Adalet ve Kalkınma Partisi tek başına iktidar...15
Transkript
Adalet ve Kalkınma Partisi tek başına iktidar...15
Parlamento TPB Hakimiyet Milletindir Kasım 2015 Sayı: 30 Ayl ı k sürel i yay ı n Adalet ve Kalkınma Partisi tek başına iktidar...15 Ozan Sağdıç’ın arşivinden yakın siyasi tarihimize dair çarpıcı kareler...44 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü...54 Bir antik çağ metropolü Hattuşa...38 ISSN 2147-6616 9 772147 661000 30 Parlamento TPB Kasım 2015 Sayı: 30 Fiyatı: 20 TL/Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL Yerel süreli yayın ISSN 2147-6616 Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Eren Safi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet Editör Songül Baş Yazı İşleri Çağla Taşkın Enver Uygun Evren Özesen Gökçe Doru İrem Coşkunseven Nehir Öztürk Nil Özben Orhan Gülenay Özge Aydın Pınar Ünsal Zeynep Yiğit TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ GENEL BAŞKAN Nevzat PAKDİL 22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili YAYIN KURULU Yahya AKMAN 21, 22, 23, 24. Dönem Şanlıurfa Milletvekili Cahit BAĞCI 23, 24, 25. Dönem Çorum Milletvekili Kadir Ramazan COŞKUN Genel Sekreter 19. Dönem İstanbul Milletvekili İlknur İNCEÖZ Aksaray Milletvekili Alpaslan KAVAKLIOĞLU Niğde Milletvekili Katkıda Bulunanlar Dr. Ahmet Tetik Hakan Arslanbenzer Dr. Polat Safi Ömer Faruk ÖZ Genel Sayman 23. ve 24. Dönem Malatya Milletvekili Tasarım Evrim Uluçay Sinan Günçiner Ramazan Kerim ÖZKAN 22, 23, 24. Dönem Burdur Milletvekili Genel Koordinatör İsmail Demir Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz. YAPIM Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82 www.buyukharf.com.tr BASKI Özel Matbaası Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6 İvedik/Ostim/ANKARA T: 0312 395 06 08 Basım Tarihi: 05.11.2015 KASIM 2015 İÇİNDEKİLER 15 ADALET VE KALKINMA PARTISI TÜRKIYE 1 KASIM’DA SANDIK BAŞINA GITTI TEK BAŞINA IKTIDAR 32 Demokrasinin dayandığı Saffet Arıkan Bedük: en önemli güç olan siyaset, şahsi ikbal için değil, millet için yapılır 60 Sanatsal faaliyetleri Barbaros Turgut Boztepe: takip eden siyasetçiler dünyaya daha hoşgörülü bir pencereden bakar SANATÇISI OZAN SAĞDIÇ’IN ARŞIVINDEN 44 DEVLET YAKIN SIYASI TARIHIMIZE DAIR ÇARPICI KARELER 68 Türkiye’nin tek saray vakfı Doç. Dr. Zeynep Karahan Uslu: olarak Yıldız Sarayı’nın gelişmesine, tanıtımına ve bazı eserlerin restorasyonuna katkı sağlamayı sürdürüyoruz 54 20 KASIM DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ 64 MECLIS KÜRSÜSÜNDE BIR SPOR ADAMI: SELIM SIRRI TARCAN 76 FARKLILIKLARDAN ZENGINLIĞE: UNESCO 4 BAŞKAN’IN MESAJI 5 HABERLER 11 DÜNYADAN 22 CUMHURIYETIMIZIN KURUCUSU MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN ÖLÜMÜNÜN 77. YILDÖNÜMÜ 72 TARIH SAHNESI 88 ERBAY KÜCET: BIRLIKTELIĞIN AYKIRI DERGISI 90 KITAP 92 MÜZIK 93 FILM 94 SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERI 96 UNUTMAYACAĞIZ 24 TAM BAĞIMSIZ VE ÖZGÜR YÜZLERCE YILIN HASRETI MACARISTAN 38 HATTUŞA BIR ANTIK ÇAĞ METROPOLÜ 82 EDEBİYAT VE TİYATRODA DÖNÜŞÜMÜN ADRESİ HALDUN TANER BAŞKAN’IN MESAJI YENI DÖNEMDE BIRLIKTEYIZ D ünyanın her yerinde insanlar geleceklerini özgürce kurmak ister. Yani temel insan haklarına sahip olmak, adil seçimlere katılmak, kendi inancında ibadet etmek, toplumu ilgilendiren konularda özgürce konuşmak ister. Eski Yunanca “demos” (halk) ve “kratos” (güç, iktidar) kelimelerinden oluşan demokrasi, halkın kendi kendisini yönetmesi, başka şekilde söylenirse, halka ait egemenliğin halk tarafından ve halk için kullanılması, yani özetle halkın iktidarı anlamına gelir. Halk, kaynağı kendisinde bulunan yönetim yetkisini serbest seçimlerle ortaya koyar. Demokrasilerde iktidar yetkisinin halkın temsilcileri tarafından kullanılması esastır. Bu yetki kullanılırken iktidarda temsil edilmeyen her türden azınlığın haklarının gözetilmesi, onların sonraki seçimlerde çoğunluk olabilmesinin yolunun tıkanmaması da demokrasilerde önem arz eden başlıca unsurlardandır. Vatandaşlar, siyasi partilerin açıkladıkları programlar arasında tercihte bulunur. Seçim neticesinde ortaya çıkan tabloda, demokratik katılıma gölge düşürecek etkenlerin olmaması, seçmenlerin temsil edilmesi ve farklılıkların uzlaşma zeminine çekilmesi aranan özelliklerdir. 