KÖYÜN DÜNÜ BUGÜNÜ Köyümüz 200 hanenin üzerinde idi
Transkript
KÖYÜN DÜNÜ BUGÜNÜ Köyümüz 200 hanenin üzerinde idi
KÖYÜN DÜNÜ BUGÜNÜ Köyümüz 200 hanenin üzerinde idi. İlkbahar gelince büyükbaş hayvanlar ve küçükbaş hayvanlar doğum yaparlar. Kuzu ve danaların melemeleri bir hoş olurdu. Aynı zamanda kümes hayvanları kuluçkaya yatar (tavuk hindi, kaz) ve civcivler çıkmaya başlarlardı. Karlar erimeye başlar, yerler kuruyunca ekinler ekilmeye başlar. Çiftler koşulur, karasabanlar (resim 1) iki çift öküz veya bir çift öküz bir çift manda koşulur, bir ay ekin ekilirdi. resim 1 Ekin bitince tarlalarda ekinler yeşermeye başlar, burada bulunan taşlar toplanır, çeyil yapılırdı (taşlar biraraya toplanır). Haziran ayı başında çayırlar korunmaya (hayvanlardan) başlar, sulanacak yerlerin su arkları temizlenir ve sulama yapılır. Çobanlar koyun sürülerini otlamaya götürürlerdi. Kuzular ayrı otlatılır ve öğlen vakti, yani saat 12 civarında koyunlar süt sağımı için köye gelir, sağım işi bitince kuzular salıverilir. Kuzular kendi annelerini bulur emerler. Sonra kuzular ve anneleri ayrılır, koyunları çobanlar götürür. Kuzular ayrı otlatılır, büyükbaş hayvanlar nahırcılar tarafından toplanır otlamaya götürülürdü. Yozmalı inekler ayrı, danalar ayrı ayrı toplanır ve otlatılırdı. Haziran ayının sonunda yaylaya çıkılır. Köyde çok az kimse kalırdı, ekseriyet yaylaya çıkardı. Haziran’ın 15 ile 20'si arasında herik (nadas) yapılırdı. Çiftle (karasabanla) herik yapanlar 2 veya 3 çift öküz manda karışık koşarlardı. Daha ziyade 10 veya 12 çift öküz manda karışımı; kotan (resim 2) denen kara pulluk koşulurdu. Bir ay kırk gün herik yapılırdı. Ben bizzat hodaklık (öküzleri süren kişi) yaptım. Bir hatıramı anlatmadan geçemiyeceğim; Temmuz ayının 20'si civarında bizim posyerini ekiyorduk (yani herik ediyorduk). 10 çift öküz koşmuştuk. Öyle bir kar yağdıki gece öküzü Selim ile Oktay ağabeyler otarıyorlardı. Köyden haşıl gelmişti. O kadar üşümüştüm ki elim kaşığı tutmuyordu. Selim abi beni köye gönderdi üç gün hasta yattım. Kar yağmasından dolayı yayladan koyun sürüleri köye geldi, hatta hayvanlardan ölenler oldu. resim 2 Temmuz ayının 20 ile 25'i arasında çayır biçimi başlardı. Köyün civarındaki çayırlar biçilir, sonra dağdaki çayırlar biçilmeye başlardı (resim 3). Sabah saat beşten itibaren tırpanını alan yola koyulurdu. Çayır biçmek için atı olan atla, olmayan yayan Çamırlı'dan yukarı kalabalık bir topluluk çıkardı. Aynı minval üzere akşam geri dönülürdü. Atı olmayan yaya olarak dağa gidenleri, Göller'e, Topyolu'na, köyün kuzeyine, Karaçıngıl'a, Başköy'ün güneyine sabah gidip akşam dönerlerdi. Ayaklarına da çarık giyerlerdi (resim 4). resim 3 resim 4 Çarık daha ziyade büyükbaş hayvan derisinden yapılırdı. Çarıkların kuruması veya yırtılması durumunda insanların neler çektiklerini ifade etmek mümkün değildir. Çarıkların tabaklanmış (hasıl) olanı makbuldu. Çünkü uzun müddet giyilirdi ve kurumadığından