İndirmek için tıklayınız
Transkript
İndirmek için tıklayınız
TÜRKİYE EROZYONLA MÜC ADELE, AĞAÇ LANDIRMA VE DOĞAL VARLIKLARI KORUMA VAKFI THE TURKISH FOUNDATION FOR COMBATING SOIL EROSION, FOR REFORESTATION AND THE P ROTECTION OF NATURAL HABITATS SU ÇALIŞT AYI SU ÇALIŞTAYI Aralık 2004 ANKARA 1 İÇİNDEKİLER TEMA VAKFI HAKKINDA ÖNSÖZLER ÇALIŞ TAY BAS IN DUYURUS U.........................................................................................2 TEMA VAKFI YÖNETİMİ.....................................................................................................3 ÇALIŞ TAY DÜZEN LEME VE YÜRÜTME EKİBİ...........................................................4 ÇALIŞ TAY PROGRAMI.......................................................................................................5 ÇALIŞ TAY S UNUMLARI.....................................................................................................6 I. GÜN (18 ARALIK 2004).........................................................................................6 1. OTURUM (S ABAH) AÇILIŞ KONUŞMALARI Ümit Y. GÜRSES/Genel M üdür.........................................................................7 A. Nihat GÖKYİĞİT/Vakıf Başkanı..................................................................9 Hayrettin KARACA/M ütevelliler Heyeti Başkanı...........................................10 S UNUMLAR Başlangıç Sunumu-Av.Ömer AYKUL/Çalıştay Yönetmeni ...........................11 Prof. Dr. Nilgün HARMANCIOĞLU/İzmir D.E.Ü. SUM ER..........................13 Prof. Dr. Uçkun GERAY/İ.Ü.O.F.....................................................................15 M ithat RENDE/Dış İşleri Bakanlığı.................................................................17 Prof. Dr. Enver BOZKURT/KK.Ü.H.F............................................................18 Prof. Dr. Doğan ALTINBİLEK/ODTÜ............................................................20 TARTIŞMALAR 2. OTURUM (ÖĞLEN) TARTIŞMALAR.................................................................................................25 SUNUMLAR Ferhat ŞAHİNKAYA/Sağlık Bakanlığı............................................................28 Aylin Kübra ONUR/DSİ Gen.M üd..................................................................33 Yakup SAĞLAM /Köy.Hiz.Gen.M üd...............................................................35 Türkay KARACA/Köy.Hiz.Gen.M üd..............................................................40 Prof. Dr. Ahmet HIZAL/ İ.Ü.O.F.....................................................................44 TARTIŞMALAR................................................................................................47 2 II. GÜN (19 ARALIK 2004).......................................................................................49 3. OTURUM SUNUMLAR Prof. Dr. Uçkun GERAY/İ.Ü.O.F......................................................................55 Turgut ÇELİKKOL/ TEM A Danışmanı............................................................58 Av.Ömer AYKUL/TEMA Hukuk Danışmanı...................................................63 Av.Süleyman ÇETİN/ANKARA BAROSU.......................................................67 Yrd. Doç. Dr. Sevim BUDAK/İÜSBF................................................................70 TARTIŞMALAR...................................................................................................76 S U ÇALIŞ TAYI S ONUÇ BİLDİRGES İ...............................................................................81 ÇALIŞ TAY KATILIMCILARI............................................................................................83 3 ÇALIŞTAY BASIN DUYURUSU K A M U O Y U N A Son yıllarda Dünyada su üzerine çok şey söylenmekte, resmi, yarı resmi veya gönüllü kuruluşlarla pek çok toplantılar yapılmakta ve su savaşları üzerine senaryolar oluşturulmaktadır. Suyun kıt olduğu, son dönemlerde kirlendiği ve paylaşımı ve yönetiminin nasıl olması gerektiği de en çok konuşulan konular arasındadır. Ülkemiz büyük sıkıntılara katlanarak ve neredeyse tamamına yakını iç kaynaklardan karşılanan ve büyük bir ilgi ve bir o kadar da husumet uyandıran GAP projesini tamamlamak üzeredir. Büyük bir katma değer yaratacak olan bu proje, iki güney komşumuz ile büyük bir sorun yaratmış ve on yılı aşkın bir süre büyük can ve mal kaybına sebep olan teröre örtülü gerekçe teşkil etmiştir. Ayrıca suyun kıtlığı kadar bol kullanılması da sorun yaratmış ve kamu oyu tuzlanma ve dolayısıyla çoraklaşma kavramını öğrenmiştir. Ülkemiz su zengini olmamakla birlikte, komşularına görece daha çok suya sahiptir ve ayrıca pek çok akarsu topraklarımızdan doğmakta ve böylece Ülkemiz açısından tartışmalı da olsa fiili ve hukuki bir avantaj yaratmaktadır. Görülmektedir ki, eğer Ülkemizin sularını sağlıklı, doğru ve etkin yönetmenin yöntem ve hukukunu oluşturamaz isek, bazı örneklerde görüldüğü gibi birileri bunu bizim adımıza yapma cüretini gösterebilecek ve maalesef içimizden destekçiler de bulabilecektir. İşte bu noktada TEM A Vakfı hem Resmi Senedinin hem de Ülkesinin ve Ulusunun verdiği görevle su hukuku ve yönetimi konusunda yapmış olduğu çalışmaları, 18/19 Aralık tarihlerinde ANKARA’da Ziraat Bankası’nın Akay tesislerinde yapacağı SU ÇALIŞTAYI ile bir adım daha öne taşımaktadır. Bilindiği üzere TEM A Vakfı’nın halkından aldığı destekle yaklaşık elli yıldır çıkartılamayan M era Kanununun yasalaşmasına destek vermiş ve 1998 başında TBMM ’de oy birliği ile kabul edilmiştir. Yine Toprak Yasası için gösterilen gayret de kamu oyunca bilinmektedir. Bu çalışmaların sunucunda Ülkemizin ihtiyacı olan Su Genel Kanunu ve Havza Yönetimi ve Teşkilatlanması Kanunu hazırlıklarına başlanacaktır. Bu çalıştay için bütün ilgili Devlet Kuruluşları ve Üniversiteler büyük bir ilgi göstermişler ve katkıda bulunmuşlardır. Su Çalıştayında oluşacak ilkeler doğrultusunda ve yine bundan önce olduğu gibi katılımcılık esaslı yasa üretim çalışmalarına başlanacaktır. KAM U OYUNA SAYGI İLE DUYURULUR ! TEMA 4 ÇALIŞ TAY DÜZEN LEME VE YÜRÜTME EKİBİ Av. Ömer AYKUL ÇALIŞ TAY YÖNETMENİ TEMA VAKFI HUKUK MÜŞ AVİRİ Yrd. Doç. Dr. Sevim BUDAK TEMA GÖNÜLLÜ D ANIŞ MANI İ.Ü.S İYAS AL BİLGİLER FAKÜLTES İ M ak. M üh. Yücel M ETİN S UNUM GÖRS EL D ÜZENLEYİCİS İ TEMA GÖNÜLLÜS Ü Av. Deniz TOPÇU ÇALIŞ TAY YÖNETMEN AS İS TANI TEMA GÖNÜLLÜS Ü Reyhan BİBERCİ ÇALIŞ TAY S EKRETERİ TEMA VAKFI GEN EL MÜDÜR S EK. 5 S U ÇALIŞ TAYI PROGRAMI 18-19 ARALIK 2004ANKARA BİRİNCİ GÜN : 08.30-09.00 Yerleşim 09.00-09.30 Açış Konuşmaları 09.30-10.00 Prof. Dr. Nilgün HARMANCIOĞLU, Dokuz Eylül Ü. SUM ER, Dünyada M uhtelif Su Hukuku, Havza ve Su Yönetimi Örnekleri 10.00-10.30 Prof. Dr. Uçkun GERAY, İÜ Orman Fakültesi Yerküre Ölçeğinde Suya Ekonomi Bilimi Açısından Bir Bakış ve Uluslararası Çevre ve Su Yönetiminin Örgütlenmesi 10.30-11.00 M ithat RENDE, Dışişleri Bakanlığı, Sınır Aşan ve Uluslar Arası Sular ve Gelinen Durum 11.00-11.30 Prof. Dr. Enver BOZKURT, Kırıkkale Ü. Hukuk Fakültesi, Uluslararası Su Yollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımı Hakkında 1997 Sözleşmesi 11.30-12.00 Prof. Dr. Doğan ALTINBİLEK, ODTÜ Türkiye’nin Su Potansiyeli ve Değerlendirilmesi 12.00-13.00 Öğle Yemeği ve Dinlenme 13.00-13.30 Ferhat ŞAHİNKAYA, Sağlık Bakanlığı Genel Su Sorunları ve AB M üksebatına Uyum Çalışmaları 13.30-14.00 Aylin Kübra ONUR, DSİ Örnek Bir Havza Sorunu ve Susurluk Havzasında Su Kalitesinin Korunmasına İlişkin Temel Sorunlar, Darboğazlar ve Çözüm Önerileri 14.00-14.30 Yakup SAĞLAM , Köy Hizmetleri Gen. M üd., Havza ve Su Yönetimi Örnekleri 14.30-15.00 Turkay KARACA,Köy Hizmetleri Gen. M üd., Su Birlikleri ve Kooperatifleri 15.00-15.30 Ahmet SARGIN, DSİ 167 Sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanun ve Bir Değerlendirme 15.30-16.00 Prof. Dr. Nilgün HARMANCIOĞLU, Dokuz Eylül Ü. SUM ER, Türkiye’de AB Destekli Havza Projeleri Hakkında Değerlendirme ve Örnek Çalışmalar 16.00-16.30 Prof.Dr. Ahmet HIZAL, İ.Ü. Orman Fakültesi Havza Amenajmanı Tekniği Açısından Havza kullanım İlkeleri 6 İKİNCİ GÜN : 09.00-09.30 M ekin TÜZÜN, GAP İdaresi Başkanlığı GAP ve Su Yönetimi 09.30-10.00 Prof. Dr. Uçkun GERAY, İÜ Orman Fakültesi Türkiye’nin Suları, Sürdürülebilir Su ve Toprak Yönetimi, Havza Yönetimi, Bölgesel Kalkınma Ajansları ve Bir Değerlendirme 10.00-10.30 Orm. M üh. Turgut ÇELİKKOL, TEMA Dünya’da ve Türkiye’de Yarı Kurak Bölgelerde Su Hasatı 10.30–11.00 Av.Ömer AYKUL, TEM A/İstanbul Barosu Türkiye’de M evcut Su Hukuku ve Yönetimi, Su ve Havza Hukukunda İlkeler 11.00–11.15 Av.Süleyman ÇETİN, TEM A/Ankara Barosu M edeni Hukuk Açısından Sular 11.15–11.30 Av.Ömer AYKUL, TEM A/İstanbul Barosu Türkiye’de M uhtemel Havza Teşkilatlanması 11.30–12.00 Yrd. Doç. Dr. Sevim BUDAK, TEM A/ İÜ SBF AB Normları ve AB Su Çerçeve Yönergesi Açısından İlkelerin ve M uhtemel Havza Teşkilatlanmasının Değerlendirilmesi 12.00-13.30 TARTIŞMA ve DEĞERLENDİRM ELER 13.30–14.00 KAPANIŞ KONUŞM ALARI ve SONUÇ BİLDİRGESİ 14.00 Öğle Yemeği 7 I. GÜN 1. OTURUM AÇILIŞ KONUŞMALARI ÜMİT Y. GÜRS ES Saygıdeğer Katılımcılar, Sayın Başkanım, M ütevelliler Heyeti Başkanım ve Değerli Basın M ensupları; Sözlerime başlamadan evvel sizlere bir değerli konuğumuzu tanıtmak istiyorum. Bu konuğumuz Sayın Turan DEM İRASLAN olup, iki fabrikasını ki, yaklaşık 10 trilyon değerinde, bize bağışladılar; artı, fabrikanın şu anda kira geliri yıllık 80-85 milyarı buluyor, o geliri de bize bağışladılar. Bununla yetinmiyorlar ve etkinliklerimizde de aramızda bulunuyorlar. Dolayısıyla, kendisini size tanıtmayı bir güzel görev biliyorum. Efendim, hepimiz sabahleyin çay içtik, belki Hayrettin Bey hariç; tabiî, o çayın suyunun macerası, kim bilir nerelere geldi nerelere gitti, ama sonunda bardağımıza kadar ulaştı. Bunu sizler çok iyi biliyorsunuz; ama, bu serüveni iyi bilmesi lazım gelen kimseler de var ve onları da belki sınırlamamız da gerekiyor. Bütün o hedeflere ulaşmak için de bu çalışmayı burada başlatmış oluyoruz. İnsanoğlunun tatlı su sistemlerine etkisi hep olumsuz olmuştur. M esela 50’li yıllarda büyük baraj sayısı 1 500 imiş, 2000’lerde, bu, 45 bine çıkmış ve son 50 yıl içinde hemen hemen iki büyük baraj inşa etmişiz. Tabiî, bunlar, sudan yararlanmak için; ama, bunun olumsuz etkileri de var. Çünkü, su, yalnız insanlar için değil, ekosistem içindeki tüm canlılar için de gerekli. Ülkemizde bu su da dahil Düzce’den geliyor, Uludağ’dan da pek çok su şişelere konulup bizlere kadar ulaşıyor; temiz su içmeye ihtiyacımız var; ama, acaba, o bölgelerdeki ekosistemin canlıları süreç içinde ne gibi etkilenecek, bunu da düşünmemiz lazım. Dolayısıyla, doğal su akış sistemlerinin de korunması gerektiğini düşünmeliyiz. Dünyanın Durumu kitabından şu notu aldım: “Sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın anahtarı, nehirlerin ve diğer tatlı su ekosistemlerinin kullanılmasına sınırlama getirilmesine bağlıdır. Eğer bunları yok edersek, sürdürülebilir kalkınmanın süreç içinde nereye gidip veya gidemeyeceğini görmesi mümkün.” Bir diğer husus da ki, bu çalışmanın bir yansıması olacak; suyla ilgili politik kararları alanlar veya yönlendirenler, suyun bedelinin pek olmadığını farz ediyorlar; halbuki, pek de öyle değil. Bazı güzel örnekler de var su yönetimiyle ilgili olarak. Avrupa Birliğinin 2000 8 tarihli su yönetmeliği ki, biraz sonra bu konularda mutlaka bilgi sunulacak sizlere. Afrika’nın 1998 tarihli su yönetmeliği ve Amerika Birleşik Devletlerinin kimi eyaletlerindeki su yönetmelikleri, suyun doğru yönetimi ve sürdürülebilir kullanımı için güzel örnekler olduğunu, yine Dünyanın Durumu adlı kitapta okuyabiliyoruz. Efendim, bu toplantının hazırlanmasında, bu salonun tahsis edilmesinde Ankara Temsilciliğimiz bize epey yardımcı oldu. Bu konuda özellikle M ahir Gürbüz Beye teşekkür ediyorum. Ayrıca, bu seminerin hazırlanmasında gayret gösteren tüm arkadaşlarınıza teşekkür ediyorum. Katılımınız nedeniyle de sizlere teşekkür ediyorum. Bu toplantının başarılı geçmesini dilerken, sözü, Yönetim Kurulu Başkanımız Nihat Beye vermek istiyorum; buyurun efendim. 9 A. NİHAT GÖKYİĞİT Değerli su dostları; susuz hiçbir canlının yaşamadığını biliyoruz; ancak, ne yazık ki, bu hakikati insanoğlu idrak etmiş değil. Suyun, ekosistem ve yaşam için önemini idrak etmiş olsaydık “sudan sebeple kavga ettiler” veya “sudan ucuz” diyerek suya hakaret etmezdik “akarsu kir tutmaz” der miydik; akarsu kir tutmazmış!.. Hem de nasıl tutar. Trakya’da tarım topraklarını zehirleyerek sulama yapmaya çalışan Ergene Nehrinin rengine bakınız; Uşak’ta dericilerin kirlettiği sudan içerek can veren inekleri görünüz. Bu, idrak olsa, suyla bağlantısını bile bile yeşil örtüyü tahrip eder miyiz?! Her yıl bir Portekiz kadar alanı orman varlığının dünyamızı terk ettiğini gözardı edebilir miyiz?! Dünya nüfusu hızla artarken, yeşil örtü tahribinin artması, iklim değişikliği ve ekosistemlerin bozulması, suyun aşırı tüketimi, israfı ve kirletilmesi, su sancısına yol açmıştır. Su sancısı, dünya nüfusunun üçte birini etkilemekte, altıda birini sağlıklı içme suyundan mahrum kılmaktadır. Su, artık, ne yeterli miktarda ne de yeterli temizliktedir. Yeraltı su seviyeleri tehlikeli derecede alçalmakta, bazı nehirler, bazı dönemlerde denize ulaşamamaktadır. Dünya bir su sancısıyla karşı karşıyadır; çünkü, suyun miktarı sabittir, limitedir; buna mukabil, su tüketimi artmaktadır. Son yüzyılda büyük kısmı tarımda olmak üzere, tüketim 8 kat artmış, her 20 yılda ikiye katlanma temayülüne girmiştir. Ayrıca, su, geniş çapta ve süratle kirletilmektedir. 1 litre petrolün 800 bin litre suyu kirletebileceğini unutmayalım. Küremizde israf edilecek veya kirletilecek bir damla su yok. Suyu, kirlenirse baştan atılacak bir bela değil, geri kazanılacak çok değerli bir meta olarak görmeliyiz; çünkü, suyun alternatifi yoktur. Alternatifi olmamasına rağmen, suyun da, aynen toprak gibi, yasası yok, yani hukuku yok. Suya, çeşitli mevzuatlarda darmadağınık olarak yer verilmiş; fakat, bu kadar hayatî önem taşıyan doğal varlığa tek bir yasa layık görülmemiştir. Toprak yasasının olduğu gibi, su yasası için de ilgili kuruluşlarla bir hazırlık içerisine girmiş bulunuyoruz. Özetle, su sancısı, bütün canlıların akıbetini ve sağlığını tehdit etmektedir, ekonomik ve sosyal gelişmeyi tehlikeye sokmakta; zira, suyu, doğrudan veya dolaylı kullanmayan hiçbir üretim yoktur. Temel ihtiyaçların karşılanması ve gıda güvenliğini tehdit etmekte, kuraklığa ve açlığa sebep olmaktadır. En çok, yoksulu çaresiz kılmakta ve etkilemektedir. Ekosistemlerin bozulmasına ve tahribine yol açmaktadır. 10 Çare ise; suyun havza bazında idaresi, yeşil örtünün genişletilmesi ve tahribinin önlenmesi, güvenilir su kaynaklarına ulaşma, ülke çapında teraslama faaliyetiyle kar ve yağmur sularının akışa geçmesi yerine yeraltı rezervlere inmesini sağlamak. Suyun, tüketim noktasında kullanan tarafından doğrudan yönetimi. Suda israf ve kirlenmeyi önleme; suyu, hakiki fiyatını ödeyerek kullanma. Su eğitimi ve bilinçlendirme. Tarımda suyun sürdürülebilir dağıtımı ve kullanımı ve nihayet su yasasının çıkarılması. Suya hasret, bilinçsiz kullanmaya sebep olmamalı. Güneydoğuda şöyle bir ifade duydum: “Toprağım yandı, su attım sönsün diye; attığım su da yandı.” Suya hizmet edenlerin, su gibi aziz, su gibi ömürlü olmalarını diliyor ve başarı dileklerimle saygılar sunuyorum. 11 HAYRETTİN KARACA Değerli arkadaşlarım, aziz dostlarım; Nihat Beyin söylediklerine ilave edecek bir kelime bulamıyorum. Konuyu ne güzel dile getirdi. Bu çalışmayı, ülkemiz sorunlarından biri olan bu sorunu çözmeye yönelik çalışmaların olumlu sonuca ulaşacağına inanmak istiyorum. Siyasî güçler ve kadroları, bu yolda, inanarak, onlara yol göstererek bu meselenin çözümünde büyük bir katkınız olacak. Ancak, küreselleşme süreci içinde çevresel açıdan karşılıklı bağımlı bir dünyada hiçbir ülke, kendi kaderini dünyanın kaderinden ayrı tutamaz. Dünyanın kirlenmemesi için suların temizlenmesi için karşılıklı bir savaş veriyoruz. Bugün kimya endüstrisi, dünyanın en güçlü endüstrilerinden biridir ve dünyayı idare etmektedir. Amerika Birleşik Devletlerinin bugünkü idarecilerinin iktidar olması için onları destekleyen en büyük iki faaliyetten biridir harp ve silah sanayi ve kimya sanayi. Peki, ama, petistler varmış, kirletiyormuş!.. Neden üretiyorsun onları!.. Niye deterjan üretiyorsun sabun varken!.. M esele buradan başlıyor. Kısmi yasalarla dünyanın sorunlarının çözüleceğine inanmıyorum. Geçen gün Almanya Çevre Bakanı ile Çevre Bakanlığının yaptığı bir sempozyuma katıldık. 4 Alman çıktı konuştu; sual-cevap sırasına gelince, bir merakımı gidermek istedim bakalım ne düşünüyorlar diye. “Siz, gayri safì millî hâsılanız arttıkça, servetiniz arttıkça acaba daha çok mu kirletiyoruz suyu, yoksa daha az mı” dedim. Buna cevap veremediler. Sonra aklıma geldi, ama soramadım; çünkü, artık herkes kalkmak üzereydi, çok konuşan oldu, ikinci kez söz almak istemedim; ama, kendi kendime sordum; Hayrettin, şu cahillere bak; yasa çıkarmışlar; neymiş o yasa; kirleten ödermiş!.. Güldüm geçtim. Sen istediğin kadar kirlet, rahat ol, devam et kirletmeye!.. Zaten o kirlettiğin suyun parasını benden ödüyorsun, korkma!.. Böyle cahillik olabilir mi, böyle aldatma olabilir mi?!. Boşuna kürek çekiyoruz. Yeter ki, yeni bir ahlakın doğuşuna kadar... Biz, bunu, kanunlarla önleyemeyiz. Bu, ancak vicdan sahipleriyle önlenecektir. Suyunda, toprağında, her türlü derdimizin çaresi de ben ile başladı, çaresizliği; beni kullanarak bugünkü ekosistemi her şeyi tahrip etmeye devam ediyor. Geçen sene 460 milyar dolar reklama para ödediniz, onlar ödemedi, benden aldılar onu ve beni, çılgınca tüketime, dünyayı kirletmeye doğru hızla beni yönlendirmeye devam ediyorlar. Sen suyu nasıl temizleyeceksin?! Paşam neydi o, ben hatırlamıyorum... Avrupa Birliği etkinlik raporunda Türkiye'ye şöyle bir nasihat var; şunu da yapın artık diyorlar. Efendim, Dicle-Fırat havzamızdaki suların Türkiye tarafından yönetilmesi doğru değildir; müşterek olarak... Onun adı neydi, kurumun adı? 12 Uluslararası bir ihtiyaç haline gelmiş. Türkler bunu beceremiyormuş; onun için, uluslararas ı bir idareyle bunu idare edecekmişiz!.. Türkiye'nin de aralarında bulunduğu –lütfetmişler, Türkiye de katılacakmışOrtadoğu ülkelerinin özellikle İsrail’in de –ötekilerin adı yok- katılımıyla biz, Dicle ve Fırat’ı yönetecekmişiz. Beceremiyormuşuz bu işi!... Aklımızı başımıza toplayalım... Her yönde Türkiye'y i idare etmeye talip olanlar, niyet edenler, karar verenler var. Benim suyuma nasıl sahip olacak... Adam karar vermiş ; uluslararası idare edeceğiz diyor. Daha nereye gelecek bu. Birinci mesele bu. İkincisi de, acaba, benim suyum var mı yok mu; yani, su zengini diyorlar, ama öyle bir şey yok. Gittikçe de bu benim suyum azalmakta. Doğal kaynakları indirdiğim su sene sene azalmaya devam ediyor. Benim suyum yok zaten. O halde, su üretimi diye bir konunun Türkiye'y e gelmesi lazım, suyu üretmemiz lazım. Nasıl üreteceğiz; o meseleyi sizler biliyorsunuz, konuşuyorsunuz, bizi yönlendiriyorsunuz. Teraslamayla bugün 20 milyon hektara yakın arazi elde edilebilir. Eğer 550 milyar ton karımız ve suyumuz varsa bu ülkede, en az 250 milyar tonu doğal kaynaklardan, bir varsayım değil, bir hakikat bu. Suya da sahip olmamız lazım. Ben inanıyorum ki, bu çalışmalar, bizi, bu yolda, her türlü donanımlı bilgileri siyasî kadrolara olabildiğinde aktaracaklar ve onu da tabiî düşünür olacağız. Ben daha çok konuşurum, ama kısıtlıyorlar; sarı kart geldi, Paşam benim gözüme bakıyor; kırmızı kart gelmeden.... Hayırlı çalışmalar olsun. 13 ÜMİT Y. GÜRS ES Efendim, TEM A Vakfı, diğer çalışmalarının yanında, ülke genelini ilgilendiren hukuksal faaliyetleri de sürdürmeye çalışmaktadır. Hatırlayacağınız gibi, 1998’de 222 milletvekilinin katıldığı ve 222’sinin de evet dediği M era Kanununun çıkarılmasında TEM A’nın, sizin gibi sizin gibi uzmanlarla birlikte hazırladığı ki, burada M ahir Gürbüz Beyin emeği büyüktür, onu da zikretmek istiyorum. Sonra toprak yasa tasarısı için böyle bir grup oldu; M ahir Bey var, Ömer Bay; altı yıllık bir macerası var; tasarı hazırlandı, herkese sunuldu. Bu hükümet geldiğinde, şimdiki Tarım ve Köyişleri Bakanımız buna ilgi gösterdi, Bakanlığın hazırladığı tasarıyla birleştirilerek, Köy Hizmetlerinin tasarılarıyla birleştirilerek hazırlandı, Başbakanlığa gönderildi; Başbakanlık Kanunlar Kararlar Genel M üdürlüğünde biraz değişiklik görüp, yeniden Tarım ve Köyişleri Bakanlığına geldi. Şimdi, o, karşılıklı görüşerek çok yakında M eclise gitmek üzere; altı yıllık bir çalışmanın sonucu. Bu çalışma, ihtiyaç duyduğumuz, biraz evvel Sayın Gökyiğit’in belirttiği gibi, temel su yasasının ilk adımını teşkil etmektedir. Bu da bir süreçtir, ne kadar sürecek bilmiyoruz; ama, ülkemizin hayrına olduğuna inanıyorum. Bu, sizlerin katkılarıyla sizlerin emeğiyle oluşturulacaktır. İnanıyorum ki, ülkeye büyük bir hizmet vermiş olacağız. Bu nedenle bu çalıştayın başarılı olmasını tekrar temenni ediyorum ve çalıştayı yönetmek üzere Hukuk Danışmanımız Avukat Ömer Aykul’a sözü vermek istiyorum izninizle. Buyurun Ömer Bey. 14 SUNUMLAR AV. ÖMER AYKUL Herkese günaydın; hoş geldiniz. Ben serbest Avukat Ömer Aykul, İstanbul Barosu Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı ve TEM A Vakfı Hukuk M üşaviriyim. Sayın Katılımcılar, Canlılardan hayvan ve insanlarda temel belirleyici güdü korkudur. Korku güdüsü sonucunda güvenlik kavramı ortaya çıkmış, insan hemcinsleri ile yan yana gelerek sosyalleşmiş ve devlet kavramına ulaşmıştır. Devletin sınırlarını korumak için orduları, içte barış ve huzuru sağlamak için polis ve jandarmayı oluşturmuştur. Bunların hepsi yaşama temel güdüsü veya korkusunun gelişmiş sonuçlarıdır. Can ve malını güvence altına alan insanoğlu adalet, eğitim, sağlık, gelir elde etme, barınma ve benzeri konularda sosyal ve ekonomik güvenliğini sağlarken, yeterli, temiz ve sağlıklı gıda ve su güvenliğini geliştirme gayreti içindedir. Son yıllarda Dünyada su üzerine çok şey söylenmekte, resmi, yarı resmi veya gönüllü kuruluşlarla pek çok toplantılar yapılmakta ve su savaşları üzerine senaryolar oluşturulmaktadır. Suyun kıt olduğu, son dönemlerde kirlendiği ve paylaşımı ve yönetiminin nasıl olması gerektiği de en çok konuşulan konular arasındadır. Ülkemiz büyük sıkıntılara katlanarak ve neredeyse tamamına yakını iç kaynaklardan karşılanan , büyük bir ilgi ve bir o kadar da husumet uyandıran GAP projesini tamamlamak üzeredir. Büyük bir katma değer yaratacak olan bu proje, iki güney komşumuz ile büyük bir sorun yaratmış ve on yılı aşkın bir süre büyük can ve mal kaybına sebep olan teröre örtülü gerekçe teşkil etmiştir. Ayrıca suyun kıtlığı kadar bol kullanılması da sorun yaratmış ve kamu oyu tuzlanma ve dolayısıyla çoraklaşma kavramını öğrenmiştir. Ülkemiz su zengini olmamakla birlikte, komşularına görece daha çok suya sahiptir ve ayrıca pek çok akarsu topraklarımızdan doğmakta ve böylece Ülkemiz açısından tartışmalı da olsa; fiili ve hukuki bir avantaj yaratmaktadır. Görülmektedir ki, eğer Ülkemizin sularını sağlıklı, doğru ve etkin yönetmenin yöntem ve hukukunu oluşturamaz isek, bazı örneklerde görüldüğü gibi birileri bunu bizim adımıza yapma cüretini gösterebilecek ve maalesef içimizden destekçiler de bulabilecektir. İşte bu noktada TEM A Vakfı olarak hem Resmi Senedinin hem de Ülkesinin ve Ulusunun verdiği görevle su hukuku ve yönetimi konusunda yapmış olduğu çalışmaları, bugün ve yarın yapacağımız SU ÇALIŞTAYI ile bir adım daha öne taşımak istemekteyiz. Su ile ilgili pek çok inceleme başlığı düşünülebilir. Bunlar ; -Bir doğal varlık ve eko-sistem olarak su, -Sınır suları, sınır aşan sular, uluslar arası sular, -Suyun yönetimi ve hukuku, -İçme, kullanma, sulama, enerji ve sanayi suları, -Su kirliliği, önlenmesi ve ‘kirleten öder’ prensibi, -Su havzaları, makro ve mikro havzalar ve havzalar arası su transferi, -Havza yönetimi, örgütlenmesi ve hukuku, -Yüzey ve yer altı suları ve hukuk, -Tatlı su kaynaklarında sürdürülebilirlik, -Su, turizm, kültür ve sanat, -Dünya Su Konseyi, Dünya Su Vizyonu, Küresel Su Ortaklığı, Dünya Su Forumu, Sosyal Su Şartı, Su Güvenliği, AB Su M evzuatı, -Hızlı nüfus artışı ve küresel ısınmanın sular üzerindeki etkisi ve baskısı, 15 ve benzerleri olabilir. Doğaldır ki biz bu sürede amaca uygun bir inceleme arayışı içinde olacak ve bu başlıklardan ancak belli bir bölümünü inceleyebileceğiz. Bilindiği üzere TEM A Vakfı’nın halkından aldığı destekle yaklaşık elli yıldır çıkartılamayan Mera Kanununun yasalaşmasına destek vermiş ve bu kanun 1998 başında TBMM ’de oy birliği ile kabul edilmiştir. Yine Toprak Yasası için gösterilen gayret de kamu oyunca bilinmektedir. Bu çalışmaların sonucunda, su hukuku ve havza yönetimi ilkelerinde ortak bir karara vardığımızda ve bunu sonuç bildirgemize geçirebildiğimizde; Ülkemizin ihtiyacı olan S u Genel Kanunu ve Havza Yönetimi ve Teşkilatlanması Kanunu hazırlıkları için çalışma grupları oluşturulması kararını da burada vermek en büyük hedefimizdir. Zaten 8nci Beş Yıllık Kalkınma Planına dayanak olan 2001 tarihli “Su Havzaları, Kullanımı ve Yönetimi Özel İhtisas Komisyonu Raporu”nda ulaşılmak istenen hedef de bu yöndedir. Bu çalıştay için bütün ilgili Devlet Kuruluşları ve Üniversiteler büyük bir ilgi göstermişler ve katkıda bulunmuşlardır. Hepsine teşekkür ederek çalıştaya programa göre devam ediyoruz....... 16 PROF. DR. NİLGÜN HARMANCIOĞLU Sürdürülebilir Su Kaynakları Yönetimi S u, Akdeniz bölges inde, özellikle hızlı ekonomik büyüme, arazi kullanımı ve nüfus değişimleri etkisi altındaki Doğu ve Batrnın kıyı bölgelerinde, hay ati bir konu olup, etkin kullanımı ve sektörler arası dağılımı sürdürülebilir gelişmenin en önemli unsurudur. OPTIMA'nın genel amacı, çatışan taleplere uzlaştırıcı çözümler bulma ve verimliliği artırma hedeflerine yönelik olarak s u kaynakları yönetimine, yeni bir yaklaşım getirmek, sınamak, değerlendirmek, geliştirmek ve bilimsel yönden güçlü pratik bir yöntem ort aya koymaktır. Yaklaş ım, A vrup a Birliği Su Çerçeve Yönetmeliği'ne (2000/60/EC) uygun olarak, sürdürülebilir geliş imin t emel taş ları olan ekonomik verimlilik, çevresel uyum ve sosyal eşi tlik konularına eş it derecede önem vermektedir. P rojenin diğer bir amacı da, uzmanlar arasında yaygın bir iletişim ağı oluşturmak ve bulguların, verilerin ve en iyi uygulama çözümü örnekleri ile flgili bilgilerin aktarımını sağlamaktır. G eniş bir coğrafi kap s am ve iy i bir karşılaştırma ortamı sağlamak üzere OPTIMA Avustury a, İt alya, Yunanist an, Kıbrıs Rum Kesimi, M alta, Türkiye, Lübnan, Ürdün, Filistin, Tunus ve Fas'tan çeşitli ortakları bir araya getirmektedir. OPTIMA, aşağıda belirtilen yönleriyle çeşitli klasik optimizasyon ve matematiksel modelleme yöntemlerini içermektedir: • M akul ve baskın olmayan alternatiflerin türetilmesi için genetik programlama ve geniş kapsamlı bir dinamik ve yayıh s imülasyon modelinin kullanılması. Ekonomik unsurların da göz önüne alındığı t eknolojik s eçenekler ve uzaktan algılama ile güncellenmiş arazi kullanımları bu adımın temel girdileridir; • Niceliksel tanımlaması oldukça güç olan çevresel ve sosyal boyutların da analize dahil edilmesini sağlayan uzman sistemler yardımıyla amaçlar, kriterler ve kısıtların ortaya konulması; • Bir kesikli çok kriterli referans noktası yaklaşımı kullanarak, kurumsal yapılanmaya uyum sağlamış, interaktif bir yöntemin katılımcı bir karar verme sürecinde paydaşların da dahil edilerek uygulanması ve çalışma alanında benimsenmesine çalışılması; • Doğu ve Batı Akdeniz boyunca yer alan 7 ülkede (Kıbrıs Rum Kesimi, Türkiye, Lübnan, Ürdün, Filistin, Tunus ve Fas) gerçekleşt irilecek bir dizi yerel ve bölges el uygulama sonucunda karşılaştırmalı bir değerlendirme yapılması. 17 Proje Ortakları AVUS TURYA Çevres el Yaz ılım Hizmetler Ltd. Şti. İTALYA Eni Enrico M attei Vakfı İTALYA Corridoio.Zero ve YUNANİS TAN INTERGEO HELLAS Çevre Teknolojileri KIBRIS RUM ATUVNTIS Danışmanlık Ltd. KES İMİ MALTA Entegre Kaynak Yönetimi (IRM ) Ltd. Şti. TÜRKİYE LÜBNAN LÜBNAN ÜRDÜN FİLİS TİN İS RAİL TUNUS FAS SÜM ER, Dokuz Eylül Üniversitesi, Su Kaynaktan Yönetimi ve Su Kaynaklı Doğal Afetlerin Kontrolü Araştırma ve Uygulama M erkezi NCRS, Ulusal Uzaktan Algılama M erkezi ELARD, İleri Kaynak Geliştirme Ürdün Üniversitesi, Ziraat Fakültesi İsrail/Filistin Araştırma ve Bilgi M erkezi (IPCRI) Ulusal Uzaktan Algılama M erkezi II. Hassan Mohammadia Üniversitesi 18 Kıyı Bölgelerindeki Kısıtlı Kaynakların Sürdürülebilir Yönetimi Akdeniz kıyı bölgesinde yaşanan hızlı gelişim süreci ile birlikte doğal kaynaklara olan talep ve kaynak kullanımındaki rekabet hızla artmaktadır. Diğer yandan, hızlı gelişim sürecine bağlı olarak, bu kaynaklar çoğu zaman geri dönülemez bir biçimde tahrip edilmektedir. Su kaynakları ve arazi kullanımları, kıyı bölgelerinin sürdürülebilir gelişimi için kilit unsur konumundadır. Bu iki unsur, genellikle sürekli değişen ve hızla büyüyen kıyı bölgelerinin kendilerini besleyen akarsu havzalarına olan bağımlılığının bir göstergesidir. Bu proje, su kaynakları ve arazi kullanımları ile kıyı ve iç bölgeler arasındaki kaynak paylaşımını göz önünde tutarak, entegre kıyı bölgesi gelişimine yönelik stratejik karar desteği ve uzun süreli politika analizi için gerekli araç ve yöntemleri ortaya koymaktadır. Yöntem, kural bazlı uzman sistem teknolojilerini ve etkileşimli karar destek sistemlerini içeren çevresel, sosyoekonomik ve politik etki değerlendirme tekniklerim ve sayısal simülasyon modellerini kullanmaktadır. Yöntemin genel yaklaşımı içinde, sistem mühendisliğine ait gelişmiş araçlarının birleştirilmesi ve bu araçlarla gerçekleştirilen niceliksel ve niteliksel analizlerin entegrasyonu yer almaktadır. Su kaynaklarının nitelik ve nicelik yönünden modellendiği; farklı gelişim senaryolarının; demografik, sosyoekonomik ve teknolojik geliş im göstergelerinin irdelendiği ve bunların birbirleriyle olan ilişkilerinin kıyı ve iç bölgelerin uzun vadeli sürdürülebilirliği üzerindeki önem ve etkisinin araştırıldığı bu proje, politika senaryolarının sınanması sayesinde yönetim kararlarının oluşturulmasına katkı sağlayacaktır. Yöntem ayrıca, politika belirleme ve etki değerlendirmeye yönelik katılımcı bir yaklaşımı desteklemek amacıyla, karar verme sürecinde, çeşitli paydaş ve aktörleri destekleyecek ve güçlendirecek bir ortak bilgi tabanı oluşturmakta; geniş bir katılıma olanak sağlayacak Internet'in yaygın kullanımım, sivil toplumun geliş imine de katkı s ağlayacak ş ekilde desteklemektedir. Bu sayede, gelişmiş niceliksel yöntem ve modellerin kullanımına ek olarak, etkileşimli ve katılımcı politik sürecin oluşturulmasına bilimsel bir destek de kazandırılmış olacaktır. Bu, temeldeki fiziksel dünyanın bağımlılıklarını ve ölçülebilir kısıtlarını daha iyi tanımlayan bilgi ve fiziksel esaslı verilerden ziyade, politik konular, amaçlar ve değerlerle ilgili tartışmalara odaklanümasım mümkün kılacaktır. Projede, politika oluşturma, değerlendirme ve karar verme süreci için genel bir yöntem geliştirilecek ve her biri farklı Akdeniz ülkesinde yer alan bir dizi paralel uygulama çalışmasıyla sınanarak, sonuçlan ilgili AB politikalarıyla kıyaslanacakbr. SM ART, Türkiye (DEUSÜMER- Su Kaynaklarının Yönetimi ve Su Kaynaklı Doğal Afetlerin Kontrolü Araştırma ve Uygulama Merkezi), Lübnan (NCRS, Ulusal Uzaktan Algılama Merkezi), Ürdün (Ürdün Üniversitesi, Ziraat Fakültesi), Mısır (IGSR- Eğitim ve Araştırma Enstitüsü), Tunus (Ulusal Uzaktan Algılama Merkezi), italya (Eni Enrico Matta Vakfi), Fransa (SOGREAH Danışmanlık Birimi), Portekiz (EIA, SA, U ATLA-Atlantica Üniversitesi) ve Avusturya (ESS-Çevresel Yazdım ve Hizmetler Ltd. Şti.) gibi çeşitli ülkelerden farklı kurum ve kuruluşları bir araya getirmektedir. Gerçekleştirilecek uygulamalar ve bunların sonuçlarına uygulanacak karşılaştırma analizlerinden elde edilecek bulgular, genel ve büyük ölçüde kabul edilebilir bir metodolojinin geliştirilmesini sağlayacak, aynı zamanda bilgi transferine ve bölge içi ilişkilerin gelişmesine yardımcı olacaktır. Yöntem dört temel ve yinelemeli adımdan oluşmaktadır: Birinci adım, sorunları, yönetim amaçlarını, kısıtları ve sistemde yer alan aktörlerin ilişkilerini tanımlamayı hedefleyen sosyoekonomik analiz adımıdır. Bu adımda, her bir uygulama alanı için, kıyı bölgesi gelişiminin ve özelde su kaynakları yönetiminin temel problemleri, ekonomik verimlilik ve akılcı paylaşımı öngören genel sürdürülebilirlik hedeflerinin sağlanıp sağlanmadığı, ilgili politika unsurlarıyla birlikte tanımlanacaktır. İkinci adımda, yukarıda tanımlanan politika senaryolarının sayısal simulasyonuna dayanan biyofiziksel kaynak sisteminin niceliksel analizi yer almaktadır. Bu analiz aynı zamanda, genel gelişim eğilimleri ve arazi kullanımı değişimleri sonucu ortaya çıkan (net bugünkü değer olarak tanımlı) su arz ve talebinin fayda ve masraflarının ekonomik bir değerlendirmesini de içermektedir. 19 Sayısal analizde kullanılan araçlar ise şunlardır: S Kesildi çok krit erli bir yaklaşım kullanan karar destek sistemleri ile alansal analiz ve GIS fonksiyonlarıyla desteklenmiş bir uzman sistem; S Akarsu havzas ı ölçeğinde çalış an, su kaynaklan modelleme sistemi, WaterWare; ■/ Üç boyutlu ve dinamik akım-taşınım modelleme sistemi, TELEM AC. Üçüncü adım ise, yönetim senaryolarının, sosyoekonomik analiz adımında (birinci adım) tanımlanan amaçlar doğrultusunda ve surdürülebilirlik kriterlerine göre değerlendirilmesi adımıdır. Bu analiz aynı zamanda, yönetim ve yaptırım verimliliği, uygulanabilirlik gibi unsurların dikkate alındığı temel bir mali değerlendirme aşamasını da kapsamaktadır. Sonuncu adım ise, sonuçların aktörler ve paydaşlara duyurulması ve gelecekte ortaya konacak politika seçeneklerine ve değerlendirme yöntemlerine kapsamlı bir geri bildirimin sağlanması adımıdır. ______________________________ Kıyı Bölgelerindeki Kısıtlı Kaynakların Sürdürülebilir Yönetimi Akdeniz kıyı bölgesinde yaşanan hızlı gelişim süreci ile birlikte doğal kaynaklara olan talep ve kaynak kullanımındaki rekabet hızla artmaktadır. Diğer yandan, hızlı geliş im sürecine bağlı olarak, bu kaynaklar çoğu zaman geri dönülemez bir biçimde tahrip edilmektedir. Su kaynakları ve arazi kullanımları, kıyı bölgelerinin sürdürülebilir geliş imi için kilit unsur konumundadır. Bu iki unsur, genellikle sürekli değişen ve hızla büyüyen kıyı bölgelerinin kendilerini besleyen akarsu havzalarına olan bağımlılığının bir göstergesidir. Bu proje, su kaynakları ve arazi kullanımları ile kıyı ve iç bölgeler arasındaki kaynak paylaşımını göz önünde tutarak, entegre kıyı bölgesi gelişimine yönelik stratejik karar desteği ve uzun süreli politika analizi için gerekli araç ve yöntemleri ortaya koymaktadır. Yöntem, kural bazlı uzman sistem teknolojilerini ve etkileşimli karar destek sistemlerini içeren çevresel, sosyoekonomik ve politik etki değerlendirme tekniklerini ve sayısal simülasyon modellerini kullanmaktadır. Yöntemin genel yaklaşımı içinde, sistem mühendisliğine ait gelişmiş araçlarının birleştirilmesi ve bu araçlarla gerçekleştirilen niceliksel ve niteliksel analizlerin entegrasyonu yer almaktadır. Su kaynaklarının nitelik ve nicelik yönünden modellendiği; farklı gelişim senaryolarının; demografik, sosyoekonomik ve teknolojik gelişim göstergelerinin irdelendiği ve bunların birbirleriyle olan ilişkilerinin kıyı ve iç bölgelerin uzun vadeli sürdürülebilirliği üzerindeki önem ve etkisinin araştırıldığı bu proje, politika senaryolarının sınanması sayesinde yönetim kararlarının oluşturulmasına katkı sağlayacaktır. Yöntem ayrıca, politika belirleme ve etki değerlendirmeye yönelik katılımcı bir yaklaşımı desteklemek amacıyla, karar verme sürecinde, çeşitli paydaş ve aktörleri destekleyecek ve güçlendirecek bir ortak bilgi tabanı oluşturmakta; geniş bir katılıma olanak sağlayacak Internet'in yaygın kullanımını, sivil toplumun gelişimine de katkı s ağlayacak ş ekilde desteklemektedir. Bu sayede, gelişmiş niceliksel yöntem ve modellerin kullanımına ek olarak, etkileşimli ve katılımcı politik sürecin oluşturulmasına bilims el bir destek de kazandırılmış olacaktır. Bu, temeldeki fiziksel dünyanın bağımlılıklarını ve ölçülebilir kısıtlarını daha iyi tanımlayan bilgi ve fiziksel esaslı verilerden ziyade, politik konular, amaçlar ve değerlerle ilgili tartışmalara odaklanılmasını mümkün kılacaktır. Projede, politika oluşturma, değerlendirme ve karar verme süreci için genel bir yöntem geliştirilecek ve her biri farklı Akdeniz ülkesinde yer alan bir dizi paralel uy gulama çalışmasıyla sınanarak, sonuçlan ilgili AB politikalarıyla kıyaslanacaktır. SMART, Türkiye (DEU-SUMER- Su Kaynaklarının Yönetimi ve Su Kaynaklı Doğal Afetlerin Kontrolü 20 Araştırma ve Uygulama Merkezi), Lübnan (NCRS, Ulusal Uzaktan Algılama Merkezi), Ürdün (Ürdün Üniversitesi, Ziraat Fakültesi), Mısır (IGSR- Eğitim ve Araştırma Enstitüsü ), Tunus (Ulusal Uzaktan Algılama Merkezi), italya (Eni Enrico Mattei Vakfı), Fransa (SOGREAH Danışmanlık Birimi), Portekiz (EIA, S.A., UATLA-Atlantica Üniversitesi) ve Avusturya (ESSÇevresel Yazılım ve Hizmetler Ltd. Şti.) gibi çeşitli ülkelerden farklı kurum ve kuruluşları bir araya getirmektedir. Gerçekleştirilecek uygulamalar ve bunların sonuçlarına uygulanacak karşılaştırma analizlerinden elde edilecek bulgular, genel ve büyük ölçüde kabul edilebilir bir metodolojinin geliştirilmesini sağlayacak, aynı zamanda bilgi transferine ve bölge içi ilişkilerin gelişmesine yardımcı olacaktır. Yöntem dört temel ve yinelemeli adımdan oluşmaktadır: • Birinci adım, sorunları, yönetim amaçlarını, kıs ıtları ve sist emde yer alan aktörlerin ilişkilerini tanımlamayı hedefleyen sosyoekonomik analiz adımıdır. Bu adımda, her bir uygulama alanı için, kıyı bölgesi gelişiminin ve özelde su kaynakları yönetiminin t emel problemleri, ekonomik verimlilik ve akılcı paylaşımı öngören genel sürdürülebilirlik hedeflerinin sağlanıp sağlanmadığı, ilgili politika unsurlarıyla birlikte tanımlanacaktır. • ikinci adımda, yukarıda tanımlanan politika senaryolarının sayısal simülasyonuna dayanan biyofıziksel kaynak sisteminin niceliksel analizi yer almaktadır. Bu analiz aynı zamanda, genel gelişim eğilimleri ve arazi kullanımı değişimleri sonucu ortaya çıkan (net bugünkü değer olarak tanımlı) su arz ve talebinin fayda ve masraflarının ekonomik bir değerlendirmesini de içermektedir. Sayısal analizde kullanılan araçlar ise şunlardır: •S Kes ikli çok kriterli bir yaklaşım kullanan karar destek s istemleri ile alansal analiz ve GIS fonksiyonlarıyla desteklenmiş bir uzman sistem; S Akarsu havzası ölçeğinde çalışan, su kaynakları modelleme sistemi, WaterWare; S Üç boyutlu ve dinamik akım-taş ınım modelleme sistemi, TELEM AC. • Üçüncü adım İse, yönetim senaryolarının, sosyoekonomik analiz adımında (birinci adım) tanımlanan amaçlar doğrultusunda ve sürdürülebilirlik kriterlerine göre değerlendirilmesi adımıdır. Bu analiz aynı zamanda, yönetim ve yaptırım verimliliği, uygulanabilirlik gibi unsurların dikkate alındığı temel bir mali değerlendirme aşamasını da kapsamaktadır. Sonuncu adım ise, sonuçların aktörler ve paydaşlara duyurulması ve gelecekt e ortaya konacak politika seçeneklerine ve değerlendirme yöntemlerine kapsamlı bir geri bildirimin sağlanması adımıdır. Akdeniz Bölgesi'nde Sürdürülebilir Su Kaynakları Yönetimi için Karar Mercii, Bilim ve Teknoloji işbirliği. Karar Destek Sistemlerinin Rolü Akdeniz Havzası, problemli etkileşimlere yol açacak şekilde birbirinden farklı kültür, ekonomi ve toplumların bir arada bulunmasıyla ifade edilebilir. Bu bölge, su kaynaklan sıkıntısının ve farklı su kullanıcıları arasındaki çatışmaların en fazla yaşandığı alanlardan birisidir. Buradan da, sürdürülebilir entegre su yönetimi stratejilerine duyulan ihtiyaç açıkça görülmektedir. Politikacılar, farklı çevre koşullan altında suya olan taleplerin karşılıklı rekabeti ile oluşan sosyopolitik çatışmaların çözümlenmesi amacıyla, Entegre Su Kaynaklan Yönetimi (ESKY) prensiplerini uygulamak için Karar Destek Sistemi (Dss) araçlarının potansiyelinden henüz yeterince yararlanamamıştır. Yapılan belirlemeler, bu büyük potansiyelinin henüz değerlendirilememiş olmasının, bilim adamlarıyla politika belirleyicileri arasındaki iletişim eksikliği gibi çeşitli nedenlere dayandığını göstermiştir. Bu noktada, politika belirlemenin desteklenmesi için bilimsel çalışmanın yeniden yönlendirilmesine ve sosyo-ekonomik anlayışla çevresel düşünmeyi birleştirecek çok sektörlü ve çok disiplinli yaklaşımların benimsenmesine olan ihtiyaç açıkça ortadadır. NOSTRUM-Dss; proje çalışmalarına doğrudan dahil olan çeşitli Akdeniz ülkelerindeki paydaşlar tarafından ifade edilen ihtiyaçların analizini gerçekleştirerek ve ayrıca havzadaki su kaynaklarının çok daha adil ve verimli yönetimi için uygun bir çevre 21 yaratmak amacıyla, politika hedefleri ile bilimsel çalışma arasındaki ortak anlayışın gelişmesine yardım ederek söz konusu bu eksikliği ortaya koyacaktır. Ortak çalışmanın temel amaçları: 1. bilimsel kurumlar, yönetimler, sivil toplum örgütleri ve diğer paydaş arasında kalıcı ilişkiler kurmak ve su yönetimi konusunda kamu bilincini artırmak. 2. bilims el çalışmanın ve ESK Y'nde uy gulanan yöntemlerin geliştirilmesi, 3. ESK Y'nde politika belirlenmes ine olan ihtiyaca yönelik geliştirilen uygun karar destek sistemi araçlarının geliştirilmesine hız kazandırmak şeklinde ifade edilebilir. NOSTRUM -Dss ortak çalış masının nihai amacı, karar destek sistemi geliştiricileri açısından, politika belirleyicilerinin ihtiyaçları yönünde bir bakış açısı yaratılması ve bu şekilde politika belirleyicileri açısından da, problemlerin ESK Y altında çözümüne yönelik entegre bir yaklaş ıma dayalı etkili karar verme araçlarının kazandırılması yoluyla bilim ile gerçek yaşam arasındaki boşluğa bir köprü oluşturmak olmaktadır. Avrupa Birliği, paydaşların daha geniş katılımı ve cinsiyete karşı duyarlılık altında gerçekleştirilecek bir ESK Ynin geliştirilmesine büyük oranda destek vermekte olup, NOSTRUM-Dss, etkin kullanıma sahip karar destek sistemi araçlarının geliştirilmesine verdiği önem ile bu politikaya büyük bir destek oluşturmaktadır. Kısaca NOSTRUM -Dss, özellikle Avrupa-Akdeniz İşbirliğine katılımları söz konusu olan Akdeniz'deki üye ülkeleri içinde bulundurarak, AB politikaları ile uluslararası ilişkilerin desteklenip daha ileriye götürülmesi açısından güçlü bir potansiyele sahip olmaktadır. NOSTRUM -Dss'de belirlenen çalışmalar, Akdeniz'in kuzey ve güney inden s eçilen ve ort ak çalış manın günlük aşamalarından sorumlu olan beş üyeden oluşan (FEEM , ICSUNIDO, EIA/UATLA, NCSR, CEDARE) bir çekirdek grubu içermektedir. Bu üyelerden FEEM , bütün bir bilimsel ve idari yönetim ile ortak çalışmanın koordinasyonundan sorumludur. Çekirdek proje grubunun yanıs ıra konsors iyum, su kaynakları yönetimi alanında faaliyet gösteren çok sayıda kurum, organizasyon ve özel kuruluşları da kapsamına dahil etmektedir. Tüm proje ortakları proje koordinatörüne, yerel paydaşların doğrudan projeye katılımının getirilerinden söz eden Ulusal Raporlar sunarlar. Eşgüdüm Eyleminden beklenen bazı sonuçlar aşağıdaki gibi özetlenebilir: • ESK Y'ndeki karar destek sistemi araçlarının tasarımı, geliştirilmesi ve kullanımına yönelik çok sektörlü yaklaşımların ortaya konulması, • ES KY'nde karar destek s istemi araçlarının tasarımı, geliştirilmesi ve kullanımına yönelik çok disiplinli yaklaşımların ortaya konulması, • Bilim ve politika arasındaki iletişimin geliştirilmesi, Akdeniz kurumlan arasındaki ortak çalışmanın geliştirilmesi, • M evcut verilerin ve karar destek sistemi kullanıcı ihtiyaçlarına ilişkin kısıtların değerlendirilmesi, • Akdeniz Bölgesi'ndeki idari kurumların ve eğitim kurumlarının t ems ilcileri ile proje ortaklan aras ında uzun süreli ve kalıcı ilişkilerin oluşturulması, • NOSTRUM -Dss internet sayfasının oluşturulması, • NOSTRUM Elektronik Haber Postasının yayımlanması, • Akdeniz ülkelerinde ESKY uygulamaları için karar destek sistemi araçlarının geliştirilmesi ve uygulaması amacıyla En İyi Uygulamalar Kılavuzunun oluşturulması, • Karar destek sistemi araçları hakkında monografık bir kitap yayımlanması. 22 Proje Ortağı Ülkeler İTALYA İTALYA PORTEKİZ LÜBNAN MISIR TUNUS YUNANİSTAN FRANSA TÜRKİYE FEEM ICS-UNIDO EIA/UATLA NCSR CEDARE LRAE NTUA M EDIASFRANCE DEU-SUM ER YUNANSİTAN KIBRIS FRANSA ROMANYA İSPANYA CEZAYİR HIRVATİSTAN İTALYA İTALYA ITI/CERTH ARI CNRS TIAM ASG UPM ARCE PAP/RAC CIHEAM -IAM B IDEAS/CESD Dokuz Eylül Üniversitesi Su Kaynakları Yönetimi ve Su Kaynaklı Doğal Afetlerin Kontrolü Araştırma ve Uygulama Merkezi (S ÜMER) M erkezin amacı, günümüzde gerek suya olan talebin artması ve gerekse su kirliliği nedeniyle kısıtlı hale gelen su kaynaklarının etkin yönetimi ile, su kaynaklı doğal afetlerden olan taşkınların kontrolüne yönelik olarak disiplinler aras ı bilimsel ve teknolojik araştırma ve uygulamalar yapmak, su ile ilgili sorunların çözümü doğrultusunda yöntem ve öneriler geliştirmek ve bunları uygulamak, çalışma sonuçlarını ilgili ulusal ve uluslararas ı kuruluşlara aktarmak, su yönetimi konusunda danış manlık yapmak, proje yürütmek ve yönetmektir. Çalışma Alanları a) Ulusal ve uluslararası boyutta, su kaynaklarının yönetimi ve taşkın kontrolüne yönelik olarak bilimsel ve teknolojik araştırma ve uygulamalar (izleme sistemlerinin tasarımı, veri analizi, modelleme ve coğrafi bilgi sistemleri gibi yeni teknolojilerin uygulamalarını içeren) yapmak ve yaptırmak; bunları teşvik ve koordine etmek; Su kaynakları yönetimi ve taşkın kontrolü alanında etüd ve proje çalışmalarını (hidrolojik ölçüm programları, su temini, sulama, kentsel drenaj, kentsel alt y ap ı s is t eml er i, dere ıs l ahı) gerçekleştirmek ve bu yönde resmi, özel ve tüzel kiş ilerden gelecek ist ekleri değerlendirerek karşılamak; 23 Su kaynakları alanında, ulusal ve uluslar arası forumlarda öngörülen eylem planlarına katkıda bulunacak araştırma ve çalışmaları yapmak; bu sayede son yıllarda önemle üzerinde durulan su konusunda uluslar arası platformda ulus olarak daha etkin bir varlık gösterilmesine katkıda bulunmak; Yurtiçinde ve yurtdışında üniversiteler ile diğer araştırma kurumları ve uluslararası kuruluşlarla işbirliği ve ortak çalışmalar yapmak; Ulusal ve uluslararası düzeyde seminer, konferans, kongre, sempozyum ve buna benzer bilimsel toplantılar düzenlemek ve bu toplantılara katılmak; Ulusal ve uluslararası düzeyde kurs, yaz okulu ye buna benzer mezuniyet sonrası ve/veya hizmet içi eğitim programları düzenlemek ye uygulamak; gerektiğinde bu çalışmalarla ilgili sertifikalar vermek; Ünivers itede, su kaynaklarının gelişt irilmesi, yönetimi ve taşkın kontrolü ile ilgili olarak mevcut araştırma, uy gulama ve eğitim alt y ap ıs ını geliştirmek; h) Eğitim, araştırma, etüd ve yayın faaliyetlerinin yürütülmesinde yerli ve yabancı resmi ve özel kuruluşlarla işbirliği yaparak, bu kuruluşların bilgi ve insan kaynaklarından yararlanmak; i) M erkezin kuruluş amacına uygun olarak yurtiçinde ve yurtdışında her türlü yayın yapmak, süreli yayınlar çıkarmak, yayın çal ış malarına katılmak ve desteklemek; j) Yurtiçi ve yurtdışı resmi ve özel kuruluşların, gerçek ve tüzel kişilerin istek ve ihtiyaçları doğrultusunda etüd, proje, analiz ve buna benzer çalış maları yapmak; danışmanlık ve bilirkişilik hizmetleri vermek; k) Eğitim, araştırma, etüd, proje ve yayım faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi için gerekli olan hertürlü mekan ve donanımı sağlamak; I) M erkez in kuruluş amacına, Yüks eköğretim Kanununun amaç ve ilkelerine uy gun diğer çalışmaları yapmak. Su Kaynakları Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS) Laboratuvarı D.E.Ü. İnşaat Mühendisliği Bölümü Su Kaynakları Coğrafi Bilgi Sistemleri Laboratuarı sahip olduğu teknik altyapı ve deneyimli personeliyle bölüm kapsamı dışında da yurtiçi ve yurtdışı çeşitli projeler üzerinde çalışmaktadır. Laboratuvarda; her türlü gelişmiş CAD, haritalama ve CBS sistemlerinin yanı sıra, Calcomp DravvingBoard III sayısallaştırıcı ve scanner'lar bulunmaktadır. Windows NT ortamında çalışan bu donanımlar üzerinde coğrafi bilgi üretilmesine yönelik ARC/INFO, Arcvievv GIS, Arcvievv Netvvork Analyst, Arcvievv Spatial Analyst, M icrostation, IDRISI, AutoCAD, CAD-Overlay gibi yazılımlar kullanılmaktadır. S ÜMER Dokuz Eylül Üniversitesi Su Kaynakları Yönetimi ve Su Kaynaklı Doğal Afetlerin Kontrolü Araştırma ve Uygulama M erkezi Tınaztepe Kampusu İnşaat Mühendisliği Binası Buca 35160 İZMİR Tel: (232)453 10 08/1245 Fax:(232)453 1191 453 42 79 e-mail: sumer@deu.edu.tr http://www.sumer.edu.tr 24 PROF. DR. UÇKUN GERAY* KATKI PAYI, FİYAT ve S U POLİTİKAS I Giriş Suyun, baraj ve göletlerde depolanması, iletilmesi, sulama suyu olarak yahut içme suyu olarak dağıtılması üzerinde çok durulan konular olmuştur. Ancak bunlar su üretimi değil, üretilmiş olan suyun kullanımı kapsamında kalmaktadır. Suyun üretildiği yer su havzalarıdır. Su üretimi bu amaçla seçilmiş bulunan havzaların işlevi durumundadır. Bu havzaların ve bunlardan elde edilen suyun düzeyinin ve niteliklerinin korunması ve geliştirilmesi gerçek anlamıyla su üretimidir. Su’yun Türkiye için yalnızca tarımsal, endüstriyel, kentsel, sağlıkla ilgili bir güç olarak algılanması yanlıştır. Su aynı zamanda siyasi ve stratejik güç olarak da dikkate alınmak zorundadır. Ayrıca ülkemizde su üretiminin ve niteliklerinin geliştirilmesi yolunda yönlendirilebilecek bir potansiyel de bulunmaktadır. Değerler, Dışsallıklar ve Ticarileştirme 1970’li yıllardan başlatılabilecek su sektörüne ait girişimlerin, özellikle son on yıllık dönemde yoğunluk kazandığı görülmektedir. Bu girişimlerde dikkate çarpan en önemli iki özellik, su’yu “uluslararası sorun” haline getirmek ve “su sektöründe reform” adı altında basınç yaratmak şeklinde öne çıkmaktadır. Bu doğrultudaki bazı önemli adımlar özetle şu şekilde ifade edilebilir: 1972 Birleşmiş M illetler (BM ) İnsan Çevresi Konferansı 1977 M ar del Plata Konferansı (BM Su Konferansı çerçevesinde) 1983 Brundtland Raporu 1992 Dublin Konferansı (World Water Forumu çerçevesinde) 1992 BM Rio Çevre ve Kalkınma Konferansı 2000 Hague Konferansı (World Water Council çerçevesinde) 2001 Dünya Su Konseyi (World Water Council) İstanbul 2001 Uluslararası İçme Suyu Konferansı (Bonn) 2002 BM Sürdürülebilir Kalkınma Dünya Zirvesi (Johannesburg) Dublin Konferansı (1992) su konusunda önemi büyük olan bir etkinliktir. Burada (Su ve Sürdürülebilir Kalkınma Bildirgesi) kabul edilen dört ilkeden bir tanesi, tüm kullanım biçimleriyle suyun ekonomik değerinin olduğu ve ekonomik bir ürün olarak tanınması gerektiğidir. Bu öneri ile aslında “Su kıttır, bir maldır, piyasası ve fiyatı olmalıdır” denilmiş olmaktadır. 1992 Rio’dan sonra ve BM ’in etkisinin azalışına paralel olarak, su ile ilgili baz ı kurumlar ve sivil toplum örgütleri kurulmuştur. Bu kuruluşlardan en önemli olanları şunlardır: • * Stocholm Water Symposium İ.