoca'ya, -—Aman baktık, sus Kasap «Ya A l l a h , Osman, hazretlerinin deyip kimseyi kesilmiyecek, camusun bıçağı Velâkin, davul vurmasından, mı!.. Biz, namından sınaması boynuna, çalmaz şaşırtmasın... kendinden değil, K a s a p O s m a n d a bilir. sından, demeğe y e r e yığılı bismillah... » Bey, A l l a h Kurban Hoca!., bu vali şaşırmışız. yapılacaktı. herif, valinin top Bunu patlama¬ gümbürtüsünden, bir d e B e d i r H o c a t e k b i r e , g i r i ş i n c e , g a y r i c o ş m u ş m u , y o k s a şaşkınlıktan musun aklını gırtlağına kasap yerine ç u k u r açılacaktı kıtılacaktı. ması kaçırmış, her neyse, bıçağını çalmış. da, camusun Bey'e — Nereye — Daha bu çukuru baktım, ca- Oysa k u r b a n kanı ç u k u r a a ¬ Biz, ş i m d i k u r b a n k e s m e y i p , yapacağımızdan Hamza mı k u r b a n sına¬ açmamıştık. dönmüş gidiyor. Efendi? kasabada durulmaz heyri, bu v a l i bizi ipe ç e k t i r i r . Ben s a v u ş u y o r u m . T a m o s ı r a d a b i r de ne b a k a l ı m , bizim Zübükzâ- d ı n d a üç kişi v a r . . . Aman dur, ö n l e r i n e k a t m ı ş k o v a l ı y o r l a r mı?' Bunlar yaklaşınca seçtik. y o k s a İbraam Evet, Biri, Bey'i " hem'de öyle... Eşref A ğ a , biri Eşref A ğ a n ı n o ğ l u , b u i k i s i n i n a r d ı n d a n s e ğ i r t e n d e İğri Nu¬ r i . . . A m a n b u n d a bir i ş var! B e n i m a n l ı y a b i l d i ğ i m , her ne sebeptense nını a l m a ğ a bükzâde üçü bir o l m u ş l a r , kastedip ardına İbraam Bey'in mış, y e r e k a p a k l a n d ı birden düşmüşler. ayaklarında türlü ğiz. göstereceğimiz Camusu Zübükzâde kurban kurban Zü- kalma¬ kazamıza t a m aksaklık yetmezmiş g i b i , ş i m d i bir d e g ö z ü ö n ü n d e c i n a y e t hazretlerine ki ca ü ç c a n avcısı Demek vali, Gördüğü Belli derman kapaklanacak. Ve üstüne çökecekler. zamanında gelmiş. Zübükzâde'nin hünerleri i ş l e n i p , vaii tamam kestiğimiz y e t m e d i , edece¬ şimdi de edilecek... Zübükzâde tören alanına girmesiyle, iki kolunu birden açtı, • — Vaay, koca vali, kazamıza vali h a z r e t l e r i n i n b o y n u n a s a r ı l d ı . hoş g e l d i n ! diye, N e r d e y s e , k a r a ku¬ r u v a l i y i k u c a ğ ı n a alıp h o p l a t a c a k . . . Yahu b u n e iş? Bizim kadar:vali hazretleri de şaşırdı, öyle şaşırdı k i , ne diyeceğini b i l e m e d i . Z a t e n ; Z ü b ü k z â d e , valinin " bişey demesine di müsaade etmiyor k i . . . B o y u n a kene¬ söylüyor: — kaldı. Hoş geldin Sizin koca vali... vilâyetimize öğrenmiştim-. Sizden Gözlerimiz yollarda geleceğinizi iyi o l m a s ı n , iyi a h b a b ı m d ı r , c a n c i ğ e r i z . . . Hadi «Vilâyetinize ç o k k ı y m e t l i tiriyorum, aman k ı y m e t i n i bilin» Biz insan Bey'den Bey gayetle Bana m e k t u p y a z m ı ş t ı . . . Mektupta, mez o l u r muyuz? Hadi bir vali t a y i n .et¬ d i y o r d u . Canım bil¬ sarrafıyız. Belli bişey işte... Böyle diyerek, kırk yıllık a h b a b ı y m ı ş g i b i , kucaklayıp valiyi ö p m e ğ e başladı. Vali de, sarılıp, bu Zü- ' cevap verip, haftasına kalmadan valiyi değiştirmiş. Gördün mü, bu valiyi tayin ettiren de Zübükzâde ibraam... Vali, şimdicik bu lâflara inansın mı, inan¬ masın mı? Ya essahsa... Ya vekile «Sevgili kardeşim Hadi» diye bir mektup daha yazıp da, valiyi apar to¬ par buradan attırırsa... t Kolkola girmiş, alanda dolaşıyorlar. O sert vali¬ n i n : de suratı değişmedi mi!.. Kızgın vali yumuşadı. Zübükzâde İbraam Beye bir şeyler anlatıp gülüyor. Kaymakam, partimizin ilçe başkanı, Belediye Re¬ isi, azalar ne, hep durmuş onlara bakıyoruz. Birden Zübükzâde İbraam, bize dönüp bağırmaya başladı. Hem de ne bağırma, valinin bağırması yanında ne ka¬ lır!.. Bu ne işmiş... «Ulan, farelerin dişlediği bezler asılır mı, görgüsüz herifler!.. Kürsünün altına takoz konulur mu a yol yordam bilmezler!» Biz böylece kalakalmışız, donmuşuz. Zübükzâde İbraam, kalabalığa şöyle bir bakındı. Hemen kayma¬ kam seğirtip de, ellerini göbek üstüne bağiayıp, — Birini mi aradınız İbraam Bey? demez m i . . . Sen şu bizim yiğit kaymakama bak biyol... — Eşref Ağa'yı gönder bana... Eyvaah, Zübükzâde, vali hazretlerinden de kuv-' vet alarak Eşref Ağa'yı bitirecek. Kaymakam candarma çavuşuna, — Eşref Ağa'yı bulun çabuk« dedi. Zübükzâde İbraam Bey, elini ileri uzatıp, şehadet parmağı ile bana «Gel, gel, böyle gel!.. » işareti yaptı. — Bana mı İbraam Bey? Ben mi? — Evet, evet, sen... Hemen s e ğ i r t t i m : — Buyur İbraam Bey!.. Bir emrin mi var? İçimden «Seni gavat seni...» diyorum 1 ya, dıştan ses edilmez k i . . . Yanında, hem de kolunda vali var. — Eşref Ağa'nın oğlu ile İğri Nuri'yi bul, çabuk buraya getir. Farenin deliğine girdilerse de b u l . . . Zavallılar kaçamamışlar da... Sürüp kovaladık¬ ları Zübükzâde gözleri önünde vali ile sarmaş dolaş olunca, bunların dizlerinin bağı çözülüp, nefesleri kesileyazmış... Korkudan hemen kendilerini takın ar kasına atıp tam sipe.r olmuşlar. Ordan, olanı biteni gözlerSermiş. üçünü de bulup çıkardık. Sudan çıkmış it gibi titriyor üçü de... Zübükzâde bunlara, — Len, şu kürsüyü kaldırın! diye emretti. Kürsüyü kaldırdılar. — Len, akşama kırdan, dağdan çiçek toplıyacaksınız. üçü de esas vaziyetine geçmiş: —* Başüstüne İbraam Bey... — Yürüyün ardımdan... Zübükzâde koluna girmiş, valiyi aldı g ö t ü r d ü . On adım arkalarından da Eşref Ağa ile oğlu bir de İğri Nuri, başları önlerinde, sırtlarında kürsüyü yüklen¬ mişler, gidiyorlar. Zübükzâde İbraam Bey, vali hazretlerini evine götürmedi mi!., ö ğ l e yemeğini orda yemişler. Artık bundan sonra bu Zübükzâde'nin önünde durulur mu? Onlar gidince, baktık Padişah topçusu Memet Çavuş da dağdan geliyor. — Bre Çavuş emmi, hani barutun yoktu da, beş pâre t o p atacaktın... Ocağı batası, bir ordu düşmanı yok edecek cephaneyi t ü k e t t i n . Onca barutu nerden buldun? Olan neymiş, kimse bilmez. Memet Çavuş'un ramazan topu tutukluk yapmamış mı? • r Topun kamasında tutukluk o l d u . —. Aman Çavuş e m m i r bu kaval" topun kaması da mı var? — Olmaz mı? Tutukluk yapınca, baktım, bir pâre bile t o p atılamıyacak. Yanıma ne olur ne olmaz di¬ yerek, ihtiyat dinamit sucukları almıştım. Patır patır patlattım dinamitleri. M e m e t Çavuş, top patlamayınca hırslanmış, mahcup da olmuş, hırsını dinamitlerden almış-. Gayri kırk pâre mi, beşyüzkırkbir pâre mi dinamit patlattı, belli d e ğ i l . . . Bizim Zübükzâde'mizde oyun çoktur Bey, onun¬ la kimse başedemez. Herif valinin ipini eline aldı da, koca bir sadrazam haşmetli valiyi,, çingen ayısı gibi oynattı d u r d u . Dünyada olmadık, görülmedik, duyul¬ madık düzen, bu Zübükzâde alçağında... PARTİYE HİZMET Çiftverenoğlu şöyle anlatıyordu: Hamzajtey r Eğri oturup, doğru konuşalım; bu bizim insanla¬ rımızın hepsinin aklını toplasan, bir şu Zübükzâde al¬ çağının aklının ucu olmaz. Herifte şeytanlık var ki, dünyayı parmağının ucunda oynatır. Bir tarihte, Aklı Evvel Bedir Hoca, bizim partinin ilçe- başkanıyken, vilâyete gitmiş. Vilâyette partiden arkadaşlarla görüşüp konuşuyor. Hoş geldin, hoş giitinden sonra, vilâyet partilileri bizim Aklı Evvel Hoca'yı adam y e r i n e . k o y u p lokantaya götürmüşler: Aklı Evvel Hoca'mız dini bütün olduğundan herkesin için- e f e i ç m e z . O n l a r r a k ı , ş a r a p i ç e r k e n bfzim H o c a d a s u içmiş lokantada. dönüp dolaşıp Surdan partiye burdan hizmet konuşulurken söz işine g e l m i ş . vel Hoca! partimize candan ve kalpten ve nasıl olduğumuzu anlatmış. B u n u n bağlı yet başkanı, içkiyi çok Aklı Ev¬ de ruhen ü z e r i n e vil⬠kaçırdığından olacak, içini dökmüş: — şöyle Sizin hiçbiriniz bağlıyız, böyle adam değilsiniz. Partimize bağlıyız d i y e atıp tutarsınız. He¬ pinizi t o p l a s a m , b i r Z ü b ü k z â d e İ b r a a m B e y ' i n p a b u c u olamazsınız. kişi o l s a , Benim elimde,'Zübükzâde gibi daha beş b u v i l â y e t sınılan i ç i n d e y ü z yıl g e ç s e , mu¬ h a l i f l e r e bir t e k o y k a p t ı r m a m . L â f a g e l d i m i , önünüz¬ de durulmaz. • Şu partiye ne hizmetiniz geçti? Bizim h i z m e t i m i z g e ç m e d i d e , Z ü b ü k z â d e ' n i n ne hizmeti g e ç t i . — Herif b u r d a y o k s a , Allah'ı var. Onun meti saymakla bitmez. Açık konuşalım. bize hiz¬ Hoca, hem de a d a m , n e s e n i n g i b i i l ç e n i n b a ş k a n ı , n e B e l e d i y e Re isi... Herif A l l a h y o l u n a , Onun b i t e k h i z m e t i y e t e r yalnız. parti K a d i r E f e n d i alçağını a l l e m edj.p u ğ r u n a kılıç sallıyor. Şu dinsiz Muhalif k a l l e m e d i p d e so¬ n u n d a a m a n a d ü ş ü r m e k , .«Ben e t t i m , siz e t m e y i n , a¬ man b e n i mek, de partinize kabul edin» d i y e dize getir¬ ne demek? Hoca, bu Muhalif Kadir Efendi, dür Allah muhaliflikten d ö n e r miydi? Kıtır kıtır k e s s e n , d e r i s i n i y ü z s e n v e g ö z l e r i n e mil ç e k s e n , haliflikten yanabildi dönmezdi. Ama Zübükzâde'nin mi? Size o n c a d e d i k ; d i r Efendi'yi h a k y o l u n a g e t i r i n . . . birliği bozuyor, dedik. çe, burda muhalefetin mı, d e m e d i k mi? bükzâde, Allah ulan şu k ö k ü kazınmaz, olsun, mu¬ diline da¬ Muhalif Ka¬ M e m l e k e t t e k i millî O k a r a yılanın başı e z i l m e d i k dedik. Hanginiz b e c e r e b i l d i n i z ? razı öl¬ herifi kırk yıllık azılı Ama Yalan Zü- bîr m u h a l i f i mum etti ve de Ankara'ya «Bendeniz, katları anlayarak d o ğ r u y o l u t i m , ellerinizden öperim. buldum. Allah sizi nihayet haki- P a r t i n i z e geç¬ başımızdan eksik etmesin, dünya d u r d u k ç a durun» diye telgraf çektir¬ d i , ö y l e mi? Aklı Evvel Bedir Hoca, başına ş a p l a ğ ı bunları d i n l e d i k ç e , kendi indirir, Eyvaaah, eyvaaah.... D e m e k Yekdâne, diye Dürdâne, ünnermiş. Güldâne kızların ba¬ şına g e l e n l e r h e p , Z ü b ü k z â d e İ b r a a m B e y ' i n p a r t i m i z e hizmeti değil miymiş... Z ü b ü k z â d e , partiye hizmet di¬ y e r e k g a y r e t e g e l i p , b u n c a yılın kaşarlı m u h a l i f i K a d i r Efendinin fendi, * bütün sülâlesini elinden geçirmiş. Kadr'e- m u h a l i f l i k t e n d ö n m e s i n d e n e halt etsin? İşin a s l ı ; v i l â y e t t e k i p a r t i m e r k e z i n d e , bizim Z ü bük, — Benim, demiş, parti uğruna yapmayacağım yoktur. — öyleyse, Muhalif Kadir k i , senin yiğitliğini anlıyalım... Kadir Efendi de d ö n e r s e , bir kimse kalmaz. mernişler mi? yoksa de Sonunda Kadir Efendi, mi, Hem Efendiyi d a h a d ö n m i y e c e k hiç¬ bir z i y a f e t i n e Zübükzâde ü ç kızının partiye sok demişler. da b u n c a yıllık m u h a l i f l i k bahse bahsi gir- kazanmış. namusunun gittiğine namının pislendiği¬ ne mi yansın?. Varını y o ğ u n u d ö k m ü ş ki,* b i l e ğ i n e kuv¬ vetli birini bula d a , Zübük rezilinin canını ortadan k a l d ı r t a . . . O sıra, İğri N u r i de y e n i h a p i s t e n çıkıp sı¬ laya g e l i n c e «Aman İğri Nuri o ğ l u m , seni g ö n d e r d i » d i y e itin e l i n e ayağına v a r m ı ş . ş e n yılana sarılır, rı k a p ı n c a , iğri Nuri, bana Allah Derıize d ü ¬ Kadir Efendiden parala¬ aklı sıra h e m Z ü b ü k z â d e ' y i b a ş k a s ı n a ge¬ b e r t t i r e c e k , h e m d e k e n d i t e r e y a ğ ı n d a n kıl ç e k e r g i b i pislikten sıyrılacak. Eşref Ağa'yı dinlesen de olanları öğrensen... di¬ lini yutarsın. Eşref Ağa; oğlu, iğri Nuri, silâhlanıp çık¬ mışlar. Zavallı Eşref Ağa yanıyor: * — Benim oğlana dedim ki, biz bu Zübükzâde'yi evinde bastırırsak, bize bir oyun eder, silâhlarımızı elimizden gönül rızamızla teslim aldıktan başka, otur¬ tur bizi önüne de, nah şu bıyıklarımızı da kökünden kazıtır, bizi hamam oğlanına döndürür. Daha bu mem¬ lekette yaşayamayız. Ondaki büyülü dil bizi büyüler. O n d a n . ö t ü r ü , evinde bastırmıyalım. Bunu tenhada kıstıralım. Ve ağzını açmıya fırsat vermeyelim. Ağzını açtı mı, kellesini gövdesinden ayıralım. Böylece kararlaştırdık. İğri N u r i , , — Biz bunu muhalif parti binasının kapısında vurmalıyız ki, işe siyaset karışsın da bizden şüphe¬ lenmesinler, muhalifler vurdu bilsinler, dedi. İyi akıl. Karanlık bastı. Muhalif partinin önünde kaptıkaçtı duruyor. Biz kaptıkaçtının arkasında pusu¬ ya girdik. Bekleriz, bekleriz,'evinden çıkmaz. Herif iş¬ killendi mi nedir... Gecenin ayazı bastı. Benim oğlan, kara sevdaya clüştüğündenberi iğne iplik. Ayaz vu¬ runca, fakirin çeneleri takırdamağa başladı. — Sabah ola hayrola, gelin bu hayırlı işi gün¬ düz gözüyle yapalım, dedim. Benim fakir oğlan çeneleri takırdayarak, — Beni burdan Zaloğlu Rüstem Pehlivan sökemez. İsterseniz siz g i d i n . . . dedi. İğri Nuri de, — Demir tavında dövülür, işe bulaşmışken bi¬ tirmeliyiz... dedi. Onun niyeti, karanlıkta işi bitirip, gün ışımadan savuşmakmış. Soğuktan buyduk. — ö y l e y s e , gelin şu kaptıkaçtının içine pusula- nalım..'. d e d i m . Kaptıkaçtının camı kırık p e n c e r e s i n d e n n i m o ğ l a n ı a t t ı m . Biz d e g i r d i k i ç e r i Nuri : be \ — • olur, içeri p u s u l a n d ı k . İğri Biz Z ü b ü k z â d e ' y i b i r kurşunla,değişsek gelin bu dürzünün derisini yüzmiyelim de, dan geçerken kurşunluyalım... Benim fakir oğlan iyi sur¬ dedi. dinlemez. Çeneleri takırdaya- rak, — Olmaz! d e d i . Onun niyeti Zübükzâde'nin önüne ecel kilerek:' — ğı olup di¬ • A l , bu Yekdânem için, namussuz! d e y i p bıça¬ saplıyacak. — A l , b u D ü r d â n e m için n a m u s s u z ! d e y i p - b ı ç a ğ ı sallayacak. — Al, n bu barsaklarını mu, için namussuz! deyip avucuna dökecek. Oğlanımın derdiyle da Güldânem yüreği ç o k zebun konuşuyor ya, düştüğünden, fakirim bıçağı sevda bir s o k t u bir daha d ö n d ü r ü p çıkaracağı ş ü p h e l i . . . — Ben, alayım, Gayri çıkmadı, uyuya diyor, yüreğimin s o n r a siz k e n d i bilmem, Zübükzâde gece y o k s a biz k a p t ı k a ç t ı d a kaldık da, medik... — üç acısının onu işte, evinden soğuktan önümüzden geçerken Bir d e g ö z ü m ü z ü İyi hıncını bir hesabınızı g ö r ü n . baba sözü açtık, gün dinlemeli. hiç mi büzülüp mi gör¬ ısınmış. Hayırlısı, gün¬ düz g ö z ü y l e d e m e m i ş m i y d i m , t a m a m . . . Ş i m d i b u r d a a geçer... Evet, iki karış «Dünyayı İbraam evden havada, çıktı. kabararak İki kolu, salına ben yarattım» d i y o r hâşâ... gövdesinden salına geliyor. B e n i m f a k i r o.ğ- ian hoplamaslyle, davrandım. — Aman kandırır... bunun önünü oğlum, diye Bunu dememeliymişim. «Yanclım miyeceğimizi — den ben ağzını a ç m a y a f ı r s a t v e r m e , Vur saldırmayı! duyunca, kesüVArdından Oğlana, Allah!» İbraam benim demesine kaçırdınız mı, kurtulursa, aman bizi sözümü bile f ı r s a t v e r - anlayıp, t a b a n l a r ı y a ğ l a d ı . Eyvaah, bizi bağırdım. tuu... İğri N u r i , Bu herif elimiz¬ barındırmaz!: d i y e bağıra¬ rak y ü r ü d ü . Zübükzâde İbraam'ın ardına düştük.. Dağa vursa iyiydi y a , k a s a b a n ı n içine d o ğ r u l d u . H e m a r d ı n d a n : k o şuyoruz, — hem İğri N u r i , Aman, d i y o r , a r t ı k iş işten g e ç t i , gizlisi k a l m a d ı . Cami içine de kaçsa bu işin bir herifi v u r m a k farz oldu.: Zübükzâde kaçar, hazır, biz eteğine yetişsem, koşarız... Elimde ensesinden Bir d e herif a l a n a g i r m e z m i , bıçak saplıyacağım: kalabalığın içine daldı. Dalmasıyla, — Vaay, kollarına duğu koca vali... atıldı. Adını diyerek, duyanın bir v a l i y i «Hoş g e l d i n vali ısıtma hazretlerinin nöbetine tutul¬ k a r d e ş i m . Gözlerimiz yol¬ larda kaldı» d i y e k u c a k l a m a k n e d e m e k ? B e n i m e l i m ¬ den , bıçak düşmüş. boğazından İğri N u r i d e r s e n e l i n d e k i b ı ç a ğ ı , hır hır kan a k a n c a m u s u n önüne fırlatmış ki, candarma, — U l a n , o ne? d i y e s o r a r s a , . — Kurbanı keserken yardıma geldim... Kasap bıçağı Osman emmime diyecek: Benim f a k i r o ğ l a n , valiyi laşmış, ;•>* ne yaptığını g ö r ü n c e eli ayağı do¬ hiç b i l m i y o r . Biz y a n d ı k a ğ a , biz y a n d ı k . . . H e m e n a k ı ! e t t i m d e , b e n i m o ğ l a n ¬ l a . İğri N u r i ' y i b i r y a n a ç e k t i m . — Aman hep birden, «Yaşasın vali babamız, ya¬ şasın vali» diye bağıralım... dedim. Ben nağrayı saldım: — Yaşasın vali babamız, yaşasın milletimiz, ya¬ şasın cumhuriyet, yaşasın demokrasi!... Fakat benim oğlanın koşmaktan soluğu kesilmiş, ağzı açılıyor, sesi çıkmıyor. Davul gümbürtüsünden, zurna sesinden, Hıdırlıktaki topun patlamasından, Be¬ dir Hoca'nın tekbir getirmesinden, benim nağram da¬ vulcu osuruğu gibi duyulmaz olmuş. Bağırıyorum, na¬ sıl bir g ö r s e n , korku bağırması birader... Korku yü¬ reğimi sarmış. İğri Nuri, — Aman Eşref Ağa, nağra vurmanın,sırası değil, gel şuraya bir yere saklanalım. Bu Zübükzâde koca bir valiye enseye tokat; sırta şaplak, şakalaşacak ka¬ dar yakın arkadaşsa, bizi şu tören yerinde hazır ka¬ labalık varken ipe çektirir de, leşimizi camus ölüsü¬ nün yanına atar. Aman, b i n y e r bulup gizlenelim... dedi. Bizde akıl kalmamış. Tâk'ın ardına yattık. Bizi ordan candarmalar bulup çıkardı. Eyvaah... Benim fakir oğlan, candarmanın önünde hamam kese bezi¬ ne dönmüş. Bizi Zübükzâde İbraam Bey'in huzuruna çıkardılar. Vali ile ikisi kolkola... Vali hazretlerinin suratı kan içinde olduğundan, herife başka bir cel⬠det de gelmiş; sanırsın yüz kâfir kellesi uçurmuş zor¬ lu bir yeniçeri ağası... Ben hemen Zübükzâde İbraam Bey'in ayaklarına kapandım, İğri Nuri tüm yere serilip uzanmış. Zübükzâde İbraam Bey, kundurasının burnuyla dürtüp, — Kalk len gavat,-yüklenin şu k ü r s ü y ü , . , dedi. — Başüstüne İbraam Bey... İbraam Bey, valiye, — İşte gördün ya, dedi, ben buranın muhalifleri¬ ni hep böyle bir bir ayağımın altında ezeceğim, birli¬ ğimizi bozan bu hayınlan'ya hak yoluna getiririm, ya tahta kehlesi gibi e z e r i m . Tövbe estağfurullah, yahu bizim neremiz muha¬ lif? Allah korusun, bu yaşa gelmişiz, vatana, devlete, hükümete, millete, cumhuriyete ve bayrağa karşı hiç¬ bir muhalifliğimiz görülmemiş... Ama herifin önünde dize gelmişiz, ses edilir mi? Kundurasının burnuyla d ü r t ü p , — Kalkın len koca godoşlar, şu kürsüyü yükle nin! dedi. Koca kürsü, iki öküz zor çeker... Biz nasıl can derdine düşmüşüz ki, kürsüyü sırtlandık da bize boş heybe kadar ağır gelmedi. Benim zebun oğlan, — Allah seni başımızdan eksik etmiye Zübük ağa, sana, Muhalif Kadir alçağının tüm sülâlesi kur¬ ban ola!., diye dualar ediyor. Valiyle kolkola eve gittiler. Biz de artlarından kürsüyü taşıdık. Zübükzâde'nin kapısında itler gibi bekleşiyoruz. — K a p ı m d a n ayrılmasınlar! diye buyrultu ver miş. Bekleriz, bekleriz... — Ağamızın b i n e m r i var m'ola? diye haber ede riz; Cevap g e l i r : — Beklesinler... Şu namussuza bak, hele namussuza. Yahu biz Zübük'ün ne namussuz olduğunu bilmez miyiz? Ama neylersin, herif bizi bir kere fenersiz kıstırmış. — Kapımın iti olun! dese. — Biz o şerefe lâyık mıyız? diyeceğiz. Haber ettiler, Valinin adamları da Zübükzâdenin evine vali "otomobiliyle geldiler. Bir saat mı, iki saat mı ne bekledik. Derken bunlar çıktı. Biz hemen elle¬ rine, ayaklarına vardık. Vali ile adamları arabaya bi¬ nip gittiler. Zübükzâde bunları selametledi. Sonra hı¬ şımla bize d ö n d ü : — Girin i ç e r i ! . . . Bizi odunluğa ç e k t i . Benim zebun oğlum, odun¬ ların üstüne yığıldı. İğri Nuri dersen, cebinden binlik¬ leri çıkartıp İbraam Beyin önüne a t t ı : — Bunlar hep. senin ağam, canımı bağışla... Savcıya söyleme, beni ele verme, candarmaya ses etme... Kapının bir iti" de beni b i l ! — Ulan o ne? — O mu? Altıbin lira... Beni, Muhalif Kadir al¬ çağı kandırdı".:-Benim bir suçum y o k . : . Hiçbir vakit, benim elim Zübükzâde'mize kalkmaz. Senin ahım al¬ mak bana farz. Şimdi emret, Muhalif Kadir alçağının leşini sürükleyerek huzuruna getireyim... İğri Nuri'nin dili çözüldü, herif bülbül kesildi, baştan sona anlattı. Yahu, ne derseniz deyin bu Zübükzâde soydan ağa. Herif yerdeki para tomarını ayağının ucuyla itti de," — Sok şunu cebine, s o k ! diye bağırdı. İğri Nuri, — Dilersen kes beni, ö l d ü r b e n i . Gayri o paraya .elimi- süremem İbraam Bey... dedi. Başladılar ç e k i ş m e ğ e : — Al şunları yerden] f — Alamam. Ayağını öpeyim oh İbraam Bey, be¬ ni çek vur da o parayı al deme!.. — öyleyse neye Kadr'efendi'den aldın nâmert? Hayvanlık, hayvanlık benimki, oh İbraam Bey. Benim akıldan yana öküzden farkım mı var? Köpeğin olayım oh İbraam Bey, bağla. boynuma ıfj t a k d a kapına < — Al — Alamam... şu parayı,-al — öyleyse sen y e y a r d ı m , -devlete, g u n bir iş. d i y o r u m . Yoksa ş i m d i . . . ~ onu b u l u y o r . Azgın nin kirli çıkıdaki p a r a l a r ı , iyi d e d i n işine b a k . Na- Muhalif Kadr'efendi'*- partimize nasipmiş... İ b r a a m Bey, evet, timiz demek, sen demek. Parti¬ H e m d e iyi, uy¬ K u r b a n o l d u ğ u m Allahımın sıl'da hak y e r i n i — götür partimize'ver. millete yardım... partimize... Par¬ Ben k i m i m k i , g ö t ü r ü p t o ¬ marla parayı partiye v e r e y i m . . . «Ulan s e n bunu ner-" d e n çaldın? H a n g i t ü c c a r a y o l bağı yaptın?» d i y e , be¬ ni candarmaya verirler. parayı kendi de yağ elinle Oh ben ne yapsam? sen dibinde kaldı. Hay A l l a h , bize de farz. Partimize ca¬ fedâ... üstümü yok... başımı arandım, para denecek Altı bin pangınot, yerlerde sürüklenirken, kundura burnuyla o yana bu yana itelenirken, çıkarıp b i r - i k i yüz — Bu da benden partimize... d e m e m Değil mi ki, bu Zübükzâde ci¬ b i l l i y e t s i z i bizi ele v e r m e d i , insanlığımızı-gösterip, altında hiç yakı¬ • Borcumuz borç. İyiliğinin benim lirayı, şık a l m ı y a c a k . . . • para Olsa d a a n c a k m e m u r r ü ş v e t i n e y e t e c e k k a d a r bişey. de bu benim yüreğim B i r d e n aklıma g e l d i : •—Partimize yardım nımız Bey'im, bağlasın... Tomarla para odunların şimdi İbraam partimize ver ki, kalacak d a m a a t t ı r m a d ı , a r t ı k biz böyle b i r namlı namussuzun değiliz., İ b r a a m B e y bana d ö n d ü : — Sen ulan kart gidi, nutuk kürsüsünü onartıp y e n i d e n yapılmışa d ö n d ü r e c e k s i n . tacaksın. Di h a y d i n yıkılın Bir d e g ü z e l boya¬ huzurumdan... Eşref A ğ a y a n a yakıla a n l a t t ı . Evet, böylece adam öldürme suçundan kurtuldular. Hem de heriflerde du¬ anın b i n i bir p a r a . . . Görmelisin, nasıl d u a e d i y o r l a r Zübükzâde'ye... - Eeee, sana b ö y l e bir Z ü b ü k z â d e ' y l e baş e d i l m e z . bir şey diyeyim Zübükzâde rezili mi: Bu beri gene de vicdanlı Ben benzeri olmayan bir herif. Neden d e r s e n , bu herifte bu zihin, bizlerde de bu avanaklık varken, ,mişe herif i s t e s e , önüne b i z i m b u r a insanını y e d i d e n y e t - katar da, davar diye güder. Rezil mezil y a g e n e d e insanlığını g ö s t e r i p bizi a d a m y e r i n e ko¬ y u y o r . Yoksa b i z , - i n s a n l ı k t a n ç o k dışarıyız. Yahu bizde namussuzu rıp, insanlığın zerresi aramızda yaşattıktan olsaydı, başka, şöyle bir kapısına va¬ eline ayağına d ü ş ü p , — Aman Zübükzâdemiz, d i y e yüz s u y u n'olursa senden olur... döker miydik... HÜKÜMETİN TA KENDİSİ Muhalif Kadir Efendi şöyle a n l a t ı y o r d u : Bre b e y i m , Onun yeğdir. dirisiyle ö y l e bir hayınla s ö y l e ş i p n i d e c e k s i n ? söyleşmekten, ölüsüyle ; söyleşmek Görüşüp: bilişecek bir k i m s e " d e # i M r . ne yazık, d i l i n e yazık... Sözü¬ Bir n â m e r t ki nursuz* y ü z ü n e b a k t ı k ç a için kararır. B u Z ü b ü k z â d e s a ğ u s a ğ l a t t ı , ; bi¬ z i karılar g i b i a ğ l a t t ı . Hayır, bize k i m s e l e r e t m e d i , biz faize ettik... Bilesin, hem de öyle oldu.-Elin y a b a n ' k o puğunu «Beyim şen söylesin, beyim sen böylesin» diyerek zorla başımıza bey ettik. Şimdengeri iş işten g e ç t i . Nice yanşak yakılsak boş... Bizi yakıp kül e¬ dip, külümüzü yele savurmada namussuz... Artık ni¬ ce yanşak yakılsak, bu kudurmuşun elinden arınanı¬ mız yoktur. Sen şu hükümete bak ki, nasıl bir hükümet, gelir de böyle bir vicdansızın evinde konuklar. Evi barkı yıkılası «evime hükümet konacak» diye bir ay söy¬ lendi d u r d u . Duymayan, bilmeyen kalmadı. Evet, inanmaya inanmıyoruz. Velâkin «Zübükzâde İbraam Bey'in evine hükümet gelecekmiş» diye sen bana söylüyorsun, ben sana söylüyorum. Söyliye söyliye birbirimizi kandırmaya başladık. Hiç unutmam, bugünkü gibi hatırımda, günlerden cuma... Cuma namazından çıktık, avluda söyleşiyo¬ ruz. Kaymakam kâtibi Rıza Bey, — Heyri duydun mu, Zübükzâde'nin konukları bu gece gelesiymiş... dedi. Allah Selâmet Versin Murtaza Efendi, . — Evet, duyduk, dedi, işi uzattılar ya, sonunda geiiyorl'armış. — Allah vere de geleler, ölü toprağı serpili ka¬ sabanın yolları, hükümet arabasının tekeri nasıl olur¬ muş bir g ö r s ü n . . . — Evet, hükümetin gelmesi iyidir. Kasabamıza faydası dokunur. Hep Zübükzâde'mizin sayesinde. Tanrı Zübükzâde'yi yaramaz işlerden esirgiye, kötü kişilerden koruya... Bre Beyim, şu söyleşmeleri duyunca aklım ba¬ şımdan g i t t i . Yahu, bu bizim bura insanında hiç mi zihin yok? Bunların" hepsi bilir ki, bu Zübükzâde, ta¬ rihlerin yazmadığı bir namussuz. Tek ayak üstünde seksen yalan kıvırır. Uykusunda şeytan aldatmaya gelse, şeytanın ırzına geçip «gözünün yaşını sil!» di¬ y e , donunu da eline verir. Böyle bir soysuzun sözü¬ ne inanılır da «Evet, Zübükzâde'nin evine hükümet geliyor» denir mi? Can başıma sıçradı, '— Hey kaçıklar, dedim, başımızdaki hükümet nasıl bir hükümet olmalı ki, şu Zübükzâde'nin evine konuk gele?.. Bu sözü dememle, hemen toparlandım. Yahuv ben nişliyorum? Hükümet gelmez, diyoruz. Ya gelir¬ se... ö y l e ya, gelirse? Bir de biz bu sözü söyledik diye bizim tiftiğimizi atar, havaya savururlar. İçime "bir korku düştü ki, ,hiç sorma. Koskoca bir kayma¬ kam kâtibi bile «Hükümet Zübükzâde'nin evine kona¬ cak» dedikten sonra, sana bana ne demek düşer? Elbet bir duyup bildikleri var... Allah Selâmet Versin Murtaza Efendi, — Yâni, dedi,, sen şimdi bu gece Zübükzâde'nin evine hükümet adamlarının geleceğine inanmıyor mu¬ sun? —- Kim inanmıyor heyri? Şimdi biz öyle bir lâf mı dedik? Bir şaka etmişiz söz gelişi, hemen inan¬ mak mı gerek? Aman Zübükzâde İbraam Bey duyar¬ da/anlamaz, gerçek beller... Hükümet adamları gelirse, kazamıza yapacakla¬ rından, edeceklerinden, epiy konuşuldu. İlkin söze t e r s : başlamış bulunduğumdan bunu düzeltmek için İbraam Bey'in övgüsünde hepsini bastırmak da bana düştü: — Hele bir gelsinler, evet, çok iş yaparlar, fuka¬ ranın duasını alırlar. Bunlar hep kimin sayesinde? Zübükzâde'mizin... Her iki dünyada yüzü ak ola! Günden güne namı yücele... Allah eksikliğini göstermiye... • 100 Bir duaya başladım ki, bir duyan- olsa benr ölü evinde cenaze duacısı sanır. Ben diyeyim bir saat, sen de iki saat, biz böyle¬ ce ayaküstü ağız birliği edip Zübükzâde namussuzu¬ nu öve öve göklere çıkardık, Allah Allah... Biz ne¬ den böyleyiz canım? Avludan çıktım, eve doğru yöneldim, içimden, ; — Hey Allah, diyorum; karşıma birini çıkar ki, Zübükzâde namussuzunun can düşmanı olsun da, ben de içimi bir güzel dökeyim. Şu soysuza ağız do¬ lusu sövüp, içimin ateşini söndüreyim, ö y l e bir doğru adam çıkar karşıma hey Allah... • K u r b a n olduğum Yaradan da duamı kabul e t t i . Bir baktım karşıdan Çiftverenoğlu Hamza Bey gelir. İşte Zübükzâde'nin kanını içse, yüreğinin yangını sönmiyecek bir herif.;. Neden dersen bu İbraam, hamza Bey'in elinden Belediye Reisliğini kapmak is¬ tiyor. Başka zaman olsa Cuma namazına gelmediği •••çin,, — Ulan dinsiz, namaz niyaz bilmezsin; mübarek memleketin uğurunu kaçırdın... diye çıkışırdım. Ama içimi dökecek, bir söyleşecek insan bulduğumdan ses etmedim. — Selâmünaleyküm... — Aleykümselam... deyip hal hatır sormağa kalkmadan Hamza Bey söze girişti ve Zübükzâde için demedik söz komadi: — Yahu bu alçak bizi hep mi akılsız belledi? Bu ne iş heyri? Bu gece sözde evine hükümet gelesiy- miş... Hükümet he demek bre kardaş? Bu itin başını boş korsak, yarıntesi gün de «İngiliz Kralı can-ciğer ahbabım olduğundan ziyaretime gelmiş. Velâkin bir karı dalgasından ö t ü r ü gönlüm kırık olduğundan hu¬ zuruma girmekliğine destur v e r m e d i m * diye atacak. Biz de bile bile yutacağız öyle rai? Yahu aramızdan bir vicdanlı herif çıkıp da, şu Zübük'ü ayağının altına alıp çiğnemiyecek mi? Bu rezilin canını alanın maka¬ mı cennet-i âlâdır... , Aman Bey, nasıl anlatsam sana, Belediye Reisi işte böylece konuşurken, nasıl olduysa ben birden sertelip d e : — Ne demek... Şimdi sen hükümetimiz büyük¬ lerinin İbraam Bey hanesine konacaklarına inanmıyor musun? Bre Hamza Bey, şu temeline tükürdüğüm ka¬ saba kuruldu kurulalı, bunca hükümet gelip geçmiş de, hangi bir ileri gelen hükümet adamı «Varıp biyol şuncağızlar nider, nişler?» diye kalkıp gelmiş? Ulan bîz ne değerbilmez insanlarız... Her nasıl olduysa içimizden bir fbraam Bey çıkmış da hükümeti buyur etmiş. Çekememezlikten onu» da diri diri yiyeceğiz... Ben bu sözleri nasıl dedim hey Allah... Demindenberi «Aman bir sözünü esirgemez kişi çıksa da, dertleşsek» diye içimden geçirip dururken, ben nasıl oldu da böyle konuştum? De ki, içime başka biri girip oturmuş. Konuşan ben değiiim de, içime giren na¬ mussuz... Evet, içime şeytan girmiş. Ben böyle diklenince Hamza Bey şaşaladı. Bir vakit ne diyeceğini bilemedi. Neden sonra toparlanıp, tıpkı benim cami avlusunda yaptığım gibi, • • . — Len heyri, şakadan da anlamazsın, dedi, biz şimdi Zübükzâde'miz için bir kötü söz mü dedik y⬠n i . . . Estağfurullah... Başını sallıyarak yürüdü, gitti. Ben eve geldim. Ağzımı bıçak açmıyor. ' Başımı iki elimin arasına aldım, derinlere daldım, d ü ş ü n d ü m : Biz neden böyleyiz? ö y l e ya canım, bu anasının oğ¬ lu, babası bellisiz Zübük, başımıza getirmedik belâ bırakmamış. Hepimizin ayrı ayrı canını yakmış. Biz her birimiz, bunun n e d e n bu den yalanlarına nimkisi ipini ç e k m e ğ e g ö n ü l l ü y ü z , inanmayız d a , korkudan... İnsan y ü r e ğ i öyley¬ u ğ u r s u z u d a h a a r a m ı z d a yaşatırız, 1 ne¬ ken Korku inanır g ö r ü n ü r ü z ? dağları bekler, demişler. d a ğ o l s a b u n c a yalanın saldığı dayanamaz. Be¬ korkuya . Derin d ü ş ü n c e l e r i n s o n u n d a şunu anladım; zim, Zübükzâde'nin görünmemiz, yalanlarına kumara inanmazken b e n z e r bir iş. doymazmış» derler, ne d o ğ r u . . . yı v e r d i k ç e , v e r e s i rarını çıkaracak da yalan-dolanına vet, gelir, he N e d e n ? Ç ü n k ü za¬ kurtulacak. herif y a l a n d e m e ğ e y a l a n değilse... inanmtş «Kumarda ütülen K u m a r d a insan para¬ mi? Bizim inanır g ö r ü n m e m i z kin, ya yalan bi¬ de bundan diyor, Zübük'ün işte... E¬ biliyoruz. Velâ- H e p i m i z e attığı kazıkların bir u c u g ö k k u b b e s i n e , bir u c u y e d i kat y e r i n d i b i n e var¬ mış. Şimdi rek biz yediğimiz bile,bile yalana insanın yalana kazıklar çıkar m'ola, göz y u m u y o r u z . inanası diye¬ Kazıklandıkça, geliyor. B e n b ö y l e c e d ü ş ü n ü p d ü ş ü n ü p d e r i n l e r e dalmış¬ ken, Yekdâne kızım, — Baba, — Buyursun... Hamza Hoş-beşten — ruysa... hani... sın Bey şöyle Koca kuşansın, gerek. M e m e t Çavuş dedi: Söz g e l i ş i , bizim d e b i r i ş y a p m a k l ı - bir h ü k ü m e t geliyor gerek. dedi. bu gece geleceği d o ğ ¬ Evet, d o ğ r u o l m a s ı n a d o ğ r u y a . . . Belediye olaraktan r e t o p atsın g e r e k . davuHar Hamza H ü k ü m e t adamlarının ğımız g e r e k . lansın, sonra Bey a m c a m g e l d i . . . Yiğitler K a s a b a y a varışında Hıdırlık'tan Köylerden kol at¬ karşıla¬ g e n e y ü z b i r pa¬ kol y i ğ i t l e r çıksın, doğulsun... — Eyvaaah... heyri... Seninki iyi akıl ama geç kaldık — Aman, "durma zamanı değil. Biz Hamza Bey'le ilkin Belediyeye ordan partiye seyirttik. Partinin o zaman başkanı Aklı Evvel Bedir Hoca... Hoca d e d i : — İyi söylersiniz. Velâkin bu gelenler Zübükzâde İbraam Bey'in konukları olduğundan, ona danış¬ mamış; karşılama yapılmaz. Haydi, birlikte varıp Zübükzâde'ye danışalım biyol. O ne buyurursa öyle edelim. Zübükzâde'nin evine vardık ki, herif in. evi düğün evine dönmüş. Alucan Muhtarı Sabr'ağa tokluyu kes¬ miş de ağacın dalına asmış yüzüyor. Kalaycı Kör Nu¬ ri öteye beriye seyirtip çabalanıyor: Terzi Cemal k a r pı oğlanı olmuş, fır fır dönüyor. Berber' Hakkı dersen kırk yıllık kapı uşağı... Zübükzâde'nin anası, — Buyrun, buyrun... dedi. — Kolay gele bacı... Bulamaçlar, yalamaçlar, gülemeçler yapılmış. Tüccardan Emin Efendi kulağımın dibine girip fı¬ sıldadı: — Heyri, şimdiyecek hükümetin geleceğine ina¬ nım y o k t u . Gene bu Zübük namussuzu bizi bir oyuna getiriyor sanmıştım. Ancak şu olup biteni gözlerimle gördükten kelli, inandım. Anan hükümet gelecek. Hemi de bu hükümet bütün takımıyla taklavatıyla gele¬ cek. Bu ne hazırlık heyri... Hükümet değil, koca ka¬ dının pişirdiklerini bir bölük-eşkiya neferi bir ay yese tüketemez. Evet, ahan simdik anladım; hükümetin ge¬ leceğine kalıbımı basarım. Tüccardan Emin Efendi'nin ardından Gedikli ih¬ san kulağımın dibine s o k u l d u : — Hükümetin geleceğine inandım <ve de iman getirdjm. Ne dersin yahu, yoksa bu Zübükzâde alça¬ ğı hükümetimiz büyüklerini -de kandırmış m'ola? Ben gene derin derin düşünmelere daldım.'Bunda bir büyük namussuzluk var ya, ne?.. Belediye Reisi-Hamza Bey, Zübükzâde'nin ana¬ sına, — Bacı, dedi, var Zübükzâde'mize söyle; destur almadan geldiğimizden bizi bağışlasın. Tedirgin et¬ mezsek, kendisine bir danışmamız olacak... Koca kadın az sonra g ö r ü n d ü , merdivenin üst başından seslendi: — Buyursunlar diyor... Bak şu namussuzlara... Bunlar soydan soptan namussuz. Yahu şu kasabanın bütün eşrafı senin ha¬ nene gelmiş, bre dürzü... Kalk da karşıla! Zübükzâde o zamanlar otuzunu aşmış aşmamış... Kapısına gelenler hep, babası yaşında eşraf... Ayağına mı eri¬ nirsin a soysuz, k a l k ' d a kapı ağzında karşılaşana,.. Bu görgüsüzlüğüne ' hep kızdık. Kızgınlığından Otelci Satılmış Bey'in burnunun ucu bile morardı. Herkes yüzünü yere eğdi; homur homur homurdanı¬ yor. Satılmış Bey, 1 — Bu Zübükzâde namlı gavatının hiç bir suçu yok, dedi, bütün suç, kaymakamlığı ile, partisiyle, be¬ lediyesiyle bütün bir kaza ileri gelenlerini çiğneyip, böylesi bir alçağı adam yerine koyarak evine konuk gelenlerde... Satılmış Bey bu sözleri öyle alçak sesle söyledi ki, söyledi mi, içinden mi geçirdi belli değil. Dedik¬ lerini bir kendi duydu, bir yanı başında olduğumdan ben, bir de Cenab-ı Allah... Merdiven dibinde kunduralarımızı .çıkarıp üst kata geçtik. Bu bizim Aklı Evvel Bedir Hoca saçından sakalından Zübük'ün da hiç yanına utanmaz, varıyorum g e t i r e c e k . Kapıyı t ı k l a t t ı . — koca herif bir edepsiz diye nerdeyse salâvat İçerden Zübük'ün sesi: Buyrun! B r e ş u p i ç e b a k s e n , p i ç e . . . Babası y a ş ı n d a b u n ¬ ca kişi ayağına varmışız d a , Tuu karşılamağa senin adamlığına ve de tuu Aklı Evvel Bedir Hoca bizim «Destur bile çıkmaz. adamlığımıza... Bismillah...» çe¬ k i p kapıyı a ç t ı , ö n d e n g i r d i ; biz d e a r d ı n d a n . . . Z ü b ü k z â d e bizi b u h e y e t ç e g ö r ü n c e b i r d e n f ı r l a m a s ı y l a sö¬ ze g i r i ş t i : — Vay b a ş ı m a . . . bunadı mez? mı Aman bu benim anam kadın n e . . . Yahu sizin g e l d i ğ i n i z i b a n a n e y e de¬ «Misafir geldi oğul» d e r d e susar. şimdi, kapıdan Aman kusura kalmayın... Buyrun, şöyle geç allâsen.:. Geç Bedir Hoca emmi... Hamza mı Bak, b i l e y d i m siz g e l m i ş s i n i z , karşılamazdım... B e y ayağını öpeyim ş ö y l e b u y u r . T u u , hiç b i l e m e d i m . . . G a y r i af siz büyük¬ lerden. Aman ne şeref, buyrun canım, hanemi şenlendirdiniz. Şöyle şuraya... " Kapı d i b i n d e elini g ö b e ğ i ü s t ü n d e n b a ğ l a m ı ş d u ¬ ran o ğ l a n a , — Çabuk kahveler gelsin, koştur! Herif d a l k a v u k l u k t a b a ş t a g e l i y o r , lesine... Şuradan lı Bedir Hoca sözü aldı: Evvel — kı buradan hakkını altın döksek gene çer, namımız s ö y l e n i r o l d u . hükümet büyükleri demediğinden hu hiç... hükümetimizin n e d e n i r böy¬ b i z i m kazamız hal¬ ödeyemez. Sayende Evet, Bu büyükleri Ağırlığınca kazamızın sen gelecek diye. bilemedik. bağırdı. k o n u ş u l d u k t a n s o n r a , Ak¬ I b r a a m Bey, A l l a h bilir y a , hiçbir v a k i t senin diye Velâkin akşam gelir de, adı ge¬ bize d e m i ş t i n ; zamanını g e l i r l e r m i ş . Ya¬ biz kaşık d ü ş - mani avratlar gibi mek olsun... evlere Bizde insansak, s e n i n yüzünü yere malıyız. Yiğitler atlanıp zülmeli. üç da, Biz konak topun ki, koldan dü- nice sen buyur becerir, İbraam Sen şimdi kurbanlar domuz, Zübükzâde'nin sallıyacak kart it... bir d e önünde işin Bey... bize d e s t u r kesilsin, Aklı yer Evvel de yabanın uyuz iti evlere sığmıyacak. kırdatarak şöyle saka¬ Bedir Hoca böyle bir b ü y ü k l e n m e , kendini ne yapıyorsam, yapıyorum; gönderir? kehribar teşbihi hamiyyetiniz şa¬ gözlerimi yaşart¬ huzurunuzda ağlıyacağım. anca hemşerilerimin Bir k o c a Demek ma isterdi. essahtan n e r d e y s e oda¬ bir d o ğ r u l d u : Baba dostları, Utanmasam Elindeki olacak... diye o Zübük oğlu Zübük'e geldi hoca kuyruk b i r insan b e l l e y i p k a b a r d ı k ç a k a b a r d ı , — kaiındıysa oynasın... konuştukça, tı. cihanı tut¬ geç b ö y l e c e s ö z l e ş t i k . A n c a k sa¬ dedik. Hey k o c a sakallı lara, yola otomobilleri gürlemesi Her bir k a r ş ı l a m a o l s u n , Nerdeyse şişinme unutmayıp, çık¬ s a y e n d e biz g e n e Yeter n a d a n ı ş m a d a n olmaz, lını N e de¬ karşılamaya büyüklerin sözleştik. İşte biz d ü ş ü n d ü k e t t i k , yerinden iyiliklerini kuşanıp y e d i Hıdırlık'taki böyle kalkarız. ver ki, kalmışız. Büyükleri öteden evelallah sonra altından bunca eğdirmeyiz. karşılanmalı. malı... kapanmış S e n i n ş e r e f i n bizjm ş e r e f i m i z , d e m e k t i r . hükümet bu, bizi saymışlar... Bilin ki her iyiliğini d ü ş ü n ü p neden Evet, bize a d a m bir karşıla¬ Lâkin b u g e l e n l e r b e n i m hususî m i s a f i r i m ve de bana gizliden geliyorlar. Bu geliş resmen geliş d e ğ i l . Aramızda g ö r ü ş ü l e c e k ç o k gizliden bir bir i ş var. İşte, b a n a g ö n d e r d i k l e r i m e k t u p b u r d a . . . «Karde¬ şim» diyor mektupta «Seninle «evvelâ görüşülecek gayetle selâm mahrem tabiidir» diyor, b i r işimiz var, danışmağa.geliyorum» diyor, işte mektup... t u b u n başında hükümetin d a m g a s ı . . . Aha, bakın! , . Canım ne h a c e t . . . İnanmayan kâfir. — kım V e mek¬ işte siz d e . Hükümetin damgası belli.. K o c a b i r d a m g a işte a y a n . . . Yok ö y l e değil Emin Efendi, kulağıma birta¬ söylentiler gelir d e . . . Tüccardan Emin Efendi kıpkırmızı . kesilip, bir daha, — İnanmayan — Şimdi rulacak. gizli kâfir... Bir d e v l e t işi dersen, dedi. bunlar gizliden dolayda bunca/başka kazalar var, yok. Aramızda — Ve de mi ya... İşte b u n d a n Davui-zurna ç a l a r a k kar¬ kimseye bişey denilmiyecek. kalacak. Can-baş üstüne... ni yapmamış olmıyalım —- hat¬ Vay a d a m y e r i n e koy¬ Değil bu iş gizli t u t u l a c a k . şılamak ku¬ Neden Ş i m d i bize g e l d i k l e r i d u ¬ n e d e r ö b ü r kazalar... mayıp bizi ç i ğ n e d i d e . . . ötürü, Meşveret esrar... t â b i z d e n b ü y ü k v i l â y e t var. yulursa, geliyor. görüşülecek, Her iş Padişah Hani biz üstümüze düşe¬ da... tamam... h u z u r u n d a n çıkar g i b i . Z ü b ü k z â d e e d e p ¬ s i z i n i n h u z u r u n d a n çıkıldı. T ü c c a r d a n çağını bir g ö r s e n , Emin E f e n d i al¬ insan o l d u ğ u n a utanırsın. Herif ner- d e y s e Z ü b ü k z â d e ' n f ' n e//ne e t e ğ i n e varıp y e r ö p e c e k . Kıçın lu kıçın g i d e r e k k a p ı d a n çıktı.. Z ü b ü k z â d e bizi av¬ kapısının dışına k a d a r g e ç i r i p u ğ u r l a d ı r Biz h e y e t ç e ö ğ r e t m e n l e r D e r n e ğ i n e g i t t i k . Efendi, — •• • Ş i m d i anladınız mı, leri h e p yalan..,-. mıyacaksın. hiç n a m u s s u z u n .dedik¬ Bu Z ü b ü k ' ü n Allah bir dediğine inan- Evine karşılamaya dedi; Emin . gerçekten .çıkılmaz -mı? hükümet Yok gelecek olsa, neymiş, gizliden d e v l e t esrarı namussuz, görüşülecekmiş... koca Şuna bak şuna, memlekette devlet esrarı ulan görüşüle¬ c e k b a ş k a bir y e r k a l m a d ı d a , e f e n d i m ; bula b u l a , b u bizim garip kasabayı mı Hükümete Ankara dar buldular bre dürzü d e s e n . . . mı geidi? İ s t a n b u l •.•derler bir b e l d e v a r k i , b u bizim h ü k ü m e t g i b i o n h ü k ü m e t i kal¬ dırır da suyu bana mısın m u çıktı? devlet: esrarı demez. görüşülmeğe Zübük'ümüzden — o koca İstanbul'un bura gelinecek, Demek memlekette adam lah y a l a n , Ulan, D e m e k m e m l e k e t t e yer kalmamış gizliden kalmamış da, akıl d a n ı ş ı l a c a k , da, he mi? namussuz he mi? V a l - biliâh y a l a n . . . Canım, elbet yalan... Biz inandık mı? Bilmez g i b i a m a n Emin E f e n d i . — İ n a n m a d ı k .da; •—Allah A l l a h . . . lay neye Bir güzel — Evet, alay e t t i k . — Ne alay, he m i . . . unutulmaz da — itin alay e t t i k i ş t e . . . Bak* işte y a z ı y o r u m , bu a¬ üstüne t ü r k ü l e r yakılır. yalan olduğu dökecek Neymiş, şuradan Biz evine v a r ı n c a , k a p ı d a n k a r ş ı l a m a d ı . ye? Bir de o d a s ı n a v a r ı n c a d ö k t ü ğ ü dilleri gideriz? İyi d a l g a g e ç t i k . * Herifin dediklerinin belli k i . . . kapısına anası herif, koşup dememiş... Ne¬ d i l l e r neydi? kapıdan karşılamaz İnandınız mı? Hiç O mı? anası o l a c a k o cadı karı d e m e z o l u r mu? İşin d o ğ r u s u baş¬ ka. C a d ı karı bizi kapıda heyetçe görünce, oğluna, «Aman o ğ u u u l , b e l e d i y e s i m e i e d i y e s i , martis.i hep toplaşıp gelmişler» zı söyledi. Bunun üzerine başıma hangi belâ g e l d i , remi yakaladılar... nımı alalar. dan Nasıl savuştursam» diye seğirtip partisi b i r b i r adlarımı¬ Zübükzâde «Eyvaah, gene b u n l a r b e n i m h a n g i dalave¬ İşte h e p t o p l a ş ı p g e l m i ş l e r k i , ca¬ bir o y u n diye can b u l s a m da b u n l a r ı pazarına düşüp, başım¬ korku- dan güz y a p r a k l a r ı gibi tir tir t i t r e y e r e k düşünmeye başladı. — Hay, elini ö p e y i m . . . İyi b i l d i n , işte bu b i l i ş i n d o ğ r u . Evet, herif b i z d e n k o r k t u . . K o r k m a z mı, h e r bi¬ r i m i z e bin d o l a p ç e v i r m i ş . . Biz i ç e r i g i r d i ğ i m i z d e t i t r e m e s i g e ç m e m i ş v e bir d a m l a kan kalmamış nursuz suratı Elinde t e ş b i h , elham okumaktaydı. varıp gidi... » ze da «Bre gelip boynunu Evet, şu diye yeşile kesmişti. Biz ö y l e c e ü s t ü n e çıkışsaymışız, hemen di¬ uzatacaktı. cibiliyetsizi oracıkta t ü k ü r ü k l e ' b o ğ m a k v a r d ı . Gel g e l e l i m bizde akıl n e a r a s ı n . . . Herifi t ü k ü r ü ğ e b o ğ a c a k y e r d e biz n e y a p t ı k ? T u t t u k «Aman Z ü bükzâde'miz, yoluna can-baş feda» ğalık v e r d i k . mızı Bunun görüp, canını üzerine, d i y e elin herif b i z i m kurtardığına itine a¬ avanaklığı¬ bir o o h ç e k e r e k d i l ¬ lendi ki d i l l e n d i . . . — Dediğin d o ğ r u . . . Hattâ ben, onu B e n i m d e anladığım öyle... b u y m u ş tazı g i b i t i t r e r g ö r ü n c e , çiz¬ m e m e s o k u l u k a m ç ı y a bir e l a t t ı m k i , kamçıyı s u r a t ı ¬ n a çala çala ağzını zim yok. Bedir «Sen bizim benim Bedir Hoca, herife bana bırakın, beni Bunun lendik, ca koca öküzünden başımızın na varınca, anasından burnunu dağıtam... Lâkin Hoea'nın tacısın» kamçıdan elim iki ş a m a r o vakit üzerine kaz kafalı hep diye bi¬ e l i n e , ayağı¬ aşağı düştü. çarpacaktı ki, görecektiniz. emdiğini burnundan bu h i ç b i r ayırdı Bu gerisini Ben o n u n getirmez miydim... birden B e d i r H o c a ' y a yük¬ h o c a y a d e m e d i k söz k o m a d ı k . Ho¬ iyice bunalıp, — Aman hey Allahım, yahu biz oraya, m a c ı ç ı k a r a l ı m m \ d i y e s o r m a ğ a g i t m e d i k mi? — Evet, öyle titremelerinden gittik. döşeme karşıladedi. Fakat s e n Zübükzâde'nin tahtalarının zangırdadığını g ö r ü p h e m e n e n s e s i n e ş a p l a ğ ı i n d i r e c e k t i n k i , bizi d e görmeliydin... —- Demek bütün suç b e n i m . . . — Evet... «Aman, Gizli Uyduruk sözlere hükümetin bir iştir. kü k o r k t u . . . diye geleceğini Aramızda kuyruklu yalan valiye söylersek... rak yalan ta yukarıya lanının kalsın» Neden kimseler bize duymasın. diye yalvarıyor? Çün¬ Evime h ü k ü m e t b ü y ü k l e r i k o n u k g e l e c e k bir k o c a vilâyete, kandın. atmış. Ya Ağızdan ulaşırsa... tutulacağından korktu. biz g i d e r de ağıza fısıldana¬ İşte Z ü b ü k z â d e , «Aman ya¬ aramızda kal¬ sın, gizli bir d e v l e t işi» d i y e o n d a n y a k a r d ı d u r d u . Biz ö ğ r e t m e n l e r D e r n e ğ i n d e ken akşamı ettik, hem. de yoruz; hava gözlerimiz k o n u ş u p söyleşir¬ karardı. pencereden Hem konuşuyoruz, dışarda, bir g e l e n var mı? O t o m o b i l yolu gelirse, kollu¬ önümüz¬ d e n g e ç e c e k . Gelen o t o m o b i l ç o k o l u y o r ; a m a g e l e n geçiyor. Zübükzâde'nin evinden yana dönen yok. B a ş k a bir g ü n o l s a o s a a t t e h e r k e s ç o k t a n evin¬ de olur. Şükrü O g e c e k i m s e n i n evine g i t t i ğ i y o k . oğlanı, İbraam Bey'in evine s a p a n Tabansız yolun şına g ö z c ü k o y d u k . O y a n a o t o m o b i l s a p t ı m ı , bize ba¬ koşup bildirecek. Yatsı Oğlu ezanı Kara Hoca çıkınca, — Kıyı okundu. Belâ da, evlerde insan üstündeki boyundaki evlere diplerine Hoca namaza koilarmış. Aklı gitti. Evvel a r d ı n d a n K a r a Belâ g i r d i : kekler yol hammed'in Bedir babasını gözleri çökmüş, kalmadı, kahvelere hep boşaldı. doluşmuş, misafir gelmişler, yollarda kaldı. perde Er¬ karılar y o l ümmet-i Mu- Karılar p e n c e r e arasından yol gözlüyorlar. Bir k o r n a s e s i d u y d u l a r mı, b i r o t o m o b i l lâmbası şav¬ kıdı lar. m ı . «Anan, hükümet geldi işte... » d i y e sıçrıyor¬ A r k a s o k a k l a r d a k i e v l e r hep b o ş a l m ı ş . ralarda böyle bir s e y i r g ö r ü l m ü ş kirişte, gözümüz eşikte, Bedir Hoca yatsı şılan «Biz remeyiz» diye ze ağırlığı uyku namazı kulara kısa kesmişler. dayamış horluyor, gö¬ Hepimi¬ Selâmet Versin Murta- derin uy¬ oğlan,, geldi, geldiler aman... şıkırdayarak içeri İlk f ı r l a y a n yulan kim Murtaza ler mi?» diye herif tilki — sıl, niyazı masaya Şükrü Geldi, lı, Anla¬ varmış... Tabansız rını çabucak döndü. hükümet gelir de aman ç ö k t ü . Allah za E f e n d i başını Kulağımız kendimiz tetikte eğleşiyoruz. namazından namazdayken Bizim b u ¬ değil... ' diye parmakla-, girdi. olsa? Horultusu Efendi birden ünnemez mi? vilâyetten zıplayıp «Essah du¬ geldi¬ H o r u l t u s u n a •••aldanmana- uykusundaymış. Anlat Şükrü o ğ l u m , nasıl oldu, g e l e n l e r na¬ k a ç kişi? — raam İki o t o m o b i l d o l u s u i n s a n . . . O t o m o b i l l e r , Bey'lerin yoluna-saptı. İbraam Bey'lerin avlusunun dı d a - i ç e r d e n a ç ı l d ı . İb- Kapı ö n ü n d e d u r d u l a r , b ü y ü k kapısının iki kanar İki o t o m o b i l evin a v l u s u n a gir¬ d i . O n d a n s o n r a kapı k a n a t l a r ı ö r t ü l d ü . Ben d e k o ş u p buraya geldim. Oğlan bunları b ö y l e c e ; anlatıp, — Amanın di... hükümet .geldi, amanın hükümet gel¬ d i y e p a r m a k şıkırdatıp o y n a m a ğ a b a ş l a d ı . Bakışa kaldık. Kimsede ses yok... Yavaştan her¬ k e s g i t m e ğ e b a ş l a d ı . B e n i m b i l d i ğ i m , evli evine ç e k i ¬ liyor. B e n d e ç ı k t ı m . Eve g i d e c e ğ i m y a , b i t ü r l ü gi¬ d e m i y o r u m . Ayaklarım beni Zübükzâde'nin evine d o ğ ¬ r u almış g ö t ü r ü y o r . B i z i m e v t e r s y o l d a . . . cek diye de ç e k i n i y o r u m . — Kıyıdan Merhaba Kadr'efendi, Biri g ö r e ¬ kıyıdan s o k u l d u m . ko[ay gele... Bu da kim? Sese sokuldum ki, Otelci Satılmış Bey değil mi? — Merhaba... Heyri, bu vakit buralarda işin ne? -— Senin gibi evin yolunu şaşırdım besbelli... Yahu, İbraam Bey'in kapısının önü seyir yeri olmuş, millet orda. Gel hele... Vardık kapıya. Evet, millet doluşmuş, seyir var... Avlu kapısının anahtar deliğinden, bahçedeki iki oto¬ mobil görünmekte. Evin sokağa bakan pencere per¬ deleri inik ama, gene aradan lâmbanın şavkı dışa vu¬ ruyor. Yalnız üst katın yan pencerelerinden birinin perdesi aralık kalmış, Pencere yüksek, karşı sırada da ev olmadığından içerisini görmek olası iş d e ğ i l . . . Hükümetin geldiği demek d o ğ r u . . . İşte besbelli halvet olup meşverete çekilmişler. Gedikli İhsan E¬ fendi, — Ayıptır, hiç yakışık almaz. Elin evi gözetlen¬ mez... diye azarlıyarak çoluğu çocuğu dağıttı. Biz de öteye beriye gezindik, döndük evimize. Yatağa daha yeni girmiştim, kapının tokmağı vurul¬ du. Gecenin bu vakti kim olabilir? Don gömlek kaiktım : — Kim o? — Aç Kadir emmi, benim, aç... — Ne var ulan bu vakit? — Hamza Bey selâm etti, dedi k i . , . Kapıyı aç hele. bir... Kol demirini çekip kapıyı açtım. Hamza Bey, Sa¬ tılmış Bey, Emin Efendi hep Belediye'de toplanmış¬ lar. Beni de isterlermiş... , Giyinip, gecenin ayazında sokağa çıktım. Bele¬ d i y e y e vardım. Bizim burda gece yarısından sonra elektrikler söner ya... Bunlar lüküs lâmbasını yak¬ mışlar, çevresinde toplanmışlar, Aklı Evvel Hoca, — Buyrun Kadr'efendi, dedi, senin de aklına ihtiyacımız var. Bu iş gayri parti işi olmaktan çıktı bi¬ rader. Bu, bir "memleket ve de memleketin namusu işi... Ondan ötürü senin de bu işde oyunu almak ge¬ rekti. Senin nasıl bir muhalif olduğunu bilmez deği¬ liz. Bu yüzden seni şimdiyedek gerek Belediye'ye, gerek partimize ve partilerin kahvelerine uğratmadı¬ ğımız bir başka iş... O iş başkaaa, bu iş başka Kadr'efendi. Şimdilik, muhalif, muvafık demeden el ele ver¬ menin zamanı geldi. Vereceğimiz karara senin de ka¬ tılmanı arkadaşlar istedi. — Anca beraber kanca beraber... Her ne emri¬ niz varsa, buyrun. Hep birlik olduktan kelli ne kor¬ k u . . . «Elle gelen düğün-bayram» demişler. Kararınız her neyse, şimdiden «he» dedim g i t t i . Anladığıma 1 gö¬ re bu Zübükzâde namussuzu üstüne bir karar alınmıyacak mı? — Hay babana rahmet... İyi bildin. Bak dinle Kadr'efendi. Aramızdaki geldi-geçtiyi unut. Sen ben¬ den iyisini bilirsin, siyaset yolunda her bir söz söy¬ lenir. Zaman olur sen bana namussuz dersin, zaman olup ben sana namussuz derim, ödeşiriz. Demokra¬ sinin icabı bu, öyle mi, değil mi? — ö y l e . . . Doğru lâfa hayır diyen yok. — Kürsüye çıkıldı mı sen bana söversin, ben sana söverim. Fakat siyaset patırtısı bitti mi «Vay kardeşim» diye kucaklaşır, öpüşürüz. Şimdiki durum da b u . . . Artık bu Zübükzâde belâsını hem de hükü¬ met kuvvetiyle bu kazadan sürmenin tam zamanı gel¬ d i . Yahu bu namussuz «Bu gece evime hükümet a¬ damları gelecek de, gizliden devlet işleri görüşece¬ ğiz» demedi mi bize? Çotuğunun çocuğunun başına söyle, böylece demedi mi, sen de bizimle duymadın mı? — Evet duydum. — Bre Kadr'efendi, bu namussuz bütün bu kaza insanını, hepimizi birader, toptan pezevenk e t t i , çık¬ tı... — O nasıl söz? — Doğruca bir söz işte... Yahu, bu gece Zübükzâde'nin evi vilâyetteki Kulaksız Durdu kadının ker¬ hanesini, g e ç t i . Oğlanlar bir yanda, karılar bir yan¬ da... Kucaktan kucağa gezerler, oynaşırlar. Rakı, şa¬ rap sel olmuş arkadaş. Karıları anadan doğma edip oynatmadılar mı, daha da neler... Şu rezalet, bre e¬ f e n d i , kasabanın ortalık yerinde olur mu? Bunu duyunca kan başıma sıçrayıp bağırdım: — Eyvaaah, ırzımız, namusumuz pâymal olmuş desene... Ulan bizde hiç kan, can kalmadı mı? Bıyık burup erkek diye gezen bunca delikanlı içinde hiç mi yiğit yok ki, kasabanın namusunu temizliye... Bunun üzerine Kara Belâ oğlan, Aklı Evvel Be¬ dir Hoca'ya, — : Baba, gayri bana destur ver, dedi, bilemedim, boş geldim. Eve gidip mavzeri alayım da, şu pisliği kasabanın ortasından kaldırayım. Oda kapısının önünde yığılmış delikanlılar dav¬ randılar. Aklı Evvel Bedir Hoca, — Durun yiğitler, dedi, her işin bir yolu-yordamı var. Kanunu neye yapmışlar? Biz bu Zübük'ü burdan sürmenin yolunu bulduk. Hemen simdik bir mazmata (mazbata) tanzim olunacak. «Kasabamızın ahlâkını bozan böyle bir namussuzu aramızdan alırsanız alır¬ sınız, almazsanız bundan sonra, olacakların hiçbir mes'ulü biz değiliz» diye mazmataya bir de dilekçe eklenecek. Gerek mazmata ve gerek dilekçeyi he¬ men simdik herkes imzalıyacak. İlkin kaymakam u¬ yandırılıp, böyle böyle diye anlatılıp, mazmata resmen verilecek. Ordan candarmaya... Zübükzâde'nin evi b u g e c e basılacak. G ö b e k ç u k u r l a r ı n d a rakı içilen cı¬ bıl k a n l a r l a b o y a l ı k ö ç e k o ğ l a n l a r ı v e m i s a f i r d i y e ge¬ len gavatlar suçüstü rına tumanlarını e d i l i p dışarı giymeğe elleri artlarından iple lâyete sürülecek. Ayakla¬ verilmeden bir güzel zın a t l a n m ı ş y i ğ i t l e r i n i n sürülecek. fırsat bağlanıp, bunların kasabamı¬ ö n ü n d e y a y a n y a p ı l d a k t a vi¬ Oraya gidesiye öğlen olur. Vilâyet k o n a ğ ı ö n ü n d e b u reziller vali h a z r e t l e r i n e t e s l i m edi¬ lecek. İşte b u . . . Kanun v a r k e n , elinle ateşi t u t m a . . . Ne dersin bu akla Kadr'efendi? B i r d e n a y d ı m . B u n l a r , ister misin bir d o l a p çevir¬ sinler. Yarın, bir bakmışsın, bunları bir yeni oyunla bilemedik. Bizi Zübükzâde kandırmış. Kadrefendi o l a c a k o azgın b a ş t a n ç ı k a r d ı . O n u n aklına g i t t i k . mız yok» derler de, — hiç g ü n a h ı ¬ U y g u n bir akıl, d e d i m , a n c a k Z ü b ü k z â d e pen¬ Açık bile olsa Siz bu üst kata içerdeki gördünüz de mazmataya Evet, Ben b a k t ı m , çıkmışlar, rezil imzamızı yerden cümbüşünü mazmata y a p m a ğ a bir namussuzluk varsa, — Bizim biz d e değil, görürsün... Bunlar Hoca'nın görelim, kalıbımızı nasıl Görülecek ondan sonra basalım. Namusun elverirse iyice • her Kara bişeyi Belâ tastamam oğlan, p e r d e s i a z aralık u n u t u l m u ş yapmışlar. yandaki penceresinin karşısına direğine kedi gibi tırmanmış. olup ayna g i b i bitenleri Bedir Zübükzâde'nin düşeri telefon seyretmiş. bir türlü d i r e ğ i n t e p e s i n d e n İçerde Fakat Kara inmiyormuş. Aşağıdakiler, — öyleydi. görünmez¬ ner-den, kalktınız? seyredersin. oğlan «Biz muhalif b e n i o k k a altına d ü ş ü r ü r l e r . c e r e p e r d e l e r i n i sıkıca ö r t m ü ş . ler. hergelesi İşte o zaman Ulan i n ! . , d e r l e r m i ş , i n m e z m i ş . Belâ — Ulan n a m u s s u z n e g ö r d ü n k i , d i r e ğ i n t e p e s i ¬ n e çakıldın kaldın? d e r l e r m i ş , s e s e t m e z m i ş . — Allah belânı v e r s i n , d i r e ğ i n s i v r i s i n e mi geç¬ t i n . Hiç d e ğ i l s e , g ö r d ü k l e r i n i a n l a t ! d e r l e r m i ş , a n l a t mazmış. Bunun üzerine elbirliği edip, lanı t e p e d e n d ü ş ü r m e k i ç i n , mışlar. Direk gacur maktan K a r a Belâ o ğ ¬ d i r e ğ i s a l l a m a ğ a başla¬ gucur, etmeğe başlamış, n e r d e y s e d i b i n d e n kırılacak. salla¬ K a r a Bela o ğ l a n d i r e ğ i taze g e l i n s a r a r g i b i k u c a k l a m ı ş k i , oğlanın ko¬ lunu b a c a ğ ı n ı d i r e k t e n s ü k m e n i n mümkünü yok. Di¬ r e ğ i y e r e y ı k s a n g e n e ç ö z ü l m i y e c e k l e r . Ola k i sallıya sallıya dan d i r e ğ i y e r e yıkıp, çıkmalarını pa... Kara Belâ baltayla budayasın oğlanın da, sonra¬ direkten ko- Sallamışlar d i r e ğ i . Candarma — Onbaşısı, U l a n , d i r e ğ i r a h a t k o y u n , kıracaksınız d a , t e l ¬ ler k o p a c a k , v i l â y e t l e muhabere kesilecek... dev g e n ç l e r d i r e ğ i b ı r a k m ı ş . — Taşlıyalım... demişler. K a r a Belâ o ğ l a n s ü z m e yere yığılmış. Allah Selâmet demiş Bu sefer, _ bat g i b i d i r e k t e n sıyrılıp Versin Murtaza Efendi sorarmış: — B r e Kara Belâ o ğ l u m , d i r e ğ i n t e p e l e r i n d e , - a ş : gördün? — Diyemem Murtaza emmi, diyemem... — Niye o ğ l u m ? — Hicap e d e r i m , d i y e m e m . Delikanlılar direğe : şu Aman • . ; . -. Bu köpoğlusu.::Kalaycı-Kör k o ş u p d ü k k â n ı n d a n bir d e m i r mkkarasil© halat g e t i r m i ş . Kara Belâ o ğ l a n a , — -• d o l a n m ı ş l a r s a d a ; :k#jş p a r a , hiçbiri tepeye varamıyor. Nuri var ya, - v koçum, hele bir --.fu-^h • t ı r m a n , da" s e v a b ı n a m a k a r a y ı d i r e ğ i n t e p e s i n e b a ğ l a . - "ûsiüjB©r*san-ı inan, büyük sevabı vardır... demiş.