ayağını sıkmazdı. Ağustos ayının ortalarında, köyün kenarındaki tarlalar (napızar denen) biçilmeye başlardı. Çayır biçimi bitince, araba koşulurdu. Maran denilen kütük arabalar; arabanın iki ahşap yuvarlak tekerleği vardır. Kullanımı kolay olsun diye etrafına demir (şin) geçirilirdi. İki tekerlek mazı denen sert bir ağaçla birbirine bağlanır, üzerine arabanın gövdesi oturtulur. (resim 5) Sonra iki veya üç çift öküz, manda karışık koşulur onunla ot ve ekinler taşınırdı. İşin ilginç yanı arabanın gövdesinin mazının üzerine oturması; gövde ile mazının birbirine sürtünmesinden dolayı yangın çıkmaması için bir adet keçi derisine (sabunluk) su doldurulur bir sopanın başına paçavra bez sarılır, sabunluğun içine bir kalıp sabun atılır başınada bez olan sopa ile sabunluk köpürtülür. resim 6 (sabunluk) Bu karışım arabanın her iki tarafından mazıya sürülür, bayır aşağı arabanın hızlanması anında tekerin arasına kolunu uzatıp sabun vurmanın ne demek olduğunu ancak yapanlar bilir. İlk defa furgun arabasını ve demir tırmığı köye getiren Mansur Amca oldu. Furgun (dört terkerlekli araba) gelince sabunluk olayı bitmiş oldu. (resim 7) Otlar bir taraftan taşınır, bir taraftan da ekinler biçilir. Karaçıngıl'dan ot getirirken mesafe uzun olduğu için Topyolu denen yere getirilir, orada toplanır sonra köye taşınır. Tarlalar biçilir ve ekinler harman yerine taşınır, yığın yapılırdı. Bir taraftan da harman yerine serilir, atı olan atla olmayan ise öküzle gem denen nesne koşulur. resim 8 Gem; 2 metre boyunda, 1.20 metre genişliğinde ön tarafı biraz kalkık olan ahşapın altına ekinler kolay parçalansın diye; mermer parçaları, sert taşlar çakılırdı. Ekin harmana serilir, üzerine gem çıkarılır, bir müddet sonra çiğnenen ekinler çevrilirdi (yani alt üst edilir). İnce hale gelince toplanır, rüzgar var ise yabalarla savrulur; (resim 9) saman ve tahıl birbirinden ayrılır (arpa, buğday). Kalburlarla elenir (resim 10) çuvallara konularak ambarlara, ambarı olmayanlarda yaptıkları kuyulara depolarlardı. resim 9 resim 10 Hava yağmurlu olunca harman toplanır, yağmur geçince serilir ıslanan harman (ekin) kurutulur ve yeniden gemle dövülür. Sonra toplanır, rüzgar varsa savrulur (yani saman ile tahıl ayrılır) rüzgar esmiyorsa beklenir, rüzgar esince savrulurdu. Kışın çok kar yağardı Kars-Çıldır yolu Pekreşen (Gülyüzü) köyü ile Meredis (Gölebakan) köyü arasındaki Ciyahor denen yer, tipi esmesi nedeniyle kapanırdı. Günlerce Çıldır'a araba gelmezdi. Kızaklarla (resim 11) yolculuk yapılırdı. resim 11 Kars'a kızakla gitmek için gölün (Çıldır Göl'ü) üzerinden gidilirdi. Bazı zaman, tipi esmesi nedeniyle yolu şaşırıp başka yöne gidenler olurdu. Gölün yüzü kalın bir buz tabakası ile kaplanırdı. Bazı yerlerde kaynak suyu olan kısımlarda buz ince olur üzeri karla kaplı olduğundan fark edilmez ve atlar göle düşerdi, atlardan ve insanlardan boğulanlar olurdu. O zamanlarda radyo televizyon ve telefon yoktu. Köylerde