Ü. Orman Fakültesi, Ormancılık Ekonomisi Anabilim Dalı. 25 • • • • International Water Ressources Association World Water Council Global Water Partnership World Commission for Water Bunlardan World Commission for Water’in hazırlamış olduğu rapor dikkat çekicidir (A Water Secure World: Vision for Water, Life and Environment; 2000). Raporun başlıca vurguları şöyle özetlenebilir: • Yoksullara destekler de dahil olmak üzere su hizmetlerinin fiyatlandırılmasında tüm maliyetler dikkate alınmalıdır, • Hükümetler, özel sektöre etken ve saydam çalışan düzenleyici bir ortam sağlamalıdır. Su hizmetlerinde tam maliyete dayalı fiyatlandırma talebinin nedenleri ise özetle şu şekilde açıklanabilir: • Serbest su kullanımı israfa ve etkisiz kullanıma neden olmaktadır, • Gelişmekte olan ülkelerde, ortalama her yıl 30 milyar $ kadar kaynak su elde etmeye ve su arıtmaya harcanmaktadır, • Gelişmekte olan ülkelerde hükümetler bugünün su hizmetlerine dahi yatırım yapamazken, gelecek için de çok büyük yatırım ihtiyaçları ortaya çıkmıştır. Su yönetimi konusunda önemli uzmanlardan bir tanesi Stockholm Su Sempozyumu Yöneticisi, O xford Üniversitesinden Hint asıllı Prof. Asit Biswas, 2000 yılında bir gazetemize verdiği röportajda su kıtlığının, akıllıca kullanılarak, devlet sübvansiyonları kaldırılarak ve suyun maliyeti ödenerek çözüme kavuşturulabileceğini ifade etmektedir. Biswas, devletin rolünün, bu konudaki “çağdaş” gelişmeye uygun olarak azalacağını, birçok hükümetin su yatırımlarını yapacak kaynağının bulunmadığını, bu durumda su yatırımlarını ve işletmeciliğini özel sektöre aktarmanın yararlı olduğunu ifade etmektedir. Diğer yandan, 2000 yılında European Forest Institute ve Salsona Technology Centre tarafından hazırlanan bir proje, yani Mediterranean Forest Public Goods and Externalities Projesi (M EDFOREX) yürütülmeye başlanmıştır. Bu projede özetle, ormanların a) pazarı olan b) potansiyel pazarı olan c) pazarı olmayan çıktılarının (mal ve hizmetlerinin) başka deyişle de değerlerinin olduğu, odun dışı birçok orman çıktısının ve ormanların yarattığı dışsallıkların uygun kurumsal yapılar (yasalar, düzenlemeler, mülkiyet hakları vb.) ve yönetim ve pazarlama araçları devreye sokulmak suretiyle pazara kavuşturulabileceği kabulü yapılmıştır. Bu çıktıların potansiyel olarak pazarlanabileceği ve parasal değerlerinin bazı ekonomik metotlarla belirlenebileceği vurgulanmaktadır. Bu proje ile her şeyden önce dışsallık verilerinin Akdeniz ülkeleri bağlamında elde edileceği belirtilmektedir. Proje, adından da anlaşılabileceği gibi ormanların dışsallıklarının belirlenmesi üzerine kurulmuştur. M EDFOREX Projesi “Toplam Ekonomik Değer” (TED) kavramıyla yakından ilgilidir. TED özetle şu şekilde ifade edilebilir: 26 TED= Kullanım Değeri (Doğrudan Kullanım Değeri+Dolaylı Kullanım Değeri)+ +Kullanım Dışı Değer (Gelecek Değeri+Varoluş Değeri+Miras Değeri) Belli bir orman çıktısı TED içindeki bu değerlerin bir bölümüne yahut tamamına sahip olabilmektedir. Başka deyişle orman çıktıları bir yandan doğrudan kullanım değerine, diğer yandan da miras ve gelecek değerine... sahip olabilmektedir. Ancak bazı çıktıların gelecek değerleri ve miras değerleri olduğu halde, örneğin doğrudan kullanım değerleri bulunmamaktadır. Öte yandan, orman çıktılarının pazarla ilişkisi yukarıda değinildiği gibi ikinci bir sınıflandırmayı gerekli kılmaktadır: Pazarı olan mallar -Potansiyel pazarı olan mallar Pazarı olmayan mallar Bir başka sınıflandırma yapma zorunluluğu da bulunmaktadır. Bu sınıflandırmada, pazarı olan orman çıktılarına özel mallar denilirken, pazarı olmayan orman çıktılarına kamu malları olarak bakılmaktadır. Potansiyel olarak pazara konu olanlar ise yarı kamusal mallar olarak adlandırılmaktadır. Burada, pazarı olmayan kamu mallarını üreten kaynakların, devlet mülkiyetinde veyahut özel mülkiyette olmasının yani mülkiyetin önemi bulunmamaktadır. Başka deyişle, bu üçüncü sınıflandırma kaynağın mülkiyetine bağlı bir sınıflandırma değildir. Nitekim, özel mülkiyete ait bir orman kaynağının çıktısı kamu malı ve hizmeti niteliğinde olabileceği gibi, devletin mülkiyetindeki bir orman kaynağının çıktısı özel mal ve hizmet niteliğinde olabilmektedir. Su, odun dışı orman çıktıları kapsamındadır, ne var ki diğer odun dışı çıktılardan ayrı olarak ele alınmak istenmektedir. Zira su, farklı yaklaşımların ve çok büyük ekonomik çıkarların konusu olarak dikkate alınmak istenmektedir. Suyun aynı zamanda siyasi ve stratejik boyutlarının bulunması da bunda bir o kadar büyük rol oynamaktadır. M EDFOREX Projesi de kamusal ve pazarı olmayan orman çıktılarını özel bir önemle ele almaktadır. Su, bu tür çıktıların en önemlisidir. Kamusal ve pazarı olmayan çıktıların yani dışsallıkların pazara kavuşturulması yollarının bulunması bu projenin temel hedefidir. Su’yun M EDFOREX’deki önemi, halen pek çok coğrafyada ve Türkiye’de olduğu gibi, dışsallık niteliği taşıyor olmasıdır. Dışsallık burada, orman idaresinin kaynak yönetimi sırasında kendisi dışındakilere su üretmesi, ama karşılığının idareye ödenmemesi şeklinde özetlenebilir. Ancak karşılığının ödenebilmesi için suyun değerinin belirlenebilmesi, en iyisi, su pazarının oluşturulması ve bunun yanında yasal ve kurumsal mekanizmaların yaratılması gerektiği bellidir ve esasen bu istenmektedir. Şu halde • • • • • su çıktısı, ülkemiz ve pek çok öteki ülke için, Odun dışı, Dışsallık arzeden, Kullanım değeri ve kullanım dışı değeri olan, Pazarı olmayan, Kamusal nitelikli bir orman çıktısı olarak dikkat çekmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, dışsallık arz etme ve pazarı olmama nitelikleri ile kamu malı olma, başka deyişle özel mal olmama özelliklerinin bu ürünün farklı cephelerden görüntüsü olduğudur. 27 Dışsallığı meydana getiren birime, örneğin orman işletmesine, kendisinin dışındakilere sağladığı fayda akımının parasal karşılığının ödenebilmesi, ilk aşamada kıt’lık kavramının tutundurulmasını ve faydanın parasal değerinin belirlenmesini (valuation), ikinci aşamada da bir pazarın oluşturulmasını gerektirmektedir. Eğer bu pazar, örneğimizde su pazarı, oluşturulabilirse ve buradaki fiyatlar üzerinden, dışsallık kaynağına bir ödeme yapılırsa, dışsallık içselleştirilmiş olmaktadır. Şu halde içselleştirme, dünya için su politikası çizenler açısından önemli bir adımdır. Biz ise, ormanların ürettiği bu çıktının dışsallık anlamına gelmediğini, ormancılık sistemine bu ödemeyi toplumun vergiler ve ödenekler yoluyla esasen yaptığını, ormancılık sistemini toplumun finanse ettiğini (genel bütçe-katma bütçe)ve üstelik orman idaresinin yazılı amaçları arasında bu hizmetin zaten yer aldığını savunmaktayız. Bu tür dışsallıklara kasıtlı dışsallıklar denilmektedir. Ne var ki M EDFOREX ve öteki çalışmalarda bu yaklaşım ve kavram önem kazanmış değildir. Kamusal mallarda, aynı zamanda, yararlananların birbirini engellemesi ve birbirine rakip olması söz konusu değildir. Engellemenin ve rekabetin konu olmadığı ve pazarın mevcut olmadığı (ticarileştirmenin bulunmadığı) bir ortamda kamu malından söz edilmektedir. Bu niteliklerin tümüyle tersine döndüğü ortamdaki mallar ise özel mallardır. Özel mal olarak orman çıktılarına tomruk, reçine... örnek gösterilebilir. Ancak birçok çıktı bu iki uç arasında yer almaktadır ve bunların potansiyel pazarından söz edilebilir. Bunlara rekreasyon ve avlanma örnek olarak verilebilir ve bu mal grubuna yarı kamusal mallar da denilmektedir. Su için de, en azından ilk aşama olarak yarı kamusal mal statüsü hedeflenmektedir. Şu halde bir dışsallığın parasallaştırılıp ticarileştirilmesinin, pazara ve fiyata kavuşturulmasının onun kamu malı olma niteliğini kaybetmesi demek olduğu şeklinde çok önemli bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Bunun kadar önemli olan bir başka husus, kamu malı niteliğinin kaybolmasının bu üretim alanının özelleştirilebilmesinde, hatta “imtiyaz”ın yerli ve yabancı özel kişilere verilebilmesinde yaşamsal bir adım olmasıdır. Kamusal Mal ve Hizmet Üretimi Kıtlık Kavramının Tutundurulması Değer Belirleme Pazar Oluşturma (Fiyatlandırma) Özel Mal ve Hizmete Dönüştürme Özel Kişilere İşlettirme Dışsallıkların İçselletirilmesi (Ödeme-Ödetme) Uluslararası Sermayeye İşlettirme 28 Şekil. Kamu Malından Özel Mala Geçiş S üreci M EDFOREX projesi yanısıra, uluslararasılaştırma yönündeki bir diğer akademik çalışma örneği ABD’de Yale Üniversitesinde ortaya çıkmaktadır. Buradaki bir projenin konusu Global Environmental Governance (GEG) olarak belirlenmiştir. Yaklaşım özetle, küreselleşmenin bilinen yaklaşımı olan “global olarak düşün, yerel olarak icra et” mantığına dayanmaktadır. GEG’in bir zorunluluk olduğu değişik argümanlarla savunulmakta ve bunun yerkürede kurumsallaşması için yöntemler önerilmektedir. “Su yönetişimi” de bu kapsamın içerisindedir. Bu arada, yukarıda da belirtildiği gibi, kamu mülkiyetinin “optimal altı” sonuç verdiği, hatta yıkıcı olduğu da ifade edilmektedir. Kamu mülkiyeti yerine “Global Public Goods” ve “Global Commons” terimleri kullanılmak suretiyle kaynakların kamusal mal ve hizmet niteliği sürdürülüyor ve onlara yerküre ölçeğinde sahip çıkılıyor görünümü de verilmektedir. Ancak böylece bir ülkenin kamu malı, dünyaya ait kamu malı olma noktasına taşınmakta, uluslar arası bir örgütün yönetimine verilmek üzere ortam hazırlanmaktadır. Bizzat Dünya Bankası da yayınları ile aynı yönde etki yaratmaktadır. Örneğin Güneyde Su Pazarlarının Geliştirilmesi (Developing Water M arkets in the South) kitabında Güney Ülkeleri’nde arz yetersizliği, mülkiyet belirsizliğinin olumsuz etkileri, pazarın zorunlu olduğu... hususları önemle vurgulanmaktadır. Bonn’da 2001 yılında yapılan bir uluslararası su konferansını (International Conferance on Freshwater) özetleyen metinde, donör ve finans kuruluşlarına, yatırım için özelleştirmeyi şart koşmama (şimdilik UG) yönünde çağrı yapıldığı, ancak özelleştirmenin yine de yürüdüğü, bunun yanında yabancı yatırımcılara açılmanın sürdüğü, buna ek olarak da Dünya Ticaret Örgütü’nün hizmet sektöründe daha ileri liberalizasyon görüşmeleri yaparak bu harekete yeni ivme verdiği, son olarak AB’nin, Dünya Ticaret Örgütü’nün öteki ülkelerine, Avrupa şirketlerinin piyasaya girmelerinin önündeki engellerin kaldırması ile ilgili uzun bir istekler listesini sunduğu, ancak bunun sadece su ile ilgili değil tüm kamu malları ile ilgili olduğu yer almaktadır. Ormanın Genişleyen ve Derinleşen Değeri Bütün bunlara göre, bir doğal kaynağın, örneğin orman kaynağının çıktıları, yani ürettiği mal ve hizmetler (faydalar), önceki dönemlere göre giderek hem somutluk kazanmakta, hem de çeşitlenmektedir. Başka deyişle çıktıları çeşitlendirme, bunların tanımının bilimsel çerçevesini belirleme ve analiz yapma yolunda ileri adımlar atılmaktadır. Dün sadece dar bir kesimin ileri sürdüğü, dolayısıyla toplumsallaşmamış ve kurumsallaşmamış olan bazı fayda akımları, bunlara değerler de denilebilir, günümüzde kurumsallaşmış görünmektedir. Ormanların değerleri gitgide somut ve toplumsal planda büyümektedir de denilebilir. Bu arada Toplam Ekonomik Değer (TED) konusuna dikkat çekmekte de yarar vardır. Bu yaklaşıma göre, TED terimi altında yer alan bazı para dışı değerlerin ekonomik değerler olduğu kabul edilmiş olmaktadır. Kullanım dışı değer kapsamında sayılmış olan değerler, yani gelecek değeri, varoluş değeri ve miras değeri bunun tipik örnekleridir. Bu değerlerin parasal hale getirilmesi, ticarileştirilmesi ve pazara kavuşturulması, uzun bir dönem mümkün olamayacağı halde, bunlar ekonomik değerler içinde sayılmıştır. Dolayısıyla TED bir klasik iktisatçının ekonomik değer olarak göremeyeceği, parasal olmayan birçok değeri 29 içermektedir. Bu farklılık, doğal kaynaklar ve onun en karmaşık sektörü olan orman kaynakları yöneticisi ve işletmecisi için “ekonomik değerin” farklı kapsama kavuştuğunu göstermektedir. Bu durum ormancı iktisatçının ekonomik değer teriminden anladığı ile iktisatçının anladığının farklı olduğunu anlatmaktadır. Orman iktisatçısının değer kapsamının daha geniş olduğu ve kamusal değerleri ve gelecekteki değerleri de mutlaka içerdiği ortadadır. Ormanın çıktısı olarak suyun da bu tür değerleri bulunmaktadır. İşlevler 1 2 Değerler 3 4 n Su Rekreasyon Hammadde Yaban Hayatı Bu özet tabloda anlatılmak istenenlerden biri, dönemler halinde hem değerlerin, hem işlev türlerinin genişlediği, yani ormanın çıktılarının toplam değerinin arttığıdır. Diğer yandan değer kategorileri de değişikliğe uğramaktadır. Bir başka değinilmek gereken husus, bu matrisin her elemanının, örneğin rekreasyonun dolaylı kullanım değerinin hesaplanmas ı yönteminin diğerlerinden farklı olabileceğidir. Başka deyişle matrisin her elemanının hesaplanması için farklı değer belirleme (valuation) yöntemlerinin kullanıldığıdır. Ayrıca, tüm değerlerin her işlev için varolduğu söylenemez, dolayısıyla matrisin bazı elemanları boş durumdadır. Bu matris, hemen hemen tüm nitelikleriyle, hem zaman, hem coğrafya değiştiğinde değişikliğe uğrayacaktır. Orman kaynaklarının çıktıların toplam değeri bu matrisin elemanlarının toplamıdır. İşlevlerden hangisinin, hangi değerleri ticarileştirilmiş yahut pazara kavuşturulmuşsa, bunların dışında kalan elemanlar dışsallıklar kapsamında kalmaktadır. Fiyat ve Katkı Payı Terimlerinin Anlamları Su konusunda fiyatlandırma kabaca birkaç biçimde yapılmaktadır. Bunlardan ilki talep fonksiyonunun belli edilemediği koşullarda ve maliyetin üzerine belli bir kâr düzeyinin eklenmesi suretiyle yapılan, dolayısıyla kâr eniyilemesi çerçevesi olmayan bir fiyatlandırmadır. Talep fonksiyonunun belli olduğu eksik rekabet koşullarında ise fiyat kârı eniyilemek üzere saptanabilir. M onopollü rekabet piyasasında, yani yine eksik rekabet koşullarında ise suyu arz eden firma sayısı kısıtlı bir artış göstermektedir. Bu firmalar da eğer talep fonksiyonu belirlenmiş ise kârı eniyilenmek üzere fiyat saptayabilirler. Her üç piyasa modelinde de kamu fiyata üst sınır koymak suretiyle serbestliği önleme yoluna gidebilir. Tam rekabet piyasasında ise, teorik anlamda konuya bakıldığında, kârlar ve fiyat en düşük düzeyde kalacak biçimde bir arz-talep dengesi ortaya çıkmaktadır. Ne var ki tam rekabet piyasası hemen hemen hiç gerçekleşmemektedir. Özellikle su konusunda bölgesel miktar ve nitelik farklılıkları ve bölgeler arası su transferi olanaksızlıkları tam rekabet piyasasına izin vermemektedir. Yukarıda özetlenen koşullar nedeniyle su için, optimal ekonomik kararlara rehber olacak bir fiyat gerçekleşmemektedir. Bu çerçevede özel sektörü tercihte, fiyat sınırlandırılması gerekli olmaktadır. Bu ise bir müdahale anlayışıdır ve müdahale kamu çıkarı anlayışı ile açıklanabilir. Ancak, ister sınırlandırılmış yani müdahale görmüş olsun, ister serbest bırakılmış olsun yukarıdaki fiyatların her biri suyun ticarileştiğini ifade eder ve bunun her durumda firmaların kâr hedefi ile ayrılmaz bir bütünlük içinde olduğu ortadadır. 30 Sınırlandırılmış fiyat ve belirli olmayan talep fonksiyonu ışığında, bir kamusal fiyat belirlemesinin kimleri, nasıl dikkate aldığının da sorgulanması gerekir. Yukarıdaki açıklamalarda belli kullanıcılar ve bugünün kullanıcıları için ortaya konan fiyatlar söz konusudur. Belirlenen fiyatın, henüz kapsama alınmamış bugünkü ve gelecekteki kullanıcılar için olmadığı bellidir. Başka bir ifadeyle fiyatın kullanım değerinin dışında kalan, örneğin miras değerini ve opsiyon değerini kapsaması mümkün değildir. Şu halde, su örneğinde somutlaştığı gibi, fiyatlandırma, bir yanıyla piyasanın oluşumundaki aksamalar nedeniyle, bir yanıyla da büyük ölçüde fiyat dışı kalan diğer değerler nedeniyle başarısız olmak durumundadır. Dolayısıyla iktisadi ve sosyal kararlarda yol gösterici olmamaktadır. Ancak özel kesimin ve fiyatlandırmanın seçimi, bugün kesitinde, kârla bağıntılı bir ticarileştirme seçimi olarak özetlenebilir. Kasıtlı dışsallıklarını geçerli olması halinde, ticarileştirme,fiyatlandırma ve özel kesime verme yerine, kullananların su üretimine katkı sağlaması yahut bir bedelle destek çıkması temel alınmalıdır. Şu halde, fiyatın yerine katkı yahut bedel teriminin yerleştirilmesinin, su üretiminin işletmecilik olarak değil, bir kaynak yönetimi olarak görülmesiyle, kaynağın özel sektöre açılmamasıyla ve kâr alanı yapılmamasıyla bir ilgis i bulunmaktadır. Fiyatlandırma ve ticarileştirmenin su işletmeciliği sonucunu doğurduğu dikkat e alındığında, Anayasa’nın 169. maddesine eklenebilecek “işlettirilir” teriminin hedefi daha açık olarak anlaşılmaktadır. Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu dikkate alındığında da bir havzadaki su işletmeciliğinin yabancı özel firmalara geçebileceği anlaşılmaktadır. 1999’da değiştirilmiş ve “Devletleştirme ve Özelleştirme” başlığı almış olan Anayasa’nın 47. maddes i de bu çerçevede dikkate alınmak zorundadır. Bu maddede “Kamu iktisadi teşekkülleri ve diğer kamu tüzel kişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek veya tüzel kişilere yaptırılabileceği veya devredilebileceği kanunla belirlenir” denilmektedir. Dolayısıyla bir su havzasına yatırım yapılması ve su üretim hizmetinin gerçekleştirilmesi bir kanun çıkarılmak suretiyle imtiyaz olmaktan çıkabilecek ve bir gerçek kişiyle sözleşme yapılmak suretiyle devredilebilecektir. Ticarileştirilmiş olma bir kamu hizmetinin yerli ve yabancı özel firmalara verilmesinin önünü açacak bir değişim olarak kendini göstermektedir. Politikayı Etkileyecek Gelişmeler Bugün zengin ülkelerin elinde hayal edilmeyecek düzeyde finans olanağı bulunmaktadır ve bu olanağın kullanılmaması Kuzey’in çökmesi anlamına gelmektedir. Bu finans olanaklarıyla bütünleştirilebilecek teknik olanaklar da aynı kesimin elindedir. Çöküşün önlenmesi pazarın çeşitlendirilmesine ve yaygınlaştırılmasına bağlıdır. Dolayısıyla su ile ilgili üretim ve hizmet süreçlerinin özel girişimin konusu haline getirilmesi bu kesim için yaşamsal bir hedef durumundadır. Bu nedenledir ki ortak kullanılan veyahut devletin yönetimindeki kaynakların iyi yönetilmediği; kamu malı niteliğinin, kaynakların korunmasının ve iyi yönetilmesinin önünde engel oluşturduğu; oysa bu kaynaklardan oluşan dışsallıkların ticarileştirilmesi yardımıyla finansal güç, tasarruf ve etkenlik sağlanabileceği ileri sürülmektedir. Ayrıca hükümetlerin bu kaynakları yönetme ve bu alanlara yatırım yapma gücünün olmadığı da vurgulanmaktadır Anayasa’nın 169. maddesinin değiştirilmesi teşebbüsüne asıl olarak bu nedenle bir karşı koyuş sergilenmiştir. Bu maddedeki “Devlet ormanları devlet tarafından yönetilir 31 işletilir” ilkesi, “işlettirilir” sözcüğü eklenmek suretiyle ortadan kaldırılmak istenmiştir. Şimdilik bu niyetten vazgeçilmiştir, ancak yeni bir teşebbüs beklenmelidir. “işletmecilik” temelde pazar için, yani fiyatı olan bir ürünün, üretimi ve pazarlanması demektir. Dolayısıyla fiyatı olan bir ürün, örneğin odun hammaddesi bağlamında “işlettirilir” teriminin anlamı orman işletmeciliğinin özel yerli ve yabancı kişilere yaptırılması demektir. Bu alanda Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu ve Anayasa’nın Su, ormanı işletmeciliğinin, aynı şekilde özel yerli ve yabancı işletmecilere verilebilmesi ise su pazarını beklemektedir. Ancak, su ile ilgili hizmetlerde özelleştirmelerin hepsinde, bir kural olarak, fiyat artışı ortaya çıkmaktadır. Public S ervices International Research Unit-Part of the School of Computing and M athematics, University of Greenwich, London (PSIRU)’nun saptamaları bunu göstermektedir. Fransa’da özelleştirilmiş su kullananların, belediyelerden hizmet alanlara göre %20-30 daha fazla ödeme yaptığı bildirilmektedir. St. Etienne’de iki yıl içinde su fiyatlarında %124 artış yaşanmıştır. Öte yandan özel şirketlerin yatırım ve bakım yapmaktan uzak durdukları bilinmektedir. Bu durum İngiltere’de yaşanan demiryolu kazalarının temelinde yatan nedenlere benzemektedir. Su’yun ve Türkiye sularının stratejik önemini ifade eden bazı öteki gelişmeler de yaşanmıştır. Bir İsrail başbakanı “Bizim ilgi alanımız Dicle ve Fırat’a kadardır” demiş, daha sonra da “yanlış anlaşıldı” diye geri dönmüştür. Eski İsrail başbakanı ve dışişleri bakanı Şimon Perez Türkiye’nin su kaynaklarından bölge ülkelerini yararlandırmadığını ifade etmekte ve “Türkiye sularını ticarileştirmeli, Türkiye’nin çok suyu var” demektedir. Şimon Perez’in şu ifadesi de anlamladır: “Su kalıcı barışın anahtarıdır”. İlk bakışta masum görülen bu ifadede üstü örtülü bir tehdit vardır. Bu cümleyi tersten okursak aslında “Kalıcı savaşın nedenlerinden biri su’dur” denilmiş olmaktadır. Perez aynı zamanda “Türkiye su’yu boşa akıtıyor. Çünkü balıklar suya para ödemiyor” da demektedir. Ayrıca Perez bir açıklamasında “Nüfus artıyor, su üretimi için imkan yaratamazsak, bu kez su için savaşacağız” diyebilmiştir. 1990’da Hayfa Üniversitesi Profesörü Arman Sofer “Orta Doğu’da su kaynaklarının kullanımı yüzünden savaş çıkacaktır” demiştir. İsrail Batı Şeria’da ve Lübnan’da fiili durum yaratmış ve başkalarının su kaynaklarını kullanır olmuştur. M oşe Dayan 1967 Arap İsrail savaşında “İsrail için su o kadar önemlidir ki biz, 1967’de Araplarla savaşa biraz da su kaynaklarını kontrol altına almak için girdik” demiştir. İsrail’in şirketler ya da taşeronlar kanalıyla aldıkları arazilerle su arasında bir ilişki vardır. Yani durum su ve toprak kaynaklarının kullanılması olarak bir bütünlük içerisinde ele alınmalıdır. Barış Suyu İsrail ve Türkiye tarafından yürütülmektedir. Bu halkada Suriye, Ürdün ve İsrail söz konusudur. Su satışı ile ilgili gerek deniz iletim hattının gerekse boru iletim hattının (Barış Suyu), sınır aşan sular bağlamında uluslararası hukuk sistemine yerleştirilmes i durumunda büyük sorunlarla karşılaşılabilir. Bu durumda en azından Türkiye’nin pazarlık gücünün zayıfladığı görülebilir Manavgat suyunun satın alınması için İsrail 05/03/2004 tarihinde son noktayı koymuş bulunmaktadır. Ne var ki anlaşma imzalanmış ve yürürlüğe konulmuş değildir. Eğer uygulanırsa İsrail ekonomik ve stratejik güvenliğini bu su sayesinde geliştirecektir (yılda 50 milyon ton). Ancak Türkiye ile Arap dünyasının arasının açılması olasılığı da vardır. Belki de 32 bu olumsuz gelişmeyi önleyebilme adına, İzmit Yuvacık barajından yılda 1,2 milyon ton suyun M ısıra satılması doğrultusunda müzakereler sürmektedir. Ancak, her iki örnek, su üretiminin gerçekte havza ile organik bütünlüğü olduğunu kanıtlamaktadır. Burada, ilk bakışta, su üretimi ve satışı ile bir ihracat gelirinin elde edilmesi olumlu yanıyla öne çıkmaktadır. Ne var ki bu olumluluğun yaşanması ve sürdürülmesi belli koşullara, başka deyişle Şekil’de tanımlanan sürece hakim olunmasıyla mümkündür. Bu koşulların en önemlis i Anayasa’daki “devlet ormanları devlet tarafından yönetilir ve işletilir” ilkesinden ödün verilmemesidir. Bir başka önemli koşul suyun üretiminin ve sürdürülebilirliğinin finanse edilmesi amacıyla yapılabilecek parasal katkının fiyat kapsamı içerisine alınmamasıdır. Bu doğrultuda sonuç ve güç verilebilecek bir ilkenin Avrupa Birliği direktifleri içerisinde yer aldığının üzerinde özenle durulması gerekmektedir. 23 Ekim 2000 tarih ve 2000/60/EC AB direktifinin birinci maddesinde “S u diğerleri gibi bir ticari ürün olmayıp, tarihsel miras olarak korunması, savunulması ve ele alınması gereken bir mirastır” denilmektedir. Ortadoğu ve İsrail örneğinde olduğu gibi, su kaynaklarına erişmek ya da bunları ele geçirmek veya yönetimine hakim olmak gibi bir proje söz konusudur. Bu projenin temelinde üç boyut yer almaktadır: a) Karşılaşılan su krizini aşmak üzere, şu ya da bu biçimde su kaynaklarına erişmek, satın almak ve bunlardan yararlanabilmek, b) Su kıtlığından hareketle bir pazar oluşturmak ve bu pazarı ele geçirerek Batı’daki ekonomik krizi aşmak, c) Su havzalarının yönetiminde etki yahut egemenlik sahibi olmak. Bu üç boyut birbirini desteklemekte, bir yandan ülkeler su ihtiyaçlarını karşılamak ve suya erişmek üzere bir ödeme yaparken, su pazarının oluşumuna doğru adım atılmış olmakta, diğer yandan uluslararası şirketler oluşan pazarı ele geçirmeyi hedeflemekte, öte yandan havzalarda yönetim gücü kazanılmaktadır. Bunlara bağlı olarak su kaynaklarının artan stratejik öneminden hareketle, bunların ele geçirilmesi bazı ülkelerin siyasi ve askeri stratejisinin temel ögesi haline gelmektedir. Yararlanılan Kaynaklar Albert, I. 2003. Development Cooperation With East Africa. Development and Cooperation, Vol 30, No.7. s.276-279. Frankfurt. Balman, V. 2003. M avi Altın. Türkiye M ühendislik Dergisi, 2003-1, Sayı 433. s.34-39. Ankara. Baş, M ., H. Özocak. 2002. Doğal Varlıklar Ekonomisi ve M uhasebesi Açısından Su. Çevre M uhasebesi ve Denetimi, İstanbul Serbest M uhasebeci M ali M üşavirler Odası Yayını, No.34. s.114-142. İstanbul. Biswas. A. 2000. A Fresh Approache to a Vital Problem. Development and Cooperation, No.4/2000. s.4-5. Bonne. Donner, C. 2003. What are Global Public Goods? Development and Cooperation, Vol 30, No.7. s.298-299. Frankfurt. Hoering, U. 2002. Puplic Private Partnership in the Water Sector. Development and Cooperation, No.4/2000. s.15-17. Bonne. Ivanova, M .H. 2003. The Foundation of Global Environmental Governance: From Theory to Practice. Yale University. maria.ivanova@yale.edu. Kaya, G. 2002. Pazarı Olmayan Ürünler Çerçevesinde Orman Kaynaklarının Değerinin 33 Belirlenmesi. 372 s. (Doktora Tezi: Basılmamıştır) İstanbul. Lobo, C., A. Samuel. 2001. Sliking Thirst-Retrieving Desertified Living Spaces. Development and Cooperation, No. 4/2001. s.9-13. Bonne. Merlo, M. and E.R. Briales. 2001. Public Goods and Externalities Linked to Mediterranean Forests: Economic Nature and Policy. 39 s. M erlo@agripolis. unipd.it. Taşkın, Hasan. 2004. İsrail’in GAP Senaryosu. Ozan Yayıncılık. 128 s. Tillman, E. 2003. Half-Hearted Policy, Half Hearted Participation. Development and Cooperation, Vol 30, No.5. s.200-2003. Frankfurt. Tütmez, B. 2001 Ortadoğuda Su Sorunu ve Yeni M anevralar. Evrensel, Dosya 25/04/2001. http://www.evrensel.net/01/04/25/dosya.html. Ulusoy, K. 2002. Ticari Küreselleşmenin Son Hedefi Su Pazarı. Türkiye M ühendislik Haberleri, Sayı 419. s.12-16. Ankara. Yıldız, D. 2002. Doğu Akdeniz Ülkelerinin Su kaynakları ve Su Sorunları. Türkiye M ühendislik Haberleri, 2002-4,5,6, Sayı 420-421-422. s.55-59. Ankara. 34 MİTHAT RENDE (Konuşma M etni Edinilememiştir.) 35 PROF. DR. ENVER BOZKURT (Konuşma M etni Edinilememiştir.) 36 PROF. DR. H. Doğan ALTINBİLEK ODTÜ Öğretim Üyesi DSİ Eski Genel M üdürü TÜRKİYE’NİN S U POTANS İYELİ VE GELİŞ TİRİLMES İ 1. Su Kaynaklarında Kurumsal Yapılaşma Süreci Ülkemizde su işlerinin örgütlü bir şekilde ve sürekli olarak ele alınması, 1914 yılında Nafia Nezaretinin yeniden düzenlenmesi ile oluşturulan “Umur-u Nafia M üdüriyet-i Umumiyesi” (Bayındırlık İşleri Genel M üdürlüğü) kurulmasıyla başlar. Bu Genel M üdürlüğün görevleri arasında sulama, kurutma, taşkın koruma, nehir ulaşımı, su biriktirme ve dağıtımı önemli bir yer almıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını müteakiben 1925 yılında “Nafia M üdüriyet-i Umumiyesi”ne bağlı bir “Sular Fen Heyeti M üdürlüğü’ kurularak, Bursa, Adana, Ankara, Edirne ve İzmir Su İşleri M üdürlükleri kurulmuş ise de gerek gözlem yetersizliği, gerekse bu işlere ayrılan ödeneğin azlığı, bu işlerin gereken şekilde gelişmesine imkan sağlamamıştır. Nihayet 1929 yılında ortaya çıkan şiddetli bir kuraklık ve kıtlık “Sular Umum M üdürlüğü”nün kurulmasına yol açmıştır. 1939 yılında da Nafia Vekaleti’ne bağlı olarak “Su İşleri Reisliği” kurulmuştur. Bu tarihten sonra su işlerinin önemi çok daha iyi anlaşılmıştır. Bu dönemde su kaynaklarının ön inceleme etütleri ve planlamaları ile su ölçümleri yapılmıştır. 1954 yılında Su İşleri Teşkilatı’nı yeniden düzenleyen 6200 sayılı yasa ile Bayındırlık Vekaleti’ne bağlı olarak bugünkü katma bütçeli tüzel kişiliği olan Devlet Su İşleri Genel M üdürlüğü (DSİ) kurulmuştur. DSİ’nin kurulmasından sonra su kaynaklarının geliştirilmes i için büyük çapta yatırımlara girişilebilmiştir. DSİ faaliyetlerine esas teşkil eden başlıca kanunlar aşağıda sıralanmıştır. • 6200 sayılı teşkilat kanunu (28.02.1954); • 167 sayılı yeraltı suları hakkında kanun (16.12.1960); 37 • 1053 sayılı Ankara, İstanbul ve nüfusu 100 000’den Büyük Şehirlere içme suyu temini hakkında kanun (03.07.1968) Yasal çerçevede DSİ’nin ekonomi sektörleri bazında yürüttüğü faaliyetler tarım, enerji, hizmetler ve çevre başlıkları altında gruplandırılabilir 2. Türkiye S u Kaynakları Potansiyeli Türkiye’de yıllık ortalama yağış potansiyeli 501 milyar m3 suya tekabül etmektedir (Şekil 1). Bu miktarın 186 milyar m3’ü çeşitli büyüklükteki akarsular ile denizlere ve kapalı havzalardaki göllere boşalmaktadır. Ayrıca, bu miktara ilaveten komşu ülkelerden ülkemiz sınırları içerisine giren yaklaşık yılda ortalama 7 milyar m3 civarında bir akış bulunmaktadır. Toplam 193 milyar m3’ü bulan Türkiye yüzey suyu potansiyelinin bugüne kadar geliştirilmiş çeşitli projeler ile yine yıllık ortalama değer olarak ifade edildiğinde 95 milyar m3’lük kısmının teknik ve ekonomik kriterler çerçevesinde kullanılabilir olduğu belirlenmiştir. Diğer taraftan, yapılan etütler sonucunda 2004 yılı itibariyle ülkemizde çeşitli amaçlara yönelik kullanılabilir yeraltı suyu potansiyeli 13.7 milyar m3 olarak hesaplanmıştır. Bu durumda ülkemizin yerüstü ve yeraltı suları olarak yenilenebilir nitelikte, teknik ve ekonomik yönden kullanılabilir özelliklere sahip tatlı su potansiyelinin yıllık ortalama 110 milyar m3 olduğu belirlenmiştir. Ülkemizin 2000 yılı nüfusu 67.3 milyon kabul edildiği takdirde kiş i başına düşen kullanılabilir su miktarı brüt 2763 m3/yıl, teknik ve ekonomik olarak kullanılabilecek su ise kişi başına 1633 m3/yıl olmaktadır. Ülkenin nüfus artış projeksiyonuna göre 2020 yılı nüfusu 90.9 milyon kabul edilirse, kişi başına teknik ve ekonomik kullanılabilecek su miktarının 2020 yılında 1210 m3 /yıl’a düşeceği hesaplanabilir. Su potansiyeli bakımından zengin bir ülke olmayan Türkiye’nin, hızlı nüfus artışı dikkate alındığında ileriki yıllarda su kısıtı bulunan ülkeler arasında yer alabileceği ve ülkenin su ihtiyacını karşılamak için büyük yatırımlara ihtiyaç olduğu görülmektedir. 38 YAĞIŞ 501 MİLYAR (642.66 mm yağış)m3 BUHARLAŞMA 274 MİLYAR m3 AKIŞ 158 MİLYAR m3 YERÜSTÜ SU POTANSİYELİ 158+28+7=193 milyar m3 YAS 69 MİLYAR m3 YAS 28 MİLYAR m3 YAS 69-28=41 milyar m3 Şekil 1 Türkiye’nin Su Bütçesi 39 KOMŞU ÜLKELERDEN 7 MİLYAR m3 Tablo 1 Drenaj S ahaları Bakımından Havzavzalara Göre Yıllık Su Potansiyeli Fırat Dicle Doğu Karadeniz Doğu Akdeniz Antalya Batı Karadeniz Batı Akdeniz M armara Seyhan Ceyhan Kızılırmak Sakarya Çoruh Yeşilırmak Susurluk: Aras Konya Büyük M enderes Van Gölü Kuzey Ege Gediz M eriç Küçük M enderes Asi Burdur Göller Akarçay TOPLAM Ortalama Yıllık Akış Potansiyele milyar m3 İştirak (%) 31,61 17,0 21,33 11,5 14,90 8,0 11,07 6,0 11,06 5,9 9,93 5,3 8,93 4,8 8,33 4,5 8,01 4,3 7,18 3,9 6,48 3,5 6,40 3,4 6,30 3,4 5,80 3,1 5,43 2,9 4,63 2,5 4,52 2,4 3,03 1,6 2,39 1,3 2,09 1,1 1,95 1,1 1,33 0,7 1,19 0,6 1,17 0,6 0,50 0,3 0,49 0,3 86,05 100 40 Yurdumuz hidrografik olarak 26 akarsu havzasına ayrılmıştır(Tablo-1). Bu havzaların 14 tanesi (Fırat, Dicle, Seyhan, Ceyhan, Kızılırmak, Sakarya, Çoruh, Yeşilırmak, Susurluk, Aras, Büyük M enderes, Gediz ve Küçük M enderes) müstakil nehir havzaları olarak kabul edilebilir . Diğer 12 havza ise (Doğu Akdeniz, Antalya, Batı Karadeniz, Batı Akdeniz, M armara, Konya, Van Gölü, Kuzey Ege, M eriç, Ergene, Burdur Göller ve Akarçay) irili ufaklı müteferrik akarsu ve gölleri kapsamaktadır. Söz konusu 12 havzadan 4 tanesi (Konya, Van Gölü, Burdur göller ve Akarçay) denizlerle irtibatı olmayan kapalı havza niteliği taşımaktadır. Türkiye akarsu havzalarından 6 tanesi sınır aşan sulara ait havza niteliğindedir. Bu havzalar; M eriç-Ergene, Asi, Çoruh, Aras, Dicle ve Fırat havzalarıdır. Ancak, Dicle ve Fırat nehirleri birleşerek Basra körfezine döküldüklerinden uluslararası platformlarda tek bir hidrolojik havza olarak kabul edilmektedir.Sınır aşan sulara ait havzaların Türkiye topraklarından kaynaklanan yıllık ortalama su potansiyelleri toplam 66,37 milyar m3’ü bulmaktadır. Bu miktar, Türkiye topraklarından kaynaklanan toplam yüzey suyu potansiyeli olan 186 milyar m3’ün yaklaşık %36’sına tekabül etmektedir. Görüldüğü gibi sınır aşan sular ülkemizin yer aldığı coğrafi bölgenin jeopolitik durumu da göz önünde bulundurulduğunda çok büyük bir önem arz etmektedir. Türkiye, Dicle ve Fırat nehirleri ile Çoruh ve Aras nehirlerinde yukarı kıyıdaş ülke, M eriç nehrinde aşağı kıyıdaş ülke konumunda, Asi nehrinde ise hem yukarı kıyıdaş ülke ve hem de büyük oranda aşağı kıyıdaş ülke konumundadır. M emba-mansap ilişkileri ve su potansiyeli dikkate alındığında Türkiye’nin genelde bir yukarı kıyıdaş ülke olduğu görülmektedir. 3- Türkiye S u ve İlgili Toprak Kaynaklarının Geliştirilmesi 3.1 Sektörel değerlendirme Türkiye’nin 77,95 milyon hektar olan yüzölçümünün yaklaşık olarak üçte birini teşkil eden 28,05 milyon hektarlık kısmını ekilebilir araziler teşkil etmekte ve bunun da 25,85 milyon hektarlık kısmı sulanabilir arazilerden oluşmaktadır. Ancak, yapılan etütler sonucunda bugünkü koşullarda ekonomik olarak sulanabilir arazi miktarı 8,50 milyon hektar olarak belirlenmiştir. 41 Ülkemizde, sulama, içme-kullanma ve endüstri suyu temini, hidroelektrik enerji üretilmesi ve taşkın koruma amacıyla 683 adet baraj ve çok sayıda gölet yapılması planlanmıştır. 2004 yılı itibariyle DSİ tarafından 659-547 adet baraj ve gölet inşa edilerek işletmeye açılmıştır. 99 adet baraj ve hidroelektrik santrallerin inşaatı ise halen devam etmektedir. Başta DSİ olmak üzere su kaynakları developmanında sorumlu olan kamu kurum ve kuruluşlarının 2004 yılı sonu itibariyle geliştirdikleri projeler sonucu çeşitli amaçlara yönelik su tüketimi, aşağıdaki Şekil 2’de görüldüğü gibi 40.1 milyar m3’e ulaşmıştır. Türkiye’de su kaynaklarının gelişimi 2004 yılı itibariyle sulama işlerinde %56, hidroelektrik üretiminde %35, içme, kullanma ve sanayi suyu temininde %27 oranında sağlanmıştır. Su kaynakları gelişmesinde ülkemizin 2030 yılı hedefleri aşağıdaki gibi özetlenebilir. • Bütün şehirlerimizin ve sanayinin su talebinin karşılanması • Hidroelektrik enerji üretiminde ekonomik potansiyeli tamamıyla kullanmak • Ekonomik olarak sulanabilir arazilerin tamamına su vermek Sulama Evsel Endustriyel Sulama İçme-kullanma Endüstriyel TOPLAM : 29.6 km 3 (% 74) : 6.2 km 3 (% 15) : 4.3 km 3 (%11) : 40.1 km 3 Sulama İçme-kullanma Endüstriyel TOPLAM : 71.5 km 3 (%65) : 17 km 3 (% 15) : 21.5 km 3 (%20) : 110 km 3 Şekil 2 Türkiye’nin Su Tüketimi 3.2 Sulama Türkiye’de 2004 yılı itibariyle sulanmakta olan araziler toplamı brüt 4.8 milyon hektara ulaşmaktadır (Şekil 3). Bu alan ekonomik olarak sulanabilir araziler toplamı olan 8,5 milyon 42 hektarın %58’ine tekabül etmektedir. D Sİ tarafından geliştirilen sulama alanı ise brüt 2.7 milyon hektara ulaşmış bulunmaktadır. 1.1 milyon hektar alan Köy Hizmetleri Genel M üdürlüğü tarafından işletmeye açılmıştır. Ayrıca yaklaşık 1 milyon hektar alanda halk sulaması yapılmaktadır. 2030 yılında DSİ’ce işletmeye açılan sulama alanlarının 6.5 milyon hektara çıkması hedeflenmektedir. Ülkenin gıda ihtiyacının karşılanması, endüstrinin ihtiyacı olan tarımsal ürünlerin üretilebilmesi, tarım kesiminde çalışan nüfusun işsizlik sorunun çözülmesi ve hayat seviyesinin yükseltilmesi için geri kalan sulama tesislerin inşa edilmes i özel bir önem taşımaktadır. Yeni açılacak sulamaların iki milyon kişiye istihdam sağlayarak ekonomik faydanın yanı sıra sosyal faydalar da yaratacağıdır. 6,5 milyon ha 2,75 milyon ha KHGM 23% 1,1 milyon ha DSİ 58% DSİ 76% 1,5 milyon ha KHGM 18% HALK S. 19% HALK S. 6% 0,9 milyon ha 0,5 milyon ha Şekil 3 Sulamaların Gelişimi 3.3 Enerji Ülkemizdeki akarsuların hidroelektrik potansiyelinin ülke ekonomisinin istifadesine sunulması amacı ile 650 adet hidroelektrik santral projesinin geliştirilmesi planlanmış bulunmaktadır. Bu çalışmalar sonucunda ülkemizin akarsularının toplam kurulu gücü 35540 M W, hidroelektrik enerji potansiyeli ise 126109 GWh olarak hesaplanmıştır. 2004 yılı itibariyle geliştirilerek işletmeye açılan 130 adet HES projesinin toplam kurulu gücü 12554 43 M W, enerji üretim kapasitesi ise yılda ortalama 44388 GWh’tir (Şekil 4). Bu değer toplam hidroelektrik potansiyelin ancak %35’nin geliştirilebildiğini göstermektedir. Halen inşaatı devam etmekte olan 31 adet HES projesinin toplam kurulu gücü 3338 M W, üreteceği enerji miktarı ise 10845 GWh’dir. 1990-1995 periyodunda hidroelektrik enerji üretimi ve toplam enerji üretimindeki yeri aşağıda verilmiştir. İNŞA HALİNDE 3070 MW % 9 İŞLETMEDE % 35 12 554 MW 19 916 MW İNŞA EDİLECEK % 56 Şekil 4 Türkiye’nin Hidroelektrik Santrallerinin Gelişme Durumu (Toplam Potansiyel: 35540 M W) Tablo 2- Türkiye’de Enerji ve Kurulu Gücün Değişimi Termal Hidrolik Toplam Yıl GWh % GWh % GWh 1980 11 927 51 11 348 49 23 275 1985 22 174 65 12 045 35 34 219 1990 34 395 60 23 148 40 57 543 1995 50 706 58 35 541 42 86 247 2000 93 934 75 30 679 25 124 922 44 Uzun dönem enerji planlamasına göre 2020 yılında hidrolik gücün 29984’M W’a çıkarılmas ı gerekmektedir. Bunun için yıllık ortalama 1090 M W ilave güç geliştirilmesi ve bu amaçla 1.5 milyar ABD doları yatırım yapılması gerekmektedir. Hidroelektrik enerji üretiminde tam potansiyelinin 2030 yılında değerlendirmesi hedeflenmiştir. 3.4 İçme-Kullanma ve Endüstri S uyu Ülkemizde kentlerinde kişi başına ortalama brüt içme ve kullanma suyu temini 1980 yılında 98 lt/gün, 1990 yılında 192 lt/gün, 2000 yılında ie 210 lt/gün mertebesindedir. DSİ Genel M üdürlüğü 1053 sayılı yasa kapsamında, nüfusu 100 000’i aşan 26 kentin uzun dönemli içme, kullanma ve endüstri suyu gereksinimlerini karşılamaya yönelik çalışmalarını yürütmektedir. 2003 yılı itibariyle DSİ’ce muhtelif kentlere içme suyu standartlarında yılda toplam 2.3 milyar m3 su sağlanmıştır. 2000 genel nüfus sayımı sonuçlarına göre söz konusu kentlerin toplam nüfusu yaklaşık 29.2 milyon’dur. 3.5 Taşkın Devlet Su İşleri Genel M üdürlüğü, kuruluşundan günümüze kadar uygulamasını gerçekleştirdiği 5 200 adet civarındaki proje ile yaklaşık olarak farklı ölçekteki 2800 adet yerleşim yerinde ve 750 000 hektar tarım arazisinde taşkın kontrolünü sağlamıştır. 3.6 Çevre DSİ Genel M üdürlüğü’nce çevre sektörü kapsamında enerji, sulama ve drenaj projelerine ait çevresel etki değerlendirme çalışmaları yapılması; Çevre Bakanlığı ve diğer kuruluşlarla birlikte kirlilik araştırma projeleri ve havza bazında su kirlenmesi atlaslarının hazırlanması; çevre ile ilgili ulusal ve uluslararası kuruluşlarca yapılan çalışmaların izlenmesi; talep edilen bilgi, veri ve raporların hazırlanması; ülke çapında yerüstü ve yeraltı su kaynaklarının kalitelerinin sürekli izlenmesine yönelik faaliyetler sürdürülmektedir. 45 4- Darboğazlar ve Öneriler DSİ kurulduğu 1954 yılından itibaren enerji, tarım, içme suyu ve çevre sektörlerinde toplam 31 milyar ABD doları yatırım yapmış ve bu projelerden ülke ekonomisine 60 milyar ABD doları gelir sağlamıştır. 2030 yılına kadar enerji, tarım, içme suyu ve çevre sektöründe yapılacak yatırımlarla ülke ekonomisine yılda toplam 27.8 milyar ABD doları gelir sağlanacaktır. Bu geliri sağlayabilmek için toplam 73.5 milyar ABD doları yatırım gerekmektedir. Ancak su kaynakları geliştirme faaliyetlerinin yeterince hızlı gerçekleşmesini engelleyen bazı darboğazlar bulunmaktadır. Bu sorunların aşılması için öneriler şöyle sıralanabilir. • Su sektörünün yeniden yapılanması sağlanmalıdır. Yeni yapılanmada yapısal, teknolojik, yasal ve finansal boyutlar göz önünde tutulmalıdır. • Yeni bir su yasası hazırlanmalı ve mevcut diğer yasal eksikler giderilmelidir. • Yetersiz kamu yatırım bütçeleri ve ödenekleri arttırılmalıdır. • Özel sektör için yatırım atmosferi yaratılamamıştır. • Dış kredili işler ve yabancı yatırımlar teşvik edilmelidir. • Her boyutta hidroelektrik projenin yenilenebilir enerji teşviklerinden yararlanmas ı gerekir. • Küçük akarsuların hidroelektrik potansiyeli yeniden belirlenmelidir. 46 TARTIŞMALAR 1 HALİL SÜREYYA ÖZBAY - Sayın Katılımcılar, D Sİ yanlısı kullanacağım ifadeler için şimdiden hepinizden özür diliyorum. Önce suyla ilgili, su kaynaklarıyla ilgili bir tanım yapmamızda yarar görüyorum. Su kaynakları deyimi, tabiî halde veya düzenlenmiş olsun, kaynak, pınar, dere, ırmak, nehir, göl, sel, birikinti, drenaj ve kanalizasyon suları gibi bütün yerüstü suları ile yeraltı sularını kapsar tanımını uygulamak gerektiği düşüncesindeyim. Bilindiği üzere, su kaynakları, nesnel ve doğal niteliği itibariyle tabiî servetlerden birisi ve yaşamın vazgeçilmez unsuru olması itibariyle de belki de en önemlisidir. Bu niteliği dolayısıyla, su kaynakları, genel olarak kamu hukukunun konusu olup, özel hukuktaki yeri istisnai yasal düzenlemelerle ve yargı kararlarıyla da sağlanmaktadır. Bilindiği üzere, Anayasamızın 166 ncı maddesinde “ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirmesini yaparak verimli şekilde kaynakları” ibaresi su kaynaklarını da ihtiva ettiğini belirtelim. Keza, 167 nci maddesinde “tabiî servetler ve kaynaklar devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması, işletilmesi hakkı devlete aittir. Devlet, bu hakkını belli bir süre için gerçek ve tüzelkişilere devredebilir. Hangi tabiî servet ve kaynağın arama ve işletmesinin, devletin gerçek ve tüzelkişilerle ortak olarak veya doğrudan gerçek ve tüzelkişiler eliyle yapılması kanunun açık iznine bağlıdır. Bu durumda, gerçek ve tüzelkişilerin uyması gereken şartlar ve devletçe yapılacak gözetim, denetim usul ve esasları ile müeyyideler kanunla gösterilir.” Keza, bilindiği üzere, yeni M edenî Kanunumuzda da aynı hüküm mevcuttur. Umumi suların, devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu, bunların işletilmesi ve kullanılmas ı hakkında özel hükümlerin getirilmesi gerektiği öngörülmüştür. Görüldüğü gibi, gerek Anayasada, gerekse M edenî Kanunumuzda bahsi geçen hükümler genelde su kaynaklarını devletin hüküm ve tasarrufuna tevdi etmiş olup, su kaynaklarının yönetiminde de belirleyici tek otorite olarak devleti kabul etmektedir. Avrupa'da da, genelde umumi sular, bizim M edenî Kanunumuzda, Anayasamızda da yer aldığı üzere, kamu otoritesi altında yönetilmesi gereken tabiî servet olarak kabul edilmektedir. M edenî Kanunundaki bu emredici hüküm gereği, suyun akışkanlık, hareketlilik, çokamaçlılık, çoksahiplilik ve diğer sosyal ve ekonomik karmaşık vasıfları, sular konusunda, 47 167 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanun dışında, özel ve kapsamlı bir yasal düzenlemenin yapılmasını zorlaştırmış olmakla beraber, bu yöndeki gereksinimi karşılamak üzere en kapsamlı düzenlemenin DSİ Genel M üdürlüğünün Kuruluş Kanunuyla getirildiğini belirtmemizin doğru olduğunu düşünüyorum. 6200 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde, yerüstü ve yeraltı sularının zararlılarını önlemek ve bunlardan çeşitli yönlerden faydalanmak kanunun amacı olarak belirtilmiştir. Bu, çok kapsamlı, tahsisi de ihtiva edebilen ve kamu otoritesiyle yönlendirilmesi ihtiyacını da karşılayan kapsamlı bir düzenlemedir. Bu düzenleme, daha önceki dağınık düzenlemenin görülen sakıncaları nedeniyle su kaynakları yönetimini tek bir otoritenin, planlama, yönetim ve denetimi altına alınması zorunluluğunun yasal bir ifadesidir. Bu hükümle, su yönetimi konusunda en güçlü otoritenin DSİ olduğu vurgulanmaktadır. Su kaynaklarının geliştirilmesi ve uygun amaçlar doğrultusunda kullanılmasını hedefleyen planlama ve projeler, su kaynakları havzaları içerisinde bir bütünlük arz ederler. Dolayısıyla, planlama bölgelerinin su kaynakları havzalarının bütünlüğü korunarak tesis edilmesi, su kaynaklarının geliştirilmesi ve kullanıma tahsisinin ulusal düzeyde bölünmeleri mümkün olmayan görevler içinde mütalaa edilmesi gerekmektedir. Hocamın da yerel yönetimlerdeki yetkilerin genişletilmesi halinde işaret buyurdukları sıkıntıya ifade etmek üzere bunu arz ediyorum. Bu anlamda, birden fazla yerel yönetimi ilgilendiren teknolojik deneyim ile bilgi birikimi gerektiren su kaynaklarının havzaları da geliştirilerek, projeler, memba ve sair ilişkileri nedeniyle bir yerel yönetimce uygun görülürken, diğer bir yönetimce kabul edilemeyecek ve farklı uygulama istekleri, havza bütünlüğünü ve ondan beklenen yararlılığı ve verimliliği bozabilecektir. DSİ Genel M üdürlüğünün, yukarıdaki maddelerde belirttiğimiz yetki ve görevleri ele alındığında, su kaynakları, havza sınırlarının idare sınırlarından farklılığı ve ülkemizdeki su kaynaklarının zamansal ve mekansal yönden taleplere uygun olarak dağılmamış olmas ı nedenleriyle gerektiğinde havzalar arasında su transferleri söz konusu olabilmektedir. Bütün bunlarda su kaynakları yönetiminin tek elden yürütülmesi gerektiğini ve bu gereksinimle 6200 sayılı Yasa hükümlerinin anlamlı bir paralellik kazandığı ortaya çıkmaktadır. Yine, bilindiği üzere, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı Kanununda da, tabiî kaynaklarla ilgili hedef ve politikaların tespitine yardımcı olmak üzere, bazı hükümler getirilmiştir. Bunlardan tabiî kaynakların, ülke yararına teknik icaplara ve ekonomik gelişmelere uygun olarak araştırılması, işletilmesi, geliştirilmesi, değerlendirilmesi, kontrolü ve korunması amacıyla gerekli programları yapmak, plan ve projeleri hazırlamak; bu 48 kaynakların değerlendirilmesine yönelik arama, tesis kurma, işletme, faydalanma haklarını vermek, gerektiğinde bu hakların gelir, intikal, iptal işlemlerini yapmak, bunların sicillerini tutmak ve sair gibi hususlar bu kanunda yer almıştır. Bakanlığın tabiî kaynaklar konusundaki bu görev yetkilerini, bağlı ve ilgili kuruluşları eliyle yürütmesi gerektiği göz önünde bulundurulduğu, tabiî servetlerin en önemlisi olan su kaynaklarının yönetimi konusunda DSİ Genel M üdürlüğünün konumu, planlayıcı, belirleyici ve düzenleyici yetki ve görevleri daha net ve açık şekilde ortaya çıkmakta ve bunun bir ihtiyaç olduğu da yine ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte, gerek Anayasamızın gerek M edenî Kanunun öngördüğü bu hükümler doğrultusunda en geniş anlamda hükümler ihtiva eden düzenleyici yasa 6200 olmakla beraber, bu da, artık, yeterli olamamıştır; hatta, ilk bunu DSİ Genel M üdürlüğü tespit ederek 1960’lı yıllardan itibaren bir su hakları kanun tasarısı adı altında çalışmayı başlatmıştır. Bu çalışma, Yedinci ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planlarında da yer almış ve bu düzenlemenin bir an önce hayata geçirilmesi talimat olarak verilmiştir. Bu çalışmada doküman elde etmek ve çağdaş ülkelerdeki su kullanımı konusundaki deneyimlerden de istifade edebilmek amacıyla başka ülkelerdeki suyla ilgili yasalar D Sİ Genel M üdürlüğü tarafından tercüme ettirilerek Sayın Hocamın biraz önce belirttiği gibi, oradaki düzenlemelerden de istifade etme yoluna gidilmiştir. Bu nedenle de, 60’lı yıllardan süregelen su hakları kanun tasarısı, tercüme edilen kanunlardan da istifade edilmek suretiyle son şekli verilmek üzere DSİ Genel M üdürlüğünde bir çalışma başlatılmıştır. Ancak, yine, bu kanunda da 20 ayrı yapısal değişim projesinden biri olan altyapı hizmetlerinden yapısal değişim projesinde su kaynaklarının rasyonel kullanımı ve sağlanması amacıyla bu su yasa tasarısı hazırlanması öngörülmüş; diğer taraftan, yeraltı ve yerüstü sularının bir bütün teşkil ettiği ve belirli bir plan ve program dahilinde tek bir otorite tarafından tahdidi, sektörel ve sektörler arası kullanımının sağlanması gerekliliği dikkate alınarak, bu konularda kapsamlı ve açık şekilde bu hususları belirleyici çalışmalar devam etmektedir. Bu çalışmalar şu anda bakanlığa sevk edilmiş olduğunu sanıyorum; ancak, nihai durumla ilgili bilgim mevcut değil. Söz verdiğiniz için teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. YÖNETM EN - Teşekkür ediyorum. Şu anda 25 dakikalık zamanımız ve konuşmak isteyen de 6 konuşmacımız var. Buyurun M ahir Bey. MAHİR GÜRBÜZ (TEMA Danışmanı) – Yönetime bir önerim var; öğleden sonraki oturum 16.30’da biter görünüyor; bu, 18.00 veya 18.30’da bitebilir, böyle bir kısıdımız yok. 49 Çok yararlı bilgiler edindik; bir iki küçük katkım ve sorum olacak konuşmacılara. Prof. Dr. UÇKUN GERAY - Hocam çok haklı olarak, yabancıların niyetlerinden söz etti, Doğrudan Yabancı Yatırımları Yasasından, yabancılara toprak satışıyla ilgili yasadan söz etti. Birey olarak toprak alımının yanında şirket yöntemiyle daha fazla alımların yapıldığını ifade etti. Yalnız küçük bir ekleme yapmak istiyorum. Toprak satışıyla ilgili yasa, yabancı gerçek ve tüzelkişilerin en fazla 30 hektar arazi alabildiklerini, bunun üzerinde Bakanlar Kurulu kararının olması gerektiğini söylüyor. Tabiî, bunu şöyle aşıyorlar: Biliyorsunuz, yabancı ortaklı şirketler, Türk şirketleri gibi iç hukuka göre işlem görüyorlar, dolayısıyla, çok minimal bir yerli ortak payını edinmiş, bütünüyle yabancı sermayeli bir şirket, Türk Ticaret Kanunu ve Türk iç hukuk kurallarına göre bu 30 hektar sınırını da aşan miktarda arazi edinebiliyor; ama, tümüyle yabancı şirket tüzelkişiliği bunu yapamıyor. Yabancılar da bu yöntemi kullanıyorlar. Onu eklemek istedim Sayın Hocam. Sayın Rende çok güzel bir sunuş yaptı, sağ olsun. Şunu merak ediyorum: Avrupa Birliğinin yaklaşımıyla kendilerinin ifade ettiği entegre havza yönetimi anlayışının ilişkis i olabilir mi? Avrupa Birliği yaklaşımı, bu tür bir zihniyetle yorumlanabilir mi? Onu merak ediyorum; çünkü, Avrupa Birliği yaklaşımı, daha çok çevre koruma ve kalite ölçütlerine dayalı olduğunu ifade ettiler; ama, entegre havza yönetimi, kaynaktan tüketimin son noktasına kadar bütün zinciri kapsıyor. O başka bir şey tabiî. Doğan Hocama bir iki sorum olacak. Son yılların ortalaması yaklaşık yılda 50-60 bin hektar sulamaya açılıyor. Bizim daha 4 milyon hektar sulamamız gereken alan var. Bu da 80 yıl demektir, yani 2030 biraz zor. İkincisi, bu 8,5 milyon hektar, ekonomik olarak, teknik olarak sulanabilir alan diye bir saptama var; her yerde söylüyoruz, bunu tartışmaya açmak gerekmez mi; yani, teknoloji bu alanı değiştirmez mi? Köy Hizmetlerinin toprak su yönetimiyle ilgili hizmetlerinin yerel yönetimlere bırakılması söz konusu. O konuda bilgi sunmak istiyorum. Ben, TEM A adına M eclisteki özel komisyona katıldım. Tasarıdan, alt komisyon aşamasında, toprak ve su yönetimi hizmetlerinin Tarım ve Köyişleri Bakanlığında kalması ve bölge havza ölçeğinde taşra örgütü kurulmas ı biçiminde bir anlayış benimsendi; fakat, konuya Tarım Bakanı da sahip çıkmıyor, bürokratlar da sahip çıkmıyor. Tasarı Başbakanlıktan geldiği için fazla da bir şey söyleyemiyorlar. Bu sulama birlikleri konusu konuşulacak; ama, sulama birliklerine özgü bir yasa çıkmadı; ama, üç dört ay önce kadar Tarım Üreticileri Birlikleri Yasası çıktı ve kanunun son 50 maddesinde, var olan birliklerin de bu tasarıya göre yeniden örgütlenebilecekleri belirtiliyor. Dolayısıyla, birlik kavramının en azından şu anda bir hukukî temeli var; ama, bu sulama birlikleri kaymakama bağlı, belediye başkanına bağlı, köylere hizmet götürme birliği hukukuna göre yürüyor. Vatandaştan parayı alıyorlar, paraları bol harcıyorlar. Bence bu iş in doğrusu, sulama kooperatifidir. Son sorum da Sayın Özbay’a. Su hakları kanun tasarısı gelişmiş haliyle bile şu an ihtiyacı duyulan ve bence, anladığım kadarıyla su üretiminden kullanımına, entegre yönetimine kadar bütün boyutları kapsayan bir temel su yasası yerine geçebilir mi? Teşekkür ederim. YÖNETM EN – Ben teşekkür ediyorum. Buyurun Hayrettin Karaca. HAYRETTİN KARACA – Efendim, bir bilgi sunarak konuşmamı sürdüreceğim. Uluslararası anlaşmalar, ülkelerin birbirlerine zarar vermeden bir sonuç vermesini istiyorsak, acaba, yalnız suların kirlenmesini önlemekle veya su üretimini sağlamakla kısmî kalırsak, havayı kirletenler, acaba, suyun etkilenmesine sebep oluyorlar mı? Acaba, küresel ısınma, bundan sonra suyun bir stratejik maddesi olması bakımından daha önemli bir duruma gelir mi? Acaba, havayı kirletenler, küresel ısınmaya sebep olanların niyeti nedir? Bunlar gündeme gelmeden, acaba, ben, suyumu, ileride nasıl olursa ona göre değil, bugünlerde kullanacağımın sorusunu açmak zorundayım. Efendim, ikincisi de, mesela ona kısaca değineyim. Bazı ülkeler var ki, kendi ülkelerinde yasakladığı tarım ilaçlarının imalatını, ihracatını destekliyorlar; buna ne diyeceğiz? Bildiğim kadar, tuzlanmayı önlemek için tedbirleri alarak, senin toprağını kirletmeye niyetlerini nasıl önleyebileceksiniz? Yalnız, bu su meselesi olarak alınması kadar, bence, kalması doğru değil. Bir mesele var; suyu üretme maliyeti herhalde vardır. Şimdi, ben, doğal kaynakların korunması için alınması gereken tedbirlerden biri de meraları korumam lazım; meralar korunursa, su, bir düzen içinde olacak, suya kavuşuruz. Eğer, ben, su havzalarında teraslama yaparak suyu daha kullanabilir hale getireceksem, onun bana bir maliyeti vardır. Acaba, teraslamayı yapıp kullanıma açtıktan sonrakilerin bu maliyete katılma başvurusu olur mu olmaz mı? Bakın, benim, şöyle bir şey var global ekonomi içinde: Global ekonomi düzeni, maliyetin kamulaştırıldığı, kullanımın özelleştirildiği bir sistemdir. Kirletmeden hepimiz 51 pay alıyoruz, bu bir kamusal araştırmadır; ama, menfaat, daima üst düzeyde, yani birine doğru gitmektedir. Bunu düşünmekte bana göre yarar var. Şimdi, acaba, bugünkü bu tüketim çılgınlığı devam ettiği sürece, faydası olacak mı olmayacak mı? Bu konuşmalarımızın faydası olacak mı; bu karardan nasıl caydırabileceğiz. Acaba, bu fakirlik yoksulluk yeni mi; eğer, Uluslararası anlaşmalara göre evvela kendi sorunumu çözeceksem, ondan sonrakilerde bir pay ayırma koşulu gelmezse, nasıl halledeceğiz. Bu, benim en büyük müdafaam olacak. Ben kendim fakirim, yoksulum…Ama esas sorun, tüketim çılgını Amerika'da bir yeni yaşam tarzı oluşmuştur; bu yeni yaşam tarzını Amerika Birleşik Devletleri yaratmış ve şimdi ekonomimizin temelini değiştirerek , tüketime dayalı ekonomiyi yaşam tarzı haline getirmeyi ve sundukları malların satın alınmasını, kullanılmasını bir sistem olarak önermektedirler. Şimdi, egomuzun tatminini aramamızı istemektedirler. Bir şeyin giderek artan hızla tüketilmesi ve yakılıp bitirilmesine, yıkılmasına, yenisiyle değiştirilmesine, hurdaya çevrilmesine ihtiyacımız mı vardır?! Evet, peki, ben, bu ihtiyaçları nasıl giderirsem, burası yeter mi? Evet, tek çözüm, benim de kuvvetli olmam. Peki Birleşmiş M illetler, onun sözü geçmiyor mu? Bugün dünyada Birleşmiş M illetler var mı yok mu? Sorun olduktan sonra çözüm ne işe yarar? İsrail örneği ortada. Güçlü olmak lazım. Benim de güçlü olmanın tek çaresi, ulusal konumda güçlü olmaktan hiçbir şey değildir. Hiç kimsenin güzel yurdumuzu fakirliğe mahkum etmeye hakkı yoktur. Buradaki sorunlardan en önemlisi, ekonomide bağımsızlıktan yoksun oluşumuzdur. Bunun çaresi topraktır. Bana istedikleri kadar tarımıma, köylüme destek vermemi engellesinler, ama toprak bir ulusun bağımsızlığıdır. Benim hürriyetimi almasınlar. Benim güçlü olmamın çaresi topraktan geçer. Bu vesileyle toprağın gücünü ve bağımsızlığın temel dayanağı oluşunu yani kısaca onu da gündeme getirmek ihtiyacını duydum. Teşekkür ederim. YÖNETM EN – Ben teşekkür ediyorum. Söz M ithat RENDE’de M İTHAT RENDE – Başkan, müsaade ederseniz, Sayın Sabuncu bana da bir soru yöneltmek istediğini söyledi... YÖNETM EN – O zaman Hilmi Bey sözü alsın, siz sonra konuşun. 