-. --- , -'. Kara Belâ garibinin dizlerinde derman kalma-' mış ki, kedi gibi direğe sıçraya... Ha gayret de gay ret, Kara Belâ direğin tepesine ipe bağlı demir maka¬ rayı takmış. Sen bu Kalaycı Kör Nuri'de hüner mi a¬ rarsın? İpin yerdeki iki ucuna da bir küfe bağlamış; Tamam. Küfenin içine gireni, makaralı ipi çeke çeke yukarı çıkarıyorlar. Yukarı çıkan, pencereden içerde her ne görüyorsa, bir daha aşağı inmek istemiyor da «aman ipi koyvermeyin» diye yalvar yalvar yalvarıyormuş. Yukarda durdurmaca yok, ipi çekip aşağı alıyorlarmış. Aşağı inip de küfeden çıkan «TuuuAlah belâlarını versin, memleketin uğurunu kaçırdı na¬ mussuzlar» diye feryadı basıp, doğruca kendi evine koşuyormuş. Evinde çeyrek saat, yirmi dakika kalan yeniden dışarı uğrayıp seyir yerine geliyormuş. Bütün bunları bir bir anlatıp, — İstiyorsan, gel sen de gör... dediler. Döküldük sokağa. Direğin dibine geldik ki, mah¬ şer yeri olmuş. Kalaycı Kör Nuri'nin avucuna beş ku¬ ruşu koyan küfeye giriyor. Demek Kör Nuri, Zübükzâde'ye kaptırdığı parayı, işte böyle beş beş topla¬ yacak. Besmele çekip küfeye girdim. İpi çeke çeke, beni yukarı aldılar. Bir de perdesi aralık pencereden içeri bakayım ki, aman Bey, ne görsem... Tuuuu, ak¬ lına her ne rezillik gelirse hepsi var. İçerde yabancı adamlar ve avratlar... Yeyip içip keyf olmuşlar. Ki¬ misi kahve höpürdetir, kimisi cıgara tellendirir. Kimi¬ si de kasık mancasına girişmiş. Olan biten hep bir¬ birlerinin gözleri önünde. . Aşağıdan Bedir Hoca'nın sesi geldi: — Gördün mü Kadr'efendi? — Aman küfeyi indirmeyin hemşeriler. Gözüm seçemedi. Daha hiçbir şey göremedim... dedimse de beni aşağı indirdiler. Benİmvardımdan Kasap Osman, — Aman ben g ö r m e d i m , sıram geldi mi? diye¬ rek koştu. Herifin beşinci çıkışıymış, gene de «görmedim» der. Biz dönüp Belediye'ye geldik. Aklı Evvel Hoca bir mazmata: yazdı. Hepimiz altını imzaladık. Doğru gittik kaymakamın evine. Nerdeyse gün ışıyacak... Kaymakam da çekmiş kafayı, çekmiş kafayı, az önce düşmüş döşeğe. Fukara kaymakam, dinelemiyor ki, bizim dediğimizi anlasın... Göz kapaklarını aralıyamıyor. Biz daha «Zübükzâde» der demez, herif göz¬ lerini bile açmadan bir coşsun m u : — Gene mi Zübük? Ulan bu memlekette Zübük'ten başka ; lâf bilmez misiniz? Ben nerelere, kimlerin eline düştüm anam? Vay başıma, başıma... Zübüğünüzün de sizin de... Ben ölmüşüm, ölmüşüm ben... Yaban illerde gençliğim ç ü r ü d ü . . . Bana yazık değil mi? Koca kaymakam kapının eşiğine yığıldı, başladı hüngürdemeye. Bir ağlama t u t t u r d u ki, biz Zübükzâde'yi unutup, kaymakam beyin telâşına düştük. Yahu ne yapsak.. : Kaymakamın uşağı bizim çırpınmamıza karşı, — Telâşlanmayın, kaymakam beyimizin huyu budur, dedi. Her akşam bizim kaymakam içer içer «Eyvah yaban illerde gençliğim elden gitti!» diye bir makam tutturur, sabahacak ağlarmış. Biz kapısını çalmadan az önce ağlaması kesilmiş de yeni uyumuş. Biz şimdi uyandırınca, sarhoşluktan uykuda olduğunu f a r k e¬ demeyip, kaldığı yerden hüngürdemeğe başlamış. Hizmetkâr, kaymakam beyi salla sırt edip, ayakları yerde sürüklene sürüklene götürdü döşeğine attı. Aklı Evvel — Bedir Hoca, öyleyse candarma kumandanına' > gitmeli... dedi. — Bre Hoca, candarma b u , kaymakam gibi d ö - ğ ü n ü p ağlamaz, den sopayı kaptı mı Allah yarattı deme¬ üstümüze yürür. — N'olacaksa olsun h e y r i . . . h e p b o y n u z l a t a c a k mı? maz Bu Bu Z ü b ü k z â d e bize işler n a m u s u m u z a d o k u n ¬ mı? B u s ö z üzerine c a n d a r m a k u m a n d a n l ı ğ ı n a g i d i l d i . Onbaşıyı yatağından mazmatayı — kaldırdık. Onbaşı uyku dalgını okuyunca, Aman bu bir m e m l e k e t v a z i f e s i . . . Varıp ku¬ mandana bildireyim... d e d i . Onbaşının am Bey'den bu bir g a y r e t i n e bakılırsa, karın sancısı var. onun da İbra- Hep birden ku¬ m a n d a n evinin kapısına v a r ı l d ı . O n b a ş ı i ç e r i g i r d i . B i r cıgara içesiye mazmatayı kalmadı, dışarı çıktı. Kumandan Bey okuyunca, Aman iyi... B u r a insanının aklı ö y l e y s e . Ç a b u k bana g e d i k l i y i ç a ğ ı r ı n . . . Kumandan Bey, Zübükzâde'nin başına, g e l d i demiş. yalan-dolanlarını b i t i r m i ş d e , h a l k t a n bir ş i k â y e t g e l s i n d i y e b e k l e r m ı ş . B i z i m yazıtı — şikâyeti yorgan O Z ü b ü k alçağının, ledim... diye muş." altında ahan yataktan fırlayıp, • okuyunca, s i m d i k anasını ' Onbaşının dediğine bel¬ giyinmiş, seferi ol¬ bakılırsa, • Kumandan • Bey ç o k t a n beri, aman elime zorlu bir iş düşse diye b e k l e r dururmuş. Hırsızlık mırsızlık, t e f e k işlere candarmalık, kumandanın has i ş kavga mavga aldırdığı y o k . beklemekten gibi. ufak Kumandan, tavlı b a r u t a d ö n ¬ müş. Nerdeyse d u r d u ğ u y e r d e ateş alacak... dedi k i : Onbaşı — Bu bizim kumandan, Zübükzâde'yi - vahana yer, çiğ çiğ yer... Askeriye işi g i b i v a r mı? g i b i tıkır tıkır i ş l i y o r . G e d i k l i dan Bey de — Şifendifer marka kuşarimış g e l d i . b i z i m yanımızda, Şimdi Zübükzâde'nin saat Kuman¬ candarma gediklisine, evine g i d e c e k s i n , dedi, evime -hükümet adamları, g e l e c e k diye milleti aldatıp, hanesinde türlü kadın oynatıp menhiyyatı icra e t m e k t e y m i ş . oturak âlemi y a p m a k t a , Çıplak k ö ç e k oğlan¬ larla d ü ş ü p k a l k m a k t a v e n i d ü ğ ü bellisiz k i m s e l e r i ha¬ nesine davetle kumar teymiş. Halkın şikâyeti oynatmakta ve üzerine herhangi ev esrar içilmek- basılacak. baskından önce, rilmemesi için c a n d a r m a o l a r a k t a n t a h k i k a t ı n ı bir yanlışlığa Ancak m e y d a n ve¬ icra e t ve bana acele neticeyi bildir. Gedikli, " Başüstüne... deyip y ü r ü d ü . , Candarmalar önde, nin evi ö n ü n e g e l d i k . — biz a r k a l a r ı n d a Zübükzâde'- Gedikli soruşturmaya başladı: M a z m a t a d a yazılı olanları nerden gördünüz? - — B a ş e f e n d i , aha ş u d i r e ğ i n t e p e s i n d e n . . . çıkırık m a k a r a s ı yaptık. Küfeyle bir bir y u k a r ı Bak çıkıp, p e r d e s i a r a l ı k p e n c e r e d e n , i ç e r i d e k i rezilliği g ö r d ü k . . . — Ben d e b i r g ö r m e l i y i m . . . d e d i . B a ş e f e n d i y i k ü f e y e s o k t u k , ipi ç e k t i k . . . B a ş e f e n di bir z a m a n s e y r e d a l d ı . Bizim son verir, k o r k u m u z şu baskın ki; gün da yapılmaz. ışır, bunlar rezilliğe Başefendi küfe için¬ de, direk tepesinde tünedi kaldı. — İndirelim mi Başefendi? diye seslendik. Başefendi, — Ulan İndirin!., d e d i . yavaş... Bağırmayın herifler duyacak. Hıdırlrk cindoruğundan şafak sökmeğe başlamış. Başefendi, bizi toparladı, — Beri gelin... dedi. Kapı önünden epey uzaklaştıktan sonra Başefendi titreyerek konuşmağa başladı: — Ağalar, gelin siz bu dâvadan vazgeçin. Bu evi basmak demek, berbatlığımız demektir. Bizi dar¬ maduman ederler. İçerde olan rezilliği ben de g ö r d ü m . Hiç şüpheniz olmasın ki, bu gece Zübükzâde İbraam Bey'in evinde hükümet misafirdir. Bre ağalar, sizde hiç mi akı! yok? Gözlerinizle gördüğünüz şu rezilliği hükümetten başka hangi kuvvet bu edepsizliği yap¬ mağa cesaret edebilir... Bunu anca yapsa yapsa ba¬ şımızdaki hükümet yapabilir. Yahu, o ne kepazelik, t u u u . . . Görünce, birden anladım hükümet olduğunu.. Efendi, kanunları çiğnemekten kim korkmaz? Hükü¬ met... İşte bunlar da, hiç şüpheniz olmasın, halis hü¬ kümet... Biz bu rezillikleri ne zamandır duymaktayız. Şükür Allah, şimdi gözlerimizle de gördük. Demek söylentiler doğruymuş ve demek reziilik şehirlerden buralara kadar yayılmış. Böylece b i l i n ; Zübükzâde İbraam Bey'in bu gece evindekiler, hükümetin ta ken¬ d i s i . . . Başka hiçbir kuvvet, bu rezilliği yapamaz, mümkünü yok... Şimdi sizden ricam şu ki, siz bize şikâyete gelmediniz ve siz hiçbiriniz bu rezilliği gör¬ mediniz ve duymadınız ve bize bildirmediniz ve biz dahi görüp duymadık, hiçbir şeyden malûmatımız yoktur. Ve bu mazmata da yazılmamıştır, imzalanmamıştır ve y o k t u n Böyle deyip, mazmatayı cart cart yırttı. Birden aklı başına gelip, — Aman, mazmatanın parçalarını toparlayın, hükümet aleyhinde hiçbir delil ortada kalmıya... Bu Hıdırlık cindoruğundan şafak sökmeğe başlamış> Başefendi, bizi toparladı, — Beri gelin... dedi. Kapı önünden epey uzaklaştıktan sonra Başefendi titreyerek konuşmağa başladı: — Ağalar, gelin siz bu dâvadan vazgeçin. Bu evi basmak demek, berbatlığımız demektir. Bizi dar¬ maduman ederler. İçerde olan rezilliği ben de g ö r d ü m . Hiç şüpheniz olmasın ki, bu gece Zübükzâde İbraam Bey'in evinde hükümet misafirdir. Bre ağalar, sizde hiç mi* akı! yok? Gözlerinizle gördüğünüz şu rezilliği hükümetten başka hangi kuvvet bu edepsizliği yap¬ mağa cesaret edebilir... Bunu anca yapsa yapsa ba¬ şımızdaki hükümet yapabilir. Yahu, o ne kepazelik, t u u u . . . Görünce, birden anladım hükümet olduğunu.. Efendi, kanunları çiğnemekten kim korkmaz? Hükü¬ met... İşte bunlar da, hiç şüpheniz olmasın, halis hü¬ kümet... Biz bu rezillikleri ne zamandır duymaktayız. Şükür Allah, şimdi gözlerimizle de gördük. Demek söylentiler doğruymuş ve demek rezillik şehirlerden buralara kadar yayılmış. Böylece b i l i n ; Zübükzâde İbraam Bey'in bu gece evindekiler, hükümetin ta ken¬ disi.;.. Başka hiçbir kuvvet, bu rezilliği yapamaz, mümkünü yok... Şimdi sizden ricam şu ki, siz bize şikâyete gelmediniz ve siz hiçbiriniz bu rezilliği gör¬ mediniz ve duymadınız ve bize bildirmediniz ve biz dahi görüp duymadık, hiçbir şeyden malûmatımız yoktur. Ve bu mazmata da yazılmamıştır, imzalanmamıştır ve yoktur. ı Böyle deyip, mazmatayı cart cart yırttı. Birden aklı başına gelip, — Aman, mazmatanın parçalarını toparlayın, hükümet aleyhinde hiçbir delil ortada kalmıya... Bu parçalan yakıp, le, y a d a k ü l ü n ü d e t a Hıdırlık d o r u ğ u n d a n ye¬ Kamışlık ç a y ı n d a n s e l e v e r m e l i , y o k e t m e ¬ l i . . . dedi. Giderken — de: Haydi s a ğ l ı c a k l a k a l ı n , . , Ben kumandan beye r a p o r u m u v e r e c e ğ i m . Dilerse kumandan bey hüküme¬ tin gelmiş o l d u ğ u n u vilâyete bildirir, dilerse b i l d i r m e z ; g a y r i o n a kalmış bir i ş . . . Kimsede ses yok. Ben evin kapısından Herkes girerken bir y a n a gün ö t ü y o r . . . A r a d a n b u n c a yıl g e ç t i . mussuzunun döndü ışımıştı. gitti. Horozlar O g e c e Z ü b ü k na¬ evindekiler gerçekten h ü k ü m e t adamla¬ r ı mıydı, d e ğ i l m i y d i , b i l e m e d i k g i t t i . Yaaa işte b ö y l e b e y . . . Zübükzâde*'den b i z i m çek¬ m e d i ğ i m i z m i k a l d ı ! . . D a h a d a n e l e r ç e k e c e ğ i m i z bel¬ li değil. Görelim Mevlâm n e ' g ö s t e r i r . ÖLÜ TOPRAĞI SERPİLMİŞ KASABADAN ' MEKTUP ilçe Ortaokulu'nun A l m a n c a • • ö ğ r e t m e n i , bir a r k a d a ş ı n a şu m e k t u b u yazıyor : . ' «Sevgili S e n d e n ve d e n i z d e n metre de y ü k s e k t e y i m . yolculuğundan sonra, geldim. buralarını belki vilâyet daha 1286 bir g e c e s ü r e n t r e n bir c u m a r t e s i s a b a h ı ( Tatil g ü n l e r i n i görmem 1342 k i l o m e t r e uzakta, İki g ü n ) ye merkezinde geçirip, akıllıca bir i ş o l u r d u . A m a bir a y a k ö n c e , A l m a n c a ö ğ r e t m e n i o l a r a k a t a n - eliğim i l ç e y e k a v u ş m a k için ö y l e s a b ı r s ı z d ı m , yecanlıydım ki, vilâyette kalamadım. Öyle he¬ İlçeyle il arasın¬ d a yalnız b i r k a p t ı k a ç t ı , h a f t a d a ü ç g ü r i i ş l e r m i ş . B e n t a m zamanında sarısı hurda Burada liyordum, gelmişim, ilkel büsbütün sonra, içine düşeceğimi hazırlıklıydım. içimden ülkücü kanarya bindik. b i r yaşayışın buna önceden bir şey söyliyeyim mi, Kendimi öğleden bir kaptıkaçtıya bunu Daha bi¬ şaşılası istiyorum da... göstermem de doğru ol¬ maz. Biraz d a i ç i m d e m e r a k v a r d ı . B u d u y g u m u , ş i m ¬ di sana yazarken bile; utanıyorum. kalı b i r z e n g i n t u r i s t i n , Avrupalı, bir Uzak D o ğ u , Ameri¬ bir A f r i k a içi ş e h r i n i " m e r a k e d i ş i g i b i , insanın k e n d i y u r d u n d a n b i r i l ç e y i m e r a k e t m e s i ayıp d e ğ i l Balta girmemiş u y g a r ulusların ten içe mi? ormanlarda heyecan arayan aslan avına gezginleri, bir b o ğ a yılanına k o v a l a n m a k , çıkan nasıl iç¬ nasıl y a m y a m ¬ ların e l i n e d ü ş m e k , y u r t l a r ı n a d ö n ü n c e h e y e c a n l a an¬ latacakları türlü serüvenler yaşadıktan sonra kurtul¬ m a k i s t e r l e r s e , bizim d e i ç i m i z d e , d a h a y o l a ç ı k a r k e n , işte b ö y l e b i r gizli d u y g u var. B u d u y g u y u * ş i m d i b u r d a d a h a iyi anlıyor d a u t a n ı y o r u m . şılası, h e p k ö t ü , lı gelmişiz. mızı açıp B u r a l a r d a h e p şa¬ hep ilkei ş e y l e r g ö r m e k için hazırlık¬ Her g ö r d ü ğ ü m ü z ş e y e şaşacağız". Sonra da «ÂaaL.» m e k t u p l a r d a b u n l a r ı b i r e bin k a t a r a k , landıra anlatacağız. Neden, böyle sonra kendikendime, yapmışlar, bizi de bizden böyle d i y e ağzı b i r b i r i m i z e yazdığımız b a l l a n d ı r a bal¬ düşünüyorum öncekiler alıştırmışlar, hep da, böyle gelenek kur¬ muşlar da ondan, d i y o r u m . Umarım bile, duygularımızla bancı ki, bir Fransız, bizim y u r d u m u z u n sayıp dolaşmaz. bir bir köyünü İngiliz, Kendimizi uzak i l ç e m i z d e , bir A m e r i k a l ı bucağını, b i z i m - bu. kendimize atlaslara, ya¬ coğrafya kitaplarına girmemiş, aptallfğı b i l i n m e d i k bir ü l k e - Hoş, yeni g e l d i ğ i m b u ' ilçede, şeyler, çok. olaylar, Benim mamız, geri, keşfetmek içindeyiz. önceden sandıklarımdan kızdığım, önceden bunlara buralara ilkel beni şaşırtacak benim şaşmaya hazırlıklı bişey g ö r d ü k mü, bir k e n t yıkıntılarında, daha hazırlıklı gelişimiz. sanki içimizde, İsa ö n c e s i b i r k r a l ol¬ Kötü, batmış mezarı bul¬ m u ş a r k e o l o g u n s e v i n c i n i d u y u y o r u z . B e n d e b u duy¬ gulardan uzak kalamamışım. İ l ç e y e c u m a r t e s i g ü n ü g e l d i ğ i m i ç i n , pazar g ü n ü ¬ nü burda kimseyle geçirmeğe tanışmadan, Yol y o r g u n l u ğ u beni aramak oldu. Aramak, şey aranmaz! risinde bitirmişti. boşuna Aranmadan, A n c a k d ö r t - b e ş yüz b i r alanın kendimi herşey metre çevresinde İlk bir söz. süren işim bir o t e l Burda önüne hiçbir çıkıverir. bir ş o s a y l a , herşey toplanmış. küçük Bunların ge¬ evler var. İlçenin, tabelâlarırıdaki «otel» yazısından h i ç b i r ş e y i o t e l o l m a y a n iki o t e l i var. r i s t i k Palas Oteli»... ğımız, tanıtmadan kararlıydım. Yol Oteli», içinden lerdeki öbürünün boyunca geçtiğimiz, otellerin de adı da kaptıkaçtıyla «Modern gelirken durakladığımız çoğunun başka B i r i n i n adı «Tu¬ tabelâsına Palas uğradı¬ başka ilçe¬ «Palas» ek¬ lenmişti. Otellerden miş diye birinin şaşma. adına Çünkü neden içinde «Turistik» k a ç yıl eklen¬ yaşıyacağımı b i l m e d i ğ i m b u i l ç e , T ü r k i y e - İran t r a n s i t y o l u üzerin¬ dedir. Ortasından sabayı ikiye b ö l e n y o l d a n , t o z u , bıçak gibi keserek geçtiğimiz toprağı r a k d u r m a d a n g e l e n g e ç e n özel o t o m o b i l l e r , nın t o p r a k d a m l ı evlerini ka¬ havalandıra¬ kasaba¬ kat kat t o z t a b a k a s ı altında bırakıyorlar. İlk bakışta, insanlar bile, uzun zamandır yattıkları topraktan daha yeni kalkmışlar da, üstlerini başlarını silkelemişler gibi görünüyor. Derileri, bakış¬ ları bile tpzlu, dumanlı... Bu t o z - t o p r a k altında uyuklayan kasabayı, böğrüne saplanıp geçmiş transit yo¬ lu bile, derin uykusundan uyandıramamış. Parmaklarımı topraklara geçirip, ellerimi derin¬ lere daldırıp, kolanınla yolları, tepeleri tutup, bütün bu kasabayı sarsıp sallayacağım, onları tozlarından silkeleyip uyandıracağım sanıyorum. Onbeş - onyedi yaşlarındayken, içimiz içimize sığmaz da, nasıl du¬ varları, kapıları yumruklar, t e k m e l e r d i k ; şimdi işte kendimi öyle güçlü duyuyorum. Transit yolunu, ilçe için büsbütün de- yararsız sanma. Bu y o l , hem de Fransızca yaz'lışıyla «Restaurant» kelimesini ilçeye sokmuş. İkisi otellerin al¬ tında olmak üzere üç aşçı dükkânı var. üçünün de tabelâsında «Restaurant» yazılı. Yalnız birinde «N», birisinde de «S» harfi başaşağı, ters yazılmış. Kara yolundan İran'a, İran'dan bu yana geçen ingilizler, Almanlar, Amerikalılar, tam ilçeden geçerlerken ka¬ rınları acıkırsa, tabelâlardaki «Restaurant» yazısını görüp, arabalarını durduracaklar. Bu arabaların burda durduğu yok ki, aşçıya, otelciye para bıraksınlar. Da¬ ha önce içinden geçtikleri ilçelerde «Palas» otellerde, Restaurant'larda boylarının ölçülerini, güzelce dersle¬ rini almış olacaklar ki, kasaba içinden kurşun hızıyla geçip gidiyorlar. Arabaları bozulanlar, isteristemez kalıyorlar. Kış değilse, arabalarının içinde geceliyoriarmış. Bu transit yolunun ilçeye bir yararı daha olmuş. Burda ilk günü kiminle görüştümse, cebinden Ame¬ rikan cıgarası çıkarıp ikram etti. Hele delikanlılar A- merikan cıgarasına bayılıyorlar. İlçenin esnafı, b u r d a n ' geçen yabancılar para bırakacaklar diye bekliye dur¬ sun, delikanlılar arabaları durdurup, turistlerden A¬ merikan cıgarası satın alıyorlarmış. Amerikan cıgarasının en ucuzu, bizim en pahalı cıgaramızdan dört kat daha çok paraya alınabiliyor. Ama Amerikan c ı garası ikram etmenin fiyakası başka oluyor. Memur¬ lar da Amerikan cıgarasına özeniyorlar. Delikanlılar, satın aldıkları cıgaralan başkalarına daha pahalıya satarak para kazanıyorlar. Transit yolundan geçenler Alman da olsa, iranlı da olsa, yanlarında Amerikan cıgarası bulunuyor. Buralılar Amerikan cıgarasını yalnızken içmiyorlar, toplu olunca içiyorlar; daha çok ikram cıgarası... Şimdilik anlıyabildiğim, Amerika, uygarlığını ön¬ ce cıgarasıyla yaymaya başlamış. İlçenin iki otelinden biri, alan üstünde, ö b ü r ü elii-altmış adım daha uzakta. Turistik Palas Otelini hiç gözüm tutmadığı için, daha iyi görünen M o d e r n Palas Oteli'ne g i t t i m . Otelin d ö r t odası var. Odanın birine altı, ikisine dörder, birine de iki karyola koy¬ muşlar. Bana, otelin en iyi odası olan iki karyolalı odayı verdiler. Helaya girince, niçin, ne yapmak için buraya gir¬ diğimi unutup dışarı çıkmak zorunda kaldım. Elbise¬ lerimle yatağın üstüne uzandım. Ama kokudan, dura¬ madım. Aşağı indim. Otelin altında, bir yanda kahve, bir yanda ahçı var. Kahvede bulunan otelciye, yatak çarşaflarını, y o r g a n , yastık yüzlerini değiştirmelerini rica ettim. Bir arkadaşım, hem de bir büyük bir otelde kalıyormuş. Yatak çarşafının vilâyet merkezinde değiştirilmesini istemiş de, — Beyim, daha geçen hafta d e ğ i ş t i r d i k , temiz¬ d i r , a n c a ü ç kişi y a t t ı . . . d e m i ş l e r . Bana böyle söyliyen olmadı. Yağmurdan, sıcaktan yol yol çatlamış, lı kontrplâk üstüne, beyaz b o y a k a r a boya¬ ile a c e m i c e «Res- t a u r a n t » yazılı y e r e g i r d i m . B u r a s ı , i l ç e d e k i ü ç lokan¬ tanın gibi en iyisiymiş. Toprak taban, olmuş. Düşmeden üstünde basıla basıla b e t o n durabilmek için, sandalye d e ğ i ş t i r d i m . Ya t o p r a k tabanın lüğünden, ya da sandalye bacaklarının ta olmayışından sandalyelerin üç eğri b ü ğ r ü e ş i t uzunluk¬ üstlerinde dengeli otu¬ ramamıştım. İlk g ö r d ü ğ ü m y e r o l u ş u n d a n m ı b i l m e m , herşeye, ince en ayrıntılarına L o k a n t a d a altı s a var. Aralıklı masayla, masa dek dikkat ediyordum. b i r d e ç o k uzun bir ma¬ tahtaları, üstüne kim yıldır y a ğ l a r , yemekler döküle d ö k ü l e pırıl şirleşmişler. Bir ç o c u k , bir kirli bilir k a ç pırı! şim- paçavrayla masanın ü s t ü n ü s i l d i . Yemek t e n c e r e l e r i n i n d u r d u ğ u y e r e git¬ tim. Ağızları miş. H e p s i n i n ü s t ü n e s i y a h bir t ü l ö r t ü l m ü ş , bir t ü l . . . tül t e p s i l e r sıra Elimi o y n a t ı n c a , y e m e k l e r i n kendiliğinden sandığım, lutu açık t e n c e r e l e r , sıra dizil¬ dantelli ü s t ü n d e k i siyah h a v a l a n d ı , ş a ş ı r d ı m . B e n i m kara t ü l k a r a s i n e k yığını içinde kaldım. Ayıp d e ğ i l miymiş... olur diye S i n e k bu¬ lokantadan çıka¬ m a d ı m . A m a y e m e k l e r i d e y e m e d i m , y e m i ş - g i b i . yap¬ t ı m . Dibi y o s u n b a ğ l a m ı ş , ağzı kırık s ü r a h i i ç i n d e k i s u k i r l i y e ş i l e ç a l ı y o r d u . S u i ç e r k e n , alt d u d a ğ ı m b a r d a ¬ ğın dış k e n a r ı n a s ü r ü l m e s i n d i y e , iki d u d a ğ ı m ı , b i r d e n bardağın içine s o k u p suyu Lokantadan çıkıp içtim. ilçeyi şöyle bir dolaştım. ö z e l a r a b a d a n çıkan e s m e r b i r a d a m , na bir ş e y l e r a n l a t m a ğ a ç a l ı ş ı y o r d u . lerinden bir ş i k â y e t i kişi ç e v r e l e m i ş t i . olduğu belliydi. Bir polis memuru¬ El kol Onları N e o l d u ğ u n u a n l a m a k için hareket¬ beş-on ben de sokuldum. Esmer, kısaca boylu, kırkbeş yaşlarında, simsiyah bıyıklarının °*acunu yukarı burmuş bir adam bana, — Her zaman olur bey, dedi, her zaman olur... dedi. Bu adam, az önce otelde, kendisinden yatak çar¬ şafını, yorgan yüzünü değiştirmesini rica ettiğim a¬ damdı. — Neymiş? diye sordum. Anlattı: Yabancı arabaları, transit yolundan ge¬ çerlerken, gerek bu ilçenin, gerek köylerin çocukları, çobanları tarla dibine, yol kıyısına gizlenir, arabaları taşa tutarlarmış. Her zaman olurmuş... Birkaç taş ye¬ meden transit yolundan kurtulup sınırı aşan araba pek olmazmış. Araba içindekilerden kafası varılanlar bile olurmuş. Polise şikâyet eden adamın arabasına baktım, şoför yerinin yanındaki cam, atılan taşla kırılmıştı. Esmer adam, Fransızca anlatıyor, polis de ona Türkçe, —' Nerden bulayım yahu, kilometrelerce y o l . . . Hangi veledizina atmış, bilir miyim... diyordu. Bu olayları kanıksamış olan kalabalık da gülü¬ yordu. Uçları sivri, siyah bıyıklı adamla birlikte yürü¬ yorduk. Adam bana, — Arabadaki sarı karıyı gördün mü? diye s o r d u . Evet, arabada güzel, sarışın bir kız vardı. Uçları sivri, uzun siyah bıyıklı adam anlattı: «— Arabanın içinde bir esmer herifle bir sarı karı g ö r d ü n mü, anla ki herif İranlı, kadın da. Alman.. Bu arabalar hep iran'a gider. Ordart gelen arabalarda sarışın kadın göremezsin... İranlıların Avrupa'ya na¬ sıl, nerden g i t t i k l e r i , bu yoldan mı, başka yoldan mı, bilinmez. Ama arabasız gittikleri belli. Günahları bo- yurtlarına, yükte dediklerine hafif pahada göre ağır bu adamlar, yanlarına bişey.. a l ı r l a r m ı ş . O n u Al¬ m a n y a ' d a s a t t ı l a r m ı , ilkin o t o m o b i l alır, s o n r a d a sa¬ rışın bir A l m a n kızını k a p t ı l a r m ı , gerisin geri İran'a d ö n e r l e r m i ş . G ü n d e y i r m i - o t u z a r a b a b u y o l d a n İran'a sarı kadın taşır. E s m e r a d a m ı n sarı karıya t a m a h ı ç o k oluyor bey. Alman İran Sarı karının g ö n l ü d e k a r a h e r i f i ç e k i y o r ; karıları ması sarışın diyesiymiş taşına, bu boyayacaklar. sarı Sarı karılar kara kır¬ İran Şahı her g e n ç b i r sarışını A v r u p a ' d a n kap¬ G ö r d ü n m ü , herif, A v r u p a ' n ı n .medeniye¬ memleketine nasıl koynuna-alarak... bülbülü taşına sarıya ç o c u k l a r İran'ı d o l d u r a c a k l a r - ki, sın g e l s i n . . . tini İran'a memleketini getiriyor, İranlı kucağına herif d e d i n mi, oturtarak" Alamancanın kesilmiş... » Uçları s i v r i b u r m a bıyıklı a d a m l a o t e l e k a d a r g e l ¬ dik. Bu otelin sahibi Satılmış' Bey'miş. kemiklerine yapışmış. sıçrayacakmış gibi 'Sanki geliyor. insana Eğri, tünde yaylanarak yürüdüğünden gibi görünüyor. İlçede Esmer derisi hemen ince kısa ilk tanıştığım zıp bacakları boyu, zıp üs¬ uzunmuş Otelci Satılmış B e y ' d e n b u r a s ı için e p e y c e b i l g i e d i n d i m . Sana bütün ilçeyi, böyle ayrıntılariyle anlatacak d e ğ i l i m . Bu a n l a t t ı k l a r ı m a g ö r e , g e r i s i n i sen hayal e¬ debilirsin. İlçede te beş olan bin ilçenin Hazirandan 1980 kişi y a ş ı y o r , kişi... güney sonra köylerindekiferle Bir g e n i ş d ü z l ü k ü s t ü n e batısından b ü t ü n yaz b a t a k g ö l c ü k l e r kalırmış. bu birkaç Hıdırlık D o r u ğ u var. Hıdırlık o l m a y a n Hıdırlık g ö r d ü k , Çayı akıyor. çay kurur, yer yer Bu batak gölcükler de sinek üremesi, manda çimmesi için... ğusunda Kamışlık birlik¬ kurulmuş Kasabanın k u z e y do¬ Anadolu'da i l y o k sanırım. duyduk. bir d e ğ i l , Her y e r d e bir Burayı sevmeğe çalışıyorum, seviyorum d a . . . Bir sevgilim olsaydı da, onun ihanetine uğramış olsaydım, bu ilçeyi sevişilir daha bir romantikleşirdi. Elektrik lâmbaları yandı. Yanan lâmbalar, ortalı¬ ğı daha da kararttı. Çünkü insan, lâmba yanınca or¬ talık aydınlanacak, ışıyacak sanıyor. Tersine/ ölü gö¬ zü gibi sönüksü lâmbalar, karanlığı daha çok belirt¬ mekten başka işe yaramadı. İlçenin ortasından geçen ana yolu boydan boya bir kaç kez dolandım, lüks lâmbaları yanıyor. Tepeden sarkan fışıltılı lüks lâm¬ balarının karantina sarısı ışığı altında toplaşan insan¬ ların suratları uzamış, olduklarından daha da kirli, tozlu, sıska görünüyor. Işıklar altında toplanmış, kâ" ğıt oynuyorlardı. Onları, kahve pencerelerinin, dışın¬ dan seyrediyordum. Eller kollar kalkıp kaikıp, masa¬ nın üstüne oyun kâğıtlarını çarpıyordu. Sana mektup yazmak için otele döndüm. Odamı temizlemek için gazlamışlar mi; mazotlamışlar mı, DDT lemisler mi, anlıyamadım. Bir koku, bir k o k u . . . Kendimi dışarı atmasam boğulacaktım. Havalansın di¬ ye odamın pencerelerini açtım. Kahveye indim. Otelci Satılmış Bey, — Odanızı iyice DDT iettim, dedi, ne tahta ku¬ rusu, ne pire... Bu gece bir uyursunuz, yol yorgun¬ luğunuz gider... Işıklar-öyle kısık yanıyor ki, kahvede de mektup yazamadım. Satılmış Bey'e, : — Lâmbalar hep böyle mi yanar? dedim. — Yok, gecenin onundan sonra ceryan kuvvet¬ lenir de lâmbalar bir parıldar, güneş gibi şavkır da bakamazsın, gözün kamaşır. Biraz sonra dükkânlar¬ da kimse kalmaz, evdekiler de lâmbaları söndürür, uykuya varır. O zaman sen lâmbaları gör... Burda saat 23,30 dan sonra, lâmbalar göz kırpar g i b i üç kere yanıp yanıp sönüyor; Cereyanın kesile¬ ceğine işaret... O saatten: sonra ortalık karanlık... Gaz lâmbaları yanıyor. Bu ölü ışıktan kurtulmak için sokağa çıktım. Dı¬ şarısı içerden aydınlıktı, çünkü dışarda ay ışığı var, ortalık pırıl pırıl... Anladın ya, herhangi bir Orta Anadolu ilçesin¬ den büyük bir ayırımı olmayan bir yerdeyim işte... Benim daha önce gördüklerimden, duyduklarımdan daha da yoksul, daha da y o k s u n . . . Burada herkesin ağzında bir Zübükzâde İbraam Bey... Herkes onu anlatıyor, onun sözünü ediyor. Merhaba der demez, arkasından Zübükzâde şöyle yaptı, böyle etti, diye başlıyorlar. Adını daha trendeyken duymuştum. Bir kompar¬ tımanda yolculuk ettiklerimizden iki kişi, hiç durma¬ dan saatlerce Zübükzâde İbraam Bey'in zulmünden, -kötülüğünden *Öert yandı. Onların u z u n u z u n yakın¬ malarını dinlerken, hiç sıkılmadım. Anlattıkları çok il¬ ginçti ama, inanılır şeyler değildi. Trenden inince, an¬ cak bir saat kadar kalabildiğim vilâyette de, ondan bundan yine Zübükzâde İbraam Bey'in mera'klı serü¬ venlerini dinledim. Kanarya sarısı kaptıkaçtıda da, .yol boyunca yine o adamın sözü edildi. İşin şaşılası yanı, bu adamın serüvenlerini dinlemekten insan hiç bıkıp usanmıyor. Destan gibi bir adam. Yalnız, kötü bir destan, yani yergi, taşlama... Herkes anlatıp an latıp «Affah Defanı ve/sin ulan Zübük... Çilemiz dol¬ madı mı ki, seni Azrail hiç görmez» diye sözünü bi¬ tiriyor. Daha yoldayken onun için anlatılanları dinliye d i n l i y e , gideceğim ilçeden çok bu adamı merak et¬ meğe başlamıştım. Ne yazık, onu göremedim, Ankara'daymış. «Ya- kında gelir» manıymış deniyor. Şimdilik, gibi geçenleri gelen bu öğrenmeğe da anlatıyorlar. bana bir masal kahra- adamın hayatını, çalışıyorum. Burdakilerin, ondan başka anlatacak, söyleşecek başka hiçbir konuları yok... bükzâde'siz evleri bu ilçe olmayacakmış, bomboş duracakmış. içleri, başından Ben çalışmasam Onsuz, öyle yada ki, Zü- dükkânları, b u r d a k i insanların kafaları, gözleri boşalacakmış. Burada herşeyi dolduran, Bey... canlandıran hep Kahvede, yolda, hep evde. Zübükzâde İbraam her y e r d e o n d a n ko¬ nuşuluyor. Gece otelde y o r g u n l u k t a n dan uyumuşum. çarşafının, hiç y e r i m i y a d ı r g a m a ¬ Pazar s a b a h ı yorgan, gözümü yastık yüzünün tirilmiş olduğunu, ama açınca, yatak gerçekten değiştirilenlerin, değiş¬ eskisinden daha temiz olmadığını g ö r d ü m . Sana kahveye bu çay içtik. yordum. mektubu yazmak indim. Otelci Satılmış için otelin altındaki B e y ' l e karşılıklı birer O n d a n i l ç e n i n d u r u m u n u ö ğ r e n m e ğ e çalışı¬ O bana d u r m a d a n Zübükzâde'yi anlatıyordu. Bir b a k ı m a d o ğ r u ; anlaşıldığına Zübükzâde demek... Söz göre arasında, bu ilçe, Otelci yalnız Satılmış Bey, — Memleketimiz — Neden?.diye — Bizim garip, dedi, garip yer bura¬ sı... sordum. kasabamıza ölü toprağı serpilmiştir... Bu sözü, gelirken trende birinden daha duymuş¬ tum. O da, kendi vilâyetinin bakımsızlığını, sahipsiz¬ liğini a n l a t m a k için «Bizim m e m l e k e t e ölü t o p r a ğ ı ser¬ pilmiş» d i y o r d u . anlamamıştım. nasıl sessiz, İlkin b u s ö z ü n Şimdi kimsesiz, ne d e m e ğ e geldiğini sezinler gibi yalnızsa, oldum. «ölü toprağı Mezarlık serpil¬ miş» d i y e k e n d i m e m l e k e t l e r i n i d e bir mezarlığa b e n - zetiyorlardr. Otelci Satılmış Bey'e, trendeki adamın sözünü aktardım, — Orası için de ölü toprağı serpilmiş diyorlar... dedim. Satılmış Bey, derin bir iç geçirdi, — Onu bile. elimizden almak isterler, dedi, bura ları, dolayları dolaşsan her uğradığın yerde «buraya ölü toprağı serpilmiş-» derler. Yalandır. Asıl ölü t o p rağı serpilmiş memleket bizim burası... Başka yer olamaz. - - • — Neden? — Taa rahmetli anam söylerdi, ben bebeyken... «Oğul, oğul, buralara ölü toprağı serpilmiş» derdi. O sizin dediğiniz yer bir kere, yüksekte kalır. Oraya ölü toprağı nerden gele? Bak şu yukarı.... Atalarımız, en havalı, en yüksek yere mezarlık yapmışlar. Hıdırlık'ın a l t r h e p mezarlık. Yel vurdu muydu, kabristan t o p rağı kasabanın üstüne serpilir. Şimdi anladın mı Bey, neden buralara ölü toprağı serpilmiş... Satılmış Bey'in anlattıkları içimi kararttı. Kahve nin penceresinden gerideki ölü toprağı serpilen t e pelere yukarı baktım. Buraya haftada iki kere, cumartesi, perşembe günleri,, posta var; gazete de o günler geliyor. İstan bul gazetelerini, yayınlandıkları günden d ö r t gün son ra okuyabileceğim. Cumartesileri üç, perşembeleri dört, gazete birden almak, zorundayım. Posta günleri¬ ne gazete günü de deniyor. Gazeteciye dergiler gel¬ miyor, abone olacağım. Burasını çok sevdim dersem, inan. Çok işler be cereceğimi sanıyorum. Bütün gün ilçeyi gezeceğim. Bütün ilçe dediğim, yarım saatte bitiyor. Ama ben Hıdırlık'a da çıkmak istiyorum. Gözlerinden öper mutluluklar dilerim. . — Eğri" b e l i n e belki hovardalığa nuşalım . b a h a r s u y u y ü r ü m ü ş olsa g e r e k , çıkmıştır. Varsın olmasın, biz ko¬ dedi. Parti b a ş k a n ı o l d u ğ u m d a n , l i ğ i m ieap e d i y o r . söze d e s t u r v e r m e k - Çiftverenoğlu Hamza Bey'e bak¬ t ı m , h e r i f i n , y ü z ü n d e n kan ç e k i l m i ş , m e v t a y a d ö n m ü ş . Partimiz Belediye s e ç i m l e r i n d e alt oldu B e l e d i y e (Reisliği g i d e c e k , lacak... Senin düzen mu, elinden herifin düzeni tüm dediğin, bozu¬ makina dişlileri gibi hep birbirine g e ç m e l i . Birinin düzeni bozuldu mu, bü¬ tün düzen çarkı bozulacak. Ucu hepimize dokunacak. Ben söze g i r i ş t i m : - r - Arkadaşlar, Ak koyun kara biliyorsunuz, koyun ayırt seçim geldi çattı. edilecek. Aramızdaki ay¬ rılığı gayrılrğı u n u t u p , e s k i d e f t e r l e r i d ü r e l i m , rafa ko¬ yalım. mü, B e y g i r l e r bile beygir akliyle, canavarı b a ş b a ş a v e r i r b i r l e ş i r d e a r t ayaklarını dönerler. vatan, Bizim millet, de birleşme din d ü ş m a n ı zamanımız. muhalifler, gördü canavara Yoksa bu a r a m ı z d a k i te¬ p i ş m e y i , d a l a ş m a y ı g e r ç e k b i l i p s e ç i m d e bizi y e r e se¬ rerse, hepimizin tiftiğini tararlar. Burda toplaştık ki, s e ç i m l e r d e n ö n c e muhaliflerin kolunu kanadını, ğını boynuzunu Böyle Efendi'nin kula¬ kıralım. konuşmamın meramı, sebebi Belediye Hamza'nın e l i n d e n k a p m a k . kavgasına d ü ş t ü k m ü , şu ki, Reisliğini Gedikli İhsan Çiftverenoğlu Biz ş i m d i p a r t i c e s e n b e n muhaliflerin ekmeğine yağ sü¬ rülecek. Bunun zına d a bir y o l u v a r , - G e d i k l i bir p a r m a k bal ğimiz g i b i , İhsan çalmak... Çiftverenoğlu Efendi'nin önceden işmarı ç a k ı n c a , ağ¬ sözleşti- o söze gi¬ rişti: — Arkadaşlar, oyuncak; değil, biz başka hep bir işe kardeşiz. benzemez. P a r t i c i l i k işi İnsanoğlu'- nun yiğitliğini yol arkadaşlığında kumar âleminde sınayacaksın leminde sınayacaksın var; üç... benim Efendi'yle de bir d â v a m ; kendisi Ben muhterem benden haddimi bilirim, arkadaşlarımın Şu sonuncusu konuşalım arkadaşımız o1 varken arka¬ Gedikli b i r alıp v e r e m e d i ğ i m çok Belediye İhsan yok. Ve Reisliğine bana bir, m u h a b b e t ⬠bunun Açıkça Ha o olmuş ha ben o l m u ş u m . . . ve içkili Bir d e particilik arkadaşlığı... daşlar, sınayacaksın, iki, lâyıktır. reislik düşmez. Ben d e o l s a m , o n u n hizmetindeyim. Çiftverenoğlu şaşkınını gördün mü sen? U¬ lan, b e n sana b ö y l e m i ö ğ r e t t i m ? Nasıl k o n u ş u l a c a ğ ı ¬ nı sana bir bir e z b e r l e t m e d i m Gedikli Bu Efendi'yle d ü p e d ü z «Ben rim. mi... bir d â v a m köprüyü izniyle.» demek değil edilmiyecekti. Bizde, oyunuyla elden kazık mi? demek? dayı Hiç dâva mava ahbaplığı mü, arkasından atılacağını «Benim ne de¬ o n u n anasını b e l l e r i m yok yere da can-ciğer göründün Tuu.. : yok» g e ç e s f y e ayıya Hele bir reis o l a y ı m d a , Allahın fı İhsan cümlemiz l⬠sıkıladın bir a l i c e n g i z biliriz. Velâkin, r e i s l i ğ i k a ç ı r a c a ğ ı m d i y e k o r k u d a n ş a ş k ı n a dö¬ nen Ç i f t v e r e n o ğ l u Hamza d e n e n a l ç a k t a akıl mı kal¬ mış... Reislik e l d e n g i t t i d e ; G e d i k l i İhsan Efendi reis oldu mu, herifin .kalmamış k i . . . Bey'i ipe ipliği pazara ç ı k a c a k . Y e m e d i ğ i halt Gedikli kadar götürür. İhsan reis oldu Gayri mu, Hamza v i c d a n ı n a kalmış bir iş... Gedikli İhsan t e h ¬ likeyi s e z i p , zağar iti g i b i kulaklarını d i k t i . Hamza Bey b ö y l e k o n u ş u n c a , İblis misa¬ li sırıtıp, — Bre heyri; sun... furullah... miş... bu nasıl söz, d e d i , , ne d e m e k ol¬ Sen v a r k e n , bana r e i s l i k m i d ü ş e r m i ş . . . Estağ¬ Reislik benim aklımın ucundan geçme¬ O s s a a t işi a n l a d ı m . B u n l a r b i r b i r i n e o y u n oynuyorya, bakalım sın, hangisi üstün gelecek. hayır b e n o l m a m , Sen sen olacaksın, r e i s olacak¬ diye başladılar çekişmeğe. — Töbe, töbeler töbesi b a n a hiç bir v a k i t •— B e n v etmem. olmam... senin yanında... Sen Sen v a r k e n reislik düşmez. baştayken,--- Olmaz vallaha... Ne' d e m e k . . . Kabul B u n c a yıllık hizmetin.. : — Allah Allah.. ; okunmaz yanında — Ben neyim canım. Benim adım ö l ü r ü m daha iyi. Olmam şart heyri... Bırak Allasen... olsun... • • • • ' Kaymakam kâtibi . •- Rıza B e y ' i n k a n t e p e s i n e sıçra¬ mış. • • — Ulan g a v a t l a r , şunlara bak bir... b i r b i r l e r i n e -reisliği yin nesini ye kele d i y e bir bağırdı Seçimi buyur ederler. birbirinize bunlara, kazanmışlar g i b i , Hey kafasızlar, peşkeş çekersiniz? s ü r ü l e c e k akıl var mı sizde? hele şimdi de ne¬ M e r h e m di¬ Nerdeyse-reis- liği b i r b i r i n e i k r a m e t m e k i ç i n ç e k i ş e ç e k i ş e s o n u n d a döğüşecekler. Haydi devlet m e m u r u y u m , işlerine ka- rışmıyayım d i y e s u r d a d u r u p d u r u r k e n , s o n u n d a b e n i patlattınız... Rıza B e y ' i n patlaması Çiftverenöğlu'yla mağa fırsat ha girip — Gedikli buldular. İhsan kendilerini Sonra yeniden madrabazlığa başladılar: başka Hamza ha s e n . . . şu s e ç i m işi... toparla¬ bir o y u - , Bey, D o ğ r u , . d e d i , a r a m ı z d a t e k l i f mi var, olmuşum, fendi iyi o l d u . A r a d a s u s u l u n c a . ha b e n Hep bir kapıya çıkar. Asıl m e s e l e Gelelim/seçime... Ne dersin İhsan E ¬ kardeşim? İhsan bacağını Efendi, kıçını altına a l d ı : sandalyeden kaldırıp öteki — Bana sorarsanız... — Evet... — Yalnız, — Elbet..-. — Bana s o r a r s a n ı z , m i z l i k ister. Sana bu d e d i ve s u s t u . sorarsak? dediklerim burda kalacak. kendi içimizde ilkin Ne dersiniz, öyle değil i ç i n d e m i k r o p var. T e m i z l e m e y i n c e , moy vermez, timizin mı? temizlenecek Öunu bana s o r m a hey A l l a h . . . namussuzun Ge)peJeJ;/7r söyliyeceksiniz? içinde Partideki sıkıysa g e l adını s ö y l e na, b u m i l l e t bize o y Ne d e s e m ş i m d i b e n içinden ğu belJL bir. t e Partimizin ö y i e m i , d e ğ i l mi? Başını, bana ç e v i r m i ş b a k a r . nın sırası mi? mikrobu herkes Par¬ kim oldu¬ adını naşı) bitir de, b i y o l . Z ü b ü k z â d e d e m i ş l e r o¬ bir kulağına g i t t i mi iflahımızı k e s e r . H e r k e s ba¬ n a b a k ı y o r k i , p a r t i d e n t e m i z l e n e c e k m i k r o b u n adını söyliyeyım. işi p o l i t i k a c ı l ı ğ a v u r u p , — dedim, Doğrudur, iyinin k ö t ü n ü n ayırdı za¬ m a n ı g e l d i d e g e ç t i b i l e . . . Bir k ö t ü n ü n y e d i mahalle¬ ye zararı vardır. "Başımı — Satılmış Ne dersin Bey'e d ö n d ü r ü p , Satılmış Bey kardeşim? B ö y l e c e belâyı ü s t ü m d e n . a t t ı m . y o k u ş a v u r m u ş k o c a öküz g i b i — dedim. Satılmış burnundan Bey, soluyarak, D o ğ r u lâfa ne d e n i r , d o ğ r u y a d o ğ r u . . . İçimiz¬ de k ö t ü n ü n o l d u ğ u d o ğ r u bir söz. O h e r i f i partimiz¬ d e n d e f l e m e y i n c e , s e ç i m kazanılmaz. Bunu dedikten s o n r a başını y a n ı n d a k i n e ç e v i r i p , — • Ne d e r s i n M u r t a z a Efendi? d i y e s o r a r a k , be¬ lâyı üstünden savuşturdu. Allah Selâmet Versin M u r - taza Efendi. — .— Münasiptir... dedikten sonra, öyle değil fendi'ye sordu. mi? diye Allah'ın. Kulu İsmail E- Herkes, ve bunun partimizde aramızdan bir : namussuzun atılmasında olduğunda birlik. Gelgeleiim, h i ç b i r i d e ş u i ç i m i z d e k i a l ç a ğ ı n adını s ö y l i y e m i y o r d u . Bu b i z i m insanımızda y ü r e k y o k , yürek... Ulan kor¬ k a c a k n e v a r ? S ö y l e s e n i z e ş u h e r i f i n a d ı n ı . . . Tuh y ü ¬ reksizler! Herkes birbirine «öyle değil mi?», «Ne dersin?» d i y e s o r a r a k belâyı s a v u ş t u r a s a v u ş t u r a , d ö ¬ n ü p d o l a ş ı p g e n e bana g e l d i . — Ne bir Aklı dersin? Evvel Demeğe Sen partimizin Hoca olarak bu — şanı Düşmesiyle, Bu gibi, ardına Deli C e l i ! dürzü nerde? inmiş de nerde, Sakalına mız o l a c a k Aklı ortamıza biz k u ş a n ı p si¬ Dağ e ş k i y a s ı kanun eskidenmiş. kitabına kıp bakıp m a d d e y e u y g u n a d a m s o y u y o r l a r . hükümeti çarptı, B u r a n ı n b i r karı¬ Ulan y o k s a m ı çıkalım? eşkiyalar şehire kasabanın ve bağırmaya başladı: g ö r ü ş e n i y o k mu? Şimdi o c a k başkanı kanadı m e m l e k e t i n s a h i b i kim? lâhlanıp d a ğ a Efendi, işe... k a l m a d ı , ' kapının n a m l u d a n vızlamış m e r m i düştü. G e d i k l i İhsan Evvel Belediye üfürdüğümün Hoca hani? Reisi Ulan ba¬ bu denilen parti başkanı¬ Ulan sizin partini¬ zin d e , ulan sizin b e l e d i y e n i z i n d e . . \ Deli C e l i l essahtan dellenmiş ki, daha önünde d u r u l m a z h e r i f i n . Gözleri f i n c a n f i n c a n dışarı u ğ r a m ı ş , ağzı köpürmüş... B i r i m i z ağzımızı rimizi bir k u r ş u n l a d e ğ i ş e c e k , Sövülecek, sövülmesi a ç s a k herif her b i ¬ bizi k e v g i r e ç e v i r e c e k . e l h a k iktiza e d e n her k i m var¬ s a h e p s i n e s ö v ü p s a y d ı k t a n s o n r a , Deli C e l i l ' i n b e d e ¬ ni g e v ş e d i . Rıza Bey, ne de olsa h ü k ü m e t a d a m ı o l ¬ d u ğ u n d a n lâfın u c u h ü k ü m e t e d o k u n u n c a , — Höst, Hükümeti işin lım... d e d i . len Celil E f e n d i o ğ l u m , o nasıl s ö z . . . içine s o k m a ! Neyin nesi a n l a t baka¬ Rıza Bey'i bizim burda herkes s ö y l e y i n c e Deli C e l i l , — Benim sayar. O böyle ı hükümetimize karşı hiçbir sözüm yok Rıza B e y e m m i . . . ,diye a ğ l a m a ğ a b a ş l a d ı . Koca herif iki g ö z ü iki ç e ş m e a ğ l ı y o r , a ğ l a m a k t a n b o ğ u l a c a k . . . — Bre heyri, Hem ağladı, mış. «Herif, hem anlattı. Karısı y u f k a y a p a c a k ¬ fırında y a k a c a k yok, sök de dağdan eşeği n'oldu, anlat hele... önüne getir» katıp d ö n e m e ç t e Kalaycı demiş. çıkmış bir e ş e k y ü k ü Deli C e l i l , yola... Hıdırlık'ı Kör Nuri'yi g ö r m ü ş . kök kuşlukta, dolaşmış, K e n d i s i an¬ latıyor : — İlkin K ö r N u r i o l d u ğ u n u görseniz bilemezdiniz. muş. Ayağına abadan ğına d o l a k d o l a m ı ş . bilemedim. Herif ş e y t a n gibi Siz de bir ş e y o l ¬ bir k ü l o t p a n t o l g i y m i ş , baca¬ S ı r t ı n d a bir e s k i a s k e r i y e c e k e t i , b a ş ı n d a s i v r i bir k e ç e k ü l a h . . . Göğsü çaprazlama f i ¬ şeklik, Allah Allah... o m u z u n d a bir f i l i n t a . . . Karşım¬ d a b u h e y b e t t e bir â d e m o ğ l u g ö r ü n c e b e n ş a ş ı r d ı m . C a n d a r m a d e s e m , c a n d a r m a y a b e n z e m e z , e ş k i y a de¬ s e m e ş k i y a y a b e n z e m e z . Yahu b u n e A l l a h ' ı n b e l â s ı d e m e ğ e kalmadı, mavzeri bana y ö n e l t i p «Duurr!» di y e b a ğ ı r m a z m ı ! . . D i z l e r i m i n bağı ç ö z ü l d ü . Dur d e m e s e d e y ü r ü y e c e k d e r m a n m ı var... Ben d u r d u m , e ş e k durmaz... Eşeğe ecinni gibi kime çüş «Çüüş, herif «Ben diyorsun?» rullah a ğ a m , paşam, diye seslendim. y i n c e «Töbe, çüüş» d i y e bir diye serteldi. haşa «Eşşeği bağırınca, hükümet kuvvetiyim, «Aman huzurdan bahane sözüm eşeğedir» bu sen estağfu¬ eşeğe dedim» edip yoksa... » diye yemin içtim. de¬ A¬ d ı m a d ı m s o k u l d u m . Bir d e b a k t ı m , b i z i m K a l a y c ı K ö r N u r i d e ğ i l mi? «Ulan o c a ğ ı batası Kör, s e n i bir a d a m belledim dedim. de ödüm «Selâmı ağzıma bırak da geldi, elli' selâmünaieyküm» k a y m e y i v e r bakalım» dedi. Ben şaka belledim... «Yıkıl! Ne ellisi, Kör? Bu ne biçim şaka?» dedim. Namluyu göğsüme dayamaz mı... «Aman Nuri Efendi...» «Sökül elli kaymeyi...» «Yahu; ben senin Celil Emmin değil miyim?» Ne dese iyi... «Burası vazife y e r i . Tanışlık başka, iş başka. Vazife başında tanıştık yok ve de ben seni şimdi ta¬ nımıyorum.» «Aman Nuri Efendi kardeş, aman Nuri Efendi oğlum... » «Tanımam... Vazife başında babam, gelse tanımam.» «Peki, n'olacak? Bu neyin vazifesi? Sen hangi çetenin askeri oldunda dağ başlarında va¬ zife görürsün?» diye sorduğumda «Ben» dedi, «bu¬ güne bugün hükümet kuvvetiyim.» Anladım ki zaval¬ lı Kataycı deürmiş. Benim adımı boşuna deliye çıkar¬ mışlar. Deli dediğin böyle olur. Herifin elinde mavzer olunca, benim deliliğim söker mi? «Anladım» d e d i m , «hükümet kuvveti olduğun besbelli işte... Bir bakış¬ ta anlamıştım. Hükümetin hangi kuvvetindensin?», «Ben Orman Muhafaza Kuvvetlerindenım» dedi. Gü¬ leceğim, namlu göğsüme dayalı, gülemiyorum/ «Pekiy kardaş, iyi hoş, Orman Muhafaza Kuvvetinden olduğunu beğendim. Velâkin hazır sen böylece silâh¬ lanmış, kuşanmışken bir ormanlık memlekete gitsen, ormanları korusan. Biz d o ğ d u k büyüdük, buralarda orman değil ağaç bile görmedik» dedim. Bir kızdı, nerdeyse tetiği çekip kurşunları göğsüme boşaltacak. Bizim yüzümüzden buralarda orman olmazmış. Biz toprağı kazıp kök sökermişiz. Kök sökünce ağaç na¬ sıl olurmuş... Bir anlattı, bir anlattı, belle ki essahtan Orman Muhafaza'nın memuru olmuş. Evet, biz «Orman Muhafaza» diye bir lâf duymuşuz. Amma o iş, ormanı olan memleketlere mahsus. Biz oldum bit¬ tim ne ormanı görmüşüz, ne de Orman" Muhafaza M e m u r u n u . . . Anlattı, anlattı, sonunda «Çık bakalım elli pangınotu» dedi. «Ne parası ağam?» dedim. «Sa- n a elli lira c e z a yazdım» d e d i . lum?» «Sen bir hükümet lum diyemezsin, rım... dan kesmek.» bet öldürürsün... «Orman «İşte Gel g ö r k i , «Suçun orman¬ ö l d ü r ü r müsün? işte bak,.. «Töbe, nacağın... dedim* Ben «Niyetin olmasam kök sökmeğe s ö k m e k t i ya, dedi. sen s ö k e c e k t i n . - V e r elliliği» kök sökmiyecektim» dedim. «Gövem y u f k a y a p a c a k d a fırın kızdırmak «Ya bu yolacaktım. için gövem na¬ Ablan istedi» «Şimdi d a h a b e t e r d e d i n , g ö v e m y o l m a n ı n yetmişbeş görülmüş Besbelli «Sökmedik bre orman m e m u r u . Sök- nesi?» dedirrv(*). mavzer El¬ dedim. neyin cezası ne?» n e r d e , a ğ a ç n e r d e k i , a ğ a c ı kesem» s e m hakkın var.» cak «Suçumuz ö l ü r müsün elinde. çıkmışsın» d e d i . dedi. oğ¬ onun kazman, niyete hiçbir vakit y o k s a m b i r e l l i . l i r a c e z a d a h a yaza¬ Ver elliliği... » ağaç «Neyin cezası b r e o ğ ¬ kuvvetine iş lememişiz... mi? kayme... Daha Sökül paraları!... » g ö v e m yolmamışız, Yahu, kök kök- Verecek-param da yok... Herifi sorarsan hiç ş a k a s ı y o k . M a v z e r i d a y a y ı p b e n i bir g ü z e l s o y d u , üstümden beş pangınotum çıktı. Parayı aldı. «Bir d a h a g ö r ü r s e m e ş ş e ğ i n i d e alırım. B u s e f e r l i k b u ka¬ dar... » d e d i . Deli Celil'in tık. Besbelli — Kalaycı alırız. Deli anlattıklarına K ö r -Nuri d e l i r m i ş . bir d e Elin f u k a r a s ı vah... dedi. (*) ağlıya Bre heyri, d e r d i n acıyacak y e r d e , geri ağlıya bu aklını şaş¬ Rıza Bey, mu? Zavallı söver sayarsın. hep Kör Nuri'ye Şimdi oynatmış, vah, paran» vah, - Celil, Gövem: Bu olayların geçtiği bölgenin ağaçsız, ç ı p lak b a y ı r l a r ı n d a , k ı r a ç l a r ı n d a ' yetişen d i k e n l i , bodur, sert çalılı bir b i t k i . Tezek t u t u ş t u r m a k , ev f ı r ı n l a n ve t a n d ı r kızdırmak için y a k ı l ı r . — Kör Nuri benimle birlik kasabaya geldi. Şim¬ di kahvede... dedi. Hemen ki, Allah Kör Nuri'yi göstermiye, anlattığı gibi benzer, Osmanlı Omuzunda — kahveden giyinmiş. da Ulan mavzer. Bir g e l d i Deli Celil'in Yeniçeriye benzer, eşkiyaya benzer, bir a c a i p kılıkta... korucusu mu ke¬ Memuru ol¬ polisine bu çağırttık. hakikat delirmiş. Rıza Bey, ne? Başımıza d a ğ sildin? diye s o r d u . 