1 Kasım 2015 tarihinde yapılan Milletvekili Genel Seçimi’nde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 26. Dönem’de görev yapacak milletvekilleri seçilmiştir. Ülke genelinde demokrasi şölenine dönüşen seçimlerde sandıktan istikrarı destekleyen bir netice çıkmıştır. Resmî olmayan sonuçlara göre halkımızın yüzde 85,18 oranında katılım gösterdiği seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi yüzde 49,49 oy alarak tek başına iktidara gelmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi’nin yüzde 25,31 oyla ana muhalefet partisi olduğu seçimlerde, yüzde 11,90 oyla Milliyetçi Hareket Partisi ve yüzde 10,76 oyla Halkların Demokratik Partisi Meclis’te temsil edilmeye hak kazanmıştır. Halkımızın teveccühü ile yeni dönemde bir kere daha tek başına iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin toplumsal barışımıza önemli katkı sağlayacağını açık yüreklilikle belirtmemiz gerekmektedir. Önümüzdeki dönemde, geçtiğimiz ağustos ayında anayasal gereklilikten ötürü kurulan seçim hükümetinin icraatları sona erecek, Cumhurbaşkanımızın görevlendirmesinin ardından yeni bir hükümet iş başına geçecektir. Demokrasinin tecelligâhı Türkiye Büyük Millet Meclisimizin 26. Yasama Dönemi’nde görev yapacak milletvekilleri halkın temsilcileri olarak hem ülkemize hem de seçim bölgelerine yönelik çalışmalar gerçekleştirecektir. Bu vesileyle Türk Parlamenterler Birliği’nin milletvekillerimizin her zaman yanında ve hizmetinde olacağının da bilinmesini diliyor, 26. Dönem’in ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum. Saygılarımla. 4 Nevzat Pakdil Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı 22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili ÜLKE GENELINDE DEMOKRASI ŞÖLENINE DÖNÜŞEN SEÇIMLERDE SANDIKTAN ISTIKRARI DESTEKLEYEN BIR NETICE ÇIKMIŞTIR. HABERLER CUMHURİYETİMİZİN 92’NCİ YILINA COŞKULU KUTLAMA 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, yurdun tüm bölgelerinde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde ve yurt dışı temsilciliklerde büyük bir coşkuyla kutlandı. Cumhuriyet Bayramı kutlamaları her yıl olduğu gibi bu yıl da Anıtkabir’de düzenlenen törenle başladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki heyet Aslanlı Yol’dan geçerek Atatürk’ün mozolesine çelenk koydu. Heyette TBMM Başkanı İsmet Yılmaz, Başbakan Ahmet Davutoğlu, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, yüksek yargı organlarının başkanları, bakanlar ve kuvvet komutanları yer aldı. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan Anıtkabir Özel Defteri’ne şunları yazdı: “Aziz Atatürk, milletimizin istiklali ve istikbali için şahlanışının tecelligahı ve sembolü olan Türkiye Büyük Millet Meclisimizin ilan ettiği Cumhuriyetimizin 92. yıldönümüne ulaşmış olmanın mutluluğu içindeyiz. Bölgemizde tarihî olayların cereyan ettiği bir dönemde kuruluş yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyetimizi tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet ilkeleri çerçevesinde ilelebet yaşatmanın azim ve kararlılığı içinde olduğumuzu bu vesileyle bir kez daha ifade ediyorum. Ülkemizin TBMM tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı olan zatıalinizin bizlere bıraktığı emanet olan Cumhuriyetimizi doğrudan halkın oyuyla seçilmiş ilk cumhurbaşkanı sıfatıyla daha da yükseltmek, muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak için tüm gücümüzle çalışmaya devam edeceğiz. 92 yıl sonra bir kez daha ülkemizin bütünlüğü, milletimizin birliği, devletimizin bekası için gerektiğinde gözlerini kırpmadan ölüme giden tüm şehitlerimizi rahmetle anıyor, gazilerimizi saygıyla yad ediyorum. Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun, ruhunuz şad olsun.” Anıtkabir’deki törenin ardından Ankara’daki kutlamaların adresi Atatürk Kültür Merkezi (AKM) oldu. Bu yıl birçok ilke evsahipliği yapan AKM’deki tören Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şeref locasındaki yerini almasıyla başladı. Atlı Tören Kıtası Süvari Takımı’nın Kurtuluş Savaşı’nda kullanılan kıyafetlerle yaptığı geçiş, Türk Silahlı Kuvvetleri Mehteran Birliği ile Tarihî Osmanlı Birliği’nin dinletisi, 350 öğrencinin taşıdığı dev Türk Bayrağı ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı gösteri takımı Solotürk’ün gösteri uçuşu kutlama töreninin iz bırakan anlarından oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan AKM’deki törenden sonra Beştepe Külliyesi’ne geçerek kutlamaları kabul etti. Akşam saatlerinde Külliye’nin kış bahçesi bölümünde bir resepsiyon düzenlendi. Recep Tayyip Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan resepsiyon boyunca, aralarında TBMM Başkanı İsmet Yılmaz, bazı bakanlar, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, yabancı misyon temsilcileri ve sanatçıların olduğu davetlilerle sohbet etti. 5 Yılmaz’dan kutlama mesajı Cumhuriyet’in ilanının 92. yıldönümü dolayısıyla TBMM Başkanı İsmet Yılmaz, Başbakan Ahmet Davutoğlu ve siyasi parti genel başkanları birer kutlama mesajı yayımladı. Yılmaz, millî egemenlik esası üzerine kurulan Cumhuriyet ile devletin yeniden yapılandırıldığını ve çoğulcu anlayışın benimsenerek Cumhuriyet’in demokrasi ile taçlandırıldığını vurguladığı mesajında, “Milletimiz, Cumhuriyet ile kazandığı değerleri, toplum hayatının vazgeçilmez unsuru olarak benimsemiş ve karşılaştığı sorunları birlik ve beraberliğinden ödün vermeden aşmayı başarmıştır. Millî iradeye dayalı Cumhuriyet ile çok önemli atılımlar gerçekleştirdik. Anadolu’yu baştan başa imar ederken, yaşadığımız coğrafyada mazlum milletlerin umudu olduk. Eğitim ve kültürde, sanayi ve teknoloji alanında yaptığımız yatırımlarla çağdaşımız ülkelerle rekabet edebilecek bir ülke haline geldik. Dünyanın en büyük yirmi ekonomisinden biri olan devletimizin, Cumhuriyetimizin 100. yılında dünyanın ilk on ekonomisi arasına girmesi tüm milletimizin ortak arzusudur” ifadelerini kullandı. 6 HABERLER Başbakan Ahmet Davutoğlu Cumhuriyet Bayramı mesajında millî irade üzerinde durdu. Davutoğlu, “Bu Cumhuriyet’i hep birlikte kurmayı, istiklal ruhuna ve bir millet olma şuuruna sahip olabildiğimizden dolayı başardık. Bir millet şuuruna sahip olduğumuzu, ortak istiklal duygu ve idealimizin etrafında kenetlenerek ispatladık. İstiklal Harbimiz, bugün demokrasinin kalbi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bizzat sevk ve idare edilmiştir. Cumhuriyetimiz de yine Meclisimiz tarafından alınan bir kararla ilan edilmiştir. Devletimizin temelleri atılırken millî irade esas alınmıştır. Devletimizin bekası da millî irade ile sağlanacaktır” dedi. Öte yandan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Yıllar boyunca Ortadoğu’nun kan ve barut kokan coğrafyasından uzak durmayı başarmışsak, Müslüman ülkelerin örnek aldığı bir çağdaşlaşma yolculuğuna sahipsek, yüzünü döndüğü Batı medeniyetinin hayranlıkla izlediği bir ülke olduysak, Cumhuriyet sayesindedir” diyerek Cumhuriyet rejiminin erdemlerine dayanan bir kutlama mesajı yayımladı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin mesajındaysa millî birlik vurgusu öne çıktı. Bahçeli, “Aziz milletimizin birliğinden ve beraberliğinden rahatsızlık duyanlara en anlamlı karşılık öncelikle, asırlardan beri katıksızlaşan kardeşlik hukukuna sahip çıkmakla gösterilebilecektir. Bu çok anlamlı tarihin yıldönümünde, büyük ve necip milletimizin Cumhuriyet Bayramı’nı kutluyor; başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün kurucu kahramanları ve şehitlerimizi şükran, minnetle anıyor, hepsine Yüce Allah’tan rahmet diliyorum” dedi. NOBEL KİMYA ÖDÜLÜ PROF. DR. AZİZ SANCAR’A İSVEÇ Kraliyet Bilim Akademisi tarafından her yıl alanlarının en başarılı isimlerine verilen Nobel Ödülleri sahiplerini buldu. 2015 yılının Nobel Kimya Ödülü DNA onarımı konusundaki çalışmaları dolayısıyla Tomas Lindahl, Paul Modrich ve Aziz Sancar arasında paylaştırıldı. Sancar, 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Orhan Pamuk’tan sonra Nobel Ödülü alan ikinci Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldu. Kuzey Carolina Üniversitesi Biyokimya ve Biyofizik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aziz Sancar, 1946 yılında Mardin’de dünyaya geldi. 