52 HİLM İ SABUNCU – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım, size de teşekkür ediyorum Sayın Rende Bu her zamanki dışişleri nezaketi. Davetin ötesinde konuşmacıların bu şekilde bir yelpazenin her iki ucuna yayılmış bir vaziyette 180 derece farklı görüşlerle gelmesi, bu konunun da ne kadar önemli olduğunun göstergesi olarak alıyorum. Sayın Geray, hakikaten değerli açıklamaları nedeniyle bir zamanlar halen geçerli olabilecek, belki de o bir zamanlar üzerinde önemle durulan yapılanmayı, yaklaşımları, günün koşulları içerisinde artık yeni politikalarla besleyerek, Sayın Rende’nin dediği gibi, sınır aşan sular başta olmak üzere, Dışişleri Bakanlığı olarak politikanın yeniden gözden geçirilmesini yaptık, dolayısıyla, yeni bir gözlükle yaklaşılması mantığını işlemesi kadar bu sürecin aktif ve hızlı bir şekilde sürdürülebilir bir şekilde geçiş içerisinde olduğunu, özellikle ülkemiz açısından son derece önemli olduğu vurgulanan bir noktadır. Sınır aşan suyun, bütüncül bir yaklaşım çözümünün benimsenmesi çok önemlidir. Entegre havza yönetimi, keza, günün koşulları içerisinde son derece önemli yaklaşımdır. Bütün bunları 18 Aralık sabahı itibariyle düşünmek belki işin daha da önem arz eden diğer bir boyutunu getirmektedir. Burada, ben, özellikle Dışişleri Bakanlığının, gerçi yarınki bir görüşmede, Avrupa Birliği politikası çerçevesi içerisinde yenilenmesi, yeni görüşün yaklaşımı anlatılacak; ama, Dışişleri Bakanlığının özellikle bu konudaki Avrupa Birliği yaklaşımlarıyla ilgili su politikası konusunda bizim ülkemizin yaklaşabilme imkanlarını varsa belirlenen sözleşmenin politikalarını iletirse memnun olacağım. Özellikle pazartesi öncesi, daha doğrusu,Dışişleri Bakanlığında yapılacak pazartesi toplantısından önce böyle bir şeyi duymaktan zevk alacağım. Bir ufak nokta da, Sayın Bozkurt’un konuşması sırasında, Avrupa Birliği su Çerçeve Direktifi kapsamında söylenen çerçeve yasalarda devletlerin zorlanması söz konusu değildir. Bu son derece önemli. Dolayısıyla, Avrupa Birliği su çerçeve yasası kapsamı içerisinde o ülkenin, ülkemizin, bu koşullar içerisine adapte olabilmesi, girebilmesi, Sayın Altınbilek’in anlattığı konu içerisinde de var olan o ülke yapılanmalarını ayrı ayrı irdelemek yerine, bu ülkenin koşullarının ortaya konularak o sistemin bu çerçeve direktifleri içerisine girmek esastır diye düşünüyorum. Teşekkür ediyorum bu imkânı verdiğiniz için. YÖNETM EN - Buyurunuz. M İTHAT RENDE – Teşekkür ederim Sayın Başkan. 53 İzin verirseniz, önce Sayın Gürbüz’ün sorusuna yanıt vererek kısa bir giriş yapmak istiyorum. Avrupa Birliğinin bu davranışı iyi niyetli yorumlanabilir mi? Efendim, Avrupa Çerçeve Su Direktifi, Sayın Sabuncu’nun da belirttiği gibi, biz bunu hemen uygulamak zorunda değiliz. Tabiî ki, Avrupa Birliği müktesebatı, buna taraf olacağız; fakat, bir husus daha var; bugün Avrupa Birliğinin 9 ülkesinin İngiltere ve Fransa dahil, Avrupa Birliği Çerçeve Su Direktifinin bütün hükümlerini yerine getirmediği ortaya çıktı ve bunlara karşı Avrupa Komisyonu dava açtı; bu, basında da yer aldı. Şimdi, bizim bu müktesebatı zamana yayarak ve ülke sınırını aşan sular meselelerini büyük ölçüde hallederek, başta Dicle Fırat sorunlarımız var, Çoruh Nehri üzerinde Asi Nehri var. Asi Nehri konusunda da bir iki şey söylemek istiyorum. Bu sınır aşan sular meselelerimizin bir kısmını 2015’ten önce çözümleyebilirsek, bizim, Avrupa Birliği müktesebatını kabul etmemiz çok daha kolay olacak; ama, bu aşamada da kendilerine, Avrupa Birliği Çerçeve Direktifi ve diğer direktifleri, olanaklar ölçüsünde uygulayacağımızı ve ilk aşamada ulusal havzalarda uygulamaya koyacağımızı söylüyoruz. Nitekim, ulusal havzalardan mesela Büyük M enderes Havzasında Hollandalıların da finansmanı ve desteğinde bu Çerçeve Direktifinin uygulanması çalışmaları devam ediyor. Bu konuda da ikinci aşamaya geçmek üzereyiz. Avrupa Çerçeve Direktifinin 13 üncü maddesi -hocalarımızın dikkatine sunmak istiyorum- bu nehir havza sistemi. Burada bu 13 üncü maddenin üçüncü alt paragrafında, Avrupa Birliği üyesi olmayan ülkelerle sınır aşan sularımızda bize oldukça esnek bir hareket imkânı sağlayabiliyor. Orada sabır göstereceklerdir; yani, Türkiye, çaba gösterecektir, ama Suriye ve Irak’ı ikna edemezse ortak havza oluşturmaya, Türkiye, Fırat ve Dicle Havzasının Türkiye kısmında kalan bölümü için bir yönetim planı sunacaktır. O kadar da endişe edecek bir durum olmadığını düşünüyorum; yalnız, son zamanlarda basına yansıyan bölüme gelmek istiyorum. Avrupa Komisyonu Türkiye raporu var 6 Ekim 2004 tarihli. Orada epey tartışmalardan oluşan bir bölüm var, bu bölümde de suyun Orta Doğu’da giderek stratejik bir madde haline geleceği ve Türkiye'nin katılımıyla da bu barajlar ve sulama sistemleri, Fırat Nehri üzerindekiler dahil, suların uluslararası yönetiminin söz konusu olacağı ve burada durup dururken bir de İsrail boyutu da katılmış. Şimdi, biz, bu paragrafı Avrupa Birliği uzmanlarıyla konuştuk hem Ankara’da hem de Avrupa Birliği nezdindeki daimi temsilciliğimiz kanalıyla. Burada kendilerine kullanılan terminolojinin yanlış olduğunu söyledik. Yani, uluslararası yönetimden olsa olsa kendi 54 modelleri olan entegre havza yönetimini kastettiklerini söyledik, onu kabul ettiler. Bunu yazan kişinin iyi niyetli olup olmadığını bilmiyoruz. Onu bilmemiz mümkün değil; yalnız, biz, bu şekilde uluslararası yönetimin entegre havza yönetimi olduğunu, terminolojinin bu olduğunu söyledik. Kabul ettiler. İkincisi, İsrail ile işbirliği meselesinde de biz bu konuda herhangi bir sıkıntı içerisinde değiliz; çünkü, biz, Ürdün havzasına su transferi yapmak istiyoruz. Barış suyu projesi var. İkincisi, bizim son yıllarda geliştirdiğimiz deniz yoluyla su transferi konusu var. Bu çok önemli. Biz bunu anlatmalıyız, ama bu konu çok ilgi gördü, herkes “bunu gerçekleştirebilecek misiniz” dedi; çünkü, yüzyıl önce petrol taşımaya başladıkları zaman herkese güldüler; gerçekten imkânsız bulundu. Biz acaba deniz yoluyla su transferi yapabilir miyiz; bunu yapabilmek lazım. Hocalarımız düzeltsinler eğer doğru değilse rakam; bize verilen rakam, yalnız Ceyhan ve Seyhan Nehirlerinden Türkiye'nin kullanamadığı, denize akan su yılda 16 milyar metreküp. Göksu Nehrimiz var , M anavgat var, 4,5 milyar metreküp kapasiteli. Şimdi, buradan, biz, 2-3 milyar metreküp su transferi yapabileceğimizi düşünüyoruz. 20 yıl süreyle yapabiliriz. 2030 yılında onu ne yapabiliriz; belki, 30 yıl sonra bu suların bir kısmını Konya Ovasına transfer etme imkânına sahip olabiliriz. Onu bilmiyoruz. Son olarak, affınıza sığınarak bir konuyu aktarmak istiyorum. Biz, Başbakanlıktan bir talimat aldık Dışişleri Bakanlığı olarak, Avrupa Birliğine su konusundaki uyum çalışmalarında koordinasyon görevi verildi. Bu koordinasyon görevi çerçevesinde iki çalışma grubu oluşturduk. Bu çalışma grubunun birini DPT üstlendi. Kurulların yeniden organizasyonu örgütlenmesi, yeniden yapılanma işini DPT üstlendi. Yeni bir su yasası, Avrupa müktesebatını ve Türkiye'nin gerçeklerini de dikkate alınarak yeni bir su yasası hazırlanması, tüm hukukçularımızın katkılarıyla; onu da Avrupa Birliği Genel Sekreterliğine verdik ve bu çalışmalar devam ediyor. Avrupa Birliğiyle yaptığımız danışmalarda, her iki konuya değindiğimizde, bu konuda destek vereceklerini söylediler, hatta su yasasını kaleme alacak alt grubun, hem Avrupa Birliğinde komisyonda hem de bazı üye ülkelerdeki temasları kolaylaştıracaklarını, gerekse finans desteği vereceklerini söylediler. Böyle bir çalışma var. Dolayısıyla, DSİ’nin kendi içinde yaptırdığı, en azından süreç içinde proje çalışmalarına katkıda bulunulacaktır; ama, esas itibariyle su yasası için bir çalışma grubu oluşturulmuştur. Kurullar arasında maalesef sürtüşme var, görev örtüşmesi var, yarış var. Bunların ortadan kaldırılması gerekir, aksi halde, biz, bu su konusunda bizden beklenen standartları yakalamamız güç olabilir. 55 Çok teşekkür ederim. YÖNETM EN – Ben teşekkür ediyorum. Söz sırası Sayın Yakup Sağlam’da; buyurun efendim. YAKUP SAĞLAM (Köy Hizmetleri Genel M üdürlüğü) - ... Bunu, özellikle Sayın ALTINBİLEK, Sayın Genel M üdürümden soruyorum, bu konuda bilginiz var mı? Bunun aydınlatılmasının faydalı olacağını düşünüyorum. Teşekkür ederim. YÖNETM EN – Ben teşekkür ediyorum. Buyurun Sayın Ümit Gürses. ÜM İT GÜRSES – Edindiğimiz bilgiler için teşekkürlerimi sunuyorum. Uçkun Hocam söylemişti, suyun ücretlendirilmesinde suyun temininde yapılan harcamaların yanında, suyun üretiminin artırılmasının da yeni orman alanlarının tesisi, meraların ıslahı, eğer fayda sağlayacaksa, Sayın Karaca’nın da belirttiği gibi, teraslama çalışmalarının yaygınlaştırılması için ihtiyaç duyulan kaynağı suyun nüvesine eklemek suretiyle bu çalışmayı yapabilir miyiz, doğru olabilir mi? Su yönetiminde ormanların yanında meraların da dahil edilmesi doğru olabilir mi? Diğer konuşmacılar çok açıkça söylemedi, hep bahsediliyor ama, uluslararası alanda havza kavramı gelişiyor mu veya hatta bu artık temel bir kavram olarak yerleşmiştir diyebiliyor muyuz? Böyle bir açıklığa ihtiyaç duyuyoruz. Büyük barajların olumsuzluklarını bilmek başka, özellikle çok değişik iklim şartları giderek artacaktır. Buharlaşma nedeniyle. Bu noktada suların rezerve edilmesi ve kullanılması ihtiyacı da vardır; ama, büyük barajların doğal varlıklara yaptığı olumsuz etkiyi ve hatta bilinmemekle beraber, yeraltı su sistemlerine yaptığı etki nedeniyle olumsuzlukları da göz önünde bulundurmak için bunları söylemeye devam etmek doğru olur mu? Suyu yönetiminde yeni bir yapılanmaya ihtiyaç var mı? Herhalde, zaten, bu çalışmanın bir ürünü de odur; anlaşılıyor ki, D Sİ Genel M üdürlüğünün yanında şimdi Avrupa Birliğine giriş sürecinde Dışişleri Bakanlığını da bu yetki verilmiş. Dolayısıyla, ihtiyaç ortada, çok açık, belli; ben buradaki bir faydayı gündeme getirmek istiyorum. TEM A Vakfının, sizlerle beraber, uzmanlarla beraber yaptığı bu çalışmalarda uzmanların tamamına yakını, siyasî bir etkinin altında kalmadan görüşlerini açıklayabiliyorlar. Dolayısıyla, sanki bu türlü toplantılarda daha objektif, daha gerçekçi sonuçlara ulaşabiliyoruz. Dolayısıyla, bu ulaştığımız sonuçları, öyle anlaşılıyor ki, Dışişleri Bakanlığına ulaştırmamız gerekecek, dolayısıyla, daha doğru bir yasanın hazırlanmasına katkı sağlamış olabileceğiz. 56 Ben, bu toplantılarda, siyasî parti temsilcilerinin de bulunmasının büyük faydası olacağını, burada ortaya konulan görüşlerin onlar tarafından dinlenilerek, bütün bunların sonucunun kararlaştırılması Parlamentoda yapılmalıdır. Dolayısıyla, parlamenterlerin de bir ön bilgiye sahip olarak kendi partilerine taşımalarının doğru olabileceğini değerlendiriyorum. üretmek güzel bir şey, ama şu gerçekler var ki, Tabiî, benden önce yeniden soğanı kirletilmiş ve henüz tam temizlenmemiş sulardaki balıkları yiyenlerin de ciddî ölçüde sağlık sorunlarıyla, ağır metallerin insanlara geçtiği için hâlâ bir olumsuzluk var; onu da dikkate almak gerekir. Sevinelim; ama yeterli değil. Konuşmacılar, açıklamalarında, maalesef, ekosistemin ihtiyacına değinmediler; ama, yeni mevzuat hazırlanırken, ekosistemin asgari ihtiyacını gözetmek doğru olur ve bu mevzuat içinde yer almalıdır diye bunu dikkate sunmak istiyorum. Tabiî ki, yasa hazırlanırken, nasıl olur bilmem ama, mutlaka sulama birliklerinin de siyasî etkiden arındırılması gerekir diye düşünüyorum; yoksa, ............hele hele bir devlet kurumu olmaması lazım. Teşekkür ederim. YÖNETM EN – Ben teşekkür ediyorum. Söz sırası şimdi Sayın Geray’da. Sayın Gürses bazı sorularını isim belirtmeden sordu, ilgili arkadaşlarımızın kendilerini ilgilendiren sorulara cevap vereceklerini değerlendiriyorum. Buyurun Sayın Geray. Ondan sonra Ahmet Bey. UÇKUN GERAY – Teşekkür ederim. Notlarımdan başlayayım; çok kısa cevaplar vereceğim. Ümit Beyin söylediği ekosistem yaklaşımı elbette dikkate alınmalıdır. Kanada’da bu hususta çok büyük birikim var. Örnek gösteriyorum. Türkiye'de ekosistem tanımları çeşitlemeleri henüz yapılmamıştır, yapılma yolundadır; ama, mutlaka ekosistem yönetimi yaklaşımı dikkate alınmalıdır. Değerli arkadaşlarım, bundan bir sonuç çıkıyor; Dışişleri Bakanlığı, ekosistem yaklaşımını, ekosistem yönetimini ..............yani, suyla ilgili toprakla ilgili bir yasanın hazırlanması sırasında Dışişleri Bakanlığının olsa olsa üst düzey ilkeler bakımından Türkiye'nin çıkarları, dış ilişkileri bakımından konuya bakması mümkün. Onu o şekilde mütalaa etmek gerekir. Bakın, bir tane de DSİ . . . çıktı; iki kuruluş var, iki kuruluş da birbiriyle çatışma halinde olduklarını burada söylüyorlar. Ne biçim devlettir bu?! Koskocaman bir su sorunu var, iki kurum birbiriyle çatışarak, habersiz, katmadan, Allah bilir katmadan... Neden; çünkü, 57 arkadaşlar, toprak yasasıyla ve mera yasasıyla ilgili hazırlıklar olduğu sırada da kurumların birbirine sırtını döndüğü, yüzünü dönmediğini biliyorum. Buradan bir sonuç çıkıyor; kurum, erken başlarsa, kurum, tek başına kendi çerçevesinde yasa yapma çalışmasına girişirse, öteki kurumları dışlıyor. Bu, otomatik bir hadise, bir refleks bu, hele Türkiye Cumhuriyetinde refleks bu. Bundan kurtulmamız lazım. O halde, kanun yapmanın da çıkar yollarını, akılcı yollarını, rasyonel yollarını bulmak zorundayız. Bu, hâlâ Türkiye'de becerilebilen bir iş değil. Arkadaşlar, suyun maliyetlerinin dikkate alınmasının karşısında değilim ben, ama suyun ücreti yerine fiyat verilmesinin ve pazara kavuşturulmasının karşısındayım ben; çünkü, ticarileştirme ve fiyat işin içine girdiği zaman, bu kaynak kamu malı olma niteliğini kaybediyor. Çok önemli husus bu; yani, özel mülkiyet haline geçiyor. Arkasından da yığınla birtakım sonuçlar geliyor ve Türkiye'nin zararına olan sonuçlar geliyor. Av ve yaban hayatı için de aldığımız ücretlere biz fiyat demiyoruz, keklik vurduğumuz zaman aldığımız ücrete biz fiyat demeyeceğiz, öyle bir şey mi olur?! Suyun fiyatı mı olur Allah’ınızı severseniz!.. Ne olur; biz şu kelimeyle özetledik, dedik ki. Yararlanan katkı sağlar. Katkıdır bu, bir nevi rüsumdur, harçtır, bir nevi vergidir bu. Onun dışında ticarileştirme imajı verecek her şey yabancıların güle oynaya karşıladığı hususlar olur. Aman dikkatli olalım. Üretiminde yapılanmaya ihtiyaç var. Fransa yapılanmış, Türkiye için de bir program yaptık, bir rapor yaptık, zannederim iki üç yıl evvel Orman M ühendisleri Odası olarak ben bir raporun içerisinde bulunuyordum ve GAP istediği için, bununla ilgili yukarı havza bölgeleri için bir su yönetim modeli kurduk. Fransa’nın modeline benziyormuş, şimdi öğrendim Hocadan. Evet; ama, bir şey daha belli oldu burada; eğer, siz, su yönetimiyle ilgili bir yapılanma meydana getiriyorsanız, DSİ’den iki kurumla yasa yapmasının yanlış olduğunu zaten işin başında tespit ediyorsunuz. Adamlar 13 tane bakanı su konseyinin, su komitesinin içerisine katmışlar. Neden; hepsi katılıyor, disiplin katılımı var, uzmanlık katılımı var, boyut katılımı var; bunların hepsine dikkat etmek lazım ve kanun yaparken de bu şekilde yapmak lazım. Gelelim şimdi toprakla ilgili suyla ilgili başka bir yerde yapılan hazırlığa; M ahir Beyin söylediği Tarım ve Köyişleri Bakanlığı sahip çıktı diyor. Efendiler, su üretiminin geldiği yerler bellidir, arpin rejyonlardır, orman üstü dağlardır, ıssız yerlerdir. Orman rejimine ait 20 milyon hektardır, meraya ait de 20 milyon hektar var, işte böyle bir alandır. Tarım ve Köyişleri Bakanlığının dışındaki kuruluşlarla otoriterlerle neden bölüşmüyorlar Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bu otoriteyi? 58 MAHİR GÜRBÜZ – Hocam, yanlış anlaşıldı. Köy Hizmetleri Genel M üdürlüğünün şu anda yürütmekte olduğu toprak ve su yönetimi hizmetleri Tarım ve Köyişleri Bakanlığı..... UÇKUN GERAY – Peki, o zaman orayı ben yanlış anlamışım; özür diliyorum. Bakın, bizde bir koordinasyon eksikliği var, bir eşgüdüm eksikliği var. Anladığım kadarıyla her şeyden evvel bunu telafi etmek zorundayız. Teşekkür ediyorum. YÖNETM EN – Buyurun. PROF. DR. AHM ET HIZAL (İstanbul Üniversite Orman Fakültesi) – Ben de aynı konuya kısmen değineceğim. .........deyince su üretimiyle ilgili anabilim dalı orman fakültelerinde vardır. Şimdi, çok üzüldüm, bir taraftan da sevindim; suyla ilgili bir çalışma grubu oluşturulmuş Dışişleri Bakanlığında. Sayın Hocam ifade etti, suyun % 80’i ormanlık alanlardan gelir. Acaba, Orman Bakanlığı, yeni adıyla Çevre ve Orman Bakanlığının burada temsilcileri var mı? Orman fakültelerinden buraya hiç katılım var mı? Havza kavramı, bilimsel açıdan başka şekilde tanımlanır, siyasî açıdan başka şekilde tanımlanır. Acaba Dışişleri Bakanlığı, bu havza kavramını nasıl tanımlamıştır? Şimdi bir sorun var, ..............çok....................böyle şey olmaz; saçma...... koruyucusu olmaz. Siz, dereyi kirlettiğiniz zaman, derenin içindeki balığı yerine getirebiliyor musunuz arıtma tesislerinde; yok. Ormanda bitki örtüsünü yok ettiğiniz zaman, o da kirletme, yalnız endüstriyel veya evsel atıklarla olmaz, tarım yapıyoruz, meracılık yapıyoruz; bunların hepsi suları kirletebilir. Peki, suları temizledik, bu biyolojik çeşitliliği geri getirecek miyiz arıtmayla?! Dolayısıyla, bu kavram iflas etmiştir. Bunun yasada altını çizmek lazım. Kirlenmeden kullanmalı kavramını getirmek lazım. Gelecek kuşaklara biz ne bırakacağız!.. Biz, kanalizasyonu bugünkü arıtma tesisiyle temizlersin; ama, o dereyi geriye getiremeyiz. Dere kirlendiğinde geriye getiremeyiz; bunu getirmedikten sonra ne kıymeti var?! Ben, bildirimin kapsamında bunlara ayrı ayrı değineceğim. O nedenle, kirletenden çok kullanılması çok zararlı, mutlaka bu ..... kaldırılmalı, bu felsefe iflas etmiştir. Neden; biyolojik çeşitliliği geri getiremezsiniz temizlemekle. Ondan sonra su kaynaklarını geliştirmek. Bu doğru kavram değildir. Hangi su kaynağını geliştirdik?! Hocam söyledi, bizim bir su üretim çalışmamız var mı?! Biz, mevcut suların kullanımını geliştiriyoruz, su kaynaklarını kesinlikle geliştirmiyoruz. Su kaynaklarımızı daraltıyoruz, yok ediyoruz. 59 Dolayısıyla, bu kavramın da kaldırılması lazım veyahut da buna uygun olarak çalışmalar yapmak lazım; yani, Hayrettin Bey de söyledi, teraslama yapacağız; bu teras, suyun kalitesine etki eder veyahut da bir orman tesis edeceğiz, su kalitesini veya miktarını etkileyebiliriz. Diyelim ki bizim 95 milyar metreküp suyumuz var, kullanılabilir. Acaba, biz, bu suyu, su üretimiyle ilgili yapacağımız çalışmalarda 120 milyar metreküpe çıkarabilir miyiz. İşte budur. Bu, su kaynaklarının geliştirilmesidir. Bugüne kadar, Türkiye'de, ne yazık ki, bizim hocalarımız kırk yıl evvel çalışmasına rağmen, su kaynaklarının geliştirilmesiyle ilgili hiçbir çalışma yok. M evcut su kaynaklarının kullanılmasına ilişkin çalışmalar vardır. Kullanımı genişletiyoruz;ama, kaynakları geliştirmiyoruz. Onun da bu kanunda düzenlenmesinde yarar olduğunu düşünüyorum. Özelleştirme çok kapsamlı bir konu, yap-işlet-devret modeli var. Baraj yapıyorsunuz, barajın suyunu nereden getiriyorsunuz; havzadan. Bugün İzmit’te..... Barajı yap-işlet-devret sistemiyle yapılmıştır. Ben, o yetkililerle sık sık temasta bulundum. Peki, siz, bunu yaparken, barajın havzasında ne yapıyorsunuz, barajın havzasında bir şey yapmak yok. Baraj da bitti. Dolayısıyla, bu özelleştirme yapılırken, barajlar yapılırken, mutlaka su havzasının da dikkate alınması lazım;yoksa, yalnız barajı yap, kullan, işlet; o şirketin hiç umurunda değil; kazandığıyla kalır. Burada karşımıza şu çıkıyor: . . . .Türkiye'de var mı acaba hiç; yok. Bir tane ben yaptım, daha evvel odalar yaptı. Bizim yaptığımız belediyeyle müşterektir, Türkiye'de ilk projedir. Su havzaları bir anlamda ...............Hocalarımızın teorik çalışmaları vardır, ama hiç havzayı, ekosistemi alıp da plan yok. Bunun nesini tartışacağız şimdi, sorarlarsa ne diyeceğiz; yok böyle bir plan, nasıl yapacağız? Dolayısıyla, bütün bunlar çıkacak veya inşallah çıkar, bu, çok geniş kapsamda müzakere edilip, tartışılıp, böyle çıkmasında yarar var. Karayollarını çağıracaksınız; tarım arazisinde otoban yapıyor. En büyük kirletici, istediği yerden yol geçiriyor, ormanın ortasından yol geçiriyor. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı karşı. Dolayısıyla, mutlaka, çalışmaların geniş ortamda tartışılıp, doğruları bularak, ona göre bir su yasasını hazırlayabilirsek iyi olur diye düşünüyorum. Havzaların ne durumda olduğunu belki bildirirler. Teşekkür ederim. YÖNETM EN – Ben teşekkür ediyorum. Zaman hızla akıyor; saat 13’te bitireceğiz; cevap hakkı olanları öğleden sonraki toplantımızda ilk söz hakkı olarak vereceğim; ama bir yerde de durdurmak zorundayım; çünkü, herkes birbirine cevap verdiği takdirde sonuç gelmez. 60 Buyurun Nihat Bey. NİHAT GÖKYİĞİT- Teoman Bey, senelerden beri bu konunun içinde olduğunuz için size sormak istiyorum: Ekonomide güçlü olmamızdan ................burada su alanında 2030 yılı hedeflerine ulaşmanın şüphesiz çok büyük yararı var; ama, bunun gerektirdiği yatırımların da boyutu çok büyük. Bunları devlet imkanlarıyla ne kadar yaparız; ama, muhakkak surette kamu denetiminde olması ve planlamasıyla; ama, burada yabancı sermayeye gerek var mı suali aklımıza gelmemeli; çünkü, realiteden uzak. Türkiye'de böyle bir sermaye birikimi yok. Onun için, yabancı sermaye muhakkak surette burada kullanılmak şartı var. Eğer oraya ulaşacaksak, eğer ekonomiyi güçlendireceksek, bunu akıllı yaparız, modelleri geliştiririz; o ayrı. Bir de suyun fiyatı olmaz; bunu da anlamak kolay değil. M ademki bu önemli bir maldır, metadır, bunun sahibi orijininde devlet de olsa bunun fiyatı olur, bir de buna halkın katkısı diyerek, bunu, sanki bir zorlamaya gerek, fiyatı var.... UÇKUN GERAY – Hayır; yok. NİHAT GÖKYİĞİT- Bunu sonra konuşuruz; ama, suyun bedeli var, suyun bedeli olmadığı takdirde suyun israfı, tüketimi fevkalade yanlış olur. Bedelinin olması lazım. Bir de suyu kirleten öder. Ona da şöyle bakmak lazım: Bugün realitede bu kirletmeyi durdurmak mümkün değil; ama, kirletme devam ediyor, realitelere de bakalım; devam ediyor. Bir örnek vereyim:İsviçre’de bir peynir fabrikası, peynir suyu organik madde olduğu için çok büyük miktarda kirletir; çok büyük kapasitede bir fabrika ve peynir suyunu şehir kanalizasyonuna veriyor. .....nasıl oluyor bu; ..........sayıyorlar ve onu ödüyor bugüne kadar; ama, sonra başka bir yöntem bulduk; tankerlerle bunu taşıyoruz, .....ısınıyor bu . . . . . Şimdi, bakın, çareler bulunuyor, ama o kirletenin ödemesi lazım. Bunu, hemen böyle peşin hükümle, realitelerden uzak olarak Türkiye'nin sorunlarını çözemeyiz. Türkiye, dış pazarlara kapalı olarak, içine kapalı olarak hiçbir mesafe alamaz. Dünyada bunun örnekleri var. Bugün Çin, liberal ekonomiyle mesafe almaya başladı. Kuzey Kore en ileri teknolojilere ulaşmış, atomu yapmış, atom silahını, ama fosseptik içerisinde yüzüyor. Ben kapalıyım, kendi meseleni kendin hallet. Bunlar artık çare değil, bu realitelere bakarak yol almamız lazım. Teşekkür ederim. YÖNETM EN – Teşekkür ederim. Şimdi söz M uhittin Kuzu Beyde, sonra Doğan Altınbilek, Sayın Özbay, Turgut Çelikkol. Buyurun M uhittin Bey. 61 MUHİTTİN KUZU – Efendim, memnuniyetle belirtmek isterim ki, değerli hocalarımız Fırat’tan bahsettiler; özellikle üzerinde durmak istediğim, genelde verilen rakamlar bu ortalama rakamlar; ama, sorun kurak yıllarda çıkıyor, ortalamanın üzerinde sorun çıkmıyor. Özellikle milletlerarası sularda çok daha önemli. Kurak yıllar ve kurak periyot, yani yılarca süren kuraklıklar sonucu çıkıyor. Ege’den örnek vereceğim: 80’li, 90’lı yıllarda kurak periyotta Gediz üzerinde Demirköprü Barajı, ilk barajıdır Gediz Nehrinin. Bu, yıllık ortalamanın % 20’si .......yıllar oldu; % 20’si, üst üste % 20’si geldi ortalamanın. Özellikle milletlerarası anlaşmalarda kurak periyotlar, su, ona göre...........oradan şeye geçeceğim, asıl Fırat’taki; hatırladığıma göre 1994 yılıydı, Dışişleri Bakanlığında............halinde bir........ geldi; ben daire başkanıydım. İlk defa o zaman bu kuraklıkla ilgili, benim ilgim proje inşaat dairesi olarak .. . . ancak, ........projelerini yapıyordum. ............... yoktu..............uyardık;ama, sonra en çok ürperten iki şey oldu: 1. Sayın Özal’ın Türkiye'ye .......... o zaman gördüm. 500 metreküp/saniye su ...... halbuki, Fırat’ta şunu biliyordum: Yıllık ortalama 450 civarında olan yıllar var, ortalama değer, yıllık ortalama değerin 450 metreküp/saniye geldiği yıllar var; halbuki, biz, 500 metreküp suyu vermekle kurak yıllarda hepsini verdik, :.....varsa, ....sağlayabileceğiz, belki bir damla su almasak bile ancak ........kurak periyotta......... Hepsini versek, yine alacağımızdan ancak ..............yoksa, baraj yapamıyoruz, Fırat üzerine ancak 30 milyar aktif hacimli, yuvarlak söylüyorum, 1-2 milyar fazla olabilir; 30 milyar aktif hacimli barajlarımız ......üzerinde; halbuki, yıllık ortalaması da 11 milyardır; yani, ortalaması kadar bir aktif hacmimiz var, daha sonra da şey yapma imkânı yok. Belki ufak havzalarda baraj yapabiliriz, ama fazla artmaz, birkaç milyar artabilir. Ortalama hacmi nasıl verebiliriz; 500 metreküp ortalamanın yarısı aslında. Bunu kendi kendime şöyle yorumluyorum: ......... gelen projelerde genelde yıllık ortalamalara, uzun yılların ortalamasına göre proje yaptık. Kurak yıllarda az enerji üretilir, fazla yıllarda biraz daha fazla üretilir. Tahmin ediyorum, 5 000 metreküpü vermekle 1 000 metreküp .............şartlarda, ortalama 5 000 metreküp .. . Bana Dışişlerinden ilk gelen bu teknik kitapçıkta kuraklıktan hiç bahsedilmiyor, sadece uzun yıllar ortalaması rakamlar vardı. 500 metreküp .. . Şimdi, gerek Suriye, gerek Irak, Dicle Fırat’ı asırlar boyu kullanan, kuraklığın ne demek olduğunu bilen ülkeler; ama, biz, Dicle Fırat sularını ancak GAP ile girdik konulara, yavaş yavaş kullanıyoruz; yani, kuraklığı hiç düşünmemişiz; ama, onlar, bizden çok daha iyi konuyu biliyorlar. M esela, Suriye’nin tek havza ortaya çıkmasının yegane nedeni, Fırat’ın bizde de aşağı yukarı 30 milyar suyu vardır, sonuna kadar gittiğinde 35 milyara çıkarıyorlar, 62 halbuki, Dicle’nin, toplam suyunun 45 veya 50, yani Fırat’tan çok daha fazla suyu var havza bazında. Biz, Fırat’ı kullanıyoruz, Suriye Fırat’ı da kullanır, halbuki .......ama, asıl Suriye.... Suriye, tahmin ediyorum, bu havzada birleşir. Aslında, Dicle’yi biz çok az derecede kullanıyoruz, belki Suriye bir miktar kullanabilir; ama, onu Irak kullanabilir. Biz de Fırat’ı, ama nerede kuraklık . . . kuraklık olduğu yıllarda zaten sorun yok, yani ortalamanın üzerinde su geldiği zaman ne bizim barajlarımız tutabilir, akıp gidecek su; yani, sorun, kurak yıllarda özellikle Fırat........ süren..........sorun var....... üzerinde çok durmak lazım ve bu Suriye ile Fırat üzerinde, o yönde, yani, Fırat asıl onun için sahip çıkıyor, ileride . . . o da bir etken; ama, asıl, eğer, Irak’ı ......... Ilısu’yu sulamada pek kullanamıyoruz, ama Ilısu Barajı o kadar önemli ki Fırat periyotta, biz, Fırat’ı Suriye ile kullanırız, Ilısu’yu da Fırat kullanır. Ilısu enerji bakımından önemli; ama, bizim ihtilaflı su, ileride, . ........daha da ............ projeler geliştirildikçe Irak’ta, Suriye’de. Biz, barajları enerjiye göre çalıştırıyoruz, enerjiye göre çalıştırdığımız için, kuraklık periyotlara su ayıramayız, yani ayırmıyoruz, enerji almak menfaatimiz; ama, ileride eğer ülkelerle anlaşılırsa, biz, barajlarımızı dolu tutarak, fazla gelen suları enerjiye almayarak, ama enerji kaybımızı finanse etmek suretiyle ileride kurak yıllarda ...... nispeten kardeş payı yapılabilir; ama, enerji kaybımızı başka ülkelerin karşılaması şartıyla bu olabilir; yani, baraj sürekli dolu tutulur. Bir husus daha var; Atatürk Barajının 30 milyara yakın bir aktif hacmi var, bu su ölü hacimdir, ancak bu su bu seviyenin altına indiği zaman . ......başta olmak üzere, atıksu, kanalizasyon ............hep bu minimum seviyenin üzerindedir. O işletme ......eski Cumhurbaşkanı Sayın Demirel “bu kadar suyumuz var” diyor; halbuki, o su, ....... bir defa kullanıldığı zaman ... aşağı verilir; ama, ..... Türkiye'nin sulamalarına bir damla su gitmez. Teşekkür ederim. YÖNETM EN – Ben teşekkür ediyorum. Saat 14.00’te toplanmak üzere bu oturumu kapatıyorum. 63 2. OTURUM TARTIŞMALAR 2 YÖNETM EN – Oturumu açıyorum. Buyurun. SÜREYYA ÖZBAY (DSİ emekli Birinci Hukuk M üşaviri) – Efendim, DSİ’ce hazırlanmış olan su yasa tasarısının her yönüyle yeterli olup olmadığı hususundaki soruyu cevaplandırmam istenmişti. Şunu önemle arz edeyim ki, daha önce de belirttiğim gibi, 60’lı yıllarda bu su yasası çalışması başlatıldı; yine, o tarihlerde ve 70’lerde Ankara Hukuk Fakültesinde M edenî Hukuk profesörlerinin de katılımıyla bu su yasası tasarısı takdim edildi, tartışıldı, üzerinde mutabık kalınan metin, daha sonra günün değişen ihtiyaçlarına göre değiştirilerek birtakım şekiller verilmişti. Ahmet Beyin, DSİ’nin de ayrı bir çalışması var, Dışişleri Bakanlığının koordinatörlüğünde organize ettiği ayrı bir çalışma var şeklindeki şey, aslında, belki benim bilgi eksikliğimden kaynaklanıyor. DSİ Genel M üdürlüğünün yaptığı çalışmanın devamı olarak, sanıyorum, o çalışmayı geliştirmeye yönelik daha çok katılımlı bir çalışma olduğunu sanıyorum. O konuda fazla bilgim yok. Benim DSİ’den ayrılmamdan sonra böyle bir yola gidildi sanıyorum. Onun da faydalı olacağını düşünüyorum; ama, eğer D Sİ Genel M üdürlüğünün hazırlamış olduğu taslak baz alınarak onun üzerinde bir çalışma, geliştirme yapılıyorsa, tabiî ki, çok daha iyi olur, çok daha katılımlı olur. Şunu da önemle belirteyim ki, hiçbir kanunun mükemmel şekilde hazırlanıp çıkarılması da mümkün değil. Tabiî ki, günün değişen şartlarına göre yine değişiklikler gündeme gelebilir; ama, DSİ’nin hazırlamış olduğu taslağın önemli bir zaman dilimi içerisinde Türkiye'nin ihtiyaçlarına cevap verebilecek yeterlikte bir kanun taslağı olduğunu düşünüyorum. Arz ederim. YÖNETM EN – Teşekkür ederim efendim. Söz sırası Sayın Turgut Çelikkol’da; buyurun. TURGUT ÇELİKKOL (Orman M ühendisi-TEM A Vakfı İç Anadolu Projeler Koordinatörü) – Efendim, ben, dikkatinizi iki noktaya çekmek istiyorum. Sabahtan beri konuştuklarımız tamamen suyun kullanımıyla ilgilidir. Türkiye'de suyun kullanımı önemli di, su kaynaklarının korunması, su kaynaklarının geliştirilmesi, su havzalarının korunması, kaynak olan yerin daha büyük havzada korunması, su havzalarının ıslahı ve su havzalarının sürdürülebilir yönetimi daha mı az önemli. O nedenle, bana göre, 64 eğer böyle bir kanun çıkarılacaksa, bir kere, ikisini ayırmamız lazım. Suyun kullanımı ayrı bir iş, su havzalarının, su kaynaklarının kullanılması, korunması ayrı bir iş. Türkiye'deki su kaynaklarının % 72’si orman alanlarında. Su havzalarımız perişan durumda. Ormanın kendine göre kanunları var. Orman teşkilatı yukarı havzalarda çalışıyor; aynı zamanda, orman teşkilatının, yukarı havzalarda altyapısı var; binası var, yolu var, her şeyi var. İkincisi, orman fakültelerinde, su havzalarının korunması için ve geliştirilmesi için, yani su üretimini artırabilirsiniz; nasıl artırabilirsiniz; yukarı havzalarda yağan yağmurun belli bir miktarını toprağa geçirebilirsiniz, sürersiniz, teras yaparsınız, değişik yollarla su üretimini artırabilirsiniz belli miktarda. M ühendislerin, bu konuda fakültede yetişme şartlarında bu işleri yapabilecek kapasitede ve Türkiye'de su havzalarının ıslahı konusunda da bugüne kadar Orman Bakanlığından başka çalışan bir teşkilat da yok. Esas tehlikeli şey Türkiye'de, bana göre, Türkiye'deki... Sabahtan beri yapılan konuşmalardan ben şunu anladım: Su, Allah tarafından veriliyor, biz bu suyu kullanırken bir sorun var, esasında kullanırken fazla bir sorun yok, herkes kendi hukukunu kendisi koyuyor. Şimdi, bizim, bu suyu elde etmemiz için -özellikle Dışişleri Bakanlığı temsilcilerinin bunu iyi dinlemesini istiyorum- bir de bu suyun maliyeti var; yani, suyun kendi maliyetinden bahsetmiyorum, Türkiye'de yağmurlardan sonra oluşan erozyon, sel ve taşkınların Türkiye'y e yıllık zararı 4 milyar dolar. 42 vatandaşımız her yıl sel ve taşkınlardan dolayı ölüyor. Biz, bunları dikkate almadan, bunların maliyetlerini çıkarmadan, nasıl oluyor da bizim uluslararas ı sınırları aşan sularımız konusunda arkadaşlarla konuşabiliyoruz. Bir kere onlara diyeceğiz ki: Kardeşim, biz bu suyu üretiyoruz, su buradan çıkıyor, su üretilirken bize bir maliyeti var; bırakın suyun kendi parasını. Burada dikkat etmemiz gereken, öncelik vermemiz gereken konu, dağınık su havzalarının ıslahı çalışmalarıdır. Su havzaları kanununu da öncelikle çıkarmamız lazım. Bunun ikisini beraber çıkaracağız dersek, bir genel müdürlük sorumlu olur, hiçbir şey yapmaz; çünkü, Türkiye'de âdettir bu; birisi bir sorunu eline alır, oraya kimseyi sokmaz. Diyeceksiniz ki, kardeşim, sen, su havzalarını koruyacaksın, senin görevin bu; bunun için planlar yap, geliştir; bu ayrı bir şey. Su havzalarında üretilen suların geliştirilmesini yine aynı teşkilat yapabilir. Suların kullanılması, Orman Bakanlığıyla ilgili bir iş de değil, başka birisinin yapacağı iş; ama, DSİ yapar. Ben, bu nedenle, özellikle Dışişleri Bakanlığına sesleniyorum: Türkiye'deki su, yağmurların bize yıllık maliyeti resmî rakamlarına göre –gidin Afet İşlerinden alın, DSİ’deki sel taşkın zararlarını alın- her yıl 25 500 hektar birinci sınıf arazimizi sel basıyor, 42 65 vatandaşımız ölüyor, 1 milyon ton toprak taşınıyor, 4 milyar dolar para harcıyoruz. Biz, öncelikle bu havzaları ıslah etmeden bu suların dağıtımıyla uğraşmamız falan iyi de, biraz jimnastik oluyor, esas oradan su havzalarının kaynaklarına eğilmeli. Bunların maliyeti hesap edilsin, karşı tarafla konuşurken, Fırat Havzamızda şu kadar havza var, bunların ıslahı için şu kadar trilyon dolar para harcamamız lazım. M adem biz bu suyun regülasyonunu yapıyoruz, bizim barajlarımız bizim sirkülasyonla doluyor; o nedenle, bize bu paraları verin; biz, her zaman standart su veriyoruz. Bizim gibi iyi adam nerede var dünyada. Hem su veriyoruz hem başımız derde giriyor. Teknik yönden bu konularda biraz zayıfız. O nedenle, hiç kimse kusura bakmasın, derdimizi anlatmalıyız. Bizim barajlarımız doluyor, biz her zaman size su veriyoruz, bu suyu devamlı verebilme yoksa, bu suyu size baharda verelim, yazın vermeyelim. Öyle bir şey yapmamız lazım. Teşekkür ederim. YÖNETM EN – Ben teşekkür ediyorum. Buyurun. HAYRETTİN KARACA – Efendim, birinci konuşmamdan sonra Akdenize dökülen sularımız için hani barış suyu anlamıyla getirilecek olan o düşünceye çok endişeyle bakıyorum; çünkü, çok uzun zaman değil, belki 2020 yılında ne olacak bilmiyorum; bu küresel ısınmanın getirdiği sorunlar bakımından 2 500 bilim adamının katıldığı bir panelden sonra anlıyorum ki, 2020 yılından sonra Kuzey Akdeniz ülkeleri, özellikle Türkiye, susuz ve çorak bir iklim koşulu içine giriyor. Eğer, bugüne kadar söylenilenler, yirmi yıl evvel söylenenler bugün çıkmışsa, işte bugün artık o devreye girdik. O halde, biz, bu sularımızı nasıl ülke yararına kullanabiliriz diye projelerin yapılması lazım. Bakın, mevcut sulanabilir alanlar 8 milyon hektarla sınırlandırılmış; hayır, bugün teknolojinin getirdiği imkanlarla, örnek olarak Şanlıurfa Tüneli doğrudan doğruya mı veriliyor; bunu bir tünelle vermişim. Niye suyun çıktığı yerlerden petrol boruları gibi, hatta kendi cazibesiyle benim sulanacak alanlarıma getirmeyeyim ben bunları. O halde, Türkiye'nin sorunlarının başında sulanabilir alanları üretmek de olabilir. Bunlar hudutlu kavram doğru değildir. Sonra, su üretimi kavramının gündeme gelmesinden son derece memnunum. Artık, var olan suları kullanmak veya onları temizlemek vesaire; ama, artık, su üretimi Türkiye'nin gündemine gelmesi lazım. Onun da temelinde yine toprak var. O humuslu toprak kaybolursa, meralar çırçıplak kalırsa, münavebeli tarım, yani bir tarım politikası olmazsa, her yıl toprağı 66 kaybetmeye devam edersek, 1 milyar 200 milyon ton toprağı kaybetmeye devam edersem ben, acaba, bugün yağmur suları ile kaynakları indirebilecek miyiz; mühim olan bu. İndirelim de, bana, felaket olarak gelir bu. Bana, ihtiyacım olduğu zamanda değil, olmayan zamanda sel olarak gelir bana; öyle geliyor zaten. O bakımdan, bugün erozyon, belki de su meselesinin, erozyon, Türkiye'nin en önde gelen meselesidir bana göre. Açlığın, yoksulluğun çaresinin temeli toprakla barışmaktır. O bakımdan, su meselesi gündemdeyse eğer, onun en önüne erozyonla mücadelenin gelmesi lazımdır. Toprağın organik özelliğini kaybetmemesi lazım ki, kendisi dahi, tarla dahi kendisinin ihtiyacı olan suyu doğal olarak karşılayabilsin. O bakımdan, çok memnunum; su üretim kavramı, yalnız meraların ıslahı, yalnız teraslar olarak da, teraslar çok önemli sorun; daha onun ötesinde unutulmuş olan suyun üretilmesiyle değil, onun, daha çok, daha çok nasıl üretebilmesi; bütün projenin buna göre yapılması lazım. Bir damla suyu nasıl daha fazla ülkenin yararına sunabiliriz; böyle bir politikanın olmasında zaruret görüyorum. Efendim, bu kirleten öder; olabilir; ama, bu bir ahlak meselesidir. Tüketerek dünyayı yaşanmaz hale getiriyoruz. Ne kadar kullanacağıma ben karar vereceğim. Kirletmenin sebebi benle başlıyor. O bakımdan, suyu dikkatli kullanmak gerekiyor. Sağ olun var olun. YÖNETM EN – Teşekkür ediyorum. M ithat Rende Bey; buyurun efendim. M İTHAT RENDE – Çok teşekkür ediyorum. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesinin değerli hocaları, birkaç hususu paylaşmak istiyorum. Öncelikle insan doğası, tanımadığı kişiye, kuruma veya ülkeye, halka karşı genellikle önyargılı olur ve bu önyargı, zaman zaman yanlış, haksız, saptama ve değerlendirmelere yol açar. Bu, son elli yıldır Avrupa'da, Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı sorun bu aslında. Neden böyle oluyor; çünkü, gerçekten, Türk Halkı, Türkiye tanınmıyor. Biz İngiltere’de görevliyken, bize iltifat etmek için bir konferansta, bir toplantıda yaptığımız bir konuşmadan veya bir sohbetten sonra, siz Türk olamazsınız derler; o kadar bariz bir önyargı var ki, siz çok iyisiniz, Türk olamazsınız; çünkü, Türk iyi değildir deniliyor maalesef. Şimdi, bu girişi yapmak istedim. İngiltere’de Dışişleri Bakanlığı, bizim Türk Dışişleri Bakanlığıyla aynı yargıyı taşıyor ve bu nedenle İngiliz Dışişleri Bakanlığı, kamu diplomasisi dairesi başkanlığı oluşturdu. Şu nedenle oluşturdu: Dediler ki: “Biz, dış politikada başarılı olabilmemiz için ve İngiltere’yi dışarıda tanıtabilmemiz için diğer kurumlardan ve 67 bakanlıklardan destek almamız ve kendimizi tanıtmamız. Bu nedenle, böyle bir kamu diplomasisi dairesi kuruldu.” Aslında, Dışişleri Bakanlığı, eğer, diğer kurumlara kendini iyi tanıtamamışsa, gerçekten kabahat bizim, değerli hocalarımın değil. Bu girişi yaptıktan sonra, Geray Hocamızın söylediklerine gelmek istiyorum; yani, Dışişleri Bakanlığı ne bilir, ekosistemden ne anlar şeklinde özetlenebilecek açıklamasına. Gerçekten, biz, her şeyi bilemeyiz, bilmek zorunda da değiliz. Biz, koordine ederiz; ama, Dışişleri Bakanlığı, emin olun ki, saygın bir kurum ve uluslararası düzeyde üç diplomasi ekolü vardır; biri Türkiye ekolüdür, gayet saygın bir kurumdur ve çalışma disiplini de oldukça iyidir. Şimdi, su yasasıyla bağlantılı olarak, biz, bütün kurumlara –hatta, konuşmamda da arz etmiştim- bakanlıklara, Genelkurmay Başkanlığı dahil, bütün bunların katkılarıyla bir yeni su eylem planı hazırladık; bütün bakanlık ve kurumların katkılarıyla çalışma grupları oluşturduk, o çalışma gruplarından birinde Hilmi Sabuncu Bey bana hatırlattı, 8 kişi Orman Bakanlığından geldi o toplantılara katıldı. Önemli faaliyetlerimizi biz YÖK’e bildiriyoruz, ilgili bakanlıklara da bildiriyoruz, Çevre ve Orman Bakanlığı size ulaştırabilir aslında, hepinizin katkıları çok önemli bizim açımızdan; yani, biz, her zaman uzmanı bulamıyoruz; ama, ilgili kurum, DSİ veya Çevre ve Orman Bakanlığı bize önerebilir. Su yasasında DSİ’nin aktif katılımı var ki, DSİ, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına haber vermeden bu konularda hiç adım atmayız. Avrupa Birliği Genel Sekreterliği olsun, Çevre ve Orman Bakanlığı olsun, DSİ olsun; DSİ’nin bir uzantısı gibi su işleri dairesi. Onlarla çok yakın işbirliği içerisindeyiz, mutlaka teknik katkılarını yaparlar ve uluslararası toplantılara o şekilde katılırız. Dolayısıyla, bu su yasası konusunda da D Sİ’nin mutlaka katkısı olacaktır. Su yasası, Avrupa Birliğinin müktesebatına uyum açısından yeterli değildir, o kanaat var; çünkü, D Sİ, kendisi hazırladığı için bu yasayı, tek su kurumunun DSİ olmasından hareketle hazırlamıştır bunu belki. Oysa, bugün, artık, biz, Avrupa Birliği kurumlarına uyum sağlamaya çalışıyoruz; belki, uzun vadede, D Sİ, yatırımcı bir kuruluş olmayacaktır. Sayın Güler’in, bundan birkaç gün önce Atina’da meslektaşına söylediği şeyleri hatırlatayım: “Biz, artık, devlet olarak yatırım yapmayacağız; her şeyi özel sektöre yaptıracağız. Özel sektörün yapamadığı veya yapmak istediği şeyleri biz yapacağız.” Dolayısıyla, yeni su yasasında,belki, DSİ’nin de işlevi, faaliyeti, sorumluluğu değişecektir. Yani, kısacası, biz, Dışişleri Bakanlığı olarak bütün ilgili kurumlarda ve 68 üniversitede, mesela Orta Doğu Teknik Üniversitesinden, İstanbul Teknik Üniversitesinden katkılar alıyoruz; ama, eğer, özel sektör olmazsa biz de değerli hocalarımızın katkıları ulaşmadıysa o bizim kabahatimizdir; Çevre ve Orman Bakanlığının kabahatidir ve bundan sonraki çalışmalarda siz de katkı yapabilirsiniz. Çok teşekkürler. YÖNETM EN – Ben teşekkür ediyorum. Sayın Sever, buyurun efendim. AFİRE SEVER (Orman Bakanlığı Temsilcisi) – Ziraat Yüksek M ühendisiyim, Çevre ve Orman Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel M üdürlüğünden katılıyorum. Böyle bir çalışmanın yapılmasından çok mutluyum; çünkü, daha önceden de Toprak Yasasının hazırlanması konusunda TEM A koordinasyonunda böyle bir çalışmaya katılmıştım. O çalıştay şu anda ürünlerini vermek üzere. Ümit ediyorum, bu çalıştay sonunda da aynı ürünleri hep beraber alırız. Öncelikle şunu vurgulamak istiyorum ki, çalıştayın başlangıcından beri suyun kullanımı ve özellikle Türkiye'de su miktarı üzerinde problemler olduğu konusuna değinildi. Bu konular elbette ki çok önemli, ancak diğer taraftan, eğer yeni bir yasa hazırlanacaksa, bunun su kirliliği boyutunun çok detaylı olarak ele alınması gerekmektedir. Türkiye, sanıldığı gibi, Türkiye'de bulunan su kaynakları yeteri derecede temiz değildir; bunu, zaten, siz de, en azından, televizyonlarda, gün geçmiyor ki, balık ölümleriyle sonuçlanan zehirlenmeleri malumlarınız. Bu nedenle, bu konu çok önemli. Bizim Bakanlığımız tarafından yürütülen bu konuda birçok çalışma var. Özellikle Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğini uygulamaya çalışıyoruz. Benim görüşüm şu ki: Toprak-su yapısında su kirliliği boyutunun önemle yer alması. Özellikle su kirliliği boyutu yer aldıktan sonra, bu boyutun Türkiye'de uygulanmasının sağlanması için altyapının güçlendirilmes i lazım. O nedenle de buna ait özel bir bütçenin hazırlanması gerekliliğini düşünüyorum. Özellikle Avrupa Birliği müktesebatına uyum çalışmaları kapsamında, Su Çerçeve Direktifi altında gerek su standartlarını gerekse çevre standartlarını belirleyen Avrupa Birliği direktifleri var; biri tehlikeli maddeler, biri suyun arıtımı direktifi; bu direktiflerin Türkiye'de uygulanması için kesinlikle su yasasında atıfta bulunmaların ve özel bir listenin hazırlanmas ı lazım. Biz, şu anda, gerek DPT koordinatörlüğünde yürütülen gerekse Dışişleri Bakanlığının koordinatörlüğünde yürütülen su yasası çalışmalarına katılmaktayız ve bu su yasası çalışmalarına katılırken, kesinlikle ekolojik ya da orman 69 alanları gözardı edilmemektedir; çünkü, Doğal Hayatı Koruma Genel M üdürlüğümüz de fiilen bu çalışmalara katılmakta. Havza yönetiminin genel olarak metodolojisine baktığımızda, zaten bu yeni çıkarılacak yasayla eğer havza yönetimi öngörülüyorsa ki, Avrupa Birliği müktesebatına uyum aşamasında bunu uygun görmek zorundayız eğer 2060 EC direktifi uygulanacaksa havza yönetimi oluşturmamız lazım. Zaten bu havza yönetimi oluşturulurken de, bölge ekolojisinin analizi, tetkiki ve iyileştirilmesi devamını sağlamamız lazım. Bu noktada da Bakanlığımız gerekli hassasiyeti gösterecektir. Teşekkür ederim. YÖNETM EN – Ben teşekkür ediyorum. Son söz Doğan Altınbilek; buyurun efendim. DOĞAN ALTINBİLEK – Sabahleyin Ömer Beye demiştim ki: Beni öğleden sonra konuşturun, herkes çok acıktı, kimsenin kimseyi dinleyecek hali kalmadı. Şimdi öğleden sonra epeyce soru oldu, en azından o konulara değinen oldu. Sayın Ahmet Hızal dedi ki: “Bu kirleten öder sözü saçma. Normalde kirletmeden kullanılmalı su.” Doğru, biz buna candan katılıyoruz, buna bir itirazımız olamaz; ama, işte, Ergene Havzası, gidin bakın, kirletmişler; kirletmeden kullansalardı iyiydi de, kirlenmiş. Şimdi, bunu temize çevirmenin en hızlı yolu kirletenlere ceza vermek. Cezayı verdiğiniz zaman, insanlar arıtma tesislerini kuruyorlar, nehrin içine pisliği atmıyorlar. M anyas Kuş Cenneti, Ramsaş Bayrağına sahip bir yer, ama gelin görün ki, orada bir krom fabrikası var galiba, orayı kirletiyor. DSİ’yi suçluyorlar; ama esasında kirletiliyor. Bunu cezalandıracaksınız ki, bu dursun; yoksa, durmuyor. Su kaynakları geliştirilmesi sözcüğünü de beğenmediniz; ama, o sözcüğü Türkiye'ye gelip oturtan hocalardan biriyim maalesef. Akarsu yapıları kürsüsü vardı İstanbul'da, ODTÜ’de de sulama kurutma laboratuarı vardı. Bunların ikisi de su kaynakları amenajmanı dediğimiz şeyi tutmuyordu, çünkü amenajman sözcüğünü de beğenmiyorduk, Türkçe değildi. O zaman baktık, İngilizce karşılığı su kaynakları geliştirilmesi, su kaynakları laboratuvarı; indirdik levhayı, bunu astık. O zamandan beri şimdi YÖK’te bir alt bilim dalı olarak kalıyor. Sizin söylediğiniz, Hocamın da söylediği, su kaynaklarının üretilmesi, su kaynaklarının artırılması ayrı bir konu; o ayrı bir konu, su üretimi. Su kaynaklarının geliştirilmesi ayrı bir kavram, onun da bilim dalı var. O yüzden, orada su kaynaklarının geliştirilmesi yanlış değil de, sizin dediğiniz de doğru. Türkiye'de olan biten ne; maalesef, sularımız henüz daha % 70-35 kullandığımız için, insanlar suyu artırmaya çalışmıyor, mevcut 70 suyu bir kullanayım diyor. Halbuki, bunun da bir yandan gitmesi lazım. Eminim de onun bir genel müdürlüğü vardır, ama bütçe vermiyorlardır, o da oradan onu götüremiyordur. Suyun fiyatı olur mu olmaz mı diye bir tartışma oldu. Suyun fiyatı olmaz demiyorlar zaten de, suya bir katılım bedeli olsun diyorlar; bedel değil de, UÇKUN GERAY – Efendim, farklı şeyler, kavramlar farklı; bunu anlattırmayın bana. DOĞAN ALTINBİLEK – Ben o zaman görüşümü söyleyeyim. Suriyeliler de aynı şeyi söylüyor bize; su nimettir, su hayattır, hayatın bedeli konulamaz; böylece suyun bedeli olmaz diyorlar. UÇKUN GERAY – Değil efendim, bizim söylediğimiz o da değil. Lütfen... DOĞAN ALTINBİLEK – Neyse; kavramlar karışmış vaziyette. UÇKUN GERAY – Kavram karıştırılarak olmaz ki bu iş. DOĞAN ALTINBİLEK – Tamam, bu konuda bir şey söylemeyi bıraktım; daha sonra bir ortamda siz görüşlerinizi daha açık edersiniz, biz de ona cevap veririz. Daha çok girmek istemiyorum. Su yasası hazırlanmasına da bir tepki oldu. M üsaade edin de, adı DSİ Genel M üdürlüğü olan birisi, dünyada su işlerinde ne oluyor, bir yasa nasıl olmalı diye bir hazırlığı olsun. 35 bin çalışanı, 3 bin mühendisi var bu kuruluşun. Getiriyorlar Fransızları, Fransızlar yasa anlatıyor, İngilizler yasa anlatıyor. Dur bakalım, Almanya’da, M eksika ve İspanya’da nasıl; bir inceleyelim deme gereği oldu; o çalışma yapıldı. Öylece bilgilendik. O yüzden, bir şeyler söyleme imkânı oldu. Öyle bir çalışmayı DİE’ye çok görmemek lazım. Başka çalışmalar da var; siz İstanbul'dasınız, biz Ankara’da alıştık; yani, İnşaat M ühendisleri Odasının da yasa teklifi var, partilerden birinin de yasa teklifi var; sadece ikiyle kalsa; TEM A da bu işlere girişiyor. Bence, buradaki bolluk iyi bir şey, ihtiyacı gösteriyor. Bununla ilişkili olarak “uluslararası hukukta yerleşmiş havza kavramı var mı” dedi Ümit Bey. Herkes havza kavramıyla idare etmiyor; anlatmaya çalıştım; havza kavramıyla idare edenler var, merkezi yönetimlerle götürenler var. Havza kavramı mühimdir demiyorum, ama havza bazında yönetilmiyor bazı ülkelerde, bazı ülkelerde de yönetiliyor. Soruya, cevaba cevap vermek istemiyorum; ama “su yönetiminde teknik olarak yetersizdir” dedi Turgut Bey; orada yetersiz değil de, daha iyi olabilir diye düzeltelim. Yoksa, Türkiye, su kaynakları yönetiminde dünyada birçok ülkelerden çok daha iyi durumda; tabiî, daha iyi olabiliriz. UÇKUN GERAY – Bilgi birikimini inkâr aktarılmasında sorunlar var. 71 etmiyoruz; ama, uygulamaya DOĞAN ALTINBİLEK – Evet, doğru söylüyorsunuz. Yetersiz olur-olmaz, o ayrı bir konu da, yetersizliği kabul etmek de istemiyorum doğrusu. M ahir Bey çok haklı, o da biliyor, bu işlerin cevabı yok da, ben ona katılmak istiyorum. “60 bin hektar, 50 bin hektar sulama açılıyor, 2030’da bitirilecek demişsiniz, 80 yıl alır bu” dedi. Ben çıkardım, böldüm çarptım, hakikaten 61 yıl alıyor M ahir Bey. Yani, ben de size katılıyorum; ama, bu nasıl biliyor musunuz; Karınca “Hacca giderim” demiş “sen nasıl Hacca gideceksin” demişler “gidemezsem de bu yolda ölürüm” demiş. Şimdi, DSİ’nin yaklaşımı bu. DPT’ciler her şeye bütçe isterler, DSİ, 5 milyar dolar verin; çünkü, bizim 30 bin adamımız var, 3 bin mühendisimiz var, 5 milyar dolarlık yatırımı yürütebiliriz derler. DPT’ciler de, kardeşim, bütün yatırım parası bu kadar, hepsini mi size vereceğiz derler. Bir noktada dengelenir. Çıkan paralarla, esasında bu söylenen laflar, 20 senede bitirilir, 30 senede bitirilir; istenilen paralarla orantılıdır. Para verilmediği için bu işler uzuyor maalesef. “8,5 milyon hektar sulama alanı hiç irdelenmedi” diyorsunuz; hakikaten, ben de merak ediyorum, kim onu çıkardı, birisi söylerse; ben de merak ediyorum. Onu pek irdelemiyoruz; fakat, irdelesek ne olacağını da merak ediyorum; çünkü, o 8,5 milyon hektar alanın bir kısmı durmadan sanayileşiyor. 