1 Kör Nuri, — Sayenizde dum... Oynatmış — Muhafaza fakir. D e m e k o r m a n c ı l ı ğ a yazıldın? k o y d u bu — Allah Orman d e m e z mi? Allah razı o l s u n , serden Bey'imiz, belâdan Allah ömrünü korusun, acıdı d a beni O r m a n Biz Peki se"ni kim işe? birden aydık. Az uzun e t s i n , Zübükzâde İbraam M e m u r u yazdırdı. d a h a sıkıştırıp soruşturun¬ c a işi ö ğ r e n d i k . Kalaycı K ö r N u r i ' n i n d ü k k â n ı n ı i s t i m ¬ lâkten kurtaracağım sızdırdığını hep istimlâk edilince bük'ün üstüne diye Zübükzâde'nin bilirdik. «Ya Kalaycı paramı, yürümüş. çıkar, ne g ö r ü r . Yarıntesi g ü n işini içinden Sevincinden gene Dur şimdi Züparanı Paranın fazla¬ iç c e b i n d e n Velâkin açsın. bin lira Sana bir Seni t e m e l l i bir i ş sa¬ M e m u r o l m a k ister misin?» d i y e s o r m u ş . Nuri'nin kör gözü bile ğ u d u y u n c a , Z ü b ü k ' ü n ayağına «öyleyse, «Senin ceketin bir binlik al. iyilik e d e y i m d e bana d u a et. hibi e d e y i m . para dükkânı canını... » d i y e severim. Şu ç i v i y e asılı cüzdanı ondan Nuri, Zübükzâde b e l e d i y e d e yediler. A m a seni sını v e r e c e ğ i m . ya Kör seni Orman ağzından Muhafaza ışımış. kapanmış. Memurlu¬ Zübükzâde M e m u r u yazdırayım. b i r d i l e k ç e yazalım.» demiş. Di- lekçeyî yazmış. Kör Nuri de okuması yazması olma¬ dığından imza yerine dilekçenin altına parmak bas¬ mış. Zübükzâde «Sen artık keyfine bak!» demiş. Ka¬ laycı Kör Nuri, gelmiş gitmiş, bugün yarın, bugün ya¬ rın, bitürlü tâyini gelmiyor. Bu sefer «Ankara'ya gitmezsem olmayacak» demiş. Kör Nuri, dükkanından kalan nesi var, nesi yok satıp, paraları yolluk olsun diye Zübükzâde'nin içerde olmadığı bir sıra, odasın¬ daki rafa bırakmış. Parayı kendisine verse, İbraam Bey'i kızdıracak da işini yapmıyacak diye korkmuş. Bu Ankara'dan gelince «Ulan Kör, işin o l d u ; Tâyinin çıktı. Ziraat Vekiline zorla imzalattım; Ben çıkmadan postaya verdiler. Bugün yarın emrin gelir. Sen he¬ men Orman Muhafaza Memuru elbisesi yaptır, Hıdırlık: yoluna dur. Kök sökmeğe, gövem yolmağa gelen¬ den ceza keseceksin.» demiş. Kör Nuri «Aman bir zarar gelmesin» deyince, «Daha durur it... Vekil haz¬ retleri, hemen işe başlasın, oralarını hep ormanlık yapacağım buyurdu» demiş. Kör Nuri de, Zübükzâde namussuzunun tarifi üzerine, hemen vilâyete koşup eski askeriye elbisesi satın almış, sırtına da mavzeri asıp, çıkmış Hıdırlık bayırına... De ki, gelenden ge¬ çenden haraç alıyor, de ki baç alıyor... Kör Nuri bunları anlatıp, , — Bugün yarın tâyinim gelecek, daymış... d e d i . emrim posta- Rıza Bey, — Maaşın neymiş? d i y e - s o r d u . — Şimdilik maaş yokmuş; ondalık verecekler... Kestiğim ceza paralarının yüzde onu benim. — Gerisi? Kör Nuri'yi bir düşünce aldı. olacak diye hiç düşünmemiş. ' Paranın /gerisi ne — O n u da Z ü b ü k z â d e run... i b r a a m B e y "bilir, o n a so¬ dedi. Deli Celil'le Kör Nuri'yi dışarı çıkardık. Müzake¬ r e y e g i r i ş t i k . G e d i k l i İhsan E f e n d i , — rop A r t ı k iş o r t a y a ç ı k t ı , dedi, partimizdeki mik¬ belli... B u n u n ü z e r i n e h e r k e s c o ş t u , a ç t ı ağzını': — Bu kaldıkça, şeriler. — Zübükzâde biz b u namussuzu kasabada bizim partimiz b i r t e k o y alamayız de hem- B u b ö y l e mi? Evet... Ben b e n k e n , oy v e r i r s e m , y u f o l s u n ben bana. bile k e n d i p a r t i m e O herif partinin namını b a t ı r d ı . O bu p a r t i d e y k e n . . . — O Şimdi fi namussuz yüzünden hepimiz pislendik. m e r k e z e yazıp bir b i r anlatacağız. V e p a r t i d e n i h r a ç e t t i r e c e ğ i z . Yahu, suzun elinden çektiğimiz... let o l m u ş . İstediğini bu nedir bu heri¬ namus¬ U l a n , h e r i f b i r başına dev¬ Orman Muhafaza M e m u r u ya¬ par, d i l e d i ğ i n i v a l i t â y i n e t t i r i r . . . B u n e b e . . . Biz h e p öldük mü yoksa... Biz b ö y l e k o n u ş u p d u r u r k e n Gedikli İhsan Gedikli ihsan'ın y o r ya, ne? lırsa, Efendi yok. — Emin c a yıl Murtaza Efendi'nin de sıvışmış. bir d o l a p gelmemesine Bu çeviri¬ bakı¬ bir d a l a v e r e d ö n ü y o r . A l l a h S e l â m e t Efendi, Ş i m d i söz K a d r ' e f e n d i n i n , d e d i , ç ü n k ü o b u n ¬ bu kasabada karıştığından, efendi, bir d e f a r k e t t i m k i , iâf arası bir d o m u z l u ğ u var, arkamızdan Versin iki m u h a l i f l i k e d i p aramıza s o n r a d a n muhaliflerin belediye ruhunu seçimlerini bilir. Söyle Kadr'- kazanabilir miyiz, kaza¬ n a m a z mıyız? Kadr'efendi, — Sordunuz, söyliyeyim, dedi, şimdi bu bizim b u r a insanlarını h e p t o p l a s a n ı z d a «İçinizden kim m u - halif?» diye sorsanız, hiçbiri çıkmaz. Hah, anla ki sen, bunların hepsi muhalif. Bu sıra kasabada hiç muhalif yok görünüyor. Böyle oldu muydu, anla ki hepsi mu¬ haliftir. Sınamışımdır, ne zaman muhalif in" sayısı aza¬ lırsa,, iktidardakiler hapı yuttu demektir. Şimdi gene öyle... Canım siz kendinizden bilmez misiniz? Her biriniz gizli din taşımaz mısınız? Yooo, kızmak yok, bak meselâ şu Zübükzâde. ibraam Bey'i gördük mü, yüzüne durabilir miyiz? Sen söylesin sen böylesin der önüne yatarız. Bu ne demek? Herifi bir kaşık suda bo¬ ğacağız demek. Şimdi bizim durum da o hesap... He¬ le seçim gelsin... Çiftverenoğlu Hamza Bey, — Ne yapmak gerek? diye s o r d u . Kadr'efendi, — Ne yapılacağını demin Gedikli İhsan Efendi söyledi. Nereye gitti o? Hem akıl verdi hem sıvıştı mı? Yapılacağı, Zübükzâde hergelesini partiden ih¬ raç etmek... Bütün suçu, yapılmış her ne kötülük varsa, onun üstüne atıp partiderr kovmak... Hemi de doğrusu b u . . . ,' Rıza Bey: — Hele kalkın, ilkin şu Orman Muhafaza işini kaymakam beye. ihbar edin. Hey hey, ne olmalı ol¬ malıydı da, kaymakam izinde olmalıydı, ben de kay¬ makam vekili olmalıydım... Ne yapardın Rıza Bey? — Ne demek? Bir zabıtla doğru savcılığa... He¬ men tevkif müzekkeresi kesilirdi. — Aman öyleyse, çabuk... Doğruca kaymakam beye... Bu işi Otelci Satılmış Bey'le Allah'ın Kulu ismail Efendiye verdik: Onlar ihbarı yapmak için kaymaka¬ ma gittiler. Biz öylece konuşup dururken akşamı da etmişiz, hava kararmış. Biz başladık Zübükzâde'yi Ankara'ya şikâyet için gerekçeyi düzmeğe.. : Merkez, ya bu herifi partiden atar, ya biz toptan istifa ederiz. Çünkü bu Zübükzâde ile aynı partide olmak şerefi¬ mize dokunuyor ve o partide oldukça hiçbir zaman, seçimi kazanamayız. Biz bunları bir bir kaleme alır¬ ken Satılmış Bey'le İsmail Efendi döndüler. — Ne çabuk? — Sorma kardaş... Bu bizim kaymakam hava karardı mı, aklını yitiriyor. Vardık huzuruna... Zübükzâde demeğe kalmadı. Daha ben «Zü... » derken, lâfı ağzıma tıkayıp, dövünmeğe, saçını başını yolmağa başladı, ünneyip duruyor: «Vay başımaaa... Vay ba¬ şıma... Gene mi Zübük, gene mi o? Yahu, siz başka bir lâf bilmez misiniz? Bıktım sizin Zübük'ünüzden... » Herif susmak bilmiyor. Aman zaman, susmaz... Bir de yere çömelip ağlamağa başlamaz mı!.. Hem ağlı¬ yor, hem de ağıt söylüyor: «Vay ben yandım bu dağ¬ lar başlarında... Gençliğim gitti eyvah... Çürüdüm... » — Siz neylediniz? — Hiç, bıraktık geldik... — İyi, oturun da, şu Zübük aleyhindeki delilleri toplayalım... Zübükzâde aleyhinde delil biter mi? Sayfalar do¬ luyor... Derken Tüccardan Emin Efendi içeri girme¬ di mi? —- Bre Emin Efendi nerdesin? Yahu bugün top¬ lantımız yok muydu? Bu işe sen ön-ayak olmadın mıydı? Emin Efendi, beş eşek yükü odun taşımış gibi yorgun, — Olanları bilmezsiniz, dedi, gevezelik eder du¬ rursunuz. Neredeydin, başına ne iş geldi diyen yok. — Aman ne oldu? — Daha nerde ne o l a c a k . . . Zübükzâde İbraam Hani b u r d a t o p l a h r n ı ş s m ı z , Bey? Parti toplantısı olsun d a g e l m e s i n , g ö r ü l m ü ş mü? B u g ü n n e d e n y o k ? Söy¬ leyin bakalım, Hep de'nin neden yok? birbirimize katılmadığı bakıştık, ö y l e ya, bu Zübükzâ- hiçbir parti toplantısı olmaz. Herif, k o ğ s a n g e l i r . T ü c c a r d a n Emin E f e n d i , — Siz k i m , olmayışını particilik kim, d e d i , bir d ü ş ü n e n var Zübükzâde'nin mı? — Aman — Z ü b ü k z â d e İbraam Bey p a r t i m i z d e n istifa edi¬ yor. çabuk söyle, Duydunuz mu? — " Nee? A m a n — Evet, aldım. beri Ben bunu gizliden haber lâf alırım d i y e v a r d ı m y a n ı n a . . . Sa¬ lâf a l a c a ğ ı m d i y e g ö b e ğ i m ç a t l a d ı . Çiftverenoğlu — deme... istifa e d i y o r . Ağzından bahtan neymiş? Hamza İyi ya işte, . k ö r ü n Bey, istediği bir göz A l l a h v e r d i iki göz.-.. Biz o n u nasıl e d i p de p a r t i d e n k o ğ a l ı m d i ¬ y e d ü ş ü n ü p d u r u r k e n herif k e n d i l i ğ i n d e n — Sen ö y l e mi Bir d e b a k t ı k , gene? ya, Sıyrılıp g i t t i , çıkar g i d e r . b e l l e d i n ? d i y e bir s e s . Gedikli İhsan... sıyrılıp geldi. / Ne zaman gelmiş Var bir d o m u z l u ğ u ne? Tüccardan Emin E f e n d i , -— Arkadaşlar, dedi, b u Z ü b ü k z â d e ' y i size anla¬ tacak değilim. Siz b e n d e n partiden boşuna olmaz. istifası d a bir çıkarı o l m a z s a , s e r ç e partiden niçin iyisini Bu bilirsiniz. Herifin namussuz, ucun¬ parmağını o y n a t m a z k e n , istifa e d e r ? H e r k e s i bir d ü ş ü n c e d i r a l d ı . ö y l e y a , k o ğ s a n git¬ meyip sülük gibi. yapışan eder mi? Satılmış Bey, herif, şimdi boşuna istifa — Bunda bir orostopolluk vardır... dedi. Gedikli İhsan Efendi, — Bu Zübükzâde bir gün önce Ankara'dan gel¬ di mi? ' — Evet, geldi. Kör Nuri'nin Orman Muhafazaya tâyinini de birlikte getirmiş. — Evet, Ankara'dan yeni d ö n d ü . Şimdi de parti¬ den istifa edecekmiş? Neden? Bunu bilmeyecek ne var... Demek ki hükümet sarsılıyor. Bizim parti hapı yuttu demek... Parti çöküyor demek, dağılıyor demek. Zübük g i t t i , bunu öğrendi geldi. Şimdi hepimizden önce partiden istifa ediyor ki, öteki partide post ka¬ pa... ; Allah'ın Kulu İsmail Efendi, — Olsa olsa böyle olur, dedi, başka türlü istifa etmezdi. Fakat bu partide de hiç iş kalmadı... Bana da sorarsanız, dünden çıkarım ya, ar belâsı işte... Murtaza Efendi, — Onu bunu bırakın, dedi, düşünüp durmayla iş olmaz. Partimiz göçüyorsa, Ankara'dan daha yeni ge¬ len Zübükzâde İbraam Bey bu işin aslını iyi bilir. Ne duruyoruz? İbraam Bey'in yanına varalım, işin doğ¬ rusunu öğrenelim, ne dersiniz? Bu haber doğruysa, biz de ayağımızı ona göre atalım... -"'Evet... Zübükzâde'ye g i t m e l i . . . Ağzından bir güzel lâf almalı... Karar mı karar... Hep birlik Zübükzâde İbraam Bey'in hanesine vardık. Başka zaman olsa, ağırlamak için fır döner, aman emmiler diye pervane kesilir. O gün bir d u r g u n . . . Hoşbeşten sonra Çiftverenoğlu Hamza Bey, — Ankara'da daha başka ne var ne yok? diye sordu. Zübükzâde yarım ağızla, — Ne o/sun, " h e p b i / d i ğ i n i z g i b i . . . d e d i ' . Bak şu yor. Evet, alçağa, Zübükzâde'nin tarma ağzından partimizin kerpetenle çözüldüğünü, partiden anlıyan istifa e d i p b a ş k a p a r t i y e ak¬ olacağı-doğru. Yoksa bakan beni kucakladı, lâf s ö k ü l ü ¬ sarsıldığını böyle susmaz, filânca başbakan alnımdan ö p t ü , şu b a k a n d a evine y e m e ğ e ç a ğ ı r d ı d i y e b o l k e s e d e n a ¬ tar tutardı. Bu herifin Ankara'dan dönüp de böyle ne v a r ne y o k ? sustuğu görülmemiş. Arkadaşlar durup — Eee İbraam d i y e bir d a h a , de,' durup, Bey, bir d a h a s o r u y o r l a r . O da her s e f e r i n ¬ • ' — ' Ne olsun, ne • hep b i l d i ğ i n i z g i b i . . . d i y o r . Lâf d ö n ü y o r d o l a ş ı y o r , — Eee, İbraam — Ne o l s u n . . . Az sonra Ankara'da Bey, arada gene Ankara'da biri soruyor: ne v a r ne y o k ? Hep b i l d i ğ i n i z . . . gene: — Ankara'da daha başka — Ne ne v a r ne y o k ? — Eee İ b r a a m Bey, A n k a r a ' d a d a h a d a h a ne var olsun... yok? — Hiç... — Eee İ b r a a m Bey, y e d i ğ i n Ankara'da gördüğünü, — te...-- Vallaha... 1 içtiğin senin olsun, d u y d u ğ u n u anlat bakalım... Ne d i y e y i m . . . Bilmem k i . . . Hiç iş . Eveeet, işin renginin bozukluğu anlaşıldı ve bi¬ zim parti foslamış. Bu belli... Zübükzâde'nin ğimiz gibi — partinin evine g e l i r k e n , önceden sözleşti- Hamza B e y k o n u ş m a ğ a b a ş l a d ı : İ b r a a m Bey, b e n i m anladığıma g ö r e , bu bizim b a ş ı n d a k i l e r işleri iyice p i s l e t t i l e r . Balık b a ş - tan kokar-derler,-kuyruk başı geçti- kokuşmakta... Bu gidiş iyi gidiş değil İbraam Bey, ne dersin? — Valla ne diyeyim... diye boynunu büküyor. Bak şu dürzüye, başka zaman olsa cır cır öten bokluca bülbülü... Şimdi kabir taşı gibi susmuş. Arkadan Allah Selâmet Versin Murtaza Efendi söze girişti • — Bu bizim partide hayır kalmadı e f e n d i . . . Böy¬ lesi parti olmaz olsun. Millet hepten yüz çevirdi. M u - , halefet günden güne gelişiyor, he mi? ö y l e mi, değil mi İbraam Bey? — Valla bilmem k i . . . Siz iyisini bilirsiniz. Evet, söylemiye söylemiyor ama, gönülsüz ko¬ nuşmasından da belli ki, öğrenmiş. Anlaşılan parti¬ den çıkıp bizi yaya bırakacak. Arkadaşlar, önceden sözleştiğimiz gibi, lâfı aç¬ mam için bana işmar çakıyorlar. Ben sözü aldım: — İbraam Bey, biz arkadaşlarla düşündük, ama sana danışmadan karar veremedik. Evet, bizden .gençsen de, bu particilik zenaatini hepimizden iyi bi¬ lirsin. Biz dedik k i . . . Yahu, nedir bu baştakilerin mil¬ lete ç e k t i r d i k l e r i dedik... Bizi de maşa gibi .kullanır¬ lar, dedik. Şimdi biz bu partiden istifa etsek, ne der¬ sin, haklı değil miyiz? Gelişimiz, sana danışmak için.. Rahatsız ettik... Zübükzâde'nin nursuz suratında en ufacık al⬠met yok ki, içinden geçirdiklerini anlıyayım. Başını yere eğdi, gözleri taban halısında, — Canım, dedi, siz böyle söylersiniz; söylersiniz de bir türlü dediğinizi yapamazsınız. Hepiniz baba dostusunuz ya, darılmayın sözüme emmiler; hiç biri¬ nizde yürek yok. İstifa edecek herif basar istifayı, o •kadar... s.Tamam... İş anlaşıldı, evet, herif partiden çıka- cak.vo de bildiği gizli meşeler var. O ki partiden is¬ tifa ediyor, demek partiyi çökmüş b i l . . . Satılmış Bey, — Şimdi, hemon... d e d i , bir boş kâğıdın var mı? Ver sen... Ver de bak, yürekli insan nasıimış... Zübükzâde' önceden hazırmış. Yüklük dolabın¬ dan dilekçe kâğıtlarını çıkardı. Hepimize verdi. Satıl¬ mış Bey bana, — Bedir Hoca, senin kalemin kuvvetlidir, benim ağzımdan bir istifaname yaz ve de İstanbul gazetele¬ rinin hepsine yollıyalım ki, millet de başımızdakilerin ne mal olduklarını anlasın... dedi. Kadr'efendi, — Bu işi düşünsek, acele etmesek... deyince, Zübükzâde, • Ben demedim mi, siz söylersiniz, söylersiniz de yapamazsınız... dedi. • Bunun üzerine aldım kalemi elime başladım yaz mağa:. «Parti Genel Başkanlığına, Millet iradesiyle iş başına gelmiş olan parti, ik¬ tidara geceli beri yıllar olduğu halde, vaatlerinden hiçbirini tutmadığı, hattâ tamamiyle ters istikamete giderek, kuru bir kalkınma, edebiyatı arkasında anti¬ demokratik kanunlar çıkararak eski günleri bile mum¬ la aratacak hale getirdiği, durum böyleyken yaptığı¬ mız ikazların da hiçbirinin nazarı itibare alınmadığı, bu sebeple beslediğimiz bütün ümitlerin...» Falan f i ¬ lân, altına «Partiden istifa ettiğimi bildirir ve keyfiye¬ ti umumî efkâra duyurmak üzere arzederim.» Dilekçeyi okudum. Hep beğendiler. Zübükzâde, — Herkes ayrı ayrı yazacağına, t o p t a n , herkesin ağzından yazılsın, altına imzalar basılsın... dedi. Dediği d o ğ r u : öyle yaptık. Altına imzaları attık. K i m i s i imza a t t ı , k i m i s i m ü h ü r ü n ü b a s t ı ; İ ş b i t i n c e Z ü bükzâde dilekçeyi elimden aldı, y ü k l ü k kapısını kit- ledi, anahtarı da cebine s o k t u . Birden aydım: — İbraam Bey, s e n sonra mı imzalayacaksın? •— Ne imzası, b e n i m z a l ı y a c a k d e ğ i l i m . . . Ben si¬ z e p a r t i d e n ç ı k a c a ğ ı m d e d i m mi? diğimi Böyle bir söz de¬ duyanınız v a r mı? Aman... Yahu... Deme... Namussuz O bizi nasıl iş? çürük Bre... tahtaya Kardaş... bastırdı mı... Tuu... Bizim — telâşımızı Madem yazarım, — görünce, istiyorsunuz, b e n d e ayrı bir dilekçe dedi... Aman Yazdı. yaz... Yazdıktan sonra da hiç utanmadan oku¬ d u . P a r t i y e c a n d a n , k a l p t e n , b e d e n e n , c i s m e n v e ru¬ hen bağlıymış. Ucunda dönmiyecekmiş. başına b u lasına ölüm kasabada parti kadar olsa, Herkes partiden koruyacakmış. parti yolundan çekilse de, kalesini Allah o bir kanının s o n dam¬ da bera- partiyle bermiş. Bunu Şimdi yüzümüze karşı o k u y u n c a apıştık Hamza — Bey, B a k b u n u ç o k b e ğ e n d i k İ b r a a m Bey, d e d i , biz s e n i n için ç o k d e d i k o d u l a r d u y d u k . ben arkadaşlara, kere sınamak gıyabında istedik. Biz s e n i Aferin... b i r sınayalım İnanmadık. söyledim. c i l i k t e , ö l m e k var, d ö n m e k y o k . . . lıyız. kaldık. n'olacak? Ama Hattâ seni Yiğit a d a m s ı n . bir Parti¬ B ü y ü k l e r i m i z e bağ¬ dedik... Zübükzâde, — İyi y a , d e d i , siz b e n i sınadınız, b e n de sizi sı¬ n a d ı m . . . siz s ö y l e d i n i z , b i r d e b e n s ö y l i y e y i m d e d i n - l e y i n . "Sen k a r a c ü m l e s i kıt, .imzasını z o r a t a n c a h i l i n b i r i y k e n , b u p a r t i n i n s a y e s i n d e k o c a b i r B e l e d i y e Re¬ isi o l m u ş s u n . . . Bu parti olmasa, Belediye Reisliğini r ü y a n d a g ö r e b i l i r m i y d i n ? Ha? Ş i m d i d e k a l k m ı ş , y o k şöyle y o k böyle... Bize d ö n d ü : — Ne d e r s i n i z a ğ a l a r d o ğ r u mu? ' N e d e n i r ? Ç i f t v e r e n o ğ l u için d e d i k l e r i h e p d o ğ ru... — Evet... Ondan — şu Doğrusun... dedik. bana d ö n d ü : Sen bir h o c a kasabaya gelip, eskisiyken, köy imamlığından p a r t i s a y e s i n d e adın t ü c c a r a çı¬ k a r k e n , h ü k ü m e t i n , o t o m o b i i lâstiği t e v z i a t ı n d a n , o t o ¬ mobil d e ğ i l yaylı lâstik alıp araban vilâyette lâstik bile yokken onar yirmişer karaborsası yaptırmışken, ş i m d i d e k a l k m ı ş , a n t i d e m o k r a t i k h e mi? ,— A m a n susss!.. leri... Allah, Allah... Estağfurullah... Biz o lâstik¬ R a h m e t l i p e d e r i n l e bir y e d i ğ i m i z i ç t i ğ i m i z ayrı g i d e r d i . N e d e m e k . . . S e n ş i m d i b u söz-, lerinle pederinin ruhunu muazzep etmedin mi? Bre İ b r a a m Bey, s e n b e n i m e l i m d e b ü y ü d ü n o ğ l u m . . . Ben söylesem de ne f a y d a . . . öbürleri Zübükzâ- de'ye, •— Evet, d o ğ r u s u n . . . d i y e baş s a l l ı y o r l a r . Hele Ç i f t v e r e n o ğ l u Hamza alçağını g ö r s e n , ken¬ d i p i s l i ğ i n i ö r t t ü r m e k için h e p s i n d e n ç o k g a y r e t e g e l ¬ miş, h o c a duasına «Amiin!» der gibi, Zübükzâde be¬ n i m için her n e d e s e , — Eveeet... feryadından Doğru... ötekilerin d i y e k a r g a g i b i çığlık atıp, çığırmasını bastırıyor. • • . . B e n i b ı r a k t ı , Satılmış B e y ' e d ö n d ü : — Birde adam u c u kulağını a ş m ı ş . . . gibi bıyık salmışsın, bıyıklarının Sen bir hancı p a r ç a s ı y k e n , par- ti sayesinde hanını belediyeye yüksek fiyatla istim¬ lâk ettirip, parasıyla turistik palas k u r u p : . . -Sen bizdeki feryadı g ö r s e n . . . — Evet, d o ğ r u u u . . . Uzatmıyalım Bey, bu Zübükzâde denilen haram¬ zade hepimizi bir güzel boyadı, sıvadı; hem d e - b i r b i rimize tasdik ettirmecesine... Sonunda, — Yaşınıza saygım var, dedi, haneme gelmiş, misafirler olmasanız, ben bilirdim size yapacağımı... Herif bizi huzurundan koğsa da haklı. Eline aya¬ ğına vardık. Dilekçeyi bize vermedi. — Hiç kasvetlenmeyin, dilekçeniz bendedir ve de kaybolmaz. Şimdi size versem, surda burda dü¬ şürürsünüz de başınız derde kalır:. Ben saklarım. Bir yere de sırası gelmezse vermem. Sırası gelirse o başka... üstüne tarihini atar, yollarım. Varsın posta parası benden gitsin. O da benden size bir iyilik:.. — Aman kimse duymasın, bir yere g ö n d e r m e de İbraam Bey... Bizde akıl mı var? Bu bir parti es¬ rarıdır. Aramızda... • Kıçımıza bakarak çıktık. Kimsede ses yok... Ne¬ den sonra Kadr'efendi, — Ulan ben size demedim m i . . . Bu herifle oyua olmaz, kendi oyunumuza geliriz-, alt düşeriz, deme¬ dim mi? Bir durup düşünelim demedim mi? Beyinsiz¬ ler, koca bunaklar... Bir namussuzun eline iyice sa¬ kalı verdik mi? Herif şimdi sakalımızdan yular diye: tutarak bizi boz eşşek misali güdecek... D o ğ r u . Bu Zübük Ankara'ya boşuna mı gidiyor.. Ankara'ya varıp, orada türlü siyaset oyunları öğreni¬ yor. Şu bize ettiği hal.is Ankara oyunu. Gece olmuş, gidiyoruz. Bir de sırtında bir k o ç , bir herif çıktı önümüze, — Selâmünaleyküm... dedi. — Aleykümselam... Eğilip, — Nereye — yası... böyle Zübükzâde ; Uğur ola... yüzüne baktım, Alucan'lı efendimize... Köylümüzün a n l a t t ı . . . Yahu, gündür Ankara'da biz bu godoşunun eliyle k ö y d e karı karıyla S a b r i Ağa,* Bizim Herif, on düne- bu Sabri Ağa kapatmış, Ankara'ya gi¬ d i y o r u m d i y e çıkmış e v i n d e n , oyuncu Zübükzâde'yi bilmiyor muyuz, A n k a r a ' d a n ğ i n g e l d i b i l m i y o r muyuz? T u u . . . — heda- • Bir d e de Sabri Ağa. Sabri Ağa?.. on gün Alucan köyün¬ kapanmış... • köyün yayla işi oldu demek. Ankara'¬ d a n e m i r çıkmış d a . . . d e d i . Herkes evlerine dağıldı. Efendi'yle partiye geldik. — sıl Kulu İsmail Efendi, D ö n e n o y u n u a n l a d ı n mı h e y r i , d e d i , biz na¬ oyuna geldik? — Oyun çok... — İstifa Emin Efendi Hangisini dilekçesine imza o n l a r istifayı — — dedin? Gedikli atmadılar. Tuuu... O gürültüde, ya, Biz Allah'ın İsmail İhsan'la Tüccardan Neden? hiç f a r k e t m e m i ş i m . Doğru imzalamadı. Neden? Neden olacak... Bizim aklımız h e p b ö y l e so¬ n u n d a g e l i r . Yahu, G e d i k l i İhsan" b a k t ı k i r e i s l i ğ i Ç i f t verenoğlu'nun olacağına elinden Zübükzâde alamıyacak, olsun diye, Çiftverenoğlu reis bir a r a l ı k yanımız¬ dan s ü z ü l d ü , g i d i p Z ü b ü k z â d e ' y e , onu partiden ihraç edeceğimizi d u y u r d u . Anladın Başıma v u r m a ğ a kafa... mı şimdi? başladım... Vay kafa, bizdeki ı Peki, b u Z ü b ü k z â d e ' n i n d u r u p d u r u r k e n par- tiden istifa e d e c e ğ i kendiliğimizden — Onu da lantıyı h a b e r i n e r d e n çıktı? nerden uyduran kendisi edecekmiş şaşırttı. diye Biz h e r i f i kafa, vah Emin sonra oyunları... haber Efendi neden Emin uçurdu, partiden miz i s t i f a e t t i k d e , Vah kendisi... ileri s ü r ü p d e Bunlar hep Z ü b ü k ' ü n fa Biz b u n u çıkardık arkadaş? E f e n d i ' y l e isti¬ bizim aklımızı ihraç e d e c e k k e n , o n u t e k başına top¬ gelmedi? da kendi¬ partide bıraktık... kafa... B e y anladın mı bu Z ü b ü k z â d e bizi nasıl b i r o y u ¬ na g e t i r d i . . . O y u n b a z d a h ü n e r mi ararsın? En baş İn¬ giliz s i y a s e t ç i s i n i s u y a g ö t ü r ü r d e , s u s u z g e t i r i r . Yan¬ dık,, y a n d ı k . . . B u Z ü b ü k bir belâ d e ğ i l . . . sın... Zübük ki, d i l l e anlatılır M e ğ e r k i , tuzağına d ü ş e s i n d e anlıya- Kendi elimizle, imzaladık d a v e r d i k . avanak olduğumuza dair senedi Avanaklık senedimiz elinde ka senedinden sağlam BUNDAN ban¬ bir senet... NAMUSSUZUNU BULAMAYIZ Allah'ın Kulu ismail Efendi şöyle anlatıyordu: Biz sakalı ele v e r m i ş i z biyol, Zübükzâde dilese bizi ç i n g e n ayısı g i b i oynatır. T a h r i r a t k â t i b i Rıza B e y 1 bu o l a n l a r ı d u y u n c a , — Hey dangalaklar, o herifin Sizi k a n d ı r a c a ğ ı belli bir ş e y . . . Hamza evine gidilir mi? dedi. Bey, <rr- T e k ayağının ü s t ü n d e bin y a l a n s ö y l e r , d e d i , yalanının dokuzyüzdoksandokuzu tutmasa'da bir t u t - .sa, ona yeter. bu herif der, Hadi diyelim koca valiyi vali paşanın karşısında tıp, «Düneğin filânca vekil hal size de biz inanmadık arkadaş,, kandırır y a . . . uğramıştır» «Vay n e d e m e k o l s u n , Yarın bacak bana der. ben vilâyete gi¬ bacak üstüne misafir geldi. Vali de bunun b u yıkılası a¬ Her- üzerine hükümetin bir koca valisi olayım da, vekil beni ç i ğ n e y i p , 'ciğeri on para etmez gitsin... bir Zübükzâde'nin evine g e c e yatısına Ne demek... » diye onur edecek. Bedir Hoca, — • D e m e k ş i m d i , bu b i z i m Z ü b ü k z â d e , m u h a l e f e ¬ tin b u n c a yıldır y ı k a m a d ı ğ ı rüp perişan edecek, hükümeti — Rıza Bey, latmadan valinin odasına fırlayıp öpüşüyorlar. sarılıyor, — İhsan d a l ı y o r : Vali bile tık¬ bunu görünce bırakın. Olanlar Efendi, Arkadaşlar, dedi, siz bunu o l m u ş , , her n e y s e . . . A h a s e ç i m l e r g e l d i d a y a n d ı . receğiz, hu¬ <» Ben g ö z ü m l e g ö r d ü m , d e d i , kapısını Gedikli düşü-' ö y l e mi? Yok c a n ı m , v a l i n i n z u r u n a mı ç ı k a b i l i r ? d e d i . Tahrirat kâtibi birbirine N'ö- siz o n u d e y i n b i y o l . Çiftverenoğlu Hamza Bey, dangalaklık senedini Zübükzâde'nin eline teslim etmiş de daha da beledi¬ ye reisliği dâvasından vazgeçmiyor. olacak Bedir Hoca dersen, İlçe Zübükzâde isliğinin ardından ilçe ye korkusundan, Çiftverenoğlu'ndan yana. Tahrirat kâtibi — gibi Ben başkanlığını Rıza bir d e v l e t olmasın ya, sen da başkanımız belediye re¬ kapacak, di¬ Bey, memuruyum, ne d e r s i n bu işinize karışmak işe Allah'ın Kulu İsmail Efendi? d i y e s o r d u . . . Ben n e d i y e y i m ? P a r t i d e n istifa e t t i m d i y e d i l e k - çeyi- Z ü b ü k z â d e ' n i n eline v e r m i ş i m , lirim? A l t a t ü k ü r s e m s a k a l , — Arkadaşlar, dedim, daha ne diyebi¬ üste t ü k ü r s e m bu bıyık. Zübükzâde İbraam ' B e y b u g ü n e b u g ü n b i z i m p a r t i m i z d e n . Canımız c i ğ e r i ¬ miz d e m e k . . . Yahu, onun lemiyor. adam için n e atıp t u t u y o r u z ? için b i z i m s ö y l e d i k l e r i m i z i m u h a l i f l e r söy¬ -Herifi geçecek".. tan Biz b u yıkacağız, İyi, b a ğ ı r t a c a ğ ı z da e l i m i z e ne k ö t ü , g e n e bizim adamımız; e t tırnak¬ ayrılmaz. Gedikli — İhsan Efendi, Hay b a b a n a r a h m e t ; d e d i , ç o k ş ü k ü r b i r d o ğ ¬ r u y u g ö r e n var. N e d e m e ğ e Z ü b ü k z â d e ' y i y e r d e n ye¬ re vururuz? politika Bu ne demek arkadaşlar? paganda demek... Propaganda lan d e m e k . . . aramızda Satılmış — Şimdi eğri oturalım Zübükzâde'den doğru yalancı dolana do¬ konuşalım, var mı? Bey,' Kendisi yok dolanda onun — Pro¬ n e d e m e k ? Yalan b u r d a , Allah'ı var, dedi, yalan üstüne yok. öyleyse? Yahu, Kadr'efendi de işte söyiedi. Bu millet muhaliflere oy v e r e c e k , bizden bıkmış... zi ancak Zübükzâde «Seni oyları toplasın... d i y e kızar d a ö t e k i d i y e l i m de Kendisini babam? reis hükümet Atsın bre arkadaşlar, atsın... disi atarken diye bir Zübükzâde'nin Politika bında deve, Aramızda daha atması mı Biri bin bir atıcınız, daha Ne diye herifi diye atarmış. aramızdan çıktı bize ağır g e l i y o r ? göstermek demek. icabında deveyi muhalifleri bir daha Ulan b u h ü k ü m e t i n k e n ¬ bile y u t u y o r u z d a , ne demek? pireyi mek... bile geldi herif par¬ yapmıyacağız p a r t i y e - g e ç e r s e yandık, Evime Bi¬ Zübükzâde'ye, kazada p a r t i m i z s e ç i m i kazanamaz. yıkarız den Gelin B e l e d i y e Reisi yapacağız» timize bu kurtarır. İca¬ pire y a p m a k de¬ tepeliyecek Zübükzâde'b i r alçağınız v a r s a , çık- sın ortaya, parmağını kaldırsın... Gördünüz mü, sus¬ tunuz işte. öyleyse bize düşen memleket vazifesi, Zübükzâde İbraam Bey'i desteklemek. Zübükzâde «Kaymakam selâm verdi de almadım» mı diyor, biz hemen «Vali selâm verdi de İbraam Bey valinin se¬ lâmını almadı» diyeceğiz. Zübükzâde «Evime vekil geldi» mi dedi, biz hemen «Başvekil geldi de İbraam Bey'den akıl sordu» diyeceğiz. Zübükzâde İbraam Bey'in her yalanına «Gördük, duyduk, vallah billâh doğru» diye yemin edeceğiz. Parti tesanüdü budur arkadaşlar. Yook, içinizde muhalefeti alt edecek, İbraam Bey'den daha oyunbaz birisi varsa, o başka, ona bir diyeceğim yok... Gedikli İhsan Efendi bir coştu ki, o gün mebus gibi konuşuyor herif. Akiı Evvel Bedir Hoca, — İyi, hoş dersin İhsan Efendi, dedi, biz bele¬ diyeyi bu Zübükzâde namussuzuna bir kaptırırsak bir daha kasabayı elinden kurtaramayız. İşte nah şuraya yazıyorum, bu namussuz tüm kasabanın tapusunu üs¬ tüne geçirir de bizi burdan dehler. Bu yaştan sonra hep muhacir oluruz. Kasabadan giden gider, gitme¬ yeni de kapısına kul eder. • . . Tüccardan Emin Efendi, — Dediğin d o ğ r u , öyledir, dedi, yalnız kaza merkezini değil, köyleri de üstüne tapular. Velâkin başka çaremiz yok. Ya bu deveyi güdeceğiz, ya bu diyardan gideceğiz. Ya bu Zübükzâde'yi seni beledi¬ ye reisi yapacağız diye işe koyup seçimi kazanaca¬ ğız, yada seçimi kaybedeceğiz. Arkadaşlar, karşı par¬ tide avukat var. Yalanda avukatla Zübükzâde'den başka hangimiz baş edebiliriz? Avukat yahu, bu herif yalanın kitabını okumuş... İbraam Bey'in işi başka, ondaki yalan dolan Allah vergisi, kitap yalanı kaç pa- ra eder... Hele bir seçimi kazanalım, Zübükzâde de belediye reisi olsun... Ondan sonra.kolay, biz hep birleştik mi, Zübükzâde bize ne yapabilirmiş... Gayri birleşip biz onu yola getiririz. .<•.••.• Düşündük taşındık, hakikat aramızda Zübükzâ* de'den daha namussuzu yok ve sipariş üzerine ol¬ sa, ondan da namussuzunu bulamayız, v Bunun üzerine Çiftverenoğlu Hamza Bey'le Ak¬ lı Evvel Bedir Hoca, Gedikli İhsan Efendiye, — iyi, senin eşeğin kancık olsun deyince kavga olmazmış... dediler. Biz bu kararı alınca, sıra bunu gidip Zübükzâde İbraam Bey'e söylemeğe geldi. Tahrirat kâtibi Rıza Bey, — Yahu, siz delirdiniz besbelli, dedi, evine git¬ mek olmaz. Bir kere evine gittiniz, herif hepinizin elin¬ den gönül rızanızla avanaklık senedi aldı. Bir daha giderseniz, «Ulan bunlar akıllanmamış» der, bu sefer kanlarınızın nikâhını üstüne yapar. Allah Selâmet Versin Murtaza Efendi, — Doğrudur, dedi, evine gitmek olmaz ya, ne yapsak... Buraya çağırtsak?.. Tabansız Şükr'oğlan'la haber yolladık. «Başüstüne, şimdi varıyorum» demiş. Bekle bekle gelmez... Bu neyin şimdisi? Bir daha haber saldık, «Başüstüne, şimdi varıyorum» demiş... Bekle bekle gelmez... Ge¬ ne bir domuzluğu var köpoğlunun. Dördüncü haber yollayıştan sonra, neyse, akşa¬ ma doğru geldi. Yeni urbalarını giyinmiş, kolunun al¬ tına da kâtipler gibi bir çanta almış. Bir telâşlı tel⺬ lı.. . Durmadan ceplerini karıştırıyor, çantayı açıp ba¬ kmıyor, bir şeyler aranıyor... Allah Allah... O böylece arana dursun, Bedir Hoca böyleyken böyle diye me¬ seleyi bir güzel anlattı. Biz Zübükzâde İbraam Bey'i belediye reisi y a p m a k istiyorduk. Aramızda ondan d a h a işbilir, o n d a n d a h a b e c e r i k l i y o k t u . D o ğ r u l u ğ u ¬ na d o ğ r u , çalışkanlığına ç a l ı ş k a n . . . tı da a n l a t t ı . ceplerini, O anlatırken İbraam ç a n t a y ı karıştırıp B e d i r H o c a anlat¬ Bey de d u r m a d a n bir şeyler aranıyor. Bedir H o c a b i r ö v d ü k i , ş u b i l d i ğ i m i z namlı n a m u s s u z u m e " lek yaptı — çıktı. Artık övmelere söz y e t m e z o l u n c a , İşte b ö y l e i b r a a m Bey, d e d i , a r k a d a ş l a r l a ka¬ rarımız s e n i b e l e d i y e r e i s j y a p m a k t ı r . Bir eli c e k e t i n i n içinde olan — iç c e b i n d e , Sen ne dersin? ö b ü r eii çantasının Zübükzâde, Bir ş e y mi dedin B e d i r Emmi? diye sormaz mı!.. Aklı Başka Evvel Bedir biri anırıyor, Hoca böyle dese ulan rır. N e m e namussuz, lâzım, başından kıpkırmızı Hoca lâfa Aramızda kesilip, hırsından. eşşeği k u l a k ver!» herif s a b ı r taşı başladı. oldu «Başçavuşun diye mi bağı¬ lâfa g e n e ta Zübükzâde'den okumuş' y a z m ı ş , o n d a n d a ç a l ı ş k a n ı , d o ğ r u s u , adı d e d i k o d u y a karışmamış — Bey, yoktu. Arkadaşlarla hepimiz seni liğiyle sak, olanı kabul seni uzun uzun konuştuk İbraam r e i s l i ğ e u y g u n b u l d u k v e d e oybir¬ ettik. Belediye reis y a p a c a ğ ı z , iyi seçimini mi? burda kazanır¬ Ne d e r s i n İbraam Bey?, Zübükzâde hababam ceplerini, çantasını karıştır¬ makta.. : — Anlıyamadım Bedir Emmi, nasılken nasıl ol¬ muş? • • Herif d ü p e d ü z alay e d i y o r . kızaran s u r a t ı bu kez morardı. B e d i r Hoca'nın «Lâ havle» yi ilkten içinden ç e k i p bir d a h a a n l a t m a ğ a b a ş l a d ı . D ö r d ü n c ü m ü , be¬ şinci mi anlatmasında Zübükzâde şöyle bir d i k i l i p , — Eksik olmayın, dedi, bu emrinizi yerine ge tirmeği çok isterdim. Velâkin kabul edemiyeceğim. Bre aman... Bu nasıl bir Alicengiz oyunu? Etme İbraam Bey'imiz, eyleme İbraam Bey'imiz... l-ıh, ka¬ bul etmem diyor da bir daha demiyor. Yalvarıyoruz, hiç faydasız... Bir yandan çantayı karıştırıyor. Der¬ ken, — Bana müsaade, Ankara'ya gideceğim, başve¬ kil çağırmış da,., dedi. Aman Zübükzâde... — Kusura kalmayın, dedi, yolcu yolunda ge¬ rek... Bakalım gene neye Ankara'ya çağırmışlar. Bık¬ tım bu Ankara'dan da. Zırt pırt çağırırlar. Ben de ar¬ kadaşlar diye kıramıyorum, gidiyorum. Zübükzâde çekip g i t t i . Biz birbirimize bakakaldık. Hangi dolabı döndürsek, herif bizden üste çıkı-* yor. Belediye Reisliğini de kabul etmemesi yeni bir dalavere ya, hiçbirimizin aklı ermiyor, Kahveci çırağı, Bedir Hoca'nın çayını verirken, — Hoca Emmi, buraya bir şeyler düşmüş, de¬ di. Yere eğildik, bir sürü resim, kâğıt... Bunlar ne? Demin Zübükzâde, çantasını karıştırırken düşürmüş besbelli. Bedir Hoca eğiiip yerden resimleri, kâğıtla¬ rı aldı. Almasıyla, gözleri fincan gibi büyüdü. ' —,Ya Mevlâ!., diye ünnedi. Resimlere baktıkça şaşıyor ve de ihtiram vaziye¬ tinde toplanıyor. Elindekileri Emin Efendiye uzattı. Emin Efendi resimlere bakıp, — Hasbinallah, rıasbinallah... demeğe başladı. Resimler, kartlar ortalığa yayıldı. Bakan şaşıyor. «Yahu, hele v e r i n ! * diye ellerinden bir resmi de ben aldım. Bir de ne görsem Bey, bu bizim namussuzlar padişahı Zübükzâde, başvekil hazretleriyle kolkola girmiş, resim çıkarmamış mı? Zübükzâde, bir koiunu başvekilin omuzuna atmış, başvekil hazretleri de ko¬ lunun birini, Zübükzâde'nin beline dolamış. Anlıyamadığım bir şey var, bizim Zübük'ün yanında bir ko¬ ca başvekil cüce gibi kalmış. Zübük dersen, dev gibi duruyor. Gücüğünü kanadının altına almış hindi g i b i , Zübükzâde başvekili kolunun altına almış ve kabar¬ mış. Resmin altında, başvekil hazretlerinin imzası ite aynen şu yazı : «Kıymetli arkadaşım Zübükzâde İbraam Bey'e dostluğumuzun ebedî bir hâtırası olarak takdim kı lındı.» Resimler elden ele dolaşıyor. Resmin birinde, yine başvekil hazretleriyle bu bizim Zübük bir masa¬ da oturmuş içiyorlar. Bu resim öbürünün t e r s i , bun¬ da başvekil hazretleri maşallah dağ gibi duruyor, Zübükzâde de yanında fare gibi kalmış. Aklı Evvel Bedir Hoca resmin altındaki âyet gibi yazıyı o k u d u : «Eserse bir gün bir muhalif rüzgâr Ben olmasam da resmim kalsın yadigâr» Bir sürü de kart yere saçılmış, herbiri bir vekil vükelânın... Bu bizim Zübükzâde İbraam Bey ne adammış... Herif, bütün hükümeti çantasına, cebine doldurmuş. Kartların -kimisinde, " K a r d e ş i m İbraam Bey» diye, kimisinde «İki gözüm İbrahimciğim» diye yazılı. , Gedikli İhsan Efendi, Çiftverenoğlu Hamza Bey'e, — Eeee, şimdi konuş di haydi, konuş!., dedi. Çiftverenoğlu, —- Benim anladığım şu ki, dedi, ya bu Zübükzâde bizim bir türlü kıymetini anlıyâmadığımız bir bü¬ yük a d a m . . . öyle olmasa herif hükümet erkâniyle, böyle enseye tokat, dı. s ı r t a ş a p l a k s a m i m i y e t kuramaz¬ V e y a h u t d a , b u Z ü b ü k z â d e ile k o l k o l a r e s i m çek¬ tirenler, ondan «Arkadaşını daha alçak: söyle, kim Başkası var mı olduğunu söyliyeyim» heyri, demiş¬ ler. Allah Selâmet Versin Murtaza Efendi, , — Lâfı bırakın ş i m d i , d e d i , ister ö y l e o l s u n , ister böyle... mıza Ulan biz, salâvatla alırken, onunla kolkola nı d e ğ i l . . . Bey'e başvekil hazretlerinin beğenmediğimiz resim çektirir. Aman Koşalım kaptıkaçtı yalvaralım. adını Amana ağzı¬ Zübükzâde durmanın zama¬ kalkmadıysa, düşelim, İbraam n'olmalı o'lmalı, e ğ e r o da bizim b i r h e m ş e r i m i z s e , bu m e m l e k e t e hiz¬ met etmek isterse, — başımıza belediye reisi olmalıdır. D o ğ r u d u r , ş i m d i h e r i f i n n e d e n b e l e d i y e reis¬ liğini k a b u l e t m e d i ğ i a n l a ş ı l d ı . H e y r i , b u m e m l e k e t t e başvekil hazretlerinin olurken, raam sağrısına sürtünen o n u n l a bir m a s a d a rakı Bey, o l u r mu? bu f a k i r kasabanın Ben bulunmadım. hiçbir vakit Herifin vekil başına belediye Zübükzâde'nin kıymeti meki! içen Z ü b ü k z â d e belli... İbreisi aleyhinde İnanmayan olur¬ sa, aha bu resimleri gözüne sokmalı. Biz, ne edeceğiz diye söyleşip dururken Zübük- zâde çıkageldi : — müş Aman, çantamdan buraya bir ş e y l e r düşür¬ müyüm? Resimleri, — Buyur Resimlere — kartları İbraam uzattık: Bey... b a k ı p suratını buruşturuyor: A d a m , aradığım bu d e ğ i l . . . . Kartları veriyoruz. lu b i ş e y olsa b u l u n m a z d ı . . — H e y r i , b u n l a r lüzumlu d e ğ i l . . . İşe y a r a r lüzum¬ Başvekilin imzası olan resimleri, nüfus memuru nun buruşturup attığı evrak gibi çantasına atıyor. — Vara bunlar kaybolaydı da... — Aradığın nedir İbraam Bey? — Yahu, bir numara olacaktı, küçük bir kâğıda yazılı numara... Ankara'ya o iş için gidiyorum. Bir vatandaşımızın işi... Sevabımıza yapalım dedik. Ev¬ rakın numarası yazılıydı. Hep birden yerlere çömeldik, kâğıt aranıyoruz. Bizi bir görmelisin... Aklı Evvel Hoca'nın sakalı dö¬ şemeyi süpürecek, — Kadr'efendi, < — Bu mu? diye bağırdı. Kâğıdı aldı, gidiyor. Emin Efendi kapıyı tuttu. Satılmış Bey, önüne geçti. Gedikli İhsan Efendi sö¬ zü aldı: — İbraam Bey, ağamızsın, beyimizsin.,. Bizi çiğ¬ ne, öyle geç!.. Gözünde bir pul edersek bizi dinle!.. Evet, buranın bir belediye reisliği sana lâyık değildir. Senin makamın yüce, hep biliriz. Velâkin, sen de hemşeriysen, kendini düşünmez, bu fakir kazayı dü¬ şünürsün;.. Yalvar yakar olduk, önüne yatıp yuvarlandık. — Sayende İbraam Bey, şu kasaba şenlensin... Gel bizi kırma. Belediyemize reisliği kabul eti. Zübükzâde İbraam Bey'in iki gözünden iki damla yaş süzüldü, — Kabui ediyorum... dedi, durdu. Acaba gene ne gibi bir keramet buyuracak diye ağzının içine bakıyoruz. — Velâkin... Gene durdu. Edepsizin ağzından lâf dirhem dir¬ hem çıkıyor. — B u y u r İbraam Bey, b u y u r . V e l â k i n d e d i n dur¬ dun... — Velâkin bazı şartlarım Çiftverenoğlu da gayri gittiğini anlamış, hiç var. belediye reisliğinin değilse Zübük'le arayı elden açmıya- yım diye, o hepimizden ateşli, — H e r ne g i b i şartın ş u r t u n v a r s a , her bir buy¬ ruğun canbaşüstüne!.. dedi. Zübükzâde damla yaş — ahlâksızı beşer şaşar... velallah belediye döndürür. mezseniz, Bey, iki Ben olurum. d e sizler b e n i de, Makam E- ma¬ insanın döner, yanlış d o ğ r u y o l a getir¬ nâmertsiniz... b u Z ü b ü k ' ü n bir s e s i var, b e r i b e n z e r tiyat¬ oyuncusunda alçaklığını reisi kazanırız. E ğ e r b e n i m d e başım bir i ş y a p a r s a m v e ro akıttığı Yanılmak i n s a n o ğ l u n a v e r g i . seçimini istediniz belediye başını gözünden A r k a d a ş l a r , d e d i , b i r i n c i ş a r t ı m ş u k i , h e p in¬ sanız, dem zorla çenesinden süzülürken, benden böyle ses bulunmaz. iyi b i l e n y o k k e n , Yahu, herifin o sözleri dinle¬ y i n c e i ç i m bir hoş o l d u , g ö z l e r i m s u l a n d ı , 6 u kez ağ¬ lama sırası bize g e l d i . S e s i n i t i t r e t e t i t r e t e «Beni d o ğ ¬ ru yola getirmezseniz, sanın hamiyet rından damarları nâmertsiniz» demiyor mu, kabarıp yaşlar göz in¬ pınarla¬ taşıyor. Çiftverenoğlu Hamza d ü r z ü s ü , — diye bağırdı. Nâmerdiz! Tüccardan Emin Efendi yaşından başından utan¬ madan, — Başka emrin? diye s o r d u . — E s t a ğ f u r u l l a h . . . İkinci ş a r t ı m ş u k i , h i ç b i r k i m ¬ seden dalkavukluk istemem. b u alkışa, Ola ki dalkavukluğa ben Çünkü, neden derseniz, i n s a n o ğ l u n u n yüzü y u m u ş a k . . de ş e y t a n a uyar s a p ı t ı r ı m . Hâşâ — yolu peygamberler gibi konuşuyor. Beni baştan çıkarmıyacaksınız. göstermezseniz Kendimi doğru zaptedemedim, — Alçağız! — ü ç ü n c ü şartım şu k i . . . — B u y u r İ b r a a m Bey! — Dediğimden Aklı Evvel — Bana alçaksınız. diye bağırdım. * dışarı çıkmıyacaksınız. B e d i r H o c a d e n e n sakallı Çıkan, vicdansız! diye keçi; bağırdı. Zübükzâde, — Ve de Hep b i l i y o r s u n u z k i , d e d i , onların başında avukat halifleri a l t e t m e k zordur. Evet, muhalifler kuvvetli. Burhan oldukça, Biz b i r l i k o l u r s a k . . . karşımızda bir a v u k a t B u r h a n mu¬ " belâsı v a r k i , o l u r belâ d e ğ i l . . . Biz böyle kararlaştırdık. de b i z i m hatırımız için Zübükzâde t i . A n k a r a ' y a g i t m e k t e n vaz g e ç t i . — Zübük nâmerdi Burhan'ın relim. Bizim doğduğuna namlı pişman git¬ . b e l e d i y e reisi o l a c a k y a „ gay¬ kazandı b i l i n , d e d i . karşısında, Bey k a b u l et¬ D ö n ü p evine t i . O g i d i n c e G e d i k l i İhsan E f e n d i , ri partimiz seçimi İbraam belediye reisi olmayı töbe, Biz b u a v u k a t tutunamazdık. Zübükzâde'miz, etmezse ve Şimdi gö¬ o avukat Burhan'ı de avukatlık ruh¬ satını d a e l i n d e n aldırtıp o n u a d l i y e kapısında i s t i d a c ı yapmazsa aha şu bıyıklarımı kazıtırım... Kadr'efendi, -— Benden doğrudur, de¬ di,, düşünüp düşünüp avukat Burhan'a acıyorum. iyisini k i m s e b i l m e z , Se¬ ç i m i kazandık b i l i n h e m ş e r i l e r , s e ç i m t o r b a d a k e k l i k . . Bu işi düzenledik. dünyayı lamazdık. dolansak İhsan Efendi y e r d e n Zübükzâde'den göğe namussuzunu haklı; bu¬ Gedikli İhsan Efendi'yle djşarı çıktık. Camiin k ö şesini dolanırken Resimci Ferhat'la rastlaştık. Ferhat, vilâyette bir fotoğrafçının yanında çalışır. — Hoş geldin y i ğ e n . . . dedim. — Hoş bulduk emmi... dedi. — Nicedir görünmezdin, baba yurdunu boşa- dın... dedim. — İşten güçten vakit olmuyor, dedi. — Hayr'ola?. ' Hayır diyelim. Bre İsmail Emmi, Zübükzâde imansızı nerde bulunur? Sabahtanberi onu ararım. Gedikli İhsan sordu da Resimci Ferhat 'da anlat¬ t ı . Zübükzâde İbraam, vilâyete gitmiş. Ferhat'ın us¬ tasına varmış. İkiyüzelli liralık resim yaptırmış. Re¬ simleri almış, iki aydır parayı verecek. Ustası da bi¬ zim Ferhat'a, «Ya gider parayı alır gelirsin, ya işine son veririm. Senin yüzünden, hemşerin diye cesim¬ leri parasını almadan yaptım. Yoksa öyle bir uğursu¬ zun adımını dükkânımın eşiğinden artırmazdım.,.» de¬ miş. •>.•• Resimci Ferhat oğlan ağltyaşı olmuş. Oğlan beş yıl çıraklıktan sonra kalfa oldu da zanaati kaptı. Şim¬ di işinden olacak. — Yiğenim, ikiyüzelli liralık resim olur mu? Ne resmiymiş bu? diye sordum. Resimci Ferhat anlatınca aklım durayazdı. Zübükzâde İbraam nerden bulmuşsa bulmuş, başvekilin, vekillerin resimlerini bulmuş, Ferhat'ın ustasına va¬ rıp, — Bu resimlerin yanına benim tasvirimi yerleştirirsen, ne istersen veririm, iste isteyeceğini... de.miş. Ferhat'ın ustası, İstanbul'da zenaati öğrenmiş us¬ ta ki, zenaatte üstüne yok. Adam hünerini göstermiş. Başvekille Zübükzâde'yi resimde yanyana- o t u r t m u ş , kolkola dürdurtmuş. Ben Ulan, bunu duyunca şu sen Bey! resimler he saçlarımı y o l m a ğ a mi? başladım. Bizdeki dangalaklığa bak Bir k o c a b a ş v e k i l h a z r e t l e r i , ş u Z ü b ü k z â d e HJyle r e s i m mi ç e k t i r i r , y a n y a n a mı d u r u r ? . . S e n bi¬ z i m ş u e ş ş e k kafamıza bak!.. Resimci — Ferhat, Aman mazsam emmi, Z ü b ü k alçağı ekmeğimden olacağım... dım, n e r d e ? Parayı a l a diyor. O ğ l a n a acı¬ v• • — • Yiğenim, dedim, s e n d e akıl v a r s a , Z ü b ü k z â - d e ' y i hiç g ö r m e . H e m e n d o ğ r u d ö n , g e r i . Ustanın eli¬ ni öp! Paran v a r s a , ikiyüzelli lirayı v e r ; y o k s a aylı¬ ğından parça parça öde. —" N e ; d e m e k ? Parayı göz g ö r e g ö r e y i y e c e k mi? Ben adamın ciğerini s ö k e r i m . . . —-Yiğenim, ni s ö k e r alır. üste de, ciğerini sökemezsin. O senin O sökmez, sen kendin, ikiyüzelli daha verirsin. Zübükzâde'yi Gel g ö r m e k şöyle kese¬ hem yalvararak b ü y ü k sözü dursun, dinle gördüğün y e r d e n , adını d u y d u ğ u n y e r d e n k a ç ! . . Resimci ğerini yola Ferhat söz sökerim» anlamıyor. diyor da adamın ci¬ Baktım, geleceği yok, —-Yiğenim, olsun. dedim, varsın Gitmeye gideceksin, birine emanet bırak da, Resimci senin hiç m i Ferhat savuştu. — Ne g ü l e r s i n heyri? - — Gülünmez eşşeğin kancık değil, cüzdanını öyle g i t . Gedikli kır g ü l ü y o r . - «Ben bir d a h a d e m i y o r . İhsan kıkır kı¬ mi? Şu Zübük itindekı akla bak s e n , n e a k ı l . . . Herif g e l d i , i l k i n b e l e d i y e r e i s l i ğ i n i ka¬ b u l e t m e m , d e d i . K a b u l e t s e , aramızda b e l k i i s t e m i y e - ni olacak. Resimleri, Durup durup ç a n t a y ı karıştırması k a r t l a r ı d ü ş ü r m e k i ç i n . . . Yahu neden? herif, çan¬ tadan d ü ş ü r m ü ş gibi yaptı da, resimleri ortalığa serp¬ t i . Ben hep ona baktım. — Ocağı batası, gördün de... mı geldik? Ulan, — resimleri mahsustan Adaaam neye s u s t u n İhsan E f e n d i ? İsmail Efendi, s u s m a s a k neye y a r a r . S e n ş u n d a k i akla b a k , ne akıl!.. kandırırsa bu Zübük, — D e m e k biz — Ya ne Kahvede — Heyri, Bey'i gördün hiç şaşmadı. perişan eder. oyuna geldik? gördüm. mü, d i y e olanı Z ü b ü k resimleri mahsus¬ biteni anlattım. Satılmış Şaşmak şöyle Ben a n l a m ı ş t ı m , —Nerden Yahu, Bizi b ö y l e belledin? düşürmüş... — İş a k ı l d a . avukat Burhan'ı b i l e r e k mi Satılmış tan — serptiğini D e m e k g ö z g ö r e g ö r e biz g e n e o y u n a dursun, dedi. anladın? resimlere bakmadın mı, birinde başve¬ kil h a z r e t l e r i Z ü b ü k ' ü n y a n ı n d a ç o c u k g i b i k a l m ı ş ; bi rinde de. dağ gibi... — D e m e k biz şimdi, danışıklı döğüşe mi otur¬ duk? . — Ne kandırmasını belledin... biliyor. Aferin Zübükzâde'ye... Muhalifleri seçimde Herif yerle bir e d e c e k d e m e k t i r . H e r i f t e akıl v a r e f e n d i , a k ı l . . . Bey, Z ü b ü k z â d e ' n i n bu r e s i m d a l g a s ı ile bize o¬ y u n e t t i ğ i n i h e r k e s d e b i l i r m i ş . Ben b i l m e z m i y i m ? A ¬ m a b u n l a r ı n e n anlayışsızı ben değilim ya... Resim¬ lere b a k ı n c a şıp, d i y e b u n d a bir d a l g a o l d u ğ u n u an¬ lamıştım. Muhaliflerin Kendi yiğidimizi Ertesi gün karşısına bozmak da bir y i ğ i t çıkarmışız. bize d ü ş m e z y a . . . bir d e d u y d u k k i , R e s i m c i F e r h a t , v i 172 Jâyete d ö n m e k t e n v a z g e ç m i ş . rafçı d ü k k â n ı a ç a c a k m ı ş . Gedikli İhsan Bizim: kasabada f o t o ğ ¬ . Efendi, Resimci Ferhat'ı elinde bir takım ciğerle yolda görünce, — O ne Ferhat, yoksa Zübükzâde'nin ciğerini m i s ö k t ü n ? Olamaz, b u c i ğ e r sığır c i ğ e r i . B ö y l e c i ğ e r , Z ü b ü k itinde ne arasın!., d e m i ş . Resimci — Ferhat d a , A m a n s u s İhsan E f e n d i , in kulağına g i d e r de s a k ı n . . . Bey velinimetimiz. Allah'tan m a a l m a d ı m . Yoksa «Aman dedi. rezil demiş, İbraam- B e y ' - Biz b i l e m e m i ş i z . olacak, para olacaktım. gökte ararken yerde ağzı¬ Beni görünce, İyi k i geldin» buldum. Bana bir d ü k k â n a ç a c a k . İbraam lâfını Evden çıkarken de, işte b u k u r b a n c i ğ e r i n i v e r d i d e , «Anana g ö t ü r » d e d i . Şu insaniyete bak!.. İşte b ö y l e , bey... S e ç i m d e bizim parti Z ü b ü k z â - d e ' n i n s a y e s i n d e b e l e d i y e s e ç i m i n i k a z a n d ı . O n u n ba¬ şımıza belediye inandırsın, Biz bu reisi olması işte böyledir. Allah s e n i a v u k a t B u r h a n ' ı y e d i , -evet y e d i püsküllü ne ç e k t i y s e k , belâyı z o r l a bitirdi. başımıza aldık. kendi beyinsizliğimizden. Her Bizde bu ka¬ f a v a r k e n , bizim g i b i l e r i n e bir d e ğ i l , o n Z ü b ü k a z ge¬ lir. B e l e d i y e reisi o l d u , s o n r a . d a bize kan k u s t u r d u . Kimse Yılanın etmedi başı bize, n'ettikse küçükken kendi ezilecekti. kendimize Şimdengeri ne ettik. de¬ s e k b o s , olan o l d u . . . SORDUM ASLIN NERELİ Otelci Satılmış Bey şöyle anlatıyordu: \ Yapmaz o l a y d ı k , biz b u a l ç a ğ ı b e l e d i y e reisi y a p - tık, başımıza da püsküllü belâyı-.sard.ık. Herif belediye reisi olunca, eskisinden bin beter kesildi. 1 Bir gece, benim otelin lokantasında oturmuş içi¬ yoruz. Geçmiş gün, iyice aklımda kalmadı ama,'gene bir Cumhuriyet Bayramı mı, Zafer Bayramı mı, işte böyle bir bayram. Gündüz bayramın töreni olmuş, ge¬ ce de şöleni oluyor. İçip d u r u r k e n , bu Zübükzâde zi¬ bidisi birden, — Dedem Abdünnazif Paşa zamanında bu bizim kasaba öyle bir ormanlıkmış k i . . . diye söze girişti. Ne diyor bu soyha. Dayanamadım da, — Kimin zamanında, kimin zamanında? diye sordum. — Dedem Abdünnazif Paşa zamanında.,, d e d i . Gözünü kırpmadan, gözümün içine baka baka, gert gert yalan söylüyor. Evet, yalan olur, övünme olur, ama bu kadar da mı olur? Tahrirat kâtibi Rıza Bey, sordu. • •• Hiç yüzü kızarmadan, — Evdeki eski kitapları karıştırırken AJlah gani gani rahmet ey/esin, dedem Abdünnazif Paşanın ef y a z m a s ı b i r kitabı elime g e ç t i . Okudukça şaştım kal¬ dım... Eski zamanda bu bizim kasaba Ceneviz dev¬ letinin payitahtıymış... d e d i . Hep birbirimize bakıştık. Yahu bu kerhut ne der? Ne Cenevizi, nerenin payitahtı, hangi Abdünnazif Paşası? Rıza Bey, — Senin bu merhum deden, dediğin kitabı han¬ gi dilden yazmış? Yeni Türkçeyle mi, yoksa Arap harfleriyle mi? Hah, bu lâf iyi oldu. Rıza Bey taşı gediğine koy- d u . Zübükzâde Arap harfli yazıyrnerden bilecek... L i s e m e k t e b i n i bile b i t i r e m e d i . Rıza B e y ' i n s u a l i şünsün... — Hayır, Elbet e s k i A b d ü n n a z i f Paşa dı? üzerine, ne olur bir d u r u p dü¬ şıp d i y e c e v a b ı y a p ı ş t ı r d ı : harflerle... zamanında Aman yeni Rıza B e y e m m i , harfler çıkmış mıy¬ • ' Bre bey, nasıl v a s f e t s e m , herif s o l u k alır v e r i r gibi yalan kıvırıyor. Biz bu c i b i l i y e t s i z i n iyi Babasını tanırım. biliriz. Benim toyluk sıram, rım y o ğ u m . ler g e l d i . dım onbeş-onaltı aslını neslini y a ş l a r ı n d a va¬ O sıra b i z i m k a s a b a y a K a r s ' t a n muhacir¬ H ü k ü m e t m u h a c i r l e r e t o p r a k d a ğ ı t ı y o r , yar¬ ediyor. İşte o sıra kasabamızın içinde bir herif t ü r e d i , t ü y ü b o z u k bir h e r i f . . . V e l â k i n h e r i f i n bir d u ¬ ruşu, bir y ü r ü y ü ş ü var, g ö r m e l e r ; i s t e r ; göğdesinden nasıl iki karış a ç ı k t a d u r u y o r . kanatlarını açar, kabarırsa, bu B u iki k o l u , Horoz ö t e r k e n , herif de öyle..-. Kolları k a n a t o l m u ş , ö t t ü ö t e c e k . . . A y a k l a r ı n ı a ç a a ç a b i r çalımlı y ü r ü y o r . s ı t e f t i ş t e sual ması gerekse, gövdesini Bir ö k s ü r m e s i v a r k i , ediyor sanırsın. başını, döndürüp Uzun boynunu öyle içen g ö r m ü ş ü m v e l â k i n lamamışım. Birine, paşa¬ çevirmiyor, bütün B u n c a yıl cıgara bakıyor. öylesi ordu b i r y e r e bak¬ bir c ı g a r a içene rast¬ bir ç u b u ğ u var. C ı g a r a y ı sarıp u c u ¬ na takıp: da yaktı mı, ç u b u ğ u elinde filinta gibi t u t u ¬ yor. Ceketi, pantalonu, bizim bura giysiylerine zemez. C e k e t o m u z d a gezer. raların kuşağı yalpalar ve Evet, değil... Belde kuşak, Yürürken bir s a ğ a , ben¬ bizim bu¬ bir s o l a yaylanarak yürür... çalımlı b i r herif y a , çalımı bizim bura ça¬ lımı . değ{L.