1963 yılında girdiği İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni 1971’de bitirdi. Doğum yeri olan Savur ilçesinde iki yıl doktor olarak çalışmasının ardından lisansüstü eğitim için ABD’ye gitti. Eğitimini tamamladıktan sonra bu ülkede kalan Sancar, biyokimya ve biyofizik alanında 300’e yakın bilimsel makale yayımladı. Bu makalelere yapılan 12 binden fazla atıfla bilim dünyasında adından söz ettirdi. Sancar, kanser tedavisinde “ritmik saat” buluşuna imza atarak dünya çapında üne kavuşmuş, Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi’ne kabul edilen üç Türk’ten biri olarak haberlere konu olmuştu. Aziz Sancar ayrıca eşiyle birlikte kurduğu Aziz ve Gwen Sancar Vakfı’nın hayata geçirdiği “Türk Evi” projesiyle de tanınıyor. Türk Evi, eğitim veya araştırma amacıyla Amerika’ya giden Türk öğrenciler ve akademisyenlerin konaklaması amacına hizmet ediyor. Prof. Dr. Aziz Sancar Nobel Kimya Ödülü’nü almasından sonra yaptığı açıklamada, “En çok ülkem için sevindim. Türkiye’ye bilim lazım, güç durumdan çıkıp Avrupa düzeyine varılması için bilim gerekli. O yönden katkı sunduğum için de çok sevinçliyim” dedi. Tıp ağırlıklı çalışmalara yoğunlaştığı için kimya ödülünü beklemediğini belirten Sancar, ödül gerekçesinde belirtilen araştırmalarıyla ilgili şunları kaydetti: “DNA onarımı insanı kansere karşı korumada önemli. Çünkü kanser yapan etkenlerin çoğu DNA’yı bozuyor ve o yolla kansere sebep oluyor. Biz, ‘DNA kendini nasıl onarıyor, hücreler kendini nasıl kansere karşı müdafaa ediyor’, bunu aydınlattık. Ayrıca bu DNA onarımının bir de kanser tedavisi için önemi var. Çünkü kanseri tedavi etmek için kullanılan ilaçların çoğu, kanser hücrelerinin DNA’sını tahrip ediyor ve kanser hücreleri onu tamir etmeye çalışıyor. Biz de orada girişim yapıp kanser ilaçlarının daha etkili olmasına çalışıyoruz.” Prof. Dr. Aziz Sancar Nobel kapsamında verilen para ödülünü Türk Evi’ne aktaracağını kaydetti. Sancar verdiği bir röportajda, “Biz Türk Evi’ni sağlam bir temele koymak istiyoruz. Şimdi biz yönetiyoruz. 69 yaşındayım. Eşim 66 yaşında. Biz gittikten sonra ne olacak, onun derdindeyiz. Bu parayı o vakfa yatıracağız ki Türk Evi devam ettirilebilsin” dedi. 7 KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURIYETI’NE CAN SUYU KUZEY Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) uzun yıllardır süren temiz su ihtiyacını gidermek üzere uygulamaya koyulan “Türkiye’den KKTC’ye Su Temin Projesi” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açılışını yaptığı törenle faaliyete geçti. Proje ile Mersin’de inşa edilen Alaköprü Barajı’nda tutulan su, deniz altından KKTC’ye ulaştırılacak. Su kaynakları hayatı devam ettirmeyi zorlaştıracak derecede kısıtlı olan KKTC için “can suyu” niteliğindeki proje, denizin 250 metre derinine döşenen geçiş sistemiyle yılda 75 milyon metreküp suyu adaya ulaştırmayı içeriyor. Bu miktarın KKTC’nin 2050 yılına kadarki içme ve sulama suyu ihtiyacını karşılayacağı öngörülüyor. KKTC Su Temin Projesi dört bölümden oluşuyor. Türkiye yakasındaki birinci bölüm Alaköprü Barajı, dengeleme deposu, Alaköprü Barajı-dengeleme deposu arası iletim hattı ile deniz girişi-vana odası arası iletim hattının yapılmasını kapsıyor. Projenin ikinci bölümünü deniz geçişi meydana getirirken üçüncü ve dördüncü bölümler KKTC yakasına taşınıyor. Üçüncü bölümde Güzelyalı Pompa İstasyonu, Geçitköy Barajı ve Geçitköy Pompa İstasyonu; dördüncü bölümde arıtma tesisi ile isale hatlarının yapımı projeye dahil oluyor. “Asrın projesi” olarak nitelenen KKTC Su Temin Projesi 7 Mart 2011 tarihinde Anamur’daki Alaköprü Barajı’nın temelinin atılmasıyla başladı. 5 yıldan kısa bir sürede iki baraj, deniz geçişi isale hattı, arıtma tesisi ve iletim hatlarının önemli bir kısmı tamamlandı. Girne, Gazimağusa ve Dipkarpaz bölgelerindeki içme suyu iletim hatlarının bitirilmesiyle projeye son nokta koyulacak. Türkiye’den KKTC’ye temiz su ulaştırmak için Türkiye tarafında 23, deniz geçişinde 80 ve KKTC tarafında 3 kilometre olmak üzere toplam 106 kilometrelik boru döşendi. 8 HABERLER Dünyada ilk ve tek olma özelliği taşıyan “askıda borulu deniz geçiş sistemi”ni de bünyesinde barındıran KKTC Su Temin Projesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı törenle hizmete alındı. Mersin ve Girne’de iki program çerçevesinde gerçekleştirilen törenlere KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, Başbakan Ahmet Davutoğlu, KKTC Başbakanı Ömer Soyer Kalyoncu, TBMM eski Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Yardımcısı Yıldırım Tuğrul Türkeş, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Adalet Bakanı Kenan İpek, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme eski Bakanı Lütfi Elvan, İçişleri Bakanı Selami Altınok, Dışişleri eski Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Mersin Valisi Özdemir Çakacak, DSİ Genel Müdürü Ali Rıza Diniz de iştirak etti. Projenin Kıbrıs ayağı, Girne’de düzenlenen törenle başladı. Törende konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kıbrıs’a su götürmenin bugüne dek birçok siyasetçinin rüyasını süslediğini belirtti. 