1979 yılında, ben, Bursa’da içme suyu projesinin planlamasını yaptım, o zaman dağın eteklerine çıktık, çevreci hocamız “şu karşıya kadar gider” dedi; meşhur şeftali yetiştiren Bursa Ovası; tamamı yapılaştı, öyle bir şey kalmadı. M esela şimdi İznik’te Kargil var, Kargil açtı, orası sanayileşirse, güney sulamaları da tamamen elden çıkabilir. Ayrıca, bizim yetiştirdiğimiz tarım alanlarının bir kısmı hakikaten doğru tarım yapılıyor; ama, biliyorsunuz, şekerpancarını, tütünü falan anlatmama gerek yok, dünya fiyatlarının üstünde, hatta pamukta bile üretim yaptığımız için, yani, ben de bir örnek verdim; Pompajlı Gaziantep sulamaları kaça üretim yapacak diye. Yani, bu 8,5 milyon hektarlık, teknik, ekonomik değerlendirirsek, yukarı da çıkabilir, aşağı da inebilir belki, bilemiyoruz; bir değerlendirilmesi lazım. Teşekkür ederim. YÖNETM EN – Ben teşekkür ederim. 72 SUNUMLAR FERHAT Ş AHİNKAYA 1-Türk Mevzuatını Avrupa Bir liği Müktes ebattna Uyumlas ttrm a Çalışmalar ı kapsam ında; Mineralli sular konusunda .-Doğal M ineralli Suların Çıkartılması ve Pazarlanmasıns İlişkin Uye Devletlerin Kanunlarının Uyumlaştırılmas ı Hakkındaki 15 Temmuz 1980 Tarihli ve 80/777/EEC Sayıfı K ons ey Direktifi ile.Doğal M ineralli Sular İçin Konsantrasyon Limitleri ve Etiketleme Bilgileri Hakkında Liste Oluşturulması ve Doğal M ineralli Suların ve Kaynak Sularının Ozonla Zenginleştirilmiş Hava İle İşleme Tabı Tutulmasının Şartlarını Belirleyen 16 M ayıs 2003 tarihli ve 2003/40/EC Sayılı Konsey Direktifi doğrultusunda "Doğal M ineralli Sular Hakkında Yönetmelik" hazırlanmış olup 2004 yılı sonunda yürürlüğe geçirilmesi düşünülmektedir. İçilebilir Sular Konusunda: Ulusal Programda Çevre baş lığı altında yer alan ve su kalites i alt baş lığının bir ana unsuru olan İçme ve Kullanma Suyu Kalitesiyle ilgili olarak, 3 Kasım 1998 tarih ve 98/83 EC sayılı Konsey Direktifinin uyumlaştırılmas ı için " İnsanı Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik Tas lağı ' hazırlanmas ı çalışmaları Bakanlığımızca yürütülmektedir. Söz konus u direktiflerin ve 8 Aralık 1975 tarih ve 76/106 sayrlı Kons ey Direktifi ile 16 Şubat 1998 tarih ve 98/8 sayılı Avrupa P arlamentosu ve Kons ey dırekfrfr için Ulusal M evzuata yansıtılması ve yürütülmesi amacına yönelik olarak Su ve Biosldal Ürünler başlığı altında İdari kapasitesinin güçlendirilmesi ve Bakanlığın desteklenmes ini hedefleyen ve bu amaçla Refik Saydam Hıfzıssıhha M erkezi Başkanlığı Laboratuarları ile seçilmiş Halk Sağlığr Laboratuvarlarının güçlendirilmesi için ekipman alımını da öngören bir proje hazırlanmış olup 2005 yılı baş rnda uygulamaya başlanacaktır. GENEL SU SORUNLARI Giriş Biyolojik yaşam tümüyle suya bağlı olduğu için bitkiler, hayvanlar ve ins anlar su ihtiyaçlarım sürekli olarak sağlamak zorundadırlar. İnsanoğlu, sağlık açısından suyun ne kadar önemli ve kimi kez tehlikeli olduğunu son 150 yılda algılamaya başlamıştır. 19 uncu yüzyılın ortalarında su ile bulaşan hastalıklar ve buluş larla ilgili epıdemıyolojık çalışmalar suyun niteliği ve hastalık bulaştırmasındaki rolü üzerinde yoğunlaşmışın İlk araştırmalarda kolera ve tifo salgınları ile daha sonraları is e ishallerle ve buna bağlı olarak gelişen enfeksiyonlarla ilgilenmiştir. Son yıllarda kimi vıral hastalıkların bulaşmasında suyun rolü üzerinde önemli çalışmalar yapılmıştır Kışı sağlığı ile ilgili en önemli fiziksel etmenlerden biri olan su, miktar olarak vücuda en fazla giren ve çıkan maddelerden bindir. Kişinin vücut ağırlığının %63-70'ı sudur. Sağlıkla ilgili konularda su denildiği zaman, içme suyu ile birlikte kullanma sulan da düşünülmelidir. Çünkü, su vücuda sadece içme suyu olarak değil yıkanmak. ağız çalkalamak 73 ve besin hazırlamak için yararlanılan kullanma suyu olarak da girer. Su ile bulaşan hastalıklar gelişmiş ülkelerde çok az görülürken az gelişmiş ülkelerde çok daha fazla görülmekledir. Bu nedenle genel su sorunlarını su kaynakları Kirliliği ve içme ve kullanma suyu sağlanması şeklinde iki ana alt başlık altında incelemek mümkündür 1. Su K aynaklan K irliliği 1.1 Kurams al Çerçeve ve K onunun önemi Dünyanın ekolojik dengesinin korunmas ı ve doğal yaşamın devamında, su kaynaklarının çok önemli bir yen vardır Ayrıca. kıt olan kullanılabilir su kaynakları, bu kaynaklardaki kirlenme nedeniyle, daha da yetersiz hale gelmekte ve toplumlara içme kullanma suyu sağlanmasında s ıkıntı çekilmektedir. Kirletilmiş doğal sulardan kaynaklanan her türlü hastalık ve etkilenmeler artmaya devam etmekle ve doğal yaşam her gün yok olmaktadır. Su kaynaklan kirliliğine neden olan etmenlerin başında ev. tarım, hayvancılık ve sanayi atıkları gelmektedir. Ayrıca, erozyon gibi çevresel faktörler ile doğal afet ve benzen doğa olayları da su kaynaklarının kirlenmesinde etkili olabilmektedir Bunlardan, evsel atıklar, hayvan kesim yerleri ve s anayi kuruluşları gibi noktas al kirlilik kaynaklarım kontrol alt ına almak daha kolaydır Buna karş ılık, t arımda kullanılan kimyasal gübreler, pestisıtler ve erozyon gibi yaygın kaynaklardan gelen kirlilikleri kontrol altına almak daha zordur. Su kaynakları kirliliği ile etkin bir mücadele verebilmek için; sorunun boyutu, kötüleşme ya da yayılma eğilimi olup olmadığı, sağlık ve çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin doğası ve boyutları, çözümün Teknik fizibilite ve uygulanabilirliği ve bu müdahalenin çevre ve sağlık açıs ından getireceği yararların bilinmesi gerekir 1.2. M evcut Durum Türkiye'de, su kaynaklarının kirliliğinin bir sonucu olan ve suyun aracılık ettiği bulaşıcı hastalıklar varlığını sürdürmektedir Buna kimyasal kirlenmeni" eklendiğini gösteren venter de vardır Tüm bu veriler, Türkiye'nin ciddi bir su kaynakları kirliliği ile karş ı karşıya olduğunu göstermektedir. Buna karşılık kirliliğin önlenmesinde etkili bir denetim programı uygulanamamaktadır. 74 1.3. Amaç Su kaynakları kirliliğinin önlenmes i amacıyla, etkin ve etkili bir denetim sisteminin kurulmasıdır 1.4. Öneriler Su kaynakları ile ilgili mevzuat gözden geçirilerek, duplıkasyonlar, çelişkiler giderilmeli, kurum ve kuruluşların yetki ve sorumluluklarına açıklık ve etkililik getirilmelidir Ülke içi sularda kirlenme envanteri çıkartılarak, sürekli bir izleme ve değerlendirme ağı kurulmalı ve t üm noktasal kirletici kaynakların kont rol allına alınmas ı sağlanmalıdır. Yaygın kirleticilerin kontrolü, denetimi ve bunların önlenmesi konusunda etkin yöntemler geliştirilmelidir 1.5. Planlanan Eylemler 1 Su kaynaklan ile ilgili düzenlemelerin gözden geçirilerek, duplikasyonlar, çelişkiler ve giderilecek, kurum ve kuruluş ların yetki ve sorumluluklarına açıklık ve etkililik getirilecektir 2. Yer altı ve yer üstü su kaynağı havzaları koruma altına alınarak, su kaynaklarının beslenme havzalarında yapılaşma ve yerleşim tümüyle önlenecektir. 3 Su kaynakları ve bunlardaki kirlenmeyi gösteren bir envanter çıkarılarak, bunların izleme ve değerlendirmesini sağlayacak mekanizmalar kurulacaktır 4. Su analizi yapan tüm laboratuarların alt yapısı güçlendirilmeli ve bu laboratuarlarda araç, gereç ve yöntem standardizasyonu sağlanacaktır. 5. Tüm, noktasal kirletici kaynaklar kontrol altına alınacak ve atık su arıtım sistemlerinin idamesi ve işlerliği açısından, etkili bir denetim sağlayacak sistem kurulacaktır. 1.6. Sorumlu Kuruluş lar Sağlık Bakanlığı, Enerji ve T abi Kaynaklar Bakanlığı, Çevre Bakanlığı, Turizm Bakanlığı. Yerel Yönetimler. 2. İçme - Kullanma Suyu Sağlanması 2.1. Kurams al Çerçeve ve Konunun Önemi Su kullanımı, birincil kullanım (içme, yiyecek ve içeceklerin hazırlanması, yıkanma ve temizlik}. ikincil kullanım (ev ve fabrikalardan atıkların uzaklaştırılması, sanayide su 75 gerektiren işlemlerin gerçekleştirilmesi, yangınların söndürülmesi ve benzeri uygulamalar) ve üçüncül kullanım {doğal suların balıkçılık, denizcilik, yüzme ve eğlence, t arımsal sulama ve enerji için kullanımı) olmak üzere üç baş lıkt a incelenir. Her üç kullanım biçimiyle de su loplum sağlığı açısından çok önemlidir. Nitekim, içme ve kullanma suyu sorununu çözememiş olan ülkelerde görülen her dört hastalıktan biris i suyla bulaşan hastalıkta. Kısaca içme - kullanma suyu olarak adlandırılan, birincil ve ikincil kullanım bu bölümde ele alınmış olup, üçüncül kullanım ise doğal su kaynaklan bölümünde ele alınmıştır. Toplumların su gereksinimi kişi / gün / litre olarak hesaplanır Kışı başına su kullanımı toplumun sosyoekonomik ve sağlık düzeyinin bir ölçülü olarak kabul edilir. İns an mecbur kaldığında, günlük beş Litre su ile yaşamım ve gündelik iş lerini sürdürebilir; ancak temel hijyenik gereksinimler göz önüne alındığında bu miktar en az 30-40 litre /kişi / gün olmalıdır İkincil kullanım gereks inimi hesaba katıldığında, kentlerde, 200-500 litre/kişi/gün suya gereksinim vardır. Son üç yüzyıl boyunca insanların su Tüketimi yaklaşık olarak 35 kat artmıştır. Temiz su ihtiyacı her yıl yaklaşık olarak %4 - 8 oranında artmakta olup. bu yılda yaklaşık olarak 3240 kilometreküp ek temiz su ihtiyacı demektir. Yeryüzünün %70' inin sularla kaplı olmasın? karşılık, bu suların ancak %3" ü kullanılabilir tatlı su olup, bu suyun da %75' ı donmuş halde kutuplarda ve kutuplara yak:n bölgelerde bulunmakt adır. Dolayısıyla dünyadaki su miktarının ancak %1 kadarı kullanıma uy gun sudur. Bu gerçek göz önüne alındığında, su kaynaklarının korunmas ının önemi daha da anlaşılır olur İçme kullanma suyunun doğrudan doğadan alınıp, toplumun kullanımına sunulması en kolay ve ekonomik olanıdır Ancak, sanayileşme, kentleşme, uygarlık düzeyinin anması gibi etkenler bir yandan ihtiyaç duyulan su miktarını artırırken. öte yandan da su kaynaklarının kirliliğini arttırmakta kullanılabilir kaynakları azaltmakla veya alınacak suyun arıtma işlemlerini zorunlu buralardan ve kompleks hale getirmekle ve su arıtım maliyetleri her geçen gün anmaktadır. Ayrıca, kaynağından atman suyun arıtılması yeterli olmamakta, kullanıcının aldığı musluğa kadar güvenli ve temiz bir ş ekilde ulaştırılmas ı gerekmektedir ki; bu diğer bir maliyet olmaktadır Su kirliliğini, çevre kirliliğinden ayrı bir konu olarak ele almak olanaklı değildir Çünkü diğer çevre ortamlarındaki kirlilikler su kaynaklarını da etkilemektedir. 76 2.2. M evcut D urum Türkiye'de, topluma içme- kullanma suyu sağlanmasından yerel yönetimler sorumludur. Sağlık Bakanlığı ise; başla denetim olmak üz ere danış manlık ve eğitimden sorumludur Yerel yönetimlerin, arıtma tes isi inşa etmede, ekonomik ve teknik yetersizlikleri olduğu için, bu tesisler vekaleten İller Bankası ve Köy Hizmetleri Genel M üdürlüğü tarafından yaptırılmaktadır. Bunun yanında farklı konularda uzmanlaşmış bir çok teknik personel de bu süreçte görev almaktadır Su kaynaklarındaki kirlenme bir yandan arıtım maliyetini yükseltirken öle yandan da kullanılabilir su kaynaklarının yetersizliğine neden olmaktadır Nüfusun tamamına yeterli ve temiz su sağlanmasında darboğazlar yaşanmaktadır. 2.3. Amaç Kullanılabilir su Kaynaklarındaki kirlenmeyi kontrol altına alarak denetlemek. herkesin yeterli ve temiz suya ulaşmasını sağlamaktır. 2.4. öneriler Kentlerin içme - kullanma suyu kaynaklarını besleyen havzalarda yerleşme ve yapılaşma engellenmeli, mevcut yapılaşmalar da kaldırılmalıdır Suların Fiziksel, Kimyasal ve Bakteriyolojik analizi için gereken alt yapı ve laboratuar olanakları geliştirilerek, bu analizler her ilde rutin olarak yapılmalı ve özenle izlenip değerlendirilmelidir. Bu analizlerde, en azından şu parametrelere bakılabilmelidir Suların fiziksel analizlerinde, ısı, renk. bulanıklık, koku, tat, ve elektrik geçirgenliği, kimyasal analizlerinde , pH, Nar K , Ca, M g, 01. Nitrat , Karbonat ve Hidrokarbonat, Sülfat tayını, sertlik analizi yapılabilmeli. Kimyasal analız sonuçlarının birbiri ile uyumluluğu ve güvenilirlik için karşılıklı kontrolü yapılabilmelidir Suların bakteriyolojik analizinde ise en azından, patojen mikroorganizmaların varlığı veya yokluğu saptanabilmelidir. 2.5, Planlanan Eylemler 1. Kullanılabilir su kaynaklarının envanteri çıkarılarak, bunların korunması için her türlü önlem geliştirilecektir 2. Tüm yerleşim yerlerine, yeterli ve temiz içme-kullanma suyunun temin edilmes i için gerekli su kaynaklan tespit edilerek, ileriye yönelik planlamalar yapılacaktır 3. Su şebekelerinin bakım ve onarımlarının, sağlanacaktır 77 periyodik olarak, yapılması 4 Var olan içme - kullanma sularının standartlara uygun bir biçimde dezenfeksiyonu sağlanarak, izlemesi ve değerlendirmesi yapılacaktır. 5 Şebeke olmayan yerleşim yerlerine standart lara uy gun su ulaştıracak uy gun şebekeler tesis i yapılacaktır 6 içme-kullanma sularının sağlık açısından öneminin kavranması için toplum eğitimleri düzenlenecektir 7 Şebeke suyu dışında s u kullanan yerleş im birimlerinde vs konut larda uy gun dezenfeks iyon yapılmas ı için. halka eğirim ve danışmanlık hizmet leri verilerek, klor veren maddelerin dağıtımı yapılacaktır. 8 Paketlenmiş su, buz, gazoz ve mineralli su üret en yerlerin denetimleri etkin ve etkili hale getirilecektir. 2.6.Sorumlu Kuruluşlar Sağlık Bakanlığı, Çevre Bakanlığı. Yerel yönetimler, Tarım ve K öy işleri Bakanlığı Sanayi Bakanlığı 78 A.KÜBRA ONUR Çevre Yüksek Mühendisi S .PELİN CELTEMEN Çevre Yüksek Mühendisi DSİ Genel Müdürlüğü, İçmesuyu ve Kanalizasyon Dairesi Başkanlığı-Ankara S US URLUK HAVZAS INDA S U KALİTES İNİN KORUNMAS INA İLİŞ KİN TEMEL SORUNLAR, D ARBOĞAZLAR, ÇÖZÜM ÖNERİLERİ ÖZET: Ülkemizin en büyük havzalarından biri olan Susurluk havzası M armara bölgesinde yer almaktadır. Havza, bölgenin endüstriyel gelişimine ve tarımsal verimliliğine paralel olarak yoğun kirlenme tehdidi altındadır. Bu çalışmada, havzadaki kirletici kaynakların yüzey suyu kalitesi üzerindeki etkileri incelenmiştir. Ayrıca matematiksel modeller yardımıyla su kalite yönetimine ilişkin stratejiler geliştirilmiş ve çeşitli hidrolojik koşullar ve kirletici yükleri karşısında sistemin davranışı incelenmiştir. Yapılan çalışmalarda, özellikle nehrin kritik bölümleri ile havzada yer alan iki RAM SAR alanında modelleme yapılarak kirlenmenin sistemin devamlılığı açısından boyutları irdelenmiştir. Susurluk havzası özelinde yapılan bu çalışma, kirlilik faktörleri ve hassas bölgelerin bir arada bulunmasının yarattığı çelişki ve riskler bakımından, ülkemizdeki su havzalarının genel sorunlarını yansıtmakta; bu nedenle öncelikli çözüm önerileri de ülke geneline uygulanabilir nitelik taşımaktadır. 1.GİRİŞ Projenin yapıldığı Susurluk havzası, Anadolu yarımadasının kuzey batısında yer almaktadır (Şekil 1). Havzanın kapladığı alan 22 399 km2 olup Türkiye yüzölçümünün %2.9’unu oluşturmaktadır (Şekil 2). Susurluk havzası, çok sayıda endüstriyi ve sulama alanını içine almaktadır. Havzadaki hızlı nüfus artışı ve gelişmeye bağlı olarak artan su gereksiniminin karşılanabilmesi için, içme, kullanma, sulama ve enerji amaçlı birçok baraj ve gölet yapılmış olup, bazıları da planlama aşamasındadır. Ayrıca, korunmaları RAM SAR sözleşmesi ile uluslararası düzeyde de taahhüt edilmiş olan M anyas ve Uluabat gölleri sulama amaçlı olarak kullanılmaktadır. 79 ŞEKİL 1. Susurluk Havzasının Türkiye’deki Yeri ŞEKİL 2. Susurluk Havzası 2.MATERYAL VE METOD Susurluk havzasının yüzeysel su kaynakları, 4 Eylül 1998 tarih ve 19919 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği kapsamında kıtaiçi yüzeysel suların kalitelerine göre sınıflandırılması tablosuna göre sınıflandırılmıştır. Su örnekleri DSİ I. (Bursa) ve 25. (Balıkesir) Bölge M üdürlükleri tarafından alınmış ve örneklerin analizi Numune Alma ve Analiz M etodları Tebliğinde yer alan esaslar doğrultusunda yapılmıştır. Proje kapsamında yürütülen çalışmalarda DSİ ve EİE Akım Gözlem İstasyonlarında ölçülen akım değerleri ile DM İ’na ait meteorolojik veriler kullanılmıştır. Su kalitesi gözlem çalışmaları da yine DSİ tarafından yürütülmüştür. Nehir modellemesinde kullanılan QUAL2EU ile göl modellemesinde kullanılan WASP2 adlı matematiksel modeller USEPA (United States Environmental Protection Agency)’dan sağlanmıştır. HYDRO ve CDD ile ilgili temel yaklaşımlar ise Celtemen (1998) tarafından açıklanmıştır. 80 3.BULGULAR 3.1Havzadaki Başlıca Kirlilik Kaynakları Su kaynakları bakımından oldukça zengin olan havzadaki verimli topraklarda yapılan tarımsal faaliyetler yoğun olarak domates, şekerpancarı, meyve ve sebze yetiştiriciliğine dayanmaktadır. Endüstriyel faaliyetlerin tarımsal ürünleri işlemeye dayalı olması nedeniyle salça, şeker, meyva suyu ve konserve fabrikaları dikkat çekmektedir. Ayrıca, Türkiye’nin en büyük nüfusa sahip dördüncü ili ve dokuma merkezi olan Bursa ili önemli miktarda kirlenmeye neden olmaktadır. Özellikle bor madeni ve linyit rezervleri bakımından zengin olan havzada yer alan bor ve linyit işletmeleri de bir başka kirlilik kaynağı olarak ortaya çıkmaktadır. Havzada yer alan nehirlerin su kalitesinde, yerleşim bölgelerinde, yoğun tarımsal ve endüstriyel faaliyetlerin olduğu bölümlerde daha belirgin olmak üzere, yıllar içinde gittikçe artan bir kirlilik gözlenmektedir (DSİ,2000). 3.2Susurluk Havzasında Yüzey Suyu Kalitesi Susurluk havzasındaki yüzey sularının kalitesi fiziksel, kimyasal ve bakteriyolojik olarak irdelendiğinde, Doğancı barajı su toplama havzası dışında, Nilüfer çayının Susurluk Havzasının en yoğun kirlilik görülen bölümü olduğu söylenebilir. Su kalitesi parametreleri bakımından değerlendirildiğinde, Nilüfer çayı su kalitesi Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde verilen 4. sınıf sınır değerlerini katlarca aşmakta; örneğin 5 günlük Biyokimyasal Oksijen İhtiyacı (BOD5) değerleri 250 mg/l’ye kadar çıkabilmektedir. Nehir boyunca Çözünmüş Oksijen (DO) konsantrasyonları ise genellikle 0 mg/l olmaktadır. Susurluk havzasında su kalitesi tanımlanırken, kimyasal analizleri tamamlayıcı olarak biyolojik yöntemler de kullanılmış, Susurluk Projesi kapsamında yürütülen hidrobiyolojik çalışmalar M .Kemalpaşa çayı ve kollarıyla sınırlı tutulmuştur. Öyle ki, Nilüfer çayının bir atık kanalı niteliğinde olması nedeniyle herhangi bir canlı türü bulunamamış, yoğun organik kirlilik tehditi altında bulunan Simav çayında yapılan ön çalışmalarda ise yalnızca çok kirli sularda yaşayan Gammarus, Tubificid gibi türlere rastlanmıştır. M .Kemalpaşa çayında ise, su kalitesinin demir, bor, arsenik gibi parametrelerin yüksek konsantrasyonları nedeniyle kimyasal bakımdan 4. sınıf olduğu kesimlerde, Perlodidae, Leuctridae gibi kalitesi yüksek sularda yaşayan canlılara rastlanması, su canlıları bakımından henüz çok önemli bir olumsuz etkinin oluşmadığına işaret etmektedir. Ancak, özellikle yerleşimlerin evsel atık deşarjlarından hemen sonraki istasyonlarda organik kirliliğin artması nedeniyle Perlodidae, Perlidae ve Ephemeroptera gibi temiz su canlılarının yanı sıra kirli sularda da görülebilen Gammarus, Chronomidae ve Oligochaeta gibi canlıların da sayıca arttığı gözlenmektedir. Uluabat gölünde öncelikli problem, M .Kemalpaşa havzasında yer alan bor ve linyit işletmelerinden çıkan toprak yığınlarının nehir yatağına sürüklenerek göle taşınması sonucu ortaya çıkan göl tabanının yükselmesi ve fosfor girdisinin artması olarak saptanmıştır. 4.MODELLEME ÇALIŞ MALARI 4.1Nehir Modellemesi Çalışmaları Nilüfer çayının Panayır dere ile birleşimi sonrasından Simav çayına karıştığı yere kadarki davranışı QUAL2EU adlı tek boyutlu denge modeli ile incelenmiştir. M odel, adveksiyon, dispersiyon, seyrelme ve diğer fiziksel, kimyasal ve biyolojik dönüşümleri dikkate almaktadır (Brown and Barnwell, 1987). M odelleme çalışması nehir kalitesinin en kötü olduğu Haziran-Temmuz-Ağustos döneminde yapılmıştır. Bu aylarda ölçüm adedinin az olması nedeniyle model kalibrasyonunda, 1993-1998 yıllarına ait parametre değerlerinin ortalaması kullanılmıştır. 81 M odel çıktıları ile su kalitesi analiz sonuçları karşılaştırıldığında, modelin sistemi tanımlamada yeterli olduğu sonucuna varılmıştır. M odel kullanılarak oluşturulan senaryoların tamamında mevcut durumda nasıl bir yük azaltımına gidilirse nehir boyunca canlı hayatını sağlayabilmek için temel koşul olan 4 mg/l DO konsantrasyonuna ulaşılacağı düşünülmüştür. Senaryolarda kirletici kaynakların neden olduğu yüklerin azaltılacağı varsayılmış; herhangi bir seyreltme yollu kalite iyileştirilmes i alternatifi araştırılmamıştır. Öyle ki, mevcut durumda örneğin Nilüfer çayı havzasında yer alan içme suyu amaçlı Doğancı barajından nehir yatağına su bırakılmasına dayalı bir senaryo, gerek baraj depolama hacminin küçük olması, gerekse Bursa ilinin geleceğe yönelik içmesuyu kaynaklarının sınırlı olması nedeniyle, pek de uygulanabilir bir alternatif olarak görülmemektedir. Panayırdere su kalitesine etki eden koşullar değiştirilmediği sürece, Nilüfer havzası için oluşturulan senaryolardan hiç birinde bu noktadan sonraki atıklarda iyileşme sağlanarak Çözünmüş Oksijen konsantrasyonunun 4 mg/l’ye ulaşması sağlanamamıştır. Panayırdere su kalitesinin Nilüfer çayına karışmadan önceki son kalite gözlem noktasında, -DO=4 mg/l ve BOD5=20 mg/l olacak biçimde iyileştirilmesi ve noktasal kaynakların BOD5 değerlerinde % 80 iyileşme elde edilmesi, -Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde verilen 2. sınıf DO, BOD5 ve NH3-N değerlerinin sağlanması ve noktasal kaynaklarda da % 80 BOD5 azaltılmasına gidilmesi, -DO=4 mg/l, BOD5=20 mg/l, NH3-N=2 mg/l koşullarını sağlayacak iyileştirmenin oluşturulması ve noktasal girdilerden kaynaklanan BOD5 parametresinde % 90; NH3-N parametresinde ise % 80 azalma elde edilmesi durumlarında bile Haziran-Temmuz-Ağustos döneminde, Nilüfer çayı boyunca, modellenen parametreler bakımından su kalitesi, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde verilen 3. sınıf su kalitesinin üstüne çıkmamıştır. Anılan istasyondan sonra yapılan noktasal deşarjlardaki iyileşme ise su kalitesi sınıfını değiştirecek bir farka neden olamamaktadır. Bu nedenle, Panayırderenin, Nilüfer çayına karışım noktasına kadar olan bölümünde arıtma sistemlerinin kurulup verimli olarak işletilmesine öncelik verilmelidir. Bu bölümde, nehrin taşıma kapasitesinin aşılmas ı nedeniyle, ek kirlilik yüküne neden olabilecek faaliyetlere izin verilmesi dikkatle değerlendirilmesi gereken bir husus olmaktadır. 4.2Göl Modellemesi Çalışmaları 4.2.1 M anyas Gölü Tektonik bir göl olan M anyas gölü, Susurluk havzasının kuzeybatı bölümünde yer almaktadır. Gölün ortalama derinliği 3 m ve ortalama yüzey alanı 165 km2’dir. Gölün yıllık su girdisi 828 milyon m3’tür. Bu suyun 175 milyon m3’lük kısmı buharlaşma ile 656 milyon m3’ü ise gölün çıkış ayağı olan Karadere aracılığı ile boşalmaktadır. M anyas gölünün hidrolik modellemesi, iki boyutlu, düşey-ortalamalı bir yaklaşımı esas alan HYDRO modeli kullanılarak yapılmıştır (Celtemen 1998). HYDRO modeli M anyas gölüne 1-30 M ayıs 1998 tarihleri arasındaki veriler esas alınarak uygulanmıştır. Göl, 1996 yılında hazırlanan batimetrik harita esas alınarak x ve y koordinatlarında 500’er metrelik 1080 bölmeye ayrılmıştır. Bu bölmelerden 640 adedi aktif su bölmesi olarak tanımlanmıştır. Yapılan denemeler ve daha önceki uygulamalar esas alınarak, zaman aralığı 400 saniye olarak belirlenmiştir. Eldeki verilere göre hakim rüzgar yönü kuzeydoğu ve büyüklüğü de 3,8 m/s dir. Gölün kütle dengesi hesaplamaları yapılırken, göle karışan akarsular ve yağış verileri girdi olarak ve gölün çıkış ayağı ile buharlaşmalar çıktı olarak kullanılmıştır. Çalışmada, gölün giriş ve çıkış akımlarının belirgin bir hidrolik etkisinin olmadığı, sistemin hidrolik karakterinin rüz gar tarafından belirlendiği görülmüştür. M odel kalibrasyonu 30 M ayıs 1998, doğrulaması da 30 Haziran 1998 verileri kullanılarak yapılmıştır. Bir sonraki 82 aşamada, M anyas gölü için hem kalite hem de su miktarı ile ilgili olarak bazı senaryolar üretilmiş ve modelleme çalışmaları ile bu senaryolarda tanımlanan değişikliklerin sistem üzerindeki etkileri incelenmiştir. Söz konusu model çalışmaları için; -Kirletici yüklerde klasik arıtma yöntemleri ve ek olarak nitrifikasyon uygulanmas ı sonucunda ortaya çıkabilecek azalma yüzdeleri (NH3-N parametresinde %25, o-PO4 parametresinde %25 ve BOD5 parametresinde %25), -Kirletici yüklerdeki NH 3-N parametresinde %50, o-PO4 parametresinde %50 ve BOD5 parametresinde %50 azalma, -Havza genelinde hiçbir önlem alınmaması ve kirletici kaynakların faaliyetlerine arıtma yapmaksızın devam etmesi koşulunda sistem yüklerinde meydana gelecek %50 oranındaki bir artış, -Yoğun sulama talepleri nedeniyle işletme koşullarına uyulamaması durumunda göl su seviyesinde olabilecek değişimler nedeniyle göl davranışında olabilecek etkiler incelenmiştir. M odel sonuçlarına göre, bütün senaryolarda henüz göldeki BOD5 konsantrasyonuna bir tehdit olmadığı ve değerlerin Yönetmelikte verilen 1. sınıf aralığında seyrettiği görülmektedir. Su kütlelerindeki fitoplankton aktivitesinin göstergesi olan klorofil-a parametresi uygulanan senaryolarda önemli sayılabilecek bir değişim sergilememiştir. Her ne kadar Sığırcı dere civarında tehdit unsuru fazla olsa da gölün büyüklüğü ve dinamik yapısı nedeniyle kirlenme göl ekosistemi tarafından kontrol edilebilmektedir. Ancak Sığırcı dere boyunca yer alan sanayi tesisleri, evsel atıklar ve tarımsal kirleticiler oldukça ciddi boyutlarda kirlilik yaratmaktadır. Çalışma sonunda, gölün su kalitesinin bu süre zarfında önemli ölçüde değişmediği, göl sularının yılın çeşitli dönemlerinde ve yer yer farklılıklar göstermekle beraber genel olarak 2. sınıf su kalitesine sahip olduğu belirlenmiştir. Bu on yıllık süre zarfında farklılık gösteren tek konu gölün hidrolojik özellikleridir. Sulak alan ekosisteminin devamlılığı su seviyesinin düzenli yükselme ve düşme eğiliminde olması ile mümkün olabildiğinden, M anyas gölünde su düzeyi yönetimine öncelik verilmesi gerektiği vurgulanmıştır (Altınayar 1998, Celtemen 1998). 4.2.2 Uluabat Gölü Yine tektonik bir göl olan Uluabat gölü, Susurluk havzasının kuzeydoğu bölümünde yer alır. Gölün ortalama derinliği 1,8 m, ortalama yüzey alanı 149 km2 ve toplam drenaj alanı 10 413 km2‘dir. Gölün yıllık su girdisi 1 741 milyon m3’tür. Bu suyun 93 milyon m3’lük kısmı buharlaşma ile 1 550 milyon m3’ü ise gölün çıkış ayağı olan M .Kemalpaşa çayı aracılığı ile boşalır. Gölden elde edilen sulama suyu miktarı ise 12 milyon m3’tür. Sığ göllerde besleyici maddelerin konsantrasyonlarını tahmin etmek için yaygın olarak kullanılan ve OECD tarafından geliştirilen Vollenweider formulasyonlarına dayanan deneysel ve dinamik modeller Uluabat gölüne uygulanmıştır. Bu modeller, bir durum değişkeni ile bağımsız değişkenler arasında istatistiksel olarak tanımlanmış ampirik ilişkileri içermekte ve gölün hidrolojik, hidrolik, besleyici madde yükleri ile ötrofikasyon düzeyini karakterize etmektedir. Her iki model de 1982-1990 periyodunda uygulanmış ve göl ekosisteminin farklı fosfor konsantrasyonları girişi durumundaki değişimleri incelenmiştir. Ayrıca M .Kemalpaşa çayı üzerinde yapımı planlanan baraj projelerinin sistem üzerindeki olası etkileri de irdelenmiştir (Onur, 2001). M odelleme çalışmaları sonucunda, 1982-1990 periyodunda gölün trofik sınıflandırması yapılmıştır. Sonraki on yıl içinde göl hidrolojisinin önemli ölçüde değişmediği varsayılarak Haziran 1999-Şubat 2000 döneminde elde edilen su kalite verileri değerlendirildiğinde fosfor girdilerinin çoğalmasıyla birlikte ötrofikasyon seviyesinde de artış olduğu gözlenmiştir. M .Kemalpaşa çayı, göle giren suların yaklaşık %90’lık bölümünü 83 oluşturmaktadır. Tarımsal ve evsel atıksuların yanısıra çayın havzasında yer alan endüstriler de su kalitesi üzerinde olumsuz etkiye sahiptir. Havzadaki önemli aktiviteler, bor ve kömür işletme tesisleri ile termik santraldir. Havza genelindeki erozyon ve söz konusu işletmelerin uygun olmayan malzeme depoları nedeniyle göl dibindeki sediment birikimi artmaktadır. Son yıllarda göle doğrudan ulaşan drenaj sularının miktarında önemli bir artış olmas a da M .Kemalpaşa ilçesi gelişmeye devam etmektedir. Ekonomik gelişme anlamında gerekli olan tüm altyapı olanaklarına sahip olan nadir yerleşim birimlerinden biri olan ilçe, atıklarını göle doğrudan verdiği için önemli bir kirletici kaynak olarak kabul edilmelidir. Bu nedenle, göle giren o-PO4 değerlerinin 1990 yılından bu yana 0,2 mg/l’den 0,3 mg/l’nin üzerine çıkması şaşırtıcı değildir. M odelleme sonuçlarına göre, eğer gölün hidrolik koşullarında önemli bir değişme olmazsa ve o-PO4 konsantrasyonu 0,45 mg/l’ye ulaşırsa, gölün trofik sınıfı ötrofikten hipertrofiğe doğru değişecektir. Yine model sonuçlarına göre gölün mezotrofik koşullara taşınması ancak mevcut fosfor girdisinin %60 oranında azalması ile mümkün olacaktır. Çalışmanın bir diğer konusunu da planlama aşamasındaki projelerin ekosistem üzerindeki olası etkilerini incelenmesi, böylelikle kısa vadede sulama suyu kaynağı olarak, uzun vadede ise içme suyu kaynağı olarak düşünülen gölün aynı zamanda kuşlar ve diğer canlılar için de bir yaşama ortamı olarak korunması oluşturmuştur. Planlanan projelerde, şu andaki ortalama derinliği 1,8 m olan gölün 3,0-4,15 m aralığında işletmesi yapılacaktır. M odel uygulamaları sonucunda, göle ulaşan fosfor yükünün mevcut koşullarda devam etmesi durumunda göl derinliği 3,0-4,2 m olsa bile ötrofik koşullar devam edecektir. Ancak gölün dengeye ulaşma zamanı, artan derinlikle birlikte uzayacaktır. Göle ulaşan fosfor yükünde olabilecek artışlar, göl ekosistemini tahrip edecektir. Bu nedenle, göle ulaşan fosfor yükünün azaltılması ya da en azından mevcut durumda tutularak artışın önlenmesi göldeki su kalitesi açısından kritik önemdedir. Ayrıca su kalitesi ve su seviyesi yönetimi birlikte ele alınmalı ve sistemin korunması açısından iyileştirici önlemler ivedilikle uygulanmalıdır (Onur, 2001). 5.SONUÇLAR Susurluk havzasında insan faaliyetlerinden kaynaklanan mevcut ve potansiyel sorunlar incelendiğinde ve havzadaki su kaynaklarının farklı amaçlar ve kullanımlar için sürdürülebilirliğini sağlamak üzere, öncelikle Nilüfer çayı havzasında iyileştirilmeye gidilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bunun için mevcut atıksu arıtma tesislerinin işletme sorunlarının giderilmesi ve tesislerin mevcut mevzuatla belirlenen deşarj standartlarına uyacak biçimde atıksu arıtımı sağlamasının denetlenmesi gerekmektedir. Nilüfer çayının mevcut kullanımlar sonrasındaki debisi buraya deşarj edilen atıksuların miktarıyla karşılaştırıldığında, nehrin mevcut durumda, taşıma kapasitesinin çok üstünde kirletici yükü aldığı görülmektedir. Bu nedenle, burada yeni tesislere izin verilmesi konusu özel önem taşımaktadır. RAM SAR alanları olan M anyas ve Uluabat göllerinde son derece dikkatli bir s u seviyesi işletmesi yapılmalı ve tarımsal sulamalar için planlanandan fazla su göllerde depolanmamalıdır. Ayrıca son yıllarda ortaya çıkan gerekler doğrultusunda göllerin işletme koşulları tekrar gözden geçirilmeli ve ekosistemleri korumaya yönelik gereken düzenlemeler yapılmalıdır. Bu yeni düzenlemeler yapılırken göllerin uzun dönemli hidrolojik verileri incelenmeli ve işletme kotları mümkün olduğunca doğal koşullara uyumlu hale getirilmelidir. Sığırcı deresi üzerinde yer alan ve M anyas M illi Parkı içinde yer alan sulak alan için ciddi bir tehdit unsuru olan endüstriler için atıksu artımı bir zorunluluk haline getirilmeli ve gerekli yaptırımlar uygulanmalıdır. Benzer şekilde, Uluabat gölü için de özellikle yoğun askıda karı madde ve fosfor girdilerini azaltacak önlemler zaman geçirilmeden alınmalıdır. Susurluk havzasında yaşanan sorunlar ülke genelinde de tekrar edilmektedir. Bir su kaynağının birden fazla amaç için kullanımında, ortaya çıkabilecek çıkar çatışmalarının 84 mutlaka irdelenmesi ve alınabilecek riskin saptanması, dolayısıyla havza boyutlu planlama ülkemizin en öncelikli konusu olmalıdır. Bu kapsamda, havzada rastgele faaliyette bulunulmasının engellenmesi büyük önem taşımaktadır. Havzalarda planlanan faaliyetlerin çevresel etkilerinin değerlendirilmesi, bu kapsamda, alıcı ortam özelliklerinin de dikkate alınması, özellikle kritik nehir bölümlerinde üretimde ve arıtımda ileri teknolojiler kullanılması yoluyla alıcı ortam özelliklerini bozmayacak kalitede su verilmesi havza yönetiminin en önemli unsurlarından biri olarak değerlendirilmektedir. Su kaynaklarına boşaltılan kirletici miktarının denetlenmesinin sağlanması havza su kalitesinin korunmasında büyük önem taşımaktadır. Konuyla ilgili olarak, mevzuata ilişkin aksaklıklardan daha önemli olan, kurumlar arası koordinasyon eksikliği ve görev-yetki karmaşası olmaktadır. Ülkemizde su kaynaklarının ya da daha genel olarak doğal kaynakların kullanımında bir koruma-kullanma dengesine zaman kaybetmeden geçilmesi, bir başka deyişle “havza yönetimi”nin sağlanması bir zorunluluktur. Aksi durumda onlara verdiğimiz zararlar geri döndürülemez boyutlara ulaşacak ve hayatımızın her alanında varolan ve sınırsız sandığımız bu kaynaklar yavaş yavaş yok olacaktır. 6.KAYNAKLAR DSİ, 1999. Akım Gözlem Yıllığı, Ankara, Altınayar, G., 1998. Uluabat Gölü Su Bitkileri Sorunları, Nedenleri ve Çözüm Yöntemleri Üzerine Çalışmalar, Ankara. Brown, L.C., and Barnwell, T.O., 1987. “The Enhanced Stream Water Quality M odels QUAL2E and QUAL2E-UNCAS: Documentation and User M anual”, U.S. Environmental Protection Agency, Athens, Georgia. Celtemen, P., 1998. Development Of A Water Quality M anagement Plan For Lake M anyas, M aster Tezi, ODTÜ, Ankara. DİE, 1996. Çevre İstatistikleri, İmalat Sanayi Atık İstatistikleri, Ankara, EPA, 1985. Rate Constants and Kinetics Formulation In Surface Water Quality Modelling, 600/3-85/040, US. ONUR, A.K., 2001. Determination of Trophic Status of Lake Uluabat Under Possible Future Changes in Polution Loads and Water Depths, Country Report, Budapest, Hungary. Resmi Gazete, 1988. “Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği”, Ankara. DSİ, 2000. Susurluk Nehir Havzasında Su Kalitesi Yönetimi”,İçmesuyu ve Kanalizasyon Dairesi Başkanlığı, Ankara. Çevre Bakanlığı Çevre Koruma Genel M üdürlüğü, 1998. Uluabat Gölü, Ankara. 85 YAKUP S AĞLAM Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Havza Islahı ve Göletler Dairesi Başkanlığı HAVZA YÖNETİMİ ÖRNEKLERİ HAVZA KAVRAMI • Havza: Dağ ve tepelerin en yüksek yerlerinden(sırtlarından) geçen su bölüm çizgisinin sınırladığı, üzerine gelen suların tek bir çıkışa ulaşabildiği, kaynaktan mansaba sürekli yükseltisi azalan, içbükey topoğrafik yapılı arazi parçasıdır. Bu tanıma göre şekildeki ana havzanın her bir kolunun, kendine özgü havzası vardır. Havza planlamasının ve amenajmanın temel amaçları • • • • • • • Yenilenebilir doğal kaynaklarda verimliliği en üst düzeye çı kararak onlardan devamlı yararlanmayı sağlamak, Yenilenemeyen veya tükenebilen doğal kaynakların, çevre sorunu yaratmadan en rasyonel biçimde işletilmelerini gerçekleş tirmek, Toplumun refah düzeyini yükseltecek ve buna hizmet edecek her türlü tarımsal, ekonomik ve teknolojik tedbirleri almak, Havzanın özellikl erine göre en yüksek kalitede ve miktarda su üretmek, Arazileri, kullanıma uygunluk sınıf ve ilkelerine bağlı kalarak işletmek, Erozyon, kayma, sel ve taşkınları önlemek, Havzadaki kültürel, arkeolojik, esteti k değerleri vb tüm havzadaki varlıkların uyum içinde korunmasını sağlamak BİR HAVZA İÇİ GELİŞTİRME PROJESİ NDE HALKI N KATILI MI SÜRECİ • Sorunun belirlenmesi • Değişimin istenmesi • Değişim işlemlerinin saptanması • Sistemin tanınması • Toplumsal amacın ortaya konması • Değişim seçeneklerinin geliştirilmesi • Yeğlenen seçeneğin seçilmesi • Değişimin kalıcılığı • Bakım ve kayıt HAVZA YÖNETİMİNİN İLKELERİ Suyun bolluk derecesi ve niteliğinin önemi çağlar boyu bilinen bir gerçektir. Ancak, 1970 li yıllara değin su yönetimine ilişkin uygulamalar, tüm su havzasında oluşabilecek biyofiziksel, ekonomik ve toplumsal etkiler 86 göz önüne alınmaksızın, yalnızca tek yönlü, yerel ölçekte yürütülmüştür. Günümüzde su yönetimi için en elverişli birimin su havzası olduğu konusunda açık bir küresel görüş birliği vardır. Rio doruğunda su yönetimini etkileyen sorunlar aşağıdaki gibi sınıflandırılmıştır: Suyun bulunuşu, gereksinmeler ve kullanımı: • • • • • • Sucul (aquatic) ve sulak alan canlılarının korunması Aşırılıkların denetimi (sel, kuraklık vb) Yüzey ve yeraltı sularının aşırı tüketimi Küresel iklim değişikliği Güvenilir içme suyu kaynakları Su ticareti Su kalitesi • • • • • • Kıyı ve açık deniz su kalitesi Göl ve gölet koruma ve iyileştirme Etkin yasal düzenlemeler dahil, su kalitesi koruma Noktasal ve düzlemsel kaynaklı kirliliklerin yönetimi Arazi/su/hava ilişkileri üzerine etkiler S ağlık riskleri Su yönetimi ve kuruluşlar • • • • • • • • • • • • Eşgüdüm ve tutarlılık Bölgesel bakış açısı Merkezi ve yerel organların görev bölüşümleri Proje ve programların işlevleri Planlamaya yön verecek ekonomi k gelişme anlayışı Finans ve harcamaların paylaşımı Bilgi edinimi ve eğitim Uygun düzenleme ve geri düzenleme düzeyleri Su hakları ve izinler Altyapı Nüfus gelişimi Su kaynaklarının planlanması Su kaynaklarının planlanması • • • Su havzasının bir bütün olarak ele alınması Karar organlarına, tepki değil, yatırım nitelikli planlama Dinamik planlama işlemlerinin, dönemsel gözden geçirme ve değişiklikleri gözeterek kurulması 87 • • • • Projelerin yapım ve erken işletme dönemleri ötesinde sürdürülebilirliği Planlayıcılar ile, kamu arasında daha güçlü görüş alışverişi Çatışma kaynaklarının belirlenmesinin, bütüncül planlamanın bir parçası olarak algılanması Etkilenen taraflar (sektörler) arasında adalet, eşitlik ve karşılıklılığın gözetilmesi Planlama ve yönetim yaklaşımı: • • • • • • • • • • • Su havzası öğelerini, işlemleri, kullanımları, kullanıcıları ve bunların gereksinimlerini gözeten bir anlayışın geliştirilmesi Çözülecek sorunların veya düzenlenecek yararlanma biçimlerinin tanımlanması ve derecelendirilmesi Net ve özgül amaçların belirlenmesi Ölçütlere yük getirenler dahil, planlama sınırları ve karar ölçütleri setinin oluşturulması Çeşitli işletme seçeneklerinin karşılaştırılmasıyla, en uygun yöntemin ortaya konması İşletme seçenekl eri için bir liste geliştirilmesi Zaman, para, yer vb engelleyi ci nedenlerle verimli bulunmayan seçeneklerin gözden çıkarılması (4) deki karar ölçütleri ve yükler ile, (5) de açıklanan yöntemlerle belirlenen verimli seçeneklerin etkinliğinin test edilmesi Çeşitli verimli işletme seçeneklerinin ekonomik ve çevresel etkilerinin ve yasal sorunlarının belirlenmesi, Karar vericilere kolaylık sağlamak ü zere, her biri bir veya daha fazla s eçenek i çeren, birkaç iyi işletme stratejisinin geliştirilmesi Karar vericilerin yeğlediği plan için net ve kapsamlı araçlandırma işlemlerinin oluşturulması Doğu Anadolu Havza Duyulmaktadır. Geliştirme Projesine Neden İhtiyaç İnsan baskısından önce doğal denge yöre koşullarına göre kendisini oluşturmuş ve kaynak aşınımı doğal düzeyde oluşmaktadır. Hidrolojik çevrim 88 Projeleme ve Çözüm Yaklaşımları: * Yaklaşım: Katılımcı yaklaşım olarak da adlandırılan bu uygulama, ülkemizde ve dünyada uygulanmakta olan diğer projelerden farklı olarak, Sorun belirleme (SOR), karar alma (SAP), proje hazırlama ve uygulama ÇÖZ) ve izleme değerlendirme aşamalarında, yerel kişi ve kuruluşların hem deneyimsel, hem zihinsel hem de ekonomik (Parasal veya iş gücü) katkılarının alınması esasına dayanmaktadır. • • • • • • • • • • • Projede yer alan devlet kuruluşları; Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrol Genel M üdürlüğü, Orman Genel M üdürlüğü, Köy Hizmetleri Genel M üdürlüğü, Tarım Bakanlığı, OR-KÖY Genel M üdürlüğü. Projenin Yerel Katılımcıları; Köyde yaşayan yerel halk, Köy Muhtarlığı, Varsa Belediyeler. Gönüllü Kuruluşlar (TEM A vakfı gibi). Çalışılacak Mikro Havzaların Belirlenmesi: • Yöreyi yeterince bilen teknik elamanlardan da yararlanılarak yukarıdaki bilgiler değerlendirilmektedir. Öncelikle havzada her açıdan yeterli üretim ve iyileştirilebilme potansiyelin olması gerekmektedir. Yeterli potansiyele sahip olmayan havzalarda bu tür çalışmalar yapmak problemi çözmek yerine arttıracaktır. Çünkü yapılan yatırımlar yöre halkını o bölgede kalmak konusunda cesaretlendirecek ve böylece daha aşırı kullanımlar doğacaktır. • Eğer değerlendirme sonuçları "EVET" ise havza etüt programına alınmaktadır. Bir taraftan arazi ile ilgili bilgiler toplanırken, öte yandan da köylülerle yapılacak toplantılar için yer ve zaman belirlenmektedir. Belirlenen Günde Köylülerle Toplantı: Toplantılarda, öncelikle toprağın, suyun ve erozyonun önemi anlatılmakta, ve daha sonra yörenin sorunları olup olamadığı ve varsa bu sorunların çeşitleri ve nedenleri tartışılmaktadır. Bölgede yaşamın sürekliliği için, köylülere, kendilerince alınabilecek önlemler sorulmakta ve önerilen çözümler yazılı olarak alınmaktadır. Benzer çözümler gruplandırılarak, en çok önerilenden aza doğru sıralanmakta ve listeler halında asılmaktadır. Daha sonra anılan proje ile her kurum, neler yapabileceklerini köylülere anlatmakta ve köylü istekleri ile projede var olan çözümler karşılaştırılarak çakışan çözümler belirlenmektedir. Çözüm kümesi belirlendikten sonra devlet kurumları köylülerden beklentilerini köylülere iletmekte ve bu beklentilere uyulup uyulmayacağı sorulmaktadır. Bu isteklerin kabul edilmes i 89 durumunda proje uygulanacak aksi halde uygulanmayacaktır. İsteklerin karşılıklı olarak kabul edilmesi durumunda köylülerle sözleşme imzalanarak bu aşama tamamlanmaktadır. Bu aşama sor aşaması olarak adlandırılmıştır. Köylülerden Alınan Öneriler Ve Proje Aktivitelerinin Karşılaştırılmas ı: Köylülerden alınan önerilerin bir kısmı sağlık ocağı, telefon santrali gibi proje kapsamı dışında kalan istekler olabilmektedir. Bu adımda proje ile köylülere neler sağlanabileceği ve buna karşılık köylülerden neler beklenildiği anlatılmaktadır. Malatya Hasanağa Mikro havzasında yapılan toplantıda ortaya çıkan liste aşağıdaki gibi oluşturulmuştur Köyde Yapılan toplantı Sonucunda Oluşan Taleplerin Listesi. • Proje Dışı İsteklerin Öncelik Sırası • İçme S uyu ( 2) • Köy Yolu ( 3) • S ağlık Ocağı ( 5) • Köy Alt Yapı Hizmetlerinin Yapılması ( 7) • Tarımsal Kredi Sağlanması ( 9) • Elektrik ve Telefon Hatlarının İyileştirilmesi (10) • Cami ve Okulların Onarımı (14) • Köy kalkınma Kooperatifinin Kurulması (17) • Hayvancılık ve Halıcılığın Geliştirilmesi (18) • Fabrika veya İş Yerleri Açılması (19) • Köyün Belediyelik Olması (20) • Çevre Düzenlemesi (21) • Düşkünlere Yardım (22) • Ev S orunu • • Proje İle İlgili İsteklerin Öncelik Sırası • • • • • • • • • Sulama Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrol Teraslama Arıcılık Tarımsal Eğitim Tohum ve Fidan Yardımı Mera Islahı Arazi Yolları Proje Faaliyetlerinde Köylülerin Çalıştırılması • Köylü Katılımının Belirlenmesi (1) (4) (6) (8) (11) (12) (13) (15) (16) • Tarım İl Müdürlüğü açısından: Ormancılık aktivitelerine katılım şartından başka, mera yönetimine katılım, uygun sürüm yöntemleri gibi önerilen yeni tekniklere uyum çabası, sağlanan girdilerin havza içerisinde sürekliliğinin sağlanması gibi. 90 • OR-KÖY açısından: Ormancılık aktivitelerine katılımın sağlandığı köylerde özellikle geri ödemeler ve aktivitelerin sürdürülebilirliği konularında isteklerde bulunmaktadır. Proje Hazırlama 1. Temas Gurupların Belirlenmesi: Her kuruluş köyde yaşayan kişilerden olmak üzere, proje yapım ve uygulama aşamalarında iş birliği yapabileceği kişilerden oluşan temas gurubunu seçmektedir. S ulama gurubu, ormancılık gurubu gibi. Kuru tarım koşullarında buğday dönüşümünde 1 hektarın yıllık geliri. Proje ile sulamaya açılan bir parsel. nadas 3. Yatırım Stratejilerinin Belirlenmesi: Hedef guruplar belirlendikten sonra her kuruluş guruplara uygun çözümlerin neler olabileceği konusunda yoğunlaşarak köylülerle beraber çözümler üretmektedirler. Örneğin Karakaya baraj gölünün kenarında olan Malatya Merkez Şişman köylülerinin bir kısmı baraj gölünden pompajla su alarak kayısı yetiştiriciliği yapmak istediklerini ve projeden sadece boru verilmesi halinde diğer yatırımların kendileri tarafından karşılanacağını belirtmişlerdir. İstekler değerlendirildi ve pompajla alınan suların eğimli arazilerde damla sulama yöntemi dışında kullanılması durumunda hem erozyona neden olacağı hem de aşırı su kullanımı nedeni ile sulamanın daha pahalıya mal olacağından damla sulama sistemi satın almayı kabul eden çiftçilerin bu taleplerinin karşılana bileceği kararına varıldı ve bu karar uygulandı. • Sorunlar ve Öneriler: Projenin uygulamaya başlanıldığı 1992 yılından bu yana yaşanan sorunlar yıllara göre farklılıklar göstermektedir. Yaşanan sorunlar aşağıdaki gibi gruplandırılabilir. • • 2. 1. Devlet Köylü İlişkilerinden Kaynaklanan Sorunlar: Devletler, bugüne kadar merkezde hazırlanan ve her koşula mutlaka uyum sağlamak zorunda olan projelerle halkın karşısına çıkmışlardır. Hatta Dünya Bankası Tarafından verilen kredilerle finanse edilen çeşitli ülkelerdeki projelerin bir çoğu da merkezden planlanarak uygulanan projelerdir. Bu uygulamalara alışmış olan gurupları, kendi düşüncelerinin de dikkate alınarak yeni projeler hazırlana bileceğine inandırmak son derece zor olmaktadır. Diğer taraftan, önceki yollarda büyük iddialarla başlatılmış ancak başarı ile sonuçlandırılamamış projelerin etkileri, bu projede fazlası ile hissedilmektedir. Projenin ilk yıllarında köylerde yapılacak olan toplantılar için katılımcı bulmakta güçlükler çekilmiştir. Örneğin M alatya Keklikpınarı mikro havzasında, kararlaştırılan günde toplantı için köye gidilmiş ve M uhtar dahil tüm aile reislerinin ilçeye gittikleri görülmüştür. Çünkü Tarım Kredi Kooperatifinde "kredili yakıt sağlama" konusunda bir başka toplantı olduğu öğrenilmiştir. Türkiye'de bu güne kadar uygulanan ormancılık projeleri, sosyal içeriği olmayan, orman çalışması yapılan veya yapılacak alanların tel çit ile çevrilerek o bölgedeki lokal halktan soyutlanması gibi uygulamalar orman çalışmalarına karşı bir reaksiyon doğurmuştur. Bu reaksiyonun sonucu olarak köylülerin bu projeye de bir 91 ormancılık projesi gibi bakmalarına ve baştan tepki göstermelerine neden olmuştur. Bu son iki paragrafta anılan sorunlar projenin yaygınlaşması ile ortadan kalkmaktadır. Bu tespit, bu tür projelerin başarı ile uygulandığı yerlerin, projenin uygulanacağı yerlerdeki insanlara, işin başında, eğitim gezileri yolu ile gösterilmesinin önemini göstermektedir. 2. 2. Kültürel Sorunlar: Kültürel sorunlar projenin her aşamasında son derece etkili olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu projede, bilimsel gerçekler kültürel ve sosyal gerçeklerle örtüşe bildiği sürece etkili olabilmektedir. Örneğin, OR-KÖY teşkilatınca köylere çok iyi koşullarda arı kovanı sağlanmaktadır. Bir ailenin 20 kovandan oluşan bir ünite arıyı alabilmesi için ailede bir ferdin arıcılık kursunu başarı ile bitirmesi ve talebin verilecek ünite sayısından fazla olması durumunda çekilecek olan kura da kazanması gerekmektedir. Bir ünite arının 20 kovandan az olması durumunda işletmecinin arılara gereken özeni göstermeyeceği bilindiğinden dolayı bir ünitenin 20 kovandan az olamayacağı kabul edilmektedir. Ancak çoğu köyler aralarında bir centilmenlik anlaşması imzalayarak, kurada kazananlar ve kazanamayanlar kovan sayısına göre arıları pay etmektedirler. Böylece aileler bazen 3-4 kovana sahip olabilmekte ve az sayıda arıya gereken özen gösterilemediğinden arılar ölmektedir. Bu konunun çözümü için, sağlanan girdilerin geri ödemeleri ülkenin ekonomik gerçeklerine göre ayarlanmalı ve hiç kimseye karşılıksız veya çok iyi şartlarda olanaklar sağlanmamalıdır. 3. Uygulama İle İlgili Sorunlar: Köylülerin projeye inanma ve katılma eğilimleri son derece duyarlı bir ilişkidir. Proje yapım esnasında konuşulan ve kararlaştırılan aktivitelerin yerine getirilmesi konusunda özen gösterilmelidir, aksi takdirde proje amacından sapmaktadır. Örneğin tüm havzalarda köylülerin gelirlerine doğrudan ve kısa sürede etkili olan Köy Hizmetleri yatırımlarının gecikmesi durumunda Ormancılık Aktivitelerine karşı tutumlar sergilenmektedir. Örneğin yüklenici firmanın işi zamanında bitirmediği Elazığ ilindeki havzalarda ormancılık ve meracılık çalışmaları sabote edilmiştir. Uygulama belirlenen zaman dilimlerinde belirlenen yerlerde mutlaka tamamlanmalıdır veya varsa gecikmenin nedenleri çok iyi bir şekilde anlatılmalıdır. 92 TÜRKAY KARAC A ( M ETİN EK DİSKETTE, ANCAK YAZIYA UYARLANAM ADI ) 93 PROF. DR. AHMET HIZAL DOÇ. DR. FERHAT GÖKBULAK DR. YUS UF S ERENGİL İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Havza Amenajmanı Anabilim Dalı HAVZA AMEN AJMANI TEKN İĞİ AÇIS INDAN HAVZA KULLANIM İLKELERİ ÖZET Ülkemizde yağış havzaları su üretimi, tarımsal üretim, hayvancılık, odun üretimi, endüstriyel uğraşlar ve yerleşim gibi çok farklı amaçlarla kullanılmaktadır. Bu kullanımlar havza amenajmanının su ve toprak koruması ilkeleri dikkate alınmadan yapılmaktadır. Bu nedenle havzalarımızın çoğunda ortaya çıkan erozyon olgusu; bir taraftan kullanımlardan beklenen verimin alınamamasına, diğer taraftan da havzaların su, toprak ve bitki örtüsü gibi doğal kaynaklarının kirlenmesine ve yok olmasına yol açmaktadır. Ayrıca, bazı havzalarımızda su üretimi amacıyla yapılan planlama ve uygulamalar; havzaların kuşaklar ile daha küçük parçalara ayrılmasını ve her kuşak için ayrı önlem alınmasını öngörmektedir. Bu tür planlama ve uygulamalar, “havza” kavramı tanımında yer alan “bütünlük” ilkesiyle çelişmekte ve bu nedenle su üretiminde olumsuzluklara yol açmaktadır. Su üretiminde verim azalmalarına neden olan diğer bir unsur da bu havzalardaki ormancılık faaliyetlerinin su üretim işlevi gözetilmeden planlanması ve uygulanmasıdır. Yukarıdaki açıklamalar havzalarımızda doğal kaynakların geleceklerini tehdit eden ve değişik amaçlı kullanımlardan beklenen verimleri azaltan önemli sorunların yaşandığını göstermektedir. Yeni sorunların ortaya çıkmaması ve mevcutların çözümüne ışık tutmak amacıyla hazırlanan bu bildiri kapsamında havza amenajmanı tekniğine uygun olarak havza kullanımlarının özellikle su üretimi açısından planlanmasının esasları incelenmiş ve tartışılmıştır. 1. GİRİŞ Yeryüzündeki yararlanılabilir tatlı su kaynakları çok sınırlıdır. Bunun yanında iklim değişimi, kirletilme ve aşırı tüketimler de bu kaynakları olumsuz yönde etkilemektedir. Öte yandan, şimdilerde dünyanın bir çok yörelerinde su sorununun yaşandığı bildirilmiştir (UN, 2003). Kirby (2000)’ de BM ’e atfen 50 ülkeden 200 bilim adamının, tatlı su azlığını dünyanın en önemli iki sorunundan biri olarak tanımladıklarını (diğeri küresel ısınma) belirtmiştir. Ülkemizde de durum farklı değildir. Tatlı su kaynakları sınırlıdır ve bir yılda tüketilebilecek su miktarı ancak 95 milyar m3 olup, günümüzde bunun yılda 33.9 milyar m3’ ü kullanılmaktadır. Bu amaçla 500 su depolama (baraj) tesisi yapılmıştır (DSİ, 2003). Ayrıca, 58 ilimizde değişik sayıda sulama amaçlı gölet bulunmaktadır (KHGM , 2003). Bu örnekler, günümüzde ülkemizin su gereksiniminin büyük bir bölümünün su depolama tesislerinden karşılandığını göstermektedir. Bu olgu su üretimi açısından dikkatlerimizin su havzalarında toplanmasının bir zorunluluk olduğunu vurgulamaktadır. Bununla birlikte ülkemizde erozyonun büyük bir boyuta erişmesi ve özellikle endüstrileşme uğraşılarının yoğun olduğu plansız yerleşimler ve endüstri tesislerinin tatlı su kaynaklarımızda yol açtığı kirlilik havzalarımızın su üretimi ilkeleri dikkate alınmadan kullanıldıklarının bir kanıtıdır. Bunun diğer bir göstergesi de akarsularımızın kirlilik yönünden III. (kirli) ve IV. Sınıf (çok kirli) düzeylere ulaşmış olmasıdır (Tebbaş ve Ark., 1998). Bu sorunlar su üretiminde, su depolama 94 tesislerinin geleceklerinin tehdit edilmesi, arıtma masrafları nedeniyle su sağlanmasında maliyetlerin yükselmesi ve akarsularımızdan çok amaçlı yararlanmanın önlenmesi gibi olumsuzluklara yol açmaktadır. Bu gibi olumsuzluklar şu soruyu gündeme getirmiştir. Su kaynaklarımızı geliştiriyor muyuz? Yoksa köreltiyor muyuz? Gelecekte suya ilişkin taleplerimizin artacağı halkımızın daha ucuz içme ve kullanma suyuna kavuşturulmasının bir gereksinim olduğu ve yenilenebilir doğal kaynaklarımızdan “Sürdürülebilirlik” ilkes i çerçevesinde yararlanmanın zarureti gibi gerekçeler tatlı su kaynaklarıyla ilgili sorunlarımızın ivedilikle çözülmesinin zorunlu olduğunu ortaya koymaktadır. Sorunların çözümünde temel yaklaşım, “Kirletmeden ve israf etmeden kullanım” olmalıdır. Bu yaklaşım aynı zamanda biyolojik çeşitliliğin korunması ve geliştirilmesi açısından da önemlidir. Zira kirletilen sular belli bir maliyetle tekrar kullanılabilir hale getirilebilir fakat aynı işlem havzadaki flora ve faunanın sürekliliği için geçerli değildir. Su kaynaklarının kirletilmeden kullanıma sunulmas ı amacıyla sürdürülen çalışmalarda havza bazında alansal yaklaşım giderek ağırlık kazanmakta ve havza amenajmanı ilkelerine göre hareket edildiğinde su üretiminde her zaman arzu edilen bir düzeye ulaşılacağı belirtilmektedir (Özyuvacı ve Ark., 2001). Bu nedenle su üretim amacıyla ayrılmış havzaların kullanımlarının planlanmasında havza amenajmanı ilkeleri doğrultusunda hareket edilmesi, belirlenen başarıya ulaşmada en önemli etkendir. Bu aynı zamanda, sürdürülebilir bir su üretiminin de temelidir. Bu bildiride; havza amanejmanının ana ilkeleri ve bazı temel kavramları açıklandıktan sonra havzalarda alansal kullanım planlanmas ı metodoloji ve uygulama açısından değerlendirilerek bu konudaki öneriler özetlenmektedir. 