**/. K a r s ' t a n m u h a c i r g e l m i ş d e s e n , dili ora¬ ların diline çalmaz. Herif pazar yerinde, çarşı boyunda b i r zaman çalım satarak gezindi dolaştı, çalımından yaklaşamı¬ yoruz ki, yanına varıp, «Hoş geldin ağa, sen nerenin adamısın?» diye soralım. Bura küçük yer, öğrenilme¬ miş, duyulmamış bir gizli kalmaz. Bu çalımlı babayi¬ ğidin hâlis efelerden olduğu anlaşıldı. Herif efeymiş... Allah için, efe olduğu da çalımından belliydi. Efeler ülkesinden buraya göçetmiş. Hepimizi bir merak sar¬ dı. Arkadaşlardan, birkaçı kahvede konuşabilmişler. Adam, ben buyum, ben şuyum, şöyle asarım böyle keserim demiyormuş ama, her halinden namlı bir efe olduğu belliymiş. Kahve sediri üstünde bir oturuşu, tabakasından bir tütün doldurup cıgara sarışı varmış, işte bellik ki efe... Bundan başka efeliğin senedi, se¬ peti, icazeti olmaz ya... Bizim delikanlılar kahvede yanına sokulup, — Merhaba ağa... demişler. — Merhaba... — Nerelerden böyle? Sormak ayıp olmasın, siz de Kars tarafından mı göçlüsünüz? '•• Adam o zaman, efeler diyarından geldiğini söy lemiş. — Adını bağışlar mısın Efem? «Demek beni tanımadınız, tuu size!» der gibi, bizim arkadaşların suratlarına bir bir bakmış. Evet, dünyaya nam salmış bir efe tanınmaz mı? Gel gör ki, bizim bu ölü toprağı serpilmiş yerde dünyadan haberimiz mi var! Adam, bıyıklarını sıvazlıyarak, — Adımıza Zeybekzâde Kara Yusuf Efe, derler, şimdi tanıdınız mı? demiş. Yooo.bir tanıyan yok. — Adımızı, namımızı duyan yok mu? Zeybekzâde Kara Yusuf Efe, bıyık altından gül¬ müş, başka da ağzını açmamış. Zeybekzâde Efe'nin susması da ayrı bir kuvvet. Bağırıp çağırsa, hattâ toplu tabancayı çekip ortalığı duman etse, karşısına bizden de bir başka yiğit bel¬ ki çıkar. Fakat herif susuk durduğundan, kızınca ne işler edeceği hiç belli değil. Kızarsa, şimşek olur ça¬ kar mı, gök olur gürler mi, yıldırım olur çarpar mı? Efenin susukluğunda yedi evliya kuvveti var. O gündenberi, bizim kasaba uşağına bir başka çalım geldi, Hepimiz tıpkı tıpkısına Zeybekzâde Ka¬ ra Yusuf Efe'ye öykünüyoruz. Onun gibi, sağa sola dalgalanarak yürüyoruz. Yürürken bu ayaklarımızı, apışımızı gererek, açıyoruz. Biri adımızı seslendi mi, fırt diye dönüp bakmak yok, bütün gövdemizle ağır ağır kendimizi sesten yana çeviriyoruz; belle ki a¬ damlıktan çıktık, herbirimiz yavuz zırhlısı olduk, ma¬ nevra yapar gibi dönüyoruz. Tütün sarmayı, Zeybekzâde Efe'den kaptık, teşbih çekmeyi ondan aldık. O nasıl bıyık burarsa, biz de o çalımla bıyık buruyoruz. Kasabanın bakkalları şaşırdı, satmaya fındık yetiştiremiyorlar. Yahu, bu ne iş? Eskiden bura bakkalı İki okka fındığı iki yılda tüketemezdi de fındıklar cam kavanozlarda ç ü r ü r d ü . Şimdi, satışa fındık yetiştire¬ mez oldular. Bakkallar fasulye, pirinç, şeker satışını bıraktı, çuval çuval fındık getiriyorlar. Buranın erkek milleti fındığa çok kötü merak sardı. Bu fındık en h⬠lisinden bıyık ilâcı ve bıyık boyası. Fındık içini bir tele geçirip ocakta yakıp kömür ediyoruz, yağlı bir kömürü var. Bu yağlı fındık kömürü, bıyığın g ü b r e s i . . . Sürdün mü, bıyık kılları, kamışlık batağının kamışları gibi fışkırıyor. Fındık yağlı kömürü sayesinde tüysüz delikanlıların bıyık tüyleri g ü r l e n d i ; onbeşinde oğ¬ lanların çalı gibi bıyıkları oldu. Fındığın yağlı kömü¬ rünü sürdük mü, kaytan bıyıklar uzadıkça uzuyor, karardıkça kararıyor, gürlendikçe gürleniyor. Bıyığın bir ucu güneşe, öbür ucu aya d o ğ r u l m u ş ; bizim bı¬ yıklar, benzetmek gibi olmasın, geyik boynuzlarını g e ç t i . Delikanlılarımızın bıyık burmaktan, bıyık sıvaz¬ lamaktan elleri işe değmez oldu. İhtiyarlar, «Hay bı¬ yığına t ü k ü r d ü k l e r i m . . . iş-güç yüzüstü kaldı bıyık be¬ lâsına...» diye sövüp sayıyor. Velâkin kasabada fın¬ dık ticareti aldı y ü r ü d ü . Bakkallar -fındıktan zengin, oluyor. Hele kızların fındıkçılığı... Kızlar, bıyığın kara¬ sına, uzunluğuna bakıp ona göre cilve döküyorlar. Efeler ülkesinin namlı Zeybekzâde Kara Yusuf Efe'sinin destanını da merak etmekteyiz. Bir gece duyduk ki, Allah rahmet eylesin Kasap Osman'ın ba¬ bası Efe'ler ülkesinin namlı efesine ziyafet verecek¬ miş. Aman... Biz de varıp, namı cihanı tutmuş, efenin ağzından bir-iki pend kapsak... Bir ziyafet oldu ki, görülmüş şey d e ğ i l . . . Zeybekzâde efesinin konuşacak diye ağzının içi¬ ne bakıyoruz. Onun ağzını açtığı yok. Ha babam bı¬ yık burar. Şölen de şölen... Koca koca iki bakır sini kuruldu. Ev sahibinin uşakları bulamaç, yalamaç, gölemeç, tuzlama, bazlama, gözleme g e t i r d i . Memleke¬ tin buncadır görmediği bir efeyi ağırlamak kolay mı? Aşın üstüne kahveler geldi, büyükler kahveleri höpürdettıler. Derken söyleşip görüşülmeğe başlandı. Efe¬ ler ilinin ünlü Zeybekzâde Kara Yusuf Efesi sedirin baş köşesine kuruldu. — Başımıza gelenler çoktur ağalar... diye söze girdi. Yahu herif neymiş..: Bir anlattı ki, donduk kal¬ dık. Her bir dediği kulağıma nakşolmuş, bugünkü gi¬ bi aklımda. Daha orialtısında toyken bir pehlivanmış kî, en usta pehlivanlar gücüne güç yetiremezlermiş. Bunların köyünde tahıl olmazmış, hayvancılık da yok- m u ş . Bunların g e ç i m i hep e f e l i k t e n m i ş . O köyün y e * t i ş ö r d i ğ i efe... Delikanlı d e d i ğ i n , onkisine, b a s ı p d a eli tüfek tuttu dağa yürür, rızkını da bir komşu b u k işi, nirlermiş. olur, dağlarda ararmış. köy varmış, ekim-biçim Doğan oranın bilmez, bıyığı O insanı da çift çu¬ terledi köy de şeyh yetiştiriyor. b i r y e r e varır, miydi şeyh sığır, Köyden davar çıkan, postu kurar, şeyh o l u r m u ş . köy daha varmış, der Bunların yanın¬ onlar da şeyhlikle g e ç i - erkekse, gurbete yürürmüş. yetiştirmiyor, onüçüne m u , ya Allah, bismillah orası da başka t ü r l ü ; . . ney başka Bir k o m ş u O r a insanı¬ nın g e ç i m i d e d i l e n c i l i k t e n . Karısı, kızı, g e n c i , k o c a s ı , e r i avradı d i l e n i r m i ş . . . onların se geçimi «Sen evini de Bir b a ş k a k o m ş u hırsızlıktan.. Delikanlı geçindîremezsin» diye köy varmış, hırsız d e ğ i l ¬ ona kız v e r e n olmazmış. Kurban kulunun o l d u ğ u m Allah'ın rızkını bir hikmeti bir başka y o l d a n lencilikten, kimi efelikten... ağzımız a ç ı k kalıyor. efesi Poşulu işte, Kimi her di¬ Zeybekzâde anlattıkça, Bir de tatlı — Bir g e c e , d i y o r , dağın yaratmış. dili var. duyduk ki, bizim Efe g e l e s i y m i ş . köye, yedi Efeler k ö y e indi miydi, köyde düğün bayram edilir. Neden d e r s e n , efe k ö y e hazineler g e t i r i r , lerinin dağdan kor gider. ineceği duyuİdu Bizim o r a l a r ı n mu, efe¬ hükümet adam¬ ları d a h a ö n c e d e n izin alır, sılaya g i d e r l e r k i , e f e l e r l e başları belâya kalmıya Candarma dersen, lar, oralarda eşkiya ne d e m e k . i . Poşulu tır y ü k ü Hey da, efelerin canlarından avına b o ş u n a hey, olmıyalar. b o ş bıraktığı d a ğ l a r ı mermi yakar. Efe görmelisiniz. Efe v e a s k e r l e r i n d e n ö n c e k ö y e y e d i mal v e y e d i katır y ü k ü m ü c e v h e r ve yedi tır y ü k ü altın v e . g ü m ü ş eşya v e y e d i dife ve ipek giyim geldi. kol¬ Hiçbir hak katır y ü k ü ka¬ ka¬ ka¬ geçmemesiye bunlar avratlar arasında üleştirildi. üleşme bitince,, doru al atını şahlandırarak Poşulu Efe köye g i r d i , girmesiyle, — Zeybekzâde Kara Yusuf Efe nerelerde? diye sormaz, mı? Allah Allah, böyle bir yedi dağın efesi bizim adı¬ mızı nerden bilir? Yoksa bizim namımız dağlara-dek duyuldu mu? Varıp elini öptüm. — Bre yiğit, dedi, senin baban otuz yıl altında damda yatarken, sana avratlar gibi boğazı tokluğuna ateş başı deyip köyde kapanmak yaraşır mı? Bu ne iş... Sana düşen, can pazarında can alıp can vermek değil mi? Al şu silâhı, adımıza kullan! Bana bir silâh verdi ki, kız gibi silâh ve böylesi Acem padişahının saray silâhhanesinde araşan yok. Elimi eline alıp, — Benden sana destur, bundan geri dağlar se¬ nin... Düş önüme! dedi. Köy, kasaba gibi haneli bir yerde konmak efe¬ likte âdet değil. Eve varıp çul-çaput almamıza, kal¬ madı, çizmesiz çorapsız düştük yola... Böyle bir namlı efeden silâh alıp, onun adına kullanmak ne de¬ mek? Büyük vebali var... Efenin adını, can versen kötülemiyeceksin. Allahıma çok şükür, o gün bugün gezmedik dağ, kesmedik, yol komadık, bize el veren efenin adını da batırmadık. Zeybekzâde neymiş, hiç bildiğimiz insana ben¬ zemez. O yaşta düşmüş dağlara... Neler anlatıyor bre bey... -', — Yolda efe beni yanına çekti. «Kişi aldığına göre satar, atasından gördüğünü işler. Sen bir kurt oğlu kurtsun... » dedi. Bize babamızı tasvir etti ki, adını duyanın ödü patlar da sözünden korkup canı çıkar. Evet, biz babamızın namını duymuşsak da bun- c a s m i bilmezdik. Bu Poşulu Efe'yi köyden alıp ya¬ nında yetiştiren ve de ona ustalık eden bizim pede¬ rimiz olduğundan, Poşulu Efe de bü iyiliğin altında kalacak bir yiğit olmadığından bizim ustamız o l d u . Bu Zeybekzâde o gece, gün ışıyasıya anlattı. O anlatırken, ben yerimde duramaz oldum. Ertesi günü, Kara Yusuf Efe'yi koyacak yer bulamıyoruz, el üstün¬ de tutmaktayız. Böyle bir namlı efenin kasabamıza şeref vermesi ne demek... Herif, kırk yıl memleket¬ ler t i t r e t m i ş . Adını duymadığımıza şaşmaz mı? Kabu¬ ğuna girmiş tosbağa gibi bizim neden haberimiz var k i , Kara Yusuf Efe'yi bilelim. Derken efendim, kasabadan köylere dek, Zeybekzâde'nin namı yayıldı. Kasabada, Ermenilerden kalma en güzel ev ona verildi. Namını duyan, desta¬ nını işiten, aman efe diye her bir ihtiyacını ayağına koşturuyor. Zeybekzâde'nin gayri, elini sıcak sudan soğuk suya soktuğu yok. Bir eli yağdaysa, öbür eli balda... Onun yaptığı, kahvede, pazarda gövdesini çalımla gezdirip, yiğit yiğit yaylanmak ve yalpalan- , mak ve serencamını bizlere nakletmek... Anlattıkça şaşıyoruz. Böylesi yiğide ne verilse az. Gene iyi.bir adammış canım, herif istese, kasabanın ortasına çı¬ kıp bir nağra vursa, elimizde her ne varsa alır, bizi hep cıbıl bırakır, Uçanı- kaçanı vuran silâhına el sür¬ meyi istemez, bizi perişan etmekliğe bir nağrası ye¬ ter de artar bile... Zeybekzâde Kara Yusuf Efenin hanesi askeriye ambarına döndü, veren verene, ge¬ tiren getirene. Herifin kimseden bir şey istediği yok. Biz, de ki korkumuzdan, de ki böyle bir efeyi bağrı¬ mıza basıp şeref duymamızdan, de ki bizi kurda ku¬ şa ve de her türlü tehlikeye karşı koruyacağından, adama kulköle olduk. Bir gece aniattıklarrndan öleya-zdım. Şöyle an¬ lattı : — Bir memlekete vardık, hiç gecesi yok... Bir hafta y ü r ü , gün ışığı... Velâkin insanı, evi de yok... Yahu biz çöle mi düştük... üç gün mü, dört gün mü, yoksa beş gün mü, gece olmadığından kaç gün ol¬ duğunu gayri bilmiyoruz, at üstünden inmemesiye gittik. Bir de baktık, tezek tütünü aşikâr oldu. Poşulu Efe,:- • • ' ' ' — Aman yiğitler, gözünüz aydın olsun, tezek tü¬ ter bir yere geldik, canlı olduğuna alâmettir. Yiğit o¬ lan yiğitliğini sınar... diye askerlerini t o p l a d ı . Bana d ö n d ü , enseme bir pehl.ivan sillesi vura¬ rak kulağımı b u r d u : — Zeybekzâde Efe, kendini göstereceğin za¬ mandır, yürek ve bilek isterim. Bir yıl öyle ceng eyle ki, damda yatan babanın kulakları çınlasın... Tezek tütününü doğrulayıp şehre vardık ki şehir kale duvarlariyle çevrili. Duvarları görmeli, Alman toplarının tüm soyu sopu gelse de bombardıman et¬ se, yıkılacak duvarlar değil. Poşulu Efe, kale kapısı¬ na varınca, bizim askerlerden biri bana, — Yiğit, şimdi Poşulu Efe nağra salacak. Onun nağrasına kulak zarı dayanmaz. Ağzını açık tut, ku¬ lağını da tıka ki, kulak zarın patlayıp sağır olmayasın... d e d i . İki elimin başparmaklariyle kulaklarımın deliğini tıkadım, ağzımı da açtım. Herkes de benim gibi yaptı. Poşulu Efe, ya Allah deyip bir nağra vurdu ki, nasıl anlatsam... Sıkı durmayanlar yere kapaklandı. Kale duvarları zangır zangır etti. Ve kale kapısının zinciri kopup kapı açıldı. Gayri bilmem, Poşulu Efe'nin nağrasının şiddetinden açıldı, bilmem içerdekiler korkup açtılar... Efendim, bu Zeybekzâde Kara Yusuf Efe, o şe¬ hirde bir ceng etmiş ki, f e l e k de beğenmiş. Oradan beş kadar deve yükü altın ve mücevher aldıktan son¬ ra şehrin valisinin konağına yerleşmişler. Poşulu E¬ f e , valiye demiş ki: — Cengde beş yiğitim şehit d ü ş t ü . Her y i ğ i t i min bir kılına bin kelle isterim. Velâkin amana vardı¬ ğınızda cana can istemem. Kelle kurtarmak isterseniz şehrin kalesine bayrağım çekilecek. Her yıl bu şehri beş katar deve yükü vergiye bağladım. Baş kaldıran başını yok bilsin. «El mi yaman bey mi yaman» de¬ mişler ve de Poşulu Efe'nin nâmı duyulsun. Vali, oğuz bir kimseymiş. keri varmış. Velâkin, Poşulu detinden öyle korkmuşlar ki, pisleyip elleri silâhlarına bile Valinin derya misal as¬ Efe'nin nağrasının şid¬ hepsi korkudan altına varamamış. Vali bunun üzerine demiş k i : — Ey Poşulu Efe, yoluna yüz bin can ile yüz bin baş fedadır. Hep yoluna kul köleyiz. ' Konağımızda konuklayın, bizi burda garip koyup gitmen. Şerefini¬ ze şölen k u r d u k Yemişler içmişler. Karınları doyunca Poşulu Efe, — Doyduk Allah'a şükür, şimdi de kasık man¬ cası isteriz... demiş. Şehrin en güzel kızları gelmiş... İnce belli, du¬ du dilli, ak tenli, kumru boyunlu, kömür gözlü kız¬ lar... Bey, biz o zamanacak • böyle bir deyiş duyma mışız. Zeybekzâde Kara Yusuf Efe'nin - anlattıklarını ağzımız açık dinliyoruz. Efe, her gece eşraftan biri¬ nin evine çağrılı... Bir yıla kalmadan kasabanın en zengini oldu çıktı. Bunun bir de karısıyla, İbraam a¬ dında oğlu var. Bu İbraam, işte o İbraam... 0 sıra r e d ü ş m e z . Bizim bir, K e m i k M i s t i k d e r d i k , bir o ğ l a n v a r d ı . Ş i m d i g u r b e t t e . . . V e l â k i n b u K e m i k M i s t i k de¬ nen oğlan üflesen gibi d e ğ i l . . . korkak oğlan, rıyı almış pazarın önüne, gibi muş. korkak mı ha dövüyor. Kemik Mistik oğlan, kalmış. karıyı ş a m a r l ı y o r . dayanacak korkak... o r t a s ı n d a k o s k o c a b i r ka¬ dövüyor, dev g i b i . . . parmağı sert bir yele Bir ç e l i m s i z o ğ l a n , Bu sen, uçacak, Velâkin, Allah Karıyı gör¬ karının s e r ç e yarattı demiyor, Karının e t t i ğ i a h v a h g ö k y ü z ü n ü tut¬ Yalnız kadının sesi maşallah gür mü gür, boru gibi... — • Yahu, bu n e d i r , ne o l u y o r ? d e d i k . E f e n d i m , h e r i f i n b i r i , b ü r ü ğ e b ü r ü n ü p 1 karı kılığın¬ da karılar hamamına oturmuş, muş. başından girmiş. Hamamın bürüğünü çekmez, havuzbaşına öylece durur- Natır k a r ı , — Ana, soyunsan a!., deyince, — Ben g i r m i y e c e ğ i m , d e m i ş , ü ç e r d e g e l i n i m v a r , onu b e k l i y o r u m . Karı soyunmadan hamamın Peştemallr soyunuk karılardan — Anaaa! Kadını bürüğünün diye kudan ne, altından dışarı düşüp Bunun m ü ş (*) bağırıp t a ş l a r ı n korkutan S o y u n u k kadın, soğukluğuna girmiş. biri, bildin üstüne mi? sipsivri bir düşmüş. Dineien kadının bıyık uzanmış. b ü r ü k t e n f ı r l a m ı ş bıyığı g ö r ü n c e kor¬ bayılmış. üzerine bıyıklı hamamdaki karılar, herifi takunyelerle bürük bürün¬ döve döve dışarı atıyorlar. Bıyıklı herif karı gözlemeye kanlar hamamına girmiş... (*)• B ü r ü k ı : Bu r o m a n d a k i olayların g e ç t i ğ i yerlerde k a dınların ö r t ü n d ü ğ ü bir sokak giysisidir. 185 Kemik Oğlan bunu duyunca, anası d a hamamda o l d u ğ u n d a n , e r k e k l i ğ i n e d o k u n u p b ü r ü k l ü h e r i f i n te¬ pesine biniyor. çekiyor, Bunu sürüye sürüye basıyor k ö t e ğ i , pazarın Biz pazar y e r i n e v a r d ı ğ ı m ı z d a kılığındaki herifin Herkese seyir gerek, etraftan da, Vur, vur Bürüklü sinmiş, çekip çekip herif, diye çığrışıyorlar. iyice b ü r ü ğ ü n e gibi kaçmağa ortaya alıyor, Koca karı çıkarmaktaydı. Vuruyor ha ha v u r ! . . . koca sıçan vuruyor. pestilini Kemik Oğlan, vuruyor... — ortasına basıyor t e k m e y i . . . çalıştıkça, bürüğünü dolanmış, Kemik Oğlan başına geçirip herif b ü r ü ğ ü n i ç i n d e havasızlıktan bo¬ ğulacak. Etraftan, — Yahu ' bu n a m u s s u z da kimmiş? diye soruyor¬ herifin bir görünen yeri lar. Kim olduğu kaytan bilinmiyor; bıyıkları... bürükten Bıyığının iki ucu, kama sivrisi gibi çıkmış. Bizim kasabamızın l u k hiç g ö r ü l m e m i ş . tarihinde Bizde böyle kadın bir namussuz¬ kadınlığını bilir, er¬ kek erkekliğini... K e m i k O ğ l a n aslan k e s i l m i ş , rüklü herifin tepesine olacağı yok, kalabalıktan •Davranmasiyle, ğine yapıştı. tından biniyor. gerilip gerilip Derken k a ç m a k için Kemik Oğlan bunun bü- herif baktı bir ki davrandı. bürüğünün ete¬ B ü r ü k , K e m i k O ğ l a n ı n e l i n d e k a l ı n c a , al¬ kim çıksa b e ğ e n i r s i n . . . Yahu Z e y b e k z â d e Ka¬ r a Y u s u f Efe d e ğ i l m i ? . . Kemik Oğlan, karşısında Kara Yusuf Efe'yi gö¬ r ü n c e b i r d e n arkasını d ö n ü p k a ç m a ğ a b a ş l a d ı . O ğ l a n korkmuş, o r d a kaldı, o korkuyla Hıdırlık D o r u ğ u n a çıktı, bir ay kasabaya inemedi. Zeybekzâde K a r a Yusuf Efe'yi bir görsen, ıslak maz. D e d e l e r i n i paşa e t t i ğ i y e t m e z m i ş g i b i b ü r ü k b ü ¬ r ü n ü p karı hamamında gizliden avrat seyreden pede¬ r i Z ü b ü k Yusuf E f e n d i y i d e paşalığa, t e r f i e t t i r d i . daha dursak, raam kendisi Paşa...» Sadrazam için diyerek Cumhuriyet kesilecek .Babası Az' de-.. «Ben Z ü b ü k z â d e İb devrinde başımıza namussuz. Zübükzâde Kara Yusuf Paşa zamanında, h e p b u r a l a r ı , y e d i k e r v a n y o l u ö t e l e r e d e k t a p u l u ara¬ zileri ve mallarıymış. delerin lerini da üstünde Babası kırk k ö y v a r m ı ş . k ö y l ü y e bağışlamış. babası, o zaman Şehzadem Tahrirat Ç ü n k ü o, sözünü pimizden kalp beşlik gibi Sonra Zübükzâ- babası köy¬ diye sevinerek, yalnız köylüye bırakmış. Kâtibi Rıza hiç sakınmaz, üstün... bu Bu İbraam Bey d o ğ d u ğ u n ¬ doğdu, onbeş köyü, Hepimiz zamanında Rıza Bey, b o z u p iki Beye bakıyoruz. o k u r yazarlığı d a he¬ şimdi şu Z ü b ü k alçağını paralık e d e c e k diye bekli¬ yoruz. Biz b ö y l e c e n e b e k l e m e k t e y k e n se Rıza Bey ne d e ¬ iyi... — Evet, d e d i , s e n i n d o ğ d u ğ u n b u g ü n k ü g i b i ha¬ tırımda... Allah Kara Yusuf Paşa lucan köyü Alucan gani Babasının Evet, geçinirdi Efendi değil Elbet alay e d i y o r , Zübük idi Eski de, onu bile adamlar başkaydı sofrası fakir fukaraya Emin "- Alay ediyor, d e Emin pederin Hattâ A- be... açıktı. Ka¬ Hey g i d i g ü n ¬ cümlemize b ü y ü k iyilikleri vardır. Tüccardan — eylesin" pek sevinmişti. bağışladı. pısında f u k a r a o r d u s u ler... rahmet Z ü b ü k z â d e l e r i n yazlığı köylülerine canım... gani Hazretleri İbraam Efendiye, ne kulağıma eğildi, mi? diye fısıldadı. ne olacaktı y â n i . . . fısıldaştığımızı çaktı dedim. besbelli — Paşa Emin e m m i , d e d i , zamanına yetiştin Emin sen dedem Abdünnazif mi? Efendi, —± Ben y e t i ş e m e d i m , d e d i , ben o zaman bebeymişim. Velâkin, babam, liğini g ö r m ü ş t ü r . Paşadan A b d ü n n a z i f Paşanın de senin ömürler versin Hay A l l a h , ben ne İbraam s ö y l ü y o r bu aklimi Sözünü mı bitirince kulağıma — Nasıl, İyi d a l g a g e ç t i n y a , bükzâde Kara Bu Elin Beyimiz... Emin yapıp Evvel mi Efendi y a h u . . . namussuzla? bunun çingen Yusuf Paşa s e f e r d e Aklı söylemez O yattıkça Allah eğilip fısıldadı: iyi d a l g a g e ç t i m ğunu anlıyamadım. ç o k iyi¬ Kara Yusuf şaşırdım? — — pederin ç o k iyilikler g ö r m ü ş ü m d ü r . s a n a uzun Yoksa Ben nasıl d a l g a o l d u ¬ Kara Yusufunü, Zü- çıktınız. Bedir Hoca, sorulmadan mi: Rahmetli Zübükzâde pederin gibi adam mı v a r d ı . . . İbraam Bey, iç cebinden cüzdanını, c ü z d a n d a n da bir k ü ç ü k resim çıkardı. — Hemşeriler, — Aman — • ş i m d i size bir m ü j d e m var, dedi. nedir? Pederim K a r a Yusuf Paşa Hazretlerinin bir resmini buldum... Resmi — bana Nasıl, iyi uzatarak, mi Satılmış e m m i ? d e d i . Resme b a k t ı m . Evet, bir paşa r e s m i , v e l â k i n Ka¬ r a Yusuf ç i n g e n e s i n e aslan — gibi Nasıl Yahu, benzer bir yeri yok; resimdeki bildiğimiz bir paşa... Satılmış emmi? ne desem? Bu kadar milletin bir d o ğ r u c u ¬ su ben değilim ya... — İyi o l m a z m ı , i y i . . . Tıpkı da k e n d i c a n ı m , ay¬ n e n p e d e r i n . Ş i m d i g ö z ü m ü n ö n ü n e g e l d i , hay A l l a h . . . Evet bu resmi Millî Mücadele sırasındayken çektir miş olmalı. Ben o zamanı iyi bilirim. Emin Efendi gene kulağıma eğildi: — Heyri, sen iyice tozuttun mu ocağı batası... Ulan, neyin Millî Mücadelesi, neyin paşası? Bu hortlayası Kara Yusuf'un bıyık burmaktan gayri bir ma rifeti y o k t u . . . — Canım Emin Efendi, dedim, sen de inandın mı, dalga geçiyorum Zübük'le; anlamadın mı. Alay o l sun diye... ., Aklı Evvel Bedir Hoca, — Hemşeriler, dedi, şimdi bize bir vazife düşü yor. Biz de insansak, Kara Yusuf Ağamızın bu resmi ni insan boyuncak büyüttürür, altın çerçeveye koyar, belediye salonuna asarız... Ne dersiniz? Ben yanındaydım. Yavaşça söylendim: — Ne diyelim, sakalına tükürdüğümün hocası, Allah belânı versin, deriz. Ulan, bu memlekette adam kalmadı da, Kara Yusuf itinin resmini mi belediyeye asacağız? O da bana yavaşça, — Alaydan da anlamıyorsun; dedi. •— Alaysa o başka... Hemşeriler hep, — Evet, Kara Yusuf Ağamızın resmini asmak gerek... dediler. , Bu Kara Yusuf, ağa mı, paşa mı anlıyamadık; ki¬ mi ağa der alay eder, kimi paşa der dalga geçer... Biz bu alayı iyice uzattık ve belediye bütçesin den ödenek verip, Zübükzâde İbraam'ın cebinden çı kan vesikalık fotoğrafı insan boyunca büyüttürüp, çerçeveletip belediye toplantı salonuna astık. Orada gördüğün resim, Zübük İbraam alçağının babası oldu çıktı. Resmin altındaki yazıyı da okudun mu: Millî Mücadele kahramanlarımızdan Zübükzâde Kara Yu¬ suf Ağa... Resim orda durur. Neden durur? Zübük İbraamla alay ederiz de o n d a n . . . Nasıl iyi alay etmiş mi¬ yiz? Neye yarar bey, herifte utanma yok k i . . . Alay¬ dan da anlamaz. Bir yabancı kasabaya gelse, bele¬ diyedeki resmi gösterir de, gert gert, — Pederim Kara Yusuf Paşa... der. Paşalığı da askeriye paşası değil, eskiden kalma sivil paşalığı imiş. Vallaha ben bile paşa sanmıştım. Nerden bileceğiz? Göğsü fişeklikle, beli bombayla donanmış, kalpaklı bir herif... Zâtınız gibi bir bey bi¬ zim kasabadan geçerken her nasılsa belediyeye gelip resmi görmüş, < — Bu namussuzun resmini buraya neye. astınız yahu? Hem bunun adı da Kara Yusuf değil, Gâvur Ali'dir. Bu herif eşkıyanın en gözü dönmüşü, ve de Millî Mücadelede düşmanla işbirliği ve elbirliği yap¬ tığından, sonradan kaçarken kıçından vurulup, ibret olsun diye ölüsü meydanda üç gün asılı durmuş bir namussuzdur... demiş. Biz işte böyle bir namussuzu kahraman diye, Z ü bükzâde İbraamia alay etmek için bağrımıza bastık, iyi mi, iyi alay etmiş miyiz? İşte bu cibiliyetsizin aslı nesli b u . . . Biz o resmin neden ortaya çıktığını sonradan anladık ya, neye ya¬ rar, iş işten g e ç t i . Bu Zübük İbraam, o eşkiya res¬ minden kuvvet alarak başımıza olmadık işler açtı. Biz de baştan, bir kere, •— Evet, Kara Yusuf Paşadır, demiş bulunmu şuz. Gayri sözümüzden de d ö n e m i y o r u z . Yalnız Yu¬ suf Paşadır demekle kalsak iyi, daha da ne haltlar karıştırmışız. Ya, işte böyle bey... Bakalım bu alçağın yüzüne den daha başımıza ne işler gelecek, hâlimiz nic'olaeak? İlçe Ortaokul Almanca Öğretmeni bir arkadaşına şu mektubu yazıyordu: Sevgili « » Mektubuma ister istemez Zübükzâde İbraam Bey'le başlamak zorundayım. Çünkü burada ondan başka hiç kimse, hiçbir şey yok dersem, inan... Burda var olan canlı cansız herşey, ancak Zübükzâde'yle var olabiliyor. Ya da bana öyle geiiyor. Bu Zübükzâde'nin serüvenleriyle kulağım öylesine doldu ki, artık başka türlü düşünemez oldum. Şaşılası bir du¬ rum ama, daha kendisini göremediğim halde, ben bi¬ le hep ondan konuşuyorum. Hepimizin dilinde o... Geçenlerde Ankara'dan gelmiş, iki gece evinde kal mış, yine Ankara'ya dönmüş. Şaştığım çok işler oldu. Burdaki ortaokulda tek yabancı dil olarak Almanca öğretildiğini söylersem; sen de benim gibi şaşarsın. Evet, bu ortaokulda Fran sızca, İngilizce dersleri yok; yabancı dil olarak yalnız Almanca var. öğretmeni de benim. İnsanın aklına, neden yalnız Almanca öğretiliyor çocuklara da başka diller öğretilmiyor, elbet bunun bir gerekçesi vardır, demek ordaki okuldan yetişeceklere Almanca pek gerekliymiş, gibi bir düşünce gelebilir. Hayır, bu or taokulda yalnız Almanca okutulmasının hiçbir mantı ğı yok. Bakmışlar, bu ortaokulda yabancı dil öğretme¬ ni yok, ben de elde yeni bir öğretmenim, Almanca öğretmeni... Hah, demişler, bu öğretmeni oraya ve192 — r i p eksiği için kapayalım. Bu ilçenin o r t a o k u l «Biraz d a A l m a n c a ö ğ r e n s i n l e r » A m a daha da şaşacağın öğrencileri demiş olacaklar. birşey söyliyeyim: Bu ilçe¬ nin bağlı o l d u ğ u i l d e k i l i s e d e A l m a n c a ö ğ r e n i m i , Al¬ manca öğretmeni yok... okulu bitiren çocuklar, Bu yüzden, buradaki orta¬ i l d e k i liseye d e v a m e d e m i y o r ¬ lar. A l m a n c a ö ğ r e t i m i . y a p a n lise n e r d e v a r s a - k i p e k az ve pek uzak- h e p s i lâf... oraya gitmek zorundalar. Aslında N e b u r a d a A l m a n c a ö ğ r e n e n var, n e baş¬ ka iisede... Beni buraya Almanca kafanın mantığı, örneğin ha mantık, üniversitede yada kürsüsüne de Ha buradaki Almanca öğretmenli¬ hocalığım... mantıksızlık İkisi arasında, yönünden yok... bu hiçbir ayrım • Çocuklara Almanca yıl olarak atayan öğretmen değil de, üniversitedeki Aiman filolojisi hoca yapabilirdi. ğim, öğretmeni beni ortaokula burda kalırsam öğretmekten geçtim, Almancanın bildiğim bir-iki kadarını da unutacağım. Şimdiden unuttuğumu anlıyorum. Ne di¬ ye beni buraya göndermişler? Diyelim ortaokulun sınıfındaki çocuklar programa göre azbuçuk Almanca öğrendiler. çinceye üç Ne çıkar b u n d a n ? . . Sınavı v e r i p sınıfı ge¬ kadar... Başım Bişeyler çatlayacak. yapmak Nasıl istiyorum, yapmam gerektiğini dertliyim ama bilemiyorum. anlatamam. ne y a p m a m , İçkiye nasıl başladım. E s k i d e n o l d u ğ u g i b i d e ğ i l , her a k ş a m i ç i y o r u m , g e c e yarısını geçenedek içiyorum. menler Derneği'nde toplanıp yoruz, mış ruz. arada bir de Bey'in otelinin poker... altındaki Okuldan prafa, çıkınca ö ğ r e t ¬ kaptıkaçtı oynu¬ O n d a n s o n r a d a Satıl¬ lokantaya gidip içiyo¬ ö ğ r e t m e n l e r Derneği dersem orda da kalabalık olduğumuzu sanma. Topu t o p u , müdürle birlikte dört öğretmeniz.. Arkadaşlarımızdan biri de h a s t a n e y e ya¬ t ı n c a ü ç ö ğ r e t m e n kaldık. ilkokul öğretmeni arkadaşlarla, retmen eksiğini okulumuzun öğ¬ k a p a m a ğ a çalışıyoruz. Kaymakam da tarih-coğrafya okutuyor. İçimde b i r e z i k l i k var, anlatılmaz... Kasabaya s e r p i l e n ölü t o p r a ğ ı b e n i m d e ü z e r i m e y a ğ m a ğ a baş¬ ladı. Yakında sınavlar başlıyor, de buradan ayrılacak değilim. de, nasıl rısından petrol Tatilde Bir u y u ş u k l u k v a r b e n ¬ anlatayım... Biliyorum, kendime. sonra tatil... kızıyorsundur bana. Ben de kızıyorum İçip i ç i p k o r k u t u p s a r h o ş o l u n c a , g e c e ya¬ sonra evime gelip ağlıyorum. Beş numara lâmbasının k ö r ışığında e l l e r i m e b a k ı y o r u m , lerime... ellerimde Buradan sana mutluydum. yacak, ilk yazdığım Ellerimi t o p r a ğ a silkeleyecek, ölü mektupta daldırıp toprağının ne denli kasabayı salla¬ altından kaldıra¬ c a k t ı m . Evet, e l l e r i m i t o p r a ğ ı n karnına s o k t u m , rım kayaların altına maklarım yok... zım sızım kan el¬ parmaklarım yok... girdi. Ellerimi E l ayalarımın sızıyor. ki, par¬ parmak yerlerinden Bir d a h a , altına s o k a c a ğ ı m e l l e r i m i . çıkardım kolla¬ bir d a h a . . . Biliyorum, bu sı¬ Dağların kez; e l l e r i m b i l e k l e r i m d e n kopacak. Böyle böyle, parça parça dö¬ küleceğim burada... Böyle böyle biteceğim. Ağlayarak yatağa giriyorum. O s o ğ u k yalnızlı¬ ğımın i ç i n e , s o ğ u k , k i r l i . . . A ğ l ı y o r u m , a ğ l ı y a r a k s o r u ¬ yorum kendime: — Ben özden — bu insanları seviyor muyum? cevabımı ister m i s i n : Kızıyorum bu insanlara ben, kızıyorum... Sevgim öylesine coşkun ki kızmaya d ö n m ü ş ; olmaz ki, bu denli de olmaz k i . . . Ne yapayım, söylesene başlamalıyım. saydı... İyice bana, neyin neresinden D ü ş ü n ü y o r u m ; ya Z ü b ü k z â d e de olma¬ Burada ne Zübükzâde'nin konuşulur, üstüne ne yaşanırdı eğildim. Onu başka? tanımakla b e l k i bir çıkış, k u r t u l u ş y o l u b u l a b i l i r i m d i y o r u m k e n ¬ di kendime... İlk g ü n l e r kasabalının konuşmalarını yadırgıyor¬ d u m . A m a nasıl, bilir m i s i n ; b i r y a b a n c ı k o n u ş m a de¬ ğildi onlarınki... Hepsinin de konuşması, t ı p k ı s ı ; s a n k i bir t e k kişi birbirinin konuşuyor. S ö z l ü k l e r i ç o k sınırlı, k e l i m e sayıları a z a m a , b u d i ¬ lin a n l a t ı m g ü c ü ç o k . Bu cak hiçbir duygu yok... a z k e l i m e l e r l e anlatılmıya- Kelimeler yanyana geldikçe, dizileri, cümle yapıları d e ğ i ş t i k ç e , yeni yeni anlamlar kazanıyor. H e p s i d e bir t e k a d a m m ı ş g i b i k o n u ş u y o r , bir t e k ü s l û p l a ; yalnız s e s t o n l a r ı değişiyor. Burala¬ rını b i l m e y e n bir ş e h i r l i a y d ı n , y ü z l e r i n i g ö r m e d e n b i r kapı arkasından onların a d a m k o n u ş u y o r sanır. konuşmalarını Dedim ya, dinlese, tek ses tonları ayrı, i n c e ; kalın, o . k a d a r . S ö v m e l e r i b o l , hele a b a r t m a l a r ı . . O ne onların mübalâğa! İşte anlâtışındaki söylüyorlar,- ilk g ü n l e r b e n i y a d ı r g a t a n bu abartmaydı. diyordum. Atıyorlar, Çünkü anlattıkları, da, yalan ınanıfası o l a y l a r ; d e ğ i l d i . S o n r a s o n r a , onların d i l l e r i n d e k i esp¬ riye v a r a b i l d i m , o konuşma havasını sonradan an¬ ladım. Bu espriye g i r m e y i n c e konuşmalarının beğeni¬ sine varılamıyor. Kendikendime bu konuşmalar yabancı değil, bi¬ r i l e r i d a h a tıpkı b ö y l e k o n u ş u r d u a m a , k i m d i d i y e d ü ¬ şünmeğe başladım. Evet, Düşüne düşüne babamı tanıdıktı ansıdım. bu Babam, konuşma... ben oniki y a ş ı m d a y k e n ö l m ü ş t ü . O da tıpkı bu insanlar g i b i ko¬ n u ş u r d u . B ö y l e a b a r t ı k , acılı, v e r g i l i , . t a t l ı bir d i l . . . Ba¬ bam buralardan değil ama, o da buranın illerden birinin kasabasındanmış. gelmiş. Evet, şehire e v e t b a b a m d a b u r a insanları g i b i ko¬ n u ş u y o r d u . Şimdi onları d i n l e d i k ç e , yor komşusu Küçük yaşta babam konuşu¬ buraya yanımda g e t i r d i ğ i m kitapları sanıyorum. Geçen gün, karıştırırken, bu k a s a b a insanlarının hangi d i l i , dilini konuştuklarını iyice ö ğ r e n d i m . Bu, bi'nin dili d i y o r u m b e n . Bilmem sen ne d e r s i n ? liya Ç e l e b i ' n i n S e y a h a t n a m e ' s i n i y e n i d e n k a s a b a d a k i Aklı Evvel Bedir Hoca, z a Bey, A l l a h S e l â m e t V e r s i n kimin Evliya Ç e l e Ev¬ okurken bu Tahrirat kâtibi Rı¬ M u r t a z a Efendi t o p l a n mış k o n u ş u y o r l a r s a n d ı m . T ı p k ı ö y l e . . . Yalnız Evliya Çelebi'nin işte bu... o dil... Osmanlıca'sı gitmiş, Ama deyimlerden Bu konuşmaların dil daha bir'arınmış, cümle yapısınadek hep bana y a b a n c ı gelmemesi Seyahatnamesinde «Görmeli, ondanmış. Evliya Çelebi'nin analar ne y i ğ i t l e r d o ğ u r m u ş » , ilâhi b ö y l e y m i ş » , « S i m d e n g e r i sana g u r b e t g ö r ü n d ü » , gibi cümleleri o k u r k e n , min Efendi Evliya «Emir H ü d a d a n , t a k d i r - i yanıbaşımda Tüccardan E¬ konuşuyor sandım. Çelebi'nin büyütmeleri, abartmaları nasıl¬ sa, b u n l a r d a ö y l e b ü y ü t e r e k , a b a r t a r a k k o n u ş u y o r l a r , tıpkı o e s p r i y l e , o b e n z e t i ş , tıpkı o şiirli d i l l e . . . Evliya Ç e l e b i fırtınalı denizdeki gemiyi ş ö y l e an¬ latıyor : «Kâh evc-i a s u m a n a çıkıp g e m i n i n s ü t u n u bulut¬ lara d o k u n u y o r d u , kâh ka'r-ı d e r y a y a inip g ü y a G a y y a deresi denen derk-i A m m a atmış esfeie inmiş Evliya Ç e l e b i sanılırdı.» değil mi? Hayır bana kalsa atmamış, şiir söylüyor. Sözü yalan değil, bir g e r ç e ğ i daha iyi belirtmek için söz sanatı. Evliya Çelebi'nin fırtınadaki gemiyi anlatması na¬ sılsa, buralının da Zeybekzâde Kara Yusuf Efe'nin bıyıklarını, anlatması öyle: «Bıyığının bir ucu güneşte, bir ucu ay'da» diyorlar. Bu abartmada karşısındakini kandırma yok. Bu dilin esprisine girilince bunun kan¬ dırma değil, gerçeği daha iyi belirtme olduğu kolay¬ ca anlaşılıyor, olaylara büyüteç altından bakıyorlar. Evliya Çelebi nasıl sık sık «Can başına sıçra yıp», «Kahpe dölü», «Canım ağzıma gelip», «Lâfa kulak verile», «Cenk hâlidir, böyle olur deyip, geri durmak hamiyyetine elvermedi, yakışmaz» gibi cüm¬ lelerini tekrarlamışsa, buradakiler de bu söz dizile¬ riyle konuşuyorlar. Bir memurun elli lira rüşvet onu burda şöyle anlatıyorlar: aldığı düyulmuşsa, — Beş katar devesi altın yüklü gidiyormuş, gö¬ renler var... Elli lira rüşvet, beş katar deve yükü altın oluyor. Ama ortada yalan yok. Düşen iki mermiyi «Bir yay¬ lım kurşun serpildi» diye anlatıyorlar. Bana bu şiirli bir dil geliyor. Evliya Çelebi'nin dilinde nasıl her şaştığı olay «Misli görülmemiş» se bunların dilinde de öyle. Ev¬ liya Çelebi nerde bir tabur kadar, birkaç bölük ka¬ dar asker görse «Derya misal asker» der. Bunlar da öyle... Bana burda, yeni gelen bir valinin kasabaya gelişini anlattılar ki, inanılacak şey değildi. Kurban kesilen mandadan iki damla kan sıçramışsa vali sa¬ çından tırnağına kurban kanına bulandı, denildi. He¬ le tören günü Hıdırlık tepesinden atılan t o p . h i k â y e si var, mübalâğanın böylesi az duyulmuştur. Seyahatnamesinde ma var ki, Mehmet buna kendisi Paşa'nın «Erzurumda diyorduk. Kardan imamı kalmış bile karda anlattığı Efendi Murtaza karı anlatıyor: Paşa'ya Tabanı imdada gi¬ sökerek ilerliyorduk. geçidini aşamadık. kaldı. bir abart¬ inanamaz. Tabanı Yassı Yahya Bir mızrak b o y u Deveboynu hazine Çelebi'nin Yassı Cephane Mehmet ve Paşa'nın ağalarından M e h m e t Ağa canından bezip, k e m e r i n d e k i i k i b i n altını, ç a d ı r y e r i n i , dü. Gökyüzüne hançeriyle kazarak göm¬ bakıp b i r mavi b u l u t parçasını nişan koydu. Mehmet Ağa on ay sonra adamları ile buraya g e l d i . N i ş a n k o y d u ğ u b u l u t u b u l u p , o n u n a l t ı n d a k i ye¬ ri k a z a r a k g ö m ü l ü Bu altınları a l d ı . Erzurum'a geldi.» a b a r t m a y a a r t ı k Evliya Çelebi bile dayana¬ mamış d a , — Gökyüzünde uçan b u l u t on ay sonra aynı y e r d e b u l u n u r mu? d e m i ş . Aldığı — cevap : O s e n e ö y l e b i r kış o l d u k i . . . Gökyüzündeki bulutlar bile d o n m u ş t u . . . Bunları dillerini, sana, burdaki esprilerini insanların konuşmalarını, a ç ı k l a y a b i l m e k için anlatıyorum. Evet a b a r t ı y o r l a r , a m a b u a b a r t m a b i r g e r ç e ğ e daya¬ nıyor, ma yalan bu değil... Dinleyeni de k a n d ı r m a y o k . A-, espriye varamıyanlar şaşırıyorlar. burda anlatılanlardan bir oranda rekiyor. nicesi Anlatılanların Onun için, i n d i r i m y a p m a k ge¬ doğru, nicesi abartma, b u n u a r t ı k b e n y a v a ş y a v a ş a n l a m a ğ a b a ş l a d ı m : Şim¬ d i b e n d e hiç f a r k ı n d a o l m a d a n o n l a r g i b i k o n u ş u y o ¬ rum... Burda bişey yok... h e r ş e y lâfa d a y a n ı y o r . Çünkü başka hiç- B u insanlar, k e n d i f e l â k e t l e r i n d e n , m u t - suzluklarından bile bir eğlence çıkarıyorlar; kendile riyle bir güzel alay ediyorlar. Bu bir saklı intikam mı, nedir? Zübükzâde'yi de işte böyle anlatıyorlar. Dedik lerinin ne kadarı doğru, işte bunu çok merak ediyo rum. Yakında Ankara'dan gelecekmiş... Gelse de tanışsam. Anlatılanlara bakılırsa, dünyanın en kötü adamı... Ama dikkat ediyorum da söylediklerine, hiç kimseyi de kandırmamış. Kandırılanlar, zorla, yalvararak ken dilerini kandırtmışlar. Sanki, Zübükzâde'yi zorlaya zorlaya kötü yapmışlar. Bana bişeyler yaz, anlat... Ne yapmalıyım? Gel meden önceki tasarılarım eridi, bitti. Kitap bile oku¬ yamaz o l d u m . Bu akşam Allah'ın Kulu İsmail Efendi, Satılmış Bey'in lokantasında bana ziyafet verecek. Niçin bili yor musun? Onun oğlu bizim okulun son sınıfında. Matematikten çok zayıf olduğu için sınıfı geçemiyecekmiş. İsmail Efendi de oğlunu bu okuldan alıp, baş¬ ka bir ilçedeki ortaokula gönderecekmiş. Çünkü o okulda da matematik, hocası yokmuş. Yani çocuk hocası olmadığı için matematik okumadan sınıf geç miş olacak. Bizim okuldan oğluna nakil kâğıdı istiyor. Müdür de, nedenini bildiği için vermiyor. Çünkü, ço cuklar hangi dersten zayıfsa, babaları, o dersin ö ğ retmeni bulunmayan okullara çocuklarını gönderiyor lar. Müdür, nakil kâğıdını vermeyip de ne yapacak, nasıl olsa verecek... Ama, belki diyor... Hepimiz bel ki diyoruz. Allah'ın Kulu İsmail Efendi, bu geceki zi yafette beni kandıracak da, aklı sıra oğluna müdür den nakil kâğıdı alacağım. İsmail Efendi çok tatlı bir adam. Burda herkes d u r m a d a n söver, tek sövgü ama çıktığı İsmail Efendi'nin duyulmamış. «Allah'ın kulu!» diye ın K u l u İsmail Efendi» bağırıyor. ağzından Ç o k kızarsa Onun için adı bir birine «Allah'¬ kalmış. İşte y i n e g i d i p i ç e c e ğ i m . S o n r a b u s o ğ u k o d a y a d ö n e c e ğ i m . İ ç i m d e n h e p b a ğ ı r m a k g e l i y o r . Geçenler¬ de Hıdırlık d o r u ğ u n a çıktım. Orada kimseler yok. Dağlara bağırdım, bağırdım, ağladım... s i n i r l e r i m bo¬ z u l d u , n e o l d u bana? Ne öperim. olursun sık sık m e k t u p yaz. Gözlerinden BÖYLE İNEĞİN BÖYLE DANASI OLUR Gedikli ihsan Efendi şöyle a n l a t ı y o r d u : Bendeniz askerim. r i y e d e h i z m e t i m var... Tastamam o t u z d ö r t yıl aske¬ M e m l e k e t i n gezip g ö r m e d i ğ i m köşesi bucağı kalmadı. Elimden binlerce erat geldi g e ç t i . H a d d i m o l m a y a r a k t a n a d a m sarrafıyımdır. Ken¬ dimi hani methetmek gibilerden olmasın, bir a d a m ı n s u r a t ı n a bir b a k t ı m m ı , ne mal o l d u ğ u n u şıp d i y e an¬ larım. K u r t u l u ş u y o k , keriye Türlü ocağında bin hırsızını, kanlı k a a t i l i n i , hiç g ö z ü m d e n k a ç m a z . nelerini görmüşüz, uğursuzunu, Biz as¬ kül yutmayız. ipsizini, sapsızını, ıp, kazık kaçkınını g ö r d ü m . V e l â k i n bu bizim Z ü b ü k İbraam gibisini ne g ö r d ü m , ne de kimse görmüştür. S i m d i k n e m e g e r e k hakkını y e m e k o l m a z , namussuzluktan, ahlâksızlıktan yana dünya rekoru Z ü b ü k z â d e İbraam'ın zilliklerini toplasan, üstünde... bizim Dünyanın bütün Zübük'ün anla g a y r i . . . A m a k a b a h a t kimde? Hoca d e n e n sakallı g e y i k t e . . . re tırnağı olmaz; Aklı Evvel Bedir Biri partinin ilçe baş kanı, öbürü kasabanın Belediye Başkanı, bu ikisi elele verip, millete kan kusturdular. S e n o Hoca'yı bilir misin, H o c a y ı . . . Aklı Evvel demişler? H e r bir Şeytanın çiftleştiği şeyi Neden ona bilir de o n d a n . . . k u y t u d e l i ğ i b i l i r . Yalnız b i r b i l mediği beş vakit namaz. Bir de hoca olacak, nursuz, nuhusetsizin biri... Bir zamanlar, bizim buraya bir uçak düştü. Ben görmedim ya, gören çok; uçak birden havada patla yıp, d u m a n l a r s a ç a r a k Hıdıriık'ın zim buralılar yakından hiç uçak ardına düşmüş. Bi görmediklerinden, ç o l u k - ç o c u k y e d i d e n y e t m i ş e Hıdırlık'a d ö k ü l d ü . B e r i yandan da vilâyete bildirildi. Askeriye kuvvetiyle candarma, düşen uçağı aramaya başladı. aradılar, h i ç b i ş e y bulamadılar. N e y s e . . . Bir hafta Bu iş unu tuldu gitti. Elvanlı k ö y ü n d e n b i r ç o b a n , d a v a r ı o t a r ı r k e n su sanın kıyısında, kırda bir iskelet görüyor, iskeleti el lemeden, koşup candarmaya haber veriyor. İskeleti kasabaya getirdiler. Hattâ ben de g ö r d ü m , etleri ç ü rüyüp dağılmış, kuru bir iskelet ya, bu neyin iskeleti, hiç b e l l i d e ğ i l . . . S a ğ l ı k y u r d u n u n d o k t o r u i z i n l i . . . O z a m a n h ü k ü m e t d o k t o r u d a g ö n d e r m e m i ş l e r . Biz, ş ı rıngacı Haydar deriz, bir sağlık baktı, iskeletin neyin iskeleti m e m u r u var. O da olduğunu anlayamadı. Bizde aklı h e r bir işe erik k i m var? B e d i r H o c a . . . B i r zoru olan, başı sıkışan akıl danışmağa ona gider. « A k l ı Evvel» d e m e l e r i d e o n d a n . N e s o r s a n , a l t ı n d a n kalkar. Yıldızları sor bilir, siyaseti sor bilir; derin hoca... Her türlü hastalığın şifası, her b.r derdin de vası onda... iskelet kemiklerini toplayıp getirdiler. Kemikle rin başına toplandık. Ben de ordayım. Bedir Hoca besmele çekip kemiklerin başına oturdu. Bir baktı, bir elledi, — Allahu ekber kebiraaa!.. diye bağırdı. — Nedir, neyin nesidir 1 Hoca? diye sual ettik. Hey mübarek şehit!., dedi. — Yahu, neyin, nerenin şehidi bu? Harp yok, darp yok, durup dururken bu şehit de şimdi nerden çıktı? Bedir Hoca, sakalını sıvazlıyarak, — Geçende, dedi, teyyare düşmüştü ya... — Evet? — İşte bu kemikler, düşen teyyarenin teyyarecis i . . . Mübarek şehit!.. Hem de askeriye teyyarecisi... Evet, bu aklı Evvel Bedir Hoca'daki feraset kim sede bulunmaz. Düşen uçağı bulamamışken, Bedir Hoca, bu uçağın askeriye uçağı olduğunu anladı bir, bu iskeletin şehit pilotun kemikleri olduğunu anladı.,, iki. Şimdi ne olacak? Kaymakama, candarmaya du yuruldu. Onlar da vilâyete bildirdiler. Bu işlerden Zübükzâde'nin hiç haberi yok. Zü bükzâde olanları duyunca hop oturup hop kalktı: — Bana sormadan kendi başınıza ne işler ka rıştırırsınız... Tuuu... Bir çuval cevizi çürüttünüz. Vi lâyete hiç de öyle haber vdrilmiyecekti. — Ya ne olacaktı? — Uçağın bizim kasabamız dolaylarında düşme si ne talih!.. Hiç anlamadık. Birbirimize bakıştık. Ne diyor bu Z ü b ü k rezili? Gene ne haltlar karıştırıyor? Uçak, Hı- dirlik ardına, bilinmedik bir y e r e düşmüşise bundan b i z e ne? B u Z ü b ü k ' ü n g e n e b i r o y u n u v a r y a , n e ? Bedir Hoca, — Ne gibi bir talih? d e d i . — B r e h e y r i , n e g i b i s i v a r mı? Ş e h i t b i z i m m ü b a rek toprağımıza düşmüş. Bu bir keramet, bu bir u- ğur... ya bir başka kasabaya, ya vilâyete düşeydi... H e y akılsızlar, uçak başka bir memleket toprağına d ü ş s e , siz ş e h i d i k a p ı p b u r a y a g e t i r e c e ğ i n i z , t o p r a ğ ı m ı z a indi» diye «Şehit ilân e d e c e ğ i n i z y e r d e , y e m e den içmeden vilâyete bildirmişsiniz... Yahu ne söyler bu Z ü b ü k alçağı? Ne kerameti, ne uğuru? •— B a n a d a n ı ş m a d a n iş olur... Hey kart avanaklar! şündünüz mü? yaparsanız işte böyle Şehit ne demek, hiç d ü Ulan milyonla lira verseniz, kasaba mız i ç i n h i ç b ö y l e b i r r e k l â m y a p ı l a b i l i r m i y d i ? B ö y l e fırsat ele geçmişken kaçırılır mı koca dangalaklar!.. Allah'ın Kulu İsmail Efendi, — A m a n İhsan o ğ l u m , ne diyor allâsen bu re zil? d e d i . — Ne dediğini hiç anlamadım. •ğif,tepemize talih kuşu gelip Düşen uçak de- konmuş da haberimiz . yok. Biz b ö y l e c e iskeletin başında şaşıp kalmışken, bir candarma koşarak geldi: — Şimdi şehidi vilâyete kaymakam beye validen telefon geldi, istiyorlar. Bunu duyunca Z ü b ü k alçağı dizdövmeğebaşladı. Sonra da, — - B a k a l ı m ; işlediğiniz haltı cağız!.. «Heyvaah!» diyerek şimdi nasıl o n a r a K e m i k l e r i n b a ş ı n a iki n ö b e t ç i b ı r a k t ı k , p a r t i m e r - kezine gittik. Zübükzâde, Parti İl Başkanına açtı t e lefonu: — Bizim toprağımıza inen şehidin nâşını h i ç b i r vakit vilâyete kaptırmayız. B u n u böylece benim tara fımdan valiye söyle... kasabamızda icra De ki, şehidin defin merasimi kılınacak ve türbesi de kasabamı za yapılacaktır. B u n u b ö y l e c e bileierl... Halkımız, şe hidimize misli g ö r ü l m e d i k bir m e r a s i m yapacaktır. Ya rın d e ğ i l , d e v r i s i g ü n m e r a s i m o l u y o r . Muazzam bir m e r a s i m , a n l a d ı n mı? V i l â y e t i n v e b ü t ü n k o m ş u i l ç e lerin parti teşkilâtı, vali bey, erkânı ve de belediye teşkilâtı merasime davetlidir. Ben de aha şimdi kap tıkaçtıya atlayıp vilâyete geliyorum. Vali Bey'e arzederim. Şehidi burdan almaya kalkarlarsa, bura halkı protesto edecektir, böylece biline... Telefonu kapayıp bize d ö n d ü : — G ö r d ü n ü z m ü k o c a a v a n a k l a r ! . . Ş ü k ü r işi d ü zelttik. Ş i m d i kolları, paçaları sıvayın. Şehirde bir c e naze töreni olacak ki, görülmüş, ğil... Çabuk Padişah Topçusu duyulmuş gibi de Mehmet Çavuş'a ha b e r u ç u r u n . H ı d ı r l ı k t o p u n u atışa hazır e t s i n ! Çiftverenoğlu Hamza'nın eski yiğitliği kalmamış. Zübükzâde'nin huzurunda el pençe divan duruyor. — Zübük Kaç pâre atılacak İbraam Bey? diye sorunca celallendi: — H e y e v i y ı k ı l a s ı , k a ç p â r e o l u r m u len?.. Ş e hit cenazesi b u . . . cayırtıya bürtü Paresi başlayacak, eksik mâresi yok, sabahtan t o p akşam olmayacak. ezanı Belediye okunasıya güm ambarından tâk'ı ç ı k a r ı p k u r u n ! Yazılı b e z l e r i o n a r ı n , y o l l a r a g e r i n ! H e r bir yanı iyice donatın! Ben aha şimdi vilâyete gidiyo rum. Dönüşümde, hiçbir eksiklik istemem. Her bir şey tamam olmalı. Vakit kalaydı Ankara'dan büyükleri de çağırırdık. G ö r d ü n ü z mü şu işi! Allah yardımcımız — 204 — o l d u da tayyare topraklarımıza düştü. Hele bir yüzü müzün akiyle şu töreni becerelim, bütün memleket bizim kasabamızı, bizi k o n u ş a c a k . Adımız ve sesimiz radyolarda, gazetelerde duyulacak. Şehidin türbesi de üstüne cabası... Ben gidiyorum. O g i d i y o r u m d e d i , biz arkasını bırakmadık. İlkin kaymakama varıldı. Zübükzâde'nin yanında kaymaka m ı n m a y m a k a m ı n adı o k u n m a z o l d u g a y r i . . . ne dese, ne buyursa o olur. Kaymakam sanki hizmet eri. Kaymakama yapacağı Zübük Zübük'ün işleri bir bir anlattı. O r d a n candarmaya gidildi, C a n d a r m a kuman danına da buyrultusunu verdi. Kaptıkaçtıya atlayıp g i t t i . O n u n ardından biz işe giriştik. Kasaba ayağa kalktı. T ü c c a r d a n Emin Efendi, — dediği Arkadaşlar, diyor, gibi, Zübükzâde İbraam Bey'in biz h a k i k a t a v a n a k l a r ı z . Toprağımızdan g ö m ü çıksa, töbe, değerini bilmiyeceğiz de çöplüğe atacağız. Yahu, sağolsun İbraam B e y olmasa, az ka la şehidi elimizden vilâyete kaptıracaktık. Biz avanak değiliz de Basını neyiz? döndürmüş, gözümün içine bakıyor. Ben de, — Evet avanağız k i , h e m i de hiç su katılmamış.. Halisinden avanak... bize ne şeref... Kasabamızda bir şehit türbesi, B e r e k e t Z ü b ü k z â d e ' n i n aklı ç a b u k yetişti, dedim. B i z hazırlığı b i t i r d i k . Devrisi gün cenaze töreni olacaktı. Velâkin Zübükzâde vilâyetten dönmedi. O d ö n m e y i s i n biz bir başımıza hiçbir iş kotaramayız. Vilâyet parti merkezine telefon ettik, İbraam Bey'le konuştuk ve sorduk: — Cenaze — C e n a z e mi? N e c e n a z e s i ? ne o l a c a k ? Cenaze dediğiniz k u r u m u ş iskelet. Bozulmaz, kokmaz. Ankara'ya ş i f r e yazıldı, t ö r e n e h ü k ü m e t t e n heyet de gelecek. Siz is k e l e t i iyi m u h a f a z a e d i n ! — İskeletin muhafazasından ne olur, duruyor.... Zübükzâde telefonda haykırdı: — Muhafaza edin diyorum. Gece ve gündüz ba şında nöbetçi eksik olmayacak, candarmaya söyle y i n ! Bu m e m l e k e t t e hiç muhalif y o k gibi k o n u ş u r s u nuz. Siz o a v u k a t Burhan'ı b i l i r m i s i n i z , a v u k a t Burr han'ı?.; E l i n i z d e n c e n a z e y i k a p a r alır d a , ş e r e f i n i m u haliflere mâl eder. Biz b u l d u k , a m a n kaptırmayın!.. Yahu, bu Z ü b ü k ' t e k i ne akıl. Dediği d o ğ r u . Ka sabada mızın şehide cenaze merasimi namı alıp y ü r ü y e c e k diye yapılacak, kasaba muhalifler kıskanç l ı k l a r ı n d a n ç a t l ı y a c a k l a r . . . U ç a k b u , k ı r k yılın b a ş ı b u toprağa düşmüş. Neyse bizim Zübük döndü. İşler y o l u n d a y m ı ş . Ertesi gün öğlen tören olacak... Kasap — Kasaba donandı. Osman, İ b r a a m B e y ; k u r b a n i s t e m e z mi? d i y e s o r d u . Zübük,' •— Git işine, d e d i , k u r b a n m ı ş . kaç malın var. Yarın vilâyetten Senin kurbanlık kurbanlıklar geliyor k i , g ö r ü n c e aklınız d u r u r . E v e t , a k l ı m ı z d u r d u . E r t e s i gün> k u ş l u k t a n k a s a baya kamyonlar doldu. Bu kamyonlarda ne var bilir m i s i n i z ? Sığır, c a m u s , d ü v e v e d a v a r . . . dolusu geliyor. Kamyonun Kamyonun birinden Kamyonlar biri gelip biri dönüyor. davarlar boşaltılıyor, sığır y ü k l ü öteki kamyon geliyor, ö ğ l e n e kadar kamyonlar bizim kasabaya kurbanlık mal taşıdı. Bunca hayvan nerden gelir?.. Bizim ilçenin bütün hayvanları, bunların yarısı d e ğ i l . A l a n a sığır, d a v a r , c a m u s d o l d u t a ş t ı . Z ü b ü k zâde'ye, — Bu nedir? diye s o r d u ğ u m u z d a , — İşte k u r b a n l ı k m a i ! . . d e d i . Yahu biz bunları k e s m e ğ e kasap yetiremeyiz... Gayri her kafadan bir ses çıkıyor. Kimi, — Yaşadık, diyor, millet k u r b a n etinden gık d i yecek. Var olsun İbraam Beyimiz... Kimisi, Bu kadar et dünyada canım etleri kokutacağız. yenmez, diyor, yazık Hiç mi değil sucuk ney yapılsa da ziyanlık olmasa... B a k t ı m Ç i f t v e r e n o ğ l u Harrıza B e y k ö t ü k ö t ü d ü şünüyor. — Ne d ü ş ü n ü y o r s u n heyri?. d e d i m . — Biz d ü ş ü n m i y e l i m de k i m d ü ş ü n s ü n , d e d i , bu Z ü b ü k z â d e namussuzunun ettiğini görmez misin? — Yahu, ne oldu? Bu bizim millete iyilik de mi yaramaz!.. yun Bize kalaydı kurbanlık bir bulamazdık. Namussuz kelebekli ko mamussuz, her neyse, herif b e c e r i k l i . . . Bir salhanelik davarı alana yığdı. Bu kadar k u r b a n etini bir ordu bir ay y e s e tüketemez. Daha biz A l l a h t a n belâmızı mı - isteriz! dedim. Çiftverenoğlu, — B r e k a r d a ş , d e d i , senin aklın işte onca erer. Ş u k a r t ö k ü z ü n aklı k a d a r a k ı l v a r m ı s i z d e ? H e y b e yinsiz! Ulan, b u n c a sığırın, davarın parasını k i m ö- d e y e c e k ? Hiç düşünmez misin? Kimimiz k a v u r m a k u ralım, der, kimimiz s u c u k yapalım.;. K ö r gırtlağınız dan başka düşündüğünüz y o k . Pekiy, bu kurbanların parasını kim ö d e y e c e k ? Allah Selâmet Versin Murtaza ^ Sahi yahu, dedi, bunların Efendi, parası nerden çı kacak? Ulan battık, ulan yandık, ulan bittik... Çiftverenoğlu, — H e l e aklınızı t o p a r l a d ı n ı z , d e d i , y a n d ı k k i , h e - mi de nasıl... Bu kasaba insanlarının t ü m parasını toplayıp alsan, bu kurbanlıkların parası ödenmez. Be lediye iflâs edecek, etti bile... — Pekiy, bu Z ü b ü k ' ü n aklı neresine kaçtı? K e n d i s i B e l e d i y e Reisi y a . . . Hiç d ü ş ü n m e z mi bunları? — Düşünmez. Onun maksadı m e b u s o l m a k . Ye di vilâyet insanını, h ü k ü m e t ve parti büyüklerini ça ğırmış ki onlara gösteriş yapa da mebusluğu kafesleye... O biyol m e b u s s e ç i l d i k t e n kelli, biz g e r i d e kurban borcu ödeyelim, ona ne? Anladın mı efen di? Herif göze g i r e c e k . . . — Ne — B i l m e m . B u k u r b a n l a r ı n b o r c u n u biz ö d i y e m i - yapsak? yeceğimiz gibi çoluğumuz çocuğumuz ödeyemez torunlarımız, torunlarımızın torunları ödeyemez. yumuz Yandık... sopumuz ölümüze sövecek. ve So H e r k e s birbirine, «Ne yapsak?» diye soruyor. Kadr'efendi, — G a y r i y a p ı l a c a ğ ı k a l m a d ı . Elin s o y s u z u n u b a şa geçirirken düşünmedik de şimdi düşünmesi mi kaldı... İş işten geçti... dedi: Vızır vızır t a k s i l e r g e l i y o r , hususîler geliyor. B i zim bura böyle bir şenlik g ö r m e m i ş . Ehalinin hiçbir şeyden haberi yok, cümbüş ediyor. Derken Bey, vi lâyetten bir o t o b ü s dolusu askeriye muzıkası gelme di mi... Vali şöyle bir yanda duruyor. Çünkü validen büyükleri var. Zübükzâde cibiliyetsizini bir görsen, g ö ğ s ü n ü davul gibi şişirmiş, ortada dolanıyor. Askeriye muzıkası vurmaya başladı, ağırdan bir m a k a m . . . C a m i avlusuna varıldı. Şehit tabutta.'