BAYAR ve GÜRBÜZ son
Transkript
BAYAR ve GÜRBÜZ son
ĐKĐNCĐ DAĐRE BAYAR VE GÜRBÜZ V. TÜRKĐYE (Başvuru no.37569/06) KARAR STRAZBURG 27 Kasım 2012 Đşbu karar Sözleşme’nin 44 § 2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecek olup şekli bazı değişikliklere tabi tutulabilir. _________________________________________________________________________________________ © T.C. Adalet Bakanlığı, 2012. Bu gayrıresmi çeviri, Adalet Bakanlığı, Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü, İnsan Hakları Daire Başkanlığı tarafından yapılmış olup, Mahkeme’yi bağlamamaktadır. Bu çeviri, davanın adının tam olarak belirtilmiş olması ve yukarıdaki telif hakkı bilgisiyle beraber olması koşulu ile Adalet Bakanlığı, Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü, İnsan Hakları Daire Başkanlığı’na atıfta bulunmak suretiyle ticari olmayan amaçlarla alıntılanabilir. Bayar ve Gürbüz v. Türkiye davasında, Başkan Ineta Ziemele, Yargıçlar, Danutė Jočienė, Dragoljub Popović, Işıl Karakaş, Guido Raimondi, PauloPinto de Albuquerque, Helen Keller, ve Daire Yazı Đşleri Müdürü Stanley Naismith’in katılımıyla oluşturulan Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi (Đkinci Daire) gerçekleştirdiği kapalı müzakereler neticesinde 23 Ekim 2012 tarihinde aşağıdaki kararı vermiştir: USUL 1. Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan (no.37569/06) dava, Türk vatandaşları Hasan Bayar ve Ali Gürbüz’ün (“Başvuranlar”) 6 Eylül 2006 tarihinde Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi’nin (“Sözleşme”) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudan ibarettir. 2. Başvuranlar, Đstanbul’da görev yapan Avukat Ö. Kılıç tarafından temsil edilmektedirler. Türk Hükümeti (“Hükümet”) ise kendi görevlisi tarafından temsil edilmektedir. 3. Başvuranlar, Sözleşme’nin 1, 6, 7, 10, 13 ile 14. maddeleri ile Ek 1. nolu Protokolün 1. maddesinin ihlal edildiğinden şikâyet etmektedirler. 4. Başvuru, 31 Mart 2010 tarihinde Hükümete tebliğ edilmiştir. Sözleşme’nin 29. maddesinin 1. paragrafı gereğince, ilgili Daire’nin, davanın kabul edilebilirliği ve esası konusunda birlikte karar vereceği belirtilmiştir. OLAY VE OLGULAR I. DAVANIN KOŞULLARI 5. Başvuranlar, Ali Gürbüz ile Hasan Bayar, 1971 ve 1982 doğumludurlar ve Đstanbul’da ikamet etmektedirler. Başvuranlar, sırasıyla merkezi Đstanbul’da 2 bulunan “Ülkede Özgür Gündem” isimli günlük gazetenin imtiyaz sahibi ve Yazı Đşleri Müdürü’dürler. 6. 25 Mart 2004 tarihinde “Ülkede Özgür Gündem” isimli günlük gazetenin birinci ve dördüncü sayfalarında sırasıyla “PKK yeniden yapılanıyor” ve “Barışçıl çözüm esas alınmalı” başlıklı iki makale yayımlanmıştır. Đlk makale, Kongra-Gel (yasadışı silahlı örgüt olan PKK’nın bir dalı) yönetim kurulu üyesi (Başkanı) M. Karayılan ile PKK’nın yeniden yapılanması konusunda yapılan bir görüşmeyle ilgilidir. Đkinci makale ise, sol birliğine ilişkin çalışmaların seçimlerden sonra başlayacağını ve Türk Hükümeti’nin Kürt sorunu hakkında barışçıl çözüm bulabileceğini temenni eden PKK lideri Öcalan’ın yapmış olduğu açıklamayla ilgilidir. 7. Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısı, sırasıyla 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu 6. maddesinin 2. ve 4. fıkraları ile 7. maddesinin 2. ve 4. fıkraları ve aynı zamanda 5680 sayılı Kanunun ek 2. maddesinin 1. fıkrası uyarınca suç olarak nitelendirilen, devletin bölünmez bütünlüğüne karşı basın yolu ile propaganda yapma ve yasadışı örgüt adına açıklamalar yayınlama fiilleri nedeniyle 26 Mart 2004 tarihinde başvuranlar hakkında iddianame düzenlemiştir. 8. Başvuranlar, Ağır Ceza Mahkemesi huzurunda özellikle Sözleşme’nin 10. maddesini ileri sürmüşlerdir. 9. Ağır Ceza Mahkemesi, 7 Nisan 2005 tarihinde başvuranların her birini 3713 sayılı Kanunun 6. maddesinin 2. ve 4. fıkraları gereğince 371 346 000 eski Türk Lirası (“TRL”, dönemin döviz kuruna göre yaklaşık 214 Avro) para cezasına mahkûm etmiştir. Mahkeme, açıklanan karara karşı temyiz yolunun açık olduğunu belirtmiştir. 