2. HAVZA AM ENAJMANININ BAZI TEM EL KAVRAM LARI VE İLKELERİ Değişik amaçlar için kullandığımız yüzeysel suları, yağışlarla oluşan akarsulardan sağlamaktayız. Yağışların bütün yıl boyunca düzenli bir şekilde yağmamasından dolayı akarsuların taşıdığı su miktarında zaman zaman azalmalar olmaktadır. Bu olgu, arzu edilen zamanda yeterli miktarda suyun sağlanmasını önlemektedir. Bu nedenle, su depolama tesisleri (baraj, gölet vb) ve bu tesislerde depolanan sudan yararlanmak için su dağıtım şebekelerine gereksinim duyulmuştur. Günümüzde yapılan bu çalışmaları Su Üretim çalışmaları adı altında toplamak mümkündür. O halde Su üretimini; arzu edildiği anda istenilen miktar ve kalitede suyun sağlanması olarak tanımlayabiliriz. Su üretimiyle ilgili çalışmaların gerçekleştirilebilmesi ancak, akarsuların taşıdığı suyun miktar ve kalitesiyle ilgili verilerin sağlanması ve değerlendirilmesiyle mümkündür. Bunun için su depolama tesislerini besleyen akarsular ile bunların kollarıyla birlikte suladığı arazi gündeme gelmektedir. Hidrolojide bu arazi “Havza”, “Yağış Havzası” veya “Su Toplama Havzası” gibi kavramlarla ifade edilmekte ve şu şekilde tanımlanmaktadır: Bir akarsuyun kollarıyla beraber sulayarak bir tek çıkış noktasına ulaştığı ve su ayırım çiz gisiyle sınırlandırılan iç bükey (konkav) bir arazi parçasıdır. Tanımdaki Su ayırım çizgisi ise, iki veya daha fazla komşu havzayı birbirinden ayıran zirve, sırtlardan geçen bir hattır. Diğer taraftan her havzanın kendisine özgü özellikleri bulunmaktadır. Örneğin iklimi, jeolojisi, topografyası, toprağı, bitki örtüsü, arazi kullanma şekilleri ve sosyo-ekonomik yapı gibi. Bütün bu özellikler bilimsel anlamda “Yetişme Ortamı Özellikleri”, “Yetişme Ortamı Koşulları” veya “Yetişme M uhiti Koşulları” gibi kavramlarla belirtilmektedir. Her havzada ayrı olan bu özellikler ve aralarındaki karşılıklı ilişkilerin net olarak bilinmesi, su üretimi çalışmalarından beklenen amaçlara ulaşılması açısından şarttır. Zira, o havzadaki akarsuların rejimleri, miktarları ve kaliteleri bu ilişkiler tarafından şekillenmektedir. Dolayısıyla bu ilişkilere yapılacak bilinçli müdahalelerle su üretimini istenildiği şekilde yönlendirmek mümkündür. Bu konular ise bütünüyle “Havza Amenajmanı” kapsamındadır. O halde bu açıklamalara göre; 95 Havza Amenajmanı : Bir havzadaki doğal kaynakların; bunlara zarar vermeden değişik amaçlarla sürekli yararlanmak için düzenlenmesi ve yönetilmesi olarak tanımlanabilir. Her havzada su üretimini etkileyen ve bazen kullanım amaçlarıyla da tanımlanan sorunlar olabilir. Örneğin; su, gıda ve enerji yetersizliği, taşkın, erozyon, içme suyu kalitesindeki bozulma ve akarsuların kirlenmesi gibi (Brooks ve ark. 1991). İşte bu ve bunlara benzer sorunların çözülmesi havza amenajmanının amaçlarıdır. Nitekim, Özhan (2004) havzadaki sorunları çözecek, doğal kaynakların orada yaşayan toplumun isteklerine bütünüyle cevap verecek ve refahını sürekli kılacak şekilde işletilmesini sağlamayı havza amenajmanının amacı olarak belirtmiştir. Dolayısıyla su üretimi çalışmalarında öncelikle; 1) havzaların yetişme ortamı koşulları ile bunların arasındaki ilişkilerin net bir şekilde ortaya konulması, 2) sorunların saptanması ve 3) bunların çözümleri ile amaçlar doğrultusunda kullanım şekillerinin havza amenajmanı tekniği açısından planlanması zorunludur. Bunun yapılmamas ı, doğal kaynakların ve buna bağlı olarak biyolojik çeşitliliğin yok edilmesi anlamındadır. Bu ise, özellikle yenilenebilir doğal kaynaklardan sürekli yararlanma ilkesiyle çelişmektedir. Havza yaklaşımı planlama aşamasında, iki şablon sunmaktadır. Burada havza hidrolojik sistemini dikkate alarak kararların buna paralel alınması ileride ortaya çıkabilecek hidrolojik sorunların şimdiden önlenmesi anlamına gelmektedir. Bunu yaparken de sistemin 1) bütünsel bir sistem olduğu ve 2) hassas ve birbiriyle ilişkili alt sistemlerden oluştuğu gerçeğinin dikkate alınması gerekmektedir. 3. SU ÜRETİM İ AÇISINDAN HAVZALARIN DEĞERLENDİRİLM E M ETODOLOJİSİ Havzalarımızın büyük çoğunluğunda suyla ilişkili sorunlar (sel, taşkın, erozyon, kirlilik vb.) yaşandığı için hidrolojik süreçlerin sadece insan kullanımına yönelik olarak değil, her havzada dikkate alınması gerekir. Ayrıca su, bilindiği gibi sadece insanların değil tüm canlıların temel ihtiyacı olmasının yanında her ekosistemin başlıca öğelerinden birisidir. Aslında su üretimi doğal bir süreçtir ve insanoğlunun herhangi bir etkisi olmasa da optimuma yakın ölçüde gerçekleşir. Suyun barajlarda depolanması veya taşınması gibi mühendislik çalışmaları bazı kullanım avantajları sağlasa da ekosistem bütünlüğüne zarar verdiği de unutulmamalıdır. Su üretimi hem kalite, hem miktar hem de su rejiminin düzenlenmesi bakımından birçok havza karakteristiğiyle ilişkili bir süreçtir. Bu bakımdan havzanın birçok faktör yönünden ayrıntılı bir şekilde etüd edilmesi gerekir. Burada üzerinde durulması gereken faktörler aşağıda (Tablo 1) verilmiştir. Tablo 1. Havzaların incelenecek özellikleri ve bunlardan elde edilecek bulgular (Özyuvacı ve ark., 2001) İncelenecek özellikler Elde edilecek bulgular Yağış ve rüz garın erosiv potansiyeli, Akış tipleri, miktarı ve kalitesi, İklim (Yağış karakteristikleri, sıcaklık, nem Yağış tipleri, ve rüzgar) Bitki örtüsü ve arazi kullanma şekillerine yapılacak müdahaleler Bitki örtüsünün gelişimi Kayaçların cinsleri, fiziksel ve Jeoloji (Kayaçların cinsleri, özellikleri ve kimyasal özellikleri, arazideki konumları) Akış tipleri, miktarı ve kalitesi, Topoğrafik yapının şekli, eğim, 96 - Topoğrafya (Yükselti, eğim karakteristikleri, ortalama genişlik ve uzunluk, bakı, dere sıklığı, drenaj yoğunluğu, dere tipleri) Toprak özellikleri (Hidro fiziksel ve kimyasal özellikleri) - Bitki örtüsü (Türler, kapalılık, tabakalılık, boy, gelişim ve ölü örtü durumu) Arazi kullanma şekilleri ve sosyo-ekonomik yapı (bitki türleri, gelişme devreleri, toprağı örtme durumları, tarım ve hayvancılık, endüstri, nüfus) Yol yoğunluğu Erozyon durumu - Drenaj yoğunluğu, Toprak özellikleri Toprak özellikleri, Form faktörü, Erozyon durumu, Yağış tipleri, Akış tipleri, miktarı, kalitesi ve seller, Arazi yetenek sınıfları Akış tipleri, miktarı ve kalitesi, Erozyona duyarlılık, Bitki örtüsünün gelişimi, Arazi kullanma şekilleri, Arazi yetenek sınıfları, Bitki örtüsü ve arazi kullanma şekillerine yapılacak müdahaleler Akış tipleri, miktarı ve kalitesi, Erozyon durumu, Bitki örtüsüne yapılacak müdahaleler, Akış tipleri, miktarı ve kalitesi Erozyon durumu, Değişik kirleticiler, Güncel arazi kullanma şekilleri, Bitki örtüsü Erozyon durumu, Akış tipleri, miktarı ve kalitesi Erozyon tipleri (tabaka, oluk ve oyuntu; su erozyonu, rüzgar erozyonu) ve şiddeti, Sediment kaynakları, Akış tipleri, miktarı ve kalitesi Tablo 1’ den de anlaşılacağı gibi havzalarda su üretim süreci birçok havza karakteristiğiyle ilişkili, karmaşık hidrolojik bir zincir niteliğindedir. Yağış sularının yeryüzüne düşmesi ile havza hidrolojik sistemine t zamanda h boyutunda bir girdi oluşur ve bahsedilen sistem bu girdiye karşılık t+Δt zamanda h+Δh boyutta bir çıktı üretir. Sistemin kendi içindeki olaylar ise Tablo 1 de verilen faktörlerin kontrolünde gerçekleşir. Tablodaki özellikleri incelemeden her havza için geçerli olacak standart yararlanma, yönetim ve iyileştirme reçeteleri vermek mümkün değildir. Dolayısıyla suyla ilgili problemlerin anlaşılması ve çözümlenmesi için tabloda verilen havza özelliklerinin etüd edilmesi şarttır. 4. İYİLEŞTİRM E, PLANLAMA VE KULLANIM AŞAMALARINDA HAVZA YAKLAŞIM I Ülkemizde arazinin tamamına yakını binlerce yıllık insan etkileri sonucu doğal yapılarından uzaklaşmış ve çeşitli çevre sorunlarına konu olmuştur. Herhangi bir şekilde iyileştirmeye ihtiyaç duymayan havza yok gibidir. İyileştirme, diğer bir deyimle rehabilitasyon veya ıslah uzun yıllardır gündemde olan fakat uygulamada çok yetersiz kalan kavramlardır. İyileştirma, genellikle dere ıslahı ve mühendislik yapılarının inşası olarak 97 algılanmakta ve havza yaklaşımının anahtar kelimeleri olan bütünsellik ve sistem anlayışıyla bağdaşmamaktadır. Öte yandan havza amenajmanı yaklaşımının arazi planlamasında uygulanması bir zorunluluk olarak ortaya çıksa da arazi planlamasının havza bazında yapılmasında her zaman imkan olmayabilir. Burada önemli olan asıl husus planlama aşamasında alansal havza yaklaşımının her adımda dikkate alınmasıdır. Buharlaşan kısım dışında bir havzaya düşen yağışın tamamına yakını yüzeysel veya yüzeyaltı su kaynaklarına ulaşır. Dolayısıyla bir su üretim havzasının kuşaklara ayrılarak kullanılması önlemi veya fikri sadece görsel anlamda işe yarayacak, su miktar ve kalitesinin iyileştirilmesine fazla bir katkı sağlamayacaktır. Buna ek olarak kuşak sınırlarının takip edilmesi ve kontrol altında tutulması da ileriki yıllarda büyük sorunlar yaratabilecektir. 5. SONUÇ VE ÖNERİLER Ülkemizin büyük kesimi suyla direkt veya dolaylı olarak ilişkili sorunlarla içiçedir. Sel ve taşkınlar, erozyon ve sedimentasyon, su kirliliği, susuzluk ve tarımsal verimsizlik bunlardan bazılarıdır. Bugün bu kadar çok sudan kaynaklanan sorunlar yaşamamız, geçmişte bu konuda bazı planlama ve yönetim hataları yaptığımızı ortaya koymaktadır. Bu konudaki en çarpıcı hatalar; Planlama ve yönetim aşamalarında bilimsel görüşlerin dikkate alınmaması ve geçici önlemlerle çözüm bulma uğraşları, Populist politikalar ve yasal düzenlemeler, Bir kereden veya biraz müdahaleden bir şey olmaz mantığı, olarak özetlenebilir. Ülkemizin hızlı ve sağlıklı bir kalkınma sürecine girmesi ve milli gelirimizin Avrupa birliği düzeyini yakalaması bir ölçüde, doğal kaynaklarımızı sürdürülebilirlik prensibi çerçevesinde kullanmamıza bağlıdır. Bu sayede arazilerimizin verimliliği artacak ve çevresel sorunlarımız büyük ölçüde çözümlenebilecektir. Arazi planlaması sürdürülebilirlik ve ilerki yıllarda daha güzel ve verimli bir çevrenin ortaya çıkması bakımından zorunlu bir çalışmadır. Bu çalışmalarda havzaların yaklaşımla dikkate alınması birçok avantaj sağlayacaktır. Doğanın kendisi içiçe geçmiş hassas sistemler bütünü olduğu için iyileştirme ve müdahalelerde de bütün olarak algılanmalı ve yapılan küçük bir etkinin tüm sistemi etkileyebileceği dikkate alınmalıdır. Havzaların alansal değerlendirildiği bu yaklaşım, doğanın kendi kuralları çerçevesinde işleyişini benimsemekte, birçok sorunun da onu anlamakla çözümlenebileceğini göstermektedir.. Çevre sorunlarının çözümünde geçici önlemler yerine kalıcı çözümler üretmek gerekliliği vurgulanmaktadır. Doğal kaynakları ya koruyacağız ya da korumayacağız. Biraz koruyalım, biraz korumayalım diye bir yaklaşım zaten akla ve mantığa da aykırı düşmektedir. Havza hidrolojik bir bütündür ve kısmen korunması zaten korunmadığı anlamına gelmektedir. KAYNAKLAR Brooks, K.N., Ffolliot, P.F. Gregersen, H.M ., Thames, J.L., 1991. Hydrology and The M anagement of Watersheds. Iowa State University Press, USA. DSİ, 2003. Krizden Çıkmanın Yolu Enerji ve Tarımda (www.dsi.gov.tr/su 2003). Kirby, A. 2000. Dawn of a Thirsty Century. BBC News UK Edition. Friday, 25 June (news.bbc.co.uk). Köy Hizmetleri Genel M üdürlüğü, 2003. Toprak ve Su Kaynakları Envanteri (www.khgm.gov.tr/envanter/en-topraksu.htm). 98 Özyuvacı, N., Hızal, A., Gökbulak, F. 2001. Su Üretimine Tahsis Edilen Yağış Havzalarını Planlama ve Kullanım İlkeleri. I. Türkiye Su Kongresi. 8-10 Ocak. Bildiriler Kitabı. Cilt I (Editörler: Zekai Şen, Sevinç Sırdaş, Abdüsselam Altun Kaynak). İTÜ- Su Vakfı. İstanbul. S. 7-15. Özhan, 2004. Havza Amenajmanı. İ.Ü.Orman Fak. Yayın No:481. ISBN: 975-404-739-1. Tobbaş, M .T., Brohi, A.R., Karaman, M .R., 1998. Çevre Kirliliği. T.C. Çevre Bakanlığı. Ankara. UN. 2003. Global Water Availability. (www.un.org/events/water/images/water Year Graph.jpg). 99 TARTIŞMALAR 3 HAYRETTİN KARACA - .. şimdi çok memnun oldum; çünkü, her konuşandan aldığım sonuca göre moralim gittikçe bozuluyor. Onun için, iyi ki bu akşam gidiyorum. Acaba, yerel yönetimler yasasının bu yasayla ne gibi bir ilişkisi olabilir. Ben gittikten sonra bunu gündeme getirirsiniz. Bunun, biz, ekonomik yönüyle ilgilenirken, acaba, sosyal yönüyle ilgilenmek lazım mıdır? Bir projemizden aldığımız sonuca göre, böyle serçe parmağım kalınlığında akan bir su vardı köyde, Pasinler’de, şimdi onu iki veya üç parmaklı hale getirdik; bayram oldu, bitti, artık dünyaları kazandılar onlar. Bakın, aynı zamanda sosyal bir olaydır; yıkanabilecekler; o imkân doğdu. Yani, işin bir de sosyal yönü var. Köy Hizmetleri Genel M üdürlüğü.... Şimdi, biliyorsunuz ki, Dünya Bankasının desteğiyle oldu, 70 milyon dolar........ Dünya Bankası, ülkemize 30 milyon dolar katkıda bulundu. Dünya Bankası yöneticilerine, görevlilerine, tabiî, hizmetlerinden dolayı bir bedel ödedik. YAKUP SAĞLAM - ... . heyetine herhangi bir ödememiz olmuyor bizim; ama... HAYRETTİN KARACA– Dünya Bankasından bize gelenler var, bu projeden Dünya Bankası yetkilileri de para alıyor, uzmanlar alıyor. Şimdi, bu uzmanlar ne kadar para aldılar? Bu konu . . . düzeyinde, sonuna kadar. YAKUP SAĞLAM - Bu konuda cevap veremeyeceğim. HAYRETTİN KARACA – Biliyorum; ama, ben iddia ediyorum ki, Dünya Bankası, verdiğinin % 14’ünü aldı geri götürdü, 15’ini aldı. Dünya Bankası kredilerine ne kadar faiz ödüyoruz; % 8. Bana yardım etti!.. Halbuki, benim sırtımdan para kazandı, % 15 de kendi personeline ödedi; Dünya Bankasına bakın!.. Ben bunları gündeme getirmek istiyorum. Projenin maliyeti benim ülkeme nedir; benim derdim o. Bu projelere bugüne kadar ne kadar para harcanmıştır? Sonunda ne kadar gelir artışı olmuştur? .......yoksa mesele yok. Acaba, bu projeler sonucu ..........geri dönmüştür? İstihdam ne düzeyde artmıştır? Acaba, göç daha geri dönmüş müdür bu projelerde, göç devam etmiş midir, yoksa durmuş mudur? Onu merak ediyorum. 100 Arazi ........ sınıflarına uygun olarak alanlardan ne netice alınmıştır? M esela arazi yeteri .......kullandık, kullanmadığımız yerlere nazaran ne bir fark alınmıştır? Böyle bilginiz var mı? YAKUP SAĞLAM – Kullanım kabiliyetlerine uygun arazi kullanımını teşvik ettik mi anlıyorum. HAYRETTİN KARACA – Ama, ne kadarını uyguladık? Bu çok önemli. Bu, projenin başarılı olup olmamasına dair... Özür dilerim, ben bitireyim, sonra siz söyleyin. Acaba, burada popülist politikaların etkisi olmuş mudur ve bu ne düzeyde olmuştur? Olmuştur veya olmamıştır; olmaması mümkün değil de, ne düzeyde olmuştur? Burayı yap demekle ne kaybedilmiştir? M ünavebeli tarım uygulaması olmuş mudur? M ünavebeli tarım ne kadar araziye yayılmıştır? Kırsal kalkınma için ne gibi bilgiler verilmiştir köylülere. Bu eğitimin sonucunda neler olmuştur? Böyle bilgiler var mı? Katılımcı payı ne düzeyde olmuştur? Köylüler buna ne düzeyde inanmış ve sahip çıkmışlardır? Ben, bu konuda bilgiler varsa elinizde, üç gün olur, on gün olur... Kullanılan alanlarımızın 4,6 milyar alan sulama yapılmış; acaba, bu süreç içinde ne kadar alan devredışı kalmıştır tuzlanmayla. Benim bildiğime göre, su .. 3 kilometre eni, 15 kilometre boyu, artık, tarımsal kullanma imkanını kaybetmiştir. Bu da yirmi sene evvelki bilgidir. ......... artık anlaşamaz duruma geldik. Efendim, bu.......şimdi, benim derdim şu: Evvela ........olmak çare değil; bundan başlamamız lazım. Şimdi, bakın, bu siyasî kimsenin baskısı Trakya’da ne düzeyde olmuştur? Bir gün fabrikayı kapatmışım, 24 saat . . fabrika açmış; olduğu halde arıtmayı kullanmıyor; ama, açabiliyor. Acaba, bu milletvekili ne kadar siyasî bir oy kazanmıştır veya ne kadar bir şey kazanmıştır bilmiyorum. Bir ülkede bu olabilir mi?! Kirletmeyi ben artık ödemem, başa çıkamam; çünkü, siyasî kadrolar, bu ülkenin idaresine talip olanların sorunu çözmesi lazım evvela. Bütün mesele bu. Hocam da söyledi şimdi, bunun farkını kimden alacağız; kirleten öder, ama ödeyen yok; kimden alacağım ben bunu? Ben hastalanmışım, sağlığımı kaybetmişim; bana, bunu temizlemek, arıtma, benim sağlığımı geri verebilir mi? Bunun maliyetinin ölçüsü nedir?! Teşekkür ederim. YÖNETM EN – Teşekkür ederim. 101 Bu soruların cevabını bugün alamayacaksınız... Hayretin Bey ayrılacak, siz nasıl düşünürsünüz? Şu anda bütün öncelikler Yakup Beye yönelik; ona bakıyorum; eğer, yok, şu anda hazır değilim derseniz... YAKUP SAĞLAM – Teşekkür ederim. Çok detaylı sorular, bunların da mutlaka sorulması gerekiyordu. Ben, Doğu Anadolu su havzaları ya da Doğu Anadolu Havza Rehabilitasyon Projesini örnek verirken, işte, her yönüyle mükemmel, dört dörtlük ve finansman kaynağıyla uygulamalarıyla her şeyiyle mükemmel bir proje olduğu için burada anlatmadım; özellikle onun bilinmesini istiyorum. O proje bir ilk projeydi Türkiye için. İlk proje olmasının özelliği, kurumlar arasındaki koordinasyonu sağlaması; bir. İkincisi, kırsal fakirliği yöre halkıyla karşılıklı konuşarak paylaşarak planlaması ve uygulamasıydı. Onun dışındaki konularda eksiklikler elbette vardır; yani, uygulamada da hatalar olabilir; ama, genel anlamda birçok projede gördüğümüz, yatırım programımızda örneğin 10 bin hektar ağaçlandırma var, ama sıfır ağaçlandırma yapıyoruz; orada öyle olmaz. 10 bin hektar demedik, 2 bin hektar dedik, 2 bin hektarı ağaçlandırdık. Burada hedeflenen ile gerçekleşen arasında birçok diğer projelere bakıldığı zaman çok ciddî bir tutarlılık var. Bunun finansman teminini sorgulamak, benim açımdan da gerçekten, ben aynen düşünürüm, bu kadar LİBOR+0,7 faiz ödediğimiz, Dünya Bankası projelerinin uygulanmasına ihtiyaç var mı; yani, finansmanı oradan almamıza ihtiyaç var mı denildiğinde, ben de yok diyorum; ancak, şöyle bir gerçekle de karşı karşıyayız: Bugün biz bir kuruluş olarak, kırsal fakirlikle mücadele eden bir kuruluş olarak yatırımlarımızı o bölgelerde yoğunlaştıran bir kuruluş olarak buna ihtiyaç yok diye biliyoruz; ama, aynı kaynağı Türkiye'den bir başka kuruluş alıp bina, demirbaş, döşeme, tedarik malzemeleri için kullanabiliyor. Burada bir ayırım gerekiyor. Hazineden sorumlu Bakan anlaşmış, bunu imzalanmış; para alınmış, global olarak alınmış, şu miktarda alınmış; miktarı söylemiyorum; daha, bu sene de, gece saat 12’lere varan düzeyde toplantı yapıldı, Ali Babacan çıkıp şu açıklamayı yaptı: “Dünya Bankası yetkilileriyle IM F direktörleriyle olduğu gibi, çok güzel bir anlaşma yaptık, şu kadar krediyi aldık” dedi: hiç oranlar fazla, ahım şahım, dünya üzerindeki diğer uygulamalara göre düşük filan değil, tabiî ki yüksek. Ben de aynı görüşteyim. Çok yüksek. Ancak, orada biz uygulayıcı kuruluşlar olarak, burada, tabiî ki, tercih hakkımızı kullanmak durumuyla karşı karşıyayız. Doğu Anadolu Havza Projesi bittikten sonra Hazine tekrar bir anlaşmaya daha gitmiş. Bu anlaşmanın içerisinde alınan kredi miktarı çok yüksek. Yeni dönem oldu, yeni bir 102 yönetim ortaya çıktı, bizim idarelerimiz de dahil olmak üzere, artık, biz, Dünya Bankası kredili iş yapmayalım denildi. HAYRETTİN KARACA – Yakup Bey, lütfen şahsınıza alınmayın; çünkü, ben, o projenin içinde yaşadım, ben biliyorum olanı. YAKUP SAĞLAM - Efendim, ben şahsıma alınmıyorum, özellikle teşekkür ettim. HAYRETTİN KARACA – Ben, üç bakanın birbiriyle kavga ettiğini biliyorum. “M inibüsün 4 tekeri bana aittir, sen binemezsin; ben seni almam. Köy İşleri benim, sen Orman Bakanı” diyor; ben bunları yaşadım. YAKUP SAĞLAM – Efendim, onları biliyorum da, madem bu projeyi anlattım, tabiî ki bunlara cevap vermem gerekiyor. Biz, kurumlar arasındaki koordinasyonu sağladık derken, biraz önce çalıştayın en başında da orman fakültesinden hocalarımızın bahsettiğiyle örtüşüyor diye söylüyorum. Havzanın en üst noktasındaki çalışmayla, yani orman alanıyla tarım alanındaki çalışmalar birbiriyle örtüştü. Bu çalışmalar birlikte planlandı, birlikte yapıldı; yoksa, kurumlar arasındaki koordinasyonda yine o tip eksiklikler olmuş olabilir. Onları ben yüzeysel olarak görüyorum; yani, ikili ilişkilerin ilerlemesi çok önemli değil, hatta ikili ilişkiler çok fazla ilerlerse hiç hoş olmayan şeylerle de karşılaşabiliriz; pek iyi değil. Türkiye'de belli bir şeye geçmemesi lazım bana göre. Şunu özellikle söylemek istiyorum; aynı havzada, daha doğrusu, aynı mikro havzada kurumlar beraber çalıştılar, bu projede bu vardı. Bunu da, demin söylediğim gibi, tam anlamıyla, her şeyiyle savunmak mümkün değil; eksiklikleri vardır; ama, bu, bu yönleriyle ilktir. Bunun dışında proje sahasıyla ilgili olarak, sahayı tam olarak şu anda söyleyemeyeceğim, proje sahasından faydalanan çiftçi olarak söyleyeyim: 70 bin aile faydalanmıştır, 210 bin nüfusa tekabül etmektedir bu proje. Burada bütün alanda göç ne derecede olmuştur; izleme değerlendirmedeki önemli eksiklikler nedeniyle –altını çizerek söylüyorum- bununla ilgili somut veriler her bölge için elimizde yoktur; ama, özellikle izleme değerlendirme için saha gezilerimizde şunu gördük: Bazı yerlerde göç durmuştur, sevindirici bir gelişme. Ben M araş bölgesini çok gezdim, M alatya’yı gezdim, böyle bir göç olayı özellikle olmamıştır. Başka kırsal alanlarda çok yoğun olan göç olayı vardır, ama bu bölgede olmadığını ben gördüm; ama, bu, tabiî, böyle rakamlara dayalı bir gözlem değil. Arazi yetenek sınıflarına göre kullanmayı, arazi kullanım kabiliyetlerine göre kullanmayı zaten tarım teşkilatı işin içinde olduğu için ve bizim servisimiz işin içinde olduğu için, orman müdürlükleri işin içinde olduğu için bunu zaten kontrol altında tuttuk; yani, çok marjinal alanlarda kullanımı kesinlikle biz uygun görmedik; yalnız, burada şunu söyleyeyim: 103 Projenin bitme aşamasından sonra ben orada bir örnek göstermiştim, orası çok önemliydi; havuzun altında damla sulama tesisi yapmışız, vatandaş, burada bahçecilik kültürüne geçmiş, ondan sonra marjinal bir alan işlemeye başlamış. Bu, bizim kontrolümüz dışında, proje bittikten sonraki aşamayı ilgilendiriyor. Nadas azaltma uygulanmıştır bu projede; yani, münavebeli tarım ve nadas azaltma burada.... HAYRETTİN KARACA – Efendim, şöyle: Şimdi, tabiî... YAKUP SAĞLAM - Kırsal anladığımız birçok madde var, bu başlıklarda kırsal kalkınmayla ilgili uygulamalar vardır. Katılımın ne düzeyde olduğuna gelince, katılım, bizim hesaplarımıza göre katılım, iş gücü katılımını da katarak söylüyorum, % 25 civarında katılım vardır. Bu ciddî bir rakamdır. Eğer, bu katılımı, siz, ben orada slaytlarda onu gösteremedim; teraslama çalışmasında köydeki kadınlar bizzat hem ağaç diktiler hem de teraslamayı elleriyle yaptılar, kazmalarıyla yaptılar. Bu projeyi ben bu yönüyle savunuyorum. Onun dışındaki konularda, birçok projemizde olduğu gibi, tip değişiklikler de olabilir; ancak, bu yönleriyle ilk proje olduğu için, biz, ikincisini uygulamaya karar verdik. Anadolu Su Havzaları Rehabilitasyon Projesinin, daha önceden yine Dünya Bankası kredisiyle alınmış, bu alınan parayı, atıyorum, Sağlık Bakanlığının ya da M illî Eğitim Bakanlığının bilgisayar, demirbaş alacağını öğrendik. Dedik ki; o, onu alacaksa, bu para kırsal alana gitsin. Ayrıca şunu düşündük: Dünya Bankası uzmanını bu işlerde çalıştırmayalım, sadece Dünya Bankasının görevlendirdiği bir tek koordinatör uzman var, bunun dışında ayrıca uzman tutmayalım ve bu projede şu aşamada böyle bir uzman yok. İzleme değerlendirmeye 40 bin dolar harcanmış. Bu projeyi biz Köy Hizmetleri olarak üstlendik, buna para vermiyoruz dış krediden. Web sayfası için bile ciddî ödenekler baştan planlanmış; biz, bunları baştan reddettik, kendi kurumsal katkılarımızla yapıyoruz. Diğer rakamsal verileri, bu notumda var, elimde olduğu ölçüde sizlere sunacağım. Belli şeyler var, ama tamamı yok. Teşekkür ederim. YÖNETM EN – Ben teşekkür ediyorum. HAYRETTİN KARACA – Biliyor musunuz, Türkiye'de dağlar yılı faaliyetini ben size söyleyeyim. Ne bakanıydı bilmiyorum, Ağrı Dağına çıkmış “bakan yaptı” diyor. Bakan yaptı, bakan yaptı; Türkiye'nin dağlar yılı için o yılda yalnız bu gelişti Türkiye'de. Turgut Beye hak veriyorum, o tepeden başlamadıysa, ..........bu iş, kıymeti yok. Onun için, Birleşmiş M illetlerin bu dağlar yılı şeyini, yani bu projenin içinde olmasa da o, eğer bir ........varsa, bu projenin çok önemli olduğunu, zaten o da ona işaret ediyor. Benim söyleyeceklerim bunlar efendim. Rahatladım. 104 YÖNETM EN – Buyurun. NİHAT GÖKYİĞİT – Bu gibi projelerde, inşallah, Türkiye'nin ekonomik gücü o noktaya gelir ki, inşallah o noktaya geliriz ve muhakkak surette devlet, yanına bir sivil toplum kuruluşu almalı. Biz bunun örneklerini gördük. Bakın, 4 tane yerde, yine Dünya Bankası demiş ki: “Aman sakın ola, biyolojik ..........bakımından dünyada eşsiz bir yer, aman koruyun bunu; ben de şu kadar yardım yapıyorum.” Bu 4 yerden birinde .......... burada projenin sonuna gelindi; ama, biz, bir yabancı getirmek ihtiyacını duymadık. Bizim gönüllülerle, kendi teşkilatımızla bunu yaptık, ortaya getirdik. Diğer üç yerde, gittiler gezdiler, paneller, çadır mı alalım kışa dayanıklı falan filan; turizm rehberi mi yetiştirelim derken, ne yazık ki, hiçbir şey yapılmadı. Yani, bu işe bir gönüllü kuruluşun dinamizmini, heyecanını sokmak lazım. Dünyadaki gidişat da bu. Devlette canla başla çalışan bilgili insanımız çok, bunların yanında, orada, çünkü işin yapısı müsait değil süratle karar almaya, masraf yapmaya. Bir sürü formaliteden geçiyor. Burada öyle değil; burada oturuyoruz, bir telefon açıyor Ümit Bey, diyor ki: “Yarın icra kurulunda görüşecektik; ama telefonla yapabilir miyiz.” İcra kurulu üyelerine telefon ediyor, alıyor başını gidiyor. Yani, bu farklı bir şey. Şimdi, onu bırakıp bir de şuna temas edeceğim: Bu tehlikeli atıklar konusu; bunu toparlayalım. Şimdi, bakın, ne yazık ki, 50 seneden beri fabrika kuruluyor, nerede senin atıkların, hatta tehlikeli atıkların? Bunda tedbirin nedir diye soran... Soruyor da, netice alamıyor. Yine, burada böyle gelmiş. 600 bin kişi yaşayan bir Sultanbeyli nasıl meydana gelmiş!.. Bunlar buraya gelmiş. Şimdi, bu noktada, o fabrikalara yapılacak bir şey var; ya kapat; hayır; kapat dediğin zaman işçiyi de karşına alıyorsun, yalnız fabrikanın sahibini değil. Kapatabilirsen kapat – binlerce böyle fabrika var- veya sen bunu kirletiyorsun; sana öyle bir ceza getiriyorum ki ben... Devlet cezayı almasını biliyor; oraya gidiyor, hacizle o tahsilatı yapar, yapabilir; ama, kapat dediğin zaman netice alamıyorsun; çünkü, karşına işçi çıkıyor. Vali çaresiz kalıyor. Siyasiler de “canım yapma, etme, şimdilik idare edin” dediği zaman iş bitiyor. O halde, baştan kirletmeyelim; doğru; ama, eğer kirletiyorsak, o zaman, kirleten öder. Bu Türkiye'nin lisanına girmiş değil, bu, dünya lisanında var. Biz bunu ne keşfettik ne de kendimiz icat ettik. Bir örnek vereceğim, buna dikkat edin: 3 genç; Boğaziçi Üniversitesinden mezun, hatta 80’de bizim şirketimizin genel müdürü olmuş, sonra ayrılmış; beni tanıyor; geldi dedi ki: “Fabrikalarda tehlikeli atıklar var. Kirleten öder; ama, ondan kanser oldu adam, onu hangi parayla ödeyecek.” Doğru; ağır metaller vesaire; ama, bunun çareleri var dünyada. Şirket kuruluyor ve onu usulüne göre yerde yapıyor, yeraltı sularına ... Tehlikeli atıkları 105 fabrikalardan topluyor, bir para mukabilinde topluyor; çünkü, onu toplamak zor, onu bir yere atacak, atıyor da zaten. Türkiye'de bu fabrika henüz yok. Tehlikeli atıkları toplayıp, bir prosesten geçirip, bunun içerisinden faydalı olanları ayırıyor, onları tekrar satıyor;ama, tehlikeli olanları da yerin altına gömüyor. Yerin altına gömerken, orada özel bir jeoloji lazım; yani, yeraltı sularının şu kadar derinlikte olması lazım. Bunlar üç sene uğraşmışlar, gitmişler bir yerde arazi bulmuşlar. “Burası meradır, olmaz” demişler. Başka bir yerde arazi bulmuşlar “burası orman arazisi, hiç olmaz” demişler. Peki, tapulu tarım arazisi alalım demişler; gitmişler bir köye 8 kilometre mesafede; tamamen uygun; ama, sondajlar yapıyorlar. Bu defa oradaki köylü karşı çıkmış “siz, bütün Türkiye'nin tehlikeli atığını bizim yanı başımıza niye getiriyorsunuz” diye. “Bize yardım edin” diye geldi. Doğru Yol Partisinden bir tanıdığımız bize yardım etmeye çalıştı; bir DSP’li de o köylüleri ayağa kaldırdı ve nihayet bu işten vazgeçtiler “usandık, bitti; vazgeçtik” dediler. Bunları bilelim, realitelerden uzak kalarak meseleyi çözemeyiz; realiteleri bilelim, zorlukları bilelim. YÖNETM EN – Buyurun. UÇKUN GERAY – Saygılar sunuyorum; kusa konuşacağım. Bu kirleten öder meselesi... Ben, Çevre ve Orman Bakanlığının ve birçok yabancı kuruluşun raporunu gördüm, orada da aynen “kirleten öder” ilkesi yazıyor. Tamam; ama, onlar yazıyor diyerek, biz, bunların müdafii olamayız. Onu bir kere silin. Neden; Türkiye için idealize edilmiş etik anlamda ne varsa onu kabul ederiz; yani, onlar dedi diyerek doğru değil. Bir kere bu ilkeyi kabul etmemiz lazım hepimizin. Bir başka husus daha var. Arkadaşlar, kirletin ödemesin demiyoruz ki biz. Nihat Bey, biz, kirleten ödemesin demiyoruz. İlke olarak orada bulundurulması yanlıştır diyoruz. Yoksa, kirletmiştir, arıtma tesisini kapatmıştır, ondan dolayı da ceza kesilir; bu halledilir. Bu, bir ceza hukuku sorunudur. Onu baş tacı ederek, kirleten öder ilkesini... NİHAT GÖKYİĞİT – Baş tacı eden yok. Zaruret var. UÇKUN GERAY – Zaruretin var olduğunu söylüyorum Nihat Bey, ama onu ilkeleştirerek değil, ilke olarak koyarak değil. NİHAT GÖKYİĞİT– İlke. UÇKUN GERAY – Ben diyorum ki, siz de dediniz ilke halinde diye... NİHAT GÖKYİĞİT – Hayır. Zaruret var. UÇKUN GERAY – Zaruret varsa, ceza hukukunda ve çevre hukukunda ne varsa yerine getirilir, bunlar cezalandırılır, harç kesilir; ne olursa olur; ama, siz, ilke bazında bir rapora bir slogan koyduğunuz zaman, çevreyi kirleten öder ilkesi şeklinde onu muhafaza 106 edemezsiniz. O zaman başka bir şey söyleyeceksiniz; kirletmeme esası mı diyeceksiniz... Bu, mantıkla ilgili, dille ilgili bir problem. O kadar basit bir problem ki bu, yani, kirleten öder diyeceğime, ödememek esastır demek öbürünü de içeriyor. Ceza hukukuna bırakırsınız. Tekrar ediyorum; bunun ödenmemesi diye bir şey söylemiyoruz biz; ama, ilke bazına taşınması yanlış diyoruz. Bu bir mantık meselesi sadece. Bakın, benim bir sorum var: Deniz yoluyla İsrail’e su taşıyacağız. Boru hattıyla, barış suyu adı altında Ortadoğu’ya su taşıyacağız. Acaba, kafanızda şöyle bir soru var mı değerli arkadaşlarım: Bu su yolları, ileride, uluslararası hukukun konusu olabilir. Benden çıkan su, benim verdiğim su, isterseniz bir parmak boruyla götürün, isterseniz şu kadar inçlik boruyla götürün; acaba, uluslararası su anlamında bir değer kazanır mı? Bu çok önemli bir sorun. Deniz yoluyla taşınan su için de aynen havayollarında olduğu gibi, koridorlarında olduğu gibi, güvence altına alma şeklinde uluslararası su mahiyetine taşınır mı meseles i benim kafamı işgal etmektedir. Bu önemli. Ben,burada, arkadaşların birbirine verdiği cevapları gördüm. Sayın eski genel müdürün de konuştuklarını dinledik. “DİE, azınlık su işleri var, su işleri yapıyoruz, su kanununu niye yapmayalım” diyor. Öbür taraftan da Çevre ve Orman Bakanlığı ne yapıyor; % 72’si su elde edilen alanların % 72’si ormanlara bağlı. Peki, Çevre ve Orman Bakanlığı niye su yönetimiyle ilgili kanun teşebbüsünde bulunmuyor? Onu niye yadırgarız?! O zaman, bunun çaresi, böyle takışmakla olmaz. Ben yaptım hakkım vardı. Peki, öbür kurum yaparken neden şey yapıyorsunuz? Onu da kabul ediyorsunuz. Herkes kendisi yapar. Bu da normaldir diyor arkadaşımız; yani, bu da iyi bir şeydir denecek. Allah Allah. Toprak yasasında da aynı şey oldu. Köy Hizmetleri, Toprak Yasası yaptı, Tarım Orman Bakanlığı Toprak Yasası yaptı, sonra bir taraftan Toprak Yasası yaptı; iyi bir şey mi bu?! Bunların hepsi de birbirleriyle senkronize değil, terimlerde çarpıklık var, yaklaşımlarda çarpıklık var. Burada hedef nedir; belli bir odak noktası kurup, herkesi oraya katmaktır, kanunların yapılmasını da oraya tevdi etmektir. Bunların usulü erkanı bellidir; ama, hâlâ kurumlar diyor ki; ben yaparım, niye yadırgıyorsunuz. Benim bunu kabul etmem mümkün değil. Onun için de, Türkiye, senkronizasyon, bu eşgüdüm filan sağlayamaz. Konuşacağım çok konu var; ama, ben, sizin de vaktiniz kısıtlı, benim de vaktim kısıtlı; bazı şeyleri fazladan dinliyorum. Birisi de kalktı dedi ki, galiba dış ilişkilerden olan “siyasî tablo yok. O kadar ileri gideceğiz ki, DSİ bile yatırım yapamayacak, bunun hepsini özel sektör yapacak” diyor. Alın şunu okuyun o zaman. İngiltere’de bir üniversiteye bağlı matematik biriminin tespitlerini özetle söylüyorum. Su özelleştirmesi Afrika’da; bunun sakıncalarını anlatıyor. Orada ne 107 çıkmış biliyor musunuz, bütün dünyada 4 husus yaşanmış; bunları bilmeden özelleştirme tavsiye ediyorlar. Hayrettir yani. 1.Sistem daraltılmıştır; mevcut sistem özelleştirildiği için daraltılmıştır. 2.Bakım ve onarım işleri yerine getirilmemiştir. 3.Fiyat artışı mutlak fiyat artışı vardır; demin söylemiştim maliyetle ilgili. 4.Rüşvet yaygınlaşmıştır. 4 husus, su meselesinde ve diğer hususlarda özelleştirme olduğunda, burada vesika var, Londra’daki üniversite bunu ortaya koymuş. Başka şeyleri Londra’dan alıyorsunuz da bu bilgileri niye almıyorsunuz Londra’dan, bunlara niye kulak kabartmıyorsunuz?! NİHAT GÖKYİĞİT– Londra’daki üniversite Afrika’daki uygulamayı almış. UÇKUN GERAY – Bütün dünyaya bakın, Türkiye'yi de aldı. NİHAT GÖKYİĞİT – Bütün dünya deyince, bütün gelişmiş ülkelerde bu işi özel sektör.... UÇKUN GERAY – Efendim, Fransa’yı da reddediyor. Fransa’da da fiyat artışları ve rüşvet var. NİHAT GÖKYİĞİT – Devlet olduğu zaman rüşvet yok değil mi? UÇKUN GERAY – Devlet olduğu zaman var işte, o da var; ama, rüşvet artıyor diyorum. Şimdi kıyas etmeyin bana. Yani bir şeyi övmeyin. Türkiye'nin parası yokmuş... Türkiye'nin parası var; yanlış yönlendirilmiştir, ondan dolayı. Türkiye'nin parası var. Saadet Partisi de dahil olarak bir şey söylediler; konsolidasyon yapılacaktır bu memlekette, Türkiye Cumhuriyeti borcunu ödeyemiyor... Yarın öbür gün, siyaseten yüzdürülmektedir Ak Parti, onu bilin; siyaseten yüzdürülmektedir; çünkü, Türkiye'den koparılacak işler var. NİHAT GÖKYİĞİT – Konunun dışına çıkmadan... UÇKUN GERAY – Rica ederim. Siyaseten yüzdürülmesi bittiği zaman, bu partilerin siyaseten yüzdürülmesi bittiği zaman konsolidasyon durumunda kalacak. Konsolidasyon da 30 katrilyon para demektir bir hesaba göre; 30 katrilyon parayla ben kırsal kalkınma da yaparım, yıkılmış binalarımı da tazelerim. Bunu düşünmüyor kimse ve Türkiye'nin bütçesinin % 60’ı faize gidiyor her sene. Razıysanız bu; yani, bunları incelemeden nasıl olur da burada reçete yazıyoruz ve bunu bitiriyoruz; ben anlamıyorum bunu. Bilgi esastır; ama, bilginin makbul olanı şudur: Başkalarının ağzından güdümlü bilgileri alıp da burada söylemek yanlıştır. Başkanlarının ağzından bir Türkiye Cumhuriyetinin damarını tutacaksınız; o bakımdan yanlıştır. NİHAT GÖKYİĞİT– Türkiye borçlarını ödeyemez olmuşturu siz de bir yerden aldınız. Benim aldığım yerler de borçları.... YÖNETM EN – Hocam, sizden önce bir şey söylemek istiyorum Toprak Yasalarının hazırlanışıyla ilgili. Aynı M era Yasası gibi ben de çok iyi biliyorum, bu yasa için katılımcılığı son derecede öne alan bir uygulama yaptık. Ne hazindir ki, bu yasa hazırlanırken ikinci, üçüncü yasaları çıkaran kuruluşların temsilcileri, bu yasayı hazırlayan ekibin içindeydi; fakat, sonra ne olduysa TEM A’nın hazırlanmasına aracı olduğu yasaya karşı olarak birden fazla yasa taslağı çıktı ortaya. Yani, burada TEMA’nın Hukuk Müşaviri ve bu işin içinde olan kişi olarak söylüyorum, TEM A, bütün hassasiyetine rağmen, maalesef yine böyle bir şey oldu. Bunu özellikle TEM A açısından açıklamak istedim sadece. Buyurun Ahmet Hocam. 108 TURGUT ÇELİKKOL – Tartışmalar uzun. Bir ikincisi, yasa daha M eclise gitmeden evvel, M eclis yasayı yapacak; ama, mutlaka, geniş bir katılım ortamında tartışılması lazım. Bugün bir DSİ su yasası hazırlığı yapabilir. Bakanlıktan bize gelmiyor. Şimdi, ben hiç düşünemiyorum; bu havza yönetimi düşünülmeden su yasası yapılsın; yapılmaz; yapılırsa yanlış yapılır. Onun için, böyle bir hazırlık varsa, hangi ülke olursa olsun, onun düzenleyeceği toplantılarda bu konular tartışılmalı. Doğru bulunur, şekillendirilir, M eclise sevk edilir, gereği yapılır. Dolayısıyla, bu geniş katılımlı olarak tartışmakta yarar olduğunu düşünüyorum. Özelleştirmeden bahsedildi. Ben diyorum ki: Yuvacık Barajının yap-işlet-devret modeliyle yapılması gerçekten yabancı şirket dört dörtlük bir baraj yapmış, arıtma tesisi de yapmış; fakat, eksiklik ne; 15 sene barajı işletecek. Baraj havzasından sorumlu değil. Şimdi, böyle özelleştirme olur mu?! Bu yanlış. Bunu özelleştirecekseniz, baraj havzasını da katacaksınız, baraj havzasındaki problemleri o şirket çözecek veya baraj havzasını uygun kullanacak. Yoksa, bu, özelleştirme değil, kazıklanmadır kim söylerse söylesin. Dört dörtlük tesisler yapmışlar, gittim gördüm, beraber çalıştık. Biz diyoruz ki, özelleştirilirse, bu şey eksik kalırsa, bu, özelleştirme olmaz, kazıklanma olur. Onun için, özelleştirmeye yaklaşırken çok temkinli yaklaşmak gerekir diye düşünüyorum. Hayrettin Bey çok ilginç sorular sordu bu Doğu Anadolu Islah Projesiyle ilgili. Ben gittim, iki sene gittim inceledim. 150 trilyon para ve gerçekten bütün birimler çok özverili çalışmışlar, bazı şeyleri de getirmişler; fakat, çok ilginçtir, Orman Bakanlığının çalışmalarının geleceği de yok. Söylüyoruz. Orman Bakanlığının yapmış olduğu çalışmanın geleceği yok. O kadar para yatırmış. Elazığ bölgesi için konuşuyoruz. 10-15 mezra var, o mezralar kalkmadıktan sonra bu proje başarıya ulaşmaz. Otlatma var, otlatma olduğu takdirde bunlar zaten başarıya ulaşmaz. Yani, biz, bir anlamda o 150 trilyonu toprağa gömdük. O nedenle, uzman konusu ayrı bir şey; gelen uzmanlar paraları alıp gidiyor; o da ayrı, onu konuşmuyoruz; yalnız, bu kadar özverili çalışmaya, bu kadar emeğe, bu kadar yatırıma karşı 10-15 mezra yüzünden bu proje başarısız olursa, ben çok üzülürüm. M eşe otlatması yapıyor, dal gibi kalıyor, toprağa varıncaya kadar otlatılıyor. Düşünün, 5 hane var, 10 kişi var; 10 kişiye devlet yol yapmış, 10 kişiye elektrik ve su götürmüş; 10 kilometre gidiyorsun, 10 kişi var; hayvancı yaşıyorlar. Bunlara yol yapıyor, su götürüyoruz; Orman Genel M üdürlüğünün yapmış olduğu yahut Ağaçlandırma Genel M üdürlüğünün yapmış olduğu araştırmanın, uygulamanın hepsinin geleceği tehlikede. Acaba, düşündüm, niye 10-15 mezrayı altta bir yerde toplamadık. Ben olsaydım, 150 trilyonun 50 trilyonunu köylülerin aşağıda toplanmasına harcardım. Çok ilginçtir arkadaşlar, Orman Yasasının 2/A maddesi vardır, bugün hâlâ bunu uyulamaya geçiremedik; göç meselesi. Dolayısıyla, bana göre, Doğu Anadolu Islah Projesinin geleceğini çok karanlık görüyorum. Teşekkür ederim. YÖNETM EN – Ben teşekkür ediyorum. Buyurun M ahir Bey. MAHİR GÜRBÜZ - ...karşımıza çıkacak. Örneğin, TEM A’nın hazırladığı, Tarım Bakanlığının, Köy Hizmetlerinden sorumlu Devlet Bakanlığının benimsediği, ama koalisyon tartışmaları nedeniyle gündeme gelemeyen, şu anda Köy Hizmetleri. . . .Tarım Bakanlığında olduğu için gündeme gelen tasarıyla ilgili şunu gördük: Bu benim işim-senin iş in tartışmasının içinden çıkmak çok zor. En son Başbakanlıkta tasarı görüşülürken, Orman Bakanlığı, haklı bir nedenle orman ve içerisindeki alanların orman rejimine alınmasında yarar görülen alanların bu yasanın kapsamı dışına çıkarılmasının önerildiği . . .. . . . 109 M era Yasasında da benzer bir gelişme olmuştu. Arkadaşlarla konuşup tartıştık, . . orman olmasında yarar görülen alanı kim saptayacak; Orman Bakanlığı. Tarım arazisi kavramıyla ilgili belirlemeyi kim yapacak: Tarım Bakanlığı. Çatışma burada çıkıyor. O bakımdan, bence, belki su yasasında da benzer durum ortaya çıkacak. Olaya daha makro bakmak, doğal kaynak yönetimi çerçevesinde bir hukuksal düzenlemeyi daha makro çerçevede gündeme getirmek gerekir diye düşünüyorum; çünkü, sulamayla ilgili, suyla ilgili yatırımları ölçüt alırsak, DSİ’nin bağlı olduğu Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının böyle bir çalışma yapması doğru olabilir. Doğal kaynak yönetimi ve çevre boyutuna bakarsanız, Çevre ve Orman Bakanlığının su yasasını hazırlamasını önerebilirsiniz. Efendim, suyu en çok kullanan sektör dünyada da Türkiye'de de % 70’lerle tarım sektörü; öyleyse, bu yasayı Tarım ve Köyişleri Bakanlığının hazırlaması lazım diyebilirsiniz. Hepsi de doğru olabilir; ama, sonradan tartışma çıkıyor olabilir ki, Su Yasasında da, belki, olaya daha makro bakmak, doğal kaynak yönetimi, korunması çerçevesinde bakmak daha uygun olabilir diye düşünüyorum. TEM A’nın bu konuda bir şansı var; TEM A, bu tartışmaların içinde bir kuruluş değil, bir sivil toplum örgütü; böyle bir ulusal sorumluluk duyuyor, böyle bir altyapı çalışmasını TEM A’nın yapması bence çok daha doğru olur. Teşekkür ederim. YÖNETM EN – Teşekkür ederim. Buyurun. MUSTAFA UZBİLEK – Efendim, ben, Doğu Anadolu su havzaları için seneler . . . uluslararası projeye projenin başında bakmak lazım; akıllı adamlar projeye bakacaklar, bu proje neleri öngörüyor, bunları yaparsak sonuç ne olur; bunları tahmin etmeleri lazım. Normal olarak uluslararası projelerde, ben çalıştığım için iyi biliyorum, değerlendirme heyetine bakacaksınız. Değerlendirmede hem ben projede çalışacağım hem dışarıdan geleceğim değerlendirme için 15 bin dolar para alacağım, ondan sonra diyeceğim ki, benim yaptığım proje fazla iyi olmadı, sistem çalışmadı... Bu imkânsız. Onun için, kendi kendilerine şarkı söylüyorlar, kendi kendilerine çalıyorlar. Bu, biraz da bizim mühendislerde kabahat. Bizim mühendislerimiz, kırsal alanda oturan –hocam da kusura bakmasın- mezraları kaldırın... Orada mezranın bulunması Türkiye için bir nimettir. Başka ülkelerde, buralarda adamlar otursun, yerleşsin diye imkanlar veriyorlar, paralar veriyorlar. Yalnız bu adamın geçimini, yalnız hayvancılığı bırakın, tabiî ki doğayı tahrip eder. Siz, mühendis olarak, buradaki adamları yerinde kalkındırabilmenin teknolojilerini ortaya koymanız lazım, bunları getirmeniz lazım. Türkçesi, bizim bildiğimiz mühendislik dalı, çoğu kırsal alanda Türkiye için geçerli değil, . . . geçerli değil; yapılan tercihleri de iki gün sonra bırakıyorlar. Bu nedenle, bunlara çok dikkat etmek lazım. Biz, kabahati biraz da kendimizde aramamız lazım. Yani, hem para harcayacaksınız, adamlar katılmayacak, ondan sonra verdiğiniz reçete yanlış olacak; ondan sonra, adamlar bize . . . tahrip ediyor, bunları buradan kaldıralım!.. O zaman adamın kültürü kaybolacak, bilmem nesi kaybolacak. Uluslararası sorun haline gelecek. Bence bunlara dikkat etmek lazım. Bir de, bana göre, şu iki işi birbirine karıştırmayın; su kullanımı ayrı bir iş Su kullanım işi başka iş. Su kaynaklarının korunması, su havzalarının korunması tamamen Çevre ve Orman Bakanlığının işi, azıcık da Tarım ve Köyişleri Bakanlığı giriyor. Su kullanımına da giriyor Tarım ve Köyişleri Bakanlığı. Bu nedenle, bunu baştan açıklıyorum. Su kullanma işine Çevre ve Orman Bakanlığını karıştırmayın. Su kaynaklarının korunması, su havzalarının ıslahı daha çok önemli, 4 milyar dolar harcıyoruz dedim. Önce yukarıdan başlamamız gerekiyor. ........... almadan aşağıda yaptığınız barajların yapılması 110 gerekiyor, o da var; yukarıda, onlar oraya baraj yaptı, biz de............. diye oralarda çalışmamız lazım, organizeyi ona göre yapmamız lazım. Türkiye'de hiçbir daire yukarı havzada çalışmıyor, il müdürlüğü oldu, il müdürlüğünde çalışıyor, yeniden reorganizasyon lazım. Teşekkür ederim. YÖNETM EN – Teşekkür ederim. Buyurun efendim; Kendinizi tanıtırsanız. YALÇIN DOĞANER – Efendim, ben TEM A Projeler danışmanıyım. Şimdi, Sayın Uçkun Hocam da bilir, o bölgeyle ilgili 4 senelik bir görevli olarak da içinde bulundum. Doğu Anadolu Havzası, GAP, aslında, kurumların birbiriyle olan ilişkileri ve işbirliği, güç birliği açısından gerçekten örnek olmuştur. Bunu bir defa teslim etmek lazım; ama, yanlışlıklar baştan yapılmıştır. Uçkun Hocam bilir, Kolerado Üniversitesinden doğal kaynak yönetimi konusunda uzman bir arkadaş gelmişti, o arkadaşımız, havzayı gezdikten sonra bize döndü şöyle bir laf etti: “Acaba, buradaki şu 15 mezranın insanını yeniden işlendirip, yeniden mesleklendirip bir başka yere bu parayla taşısaydınız, hem doğa koruma açısından önemli bir iş yapmış olurdunuz hem de bu insanları daha yüksek gelir düzeyine getirirdiniz; çünkü, orada o insanların işletmeleri mikro işletme; bu işletmelerin yaşama şansı yok. Bu işletmeler, yoksulluk sınırının çok altında gelir elde ediyorlar. Orada yaşasa ne olur, yaşamasa ne olur.” Yapılacak şey; her mikro havza için, hatırımda kaldığına göre, 15 bin dolar masraf yapılıyordu, bu 15 bin dolarla bunları eğitip işlendirmek, hatta fabrika kurmak; yani, alternatif yatırım konularını da beraber incelemek ve havzaları boşaltmak lazım geldiğini ifadesini kullanmıştır. O nedenle, Ahmet Hocamın görüşü doğru bir görüştür; yani, insanları ille orada tutmak, zaten şu Avrupa Birliğine sürecine girdiğimiz vakit, Türkiye tarımını % 35’ten % 89’a indirilmesi gibi bir politikanın muhatabı olacağız ve zaten onlar kendiliğinden gelecek; çünkü, bu politikalar, sonuçta o küçük işletmeleri tasfiye edecektir. Teşekkür ederim. YÖNETM EN – Ben teşekkür ediyorum. 111 II. GÜN 3. OTURUM SUNUMLAR PROF. DR. UÇKUN GERAY* HAVZA YÖNETİM MANTIĞI N AS IL OLMALIDIR? Doğu Anadolu su Havzası Rehabilitasyon Projesi Doğu Anadolu Su Havzası Rehabilitasyon Projesi (DASHAP) 1999 yılı sonu itibariyle, Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) illerinden Adıyaman, Gaziantep, Şanlıurfa, Elazığ, M alatya, Kahramanmaraş, Sivas ve bölge dışından da Adana, M ersin ve Antalya illerini kapsayan bir projedir. Projenin amaçları özetle, • • • • havzada yatırımlar yapmak ve havzayı iyileştirmek, ileri hayvancılık teknikleri ve toprak işleme yöntemleri ile gelir ve refah düzeyini arttırmak, mikrohavzalar bazında bir rehabilitasyon çalışmasının nasıl tasarlanıp uygulanacağını öğretmek, erozyonun büyük boyutta kendini gösterdiği alanlarda rehabilitasyonun başarısını gösteren model bir proje oluşturmaktır. Projenin örgütlenme biçimine göre, proje yönlendirmesi merkezde ve illerde ayrı ayrı oluşturulan kurullarda gerçekleştirilmektedir. M erkez Yönlendirme Kurulu, Orman Bakanlığı tarafından koordine edilmektedir. Bu kurul, uygulayıcı bakanlıkların üst düzey karar vericileri, Hazine M üsteşarlığı, Dünya Bankası ve DPT yetkililerinden oluşmaktadır. Kurul belli aralıklarla toplanarak M erkez Proje Yürütme Kurulunun gündeme getirdiği konuları görüşerek kararlar almaktadır. Bu merkezi yönlendirme örgütlenmesinin paralelinde, illerde, İl Yönlendirme Kurulu ve ayrıca İl Proje Yürütme Kurulu oluşturulmuştur. İl Yönlendirme Kurulu havza yönetimi için gerekli olan finans, araç ve personeli sağlama, yıllık çalışma programlarını izleme ve değerlendirme, kendi içinde ve merkezle koordinasyonu sağlama şeklinde özetlenebilecek işleri yapmaktadır. İl Proje Yürütme Kurulu ise, havzaların hedeflerini tespit etmek, seçenekleri oluşturup değerlendirmek, öncelikli havzaları belirlemek, proje gruplarının çalışmalarını izleyip gerekli 112 destekleri sağlamak, projelerin yayım ve tanıtımını yapmak, eğitim ve bilinçlendirme çalışmalarını organize etmek ve sekreterya hizmetlerini yürütmektedir. Havza-M ikrohavza Proje Grubu olarak alana en yakın çalışma yapan örgütün görevleri ise, mikrohavzaların analizini ve kaynaklarının tespitini gerçekleştirmek, hedef grupları belirlemek, havza yönetim planlarını yapmak ve bütçeyi belirlemek, havza yönetim uygulamalarını yapmak, izleme ve değerlendirme verilerini saptamak, mikrohavzalarda yayım ve tanıtım çalışmalarını yapmak, eğitim ve bilinçlendirme çalışmalarını yürütmek olarak özetlenebilir.* Proje Grubuna bağlı olarak üç ekip çalışma yürütmektedir. Bunlar ormancılık sektörü ekibi, sulama ve alt yapı ekibi, tarım sektörü ekibidir. Türkiye’de görev yürüten kamu kurumları, bunların yapıları, kaynakları ve görev tanımları, birikim ve deneyim farklılıkları nedeniyle eş güdüm içinde çalışma yerine, kendi başlarına çalışma alışkanlığına sahiptir. Dolayısıyla her kurumun coğrafya olarak ve uygulama zamanı olarak aynı mekan ve zaman diliminde ve ortak hedeflere dönük olarak buluşup çalışma yapma alışkanlıkları ve değerleri oluşmamıştır. Yukarıda DASHAP için özetle verilen; projeli, koordine ve bağlayıcı özelliği bulunan bir düzen daha önceki çalışmaların hiçbirinde uygulanmış sayılamaz. DASHAP, projeli uygulama çerçevesine sahip, çok kurumlu ve çok disiplinli, bütünleşik ve hayli başarılı olan bir örnek olarak, incelemeye ve havza yönetim mantığını belirlemede yardım almaya değer bir çalışmadır. Havza Yönetiminde Strateji Havza yönetimi tanımında zamanla bir ilerleme olduğu bilinmektedir. Buna göre tanım” Bir su toplama havzasında, ekolojinin temel esasları dikkate alınarak, toplumun sosyal, ekonomik ve kültürel gelişimini sağlayacak şekilde doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımının planlanması ve yönetilmesidir” şeklinde yapılabilir. Böylece tanım çok boyutlu, çok disiplinli, çok kurumlu, katılımcı, bütünleşik, koordine ve sürdürülebilir kalkınma nitelikleri olan bir içerik almış olmaktadır. Dolayısıyla su üretimine dönük havzalar da bu genişlik ve derinlikte ele alınmak zorundadır. Stratejik planlama terimi arazi birimlerinde bütünleşik kırsal kalkınma planı yapma anlamında da kullanılmaktadır. Stratejik planlama aynı zamanda planlamanın hiyerarşideki yerini ve kapsamını da belli eden bir terimdir. Stratejik planlama ele alınan planlama konusu için en üst düzeydeki, bütüncül, uzun dönemli ve dolayısıyla en kapsamlı çerçeve olarak dikkat çekmektedir. Diğer yandan, arazi kullanımında genellikle uyuşmazlıklar ortaya çıktığından ve birbirleriyle rekabete giren arazi kullanımlarını uyumlulaştırma olanakları çok çeşitli nedenlere bağlı olarak gitgide azaldığından, kapsamlı ve bütüncül planlama, başka deyişle yüksek düzeyde bakış açısı, yani stratejik planlama yaşamsal önem kazanmaktadır. Dolayısıyla bir havzadaki stratejik planlama, burada yer alan ve yer alabilecek olan tüm * Daha geniş bilgi için U.Geray ve İ. Küçükkaya tarafından Orman Mühendisleri Odası için yapılan “ GAP Bölgesinde Yukarı Havzal arın Yönetim Modeli” 2001 çalışmasına bakılmalıdır. 113 sektör ve alt sektörleri ayrı ayrı boyutlar olarak içermek durumundadır. Ancak bu, görevin karmaşık ve zor olduğunu, süreçlerin dikkatli bir biçimde örgütlenerek tamamlanmas ı gerektiğini de gündeme getirmektedir. Sektörlerin ve alt sektörlerin her birine ait planlara ise taktik ve işlemsel planlar adı verilmektedir. Başka deyişle, en üst düzeydeki çerçeve için senaryolar türetildikten ve bunların en uygunu seçildikten sonradır ki bir sektör ve alt sektör kendine düşen görevleri yerine getirecek ve bunu taktik ve işlemsel planlarla gerçekleştirecektir. Bunlara göre bir havza yönetim planının yapımı aşamasında şu özellikler öne çıkmalıdır: • • • • Sosyal, ekonomik, kültürel ve çevresel amaçları belirleme, Amaçları gerçekleştirmek üzere strateji belirleme, Belirsizlikleri ve riskleri kabul eden ve bunlara cevap veren esnek bir yaklaşım sergileme, Çıkarların uyumlulaştırılması sürecini temel alma. Bunun yanında, planlamanın başarısını geliştiren koşullar da önem kazanmaktadır. Aşağıda verilen koşullar başarıyı geliştiren ortam koşullarıdır. Bu koşullar aşağıdaki gibi sıralanabilir: • • • • • • • Katılım, ortak özveri ve destek sağlama iradesi, Yeteri kadar ayrıntıya inme, Yanlış anlamaları önleyen tartışma zamanı sağlama, Yansız, profesyonel ve dengeli uzman katılımı, Uygun, yarayışlı ve saydam bilgi akışının sağlanması, Yeterli bir plan yapma ve uygulama kapasitesi, Karşılıklı güven. Planlamada ülke ölçeğinden mikrohavza ölçeğine uzanan farklı hiyerarşik düzeyler söz konusudur. En üst düzeyde yer alan Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda sürdürülebilir kırsal kalkınmayla ilgili politika, strateji, ilke, amaç, hedef ve araç dizisi öngörülmüş olmalıdır. Bütün bunları hayata geçirmek üzere kullanılacak araçlar arasında kuşkusuz yasal düzenlemeler ve kurumsal yapılar da yer almaktadır. Daha sonraki aşama Bölgesel Kalkınma Planıdır. Bunlar da sürdürülebilir kırsal kalkınma açısından, Beş Yıllık Kalkınma Planları ile çelişmeyen, tersine onu en güçlü olarak destekleyen içerikte olmalıdır. Uç noktada ise yerel planlar, bu bağlamda havza yönetim planları bulunmaktadır. Havza yönetim planlarının yapısı havza, alt havza, yukarı havza, ekosistem birimleri... olarak örneklendirilebilir. Bu birimler için yapılan yönetim planlarının, yukarıda vurgulanan ülke ve bölge ölçeğindeki stratejilerle ve politikalarla tutarlı biçimde gerçekleştirilmesi ve uygulanması temel ilke olmalıdır. Bu uyumlulaşma ve bütünleşmenin anlamı “tutarlılık” terimiyle ifadesini bulmaktadır. Planlama çalışmalarında tutarlılığın somut bir biçimde gösterilmesinde zorunluluk vardır. 