.. Aklı Evvel B e d i r H o c a cenaze namazını kıldırır. T a b u t u al dık yürüdük, ö n d e muzıka vuruyor. na gömüldü. Arkadan Şehit kabrista nutuklar başladı. Velâkin An kara'nın adamı dehşetli nutuk çekiyor. Ankara nutuk- cusunun dediğinden hiç bişey anlaşılmıyor, velakin byr n u t u k - k i i n s a n ı a ğ l a t ı y o r . B e n a ğ l a d ı m . . . B a k t ı m , Ç i f t v e r e n o ğ l u da ağlıyor, Emin Efendi de ağlıyor. A ğ l a m a y a n y o k •canım... E r k e k k ı s m ı a ğ l a r mı? Elin o ğ l u ağlatıyor Bey. O nutku d u y u p da a ğ l a m a m a k olamaz. Çiftverenoğlu, — İyi n u t u k ç e k i y o r y a , d e d i k l e r i n i b i r a n l a s a y - dık... dedi. Benim anlayabildiğim bir «Vatan seması...». M e zarın başına g e ç e n , — Vatan seması... diye başladı mı, gözyaşı zap- tolmuyor. Emin Efendi, — Yahu, ben ağlamaktan ö l d ü m , dedi, bir insan da bu kadar gözyaşı mı olurmuş? D e m e k insanın içi, b i r gözyaşı torbası... En sonunda bizim Aklı Evvel Bedir. Hocamız çı- > kıp duaya başladı. Ne dersin Bey, bizim Bedir Hoca, h e p s i n i bastırdı. Evet, B e d i r H o c a alçağında iş v a r mış. Onun duasının yanında nutukçuiarın ses titre mesi on para etmez. Kalaycı Kör Nuri yanı başımda belirdi, İyi k i , d e d i , g ö z ü m ü n b i r i y o k . . . ö b ü r g ö z ü m , de olaymış, cakmışım. içimin suyu hep akacakmış da kuruya- Bu ağlamaya tek göz yetmez oldu. K ö r N u r i ' d e lâf ç o k , d u r u p d u r u p y u m u r t l u y o r : ' — E m m i , ben bişey keşfettim. — Nedir oğlum?.. — Yahu, bu i n s a n o ğ l u anlamadığı bir lâf o l d u mu a ğ l ı y o r d e m e k . . . B a k , d e m i n e f e n d i l e r , A l l a h razı o l sun, nutuk çektiler. Anladık mı? Yok... Gelgelelim ağladık. Şimdi de Bedir Hoca Arabî üzerine dua okur. Ne anladık? Hiç... Velâkin ağlamaktan göz pı- narlarım kurudu, ötey gözüm' de kör olacak... D e m e k bu benîbeşer, anlamadığı söze ağlıyor, — hemi? Besbelli öyie olacak... B e d i r H o c a rezili çok yanık ünnüyor. Gözünün yaşını kolunun yenine silen silene... Susmaz da... Ulan H o c a y e t e r , e l v e r d i , bizi Susmuyor koca gavat... Göz ederler anlamaz, ağlata ağlata bitirdin. kaş ederler anlamaz. Ar dından biri eteğini çekti de, — Eiverdi elverdi... ulan sakaiına Bizi a ğ l a t a a ğ l a t a hocası, tükürdüğümün öldürecek misin!., diye fısıldadı. B u n u d u y u n c a H o c a b ü s b ü t ü n azdı lillâh d e d i k ç e f e r y a d ı mı... Allah gökyüzüne erişiyor. H o c a duayı b i t i r d i , biz d e b i t t i k . . . Bir d e b a k t ı m , y a h u biz k a n d e r y a s ı i ç i n e g ö m ü l m ü ş ü z . ne bir bıçak geçiren tekbir B u n e ? Eli g e t i r e r e k , b i r sığır, b i r k o y u n yakalamış, kesiyor. Bey, o kabristanı bir gör meliydin... K u r b a n kanı gövdeyi götürüyor. sesleri de insanı coşturuyor. Baktım herkes tekbir getirmekte, tım. tır. Tekbir Durulacak gibi değil... ben d e avazı bas Deli Ceiil'in gözleri dönmüş, — Allah'ını seven — Neyliyeceksin bir bıçak v e r s i n ! — A m a n e m m i k u r b a n a biz de girişelim, s e v a p ulan deli diyor. domuz? Bıçağını v e r hele!.. B ı ç a k k a p a n sığır, d a v a r s ü r ü s ü n ü n müş. Bacakları bağlı bir kelle sıçrıyor, üstüne yürü hayvanlar debeleniyor. surda bir dana Surda kuyruğu hopluyor, surda bir ö k ü z g ö v d e s i kalkıp kalkıp iniyor. M u h a r e be meydanı desem değil... çıkalım. Aman surdan vaktinde Kana boğulacağız... İşler bitende, misafirler takım o t o b ü s l e r e binip g i t m e ğ e başladılar. takım arabalara, Kabristana üç kamyon dayandı. Vilâyetten gelmiş lâstik çizmeli damlar, kurbanları a- sırtlayıp sırtlayıp kamyonlara atı yorlar. Bu da nesi? Yahu, bizim kurbanlar gidiyor. Lâstik çizmelinin birine sokuldum: — A r k a d a ş bu neyin nesi? Bu kurbanlar nere — N e kurbanı!".. E f e n d i a ğ a , nin? hanesinin mallandır. bunlar vilâyet sal Biz de m e z b a h a n ı n k e s i m c i l e r i yiz... Kurbanlar yüklendi, kamyonlar yollandı. Fakir fukara, ortalıkta bişey kalmış mı diye bakmıyor. Ha yır, t e k k e l l e k a l m a m ı ş . O n c a k u r b a n g i t t i , k a l a k a l a yalmz kanları toprakta kaldı. Zübükzâde'ye vardık: — B r e İ b r a a m B e y , bu ne iş? — Ne istersiniz, k o c a akılsızlar, bir de b e l e d i y e bütçesinden kurban parası mı verecektik... , s ö y l e d i m , vilâyetin üç g ü n l ü k Valiye kasaplık hayvanlarını buraya yığdırdım. Hem kurban oldu, hem iş görüldü. Şimdi etleri buzhaneye kaldıracaklar... B u iş, b i z i m Z ü b ü k z â d e ' n i n icadıdır. Bu dalgayı herkes ondan ö ğ r e n d i . Bir yere b ü y ü k l e r d e n biri gel di mi, mezbahanın kasaplık hayvanları, b ü y ü ğ ü n hu zurunda kurban diye kesilir. Aradan bir zaman geçince, Zübükzâde, — Ş e h i r d e anıt d i k i l e c e k . P a r a t o p l a n s ı n ! d e d i . • Diriye para bulunmazken millet ölüye nerden Paralar toplanadursun, bir de duyduk; şehidin bulacak? mezarı açılıyor, kemikleri muayeneye gidecekmiş. Ç ü n k ü bu şehidin kim olduğu bir türlü anlaşılamıyorUçak kumandanlığı «Hiçbir uçağımız d ü ş m e d i ve bizim şehidimiz yok!» muş. dermiş. Nasıl olmaz yahu, biz cenaze törenini yapıp g ö m m ü ş ü z bile. Şimdi de i ş t e anıtını d i k e c e ğ i z . Ş e h i t y o k d a , bu türbe neyin nesi.'..'" •••• • Vilâyetten gelen doktorun huzurunda, savcı, k a y m a k a m , c a n d a r m a t o p l a n ı p mezarı açtılar, şehidin kemiklerini derleyip toparlayıp B i r b a k a r s a n iyi o l d u . E v e t , vilâyete götürdüler. toprağımızda bir şehit türbesi var ama, şehit kim? O n u öğreneceğiz. : Z ü b ü k z â d e anıt i ç i n s a l m a k o y d u , herkes bağış verecek. Muhaliflerin — başı avukat Burhan, Böyle rezillik olmaz! diye ortaya çıkmaz mı... Avukat Burhan, domuzun da domuzu. başımızda Z ü b ü k z â d e var da, onunla Allahtan başedebiliyor. Yoksa milleti zehirleyip, hepsini muhalif edecek, ibraam Bey, — avukat Burhan'a haber yolladı: Biz o n u n n e m e n f i r u h l u a l ç a k o l d u ğ u n u b i liriz. D i n d i y a n e t i ş l e r i n e d e b u r n u n u s o k u p , bizi a v u katlık ruhsatını elinden ö y l e ya canım. almaya mecbur bırakmasın!.. Koca bir şehit za konuk gelmiş. Vatan bu, toprağımı için canını v e r m i ş de şimdi biz b i r anıtı ç o k m u g ö r e c e ğ i z ? A l t y a n ı adam başına e l l i k u r u ş , b i r lira d ü ş e r . Z ü b ü k z â d e , B u r h a n ' a i ç e r ledi, — A h a , b e n d e n anıt i ç i n , b i n k a y m e ! Herifteki hamiyyete bak sen. rını d a , a n ı t s a l m a s ı gibi, Belediye tahsilda için avukat Burhan'ın yazıhane sine göndermiş. Ne dersin, şehit vermediği dedi. tahsildarı anıtına e l l i k u r u ş kapısından koğmuş. Kime etti? Kendine. M e m l e k e t t e kalp metelik kadar itibarı kalmadığı gibi, din d ü ş m a n ı zındıklığının ortaya çık ması da caba. Birgün toplantıdayız. — Zübükzâde ibraam, Arkadaşlar, d e d i , bu anıt işine g a y r e t v e r i n ! A n ı t , b ü y ü k iş. B i r m i l l e t , g e l e n e k s i z o l m a z . G e l e n e k ne? Gelenek, t ü r b e d e m e k , işfer demek, bildiniz mi? ziyaretgâh demek, eski Yahu, bu kasabanın hani türbesi? Siz memleketi iyice mezsiniz; başka yerlerde türbeden geçilmez. Bir ya bancı gelse, «Hani ulan gezmediğinizden bil sizin türbeniz?» dese de, olmadığını g ö r ü p suratımıza t ü k ü r s e d o ğ r u değil mi? A v u k a t Burhan alçağı, bize gerici dermiş. Ne gerici si? Biz hâlisinden A t a t ü r k ç ü y ü z ve A t a t ü r k hazretle rinin izindeyiz. Biz öyle, yatıra matıra, t ü r b e y e , kıtıra inanmayız. Velâkin şehit başka, şehit türbesi. A t a t ü r k rahmetli sağ olsaydı da, şehide t ü r b e yaptığımızı d u yaydı bize «Aferin!» türk, şu Burhan gibi Türbenin faydası çok. demez miydi? dinsizleri Hey koca Ata temizlemedin Efendim? de... Bir k e r e anıt o l s u n , t ü r b e ' o l s u n l b u bizim kasabanın namını arttırır v e t u rist çeker. Yahu, bizim buranın dertlileri, üç günlük y o l d a k i Arap. H o c a yatırına 'Yazık d e ğ i l mi ziyarete g i t m e z l e r mi?.. bu kadar yolu tepsinler? M a d e m ki d e m o k r a s i var denmiş bir kere, bir memlekette okul da gerek, hastane de gerek, yatır da gerek! Hepsinin müşterisi ayrı. Ne dersiniz? D o ğ r u söze; ne d i y e l i m . . . Herifin dili güçlü. A n latırken ağzından bal akıyor. Böylesinin karşısında a v u k a t B u r h a n d i n s i z i d u r a b i l i r mi? Bunları — söyleyip, Anıt için aha da b e n d e n bin k a y m e ! d e d i . U l a n , b u k a ç ı n c ı b i n ? H e r anıt s ö z ü a ç ı l d ı ğ ı n d a , — Aha benden bin kayme! diyor. Sanırsın, pangınotları çıkarıp ortaya atacak. Bir kuruş da verdiği yok. Bir akşam partiye giderken, yol üstünde kalaycı K ö r N u r i ile D e l i C e l i l ' i g ö r d ü m . G ö r d ü m y a , i k i s i d e k ö t ü , alı a l , m o r u mor. s o l u y a r a k g i d i y o r l a r . Baktım gidişlerine, bir kötü böyle n i y e t l e r i v a r . İyi i ş e , h a y ı r l ı i ş e seğirtilmez. — U l a n n e d i r , iki ş e y t a n u y g u n a d ı m , b ö y l e y e l lenerek n e r e y e varırsınız? Bunlar kemküm edince, niyetlerinin iyicene bo zuk olduğunu anladım. — Nedir, doğru konuşun! Suratınız pancar ke silmiş., Gene — kemküm. Düşün önüme!.. Bunları önüme katıp partiye getirdim. Kulu İsmail Efendi, Ç i f t v e r e n o ğ l u Hamza, Allah'ın Satılmış B e y hep oradalar. Benim bu kadar sıkılamamın sebe bi, kulağıma çalınan söylentiler. Duyduğuma göre, Deli Celil'le K ö r Nuri, Canlak köyüne varıp silâh sa,tın almışlar. Silâhçılıkta Canlak köylüsü üstüne yok tur. Allah seni inandırsın Bey, bunların yaptığı t a b a n cayı, Ankara'nın askeriye silâh fabrikası çıkaramaz. Gizli silâh d ö k m e k b u n l a r a v e r g i . C a n l a k k ö y ü n ü n ta bancası dedin mi, memlekete nam vermiş. Şimendi f e r m a r k a s a a t nasıl s a a t l e r i n ş a h ı i s e , b u n l a r ı n m a l ı da tabancaların feriştahı. Hattâ bir tarihte, bizim b u ranın c a n d a r m a g e d i k l i s i , Canlak k ö y ü n ü n en usta silâhçı ustasını çağırtıp, — Tabancamın gezinde yamrılık oldu, al şunu onar da getir! demiş. Usta devrisi günü elinde, kız g i b i üç tabancay la gelmiş. — kendi Başefendi,-demiş, yapım .tabancaların senin tabancanı arasına onarıp, koymuştum. Velâ kin, hangisi senin tabancan olduğunu şaşırdım. Bak, işte, tabancalar bunlar. Hangisi seninse b u y u r al!.. Başçavuş bakmış bakmış, kendi tabancasını a- yırt edememiş, ü ç ü d e t a z e m e n e v i ş l i , pırıl -pırtl t a banca, yeni çarktan çıkma... Başçavuş, — Ulan bu ne iş domuz oğlu domuz, seni şimdi sahtecilikten derdest etsem, hak değil askeriye silâh fabrikası malının aynısı... mi? Ulan bu Hangisi ha kiki, hangisi sahte belli d e ğ i l . . . demiş. Kaçak tabanca ustası, — S e ç de b e ğ e n d i ğ i n i ali d e m i ş . İşte b u C a n l a k k ö y ü b ö y l e b i r k ö y , y e d i d e n y e t mişe kaçak silâh yaparlar. K ö r N u r i ' y l e D e l i C e l i l ' i n C a n l a k ' t a n iki t a b a n c a satın aldıkları Bir-iki — kulağıma çalınınca zorlayınca Kurban olayım bunlar İhsan işkillenmişim. söküldüler: Efendi, senden sır' ç ı k m a z . Bizi b ı r a k , y o l u m u z d a n a l a k o y m a . Biz b i r h a y ı r l ı iş görmeğe gidiyoruz. — nedir, — Ulan, sizin elinizden hayırlı bir iş çıkmaz ya, hele hele... Memlekete bir hizmetimiz . olsun, dedik. man bizi ele v e r m e . . . mermi... işte Şu Zübükzâde tabancalar, namussuzunun A- işte on b a ğ mundar vü c u d u n u ortadan kaldırıp, kasabamızın namusunu kur taracağız... — nız... Aferin!.. Hakikat hayırlı bir işmiş y a p a c a ğ ı Siz hele s u r d a d u r u n da bir s o l u k alın... İçeriki odaya arkadaşların yanına vardım. Olanı biteni anlattım. Çiftverenoğlu, — Fakirleri iki yıldır s o y m a k t a bu Z ü b ü k alça ğ ı . . . Herifi ö l d ü r m e k t e n başka da umarları kalmadı... dedi. Allah'ın — Kulu İsmail Efendi, Vara yollarından çevirmiyeydin de, Zübüksüz m e m l e k e t t e başımız dinç k a l a y d ı . . . dedi. Emin — Efendi, Z ü b ü k ' e d e ğ i l , ş u iki g a r i b e a c ı r ı m . . . dedi, damda çürür fukaralar... Ben de, — İkisinde de ne mal, ne para kalmış. S o n pa ralarını v e r i p işte bu tabancalarla m e r m i l e r i almışlar., dedim. Çiftverenoğlu, — H i ç b i l m e z d e n , d u y m a z d a n g e l s e k , nasıl o l u r , d e d i , g e l i n b u K ö r N u r i ile D e i i C e l i n h i ç g ö r m e m i ş , yollarından alakoymamış olalım. Bunu söyleyip Emin E f e n d i y e baktı ki, Emin Efendi'nin gözleri hiç beğenilecek gibi d e ğ i l . . . Belli ki, s e ğ i r t i p İ b r a a m B e y ' e lâf y e t i ş t i r e c e k . B u n u ca, birden ciddileşip, — Bırakın şakayı yahu, dedi, ne e d e c e k s e k ede lim. Bak sen şu Deli Celil'e b i y o l , cinlendi mi, del- lendi mi, ne oldu gene? Varıp hemen haber versek... Allah — anlayın - İbraam Bey'e Ne dersiniz? Selâmet Versin Murtaza Bu Deli Celil, benim zaptolmaz, d e d i , aklına Efendi, bildiğim deli domuzsa koyduysa yapar. Onun için, aramızdan üç kişi seçelim, elçi olsun. Zübükzâde'ye •gitsinler. K ö r N u r i ile D e l i C e l i l ' d e n h e r k a ç p a r a a lındıysa geri verilsin. ö y l e ya canım... verdi. Bu Zübük- rezilinin ettikleri el Fakir fukarayı sağmal davar bilip s a ğ m a k t a . . . Emin Efendi'yi, Hamza Bey'i bir de beni seçtiler. Deli Celil'le Kör Nuri'ye, • —• B u r d a n bir y e r e kıpraşmayın, İbraam B e y ' d e h e r k a ç p a r a h a k k ı n ı z v a r s a , biz g i d i p a l a c a ğ ı z . . . d e dim. Kör Nuri, — Aman • İhsan Efendi, d e d i , d ü r z ü sizi kandırır da ayağınızdan ş a l v a r ı n ı z ı s ö k e r alır. Sîzin dilinizden anlamaz. — bunları S u s , o nasıl s ö z ! . . H a d d i n e d ü ş m e m i ş . . . d i y e payladım. Paylamasına payladım ya, içime de bir k u r t düş t ü . Evet, b u Z ü b ü k i t i , n i y e t i m i z i s e z e r s e , d a h a b i z a ğ zımızı a ç m a d a n , k i m b i l i r n a s ı l b i r d ü m e n ç e v i r i p b i z i soyar. Çiftverenoğlu, •— A m a n y o l d a ş l a r , sıkı d u r a l ı m , d e d i , ellerimiz ceplerde dursun, keselere mukayyet olalım! Yolda Z ü b ü k ' e ne diyeceğimizi bir bir tasarladık. —- Z ü b ü k , diyecektik, ulan nedir senin ettiğin bu millete alçak! Seni reis y a p t ı k d a , başımıza p ü s k ü l l ü belâ mı aldık!.. İmdadına din. Kör Nuri ile yollayacaklardı... y e t i ş m e s e k nalları Deli Celil, seni diktiy- eşşek cennetine B e r e k e t önledik, hayatını kurtardık. Fakat niyetlerinden dönecek gibi değiller. Senin le şini s e r e c e k l e r . Y a h e r i f l e r i n p a r a l a r ı n ı v e r , y a d a iş lerini gör!.. N e d i r ulan senin bu dolapların? Ç e v i r d i ğin dolaplar yüzünden kalmadı. Aha, genel Çabuk, sökül partimizin bir paralık değeri seçimler yaklaştı ne paraları... Yoksa, arkadaşlarla olacak?.. eibirliği ve sözbirliği ettik, partimizin k u r t u l u ş u için seni baş kanlıktan atacağız, elçi gönderdiler, bilmiş ol! Partili a r k a d a ş l a r bizi sözümüz b u . . . V a r geri yanını sen düşün!,. Böylece kararlaştırdık. Zübükzâde pısına v a r ı n c a E m i n E f e n d i — A m a n , hacetim geldi ki barsaklarım bozulmuş. Ben hanesinin ka iki e l i y l e k a r n ı n ı t u t u p , hiç s o r m a y ı n , d e d i , caminin memişânesine varıp g e l e y i m . Siz hele girin i ç e r i . . . Bak şu tüccar reziline, gene bir bezirgânlık d ü ş ü n d ü . K e n d i s ı v ı ş ı p b i z i i ç e r i s a l a c a k d a Z ü b ü k l e biz d a l a ş a c a ğ ı z . İşin hızı g e ç i n c e k e n d i s i d e b u y u r a c a k . . . — Olmaz. Gel — Yahu... yakyoluna içeri, evde girersin kenefe. etmeyin! Selâmünaleyküm d e y i p a- gidilmez. Ç i f t v e r e n o ğ l u kızdı, Emin E f e n d i y i itekleyip ka pıdan içeri s o k t u . Ellerimiz ceplerimizde Z ü b ü k z â d e nin yanına vardık. — Hamza Bey, A m a n haa, sıkı d u r u n , g e n e bizi yaşa bastır masın! dedi. Emin — Efendi, Evet, sıkı d u r m a l ı ! . . . d e d i . Ben de, — A m a n birleşik duralım, çözülmeyelim. Birlik k u v v e t t i r . . . B u n a m u s s u z , o r t a y a b i r lâf atar, bizi b i r birimize d ü ş ü r ü r de kanlı bıçaklı eder... d e d i m . — M e r h a b a İbraam Bey!.. O ne? H e r i f y e r i n d e n k ı p ı r d a ş m ı y o r . M i n d e r e o- t u r m u ş , iki d i r s e ğ i n i iki d i z i n e k o y m u ş , b a ş ı n ı d a iki elinin arasına almış — mevta misali susuk duruyor. M e r h a b a İbraam Bey... H e r i f t e n s e s s o l u k ç ı k m ı y o r . Y o k s a bizi g ö r ü n c e k o r k u d a n g e b e r d i m'ola? Yavaş y a v a ş başını kaldırıp bize d ö n d e r d i . O ne? Y ü z ü s ı r s ı k l a m , g ö z l e r i k a n ç a n a ğ ı n a d ö n m ü ş a ğ lıyor... Yahu bunun anası danası-mı öldü de h a b e r i miz y o k . — si M e r h a b a , hoş geldiniz emmiler! dedi ama se cansız. — Hayrola İbraam Bey, ne oldu kardaş, — Ne olsun, hep bildiğiniz, neyin var? ya, ö l ü m Allahın emri insanın y ü r e ğ i dayanmıyor. -— Başın s a ğ o l s u n . . . — Hepimizin başı s a ğ o l s u n . . . Yahu bizim kimimiz, neyimiz öldü — 218 — de haberimiz yok. Yoksa parti büyüklerimizden birinin öldüğünü radyo mu söyledi?.. İ b r a a m B e y s i c i m s i c i m g ö z y a ş ı a k ı t ı y o r 'ki, g ö renin yüreği parçalanır. Koca adam avrat gibi gözya şı d ö k ü y o r ve ç o c u k gibi iç çekiyor. Hepimizin başı sağolsun, dediğine bakılırsa, gene radyomuz yeri d o l d u r u l m a z b i r k a y ı p h a b e r i v e r d i . S o r a m ı y o r u z , da... Emin Efendi, b a n a bir d i r s e k atıp, — Hadi, başlayın söze! dedi. -— Söz b ü y ü ğ ü n Emin Efendi, de sen b u y u r . . . — O l m a z , y a k ı ş ı k a l m a z . . . S e n i n a ğ z ı n lâf y a p a r , tahsilin t e r b i y e n var. Askerlikte sen bir ben bir bitli piyade n e f e r i . . . söz düşmez. Di gediklisin, Gedikli varken nefere buyur! Biz y o l d a neler diyeceğimizi hep belledik de k i min ilkin söze başlayacağını karara bağlamadık. Çiftverenoğlu'na —•• Di yavaşça, buyur Hamza Bey, sen particilik işinde benden kıdemlisin. Benim k ı d e m e . s a y g ı m var... de dim. Biz söze başlama pazarlığındayken Zübükzâde lâfa g i r d i : •— Bu m e m l e k e t . . . şehit ş ü h e d â yüzü suyu hür metine yaşıyor... — O n a ne şüphe İbraam Bey... — V a t a n için canını v e r e n l e r i n . . . Sesi titriyor, sözü hıçkırıklardan kesiliyor. — Vatan için ve m e m l e k e t için ve de millet için ve de... H ü n g ü r hüngür, sarsılarak ağlıyor. — A m a n İbraam Bey, ölenle ölünmez k a r d a ş . . . — Bir koç yiğit, öyle bir koç yiğit... Boğazıma bir y u m r u k geldi, tıkandı. Ben yüreği dayanıksız, gözü yaşlı bir adamım. Gözlerim bulandı. İçimden «Aman oğlum İhsan, tut kendini!» diyorum k e n d i m e , ne m ü m k ü n . . . Şurama bir d ü ğ ü m geldi o• t u r d u , başıma da bir ağrı saplandı. A ğ l a s a m açılaca ğ ı m y a , a\/\ç> o\ur d\ye kend'vml t u U ı v o v u r a . . . — Bu vatanın her bir karış t o p r a ğ ı m ü b a r e k şer hit kanlariyle sulanmış olup... İki g ö z ü çevre, iki ç e ş m e ağlıyor. Gözyaşlarını sildiği ıslanmış da bulaşık bezine d ö n m ü ş . Göz pınarlarım gevşedi. Ağlarken beni görüyor lar mı d i y e Emin Efendi'yie Hamza Bey'e baktım. H a m z a Bey, ceketinin yeniyle gözlerini siliyor, Emin Efendi zavallısı da b u r n u n u ç e k i y o r . — Bir millet... Şehitlerinin... Her karış vatan t o p r a ğ ı . . . Akiıma geldikçe kendimi tutamıyorum. Biz millet yolunda, vatan uğruna... G a y r i t u t a m a d ı k k e n d i m i z i , biz d e b i r h ü n g ü r t ü dür tutturduk. Ağla gözüm ağla... Minderlerin üstüne kapanıp başladık ağlamaya... Gözlerimizden kanlı y a ş l a r gidiyor, gözyaşı sel o l m u ş . Hem ağlıyorum, hem kendi kendime, — Yahy, tut kendini. Bu da Z ü b ü k itinin yeni bir numarası işte... Bizi ' k a z ı k l a y a c a k b e s b e l l i . . . A ğ l a y a c a k ne var?., d i y o r u m ama olmuyor. Sesini titrete titrete ağladıkça, karşısında mezartaşı olsa cana gelir de ağlar. Yanıbaşımda — Gene bizi ağlayan Çiftverenoğlu, bastırdı, kendimizi toparlasak... diyor. Evet, bir • toparlasak... ağlamaktan kendimize gelemiyoruz ki... Ben böyle şey ne duydum, ne gör d ü m Bey... • • • Ağladık, ağladık, sonunda Z ü b ü k alçağı hıçkırık lar arasında sesini şarkıcı oğlanlar gibi titreterek; — Şehit bizim u ğ r u m u z a canını v e r i y o r da, bizim i ç i m i z d e o n a b i r anıtı ç o k g ö r e n l e r v a r . Tuu, yazık bizim adamlığımıza!.. Para nedir k i . . . d e d i . Emin Efendi çorbacısı, hemen keseye davranıp ellilik pangınotu ortaya attı, Hamza B e y de, yüz kay m e y i e l l i n i n "yanına k o y d u , Bent cüzdandan bütünleri a y ı r d ı m b i r y a n a , iki onluğu oraya bırakıp, — ririm... ü s t ü m d e başka para yok, gerisini sonra v e dedim. Çiftverenoğlu, — Y a k t ı n y a n d ı r d ı n bizi İbraam Bey... dedi. Emin Efendi, — Ne v e r s e k az... dedi. Z ü b ü k «Vatan» diye diye, «Şehit» diye diye ağ lıyor. Gözlerimizi s i l e r e k o r a d a n ayrıldık,: Partiye g e l dik. Murtaza Efendi, • • •••^r- Ne h a b e r ? d e d i . Çiftverenoğlu gözlerini kuruiayarak, burnunu si lerek, — Anıt işini y o l u n a k o y d u k ş ü k ü r . . . d e d i . — Evi b a t a s ı , o c a ğ ı s o n e s i , n e anıtı u l a n ! . . . S i z oraya neye gitmiştiniz? Sahi, biz Z ü b ü k ' ü n yanına hangi iş için varmış tık? Unutmuşuz. Emin Efendi, — Neydi Allâsen? dedi. Tahrirat Kâtibi — — Rıza B e y i ç e r i g i r d i . D u y d u n u z mu olanları? d e d i . Neymiş? — - M e z a r d a n çıkan kemiklerin r a p o r u geldi. İn san iskeleti değilmiş. —: Ya — neymiş? Yunus balığı iskeletiymiş? edip bildirmiş. Savcılık da Adlî Tıp muayene soruşturmuş. Burdan gi- d e n bir araba, y u n u s balığı götürürken, sıcakta ko kunca kurt balığı atmışlar. Etini çakal yemiş, iske leti kalmış. Esasen şehit mehit de y o k . Burdan şehir de tören yapıldı denince Ankara şaşmış. Uçak düş memiş ki şehit ola... s a l ı p Hıdır- Uçak, kara duman lık D o r u ğ u n d a n b a ş a ş a ğ ı k a y ı n c a b i z i m a v a n a k l a r , u çak düştü sanmışlar. — Ne diyorsun? — Diyeceği böyle... Hep b i r d e n Aklı Evvel — . Bedir H o c a y a döndük: Ulan alçak Hoca, y u n u s balığına bize cenaze namazı kıldırdın rezil... Bir de dualar ettin... Tuuu... Y a h u , o k a d a r k u r b a n k a n ı b o ş a m ı g i t t i , biz b o şu boşuna mı ağladık? Bedir H o c a y a — çullandık... Bedir Hoca, Ben bilir miyim, dedi. İbraam Bey öyle söy ledi... Ben dediğini yaptım. İşte b ö y l e b e y . . . T ü r b e g e n e y a p ı l d ı . H ı d ı r l ı k y o lundaki «Yunus Baba Türbesi» işte odur, z i y a r e t g â h . . Kısır karılar gider, saralılar, deliler gider, birebir... «Böyle ineğin böyle danası olur» demişler, bo ş u n a mı? B i z i m g i b i a v a n a k l a r o l d u k t a n k e l l i , Z ü b ü k ' ün bize ettiği az bile. Bizi g ü l d ü r ü r d e ağlatır d a . . . Ağla gözüm ağla... Z Ü B Ü K Z  D E A V U K A T B U R H A N BEY'İ N A S I L YEDİ? Tüccardan Emin Efendi şöyle anlatıyordu : Bunun işleri akla zarar Bey... Olmaz olaymış ya, ne edek, olmuş biyoi... S e ç i m l e r gelip çatmıştı. Biz burada, haddimiz o i mayaraktan tüccar sayıldığımızdan halkımıza ve köy- l ü m ü z e h i z m e t t e e l i m i z d e n g e l e n i eksik- e t m e y i z . A l lah sizi inandırsın, bapka açamaz. köylüye benim açtığım krediyi Partimizin bütün kuvveti de bu ya... Hangi bir köylü, hangi bir hemşeri gelip borç para, ödünç bişey, veresiye yok; mal istese, «Buyur hemşerim, al götür!» bundan ötürü B u r h a n zındığı halka dayanıyor. hemşerilerimizi bizde «Olmaz!» İyi m i ? Partimiz, 'Velâkin bu avukat. durmadan zehirliyor. Ehâli g i d e r e k , b i z d e n y ü z ç e v i r m e y e b a ş l a r o l d u . S o ruyorum: — ye Eee a ğ a , s e ç i m l e r g e l d i d a y a n d ı , h a n g i p a r t i oyunu vereceksin Eskiden — bakalım?.. olsa, Bizde ölmek var, d ö n m e k y o k . Biz bir t e k parti biliriz... derlerdi. Şimdiyse, — Hele bir yel üfürsün de ağam, yana savuracağımızı meler. Neden? biz b i l i r i z . . . Hep bu yollu avukat harmanı ne mırın kırın e t Burhan domuzunun yüzünden. Seçim nerdeyse geldi. Millet içinden pazarlıklı... O t u r u p bir düzen bulalım, dedik. toplandık. Herkes onsuz olamaz. duk, orda, Evine Sabahtan partide b i r Z ü b ü k z â d e yok... baktırdık yok. Oraya Aman sordur b u r a y a b a k t ı r d ı k , ş u r a y ı - a r a t t ı k , yok o l a s ı y o k olmuş. Murtaza Efendi, — ; İbraam Bey olmazsa, biz bu avukat Burhan'- la baş edemeyiz, dedi. Dediği doğru. Evet, h e r t ü r i ü menhiyyat onda t o p l a n m ı ş a m a , n e m e lâzım h e r i f p a r t i c i l i k t e i ş e y a r ı yor. Satılmış — Hiç Bey, korkmayın, dedi, bizim Zübükzâde avu- kat Burhan Bey'i yer be... Herifi gözümüzün önünde Çiğ Çiğ y e r v a l l a h a . . . O n a b i r o y u n e d e r k i , k a t ı r t e p mişe dönderir... — Burhan Evet, a v u k a t Burhan'ı y e r . . . Ve de bu a v u k a t denilen zındığın yenilip yutulması caizdir. Aklı Evvel Hoca da böyle deyince, tamam, akar sular durur... İyi h o ş y a Zübük namussuzu nerde? Ara, tara yok... - B i z o n u b e k l i y e d u r a l ı m , o r t a y a ; b i r lâf a t ı l d ı . B i r zamandanberi direklere gerili telefon telleri çalınma ğa başlamış. Şimdiyecek olmuş iş değil. Telefon tel leri her gün onarılıyor, her gün de çalınıyor. Vilâyet, telefon teli yetiştiremiyor. Telefon M ü d ü r ü , iştir yahu, Türkiye'deki dik» lına «Bu ne b u k a s a b a y a v e r d i ğ i m i z telefon? t e l l e r i y l e , her evden her eve telefon hattı ç e k e r diyormuş. Bu zamanacak telefon teli çalmak kimsenin ak gelmezdi. çe Şimdiyse rezalet... Telefon telini kip k o p a r a n çarığını bağlıyor. H e r k e s i n belinde pantalon bağı telefon teli, don uçkurları telefon teli... H e r ahırın k a p ı s ı n d a b i r k a n g a l t e l e f o n t e l i , d e n k b a ğı, hamut bağı, b o y u n d u r u k bağı, dingil tutarı hep te lefon telinden... Kağnısının özek ağacı bozulan, te lefon telini koparıp onarıyor. Bir hesaba vursan, adam başına beş kangal telefon teli düşer, ö t e y a n d a n hü k ü m e t , t e l hırsızlığı ö n l e n s i n d i y e s ı k ı l a y ı p d u r u y o r . Allah Selâmet Versin — B u hırsızlık h e p Murtaza Efendi/ Deli Ceiil'in başının altından çıkıyor... dedi. Hamza Bey, — N e d e n ? d i y e sordu-: — Neden olacak heyri... ruma memuru oldu Eskiden bizim Deli Celil, telefon ko o l a l ı , t e l hırsızlığı a l d ı buralarda başını yürüdü. kaldırıp telefon teli- ne bir bakan mı vardı? Kimin aklına gelirdi heyri? Bu Deli Celil telefon muhafızı olunca «Vay d e m e k tele f o n teli de lâzımlı bişeymiş ki muhafaza ediliyor!» d i y e herkes tellere saldırdı birader... Tel çalan çala na... Hep domuzluk Deli Celil'de. — Doğrudur. Ortaya bir k o r u m a m e m u r u çık- mıyaydı kimi kimsenin aklına tel çalmak gelmezdi. H e m b u t e l e f o n muhafızlığı d a n e r d e n çıktı ulan? H ü Hat Koruma-Çavuşlarına kümetin Satılmış — ne olmuş? Bey, Deli Celil'i telefon muhafızlığına tayin eden Z ü b ü k z â d e İbraam Bey... deyince, bu söz burda kapandı. • Baktık, • • Zübükzâde'nin geleceği de yok, aranıp bulunacağı da... s Herif, u ç k u r u g e v ş e ğ i n biri. Kimbilir hangi kah penin evinde kapandı kaldı... Devrisi gün buluşalım d i y e sözleşip ayrıldık. Nerdeyse akşam da olacak. Bizim sürüyü göreyim diye tutmanın yanına gideceğim. bir Mezarlık tan g e ç e r k e n , harkın içinde bir kıpraşma oldu. Tilki mi, çakal mı, sansar mı diye y ö n e l d i m . Bir de bak tım Deli Gelirle Kör Nuri harkın içinde yuvarlanmış lar, rakı içmedeler. Ş i ş e n i n birini d e v i r m i ş l e r , birini de yarılamışlar. — Ulan bu nedir imansızlar!.. Başka safalı yer bulamadınız da mı, kabristanda içersiniz. Z i f t için al çaklar! . Bir de baktım, mavzer... — Deli Celil'in apışı arasında bir • U l a n o ne? Y o l b a ğ ı n a mı çıktınız, n e d i r ? K ö r Nuri iyice sarhoşlaşmış, harka yuvarlanmış, sayıklar gibi anlaşılmıyor. bişeyler söylüyorsa da ne d e d i ğ i hiç. Deli Celîl, dili dolaşarak. — A m a n Emin ekmek hakkı emmi, bizi bilir yiğitleriz. kınama, d e d i , biz tuzSenin çok iyiliğini gör müşüz. K u r b a n olayım, bizi y o l u m u z d a n d ö n d ü r m e ! — Nedir yolunuz, yol kesenler? — Estağfurullah... yol kesme yok... — Ya, nedir?. Kalk!.. Kalktıysa da sarhoşluktan ayakta duramadı, dev rildi. Belli ki, içtiği rakı, karnına uğramadan d o ğ r u c a kafasına çıkmış. — A y a k sürüme! Yürü! dedimse de boş... — Emmi, d e d i , biz K ö r Nuri arkadaşımla and iç tik. Bu Z ü b ü k ' ü n canını almamış olmayız. İlle y o k e - deceğiz. Kimse de önümüzde duramaz. Rahmetli ba bam mezarından çıkıp önüme dikilse, yıkar çiğner g e ç e r i m . O n d a n ö t ü r ü , v a r g i t y o l u n a bizi hayır işle mekten alakoyma. Sana saygım var. Ellerinden, ayak larından öperim, var git yoluna!.. Baktım — işin şakası y o k . Gazanız m ü b a r e k ola yiğitler, d e d i m , yalnız b u Z ü b ü k n a m u s s u z u ile t ü m m e m l e k e t b a ş e d e m e d i , siz b i r b a ş ı n ı z a n ' i ş l e r s i n i z o ğ l u m ? . — Biz k e n d i i ş i m i z i g ö r ü r ü z , s e n bizi bırak he le ve de görmemiş ol!.. — P e k i y , n e d i r , ne o l d u ? Deli Celil anlattı: — Zübükzâde, seni orman m e m u r u yapacağım d i ye oynatmış. Deli Celil de iyicene dellenip «Bana bir iş!» d i y e Z ü b ü k ' ü n ü s t ü n e v a r ı n c a , — Seni telefon muhafızı yaptım, bir mavzer as omuzuna, telefon tellerini bekle!., demiş. Deli Celil'i omuzunda silâh, telefon tellerini bek ler görenler başlamışlar tel çalmağa. D e r k e n candarmalar Deli Celil'i yakalayıp, — panın Ulan neyin telefon muhafızı!., diye. b u n u s o altına yatırmışlar.. Döğmüşler ki,«eşek sudan gelesiye, yer misin, yemez misin... Kötekten Deli Ce lil f e l e ğ i n i ş a ş ı r m ı ş . Diyor ki bana, — Tabanlarımın üstünde duramıyorum, taban etlerim çürüdü dayaktan... Demin ayağa kalkıp yuvarlanması, tabanlarının çürümesindenmiş, ben de sarhoşluktan bildim. Deli Celil, dayağın altında, — B e n i Zübükzâde telefon muhafızı yaptı, ulan imansızlar!., d i y e f e r y a t e d e r m i ş . D i n l i y e n k i m . . . Z ü bükzâde'ye sormuşlar, «Benim hiç h a b e r i m y o k , d e m e k adımızı kullanıp onu namussuza!.. A m a n benim bunu o n s o p a d a h a v u r u n d a ite d e r s gelsin!» soyar! Bak hele şu hatirım için namıma beşolsun, aklı başına demiş. C a n d a r m a l a r da, — Al bu da Z ü b ü k z â d e ' n i n hakkına!., deyip, ta banlarını çürütmüşler. Deli Celil, k a r a k o l d a n atılınca b a r u t olmuş, d ü n yayı kasıp kavuracak ya, neye yarar, ayakları tut muyor, tabanları zonk zonk zonkluyor. Böylece yerde sürünerek İbraam Bey'e,varmış, ayaklarının üstüne dikilemiyor. İbraam Bey, bunu ayaklarının dibinde sü rünür görünce, — Estağfurullah, demiş, kalk ayağa heyri... Biz sana insanlık adına bir iyilik ettikse, ayağımıza ka p a n m a k n e d e m e k . . . E s t a ğ f u r u l l a h . . . Evet, seni c a n darmanın elinden kurtardım. Duyunca yakalandığını hemen kumandan beye telefon açtım, «Benim ada mımdır, bir cahillik etmiş, koyverin!» d e d i m . Seni b i raz o k ş a y ı p s a l ı v e r m e l e r i b u n d a n . . . Y o k s a s e n i n c e zan b ü y ü k t ü . M a h k e m e y e verseler, o n s e n e y e r d i n . Hadi şükret, bir-iki sopayla gene kurtuldun. Eksik o l m a s ı n l a r , hatırımızı saydılar da seni bıraktılar... Bi zimki bir iyilik. İster bil, ister bilme, o da senin v i c d a nına kalmış gayri... Deli Celil diyor ki, — Ben bu sözleri d u y u n c a iyice şaşırmıştım, öy le ya herif beni bir telefonla, on yıl d a m d a y a t m a k t a n kurtarmış. H e r y e r d e de nâmı g e ç i y o r canım... ben rını ğini o şaşkınlıkla bu öperek, Zübük,alçağının «Allah s e n d e n göstermesin, Allah duaya başlamaz tozlu paçala razı o l s u n , A l l a h eksikli seni mıyım... İşte bize İyice Z ü b ü k ç e k i p gidince, aklım bağışlaya...» şaşırmışım diye canım... başıma gelir gibi oldu. Yahu b e n d a n g a l a ğ ı m da. herif bizi h e m e n u m u m te lefon tellerinin başına k u m a n d a n yapar, sonradan da c a n d a r m a y a pestilimizi çıkarttırır, b i z de kalkar üstü ne herife dua ederiz... Bunun üzerine yanına — Vay eşek kafa! sürünerek Kör Nuri sağdıcımın vardım, A m a n sağdıç, bak şu hâlime... Olanı biteni anlattım. Kör Nuri benden ateşli... — yor. Sağdıç, d e d i , ç o k d e n e n d i bu herif alt o l m u Biz ş i m d i s e n i n l e b u i n s a n l ı k d ü ş m a n ı n ı n c a n ı n ı almaya gitsek, bizi g e n e bastırır, kıçımızdan yırtık d o n u m u z u alır d a b i z i cıbıl b ı r a k ı p eder... ele güne maskara - Dediği d o ğ r u . . . Pekiy, ne olacak? K ö r Nuri sağ dıcımla meşverete vardık. yanında hiçbir kimse ve bir yerden hayvan, Bu herifin hiçbişey medet alamasın. Yanında hattâ bir iskemle olsa, canını alırken, olmayacak ki, bu bir insan, ondan bir k u v v e t alıp türlü düzenler, türlü oyunlar kuruyor, ö y l e mi, öyle... Ö y l e y s e biz bu Z ü b ü k ' ü amansız yakalamalıyız. Evin- de olsa, p e y k ş d e n , m i n d e r d e n aman bulur. Bunu d a ğ da bir başına yakalamafı... Bu karara varınca, Zübük'ün yolunu gözlemeğe, izini izlemeğe koyulduk. Sonunda dık... Baktık, Beldüzü'nden işte b u r d a kıstır bir başına geliyor, Kör Nuri, «Aman sağdıç, mavzeri d o ğ r u l a U dedi. Velâkin Zübük, ardında olduğumuzu sezmiş ki, seğirtti, k e n dini k a b r i s t a n a attı. K a b r i s t a n a sıkıştığı iyi o l d u . T e tiğe basacakken Kör Nuri sağdıcım, — . Aman, dur! dedi. •— Ne v a r ? • — Ulan, ben kör gözümle gözünle görmez misin? g ö r d ü m de sen iki Baksana herif namaza dur du... Evet, mezarın Kör Nuri — başında namaza, durmuş. sağdıcım, Çek tüfeği, dedi, namazda adam vurulmaz. < ü s t ü n e e l i n d i n s i z i ş e h i t g i d e r . B i r d e b i z i m i l l e t la netler. A m a n d u r . . . Namazı bitirsin, kafasından çivi lersin... — Yok... kafasından sak, b i r d e n ölür. olmaz, kafasından vurur İ s t e m e m . . . A z ı c ı k azıcık ö l e c e k k i , b a ş ı n d a ' k e y f e d e l i m . Dur sen, bana bırak, hele nama zı bir b i t i r s i n . . . V e l â k i n namazı bitirmez, durmadan yatıp kalkı yor. «Allahû ekber!.» d e d i k ç e dağ-taş inliyor. «Semiallahü limen hamide» diye feryat etmiyor mu, sesi dağlarda- yankıyor... — K ö r Nuri kardaş, bu ne namazı yahu? n a m a z m ı o l u r , h e r i f b i r s a a t t i r rfamaz k ı l ı y o r . . . Böyle Gel şunun it canını bir k u r ş u n l a d e ğ i ş e l i m . . . d e d i m s e d e , Kör Nuri, ••— O l m a z , d e d i , n a m a z k ı l a r k e n v u r d u ğ u m u z d u y u l u r da a m a n . . . • ^- Pekiy ne olacak? Baksana herif gazel okur gibi «Allahû ekber!..» diye f e r y a t e d i y o r ki, feryadını duyan imdadına irişsin... — Eceline susamıyan — Ya bu namaz? imdadına gelemez! dedi. B u v a k i t n e namazı?.. — Belki nafile namazı kılıyordur. — Eyvah, bu bînamazın nafile namazı on yıl s ü rer. Herifin ö m r ü n p e başı s e c d e yüzü g ö r m e m i ş . Ş i m di, bu ecel korkusuyla, kaçırdığı bütün namazları burd a k ı l m a ğ a k a l k a r s a o n yıl s ü r e r . . . Bitürlü namazı tüketmiyor. — Kör Sabahacak namaz kılarsa n'olacak?.dedim. Nuri, — Namaz, Allah'ın huzurudur, can alınmaz! de — ö y l e y s e o ğ l u m , v a r g i t s u r d a n iki ş i ş e r a k ı a l di. da o herif namazı b i t i r m e ğ e g a y r e t v e r i r k e n , biz de kafaları tütsüliyelim. B u r d a b o ş u n a b e k l e n m e z ayaz da • Kör — Nuri, U l a n , b u iyi a k ı l . . , d i y e r e k k a s a b a y a s e ğ i r t t i , iki ş i ş e r a k ı a l d ı , g e l d i . B i z d e h a r k ı n i ç i n e g i r i p iç meğe başladık. D e r k e n , Emin emmi, sen üstümüze geldin... Deli Celil sallanarak işte böyle anlatınca, — Nerde şimdi Zübük? diye sordum. — Deyha şorda! dedi. —- N e r d e , kızılkana boyanası, nerde? — Bayahtan burdaydı... A m a n yoksa biz r a k ı y a o t u r u n c a Z ü b ü k t ü y d ü mü... Eyvah!.. ö y l e olmuş. Z ü b ü k İbraam, «Allahû ekber!» diye feryadı vurarak, sesini dağlarda, taşlarda yankıtmış k ] , d u y u p d a b i r i m d a d ı n a i r i ş e n çıka... B a k m ı ş , i m d a d ı n a g e l e n y o k , iki a h b a p r a k ı y a ç ö k ü n c e , o d a «A- m a n f ı r s a t b u f ı r s a t . Y a Allah...» d e y i p t a b a n l a r ı y a ğ lamış. Deli Celil yine dellenip, eyvah diyerek, diz döv meğe, çırpınmaya çalınmaya başladı. Kör Nuri'yi dersen, başını • apışının arasına s o k m u ş , h a r k t a iki b ü k i ü m o l m u ş h o r l a m a k t a . B u n u n ar dına tepmiği indirip, — Kalk len, g e b e r e s i , d e d i m . Tepmiği hızlıca v u r m u ş o l a c a ğ ı m besbelli: . Kör Nuri sarhoşu uyku sersemliğiyle benim tepmiği, candarma dipçiği sanıp sayıklamağa başladı, — Ayağını öpeyim çavuşum... Tövbe benim su ç u m yok, şart olsun günahım y o k . B e n i m hiçbir, v a k i t Zübükzâdemize elim kalkmaz. Kıyamam... Ben şey tana uyup bir dangalaklık ettim de Deli Celil namus suzuna yoldaş oldum. «Etme; v u r m a , k ı y m a y i ğ i d e ! » dedimse de, gözünü kan bürümüş Deli Celil alçağı na dinletemedim. Çekti v u r d u aslan gibi yiğidi... O n u tutun... Benim suçum yok çavuşum...» Gözünü açmadan sayıklıyor. Deli Celil bunları duyunca, gözü döndü, bindi K ö r Nuri'nin tepesine... Fakiri, yol keçesi gibi çiğniyor. K ö r Nuri tepmiği, sil leyi yedikçe, kendini candarma karakolunda sanıp, — A m a n çavuşum, diyor, elini kana bulayan val- •laha d a , b i l l â h a d a , t a l l a h a d a D e l i C e l i l . . . Y a p m a , e t me dedimse de... D e l i C e l i l , k u d u r g a n i t g i b i , ağzı k ö p ü r m ü ş ^ s a ğ dıcı ç i ğ n i y o r , h e r i f i p e s t i l e d e c e k . . . — Dur oğlum, dur hele... Siz buraya Zübük'ü o r t a d a n kaldırmaya pusulanıp, şimdi iki sağdıç b i r b i rinizi mi ö l d ü r e c e k s i n i z ? Buna bir şamar çalmamla yere yıkıldı. S ü r ü y e r e k g e t i r d i m z o r u n a . . . K ö r N u r i o r d a yığılı k a l d ı n e o l d u , bilmem... — 231 — D e m e k b i z , p a r t i d e Z ü b ü k z â d e g e l s i n d e meşve.ret k u r u l s u n diye b e k l e r k e n , o fakir k a b r i s t a n a sıkış mış, namlu altında nafile namazı kılarmış. Devrisi gün meşveret kuruldu. Bu avukat Bur h a n d o m u z u n u n işi o r t a y a a t ı l d ı . Ç i f t v e r e n o ğ l u H a m za Bey dedi ki, — İbraam Bey, bu işde evelallah, sonra güveniyoruz. Şu avukat Burhan'ı ye, bitir! kaldıkça, ahaliyi memlekette zehirlediğinden namayız. dirlik-düzenlik olmaz. hiçbir vakit sana O burda Ve biz s e ç i m i de kaza Kazanamadığımız da bişey değil, öteki ka z a l a r s e ç i m i s i l m e k a z a n ı r k e n , v i l â y e t i ç i n d e iki p a r a lık o l a c a ğ ı z , rezillik... Z ü b ü k ' ü n bir pis pis gülmesi vardı. Yalanan k e diler gibi — bıyıklarını sıvazlayıp pis pis güldü de, S i z o işi b a n a b ı r a k ı n , d e d i , b i z e a v u k a t m a - vukat sökmez. Evelallah onu toz eder de tozunu y e l e çeviririz. Sonra — sırıtarak, Siz onu bunu bırakın, dedi, şimdi size bir ha yırlı h a b e r i m v a r . B e ğ e n e c e k s i n i z . — Aman nedir İbraam — Kasabamıza bir cami Bey? yaptıracağız ki, beri b e n z e r b i r c a m i d e ğ i l , v i l â y e t t e b i l e eşi o l m a y a c a k . . . İki m i n a r e l i v e h e r m i n a r e s i n d e ü ç e r ş e r e f e l i v e s e kiz k u b b e l i v e r a m a z a n d a m a h y a l ı v e k u b b e içi a l t ı n yaldız bezeli ve içi m e r m e r döşeli ve kapıları ince iş oymalı ve sedef kakmalı ve mihrabı hâlis s o m a k i t a ş ı v e m i n b e r i n a k ı ş l ı , v e K a b e ö r t ü l ü v e a y r ı c a , «Sa.kal-ı Ş e r i f » l i v e k ü r s ü l e r i c e v i z d e n . . . V e d e k a s a b a mızın ş e r e f i n e lâyık, m ü s l ü m a n ı n göğsünü kabartan bir c a m i . . . Karşısına geç bak, seyrine d o y u m y o k . . . Salkım salkım kandilleri nurlu... Herifin ağzından bal akıyor. Anlattı, anlattı, — Nasıl, ister misiniz böyle bir cami? diye sor du. A m a n istenmez mi İbraam Bey, bir de sorar sın... • —-öyleyse hemen kasabamızda bir Cami Yap tırma Derneği kurulacak... Yahu, şimdi durup d u r u r k e n bu cami de nerden çıktı? A n l a ş ı l a n , k a b r i s t a n d a n a f i l e n a m a z ı k ı l m a k Z ü bük'ün hoşuna gitmedi de, cami yaptırtacak... Camiye hep sevindik. En çok sevinen Aklı Evvel Bedir Hoca... Satılmış — Bey, S o r m a k ayıp olmasın ya, bunun parası ner den çıkacak? dedi. Zübük, — Parası kolay, d e d i , m ü s l ü m a n isterse, bir c a mi y a p a r k i , t ü m kasabamız k u b b e s i n i n altına girer. — öyle... — Doğru... — Evet... Hep b i r d e n onayladık. Besbelli Z ü b ü k ' ü n bir bil diği olacak. Parayı h ü k ü m e t t e n mi alacak, nedir? Biz o n u n d e d i ğ i ü z e r e i ş e g i r i ş t i k . B i r g ü n Z ü b ü k bizi t o p l a d ı , t o p a r l a d ı , — A r k a d a ş l a r , bu cami y a p t ı r m a işi, hayır işidir, p a r t i i ş i , p o l i t i k a işi d e ğ i l . O n d a n ö t ü r ü b ü t ü n m e m leketin müslümanı bu işe katılmalı. Muhalifler^ «Siz bizi a d a m y e r i n e k o y u p h i ç b i r i ş e k a t m ı y o r s u n u z » d i y e b i z e k ü s ü y o r l a r . E s t a ğ f u r u l l a h . . . Biz, m u h a l i f , . m u vafık diye ayrılık çıkarmayız ve muhaliflerimizi de a- dam yerine koyarız. Yeter ki onlar, adam gibi adam olsunlar... Biz şimdi bu cami yaptırma işini k e n d i m i ze ve partimize maletmiyelim. Gelin şunu bütün müs- lüniânfara maiedelim. Cami Yaptırma Derneğimize muhalifleri de alalım. Ne dersiniz? Ne diyeyim, iyi... Yahu bu Zübük'ün pis yüreğine gökten" n u r m u i n d i , n e d i r . D e m e k ş i m d i c a m i y ü z ü n d e n muhaliflerle barış-görüş olacağız, ç o k güzel... K a s a b a y a ilân e d i l d i , muhtarlar k ö y l e r e d e k haber salındı, çağırıldı. Bir pazar günü ö ğ r e t m e n l e r Derneği'nde toplan dık. İlkin daha b ü y ü k o l d u ğ u n d a n , partide, belediye lerde toplanılması düşünüldüyse de, — İbraam Bey, O l m a z , d i n i ş i n e p o l i t i k a işini k a r ı ş t ı r m ı y a l ı m , b i z lâik'iz. T a r a f s ı z b i r y e r o l s u n d i y e öğretmenler Derneği'nde toplanalım! dedi. ö y l e yaptık. Kalabalık doldu ki, yapı ç ö k e c e k . . . Köylerden bile takım takım gelmişler. D e r n e ğ e sığı- şamıyanlar dışarda kaldı. Bereket, hava güzel... Zü b ü k İ b r a a m p a r t i n i n h o p a r l ö r ü n ü a l a n a k u r d u r d u . İçer de her ne konuşulursa, bütün kasabada g ü m b ü r güm bür ötecek, millet dinleyecek. Alan d o l d u , pazar yeri doldu. Kasabada böyle kalabalık görülmemiş. Gelelim içeri... En baş köşeler muhaliflere veril m i ş , ö n c e d e n İ b r a a m B e y , « A m a n m u h a l i f l e r i iyi ağır layın!» d i y e b i z e t e m b i h l e d i . M u h a l i f l e r c i g a r a n ı n b i rini s ö n d ü r m e d e n ikincisini buyur ediyoruz. Ç a y kah ve dönüyor. Avukat Burhan'a önde, kaymakam beyin yanında yer verilmiş. D e r k e n Z ü b ü k z â d e ortaya çıktı. Ağzından ballar akarak konuştu. Yanımda duran Gedikli İhsan Efendi, — Gene bu Z ü b ü k itinin bir Alicengiz oyunu var y a , nedir, s e z e m e d i m , d e d i . — Ulan yüreği bozuk, dedim. Zübük'ün bu din d i y a n e t i ş i n d e n e g i b i o y u n u o l a b i l i r m i ş . K ö t ü l ü k bizr d e . Yüreğimiz çürük, herif ne yapsa bizim millete ya ranamıyor.. — Eh, g ö r ü r ü z , p a b u ç l a r ı g i y e r k e n b e l l i o l u r . A l lah v e r e de kazığın u c u bize d o k u n m a s a . . . Zübükzâde — İbraam dedi. anlatıyor: Hep din kardeşiyiz. Aramızda ayrılık gayrı- i:k y o k . E l e l e v e r e l i m , b i r l i k o l a l ı m . M i l l î b i r l i k i y i d i r , ç o k iyidir. Ve biz lâik'iz. D i n işini d ü n y a işinden ayı rırız... rı... M u h a l i f l e r d e c a n k a r d e ş l e r i m i z . . . S i y a s e t ay Ona kimsenin diyeceği yok... surda çıkar de... gönlümüzce Ama bura başka... Seçim gelende, sövüşürüz de, İşte dövüşürüz muhaliflere kucağımızı açtık. Şimdi cümlenize bir teklifim var: D e m i n d e n b e ri anlattığım gibi, bir Cami Yaptırma Derneği kura cağız. Bu d e r n e ğ i n başına akıllı, bilgili, o k u m u ş , sözü dinlenir bir başkan 'gerek... B ö y l e bir zat aramızda var çok şükür. Avukat Burhan Bey kardeşimiz kasa bamızın nâdir yetiştirdiği, en değerli, içimizde en ç o k okumuş bir hemşerimizdir. Avukat Burhan Bey kar deşimizden rica ediyoruz; kendisi bu Cami Yaptırma Derneğimizin başına g e ç s i n . . . Bize yol göstersin, hep ardından gidelim. Avukat lütfen bu hizmetimizi Burhan Bey kardeşimiz, kabul buyursunlar... Teklifim b u , ne dersiniz sayın hemşeriler?.. Bir alkış k o p t u ki, g ö k g ü r l e m e s i yanında hiç ka lır. S o k a k l a r d a a l k ı ş , a l a n d a a l k ı ş , p a z a r y e r i n d e a l kış... M e m l e k e t alkıştan yıkılacak, camlar zangırdı- yor. B e n alkışın kuvvetini ilk o zaman g ö r d ü m . Kıya met kopuyor. Millet, — Yaşa İbraam Bey, diye bağırarak alkış tutuyor ki, kulaklar sağır olacak... ' Bizim doksanlık k o c a İrfan D e d e , h a m i y y e t i n d e n ağlıyor. Gözyaşları ak sakalından süzülüyor. Aklı Evvel B e d i r Hoca, o t u r d u ğ u y e r d e n k a l k t ı : — Şükür bugünleri de gördük, muhaliflik m u v a - fıklık kalmadı. Hep bir din kardeşi olduğumuz b i l i n di... Saat tutmadım ya, çeyrek saat mi, yirmi dakika mı ne, alkış s ü r d ü . A v u k a t Burhan y a v a ş y a v a ş y ü r ü dü, mikrofonun önüne geldi. Velâkin yüzü gölgeli ve. suratı karmakarış. Kaşlarını çatmış, nursuz süratini asmış. U l a n bu a v u k a t B u r h a n alçağına da ş i m d i n'oluyor... .Başladı — konuşmaya: Sayın hemşerilerim... Gösterdiğiniz teveccü he teşekkür ederim, sağolun. Ancak ben bu vazifeyi yapamıyacağım. Çünkü... Bir uğultu yükseldi, sözünün arkası anlaşılmadı. Uğultu kesilince avukat Burhan konuştu, — İlkin b e n k a s a b a m ı z a c a m i y a p t ı r ı l m a s ı n ı d o ğ ru bulmuyorum... Derdemez, bir homurdanma çıktı milletten. mi, Ki •• — Yuuu!.. d i y e — Ulan namussuz!.. — Zındık!.. — Kâfir!., d i y e haykırır. Avukat — bağırır. Kimi, ° Burhan, Müsaade ederseniz, neden cami yaptırma mızın d o ğ r u o l m a d ı ğ ı n ı a ç ı k l ı y a y ı m . . . d e d i . — İstemez!.. — Defol!.. — İn a ş a ğ ı ! . . — Çekil!.. Zübükzâde İbraam Bey, Burhan'ın yanına geldi, mikrofonu çekip konuştu: — Muhterem vatandaşlar, aziz h e m ş e r i l e r i m l Bizim her türlü f i k r e hürmetimiz vardır. Belki Sayın B u r h a n Bey'in de bir f i k r i olur. O n u n için rica ediyo rum. Müsaade edin de konuşsun. Cami yaptırmamı za neden karşı olduğunu açıklasınlar. Ak k o y u n , ka ra k o y u n seçilsin, vatandaşlar. Herkesin niyeti anla- , şılsın hemşeriler... Sonra — diye sesini yükselterek, Bir hakikat kalmasın âlemde Alîahım nihân!.. bağırdı. Millet bu sözü dua sanıp, — Amiiin! diye ünnedi. Bunun üzerine avukat Burhan yeniden konuşma ğa başladı: —• Hemşeriler, isterseniz susayım, konuşmıya- yım... -—Konuş, — k o n u ş b r e zındık!.. K o n u ş d i n s i z imansız!.. K o n u ş . Konuştu: — Sayın/büyüklerim, sevgili hemşerilerim. Bizim başımıza her ne kötülük gelmişse, bilgisizlikten gel miştir. Biz bilgisizlikten ç o k ç e k t i k , daha da ç e k m e k teyiz. C a m i yaptıralım, diyorsunuz, iyi, hoş... tüne yaptıralım. Ama cami ne gerek? Başüs- Kasabamızda cami y o k mu? C e m a a t d o l u p d o l u p taşıyor da, cami miz almıyor mu? mızdan kalma... Bana kalsa yok... ma camimiz Eskidir, yıkıktır, yeniden Gelin, bu Derneği Şükür Allaha cami derneği olmasın da, var, derseniz, istemez. kuralım, ama ataları anlarım. Çünkü gereği Cami Yaptır Okul Yaptırma Derneği ol sun. O k u l yaptıralım. Homurtular gene yükseldi: — C a m i de ister, okul d a . . . — Susalım, susalım. Burhan Bey konuştu: — Kasabamızda bir t e k ilkokul v a r . O da okula benzemez. Çocuklarımıza yetmez oldu. Dershaneler-, de üstüste yığılmışlar. 70 ç o c u k , 80 ç o c u k bir d e r s a nede. Hocanın dediği anlaşılmaz. Kışı var, karı var. Ç o c u k l a r bir saat y o l d a n yayan yapıldak gelirler. Bıl dır, d u l k a r ı D u d u ' n u n o ğ l u n u , o k u l a g i d e r k e n c a n a v a r ( k u r t ) nasıl parçaladı, unuttunuz mu? Kasabanın ötey başında bir ilkokul daha yaptıralım. yalım. Topladığımız para yetmezse, Para t o p l ı - hükümete anca bunu topladık, üstünü de sen ekle!» Gelin cami işinden dönelim, «Biz diyelim. camimiz var. Okul y a p tıralım. Avukat Burhan yumuşak yumuşak konuşurken, Z ü b ü k oturduğu yerden ona diklenerek, — Cami de ister okul da... dedi. Burhan, — ö n c e okul ister... dedi. İbraam Bey, — - Biz muhalifleri aramıza b o z g u n c u l u k çıkarsın lar d i y e s o k m a d ı k . Muhalif kardeşlerimizin Bey gibi düşünmediklerini biliyoruz... Burhan deyince oda daki muhalifler, — Helbette... C a m i isteriz diye çığrışmağa b a ş ladılar. Avukat Burhan baktı, arkadaşları da kendine karşı. Birden parladı: — Yahu, kendimizi kandırıyoruz... Aklı Evvel — Bedir Hoca fırladı: Çocuklar uzaktan gelirmiş okula... Ya cami ye beli b ü k ü l m ü ş koca'lar n e r d e n gelir? Z ü b ü k z â d e fırlayıp, Burhan Bey'in elinden mik r o f o n u k a p m a s i y l e g ü m b ü r g ü m b ü r lâfa g i r i ş t i : — Muhterem ve aziz vatandaşlarım! Yahu, bu bizim Z ü b ü k oynağı, tam başbakan ola c a k s o y t a r ı . Yazık, b u k ü ç ü k y e r d e , a r a m ı z d a d e ğ e r i anlaşılmıyor. H e r i f i n b i r ^ « M u h t e r e m v e aziz v a t a n daşlarım!» deyişi var, tıpkısına başbakan ağzı....Böy le dedikten kelli gerisini söylemesi bile boşuna... — terip Burhan Bey, anlaşılıyor ki, okulu bahane g ö s kasabamıza bi m a k istiyorlar. cami-i Okul, şerif inşaasına mâni ol okul, der durur... Müslümanlar b u n u n b a h a n e o l d u ğ u n u a n l a m a z mı? B u n u d e y i p , B u r h a n B e y ' e y ö n e l d i . Elini d e a v u katın suratına d o ğ r u kaldırınca, şamarlayacak san dık. — Burhan Beeey, Burhan Beeey, Müslüman mahallesinde salyangoz diye bağırdı. satılmaz... Sen, k e n d i n e gel b i y o l ! Biz bu y a b a n c ı ve zararlı c e r y a n lara kapılmış sözlerin ne demeğe geldiğini anlarız çok şükür. Vah vah... Bir hemşerimizi böyle görmek b i z i ü z d ü . B i z ' b i r l i k o l a l ı m d i y e ç a b a l ı y o r u z , isen i k i l i k ç ı k a r ı y o r s u n . . . Yazııık!.. B u n l a r h e p k o m o n i s t o yuniarı... Bizi, bilmez belleme. Daha sen hangi çayı ra k o d u m s a ordasın... Efendi, şunu bil k i , k a s a b a m ı za cami-i şerif inşa edilecektir ve de hiçbir kuvvet b i z i y o l u m u z d a n s'apıtamaz, n e d e b i z . . . Bir alkış k o p t u , sözünün gerisi anlaşılamadı. M i l letin, — Yaşa İbraam Bey!., diye bağırmaktan sesi ç a t a II a ş t ı . Zübükzâde'mizin sözü üstüne yok. Cenabı Allah bir çene vermiş. Allah k e m gözlerden saklıya. B ö y l e yüz avukatı cebinden çıkarır. B u r h a n B e y d e r s e n kıpkırmızı olmuş, -r- B r e Z ü b ü k , d i y e b a ğ ı r d ı , u l a n , c a m i c a m i d e r d u r u r s u n , hey bînamaz, ö m r ü n d e bikez şu camiye y o l u n u ğ r a d ı mı? Burası d o ğ r u y a , a v u k a t Burhan'ın lâfı, g ü r ü l t ü d e n b a ş ç a v u ş u n katırı zartamış gibi g ü m e gitti. Zübük, — Biz elhamdülillah Müslümanız ve .beş vakte beş d a h a katıp namazımızı e v i m i z d e kılarız... dedi. Burhan Bey de, — G ö r d ü n ü z mü ya, d e d i , namaz e v d e de kılı nır. İlle c a m i g e r e k m e z . O k u l ö y l e d e ğ i l , ç o c u k l a r e v de okuyamaz, okul ister. Cami bir tane diyorsunuz, uzak diyorsunuz. Uzaksa daha iyi... İbadet yerine git m e k için zahmete g i r m e k sevaptır. Herkes bağırıyor, —- M ü s l ü m a n a eziyet e d e c e k . . . — «Müslüman azapta gerek» diyor dinsiz... •— Zındığı susturun!.. 