10. Başvuranlar, özellikle aleyhlerine yürütülen ceza yargılaması nedeniyle Sözleşme’nin 10. maddesi ile güvence altına alınan ifade özgürlüğü haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek temyiz yoluna başvurmuşlardır. 11. Yargıtay, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 305. maddesi gereğince, başvuranlara aleyhine hükmedilen söz konusu para cezasının 2. 000, 000, 000 TRL’yi aşmadığı ve bu kararında belirtilen nedenle temyizinin kabil olmadığı gerekçesiyle 29 Mart 2006 tarihinde başvuranların temyiz başvurusunun kabul edilemez olduğunu belirtmiştir. II. ĐLGĐLĐ ĐÇ HUKUK VE UYGULAMASI 3 12. Olay ve olguların meydana geldiği sırada, 3713 sayılı Kanunun 6. maddesinin 2. ve 4. fıkraları aşağıdaki gibidir: “Terör örgütlerinin bildiri veya açıklamalarını basanlara veya yayınlayanlara beş milyon liradan on milyon liraya kadar ağır para cezası verilir. (…) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen fiillerin 5680 sayılı Basın Kanununun 3. maddesindeki mevkuteler vasıtasıyla işlenmesi halinde, ayrıca sahiplerine de; mevkute bir aydan az süreli ise bir önceki ay ortalama fiili satış miktarının, aylık veya bir aydan fazla süreli ise bir önceki fiili satış miktarının, mevkute niteliğinde bulunmayan basılı eserler ile yeni yayına giren mevkuteler hakkaında ise, en yüksek tirajlı günlük mevkutenin bir önceki ay ortalama satış tutarının yüzde doksanı kadar ağır para cezası verilir. Ancak, bu ceza ellimilyon liradan az olamaz. Bu mevkutelerin sorumlu müdürlerine, sahiplerine verilecek cezanın yarısı uygulanır. 13. 29 Haziran 2006 tarihinde 3713 sayılı Kanunun 6. maddesinin 2. fıkrası, 5532 sayılı Kanunla değişikliğe uğramıştır. Bu değişikliğe göre, “ terör örgütlerinin bildiri veya açıklamalarını basanlara veya yayınlayanlara bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir. ” 14. 14 Temmuz 2004 tarihinde eski Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 305. maddesinin 2. fıkrası 5219 sayılı Kanunla değişikliğe uğramış ve buna göre, yargılanabilir kişilere verilen para cezası 2. 000, 000, 000 TRL (2 000 Yeni Türk Lirası (TL), yani yaklaşık 900 Avro) sınırını geçmediği takdirde, kararın temyizi kabil değildir. 15. Anayasa Mahkemesi, 23 Temmuz 2009 tarihli kararıyla (2006/65 E – 2009/114 K), Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 305. maddesinin 2. fıkrasının Anayasa’nın 2. maddesi (Hukuk devleti ilkesi) ve 36. maddesine (hak arama hürriyeti) aykırı olduğuna karar vermiştir. Kararın gerekçesi özellikle, aşağıdaki gibi ifade edilmektedir: “Yasa koyucu, temyize başvurma hakkına sınırlama getirilmesini kabul ederek, Yargıtay’ın pek önem arz etmeyen davaları incelemesi sonucu iş yükünün artmasını engellemek istemiştir (…). Para cezasının verilmesi durumunda temyize başvurma hakkına getirilen bu sınırlamanın Türk Anayasası’nın 2, 36, 141 ve 142. maddeleriyle uyumlu olmadığı sonucuna varılamaz. Zira bu sınırlama, hafif suçlar için günlük satın alma gücü dikkate alınarak getirilmektedir. Buna karşılık, hapis cezasını gerektiren suçlar, uygulamada sadece para cezasına çevrilmesi halinde bile hafif suçlar olarak kabul edilmemektedir (…). 4 (…) Bununla birlikte, bir suç işlenmesinin ardından verilen hapis cezasının para cezasına çevrilmesi söz konusu olduğunda, durum farklı şekilde gelişecektir. Çünkü bu tür mahkûmiyetler, mahkûmlar için bazı hak kayıplarına sebep olabilmektedir. Mahkûmların temyize başvurma imkânından yoksun bırakılması, haksız sonuçlar doğurabilmektedir (…). Böyle önemli kayıplara sebep olabilecek bir mahkûmiyetin önemsiz olarak düşünülmesi mümkün değildir (…). Sonuç olarak, belirlenen bir meblağın altında kalan para cezasının verilmesi durumunda, öngörülen cezanın özellikleri dikkate alınmadan yargılanabilir kişilerin temyize başvurma haklarına sınırlama getirilmesinin ve bu durumda meydana gelebilecek zararlı sonuçların Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerinin gereklerine uygun olduğu kabul edilemez (…).” 