aydınlanma için gaz lambaları, çıra ve lüks denen lambalar kullanılırdı (lüks denen lamba herkeste yoktu). Ağaların odalarında bulunurdu. (resim 12) Çıra gaz lambası lüks lambası resim 12 Benim çocukluğumda gazyağı (neft) karneyle verilirdi. Köyün nufusuna göre tahsis edilir ve her ay başı köyün muhtarı tarafından dağıtılırdı. Köyümüzde egitim Eyüpgil'in odada başlayıp, Halay Pehlivan'ın odasında devam ediyordu. Köyümüzde 1948 yılında ilk olarak okul binasına kavuştu. Eğitime burada devam edildi. İlk öğretmen Muhtesim Ekinci idi. Ayrıca Mehmet Kemer eğitmen olarak başladı. Ben egitime 1949 yılında başladım. 1954 yılında mezun oldum. Bir yıl daha ilk okula devam ettim (boş gezmemek için). Sonra bir yıl da Kodamık (Damlıca) köyüne Musa hocaya kuran okumaya gittim. 1958 yılında ortaokula başladım. 1961 yılında Çıldır orta okulundan mezun oldum ve 1964 yılında Kars Alparslan lisesini bitirdim. Bir yıl ara verdim. 1965 yılında üniversiteye başladım. Gündüz Alarko fabrikasında çalışıyor, gece okula devam ediyordum. İnşaat Mühendisi olarak mezun olunca YSE 13. Bölge müdürlüğünde Kastamonu'nda göreve başladım. Çeşitli illerde çalışıp, 1999 yılında emekli oldum. 2000 ile 2004 yılları arası İstanbul büyükşehir belediyesinin Bimtaş denen bir şirketinde çalıştım. 2006 yılı Aralık ayının 14'ünde hac farizasını yapmak üzere Suudi Arabistan'a gittim. 2007 yılının Ocak ayının 13'ünde döndüm. KÖYÜMÜZÜN BUGÜNÜ: Yine ilkbaharda hayvanlar doğum yapar. Küçükbaş hayvan pek fazla değildir, son yıllarda kaz para ettiği için kaz besleniyor. Köyde eskiden 8 ile 10 sürü koyun çıkardı. Bugün ise 1 sürü koyun vardır. Büyükbaş hayvan daha fazla. Köyde 60 hane civarında aile var, 40 adete yakın traktör, 30 civarında biçer makinesi bulunuyor. Bunlara ek olarak; 2 adet minübüs vardır. Eski yıllarda olduğu gibi çok kar yağmıyor, yollar devamlı açık. Bazen tipi nedeniyle yollar kapansa bile, Köyhizmetleri ekipleri açıyor. Minübüsler devamlı Çıldır'a gidip geliyorlar. Ayrıca taşımalı talebe servisleri vardır. Atlı kızak Çıldır genelinde 2 veya 3 adet bulunur, daha ziyade gölün üzerinde turistleri gezdirmek için kullanılır. İlkbaharda havalar iyi olur, yağmur yağmaz ise ekinler traktörlerle 1 hafta 10 günde ekilir. Eskiden karasabanla ekilince tohum (arpa, buğday) peştamal denen bele bağlanan nesnenin içine tohum doldurulur avuçla serpilirdi. (resim 13) resim 13 resim 14 Şimdi ise traktörün arkasına bağlanan tohum serpme makinasıyla yapılıyor (resim 14). Çayırların korunmasıyla arklar temizlenir, sulanacak yerler sulanır. Tarlalardan taş toplama (çeyil denen şey) yapılmaz çünkü eskiden biçim işi tırpanla yapılırdı tarladaki taşlar tırpanın ağzını ezerdi bu ise biçim işini zorlaştırırdı. Tırpanın kırılan yerlerini örs denen aletle düzeltilmesi (dövülmesi) gerekirdi. Şimdi biçer makinalarıyla (resim 15) yapılınca uçları kırılan bıçaklar değiştirilir. Haziran sonunda traktörlerle (resim 