1 milyar 600 milyon liralık bu dev projenin hayırlara vesile olmasını dileyen Erdoğan şunları söyledi: “İnşallah bu projeyle Kıbrıslı kardeşlerimize içme ve kullanma suyu temin edilerek 50 yıllık su ihtiyacı karşılanmış olacak. Güneydekiler eğer ‘Biz de bu sudan istifade etmek istiyoruz’ derlerse, biz bunun adını ‘Barış suyu’ koyar, onlara da buradan su veririz. Çünkü bizim için asıl olan insandır. Biz hep bana değil hep bize diyoruz. Güney Rum Kesimi’ne de sesleniyorum. Umudumuz o ki Güney Kesimi de bu sudan yararlansın. Bu sudan adil ve kalıcı şekilde tüm Kıbrıs yararlansın. Anadolu’nun sularından sadece Kıbrıs değil barış umudu da nasibini alsın.” “Muhteşem bir su köprüsü kuruyoruz” Başbakan Ahmet Davutoğlu projenin Türkiye’deki açılış törenine katıldı. Davutoğlu, Anamur İlçe Stadyumu yanındaki alanda düzenlenen etkinlikte, “Anadolu ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, su gibi aziz projeyle bir kez daha birbirine kavuşuyor, bir kez daha kenetleniyor. Muhteşem bir su köprüsü kuruyoruz, Girne’yi Anadolu’ya bu kez su ile bağlıyoruz. Bütün dünyaya haykırıyoruz, Türkiye ile Kıbrıs hiçbir zaman ayrılmayacak şekilde birbirine kenetlenmiştir, Kıbrıs’a Türkiye’nin suyu bereket ve izzet götürecektir” ifadelerine yer verdiği bir konuşma yaptı. Davutoğlu sözlerini şöyle sürdürdü: “Adayı deniz altından Türkiye’ye bağlayan bu proje, Türkiye’nin iradesinin ne denli önemli eserler ortaya koyabileceğini bir kez daha dünyaya göstermiştir. Su temini projesi sayesinde Anamur’daki Dragon Çayı’ndan Geçitköy’e yılda toplam 75 milyon metreküp içme ve sulama suyu tedarik ediyoruz. Bu proje Kıbrıslı Türk kardeşlerimizin, soydaşlarımızın su sorununu ortadan kaldıracak.” KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı da projenin hayati önemde olduğuna dikkat çekerek, “Türkiye’den, Anamur’dan Geçitköy’e akacak olan bu su Kıbrıs’ın üretimini artıracak. Sarı olan rengimiz gerçek anlamda bizi yeşil bir adaya döndürecek ve bu sadece üretimi değil aynı zamanda ekonominin gelişmesini, KKTC’nin kalkınmasını da getirecek. Böylesi bir gelişme elbette Kıbrıs’ta kendi ayakları üzerinde durabilen, kendi kendine daha çok yeterli bir KKTC’nin yaratılması demektir. Böyle bir yapı gelecekte bir çö- zümde çok daha güçlü olacaktır, gelecekte Avrupa’nın içinde daha çok yarışabilecektir” dedi. Doğu Akdeniz’de doğalgaz, su ve elektrik alışverişinin tüm taraflara kazanç sağlayacak şekilde düzenlenmesinin yerinde bir çözüm olacağını vurgulayan Akıncı, “Kıbrıs’ın güneyindeki doğalgaz yatakları sadece Rumlara ait değil. Orada bizim de hakkımız var. Bir enerji koridoru ile o doğalgazın muhtemelen İsrail ve Mısır gazıyla da birleştirilerek gelecekte Türkiye üstünden Avrupa’ya kadar gönderilmesi en akılcı yoldur. Bunu uzmanlar söylüyor. Bu akılcı yol çerçevesinde Kıbrıs’ın suyunu da gelecekte Güney’le de paylaşabiliriz, belki daha başka yerlere bile uzatabiliriz” ifadelerini kullandı. KKTC Başbakanı Ömer Soyer Kalyoncu ise konuyla ilgili açıklamasında “Anadolu halkına ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne teşekkür ederiz, bizimle ekmeğini paylaştığı gibi suyunu da paylaşıyor. Bugün KKTC’de yaşayan yurttaşlarınıza hayat katıyorsunuz. Bizimle hayatlarını paylaşan Türkiye halkına teşekkürlerimizi iletiriz. Bu su belki de gün gelecek barış suyu da olacak” dedi. Açılış töreninde kürsüye çıkan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, projenin mimarının Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu ifade ettikten sonra şöyle konuştu: “Bu proje ilk olarak 1996 yılında gündeme geldi. Aradan geçen 19 sene zarfında pek çok proje denendi. Son olarak da KKTC’ye denizin altından su götürülmesinin uygunluğu araştırıldı ve olumlu neticenin ardından proje hayata geçirildi. Çok zorluklarla karşılaştık, kararlılıkla devam ettik ve işte bugün Alaköprü’den suyu Geçitköy’e ilettik. Bu proje ile KKTC’nin uzun vadeli içme suyu ve sulama suyu ihtiyacı karşılanmış olacak. Bu dev proje ile aynı zamanda Anamur’a 83 bin dekar zirai alana sulama suyu sağlayacak, yıllık 80 milyon lira ilave gelir artışı sağlayacak ve topraklara bereket getireceğiz” dedi. Konuşmaların ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın temsilî vanayı açmasıyla Alaköprü Barajı’ndan su bırakılma merasimi gerçekleştirildi. Daha sonra Erdoğan ve beraberindeki heyet törenin ikinci kısmını gerçekleştirmek üzere KKTC’ye geçti. 