16. Yargıtay Ceza Genel Kurulu (2-187/222) tarafından 4 Ekim 1996 tarihinde kabul edilen ilke kararına göre, Cumhuriyet savcısının, ilk derece mahkemesince ortaya konulan olay ve olguların ceza hukuku alanında nitelendirilmesine ilişkin yaptığı itiraz, ilk derece mahkemesi tarafından verilen nihai kararlara karşı sanığın aleyhine temyiz başvurusu olarak değerlendirilmektedir. Yargıtay, bu yaklaşımını bazı kararlarda belirtse de (örnek olarak, bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 10 Mart 2009 tarihli, E. 2009/2-43, K. 2009/56 sayılı kararı ile 13 Aralık 2001 tarihli, E. 2011/3-189, K. 2011/267 sayılı kararı). 6 Kasım 2007 (4. Ceza Dairesi, E. 2007/8601, K. 2007/8929) tarihli kararında Yargıtay, ceza sisteminin ana hedefinin olay ve olguların gerçekliğini ortaya koyma olması nedeniyle, ilk derece mahkemesi tarafından açıklanan olay ve olguların ceza alanındaki hukuki nitelendirmesi karşısında temyize başvurulabileceği kanısına vararak, 2 000 TL’den düşük miktardaki para cezasına karşı yapılan temyiz başvurusunu kabul etmiştir. HUKUKÎ DEĞERLENDĐRME I. KABUL EDĐLEBĐLĐRLĐK HAKKINDA 17. Başvuranlar, Sözleşme’nin 1, 6, 7, 10, 13 ve 14. maddeleri ile Ek 1 1No.lu Protokolün 1. maddesinin ihlal edildiği kanısındadırlar. 5 A. Başvuranları mahkûm eden mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin şikâyetler ile Sözleşme’nin 1. ve 14. maddeleri bağlamında ileri sürülen şikâyetler hakkında 18. Başvuranlar, davalarına bakan sivil hâkimlerin, -Adalet Bakanı, Müsteşarı ve beş üyeden oluşan- Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından atandığı ve kararlarının değerlendirildiği, dolayısıyla davalarının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından adil biçimde görülmediği kanaatindedirler. Başvuranlar, bu bağlamda Sözleşme’nin 6. maddesini ileri sürmektedirler. Başvuranlar, bu koşulların aynı zamanda Sözleşme’nin 1. ile 14. maddelerini de ihlal ettiği kanısındadırlar. 19. Hükümet, bu iddiaya itiraz etmektedir. 20. AĐHM, sivil hâkimlerden oluşan bir mahkeme tarafından yargılanan başvuranların Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. paragrafı bağlamındaki şikâyetlerini gerekçelendiremediklerini doğrultusunda bu şikâyet gözlemlemektedir. incelendiğinde, Öte bu yandan, hükmün ihlal beyanlar edilmediği görülmektedir (Saygılı ve Seyman v.Türkiye, no. 62677/00, § 25, 14 Haziran 2007). Aynı zamanda, Sözleşme’nin 1. ve 14. maddeleri bağlamında ileri sürülen şikâyetler de gerekçelendirilmemiştir. Sonuç olarak, başvurunun bu kısmı Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. ve 4. paragrafları uyarınca reddedilmelidir. B. Sözleşme’nin 7. maddesinin ihlal edildiği iddiası hakkında 21. Başvuran Gürbüz, 3713 sayılı Kanunun 6. maddesinin 2. fıkrası gereğince gazetenin imtiyaz sahibi olarak mahkûm edilmesi nedeniyle Sözleşme’nin 7. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. 22. AĐHM, başvurana atılı suçun (“terör örgütlerinin bildiri veya açıklamalarını basmak veya yayınlamak”) ve bu suça karşılık öngörülen cezanın, 3713 sayılı Kanunun 6. maddesinin 2. ve 4. fıkralarında belirtildiğini gözlemlemektedir. Đlgili davada bu (ihtilaf konusu olaydan) sorumlu olarak yargılanan kişilerin, söz konusu makalelerin yayımlandığı gazetenin “imtiyaz sahibi” ve “Yazı Đşleri Müdürü” oldukları açıkça anlaşılmaktadır. Başvuranlarca Sözleşme’nin 7. maddesi kapsamında ileri sürülen diğer şikâyetler gerekçelendirilmemiştir. 6 23. Sonuç olarak, Sözleşme’nin 7. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin iddialar, açıkça dayanaktan yoksundur ve Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. ve 4. paragrafları uyarınca reddedilmelidir. C. Diğer şikâyetler hakkında 24. Hükümet, Sözleşme’nin 35. maddesinin 1. paragrafında belirtilen altı aylık süre koşuluna uyulmadığını iddia etmektedir. Hükümet, başvuranların Ağır Ceza Mahkemesi’nin karar verdiği 7 Nisan 2005 tarihinden itibaren başlayan bu süre zarfında AĐHM’ne başvurmadıklarını ileri sürmektedir. Zira başvuranların eski Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 305. maddesinin 2. fıkrası gereğince, bu karara karşı temyize başvurma hakları yoktu. 