114 Buna göre üst düzeylerde ortaya çıkabilecek politika, strateji... boşlukları daha alt düzeydeki planlama ve uygulamalarda boşluklar yaratmakta ve birbirini desteklemeyen, üstelik çelişen durumlar ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle üst planların sürdürülebilir kırsal kalkınmaya ilişkin boşlukları yahut çelişkileri giderilmelidir. Başka deyişle örneğin GAP M astır Planı’nın (1989) ve GAP Bölgesel Kalkınma Planı’nın (2002) sürdürülebilir kırsal kalkınma bağlamında Beş Yıllık Kalkınma Planlarıyla uyumlu bir ilişkisi bulunmalıdır. Bunlar kadar önemli olan bir diğer konu, tutarlılık geniş kapsamıyla ele alındığında ideal durumun, yalnız farklı planlama düzeyleri arasındaki düşey bütünlüğün sağlanmas ı şeklinde değil, aynı zamanda yasalar ve kuruluşlar arası yatay bütünlüğün sağlanmasıdır. Planlamadan ve uygulamadan sorumlu kuruluşların, bir doğal kaynak yönetim planı sürecinde birbirini güçlü kılacak biçimde bütünleşmesi ve tutarlılık içerisinde bulunması ideal bir durumdur. Genelde planlama ve uygulama işlevini yerine getirecek tek bir kamu kuruluşu söz konusu değildir. Bu görev kuruluşlar ortaklığındaki planlama ve uygulama ekiplerince yapılmalıdır. Ne var ki, kuruluşlar arası bir ekip oluşturulurken şu ilkelere uymak gerekmektedir: • Kuruluşlar Arası Dengeli Temsil: Kuruluşlar arası dengeli temsil planlama ekiplerinin analizlerinin yansız oluşunu sağlamaktadır. Havza planlama ve uygulama ekipleri kuruluşların taşra örgütlerinin uzman elemanlarından oluşmalıdır. Ancak merkez örgütünün ve bölge örgütünün yöneticileri de burada yer almalıdır. Böylece, anahtar rol oynayan şemsiye politikalar doğrudan planlama ve uygulama sürecine katılabilmektedir. • Disiplinler Arası Dengeli Temsil: Planlama ve uygulama süreçlerinde mesleki ve teknik birikimler yönünden gerekli olan belli başlı disiplinler temsil edilmelidir. Bu ilke, çözümlemelerin başarısını ve bakış açısının bütünleşmesini sağlayan, ayrıca planlama sürecine katılanlara ve izleyenlere güven veren bir ilkedir. • Yeterli Kapasitenin Ayrılması: Ekiplerdeki üyelerin kendi sektöründeki sorumluluklarından artan yeterli zamanının ve enerjisinin bulunması gerekmektedir. • Saygın ve Birikimli Bir Yönetim: Süreci yönetenlerin ekibin üyelerince onay görmüş, yansız ve hükümetin görüş açısını sürece taşıyabilen bir niteliğe sahip olması gereklidir. Havza Yönetiminde Koordinasyon Doğal kaynaklar yönetimi büyük başlığı altında çalışma yapanların, kaynak yönetimi konusunda ve özellikle de koordinasyon konusunda sıkıntılar yaşadığı görülmektedir. Sıkıntıların ilk sıralarında, koordinasyonun çok sayıda kamu kuruluşunu ilgilendirmesi, çok sayıda yasanın doğrudan ya da dolaylı olarak kaynak yönetimiyle ilgili bulunması, bu kuruluşların kendi konu ve alanlarına öncelik tanıması ve yetki çatışması gösterilmektedir. Bakış açısındaki yetersizliğe ve yalnız tek sektör ölçeğinde düşünmeye tipik bir örnek, Çevre Bakanlığı koordinatörlüğünde ve Devlet Planlama Teşkilatı’nın yönlendirmesinde gerçekleştirilen Ulusal Çevre Eylem Planı (UÇEP) çalışmasında Orman Kaynakları Yönetimi, Arazi Kullanımı, Tarım ve M era Arazilerinin Yönetimi, Su Kaynakları Yönetimi gibi bütünleşmeden uzak, hatta bütünleşmeyi önleyen bir rapor yazım düzeninin ve sözde işbölümünün temel alınmış olmasıdır. Bu belgelerin ortak yanı kaynak “yönetimi” ve/veya 115 "kullanımı" olduğu halde, tarım alanları, ormanlar, meralar, sular, ayrı ayrı raporlaştırılmıştır. Böylece aslında bir bütün olan ve özellikle de bir havza ölçeğinde bütünleşen bu doğal kaynaklar, sanki birbirlerinden kopuk olarak yönetilebilirmiş izlenimi doğmaktadır. Bu arada, hazırlanan “Toprak Koruma Kanunu Tasarısı Taslağı” (TKTT) (daha sonra bir ölçüde değiştirilmiştir) da benzer yanlışlıklar içermektedir. Örneğin, TKTT’nin 2. maddesinde “Ülkenin arazi ve toprak kaynaklarının” ve” tüm ülke topraklarının” • • • • • • korunması geliştirilmesi belirlenmesi sınıflandırılması tahsisi uygun kullanımının teşvik edilmesi ve bu yöndeki usul ve esasların oluşturulması bir tek kuruluşa verilmek istenmektedir. Bu ifadelere göre bu kuruluş dışındaki kuruluşların, yasal görev ve sorumlulukları ile birikimleri bir kenara konulmaktadır. Belli işleri belli kamu kuruluşlarından kopararak bunlardan birine verme ve görevleri belli mesleklerin hegemonyası altında toplama niyeti, kapsayıcılık, çok sektörlülük, katılımcılık ve çok mesleklilik gibi vaz geçilmez ilkelerle taban tabana ters düşen tutumlardır ve üstelik tek kuruluşta toplamak bir koordinasyon önlemi de değildir. Yukarıdaki türden yanlışlıkları çoğaltmak mümkündür. Ancak buradaki amacımız olmaması gerekenlere örnekler verme biçiminde sınırlıdır. Bunlara bakılırsa, ülkemiz özelinde sorun, dar çerçevede bir koordinasyon sorunu olmaktan çok, bir anlayış sorunudur. Ama pek çok çözümleme sahibi, bir anlayış sorunu yokmuşçasına öneri ileri sürmektedir. Bu öneriler haklı da olsa anlayış engeli olumlu gelişmelere engel teşkil etmektedir. Koordinasyon Tıkanıklığında İki Kademe Bugün bize göre ülkede iki kademede koordinasyon tıkanıklığı yaşanmaktadır: • Sektör içinde yani alt sektörler arasında, • Sektörler arasında Havza yönetiminde baskın olan üç sektörün yani ormancılık, hayvancılık ve tarımın her birinde bir kurumsal yapı, örneğin genel müdürlükler, daire başkanlıkları, bölge müdürlükleri, il müdürlükleri... vb. mevcuttur. Bu yapı içinde dahi belli bir sektörün alt sektörleri, sorumlulukları, yetkileri, görevleri, programları çerçevesinde bir araya gelerek, öncelikli yörelerde koordine çalışma yapamamaktadırlar. Aynı bakanlıktaki hatta aynı genel müdürlük içindeki kuruluşların dahi koordine çalışmayı gerçekleştiremedikleri çok açık bir biçimde gözlemlenmekte ve durumdan şikayet edilmektedir. Birinci kademedeki bu boşluk yanında üç sektör arasında da koordinasyon sağlanamamaktadır. Ancak sadece bazı projelerde koordinasyon hayli iyi düzeyde sağlanabilmiştir. Bunun en önemli örneği yukarıda değinilmiş olan Doğu Anadolu Su Havzası Rehabilitasyon Projesidir. 116 Koordinasyon Yapıları Hemen hemen tüm dünyada havza yönetiminde yahut kırsal kalkınma çalışmalarında koordinasyondaki başarı sonucu belirleyici olmaktadır. Koordinasyonun • • • Protokollerle Proje birlikleriyle Havza yönetim kurulu yoluyla sağlanabileceği ifade edilebilir. İlgili kamu kuruluşları yukarıdaki yapılardan herhangi biri uyarınca planlama, uygulama ve izleme bağlamında teknik, idari ve finansal güçlerini bir araya getirecek ve bir havza bazında işbölümü yaparak sürdürülebilir havza yönetimini gerçekleştireceklerdir. Klasik yönetim bilgisi kurallarından biri, bir görevlinin veya kuruluşun sadece bir tek üste yahut üst kuruluşa bağlı olabileceği, farklı yerlerden emir ve talimat alamayacağı şeklinde özetlenebilir. Ancak bir havzanın bütünleşik kaynak yönetimine konu edilmes i halinde, havzada işlevi olabilecek farklı tüm sektör ve alt sektör kuruluşları, bilinen sorumlulukları yanı sıra, söz konusu havza bağlamında da, tanımı bir planla ortaya konulmuş olan görev ve sorumlulukları almak durumundadırlar. Uygulamalara bakıldığında protokollerle çalışmanın boşlukları olduğu anlaşılmaktadır. Zira bu yöntem bağlayıcılığı düşük, genellikle arkasındaki kendine öz gü finans kaynağı yetersiz, belli bir idari düzeye kadar ilgi yaratabilen bir çözüm yolu olarak dikkat çekmektedir. Diğer yandan görevin arkasında kuvvetli ve uzun ömürlü bir siyasi iradenin bulunup bulunmadığı konusunda da kuşkular vardır. Kuruluşların yaşadığı hızlı personel hareketleri de bir o kadar protokolle çalışmadaki başarıyı engellemektedir. Bu yöntemde sonuçların izlenmesi, değerlendirilmesi, ödüllendirilmesi şeklinde bir düzenlemenin varolduğu da söylenemez. Yine kural olmamakla birlikte, protokollerin ideale yakın bir projelendirme ve katılım düzenini içermediği düşünülmektedir. Büyük boyutlu ve kapsamlı kaynak yönetimlerinin protokolle yürütülmesi gerçekçi olmamaktadır. Proje birlikleri oluşturma yaklaşımı ise, yukarıda sayılan boşluklara benzer sıkıntıları daha az düzeyde yaşayan bir yaklaşımdır. Başka deyişle kamu kuruluşları kendilerine düşen görevleri yine tam ve zamanında gerçekleştirememektedirler. Bunun başlıca nedenleri, projelerin genelde bütçe dışı finans kaynaklarına dayanıyor olması, bu finans olanağının yetersizliği, kamu kuruluşları ile projenin bütçe, araç-gereç, donanım bağlantılarının zayıf olmasıdır. Bütün bu nedenlerden dolayı projelerin yeterli desteği sağlayamadıkları, ayrıca, genel olarak, bir tek kuruluş ve bir tek bakış açısı doğrultusunda yapılıp yönetildiği de ifade edilebilir. Proje birliklerinin bir başka zayıf noktası ise bu etkenliğin yalnızca birkaç yıl sürecek olmasıdır. Bu nedenle de proje sonrası izleme-değerlendirme işlerine yeterli önemin verilememesidir. Dolayısıyla proje ürünü olarak ortaya konulmuş olan havza yönetim biçiminin giderek zayıflamasıdır. Oysa projenin ürünü olan ve ilk dönemde başarılı olabilen bir havza yönetiminin ilgi ve çıkar gruplarınca sahiplenilmesi ve adeta sonsuza dek önemli bir destek görmeden yaşayabilmesi son derece önemli bir konudur. 117 Bize göre, hukuki bir düzenleme yapılarak, havza yönetim yaklaşımı, havza yönetim kurulu* yahut havza yönetim otoritesi (erki) biçimine dönüştürülebilir. Bu otoritenin, alandaki kamu birimleri ve onların elemanları ile, oluşturulacak mevzuat çerçevesinde yakın ve hızlı işleyen bir bağ kurması, yetki ve sorumluluk ilişkisi içerisine girmesi ve proje birliklerinden daha üst düzeyde bir bağlayıcılık yaratması mümkündür. Ancak bu yaklaşımın en önemli sıkıntısı, yönetim kurulunun oluşturulması ve uygulamaya geçilmesi kararının siyasi destek almaya; buna bağlı olarak da, ülke kaynaklarının öncelikli havzalarda aynı dönemde yoğunlaştırılması yönünde teknik, idari, finansal ve siyasi destek sağlamaya öteki koordinasyon yapılarından daha ileri ölçüde muhtaç olmasıdır. Başka deyişle bu yapı siyasi irade ve anlayış değişikliğini gerektirmektedir. Böyle bir değişiklik, bu sistemin hem kuruluşunu hem çalışmasını büyük ölçüde güvence altına alan bir faktördür. Ayrıca bu sistem adeta sonsuza kadar sürebilecek bir kaynak yönetim yaklaşımı olarak da dikkat çekmektedir. Yukarıda söz edildiği gibi, protokolle çalışma yöntemi dışında, bir havza yönetim kurulunun iki farklı yapıda oluşturulup çalıştırılması önerilebilir: • a)Belli bir zaman dilimini kapsayan ve görev sonunda işlevi biten bir proje çerçevesinde proje birliği oluşturmak ve bu bağlamda bir havza yönetim koordinatörlüğünün altında, planlama, uygulama ve izleme yapmak. • b)Belli bir zaman dilimi ile sınırlı olmaksızın, gelişen, değişen koşullara uyum sağlayan sürekli bir havza yönetim kurulu oluşturarak planlama, uygulama ve izleme gerçekleştirmek. Bu örgütlenmeler “matris örgütleme biçimi” olarak düzenlenmelidir. Zira görevli kiş i veya kuruluş, aynı zamanda iki farklı otoriteye bağlanmış olmaktadır. Bunlardan biris i kuruluş, diğeri havza yönetim kurulu olmaktadır. Bu iki yaklaşımın, havza yönetiminin ihtiyacı olan araç-gereç, donanım ve finans olanakları açısından ülke ölçeğinde hesap yapıldığında, önemli bir fark ve devlete ek yük getirmeyeceği de ifade edilebilir. Bu kolaylığı sağlayan husus, kuruluşların esasen elde etmekte olduğu kaynakları belli yörelere birlikte kaydırmalarıdır. Başka deyişle yeni bir kuruluş tesisini gerektirmemesidir. Kamu Hukuku Tüzel Kişiliğine Olan İhtiyaç Diğer yandan, havza yönetim kurulunun kamu hukuku tüzel kişisi statüsüne sahip olmasını gerektiren nedenlere de değinmek gerekir. Havzalarda genellikle orman ve mera alanları büyük yer kaplamaktadır. Devlete ait ormanlar Anayasa'nın 169. maddesi gereği devlet tarafından işletilmeli ve yönetilmelidir. Burada kısaca bu Anayasa ilkesinin yerinde olduğunu ve kaldırılmasının büyük sakıncalar yaratacağını belirtmek gerekir. Son dönemde Hükümetin Anayasa’nın 169. maddesini “Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir, işletilir ve işlettirilir” şeklinde değiştirme gayreti içinde olduğu, bu Anayasa değişikliğinin Cumhurbaşkanı tarafından veto edildiği, arkasından 20-21 Eylül 2004 tarihinde * Havza Yönetim Birimi; Havza Yönetim Erki gibi terimler de düşünülmelidir. 118 “Ormancılığın Değerlendirilmesi İstişare Toplantısı”nın yapıldığı ve bunun bildirgesinde “işlettirme” doğrultusunda sonuç verecek önerilerin bulunduğu hatırlanmalıdır. Dolayısıyla, ancak havza yönetiminin kamu tüzel kişisi niteliğine sahip olması ile Anayasa’nın sözü edilen ilkesi yerine getirilebilecektir. Böyle bir otoriteye, ancak yasa koymak suretiyle kavuşulabileceği de açıktır. Bu noktada tartışılması gereken sorunlardan biri de kamu hukuku tüzel kişiliğinin hangi kademede yani ulusal, bölgesel, havza düzeylerinden hangisinde oluşturulabileceğidir. Bize göre kamu hukuku tüzel kişiliği havza yönetimi düzeyinden (HYK) başlamalıdır. Bu tüzel kişiler, bir bölgede, Bölgesel Havza Yönetim Kurulu koordinatörlüğü (BHYK) kapsamında yer alan öğeler olarak çalışma yapacaklardır. BHYK'nın temel görevi, kendi bölgesindeki havza yönetimlerinin koordinasyonudur. Esasen bazı coğrafyalarda, belki de, proje birliği ve/veya havza yönetim kurulu yer almayabilecektir. Ülke düzeyindeki tek yapılı veya iki yapılı bu örgütlenme havzaların önemine ve bunların aldıkları öncelik puanına göre oluşturulacaktır. Havza yönetim kurulları, adeta, UHYK'nın, yerel havza idareleri durumundadır. Dolayısıyla UHYK de bir kamu hukuku tüzel kişisi olmalıdır ve başbakana yahut bir devlet bakanına bağlı kurul olarak faaliyet göstermelidir. Proje birliği yaklaşımı da geçerli olsa, havza yönetim kurulu yaklaşımı da geçerli olsa, başarılı bir havza yönetiminin sürekliliğini sağlama gibi önemli bir sorun söz konusudur. Ancak proje birliğinde bu süreklilik daha zor ve karmaşık bir sorun halindedir. Proje birliği yaklaşımıyla oluşturulan başarılı bir havza yönetimi bu yönetime sahip çıkabilen bir yerel örgütlenmeye bırakılmak zorundadır. Aslında böyle bir olanak havzaların seçimi sırasında aranmalı ve böyle bir umut varsa proje birliği yapısına girişilmelidir. Havza yönetiminin kamu tüzel kişisi olan bir örgütlenmeye bırakılması da önem kazanmaktadır. Zira daha önce de belirtildiği gibi Anayasa'nın 169. maddesi bunu gerektirmektedir. Böyle bir durumda kooperatif ve dernek seçenekleri ikinci planda kalmaktadır. Dolayısıyla havza yönetiminin düzenlenmesinde köy birlikleri kurma ve buna kamu hukuku tüzel kişiliği verme daha gerçekçi bir yol olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak burada bize göre üzerinde önemle durulması gereken noktalar vardır. Kısacas ı “yönetişim” terimiyle bugünlerde kastedilmeye başlanan bir çerçevede özel kesimin yönetim erkine dahil edilmesinin önemli sakıncaları vardır. Yönetişim terimi ile kamunun, sivil örgütlenmenin ve özel sektörün birlikte oluşturduğu “yönetim erki” hedeflenmektedir. Böylece kamunun işlevi ve alanı hayli daraltılmış olmakta ve havza yönetimi gibi kaynakların kamu yararına yönetilmesinin gerektirdiği etkinlikler özel sektörün değerlerine bırakılmaktadır. Burada, henüz havzalar çerçevesinde yeterince ortaya çıkamayan sivil örgütlerin durumu da düşündürmektedir. Ne var ki bu ifadeler, katılımı dışlamak anlamına gelmemektedir. İlgi ve çıkar grupları planlama, uygulama, izleme... gibi süreçlere katılmalı, bunların talepleri dikkate alınmalı, hatta baskı grubu olarak etki yaratabilmelidirler. Ancak ilgi ve çıkar gruplarının dernekler ve vakıflar vasıtasıyla ve yetkili oldukları konularda katılımı esas alınmalıdır. Bu sırada katılımcıların sadece talep baskısı yaratması değil, havza yönetimine verecekleri katkı ön plana çıkmaktadır. Katılım hakkı, eğer havza yönetiminde gerekli olan parasal ve para dışı eksenlerde destek söz konusuysa mevcuttur. Havza Yönetiminde Hiyerarşi UHYK, genel anlamda veyahut belli havzalar için, bakanlıklar arası idari, teknik, finansal sorumlulukların öngörülüp tanımlandığı ve paylaşıldığı, önceliklerin ölçütlere bağlandığı, ülke programlarının yapıldığı ve BHYK ve HYK faaliyet sonuçlarının denetlenip 119 onandığı bir kurul niteliğindedir. Bu kurul olası tüm işlevleri, dolayısıyla ilgili olabilecek kamu kuruluşlarını alt sektörler temelinde kapsayacak bir bileşime sahip olmalıdır. Başka bir ifade ile bakanlıkların tek elden ve tek kişiyle temsil edildiği bir yapı yerine ilgili bakanlıkların havza yönetiminde işlevselliği olan tüm alt sektörlerini yani temsilci uzmanlarını içeren katılımcı bir yapı seçilmelidir. UHYK’nun başkanlığını bir devlet bakanının yahut dönüşümlü olarak, kurul üyesi bir bakanın yürütmesi uygun bir yaklaşımdır. Ancak, temsil ağırlıkları, kuruluşların harcama düzeyi, personel sayısı, coğrafi alanlarının büyüklükleri vb. açısından değil, işlevsel uzmanlık niteliklerine, alt sektörlere göre ve herhangi bir hegemonyaya, eşitsizliğe ve dengesizliğe olanak vermeyen ölçütlere göre tespit edilmelidir. Bu kurul, müzakerelerini “yuvarlak masa toplantısı” anlayışıyla gerçekleştirmelidir. Hegemonyayı önlemek ve görevleri gerçek sorumlularına verebilmek üzere ş u hususlara ilke düzeyinde önem verilmesi uygundur: • • • • Havzadaki olası işlevlerle doğrudan ilgili elemanı yahut birimi olan, Havzalardaki işlevlerle doğrudan ilgili hukuki yetki ve sorumlulukları olan, Havzalardaki işlevlerle doğrudan ilgili finansal, idari ve teknik gücü bulunan, Havza planlaması, plan uygulaması ve izleme konularında birikimi olan elemanlar, birimler ve nihayet bakanlıklar temel alınmalıdır. Bu hiyerarşik yapıyı başarıyla kurabilmek üzere, kurumların ve kuruluşların, mülki bölümlenmeye, yani il ve ilçeye göre taşra örgütlenmesi yapması yerine, bölge bazında örgütlenmesi zorunludur. Bütün bu koşullar, bir yanıyla, kurullara olan güveni, hem kurul içi ortam , hem kurul dışı ortam itibariyle sağlayacak; diğer yanıyla bakanlıkların ve onların taşra birimlerinin ve elemanlarının sorumluluklarıyla severek bütünleşmesini güvence altına alacak hususlardır. Havza Yönetiminde İşlevler ve S orumluluklar Her şeyden önce, üst düzey karar verme, koordinasyon, planlama, uygulama, izleme ve değerlendirme yapma işlevlerinin, bir tek havzada da, havzaların birkaçını bir araya getiren büyük havzalarda da geçerli olduğunu belirtmek gerekir. Bir havzada yukarıda belirtilen ve sıralanan işlevlerin her birinin hangi örgütlenme yapısı ve hiyerarşisi içerisinde gerçekleştirilebileceği ve bu yapının başlıca sorumluluklarının neler olabileceği kısaca şu şekilde açıklanabilir: A) Örgüt Yapısı: Ulusal Havza Yönetim Kurulu Başlıca Sorumlulukları: Politikayı, üst ve ülkesel amaçları, kaynak yönetiminin ilke ve kurallarını belirleme ve havza önceliklerini ortaya koyma, programları Kalkınma Planlarıyla uyumlulaştırma, kaynak tahsisi kararları verme, plan onaylama vb. işleri gerçekleştirme. B) Örgüt Yapısı: Bölge Havza Yönetim Kurulu 120 Başlıca Sorumlulukları: Politikaların, planların ve yönetim programlarının koordinasyonu; içsel ve dışsal ilişkilerin düzenlenmesi ve koordinasyonu; üst ve ast ilişkilerinin düzenlenmesi; program uygulamalarının koordinasyonu; izlemedeğerlendirme; destek hizmetleri sağlama. C) Örgüt Yapısı: Havza Yönetim Kurulu Başlıca Sorumlulukları: Veri toplama, karar vericilerle ve koordinasyon yapılarıyla iletişim ve bağıntı kurma, çözümleme, uzlaştırma, senaryo geliştirme ve değerlendirme, plan hazırlama, plan uygulama, denetleme, izleme, değerlendirme , bilgilendirme ve bilinçlendirme, katılım düzenleme. Ulusal ve Bölgesel Havza Yönetim Kurullarının yapısı içerisinde kamu kurum ve kuruluşları, köy tüzel kişilikleri, köy birlikleri, kooperatif birlikleri, yerel yönetimler, meslek odaları, ziraat odaları birliği, üniversiteler, sendikalar, odalar ve borsalar birliği, avcı dernekleri temsilci uzmanları yer almalıdır. Ancak, birlik, örgüt ve temsilci belirlemede uzmanlaşmaya ve yetkeye dikkat etme ve bu doğrultuda kural koyma zorunluluğu vardır. Havza Yönetiminde Mevzuat İhtiyacı Bugünkü yasalarla yapılan kaynak yönetim çalışmalarında kurumlar, havzada kendi yasal çalışma konularında, birbirlerinden ayrı ve halktan uzak bir şekilde çeşitli çalışmalar yapmaktadırlar. Bu durumda kaynak yönetimi havza bazında ve bütünlük arz eder şekilde yapılmamaktadır. Köylünün katılımı sağlanmadığı için de yatırımlarda kaynak israfı ortaya çıkmakta ve sürdürülebilir bir havza yönetimine geçilememektedir. Bugünkü anlayış ve yasalar çerçevesinde sürdürülebilir havza yönetimi ancak rastlantılarla ortaya çıkabilecek ve kısa ömürlü olabilecektir. Buna göre, bağlayıcılığı olan, dolayısıyla yaptırımı bulunan, iletişim, koordinasyon, katılım, maliyetlerin paylaşımı... vb. konuları düzenleyen, kişi ve kuruluşların görev ve sorumluluklarını, kurulların bileşimini, çalışma usullerini kurala bağlayan ve havza yönetim yapılarını, yerel ve merkez olarak birbirine bağlayan bir mevzuata ihtiyaç bulunmaktadır. M evzuatın geliştirilmesi ihtiyacı bir başka açıdan da zorunludur. Zira Anayasa’nın 123. maddesi “İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır” demektedir. Oysa havzalar bazında, gerektikçe, bir yönetim kurulu kurulabilmeli ve bu idare kamu tüzel kişiliğine sahip olmalıdır. Devlet ormanlarının devlet tarafından yönetileceği ve işletileceği ilkesi bunu gerektirmektedir. Dolayısıyla 123. maddenin bu doğrultuda düzenlenmesi gerekmektedir. Havzalarda bir yönetim kurulunun kurulması, doğal kaynakların yönetiminde ortaya çıkan bir zorunluluktur. Kamu yönetimi reformu çerçevesinde düşünülen yerelleştirme ile, yani kaynak yönetimini belde veya il çerçevesinde düşünen bir yaklaşımla önerilenlerin ilgisi bulunmamaktadır. Ülkemizde, havza yönetim birikimine yeteri kadar sahip olunamayan bir ortam geçerli olduğuna göre, böyle bir mevzuatın hazırlanmasının dahi riskli olduğu kabul edilmelidir. Öyleyse bu mevzuat çalışmasının deneyimlere, araştırma ve inceleme sonuçlarına, tartışmalara, bilimsel raporlara dayanması gerektiği de ortadadır. Başka bir deyişle açık, demokratik, yansız, bilimsel, katılımcı bir ortamda yaşanacak bir olgunlaştırma dönemine ihtiyaç vardır. Bunun yanı sıra, bir ya da birkaç pilot çalışmanın da çok büyük değeri 121 bulunmaktadır. Dolayısıyla sağlıklı bir mevzuat çalışması, başarılı sayılabilecek havza yönetim örneklerine ulaşıldığı noktada gerçekleştirilebilir. KAYNAKLAR 1. BOUDEVİLLE, J.R. 1968. L’Univers Rural et La Planification. Bibliothèque d’Economie Contemporaine. PUF. 216 s. Paris. 2. BROWN, D.W. 1996. Strategic Land Use Planning Commission on Resources and Environment. 176 s. ve ekleri. Victoria B.C. 3. CERAN, T. 1997. Toprak Yönetiminde sorunlar ve Çözüm Önerileri. Birlik Haberleri, TMMOB Yayını Yıl 24, Ocak 1997. s.35-38. Ankara. 4. GERAY, U. ve AYANOĞLU, S. 1997. M era Kanunu Tasarısı Üzerine İncelemeler. Birlik Haberleri, TMM OB Yayını, Yıl 24, M art 1997, s.48-54. Ankara. 5. GERAY, U. 1999. KHGM ’nce Hazırlanan Toprak Yasası Tasarı Taslağı Hakkında Görüş (1. Yazım) 10 s. İstanbul (Yayınlanmamıştır). 6. GERAY, U. 2000. Arazi Kullanımı ve Toprak Koruma Kanunu Tasarı Taslağı Hakkında Görüş (1. Yazım). 11 s. (Yayınlanmamıştır). 7. KHGM , 1999. Toprak Koruma Kanunu Tasarı Taslağı. 10 s. Ankara. 8. LOOM İS, J.B.1998 İntegrated Public Lands M anagement. Columbia University Press. 474 s. New York. 9. M INISTRY OF ENVIRONM ENT, 1991. Resources M anegement, 12 s. Wellington. 10. OECD, 1998. Formulation de la Politique Rurale. OECD Yayını.177 s. Paris. 11.ONGAN; S.E.1997. Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi. DPT Ulusal Çevre Eylem Planı. 84 s. Ankara. 12. TEMA, 1999. Toprak Koruma ve Arazi İyileştirme Kanunu Tasarısı Taslağı. 18 s. İstanbul (Yayınlanmamıştır). 13. ÜNVER, İ. ve BÜYÜKBURÇ, U. 1998. Tarım ve M era Arazilerinin Yönetimi. DPT Ulusal Çevre Eylem Planı.94 s. Ankara. 122 TURGUT Ç ELİKKO L Dağlık su havzalarındaki doğal kaynakların sürdürülebilir Kullanım modellerinin belirlenmesinde göz önünde bulundurulması yararlı olabilecek temel prensipler ve amaca Ulaşılması çalışmaları 1. Ana amaç: dağlık su havzalarındaki doğal kaynakların sürdürülebilir çok yönlü kullanılmasının temini için metot ve modellerin bölgelere göre belirlenmesi. 2. Strateji : 2.1) Halkın katılımının temini, 2.2) Çok yönlü kullanım, (entegre yararlanma) 2.3) Koruma/ kullanma dengesinin sağlanmas ı 2.4) Teknik-ekonomik-sosyal ve çevresel yönden uygulanabilir metotların kullanılmasının temini. 2.5) Koruyana ve geliştirene yardım 2.6) Kullanana ve kirletene (bozana) ödettirme 3. M etot: havzalardaki değişik ekosistemlerin sürdürülebilir yönetimi için değişik metot ve modellerin kullanılması 4. Araç: araç olarak doğal kaynakların -kullanım planları öz elde katılımcı ve sürdürülebilir orman amenajman – kırsal kalkındırma - üst havza kullanım planları ve özel planlar 5. Uygulama alanı: pilot çalışmalar olarak 5.1) Büyükşehir belediye mücavir alanlarına bitişik veya yakın ormanlık alanları mesela:İstanbul-bursa-İzmir-İzmit v.s.) 5.2) Önemli turizm merkezleri ve yat limanları civarı ormanlık alanları (mesela: M armaris, bodrum, Kuşadası, çeşme v.b.) 5.3) Can kayıplarına neden olan öncelikleri belirlenmiş s el dereleri üst havzaları 5.4) Katılımcı kırsal kalkındırma çalışmaları yapılabilir köy veya mahalleler 6. Öncelikle yapılması gerekli çalışmalar 123 6 1) havza doğal kaynaklarının özelde toprak kaynakları, tarım toprakları orman mera ve su kaynak alanları Fonksiyonlarının 21'inci y.y. ihtiyaçlarına göre katılımcı yöntemlerle tespiti 6.2) Ana amaçları: fonks iyonları belirlenen doğal kaynakları alanların verilen bu fonksiyonları yapabilecek durumda olup olmadıklarının belirlenmesi, 6.3) Doğal kaynak alanlarının fonksiyonlarını gerçekleşmesini engelleyen önemli sorunların belirlenmesi, 6.4) sorunlardan hangilerinin hangi tedbirlerle ortadan kaldırılabileceği Açıklıkla organize edilerek belirlenmelidir. 7. Yapılacak iş ler: 7.1) belirlenecek havz a, il, ilçe veya köy baz ında havz a kullanım planı hazırlığına başlanacağı konusunda havza ile ilgili kurum, kuruluş dernek, vakıf ve belediyelere bilgi verilerek istek ve düşüncelerini hazırlamaları istenir. Bu kuruluşlar şunlar olabilir; 1. Havzadan özellikle toprak ve su kaynak alanlarından öncelikle direk mümkün olursa endirekt yararlanan kamu kurum ve kuruluşları; DSİ, köy hizmetleri, hazine (mal müdürlüğü), tarım ve orman bakanlığı v.b. 2. Toprak ve su kaynak alanlarından direk ve endirekt yarar sağlayan belediyeler, kasaba ve köyler, 3. Havzayla ilgili çevre, varsa kalkınma dernekleri ve vakıflar, 4. İl bazındaki çevre koruma vakıf ve dernekler gibi çalış ılacak alanıyla ilgili veya faaliyet gösteren kuruluşlardır. • • • Tüm bu kuruluşların temsilcilerinden oluş an geniş bir toplant ıyla her kurum, kuruluş veya derneğin teklifleri girdi ve çıktıları île beraberce kamuoyu önünde açık şekilde tartışılır, Yeni tekliflerin havza yönetimi tarafından veya orman bakanlığınca hazırlanan havza planında yer alması sağlanır. Tüm ilgililerin katılımıyla hazırlanan bu havza p lanı. . . Ve mera alanlarıyla direk veya endirekt ilgisi bulunan kurum kuruluşların temsilcilerince .." incelenerek ülke ve bölge şartlarına uygun yöntemlerle yönetim planı düzenlenir.' ' orta vadede kanuni D üz enleme y ap ılabilirs e .. 1 . . Belirlenen oy oranlarına göre oy'a sunulur ve çoğunluğun oy'u ile kabul edilir. Vali devlet in görüşlerini de bildirdiğinden bu oylama sonuçlarını değiştirebilir ve sonuç kamuoyuna açıklıkla ilan edilir. Özellikle arzı üzerinde yapılacak işlerle ilgili açıklamalar kamuoyuna duyurulur. 124 Oy oranları: seçilmişler: il-îlce-kas aba belediye başkanları ve köy muhtarları : % 30 (en yakın seçilmiş kişi veya kurum) Toprak ve su alanlarını koruyan ve geliştiren kamu kurum ve kuruluşları : %30 Toprak ve su alanlarını kullanan ve bozanlar turizmciler. Keresteciler, mobilyacılar, sanatkarlar, balıkçılar, hayvan üreticileri, fabrika sahipleri, tarımla uğraşanlar, madenciler v.b.: %20) Çevre ve kalkınma ile ilgili hükümet dışı vakıf ve dernekler: %20 - 7.2)Dağlık yukarı havz alarda orman bağımlığı orman genel müdürlüğü koordinatörlüğünde orman bakanlığına bağlı genel müdürlüklerin konularında uzman teknik elemanlarından ve ihtiyaç duyulan diğer mes lek gruplarından elemanlarla multi disip linler bir havz a planlama heyet i (üst havz a ıs lah ve kullanım planını hazırlayacak hey et) t eşkil edilir. (bu heyette sosyologlar da bulunmalıdır) 7.3)Heyet, il, ilçe, köy ve dere havzas ını çalışma ünitesi olarak alır ve plan ana amaçlarını organize ederek belirler. 7.4)Havza ıslah ve kullanma planının tanıtımı konusundaki her türlü rapor resim-slaytvideo-kaset-broşür v.b. Hazırlar ve yönlendirme çalışmaları yapar. 7.5)Taslak havza ıslah planı yerinde yüksek düzeyde yönetici ve teknik kuruluşlar yetkilileriyle görüşülür ve uygulanacak havza kullanım modeli belirlenir - bu model 4-5 yıl boyunca kırsal kalkındırma - havz a ıslahı katılımcılık tekniklerine uy gun ş ekilde elastiki olarak uy gulanır ve her çalış manın maliyeti ile katılım yüzdesi tespit edilir. Bu t ip çalışma daha ziyade kullanım ve korumanın bedelli yapılmasını ve ilgili." _ ı havza veya köyün geliştirilmesini öngörür ıslahı gerektiren havzalarda önce ıslah modelleri uygulanır ve bilahare bakım ve üretim safhasına geçilir. DAĞLIK VE ORMAN LIK ARAZİLERD E EROZYONLA S AVAŞ VE MERALARIN IS LAHI YAS A TAS ARIS I GEREKÇE: Türkiye'de toprak erozyonunun büyük boyutlara ulaştığı, her yıl 450 milyon ton toprağın nehir ve derelerde süspans e halde taşındığı, sel ve çığ felaketlerinin yaygın bir hal aldığı, taşınan topraklarla baraj göllerinin kısa zamanda dolmakta olduğu, erozyon, sel ve çığ olaylarının büyük ölçüde dağlık kes imde ve ormansızlaşmanın sonucu olarak meydana geldiği bilinmektedir. Nüfusun artması ile birlikte dağlık kesimde yaşayan insanların orman ürünlerine, tarım araz ilerine ve ot lak sahalara olan ihtiyaçları da artmaktadır. Bu durum is e; ormanlar ve meralar üzerindeki baskının çoğalması ve erozyonun daha da şiddetlenmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu gidiş, dağ ekonomis inin çöküşüne, buralarda yaş ayan ins anların fakirleşerek göç etmesine neden olduğu gibi; aşağı havzalarda sel ve çığ büyük can ve mal kayıplarına neden olmakta ve ekonomiye büyük darbeler vurmaktadır. Dağlık ve ormanlık bölgelerin rehabilitasyonuna çalışıldığı ölçüde havzalarda yaşayan insanların yaşam koşulları iyileştirilebileceği gibi, hem toprakların muhafaza edilmesi ile verimlilikleri arttırılmış ve 125 hem de aşağı kısımlar (yerleşim yerleri, ulaşım hatları, tarım arazileri, endüstriyel tesisler v.b.) sel ve çığ zararlarından korunmuş olacaktır. Ancak büyük ölçüde ormancılık sektörünün sorumluluğu altında bulunan dağlık arazilerin ıslahına ilişkin yasalar yetersiz bulunmaktadır. Dağlık ve ormanlık bölgelerde, erozyonla mücadeleyi öngören 6831 sayılı Orman Yasas ının 58. M addesi "Devlet ormanlarının içindeki ırmak ve çay kenarlarını ve bunların kaynaklarını tanzim edecek, s ellerin hus ulüne, yer kaymalarına ve toprak aş ınma ve taşınmalarına mani olacak her türlü ağaçlandırmalar ve teknik tedbirler orman idaresince yapılır. Ancak Devlet ormanları içinden geçen demiryolu ve şoselerin ve her nev'i tesisatın tahkimi ve t amiri orman idares ine malumat verilerek alakalılar tarafından yap ılır" denmektedir. 21.05.1992 tarihinde kabul edilen 3800 sayılı Orman Bakanlığı kuruluş ve görevleri hakkındaki 2. M addesi (d) fıkrasında "Erozyon Önleyici her türlü tedbirleri almak" görevi Orman Bakanlığına verilmiştir. Ayrıca 2. M addenin (i) fıkrasında "Devlet ormanları içindeki ve bitiş iğinde oturan köylülerin sosyal ve ekonomik geliş melerini s ağlamak maks adıy la her türlü çalış maları y apmak" görevleriy le de Orman Bakanlığı görevlendirilmiştir. Bu maddeler orman idaresinin faaliyetlerini yalnız orman hudutları içindeki arazilerle sınırlandırmaktadır. Halbuki sel olayı bir su havzası içinde yalnızca ormanlık sahalardan kaynaklanmamaktadır. Selin ort aya çıkmas ına engel olabilmek için havza içindeki ormansızlaşmış, orman hudutları dışında kalmış ve bugün orman sayılmayan arazilerle diğer mera ve tarla gibi araziler üzerinde de tedbirler almak gerekmektedir. Bu tedbirler alınırken ortaya çıkabilecek sosyo- ekonomik problemlerin ve halkla ilişkilerin düzenlenmesine ilişkin mevcut yasada hiçbir hüküm bulunmamaktadır. Yasalarda bu konulara da açıklık getirmek zorunluluğu vardır. Bu güne kadar dağ ekonomisinin geliştirilememiş olmas ı ile erozyon, sel ve çığlarla etkin bir şekilde mücadele edilmemiş olmasının asıl nedeni bu yasal yetersizliktir. Son olarak çıkarılan 23.7.1995 t arih ve 4122 s ayılı "M illi A ğaçlandırma ve Seferberlik" yasası yukarıda açıklanan noksanlıkları giderebilecek nitelikte olmadığı gibi bu konularda görevli olması gereken O rman Bakanlığına bağlı A ğaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel M üdürlüğüne icra organı olarak belli başlı bir yükümlülük getirmektedir. Diğer taraftan, Türkiye'de 12.377.620 hektar çayır ve mera sahası bulunmaktadır. Bu meralardan3.500.000 hektarına dağlık arazi meraları denilmektedir. Yurt hayvancılığı için büyük bir potansiyel oluşturan bu meralar gereği gibi ele alınamadığından dağ ekonomisinin temeli olan bu sahalardan rasyonel bir şekilde yararlanılamamaktadır. Yine bu meralar aşırı ve düzensiz otlatmalarla tahrip olmakta, büyük ölçüde erozyona maruz kalmakta, sellerin ve çığların başlıca nedeni olmaktadır. Dağlık arazilerdeki ormancılık sektörünce ele alınması gereken bu araziler hakkındaki orman yasalarında bulunan hükümler bu konuyu da gereği gibi ele almaya yeterli değildir. 1956 tarih ve 6831 sayılı Orman Yasas ının otlak ve mera işleri bölümü alt ında bulunan, 20, 21 ve 22. M addelerden 20. ve 21. maddeler, meraların ıs lahı için değil, ormanların korunmasını amaçlamaktadır. 22. madde ise "Ziraat Vekaleti, Devlet Ormanları içindeki ağaçsız yaylak ve otlakları, tanzim tevzi ve ıslahı hususunda gerekli tedbirleri alır" demekle yetinmektedir. Bu madde Orman İdaresine, devlet ormanları içindeki yaylak ve otlakları tanzim, tevzi ve ıslahı için yetki vermekle beraber bu yetkilerin nasıl kullanılacağına, meralarda otlat ma hakkı bulunanlarla devlet ilişkilerinin nas ıl düzenleneceğine otlatma hakkı bulunanların sorumluluklarının neler olacağına açıklık getirmektedir. Orman Bakanlığı kuruluş ve görevlerini belirleyen 3800 sayılı yasanın 2. M addenin (e) fıkrasında Devlet Ormanları içindeki otlak, yaylak kışlakları özel mevzuatına göre ıslah etmek, otlatma amenajman planları yapmak ve yaptırmak görevi Orman Bakanlığına verilmiştir. 126 Yine bu madde, orman idaresinin faaliyetlerini devlet ormanları içinde bırakmaktadır. Halbuki devlet ormanları hudutları içinde olmadığı iddia edilebilinecek yüksek dağlık arazilerde, ormancılıkla ilgili ve ormancıdan başkasının ilgilenemeyeceği 3.500.000 hektar mera sahaları bulunmaktadır. Bu sahaların da orman idaresince ele alınmasının gereğine açıklık getirmek üzere yasada "Devlet ormanları içinde" ibaresi yerine "Dağlık ve ormanlık sahalardaki yaylak ve otlakların" ibaresinin getirilmesinde zaruret görülmektedir. Sonuç olarak bu yasa dağlık ve ormanlık arazilerde erozyonun önlenmesi ve çığlarla mücadele, yaylak ve otlakların ıslahına imkan vermek amacı ile hazırlanmıştır. DAĞLIK VE ORMANLIK ARAZİLERD E EROZYONLA S AVAŞ VE MERALARIN IS LAHI YAS AS I TAS ARIS I Birinci Bölüm Amaç ve Kapsam MADD E-1 Bu yasanın amacı; dağlık ve ormanlık bölgelerde erozyonun önlenmesi, sellerle ve çığlarla savaş , yaylak ve meraların ıs lahı ile en iyi yararlanma yönt emlerinin düzenlenmesidir. İkinci Bolum Dağlık ve Ormanlık Arazilerde Erozyonla S avaş MADD E-2 Orman Bakanlığı, dağlık ve ormanlık bölgelerde erozyonun görüldüğü veya erozyona uğraması muhtemel bulunan ve ele alınarak ıslah edilmesinde KAM U YARARI GÖRÜLEN DURUM LARDA, arazi mülkiyet i kime ait olurs a olsun buralarda yasak hükümleri konmas ını isteyebilir. Yasak hükümleri, Orman Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunun kararı, illerde vali veya görevlendireceği vali y ardımcıs ının başkanlığında; ilgili belediye baş kanlığı, muhtarlık. Orman Bölge M üdürlüğü ve Köy Hizmetleri ve Tarım İl M üdürlüğü tems ilcilerinden oluşan bir heyet marifeti ile hazırlanan rapora dayanarak alınır. Yas ak hükümlerinden; bu sahalarda hayvan otlatmalarının, ağaç kesimlerinin, arazi açmalarının her türlü doğal bitki örtüsünün tahribinin yeni yerleşmelerinin yasaklanması anlaşılır, MADD E-3 Sel ve çığ oluşması ile kamuya zarar veren veya zarar vermesi muhtemel olan dağlık ve su havzaları ile çığ yolları; Orman Bakanlığınca bu yasanın yayımı tarihinden itibaren beş yıl içinde belirlenir. MADDE - 4 Ele alınmasında kamu yararı görülen ve 2. M adde ile Bakanlar Kurulu kararı ile yasak hükümleri ikame olunan s el havzalarında erozyonun önlenmes i ve su rejiminin düzenlenmesi için her türlü arazide havza amenajmanı esasları dahilinde alınması gerekli görülen her türlü idari, teknik ve kültürel tedbirler Orman Bakanlığına bağlı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel M üdürlüğünce alınır. MADDE - 5 Kamu yararı nedeni ile ıslahı ele alınan sel dere havzaları içinde arazisi bulunan özel ve tüzel kişilere bu arazilerde yapılacak çalışmaların planlanmasına ilgili köyler katılır ve uygulamalarda arazi sahiplerine iş gücünün %25 oranında bir katılımı haricinde herhangi bir 127 külfet yüklenemez ve arazilerde meydana gelecek ıslahlar için arazi sahibinden başkaca bir tazminat talep edilmez, MADD E - 6 M adde 12, M era ve yaylakların ıslahı için gerekli iş gücünün %25 i ilgili muhtarlık veya belediyelerce karşılanır. Orman idaresi işçiliğin % 25 ine ilaveten köyde bulunmayan ve köy dışından satın alınan malzemelerin bedellerini karşılar. MADD E - 7 M era’lardan yararlanma meranın gücü oranında ve eş itlik es asına göre uygulanır. Orman Bakanlığınca mera ile ilgili köy ve belediyelerin yetkililerinin de katılımıyla hazırlanan otlatma planına göre yararlanma yapılır. Bu planda; meraya giriş ve çıkış yolları yer alır. Otlat ma planının uy gulanması köy muhtarlıkları ve belediye başkanlıklarınca takip ve kontrol edilir. Her yıl sonunda Orman Bakanlığının meraya en yakın taşra teşkilatı otlatma planının uygulanmasıyla ilgili bir rapor hazırlayarak bu raporlardan birer nüshasını ilgili köy ve belediyeler ilgili kaymakamlığa gönderiri. Bu raporda gösterilen teknik tavsiyelerin uygulanmasından mera ile ilgili köy ve belediye yetkilileri, takibinden Kaymakamlık kontrolünde Orman bakanlığı taşra teşkilatı sorumludur. MADDE - 8 Sel havzası içinde arazisi bulunan gerçek ve tüzel kişiler, bu arazilerde erozyonu ve seli önleyici tedbirlerin alınmasına izin vermek ve tesisleri korumak zorundadırlar. MADD E - 9 Yapılacak çalışmalar sonunda gerçek ve tüzel kişilere ait arazilerde bir zarar olması halinde bu zarar devletçe karşılanır ve gerektiğinde bu araziler kamulaştırılabilir, MADD E - 10 Bakanlar K urulu kararı ile yas ak hükümleri ikame olunan sel havz aları içindeki ormanlar, ağaçlandırma sahası ve diğer arazilerde işlenen suçlar 6831 sayılı Orman Yasasındaki muhafaza ormanları için ön görülen suçlar gibi cezalandırılır. Üçüncü Bölüm Dağlık ve Ormanlık Arazilerde Mera Ve Yaylakların Islahı MADD E -11 25.02.1998 tarih ve 4342 s ayılı M era K anunu'na göre D ağlık ve ormanlık bölgelerdeki mera ve yaylakların ıs lahının O rman Bakanlığına bağlı A ğaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel M üdürlüğünce ele alınabilmesi için bu mera ve yaylakların M era Komisyonlarınca ait oldukları köy veya belediyeler tahsisinin yapılmış olması gerekmektedir. Ancak komisyonun tahsis i henüz yapamadığı yerlerde evvelce çeşitli kanunlar uyarınca yapılmış olan tahsislere veya teessüs etmiş teamüllere göre ilgili köy veya belediyelerin intifa hakkı kabul edilir. Bu hakkın ilgili vilayet makamlarınca onaylı, mevki, hudut ve genişliği belirtilmiş bir belge ile kanıtlanmış olması gerekir. Birden fazla köy veya belediyelerce müştereken yararlanılan meralar köylerin hane adetleri ve köy mülki hudutları esasına göre ilgili köy veya belediyeler arasında mülki makamlarca bölüştürülür. Köy mülki hudutları bir adaletsizliğe neden olduğu yerlerde hane adedine göre bir bölüşüme gidilir. MADDE - 12 Orman içi, kenarı ve üstü mera ve yaylaklardan intifa sahibi köy muhtarlıkları veya belediye başkanlıkları her yıl 1 Ocak tarihine kadar mera ve yaylaklarının genişliğini, ne mikt ar ve cins hayvan sokacaklarını, meraya giriş ve çıkış tarihlerini bildiren bir bey annameyi bağlı bulundukları valilik veya kaymakamlık makamına bildirmek zorundadırlar. Bu zorunluluk valilik ve kay makamlıklarca her köy veya belediye başkanlığına en geç 1 Ekim tarihine kadar tebliğ edilir. 128 MADDE - 13 Orman içi, kenarı ve üstü M era, kışlak ve yaylakların ıslahı ve buralardan yararlanılması O rman Bakanlığına bağlı A ğaçlandırma ve Erozyon Kontrolü G enel M üdürlüğünce ıslahına gerek olmayan veya ıslah çalışmaları biten meralarda OGM ce hazırlanan planlara göre yararlandırma yapılır. MADD E - 14 M era ve yaylaklardan istifade edenlerden 4342 sayılı M era Kanunu'na göre yararlandırılır. Yararlanan hayvan cins ve miktarına gör her yıl köy ihtiyar heyeti veya belediye meclisince tayin edilecek miktarda bir aidat öderler. Tahsil olunacak bu paralar köy bütçesinde ayrı bir hesaba alınarak mera ve yaylaklarının ıslahı ve ihtiyacı için kullanılır. MADD E - 15 M eralardan yararlanma, 4342 s ayılı M era K anunu'na göre meranın gücü oranında ve eş itlik esasına göre uygulanır. Köy muhtarları ve belediye başkanları otlatma planına göre bunu kontrol etmek uygulamak zorundadırlar. MADD E - 16 Bu kanun hükümlerine riayet etmeyenler 6831 s ayılı Orman Kanunu, 4342 sayılı M era K anunu ve Türk Ceza K anununun 513. Ve devamı maddelerine göre cezalandırılır. İşlenen suçları zamanında duyurmayan muhtar, ihtiyar heyeti üyesi ve belediye başkanı bu kanunun uygulanmasında görev ve sorumluluk verilen kişiler hakkında dördüncü bölüm yürürlük hükümlerine göre işlem yapılır. MADDE -17 Bu yasasının yürütülmesinden Orman Bakanlığı sorumludur. MADDE - 18 Bu yasa yayınlandığı tarihinden itibaren yürürlüğe girer. TURGUT Ç ELİKKO L 129 HAVZA AMENEJMAN I S ERVİS LERİNİN KURULUŞ U, ORGANİZAS YONU ve SOS YO-EKONOMİK FAKTÖRLERİN HAVZA AMEN EJMANINDAKİ ROLÜ GİRİŞ : Bir havza amenajmanı programının başlatılması komplek problem arz eder. Önce bir toplantı ile konu üzerinde kişilerin bölge üzerindeki, fiziki, klimatik, jeolojik, ekonomik, sosyal ve biyolojik şartları ihtiva eden bilgilerinin değerlendirmesi ile zirai işletme su, toprak ve bitki arasındaki ilişkiler incelenmelidir. Bu incelemelerde gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde, orman ve meralardan kazanılan araziler ile marjinal kırsal alanlarda zirai faaliyetlere devam edilmesi büyük önem arz eder. SOS YO-EKONOMİK FAKTÖRLER: Havza amenajmanında en önemli faktör insandır. Çünkü gelişmekte olan ülkelerde insanların bilgisizliği ve ekonomi bakımdan güçsüzlüğü havzaların degredasyonuna neden olmuştur. Bunda geçmişin ekonomik ve sosyal sistemlerinin de katkısı vardır. Degredasyona toprak ve su muhafazasınız dikkate almadan fakir topraklarda ziraat yapılması otlak mera ve ormanlardan toprak kazanıp göçebe ziraatının çoğaltma ormanların muhafazasını yok edecek bozacak ve yeşil örtüyü ortadan kaldıracak seviyede mera ve ormanlarda aşırı otlatma yaptırarak toprak su ve bitki dengesinin bozulması ile tüm alt yapı çalışmalarında sel ve erozyon dikkate almadan yol ve bina inşaatlarının yapılması rol oynamıştır. Gelişmekte olan ülkelerde nüfus arttıkça ormanlar açmalar yüzünden tahrip edilir, meralar süratle bozulur. Kanun ve kaideler bunun önüne geçemez. Çünkü ekonomik ve politik bakımdan kırsal alanda yaşayanların geçimlerine yardım edilemez. Ayrıca köylülerin ormanlar yanınca tarımsal bitkilerin tahribatına sebep olan böceklerin öleceğini, yeni otlar geleceğini düşünmeleri ile savaşlarımıza ormanların tahribinde önemli rolleri olduğunu açıklamakta yarar vardır. 3. YAPIS AL OLARAK HAVZA AMENEJMAN ININ LÜZUMU : Hiçbir kaide ve kanun bu göçebe kültüründen insanları vazgeçirememektedir. Çünkü onların geçinmesi için başka imkan yoktur. Probleme çözüm bulabilmek için öncelikle sosyal sistemler, politik yapı, iktidarın yapısı, grupların yapısı toprak sistemleri toprağa bağımlılık özel haklar modernizasyona karşı alışkanlık iştirak tipleri değişiklikleri karşı gruplar arası ilişkiler vs. genel bir yaklaşım içerisinde incelenmelidir. Yani tüm yaklaşımlar çeşitli disiplinlere organize bir yaklaşım içerisinde yürütülmektedir. Önce işe kurumların yapısal olarak teşkili ile başlanır. Bu kurumlar suların ve havzaların korunması için lüzumlu işlerin politikalarının planlanmasını gerçekleştirirler. (Tabii kaynakların genel planlanmasında olduğu gibi) 3.1. HAVZALAR MİLLİ KOMİS YONU: M illi seviyede havzalar komisyonu kurulması: Bu komisyon hükümetlerin ve Devletlerin genel seviyede genel bir perafektifle havzaya bakmalarına yardım eder. Ayrıca ülkenin ihtiyaçlarını ilgili otoritelere tanıtmaya yarar. Komisyonun rolü: Kaynak ve toprakları genel gelişme planların değerlendirilmesi ile neticede dengeli koordineli bir planın ortaya konmasıdır. Planda ana fikir muhafazadır. İşlerin başlatılması ve hazırlanmasında iktidarların 130 mesuliyet ve yatırımları belirlenir. Bu organizasyonların mesleki ve kurumsal resmi alışkanlık ve düşüncelere karşı mani olabilme, karşı koyabilme imkanları olmalıdır. Bu organizasyonda tüm meslekleri temsil edilmelidir. Tüm temsilcilerin idari tecrübesi olan bir başkan tarafından idareleri ile bitki ve hayvan korumacıları toprakçılar, mühendisler, ziraatçılar, botanikçiler, meracılar ormancılar, hidrolojistler, ekonomistler ve sosyologlar komisyonda bulunmalıdır. Bu kuruluş, diğer toprak ve su kaynaklarını geliştiren kuruluşlarla bilgi ve fikir alış verişinde bulunur. Bir ırmak sisteminde ırmağın doğusundan denize döküldüğü yere kadar ki tüm araziler organik bütünlük arz eder. Bu yerlerin herhangi bir kısmında yapılan müdahale ne olursa olsun tüm rejim üzerine etki yapar. Dağlık bir havza, genelde bir organizasyon ünitesi veya bir planlama ünitesidir. Bu bağımlı alt havzalar alt üniteleri küçük planlamaları ve kontrolü meydana getirirler. Netice olarak: M illi büronun, komisyonun diğer havza hidrolojisi su ve bölgesel havza büroları ile ilişkileri beraberlikleri olur. 3.2.HİDRO LOJİK HAVZALAR BÜROS U: Bu büro tüm önemli ırmak ve uluslar arası su yolları için kurulmalıdır. Bu büro problemlerin tespitini yapan bir anten görevi yapar. Çalışmalar için topografik ölçme uygulama yerinin seçimi, anketler planlamalarını organizasyonuna ve yapılacak eserlerin ölçmelerini yapar, bilgilerin toplar. Bu gruplarda çeşitli disiplinlere mahsup meslek sahipleri, sosyal gruplar, politik gruplar, lokal otoriteler temsil edilirler. Bu büro lokal olarak yapılacak işleri yapan resmi kuruluşlar ile teknik personel ve ilgili kuruluşlar arasında koordinasyonu temin eder. Ve bundan sorumlu tutulur. Bölgede mümkün olacak tüm müdahalelerin özet olarak incelenmesi için toprak ve erozyon kriterlerini değerlendirir. Lokal ve bölgesel havzalar büroları daha çok önemli hidrografik havzalarda çalışır. Önemli demonstrasyon merkezlerini hazırlar. Bunun gayesi toprak kullanımını ormanları ve meraların iyi idare ve işletilmesini toprak muhafaza ve meyilli arazilerin planlanmasını suların idaresini ve akışını öğretmek ve anlatmak için demonstrasyon çalışmaları ve bu işler için lüzumlu en iyi kültür tekniklerini öğretme ve yayma görevini yapar. Yalnız burada özel mülkiyet ile yarıcı kiracı konularına saygınlık göstermek gerekir. 3.3. HAVZA AMENAJMANI VEYA TOPRAK MUHAFAZA S ERVİS LERİ: Her ülkede havza amenajmanı için teknik konularda yetişmiş elemanlardan tüm problemleri tanıyabilen ilgili halka itimadı olan teknisyenlerden kurulu resmi bir kuruluşa ihtiyaç vardır. Genel olarak orman iradesi korumayı ve bunun sorumluluğunu taşımalıdır. Toprak muhafaza için özel toprak muhafaza ve havza amenajmanı servislerini kurar. Bu kuruluş planlamadan her türlü koruma işinden amenajmandan diğer orman olmayan arazilerin amenajmanından (ister ekilsin ister ekilmesin) ve geçiş alanlarından sorumludur. Bu yeni organizasyonun profesyonel elemanlardan kurulu olması ile araştırma sonuçlarına göre her türlü aktivitenin hazırlanması toprak ve su muhafazası yönünden gerekli işlerin hidrolojik bürodan aldığı teknik bilgiler yardımı ile gerçekleştirilebilmelidir. Toprak muhafaza servisi orman servisi ile birlikte ortak programlar hazırlar ayrıca özel ve halk kuruluşları, üniversiteler, araştırma enstitüleri ile birlikte çalışır. Demonstratif çalışmalar yapar. Hidrolojik büro ile havza amenajmanını entegre şeklinde yapmaya çalışır. 131 Aşağıda havza amenajmanı veya toprak muhafaza servislerinin Kuruluş Şeması (Anglo – Sakson Ülkeleri İçin) Muhafaza Şefi (Milli Seviyede) Toprak Bölümü Planlama Bölümü Havza Amenejma nı Bölümü Zirai Bölümü Ormancılık Bölümü M era Islah Bölümü Herhangi bir havzadaki M uhafaza Şefliği Çeşitli disiplinlere mensup uzmanlar Alt havza M uhafaza Şefliği Gerekli Teknik Personel Şantiye seviyesinde Teknisyenler 3.4 Teknik ve Finansman İştirakı: Herhangi bir havzanın hidrolojik yönden degredasyonu yönünden değerlendirilmeleri yanında finans kaynakları ile teknik araçları birlikte ortaya konur. Toprak ve su muhafaza ile ormanların uzun perspektifte iyileştirilmesi projeleri diğer yatırımlara göre devamlı düşük seviyededir. Her küçük yatırım bir üretim meydana getirir. Yalnız lokal çevre buralara yatırım yapmaz. Dışarıdan yatırımlar gerekir. 4- HALK İŞ TİRAKİ-KOOPERAS YON Havza amenajmanın da yalnız kimi, teknik ve ekonomik çözümlerin yanında projeye halkın iştiraki gerekir. Bunun için halkın alışkanlıkları öğrenilerek, halkın her türlü itimadı bağlanır. Bu kooperasyon toprak kullanma alanında olur. Bu da havza amenajmanının anahtarıdır. Bu da köy ve bölge bazında ilgili ahelinin iştiraki ile olur. 5- EĞİTİM Konu üzerinde havza halkının eğitilmesi şarttır. 6- FAYDALANMA Herhangi bir havzada ormanlaştırma erozyon kontrolü yönünde gerekli ise elde edilecek gelirden o köye hisse verilmelidir. Orman ürünlerini işleyen sanayilerin orman köylüleri kooperatiflerinin olmalıdır. 