9 AİHM SOYKIRIM YALANINA GEÇİT VERMEDİ Cumhuriyet’in ilanından bu yana uluslararası arenada, İttihat ve Terakki Partisi yöneticilerinin emriyle 1915 yılında Ermenilere yönelik soykırım harekatına girişildiği tezi dillendiriliyordu. Başta Avrupa devletleri olmak üzere birçok ülke örtük veya açık biçimde Ermeni iddialarının yanında yer alıyor, Türkiye’nin konuyu bilimsel platformda tartışma önerisini reddediyordu. 1980’li yıllarda söz konusu iddiaları dünyaya duyurmak adına silahlı eylemlere girişen ASALA terör örgütünün Türk diplomatları hedef alan faaliyetleri ancak Avrupalı sivillerin bundan zarar görmesinden sonra tepki çekti. 1990’lardan itibarense Avrupa ve Güney Amerika parlamento- AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Daire, “İsviçre-Perinçek davası” olarak anılan davada kesin karara vardı. Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in 2005 yılında İsviçre’de verdiği bir konferansta “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır” demesi üzerine harekete geçen İsviçre yargısı Perinçek’in “soykırımı inkar” suçundan hüküm giymesine karar vermişti. Bunun üzerine Perinçek avukatları aracılığıyla konuyu AİHM’e taşıdı. Mahkeme Aralık 2013’te İsviçre’nin verdiği kararın düşünce özgürlüğünü kısıtlayıcı niteliğine dikkat çekerek bu ülkeyi haksız buldu. İsviçre hükümetinin karara itiraz etmesi sonucu, konu AİHM Büyük Daire’ye intikal etti. Büyük Daire’nin dünyanın merakla beklediği kararı 15 Ekim 2015 günü AİHM Başkanı Dean Spielmann tarafından açıklandı. Buna göre, 1915 Olayları ile ilgili Ermeni iddialarını reddetmek suç teşkil etmeyecek. Böylece Ermeni lobisinin yıllardır sürdürdüğü, 100. yıl bahanesiyle 2015’te yoğunlaşan “soykırım” propagandasına ilk kez bir yüksek yargı organından tepki geldi. larında ve ABD’nin eyalet meclislerinde “1915 yılında Türkler Ermenilere soykırım yapmıştır” biçiminde kararlar alındı. Ermeni lobisi, Türkiye’ye baskı yaparak önce bu iftiranın kabulü, ardından Ermenistan’a tazminat ödenmesi, hatta toprak verilmesini sağlama amacı doğrultusunda en son İsviçre Ceza Yasası’na “Ermeni soykırımı yoktur” demenin suç sayılacağı maddesini ekletmeyi başardı. AİHM Büyük Daire Ermeni tezlerine karşı çıkmanın, insanlığın gözü önünde gerçekleşen ve somut bir acıya dayanan Yahudi Soykırımı’nın reddi gibi bir suç teşkil etmeyeceğini, durumun düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirileceğini bildirdi. Mahkeme Başkanı Spielmann ayrıca bir uluslararası ceza mahkemesinin 1915’te yaşanan olaylar hakkında herhangi bir bağlayıcı karar alamayacağını ve Büyük Daire’nin kararının içtihat kabul edileceğini duyurdu. 10 HABERLER DÜNYADAN AZERBAYCAN’DA ILHAM ALİYEV İKTİDARINI KORUDU AZERBAYCAN’DA bağımsızlığın ilanının ardından 5. kez milletvekili seçimleri yapıldı. Azerbaycan Parlamentosu’ndaki 125 sandalye için 767 aday yarıştı. Açıklanan sonuçlara göre Devlet Başkanı İlham Aliyev liderliğindeki Yeni Azerbaycan Partisi 69 milletvekilliği kazanarak iktidarını korudu. Ülkenin büyük muhalefet partilerinin, sonuçların adil olmayacağı gerekçesiyle boykot ettiği seçime Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) gözlemci- leri de nezaret etti. Gözlemciler, oy kullanma sürecinin uluslararası standartlara uygun işlediğini kaydetmekle beraber, yetkililere acilen insan haklarındaki durumlarını geliştirme ve seçim sonrası ülkenin demokratik gelişimini sürdürme çağrısı yaptı. AKPM gözlemci ekibinden üç üye ise ekibin ortak bildirisinden ayrı olarak 1 Kasım’da gerçekleştirilen seçimleri özgür, adil ve demokratik seçimlere yönelik bir adım olarak görmediklerini belirtti. Aliyev’in partisi 2010 yılındaki seçimde 72 milletvekili çıkarmıştı. 