25. Başvuranlar, bu iddiayı kabul etmemektedirler. 26. AĐHM, başvuranların eski Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 305. maddesinin 2. fıkrasına rağmen, temyiz yolunun açık olduğunu belirten 7 Nisan 2005 tarihli kararla (yukarıdaki 9. paragraf) başvuranların para cezası ödemeye mahkûm edildiklerini gözlemlemektedir. Başvuranlar, yasal olarak temyize başvurma haklarının bulunduğu kanısıyla temyize başvurmuşlardır. Ancak, Yargıtay, 29 Mart 2006 tarihli kararıyla eski Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 305.maddesinin 2. fıkrası gereğince başvuranların temyiz başvurusunu reddetmiştir. 27. AĐHM, somut olayda, Sözleşme’nin 35. maddesinin 1. paragrafı bağlamında iç hukukta verilen nihai kararın 29 Mart 2006 tarihli Yargıtay kararı olduğu sonucuna varmıştır. 6 Eylül 2006 tarihli başvuru, gecikmeli olarak yapılmamıştır. Dolayısıyla, AĐHM bu gerekçeyle Hükümet tarafından ileri sürülen ilk itirazı reddetmektedir. 28. AĐHM, Sözleşme’nin 10. maddesi bağlamındaki şikâyetin, ilk derece mahkemesinin kararına karşı temyize başvurma imkânı bulunmaması hakkında ileri sürülen AĐHS’nin 6. maddesi bağlamındaki şikâyetin ve Ek 1 No.lu Protokolün 1. maddesine ilişkin şikâyetin, Sözleşme’nin 35.maddesinin 3.paragrafı uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olmadığını tespit etmiştir. AĐHM, öte yandan bu bağlamda başka herhangi bir kabul edilemezlik gerekçesinin bulunmadığını saptamaktadır. Dolayısıyla, bu şikâyetlerin kabul edilebilir olduklarını belirtmek uygun görülmektedir. 7 II. SÖZLEŞME’NĐN 10.MADDESĐNĐN ĐHLAL EDĐLDĐĞĐ ĐDDĐASI HAKKINDA 29. Başvuranlar, maddesinde öngörülen mahkûm edilmeleri nedeniyle Sözleşme’nin 10. ifade özgürlüğü haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedirler. Đlgili madde, aşağıdaki gibidir: “1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ulusal sınırlara bakılmaksızın, bir görüşe sahip olma, haber ve düşünceleri elde etme ve bunları ulaştırma özgürlüğünü de içerir. (…) 2. Bu özgürlükleri kullanırken ödev ve sorumluluk içinde hareket edilmesi gerektiğinden, ulusal güvenlik, ülke bütünlüğü veya kamu güvenliği, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının şeref ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi, yargılama organının otorite ve tarafsızlığının korunması amacıyla, demokratik bir toplumda gerekli bulunan ve hukukun öngördüğü formalitelere, şartlara, yasaklara ve yaptırımlara tabi tutulabilir. (…)” 30. Hükümet, bu iddiaya itiraz etmektedir. 31. AĐHM, ihtilaflı müdahalenin kanun tarafından öngörülmesi ve Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. paragrafı bağlamında meşru bir amaç - ülke topraklarının bütünlüğünü korumak- taşıması hususlarının taraflar arasında tartışma konusu yapılmadığını kaydetmektedir (Yağmurdereli v. Türkiye, no. 29590/96, § 40, 4 Haziran 2002). AĐHM, bu çıkarıma katılmaktadır. Bu durumda, söz konusu müdahalenin “demokratik bir toplumda gerekli” olup olmadığını değerlendirmek gerekmektedir. 32. AĐHM, somut olaydakine benzer sorunları ileri süren bir kısım davaları daha önce incelediğini ve Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiğinin tespit edildiğini hatırlatmaktadır (Gözel ve Özer v. Türkiye, no.43453/04 ve 31098/05, 6 Temmuz 2010). AĐHM, yukarıda belirtilen içtihat ışığında mevcut davayı inceleyecektir. 33. Đhtilaf konusu makaleler, Karayılan ile Öcalan’ın sırasıyla PKK’nın yeniden yapılanması ve sol birleşiminin seçimlerden sonra gerçekleşeceği konulu açıklamalarını içermektedir. 