132 AV. ÖMER AYKUL- 1 (EK CD’DE AYRICA KAYITLIDIR) AV. S ÜLEYMAN Ç ETİN 133 ANKARA BAROS U MED ENİ KAN UN VE S ULAR Gİ RİŞ Yaşadığımız dünyada kıt kaynakların değerliliği hızla artmakta, ancak bu kaynakları da gerektiği ölçüde kullanamadığımız gibi, hızla kirletmekte ve yok etmekteyiz. Dünyanın kirletilmesinde en büyük paya sahip az sayıdaki gelişmiş ülke, bugün içinde bulundukları durumdan kurtulmak için, gelişmemiş veya az gelişmiş ülkelerin kaynaklarına gözlerini dikmiş bulunmaktadır. Bu kaynakların en önemlilerinden birisi de; sudur. Tüm ulusal ve uluslararası düzenlemeler artık su konusuna büyük önem vermekte ve su üzerine dünyada stratejiler üretilmekte, gelecek planlaması yapılmaktadır. Tüm bu gelişmeler yaşanırken, önemli bir coğrafyada bulunan ve sularının sınırı aşan nitelik taşıması ile özellik arz eden ülkemizde acaba suya ilişkin yasal düzenlemeler hangi boyutta? Yasal düzenlemeler içinde M edeni Kanun içinde yer alan suya özgü düzenlemeler nelerdir? Su yaşamın gerçekten de vaz geçilmez bir öğesi olduğuna göre, Roma Hukuku’nda günümüze kadar yasa koyucular, bu tür sulardan herkesin yararlanmasını istemişler, onları devletin egemenliğine ve gözetimine bırakmışlar ve kamu düzeni ile barışı sağlamanın koşulu saymışlardır. Çünkü özel mülkiyet adından da anlaşılacağı üzere, başkasını yararlanmaktan yoksun kılıcı (priva) mülkiyettir. Su gibi yaşamsal bir varlığı, kimi bireylerin özel mülkiyetine (propiridit priva) bırakmak, başkalarını yaşama hakkından yoksun bırakmak demektir. Toplumsal barışa ulaşmanın yolu, ondan herkesin yararlanmasını sağlamaktır. Bu nedenle de hemen hemen Kara Avrupası yasalarının hemen tümünde Türk M edeni Kanunu’nda yer alan hususlar doğrultusunda düzenlemeler bulunmaktadır. Bir başka deyişle aslında bu sular mülkiyete ve zilyetliğe elverişlidirler. Ancak kamu yararı düşüncesiyle devletçe üzerlerinde bireysel mülkiyet kurulması yasaklanmıştır. Ne var ki, devlet ya da onun izin ve gözetiminde , herkesin belli konularda yararlanması için sahipsiz mal sayılan deniz göl ya da ırmak suyu, özel olarak inşa edilmiş bir kanalete ya da kemere konulduğu anda üzerinde en azından zilyetliğin kurulmuş ve su suyun sahipsiz mal olmaktan çıkabileceği ülkemizde yargı içtihatlarıyla da benimsenmiş bulunmaktadır. M edeni Kanun hükümlerine göre genel sular; denizler, büyük göller, nehir ve ırmaklar ve yer altı suları gibi, üzerinde özel mülkiyet tesisine yer verilmeyen sular olarak belirlenmiştir. M edeni Kanun, genel sularla, akar suları devletin hüküm ve tasarrufu altında tutarak, kullanma esaslarının kamu hukuku açısından düzenleneceğini öngörmüştür. Genel suların ekonomik bakımdan tarımsal sulama ve enerji üretimindeki önemi ve sosyal ihtiyaçların karşılanması yönünden mutlak olarak gerekli olması, bunların devletin hüküm ve tasarrufu altında bulundurulmasını zorunlu kılmıştır. Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan bu sular, kimsenin mülküne girmediğinden ve yararı da kamuya ait olduğundan, bunlardan herkes yararlanma hakkına sahiptir. Ancak devlet bu hususta kısıntılarda bulunma yetkisini de haizdir. Çünkü devlet bu alanlarda toplumun yararına uygun olarak tasarruf hakkına malik bulunmaktadır. Yeni Türk M edeni Kanunu’nun 134 715.maddesinin açık hükümleri, genel sulardan herkesin yararlanmasına bir engel getirilmediğini açıkça ortaya koymaktadır. MED ENİ KAN UN’DA S ULAR 1030 maddeden oluşan Türk M edeni Kanunu’nda sadece 15 madde dolaylı veya doğrudan su konusundan bahseder. Gerçek anlamda ise doğrudan doğruya yapılan düzenleme sayısı ise topu topu 4-5 maddeyi geçmemektedir. TMK. 715. MADDE : tasarrufu altındadır. Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar, Devletin hüküm ve Aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli olmayan yerler ve bunlardan çıkan kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde özel mülkiyete konu olamaz. Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun hükümlerine tabidir. Eski M K.641.maddesinde düzenleme alnı bulan 715.maddedeki düzenleme, “yararı kamuya ait sular” kavramı ile bu nitelikteki suların kişisel mülkiyete tabi olamayacağını hükme bağlamaktadır. TMK. MADDE 718.- Arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar. Bu mülkiyetin kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer. Buradaki düzenlemede, arazi mülkiyetinin kapsamı düzenlenirken, yasal sınırlamaların saklı kalması kaydıyla yer altındaki kaynakların da (yer altı suları) “mülkiyet” kapsamına dahil olabileceği belirtilmektedir. TMK. MADDE 727.- Su, gaz, elektrik ve benzerlerinin mecraları, işletmenin bulunduğu taşınmazın dışında olsalar bile, aksine bir düzenleme olmadıkça o işletmenin eklentisi ve işletme malikinin malı sayılır. Komşuluk hukukunun gerektirdiği haller dışında bir taşınmazın böyle bir mecra ile ayni hak olarak yüklenmesi, ancak bir irtifak hakkı kurulması suretiyle olabilir. İrtifak hakkı, mecra dışarıdan görülmüyorsa tapu kütüğüne tesciliyle, dışarıdan görülüyorsa noterce düzenlenecek sözleşmeye dayanılarak mecranın yapılmasıyla doğar Anılan maddede, su kelimesinin geçmesinden başka su hukukuna ilişkin herhangi önemli bir düzenleme bulunmamaktadır. TMK. MADDE 742.- Taşınmaz maliki, üst taraftaki araziden kendi arazisine doğal olarak akan suların ve özellikle yağmur, kar ve tutulmamış kaynak sularının akışına katlanmak zorundadır. 135 Komşulardan hiçbiri bu suların akışını diğerinin zararına değiştiremez. Üstteki arazi maliki, alt taraftaki taşınmaza gerekli olan suyu, ancak kendi taşınmazı için zorunlu olduğu ölçüde tutabilir. Buradaki düzenlemede, özellikle komşuluk hukukuna ilişkin düzenlemeler içermektedir. Komşuluk hukuku kuralları gereğince, doğal olarak akan suların kullanımının hiçbir şekilde bir diğerinin (komşusunun) zararına kullanamayacağına ilişkin düzenlemeler içermektedir. TMK. MADDE 743.- Bir arazinin suyu öteden beri alt taraftaki araziye doğal bir şekilde akmakta ise, alt taraftaki arazi maliki, üst taraftaki araziden fazla suyun boşaltılması sırasında da bu suları tazminat isteme hakkı olmaksızın kabul etmek zorundadır. Alt taraftaki arazi maliki boşaltma dolayısıyla akan sulardan zarar görmekte ise, gideri üstteki arazi malikine ait olmak üzere, kendi arazisinde yapılacak mecrayla suyun akıtılmasını isteyebilir. Bataklıkların kurutulması hakkındaki özel kanun hükümleri saklıdır. Eski M edeni kanunun 667.maddesinde yer alan düzenlemede kanun başlığı “kurutma” olarak yer almakta iken, yeni düzenleme ile bunun yerine, kaynak kanun olan İsviçre M edeni Kanunu’ndaki aslına uygun olarak “fazla suyun akıtılması” şeklinde düzenleme altına alınmıştır. TMK. MADDE 744.- Her taşınmaz maliki, uğrayacağı zararın tamamının önceden ödenmesi koşuluyla, su yolu, kurutma kanalı, gaz ve benzerlerine ait boruların, elektrik hat ve kablolarının, başka yerden geçirilmesi olanaksız veya aşırı ölçüde masraflı olduğu takdirde, kendi arazisinin altından veya üstünden geçirilmesine katlanmakla yükümlüdür. Mecra geçirilmesinin kamulaştırma kurallarına bağlı olması halinde, bu Kanunun mecralara ilişkin komşuluk hükümleri uygulanmaz. Mecrayı geçirme hakkı, hak sahibinin istemi üzerine ve giderleri ödemesi koşuluyla tapu kütüğüne tescil edilir. Bu düzenlemede yine komşuluk hukuku kuralları içerisinde “katlanma yükümlülüğü”ne ilişkin düzenlemeler getirmiş olup, madde de su hukukuna ilişkin önemli ve özel bir düzenleme yer almamaktadır. TMK. MADDE 754.- Taşınmaz mülkiyeti hakkının kamu yararı için kısıtlanması, özellikle yapı, yangın, doğal afetler ve sağlıkla ilgili kolluk hizmetlerine; orman ve yollara, deniz ve göl kıyılarındaki ana ve tali yollara sınır işaretleri ve nirengi noktaları konulmasına; toprağın iyileştirilmesine veya bölünmesine, tarım topraklarının veya yapıya özgü arsaların birleştirilmesine; eski eserler, doğal güzellikler, manzaralar, seyirlik noktaları ve ender doğa anıtları ile içmeler, ılıcalar, maden ve kaynak sularının korunmasına ilişkin mülkiyet kısıtlamaları, özel kanun hükümlerine tabidir. Bu madde ile yeni M edeni Kanun’da “kamu hukuku kısıtlamaları” düzenleme altına alınmıştır. Bu konuda eski M edeni Kanun’da bir düzenleme bulunmazken, kaynak kanun olan İsviçre M edeni Kanunu’nun 702.maddesinden alıntı yapılarak, kamu yararına dönük olarak 136 kamu hukuku kısıtlamalarının getirilebileceği, ancak bunun ancak özel kanunla yapılabileceği konusunda yeni bir düzenleme getirilmiştir. TMK. MADDE 755.- Su yollarını düzeltme, sulama, bataklık yerlerini kurutma, yol açma, orman yetiştirme, arazileri toplulaştırma gibi iyileştirme işleri, ancak ilgili maliklerin ortak girişimleriyle yapılabilecekse, arazinin yarısından fazlasına sahip bulunmak koşuluyla maliklerin üçte ikisinin bu yolda karar vermeleri gerekir. Diğer malikler de bu karara uymak zorundadır. Alınan karar, tapu kütüğünün beyanlar sütununda gösterilir. Bu konulara ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır. M adde başlığı “toprağın iyileştirilmesi” başlığı taşımasına rağmen bu madde içerisinde dolaylı olarak su hukukuna ilişkin düzenleme yer almıştır. TMK. MADDE 756.- Kaynaklar, arazinin bütünleyici parçası olup, bunların mülkiyeti ancak kaynadıkları arazinin mülkiyeti ile birlikte kazanılabilir. Başkasının arazisinde bulunan kaynaklar üzerindeki hak, bir irtifak hakkı olarak tapu kütüğüne tescil ile kurulur. Yeraltı suları, kamu yararına ait sulardandır. Arza malik olmak, onun altındaki yeraltı sularına da malik olmak sonucunu doğurmaz. Arazi maliklerinin yeraltı sularından yararlanma biçimi ve ölçüsüne ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır. Eski M edeni Kanun’da 679.maddede düzenleme alanı bulunan hükümde, “kaynaklar” şeklindeki konu başlığı, “kaynaklar ve yeraltı suları” olarak değiştirilmiştir. Eski M edeni Kanundaki 2.fıkra 138 nolu kanun ile değiştirilmiş ve “yer altı sularının kamu yararına ait oldukları” kabul edilmiş idi. Ancak bu değişiklikten sonra 167 Sayılı Yer altı Suları Hakkındaki Kanun yürürlüğe konulmuştur. Aslında kanun yapma tekniğine bakıldığında anılan düzenlemelerin kendi içerisinde de çelişkiler ortaya çıkardığı da görülebilmektedir. TMK. MADDE 757.- Önemli ölçüde yararlanılan veya yararlanmak amacıyla suyu biriktirilen kaynakları veya kuyuları kazı, yapı veya benzeri faaliyetler yüzünden kısmen olsun keserek ya da kirleterek malikine veya onda hak sahibi olana zarar veren kimse, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar kasten veya ihmal yoluyla verilmemişse ya da zarar görenin de kusuru varsa hakim, tazminatın gerekip gerekmediğini, gerekiyorsa miktar ve türünü takdir eder. Yeni M edeni Kanunun 757.maddesi eski M edeni Kanunun 680 inci maddesini karşılamaktadır. M addenin aslı olan İsviçre M edenî Kanununun 706 nci maddesinin Almanca metni esas alınarak, kuyuları da kapsayacak şekilde kaleme alınmıştır. Bu aslında kuyu sularının korunmasının sağlanması açısından da önemli bir yeniliktir. M addenin, kaynak Kanunun Almanca konu başlığı "kaynakların kesilmesi" seklinde ise de, maddenin içeriğine uygun olarak konu başlığı "Kaynaklara zarar verilmesi" seklinde düzenlenmiştir. 137 Anılan madde hükmünü özellikle büyük kentlerdeki imar uygulamalarında uygulamanın mümkün olmadığını görüyoruz. Çok katlı binaların özellikle de yer altındaki uzantılarının, yer altı sularına nasıl zarar verdiğini, hatta kuruttuklarını görmek, bilmek ve anlamak için alim olmak gerekli değildir. TMK. MADDE 758.- Bir taşınmazda oturmak, onu işletmek veya bir yerin içme ya da kullanma suyunu sağlamak için gerekli olan kaynaklar kesilir ve kirletilirse, kaynağın olabildiği ölçüde eski duruma getirilmesi istenebilir. Bunlar dışında eski duruma getirme, ancak özel haller haklı gösterdiği takdirde istenebilir. Yine burada 757.madde de olduğu gibi olumlu bir gelişme vardır. Yeni düzenleme ile “kullanma suyu”da madde kapsamı içerisine alınmıştır. TMK. MADDE 759.- Değişik maliklere ait komşu kaynaklar, ortak bir ana kaynaktan beslenmekte ise maliklerden her biri, bu kaynakların birlikte tutulmasını ve suyun hak sahiplerine o zamana kadarki yararlanmaları oranında dağıtılmasını isteyebilir. Hak sahipleri, ortak tesis masraflarını yararlanmaları oranında üstlenirler. Birinin karşı çıkması halinde, hak sahiplerinden her biri, diğer kaynaklardaki su azalacak olsa bile, kendi kaynağındaki suyun tutulup akıtılması için gerekli işleri yapabilir ve kendi kaynağına gelen suyun miktarı bu işler sonunda çoğaldığı takdirde, ancak bu çoğalma oranında bir bedel vermekle yükümlü olur. Yine bu maddedeki yasal düzenlemenin de doğrudan doğruya komşuluk hukukuna ilişkin düzenlemeler olduğu açıkça ortadadır. TMK. MADDE 760.- Özel mülkiyete tabi arazide bulunan kaynak, kuyu veya derelerden komşuların ve diğer kişilerin su içme, su alma veya hayvan sulama ya da benzer yollarla yararlanmaları özel kanun hükümlerine tabidir. Özel kanun hükmü yoksa yerel adet uygulanır. Yeni M edeni Kanun’un bu maddesini, eski M edeni Kanunda bu maddeyi karşılayan bir hüküm bulunmamaktaydı. Buna karşılık kaynak İsviçre M edeni Kanunu’nun 709. maddesinde bu konuyla ilgili olarak özel mülkiyete tâbi kuyu, kaynak ve göllere yer verilmiştir. Ülkemizde kuyu, kaynak, göl ya da dereler özel mülkiyete konu olmadığından, maddede İsviçre’den farklı olarak "özel mülkiyete tâbi arazide bulunan kaynak, kuyu veya dereler" ifadesi kullanılmıştır. M addede ayrıca özel mülkiyete tâbi arazide bulunan kaynak, kuyu veya derelerden komşuların ve diğerlerinin yararlanmalarının özel kanun hükümlerine tâbi olduğu, özel kanun hükmü yoksa yerel âdetin uygulanacağı belirtilmiştir. TMK. MADDE 761.- Evi, arazisi veya işletmesi için gerekli sudan yoksun olup, bunu aşırı zahmet ve gidere katlanmaksızın başka yoldan sağlayamayan taşınmaz maliki, komşusundan, onun ihtiyacından fazla olan suyu tam bir bedel karşılığında almasını sağlayacak bir irtifak kurulmasını isteyebilir. Zorunlu su irtifakının kurulmasında öncelikle kaynak sahibinin menfaati gözetilir. Durum değişirse, kurulmuş irtifak hakkının değiştirilmesi veya kaldırılması istenebilir 138 Anılan madde hükmünün konu başlığı “zorunlu su” olarak düzenlenmiştir. Bu madde bir iç hukuk düzenlemesi olmasına rağmen, içeriğinin yorumlanarak uluslararası sular veya sınırı aşan sular kapsamında değerlendirilmesi durumunda, özellikle de Fırat ve Dicle konusunda sıkıntı yaratabilecek niteliktedir. Görüleceği üzere; M edeni Kanun’daki tüm düzenlemelere bakıldığında, çok dar, kapsamı kısıtlı ve yetersiz adeta sıkıştırılmış maddelerle ülkemiz için çok önemli bir nitelik taşıyan su konusuna yaklaşımın çok doğru ve etkili olduğunu söylemek olanaklı değildir. 1030 maddeden oluşan M edeni Kanun’da suya ilişkin düzenlemeleri düzenlenmiş olduğu toplam madde sayısının 14 olduğu ve bunun da ancak 3-4 maddesinin doğrudan doğruya su ile ilgili olması mevcut yasal düzenlemelerin ne kadar yetersiz olduğunun açık bir göstergesidir. Açıklanan tüm bu nedenler karşısında, daha etkin, daha kapsamlı nitelikteki bir SU KANUNU’nun çıkarılmasının ülkemiz açısından yararlı olacağı kanaati taşınmaktadır. AV. ÖMER AYKUL- 2 (EK CD’DE AYRICA KAYITLIDIR) 139 YRD. DOÇ. DR. S EVİM BUDAK İ.Ü.Siyasal Bilgiler Fakültesi 140 Kentleşme ve Çevre Sorunları ABD Avrupa Birliği Genel Normları ve AB Su Çerçeve Yönergesi Açısından Suları Korumaya Yönelik İlkelerin ve Havza Teşkilatlanmasının Değerlendirilmesi Tema Vakfı’nın Türkiye için yeniden düzenlemeye ön ayak olduğu “meratoprak-su „ üçlüsünün korunması kapsamında yaklaşık dört yıldır üzerinde çalıştığımız suların yeni bir politik çerçevede değerlendirilerek korunmasına dair yasal ve yönetsel değişikliklere ilişkin taslak metin nihayet sizlerin değerlendirme ve katkılarınıza sunulmuş bulunmaktadır. Ben bu noktada tebliğimde Taslak metinde ifadesini bulan ilkeler, hedefler ve yönetsel biçimlerin Avru pa Birliği genel koruma normları ve AB S u Çerçeve Yönergesi hükümleri bakımından uyum meselesi doğurup doğurmayacağını tartışmaya açmak istiyorum. Bunları ortaya koymadan önce, öncelikle Avrupa Birliği ortak su politikasının gelişimi hakkında kısa bilgiler vermek ve genel norm ve ilkelerine değinmek istiyorum. Daha sonra S u Çerçeve Yönergesinin öznel hükümlerine geçmek, bunların önemli olanlarını incelemek ve son olarak da Taslak metin ile genel bir karşılaştırma yapmak yolunu izleyeceğim. AB Su Politikası ve Hukukunda Kısa Kronolojik Gelişmeler Avrupa Birliği’nde suları korumaya yönelik ilk düzenleme, ki buna ilk dalga demektedirler, 1975 yılında içme suyu temin etmek için kullanılan nehir ve göllerin hangi standartlarda olması gerektiğine ilişkin kıstasları belirlemek amacıyla hazırlanmıştır1. 1980’de ise içme sularının kalite hedeflerini belirleyen bir başka direktif ile pekiştirilmiştir 2. Bu iki direktifi, su ürünlerine ilişkin iki direktif3 ile yüzme suları ve yeraltı suları hakkında diğer iki direktif4 izlemiştir. Bu yıllarda suların korunması konusunda bir başka temel direktif ise Tehlikeli Atıklar Direktifi’dir 5. 1987 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğunu Kuran Roma Anlaşması köklü bir revizyona tabi tutulup, içine çevrenin korunması ile ilgili bir bölüm (md.130R,130S ve 130T) de ilave edilince Birliğin çevre politikasının temel ilke ve hedeflerini yeniden saptamak ve bu arada da suların korunmasına ilişkin düzenlemeleri revize etmek gerekmiştir. 1988 yılında bu amaca da hizmet etmek için yapılan bir toplantıda6 mevcut mevzuat incelenmiş, açık noktalar saptanmış ve bunların nasıl doldurulacağı hakkında bir dizi teklif hazırlanmıştır. Bu çalışmalar sonucu, suların korunması konusunda ikinci aşamaya geçilmiştir. 1991 yılında iki önemli direktif yürürlüğe girmiştir. Bunlar; *Kentsel atıksuların arıtılması hakkında direktif 7ile, *Nitrat (tarımsal kökenli) direktifidir 8. Bu gelişmeler sonucunda Komisyon, 1998 yılında yeni bir içme suyu direktifi hazırlamış, kalite kıstaslarını gözden geçirmiş, gerektiği yerlerde de standart sıkılaştırması yoluna gitmiştir. Bundan iki yıl önce (1996) ise Komisyon büyük endüstriyel tesislerden 1 2 3 4 5 6 7 8 OJ L.194 25.7.1975, s.34 OJ L.229 30.8.1980, s.11 OJ L.281,10.11.1979 OJ L222 14.08.1978 OJL31 5.2.1976, s.1 ve OJ L.20 26.11.1980,s.43 OJ L129 18.5.1976,s.23 28 Haziran 1988 Frankfurt Topluluk Su Politikası Bakanlar Semineri OJ L135 30.5.1991, s.40 OJ L375 31.12.1991,s.1 141 kaynaklanabilecek kirlenmelere atıfta bulunan entegre kirlilik ve önlemeye yönelik denetimleri içeren bir başka direktif 9daha kabul etmiştir. Yukarıda sözü edilen düzenlemeler özünde Avrupa Birliği’nin, suların korunması için bir“komuta-kontrol“ felsefesi ile tedbirler geliştirme yaklaşımını benimsediğini ortaya koymaktadır. Fakat buna karşın 70‘li yıllarda, bütün bu standart saptama ve denetleme kuralları, tüm sıkılıklarına rağmen, Avrupa coğrafyasındaki suların (özellikle de içme suyu olarak kullanılmakta olanların) kalitelerinde bir iyileşme sağlamamıştır 10. Bu nedenle su politikasının üzerinde köktenci bir bakışla yeniden düşünülmesi gereği ortaya çıkmıştır. 1995’in ortalarında Avrupa Birliği Komisyonu, suların korunması hakkında komuta ve kontrole dayalı politikanın yanında daha kapsamlı bir politika belirlemek gerektiğini dile getirmeye başlar. Komisyon, İçme suyu direktifi ile Kentsel atıkların arıtılması hakkındaki direktifin o dönemde Avrupa su politikasının mihenk taşı olduğu kanaatindedir. Bu direktifler sayesinde, vatandaşlar suyun kalitesi hakkında çevresel bir bilinç geliştirmiş ve suyla ilgili konularda kendilerinin de birer „taraf“ olduklarının farkına varmışlardır. Bu nedenle Komisyon, yeni Avrupa su politikasının, açık konsültasyon usulünü kullanarak ve tüm tarafların katılımı da sağlanarak geliştirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bundan sonra Komisyon, yeni su politikasını geliştirebilmek için hazırladığı taslağını Konsey, Avrupa Parlamentosu ve ilgili tüm taraflara, yani bölgesel ve yerel yönetimlere, su kullanıcılarına ve STK’lara yollamıştır. Bundan sonra Komisyon, kendisine ulaşan görüşleri değerlendirmek amacıyla 1996 yılında ayrıca halka da açık iki günlük bir su konferansı tertipler. Üye Devletlerden, bölge ve yerel idarelerden, uygulamacı örgütlerden, su tedarik eden örgütlerden, sanayi, tarım kesiminden, tüketicilerden ve çevreci derneklerden toplam 250 civarında katılımcı konferansta bir araya gelirler. Bu bir konsültasyon sürecidir ve bu konferans ın sonunda alınan kararlar geniş kapsamlı bir konsensüsün sonucudurlar.Tüm katılımcılar suya dair mevcut sorunları gidermek için tek bir çerçeve düzenlemenin gerektiği noktasında hemfikir olmuşlardır. Komisyon’un buna yaklaşımı Su Çerçeve Direktifi için bir taslak sunmak şeklinde olur. Taslak Direktif, bir takım anahtar noktaları bir araya getirmektedir. Öncelikle, suların korunması terimi tüm suları, yüzey sularını ve yeraltı sularını da kapsayacak şekilde genişletilmiştir. İkinci olarak tüm sular için “iyi durumda „ statüsüne ulaşmak bakımından bir zaman kısıtlamasına gidilmiştir. Üçüncü olarak, su yönetimi havza esasına bağlanmıştır. Dördüncü olarak, sulara bırakılacak kirletici maddeler için deşarj sınır değerleri ile kalite standartlarını birleştiren yeni bir koruma yöntemi uygulamaya koyulmuştur. Altıncı olarak vatandaşa daha yakın kararlar almak olarak ifade edebileceğimiz bir süreç kabul edilmiştir. Son olarak, uygulamaya daha elverişli ve daha kolay anlaşılır bir yasal düzenleme üretmek amaçlanmıştır. Bunlara aşağıda daha ayrıntılı değinilecektir. Avrupa Birliği Su Politikasının Ana Hatları Avrupa Birliği’nde suların korunması konusunda ortak bir politika vardır. Bu ortak politikanın hedefi su kaynaklarının idaresi bakımından“şeffaf, etkili ve entegre bir politika“ geliştirmektir. Komisyon’un 21 şubat 1996 tarihli Birliğin su politikasının esaslarını saptayan Bildirgesinde entegre politika geliştirilecek alanlar tek tek saptanmıştır. Buna göre; 1. İçme suyu temininde kullanılan sularda 9 10 1995 yılında Avrupa Çevre Ajansı, Avrupa Birliği dahilinde çevrenin durumu hakkında güncelleştirilmiş bir rapor yayımlamış ve ilgili raporunda niceliksel hem de niteliksel olarak Topuluk sularının korunması gereğine dikkatleri çekmiştir. 142 2. İnsan tüketiminden ziyade diğer bir takım iktisadi gereksinimler dolayısıyla kullanılan sularda, 3. Su çevresinin korunmasına ilişkin alanlarda, 4.Doğal afetlerden doğabilecek zararların sınırlandırılması alanlarında entegre politika geliştirmek gerekmektedir. Komisyon yine aynı kararında su kirliliğinin kaynaklarına değinmiştir. Öyle ki; sular tek bir kaynaktan kirlenebilir, farklı ve yaygın kaynaklardan kirlenebilir, bir takım endüstriyel nitelikli ya da gemi kaynaklı kazalar neticesinde kirletilebilir, asitleşme nedeniyle kalitesini kaybedebilir ve de yosunlaşma nedeniyle kirlenebilir. Tüm bunlar bakımından belli ilkelere dayalı bir ortak su politikası tesis edilmelidir. Bunlar Avrupa Topluluğunu Kuran Roma Anlaşmasının 174’üncü maddesinde de dile getirilen ilkelerdir. Nedir bunlar? 1. Her şeyden önce Birliğin su politikası yüksek bir koruma hedefine sahip olmalıdır. 2. İhtiyatlı olmak ve önlemek ilkelerine dayanmalıdır. 3. Suyu kirleten ve su çevresine zarar veren her şeyle öncelikle kaynağında mücadele edinmeyi amaçlamalıdır. 4. Bütün bu ilkelere göre hareket edildi ama yine de kirlenme meydana geldiyse, bunun zararını da kirletene yükleyecek mekanizmalar oluşturulmalıdır. Buna Türk çevre hukukunda kirleten- kullanan öder ilkesi denilmektedir. 5. Birlik organları, Birliğin diğer politika alanlarında (rekabet, ticaret, tarım, ulaştırma,enerji, balıkçılık gibi) tedbir üretirken çevrenin korunmasını da göz önünde bulundurmalıdır. 6. Sular korunacaksa bilimsel ve teknik açıdan uygulanabilir en iyi teknoloji (BAT) kullanılmalıdır. 7. Birliğin bölgelerindeki farklı çevresel koşullara dayalı olarak tedbirler üretilmelidir. Buna göre Hassas yöreler gerekirse Birliğin ortak standartlarından daha sıkı su standartlarına tabi tutulabileceklerdir. 8. Suların korunmasında fayda maliyet analizi yapılmalıdır. 9. Suları koruma adına Birlik organları tarafından tedbirler alınırken Birliğin iktisadi ve sosyal gelişimi bir bütün olarak değerlendirilmelidir. 10. Suların korunması için uluslararası işbirliği geliştirilmelidir. 11. Birlik ve Üye Devletler arasında suların korunması konusundaki yetki paylaşımında suları kim daha iyi ve daha etkin şekilde koruyacak tedbirler getirmeyi sağlayabilecekse, o seviyeden hareketle tedbirler geliştirilmelidir. Yetki ikamesi ilkes i denilen bu ilke ile suların korunmasında ne Birlik organları ne de Üye Devletler tek başlarına tedbir alabileceklerdir. Burada suları kimin daha iyi ve etkin şekilde koruyabileceği konusunda bir değerlendirme yapmak gerekecektir. Birlik dahilindeki suların korunmasında mevcut düzenlemelerin daha rasyonel hale getirilmesi ve kirlenmenin Birlik sınırları içerisinde denetimi ve izlenmesinin iyileştirilebilmesi için Komisyon aynı tarihli raporunda su kaynakları konusunda bir çerçeve direktifin çıkarılması gerektiğini ifade etmektedir. Bu direktif içerisinde yukarıda saydığımız hedef ve ilkeler yer alacak, ortak kavram açıklamaları bulunacak, suların korunması konusunda yeknesak hükümler getirecek ama buna karşılık kendisinden önce çıkan Topluluk direktiflerinin düzenleme alanına müdahale etmeyecektir. İlgili direktif Üye Devletlerden su havzalarında oluşturulacak su yönetim şeklinin entegre şekilde planlanmasını da talep edecektir. Direktif yardımıyla bir komite oluşturulacak ve komite ilgili Direktifin uygulanmasını denetleyip güncel hale getirilmesine çalışacaktır. 143 Komisyon’un bu bildirgesinden sonra Avrupa Parlamentosu ve Konsey arasında tartışma ve görüşmelerden sonra „ortak karar alma prosedürü“ uyarınca 2000 yılında Avrupa Birliği Su Çerçeve Yönergesi 11 yasal hale gelerek yürürlüğe girmiştir. Avrupa Birliği Su Çerçeve Yönergesi ve Getirdiği Temel İlke ve Hedefler ve Taslak Çalışma Açısından Değerlendirilmesi 23 Ekim 2000 tarihli Direktif 26 madde ve 11 Ek’ten oluşmaktadır. Direktifin başlangıç kısmında hem suların korunması bakımından hem de geliştirdiğimiz taslak çalışma bakımından önem taşıyan ifadeler yer almaktadır. Direktif başlangıç kısmında bizim de taslak metinde dile getirdiğimiz önemli bir tespit yapmaktadır. Şöyle ki, Direktif’in genel politik yaklaşımına göre „Su, alışılmış ticari bir mal değildir. Aksine korunması, savunulması ve uygun şekilde muamele edilmesi gereken doğal bir mirastır“. Bu Direktifin amacı da bu mirası gerektiği gibi koruyabilmek için lazım gelen tedbirlerin bir an önce çıkarılmasını sağlamaktır. Bu amacı biraz daha açarsak şunları görürüz: *Tüm yüzey sularının halihazırdaki durumunun daha da kötüleşmesini engellemek ve bu suları temizlemek, iyileştirmek, iyi bir ekolojik potansiyele ve iyi bir kimyasal yapıya dönüşmelerini sağlamak, *Tehlikeli maddelerin sulara dökülmesini ya da bırakılmalarını sınırlamak, *Yeraltı sularını korumak, iyileştirmek, sağlıklı hale getirmek, kirliliğini ve kötüye gidişini engellemek, yeraltı suyu çıkarmak ile bu suların yeniden dolmasını temin etmek arasında bir denge kurmak, *Koruma kuşakları altına alınmış bölgeleri (havzalar, doğal sitler) korumak. Yine Direktifin geliştirmiş olduğumuz Taslak metin bakımından oldukça önem taşıyan bu kısmında Birlik organları suların korunması için Üye Devletlerden tek bir yönetsel sistem geliştirmelerini istemektedirler. Bu noktada Direktif Üye Devletlere su yönetiminin tek bir sistem olarak en iyi kurulabildiği model olan “havza esaslı yönetim modeli „ni önermektedir. Burada yönetsel yahut politik sınırlara göre belirlenmiş bir yönetimden ziyade, doğal, coğrafi ve hidrolojik özelliklere göre oluşturulacak tek bir birimden söz edilmektedir. Bu yaklaşımın en iyi örnekleri olarak da Ren, M aas ve Schelde nehir havzalarında geliştirilmiş olan yönetim modelleri gösterilmektedir. Bu nehirler aynı zamanda Üye Devletlerin milli sınırlarını aşan nehirlerdir. Hatta bunlardan Ren Nehri, Birliğin sınırlarının da ötesine geçmektedir. Direktifin 3’üncü maddesinde Üye Devletlerden kendi egemenlik alanlarına giren su havzalarını belirlemeleri ve her bir su havzası için bu direktifin hedeflerine odaklanmış yetkili bir havza yönetimini 2003 yılı sonuna kadar oluşturmaları istenmektedir. Direktif, küçük havzaların daha büyük havzalarla birleştirilebilecekleri gibi kendilerine komşu küçük havzalarla da tek bir havza yönetimi oluşturabileceklerini söylemektedir. 11 OJ L 327 22.12.2000,s.1 144 Direktif’in 4’üncü maddesine göre, her bir nehir havzasında 2009 yılı sonuna kadar ,“havza temelli bir yönetim planı ve programı“ hazırlamak, bu plan kapsamında Direktifin öngördüğü tedbirleri geliştirmek ve her altı yılda bir güncelleştirmek gerekmektedir. Yine bu hükümle bağlantılı olarak (m.6)‘da Üye Devletler, havzalarda koruma kuşakları ilan edebileceklerdir. Bunu ise Direktifin yürürlüğe girişinden itibaren 4 yıl içerisinde gerçekleştirmek zorundadırlar. Yine Direktif (m.7)‘inci maddesi, Üye Devletleri içme suyu elde etmek amacıyla kullanılacak olan suları tespit etmeye ve 80/778 sayılı İçme suları hakkındaki direktif hükümlerine uygunluklarını güvence altına almaya davet etmektedir. Direktif’te suların korunmasına ilişkin kıstasların belirlenmesi ve iyi durumda olduklarına dair değerlendirmelerin yapılabilmesi için bir süre (15 yıl) tanınmıştır. Keza Direktif bu tür değerlendirmelerin Topluluk ve Üye Devletler arasında işbirliği içinde gerçekleştirilmes i gerektiğini de vurgulamaktadır. Direktif’te koruma altına alınacak olan sulara ilişkin olarak bir dizi kategori geliştirilmiştir. Bunlardan Avrupa seviyesinde anahtar konumda olan sular şunlardır: Genel olarak korunması gereken sular, tek kalmış ve değerli habitatlara sahip ve bu nedenle özel olarak korunması gereken sular, içme suyu kaynağı olarak kullanılan ya da kullanılma niteliğinde olan sular ve yüzülecek sular. Direktifte, tüm bu koruma kategorileri için her bir su havzasında entegre koruma tedbirleri geliştirmek gerektiği de vurgulanmaktadır. Ayrıca burada Direktif’in hükümlerine ilaveten Avrupa Topluluğu’nu Kuran Anlaşmanın merkezi önemdeki isteğini dile getiren 174’üncü madde yaklaşımı da önem arz etmektedir. İlgili hükme göre Birliğin su politikası, çevrenin ve pek tabiidir ki Birlik sularının yüksek seviyede ama kendi bütünlüğü içinde korunması gerektiği yaklaşımına dayanmalı ve bu yaklaşım Birlik Organları ve Üye Devletlerce iyice anlaşılmış olmalıdır. Entegre Yaklaşım ne demektir? Direktife göre, kirlilik yükünün azaltılması ve önlenmesi için Birlik su politikası entegre yani birleştirilmiş bir takım tedbirlere dayandırılmalıdır. Bu şu anlama gelmektedir: Su politikanızı hem kirlenmeyi emisyon-deşarj sınır değerleri belirlemek yoluyla kaynağında önlemeye çalışmanız gerekecektir, hem de su kaynağınızın topyekun korunmasına imkan verecek şekilde çevre kalite kıstasları belirlemeniz sizden istenecektir. Bu maksatla, Birlik hukuku kapsamında belirli kirletici maddeler ya da madde grupları için ortak çevre kalite kıstasları ya da normları ile emisyon-deşarj sınır değerleri bir arada getirilmeli ve bunların asgari standartları saptanmalıdır. Buna karşılık Üye Devletler su kaynaklarının hassasiyet derecesine göre Birliğin saptadığı asgari standartların üzerine her zaman çıkabileceklerdir. Keza yine her şeyden önce suları en çok kirleten zararlı ve zehirli kimyasal maddeler için öncelikli sınır değerleri de tespit etmek gerekecektir. Bu yapılacaklara ilave olarak tüm yüzey sularını kapsayacak şekilde „iyi ekolojik statü“ ile „iyi kimyasal statü“ olmak üzere iki tip değerlendirme kategorisi saptamak gerekecektir. İyi ekolojik statüde olmanın ne anlama geldiği ilgili Direktifin V.Ek’inde tanımlanmıştır. İyi kimyasal statüde olmak demek, Avrupa seviyesinde kimyasal maddeler için getirilmiş tüm kalite standartlarına uyumlu olmak anlamına gelmektedir. 145 Direktif’te ayrıca koruma altına alınması gereken sulardan söz edilmektedir. Bu sular bakımından kullanılacak kriterlere her yerde değil, sadece bu hususi alanlarda müracaat edilecektir. Ayrıca farklı kriterlerin uygulaması gereken nehir havzalarında aynı amaca hizmet etmesi gereken koruma kuşakları oluşturmak ve İSKİ Havza Koruma Yönetmeliği’nin aksine bunlar için yüksek seviyeli standartlar tespit etmek gerekecektir. Çerçeve Direktif havza koruma planı yapılmasını da hükme bağlamıştır. İlgili Plan aslında, belli bir zaman aralığında havza için ulaşılması gereken hedeflere nasıl ulaşılabileceğinin detaylı bir şekilde hesaplanmasıdır. Burada Direktif en ilgi çekici yanını ortaya koyan bir yaklaşımı dile getirir. M adde 14’e göre havza koruma planları hazırlanırken ya da mevcut planlar güncelleştirilirken, ilgili tüm tarafların, yani vatandaşların, su kullanıcıların ve STK’ların bilgi gereksinimlerinin karşılanması ve konsültasyon sürecine aktif katılımlarının sağlanması gerekmektedir. İlgili madde kapsamında ayrıca suların korunması konusunda çalışan kişi ve kurumlar arasında bilgi ve deneyimlerin paylaşılmasına yardımcı olmak amacıyla bir bilgi ağı oluşturmak gerektiği ve bunu da Birliğin gerçekleştireceği hükme bağlanmıştır. Yine Direktif Üye Devletlerden 2010 yılına kadar su kaynaklarını verimli şekilde kullanmaya hizmet edecek ve su kullanıcılarının ise bu korumaya yeterli şekilde katılımlarını sağlayacak bir „Su Fiyatlandırması“ politikası saptamalarını istemektedir. Son olarak Taslak metin için anlam taşıyan bir başka düzenleme 23’üncü madde kapsamında dile getirilmiştir. Bu maddeye göre ilgili Direktifin uygulanması için çıkartılan iç hukuk hükümlerini ihlal edenlere karşı müeyyideler getirilmelidir. Bu yaptırımlar, etkili, ölçülü ve caydırıcı olmalıdır. Avrupa Birliği Neleri Düzenleme Konusu Etmemiştir? Herşeyden önce Avrupa Birliği ; 1. Suların mülkiyetine dair (kamu-özel) hiç bir şey söylememektedir. Bunu Üye Devletlerin kendi ulusal düzenlemelerindeki esaslara bırakmış durumdadır. 2. Öncelikle Direktif, su koruma havzalarının korunmasında esas olarak neler yapılması gerektiğini söylememekte, daha çok sonuç, yani suların temiz statüsüne ulaşması konusu üzerinde ısrarla durmaktadır. 3. Su kaynaklarının yönetimini havza esasına bağlamakla beraber, bunun hangi esaslardan hareketle yapılması gerektiğini söylememektedir. Bu merkezin su ve havza esaslı örgütlenmesi olabileceği gibi, yerel yönetimlerin su ve havza esaslı örgütlenmes i şeklinde de olabilecektir. Bunu Birlik ileride kendisi bir Topluluk tedbiri olarak düzenlemek istediğinde Roma Anlaşması’nın 175/2’inci fıkrası karşısına çıkmaktadır. Bu hükme göre, su kaynaklarının yönetimi alanındaki tedbirleri Konsey ancak „oybirliği“ prosedürüne dayalı olarak alabilir. Yani bu noktada Üye Devletlerin buna ikna edilmeleri gerekir ki bu, bugün çok zor görünmektedir. TARTIŞMALAR 4 146 NİHAT GÖKYİĞİT – Avrupa Birliğine güle oynaya giderken karşımıza çeşitli vecibelerin çıkacağını bilmemiz lazım; fakat, bize, doğal varlıkların kamu mülkiyetinde olması şartını getirmemiş; ama, biz, en azından, TEM A olarak, doğal varlıkların kamu mülkiyetinde olmasını, kamu yararının gözetilmesini prensip olarak görmüşüz ve ona devam ediyoruz müdafaa etmeye. Doğal varlıklar içerisindeki doğal kaynaklar; bunlardan orman, su, toprak; hava da var esasında. Şimdi, burada, su, alışılmış bir ticarî mal değildir deniliyor; gayet tabiî; ama, su, bir noktadan sonra, evet, bu kaynaklar kamu mülkiyetinde olsun diyoruz; ama, kamu, bunu, en son noktaya kadar götüremez, götürmesi mümkün değil; yani, fiiliyatta mümkün değil. İşte, şurada bir kaynağı gider bir ticarî kuruluşa verir; bunu şu şartlar dahilinde götürür versin, eğer anlaşmaya riayet etmezsen bunu senden alırım başkasına veririm der; ama, bu, sonunda bir ticarî maldır alışılmamış olsa da. Aynı şekilde sulama; sulamada devletin son noktaya kadar gitmesi mümkün değil. Bir yerden sonra, hatta, geliştirirken bile kendisi yapar, başkalarına yaptırır; ama, hele hele son noktaya gelirken, muhakkak surette bir özel kuruluş, bu kooperatif de olsa bir su birliği de olsa, ona der ki: Şu şartlar altında bunu kullanacaksın. Şimdi, o noktada, gerek bunu pazarlayan olsun gerek suyu son noktaya getiren olsun, burada bir kâr motifi olmadan yaşayamaz onlar. Devlet oraya verirken bedeli mukabilinde verir, daha ucuz da verir; çünkü, orada bir kamu yararı var; ama, burada bu alanda bir kâr motifi olmadan yaşayamaz. Çünkü, bunların teknolojisi süratle gelişiyor. Kaybolur gider, yaşayamaz yani. Aynı şekilde, o son sulamayı yapanda da kâr motifi olması lazım ki, yaşasın ve son teknolojileri getirsin kullansın. Burada, bence bunu böyle görmek lazım. Yani, bu bedeli, fiyatı konusu bu bakımdan zannediyorum biraz daha açıklık kazanmış oluyor. Ormanda dikili ağaç devlete ait, ama mülkün sahibi “ben, ormanda, doğal ormanlarda bunları damgalarım; ama, sana derim ki, bunları kes, götür sat.” Bu, mevzuatımızın içinde var. Zaten, biz, buna dayanarak dedik ki: Niye sen değiştiriyorsun “işletir veya işlettirir” zaten işte bunu yapmaya bu müsait; devlet, doğrudan doğruya o denetçiliği yapmaya mecbur değil, mahkum değil; imkânı var, zaten bu çalışıyor. Demek ki, bir yerinde bu mülkiyeti kamuda da olsa, bir noktadan sonra bunu devletin doğrudan işletmesinde hesap yok, ticarî, yani daha ucuz, daha kaliteli vermesi mümkün değil. Bu, artık, tespit edildi; yalnız Sovyet tecrübesinden değil, Çin'de de tespit edildi; tamamen açtı özel sektöre ve en süratle kalkınan ülke oldu. Havayı kirleten, kirletmeyene verir; orada o treading lafını, biz, ticaret diye; esasında treading alışveriştir; yani, eski arabayı verirsin yeni arabayı alırsın; bir de fark verirsin; bu, treading. Şimdi burada diyor ki “Kirleten...” kirlet demiyor gayet tabiî, siz gayet güzel açıkladınız “sen bunu yaparsan bütün bu mevzuata rağmen, sen cezalanacaksın; ben, bu cezayı da götüreceğim o suyu arıtana, temiz kullanana vereceğim o parayı” diyor; havayı da aynı şekilde, havada da, biliyorsunuz, doğal afetlerden bahsetmedik; ama, diyelim ki, bugün doğal afetlerin faturası 150 milyar dolara çıkıyor dünyada. En büyük sigorta şirketlerinin Bankong’da; oraya gidiyor çok süratle hem sayısı hem afetin şiddeti artıyor. İşte bunlarda çareler aranıyor. Çare de diyor ki: “Sen, madem diyorsun ki, ben şu kadar milyon araba yaptım, ben bunun, hemen değiştiremem egzozunu.” o zaman, Toyota, böyle bir araba çıkardıysa, ben onu teşvik edeceğim, seni de cezalandıracağım” diyor. Bunun neresi ayıp, neresi yanlış; Ben anlayamıyorum onu. Tabiî, aynı durum su kirletende de var. Sürdürülebilir yaşam; burada kalkınmanın bir gıda olduğunu söylersek çok yanlış hareket ederiz. Literatüre girdi artık; dünya “sürdürülebilir kalkınma” diyor; yani, sürdürülebilir kalkınmayı açarsam, bütün canlıları koruyan, çevreyi 147 tahrip etmeyen, herkesi mutlu kılan bir kalkınma; yani, kendi kendini, çevreyi tahrip ederek sonunda kendini tahrip edersin diyor; ama, biz, daha da önde olarak, TEM A olarak dedik ki: Kalkınma, nereye kadar kalkınma; müthiş bir tüketim ve israf nereye kadar; bunları söylüyoruz. Onun için,başına diyoruz ki: “Sürdürülebilir yaşam hedefli kalkınma.” Gelin bu kalkınmayı tamamen atmayalım. Ömer Bey diyor ki: “M ecbur kaldıkça koruyoruz.” Bence, bu, realitedir; çünkü, çok geri kalmış ülkeler var; onlar kalkınmanın peşinde, onlar çevreyi daha fazla tahrip ediyorlar. Bunu bilelim. Bugün dünyanın en fakir ülkeleri, doğal ormanları bitmiş 38 ülke, en fakir ülke; bunlar kalkınmanın peşinde, başka çareler arıyorlar. Dolayısıyla, kalkınmayı tamamen gözardı edersek, o zaman mağarada yaşayalım, yaşam devam etsin; değil bu; bu tabir, bizim TEM A’nın daha da öne çıkarak söylediği “sürdürülebilir yaşam hedefli kalkınma.” Dolayısıyla, biz, sürdürülebilir kalkınmayı biraz daha açmış oluyoruz. İşaret ediyoruz ki, böyle her çeşit kalkınma değil. Şimdi gelelim Bankong’ta 5 bin kişinin topladığı büyük bir dünya kongresi yapıldı. Tabiî, bu konular orada konuşuldu ve 80 ülkenin de çevre bakanı oradaydı. Bir Amerikalı “benim ülkemin Kyoto anlaşmasına arkasına çevirdiği için utanıyorum vatandaşlığımdan” dedi; böyle başlayan bir Amerikalı, Birleşmiş M illetlerin uzun zamandan beri, bu kalkınma nasıl olmalı, ismi de 21. Yüzyılda kalkınmanın hedefi ne olmalı. Bunu daha da açıyorlar; böyle bir çalışma bu yıl sonunda neşredilecek, hazırlık bitmiş. Bu komisyonun başkanıydı Amerikalı, bunu açtı biraz. Dolayısıyla, kalkınma lafını bir kenara atamayız; ama, nasıl olmalıdır; onu esasında, biz, TEM A’da şunu da söylüyoruz: Çevreyi ve yoksulu gözardı etmeyen bir kalkınma. Dolayısıyla, burada terim kargaşasına düşmüyoruz, olan hadise bu. Şimdi, gelelim bu havza bazında yönetim ve teşkilatlanma konusuna. Bu öyle bir yeniden yapılanma ki, bu bir devrim; yani, bunun anlatılması, hukuka geçirilmesi çok kolay değil; ancak, Avrupa Birliğine girerken güle oynaya, bize ne diyor “2015 yılında bunları yapmaktan sorumlusun; yoksa, başın dertten kurtulmaz.” Dolayısıyla, bu çalışma çok takdir edilecek bir çalışma; bu çalışmadan bir çalışma daha çıkarıp, bu yapılanmayı müdafaa eden notları oradan çıkarmamız lazım. Şart koşmuyor; ama, biz, şuraya şuraya ulaşmak için buraya gitmemiz lazım; eğer, Avrupa Birliğini hedef aldık madem, oraya gidiyoruz, onu sebep gösterebilirsek belki bunu geçiririz, yoksa geçirmek çok zor. Buna işaret ediyorum. Evet, hazmedilmesi için Avrupa Birliğinden güç almamız lazım. Teşekkür ediyorum. YÖNETM EN – Ben teşekkür ediyorum. Tekrar hatırlatıyorum; konuşmacılar, lütfen kendilerini tanıtsınlar. Şimdi sıra Hilmi Sabuncu’da. HİLM İ SABUNCU (DPT M üsteşarlığı Altyapı Sektörü) – Dün, Dışişleri Bakanlığı yetkilimizin de söylediği üzere, Avrupa Birliği kapsamı içerisinde Türkiye'nin su konusundaki yeniden yapılanması konusunda bir çalışmaya girdik. Bu çalışma iki ana gruptan oluştu; biri yasal, biri de kurumsal yapılanma. Yasal yapılanma, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği tarafından başkanlığı yürütülen bir çalışma grubuydu. İkincisi, kurumsal yapılanma da DPT’nin başkanlığında yapılan ikinci grup. Aşağı yukarı 24 kuruluşumuz katıldı, 10 civarında çeşitli üniversitelerimizden hocalarımız katıldı. Üç toplantı yapıldı ve bununla ilgili metin Dışişleri Bakanlığına intikal ettirildi. Başbakanlık tarafından Dışişleri Bakanlığının yöneylendirilmesi nedeniyle böyle bir yeniden yapılanma konusunda, su konusunda bu yapı içerisinde ikinci grup, yani kurumsal yapılanma çalışma grubu metnini intikal ettirdi; ancak, yasal kurumuzu, yani ABGS’nin yürüttüğü çalışma, zannediyorum bugünlerde tamamlanacak; o yüzden, metin daha ortaya çıkmadı. 148 Bu metinde, 2 numaralı grubun yürütücüsü olarak, DPT’den katılımcı olarak benim, biraz önceki açıklamalar doğrultusunda yasadan aslında çok fazla farklılığın olmadığı, ama genel intiba itibariyle bunun Avrupa Birliği normları içerisinde yapılanmayı değerlendirmemiz gerektiği, havzayı esas almamız gerektiği ve merkezle ilişkilendirerek merkez ile yerinden yönetimin ilişkilendirilmesi esasına dayanan bir yapı. Tabiî ki, ufak tefek farklılıklar mutlaka var; ama, bir ulusal havza yüksek kurulu denilen, özellikle son dönemde çıkan yeniden yasal düzenleme çerçevesinde bu kurumlarla ilgili bir kısıt orada da var. Adı tam kurul olarak kurulmasa bile, ama havza yönetimi mantığı Türkiye'de farklı konularda havzaların olması nedeniyle özellikle su havzaları mantığından bir çalışma yapıldı. Oysa, sizin anlattığınızda işin toprak kısmı da var ki, o yapılanma çok farklı görülebilir; yani, su ve toprak yapılanması aynı platforma oturtturulamayabilir, bu bir sakınca yaratabilir. Bizim çalışmamız tamamıyla su üzerineydi ve DSİ Genel M üdürlüğünün, Sayın Genel M üdürümün dün bahsettiği o 26 havzanın, yeraltı suları kaynakları da dahil olmak üzere, belki 6 ile 8 civarına indirilebileceği birbirleriyle ilişkileri nedeniyle; ama, bütün bunların, havzanın yönetiminin direkt ilgili bakanlığa bağlanması ve bu 26 havzanın da küçültülerek 6’ya, 8’e indirilmesinin altında yine DSİ’nin çalışanlarının etkin olduğu, ama bunun il düzeyine kadar indirilerek il düzeyindeki yapılanmalar, orada gönüllü kuruluşlar karşısında o ili oluşturan birimler,sanayiciler, temiz suyu kirleten kesimin temsilcileri de dahil, bir yapılanmaya gidiyordu. Bunun üzerinde çok uzun tartışmalardan ziyade, ben, anafikir olarak hemfikir olduğumuz konuları, bunu da Avrupa Birliği normları çerçevesinde zaten bir regülatörün söz konusu olabildiğini, bundan da artık olmazsa olmaz, kaçınılmaz bir noktamızın olmadığı görüşüyle hareket etmek istiyorum. Yani,bunun ötesindeki tartışmaları, işte, Avrupa Birliğine girmek isteyişimizin olup olmaması mantıklarını artık bir kenara bırakmak istiyorum. Burada özellikle belirtilen 6 ncı madde çerçevesindeki veya 13 üncü madde, sınır aşan sularla ilgili yaptırımlarda da bu çerçeve direktiflerinde, aslında, ülkemize ciddî şekilde sorun getirmediğini, bunu da Sayın Budak’ın biraz önceki anlatımında çok net vurgulandığını; ama, bu yapılanma içerisinde geri kalınmaması için, bu ülke koşulları içerisinde eksik olan taraflar bahsedilmeyen kesimden kısaca bahsetmek istiyorum. O da işin finansman boyutu. Bu ülkenin ekonomik koşulları itibariye bakıldığı zaman, çevreye ağırlık verilebilmesi için bununla ilgili tedbirleri alması için gerekli olan finansman kaynaklarından yararlanabilmek, ancak ve ancak halihazırda var olan malî işbirliği çerçevesinde yapının içerisinde yer alarak sağlanması mümkün olabilecektir. 2005 yılı için tahmini bütçe çalışmalarımız halen devam etmekte olup, su kısmıyla ilgili yapılandırma içerisinde 1 katrilyon civarında bir bütçeden bahsediyoruz, 300 trilyon civarında içme suyu DSİ olarak yer alan, İller Bankası 550 trilyon civarında yine su ve pissu anlamında jeotermal sularda ayrılma sebebiyle yapılanmadan bahsediyorum. GAP İdaresi, Çevre Koruma Kurulu veya bunun dışındaki diğer kuruluşlarla ilgili bir finansman büyüklüğüne sıcak para denilen kesimle ilgili olarak likitide 1 katrilyon civarında. Bunu, şu anda bu ülkenin gerçekleri olarak gördüğümüz büyük şehir belediyelerini çıkardığınız zaman onun dışındaki, o 16 belediyenin dışındaki belediyelerde sağlıklı içme suyu temin etme oranının % 40’larda olduğunu düşünürseniz, bu % 40’ların da gerçekten kalan % 60’ının inanın sağlıklı su temin edemediğini düşünürseniz, halen fosseptik çukurlar da dahil olmak üzere, suların yeraltı sularına karışmasını da göz önüne alırsanız, bunun içerisinden, çok büyük rakam telaffuz etmek istemiyorum, farklı çalışmalar var; ama, çok büyük oranda finansmana ihtiyaç var. Benim yapılabilecek olarak gördüğüm, malî işbirliği çalışmalarını tamamıyla şehir altyapısı, pis su suların arıtılması mantığına intikal ettirilerek, bunlara finansman sağlanıp, en hızlı şekilde çözüm bulunmasına gayret sarf etmek gerekiyor. Son bir cümle. Yine bu yapı içerisinde, artık, iç hukukun bağlayıcılık açısından, dış hukukun daha müdahil olduğunu, dolayısıyla, birtakım yaptırımların o global hukuktan 149 kaynaklanarak ülkemize yansıdığını, yerine getirmediğimiz takdirde de birtakım cezalarla birlikte katlanacağı düşüncesiyle ülkemizin daha tedbirli, daha istikrarlı bir yapı içerisine girmesi düşüncesindeyim. Teşekkür ediyorum. YÖNETM EN – Ben teşekkür ediyorum efendim. Söz M ahir Gürbüz Beyde; sonra da Koray Beye vereceğim. MAHİR GÜRBÜZ (TEM A Danışmanı) – Sayın Aykul ve arkadaşlarını çalışmalarından dolayı kendilerini kutluyorum. Bir iki küçük katkı, bir iki öneride bulunmak istiyorum. İlk sunuşunda, Sayın Aykul, olası bir su yasası için bir değerlendirme yaptı, ilkesel konuları gündeme getirdi. Sanıyorum, bu aşamadan sonra bu ilkeleri biraz . döndürmek gerekli; yani, bir net amaç tanımına dönüşebilmeli. Belki bir net kapsam tartışması yapılmalı ve hemen onun ardından fonksiyon tanımlamaları yapılmalı; yani, bir yasal düzenleme bir araçtır; ama, amacınız doğru olacak, bu amaca eş düşen kapsam çerçeveniz olacak ve bunları somutlaştıran bir görev tanımınız olacak ve örgütü de bu fonksiyonların yerine getirmes i gereken bir araç olarak, fonksiyonları yapabilecek, yerine getirebilecek bir yapı olarak öngörmek gerekiyor; yani, bu, zaten yönetim biliminde genel bir doğrudur. Ülkeler arasında Türkiye'nin çok önemli bir sorunu olan su üretimi boyutu çok öne çıkmamış, onun da ilkeler kapsamında gereken ağırlıkta yer almasının doğru olduğunu düşünüyorum. Tabiî, varlık-kaynak tartışması her zaman yapılabilir; çünkü, doğal kaynak ve kaynak terimi üretkenliği içeriyor; varlık terimi üretkenliği pek içermiyor gibi geliyor bana. Bu benim görüşüm. İkinci boyut havza yönetimi konusundaydı. Burada da aynı şeyi söylemek istiyorum; yani, o önerilen model, elinize sağlık, düşünmüşsünüz, çalışmışsınız; ama, her zaman tartışmaya açıktık. Burada da yine niçin havza yönetimi sorusuna önce yanıt vermek gerekiyor. Bu yanıtı verirken, havza yönetiminden ne bekliyoruz, amacı ne, yapacağı işler ne, fonksiyonları ne ve bu fonksiyonlardan kaynaklanan bir yapıyı, örgüt yapısını önermemiz gerekiyor. Başlangıçta bir havza yönetimi varsayımıyla davranmak yerine, havza yönetiminden neler bekleniyorun ortaya net biçimde konulması ve bu görevleri yerine getirecek bir yapının önerilmesi daha uygun olabilir diye düşünüyorum. M erkezde bir gruplandırma yapılmış; tarım işleri, orman ve su. Orman, kaynak; su kaynak; ama, benzer biçimde düşünürsek, tarım işlerine yine belki toprak demek daha mı uygun olur; bilginize sunmak istiyorum. Yapı çok bürokratik, çok merkezi, katılımcılığı az gibi geldi bana. Sivil katılma ve özel karar vermeye yönelmek gerekiyor. Havza örgütlenmesiyle Türkiye'nin yönetim yapısının ilişkisi son derece önemli; yani, iller . . . temeline oturmuş bir yönetim sistemi içerisinde birden fazla ili kapsayan fonksiyonları öngören bir yapı nasıl çalışır; bu yerinden yönetim, o alamda, Türk kamu yönetiminde de var; ama, somut unsurlar ne; onların ortaya konulması gerekir. Bu havza yönetimi ne yapacak; asıl önemlisi o; yani, önce, onu net biçimde ortaya koymak gerekli. Bir de Sayın Budak’a bir şey sormak istiyorum: Bir anlamda timsah gözyaşı Avrupa Birliği çevre anlayışı; yani, denetimsiz, kazandığı kârı maksimize etmeyi temel alan bir sermaye sanayi sürecinin yarattığı bir sorun. Avrupa'da su üretimi sorunu yok, en azından bizdeki kadar yok. Avrupa'da üretkenlik sorunu kalmamış, yani tarımsal üretimden söz ediyorum; orada, artık, üretilen fazlanın pazarlanması sorunu var. Dolayısıyla, toprakları kötü kullanmışlar, suları çok kötü kullanmışlar; artık, bunları korumamız gerektiğini söylüyorlar. 150 Doğru. Sadece korumaya endeksli bir anlayış olduğunu düşünüyorum; ama, bu, bizim için, bizim sorunlarımız açısından çok gerçekçi olur mu; çünkü, biz, üretmek zorundayız; yani, bu kaynakları, verimli, rasyonel kullanmak zorundayız. Bizim sorunlarımız farklı. Bu konudaki görüşünüzü alırsam sevinirim. En son İspanya dahil bütün kaynakları kullandılar ve şimdi sadece çevre boyutuyla bir anlayış kaldı; biz, 10-15 sene sonra girersek, beyefendinin sözünü ettiği finansman gibi ciddî bir sorunla karşı karşıyayız. Avrupa Birliğinden bize bu konuda kaynak gelebilir mi? Teşekkür ederim. YÖNETM EN – Ben teşekkür ediyorum. Söz sırayı Koray Sönmez Beyde. KORAY SÖNM EZ – 33 yıl, Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Anabilim Dalında görev yaptım, M ahir Beyin dönem arkadaşıyım, 7 yıldır da Süleyman Demirel Üniversitesi Orman Fakültesinde yine Toprak Anabilim Dalında görev yapmaktayım. Uzmanlık alanım toprak koruma, erozyon; ama, Hollanda’da su amenajmanı bilim alanında da yüksek lisans yaptım. Efendim, öncelikle TEM A Vakfına teşekkür ederek konuşmama başlamak istiyorum. Ben, 1992’den beri TEM A Vakfında gönüllü temsilci olarak, il temsilcisi olarak, daha sonra bölge temsilcisi olarak içinde oldum, yanında oldum, yakınında oldum; çok şey öğrendim. M esela, ben, bu çalıştayda, hakikaten, bu konuların hukukî yönünü, yasal yönünü, politik yönünü, yönetimle ilgili kısımlarını çok iyi bilemiyordum; bu bilimsel çalışmaları dinledim, deneyimlerini aktaran bütün arkadaşlarıma teşekkür ederim. TEM A, aynı zamanda iyi bir zamanlama da yaptı bu çalışmayı düzenleyerek ve gördüğüm kadarıyla gerek teknik gerek bürokratik ve gerekse yasal yönleriyle bu konu fevkalade iyi tartışılıyor ve inanıyorum, tartışmaya da devam edilecektir. Efendim, öncelikle şunu ifade etmek istiyorum: Havza dediğimiz zaman, toprak ve su birlikte aklımıza gelmek durumundadır. Planlama yaparken bu ikisini birbirinden ayıramayız; çünkü, havza amenajmanı yönetiminin temel amacı derken, erozyonu önlemek, taşkınları önlemek ve istenilen miktarda ve kalitede su temin etmektir. Öyleyse, yapacağımız bir yönetimde, modellemede bu ikisini birlikte götürmek zorundayız. Havza dediğimiz zaman, içerisinde ormanı, otlağı, tarlası, yerleşim yeri olan bir bütün. Havza dediğimiz zaman, bir beslenme bölgesi var, bir iletim bölgesi var, bir boşaltım bölgesi var; biz, şu anda boşaltım bölgesinde, yani masamızın üzerindeki suyu konuşuyoruz; ama, bu su buraya nasıl geldi, nerelerden bu su üretildi; onları da düşünmek zorundayız. O nedenle, ben, ağırlıklı olarak, toprak korumayla bağlantılı olarak bu konuyu irdelemek istiyorum. Tabiî, bunu belirtirken, eğer yanlışlıkla, hepimizin bildiği ana başlıklarıyla somut olarak ifade edebilirsek, belki biraz daha bu konuyu daha iyi değerlendirmiş olabiliriz. Örneğin, biz, su kullanımında yanlışlık yaptık mı; yaptık. 