16) herik (nadas) yapılır, bir kaç günde tamamlanır. Eskisi gibi bir ay kırk gün sürmez. resim 15 resim 16 Büyükbaş hayvanlar nahırcılar tarafından toplanır, otlatılır. İnekler sabah akşam süt sağımı için köye gelir. Yozmalı haftada veya 15 günde bir köye tuz yemek için getirilir. Elektirik köyümüzde olduğu gibi yaylamızda da vardır. Bu yüzden yaylada elektirikle çalışan bütün aletler vardır (yaylada televizyon seyretmek ne büyük nimet). Eskiden bizim köyde askeri karakol vardı, evin dışına çıra ile çıkanı görürlerse ifadesini alırlardı; kime işaret verdin diye. Haziran ayının sonunda yaylaya çıkılır, 2,5 ay civarında yaylada kalınır. Temmuz ayının 20 ile 25'i civarında çayırların biçimi başlar, biçer denen makina ile biçilir (tırpan hiç kullanılmaz). Demir tırmıkla at koşulmak süretiyle toplanır. Traktörlerin römorklarına yüklenir ve köye taşınır. Bazıları balya makinalarıyla balya yapılarak taşınır. Ekinler ise biçerdöver (resim 17) denen makina ile biçilir, tarlada iken saman ile tahıl ayrılır, kolaylıkla ayrı ayrı depolarda toplanır. Makinanın kapasitesine göre dolunca köye getirilir. Saman mereklere, tahıl ise ambarlara doldurulur. Eski harman yöntemleri ile (gem) uğraşılmaz, bantlı patoz denen harman makinesi ile (resim 18) harman tamamlanır. Yani karasabandan makinalı tarıma geçildiğinden dolayı, bizim gibi sabah namazıyla kalkıp, biçine gidilmediği gibi, gece saat 1 de 2 de kalkıp araba koşup dağa ot getirmeye gidilmiyor. Şimdi ise saat 7 ile 8 civarında kalkılıyor kahvaltı yapılıyor ve ondan sonra dağa gidiliyor. Ayrıca araba yüklenince kadar küçük tüpte çay demleniyor ve çay içildikten sonra köye hareket ediliyor. resim 17 SOSYAL FAALİYETLER resim 18 : 1) Yetişen bitkiler: ilkbaharda ekinler ekilip, ekinler yeşermeye başlayınca, kımı denen bir bitki biterdi. Onu toplar turşu yaparlardı, kavurması çok güzel olurdu. Kımı, yemlik, kuşekmeği (madımak), unuca yumurta ile kavrulunca güzel bir yemek olurdu. Pazıpancarı, yemlik, kuzu kulağı, evelik toplanır kurutulur kışın çorbalara (aşa) katılırdı, at kulağı, baldırgan, ısırganotu (cincar), koyun kulağı, çayırlarda kobuğ ve hedik, kayaların arasında gelinparmağı yetişirdi. Dağdaki çayırlarda mantar biterdi. Tarlalarda ekin zamanı adol, herik zamanı tetroy denen bitkiler biterdi (bir nevi yerelması gibi olurdu). Fenni gübre kullanıldığı için yukarıda saydığım bitkilerin çoğu yok olmak üzeredir. Meyveler daha ziyade Kurtkale nahiyesinden gelirdi. Orada bahçeler ve bağlar vardı, at veya eşek sırtında getirip satarlardı. Yazın yollar açık olduğundan Kars'dan ve Iğdır'dan gelirdi. Çıldır kazasında sebze mevsimlik yetiştirilirdi. Bugünki gibi elektirik olmadığından, elektirik aletleri de yoktu. Sebze ve meyve mevsilik olarak yenirdi. Ayrıca Artvin'nin Şavşat kazasından at sırtında veya kütük (maran) arabalarla, elma, armut, banda denen meyveler gelir, arpa, buğday veya yün karşılığı satılırdı. Sonbaharda kütük (kağnı) arabalarla Şavşat'a arpa, buğday veya yün götürülür patates alınırdı. Gidip-gelme bir hafta gibi bir zamanda olurdu. Yakacakları hayvanların dışkıları toplanır dışarda uygun bir yere dökülür, 15-20 cm kalınlığında yere yayılırdı. 