34. AĐHM, özellikle terörle mücadeleye bağlı zorlukların yanı sıra incelemeye tabi tutulan durumları çevreleyen koşulları göz önünde bulundurarak, bu 8 makalelerde kullanılan ifadeler ile yayınların içeriğini dikkatle incelemiştir (Sürek v.Türkiye (no.4) [BD], no. 24762/94, § 58, 8 Temmuz 1999). AĐHM, ihtilaf konusu yazıların ne şiddete teşvik ne de orduya karşı direnç göstermeye ya da isyana çağrı içerikli olmadığını ve her hangi bir nefret ifadesinin de kullanılmadığını (AĐHM’nin nazarında dikkate alınması gereken en önemli unsur) tespit etmiştir. 35. AĐHM, yerel mahkeme tarafından başvuranları mahkûm etmek amacıyla ileri sürülen gerekçeleri inceledikten sonra, bu gerekçelerin ilgililerin ifade özgürlüğü hakkına yapılan müdahaleyi haklı gösteremeyeceği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla, AĐHM, anılan Gözel ve Özer davasıyla verilen hükümden uzaklaşmak için her hangi bir neden görmemektedir. 36. Dolayısıyla, Sözleşme’nin 10. maddesi ihlal edilmiştir. III. SÖZLEŞME’NĐN 6. ve 13. MADDELERĐNĐN ĐHLAL EDĐLDĐĞĐ ĐDDĐASI HAKKINDA 37. Başvuranlar, Yargıtay tarafından temyiz başvurularının kabul edilemez olduğuna karar verilmesinden şikâyet etmektedirler. Bu kararın, Sözleşme’nin 6. ve 13. maddeleri bağlamında mahkemeye erişim haklarının ihlal edilmesine sebep olduğu kanaatindedirler. 38. Davaya ilişkin olay ve olguların hukuki nitelendirmesini yapmakla görevli olan AĐHM (Guerra ve diğerleri v. Đtalya, 19 Şubat 1998, § 44, kararların derlemesi 1998-I), yukarıda belirtilen olay ve olguların tamamını göz önünde bulundurduğunda, başvuranların AĐHS’nin 6. maddesinde öngörülen mahkemeye erişim hakkı kapsamında savunulabilir bir şikâyet sundukları kanısına varmaktadır (bkz, özellikle, Brualla Gomez de la Torre v. Đspanya, 19 Aralık 1997, § 33, Derleme, 1997-VIII). Bu maddenin ilgili kısmı aşağıdaki gibidir: “Herkes davasının, (…) ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, (…) bir mahkeme tarafından (…) ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkınsa sahiptir.” 39. Hükümet bu iddiaya itiraz etmektedir. 40. AĐHM, erişim hakkının bir unsuru olduğu “mahkeme hakkının” mutlak olmadığını ve özellikle de başvurunun kabul edilebilirliğine ilişkin koşullarda zımni olarak kabul edilen sınırlamalara tabi olabileceğini hatırlatmaktadır. Zira 9 söz konusu bu hak, tabiatı gereği, bu konuda belirli bir takdir payı bulunan devlet tarafından bir düzenleme yapılmasını gerektirmektedir. Ancak neticede yargılanabilir kişinin mahkemeye erişim hakkı, özüne halel getirecek düzeyde veya şekilde sınırlandırılamaz. Son olarak bu sınırlamalar, meşru bir amaç taşıdığı ve kullanılan araçlarla amaç arasında makul bir orantı ilişkisi mevcut olduğu sürece, Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. paragrafının gerekleriyle bağdaşmaktadır (bkz, diğerleri arasında, Levages Prestations Services v. Fransa, 23 Ekim 1996, § 40, Derleme, 1996-V). 41. Somut olayda, başvuranların temyiz başvurusuna ilişkin kabul edilemezlik kararı, 5219 sayılı Kanun ile 14 Temmuz 2004 tarihinde değiştirilen eski Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 305. maddesine dayanarak verilmiştir. 42. AĐHM, bu bağlamda, AĐHS’nin 6. maddesinin taraf devletlere istinaf mahkemeleri ya da temyiz mahkemeleri kurma konusunda zorunluluk getirmediğini tekrarlamaktadır (Delcourt v. Belçika, 17 Ocak 1970, §§ 25-26, A serisi n° 11). Bununla birlikte, bu mahkemelerin bulunması halinde, AĐHS’nin 6. maddesinin sunduğu güvencelere riayet edilmeli, özellikle de devlet, davacıların cezai alanda kendilerine yöneltilen her türlü suçlamanın esasına ilişkin verilen kararlar hakkında mahkemeye erişim haklarını etkin bir biçimde güvence altına almalıdır. Şüphesiz, Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. paragrafının belirli koşullarda uygulanma tarzı, söz konusu yargılamanın özel koşullarına bağlı olmaktadır. Ayrıca bu hükme saygı duyulup duyulmadığını değerlendirmek için iç hukuk düzeninde yürütülen yargılamanın tamamı -somut olayda, Yargıtay’ın rolü- (bkz, özellikle, Monnell ve Morris v. Birleşik Krallık, 2 Mart 1987, § 56, A serisi n° 115) ve istinaf başvurusuna ilişkin koşullardan daha katı olabilen bir temyiz başvurusunun kabul edilebilirlik koşulları dikkate alınmalıdır. 