1 — Y a h u , bir Müslüman evlâdı y o k mu, şu kâfi rin dilini k e s e c e k . . . —• H a y ı n ı s u s t u r u n ! . . Kendi partisinden olanlar kürsüye yürüdüler. Avukat Burhan'ı — Çık! — İn!..' — Defol!... parçalıyacaklar... . . A v u k a t Burhan'ın kuyruğu,'4ku:te§ü->:dQştüsüklüm p ü k l ü m indi aşağı... Z ü b ü k z â d e 'saldıranlara karşı göğüs vermese, avukat Burhan'ı paralıyacaklar. Bur han gitti. D u y d u k ki dışarı çıkınca ahâli s ö y l e m e d i k lâf k c m a m ı ş . H e r i f e v i n e z o r s ı ğ ı n m ı ş . Avukat Burhan gidince Zübükzâde, coştu. An lattı da anlattı. Hemen orada C a m i Yaptırma Derneği k u r u l d u . D e r n e ğ e m u h a l i f l e r d e n d e ü ç kişi aldık. Z ü bükzâde'ye Dernek Başkanlığı verildiyse de, işlerinin çokluğundan almak istemedi, üç muhalifin direnme si sonunda Derneğimizin Başkanı oldu. Akşam, ordan İbraam Bey, B e l e d i y e y e vardık. Zübükzâde — Burhan Gayri yüreğinizi diye ferah tutun, bir herif kalmadı. dedi, avukat Artık onu y o k bilin. D a h a da bu k a s a b a d a t u t u n a b i l e c e ğ i n i s a n m a m . İşte böylece, kasabamızda muhalefetin başını ezdik ç o k şükür. Ş i m d i s e ç i m l e r i silme kazanırız... Gedikli İhsan — Efendi, Ben demedim mi, heyri, dedi, Zübük'ün du r u p d u r u r k e n o r t a y a b i r c a m i işi a t m a s ı b o ş u n a d e ğ i l . . . D e m e k m e r a m ı , a v u k a t B u r h a n ' ı y e m e k m i ş . Ye di işte, y e d i bitirdi. ö y l e de oldu. Cami Derneği kurulduktan sonra, avukat Burhan'ın iler-tutarı kalmadı. Hiç k i m s e dâva sını o n a v e r m e z o l d u . B i r d e d u y d u k ; k a s a b a d a n g e çecekmiş... Bu Zübük, Bey... ne Zübükoğlu Bunun oyununa Ç ü n k ü alttan Zaloğlu Zübük'tür, bir bilsen Şüstem dayanamaz. güreşir ve kancıklığın her bir kanunu 'bunda toplanmıştır. EL ÖPENLERİN Ç O K O L S U N Allah Selâmet Versin Murtaza Efendi şöyle anlatıyordu: S e ç i m g e l i p d a y a n ı n c a o r t a y a b i r a d a y işi ç ı k t ı . Kasabadan aday gösterilecek... Ankara'dan vilâyete parti d e m i ş ki, kimin seçim kabiliyeti varsa, onu aday gösterin... Parti binasında toplandık toparlandık. Aklımız sı ra a d a y adayı seçeceğiz de, vilâyete bildireceğiz ki, onlar da Ankara'ya sorup danışalar. — 241 — Parti merkezin- den gelen emirde «Seçim kabiliyeti olan aday ayrıl sın» d e n i y o r m u ş . Çiftverenoğlu Hamza — Bey, Arkadaşlar, dedi, dobra dobra konuşulacak m ı , y o k s a g e n e d o l a m b a ç l ı m ı g i d e c e ğ i z , i l k i n b i r an? Iıyalım d a o n a g ö r e . . . Ç i f t v e r e n o ğ l u alçağının neden böyle dediği bilin mekte. Onun meramı, Zübükzâde milletvekili seçilsin de, kendisi de ondan boşalan Belediye Başkanlığına gene eskisi gibi otursun. Zübük'le baş edemiyeceğint anlayınca, ona yol açıyor ki, kendi de onun kuy ruk altında yürüye. Biri değil, bunların hepsi alçak canım. Gedikli — İhsan Efendi o r d a n , Ne varmış. Elbet açık açık konuşulacak, d e di, seçim gelmiş çatmış, daha bunun gizlisi kapaklısı yok. Kulağımızı ensemizden g ö s t e r m i y e l i m •arkadaş- lar. Hamza — Bey, Öyleyse, dedi, burda konuştuğumuz burda kalacak, söz mü? — Dinleyin arkadaşlara Bu de'den aman kurtarmanın yolu. ha da çekeceğimiz kalmadı. kasabayı Zübükzâ- Buncadır çektik, da Saçı bitmemiş öksüzün hakkını yemiş, beli b ü k ü l m ü ş k o c a n ı n ahini almış bir namussuz. Yahu, bu Hamza B e y ne d i y o r allasen? Herif iyi ce şaşırttı besbelli. Hamza Bey'i Ulan, Zübükzâde bunu duyarsa k a t ı r t e p m i ş e d ö n d ü r m e z mi? T ü c c a r d a n Emin Efendi, — Bre Hamza oğul, ne dersin sen, dedi, şimdi b u lâfın s ı r a s ı m ı y a h u ? Biz ö l ü m - d i r i m e g i r m i ş i z , s e n n e s a y ı k l a r s ı n . Evet, Z ü b ü k z â d e ' n i n bize ettiği ç o k t u r . A n c a biz o n u b ö y l e g ü n l e r i ç i n b e s l e d i k , y e t i ş t i r — 242 -rr dik. zü M e y d a n a salıp k o y v e r e l i m k i , ele-güne y ü z ü m ü ak çıkarsın, ibraam'ın nutkunun karşısında dura cak muhaliflerden bir babayiğit göremiyorum. Bir nu t u k attı m ı , a n a s ı n d a n d o ğ d u ğ u n a p i ş m a n e d e r m u halifi. S e n ne d i y o r s u n bre Hamza avanağı? Hamza Bey, — İkimizin dediği de bir kapıya çıkar, dedi* b e n de senin dediğini diyorum. ğunda sen-ben kavgasına Şimdi mebusluk kuyru düşmeyelim. Bu Zübük namussuzundan kurtulmanın bir tek yolu var, bu al çağı mebus yapıp başımızdan savalım da kasaba halkı da kendine gelsin. Hele bir mebus olup gitsin de belâ, varsın sonra Ankara'yı birbirine katsın. Ne halleri varsa görsünler, Bizim çektiğimiz yeter oldu. Biz bu herifi m e b u s mızdan savamayız. çıkarmazsak, başka türlü başı Benim dediğim bu. B e n işi ç a k t ı m . Yahu insanoğlundaki şu düzene b a k b i y o l . B u n l a r h e p d a n ı ş ı k i ş l e r . H i ç d a n ı ş ı k l ı do ğuş o l m a s a , b u lâfları Çiftverenoğlu, İbraam Bey için bu e d e b i l i r mi? B u n l a r ö n c e d e n b i r b i r i n i n tükürmüşler, belli işte. Zübükzâde, ağzına Hamza'ya «Sen benim için böyle böyle diyeceksin» demiş, her bir d i yeceğini öğretmiş. Yoksa, haddine mi düşmüş ki, Zü b ü k için ileri geri k o n u ş a . Z ü b ü k i k i ş e y i ç o k iyi bizim onu kullandığımızı, biliyor. Biri, ürüyen parti adına it diye öne sürüp saldığımızı, biri de, k e n d i s i n d e n k a s a b a c a y a k a silkligimizi... Şimdi, elinden kurtulmak için bul ol» d i y e eline ayağına d ü ş e c e ğ i z . zamanadek ikilik vardı,-gizliden ikilik... «Aman Parti içinde o Seçim gelin ce herkes bir yana çekmeğe başladı, herkes başına gidiyor. Eh, her yiğidin y a t a r , d e m i ş l e r . B u n c a yıl mişiz. Neye? yüreğinde biz b u me- kendi bir aslan partiye hizmet et Hamza Bey'in sözüne daltabanlar, — D o ğ r u canım, dediler, ne yandan baksak d o ğ r u b i r söZ'... Evet, bu Z ü b ü k ' ü başımızdan defetme nin çaresi m e b u s çıkarıp A n k a r a ' y a d e h l e m e k t i r . Yüreğinde aslan yatanların biri de Allah'ın Kulu İsmail Efendi, — O l m a z ö y l e iş, d e d i , m e m l e k e t i n adını mağa hakkımız yok... B u r a d a n e y s e ne, kendi batır ara mızda olup gidiyoruz, ö y l e bir adamı mebus diye çı karıp Ankara'lara g ö n d e r m e ğ e yüz ister. T a h r i r a t K â t i b i Rıza B e y ' d i r . En uygunu Kendisi kabul etmiyor y a , biz a r k a d a ş l a r l a r i c a d a b u l u n d u k d a h e d e d i . i ş i n den istifa e d e c e k a d a m . Hiç mi d e ğ i l , mebus diye Ankara'ya gönderilince yüzümüz yere gelmez. G e d i k l i İhsan Efendi de, — Bana kalsa en uygunu Baha Bey'dir. b u n c a yılın ö ğ r e t m e n i , dediği dinlenir. Adam Hazır e m e k l i de olmuşken, dedi. Kendinin aday olmayacağını bilen, gönlünden ge çirdiğini ileri sürüyor. Baha Bey, d o ğ r u s u akla yakın g e l d i . Evet, e m e k l i o l m u ş , h e m d e h e m ş e r i m i z bir ö ğ r e t m e n . . . H e p razı o l m u ş k e n • Ç i f t v e r e n o ğ l u o r a d a n çıktı: — Arkadaşlar, kendine millete hiç hayrı olmaz. hayrı dokunmayanın Emekli Baha Bey, dersiniz. Evet, iyi, h o ş , n a m u s l u b i r a d a m . N e y e y a r a r e f e n dim? Ne yapmış bu adam? Ş u n c a yılın ö ğ r e t m e n i memlekette gitmedik, gezmedik yer komamış. Sonun da, d ö n ü p dolaşıp b a b a ocağına gelmiş. Yahu, başını s o k a c a k bir evi yok. B a b a d a n kalanları da satıp sav mış da kardeşinin hanesine sığınmış. Siz bu adamı s i m d i k m e b u s l u ğ a nasıl l â y ı k g ö r ü r s ü n ü z ? B i l g i l i y m i ş , 'bitirmiş edermiş, baba çıksın onun bilgisine. Bize bil g i d e ğ i l e f e n d i , işi b e c e r e n k o t a r a n a d a m g i b i a d a m gerek. Yahu, sizin M i l l e t M e c l i s i dediğiniz yer, d ü ş k ü n l e r o c a ğ ı mı? E m e k l i y e a y r ı l m ı ş d a n e o l m u ş ? B i ze yararı ne heyri? O n u n yerine bizim Z ü b ü k z â d e m i z bunca.yıl öğretmenlik etse, Allah'ın izniyle Maarif Nazırı o l u r d u . Bize işte b ö y l e bir m e b u s ister k i , o r a ya varınca dişe diş, göze göz, haklarımızı k o r u s u n ve şu ölü toprağı serpilmiş memleketi şenlendirsin. Lâ f a k u l a k v e r i n , g e l i n ş u Z ü b ü k z â d e İ b r a a m B e y i biz a d a y d i y e ç ı k a r a l ı m o r t a y a . G e r i s i n i siz o n a b ı r a k ı n , m e b u s l u k aslanın ağzında olsa söker alır. Bir taşla iki k u ş v u r u r u z . H e m b ö y l e b i r c a n a v a r ı n e l i n d e n y a kamızı kurtarırız, h e m de kasabamıza bir hayrı olur. Gedikli İhsan Efendi, — U n u t t u n gitti, dedi, bu Baha Bey namuslu a- dam, çalmaz çarpmaz. Ç i f t v e r e n o ğ l u da buna karşılık, — Bir namuslu tutturmuş gidersiniz, d e d i , na- ' muslu olup da ne olacak, bir iş b e c e r e m e d i k t e n kelli. Varsın çalsın çırpsın da, arada ucu kasabamıza da dokunsun. Sünepe, uyuntu oturmuş da, çalmamış, ne çıkar efendi? D o ğ r u mu dediğim? i n s a n d a ağız v a r sa elbet yiyecek. Adam odur ki, hem yesin hem yedirsin... Çiftverenoğlu, alçaklıktan yana, Zübükzâde'nin o c a ğ ı n d a iyi y e t i ş m i ş , ç ı r a k k e n k a l f a o l m u ş . B u n l a r l a başedilir gibi değil. Gedikli İhsan, — Bu dediklerin uygun görünür, dedi, Zübükzâde'nin marifeti ne ki, sen velâkin ona böyie gönül vermişsin. Bey,• b u Ç i f t v e r e n o ğ l u , bir anlattı, bir anlattı, yoldaşı İbraam alçağını dinleyenlerin ağzı açık kaldı. Biz o n u n oyunlarını bilir sanırdık kendimizi, oysa da ha ne kitaba girmemiş oyunları varmış: — Z ü b ü k z â d e İbraam B e y ' i n işleri ç o k ; bildiği niz v a r , bilmediğiniz var. H o c a ' y l a işini bilmezsiniz. Orman müteahhidi Salim Salim Hoca, bilmem ne kadar ağaç gövdesini bir ayda teslim edeceğim diye kâğıt imzalamış. O r m a n uzakta, vilâyete üç günlük y o l . Ağaçları zamanında yetiştiremezse, geciken her g ü n için yüz lira c e r e m e ö d e y e c e k . A r a d a n bir g ü n değil, üç ay g e ç m i ş . Kırık kağnıyla k o c a ağaçlar ta şınır mı? S a l i m H o c a y a n m ı ş k i n a s ı l . . . Kazancından g e ç m i ş h e r i f , y a b u b u l a ş ı k t a n nasıl sıyrıla? O r m a n i d a r e s i n d e o n b i n lira d e p o z i t i y a t ı y o r , k u s t u r a r a k a laeaklar. Ne etsin herif şaşırmış. Bizim memleketi mizde her işin ü s t e s i n d e n gelir k i m var? Z ü b ü k z â d e . Koca Salim Hoca, kan-ter içinde İbraam Bey'in hu z u r u n a v a r d ı . B e n d e o r d a y ı m . B e n i m ; yanırrîda a ç ı l m a k i s t e m e d i . H e r i f i n b i r sıkıntısı o l d u ğ u - b e l l i , ibra am Bey, — Salim Hoca, senin bir karın ağrın var, nedir? dedi. Salim Hoca o yana bu yana bakınca, : — Söyle söyle, Çiftverenoğlu benim; yabancım d e ğ i l , d e d i , s e n i n karın ağrının ilâcı h e r h a l d e b e n d e olacak. Salim Hoca anlattı: — Ben yandım İbraam Bey, işler b ö y l e y k e n böy le. Kime danıştımsa, «Sen ibraam Bey'e var, o sana bir akıl verir. O da akü v e r m e z s e , k u r t u l u ş u n y o k t u r » dediler. S e n bizim hacet kapımızsın, d e r t babasısın. Bizden g e n ç s e n de akıl akıldan üstün. Ellerinden öp e r ı m , a m a n b a n a b i r akıl.. Zübükzâde İbraam Bey güldü: — Z o r l u ğ u n bu olsun, Salim emmi, bu iş kolay; B i z b u n u t e r e y a ğ ı n d a n kıl tarırız. çeker gibi evelallah kur Hemen o gün, vilâyete vardık. Ibraam'ın sözüyle, üçümüz birlik Noterden senet üzerine bir şirket kurduk. S a l i m H o c a , o r m a n d a n o d u n nakliye, işini almış da, sonradan bizimle ortak olmuş hani... Şirketin k u rulması şerefine o gece iyi bir eğlendik. İbraam Bey «İşin o l d u b i l gayri...» d e d i k ç e , Saiim Hoca keyifle-, nip paraları s a v u r u y o r ki g ö r m e l e r ister. Hamza Bey'in sözünün burasında Gedikli İhsan Efendi, —- Savursun da görsün... Zübükzâde onu doğ duğuna bin pişman etmiştir ya... d e d i . Çiftverenoğlu, — Hâşâ, d e d i , sizin sayenizde bozuk işleri düze çıkardı. — O da ne? N e d e n b i z i m s a y e m i z d e ? B i z i k a r ı ş tırma şimdi... . Hamza — Bey, Yahu, dedi, siz olaraktan, ağustosun belediye ortasında meclisinin azaları Kamışlık çayı taştı, ortalığı sel aldı. d i y e r e k t e n zabıt tutmadınız mı, o zap tın a l t ı n d a imzanız, m ü h ü r ü n ü z y o k m u ? B a k bak hele bak, bize lâf d o k u n d u r u r . O zaptın altında b e n i m de imzam olduğundan, daha durulur mu, sözün yeri geldi: —- Ben Evet, biz, bak, yaz sen ortası o işi şimdi Kamışlık neye çayı karıştırırsın? taştı da ortalığı sele b o ğ d u diye bir zabıt tuttuk. V e l â k i n biz bu neden yaptık 'bakalım? Memleketin işi menfaatine... Kimsenin çıkarı y o k bu işte arkadaş. D e r e taşınca ne o l u r , k ö p r ü l e r i s e l alır g ö t ü r ü r . N a f i a d a n y a r d i m g ö r ü l d ü d e k ö p r ü o n a r ı l d ı . Biz, k ö p r ü y ü s e l a l d ı d e m i y e y d i k , k ö p r ü y a p ı l ı r mıydı? B u i ş d e k i m i n - c e b i n e o n para girmişse ciğerine yapışsın... — 247 — M e m l e k e t hayrına bir iş yaptıksa, şimdi b u n u açığa vurmanın yeri var mı? Ben b ö y l e c e taşı gediğine k o d u m bellerken, Z ü b ü k z â d e ' n i n çırağı — Hamza alçağı Sen öyle bil... ne dese iyi: Ulan, şu Kamışlık çayından y a z b o y u , s e r ç e p a r m a ğ ı m k a d a r s u a k a r m ı k i , siz dereler taştı da k ö p r ü l e r yıkıldı, diye zabıt tutarsınız? Bu memleket sele gitti aklı size v e r e n kim? Ş i m d i b e ğ e n m e d i ğ i n i z i b r a a m B e y d e ğ i l mi? S i z o z a p t ı i m zalayınca, ne oldu bilin bakalım. Biz de «Ağaçları Ka mışlık çayı kıyısına y ı ğ m ı ş t ı k , sel hepsini aldı g ö t ü r dü»' d i y e r e k o r m a n m ü d ü r l ü ğ ü n e b a ş v u r d u k . S e l b u , Allah tarafından bir a f a t . . . O r t a d a zabıt da var. İşte böyle, Salim Hoca bir tekini bile taşıtmadığı odunla rın n a k l i y e p a r a s ı n ı Orman İdaresinden aldı... mi? Y o o o . . . A r d ı n d a n b i r d a h a . S e l b u k a r d a ş . . . Bitti Bi zim taşıtmadığımız a ğ a ç l a n , Kamışlık çayı taşıyıp, sel alıp g i d i y o r . E f e n d i , e f e n d i , k e n d i n e g e l b i y o l , o r t a d a o d u n y o k , a ğ a ç y o k , s e l m e l y o k , biz a ğ a ç t a ş ı m a p a r a s ı ç e k i y o r u z . B u n e a k ı l ? İşte Z ü b ü k z â d e ' n i n k i b ö y l e a k ı l . A k ı l d i y e b e n b u n a d e r i m . B u işin k i m e z a r a r ı var? Hiç kimseye yok... Kazancı dersen çok. Kasaba mıza p a r a g i r d i . Ş u r a d a b i r k a ç y o k s u l d a , s a n k i a ğ a ç k e s m i ş , y ü k l e m i ş g i b i l e r d e n üç-beş k u r u ş aldı da na siplendi. B u n u d u y u n c a b i z h e p d ö v ü n m e ğ e b a ş l a d ı k . Ey vah... D e m e k biz o z a p t ı imzalarken oyuna mı gel mişiz... — A m a n ihbar olursa yandık. Bir müfettiş gelir de, şu k ö p r ü yıkan, ağaç gövdesi sürüyen Kamışlık çayı nerdeymiş, bir görelim derse, hapı yuttuk... Ş u u t a n m a z Ç i f t v e r e n o ğ l u ' n a b a k , b i r d e yılış y ı lış sırıtır d a a d a m ı n k a n ı n ı , i l i ğ i n i k u r u t u r . — Hiçbişey de olmaz, dedi, Zübükzâde işini bilir ve s a ğ l a m kazığa bağlar. Ne demişler, «Sen ö n ce eşeğini s a ğ l a m kazığa bağla, Allah'a»... İbraam Bey'le bir işe sonra tevekkül ol g i r d i a mi, gönlünü ferah tut. Kim ihbar e d e c e k m i ş heyri, İbraam Bey'in b u işe b u l a ş t ı r m a d ı ğ ı b i r a d a m m ı k a l d ı k i , i h b a r e d e . Kim kimi? Biz burda neden açık k o n u ş u y o r u z ? O r m a n ida resi dersen, A l a h razı o l s u n , m e r t a d a m l a r , i b r a a m , B e y ' i n eli a ç ı k o l d u k t a n sonra mert olmamak kimin gücüne... Açın gözünüzü, Zübükzâde ibraam böyle b i r a d a m . Ş i m d i siz k a l k m ı ş , y o k B a h a B e y , y o k Rıza B e y dersiniz... Yahu onlar da, m e b u s o l m u ş ne çıkar, olmamış ne çıkar... B i z i m i s t e d i ğ i m i z ne? Aman şu memleketin fakir fukarasına bir hayrı d o k u n s u n . İyi liğe k e m l i k y o k . İbraam Bey'in iyiliği unutulmaz. Yahu, herif taşa t o p r a ğ a para d ö k ü y o r . Kamışlık çayı yata ğının k ı r k k i l o m e t r e b o y u n c a k u m u n u t o p t a n k i r a l a d ı . Dere yatağının k u m u . . . Bir:düşünün. A d a m kuma pa ra bağlıyor. Ş i m d i y e d e k Kamışlık k u m u n u n para ettiği g ö r ü l m ü ş mü? Kimin aklına gelir? K u m kirası diye be lediyeye d o k u z yüz lira girdi. N e y e y a p a r bunu? Hep memlekete iyilik olsun da şu kasaba kalkınsın diye... Tüccardan Emin Efendi, -— Bak orası öyle, dedi, kendi yok Allahı var şimdi, Zübük durup dururken dere kumunu kiraladı. Büyük iyilik... Ç i f t v e r e n o ğ l u ' n u n çenesi açılmış, ibraam'ın çı ğırtkanı kesilmişti: — İbraam efendi... Bey zübüktür mübüktür ya, işini bilir Kamışlık deresinin kumunu kiraladı ve vilâ yetin en büyük müteahhidini batırdı. Koca müteahhit s e r m a y e y i k e d i y e y ü k l e y i p iflâs bayrağını çekti. sıl o l d u b u iş, b i l i r m i s i n i z ? N e r d e n kafayı ne diye taşırsınız da, Na bileceksiniz? gövdenize yük O edersi- niz... Biz burdan,- Kamışlık çayı taştı da k ö p r ü y ü se! aldı g ö t ü r d ü d i y e z a b ı t t u t u n c a , N a f i a d a İ b r a a m B e y ' in s a y e s i n d e işe el attı. Yeniden bir k ö p r ü yapılacak... İbraam Bey'in niyeti, köprüyü kendi y a p m a k da, şu kasabanın aylakları çalışıp cepleri üç beş k u r u ş gör s ü n . . ; A d a m ı n d e r d i hep hayır işi. Taa A n k a r a ' y a git t i d e , işi k u r d u . V e k â l e t t e k ö p r ü l e r i n m o d e l i v a r m ı ş ; ü ç b o y ü s t ü n e , k ü ç ü k b o y , o r t a boy,; b ü y ü k b o y . . . . Z ü b ü k z â d e ' n i n v e k i l sıkı a h b a b ı . V e k i l e « B u b ü y ü k b o y k ö p r ü , bizim oraya k ü ç ü k gelir, bize en b ü y ü k b o y i s t e r » d e m i ş . V e k i l d e « A m a n , b u n d a n b ü y ü ğ ü olmaz* bundan büyük bizim memlekette bir Galata Köprüsü var., O d a d e n i z ü s t ü n d e » d e m i ş . İ b r a a m B e y d e « B i zim Kamışlık çayı Galata K ö p r ü s ü n d e n ç o k işlen bil diğin gibi d®ğil, aman o l m u ş k e n m o d e l i n en b ü y ü ğ ü olsun» demiş. Vekil'le epiy çekişmişler. Sonunda vekil, Zübük zâde'nin hatırını k ı r a m a m ı ş , «Olsun...» rünün yapımı eksiltmeye çıkarılmış. demiş. Köp^ Gerisini biz bil mekteyiz. M e m l e k e t i n kırk y e r i n d e n krrktan artık m ü teahhit eksiltmeye katıldı. Eksilten eksiltene... Bizim Z ü b ü k z â d e İ b r a a m d a o r d a . ö y l e b i r i ş "ki, y a h u n e kadar eksiğine alsan gene dünya kadar kazanacak sın. B u n l a r b a ş l a m ı ş l a r f i y a t ı k ı r m a ğ a . . . H a b a b a m d e b a b a m , n e r d e y s e işi b e d a v a d a n y a p ı p ü s t e p a r a v e recekler. Fiyat i n d i r m e d e bu bizim müteahhidiyle kimse başedemedi. vilâyetin namlı Zübükzâde ibra a m , m ü t e a h h i d e g i t t i , b e n i m ' y a n ı m d a « G e l s e n . b u işi üstüne alma, ben sana açıktan para vereyim» dedi. M ü t e a h h i t t e k a f a k a l ı n . . . « O l m a z ! » d e d i k e s t i . ' O za man İbraam Bey «öyleyse, bu iş senin üstünde kal sın, s e n b a n a a ç ı k t a n p a r a ver!..» d e d i . H e r i f e ş ş e k be kardaşım, ona da «Olmaz!» d e d i attı. İbraam B e y de « ö y l e y s e gel bu k ö p r ü y ü ortak yapalım, kazancı kırışalım» dedi. Herif ona da «Olmaz!» -dedi: Aslına bakarsan, ibraam Bey, müteahhidi atlatacak ya, ken d i s i b i r b a ş ı n a işi a l a m a z m ı ş , d a h a ö n c e b ö y l e b i r k a ç b ü y ü k iş yapsa, alacak... Z ü b ü k z â d e de kızdı, «Ben den insanlık bu kadar. G e r i s i s e n i n b i l e c e ğ i n iş,:.» dedi. ' * - • " - ' K ö p r ü işi m ü t e a h h i d i n ü s t ü n d e k a l d ı . H e r i f m a kineleri, kamyonları Kamışlık deresine dayadı. Hep bildiğiniz iş... A m e l e çadırları k u r u l d u . Çimento ç u valları yığıldı. Bak, a r a d a n iki yıl geçti de k ö p r ü d a ha neye yapılmadı? Hadi, bilin bakalım... Birbirimize bakıştık, — S a h i , n e y e y a p ı l m a d ı ? d i y e biz o n a s o r d u k . — Yapılmaz, d e d i , daha da yapılamaz... Bu k ö p rüyü yapsa yapsa anca bizim ibraam Bey yapar... M ü t e a h h i t h e r b i r hazırlığını y a p t ı ğ ı s ı r a , İ b r a a m B e y ne yaptı? Kamışlık deresi yatağının kumlarını beledi y e m i z d e n yıllığı d o k u z y ü z liraya- kiraladı. Müteahhit, köprünün betonunu kardıracak, kum yok. Kumlar hep İbraam B e y ' i n . D e r e b o y u n d a n b i t e k k u m tanesi ala mıyor ki, beton döksün... Başka da k u m yatağı yok ki buralarda, ordan kum getirtsin. Kumun olduğu yer beş günlük yol. K ö p r ü d e n alacağı bütün parayı k u m taşımağa yatırsa gene Baştan sermayeyi olmuyor. dökmüş, Herif çıldırıyordu. ne etsin? İbraam Bey'in ayağına vardı, itin olayım, beni bağışla, dedi. Ortak olalım, d e d i . S e n karışma, k u m u bırak, y e t e r d e d i . Elini s ü r m e , k a z a n c ı n d ö r t t e ü ç ü n ü a l , d e d i . D o k u z yüz liraya kiraladığın kum yatağını bana bir yıllığına d o k s a n b i n liraya kirala, d e d i . İbraam Bey'in h a m d o i sun paraya gözü tok. B e y «i : ıh...» çak açmadı. hidi, «Ulan Herif her ne dediyse İbraam d e d i de d a h a b i ş e y d e m e d i , ağzını b ı Bunun üzerine vilâyetin namlı müteah namussuz Zübük, d u y d u ğ u m kadar var- mışsm. Evimi ocağımı hatırdın, seni dilerim Allah batıra!» d e d i , s a v u ş t u . Yaa, işte b ö y l e . . . Sizin neden haberiniz var? Z ü b ü k z â d e ' n i n bize iyiliği ç o k ya anlayan nerde? Be lediye bütçesine dokuzyüz yığdığı çimentonun d o n a n r lira g i r d i . dondu, Müteahhidin donmayanını da h e r k e s alıp g ö t ü r d ü , işini g ö r d ü . Ş u a z i y i l i k mi? O r dan kaldırılan çimentonun hesabı y o k b e . . . şimdi kalkmış, lâf e d e r s i n i z . ağalar, efendiler, bizim Onu Bir de bilir o n u söylerim içimizde ondan başkası b u s olamaz, olsa da işe yaramaz, nafile... hayrı olmayanın Zübükzâde'yi memlekete hele bir me Kendine h i ç h a y r ı olmaz... B i z b u mebus yapıp Ankara'ya sala lım, i k i n c i a y ı n a k a l m a d a n v e k i l o l m a z s a , b e n d e n a h bu bıyıkları k e s e r i m de, pazar y e r i n d e eşşek gibi anırırım... Arkadaşlar, d a r p h a n e bile Zübük İbraam gibi para basamaz. A d a m d u r d u ğ u y e r d e icat çıkarıp, bir para zanda kaynağı buluyor. Bugüne dek bir d a v u l c u d a n para alırdık. bak sen, ramazan davulculuğunu rama-1 hangi Zübük'teki akla arttırmaya çıkardı da, milleti birbirine d ü ş ü r ü p , ramazan d a v u l c u l u ğ u n u , beşyüz pangmota kiraladı, Şu kasabada kaç kişiyiz, belediyeye gelir sağladı. hangimizin yaşayıp hangi mizin ölü o l d u ğ u belli bile d e ğ i l . Z ü b ü k z â d e , m u h t a ra v e r d i ğ i akılla, kayıtta kimini ölü, kimini diri gös teriyor. Herifteki akla bak ki sen, ölüleri diriltti, diri leri ö l d ü r t t ü . . . V e r g i b o r c u geleni ö l d ü r t ü y o r , hazi neden alacağı olan ölüyü diri gösteriyor, ö l ü diri bir birimize karıştık b e . . . Zübükzâde'nin çığırtkanı Çiftverenoğlu'nun konuşması üzerine, o zamanadek, gösterilmesini bu aday isteyen Emin Efendi, — Evet, d o ğ r u , başımıza Rıza B e y ' i n devşirsek dedi, gerek. d o ğ r u y a d o ğ r u . . . Aklımızı Zübükzâde'nin eğriliğini h e p b\V\riz. A m a n e dernvş\er «Yt\an d o \ a n a d o \ a n a g i der de deliğin ağzına böyle olunacak... rulmakta... g e l d i m i doğrulur:.» Hayatta İş, d e l i ğ i n a ğ z ı n a g e l d i n m i d o ğ Şimdi biz, i ş t e s e ç i m d e y i z , d e l i ğ i n b a şına g e l d i k . Z ü b ü k oğlumun bundan önceki dolan ması, dolandırması başka iş... Şu fakir kasabada bi le Zübükzâde milyoner oldu. N a s ı l o l u r c a n ı m , akıl mı? S e n b i z i m b u k a s a b a n ı n t o p u n u t o p l a m ı n ı a l s a n d a s ı k s a n , b i z d e n m i l y o n d e ğ i l , i k i y ü z b i n lira ç ı k m a z . P.ekiy, b u Z ü b ü k z â d e b i z i m b u insanlarımızdan nasıl m i l y o n e r o l d u c a n ı m . İşte h e r i f i n h ü n e r i b u . . . Eee, b i zim gibi çulsuzlar Ankara'ya arasında bu dolapları mebus diye varınca döndüren neler etmez... Evet, aklım yattı, o y u m u da İbraam Bey'e v e r d i m . Bana döndü: — Ne dersin? Ben bu halleri g ö r ü p aklım başımdan gitti. Ne , d e s e m g e r e k ? İ t izi k u r t izine k a r ı ş m ı ş , a l a n b e l l i d e ğil, satan belli d e ğ i l . . . Bir adam ki, ölü m e m u r u diri v e t e b d i l h a v a l ı g ö s t e r i p h a z i n e d e n m a a ş a l d ı r t ı r , da-, h a b u n u n n e s i k a l m ı ş . . . Evet, ş u d i n l e d i k l e r i m d e n y ü reğim burkuldu, içime bir k o r düştü ama ne denir? .T- B i ş e y d i y e y i m mi arkadaşlar size, dedim, ben baştan beri derim, bizim içimizde mebusluğa Z ü b ü k z â d e ' d e n lâyığı buyruğunda yoktur. Ankara'dan gelen parti «Seçim kabiliyeti olanı aday gösterin» deniliyormüş. Z ü b ü k z â d e dururken bu bizim milleti miz başkasını seçmez. H e m siz Rıza B e y ' d e n , B a h a Bey'den ne kötülük gördünüz de, adamcağızları me bus yapmağa kalkarsınız? Şimdi Zübükzâde ibraam d u y a r s a k i , Rıza B e y ' l e B a h a B e y a d a y o l m a k i s t e r Jermiş, a d a m l a r ı o n l a r . Yazıktır, perperişan eder. B e n i m acıdığım günahtır adamlara... Biz b ö y l e c e k a r a r l a ş t ı r m ı ş k e n , Gedikli İhsan E- f-endt'yf b U ü r l ü y o i a g e t i r e m i y o r u z . l ı k t a k i m s e y i b e ğ e n m i y o r , ille — Aman İhsan Efendi Betti ki o, aday kendi aday olacak. , k a r d e ş , . v a z g e ç bu sev dadan... diyorsak da, —- O Zübük'se ben d e Gedikli Ihsan/im, diyor, bildiğinden- kalmasın, e t t i ğ i n d e n g e r i d u r m a s ı n . Yayı mı kastım, okumu bastım, daha geri d ö n m e m . . . Hoş, beni aday gösterin, d e m i y o r ya, niyeti bel l i . . : Ya devlet başa, ya kuzgun leşe, d e y i p y ü r ü m ü ş . Anladığım şu ki, bu İhsan Efendi tahtına, bahtına g i diyor. Biz b u n a s ö z g e ç i r e m e y i n c e , — ö y l e y s e bu işi Z ü b ü k z â d e ' n i n yüze konuşmak gerek. O olmamış, kendisiyle yüz biz ne d e s e k boş... dedik. Gedikli İhsan Efendi bir yiğitlendi, — Siz bana bırakın, dedi, ne o l m u ş yani. Sizde hiç h a m i y y e t kalmadı mı, yazık... D e m i n d e n b e r i , he- . rifin türlü bin edepsizliğini eyvallah — anlatır, s o n r a . d a h e r i f e edersiniz. Doğrusun, doğrusun ya... Z ü b ü k z â d e İ b r a a m B e y ' e , a c e l e g e l m e s i i ç i n har ber gönderttik. O da bize «Kusura kalmasınlar, önemli bir işim v a r . Eve b u y u r s u n l a r » d i y e h a b e r y o l l a d ı . K a l k t ı k , h e p birden gittik. Gedikli ihsan önden seğirtip giderken kapıya yanaştıkça ayak sürümeye, geri geri kalmağa başladı. Neyse içeri girdik. — Bizi anası karşıladı, Hoş geldiniz, safa geldiniz. A m a n yavaş olun, İbraam telefonla konuşuyor... Odaya girdik, ibraam gerçekten telefonla konu ş u y o r y a , k o n u ş m a s ı b a ş k a . . . B i z e e l i y l e o t u r u n , işa reti yaptı. Ağzı telefonda, y ü k s e k sesle konuşuyor: — Beyefendiyi gör kardeşim, gör beyefendiyi... Beriden bfr s e l â m sarkıt... Biz c a m i derneğimizi, kur duk, paralan mış. N e ? yahu... topluyoruz. Ikiyüzbin Gerisi hükümetimize kal mi? Anlaşılmıyor ü ç y ü z b i n m i ? Az!., sesin.... Bağır ü ç y ü z b i n e selâtin camisi değil, m e s c i t olmaz. Biz selâtin c a m i s i istiyoruz. Ben vatandaşlarıma söz v e r d i m . Beyefendiye benim, tara f ı m d a n söyle. Bir milyondan aşağı göndertirse, töbe, kabul e t m e m de geri ç e v i r i r i m , rezil olur, k a r ı ş m a m . . . Ha? Ne dedin? Evet... O telefonda konuşurken Hamza — Gedikli ihsan yavaşça Bey'e sordu: B e y e f e n d i d e d i ğ i d e k i m ola? Hamza Bey, • — Kim olabilirmiş kaç beyefendi var? Başbakan yahu, dedi, bu Bir tek,.. memlekette Baş beyefendi, yâni hazretleri... —- Amanın Hamza Bey, şimdi bu herif Başba kan hazretleri için mi böyle der? ••— Ne s a n d ı n d ı ? Oniar fısıldaşırken Zübük telefonda dura dura konuşuyor: — Haa... Dediğin anlaşılmıyor. Bağır ulan, bağır b e ! . . . Olur. Seçimi hiç merak etmeyin, silme kaza nacağız; S e n ş i m d i d o ğ r u c a N a f i a V e k i l i n e git, selâ mımı söyle. "Dün g e c e e v i n d e telefonla aradım, y o k muş, görüşemedik. Nafia Vekili olacak deyyusa... A y n e n böyle söyle... Benim için böyle dedi d e r s i n . . . Biz b u r a y a b i r b a r a j böyle de! i s t e r i z . A n l a d ı n mı? Seçimlerden önce baraja Kendisine başlanmalı. Ka mışlık çayının üstüne barajı oturtmalılar. Ne? Yüzmily o n mu? İsterse beşyüzmilyon olsun. Hiç anlamam... Ben barajımı isterim, o kadar... Böylece söyle... Ba r a j k u r u l m a l ı . S e ç i m işi k o l a y . O n u h i ç m e r a k e t m e y i n . C a m i ile b a r a j o l d u m u , seçimi silme kazandık gitti uian, ne d i y o r u m , başlansın bir, y e t e r . . . G e r i s i ne karışmayın... Ha? Olmaz!.. Emin Efendi, • T o z u t t u mu bu Z ü b ü k , ulan Kamışlık çayı bir kuru dere. Barajı nere? d i y e fısıldayınca Hamza Bey, — Sen keyfine bak, İbraam Bey istesin yoksa, s u y u n u da bir y e r d e n bulur, getirir, dedi. Zübükzâde telefonda konuşuyor: — fonla Beri bak!.. Kaç gecedir Sanayi Vekilini tele arıyorum, çıkmıyor. Yoksa Gar Lokantasında cıbıl k a n o y n a t m a d a n v a k i t b u l a m ı y o r m u ? N e ? V a l l a h a i y i , b i z b u r d a m i l l e t i ç i n , v a t a n i ç i n u ğ r a ş a l ı m , siz o r d a avrat g ö b e ğ i n i n ç u k u r u n d a rakı için. Heh heh heh... Ş a k a canım. Hakkınızdır, bu yollar helâl olsun size. Haaa, n e d i y o r d u m , S a n a y i Bakanına d e k i , b u r a y a b i r d e f a b r i k a i s t i y o r u z , a n l a d ı n mı? F a b r i k a . E vet, f a b r i k a . S e ç i m d e n ö n c e fabrikamızın temeli atıl m a l ı . N e ? N e f a b r i k a s ı mı? B a y a ğ ı f a b r i k a i ş t e . O r a sını siz d ü ş ü n ü n : H a n g i s i e l v e r i ş l i g e l i r s e o n u y a p ı n c a n ı m . Biz, h ü k ü m e t i n i ş i n e k a r ı ş m a y ı z . B i z i m i s t e d i ğimiz fabrika. Böyle tatlı konuşurken telefonun karşısındaki her ne dediyse, Zübükzâde celallendi, birden sövüp saymağa başladı, sonra, — Bu siparişlerimi aynen isterim. Hadi gülegü- le! diye bağırıp t e l e f o n u çat d i y e k a p a d ı . S a n k i kızıp bağıran o d e ğ i l m i ş gibi bize d ö n d ü : — Eee, h o ş g e l d i n i z , s a f a g e l d i n i z ! Telefonda bağırmaktan ter içinde kalmış, yaz mayla terini sildi. — Efendim, dedi, Ankara'yla konuştum. Bu bi zim telefonların Allah belâsını versin. Telefon d e ğ i l , telli belâ. Hıdırlık C i n d o r u ğ u n a çıkıp bu k a d a r bağır s a m , .sesim A n k a r a ' d a n d a h a k o l a y d u y u l u r . T i c a r e t — 256 — V e k i l i y l e g ö r ü ş t ü k . S i z d e n iyi o l m a s ı n , ç o k y a k ı n a r kadaşımdır. Fabrikayı yaptıracağız yaptırmasına da, yerini düşünüyorum. Fabrikayı nereye kursak bilmem ki. Şimdi fabrika kuracağımız duyulursa herkes bir birine düşer, ö y l e ya, fabrika senin arsana kurulsun, benimkine kurulsun, Bizim burda, g ö b e k yerde arsa nın e n ş a h ı n ı n m e t r e s i iki l i r a . F a b r i k a y e r i o l d u m u , m e t r e karesi y ü z liraya fırlar. O n d a n ötürü a r k a d a ş l a r f a b r i k a y a p ı l a c a ğ ı lâfı b u r d a k a l a c a k . D ı ş a r d a d u y u l mayacak, aman haa... Birden hatırlamış gibi Gedikli İhsan'a, —- İhsan Efendi, senin Bel D ü z ü ' n d e k i tarla kaç dönüm? diye sordu. İhsan Efendi, c e k e t i n i n önünü kavuşturup, el bağladıktan sonra, — Yetmiş — dönüm var İbraam Biliyor musun, orası Bey, dedi. tam fabrikalık bir yer. Yahu, sahi, sipariş verilmiş gibi, ölçü üzerine bir yer. Bakalım, bikez düşünelim de. .Metresi yüz kayme d e n e p i y e d e r . Y o k s a y ü z l i r a a z mı? Gedikli İhsan şaşırdı: — Zatınız bilirsiniz İbraam Bey, orasını gayri k e n d i n i n bil. S e n v a r k e n bize lâf d ü ş m e z . . . Z ü b ü k z â d e bize birer cigara verdi, anası da k a h veleri getirdi, ibraam Bey, - - Eee, n e v a r , n e y o k , d e d i , b e n i i ş l e t m i ş s i n i z . . . Telefon derdinden gelemedim. Buyrun!.. Gedikli İhsan Efendi, kendinden önce biri sözü alır, d i y e b i r d e n b a ş l a d ı : — İ b r a a m B e y , zatınıza mâzuratımız (mâruzât) var...: — Estağfurullah. Efendi? — Emir sende. Nedir? Buyur! Bizimki Emriniz İhsan bir dilek... Sabahtan beri arkadaşlarla konuşmaktayız.' M e b u s u m u z diye çı k a r m a y a s e n d e n başkasını lâyık g ö r m e d i k . Bizi kırmıyacağınızı bildiğimizden ricamızı — İbraam ricaya geldik. H i ç y a k ı ş ı k a l m a z İ h s a n E f e n d i , Biz s ı r a y ı s a y - gıyı biliriz. Ne dernek?... de... Kabul et bu Bey... Bunca büyükleri, çiğneyip D ü n y a d a o l m a z , t ö b e o l m a z . B i z d e n ileri s ı r a da siz varsınız canım. B i r de Herkes utanmadan ne der? Gedikli emeklisi olacak, b ü k ' ü n ö n ü n e v a r ı p ş a p d i y e e i i n i ö p m e z mi? bir-iki eiini değil, çeker, durmamasıya şap şap öpüyor. o yakalamak ister... Yahu Zü Hem Zübük herifin elini bileğinden koparacak. Z ü b ü k , bir adam gibi: — El öpenlerin ç o k olsun, el öpenlerin çok ol s u n . . . d i y e r e k elini çekiyor. Yahu, bu bizim adamlarımızda hiç adamlık y o k . . . Oğlu yerindeki Z ü b ü k ' ü n elini ö p ü y o r ki, öper mi, e m e r m i , ısırır m ı , y a l a r m ı , b e l l i d e ğ i l . . . — İbraam Bey, sen bu ricamıza he d e m e z s e n , bil ki, kalbimiz kırılacak. İşte arkadaşiara sor. ö y l e mi hemşeriler? H e p b o y u n kırdık. — Tabiî. — Elbette canım... Zübükzâde, / — M ü s a a d e n i z olursa* s ö z ü m var, şimdi mebus bey diye önünüze lu, bilmez. dedi, geçirirseniz, beni eloğ Z ü b ü k z â d e ' n i n g ö z ü n ü m e v k i hırsı b ü r ü m ü ş , der. El b u , söyler, ağzı t o r b a d e ğ i l ki b ü z e s i n . Kendi namıma, mevkide gözü olanın gözü çıksın. Be nimkisi memleket aşkı ve Hattâ-Belediye Reisliğinden yorum..... Çiftverenoğlu, memlekete bile bir hizmet... çekilmeyi düşünü . • • — Aman, deme! diye sıçradı. ~ Artık bilmem se vincinden, bilmem sıkıntısından... Zübükzâde, — Bu belediye hizmetinin bana ç o k zararları olu yor. Kendi işimin başına d ö n m e k istiyorum... d e d i . H a n g i işi?.. Ş u u y u z a b a k h e l e ! . U l a n s e n i n ç i f tin çubuğun mu var, tarlan, davarın mı var, d ü k k â nın, tezgâhın mı. v a r da, işinin başına d ö n e c e k m i ş - sin!.. : -— Bana on paralık d e ğ e r veriyorsanız, lâfım bir dinlenir lâfsa, d i y e c e ğ i m ş u : lâyığımız gene İhsan Efendi Bence mebusluğa en ağabeyimizdir. G e d i k l i İhsan'ı g ö r s e n Bey, sun. Nasıl k ö p e k l e n i y o r , önünde yatıp yuvarlanıyor. — Aman olmaz! Yahu, sen varken... gülegüle bir olur k u y r u k sallıyor, Z ü b ü k ' ü n ; Töbe de! Şart olsun, olmaz! Ben senin yanında, haşavzurdan (Hâşâ huzurdan) bir uyuz m e r k e p kadar d e ğ e r i m yok. Ne demek? Yahu biz insansak... Medeniyet... Ya hu... Estağfurullah... Gedikli İhsan'ın şaşkınlıktan dili dolanıyor da, ne d e d i ğ i n i hiç b i l m i y o r ; lâfları h e p b i r b i r i n e karıştı rıyor: — Olamaz... Vallaha olamaz, billâha da olamaz, taiiaha da olamaz, ü ç t e n yediye şart olsun olamaz... Yahu, bu medeniyet... Lâkin... Cumhuriyetimiz... Va rolsun... Değil mi ya!... Biz ş i m d i . . . — İbraam Bey, kararımız karar. Bizim adayımız sensin ve de öldür Allah senden geçmeyiz. Emin Efendi söze karıştı da, şu kepazeliği kesti. Zübükzâde, oyuncu karıları gibi kırıtarak, sanki idam cezası yemiş gibi boynunu b ü k t ü : — Bunu ben emriniz sayıyorum, d e m siz u y g u n b u l d u n u z , b a n a — 259 — emriniz... Ma halt e t m e k düşer... Sağolun, varolun... Gösterdiğiniz,bu güvene... Bize bir nutuk ç e k t i , hâlis namussuz n u t k u . . . O bize, — S a ğ o i ! V a r o l ! der. Biz ona, — S a ğ o l , v a r o l , yaşa!., deriz. Bizi kapı dışınacak geçirip uğurladı. Gedikli san'da adam içine çıkacak surat kalmadığından, İhba şını e ğ i p y ü r ü d ü g i t t i . H e l e b i r - iki lâf e t s e , s u r a t ı n a tüküreceğim. H e r k e s o y a n a , b u y a n a d a ğ ı l d ı . B i z d e A k l ı Ev vel Hoca'yla kahveye doğru gidiyoruz. rüyle iki Posta m ü d ü memur alanda dikili telefon direği dibinde d u r u y o r d u . . . Telefon tamircisi, tırnaklı demiri ayağı n a t a k ı p d i r e ğ i n t e p e s i n e ç ı k m ı ş . Y e r d e iki h a t ç a v u şu, önlerinde sahra telefonu, bişeyler. yapıyorlar. Selâmiaştık. Posta müdürüne, — Hayrola Ş e v k e t Bey? dedim. — Bırak canım, dedi, bu telefonlarla başımız dertte. — N e o l d u ki? — Deli Celil kendini telefonların başına kral yaptığından bu yana çektiğimizi bilsen... Telefon tel leri h e p k o p u k . . . Vilâyet demediğini çektiğimiz canım!.. Vilâyetten tamirci komaz, istedik. nedir Allah razı o l s u n , g e l d i l e r d e m u a y e n e e d i y o r l a r . — Telefonlar bozuk — Ne diyorsun, on gündür telefonlar işlemiyor. Hiçbir yerle mu? konuşulmuyor. Aklı Evvel Bedir Hoca, -— N e e ? d i y e h a y k ı r d ı . Şevket — Aklı Bey, N e y e şaştın Hoca? d e d i . Evvel Bedir Hoca, — Nasıl şaşmayalım Şevket Bey, dedi, yahu şimdi Zübükzâde İbraam Bey gözümüzün ö n ü n d e A n kara'yla konuştu ya telefonla... Şevket Bey güldü: — O k o n u ş u y o r , o h e r i f t e l e f o n da o l m a s a g e n e konuşur. Yunus nus Baha'nın Baba yatırını kuvvetiyle, Ahmaklığımız icat etti ya, Ankara'yla duyulursa bile gayri Yu konuşur... m e m l e k e t e rezil olaca ğız. O n u n i ç i n , — Yok heyri yok, Bedir Hoca şaka eder, dedim, İbraam Beyin telefonla melefonla konuştuğu yok... A n l a d ı n m ı ' B e y , a n l a d ı n mı? B u Z ü b ü k ' t e n b i z i m çektiğimiz dille anlatılmaz. Kim bilir ne kusur, ne günah işledik ki, d e r s ol sun, ceza olsun diye Rabbim bu ahlâksızı başımıza belâ etti. CAMİDE CAN VEREN MANDA Allah Selâmet Versin Murtaza Efendi şöyle anlatıyordu ; O seçim pek y a m a n o l m u ş t u bey. Artık y a p a c a ğımızı y a p t ı k , kirişte... seçim sonucunu bekliyoruz. Kulağımız Kimi telefon başında dokuz doğuruyor, k i mi radyo başında Allah Allah diyor. Hiç böyle bekle yiş görmedim ben. Yunus Baba türbesinin başında dua e d e n mi istersin, yatıp kalkıp namaz kılan m ı . . . Aksama doğru haberler gelmeğe başladı. Vilâyet merkezinde bizim parti yenik düştü. Eyvaah şu ilçe... Gece telefon geldi ki orda da bizim parti yatık, yüz — 261 — oyla kaybetmişiz. A m a n şu ilçe, aman bu ilçe... Kimi y e r d e otuz, k i m i y e r d e y ü z f a r k l a alta d ü ş m ü ş ü z . Par timizin kalesi d e d i ğ i m i z ilçede rezil sorma... Bizim ilçenin olmuşuz ki hiç seçim sandıkları açılmış, oy lar s a y ı l ı y o r . H e r n e i ş s e , b i z i m o y l a r ı n s a y ı m ı b i r t ü r lü bitirilemiyor. Neye arkadaşlar? Bizim insanlarımızı e b e d e n bebeye tek tek saysan şimdiye d e k sayılmış bitmişti. Bir avuç seçmenimiz var. Vilâyetin her b i r ilçesinden haberler geldi Dörtyüz oyla yeniğiz. bitti, Sonunda, bizim ilçenin oy sa yımı da anlaşıldı. Dokuzyüz oyla ilerdeyiz. Yâni bizim ilçe, muhalif takımını yatırdı. Yatırdı ne, y e r e s e r d i . Külahını atan mı, halay ç e k e n mi, horana kalkan m ı . . . Padişah Topçusu Memet Çavuş Hıdırlık Doruğunda kıçtan dolma balyemezi gümbürdetiyor. Zurnacı Çingen Hüsin'le davulcu Topal Veysel'i bir g ö r m e l i . A v u kat Burhan'ın kapısına dayanmış, zurnayı pencereye uzatmış, oynak havalardan d ö k t ü r ü y o r . Kemik M i s t i k Oğlan'la Tabansız Ş ü k r ü oğlan kaşıkları almışlar el lerine, Konya baş k ö ç e ğ i yanlarında kaç para eder. Namazı bırakan rakının başına ç ö k t ü . Sabaha- cak içildi, eğlenildi. O konuşulmayan .telefonlar ca yır cayır işliyor. Vali, Zübükzâde'ye,: t e l e f o n d a , —- Gözlerinden öperim İbraamcım... diyor. Ankara'dan telefon üstüne telefon. Bu vilâyette seçimi partimize kazandıran bizim ilçe, Allah için d o ğ r u y u s ö y l e m e k gerekirse, b i r Z ü bük, koca vilâyette seçimi kazandırdı ve de onun s a y e s i n d e altı kişi d a h a m e b u s s e ç i l d i . Zübükzâde'yi de biz aday gösterdik. Doğrusu hak, ö ğ r e t m e n Baha Bey'indi. Velâkin Zübükzâde'yi aday göstermeseydiki biz hep birbirimize düşecektik. Bizim onu aday yapma mızın e s a s s e b e b i , n e ş u , n e b u . , Biz onu aday göstermiyeydik-, aramızda v a y sen, v a y b e n d:ye b e n l i k k a v g a s ı n a d ü ş ü p b i r b i r i m i z e g i r e c e k t i k . İşte b u n d a n k o r k u m u z d a n , n e s a n a , n e b a n a , k a l s ı n Z ü b ü k o ğ l a n a , d e d i k , b u ırzı k ı r ı k h e r i f i aday gösterip mebus yaptık, Ankara'ya yolcu ettik, Zübükzâde'nin Ankara'ya yolcu edildiği gündü. Kasap Osman kasabayı birbirine kattı. Yahu derdi ne imiş bu Osman'ın diyoruz. Kimse bir şey söylemiyor. Kasap-Osman barbar bağırıyor ama, dediğinden bir iâf a n l a ş ı l m ı y o r . K o c a h e r i f h ı r s ı n d a n k e k e m e m i o l muş, pepeme mi olmuş, dili: mi tutulmuş, her ne ol muşsa b i t e k dediği anlaşılmıyor. Bir bağırtı, çağır tıdır gidiyor. Bu herife n'oldu c a n ı m . . . Pazar y e r i n i birbirine katmış. Aklı Evvel B e d i r Hoca, — V a h h e r i f e , d e d i , g ö r d ü n m ü ••işi, t u h ! . — N'olmuş, Hoca? — : Daha n'olsun heyri, herifin dili tutuldu, d ü n mü? Teres haketti. gör Yahu, yatırla şaka olur m u . . . Yunus Baba yatırına gitmiş, t ü r b e n i n üstüne destu run k ü ç ü k aptestim bozmuş. •"A Sen nerden bildin? — Bana gelmişti; İlkin e r k e k l i ğ i de dili tutuldu, vah... Bana geldi, kesildi, şimdi «Aman Hoca,, be nim e r k e k l i ğ i m kesildi. Bir aydır bizim avratla ana bacı olduk. Zorlanıyorum, zorlanıyorum, A m a n Hoca bittim» yürümez... dedi. Birden anladım. yoksam Yunus Baba'ya kem gözle mı «Ulan it, baktın?» de d i m . K e m g ö z l e b a k s a , k e m s ö z e t s e , i y i . . : Yatrr ü s tüne töbe, yestehlemiş namussuz. Yatır b u , adamı ç a r p a r ki nasıl... İlkini alttan çarptı, şimdi de ü s t t e n . . . ö n c e d e n e r k e k l i ğ i t u t u l d u , s o n r a da dili... Yatırla şa ka olur mu ulan? Aklı Evvel Bedir Hoca anlatıyor, habire bağırıyor. —; 2 6 3 — Kasap Osman — Ne d i y o r s u n aslanım sen? Bitek sözü anlaşılmıyor. B u n u y o r da, ellerini arkasından Evi'ne g ö t ü r d ü k . tuttuk, zaptolmu- kanırtıp kıvırdık, Sağlık Doktor, uzaktan bir bakışta anladı da, — Bırakın herifi, apandisit olmuş, bırakın! Heri fin apandisitini patlatacaksınız be!.. — Ne — Ç a b u k bıçağın altına! olacak? Şu Aklı Evvel d e n e n k o c a sakallının ettiğine b a k biyol. Herif apandisit sancısından bağırıyor da b i r de kalkmış Y u n u s balığı kemiğinden uydurma yatırın lâfını e d e r . Doktor, Kasap Osman'ı herifin dili çözülmez m i . . . bıçağın altına yatırınca, Bıçak korkusundan bülbül kesilir. — Aman doktor... — Ne — Yahu benim sancım yok. ulan? — Neyin — Yahu, koca camus gitti. >. var? dık yer k o m a d ı m , y o k . . . Koca göregöre. Arkamdan geliyordu. Sabah beri arama camus y o k oldu göz Cami avlusunu dö nerken bir de ardıma baktım, camus y o k olmuş. Çal dıkları besbelli. Döndüm arandım, yok... — baktım arandım, % Bre O s m a n Efendi dedim, camusunu yitirdin- se, şunu a d a m gibi s ö y l e s e n e . . . Ağzın k ö p ü k l e r sa çarak neye bağırıyorsun da dediğin anlaşılmıyor... A ğ a m , d e d i , kızınca ben b ö y l e o l u r u m . canın yongası demişler. gitmiş yahu... Mal Ne demek, koca camusum C i ğ e r i m e ateş düşmüş, bağırmaz mı yım. Bağırınca da kendi dediğimi kendim anlamam... Oldu olacak, bıçak altındayken de konuşma da, bedavadan bir ameliyat ol, derdinden kurtul... Akıl mı var?... Kasap O s m a n o yana çalındı, bu yana d ö n d ü , korucular bir yandan arandı, candarmalar öte yan dan dolandı, Osman'ın camusu bir türlü bulunamadı. A r a n m a d ı k ahır Hayvan komadık. hırsızlığının cezası büyük ve de bizim kazamızda görülmüş, duyulmuş iş değil. Camusu bir O s m a n aramıyor, a m a n y o l o l u r da bizimki de çalınır malınır diye, herkes camusun ardına düşmüş. Kasa bayı geç, köyler arandı. C a n d a r m a komutanı, — B e n o c a m u s u ç a l a n ı b u l m a z s a m , b u l u n c a da y e r e yıkıp yıldızları saydırmazsam, bana da a d a m d e mesinler... diyor. ' Büyük yemin içti. Onbeş gün geçip de camus bulunmayınca, candarma komutanı, bu sefer, — Camusu bulana yirmi l i r a , hırsızı bulana elii lira! dedi. Camus yok efendi, yahu bu mübarek hayvan gökyüzüne mi uçtu? Ne ölüsü ortada, ne dirisi... Ara dan bir ay geçti, candarma komutanı baktı ki zart zurt sökmüyor. - — C a m u s hırsızına a f ç ı k t ı , g e l s i n k e n d i s i n e h i ç bişey yapılmıyacak, bir fiske vurulmıyacak!... diye tellâl çıkardı. Gene y o k . Ne çalan var, ne camus... Komutan bu sefer de, — Her kim çaldıysa camusu bıraksın ortaya, k e n di de gelsin, helâlinden benden yüz pangınotunu al s ı n ! d i y e ilân e t t i . Yok, yahu, yok... Biz bu c a m u s d e r d i n d e y k e n , A v u k a t B u r h a n d a i y i c e işi azıttı, d o m u z l u ğ u n u a r t t ı r d ı . İ b r a a m B e y m i l e t v e k i l i o l d u y a , bu. a v u k a t b o z u n tusu çekemezlikten çatlayacak, ibraam Bey bu mem- lekete her ne iyilik yapmışsa, h e p s i n e dil uzatıyor. Vay efendim, cami de neymiş. Kasabada cami var ken, yeniden cami yapmak olur muymuş. Bizim kulağımıza geliyor, Zındık Burhan şöyle diyesiymiş, — Yahu, onlar namaz kılmaz. Eskiden cumadan c u m a y a c a m i y e g i d e r , c u m a namazı- k ı l a r l a r d ı . ; C u m a namazı farz bile d e ğ i l . . . Bildiklerinden m i ! Oniar far zı sünneti ne bilir... C u m a namazına gitmeleri neye, i b a d e t için mi? V a l l a h a d e ğ i l . . . C u m a d a n c u m a y a c a r mide buluşup, avluda d e d i k o d u y a p m a k için. Birbir lerini çekiştirecekler, namaz da bahanesi. Namaz kı l a c a k M ü s l ü m a n , b e ş v a k i t kılar. B e h i ü l ü n e r d e v u r dular? U n u t t u k mu? A s l a n parçası k o c a Behlül'ü c u ma namazmdayken arkasından vurmadılar mı? Bun lar başı s e c d e d e M ü s i ü m a n r p u s u y a d ü ş ü r ü r d e k a n cıklığına getirip vururlar, bir de Müslümanlık, taslar lar hemı? B e h l ü i ' ü n k a r d e ş i Ramazan ne yaptı? A ğ a sını namazına giderken vuranm dayısını cuma k a p ı s ı n d a v u r m a d ı mı? Şimdi kime bu cami Müslümanlık? Hiç değilse eskiden cumadan cumaya camiye gider l e r d i . Ş i m d i o n u d a k a l d ı r d ı l a r . C u m a n a m a z ı n a bile. camiye giden kalmadı. Bayramı bekliyorlar ki, maz kılalar... Bunlar hangi bayramdan bayrama Müslüman, bayram na Müs lüman!... Bayram gelecek de, namaza durup, sümme hâşâ, Allah'ı kandıracaklar. Evet k â f i r b ö y l e dermiş ve milleti zehirlermiş. Y a h u , biz c a m i y e g i t m i y o r s a k . . . A l l a h A l l a h . . . Ne de mek? İbadet de gizli, kabahat de gizli, demişler. Ko ca bir kasabaya bir cami yeter mi ya... O n u n da ki rişleri bel v e r m i ş , tepemize ha indi, ha inecek... Yâni şimdi n'etsek gerek? Yıkık mescitte secdedeyken, damı üstümüze ç ö k e de, altında mı kalsın Müslüman? N e d e n y e n i d e n cami y a p t ı r m a ğ a kalktık, işte b u n d a n ö t ü r ü . . . A l l a h razı o l s u n g e n e Z ü b ü k z â d e İ b r a a m B e yimizden; Eksik olmasın, önayak o l d u da Gamı Yap tırma Derneğini k u r d u r d u , Pazar y e r i n e , alana, s o k a k başlarına d e l i k l i b i r e r .tahta k u t u k o n d u . K u t u l a r Kabe yeşiline boyalı... ü s t ü n d e «Ey M ü s l ü m a n - v a t a n d a ş , cami inşaasına s e n d e y a r d ı m et!» d i y e y a z ı l ı . K u t u l a r ı o n g ü n d e , i k i h a f tada bir Belediyeye getirip göz önünde açıyoruz. Bre Bey, sen bu bizim adamlarımızı adam belleme. Yahu, k u t u l a r a b a k ı y o r u z , d o l u . İki a d a m z o r t a ş ı y o r . B i r d e paradan gayri her bişey mevcut, yalnız para yok. Herkes gönlünden ne koparsa atmış, kutuyu doldur muş ve Kabe yeşili' boyalı kutumuzu çöp kutusuna d ö n d ü r m ü ş ; cigara izmariti var, d ü ğ m e var, ç a p u t pa ç a v r a , k â ğ ı t yırtığı, e f e n d i m e s ö y l i y e y i m , her ne ak lına g e l i r s e v a r . y a l n ı z p a r a y o k . . . Y a h u , ş u p a z a r y e rine ç ö p tenekesi konsa, h e r k e s ç ö p ü n ü y e r e atar da, k u t u y a k o y m a z k e n , şimdi iane k u t u s u n a ç e r ç ö p d o l dururlar; A m a neye? H e p Avukat Burhan tezviratı... Kutudan çıkan alçağının paraları yermişiz... Ulan, para nerde ki yiyelim, çöp mü yenecek hey ocağı ha t a s ı . . . İane k u t u l a r ı n ı iki k i ş i ı h l ı y a r a k t a ş ı d ı k ç a , m i l l e t d e i ç i n d e n h a z i n e ç ı k a c a k s a n ı y o r . Biz b u p a r a l a r la cami değil, caminin kapısının mandalını yaptıramıy a e a ğ ı z . B u n u n ü z e r i n e , s a ğ o l s u n Z ü b ü k z â d e akıl e t t i d e , s u s a n ı n iki b a ş ı n a , b o y n u ç a n t a l ı iki a d a m k o y d u . -Yoldan k a m y o n m u ş , tomofilmiş, otobos neymiş geçti mi, bizim çantalılar yol ortasında d u r u p elleri ni kaldırıyorlar: — Dur!.. Ey M ü s l ü m a n l a r , cami yaptıracağız, g ö n l ü n ü z d e n ne k o p a r s a . . . Elli k u r u ş l u k , bir liralık makbuzlar var, kes ha k e s . . . Bilir misin, kalabalıkta insan b i r b i r i n d e n utanıp d i n g a y r e t i n e g e l i y o r d a k e s e n i n ağzını a ç ı y o r . B u i ş tuttu, e p i y p a r a t o p l a d ı k . V e d e k a z a m ı z d a a k s a t a açıidı. Ç ü n k ü , c a m i y e iane t o p l a y a n l a r a , aldıkları pa ranın yüzdeyirmisi verildiğinden, boynuna bir çanta, bir torba geçiren yollara döküldü. Biz iane işine gayret vermişken,, günlerden bir g ü n , bu bizim Tabansız Şükrü var ya... Delibozuk bir garip oğlandır. Onun bunun kapısından meczup. Bu Şürk'oğian, g e ç i n i r bir «Buldum, buldum, buldum hey!..» d i y e b a ğ ı r a r a k , b i r y a n d a n d a e l l e r i n i ş ı k ı r d a tıp g ö b e k a t a r a k o r t a y a s a l ı n d ı . Ş ü k r ' o ğ l a n « M ü j d e m i isterim, buidum!» diyerek bağırmakta... Partide top lanmış, iane kutularını açmış, içinden çıkan ç e r ç ö p ü ayıklamaktayız. — Ulan ne b u l d u n dei'oğlan? d e d i k buna. — Müjdemi verin, Kasap Osman Emmi'nin ca- musunu buldum, dedi. — Deme... — Camide buldum. Mihrap önünde secdeye ka Nerde oğlum? p a n m ı ş . D e h l e d i m , h a y d a d ı m s a d a b a n a mısın d e m e di, ö l d ü r Allah kıpraşmıyor. Hepbirden sokağa döküldük, camiye vardık ki... Y a h u B e y , o k o c a c a m u s , t a r l a sıçanı kadar kalma m ı ş mı? O l u r i ş d e ğ i l . . . K a r a c a m u s u n b i r k e m i k l e r i kalmış, bir de kemikleri tutan kara derisi... Kasap O s m a n d a k o ş u p g e l m i ş , h a y v a n ı n b a ş ı n d a «vah v a h , b e n bunu da mı görecektim» diye gözyaşını sele ver miş. / Aklı Evvel Bedir Hoca, — A m m a n bu rezillik duyulmasın, burda kalsın. A v u k a t B u r h a n d u y a r s a , bizi t e f e k o r d a d ü n y a y a t e l lâl e d e r . . . d e d i . Besbelli şöyle olmuş. ardısıra g i d e r m i ş . Camus, Kasap Osman'ın H a y v a n bu ya, başını o yana bu yana vuruyor. C a m i kapısına da bir baş v u r u p .kapıyı aralayınca, içerdeki-yeşil örtüyü dalmış. Bizim caminin kapısı, bildin mi... Kapı arkasında çayır belleyip içeri h a m a m kapısı gibidir, iple ağır d e m i r parçası asılı o l d u ğ u n d a n , k a p ı y ı a ç m a k i ç i n d ı ş a r d a n sin, i ç e r d e n ç e k e c e k s i n -ki, itecek m a k a r a y a bağlı d e m i r i y u k a rı ç e k s i n de kapı açılsın, C a m u s b u n u bilir mi? Hayvan içeri girip de çayır çimen olmadığını g ö r ü n ce dışarı çıkmak istediyse de, olmamış. V u r m u ş ba şını, v u r m u ş başını, kapı doğru çekmesini camide kapalı bilse, kalmış. açılmaz... açacak. Halıyı, Kapıyı kendine Koca camus bir ay keçeyi, döşeme tahta larını k e m i r m i ş s e d e , s o n u n d a m e c a l d e n d ü ş ü p , m ü b a r e k h a y v a n m i h r a p ö n ü n e yığılı k a l m ı ş . E r i y e e r i y e , bir erimeyen nın kemiğiyle derisi... İttik, d e p t i k , hiç kımıldayası y o k , b e t e r o l m u ş . van gözünü dikmiş, hayva M ü b a r e k hay «Etmen, e y l e m e n bırakın can v e reyim» d i y o r s a d a K a s a p O s m a n mal d e r d i n e d ü ş t ü ğünden «Müslümanlar, Allahını seven asılsın...» de d i . Bana kalsa hiç d o ğ r u d e ğ i l . • — A m a n bırakın, hayvanın d e r m a n ı yok, diz üs tünde