20x20 cm ebatta kesilir tezek denen malzeme olur, kurutulur kalak yapılır (üst üste) dizilir. (resim 19) resim 19 Tandır ve ocaklarda yakılır, yemek ve ekmek pişirilir. Ayrıca sobalarda kışın ısınmak için yakılır. Yanan tezeklerden çıkan küller uygun yerlerde toplanır, sonbahar veya ilkbaharda çayır veya tarlalara tabii gübre olarak dökülür (serilir). Sonbaharda harmanlar bitince buğdaylar yıkanır kurutulur, dibek denen taşın oyuğuna doldurulurdu (resim 20). Salgı denen aletle iki şahıs karşılıklı durarak, buğdayın kabuğu çıkıncaya kadar, dibeğin oyuğundaki buğdaya vururlar (döverler). Sonra bu buğday kurutulur ve eldeğirmeni denen aletle öğütülür (çekilir). resim 20 Böylece yarma denilen ürün meydana gelir. Bunların ince olanlarından çorba yapılır, kaba olanları ise bulgur olarak (pilavda) kullanılır. Ayrıca haşıl da yapılırdı. Sac ters çevirilince içinde buğday kavrulurdu (kavurga yapılır). (resim 21) resim 21 Bir kısmı yenir bir kısmı ise el değirmeninde öğütülür (çekilir), kavut yapılırdı (resim 22). Bunlar artık mazide kaldı. resim 22 Eskiden köylere poşa lakaplı insanlar gelirdi. 2-3 ay kadar köylerde kalırlardı. Bizim köyde bulağın başında Mollaibrahimgil'in merek denen evinde kalırlardı. Bakır kapları kalaylarlardı. O zaman en çok kullanılan kaplar bakırdı. Çünkü o zamanda bugünki gibi aliminyum, çelik, tencere ve porselen tabak yoktu. Çok az kimselerde porselen takım vardı. Ayrıca elek, kalbur, şadra denen aletleri yaparlardı.(resim 23) resim 23 Elek un elemek için kulanılırdı, şadra ve kalburlar da harmanda saman ile tahılı ayırmak için kullanılırdı. Ayrıca arpa ve buğday kara değirmende öğütülür un haline getirilirdi. Değirmenler arkla gelen su ile çalışırdı. (resim 24) resim 24 Üst üste konan özel iki taşın arasında, anbar denen yerden akan tahıl iki taşın arasından ezilmek suretiyle un haline getirilirdi. Alt taş sabit olup, üst taş hareketli, taşın ortası deliktir. Üsteki depodan akan tahıl o delikten iki taşın arasına dolar dönen üst taş tahılı ezer ve un haline getirir. Şimdi ise elektirikle çalışan değirmenlerde (un fabrikalarında) yıkanır kabuğu soyulur yani kepekler ayrılır kalanlar ise un haline gelir. İnek ve koyunların sütleri (sağılır) kovalara toplanır ve süt makinasında sütün kaymağı ayrılır. (resim 25) resim 25 Ayrılan kaymak bir yerde toplanır, yayık (nehre) denen aletle çalkalanır ve tereyağı yapılır. (resim 26) resim 26 Kaymağı ayrılan süt ise büyük kazanlarda ocak ve tandırlarda kaynatılır, çeçil (dil) peyniri yapılır. Kaymağı alınan süte makina altı denir. Bu süt ateşte ısıtılır, belli bir ısıya gelince maya denen madde katılır, belirli bir zaman sonra torbalara doldurulur, suyunun akması sonrası beyaz