43. AĐHM, somut olayda, Anayasa Mahkemesi kararı ışığında, (yukarıdaki 15. paragraf) Yargıtay’ın pek önem arz etmeyen davalar sebebiyle iş yükünü artırmaktan kaçınmak için mahkemeye erişim hakkına getirilen kısıtlamayla izlenen amacın meşru olduğu kanısındadır. 44. AĐHM, temyize başvurma imkânı sunan davaların mali tutarının güncellenmesi sebebiyle, hukuk alanında yapılan temyiz başvurusu hakkında kabul edilemezlik kararı verildiğini belirten Brualla Gomez de la Torre kararında, 10 (anılan § 39) başvuranın mahkemeye erişim hakkına orantısız bir kısıtlama getirilmediği kanaatine vardığını hatırlatmaktadır. 45. Ancak AĐHM, somut olayda, Türk Ceza Muhakemesi Kanununda bazı özelliklerin bulunduğunu gözlemlemektedir. Öncelikle, başvuranın davasının yalnızca ilk derece mahkemesi tarafından değil aynı zamanda temyiz mahkemesi olan l’Audencia provincial tarafından da incelendiğini ve bu iki mahkemenin genel yargı yetkisine sahip olduğunu belirten, yukarıda anılan kararın (Brualla Gomez de la Torre, § 38) aksine, başvuranların davasının sadece tek bir mahkeme tarafından incelendiğini gözlemlemektedir. Öte yandan, Türk adli sistemindeki uygulamalarda, Yargıtay’ın denetimi, söz konusu hakka riayet edilmesini kısıtlamamaktadır (Yukarıda anılan Levages Prestations Services kararı 48. paragraf ile karşılaştırınız). AĐHM, ayrıca Fransız hukukunda olduğu gibi Türk hukukunda da, Yargıtay’ın alt derece mahkemelerince ortaya konulan olay ve olguları değerlendirdiğini ve yetkisinin yasayla sınırlandırıldığını; ancak özellikle Türk adalet sisteminin hâlihazırda iki dereceli yargılamayı esas alması nedeniyle, esasa bakan hâkimlerin vardığı sonuçla söz konusu olay ve olguların uyumlu olup olmadığını denetlemekten de geri kalmadığını kaydetmektedir (bkz, mutatis mutandis, Civet v. Fransa [BD], (kabul edilebilirlik kararı), n° 29340/95, §§ 43, AĐHM 1999-VI, Beyhan Kaygısız v. Türkiye (kabul edilebilirlik kararı), n° 44032/98, 29 Ağustos 2006). 46. Diğer yandan, AĐHM, özellikle “belirlenen bir miktarın altında para cezası verilmesi halinde, öngörülen cezanın özellikleri dikkate alınmaksızın, yargılanabilir kişilerin temyize başvurma haklarına getirilen sınırlamanın ve dolayısıyla bu kişiler hakkında meydana gelebilecek zararlı sonuçların Anayasa’nın 2. ve 36. maddeleriyle uyumlu olmadığı kanaatine varan” Türk Anayasa Mahkemesi tarafından Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 305. maddesinin 2. fıkrasının eleştirildiğini gözlemlemektedir. 47. Somut olayda söz konusu olan suç, şüphesiz hafif suçlar kapsamında sınıflandırılamayacağı için AĐHM bu değerlendirmeyi paylaşmaktadır: Terörle Mücadele Kanunu’nun 6. maddesinin 2. fıkrası gereğince suç sayılan, terör örgütlerinin bildirileri veya açıklamalarının “basılması ya da yayınlanması” gibi davranışlar, somut olayda, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilmesi konusunda uygulanan hükümleri değiştiren 29 Haziran 2006 tarihli ve 5532 sayılı Kanuna uygun olarak cezalandırılmaktadır (yukarıdaki 13. paragraf). Başvuranlar, 11 gazetenin imtiyaz sahibi ve Yazı Đşleri Müdürü olmaları nedeniyle para cezalarına mahkûm edilmişlerdir. Diğer taraftan, bu tür suçlar için uygulanan para cezasının miktarı, gazetenin tirajına bağlı olarak değişebilmektedir. 48. AĐHM, aynı zamanda Türk ceza hukukunda, ilk derece mahkemesince ortaya konulan olay ve olguların ceza hukuku alanında nitelendirilmesine Cumhuriyet savcısı itiraz ettiği takdirde, bunun savcının sanığın aleyhine yaptığı temyiz başvurusu olarak değerlendirildiğini dikkate almaktadır (yukarıdaki 16. paragraf). AĐHM, temyize başvurma imkânı bulunmayan sanıkların savcılığa göre dezavantajlı bir durumda oldukları kanısındadır. Çünkü savcılık, olay ve olguların nitelendirilmesine itiraz ederek davayı üst mahkemeye götürebilmektedir. Dolayısıyla, somut olayda hükmedilen para cezasının miktarı nedeniyle başvuranların haklarına getirilen sınırlama, davanın özel durumu ile ceza alanındaki “adil yargılama” koşullarının daha sıkı olması göz önünde bulundurulduğunda, silahların eşitliği ilkesine uymamaktadır (bkz, mutatis mutandis, Ghirea v. Moldova, n° 15778/05, § 34, 26 Haziran 2012). 