21 M art Dünya Ormancılık Gününde biz ne yapıyoruz; küçük el ilanları dağıtıyoruz ve oraya yazıyoruz, diyoruz ki: Önce sabunu al, sonra musluğu aç. Damlaya damlaya göl olur. Buna benzer; yani, su kullanımında israfı önlemek istiyoruz. Başka ne yapıyoruz; diyoruz ki: Biz, özellikle ormanlık alanlarda bazı temel yanlışlıklar yapıyoruz. Gelin bundan vazgeçelim. Ormanlık alanda su üretim yerleri; ne yapıyoruz; işte açmacılık yapıyoruz. Bundan vazgeçmek zorundayız; çünkü, biz biliyoruz ki, orman toprağı tarla toprağı olmaz. Niye olmaz; orman toprağı asiliktir, tarla toprağı vaziktir. Orman toprağında mantar yeter, tarla toprağında bakteri yaşar. Bunlar apayrı şeyler. Ormanı açarsın, üç dört sene oradan ürün alırsın, sonra alamazsın. Topraktaki organik madde tarla civarına düşer, terk eder; açmacılıktan vazgeçelim. 151 Keçi otlatmayı sınırlayacağız, yalnız makilik alanlarda keçi otlatabiliriz. Şimdi, o alanlara, koyunlar veya büyükbaş hayvanlar girip otu yer; bir kısıtlama getireceğiz. Kaçak kesimlerden vazgeçeceğiz. Orman yangınları... Anızı yakmışız, toprağı verimsiz; gübreyi, tezeği yakmayacağız, ormanı yakmayacağız. Bunlardan vazgeçmek durumundayız. M eraları erken otlatmayacağız. Niye; çünkü, biliyorsunuz, atalarımız der ki: “Toprak ıslakken otlayan her hayvanın 5 ağzı vardır, yani ayakları da ağzı kadar otlara zarar verir.” M esaj bellidir. Otlakları bozup tarla yapmayacağız; çünkü, orası ot yetiştirmeye elverişlidir, doğal olarak öyle gelişmiştir; orada şekerpancarı yetiştirmeye zorlamayınız. Alpin zona; hayvan götürmeyin, yaylacılıktan vazgeçen. Belki bu mesajdır. Şimdi, oralarda orman ağaçlarına çıkamıyor; çalılar var, otlak var; kar yağıyor; dolayısıyla, biz, yaylacılıktan vaz geçeceğiz, yani dağlarımıza sahip çıkacağız, çıkmak zorundayız; çünkü, sular oralardan toplanarak aşağılara doğru geliyor. Tarlalarda birtakım yanlışlıklar yaptık; ne yaptık; mesela, ben kendi memleketimden biliyorum, bol su bol ürün demek!.. Yanlış efendim. Ne kadar çok sularsan o kadar çok ürün alırsın!.. Böyle bir olay yok; çünkü, o zaman su parasızdı, ama şimdi paralı hale geldi, gelmek durumunda. Fazla su toprağı yıkar, besin elementlerini götürür; çünkü, su, çözücü bir meta. Bu su aşağılara inince geçirimsiz katman üzerinde birikir, taban suyu olur, toprağı çoraklaştırır, toprağı suya boğulur hale getirir, zarar verir. Dolayısıyla, bu yanlışı yapmayalım. Başka ne yaptık; sulama suyunu getirdik drenaj suyuyla kirli suyu götürmeyi unuttuk. Buna para harcayamadık. Halbuki, bu bir atardamar-toplardamar sistemidir. Temiz kan gerektiği gibi, kirli kanı da toplamak gerekir. Biz, sulama suyunu getirdik, ama drenajı ihmal ettik ve onun için de araziler çoraklaştı. Bugün 3,5 milyon problemli arazilerimiz var. Öyleyse, bazı temle kanunlar getirilir. Nedir bu; mesela diyeceğiz ki, birinci ve ikinci sınıf arazilere işlem yasaktır demekle kalmayacağız, uygulayacağız. Diyeceğiz ki: Türkiye'de ulusal eğimi sınırı % 12’dir, % 12’nin üzerine hiç kimse pulluk götüremez. Burası doğal örtüye terk edilecek. Bunun bir diğer anlamı şudur: % 12 eğimin bir kısmı su üretim alanlarıdır, % 12’nin altı su tüketim alanlarıdır. Böyle bir sınır getiremezsiniz. Ne yapmamız gerekir; yine yasa çıkaracağız. Yasa koyuculara burada öneri götürüyoruz, diyoruz ki: M iras kanunlarını değiştirelim; ne yapalım; alan olarak bölmeyelim, değer olarak bölelim. Şu masayı bir bütün halinde koruyalım, ama bunun değeri neyse hepimiz bölüşelim, paylaşalım. Dolayısıyla, yapılabilecek şeyler yıllardır anlatıyor, bellidir; ama, biz, bunları, ne yazık ki, yapamadık. Yasa çıkardık, yönetmelik çıkardık, belli mesafe aldık, ama yeterli olmadı. Şimdi bizi zorlayan bir Avrupa Birliği var, onun da bize verdiği motivasyonla bazı şeyleri şüpheyle de karşılasak, mutlak surette, bu yasaları, bu teknik çalışmaları... İşte teraslama... Elbette ki, teraslama yapmazsanız su toprağın içerisine inmiyor. Bize, DİE, Hocamız anlattı, diyor ki: “Türkiye'ye yağan yağışların üçte biri yüzeyden akıp gidiyor, üçte ikisi yeraltına iniyor. O zaman, yeraltı, bizim için çok önemli bir su rezervi oluyor. Sonuç olarak şunu ifade etmek istiyorum: Öncelikle bu çalıştayı düzenleyen, bize bu konularda bilimsel çalışmalarını aktaran, deneyimlerini aktaran herkese teşekkür ederim. Konuya TEMA’nın sahip çıkması ayrı bir güzel; çünkü, M era Kanunu çıkardı, Toprak Kanunun hazırlığını yaptı, şimdi su kanunu; dolayısıyla, hakikaten çok iyi işler yapıyor; gurur duyuyoruz bu örgütümüzle; ancak, teknik elemanlarıyla bir araya getirdiği için teşekkür ediyoruz. Şunu da ifade etmek istiyorum: Acaba, biraz daha geniş katılımlı olabilir mi. M esela, ben, bu konuyu duyar duymaz heyecanlandım, yardımcı doçentimi, araştırma görevlimi 152 aldım, geldik, katıldık, dinledik; çok şey öğrendim; onlara da söyledim “devamlı not alın” diye; ama, biraz daha katılımı geniş tutabilir miyiz. Onu önermek istiyorum. Son olarak da şunu söyleyeceğim: Yine, herkesin bahçesi kirlenebilir. Şimdi, bu masayı kirletirseniz temizleme şansınız vardır; ama, kirlettiğiniz şey canlıysa, onun ekosisteme zarar verdiğini, onu temizlemenin kolay olmadığını, biyolojik çeşitliliği bozduğunu hatırdan uzak tutmayalım; muhakkak ki tutmuyoruz. Daima bir işin maddî tarafını düşünürüz; eğer mümkünse, önceliği ki, sürdürülebilirliğin temel ilkesi de şudur: Ekolojiyi, çevreyi düşünelim, sonra toplumu düşünelim, mümkünse üçüncü sırada da ülkemizi düşünelim. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim; sağ olun. YÖNETM EN – Ben teşekkür ediyorum Hocam. Buyurun Ferhat Bey. FERHAT ŞAHİNKAYA (Sağlık Bakanlığı Su Şubesi Uzman Biyolog) – Teşekkür ederim. Aykul Beyin anlattığı havza teşkilatında yer alması gereken kuruluşlardı; şu anki normal mevzuattan biraz bahsetmek istiyorum. 81 ilde Sağlık Bakanlığı teşkilatı vardır, ben 13 yıldır Sağlık Bakanlığındayım ve gezmediğim, köy, il ve ilçe kalmadı herhalde; taşrayı çok iyi biliyorum. Bugün en küçük bir mezrada bile bir ebe veya hemşiremiz mevcuttur Sağlık Bakanlığı olarak. Bakteriyolojik su ve kimyasal su analizi ve numunesi alabilecek yegane kuruluş Sağlık Bakanlığıdır. İçme sularından bahsediyorum, yani suyun planlama ve yönetiminden değil, suyun kalitesiyle ilgili olan taraftan. Sağlık Bakanlığı, bu havza yönetimi içinde il teşkilatı olarak almamak haksızlık olur Sağlık Bakanlığını, orada bir de Tekeli gördüm ben, onu anlamlandıramadım; ama, şunu biliyorum ben: Türkiye'de çok büyük bir yeraltı suyu, yağmurlamamız var. Bugün sizler de biliyorsunuz mutlaka, bir fıçı bira yapabilmek için 5 600 litre yeraltı suyu kullanılıyor ve Türkiye, dünya bira üretiminde ilk sıralarda geliyor. Bu da düşünülmesi gerekiyor. TEM A’nın, bir sivil toplum örgütü olarak bu konuya el atmasını istiyorum. Türkiye'de Uçkun Hocamın dediği bir şey bizi çok etkiledi dün; disiplin, yetkili uzmanlık birleşmesi, yani demokratik katılımla birlikte Türkiye'de gerçekten bir yetki karmaşası yok, yetki tartışması var bence; kurumlar arasında bir kurum şovenizmi var. Yetki karmaşası olduğuna inanmıyorum, kanunlar çok açık ve net. Avrupa Birliğiyle ilgili sunumu da dinledim, direktifler de çok açık ve net. M esela 98/83 Konsey Direktifi var; kullanım suları; bunu hangi kurumun yapacağı çok açık ve net; Sağlık Bakanlığına bırakmış; çünkü, geri bildirim olarak baktığınız zaman, ucuza giren suyun içme suyu ya da kullanım suyu olarak vücutla temas eden suyu, geri bildirim olarak ülke maliyetlerini düşündüğümüz zaman, mantıklı olan Sağlık Bakanlığının yapması. Bunu, asla, bir kurum şovenizmi ya da kurumumu savunmak adına söylemiyorum. İnsanın içtiği her su, dün de bahsettim, ama kısa geçtim; tifo, kolera; bunlar çok basit hastalıklardır; ama, dünyada 2,5-3 milyon insanın ölümüne neden olur. Ben sadece şunu söylüyorum: Türkiye'de yetki ve kanun karmaşası yok, tartışması var kurumlar arasında, kavram kargaşası var, paylaşım ve işbirliği yok diyorum. Çalıştayda emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Dünyadaki bütün sucularla mailleşiyoruz, bir mail geldi, şunu söylüyorlar: “Sular çekilince karıncalar balıkları yer, sular artınca balıklar karıncaları yer; siz ne yaparsanız yapın, olayı suyun akışı belirler. Teşekkür ederim. YÖNETM EN – Ben teşekkür ederim. 153 Doğru anladım değil mi; Sağlık Bakanlığı da il teşkilatı gibi değil, havza teşkilatı gibi teşkilatlanma?.. FERHAT ŞAHİNKAYA – Evet. YÖNETM EN – Tamam; çok teşekkür ederim. Efendim, söz sırası M ustafa Uzbilek’te. MUSTAFA UZBİLEK (TEM A Vakfı Kırsal Kalkınma Projeleri Sorumlusu) – Bir konuya açıklık getirmek üzere söz aldım. Su yönetiminde yetki dağılımındaki cetvelde bir konu dikkatimi çekti. Genel yetkili kurum ve kurumdan bahsederken “Çevre ve Orman Bakanlığı ve DSİ Genel M üdürlüğü” denildi ve hemen bir alt kademeye inildi, bir de “görevli kuruluşlar” denildi. Şimdi, genel yetkili tabirinin içine yakışan iki kuruluş konusuyla ilgili konuşmak istiyorum. 1.Su üretim yönünden değerlendirirsek; Türkiye'de % 21 bir ifadeye göre, diğer bir ifadeye göre % 26,5 orman tahsis sahası, sanki, tamamen Türkiye'de suyu üreten bir yer oldu. Kaldı ki, Türkiye'de büyük havza veya yan havzalarda tarım arazisiyle merayla veya hali arazisiyle biten alanlar var. Onlar hiç değerlendirilmemiş oldu. Dolayısıyla, buna yetkili olan kurum Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, buna yetkili olan kurum Köy Hizmetleri Genel M üdürlüğü, buna yetkili olan kurum M aliye Bakanlığı devre dışı bırakılmış oldu. Su kullanım yönünde değerlendirirsek -yine iki kuruluş üzerinde konuşuyorumsulama amaçlı değerlendirmede gerek DSİ’nin kuruluş yasasında gerekse Köy Hizmetleri, ilk etapta Toprak-Su’nun kuruluş yasasında bir sınır varmış. 500 litreye kadar Toprak-Su, diğer bir ifadeyle Köy Hizmetleri Genel M üdürlüğü yetki kullanma ve tasarruf hakkına sahiptir. 500 litrenin üzerine geçtiği zaman, müsaade almak kaydıyla DSİ’ye ait yetkidir, müsaade almak kaydıyla kullanılabilir. Bu da bir kenara atılmış oldu genel yetkili tabiri içerisinde. Diğer bir ifadeyle, yeraltı sularında da aynı durum söz konusu. Kullanma suyu haricinde değerlendirmede, içme ve sulama amaçlı değerlendirmede, demin söylediğim gibi, ilk suyun altından itibaren başlayan ve 167 sayılı Yasayla yetki DSİ’ye verilmiştir, ama suyun satha çıkışından sonra sulama amacında Köy Hizmetleri yetkilidir. O zaman, genel yetkili tabiri içine bunlar niye girmedi diye merak ediyorum. Havza yönetim bakanlığı, Başbakan Yardımcısı çerçevesinde bir çerçeve belirlenmiş kuruluş yapılırken, Ulusal Havza Yüksek Kuruluna baktım, politika üreten insanlardan başka hiç fikrî yapısı olmayan kişilerden oluşmuş bir heyet gördüm. Halbuki, yüksek kurul olduğuna göre, yalnız politik yönden değil, diğer konularda da yönetecek bir kurum olacak şekilde bazı birimlerin ithal edilmesinde yarar olduğunu düşünüyorum. Saygılarımla. YÖNETM EN – Teşekkür ederim. Sayın Yücel Erdener; buyurunuz. YÜCEL ERDENER (İstanbul Çevre Kültür .. . Genel Başkan Yardımcısı) – Teşekkür ederim. Burada bulunmaktan çok mutluyum; çünkü, ülkenin en güzel konularından bir tanesini işliyoruz. Bu çalıştayda çalışan, emeği geçen bütün arkadaşlara teşekkür ediyorum. Ben şunu öğrenmek istiyorum Sayın Budak: Su koruma alanları, Avrupa Birliğine üye olmayan bir ülkenin içindeyse, ama, aşağıda bu sudan yararlanmak isteyen, yani havzanın maksadında bu sudan yararlanmak isteyen bir Avrupa ülkesi varsa, bu Avrupa ülkesi, kirletici durumunda olan membadaki ülkeye ne gibi etki yapabilir? Bu yaptığı istemleri içinde o ülkenin suyunu temizlemesi için maddî herhangi bir katkıda bulunabilir mi? Avrupa ülkeleri buna icazet veriyor mu veya Avrupa ülkelerinin bunu kirletmemesi için, yani suyu kirletmemesi için Avrupa ülkesi olmayan bu ülkeye yaptırım gücü nedir? 154 Benim anladığıma göre, bir ataerkil söz vardır; Toprak işleyenin su kullananındır. Böyle bir varsayımla hareket edersek, toprağı yanlış işleyen ülke, suyun kullanımına zarar veriyorsa, toprak işlenmesinde kıstasları nasıl seçtirebilir, yaptırım gücü nedir? Teşekkür ederim. YÖNETM EN – Teşekkür ederim. Söz Ümit Gürses’te; sonra Ahmet Hızal Bey’de. ÜM İT GÜRSES – Gerek taşrada gerek merkezde koordineli çalışma alışkanlığımız yok; bunu biliyorum, bu bir tespittir, ama bunu nasıl aşarız; bu konuda öneriler varsa, bunu sonra da yazılı olarak veya bir şekilde edinmeyi arzu ederim. Biz de TEM A Vakfı olarak değişik yerlerde uyguladığımız kırsal kalkınma projelerinde veya ilişkide olduğumuz devlet kurumlarında bunu çok iyi hissediyoruz ve rahatsızlık duyuyoruz; ama, bu bir süreçtir, bu süreçte bunu nasıl aşarız; bu konuda yardımcı olabilirseniz memnun olurum. Kirleten öder konusuna gelince; bu çok konuşuldu. Hayrettin Bey, 1994 . . . ilgili bölümlerinin çoğaltılarak size dağıtılmasını, dolayısıyla, bu noktadaki görüşlerin size aktarılmasında yardımcı olacağını söyledi; ama, fotokopi imkânı bulamadık; bunu TEM A Vakfından edinebilirsiniz veya ben çoğaltıp size göndermeye çalışacağım. O görevi de hatırlatayım. Bir iki ufak ayrıntı var; hakikaten, bu köyler belli sulara talip M edenî Kanuna göre birçok yerde kan dökülmesine kadar gidiyor, bunu çok iyi biliyoruz. Hakikaten oradaki uygulanan gelenek bunu çözer mi; biraz zor görüyorum, kıskançlık da var; ama, diğer bir yeni madde veya yeni bir anlayış getirilmiş; onun fazla suyunu diğerine, parasını vermek suretiyle ki, bu sınır aşan sularda da pek ala savunulabilir; ama, biraz tartışmak lazım. Bu bir çözüm getirebilir mi; bunu değerlendirmek lazım. Çünkü, suya sahip olan, o suyun kendisine yetmediğini bile söyleyebilir. Tabiî, bunun teknik kriterleri bulunabilir; ama, bu, çözülmesi gereken bir husustur ayrıntıda. Su yasasıyla ilgili ilkelere atıksu yönetiminin de dahil edilmesi doğru mu olur; bunu düşünmek lazım; çünkü, atıksu yönetimi, Avrupa Birliğine giriş sürecinde de çok önem kazanmaya başladı. Bu sorunu da su yasası çerçevesinde çözümlemek mümkün olabilir mi? Bunu düşünelim diye bu konuyu gündeme getirdim. Su üretimi ve su üretimiyle ilgili bazı çalışmalar, teras veya orman alanlarının genişletilmesi, meranın ıslahı gibi hususlar, Hocam söyledi, ne pratik yönü vardır, % 12’nin üzerindeki yerlerin su üretim alanları diye doğal haline bırakılması gibi konular da dahil olmak üzere, su üretiminin esas alınmasına bir ilke olarak yer verebilir miyiz? Tabiî, fon ve finans çok önemli. İkinci Tarım Şûrasında da bu konu komisyonlarda ele alındı ve mutlaka bu finansı sağlayacak oluşumlara yer vermek lazım; çünkü, bütün bu söylenenler, güzel düşünceler, eğer finansla desteklenmezse sonuçlanması mümkün değil. Bunu hepimiz biliyoruz. Burada finans derken, Avrupa Birliği kaynaklarından da istifade edilebilir; azalmıştır, çoğalmıştır, bakılır ona; ama, iç kaynakları da mutlaka yaratmamız gerekir. İlle Avrupa Birliğine güvenelim diye bir anlayış yeterli olmaz diye düşünüyorum. Su yasasıyla ilgili ilkelere su tasarrufu anlayışını bir şekilde ilke olarak koymak doğru olabilir mi? Orman Bakanlığının mı yer alması yoksa Sağlık Bakanlığı temsilcisinin yer alması konusuna gelince, Sağlık Bakanlığının suyla ilgili bir görevi var; ama, diğer Orman Bakanlığı ve Tarım Bakanlığı gibi Sağlık Bakanlığını mütalaa edersek doğru olmayabilir; belki bir temsilcisi bulunabilir; ama, Sağlık Bakanlığı gibi, orman yardımcısı gibi sağlık işleri yardımcısı düşünürsek Sağlık Bakanlığını çok bağlayıcı olur muyuz diye bu konuyu tartışarak bir sonuca varmamız doğru olacak diye düşünüyorum. 155 Birtakım çalışmalarla yasanın nasıl hazırlanıp Parlamentodan nasıl geçirileceğini, hangi dengelere, hangi dayanaklara ulaşmak zorunda olduğumuz konusunda bir miktar deneyim kazandık, bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Şunu kesinlikle biliyoruz ki, TEMA Vakfının bir yasa hazırlama ve M eclise sunma gibi bir yetkisi yok; ama, halkı, kamuyu temsil ettiğimiz için, ihtiyaç duyulan konularda böyle bir hazırlığa girişme hakkımızı kendimizde görüyoruz. Nitekim, Toprak Yasası bunun bir örneğidir, M era Yasası Tasarısının oylamasına 222 milletvekili katılmış ve 222’si de evet demiştir; bu hakkı kendimizde görüyoruz. Bu hakkı da, sizin gibi, bu konuda samimi, deneyimleri olan gruplarla çalışarak sonuçlandırmaya gayret ediyoruz ve burada mümkün olduğu kadar siyasî baskıdan arındırılmış gerçek düşüncelerin yer alabileceği metinler hazırlamaya gayret ediyoruz. Bunu da ülke açısından çok faydalı görüyoruz ve bu düşünceyi, bu toplantılara katılan kişiler de kabul ediyor. Buradan bir pay çıkarmak için söylemiyorum, işin gerçeği açısından; ama, öğrendik ki, DSİ’nin böyle bir yasa hazırlığı içinde olduğunu, çalıştığını, hatta ondan yararlanmaya da çalışmıştık. Sonra dün öğrendik ki, Dışişleri Bakanlığımız böyle bir çalışma içinde. Dolayısıyla, zaten DPT’nin işin içinde olması lazım. Dışişleri Bakanlığından dün gelen temsilci M ithat Beyefendiye söyledik; biz, bu hazırlığımıza devam edeceğiz, burada ulaşılan sonuçları, şekilleri kendilerine gidip anlatacağız. Zaten orada bir grup oluşturulmuş, o grup da bu düşüncelerin açıklanabileceğini söyledi. Arzu ederlerse o gruba da dahil olabiliriz; çünkü, neticede bu hazırlıklarımızın, M era Yasasında da olduğu gibi, hangi bakanlık ilgiliyse onlara ulaştırıyoruz ve oradan prosedür başlıyor ve orada da çeşitli yerlerde destek verme veya katkı yapma imkânı buluyoruz. İstenildiği vakit, ihtiyaç görüldüğü vakit her makama ulaşabiliyoruz. Kanunlar ve Kararlar Genel M üdürlüğü, başlangıçta, biz bu işi biliriz, kimse bize karışmasın gibi nazik bir ölçüde bunu söylediler; ama, biz, şahsımıza veya kuruluşumuza bir şey istemediğimiz için, gidip kendilerine konuyu anlatabildiğimizde farklı bir yaklaşım ve anlayış içine girdiklerini de gördük. Bunlara dayanarak da bu hazırlıkları geliştirmeye ve sonuçlandırmaya çalışıyoruz. Tabiî, bu, TEM A Vakfının bir önerisidir. Sizlerle bu öneri biraz daha geliştirilecektir ve iş burada bitmiyor, biraz sonra Ömer Bey söyleyecektir, bunu geliştirmek için, bunu daha somutlaştırmak için de bir komisyon oluşturacağız, bir çalışma komitesi oluşturacağız ve bunu sonuçlandırmaya gayret edeceğiz. Dolayısıyla, ülkeye bu konuda da hizmet vermiş olacağız. Bunu açıklamaya ihtiyaç duydum. Teşekkür ediyorum efendim. YÖNETM EN– Ben teşekkür ediyorum. Ahmet Bey, buyurun. AHM ET HIZAL (İstanbul Üniversite Orman Fakültesi) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Ben de saptadığım bazı noktaları kısaca belirtmek istiyorum. Doğal varlık dedik; biz, doğal varlık yerine yenilenebilir doğal kaynaklar kavramını kullanıyoruz, terminolojide yenilenebilir doğal kaynaklar; fakat, iş, havza bazına indirgendiği zaman, ne tükenebilen doğal kaynakları veya yenilenebilir doğal kaynakları birbirinden ayırmamak lazım; bunlar havzanın ekosistemidir. Dolayısıyla, bu kaynaklar yerine ekosistem unsurlarından bahsetmek lazım. Su yasası için toplandık; fakat, havzalar değişik amaçla kullanılıyor; ona birazdan geleceğim. M edenî Yasada “yeraltı suyu” deniliyor; bu yeraltı sularını, kaynak suyunun, hepsinin bilimsel tanımı var. Bunlara 5 metre, 10 metre diye bir kavram getirmek çok yanlış. Dolayısıyla, bu su yasası çıkarken, mutlaka bunlara da değinmek lazım. Bilimsel tanımları var; biyologlar veya uzmanlar bunu koyuyor hangisi yeraltı suyudur hangisi yerüstü sudur. Bazı yerlerde taban suyu 10 metreden çıkar, bazı yerlerde 20 metreden çıkar, bazı yerlerde 156 100 metreden çıkar. Şimdi, siz, bunu, nasıl .......... ilişkilendirirsiniz; çok yanlış bir kavram var M edenî Yasada, onun düzeltilmesi gerekir. İsviçre’den alınmış; bilemiyorum, belki, İsviçre, suyunun çoğunu taban sularından sağlıyordur hep kuyulardan bahsettiklerine göre. İsviçre’nin koşullarını alıp bizim M edenî Yasaya olduğu gibi monte etmek çok yanlış. Dolayısıyla, bu yasa çıkarken, mutlaka bunlara gönderme yapmak lazım, yanlışlığı vurgulamak gerekir diye düşünüyorum. Şimdi, hep ekosistem unsurlarından bahsettik; çünkü, biz, havzaları planlayacağız, havzaları planladığımız zaman, DSİ, yanılmıyorsam, 600’ün üzerinde baraj yapacak Türkiye'y e; yaptığı barajların 500 olduğunu biliyoruz, ama 600 ve belki daha da yukarı çıkabilir. Bir de Köy Hizmetleri göletler yapıyor, değişik sayıda gölet var. Dolayısıyla, ülkenin her tarafı su havzası oluyor. Havzanın yönetilmesi söz konusu. Acaba, biz, havzayı hangi amaçlara göre yöneteceğiz; onun için, havzayı planlayacağız, bütün havzanın ekosistemini planlayacağız. Şimdi, kuşaklar denildi; çok yanlış;..... kuşakla yapmış. Yapmayın... Buradan da, tercümeden de . . kuşaklar .......kuşak değildir. Türkiye'nin her tarafı su havzası oluyor; ama, nereye yerleştireceğiz, nereye endüstri kuracağız, nerede otlatma yapacağız, nerede orman kuracağız, nerede tarım yapacağız; bu plan işidir. İşte bu planları yaparken, mutlaka, ekosisteme zarar vermeden plan yapmak lazım. O zaman, ben, havzada yerleşim yerini belirleyeceğim; buna bölge deriz, zon deriz, kuşak değil; işte 200 metre kuşak, bilmem 750 metre orta kuşak... Böyle bir şey yok. Havza amenajmanı disiplininde böyle bir şey yok. Havza amenajmanı kavramı da Amerika'dan alınmıştır. Avrupa'nın buradaki sunduğu şeylerin hepsi Amerika'nın kopyasıdır, yani % 80’i Amerika'dan kopyadır, biz de onlardan alıyoruz. Dolayısıyla, havza amenajman kavramının meydana geldiği yer Amerika’dır, burada kuşaklar falan yoktur; ama, diyorum ya, her tarafı su havzası yaptık, biz yerleşmeyecek miyiz; yerleşeceğiz. O zaman, havzayı planlayacağız; planlarken, en uygun yere ekosistemi tahrip etmeyecek şekilde yerleşim yapacağız, en uygun yerlere ekosistem unsurlarını gözeterek sanayi yapacağız, en uygun yerde tarım yapacağız. Bütün bu yaptığımız şeyler, bu havzanın özellikle yenilenebilir doğal kaynaklara zarar vermeyecek. O nedenle, kuşaklar yerine bölgeler çıkıyor. Bu bölgelerde planlama yapmak lazım. Dolayısıyla, İSKİ’nin kuşaklamaları bilimsel anlamda bir şey değildir, ancak koruyabilir miyim, koruyamaz mıyım; o korkuyla yapılmış, tamamıyla oradan çıkan bir olay. Bunu karıştırmayalım diyorum. Dolayısıyla, havza planlanması esas. Şimdi, yine bir tercüme hatası girmiş; kirletene de... Hangi kirletene de; olağanüstü koşullarda kirletme olduğu takdirde. Bizde belirtmemişiz ki; kirleten öder. Adam, arıtmasını çalıştırmıyor; böyle şey olmaz. Olağanüstü durum olabilir. SEVİM BUDAK – Söyledim ama; metinde var. AHM ET HIZAL – M etinde var, siz söylediniz; ama, bize öyle mi geldi? SEVİM BUDAK – Size öyle gelmedi. AHM ET HIZAL – Daha ne... Onun için, biz bu kanuna karşıyız; ama, biz, kirletilmeyeceğini de söylemiyoruz, ne diyoruz; kaynağında müdahale edeceğiz. Arıtma tesislerini, filtre tesislerini her şeyini yapacağız, devlet bunlara yardımcı da olsun diyoruz; çünkü, bu ülke sanayileşmeden bir noktaya varamaz; kirliliği kaynağında önleyecek; ama, anormal hadise olur, gemi kazası olur, zelzele oluyor; kirlenme olur; o zaman ayrı dava. Gemiler çarpıştı... Kim kirlettiyse parasını öder; bu doğaldır; ama, bizim dilimize yanlış girmiştir; kirleten öder. Zevk için kirletti; parasını ödeyeceğim!.. Havza yönetim modeli çok önemli, tabiî, bir teşkilat kurulmuş; ama, bana göre burada en önemlisi, yalnız bu havza yönetimi modeli için değildir, su üretimini de kapsayacak yerine göre; çünkü, her tarafı su havzası oluyor. Dolayısıyla, burada özerklik çok önemli. Ben hiç özerklik görmedim. Yine geliyoruz politikaya bağlı kalıyoruz, politikaya bağlı kalınca işler yatar. Esas yönetim modelinde mutlaka özerklik olmalı. Bu birime bağlı mutlaka ilgili 157 uzmanlar, ilgili sivil toplum örgütleri vesaire. Bu kurul özerk olmadığı takdirde bir işe yaramaz. Onu vurgulamak istiyorum. Bana göre en önemli şey özerk statünün sağlanması. Teşekkür ediyorum. YÖNETM EN – Teşekkür ederim. Buyurun Uçkun Hocam. UÇKUN GERAY - Avrupa Birliği müktesebatı yahut da şu direktifi bizim için çok büyük bir problem değil, zaten bilinen şeyleri saymış dökmüş. Ahmet Beyin dediği mahiyette, biz bunları zaten biliyoruz; ancak, teknik anlamda, parasal anlamda kısıtlarımız, sıkıntılarımız olacak. Orada bazı şeyler var tabiî, mesela her insanı suyla ilgili taraf ilan etmesi çok önemli. Bizim çevre hukukunda bu bizim menfaatimize gelecektir, yani tüketicinin menfaatine bazı hususlar kullanılacaktır, dava açılabilecektir. O bakımdan, bazı imkanlar getirdiğini görüyoruz. Kamu mülkiyetinde olması yerine “serbest” kelimesini kullansak Ömer Bey, ne dersiniz; 3 üncü madde olarak sıraladığınız yer; sizin getirdiğiniz 10 madde vardı ya, onun 3 üncü maddesinde; onu teklif ediyorum. Avrupa Birliği ilkeleri gösteriyor ki, bir önemli sıkıntı yaşanmayacak. Uluslararası su konularında da uygulama sorunu yok bizim için. Zaten adil paylaşım, adil kullanma şeklinde, dün özetlenen o üçüncü aşamada gelmiş olduğumuz doktrin var ya, o zaten Türkiye tarafından kabul edilmiş, ABD tarafından da kabul edilmiş bir doktrin. Orada da bizim büyük bir şeyimiz yok; ancak, sorun, dün söylediğim gibi, Amerika Birleş ik Devletlerinin doktrin değiştirmesi tehlikesidir. Evet, bu söyleniyor, konuşuluyor şimdi. Yani, Irak karşısında Irak ile ilgili münasebetlerimizde bizim, Türkiye'nin sıkıştırılması için Amerika Birleşik Devletlerinin doktrin değiştirmesi ihtimalini herkes konuşuyor. Burada haberdar olmamış olanlar olabilir, ben de bunu size bir haber olarak getiriyorum. Yönetişim denildi; yönetişim kelimesini Ömer Bey kullandı. Yönetişimin kelimesinin ne olduğunu ben söyleyeyim, nasıl kullanıldığını söyleyeyim; ama, siz kullanmamışsınız; tebrik ederim. Yani, danışma kurulunu yönetişime benzetmişsiniz de, yönetim kurulu anlamında, yöneten otorite anlamında yönetişime benzemiyor. Şöyle ki: O iyi bir şey. Yönetim sırasında erk olarak, otorite olarak kim var diye bakıldığında, bunun içerisinde sivil toplum örgütleri ve özel sektör sokulması lazım; siz sokmadınız; yani, danışmanların içerisine soktunuz onları, öbür türlü görünmedi. O bakımdan, doğru olan şeydir, Türkiye için de doğrudur. Neden; sivil toplum örgütü, havza yönetimi için koştursun. Hadi bulun bakalım her tarafta böyle bir şey; yok ki; böyle bir şey yok. Üstelik de, yönetim erkinin içerisine katma kapasitesi keza yok demektir. Çevre Bakanlığı ile Orman Bakanlığının birleştirilmesi kesinlikle yanlıştır. Çevre Bakanlığının, Başbakanlığa bağlı bir müsteşarlık halinde organize edilmesi lazımdır. Zira, işletmeci değildir, icracı değildir, aracı gereci yoktur; sadece asli unsur olarak ÇED ve kirlenmeyle ilgilenir. Bundan hareketle şunu söylüyorum: Çevre Bakanlığının bölgesel teşkilat kurması bazı işlevleri bakımından mümkün değil. Ehil olarak bu işi yapması lazımdır, bulunması lazımdır. Onun için, orada bir ıslahat gerekir. Bölgesel kalkınma ajanslarından söz etmemiz lazım. 81 tane vilayet, eyalet yarattık diye konuşuluyor ya; hayır, böyle olmayacak; tasarı hazırlanmaktadır; bölgesel kalkınma ajansları, Avrupa modeline benzeyen, bölgesel kalkınma ajanslarının içeris inde birkaç tane model var, bunlardan bir tanesi seçilmek suretiyle bölgesel kalkınma ajansları ihdas edildiğinde 26 bölgesel kalkınma ajansı olacak Türkiye'nin; yani, yerellikten bu anlaşılacak. Dolayısıyla, bir bölgesel organizasyona –mahsus söylüyorum bunu- kurullarımız mahkum olacaklar ve bölgesel olan bu örgütlenme biçimi iyidir. Neden iyidir; doğal kaynakları yönetme mantığı eğer havza mantığına oturuyorsa, bunun doğal sonucu olarak bölgesel, illere, idarî taksimata uymamak gerekir. Coğrafyaya, iklim koşullarına, vejetasyon tiplerine, 158 ekosistemlere uyan homojen birlikler meydana getirmek lazım. Bunun da ismi bölgedir veya havzadır. O itibarla, havza metodolojisine dayanan bir yaklaşımın bu bölgesel kalkınma ajansları tutumuna da kısmen de olsa uyacaktır, yani onu bir dereceye kadar da olumlu karşılayacaktır; olumsuz karşılayacakları yerler başka yerlerdir, burada konuşulmamas ı gerekiyor. Kültür meselesi; Avrupa Birliğinin su direktifinin içerisinde kültür meselesinin olmadığını gördüm. Arkadaşlar, kirlenme ve koruma bakımından Avrupa Birliğinin havzaları önde, önemli. Arkadaşlarımızdan biri de bahsetti. Su kantitesi bakımından büyük bir problem yok, ama koruma ve kirliliği önleme bakımından büyük bir problem var; ona göre çizmişler; ama, Türkiye'deki durum böyle değil. Üretimi artırma problemi var, koruma problemi var, sosyolojik problem var, kırsal kalkınma problemi aynı havzanın içinde; orada yok ve kültür problemi var; yani, suyu kültürden ayıramazsınız. Suyla ilgili kültür, Türkiye'de sadece kap kacak yıkama meseles i değildir, onun ötesinde çok büyük bir kültür var. Onun için de o boyutu eksik. Bir de, mesela, aklıma takılanlardan bir tanesi okurken, okursak daha çok buluruz; mesela riparyen arazi dediğimiz ekosistem var; yani, sularla ilgili karayla ilgili, dar şeritle ilgili riparyen ekosistemler denilen bir hadise var. Bunun üzerinde Amerika tarafından özellikle duruluyor ve Avrupa durmuyor; neden durmuyor; çünkü, riparyen arazisi kalmadı; ama, Türkiye'de var ve Amerika'da var. Onun için, burada da eksiklikler var, onları da yerine getirelim. Ticarileştirmeye gelince; iktisat teorisi –ben demiyorum- diyor ki: Eğer, bir malı ticarileştirirseniz, yani fiyatı olur da bunu ticarî anlamda değiş tokuşa tabi kılarsanız, piyasası olursa, onu üreten kaynak kamu kaynağı olma niteliğini terk eder. Yani, ben hem ticarileştireceğim hem de bunun kamu unvanı olma niteliğini hıfzedeceğim, saklayacağım mantığı; bu mümkün değil. Bir kere bunu böyle tespit etmek lazım. Kâr meselesi; ayrıca konuşuruz bunları. Sovyet rejimiyle falan hiç bunu almamak lazım; çünkü, batıdan çok daha iyi çevresini yönetmiş olan sistemdir Sovyet rejimi. NİHAT GÖKYİĞİT – Hayır. UÇKUN GERAY - Bir dakika efendim; siz konuşurken ben müdahale etmedim. Şöyle bir durum var; Sovyetlere dalarken serbestler kendileri de, biz konuştuğumuz vakit serbest değiliz. Olmaz böyle şey. Arkadaşlardan biri dedi ki: “Bizi övücü sözler yapıyorlar.” Karışımızda iki Batı var; biri, bunun evliya gibidir, hakikaten bizim gibi düşünürler; Peygamber gibidirler, her an onlarla rölasyon kurulabilir; ama, sorun şu: onlar mı sisteme hâkim olmuşlardır, yoksa sistem mi onlara hâkim olmuştur; yani, Batı kirletmeye devam etmekte midir, yoksa onlar sisteme hâkim olup da düzeltmekte midirler? Bu bakımdan düşünceye davet ediyorum. Sizin teklifinize geleyim. Değerli arkadaşlarım, bana göre biraz eleştirilmesi gereken, samimi kanaatim o; bir kere, yeni bir kurum, yeni bir örgüt yaratıyorsunuz. Bu, bir kere, Türkiye pratiğine, kabul potansiyeline sahip değil. İkincisi de dışarıda hiçbir kurum kalmadı âdeta. Katılımcı olarak yönlendirmediniz bu şeyleri, siz yönetici olarak yönlendirdiniz. Onun için, burada çok büyük bir teşkilat kurup, bu teşkilatta da makineleriniz filan onları da düşünmek lazım gelir. Benim söylemi olduğum şu metot biraz unutuldu; bir daha tekrarlıyorum ve onu düşünmemiz, komisyon kurduğumuzda da bunu tekrar dile getirmemiz lazım; o da şu: Havza yönetim otoritesine bağlanmak, matris örgütlenmesi şeklinde bir örgüt biçimi yapmak, Anayasanın 123 üncü maddesini değiştirmek ve bağlayıcı bir yasa meydana getirmek. Bu çok özet tabiatıyla; Ben, tebliğimde bunları özetlemiştim. 159 Bu husus, hiçbir zaman yeni örgüt yaratmaz, mevcut örgütü, mevcut elemanı ikili yönde değerlendirmeye dayanır ve bunu bağlayıcı kılar, bağlayıcılığı da Anayasadan kaynaklanır ve yasayla da tahkim edilir. Kargaşayı da bu önler aslında. Bu, kargaşa yaratır gibi geliyor. Onun için, ben, sizin teklifinizden şüpheliyim. Değerlendirmeyi öyle yapalım. YÖNETM EN – Teşekkür ediyorum. Sayın Adnan Bayrakçı, buyurun. ADNAN BAYRAKÇI (İstanbul Çevre Kültür Koruma Vakfı) – Efendim, ilkönce toplantıyı tertip eden sayın arkadaşımıza ve TEM A Vakfına teşekkür ediyorum. Bu toplantı, 90’lı yılların başında yapılmıştı, bu toplantılar devam etti; o günlerden bugüne bir Toprak Yasası, bir de M era Yasası; M era Yasasının çıktığını söylüyoruz, ama uygulaması olmayan bir M era Yasası çıktı. Toprak Yasasının da şu anda nerede olduğu belli değil. Benim bu gruptan,özellikle TEM A’dan istirhamım, su yasasıyla beraber bu grupla beraber Toprak Yasasının mutlaka birlikte M eclisten geçmesi ve kullanılabilir, uygulanabilir bir halde kamuya yansıtılması gerekmektedir. İkinci husus; havza konusu yeni ortaya atılmış bir şey değil, Avrupa Birliğiyle gelen bir şey değil; bu, Yedinci Beş Yıllık Planda da var, Sekizinci Beş Yıllık Planda da var. Üstelik, Türkiye Büyük M illet M eclisinin yerüstü ve yeraltı sularını araştırma komisyonunun yapmış olduğu çalışmada da var. Sayın Uçkun Hocamın da belirttiği gibi, bu çalışmaların hemen hepsinde, kurulacak olan havza yönetiminin özerk bir yönetim olması özellikle vurgulanıyor. Bu havza yönetimiyle ilgili olarak Sayın Uçkun Hocam 26 havza diyor; ama, Türkiye Büyük M illet M eclisinde hazırlanan raporda bunun 10 veya 15... Dünkü çalışmalarda bulunmadım ama; DSİ eski Genel M üdürü Hocam, bunun 6 ile 8 arasında olabileceğini söylüyor; ben kaygılıyım. O günkü çalışmalarda, yani TEM A’nın 90’lı yıllarındaki çalışmalarında önermiş olduğumuz bir su konseyi kurulmasıydı. Bu su konseyinin kurulmasına kamu ve özel sektördeki bütün kullanıcıların katılması ve bunların görüşlerinin alınarak, bir yıl içersinde üretilen suyun tüketilmesinin de görüşülmesi gerekliliğini vurgulamıştık. Bunu buradaki çalışmalarda göremiyoruz, inşallah bundan sonraki çalışmalarda olur. TEM A’da öngörülmüş olan ulusal yüksek kurul belki bu şeklide mütalaa edilebilir. Toprak ve su korumaları –az evvel değinmeye çalıştım- beraber gitmeli, beraber yürümeli ve az evvel Hocamın belirttiği gibi, havza planlamasıyla ilgili yapılması gereken planlamanın, genel ve detaylı toprak etütleri yapılmadan yapılamayacağının bilinmesi, bunun vurgulanmasının gerektiği açık açık anlatılmalı. Bugün itibariyle gündemde olan mahalli idareler devredilmek istenilen birtakım kuruluşlar var, birtakım görevler var; ancak, bu görevler ve bu kuruluşlarla beraber devredilecek olan birtakım bilgili insanlar, bilgi birikimi olan insanlar da bunların makine ve ekipmanları var; bunlar kaybolursa, bunların tekrar bir araya getirilmesi mümkün değil. Dolayısıyla, TEM A Vakfı ve benzeri vakıfların, bu konu üzerinde ağırlıklı olarak durup, konuyu gündeme getirip uyarıda bulunmalarında yarar görmekteyim. Kurulacak olan havza bazı merkezi kuruluşun başında bulunacak kişinin mesleği pek önemli değil. Az evvel belirtildiği gibi, Türkiye'de kuruluşlar arasında bir kargaşa, bir çatışma maalesef var; bu çatışma, şu anda körükleyen, bu kuruluşlara kaynak veren kuruluş. Yeteri kaynak, paralel olarak ayrı ayrı kuruluşlara verilmediği için kuruluşlar arasında hizmet paralel olarak yürütülememekte, dolayısıyla çatışma olmaktadır. Saygılarımı sunarım. YÖNETM EN – Teşekkür ederim. 160 Buyurun Turgut Bey. TURGUT ÇELİKKOL (Orman M ühendisi-TEM A Vakfı İç Anadolu Projeler Koordinatörü) – Efendim, su genel kanunu ve havza üzerine konuşacağım; çünkü, su genel kanunu, kirlenmesi falan, bunlar iyi ama, 35 senedir, bir fiil havza ıslah çalışmalarında bulunduğum için biraz onlardan bahsedeceğim. Şimdi, bir havza kanunu çıkarabilmemiz için esbabı mucibelerini ortaya koymamız lazım. Bana göre: 1.Su kaynakları çoğalmaktadır. 2.Doğal afetlerin risklerin azaltılması, doğal afetlerle mücadele. 3.Kırsal alanların kalkındırılması ve yenilenebilir kaynakların geliştirilmesi. Bu devlet de, bunlar içinden su kaynaklarının korunmasına o kadar önem vereceğini zannetmiyorum; bizim için çok önemli de, esas uğraştığı konu afetlerle mücadeledir....... 24 milyar dolar para kaybediyorsunuz. Basit tedbirlerle bunları önleyebiliriz. Gelelim ikinci kısma; yani, 3 tane esbabı mucibimiz var, bundan sapmamamız gerekir. Havza bazında çalışma gereklidir, bu iş böyle gider. İkinci konu, Avrupa Birliğinin... Hanımefendi çok güzel hazırlamış; bahsettiği konuların tarihçesine baktığımız zaman, Avrupa Birliği, 1980’li yıllardan itibaren bizim bugünkü durumumuzdayken, çalışa çalışa şimdiki durumuna gelmiş, şimdiki durumuna göre sorun ortaya çıkarıyor. Şimdi, biz, havzalarımızı gezdiğimiz zaman... Ben, tesadüfen, Avrupa'daki bütün havzaları geziyorum, hayran kalıyorum; her taraf orman, her taraf çayır; o kadar güzel ki; bir havzacı olarak o gözle bakıyorum. Bir de Türkiye'yi geziyorum; korkuyorum!.. Türkiye'nin önünde istikbali yok, kalkınması mümkün değil. Bırakın su üretimini şunu bunu, bu havzalarla gelecek selleri, afetleri, çığları önlemesi mümkün değil. Onun için, muazzam çalışmalar yapması lazım. Gelin, biz, bu konuda, tabiî, çalışmalar da 1960’ta başladı, bu çalışmalar yeni değil; yani, dünkü çalışmalar değil. Orman Kanununun 58 inci maddesinde de su kaynaklarının korunması var. Şimdi, bu nedenle, sorunları basitleştirmemiz lazım, hedefimize doğru gitmemiz lazım ve bu konuda çalışan müesseseleri, kurum ve kuruluşları bu amaçlara doğru yönlendirmek lazım. Ağaçlandırma ve Kontrol Genel M üdürlüğü, ismini değiştirip, git kardeşim, sen yukarı havzalarda çalış demek lazım. DSİ, baraj havzalarında, göl havzalarında, gölet havzalarında entegre çalışma yap demek lazım. Yani, çok büyük kurumlar kuracağımıza, onları yapmamız lazım. Ben, çalışmalarınız için teşekkür ediyorum. Bu kurulan teşkilat çok büyük teşkilat. Bizi çok yorar diye düşünüyorum, o nedenle, biraz da bürokratik gibi geliyor. Havza konusunda çalışmalar var, anglosakson çalışmalar var, frankopol çalışmalar var; bunlara bakmak lazım. Adamlar ne yapmış. Bunların havza millî komisyonları var, her nehir için bir havza komisyonları var, her nehir için planlama grupları var, multidisipliner ekiplerden oluşan planlama grupları var; ormancısı var, meracısı var, tarımcısı var, erozyoncusu var, sel kontrolcüsü var, sosyologu var, hukukçusu var; hepsi içinde var. Bunlar plan hazırlayacak gruplar. M illî komisyonumuz var, Dicle Nehri komisyonumuz var, bunların yanında bir de plan hazırlayan bir komisyonumuz var. Plan hazırlayan komisyonumuz teknik elemanlardan kurulu. Bunlar planı hazırladıktan sonra, bu planı hangi havzada uygulayacaksak, çünkü bunlara öncelik vermek lazım, bu öncelikleri sıralamak lazım. Orada yeniden uygulama grupları kurulur. Uygulama grupları yok. Türkiye'nin en büyük sakıncası, hele bu en son kuruluşlarda il müdürlüğü; il müdürlüğü hiçbir iş yapmaz; valiyi takip eder; vali nereyi ağaçlandırın derse orayı ağaçlandırır. Ben de olsam öyle yaparım. Eskiden bölge müdürlüğü vardı, ben derdim ki vali 161 beye “efendim, bizim planımız projemiz var; bu dozerler buraya aktarılmıştır; giderdim bakanlığa, onlar müsaade ederse projeyi durduralım, sizin dediğiniz yerde çalışalım.” Yazardım “yok” derlerdi; DPT’den geçmiş diye, hatta bunu mahkeme kararıyla durdurmak da mümkün değildi o zaman. Şimdi, buradan şunu demek istemiyorum: Siz bir proje hazırlarsınız, bu projeyi de vali beyin görüşüne sunmak gerekir. Bu nedenle, mesela Fransa’da . . . olur demediği hiçbir proje uygulanmaz; özerk, demokratik falan... Bunların hepsi hikâye. Onlarda sorunların çoğu halledildiği için, işadamları da şunlar bunlar da gerek belediyelerle gerek baskıları... Tekniğine göre yapıyor; adamın ihtiyacı varsa, bunun teknik donelerini topluyor, müracaat ediyor, orada onun karşısına teknik çıkıyor. Bu nedenle, bu işlerin en sonunda özerk olacak, ama özerk olması, bu tam bağımsız grup diye bir şey olmayacak, yine valinin kontrolünde ve himayesinde bir çalışma oluyor. Bir de bu sizin yaptığınız şeyi, katılım işi biraz noksan. Burada seçilmişler yok, kullanıcılar fazla yok ve bu katılımın değişik safhalarda yapılması lazım. Projelendirmede katılım olması lazım. Para isteyeceğiz onlardan. Katılımıyla beraber ben şunları biliyorum, bunları yazın demekle olmaz. Projeye katılacak, kaldığı zaman da “ver bakalım; ben, senin dediğin ağacı otları koruyacağım, ama şu kadara mal oluyor, parasını ver” diyeceksin. Projelendirmede, projelerin uygulanmasında, projelerin değerlendirilmesinde ve takibinde katılım olacak. Yani, bu kanunla beraber bir de katılımın nasıl olacağının da belirtilmesi lazım ki, ona uydurulur. Teşekkür ederim. YÖNETM EN – Teşekkür ederim. Sayın Hasan Çoban; buyurun. HASAN ÇOBAN (DPT) – Suyla ilgili yapılan bu çalışmaların faydalı olduğunu düşünüyorum. Her konuşmacı, öyle veya değindi, kirleten öder prensibi; çok yaygın olan bu tabirin ülkemizde uygulanması çok yanlış anlaşılıyor. Kirletiyoruz, parasını ödüyoruz. Parayla değil mi, kirletiriz gibi bir anlayış çıkıyor. O ödenen parayla... Halbuki, ya kirlenmenin önüne geçilmesi ya da kirletilen yerin temizlenmesi gerekiyor. Şu anda atıksuların arıtılmasıyla ilgili belediyelerce toplanan paralar ya da içme suyundan toplanan paralar, maalesef, belediyelerin başka hizmetlerine, başka alanlara kullanılıyor. Somut olarak, çevre kirliliğinin önlenebilmesi için atıksulardan alınan paraların ya da içme suyundan alınan paraların harcamasının da ancak bu alanlarda yapılabilmesi şeklinde bir kanun çıkarılması gerekir; ülkemizdeki eksiklik bu. BİR KATILIM CI – Çevre Kanunu var; ama, belediyeler uygulamıyor. HASAN ÇOBAN (DPT) – Uygulanmıyorsa uygulanmayan kanunun çıkarılması anlamsız; o zaman, Belediye Gelirleri Kanununa bu maddenin konulması gerekiyor. Hepsi olmasa bile, en azından, atıksu arıtmadan alınan paranın en azından % 50’sinin, belediyelerin yatırımlarda kullanılması şartı getirilmesi lazım. Böyle bir uygulama yok. Benim kastettiğim bu. Gelişmiş ülkelerde şöyle bir uygulama var: Atıksulardan ve içme sularından alınan ücretler, o alanlarda harcanabileceği gibi, toplanan ücretlerin % 10-15’i de devlete vergi olarak veriliyor, devlet de belediyelerin yapamadığı ya da özel sektörün yapamadığı ülke genelindeki havza korumayla ilgili gerekli masrafları karşılamak üzere buradan kullanıyorlar. İkinci bir konu; Avrupa Birliğine uyum çerçevesinde yapılan çalışmalarla ilgili izlememiz gereken yolun çok dikkatli bakılmasında yarar olduğunu düşünüyorum. Süleyman Bey de sunumunda, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin sayfasında eski raporundan bahsetti. Şimdi, hepinizin bildiği gibi, 5 Aralıkta üç rapor yayımlandı; birisi ilerleme raporu, birisi 162 tavsiyeler, diğeri de etki raporu. Ülkemizin resmî olarak dikkate aldığı ilerleme raporu ve tavsiyeler raporuydu. Etki raporu dikkate alınmadı. Etki raporunu, Avrupa Parlamentosu dikkate aldı; fakat, 17 Aralıkta yapılan görüşmeler, çok kısa bir metin, sonuç bildirisi, çok politik hazırlanmış; deniliyor ki: “Avrupa Parlamentosu kararları dikkate alınır.” Yani, şunları şunları yapın demiyor da Avrupa Parlamentosunun kararları dikkate alınır diyor. Avrupa Parlamentosunun kararında ise yine suların eşit kullanımı, havza bazında yönetim fonlarına girecek şekilde çok kapsamlı bir değerlendirme var. Ulusu Barajı Havzasının gözden geçirilmesiyle falan konular olduğu söyleniyor. Bunun dikkatle incelenmesinde yarar var diye düşünüyorum. Üçüncü bir konu da, su kanunuyla ilgili çalışmalardan etkili bir sonuç alınabilmesi için su kanununun TEM A Vakfı gibi sivil toplum kuruluşlarınca hazırlanması bir şey ifade etmiyor. Az önce Vakıf Temsilcisi de söylemişti “biz, sadece gönüllü kuruluşuz, hazırlamakla mükellefiz; ama, kanunun çıkabilmesi için ancak bir kamu kuruluşunun, bu konuda yetkili kamu kurulunca bu kanun taslağının sunulması gerekiyor” dedi. Doğrudur; kanun taslağının M eclise bir kamu kuruluşunca sunulması gerekir. Onun için de TEM A Vakfı ve başta sivil toplum kuruluşları, kamuoyu oluşturulması, gündemde canlı tutulması için çalışmalar yapabilir ve bu kanunun çıkarılması için de gerekli yerlerde girişimlerde bulunup, onların bu kanunu taslağını hazırlaması için çalışma yapmasında yarar var diye düşünüyorum. Teşekkür ederim. YÖNETM EN – Teşekkür ederim efendim. Doğan Altınbilek Hocama sözü veriyorum. DOĞAN ALTINBİLEK – Teşekkür ederim. Söz almakta bir karışıklık oldu ve ben en sona kaldım, söylemek istediklerimi de benden önceki konuşmacılar önemli ölçüde söyledi. Birkaç konuyu vurgulamamda belki yarar var. Bir kere, suyun alışılagelmiş ticarî bir ürün değil de korunması gereken tarihsel miras, hatta bir doğal varlık olarak ele alınması konusuna karşı değilim. Bu, Avrupa müktesebatının bir parçası gözüküyor; fikir olarak da karşı değilim; fakat, şimdiye kadar suyu hep doğal kaynak olarak aldık; toprak kaynakları, su kaynakları, maden kaynakları, diğer kaynaklar. Bir de tarihî varlıklar, kültürel varlıklar var, onlar da dokunulmaz şeylerdir; kaynaklar ise öyle değil, geliştirirsiniz, kullanırsınız. M ühim olan, sürdürülebilir bir şekilde kullanmak, optimal kullanmak; su kalitesini korumak, sürdürmektir mühim olan; yoksa, Sayın Gökyiğit’in söylediği gibi, kalkınmak ayıp değil, bunu yapanlar pek ala kalkınmışlar, bu arada olan ziyanları, Ren Nehrinde olanları bitenleri dün anlattım. Yani, Avrupa'nın ve Amerika'nın yaptığı hataları yapmayalım, kestirmeden bunu koruyalım, kirletmeden, kirlilik noktasına gelmeden; bunların hepsine katılıyorum. Bunu da hiç dokunulmayan bir şey haline getirmeyelim. Yararlı kullanımlar her zaman var. Suya dokunamazsın, bu mirastır, torunlara bırakacağız. Böyle bir şey de yok. Kirletmeyeceğiz; mühim olan bu. Çalışmalar için bir kaynağın genel bütçeden verilmesinden bahsediliyor. İlave bilgi olarak söyleyeyim. M esela, TÜBİTAK, gelecek sene bütçesine 450 trilyon para koydu. Bu para, anladığınız anlamda klasik üniversite projelerine gitmeyecek; bu para, sonunda ürün olabilen veya özel teşebbüsün ihtiyaç duyduğu şeylerde, özel teşebbüsün ve üniversitenin işbirliği içinde teklif vermesi sonucu alınabilecek. Yani, buradan bir kaynak almak bu çalışmalar için, zannediyorum mümkün olacak. Süleyman Beyin, M edenî Hukukun 761 inci maddesini bir tartışalım falan dedi; o tartışma olmadı, olamıyor; başka bildirilere de birçok güzel şey söyleyecektik; ama, bir yerde kesmek lazım bunları, onları yapmak mümkün değil. 163 Ben, güneydeki komşularımızdan dolayı bir sorun geleceğine inanmıyorum, ama Süleyman Beyle onu ayrıca konuşsak daha iyi; çünkü, o, bedeli karşılığı fazla suyu isteyebilmesi komşunun, Suriyelilerin istemediği esas şey budur; bir bedel konulmasıdır. Türkiye, suyu zaten ticarî olarak kullanmıyor, biz suyumuzun % 75’ini sulamada kullanıyoruz, ticarî bir yanı yok. Biz bunları ziyan ediyoruz, köylüyü sübvanse ediyoruz. Ticarî olarak yapmaya çalıştığımız, içme suyundan, sanayi suyundan biraz kâr ediyoruz; ama, ticarî olarak yapmaya çalıştığımız tek şey M anavgat’tan su satmak. Ülkemizin içinde bir kâr amacımız yok, ama ülke dışına satalım dedik. O da, artık, sonunda döndü, işte, Filistin’e mi yardım edelim, şeye mi yardım edelim; onun çok yanları var. Orada bizim yapmaya çalıştığımız, suyun, esasında, petrol gibi, başka şeyler gibi satılabileceğini göstermekti ve Suriyeliler ondan çok korkuyorlardı bir gün biz su bedeli istemeye kalkarsak. Yani, orada 1 metreküp suyu 10 sente bile satsanız, nehirlerinizden bu bedeli isterseniz, Suriyelilerin uykuları kaçıyordu ve itiraz ediyorlardı. Bu su kanunuyla ilgili, ille havza bazında yönetilmesi diye bir durum yok. Fransa’da bu var, dün anlattım. Fransa, su kaynakları gelişmesini tamamlamış, havza bazında kalitesini düzeltmeye çalışıyor. Bütün ülkelerde su kanunlarında bu havza bazında yöneten birkaç ülke hariç, kamuya ait su, devletin hüküm ve tasarrufundaki su olarak alınıyor, devletin yönetiminde ve katılımcı havza yönetimi olsun; bu, düşünülmesi gereken bir şey; ama, hepsinde suyun bir kullanım bedelinin olması, kirletilirse bunun müeyyidesinin olması; artık, bu kirleten öder falan demek istemiyorum; kirletmenin de bir bedeli olması gerektiği kabul edilmiş vaziyette. Biz burada durmadan dil, felsefe tartışıyoruz; ama, pratikte arazide böyle. Havza meselesine gelince; enteresan; DSİ, zaten havza bazında çalışan bir kuruluştur. 26 tane nehir ve nehir havzası var, 25 tane DSİ bölgesi var; yani, tam havza bazında değildir, ama mesela Kızılırmak gibi büyük bir havzada havzanın üstünde bir bölge vardır, altında bir bölge ayrı, ortasında bölge ayrı; bir de dipte bölge vardır, Samsun bölgesi; ama, sayılar bile tutar; kaç tane havza olmalıdır; 8 havza olarak başlamış. Eski Türkçe yazılarla 8 havza diye başlamışlar, sonra 12 havzaya çıkarmışlar, sonra 25. Çorlu’da 5 baraj yapılıyor, Çorlu Havzası eklenir. Atatürk Havzası kapandı, şimdi 25. Havza diyorum; bölge; Bölgelerin kapanması gündeme geldi. DSİ Genel M üdürü feryat etti “hiç olmazsa 12 bölgeyi bırakın, öbürlerini isterseniz kapatın” dedi. Benden sonraki genel müdür. O yüzden, dedim ki, belki bu 12 olması lazım. Olmazsa olmaz bölgelerimiz hangisidir, nasıl birleştirebiliriz diye; belli bir sayıda anlaşılabilir. 164 ÇALIŞTAY SONUÇ BİLDİRGESİ TEM A Vakfı Koordinatörlüğünde 18-19 Aralık 2004 tarihlerinde Ankara’da Başbakanlıktan , muhtelif Bakanlıklardan, Bağlı Kuruluşlarından ve Bilim Çevrelerinden geniş bir katılımla yapılan Su Çalıştayı sonuçlanmış ve aşağıdaki hususların basına, kamuoyuna ve sair bütün ilgili kurum ve kuruluşlara bildirilmesine karar verilmiştir: 1. Su Çalıştayı ’nda muhtelif kuruluşlarca hazırlıklarının sürdürüldüğü anlaşılan çerçeve mahiyetindeki su yasa tasarılarından da yararlanılarak, bir “Genel Su Kanunu” taslağının hazırlanmasına esas çalışmaların yapılması ve bir rapor hazırlanması için bir komisyon teşkiline, 2. Çalıştay süresince yapılan yararlı sunum ve düşünce alışverişleri sonucunda Ülkemizin doğal varlıklarının yönetiminde “havza”ların esas alınması üzerinde görüş birliği oluşması üzerine, bunun gerçekleştirilebilmesi için “Havzalar Yönetimi ve Teşkilatlanması Kanunu” taslağına esas çalışmaları yapmak ve bir rapor hazırlamak üzere bir komisyon oluşturulmasına, 3. Oluşturulacak bu komisyonların katılmak isteyen bütün kamu ve özel kuruluşlar ile kişilere açık olmasına, komisyonların iç örgütlenme ve çalışma programı gibi konularda kendilerinin belirleyici olmasına, 4.Her iki komisyonun çalışmalarını izlemek üzere bir İzleme Komitesi oluşturulmasına, bu komitede TEM A Vakfı dışında bir Devlet kuruluşları temsilcisi ve bir bilim kuruluşları temsilcisi bulunmasına ve bu İzleme Komitesi’nin iç örgütlenme ve çalışma programını kendisinin yapmasına, yine bu komitenin komisyonların Yasa Tasarılarını bitirme süresini belirlemesine, 5. Komisyonların, çalışmalarını Su Çalıştayı’nda belirlenen Su Hukuku ve Havza Yönetimi Hukuku ilkeleri ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ulusal politikaları doğrultusunda yapmalarına katılımcılar karar vermişlerdir. 165 KATILIM LİSTESİ ADI SOYADI KURUM Afire SEVER Çevre ve Orman Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel M üd. Ahmet ŞENYAZ Arş. Gör. Nilüfer Av. Ömer Av. Süleyman Aylin Kübra Çoşkun Deniz Elif Enver Eşref Ferhat Şahin Fikret Halil Süreyya Hasan Hasan Hayrettin Hilmi M . Adnan M . Akif M ahir M ithat M uhittin M ustafa SERİN AYKUL ÇETİN ONUR SAVAŞ TOPÇU VERÜN BOZKURT FAHRİ KAYA KOÇAK ÖZBAY ÇOBAN DURSUN KARACA SABUNCU BAYRAKÇI KÜTÜKÇÜ GÜRBÜZ RENDE KUZU UZBİLEK Neşe Nihat Prof. Dr. Ahmet Prof. Dr. Doğan Prof. Dr. Koray Prof. Dr. Uçkun Reyhan Serpil Şahnaz Turan Turgut KAYA GÖKYİĞİT HIZAL ALTINBİLEK SÖNM EZ GERAY BİBERCİ ÇERKES TIGREK DEM İRASLAN ÇELİKKOL 166 Çevre ve Orman Bakanlığı S.D.Ü. Orman Fakültesi Havza Amenajmanı A.B.D TEM A Vakfı TEM A Vakfı DSİ Genel M üdürlüğü Avukat TEM A Vakfı TEM A Vakfı KKU Hukuk Fakültesi Anadolu Ajansı Sağlık Bakanlığı TEM A Vakfı DSİ Emekli 1. Hukuk M üşaviri DPT TKB TEM A Vakfı DPT S.O.S İst. Çevre Külübü K.Ü. Hukuk Fakültesi TEM A Vakfı Dışişleri Bakanlığı Gn. M d. Yrd. DSİ Emekli TEM A Vakfı B.İ.B TAU. Stratejik Fiziki Planlama Daire Bşk. TEM A Vakfı İ. Ü. Orman Fakütlesi ODTÜ S.D.Ü. Orman Fakültesi İ. Ü. Orman Fakütlesi TEM A Vakfı TEM A Vakfı ODTÜ İnşaat M üh. TEM A Vakfı TEM A Vakfı Türkay Ümit Y. Yakup Yalçın KARACA GÜRSES SAĞLAM DOĞANER Yavuz GÖRDÜK Yrd. Doç. Dr. Ayten Yrd. Doç. Sevim Yücel Yücel EROL BUDAK M ETİN ERDENER KHGM TEM A Vakfı KHGM TEM A Vakfı Çevre ve Orman Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel M üd. S.D.Ü. Orman Fakültesi Havza Amenajmanı A.B.D İstanbul Üniversitesi TEM A Vakfı S.O.S İst. Çevre Kulübü 167