peynir yapılmış olur. Beyaz peynir dilimlenir ve tenekelere doldurulur. Çeçil peynir ise küçükbaş hayvanların derilerine doldurulur tuluk (resim 27) yapılır ve kışın yenir. resim 27 Koyunlar yılda iki defa, kuzular ise yılda bir defa kırkılır. Yünlerin bir kısmı satılır, bir kısmı yıkanır, taraklarda taranır, çıkrık (cehre) denen alet ve teşi yardımı (resim 28) ile iplik haline getirilir. Bu yünlerin bir kısmından yatak (döşek, yorgan) yapılır. Cehre teşi resim 28 İplikler iki çeşit olur; 1) çorap ve kazak örmek için, 2) halı ve kilim dokumak için kullanılır. resim 29 Bunlar büyük evlerde kurulan tezgahlarda (hanalarda) genç kızlar ve gelinler tarafından halı ve kilim olarak dokunur (resim 29). Ayrıca bir kısım yünden keçe denen sergi yapılırdı. Büyük ahır veya komlarda keçe ustalarının hazırladığı yünler yuvarlanarak; ayaklarla vurularak yuvarlanır gençler tarafından belirli bir kıvama gelinceye kadar tekrarlanarak keçe işlemi tamamlanır. Ayrıca çoban kepeneği de (hıllik) yapılırdı. (resim 30) resim 30 Köylerde sabun fazla bulunmazdı, deterjan denen temizlik malzemeleri yoktu. Sabun yapmak için soda (kostik) ile hayvanların iç yağları karıştırılır, kaynatılır, kalıplara dökülür sertleşince sabun olur. Onunla yıkanılır ve çamaşır yıkanırdı. Bu yüzden uyuz denen bir hastalık olurdu (bitten dolayı). Bir keresinde köyün içinde bir bayan yüksek sesle demokrat parti biti yedi diye bağırıyordu. Sebep ise (DDT) denen maddeyi demokrat parti (Menderes Hükümeti) Amerikadan ithal edilince köylerde kullanılınca, bit azaldı ve uyuz hastalığı ortadan kalktı. Eskiden düğünler bir hafta sürerdi. Şöyleki, gelin adayı belirlenir ve istemeye gidilir, evet derlerse söz kesilir. Sonra başlık parası ile altın ve alınacak eşyalar; yani çeyiz belirlenir. Bunu takiben kahve içilir, yüzük takılır. Ardından nişan tarihi belirlenir. Nişan törenine erkek tarafından, erkekler atlı (atla gidildiği için) olarak giderlerdi. Köy uzaksa en az bir gece kalınırdı. Ayrıca taraflar anlaşırsa erkek tarafının kadınları da kız tarafının köyüne nişan için giderlerdi (nişan elbisesi ve çeşitli hediyeler götürürlerdi). Kadınlardan oluşan yakın akrabalar toplanır, gelini görmeye giderlerdi. Bir hafta on gün gelin evinde kalırlardı. Gelinin yakın akrabaları ve komşuları gelen kadınları davet eder, yemek ziyafeti verirlerdi. Nişanlılık süresi duruma göre 6 ay ile 2 yıl arasında değişirdi. Bu arada gelin görmeler devam ederdi. Düğün için karar verilir ve iki tarafta yaptıkları anlaşmanın gereğini yerine getirirlerdi. Düğüne kaç kişi (atlı) katılacak onun için etlik (gelen atlı sayısına göre) denen yiyecek tesbit edilir ve bu erkek tarafından karşılanır. Sonra her iki tarafta akrabalarını davet ederler. Davet edilen atlılar erkek tarafında toplanır, o zaman bu günkü gibi araba olmadığından şahıslar atla giderlerdi. Atlılarla beraber bir bayan (yenge) giderdi. Kız evine gelen atlılar akraba ve komşular