49. Yukarıda belirtilenler ışığında ve davanın özel durumu ile yargılamanın tamamı dikkate alındığında, AĐHM, başvuranların mahkemeye erişim haklarına orantısız bir kısıtlama getirildiği ve dolayısıyla Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. paragrafının güvence altına aldığı mahkemeye erişim hakkının esas yönünden ihlal edildiği kanısına varmıştır. Sonuç olarak, bu hüküm ihlal edilmiştir. IV. DĐĞER ŞĐKÂYETLER HAKKINDA 50. Başvuranlar, aynı zamanda yukarıda belirtilen olay ve olgular sebebiyle Ek 1 No.lu Protokolün 1. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedirler. 51. Sözleşme’nin 10. maddesi ile 6. maddesinin 1. paragrafının ihlal edildiğine ilişkin yapılan tespit dikkate alındığında (yukarıda 36. ve 49. paragraflar), AĐHM mevcut başvurudaki temel hukuki sorunları incelediği kanısındadır. AĐHM, davaya ilişkin olay ve olguların tamamını göz önünde bulundurarak, bu şikâyetin esası hakkında ayrıca karar vermeye gerek olmadığı kanaatine varmıştır. V. SÖZLEŞME’NĐN 41. MADDESĐNĐN UYGULANMASI HAKKINDA 12 52. Sözleşme’nin 41.maddesi aşağıdaki gibidir, “Mahkeme, Sözleşmenin veya Protokollerin ihlal edildiğini tespit ederse ve ilgili Sözleşmeci Devletin iç hukuku bu ihlali ancak kısmen giderse imkânı veriyorsa, Mahkeme gerekli görürse zarara uğrayan tarafa adil bir karşılık verilmesine hükmeder.” 53. Başvuranlar Gürbüz ve Bayar, Sözleşme’nin 41. maddesi bağlamında, mevcut başvuruları ile aynı zamanda yapılan on başvuruya ilişkin taleplerini sunmuşlardır. Başvuran Gürbüz, günlük gazetesinin kapatılması dolayısıyla uğradığı maddi zarar için 30 000 Avro ve ayrıca manevi zarar için 20 000 Avro talep etmektedir. Başvuran Bayar, kısmen mesleki gelir kaybına uğraması nedeniyle maddi zararı için 10 000 Avro ve ayrıca manevi zarar için 20 000 Avro talep etmektedir. Başvuranlar, AĐHM nezdinde on başvurunun sunulmasına ilişkin olarak yapılan masraflar için toplam 7 200 Avro talep etmektedirler. Bu talebi desteklemek için, başvuranlar, AĐHM nezdinde kendi avukatları tarafından sunulan çalışma ve hizmetlerin detaylı bir listesini göndermişlerdir. 54. Hükümet, bu meblağlara itiraz etmektedir. 55. AĐHM, iddia edilen mesleki gelir kaybına ilişkin olarak sunulan delillerin, tespit edilen ihlal sebebiyle başvuranların ne kadar kayba uğradıkları konusunda kesin bir değerlendirme yapmaya imkân vermediğini belirtmektedir (bkz. aynı bağlamda, Karakaş ve diğerleri v. Türkiye, no. 35077/97, § 69, 27 Temmuz 2004). Manevi zarar hususunda, AĐHM, başvuranların iddia edilen olay ve olgular karşısında büyük bir rahatsızlık duydukları kanısındadır. AĐHM, Sözleşme’nin 41. maddesi gereğince hakkaniyete uygun olarak, manevi zarar için başvuranların her birine 7 800 Avro ödenmesine karar vermiştir. 56. AĐHM, masraf ve giderlere ilişkin olarak sunulan talep hakkında, elinde bulunan belgeler ile bu konuda uygulanan kriterleri dikkate alarak, başvuranlara müştereken 720 Avro ödenmesinin makul olacağı kanısındadır. 57. AĐHM, gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puan eklenerek elde edilecek oranın uygun olduğu sonucuna varmaktadır. AĐHM, BU GEREKÇELERE DAYANARAK, OYBĐRLĐĞĐYLE, 13 1. Đlk derece mahkemesinin kararına karşı temyize başvurma imkânının bulunmasına ilişkin olarak ileri sürülen Sözleşme’nin 10. maddesi bağlamındaki şikâyetlerle birlikte Sözleşme’nin 6. maddesi ile Ek 1 No.lu Protokolün 1. maddesi bağlamındaki şikâyetlerin kabul edilebilir olduğuna; ancak Sözleşme’nin 1. ve 6. (başvuranları mahkûm eden mahkemenin bağımsız ve tarafsızlığı) maddeleri ile 7. ve 14. maddeleri bağlamında ileri sürülen şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna; 2. Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine; 3. Başvuranların ilk derece mahkemesinin kararına karşı temyiz yoluna başvurma imkânlarının bulunmaması sebebiyle Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. paragrafının ihlal edildiğine; 4. Ek 1 No.lu Protokolün 1. maddesi bağlamında sunulan şikâyetin esasının ayrıca incelenmesinin gerekli olmadığına; 5. a) Sözleşme’nin 44 § 2. maddesine uygun olarak; davalı devletin başvuranlara kararın kesinleştiği tarihten başlamak üzere üç ay içerisinde, ödeme tarihinde geçerli olan döviz kuru üzerinden Türk lirasına çevrilmek üzere aşağıdaki miktarları ödemekle yükümlü olduğuna: i) Ödenmesi gereken her türlü vergi tutarı hariç olmak üzere, başvuranların her birine manevi tazminat olarak 7 800 Avro (yedi bin sekiz yüz Avro); ii) Kendileri tarafından ödenmesi gereken her türlü vergi tutarı hariç olmak üzere, başvuranlara mahkeme masraf ve giderler için, müştereken 720 Avro (yedi yüz yirmi Avro); b) Söz konusu sürenin bittiği tarihten başlayarak, ödemenin yapıldığı tarihe kadar, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına; 6. Adil tazmine ilişkin diğer taleplerin reddine karar vermiştir. Đşbu karar Fransızca dilinde tanzim edilmiş; Sözleşme’nin 77 §§ 2. ve 3. maddeleri uyarınca 27 Kasım 2012 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir. 14 Stanley Naismith Yazı Đşleri Müdürü Ineta Ziemele Başkan Mevcut kararla ilgili olarak, Sözleşme’nin 45. maddesinin 2. paragrafı ile Đçtüzüğün 74. maddesinin 2. paragrafı uyarınca, Hâkim Jociene’nin karara muvafık ayrık görüşü işbu karar ekinde yer almaktadır. 15 YARGIÇ JOČIENÉ’NĐN KARARA MUVAFIK AYRIK GÖRÜŞÜ Bu davada, Sözleşme’nin 10. maddesinin ve 6. maddesinin 1. paragrafının ihlal edildiği yönünde çoğunlukla birlikte oy kullandım. Daire, Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. paragrafının ihlal edilmesi bağlamında, somut olayda söz konusu olan suçun hafif suçlar kapsamında değerlendirilemeyeceği doğrultusundaki görüşünü dile getirmiştir (kararın 4647.paragrafları). Ancak, küçük bir sebepten dolayı bu paragraflarda öne sürülen iddialara katılmam söz konusu değildir: Yargılanabilir kişilere 2 000 000 000 TRL’dan (2 000 Yeni Türk Lirası, TL) daha düşük miktarda bir para cezası verilmesine ilişkin olan kararlara temyiz yolunun açık olmadığı, başvuranların hüküm giydikleri sırada iç hukuk yolunda (14 Temmuz 2004 tarihinde 5219 sayılı Kanunla değişiklik yapılan) açık ve net bir şekilde belirtilmiştir (11. ve 14. paragraflar). Başvuranların, mahkûm edildikleri sırada (7 Nisan 2005 - 9. ve 10. paragraflar), temyiz başvurularının, verilen para cezasının temyiz yolunun kapalı olması sebebiyle reddedilebileceğini bilmeleri gerektiği kanaatindeyim. Diğer taraftan T.C. Anayasa Mahkemesi, 2009 yılında, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 305. maddesinin 2. fıkrasının, Anayasa’nın 2. (Hukuk devleti ilkesi) ve 36. (Hak Arama Hürriyeti) maddeleriyle uyuşmadığı kanısına varmıştır (kararın 15. paragrafı). Daire, başvuranların hüküm giydikleri tarihten 4 yıl sonra, 2009 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından verilen bu karara katılmamaktadır. Dolayısıyla, bu yeni içtihat, başlıca olayları 2004 - 2005 yılları arasında geçen bu davada dikkate alınamaz. Kanaatimce, savcılığın faydalandığı ayrıcalıklı muameleye ilişkin kararın 48. paragrafında açıklanan görüş, Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. paragrafının ihlal edildiği sonucuna varmak için yeterlidir. Dairenin verdiği kararın 26. ve 27. paragraflarında altı aylık süre koşulu bağlamında dile getirilen görüşe tamamen katılmaktayım. *Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış Đlişkiler Genel Müdürlüğü Đnsan Hakları Daire Başkanlığı tarafından Türkçe' ye çevrilmiş olup, gayrı resmi tercümedir. 16