duramaz. Buna it yalı yapıp, önüne koymalı da, hayvan yiyip canlansın dediysem de dinletemedim. C a m u s u k u y r u ğ u n d a n asılıp, b a ş ı n d a n ç e k i p z o runa ayağa diktiler. Osman'ın üstüne Dinelmesiyle yığılması bir o l d u . hayvanın Kasap Mübarek hayva nın b i r k a l k ı m i ı k s o l u ğ u k a l m ı ş , o n u d a t ü k e t i p r u h u nu teslim etti. Az kaidı ki, Kasap O s m a n da camus leşinin altında yamyassı olup can v e r e . . . •alıp, Leşi öteye Kasap Osman'ı kurtardık. V e l â k i n , b i r a v u ç y e r d e d u y u l m a d ı k lâf o l u r m u ? ••• A v u k a t Burhan'ın kulağına gitmiş. tutulur mu? Başladı söylenmeye: — 269 — Daha onun ağzı — U!an b u n l a r n e r e n i n M ü s l ü m a r a . . . Y a h u , m e s c i d e camus kapanmış, bir ay çıkmamış da, bunların haberi bile y o k . . . H a n i b u n l a r ı n - n a m a z ı , niyazı? caminin imamı meyzini .Bu nerde? Bir silen süpüren d e . mi y o k . İçerde ne var diye bir merak eden de mi y o k , başını kapıdan uzatan da mı y o k ? Bunlar hep kulağımıza gelir. İbraam Bey olsa,; sesi soluğu kesilir ya, şimdi meydanı boş bulmuş ko n u ş u y o r . Biz bunları m e k t u p t a İbraam Bey'e bir bir bildirdik. İbraam Bey de partiye telefon etmiş. Ya kında geliyormuş. Kendisinden önce -karisi'geldi. M a şallah karı, kendini Ankara'ya çabucak uydurmuş ve de A i l a h için sahici m e b u s karısı o l m u ş . - : Canım, doğrusunu istersen, bu bizim Z ü b ü k de a d a m d e ğ i l . Evet, i n s a n atar, a t a r a m a b ö y l e m i atar... Atınca karşısındaki, hiç değilse yarısına inanacak. Tepeden tırnağa yalan olur mu... Z ü b ü k ' ü n karısı ilkin Ebe mış. Hayriy'anımlara anlat O r d a n her biyana yayıldı. Karı milletinin ağzın d a lâf d u r m a z . İ b r a a m B e y ' i n k a r ı s r h e r g ü n k a p ı k a p ı dolaşıp anlatıyor. Bunlar Ankara'ya varınca; birkaç zaman otelde kalıp sonra bir kat kiralamışlar. Karısı, — K a l o r i f e r var da her bir taraf ıscacık, a y a k y o lu bile ıscacık da, insan insanlığını biliyor.... d e r m i ş . Bir a k ş a m üzeri, telefon çalmış. İbraam'ın karısı telefona koşmuş. Kendi anlatırmış: «Bir herif t e l e f o n d a mi?" diye sordu. "İbraam Beyefendi evdeler "Yok, n'idecektiniz?" diye s o r d u m . " B i r işimiz v a r d ı g ö r ü ş e c e k . . . " d e d i . " N e y m i ş . B i l d i ğimiz işse s ö y l e y i n b a n a " dedim. "Sen kimsin? raam Beyefendinin hizmatçısı neyi misin?" İb deyince t e p e m attı. «Ben İbraam Z ü b ü k o ğ i u ' n u n ailesiyim!» dedim. Herif telefonda sesini toparladı, "Affedersiniz H a n ı m e f e n d i , biz b i r h ü k ü m e t işi k o n u ş a c a k t ı k : İ b r a a m B e y ' d e n b i r akıl d a n ı ş a c a k t ı k . " d e d i . " S i z k i m s i niz? İ b r a a m g e l i n c e k i m d i y e l i m ? " d i y e s o r d u m . " B e n Başvekilim, aradığımı lütfen söylersiniz!" der demez, ayağımın bağı çözüldü. Telefon elimden d ü ş m ü ş , ben oracığa yığılı kalmışım. Az sonra bizim herif geldi. " N e o avrat, camus tezeği gibi yayılmışsın!" diye şa ka, e t t i . " B ı r a k h e r i f , B a ş v e k i l h a z r e t l e r i t e l e f o n e t t i , seni sordu. Sana danışacakları b i r h ü k ü m e t işi v a r mış!" d e y i n c e ne d e s e iyi..." " . . . t i r e t dürzüyü, canımı s ı k ı y o r . H e m i akıl d a n ı ş ı r l a r , n e m i d e v e r d i ğ i m i z a k lı tutmazlar" d e di . Bizim İbraam'ın Ankara'da g r a d o s u v a r . H e r k e s o n a akıl d a n ı ş ı y o r . H ü k ü m e t o n a s o r mayıncak, danışmayıncak raam dersen hiçbir adımını atmıyor. hiçbirine yüz vermiyor. Ankara'yı görsen, Z ü b ü k o ğ l u aşağı, Z ü b ü k o ğ l u yukarı... k e s i n ağzıncia Z ü b ü k z â d e . . . oğlu diyorlar. Bana da İb bir Her Bayan Zübük Hergün bizimkine Başvekilden telefon geliyor..,»; Karısı b u lâfları k o m ş u komşu yaydı ve bunlar bizim burda meydan maskarası oldular. Herkesin di line düştüler. Ç ü n k ü biz, Z ü b ü k ' ü n eliibin n u m a r a s ı n ı g ö r m ü ş ü z . K a r ı s ı b u h i k â y e y i a n l a t ı r a n l a t m a z biz o y u n u şıp d i y e anladık. Karışma dışardan «Ben Baş vekilim» diye telefon eden kendisi. Böyle telefon edip eve gelince de Başvekil hazretlerine ağza alınmaz lâflar s ö y l e y e c e k de caka satacak. Karısı da bunları etrafa duyuracak. rüdü.» . Karı «Ankara'da n a m ı m ı z aldı yü diyormuş. ö n d e n k a r ı s ı g e l d i , n a m l a r ı n ı n nasıl y ü r ü d ü ğ ü n ü — 271 — anlatıp k o t a s ı n ı rezil etti. Bu yetmezmiş gibi ardın dan Zübükzâde gelip üstüne tüy dikti. Gece ö ğ r e t m e n l e r Derneği'nde toplandık. toplanmamız şundan ki, ilçemizde parti pırtı Orda ayrılığı olmadığını gösterelim. Bu memleket hepimizin, değil mi- y a . . . Z ü b ü k z â d e g e l d i . H a k i k a t , h e r i f e m e b u s l u k yaraşmış, üstüne bir başka halâvet gelmiş. Biz h o p d i y e a y a ğ a k a l k ı n c a , iki e l i n i a ç ı p , — Aman aman... Beni mahcup ediyorsunuz Al- lahaşkınıza o t u r u n . . . d e d i . . . — E e e e i b r a a m B e y , . n e v a r ne y o k . . . A n l a t da dinleyelim. , Zübükzâde ağzından ballar akarak anlatıyor. İl kin güzel güzel anlatırken, sonradan gene ipin u c u n u k a ç ı r m a z mı? H ü k ü m e t , o n a d a n ı ş m a d a n h i ç b i r işe k o y u l m a z m ı ş . B a ş b a k a n l a sıkı f ı k ı l a r , - b i r i ç t i k l e r i a y r ı gidiyor. Zübük, \ —— B i r g ü n s a b a h t a n a k ş a m a i y i c e ç a l ı ş t ı k , d i y o r , akşam oldu. Hep yorulmuşuz. Başbakan, «İbraam, gel bu gece eğlenelim. Bir hovardalık edelim» dedi. «Ulan o ğ l u m , e t m e , e y l e m e . . . Hiç yakışık almaz» de d i y s e m d e , herif bikez azmış, ne dediysem dinlete m e d i m ' Kalktık, makam arabasına binip gittik. Başve k i l e «Gel s e n b u m a k a m a r a b a s ı n ı b ı r a k , bizi t a n ı r l a r . Bir taksiye binelim» d e d i m . B e r e k e t s ö z ü m d e n dışarı çıkmaz. M a k a m arabasını savıp bir taksiye bindik. Orası senin, burası benim, gezip dolaşmadık yer komadık, velâkin göniümüzce bir uygun yer bulamadık. N e y s e uzatmıyalım, gece yarısından sonraydı, A n k a ra'nın en i ö k ü s br gazinosuna vardık. Duvarları ayna ve kadife... İncesaz da bir oynak hava t u t t u r m u ş ki, d e m e . gitsin. Bizim Başvekil sağolsun, iyidir hoştur d a , i ç i n c e cıvıtır, i ç i p i ç i p t u t t u r d u : « İ b r a a m , ş u kız lardan b e ğ e n e l i m de masamıza ikisini çağıralım.» «U— 272 — lan oğium etme, seni b e l k i tanımazlar. Lâkin beni b i r t a n ı y a n e d e n ç ı k a r , b i r b i l d i k "görür d e " V a y ş u m e m leketin Z ü b ü k z â d e s i n e bak, millet işini bırakmış, karı dalgasına düşmüş": der» dediysem de dinletemedim. Ben de çakır keyif olduğumdan, pusulayı şaşırmışım b e s b e l l i , pilavdan d ö n e n i n kaşığı kırılsın, d e y i p , ga zinonun en güzel iki k a r ı s ı n a işmar çekip el ettim. Karılar, masaya ç ö k t ü . N e y s e uzatmıyalım, y e d i k içtik, garson kaptı. hesap pusulasını getirdi. Ben elinden pusulayı Başvekil pusulayı kapmak istediysem de, «Aman olmaz, bu gece sen benim misafirimsin... He saplar benden» dedi. Ne de olsa koca bir Başvekil d e y i p , ben de ü s t e l e m e d i m . İkiye katlı hesap pusula sını açıp bakınca rengi attı, benzi kül o l d u . . . Yahu, b u ne? İçki m i d o k u n d u , n e d i r . . . F a k a t , r e n k a t m a s ı beri b e n z e r değil, i ç k i d e n o l m a y a hiç b e n z e m i y o r . Elindeki pusulaya bir göz attım ki, hesap sekizyüz k ü sur lira... Anladım; hesabı ö d e m e y e parası çıkışma yacak, renginin solması ondan. «Ver buraya!» diye e l i n d e n ç e k i p a l s a m , b i r k o c a B a ş b a k a n iki k a r ı - y a nında beş paralık olacak. Ben hemen karılara çaktır madan keseye davrandım, desteden bir binlik çekip, masanın altından binliği uzattım. Ayağımla da ayağını dürtükledim. Dürtükledim ya, bana mısın d e m i y o r . Masanın altından biri, elimdeki binliği kâptı. Ben baş b a k a n aldı b e l l e r k e n y a n ı m d a k i sarı karıya kaptırma m ı ş mıyız p a r a y ı ? O r a n ı n k a r ı s ı b i r a d e r , p a r a y ı k o k u s u n d a n tanır. G ö z l e r i n i b a ğ l a d a p a r a y ı uzat, e l i n d e k a ç para o l d u ğ u n u bilir. D e s t e d e n bir binlik d a h a ç ı karıp gene masanın altından buna uzattım, eline t u t u ş t u r d u m . Parayı alınca bir, «Oooh...» ç e k t i , rahata e r d i . Bana da «İbraamcığım, bu iyiliğini hiçbir vakit unutamıyacağım, can yoldaşı ve yiğit arkadaş oldu ğ u n u g ö s t e r d i n . Yarın sabah öderim.» d e d i . B e n de «Ne demek, arkadaşlık arasında paranın sözü mü ofur, ha s e n i n ha benim» d e d i m . Yâni d i y e c e ğ i m şu k i , g e c e m i z g ü n d ü z ü m ü z birlikte g e ç e r v e ayrımız gayrı mız y o k t u r . - Yahu bey, yalan icat oldu olalı, böylesi u y d u r u l m a m ı ş . U l a n b u Z ü b ü k , b i z i d e iki p a r a l ı k e d e r . B u nun burasında muhalifi var, e f e n d i m , partisizi var, ta r a f s ı z ı var... B ö y l e d e a t m a o l u r m u ? Bir hafta kadar kasabada kaldı, her toplantıda yeni bir atma, yeni bir yaian-doian... Hemi de eski d e n o l d u ğ u gibi d e ğ i l . Ankara'nın havası herifin at masına yaramış. Eskiden de biliriz, atardı, ama böy lesi d e ğ i l . . . Karısı b i y a n d a n , kendi biyandan atı y o r . A v u k a t B u r h a n b u n l a r ı d u y d u k ç a s e v i n c i n d e n zil t a k ı p o y n a y a c a k . «İşte s i z i n s e ç t i ğ i n i z m a s k a r a b u . . . » diyor. N'eydelim, biz de ar belâsına «Dedikleri, evet, doğrudur» diye yalana destek oluyoruz. Biz o n u buraya A v u k a t b o z u n t u s u n u düzlesin, s e sini s o l u ğ u n u k e s s i n diye değil de, elegüne maska ra olsun, diye çağırmışız. Canım, bildiğin gibi d e ğ i l , herif iyiden iyiye tozutmuş. G e n e A n k a r a ' y a gitti. G i d e r k e n de bize « Ç a b u k kasabadan bir heyet toparlayın, Ankara'ya gelin, be ni görün. Kamışlık çayına baraj yaptıracağız, bir de kasabamıza fabrika kurduracağız. Heyet olup gelin, barajla fabrikayı isteyin ki, benim de sözetmeğe y ü züm olsun» d e d i . Kalktı gitti. Ardından biz d e b i r h e y e t k u r d u k . Gedikli İhsan Efendi, Ç i f t v e r e n o ğ l u Hamza Bey, O t e l ci Satılmış Bey, Tüccardan Emin Efendi, Allahın K u lu İsmail Efendi, bir de b e n heyet o l d u k . Her işe bur nunu sokar, aklı erik g e ç i n i r d i y e Bedir H o c a n a m u s suzunu da başımıza g e ç i r d i k , gittik A n k a r a ' y a . O A n kara'da bizim çektiğimiz, ah bizim çektiğimiz... Bize ne alicengiz oyunları oynadı ki bu namussuz, hesaba kitaba gelir işler değil. Demek bizim bir isyanımız o l m u ş k i , Cenabı M e v l â m d a b u b e l â y ı Başımıza m u s a l l a t e d i p , b i z e i b ret dersi vermiş. A m a y o k , bizde gene de anlıyacak kafa yok. Ş ö y l e b i r hırtı milletvekili yaparsak, geri s i n i s e n d ü ş ü n B e y , b i z d e n n e h a y ı r g e l i r . . . Biz b ö y leyiz, bizden ne k ö y olur, ne k a s a b a . . . B ö y l e g e l m i ş , böylece gideriz. Lanetlendik mi, beddua mı aldık ne dir? Çilemizdir, çekeceğiz... YANLIŞ GİDİYORUZ İlçe Ortaokul Almanca Öğretmeni bir arkadaşına şu mektubu yazıyordu: Sevgili B u r d a b o ğ u l u y o r u m artık. Edebiyat y a p m ı y o r u m . Gerçekten kesiliyor. boğuluyorum, hava yetişmiyor, Hıdırlık D o r u ğ u ' n d a insanı y e r e soluğum çaian sert y e l bile, ciğerlerime b o ğ u c u gaz gibi doluyor. A n c a k kendimi bilmemesiye, kendimi yitiresiye içtiğim •za man rahat e d i y o r u m . Her sabah dilim paslı, ağzım acı, b e y n i m u y u ş u k uyanınca, bir daha içmiyeyim d i y o r u m . K e n d i k e n d i m e söz v e r i y o r u m . kinmek, kendime gelmek istiyorum. birlikte yeniden havasız... boğulmaya Buraya gelirkenki Şöyle bir sil Olmuyor. Günle başlıyorum, havasızım, coşkunluğumu yitirdim, içimden taşıp akan su, ölü toprağında göllenip batak tandı. , B e n i k ı n ı y o r s u n , d e ğ i l mi? B u r d a n b i r k u r t u l s a m , — 275 — b e n d e k e n d i m i k ı n a y a c a ğ ı m . İ k i n c i y j l b i t t i işte.'.. Ki şi dev olsa, bu işin üstesinden gelemez. Uyuştum, kaldım. B e n de onlara şimdi onlar gibi, anlamsız an N lamsız gülerek, — N'ööriyon Onlar da — heyri? diye hal hatır s o r u y o r u m : bana, N'ööriyon heyri? diye halhatır s o r u y o r u m . lıyak da gözden mi olak... diyorlar. yok; bu bir çıkar yol mu? Ç ö z ü m l e n m e d i gitti şu s o r u n ; Dizden, b a ş ta cımız halka gözden olmadan mı inecekmişiz, yüceltecekmişiz, başkası halkımızı herneyse bişeyier kendimize mi. yapacakmışız... B ü y ü k ş e h i r l e r d e o t u r u p , h a l k için d ü ş ü n m e k n e k o lay... Buraya gelmeden düşünüyorum, içimi önceki iyi n i y e t l i aptallığımı; bir halk dalkavukluğu kaplamış t ı . B i z i nasıl k a n d ı r d ı l a r , a l d a t t ı l a r , s o n u n d a , h a l k d a l k a v u ğ u yaptılar. H a l k bilir, halk herşeyi bilir, halkta b ü y ü k bir sezgi vardır. Yalan, hepsi yalan... «Halk herşeyi bilir» dalkavukluğu bile, halkı kendilerinden ayrı, demek bambaş ka, umacı k o s k o c a m a n bir dev yaratık g ö r m e k değil de nedir? Yalandan dalkavukluk ettikçe, halkı bu sever göründükçe .yalanlara gerçekten halka inanan benim gibi tek-tük kişiler, bilgisizliğin, görgüsüzlüğün, geriliğin kızgın, sonsuz çölüne sızan cılız sular gibi kuruyup, bitip gideceğiz. «Halk bilir, halk sezer» s ö z ü n d e , d i k k a t et, halkı bir küçümseme, hiçe sayma, s e v m e m e var. Yalan, bir büyük yalan içinde uyuşmuşuz. miyor, hiçbişey sezemiyor. yıllardan beri, aldatılır, Halk hiçbişey bil Bilse, sezse, bunca yüz kandırılır mıydı? Nasıl bir u- y u ş t u r u c u yalan b u . . . G e r ç e k t e n bu halkın bilip ö ğ r e n m e s i n i istememişiz. İsteseydik, ö n c e halkımızı b ü t ü n a c ı g e r ç e k l e r i y l e tanır, — 276 ondan — sonra ne yapma- mız g e r e k t i ğ i n i düşünürdük. Kendi halkımızı oluştan üstün saymak neden, Tanrı bir okur-yazar bile olma y a n insanlara iltimas mı yapmış? Bilinçsiz, bilgisiz bir ülkücülükle boşa giden bu i k i yıl s o n u n d a , d ü ş ü n m e m e k i ç i n b e n d e i ç m e k t e n , ö ğ r e t m e n l e r Derneği'nde prafa, otuzbir, kaptıkaçtı, p o k e r oynayarak zamanımı ö l d ü r m e k t e n başka bir y o l bulamadım. Biliyorum, şimdi sen gelsen buraya bize n e d e r s l e r , n e a k ı l l a r v e r i r s i n . B e n d e ilk g e l d i ğ i m d e böyleydim. Dışardan sisli, kirli camlardan kahveleri dolduranlara bakıyordum. Bir masa çevresinde önle rindeki o y u n kâğıtlarına iğik başları, dışardan bakınca kopukmuş, yokmuş gibi, öylece duran kalabalığa kı z ı y o r d u m . G e c e l e r i ö l ü b i r ışık a l t ı n d a , kirli yüzleri uzuyor, sanki bir bu adamların dokuma fabrikasında durmadan gidip gelen iğler gibi, bunların da kirli, y a ğ lı iskambil kâğıdı tutan elleri, havaya kalkıp kalkıp, kırık m a s a m e r m e r l e r i n e i n i y o r d u . K i m gelse aramıza, bir s ü r e s o n r a bizden beter olacak. Çünkü biz d e v d e ğ i l i z , insanız. Halkı ilkin kandıran şehir aydını d e ğ i l , k a s a b a ay dını.'Kasabalı aydın, halkı şehirli aydınının sında yardımcılık, aracılık ediyor. Burda kandırma bunlar Ge dikli İhsan Efendi, Aklı Evvel B e d i r Hoca, Ç i f t v e r e n o ğ lu Hamza İsmail Bey, Tüccardan Emin Efendi, Allanın Efendi, Allah Selâmet Versin Murtaza Kulu Efendi gibiler. . Geçen gün yine, bu adamlar toplanmış, köylünün herşeyi bildiği üstüne konuşup, '•— O ne çarıklı erkânıharptir o o o . . . d i y o r l a r d ı . G e d i k l i İhsan Efendi, çarıklı e r k â n ı h a r b i n b i l g i s i ni isbat için bir de şu olayı anlattı: «Manevredeydik. -tutmayan g ü n e y Bizim bölük bir tepenin rüzgâr yamacında çadırlı ordugâha çekil- misti. Karanlık bastırınca, yüzbaşı " B ö l ü ğ ü al, filân y e r e g ö t ü r " dedi. Çadırları topladık, çıktık yola... Ha v a d a k ö t ü karanlık, g ö k t e t e k yıldız y o k . Ben atta, b ö l ü ğ ü n ö n ü n d e y i m . Yola çıktıktan yarım saat sonra, arkadan bir ses geldi: — Yanlış g i d i y o r u z . . . — Kim o söylenen? dedim, hiç ses çıkmadı. A r a d a n bir-iki saat geçti, gene arkadan bir ses: — Yanlış g i d i y o r u z . . . — Kimdir Gene o? kimse çıkmadı. Bir zaman sonra bir daha: — Yanlış g i d i y o r u z . . . — Kim o söylenen, çıksın!... Ç ı k m a d ı . Saat de g e c e yarısını g e ç t i , g i d e c e ğ i miz y e r e ç o k t a n varmalıydık. B ö l ü ğ ü n içinden o "Yan lış g i d i y o r u z " ışıdı sesi, g ü n ışryasıya s ü r d ü . Bir de gün ki, ne bakalım, biz o r d u g â h k u r d u ğ u m u z y e r d e değil miyiz... Sabahacak olduğumuz dönüp durmuşuz. — "Yanlış Bu tepeyi fırdolayı sefer, gidiyoruz" diye söyleyip duran kim di? d i y e b ö l ü ğ ü s ı k ı l a d ı m . Onbaşılardan biri, *— Başefendi, Hüsün söyledi d u r d u . . . dedi. Bölükte bir Kel Hüsün var, nerdeyse tezkere alacak, daha uygun adım yürümesini beceremez. — Gel len Hüsün buraya! d e d i m . N e r d e n bildin sen bizim yanlış gittiğimizi? Geldi. — Komutanım, dedi, ordugâhtan çıktığımızda ürüzger benim sağ yanağıma v u r u y o r d u . Az gittik, bukez ürüzger sol yanağımı şamarlamağa başladı. A n l a d ı m k i , biz t e p e d e t e r s d ö n d ü k , k a l k t ı ğ ı m ı z y e r e g i - / diyoruz. "Yanlış g i d i y o r u z ! " diye ses ettim. Az daha gittik, ürüzger gene sağdan üfürmeğe başladı. Anla dım ki, gene ters döndük... seslendim. Gene gittik... ''Yanlış g i d i y o r u z ! " d i y e ü r ü z g e r bir sağ yandan v u r d u , bir sol yandan esti... Anladım ki, kalktığımız t e p e y i fırdolayı dönüp duruyoruz; — Ulan Hüsün, dedim, öyleyse, kim bağırdı, di ye sorunca — neden çıkmadın Başefendi, dedi, bir dırmazdın, "Yanlış ortaya? Kel Hüsiin'in lâfına al gidiyoruz!" demesine inanmazdın ki...» G e d i k l i İhsan Efendi bu olayı anlatıp da, "— Köylümüzdeki akıl kimde var! deyince artık dayanamadım... • — S e n b u n a akıl m ı d i y o r s u n İ h s a n E f e n d i , d e d i m , şehirliler d e s e n i n gibi düşünüyorlar, tıpkı senin g i b i , « H a l k ı m ı z akıllıdır, h a l k ı m ı z b i l g i l i d i r . » B u n u n n e resi akıl? ö n c e akılsızlık s e n d e n başlıyor. yüzyılın ortasında da, suratına rüzgâr insanı Yirminci pusula yerine kullanıyorsun vurmasından yön buluyorsun... Sen bu zamanda, Kel Hüsiyin'in yanağını pusula diye Sulanırsan, b u , Kel Hüsiyin'in aklını d e ğ i l , senin akıl sızlığını g ö s t e r i r . Rüzgâr dediğin hep biyandan mı eser? Ya rüzgâr bir sağdan, bir soldan değişik esseydi de, sen Kel Hüsiyin'in aklına uysaydın, yol gidiyo ruz diye t o p u ğ u n u z u n üstünde fırdönseydiniz nasıl olurdu? Böyle d e d i m ama kime dedim? Hiç bu halk bil gili, anlayışlı olsa, bu G e d i k l i İhsan Efendi gibileri, y o k s u l sırtından, geçinebilir mi? Halk bilir, diye halkı u y u t m u ş l a r ; biz d e b u n a a p t a l c a s ı n a k a t ı l m ı ş ı z . B u r a n ı n k ö y l e r i n i g e z d i m . İlk g i t i ğ i m k ö y d e g e c e kalmıştım. Gece helaya gidecektim. — Helanız nerede? diye s o r d u m . Elime bakır bir ibrik v e r i p , — Buraları-hep helâ... Şöyle açıl! dediler. Biçilmiş b u ğ d a y tarlasının içine daldım;,.dik sap* lar v e k e s e k l e r arasında k e n d i m e y e r a ç a r k e n k ö y ü n köpekleri başıma üşüştü. Konuk olduğum evdekiler y e t i ş m e s e , iri k ö p e k l e r b e n i p a r a l a y a c a k l a r d ı . E v d e n , k o m ş u l a r d a n köylüler çıktı. Onlar beni çevirdi, kö pekler onları çevirdi. En ortada, ekin sapları ve ke sekler arasında ben, ç e v r e m d e köylülerden bir halka, onların dışında k ö p e k l e r d e n bir halka. K ö p e k l e r hav lıyor, k ö y l ü l e r de k ö p e k l e r e , — Hoşt hoşt!., diye bağırıyorlar. A r a d a bir içlerinden biri de bana, — Korkma Bey, korkma, keyfine bak! diye ses leniyor. Sen keyfi g ö r d ü n mü? A y a ğ a kalktım. En ö n d e elimde ibrikle ben, arkada « h o ş t hoşt!..» ran köylüler, havlayan köpek sürüsü... daha dışta diye bağı Böyle bir törenle eve girdim. İşte heiâsız y a ş a y a n bu k ö y l ü y e biz, hiç utanma dan, sıkılmadan, — Sen herşeyi bilirsin . aslanım, senin sezişin v a r y i ğ i t i m ! d i y e sırtını s ı v a z l a y ı p o n u u y u t m a y a , k e n edimizi kandırmaya çalışıyoruz: Bu anlattığım köy sin? Kapıcılıkla. halkı neyle geçinir, bilir mi Bunların gençleri k a d ı n - e r k e k İs tanbul'a, A n k a r a ' y a g u r b e t e çıkar, oralardaki da; apartmanlarda kapıcılık ederler. k ö y d e kalan yaşlı ana - babalarına para hanlar O r d a kazanır, gönderirler; Beş-on yılda bir döner, k ö y e sılaya gelirler. Baba o c a ğından tam sökülmezler. Onlar da yaşlanınca gelir, bu kısır topraklı köye yerleşir, oğullarını kızlarını b ü y ü k şehirlere odacı, kapıcı gönderirler. Saydım, bütün k ö y d e d ö r t ahlat ağacından başka — 280 — ağaç yoktu. Yağmurdan aka aka toprak kalmamış. Tarlalar ancak bire b i r b u ç u k , bire iki v e r i y o r . Bir kile t o h u m ekip, t o p r a ğ ı a l ı n ' t e r l e r i y l e sula y a r a k iki k i l e t a h ı l a l a c a k l a r . Y i n e d e b u kısır t o p r a k tan vazgeçemiyorlar. Bu köylünün hepsi de İstanbul hanlarında, apar t m a n l a r ı n d a kapıcı durmuşlar, o hanların, a p a r t m a n pembe, beyaz fayans döşeli helalarını yıkayıp temizlemişler. ların k a l o r i f e r l i , mavi, Ama köylerine dö nüşlerinde-kendilerine helâ yapmamışlar. Neden? Neden böyle, diye hiç d ü ş ü n ü y o r m u yuz? Görgüsüzlük desen; değil, işte helanın en güze lini y ı l l a r c a görmüşler, temizlemişler, kullanmışlar da... A m a yine de kendilerine helâ yapmıyorlar. Gör m e k , t e k b a ş ı n a b i r işe y a r a m ı y o r . K i ş i n i n , o g ö r d ü ğünü alacak, gerekiyor. benimsiyecek bir düzeye O yere yükselmedikçe, ne yükselmesi görse boş... Bunlar; yıllarca temizledikleri helaların, kendileri gibi insanlar için değil, yalnız kapıcı, odacı durdukları han ve apartımanlarda y a ş a y a n insanlar için o l d u ğ u n u sa nıyorlar. ^ ş t e biz b u h a l k a «akıllı, b i l g i l i , a n l a y ı ş l ı , s e z g i l i » diyoruz. Yalan. Onları da, bizi de kandırmışlar, aldat mışlar. Biz d e o y a l a n l a r a a l d a n ı p k ö r ü k ö r ü n e h a l k dalkavuğu olmuşuz. Acı gerçekleri öğrensek, öğre t i l m e d e n , e ğ i t i l m e d e n , halkın bilgili, anlayışlı olamıyacağını k a v r a s a k , o zaman ne y a p m a m ı z g e r e k t i ğ i ü- z e r i n d e d ü ş ü n e c e ğ i z . A m a «Halk bilir, anlar» d e y i n c e düşünceye yer kalmıyor artık... Ş e h i r l e r i n k a l o r i f e r l i , pırıl pırıl f a y a n s d ö ş e l i h e lâlarını kullanıp da e v i n d e helası bile o l m a y a n insan lara, ' — H a l k b i l i r , h a l k anlar!., d i y e ' y a p t ı ğ ı m ı z h a l k dalkavukluğumuza,, içine düştüğümüz aptallığa bak... H a l k ı d a h a ç o k s o y m a k i ç i n , bizi d e k a n d ı r m ı ş l a r , h a l k dalkavukluğunu «Halkçılık» Şimdi sana Aklı sanmışız. Evvel Bedir Hocayı anlatıyo rum. K a d i f e , bir kasketi var, kasketin güneşliğini hep sol y a n a a r k a y a d o ğ r u ç e v r i k giyer. K a s k e t i n i n altın d a d a k i r l i , y a ğ l ı b i r t a k k e s i v a r d ı r . C a m i y e c u m a na mazına giderse, şapkayı ayakkabının yanına kor, tak keyle namaz kılarmış. Şişman tostoparlak- bir adam. Sevimli bir yüzü, cana Burdakilerin yakın da bir konuşması var. h e p s i ç o k tatlı inandırıcı... Her birinin konuşmalarının bu k o n u ş u y o r l a r ; tatlı v e inandırıcı ne kadarının yalan dan birbirlerinden öğrenebilirsin. olduğunu, kalmıyor. Hattâ bastırıyor. Emin Efendi tatlı sonra Bana kalırsa akıllı lıktan yana T ü c c a r d a n . E m i n Efendi, hiç de aşağı sözlerinin, kimi Bedir Hoca'dan zaman onu bile b a b a c a n bir a d a m , saçlarını sıfır n u m a r a m a k i n e y l e t r a ş e t t i r i r . S u içerken elinin birini başının üstüne kor, kısa ve ç a r p ı k b a c a k l a r i y l e ördek gibi yürür. Onun da konuşmasına doyum ol maz. Burdakiler çok sövgülü konuşuyorlar. Yalnız İs m a i l E f e n d i h i ç s ö v m e z . E n ç o k kızdığı z a m a n l a r bile* bağırmaz, s ö v m e z , kızdığı a d a m a yalnız, lu» der. «Allanın kulu» demekle «Allahın k u kızgınlığını yatıştır mış olur. Bu y ü z d e n ona «Allahın Kulu İsmail Efendi» lâkabını takmışlar. K a r d e ş i m , ne kadar yazsam, burda ç e k t i ğ i m sı kıntıları sana a n l a t a m a m . Karşı karşıya gelmeliyiz-de, başbaşa verip, sana bir hafta, Artık, iyice bunaldım. Beni atamaları için üstüste yok. Hasta on gün anlatmalıyım. burdan başka bir okula dilekçeler veriyorum. olmalıymışım, buranın havası da Cevap hastalı- ğımı a r t t ı r m a l ı y m ı ş k i , beni burdan nakletsinler. Vilâyetteki hastanede başka bir yere muayene oldum, hiçbir h a s t a l ı k b u l a m a d ı l a r , t u r p g i b i y m i ş i m . B u r d a n uzaklaşabilmek için, hasta o l m a y a bile razıyım. D o k torlar anlamadı yorum: ama, Umutsuzluk, ben hastayım. Hastalığımı kırgınlık... Ruh çöküntüsü bili için- - de gittikçe k e n d i m d e n ayrılıp b a ş k a bir insan o l u y o rum. Bu umutsuzluk, ne yapmam gerekli olduğunu b i l m e m e m d e n geliyor. Ne başkaları için yaşıyabiliyorum, ne kendim için... Başkaları için y a ş ı y a b i l s e m , k e n d i m için d e y a ş a m ı ş o l a c a ğ ı m ı , m u î l a n a c a ğ ı m ı b i l i y o r u m , a m a nasıl?.. Sık sık ağlıyorum, ama g ü l d ü ğ ü m h e m e n hiç o l muyor. G e ç e n gün, b ü y ü k bir sinir bunalımı g e ç i r d i m . Pazardı. Sabahtan gezmeye çıkmıştım. Karşıdan bü- r ü ğ ü n e b ü r ü n m ü ş bir kadın g e l i y o r d u . Kadınlar y o l d a , bürüklerinin içine öyle geziyorlar. : dolanmış, yalnız t e k gözleri açık, Bu denli kapandıkları da yetmezmiş gibi, uzaktan bir e r k e ğ i n geldiğini gördüler mi, daha elli adım ara v a r k e n hemen önlerini duvara dönüp, e r k e k elli adım gsçesîye sırtları d ö n ü k , o t u r u p b e k l i yorlar, onları böyle g ö r m e k , insanı insanlığından u- "> t a n d ı r ı y o r . O pazar sabahı, yalnız başıma giderken, karşı dan gelen bürüklü bir kadın gördüm. Bürüğünün için d e , a y r ı c a b i r kırmızı y a z m a y l a a ğ z ı , ç e n e s i b a ğ l ı y d ı . İ k i e l i n d e , s u d o l u iki g a z t e n e k e s i t u t t u ğ u i ç i n , b e n i g ö r ü n c e , b ü s b ü t ü n b ü r ü ğ ü n e d o l a n a m a d ı . Yalnız, iki elindeki de iki t e n e k e y i y e r e koyup durdu. Yüzünü ö r t ü n m e d i , sırtını d a b a n a d ö n m e d i . K ı r k y a ş l a r ı n d a . var yoktu. Nasıl oldu ben de bilemiyorum, birden ya nına s o k u l d u m d a , — Bacım, dedim, kimden neye böyle kaçıyor sun? Bu kasabada yabancın y o k ki senin... Yiğenle— 283 — r i n , a ğ a l a r ı n , e m m i l e r i n , he'ps,i s e n d e n . K u z u b i l e k u r t tan, sizin er k i ş i d e n kaçtığınız gibi kaçmaz. b a c ı m ol,* n e d i r b u , s ö y l e b a n a . . . yemez. Bak, i ş t e s e n b a n a sırtını Anam; Seni bu erkekler dönüp duvara ka p a n m a d ı n , ne i y i . . . Ya şu ağzını n e d e n y a z m a y l a k a pamışsın?.. D a h a n e l e r s ö y l e d i ğ i m i ş i m d i t a m o l a r a k -ansıyamıyorum. Ben böyle deyince kadın birden çenesindeki bezi ç e k i p ağzını açtı d a , — Aha gördün Ağzında bitek — Neden mü? diş dedi. yoktu/Kızgınlıkla, kapanırmışız! Bizde insan arasına çı kacak surat mı kalmış... dedi. Hırsla yürüdü. tenekelerin Donakaldım. dınlarına Bu kadının isyanını ş e h i r ay anlatabilseydim. Hiç kendimi sarıTıp tahtadan tutamaklarına Ağlamaya tutamıyorum. başladım... Çok kızgın v e ç o k d u y g u l u adam o l d u m . O pazar, sabahtan i ç m e ğ e baş l a d ı m . .. Sana yazdığım b u m e k t u b u ş i m d i z a r f l a y ı p -pos-- taya atacağım, ondan sonra... yine içmeğe... Beynim t ü m uyuşsa da, hiç d ü ş ü n e m e s e m , ç o k daha iyi... Yarın ibrahim m u t l a k a tanışıp Gözlerinden rim. v Zübükoğlu gelecekmiş. Onunla konuşmak istiyorum. özlemle öper, Mektupların DİNİNE bana avuntu mektuplarını bekle oluyor. İMANINA DOĞRU SÖYLE Gedikli ihsan Efendi şöyle anlatıyordu : Bizim heyet hikâyemizi Zübükzâde;İbraam Bey, — dinlemiş miydin bir heyet kurun 284 — Bey? da Ankara'- ya gelip, beni g ö r ü n , d e m i ş t i . Bizi B a ş b a k a n l a g ö r ü ş türecek, Cumhurbaşkanıyla konuşturacaktı. Biz de ilçemize baraj, fabrika yapılmasını; isteyecektik. A m a bizim niyetimiz, barajdan marajdan önce, şu kayma kamı başımızdan atsınlar bir. Böyle k a y m a k a m mı ol u r m u ş , t a v ş a n tersi gibi bir herif, ne sıvanır, ne b u laşır... İçip içip a ğ l a m a k t a n «Vah anam, ben buralar da çürüyecek adam mıydım?» diye v u r m a k t a n , diz d ö ğ ü p saç y o l u p başını duvarlara ağlamaktan başka b i r i ş g e l m e z e l i n d e n . Evet, b i r i y i l i ğ i v a r s a , İ b r a a m Bey'in b u y r u ğ u n d a n dışarı sabamıza on Bey'e «Şu çıkmaz. paralık yararı kaymakamı attır, Neye yarar, dokunmamış. başımıza ka İbraam a d a m a , benzer bir kaymakam göndert» diyeceğiz. Heyetçe çıktık yola, kara'yı bilirim. Ankara'ya vardık. Ben An A r k a d a ş l a r d a n kimisi hiç g ö r m e m i ş . Biz otele indik. Aklı Evvel B e d i r H o c a , g e n e bir aklı evvellik gösterip, — Arkadaşlar, dedi, şimdi Zübükzâde'nin yanı n a v a r d ı k m ı , bizi alır B a ş b a k a n h a z r e t l e r i n i n , C u m hurbaşkanı başla, hazretlerinin o y ü k s e k huzura Kanunda bile yeri olsa huzuruna çıkarır. Bu üst v a r m a k ağır hakaret gerek... Bizi bu görürlerse; hakaret ettik, diye tevkif olur. kılıksızlıkta etseler yeridir. O n d a n ö t ü r ü , ilkin k e n d i m i z e bir ç e k i d ü z e n v e r e l i m , kılığı d ü z e l i m , A n k a r a ' i ı k b i r a d a m o l a l ı m . Çiftverenoğlu Hamza Bey, - — Evet, d o ğ r u ; d e d i , B a ş b a k a n h a z r e t l e r i , C u m hurbaşkanı hazretleri bizi Sarayda kabul. eder. Rad yolar, bağlılıklarını bildiren h e y e t d i y e bizi s ö y l e r . Gazeteler heyetimizin resimlerini basar. Hiçbirimizde g a z e t e y e g e ç e c e k kıbal yok. ö n c e giyinip k u ş a n m a k gerek... • Emin Efendi'nin boyunbağı bile y o k . Allah Selâ- m e t Versin Murtaza Efendi'yi sorarsan, kıçında p o tur, ayağında çedik. B e d i r H o c a , yaz ortası, mes lâs tikle Ankara yoluna düşmüş. İsmail Efendi'yi sorar san, keten pantolu ütü yüzü görmemiş. Biz h e y e t ç e d ü k k â n l a r a daldık, g i y i m k u ş a m al dık. Fakat bu bizim bura insanı m e d e n i y e t bilmiyor. Nice giyinip kuşansa gene hiç... Bunların boyunbağlarını b a ğ l a d ı m . Ç u l u d e ğ i ş t i r s e l e r d e g e n e a l t ı n d a k i adam, . bizim adamımız. Bedir H o c a y l a , Emin Efendi'ye, — Şu saçınızı, sakalınızı kırptırın da yüzünüz gözünüz görünsün... dedim. Berbere vardık, traş olduk. Elimizdeki adresi so ra soruştura, ibraam Bey'in oturduğu apartımanı bul d u k . Emin Efendi, y e d i katlı apartımanı g ö r ü n c e , — de Vallaha göğsüm kabardı arkadaşlar, dedi, bir bizim kasabadan adam çıkmaz derler, çıkardık ki, d ü ş m a n çatlatır. bir adam Şöyle bir apartımanda o t u r m a k ne d e m e k . . . AHah makamını daha da yücelt sin. Kendim burda o t u r u y o r m u ş u m gibi memnun o l d u m . . . Herhal, bizim Zübükzâde, apartımanın en üst katında otursa gerek... dedi. O r d a yanılmışız. İbraam . Bey, ' en alt katta otur- m a k t a y m ı ş . Kapının zilini çaldık. İbraam Bey'in karısı çıktı. Bizi g ö r ü n c e , açtığı kapıyı aralayıp, aradan bur n u n u n u c u n u çıkarttı, y a r ı m ağızla, — Hoş geldiniz. Bir hacetiniz mi vardı? İbraam evde yok... dedi. Belli ki, gelişimizi hiç b e ğ e n m e m i ş . -— Bacı, İbraam Bey'imizi > nerde buluruz? diye sorduk. — Vallaha hiç belli olmaz, az ö n c e s i B a ş v e k i l hazretleri de telefonda aradı. Gene başları darda kal mış da, İbraam'dan akıl danışacakiarmış...- Şimdi ne yapsak? Şu görgüsüz karıya bak biyol, Ankara karısı olduğundan beri, insanrığı t ü m y i t i r miş. • Ben y ü z ü m ü kızartıp, — Kız g e l i n , b u hemşeriler gelince, nasıl y e n i h u y l a r , buyrun diye içeri memleketten almak, ağırla mak y o k mu? d e d i m . Burnu — kapının dışında, Kusura günüm de... kalmayın, kendi dedi, içerde kadın içerde, böğün misafir kabul misafirlerim var. Bakan m a k a n karıları. Y o k s a b u y r u n , bir s o l u k alın, d e r d i m . — Ş i m d i n'olacak? İbraam Bey'i — Meclıs'e — B i r d e k ö ş k m ü s a t ı n aldınız. A f e r i n ; b e ğ e n dim, bakın bir. nerde buluruz? Orda yoksa Köşk'tedir. ,• — Yok, C u m h u r b a ş k a n ı köşkünde. O r d a da y o k sa kulübe bakın. — Ne z a m a n -— H i ç gelir? bilinmez. Döndük geriye. Ne etsek? Sora soruştura Mec l i s e gittik. M e c l i s tatil o l d u ğ u n d a n kimseler y o k m u ş . Gene de sora soruştura köşk'e vardık. Nöbetçi as ker youmuzu kesti, — Köşk'te Zübükzâde olacak aslanım, içeri bir haber sal, hemşerilerin geldi diye ilet... dedik. Nöbetçi, — N e c i d i r , ne iş y a p a r m ı ş ? d e d i . Zavallı — asker, ne bilsin Zübükzâde'yi? S e n b i r h a b e r ilet, k ö ş k t e n b i l i r l e r , d e d i k . Nöbetçi telefon etti. Yanımıza b i r a d a m katıp, bizi b a h ç e d e n içeri aldılar. Bir b ü y ü c e k e v d e bizi bir adamın karşısına -— K i m i — çıkardılar. arıyorsunuz? dedi. Zübükzâde İbraam Bey'i... — K i m .dedin? K i m d e d i n ? Ş u n a b a k , h ü k ü m e t i n akıl d a n ı ş t ı ğ ı b i r k o c a -İb raam Bey'i bilmez de sorar... Bedir Hoca, - — O ğ l u m , s e n i ç e r i h a b e r v e r , o n l a r ;bi!ir İ b r a am B e y ' i . . . d e d i . — ' ' Ben b i i m e z s e m kim bilirmiş. N e c i , neyin ne si bu İbraam Bey? Ne iş yapar? — Ne iş yaptığını bilmeyiz, lâkin mebustur. ?: ~— M e b u s mu, Allah Allah... Hiç bu adda bir me bus tanımıyorum. Neydi, neydi? — Zübükzâde İbraam... M e b u s canım. Biz seç tik, buraya g ö n d e r d i k . Emin Efendi, İsmail Efendi'nin k u l a ğ m a , — İçime bir kurt yeniği düştü, bu Z ü b ü k itinde oyun çoktur. Sakın mebus oldum diye bizi aldatma sın... d e y i n c e İsmail Efendi kızdı, — Sus, o nasıl söz... Cahil kafanla işleri t ü m karıştırma. Oturduğu apartımanı g ö r d ü n işte... — Orası doğru, mebus olmayanın... A d a m bize bir kitap g e t i r d i , ö n ü m ü z e açtı, — İşte m e b u s l a r ı n .resmi b u r d a , ' a r a y ı n bulun!= Araya araya bulduk. — . İşte bu i Adam, — Siz kimsiniz? dedi. — - B i z heyetiz, dedik, Zübükzâde'mizi göreceğiz d e . bizi C u m h u r b a ş k a n ı h a z r e t l e r i n e n e y e g ö t ü r e c e k , ; Adam hemen telefonu açmasıyla Zübükzâde'yi buldu: v — İbraam Bey, ben Cumhurbaşkanlığı başyave r i y i m . M e m l e k e t t e n sizi g ö r m e ğ e h e m ş e r i i e r i n i z g e l miş... ' O da, - — Eve b u y u r s u n l a r . . . d e m i ş o l a c a k . — 283 — Yeniden evine d ö n d ü k . Bu sefer anası çıktı, •*— İ b r a a m az ö n c e b u r a d a y d ı . A c e l e h ü k ü m e t t e n çağırdılar da oraya gitti. Size de mahsus selâmı var. Kusura kalmasınlar, yarın gelsinler... dedi. Geceyi otelde geçirdik. eve damladık. Bu kez Devrisi gün, sabahtan karşımıza yabancı bir avrat çıktı: — İbraam Bey yok... — Karısı nerde? -T Altı aylık y a p t ı r m a ğ a b e r b e r e gitti. — Anası nerde? — Komşuya gitti. D ö n d ü k . Otelin kahvesine daldık. Emin Efendi, — Y a h u b u altı a y l ı k y a p t ı r m a k d a n e y m i ş ? d e d i . — Ş e h i r d e karı kısmı, b e r b e r e gidip kendini al tı aylık yaptırtır... d i y e anlatınca h e p şaştılar. Akşama eve gittik, y o k ; sabaha gittik, yok... Beş gün arkasından koştuk. Bizim beyaz göynekler kir lendi. Birer d a h a aldık. Gideriz evine «yok!» derler. Bunlar bizim göre neği, geleneği toptan unutmuşlar... «Buyur içeri, bir kahvemizi için de soluklanın!» d e m e k y o k . Baktık olacağı y o k . Kapıya n ö b e t ç i k o y a l ı m , de dik. Herbirimiz birer saat kapıda nöbet Birgün de böylece bekledik, gene yok... tutuyoruz. Yahu bu herif evine bacadan girmez ya. Artık iyice umudu kes tik, d ö n m e ğ e karar verdik. oturmuş — Birgün otelin kahvesinde konuşuyoruz. Bu namussuz, bir daha m e m l e k e t e hiç d ö n m i - yecek mi... dedim. Bedir Hoca, otel köşelerinde para tüketmekten bıkmış, — Hangi yüzle gelecek? Biz bunun suratına t ü - k ü r m e z miyiz, t ü k ü r ü k l e b o ğ m a z mıyız... d e d i . Emin — lıya Efendi, Hiç de bişey yapamayız, bağlar, dedi, gene işi t a t derken evdeki bulgur görürsünüz. Dimyata pirince gidelim dan olduk, ö y l e ya, buraya geldik ki, fabrika isteye lim, baraj isteyelim, yeni bir kaymakam isteyelim. G e ç t i k hepsinden, şu A n k a r a g u r b e t i n d e parasız ka lıp d a m e m l e k e t e z o r m u d ö n e c e ğ i z n e . . . Biz otelin k a h v e s i n d e b ö y l e para çekmecesinin Acımış da — başına konuşurken, otelci oturmuş, bizi dinlermiş. bize, S i z i n d e r d i n i z ne? d i y e s o r d u . Anlattık. — Onun kolayı var, ben şimdi bulurum. — Nasıl? — Evine ' — Sen ne diyorsun telefon gündüz nöbet ederiz. ağam, tutmaktayız. biz k a p ı s ı n d a Herifin eve gece- geldiği mi var?... — Durun siz... Otelci, Zübük'ün evine telefon etti. — Burası Meclis, . ibraam sordu. Bey orda mı? d i y e , N e d e r s i n , İ b r a a m z ı r t d i y e k a r ş ı s ı n a ç ı k m a z mı? Otelci telefonu bana verdi. — İbraam Bey, şükür görüştüğümüze, ben İh san... dedim. — Vay İhsan Beyefendiciğim... diye söze giri şince anladım k i , beni b a ş k a bir İhsan sanmış, — Ben — O Gedikli İhsan... İhsan Efendi, dedim. hoş geldin, safa geldin. Ye ni mi geldin? — N e d i y o r s u n İ b r a a m B e y , d e d i m , biz h e y e t ç e — 290 — geldik. Zatınızı aramaktan Ankara'nın kaldırımlarında, sersefil, perperişan olduk. — Ne d i y o r s u n . . . t u . . . v a y anasını... Yahu size evin adresini de vermiştim. D e m e k bulamadınız, vah vah... Nasıl söğmezsin şimdi? Hadi sus, dedim, gene kendime. . Kalktık heyetçe evine vardık. Bizi bir karşılama, bir karşılama, yere göğe koyamıyor. Sarılıp sarılıp öpüşüyoruz. Anası — d e r s e n bize, Ah o ğ u l l a r ı m . . . d i y o r da bir daha d e m i y o r . İki aralık, — Ah ihsan Efendi o ğ l u m a h . . . Z ü b ü k ' ü n anası beni dışarı çekti: Benim bitecik o ğ l u m u hiç sorma. Ankara kahpelerinin eline düştü. G e c e s i gündüzü hiç belli d e ğ i l . A m a n o ğ l u m , o y o ğ lum... ' Z ü b ü k surdan burdan konuşuyor. Gene hep* es ki t ü r k ü s ü . H ü k ü m e t i n her bir işini buna danışırlar- mış. kalmamış. Vere vere gayri k e n d i n d e akıl Her b i ş e y i a n l a t ı y o r d a f a b r i k a d a n , b a r a j d a n lâf y o k . Ya hu biz b u r a y a n e y e geldik? Konuşa konuşa akşamı ettik. Gayri otele dönmenin zamanı... — Eh İ b r a a m B e y , b i z e m ü s a a d e . — Ne d e m e k . . . K ı r k yılın başı gelmişsiniz, m e k olur mu? Bu g e c e misafirimsiniz.' git Dünyada bı r a k m a m . Olmaz t ö b e . . . Yahu, ele güne karşı... Bir de göz kırptı: — Bu gece eğlenelim k i . . . Ankara neymiş,' gör meli... D ü ş t ü ö n ü m ü z e , ç ı k t ı k y o l a . Bizi o t o m o b i l e b i n d i recek, bir o t o m o b i l e sığışamıyoruz. İki o t o m o b i l e d o luştuk. Zübük'le dört arkadaşımız öndeki arabada, biz arkalarındayız. Herhal ö n d e k i n i n parasını Z ü b ü k v e r d i . Emin Efendi bizim arabanın ş o f ö r ü n e , — Kaç para oğlum? dedi. — Yedibuçuk Emin Efendi lira. bana, •— S e n v e r de s o n r a hesaplaşırız... d e d i . . P a r a y ı v e r d i m . B i r y e r e g i r d i k , ö n d e Z ü b ü k . . . İb raam Bey'i gören, — Buyrun Beyefendi... diye eğilerek yerlere ka panıyor. Z ü b ü k , eğilen herifi geçtik mi, — T a n ı r l a r benî, h e p s i t a n ı r . . . Bunlara ç o k iyili ğim dokunmuştur... diyor. Bak şu alçağa? Garsonlar selâm verip eğildikçe «Tanırlar b e n i . H e p s i n e iyiliğim vardır» d e m e z mi, in sanı çatlatacak. Bizi hiç dünya bilmez sanıyor. Ulan b i z . . . Biz n e l e r , n e y e r l e r g ö r m ü ş ü z . B u r a s ı l ö k ü s b i r lokanta. Yedik içtik... — B u r d a n çıkıp eğleneceğiz... d e d i . Hesap gelince, herkes cüzdana davrandı, ben de d a v r a n d ı m . N a s ı l o l s a , bizi ç a ğ ı r a n Z ü b u k , p a r a y ı d a verecek olduğundan herkes paraya davranmış. Hep birbirimizin eiini tuttuk, sen v e r e c e k s i n , ben v e r e c e ğim diye itişmeğe başladık. Zübükzâde, — Hött!.. diye bağırarak ağalığını g ö s t e r d i . M a sanın üstüne bütün bir binliği k o y d u . G ö r d ü n mü sen ağa adamı? G a r s o n parayı aldı, gene g e t i r d i : ; — Affedersiniz, bozamadık. ^ Bozukluğunuz yok mu? Zübük ceplerini karıştırdı. Eyvah ki eyvah," g ö r d ü n mü, bozuğu yok. Nasıl olsa Emin Efendi, «Sen he— 292 — sabi ver, sonra, üleşiriz» d i y e c e k . B e n o n d a n atik davranıp, — S e n v e r hele Emin Efendi, s o n r a hesaplaşırız, dedim. Emin Efendi yüz lirayı v e r i n c e öleyazdı. Oradan çıktık, arabalara bindik. Herif c e b i n d e n binlikten aşa ğı para taşımıyor. Ş o f ö r ü n p a r a s ı n ı g e n e biz v e r d i k . B u s e f e r iyi b i r y e r e g e l d i k , Karılar hamamda gibi yarı cennet misâli bir yer. soyunuk. Çalgılar desen takım takım. Şükürler olsun, benim çok bar mar gör müşlüğüm var ama, vel Bedir Hoca, böylesini Zübük'e görmemiştim. Aklı selâm verenleri Ev gördükçe şaşalıyor: — Yahu, herkes tanıyor İbraam Beyi be... Olur iş d e ğ i l . . . Zübük de, — Tanırlar... Ç o k iyiliğim vardır bu itlere... diye gert gert geriniyor. G a r s o n iki m a s a y ı b i r l e ş t i r d i . Oturduk, Zübük soruyor: — Ne içersiniz ağalar, s ö y l e n ! Ben yekten, — Fiski!.. d e d i m . Çiftverenoğlu da, benden duyunca, •— Bana da fiski!.. dedi. Emin Efendi, — A n c a birlik, kanca birlik, benimki de fiski o l sun... dedi. Bedir Hoca, — Ulan fiski de ne Allah muşum. bilir ya, Allahın fışkı? d e d i . b e n f i s k i y i i ç m e m i ş i m , adını d u y Kulu İsmail Efendi, -—Babandan gördüğünden şaşma! aslan sütüdür... dedi. Rakı i ç e l i m , Aklr Evvel lümanlık — Bedir Hoca, sakalını sıvazlayıp Müs taslıyor: Ben içmem!.. —. A m a n e t m e h o c a , ulan s e n evinde k a ç a k ra kı ç e k e r de küplen rakı devirmez misin? — Sus, töbe de! Duyan da essah beller... Emin Efendi bir sağından bana, bir solundan A l lah S e l â m e t V e r s i n M u r t a z a E f e n d i y e , — Aman, diyor,, aman davranın da ç o k içelim. H e m de içkinin en pahalısı hangisiyse o n d a n getirte lim. — N e y e Murtaza Efendi? — Neyesi v a r mı kardaş? Herifin c e b i n d e binlik. B u r d a da bin lirayı b o z d u r t a m a z s a , yandık. Hesabı bize ödettirecek... Su gibi fiski içiyoruz. Allahın Kulu İsmail Efen di, — B e n , bu f i s k i d e n hiç b i r ş e y anlamadım, aslan: sütü gelsin. Babadan gördüğümüzden şaşma! dedi. D e r k e n , Z ü b ü k mü işmarı çaktı, y o k s a m buranın göreneği ney mi, masamıza karılar doluştu. Murta za Efendi, Karıların gelmesini b e ğ e n d i m , dedi, hiç mi d e ğ i l s e k i z - d o k u z y ü z lira — masraf olur da Zübük'ün b i n lirasını bozarlar. Ben bu bar dalgalarını bilirim; bilmesem de es ki arkadaşlarımdan ç o k dinlemişliğim var. Bu karılar g e l i n c e biz b u r a d a n b i r - i k i b i n l i r a y l a z o r k a l k a r ı z . Aklı Evvel Bedir Hocayı görsen şaşarsın. San karıyı nerdeyse kucağına oturtacak. Sarı karı, Bedir Hoca'nın sakalını — okşayıp okşayıp, Hacı e f e n d i . . . diyor. Aklı Evvel helâli, haramı unutmuş, sarı karının ağzına dayadığı kadehi bir-iki d e m e d e n içiyor. B e n i m payıma karının en hası d ü ş m ü ş , h e m i yaz lık h e m i kışlık bir avrat, elimi atıp n e r e s i n i t u t s a m avucum doluyor. En son — hatırladığım, karının beni, Gel şekerim! diye locaya sokması, ondan sonrasını hiç b i l d i ğ i m y o k . G ö z ü m ü açtım ki o t e l d e k i odadayım. Karyolalarda öteki arkadaşlar uyumakta. Bitişik odayı açtım, ordaki arkadaşlar da horluyor. Bunları — dürterek uyandırdım. Kalkın, davranın arkadaşlar! Yahu bir heyet değil miyiz? B u r a y a u y u m a ğ a mı geldik? Uyananın — Ben kimisi, neredeyim? Kimisi, — Ben buraya nasıl geldim? V ı ş ş ş L H i ç b i r i m i z i n b u r a y a nasıl geldiğimizi diyor. bildiğimiz y o k . Allahın Kulu İsmail Efendi, —: A m a n beni bırakın, kıpraşacak mecalim yok... dedi. . Evet, h e p i m i z k ü p e basılı hıyar turşusuna dön müşüz. Bir de baktık, Aklı Evvel Bedir Hoca y o k . — Bedir Hoca'ya n'oldu? Herif ortalarda yok. Emin Efendi su dökmeğe gitti, heladan dönüşünde, — Heyvaah, ben bağırarak, yeri göğü çarpılmışım arkadaşlar!., diye ayağa kaldırdı, otel başımıza toplandı. Emin Efendi durmadan bağırıyor: — ma Ulan, polis y o k mu, zaptiye y o k mu, candar nerde? vaah... Kahpeler beni soymuşlar... Yandım ey- Beş kuruşum kalmamış... Murtaza Efendi bunu yakasından tutup bir yana ç e k t i : ••••••••• — Sus heyri, gazeteler duyar da, fabrika iste- meye gelen heyeti bar karıları soydu diye yazarsa, bir daha m e m l e k e t e de dönemeyiz. A m a n sus!.. — S u s u l u r mu? Sekiz yüz pangonot yok... iman y o k mu alçaklarda, cıgara Din parası bırakmamış lar...: — A m a n sus, memlekete dönesiye hergün bir paket birinci, cigaran b e n d e n . . . Emin Efendi'yi susturmaya çalışan Murtaza Efen di elini k e s e y e atıp da b u l a m a y ı n c a , d ö r t yanına b i r çalındı, t o p a ç gibi fırfır d ö n ü p , — Heyvaah, soyulmuşum Müslümanlar!, diye feryadı bastı. A m a n sakın, diyerek, ben de elimi iç c e b i m e at tım. A t m a m l a ben de «Aman aman, hey...» t ü r k ü s ü ne g i r i ş t i m . Bizi h e p s o y m u ş l a r . Biz d ö v ü n ü p ç a l ı n dıkça, otelci güler, kahveci güler, müşteriler güler. A n k a r a milletine rezil o l d u k ki hiç s o r m a . Çiftverenoğlu — Hamza Bey, Arkadaşlar, daha burda durulmaz, hemen memlekete dönelim... dedi. — D ö n ü ş parası nerde heyri? Dilenecek miyiz buralarda? Hamza Bey, ihtiyatlı herif, ne olur ne olmaz d i ye ceketin astar içine keseyi dikmiş. Karılar b u l d u k larını seyi almışlar, aramışlar taramışlar, bulamadıklarından Hamza astara dikili ke onu yürütememişler. Bey, •— Yol paraları b e n d e n , b o r c u n u z o l s u n . D ö n ü ş te verirsiniz... dedi. B e n i m ü s t ü m d e d a h a b e ş y ü z lira v a r . mış, y ü n çorabın içine koymuştum. O n u ayır Karılar onu da bulamamış. ö b ü r arkadaşların da şuralarına buralarına para sakladıklarını bilirim ya, Hamza Bey'den başkası pa- ram var, demiyor. En avanağımızın o o l d u ğ u b u n d a n da belli işte... Dönelim dönmeye ya, Bedir Hoca nerde? Onu burda k o y u p gitmek olmaz. Murtaza Efendi, — Bedir Hoca gene aklı evvel olduğunu göster d i . A l l a h bilir, sarı karının koynundan çıkmamıştır, dedi. Bizim yanımızdaki karılar, n'oldu, biz nasıl bu otelin yolunu bulduk? Bütün gün cak. uyuyakalmışız. Bedir H o c a y ı nerden Nerdeyse akşam bulacağız ola diye düşünüp d u r u r k e n , Hoca inleyerek, ıhlayarak geldi. Başı, gözü h e p sarılı sarınmış. a m a nasıl Ihlıya sarılı, gömleğini yırtıp kafasına pıhlıya gelmesiyle, döşeğin üstüne düşmesi bir oldu. — O c a ğ ı n bata H o c a , y o k s a g ü r e ş t e sarı karı ya y e n i k mi düştün? Bu ne? Bedir — Hoca, Yoldaşlar, ben sabaha çıkmam, artık - eksik h a k k ı n ı z ı h e l â l e d i n . . . d e m e z mi? — Aman Hoca, — Yok...