tarafından misafir edilirlerdi. Dinlendikten sonra düğün evinde toplanırlar, yemekler yenir, aşıklar (ozanlar) varsa onlar saz çalar, türkü söyler, atışma yaparlar ve bu geç saatlere kadar devam ederdi. Misafir sahipleri, misafirlerini evlerine götürürler ve 2. bir yemek (yaslık) yedirirler. Daha sonra yataklar hazırlanır ve gece sona erer. Diğer taraftan, kızın sağdıcı şah bezer, bezenen (hazırlanan) şah sağdıçın evinden alınır, davul zurna eşliğinde kızın evine doğru hareket edilir. Yolda şahın önünde gençler güreş tutarlar ve oynarlar. Bu esnada havaya silah ile ateş edenler de olurdu. Getirilen şah, erkek yengesinin önüne konulur ve bahşiş alınır. Kadınlar ayrı toplandığından orada davul zurna eşiliğinde oynarlar ve ayrıca ellerine kına yakarlar (kına koyarlar). Gelinin eline kına koyan erkek yengesi, kına ile beraber bir altın koyar ve bez ile sarılır. Ve düğün geç saatlere kadar devam eder. İkinci gün misafirler kahvaltıdan sonra düğün evinde toplanırlar, o gün dönülecek ise gelin çıkarma merasimi yapılır. Şöyle ki; çeyiz sandığı getirilir, üzerine bir genç (kız tarafından) oturur, düğün babası bahşiş verince genç sandığın üzerinden kalkar. Sonra, gelinin bel bağlama merasimi için kızın kardeşi veya yakın birisi gelir, belini bağlar ve bahşiş alır. Ayrıca gelin evden çıkarken kapı kapatılır (kapı basması). Bahşiş alınır ondan sonra kapı açılır. Gelin erkek tarafına teslim edilir ve ata bindirilip yola çıkılır. Mevsim kış ise kızak da kullanılırdı. Kızın evinden ayrılan düğün alayı, gelinle beraber gelen atlılarla yola çıkar. Eve gelmeden, gençler atlıları yolda karşılar ve müjde yastığı denen yastık alınır. Kim damat evine önce gelir ve yastığı getirirse bahşiş alır. Gelin kapıya gelince, damın üzerine çıkan damat ve sağdıç, gelenlerin üzerine çerez atarlar. Gelin kapının eşiğinde durdurulur, önünde kurban kesilir. Ayrıca, bir kazanve onun üzerine de bir tabak konur. Gelinin ayağıyla basar ve tabağı kırar. Gelin eve girince toplantı yerinde ayakta bekler, kayınpeder veya kaynı gelir bahşiş verir (falanca inek senindir gibi) taki ikna edene kadar. Ondan sonra gelin yerine oturur. Dışardan (köyün dışından) gelen atlıları komşular evlerine götürüp ikramda bulunurlar. Sonra düğün evine toplanırlar, adet gereğince gelen atlılar kendi maddi güçlerince para veya hediye verirlerdi. Yemek yenir, aşıklar (ozanlar) saz çalar türkü söylerlerdi. Düğün kadınlar tarafında da davul zurna eşliğinde geç saatlere kadar devam eder. Sağdıçın evinde toplanan damat ve arkadaşları geç saatte sağdıç tarafından getirilir ve eve teslim edilirdi. İkinci gün toplanan atlılar ve akrabalar düğün evinden ayrılırlar. Sünnet düğünlerinde de törenler aynı şekilde iki üç gün devam ederdi. Aşıklar (ozanlar) ve davul zurna eşliğinde burada da yer alırdı. Köylerde eskiden düğün ve sünnetler büyük odaların dışında ahır ve komlarda yapılırdı. Bir hafta sürerdi. Şimdi ise kısa zamanda tamamlanıyor.