-Benim Allah geçinden versin. O nasıl söz? n e iyi d a y a n d ı m . O ömrüm tamam' hemşeriler. kadar köteği Ge öküz yese dayan m a z ö l ü r d ü . İyi d a y a n d ı m a ğ a l a r . . . —- Maşallah... saba halkına Biliriz dayanıklısın. D ö n ü ş t e dayanıklı olduğunu anlatırız. Bu ka senin y e d i ğ i n d a y a k k a r ı s o p a s ı mı? - — K o n u ş a c a k d e r m a n ı m y o k . . . Yalnız k a r ı s o p a sı olsa cana minnet. Bir o r d u erkek başıma doluştu. S a b a h a c a k sopa çaldılar. Biri y o r u l u p bırakınca, biri aldı s o p a y ı . . . Kırılmadık kemiğim, çürümedik etim kalmadı. — N e y m i ş zorları, ne isterler sen garipten? — Ne i s t e y e c e k l e r , p a r a . . . B e n o rakı zıkkımın d a n sızmışım ölü g i b i . S o p a y l a k e n d i m e g e l d i m . «He sabı ver!» dediler. Hesap dediği üçbin üçbin liralık ne y e d i m , içtim, olamaz!» lira... «Ben dediysem de siz, h e s a b ı v e r e c e k d i y e b e n i b ı r a k ı p g i t m i ş s i n i z . nasıl arkadaşlık? Cüzdanı önlerine attım. «Alın Bu sizin olsun, başka da on param yok!» dedim. Cüzdandan i k i y ü z e l l i p a n g n o t ç ı k t ı . « P a r a y ı v e r , k e m i k l e r i n i ezer, seni toz ederiz!» dediler. «Tiftiğimi atıp külümü sa- vursanız, başka param yok!» d e d i m . «Ulan hacı ağa, biz sizi biliriz. S e n i n g i b i ne molozlar, ne k o z a l a k l a r elimizden billâha geçti, yok... çıkar parayı!» Bastılar sopayı, dediler. Vallaha y o k bastılar sopayı. Bak tım kurtuluş yok, «Aman durun şu iç gömleğime di kili k e s e d e ölümlük dirimlik üç beş k u r u ş u m var. Alın a n a n ı z ı n a k s ü t ü g i b i h e l â l o l s u n » d e d i m . G ö m l e k t e n k e s e y i s ö k ü p aldılar, payı... bin lira çıktı. V u r d u l a r s o «Aman etmen, eylemen!.. Kuşağa dikili kese d e k e f e n p a r a m v a r , alın h e s a b ı n ı z ı d a ü s t ü n ü b ı r a kın!..» Beşbin pangnotun hepsini aldılar. r u k , b e ş b i n liralık k e f e n senin gibi «Ulan mo uyuz çakala ç o k d e ğ i l mi?» d e d i l e r . «Para d a p a r a , p a r a d a p a r a » d i yerek vurdular ha vurdular. devretti, nöbetleşe döğdüler. Yorulan sopayı «Para v a r s a , ötekine bulun a- lın!» d e d i m . « U l a n , b i z s i z i b i l m e z m i y i z , s i z i n s a k l a dığınız y e r d e n parayı şeytan bulamaz. Çıkar keseyi!» Sabah oldu. Baktım leşim ellerinde kalacak. Uç kur deliğindeki döğerler. «Yahu paraları siz boşaltıp verdim. Zübükzâde'nin Daha bunca da iyiliğini görmüşsünüz. A k ş a m hepiniz önünde iki kat olur eği l i r d i n i z . B u e t t i ğ i n i z a y ı p d e ğ i l mi? Z ü b ü k z â d e d u y a r s a , s i z e b u r a l a r ı n ı d a r e t m e z mi?» d e d i m . « K i m m i ş o Zübükzâde?» dediler". «Mebusumuz İbraam Bey...» d e y i n c e b u n l a r b ü s b ü t ü n kızıp, « P a r a y ı s e n d e n a l a c a - •ğımızı s ö y l e y e n - h e r i f m i ? . . da...» diye kantarlıyı Hay sana da m e b u s u n a bastılar. S a b a h olunca, kuyruk s o k u m u m a bir t e k m e indirip beni kapı dışarı ettiler. Ş o r a sora, sürünerek akşama kadar ancak otele ge lebildim. Ben öldüm... sabaha çıkmam...» — Şu yüzünü, gözünü aç, nedir sarınıp sarma lanmışın? — Aman açmayın! diye yakarmağa Zorla, çaputları kafasından başladı. çektik. Amanııın... Bir de ne baksak, Aklı Evvel Bedir Hoca'da saka! bı yık kalmamış, tüs bırakmamışlar, cascavlak kaş kirpik yok, herifin — U l a n H o c a bu ne? — Sormayın kardaşlar, elimi, bağladılar, cavlak — müşler; kellemi hamam suratında tüy etmişler. otuna kolumu, ayağımı bulayıp beni böyle ettiler. A m a n hoca, seni hamam y o k s a dahası oğlanına döndür d a y a r mı? Aklı Evvel Bedir Hoca'nın gözleri doldu• — A r k a d a ş l a r , dermanım tükendi. Pantolonumu çıkartın. Pantolon ağına dikili bir k e s e vardır. Keseyi hepinizin gözü ö n ü n d e açın. ö l ü r s e m c e s e d i m y a b a n i l l e r d e s ü r ü n m e s i n . B u p a r a y l a b e n i m e m l e k e t e taşır, o r d a gömersiniz. Ve de suratımın bu halini, v ü c u d u m u n çürüklerini sülâlemden ve muhaliflerden ye kimse göstermezsiniz. Biz e r t e s i s a b a h h e m e n A n k a r a ' d a n d ö n d ü k . İlk işimiz Kasap Osman'a bir dana k e s t i r m e k o l d u . Ka sap O s m a n , dananın tulumunu çıkardı. Aklı Evvel Be d i r Hoca'yı dana tulumunun içine d o l d u r u p döşeğine yerleştirdik. Bir hafta diyende tulum kurtlandı; k o k u dan Aklı Evvel'lerin hanesine yaklaşılmaz oldu. H o c a y ı , d a n a t u l u m u n d a n sıyırdık,'-aldık. z e l c e hamamda terletip yıkatıp Bir gü içinin zehirini aldık. Koca Hoca, tüy tüs kalmayınca sovanın d ö n m ü ş . H o c a iki a y e v i n d e n d ı ş a r ı cücüğüne çıkamadı. Yeni d e n kaş, kirpik edinip, saç sakal çıkınca evinden çı kar oldu. Biz Ankara'dan dönüşün, baktık ki, bizim s ü m sük kaymakamı da burdan başka yere tayin etmişler, herif gitmiş. Kaymakama Tahrirat Kâtibi diyor. Hiç k a y m a k a m Rıza Bey vekâlet e- gelmeseydi, çok daha iyiydi. Rıza B e y n e o l s a b i z i m adamımız,' b i z d e n . . . Kaymakamın gidişinin ayındaydı, Çiftverenoğlu Hamza, Z ü b ü k İbraam'dan bir mektup aldı. M e k t u b u bize o k u d u . İbraam d i y o r k i : «Kaymakamı değiştir, dediniz. Ben de sizin şikâyetinizi İçişleri Bakanına söyiedim. Kaymakam hakkında tuttuğunuz şikâyetna me varakasını Bakanlar Kurulu'nda o k u d u m . Sizin şi k â y e t i n i z d e yazılı olduğu gibi, k a y m a k a m ı n gizli d i n taşıdığını, y ü z ü m ü z e g ü l ü p a r k a d a n sunu kazdığını, muhaliflerle partimizin onları desteklediğini, memlekette deşlik havasını ve millî kuyu gizliden pazarlığa girip ikilik yaratıp kar birliğimizi muhaliflerle selâmlaştığını, oturup bozduğunu, hattâ konuştuğunu yet mezmiş gibi, bir de üstelik muhalif partinin ilçe başkaniyle tavla o y n a r k e n ve gizliden rakı içtiklerinin t a r a f ı m ı z d a n g ö r ü l d ü ğ ü n ü h e p a n l a t t ı m . «Ya b u k a y m a kamı burdan sonrasına atarsınız, ya da beni karışmam beni kırmadılar, haa!» dedim. küstürürsünüz, Eksik olmasınlar, kaymakamı vekâlet emrine Belki de mahkemeye verilecek. Şimdi aldılar. size yeni bir k a y m a k a m g ö n d e r i y o r u m . Denersiniz bir. Baktınız o l m a d ı , b e ğ e n m e d i n i z , y a z ı n b a n a , o n u d a a t t ı r ı r ı m . Ye ni gönderttiğim kaymakamı sınayın, işinize yarıyor, memlekete ve partimize hizmeti oluyorsa orada kal sın. Olmazsa, bir başkasını düşünürüz. Memlekette ç o k ş ü k ü r k a y m a k a m kıtlığına kıran g i r m e d i y a . . . F a b r i k a i ş i , b a r a j işi i ç i n h i ç t a s a l a n m a y ı n . F a b rika ve baraj için kında izniyle mız Allahın kuruİup dan çıkan kör b ü t ç e d e n ö d e n e k ç ı k a r t t ı r d ı m . Ya bacası barajımız dikilecek. yapılacak ve fabrika Fabrikamızın bacasın dumanlardan muhalif rezillerinin gözleri olacak...» M e k t u b u dinleyince şaştık kaldık. Biz g i d e n kay makam için şikâyet mikâyet yazmadık, t u t m a d ı k , b u n e iş!.. selâm cık, zabıt mabıt Garip kaymakamın muhaliflere melâm verdiği tüm yalan. dairesiyle evinden Fukara dışarı ^çıkmazdı kaymakam- ki korkusun dan, muhaliflere selâm vere... Hamza — ni Bey, Ben anladım, dedi, bu Zübük'ün çevirdiği ye bir dolap... Bizim ağzımızdan şikâyetname yazıp, altını da bizim y e r i m i z e imzalamıştır. Bu m e k t u b u y a z ı y o r k i , i l e r d e s o r u ş t u r m a n e o l u r s a «Evet biz ş i k â yet etmiştik» diyelim. Kaymakamın yeni gidişinden onbeş gün kaymakam geldi. Tahrirat Kâtibi kadar sonra Rıza Bey anla tıyor. Bir gün bir adam hükümete çıkagelmiş, —— Benim odam neresi, gösterin demiş. Kaymakam odacısı, adamı yabancı görünce, — Yanlış geldin, burası otel değil hükümet... de miş. ' Adam, — Bey kaymakamım! deyince odacının korku dan az daha dudağı yarılacakmış... — Buyur! diye bunu kaymakamlık odasına sok muşlar. Hemen Tahrirat Kâtibi Rıza Bey tebrike ge lip, — Hoş geldiniz Beyefendi! demiş. B u k a y m a k a m bizi ilk o n g ü n b i r s ı k t ı , b i r s ı k t ı , — 301 — h i ç s o r m a . . : B i z b u n a u y g u n dille,, k e n d i s i n i Z ü b ü k ' e ş i k â y e t e d e c e ğ i m i z i anlattık. — Ben ne Ne dese iyi: Zübük'ler görmüşüm hey... m ü b ü k d i n l e m e m . B a n a vız g e l i r . Zübük Beni buraya, sizi a d a m e d e y i m , d i y e H ü k ü m e t s e ç t i g ö n d e r d i . S i z i gidi. b e n i b i l m e z l e r . . . U l a n sizi t e r b i y e l i m a y m u n a d ö n d ü r mezsem... Ş u n a b a k . B i z b u n u Z ü b ü k ' e y a z s a k , Z ü b ü k bu-r n u e ş ş e k t e n y u v a r l a n m ı ş a d ö n d ü r t m e z mi? Tahrirat Kâtibi — Rıza Hele durun, Böyle zart zurt Bey, dedi, bu etmesine dilden ben bakılırsa, herif anlarım.. rüşvetçinin biri. Sizden rüşvet istiyor. Bu açık... B u n c a yıllık tecrübe o ğ l u m . Biz bu saçları değirmende ağartmadık. B i r m e m u r g i t t i ğ i y e r d e i l k t e n z a r t z u r t l a işe b a ş l a r s a anla ki onun derdi başka değil, rüşvet... Hele sabre din, yakında yumuşar, balmumu olur... Hay Allah razı o l s u n , g ö r d ü n m ü s e n kaymaka m ı . Y a h u i s t e d i d e e s i r g e d i k mi? A ğ ı z d e l i k t i r , bir şey girecek... ler y ü r ü s ü n . Eski İstediği rüşvet olsun; yeter ki iş Biz r ü ş v e t v e r m e d e n ' k a ç a n kaymakamdan içine şikâyetimiz neydi? er miyiz? Herif rüşvet: almasını bile b e c e r e m e z d i . T e k r ü ş v e t alsın da çar kımız d ö n s ü n . . . G e r ç e k m i ş , ayına kalmadan kaymakam bir y u muşadı, bir y u m u ş a d ı . . . Böyle bir işbilir ve de vatan daşın derdine derman kaymakam görülmemiş. Eski d e n o n a y d a h ü k ü m e t k a p ı s ı n d a o l m a z işi, o n d a k i k a d a şıp d i y e ç ı k a r ı y o r . B u a d a m i ç i n o l m a z y o k . M e murlar — alışmış, Efendim kanun böyle, nizam şöyle... diye bir bahane bulacak — olsalar, H ö t t L Burda vatandaşın işi görülecek. Lâf istemem. Kanun da nizam da vatandaşa hizmet için!.. diye k e s i p atıyor. Gördün mü sen kaymakamın yiğidini... Bir gün durup dururken, — Toprak dağıtacağım! Ve de dağıttı. dedi. H ü k ü m e t malı ne kadar toprak, bahçe, eskiden kalma fidanlık yeri varsa hepsini dağıttı. Yahu herif, h ü k ü m e t i ç i n d e ayrı H e r k e s kırk yıldır h ü k ü m e t tamadığı işlerini kaymakama bir hükümet... kapısından bitüriü çıkar- dakikasında çıkartır oldu. dua Millet, ediyor. Bigün partide toplantımız var, surdan burdan k o n u ş u p yârenlik e d e r k e n Aklı Evvel Bedir Hoca, —• Arkadaşlar, size bişey diyeyim mi, benim bu kaymakamın işine hiç aklım e r m e d i . . . d e d i . Bedir Hoca'nın suratında tüyler bitmiş, sakalı el tutamı uzamış da, daha y e n i y e n i a d a m arasına çık mağa başladı. — Neden Hoca, ne varmış kaymakamın işlerin de? diye sorduk. — Akıl sır almaz işler, d e d i , bu k a y m a k a m b e y i mizin ilçemizde işleri akla zarar. Siz ne derseniz d e yin, b e n işkilleniyorum. Bu kam 'V , a d a m bir resmî k a y m a olamaz. — O ne d e m e k ? — Evet, resmî k a y m a k a m olamaz; y â n i bu a d a m hükümet kaymakamı değil. Bir Hükümet kaymakamı, m ü m k ü n ü y o k , b u k a d a r iyi o l a m a z , h a l k a b ö y l e iyi • hoş davranmaz. Bu işin içinde bir bit yeniği var. Ha yır; bu adamın met'kaymakamı tutumuna bakarsan resmî b i r h ü k ü değil. — Ya ne? — Ne olduğunu bilmem. Orasını .Cenabı M e v l â m bilir. Velâkin bildiğim bişey varsa, bu kadar iyilik eden adam resmî k a y m a k a m olamaz ve de hüküme t i n b i r k a y m a k a m ı b u k a d a r iyi o l a m a z . — Sus Hoca, sus... Aman kulağına gider mider de... Bu söz orada kaldı. K a y m a k a m toprak dağıtıyor, pazar y e r i n i p a r s e l l e t i p halka d ü k k â n l ı k y e r sattı, ev lerin çıkmayan tapularını çıkarttı, yapmadık iş bırak madı. G ü n l e r d e n b i r g ü n vali, k a y m a k a m l ı ğ a bir iş için telefon ediyor. O sırada k a y m a k a m orda bulunmadı ğından, Tahrirat Kâtibi Rıza Bey, valiyle konuşuyor. B i r a r a Rıza B e y , — Kaymakam Bey de şimdi burdaydı, köylüye toprak dağıtmağa gitti... deyince, vali, — N e e e ? Ne k a y m a k a m ı ? Biz o k a y m a k a m ı or-' d a n k a l d ı r m a d ı k mı? V e k â l e t e m r i n e a l m a d ı k mı? O r da hâlâ h ü k ü m e t t e n habersiz k a y m a k a m l ı k mı eder? diye bağırıyor. Rıza B e y d e , — geldi... O k a y m a k a m gitti şükür, yeni kaymakamımız der. •— Y e n i s i ne z a m a n g e l d i ? — üç aydır burda. — Allah Allah, benim hiç haberim yok. O nasıl, iş? H i ç g e l i p v i l â y e t e g ö r ü n m e d i . N e r d e ş i m d i ? — Toprak dağıtmağa gitti. --Ne — toprağı? Toprakları hep ucuz ucuz dağıttı. Pazar y e r i , ilçe alanı, cami avlusu hep dağıidı bitti. Şimdi de me zarlığı dağıtıyor. Kaymakam Bey sabah lıkta... Vali şaşıyor: — 304 — beri mezar — Nasıl iş canım... Mezarlık dağıtılır mıymış? Nerden gelmiş bu kaymakam? Rıza B e y , — E f e n d i m , d i y o r , b u k a y m a k a m ı Z ü b ü k z â d e İb raam Bey, Ankara'da kaymakamlar içinden seçip be ğenmiş de tâyin ettirmiş; Vali, — ö y l e y s e , ben yarın oraya geliyorum... diyor. Ertesi gün vali öğleye d o ğ r u geldi. Kaymakam nerde? Yok... K o y d u n s a bul k a y m a k a m ı . . . Evine a- d a m k o ş t u r u l d u . K a y m a k a m Bey, çantasını alıp g e c e d e n u ç m u ş . V a l i d e b u işe ş a ş t ı k a l d ı . Belki acele bir iş çıkmıştır da İbraam B e y çağır mıştır, d e d i k . Vali kızdı, bağırdı, çağırdı, g i t t i . Biz de a r k a s ı n d a n « B u r a y a t â y i n e t t i r d i ğ i n k a y m a k a m sır o l du» diye Z ü b ü k z â d e ' y e m e k t u p yazdık. C e v a p g e l d i : «Ben k a y m a k a m m a y m a k a m tâyin ettirmedim. Orda Rıza B e y g i b i d e ğ e r l i b i r h e m ş e r i m i z d u r u r k e n , k a y m a k a m n e o l a c a k m ı ş . . . Rıza B e y , s i z i n d i l i n i z d e n a n lar. V a r s ı n o , k a y m a k a m a v e k â l e t e t s i n . . . » Biz bu işi b i r t ü r l ü ç ö z e m e d i k . Derken, o gün gazete günüydü. Kaptıkaçtı postayı getirmiş. Gazete ler dağıldı. Biz de kahvedeyiz. Gazeteyi eline alan, — . Aaa!.. diyor, d o n u p kalıyor. Bu insanlar neye şaşar diye ben de baktım ga zeteye. Ne g ö r s e m , bizim kaymakamın koca bir res mi: «Bir sahte k a y m a k a m yakalandı.» Y a i ş t e b ö y l e b e y . K ı r k y ı l ı n b a ş ı n d a i l ç e m i z e iyi bir k a y m a k a m geldi, o da sahte çıktı. A m a iş o kadar la bitse iyi. .Kasabamıza müfettişler d o l d u . kamlıktaki üç memuru tutuklayıp götürdüler. Kayma Sahte k a y m a k a m b u n l a r ı d a işe b u l a ş t ı r m ı ş . Rıza B e y a k ı l l ı , tecrübeli olduğundan bu işten tuldu. paçasını sıyırdı, kur Biz dişlerimizi bilemiş Zübükzâde'yi bekliyoruz, ç i ğ ç i ğ y i y e c e ğ i z , ö y l e k i kızmışız... Bu alçağın bize oynadığı oyun hiç unutulur mu? Bedir h o c a , ••'— U l a n , d i y o r , b u r e z i l m e b u s o l d u d i y e h i ç b u ralara uğramıyacak mı? O rezil mi? B e n d e B e d i r H o c a y s a m yım? geçmiyecek . . Kendi aramızda liflere yen elimize tükürüğe boğmaz mı böyle çıtlattığımız y o k . i ç i n d e kalır» diye. konuşuyorsak da Neden demişler Ne de olsa muha «Kol bizim kırılır adamımız; biz m e b u s s e ç t i r m i ş i z , y a b a n c ı l a r a nasıl d e r i z ? Z a t e n de türlü dedikodular dönüp dolaşıyor. Biz o n u böyle diş bileyip beklerken, bir sabah d u y d u k ki Z ü b ü k , g e c e yarısı o t o m o b i l l e k i m s e y e g ö rünmeden yunca ilçeye gelmiş, evine kapanmış. Bunu du h e m e n p a r t i d e t o p l a n d ı k . B i z o r a d a nasıl h a reket edeceğiz diye meşveret edip Zübük'ü bekler ken, o bize h a b e r g ö n d e r d i : — ö ğ l e d e n sonra ikide Satılmış Bey'in sinde vatandaşların dertlerini dinleyeceğim. kahve Herkes orda toplansın... Bir de kahveye gittik ki, muhalifler bizden önce kahveye dolmuş. A v u k a t Burhan da hiç sıkılmadan gelmiş. Saat üçte utanmadan Zübükzâde kahveden i ç e r i g i r d i . G i r m e s i y l e b i r a l k ı ş t ı r k o p t u . , İlk a l k ı ş ı p a t latan da a v u k a t B u r h a n . . . İnsanoğlunda. hiç utanma k a l m a m ı ş b e y . . . Y a h u b u r e z i l d e a l k ı ş l a n ı r mı? Aklı — Evvel Bedir Hoca, Biz, d e d i , i ç y ü z ü m ü z ü y a b a n c ı l a r ö ğ r e n s i n i s temedik. Gelgelelim kendisi çanak tuttu, bizi b u r a y a çağırdı. Ş i m d i b e n de h e r k e s i n içinde ağzımı açıp g ö z ü m ü y u m m a z mıyım? herkesin , içinde Hamza Bey, Bu Zübük'ün bir bir anlatmaz bize mıyım? ettiklerini ' — Hele sen dur, -dedi, i l k t e n b e n k o n u ş a c a ğ ı m . Sen en sonra konuşacaksın. Ç ü n k ü senin başın b ü y ü k belâya g i r d i . Saçını sakalını nasıl y o l d u r t t u ğ u n u hep anlatacaksın Hoca, velâkin bizden sonra... Murtaza Efendi, — Arkadaş, diyor, benim o gazinoda beşyüz li ram gitmiş, ciğerim yanmış, ben de konuşacağım. B e n i m d e iki ç i f t lâfım v a r y a , h e r i f m e b u s , b a ş ı mıza bir iş miş açar d a . . . . Z ü b ü k z â d e , kahve ocağının yanındaki masaya geçti. Sırıtarak başladı konuşmaya: — — M u h t e r e m hemşerilerim. Mecliste aksettir m e k için sizin d e r t l e r i n i z i d i n l e m e y e g e l d i m . H e p i n i zin derdini, isteğini bir bir d i n l e y e c e ğ i m . Bizim vazi• femiz, p a r t i m i z d e n o l u n , olmayın, hiçbir ayrılık gayrılık g ü t m e d e n , sizlerin d e r t l e r i n i dinlemektir. Emin Efendi iyice kızdı: — Bak şuna hele... > C ü c ü k yumurtadari çıkmış =da k a b u ğ u n u b e ğ e n m e m i ş . D e r d i m i z i d i n l e m e ğ e g e l m i ş . Ulan sen buranın adamı değil misin? Aramızdan çıkmadın mı, derdimizi bilmez misin ki, şimdi bizi ;;dinleyip,de ö ğ r e n e c e k s i n . Şu ağızlara b a k sen b i y o i . . . Kahvedekiler Z ü b ü k z â d e ' n i n her bir dediğini al kışladıkları için, gürültüden Emin Efendinin sözleri d u ssyutmadı, Zübük, s alkışlara sırıtıp sırıtıp konuşuyor: : — Evet, sizleri c a n kulağımla d i n l e y e c e ğ i m . V e lâkin b e m m de sizden bir r i c a m var. Ben sizi dinle meden önce anlatacaklarım var. Bu'ica zamandır A n kara'da kasabamız için neler yaptık, ne gibi faaliyet g ö s t e r d i k , ilkin bunu anlatacağım. S i z e h e s a p v e r m e ğe g e l d i m . A r k a d a ş l a r , şuna inanın k i , A n k a r a ' d a bir dakikam boş geçmiş değildir. G e c e - gündüz sizler için uğraşıyorum, kasabamıza bir hayrım dokunsun diye çırpmıyorum. Biliyorsunuz, geçenlerde Ankara'ya heyetiniz geldi. Heyeti Ankara'da misafir ettim. Eksiğimiz duysa kusura kalmasınlar. Heyetimizi aldım, ol Başba^ kana götürdüm. Başbakanla görüştürdüm. Ve heyetin yanında Başbakana dedim k i . . . Bizim hemşerilerimiz ilçemize bir ç i m e n t o fabrikası istemektedirler. Bu is tekleri için buraya gelmişlerdir. Beni de aracı y a p t ı lar. Başbakana «Biz ç i m e n t o f a b r i k a s ı n ı d i m . İşte h e y e t d e b u r d a . isteriz» de Huzurlarında s ö y l ü y o r u m . Başbakana aynen böyle dedim: Z ü b ü k , yüzünü Aklı Evvel B e d i r Hoca'ya d ö n d ü rüp ona sordu, — Bedir Hoca emmi, söyle de kulaklarıyla duysunlar. vatandaşlarımız Siz h e y e t âzalarının huzurun d a B a ş b a k a n a b ö y l e d e d i m mi? S ö y l e d e d u y s u n l a r . . . . İçim'den «Hah» d e d i m «tam sırası, şimdi Bedir H o c a taşı -gediğine k o y s u n da Z ü b ü k z â d e İ b r a a m da b u n c a k i ş i n i n i ç i n d e iki p a r a l ı k olsun.» A k l ı E v v e l o t u r d u ğ u yerden,'*' — Evet, d e d i . İ b r a a m B e y ' i n d e d i ğ i g i b i o l d u . Tuu... Sen şu Hoca reziline bak. T o r b a kadar sakalından da utanmaz, sakalından büyük yalan söy ler. V a y r e z i l ! . . " Sakal koyvermekle adam, adam olmaz; keçinin de sakalı var. Zübük, — Ayağa kalk da söyle Hoca, hemşeriler hep duysunlar,,., d e d i . Hoca ayağa kalktı: - | ' . —-Evet, aynen böyle oldu. İbraam Bey heyeti mizi Başbakan hazretlerinin huzuruna çıkardı. Çaylar k a h v e l e r i ç i l d i . İki s a a t k a d a r s u r d a n b u r d a n k o n u ş — 308 — t u k t a n s o n r a , İbraam B e y Başvekil hazretlerine «He yetimiz gelmiş, sizden b i r ricaları var» d e d i . Başvekil hazretleri de «Aman estağfurullah... emrederler. Hal kın isteği bize emirdir. C a n baş üstüne, buyursunlar!» d e d i . İşte b i z o s ı r a b i r y a n l ı ş l ı k y a p t ı k , d e m i r t a v ı n da döğülür. ken, Hazır Başvekil hazretlerinin gönlü var iki-üç f a b r i k a b i r d e n istemenin sırasıydı. Lâkin b i z i m b a s i r e t i m i z b a ğ l a n d ı d a «Bir f a b r i k a isteriz» d e dik. • Başvekil hazretlerinin mübarek yüzü güldü. «İs- - t e d i ğ i n i z f a b r i k a o l s u n . Bir f a b r i k a n ı n lâfı mı o l u r m u ş . Söyleyin şeker fabrikası mı, y o k s a ç i m e n t o fabrikası mı istersiniz?» dedi. İbraam Bey, eksik olmasın o r d a n atılıp « O l m u ş k e n ç i m e n t o f a b r i k a s ı o l s u n » d e d i . B a ş vekil hazretleri de m a s a s ı n d a k i zile bastı. yeniden bize kahve s ö y l e y e c e k sandım. ma, «Hemen şimdi Sanayi Bakanına Hattâ ben Gelen ada söyle, bu bey lerin ilçesine de bir ç i m e n t o fabrikası yapılsın!» d e d i . Allah Allah... Bu koca sakallı H o c a rüya mı gör müş ne... Yahu dayak yemekten sen Ankara Başbakanı memleketinin barında görmeğe vakit mi bul dun? .Zübükzâde, — Hoca emmi, unuttun, doğru söyledin, dedi, ben fabrikayı yalnız bişeyi istedikten sonra, arka mdan d a , « B i r d e b a r a j i s t e r i z » d e d i m . S ö y l e , h e m ş e r i ler bir de senin ağzından duysunlar. Dinine imanına s ö y l e . B ö y l e d e d i m m i , d e m e d i m mi? A:'./..,— E v e t , d e d i n . « B i r d e b a r a j i s t e r i z » d e d i n . B a ş vekil hazretleri de «Pekiy bir de baraj yapılsın!» diye b u y u r d u . B u n u n ü z e r i n e «Eh, a r t ı k b i z e m ü s a a d e » d e dik. Başvekil hazretleri de «Aceleniz neydi canım. Tatlı tatlı k o n u ş u y o r d u k » d e d i y s e de d a h a d u r m a d ı k . BaşvekiF hazretleri, bizi kapıya kadar geçirip u" ladı. Yahu, yalan bu işler ne zaman oldu? uydurulmaz. Artık bu de Hiç yanlarından da ayrılmadım ma, bunlar besbelli beni otelde uykuda bırakıp B a . bakanla g ö r ü ş m e ğ e gitmişler. Her nedense bana da d u y u r m a m ı ş l a r . İşte dolanları ş i m d i o r t a y a çıktı. Zübük, — • Emin Efendi, sen de anlat da herkesin gönlü f e r a h o l s u n , d e d i , B e d i r Hoca'nın u n u t t u ğ u -.oldu-,'On-' «Sakın bizi atlat1 l a n da sen anlat. Ben B a ş b a k a n a ma!» dedim, hatırında mı? Söyle açıkça, b ö y l e de- 1 d i m m i d e m e d i m mi? N a m u s u n a d o ğ r u s ö y l e ! . . T ü c c a r d a n Emin Efendi kalktı: — Hattâ Evet, d e d i n . . . B i z d e y a l a n y o k . B ö y l e d e d i n ^ Başbakan hazretlerine «Bu işi savsaklarsan;, b i r d a h a y ü z ü n e b a k m a m . S e l â m sabahı' d a k e s e r i m i » , dedin. • ••„••••-••:. İyice anlaşıldı.. B u n l a r beni e k i p , gitmişler Baş-1 b a k a n a . . . H e p s i de yalan k o n u ş m a k için s ö z l e ş m e d i ler y a . . . Arkadan Zübükzâde, Allahın Kulu- i s m a i l Efendi ye döndü, — İsmail Efendi, s e n s ö y l e A l l â s e n , o r d a n sizi S a n a y i B a k a n ı n a g ö t ü r d ü m m ü , g ö t ü r m e d i m mi? Ve: o r d a B a k a n a «Acele b a r a j isteriz!» d e d i m . S ö y l e is mail Efendi, Allanma, Peygamberine d o ğ r u s ö y l e / a h a b ö y l e c e d e d i m m i , d e m e d i m mi? S ö y l e d u y s u n l a r . . . — • Evet, d e d i n , İ s t e r i z , d e d i n . -—Satılmış Bey nerde? Otelci Satılmış fırladı: — Buyur İbraam Bey! — Bakana «Baraj yapılmazsa ' bozuşuruz!» de- d i m mi,, d e m e d i m - m i , ' ı r z ı n a nuş. namusuna doğruyu ko . — - Dedin, vallaha da dedin, billâha da dedin... Z ü b ü k anlatıyor, anlatıyor, sonra bizim heyetten birini kaldırıp soruyor: — doğruyu D i n i n e i m a n ı n a d o ğ r u s ö y l e , ırzına n a m u s u n a konuş. Allahına, kitabına söyle! Dedim mi d e m e d i m mi? H e p s i d e «Evet, d e d i n » d i y o r . — - G e d i k l i ' İhsan Efendi kardeşimiz nerde? i Sandalyelerin arasına gizlendimse de namussuz beni gördü. — 1 Buyur ibraam — İhsan Efendi Bey! kardeşim, doğruyu söyle. Aha b ö y l e b ö y l e d e d i m m i , d e m e d i m mi? Şimdi ne yapsam? b u n c a insanı «Hayır d e m e d i n ! » desem, yalancı çıkaracağım, üstelik, partimizin d e itibarı kalmıyacak. Bastım y e m i n i . . . av - - — D e d i n . Şu kapıdan çıkmaya kî, kısmet olmasın dedin... Ter d ö k m ü ş ü m . O t u r d u m yerime. Zübük, ;•'••*•>'.*— İşte s a y ı n h e m ş e r i l e r , d e d i , k e n d i k u l a ğ ı n ı z l a duydunuz, inandınız. barajımız yapılacak. Yakında fabrikamız kurulacak, Hükümetimize güvenin ve ina nın... .Bir a l k ı ş t ı r k o p t u . A v u k a t B u r h a n y ı r t ı n ı y o r - ' v — Başımızdakiler sağolsunlar, varolsunlar. Dün- ya durdukça dursunlar. H a y Allah belânızı v e r s i n , d e d i m i ç i m d e n . Kahve boşaldı, kalabalık dağıldı. Herkes bir yana g i t t i . Z ü b ü k d e e v i n e k a p a n d ı . Biz a r k a d a ş l a r l a p a r t i y e g e l d i k . K i m s e k o n u ş m u y o r . Hiç b i r i n d e , b i r b i r i n i n yüzüne bakacak surat kalmamış. Aklı Evvel Bedir Hoca'ya, — Tuh size, d e d i m . Başbakan hazretlerinin hu z u r u n a çıktınız d a b e n d e n — K i m çıktı b e . . . neye sakladınız? Başbakanın yüzünü gören kim?.. — Tuu... Ulan çarpılacaksınız. Bir de utanmadan y a l a n y e r e y e m i n e t t i n h e mi? — Onca kişinin içinde başka neylersin? Hayır d e m e d i n d e s e n , olmaz. Parti i ş i . . . M a l û m . . . Emin Efendiye d ö n d ü m : — Ya — Siyaset icabı sen? öyle demek lâzım. Başbakanla k o n u ş m a k ne d e m e k ? İtibarımız artar. — Yazıklar olsun size, tuh!.. Ya sen Satılmış B e y , s e n nasıl y a l a n c ı ş a h i t l i k e t t i n ? — Heyri, bunca adamın yalanını çıkarmak e r k e k l i ğ e s ı ğ a r mı? A r k a d a ş l ı k g a y r e t i y l e . . . yalan yere yeminde hepimizi — Bilsem... Ya sen? S e n bastırdın... Ben bilir miyim? Sen sizi, benden habersiz gittiniz sandım. Yoksa doğruyu k o n u ş u r d u m . Bedir Hoca, — • Olan oldu, dedi, şimdi Zübükzâde'yi buraya ç a ğ ı r a l ı m . Şu e d e p s i z e i k i lâf e d e l i m ; ' ; , , • Z ü b ü k ' ü b u l u r s a n , iki lâf d a et, i k i y ü z d e . . . Z ü bük taksiye binmiş, çoktan gitmiş Ankara'ya. işte bu Z ü b ü k , adama göz g ö r e g ö r e yalan y e r e yemin ettirir. Ah bizim çektiğimiz, daha da ç e k e c e k l e rimiz... TERS A Ç I L A N KAPI ilçe Ortaokul Almanca Öğretmeni bir arkadaşına şu mektubu yazıyordu: Sevgili ( ) S o n u n d a İ b r a h i m Z ü b ü k o ğ l u ile t a n ı ş t ı m . S o n s e — 312 — çimlerde milletvekili seçilememiş, seçimden sonra da yedi ay Ankara'da kalmıştı. Aradabir buraya geliyor du ama, bitürlü göremiyordum. Şimda Ankara'dan" göçtü, buradaki evine yerleşti. Onunla bir a k ş a m ö ğ r e t m e n l e r D e r n e ğ i ' n d e ta nıştım. A d a m birden beni sardı. Hiç de anlattıkları g i bi değil, dahası, anlatılanların t e r s i . İçim ısınıverdi. Evet, liseyi bile bitirememîş ama, o l d u k ç a geniş bilgisi var. Dili bura ağzına çalıyor, anlatışı tatlı, dinleniyor, kavrayışlı bir adam. sözü de O da benim konuş mamdan, benden memnun kaldı sanırım. Kırk yaşlarında v a r y o k . Evinden dışarı p e k sey rek çıkıyor. Daha bu yaşta yalnızlığa g ö m ü l m ü ş , küs kün. Hemşefilerinin onunla dostluk yapmağa pek ni yetleri yok. Yanına bile sokulmuyorlar. lâm verip geçiyorlar. uğradığı yok. A r a d a lip yalnız başına Uzaktan Onun da partiye, bir ö ğ r e t m e n l e r Derneğine oturuyor. Yanına se belediyeye gelen yok. ge Arada bir memurlar konuşuyorlar. Küskün bir adam o l d u ğ u belli ya, hiç de kimse den şikâyet ettiği yok. Partili arkadaşlarının ona ç o k kızdıkları anlaşılıyor, ö t e k i hemşerilerinin de hiç sev medikleri belli. Bunca dalavere döndürmüş, dolap çe v i r m i ş adamın n e d e n s e v i l m e d i ğ i n e hiç şaşılmaz. A n cak, bu adamın, bunca kişiyi nasıl k a n d ı r a b i l d i ğ i n e a k l ı m e r m i y o r . İki s a a t k a d a r s ü r e n ilk k o n u ş m a m ı z da bana hiç de, anlatılan k ö t ü l ü k l e r i y a p a c a k bir t i p gibi gelmedi. İlk k o n u ş m a m ı z d a , a y r ı l ı r k e n , e r t e s i akşam için, beni evine çağırmıştı. İbrahim Bey seçimi kaybettikten sonra, hemşerileri ve p a r t i a r k a d a ş l a r ı , artık e s k i d e n o l d u ğ u gibi bo yuna onun için konuşmuyorlar. Hattâ, pek sözü bile edilmiyor. Konuşmalarında «Zübük», «Zübük İbra- am», «Zübükzâde» sözleri duyulmaz, o l d u . . Bu türlü *•--"' konuşmalar kesilince de, kasabaya bir durgunluk, bir 't'i - s u s g u n f u k g e l d i . K a s a b a , ü s t ü n e s e r p i l e n o l u t o p r a - ' ~~, gına g ö m ü l ü p kendi içine k a p a n d ı . Yânı buralılar, c o ş s ; s : p kularını yitirdiler, y ü r ü r k e n , gitsem mi diye urküntülu bir kuşkuyla adımlarını ' atıyorlar. v B i r gün nasılsa Aklı Evvel B e d i r H o c a , y i n e sö- zü İbrahim Zubükzâde'ye getirip, — Sen o domuzu bilmezsin, dedi, onu böyle gö- rüp de inanma sakın. Gâvur kıbleye d ö n m e k l e Müs- lüman olmaz. Kimbilir böyle pusuda canavar gibi pusmuş dururken gene ne Ama bu sefer yutacak değiliz. M a y m u n g ö z ü n ü açtı -<> namussuzluklar kuruyordur. gayrı... Kimseyi kandıramaz, K i m s e n i n y a n ı n d a ıkı -'"^ paralık itibarı kalmadı. Gene sırnaşıp d u r u y o r ya, al dıran yok. — İpliği pazara çıktı. B e d i r H o c a , b u n c a z a m a n d ı r nasıl kandınız? dedim. — Bakma sen, gafletimize geldi, dedi - Sonra ekledi: — S a k ı n a c ı y ı p m a c ı y ı p , y a n ı n d a d o l a n m a , sana" . >J'/ bir eder, ölesiye unutamazsın. — . -.5,) Anlamadığım bir sey var Bedir Hoca, bunca • l ^ d a l a v e r e ç e v i r e n İ b r a h i m B e y , nasıl o l d u d a b u s e f e r milletvekili ' - ^ .}ZMt seçilemedi? Gevrek gevrek güldü: — Biz avanaklara kalaydı, biz o n u g e n e aday g ö s t e r i r d i k ya, bu sefer buyrultu y ü k s e k y e r d e n g e l - . ; -Ş-Y* d i . A n k a r a ' d a n , Z ü b ü k ' ü n adı a d a y listesine girmiys-cek, denmiş. Ç ü n k ü bu rezilin ıçyuzunu Ankara da ö ğ r e n d i . Aslını astarını . sorarsan, bu Zübük'ün 'X öyle'-""--.*. a k ı l a l m a z , b ü y ü k b i r h ü n e r i y o k . B u n u n b ü t ü n mar-ifeti, kapı açmak... — Nasıl kapı açmak? 314 ,\ — Basbayağı kapı açmak. Bu herifin hayatı ka pı açmakla geçti. Şansı yaver olduğundan şimdiyedek h e p kı,smet k a p ı l a r ı n ı açıp şarsın. eskiden Bu Zübük'ün içeri girdi. Anlatsam siyasete şa aklı ermezdi. B a b a s ı ölünce, bunlar ana-oğul kaldılar. Birkaç parça tarla kaldıysa da babasından, yediler; Bir evleri kaldı. onlarımda Bizim satıp savıp Tahrirat Kâtibi Rıza B e y b u n a acıyıp, h ü k ü m e t e kâtipliğe aldı. Lâkin o r d a d a hırlı d u r m a m ı ş , attıiar, o d a b a ş ı n ı alıp s a v u ş m a k içira b i r g ü n v i l â y e t e g i d e r . O Sıralarda Parti da bizde parti marti işi d a h a y e n i . nedir bildiğimiz yok. Adını duyuyoruz, yeni bir parti kurulmuş, vilâyete kadar gelmiş, ama daha bi z i m kasabaya ulaşmamış. • ' B u Z ü b ü k v i l â y e t e gidince,,, sokakta dolaşırken içerden gürültüler gelen bir kapıdan içeri dalıyor. O k a p ı d a n girmesiyle talihi de açıldı. Şu vilâyette bun c a ev, b u n c a d ü k k â n kapısı v a r k e n , © kapıdan dalmasına ne dersin... hepsini bırakıp Bitişikteki kapıdan d a i s a ; eski partinin binasına girecek. Girdiği kapı, ye ni kurulmuş partinin vilâyet merkezinin kapısı. S o k a k kapısından girip ikinci kata çıkıyor. O r d a n bir kapıyı daha açıp dalıyor i ç e r i . . . Bir de bakıyor ki, adamlar b i r Eiz,un! m a s a y a t o p l a n m ı ş l a r , ç ı ğ r ı ş ı p ç a ğ r ı ş ı p d u r u yorlar. Boş bir sandalye bulup, seninki de çöküyor, onların arasına katılıyor. Bakıyor yanındakine, y ö n ü n d e k i n e , dinliyor çağrışanları, çığrışanları, o da onlar gibi y u m r u ğ u n u masaya vurarak bağırmağa başlıyor. Daha parti yeni kurulmuş, oradakiler kim kimdir, bir b i r i n i bilmiyor, pek öyle tanışan edişen y o k . Z ü b ü k ' ü de kendilerinden biri belliyorlar. Hemi de Zübük, ba ğırıp çığırmada onlardan ileri g i d e r m i ş . Kaç kere kendisi bize söylemiştir: — Vallaha arkadaşlar, o kapıdan içeri bilerek girmedim. A l l a h b e n i o r a y a d ü ş ü r d ü . K ı s m e t işte...- Bitişik kapıdan daisaymışım, öteki eski partinin içine g i r e c e k m i ş i m , onların arasına d ü ş e y d i m , ben de onlar gibi konuşacaktım. Bu yana düştüm, bunlar gibi k o nuştum. «Kısmetinde olanın kaşığında çıkar» demez ler mi? M a s a d a k i l e r e baktım, o n l a r bir bağırdıysa b e n on bağırdım. Onlar beni bastırmak istedilerse de o l madı. Evet, Z ü b ü k k e n d i s i böylece bize kaçtır anlat mıştır. Yâni o n u n p a r t i c i l i ğ i , b i l m e d i ğ i dalmasıyla başlar. Kaç kere kapıdan içeri sormuşumdur: — O ğ l u m Z ü b ü k , ne d i y e b a ğ ı r ı r d ı n ? — B r e H o c a E m m i , d e r d i , h e r k e s « H ü r r i y e t ! » di > ye bağırıyor, ben de «Hürriyet!» diye bağırdım. M ü s lümanlıkta c u m h u r a u y m a k g e r e k . Biz de uyduk. A k şama doğru, içlerinden biri, — Kurucu heyeti yazalım! dedi. Partinin ilk k u r u l u yeni k u r u l u r m u ş . En ç o k b e n bağırdığımdan, başa b e n i m adımı yazarlarken, o r d a n biri beni tanıdı, «Oğlum, sen şuralı Z ü b ü k z â d e ' n i n o ğ l u f i i â n k e ş d e ğ i l m i s i n ? » d e d i . «He» d e d i m , « ö y l e y s e sen git de, sizin ilçede partimizin ocağını k u r ve de o c a ğ ı n b a ş k a n ı ol!» d e d i . ' - ,. «İyi y a e m m i , b u i ş p a r a i s t e r , l â f l a o l m a z . B e n d e d e r s e n para yok» d e d i m . A d a m , «Bu başımızdaki ik t i d a r k i m d e p a r a b ı r a k t ı . Biz s a n a p a r t i o c a ğ ı a ç a c a k parayı denkleştiririz, hiç meraklanma» dedi. Z ü b ü k İbraam'a parayı vermişler. buraya, partiyi kurdu. O da d ö n d ü Lâkin hükümetten korkusun dan, ne olur ne olmaz diye, kendisi ocak başkanı ol madığı gibi, kurula da girmedi. «Arkadaşlar, benimki si memlekete bir hizmet. B e n i m siyasette gözüm yok» diyerek, ocak başkanlığını bana yıktı. Diyeceğim, bu Z ü b ü k ' ü n talihi kapı açmaktan. Vilâyete bir başka gidişinde, bu sefer her zaman gir d i ğ i kapıyı açmıyor da, onun karşısındaki o d a kapısı nı açıyor, dalıyor içeri.; «Bakalım» d e m i ş kendi k e n d i n e «bu s e f e r k a p ı y ı d e ğ i ş t i r e l i m . K ı s m e t i m i z e n e ç ı kacak?» O y s a , o sıra b i z i m partide ikilik ç ı k m a m ı ş mı? Partimiz ikiye ayrılmış, bir b ö l ü ğ ü eski o d a d a kalmış, bir b ö l ü ğ ü , Z ü b ü k ' ü n daldığı o d a d a toplanmış. Bu iki b ö l ü k t e n biri ötekini ezecek. Z ü b ü k ' ü n ayrılıktan mayrılıktan hiç haberi y o k . Girmiş o d a d a n içeri, bakmış ki yeşil örtülü masada toplanmış, çığrışıp çağrışıp d u ruyorlar. Z ü b ü k de çekmiş, sandalyeyi oturmuş, o da onların ağzına bakıp, onlar gibi bağırmağa başlamış. İçerdekiler Zübük'ü de kendilerinden bilmişler. Zübük'ün gene şansı y ü r ü m ü ş . Bilmeden kapıyı açıp girdiği o d a d a k i hizip, ö b ü r hizbi y e n m i ş . Yâni Zübük İbraam'ın hiçbişeye aklının erdiği merdiği yok. Niyet çeker gibi, önüne çıkan kapılardan birini açıp içeri dalıyor. Bir keresinde d e , bizim daha doğmuştu. Zübük d i y e açtığı kapıdan gene partiden yeni bir parti «Ya Allah!..» girmiş de eski partide bilmeden kalmış. Yoksa en yeni partinin olduğu odanın kapısından gir seydi, yanmıştı. Mebusluğu rüyasında göremezdi. Bu İbraam gece gündüz «Allahım, bana yanlış kapı açtırma!» diye dua eder. Mebus seçilip Ankara'ya, gidişinde de öyle ol muş.. M a l û m y a h e r p a r t i n i n i ç i n d e kaynaşma olur, -ayrılık olur. Z ü b ü k z â d e her ne z a m a n , M e c l i s ' t e o l girmişse, girdiği odadakiler hep Başbakandan yana olanlarmış. sun; Parti'de olsun bir kapı açıp İçerde bir mesele müzakere ediliyor. Z ü b ü k de oturur, on ların d e d i ğ i n e katılırmış. Her ne denilse Z ü b ü k de «he» d i y e b a ş ı m s a l l a r , y ü k s e k t e n k o n u ş u r ı n u s Bir böyle, beş böyle, on böyle... S e ç i m l e r d e n altı a y ö n c e s i , b i g ü n g e n e dan birini açıp içeri girmiş. kapılar Bu sefer girdiği -yerde. B a ş b a k a n ı n i s t e m e d i ğ i b i r m e s e l e k o n u ş u l u r m u ş . Bu*? radakiler Başbakana karşıymış. Ne bilsin garip Zü b ü k ? O d a b a ş l ı y o r ö b ü r l e r i g i b i «Evet, ö y l e d i r » , «Ha-r yır, ö y l e o l m a z ! » d i y e a t ı p t u t m a ğ a . A k l ı s ı r a , b u k o nuştukları Başbakanın kulağına gidecek de, gözüne g i r e c e k . Evet, B a ş b a k a n ı n kulağına gidiyor. O d a ' k ı - s zıp, «Ya ö y l e m i , biz b u y a ş o d u n l a r ı d a ğ d a n i n d i r i p m e b u s yapalım da, bir de bize karşı gelsinler!..» d i y e r e k .emir v e r i y o r : — Bir daha bu Zübükoğlu listesine Zübük'ün adını aday koymayacaksınız! Artık avucunu yalasın Zübük, her zaman yürümez, kapı açmayla kısmet görünmez. şans*; İşte- b ö y l e » a r a d a t e r s k a p ı da açılır. Aklı Evvel ; Bedir Hoca'ya bakılırsa, Zübükzâde' nin b ü t ü n b a ş a r ı s r k a p ı açıp içeri d a l m a k m ı ş . Evine gittiğim zaman şaşkınlığım b ü s b ü t ü n arttı. İbrahim Z ü b ü k z â d e ' n i n beni aldığı odartın bir duvarı kitap raflariyle kaplıydı. Raflarda da kitaplar doluydu Konuşmasından da o k u m a y a d ü ş k ü n bir aydın o l d u ğ u anlaşılıyordu. Buralıların her olayı abartarak konuştuklarını e n ceden anlamıştım. Ç o k zaman onların sözlerinden yalanla-doğruyu, uydurmayla g e r ç e ğ i seçip ayıramaz dım. A m a İbrahim Bey'le tanıştıktan s o n r a , o n u n için söylenilenlerin baştan sona uydurma o l d u ğ u n u anla dım. Bu adama acımağa bile başiadım içimden. H e m şerilerinin çekemezliğine uğradığı belliydi. İçiyorduk, içki aramızdaki özdenliği daha da art tırdı. O n u n ç o k zeki, uyanık, uyumlu bir a d a m o l d u ğ u açıktı. Nasıl olmuştu da sori s e ç i m d e kendisini aday listesine aldırtamamıştı.'Onun için anlatılanların yüzde biri doğru olsa,-işini uydurur, bile .kendisini milletvekili seçilmese iyi b i r i ş i n b a ş ı n a g e ç i r t e b i l i r d i . B u n u çok merak ediyordum. Şerefe üç-dört kadeh kaldırdıktan sonra, ' — B e n i m için üç yıldır b u r d a epiy d e d i k o d u d u y muşsundur, d e d i , s a ğ olsun h e m ş e r i l e r kulağını şişir mişlerdir. •Hiç saklamadım. Onun için duyduklarımdan bir kaçını anlattıktan sonra, — Nasıl o l u r d a sizin g i b i bir a d a m , iktidar par tisinin içinde; tutunamaz? Ç o k şaşıyorum, rın -yüzde b i r i n e i n a n m a k m a k a n olmalıydınız. anlatılanla g e r e k s e , siz şimdi bakan Hiç değilse bir u m u m müdür o- lurdunuz... dedim. : J ı p k ı oralıların yerli ağzıyla k o n u ş t u : — Ne demezsin... Ankara'ya varmadan biz de oyls bildik kendimizi. Lâkin Meclis'e varınca ne gör sek... O r d a öyle zübükler v a r ki, hey heey, bizim zübuklüğümfe*hiş'sökmüyor. Analar ne zübükler do ğ u r m u ş k a r d e ş i m . Bizim z ü b ü k l ü ğ ü m ü z orda para etmodi. Kendisiyle alay e d e r e k konuşması daha ç o k ho şuma gitti. Gülerek anlatıyordu: ^ Bizim hemşeriler gitsinler de zübüklük nasıl o l u r m u ş , A n k a r a ' d a g ö r s ü n l e r . . . B i z i m k i s i nam-colsun, sar olsun... - Hemşerilerinden — şikâyet ediyordu: Her ne iyilik yaptımsa, döndürüp dolaştırıp a l e y h i m e kullandılar. Size Rüştü Bey işini de anlattı lar mı? -r- Hayır. — A m a n , nasıl olmuş da unutmuşlar... Vah, v a h ! Efendim buraya Rüştü B e y adında bir h ü k ü m e t tabibi geldi. Körpecik delikanlı. buraya göndermişler. Buranın Tıbbiyeden çıkmış, havası, suyu yarama-: mış. D o ğ r u s u n u ararsan, b u r d a bunaldı. G ö r d ü n ü z iş te, yaşanacak bir yer değil. Konuşup görüşecek bir adam bile yok. Kiminle konuşsan Z ü b ü k diye başlan Zübük~diye bitirir sözü. Rüştü B e y çıldıracak... A m a n b e n i b u d a n alın, i s t e r s e n i z c e h e n n e m e b e l e d i y e d o k toru yapın, diye dilekçe üstüne dilekçe veriyor. Kim dinleyecek... Doktor Rüştü'nün sinirleri bozuluyor, önüne gelenle kavga ediyor. Avukat Burhan'la arka d a ş olmuşlar. Burhan'ı tanırsınız. — Evet, — Bir namussuz da odur. . tanışıyoruz. Bu herif avukatlığın yüz karası. H ü k ü m e t i n karşısında bir dükkânı var, s ö züm ona avukat yazıhanesi... Kapıdan içeri bir köylü girdi mi, daha hoş geldin d e m e d e n , şöyle der, «Sana k ö t ü l ü k e d e n i astır-tayım m ı , y o k s a hapse mi attıra y ı m ? » K ö y l ü , nasıl d a b i l d i d e r d i m i , d i y e ş a ş a r k a l ı r . Bizim köylümüzün arasında meyeni yoktur ki... dokunur. kendisine kötülük edil Hiç değilse, birbirine kötülüğü Dağın doruğunda bir başına kalsa, d u r a maz, k e n d i k e n d i n e k ö t ü l ü k eder. A d a m , k ö t ü l ü ğ e u ğ ramış, d a h a kızgınlığının d u m a n ı nın k a n ı n ı içse tütüyor. hırsı d i n m e y e c e k . Düşmanı Hapisliğe hiç razı olur m u ! İşte o kızgınlıkla, — A m a n avukat, ocağına düştüm, astır şu na mussuzu! der. A v u k a t Burhan da, — Astırma dilekçesi y ü z lira, m a p u s a attırma d i l e k ç e s i elli lira... der. Herifte dilekçe fiyatı, f a t u r a fiyatına.... - -- , . e c z a n e d e hazır ilâç g i b i , Köylü verir yüz lirayı, astırma dilek ç e s i yazdırtır. A r a d a n bir-iki gün geçti mi, köylünün hırsı da bıra2 yattşır. Yazdırdığı dilekçeyle düşmanı s a h i d e n a s ı l a c a k sanır, b a ş l a r a d a m a a c ı m a ğ a . . . D ü ş man d e d i ğ i ' a d a m ı n , ya keçisi bahçesinin çitini geç miş, ya tavuğu bahçesine girmiştir. İçine bi acımadır düşer, koşar avukat Burhan'a: ^- Aman etme avukat... Ben t i m . Yazıktır astırmıyalım herifi, bu işten vazgeç komşumuzdur çoluğu ç o c u ğ u var, yazıktır, kıymıyalrm. G e l seri ş u n u beş-on y ı l daima a t t ı r d a a k l ı b a ş ı n a g e l s i n . . . Avukat — Burhan, ö y l e y s e ayrı bir hapis d i l e k ç e s i , yazılacak... d e r , b i r e l l i l i r a d a h a . alır. Yani böyle bir namussuzdur. Köylünün iliğini, ka nını s ö m ü r ü r d e d o y m a z . D o k t o r Rüştü buna derdini yanınca, — Bu işi İbraam Bey'den başkası yapamaz, is t e r s e seni o şıp d i y e istanbul'un g ö b e ğ i n e tayin et tirir... der. B u n l a r jkisi kalkıp geldiler bana. B ö y l e böyle d i ye, a n l a t t ı l a r . D e l i k a n l ı y a b a k t ı m , y ü r e ğ i m p a r ç a l a n d ı . Neden dersen, oğlanın sinirleri bozulmuş, temelli to zutmuş. Durup dururken kaşı gözü, burnu kulağı oy nuyor ve de d u r m a d a n ağlıyor. Bunlar muhallebici ç o c u ğ u . . . G a y r i i s t a n b u l ' a d a g i t s e , b u n d a n hayır g e l mez; tımarhaneye k a p a m a k t a n başka umarı kalma mış. — Elimizden geleni yaparız... dedim, bunları savdım. Elimden gelen dersem, ne gelir elimden? Hiç... Vallaha Herkes de bizi bir işler d ö n d ü r ü r , b e c e r i r s a nır. K a r d e ş , b u c e m i y e t t e m e l i n d e n doruğuna çürü müş. . B u g ü n b a k a n b a k a n k e n rüşvetsiz bir, iş yaptıram ı y o r . ' H a l i m i z b i t i k t i r , . a h l â k sıfır... H i ç k i m s e n i n m i l l e t v e k i l i n i d i n l e d i ğ i , t a k t ı ğ ı y o k . N e v a r kî, b i z m i l l e t - vekili olduğumuzdan, yapıyorlar. Hepsi alınacak rüşvette bu işte... biraz indirim Herhangi bir vatandaşın işi b e ş b i n lira r ü ş v e t l e g ö r ü l ü y o r s a , b i z i m i ş i m i z o l du mu üçbine k u r t a r ı y o r / M e b u s l u ğ u n haysiyeti, yüz de otuz, kırk tenzilât... D o k t o r Rüştü için de ç o k u ğ raştım, bitürlü s ö k t ü r e m e d i m . «Orası da vatanın bir p a r ç a s ı d e ğ i l mi?» d i y o r l a r . B i r b a k a r s a n d o ğ r u , bi zim kasabamız da vatanın bir parçası ama, yağlı p a r ça d e ğ i l , kel-keleş bir p a r ç a . . . yorlar, bunun B a k t ı m işi s a v s a k l ı olacağı nedir diye açık açık pazarlığa o t u r d u k . Ç ü n k ü e f e n d i m , onlar da beni D o k t o r Rüşt ü ' d e n r ü ş v e t aldı d i y e b i l i y o r l a r . H e r k e s i nasıl b i t i r sin, kendin gibi... Babasının hayrına kimsenin beda vadan ö k s ü r d ü ğ ü yok. S o n u n d a anladık ki, arada üç b i n lira d ö n e r s e , D o k t o r R ü ş t ü ' y ü b u r d a n a l ı p iyi b i r yere gönderecekler. O da ancak sana olur dediler. Az para değil ki c e b i m d e n v e r s e m . . . Kendilerine d e s e m , akıllarına olmadık iş gelecek. Kasabaya dönü ş ü m d e , b u n l a r ı n i k i s i n i ç e k t i m b i r k e n a r a , o l a n ı bite-: ni anlattım. D o k t o r Rüştü hemen cebinden paraları çıkardı, dörtbini önüme saydı. — Şunun bin lirasını cebine sok bıyol, dedim, geri kalan üçbini de, şu adrese postala... Allah seni inandırsın' paraya elimi bile sürmüş değilim. Ben d e d i k o d u d a n korkarım. Ve de hattâ, bu işi yapacak olan adama, bir de cebimizden ziyafet ç e k t i k . O d a b i z d e n g i t t i , h e l â l ı h o ş o l s u n . V e l â k i n ner ye yarar birader, bu a v u k a t B u r h a n n a m u s s u z u adımı rüşvetçiye çıkardı. Yahu, di gel de deli olma... Ulan d ü r z ü -desen, h â ş â b u r d a n d ı ş a r ı , g e l i p y a l v a r a n , a y a ğ ı m a k a p a n a n siz, parayı g ö n d e r e n siz... acıyıp bir aracılık, bir insaniyetlik... bunlar böyle Yâni Benimkisi diyeceğim", alçak... Z ü b ü k o ğ l u İbrahim çok içten anlatıyordu. Hele m e m l e k e t t e r ü ş v e t v e i l t i m a s ı n nasıJ a l ı p y ü r ü d ü ğ ü n ü anlatırken gözleri buğulanmıştı,. nerdeyse ağlayacaktı. B e n i m . d e içim d o l d u . . . A ğ l a m a m a k için k e n d i m i z o r tuttum. » S a n a şunu açıkça bildireyim ki, İbrahim B e y için yapılan d e d i k o d u l a r d a n hiçbirine artık inanmıyorum. Tam tersine, onun yurtsever bir kasaba aydını oldu ğuna inandım. — Burda geçirdiğiniz yıllarda sizin de başınıza çok şeyler gelmiştir, dedi. Ben de anlattım, içimi d ö k t ü m . . . geleli, o geceki kadar Buraya geldim rahatladığımı hiç b i l m i y o r u m . B u r a y a g e l d i ğ i m i n ilk g ü n l e r i n d e i ç i m i n nasıl ü l k ü c ü lük ateşiyle tutuştuğunu, ama kendimden döküle döküle parçalanıp bittiğimi anlat tım. nasıl x . — aylar g e ç t i k ç e Bir daha k e n d i m e gelemiyeceğimden korku yorum... dedim. = Beni burada anlayan tek adam zâde . İbrahim Zübük oldu. B i z i m ilk b a ş t a n y a n ı l m a m ı z s u r d a n o l d u . Biz y u r d u n kalkınmasını; halkın aydınlanmasını, tek tek kişi lerin özel ç a b a l a r i y l e olabilir sanıyoruz. B ü y ü k şehir lerde okuyup öğrenip, bu kasabalara geleceğiz de aklımızca buralarda o l u m l u işler göreceğiz. O p h , naşıl *<;.•• aldanmışız, nasıl kandırmışlar bizi... İbrahim Bey, — Elle g e l e n d ü ğ ü n b a y r a m , k a r d e ş , d e d i , k ö y lü kalkınacaksa, haydi hep birden... Ne demek, seni b u r a y a atıp da arayıp sormasınlar, elin o ğ l u da İstan bul'unda, Ankara'sında yan gelsin... O gece ç o k içmiştik. Sabaha karşı İbrahim Bey' i n e v i n d e n a y r ı l d ı m . A m a k a f a m d a b i r u m u t ışığı ç a k t ı . İ b r a h i m B e y i s t e r s e b e n i b u r d a n k u r t a r a b i l i r . Yüz- y ü z e s ö y l e y e m e d i ğ i m i ç i n k e n d i s i n e hır m e k t u p y a z dım Biliyorum, çurumuş bir toplumumuz var Nice uğraşsak, bu çürümüş toplum içinde bizler sağlam ki şiler olarak kalamayız Beni yanlış anlamazsa, burada üç yılda ancak biriktirebildiğim ikibin lirayı... Anlıyor s u n , d e ğ i l mi? i n a n k i , b u n l a r ı o n a y a z a r k e n ç o k u t a n dım. A m a hiçbir kurtuluşum, umarım yoktu. Bu sabah İbrahim Bey'le öğretmenler Derne ği'nde karşılaştık. Yüzüne bakmağa bile utanıyordum Bir ara yanıma gelip, elini o m u z u m a k o y d u , — Bir yolunu bulacağız... dedi. A k s a m Satılmış Bey'in lokantasında içerken Al l a h S e l â m e t V e r s i n M u r t a z a E f e n d i ile t ü c c a r d a n E min Efendi, yine her zamanki gibi İbrahim Zübükzâde için atıp t u t m a ğ a başladılar. Artık d a y a n a m a d ı m da, — A y ı p t ı r y a h u , d e d i m , ayıptır. U ç yıl o l d u a r a nızdayım. Sizin Z ü b ü k z â d e ' d e n başka konuşacak hıc m i lâfınız y o k ? . . A d a m ı t a m m a s a y d ı m n e y s e . . . ibrahim Bey'i s a v u n u r k e n , Emin Efend. elini çe nesine götürüp yüzüme dikkatli dikkatli baktı da; san ki bulaşıcı bir hastalığa tutulmuşum gibi acıyarak. — Eyvaah, dedi, e y v a h ki eyvah... Yandı bu ö ğ r e t m e n . Z ü b ü k rezıiını t u t t u ğ u n a b a K i l ı r s a y a k ı n d a o n dan b ü y ü k bir kazık y i y e c e k d e m e k t i r işaret parmağını tükürükleyip masanın kenarına sürdü. — A h a da buraya yazıyorum. Yakındır görecek siniz. B u ö ğ r e t m e n d e «Amanın ben yandım bu Z ü bük namussuzunun elinden» diyerek buralarda dolan mazsa, bana da Emin Efendi demesinler ve de bu bı yıkları k e s e r i m şart olsun... Bu cansıkıcı k o n u ş m a l a r d a n k u r t u l m a k için onlar d a n ayrıldım, odama geldim, sana bu m e k t u b u yazı yorum. — 324 — ibrahim*. 2 ^ b ü k o ğ ^ n u t v ^ n û n ç e k t i k l e r i m , ü z ü n t ü lerini ş i m d i ç o k i y i , a n l ı y o r u m . O n u n l a o r t a k l a ş a d u y gularımız var. B i l i y o r u m , bemşerileri için ne yapsa, paralansa, y i n e yaranamıyacâk, yaptığı her onlara iyilik k ö t ü y e y o r u m l a n a c a k . . . Yakında burdan kurtulacağımı geçen yıllarımı hayatımdan umuyorum. Burda silinmiş, hiç yaşamamış sayıyorum. Selâmlar, sevgiler Z Ü B Ü K L Ü K NEDİR? üçe Ortaokul Almanca Öğretmeni bir arkadaşına şu mektubu yazıyordu : Canım kardeşim. Y a r ı n b u r d a n ayrılıyorum'. üzüntülü de değilim, Sevinçliyim içinde bulunduğum sana b i l t o e m k i n a s ı l a n l a t s a m . . . sanma, r u h halini İster istemez yine sana . . Z ü b ü k z â d e d e n i l e n i n s a n l ı k "dışı y a r a t ı k t a n s ö z etmek zorundayım. İnsanın bu k a d a r ahlâksızı, ger çekten hayatta değil, ancak Shakespeare'in piyesle rinde bulunabilir. S a n k i bu adam, b ü y ü k dramcının. yarattığı, rolünü ç o k benimsemiş bir hain tiptir ve sahneden fırlayarak insanların arasına, g e r ç e k haya t a katılmıştır.. B u adam yaşamıyor; durmadan hem cinslerine kötülük ederek, önüne geçilmez kötü kade rinin çizdiği yoldan gidiyor. Ankara'dan dönüşünden sonra burada kimse yü züne b a k m ı y o r d u . A m a - h e r k e s i ç t e n i ç e o n d a n , k o r kuyordu. Aklı Evvel B e d i r Hoca kaç kere, İbrahim Zubukoğlu'nu, onun çektiklerini, üzüntü l e r i n i ş i m d î çok, i y j a n l ı y o r u m . O n u n l a o r t a k l a ş a d u y g u l a r ı m ı z ,var. B i t i y o r u m , hemşerileri için ne yapsa, paralansa, yine yaranamıyacâk, yaptığı her onlara iyilik k ö t ü y e yorumlanacak... Yakında burdan kurtulacağımı umuyorum. Burda .geçen y ı l l a r ı m ı h a y a t ı m d a n silinmiş, hiç yaşamamış sayıyorum. . Selâmlar, ZÜBÜKLÜK sevgiler NEDİR? ilçe Ortaoknl Almanca Öğretmeni bir arkadaşına şu mektuba yazıyordu : Canım i; / kardeşim, Yarın burdan ayrılıyorum: Sevinçliyim üzüntülü-de değilim. İçinde bulunduğum s a n a b i l m e m k i nasıl anlatsam... sana .Zübükzâde denilen sanma, r u h halini İster istemez yine i n s a n l ı k d ı ş ı yaratıktan---s,öz etmek zorundayım, insanın bu k a d a r ahlâksızı, ger çekten: hayatta değil, ancak Shakespeare'ın piyesle rinde bulunabilir. Sanki bu adam, büyük dramcının yarattığı, rolünü çok benimsemiş bir hain tiptir ve sahneden fırlayarak insanların arasına, g e r ç e k haya ta katılmıştır. Bu adam yaşamıyor;- d u r m a d a n hem cinslerine kötülük ederek, önüne geçilmez kötü kade rinin çizdiği yoldan gidiyor. - A n k a r a ' d a n dönüşünden sonra burada kimse yü züne bakmıyordu. A m a herkes içten içe ondan kor k u y o r d u . Aklı Evvel B e d i r H o c a kaç k e r e , — Bak görürsünüz, demişti, domuzluklar kuruyordur. Gene kimbilir gene bizi b y ü n a ne getirecek-- tir. A l l a h v e r e d e k a n m a a a k . Aylarca siftindi, durdu. O n a i k i b m lirayı*. K e m i k Mıstık'la gönderdiğimin ertesi günü Ankara'ya gitti: D ö n ü ş ü n d e « T a m a m , s e n o işi o l m u ş bil.» d e d i . Aradan aylar geçti, olmuş olacak hiçbişey Ama Zübükzâde İbrahim gözdesi. Bey, şimdi yok. hemşerilerinin Muhalif, muvafık, onu hepsi de el üstünde t u t u y o r l a r . D u r u p d u r u r k e n o r t a y a b i r v i l â y e t l i k işi ç ı kardı. Z ü b ü k İbrahim, bu ilçeyi vilâyet yaptıracakmış. B u r a s ı b i r v i l â y e t o l u r s a , i l ç e n i n h e r işi halledilecek, başlarına bir vali geldi mi, yollar, f a b r i k a l a r yapılacak, lise yapılacak. V i l â y e t o l m a k t a n , b a ş k a hiçbir şey k o nuşulmuyor. Hükümeti tiler kendilerini kızdırmamak için kapadılar, tabelâlarını muhalif par da söküp in? dirdiler. Şimdi hepsi Zübük'ün etrafında birleşti. Nefdeyse ona tapacaklar. Ankara'ya bugün bir heyet yo la çıktı. Baslarında da tabiî Z ü b ü k . . . A v u k a t B u r h a n ' la, M u h a l i f K a d i r E f e n d i v e b ü t ü n ö t e k i l e r d e E r l i k t e Sabahtan akşama Mehmet Çavuş kadar kasabada Hıdırlık Doruğundan bayram yapıldı; bütün patlattı..Davulcu Topal Veysel'le zurnacı gün top Çingen Hü seyin g e c e yarılarına kadar çalıp durdular. Heyet baş k a m Zübük, yola çıkmadan önce kaptıkaçtının üstüne çıkıp bir n u t u k ç e k t i . Burası v i l â y e t olursa, halkın, ne ler neler kazanacağını anlattı. S o n r a h e y e t kaptıkaç tıya d o l d u . G i d e r l e r k e n i k i k o ç r k u r b a n e d i l d i . Alanın gerisinde durup onlara - şaşkınlık ıcındo bakakaldım. Ş i m d i ç o k iyi a n l a d ı m k i , Z ü b ü k bir tane değil biz h e p i m i z b i r e r z ü b û ğ ü z . Bizim hepimizin içinde zübüklük de birer zübük olmasak, olmasa; bizler aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. birleşip işte Hepimizde başımıza birer parça böyle zübükler olan zübüklük çıkıyor Oysa z ü b ü k l ü k bizde, bizim içimizde. Onları biz, k e n d i zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Sonra, kendi zübüklük- lerimizin bir tek Zübük'te birleştiğini görünce ona kı zıyoruz. Bu zübükler her y e r d e var, biz z ü b ü k l e r nerde varsak, onlar da orda... Z ü b ü k İ b r a h i m p a r a m ı alıp beni kandırdığı için böyle söylemiyorum. Ama böyle doğru düşünebilmem için, b e n i m de aldatılmam gerekliydi. Nasıl aldandığı nı! k i m s e y e s ö y l e m e d i m . Aslında b e n d i m . Z ü b ü k l e r de işte bu aldatmak isteyen duygumuzdan yararla- .nıp b i z i k a n d ı r ı y o r l a r . D a h a d o ğ r u s u , biz ö n c e k e n d i mizi kandırıp, onları da bizi kandırsınlar diye zorlu yoruz. Kendi içimizdeki zübüklükleri biriktirip, birleş-, tir ip zorlaya zorlaya zübük yaratıyoruz. G e r ç e k t e , zü b ü k biziz, b e n i m , s e n s i n . . . Karşımıza bir zübük çıkı yorsa, onun z ü b ü k l ü ğ ü n d e bizim de bir parçamız var. ö ğ r e t m e n l i k t e n istifa ettim. Yarın sabah e r k e n den buradan ayrılıyorum. Ama her gittiğim y e r d e - b u zübükleri göreceğimi biliyorum. Çünkü bu zübüklük bizde yaşıyor. Onları birer z ü b ü k olarak! y a r a t a n , or taya çıkaran bizleriz. B e n i m için şimdilik t e k amaç, burdan kurtulmak. Ama gerçekten zübüklerden, kendi z ü b ü k f ü ğ ü m ü z d e n k u r t u l a b i l e c e k m i y i z ? İşte b u s o r u ya c e v a p v e r e m e d i ğ i m için nereye g i d e c e ğ i m i , ne ya pacağımı b i l e m i y o r u m . Yeni g i d e c e ğ i m y e r d e n sana m e k t u p yazar, önce kendi kurtulamadığımı anlatırım. zübüklüğümden Sevgiler... kurtulup