11 MISIR TÜNELLERİ YIKMAYA DEVAM EDİYOR ULUSLARARASI ambargolar ve fiili İsrail işgali nedeniyle dünyayla ilişkisi sınırlanan Gazze’ye başta temel gıda maddeleri ve ilaç olmak üzere canlı hayvandan otomobile kadar halkın çeşitli ihtiyaçlarının sokulabildiği tünellerin Mısır ordusu tarafından deniz suyu pompalanmak suretiyle yıkıldığı bildirildi. Mısır’ın, Refah Sınır Kapısı’nın güneyindeki Salahaddin, ElBerazil, Selam, Yebna, Zarub ve El-Berahime mahalleleri bölgesinde bulunan tünellerin çoğunu deniz suyu pompalayarak yıktığı ortaya çıktı. Tünellerin Mısır ordusunun Sina’da düzenlediği operasyonlar nedeniyle uzun zamandan beri çalışmadığı belirtildi. Hamas’ın Gazze’de seçimle göreve gelmesinin ardından, 2007 yılında Mısır-Gazze arasındaki Refah Sınır Kapısı ticari geçişlere kapatılmıştı. İsrail ablukası ve sınır kapısının kapatılması nedeniyle Filistinliler, temel ihtiyaçlarını giderebilmek için tünellere yönelmişti. Mısır’da Temmuz 2013’te darbeyle iktidara gelen askerî yönetim ise tünelleri yıkma politikası yürütmeye başlamıştı. Mısır’ın bir süre önce Gazze sınırı boyunca dar bir hendek içine su boruları döşemeye başladığı bildirilmiş, borularla, sınır hattındaki tünellerin denizden pompalanan suyla yıkılmasının hedeflendiği belirtilmişti. Borulardan verilen deniz suyunun yer altı sularına karışmasının bir çevre felaketine yol açacağı uyarılarına rağmen Mısır’ın bu faaliyete devam ettiği duyurulmuştu. SAAKAŞVİLİ VATANDAŞLIKTAN ÇIKARILIYOR GUATEMALA’YA KOMEDYEN BAŞKAN GÜRCISTAN Adalet Bakanlığı, eski Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili’nin vatandaşlıktan çıkarılması için işlem başlatıldığını bildirdi. Konuyla ilgili bir açıklama yapan Gürcistan Adalet Bakanı Tea Tsulukiani, 2013’te gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra ülkesini terk eden ve hakkındaki tutuklama kararı nedeniyle geri dönemeyen Saakaşvili’nin Ukrayna vatandaşlığına geçtiğinin doğrulandığını ve Gürcistan anayasasında çifte vatandaşlık hakkı bulunmadığını belirtti. Tsulukiani, eski cumhurbaşkanına sahip olduğu vatandaşlıklardan birini tercih etmesi için makul bir sürenin tanınacağını dile getirdi. Ukrayna Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko, ülkesinden kaçan Saakaşvili’ye vatandaşlık hakkı tanımış ve onu Odessa Valisi olarak atamıştı. Gürcistan makamları, eski cumhurbaşkanının resmen Ukrayna vatandaşı olup olmadığına ilişkin belgelerin ellerine geçmesiyle sürecin başladığını bildirdi. GUATEMALA’DA eski Devlet Başkanı Otto Perez Molina’nın yolsuzluk suçlamaları nedeniyle istifa etmesi üzerine seçime gidildi. İlk turda adaylar seçilmek için yeterli oy oranına ulaşamayınca yeni başkanı belirleyecek ikinci tur seçimler gerçekleştirildi. Açıklanan sonuçlara göre oyların yüzde 72’sini alan Jimmy Morales Guatemala’nın yeni devlet başkanı oldu. Siyasi geçmişi ve devlet tecrübesi bulunmayan Morales televizyonda 14 yıl boyunca sürdürdüğü komedi programıyla tanınıyordu. 12 DÜNYADAN AVRUPA BİRLİĞİ’NDEN BELARUS’A GÜZEL HABER AVRUPA Birliği (AB) Komisyonu, Belarus Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko’nun da aralarında bulunduğu 170 kişi hakkındaki seyahat yasağı ve varlık dondurma kararlarını 4 aylığına askıya aldığını açıkladı. Ülkedeki yolsuzluk ve siyasi baskı iddialarını gerekçe göstererek uygulanan yaptırımların Belarus’un tüm siyasi tutukluları serbest bırakması üzerine dondurulduğu bildirildi. AB Komisyonu’ndan yapılan yazılı açıklamada, AB-Belarus ilişkilerini geliştirme noktasında, bu ülkeye uygulanan yaptırımlara ilişkin yeni kararlar alındığı vurgulandı. ‘‘Siyasi tutukluların serbest bırakılması, AB’nin uzun süredir atılmasını istediği bir adımdı. AB, Belarus’taki demokrasi ve insan haklarının durumunu yakından izlemeyi sürdürecek’’ ifadesine yer verilen açıklamada Devlet Başkanı Lukaşenko dahil 170 kişi hakkındaki seyahat yasağı ve varlık dondurma ile 3 şirket hakkındaki varlık dondurma kararlarının 31 Ekim 2015-29 Şubat 2016 arasında askıya alındığı bildirildi. Açıklamada ayrıca kararın ‘‘AB-Belarus ilişkilerini geliştirmeyi sağlayacak daha başka olumlu gelişmeler için cesaret verici’’ olduğu ve ülkedeki muhalif isimlerin ortadan kaybolmasından sorumlu tutulan dört kişi hakkındaki yaptırım kararları ile silah ambargosunun devam edeceği vurgulandı. GÜNEY KIBRIS’A NEFRET SUÇU UYARISI AVRUPA Konseyi, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne (GKRY) ülkede sığınmacılara, Kıbrıslı Türklere ve Romanlara yönelik nefret suçlarına karşı mücadele etmesi çağrısında bulundu. Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıklar Komitesi’nin (FCNM) yayımladığı raporda, GKRY’ye ülkede artan nefret suçlarının önüne geçmek için güvenlik güçlerine insan hakları konusunda eğitim vermesi çağrısı yapıldı. Komite’nin açıklamasında, “Kıbrıs’ta şiddet ve sığın- macılara yönelik ırkçı karakterdeki nefret suçunun sürekli olarak işlendiği görülmektedir. Bu şiddet ve nefret suçu sığınmacıların yanı sıra Kıbrıslı Türklere ve Romanlara da uygulanmaktadır” ifadesi kullanıldı. Irkçı uygulamalarda mağdur olanların adil bir soruşturma yapılması konusunda polise güvenmedikleri için sıkıntı yaşadıkları belirtilen açıklamada polisin ırkçı şiddete yeteri kadar müdahale etmediği bildirildi. FCNM raporunda GKRY polisine yönelik ayrımcılıkla mücadele konusunda insan hakları normlarına uygun bir eğitim verilmesi gerektiğine dikkat çekildi. Raporda ayrıca GKRY’ye günlük hayatta etnik ayrımcılıktan vazgeçilmesi ve çok dilli, açık bir toplumun kurulmasının sağlanması çağrısında bulunuldu. 13 PARİS’TE IRKÇILIK KARŞITI YÜRÜYÜŞ FRANSA’NIN başkenti Paris’teki Barbes Meydanı’nda toplanan binlerce kişilik topluluk, ırkçılık, İslamofobi ve polis şiddetini protesto amacıyla yürüyüş düzenledi. Yürüyüşe, kadın derneklerinden Müslüman sivil toplum örgütlerine kadar birçok farklı grup destek verdi. Etkinlikte, Paris’te 2005’teki banliyö isyanı sırasında polisten kaçarken elektrik trafosunda yüksek akıma kapılarak hayatını kaybeden 15 yaşındaki Bouna Traore ve 17 yaşındaki Zyed Benna anıldı. Ellerinde 2 gencin fotoğrafını taşıyan grubun, “Polis şiddetine son” ve “Eşitlik olmadan barış olmaz” sloganları atması dikkat çekti. Katılımcılar, Fransız toplumunda dışlanan ve ayrımcılığa uğrayan herkesin yürüyüşe destek verdiğini, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının Fransa’nın en büyük sorunu olduğunu, daha eşit toplum için bu tip yürüyüşlerin sık sık yapılması gerektiğini dile getirdi. MOLDOVA’DA HÜKÜMET DÜŞTÜ ARJANTİN’İN SEÇİMİ İKİNCİ TURA KALDI MOLDOVA parlamentosunda yapılan oylamadan hükümetin düşürülmesi kararı çıktı. Hükümetin düşürülmesi için 51 oyun yeterli olduğu güvenoylamasında Başbakan Valeri Strelets hükümeti aleyhine 64 oy çıktı. Oylamada, demokrat, sosyalist, komünist parti milletvekillerinden oluşan hükümet karşıtı gruba bir bağımsız milletvekilinin de destek vermesiyle toplam 64 oya ulaşıldı. Moldova’nın başkenti Kişinev, uzun süredir sağ ve sol muhalefetin protestosuna sahne oluyordu. 14 DÜNYADAN ARJANTINLILER yeni devlet başkanlarını seçmek üzere 25 Ekim’de sandık başına gitti. 12 yıldır önce Nestor Kirchner, ardından eşi Cristina Fernandez de Kirchner’in devlet başkanı olduğu ülkede “Kirchner döneminin sonu”na işaret eden seçimin ilk turu sonuçsuz kaldı. İlk turda adaylar yeterli oy oranına ulaşamadığı için devlet başkanı seçilemedi. Arjantin anayasasına göre adayların seçimi ilk turda kazanabilmesi için yüzde 45 oranında oy alması ya da ilk iki aday arasında 10 puan fark bulunması gerekiyordu. Seçimin ikinci turu 22 Kasım’da yapılacak. Toplam 6 adayın yarıştığı seçimlerde, mevcut başkan Kirchner’in desteklediği Buenos Aires Eyalet Valisi Daniel Scioli yüzde 37, radikal değişim sözü veren muhalif aday Mauricio Macri yüzde 34 ve daha önce Kirchner yönetiminde görev yapan Sergio Massa yüzde 21 oranında oy aldı. 32 milyondan fazla kayıtlı seçmenin bulunduğu Arjantin’de ilk turda katılım oranının yüzde 81 olduğu açıklandı. Arjantin’de 1973 yılından bu yana ilk kez devlet başkanlığı seçimleri ikinci tura kaldı. TÜRKIYE 1 KASIM’DA SANDIK BAŞINA GITTI ADALET VE KALKINMA PARTISI TEK BAŞINA IKTIDAR ZEYNEP YIĞIT 1 KASIM 2015 TARIHINDE GERÇEKLEŞEN SEÇIMLERIN RESMÎ OLMAYAN SONUÇLARINA GÖRE 26. YASAMA DÖNEMI’NDE ADALET VE KALKINMA PARTISI’NDEN 317, CUMHURIYET HALK PARTISI’NDEN 134, HALKLARIN DEMOKRATIK PARTISI’NDEN 59, MILLIYETÇI HAREKET PARTISI’NDEN 40 MILLETVEKILI GÖREV YAPACAK. 15 T ürkiye 1 Kasım 2015 tarihinde sandık başına giderek 26. Yasama Dönemi’nde görev yapacak milletvekillerini belirledi. Anadolu Ajansı’nın kamuoyuyla paylaştığı resmî olmayan sonuçlara göre (5 Kasım 2015 tarihi itibarıyla) Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) yüzde 49,49 oy oranıyla seçimden birinci parti olarak çıktı. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yüzde 25,31, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) yüzde 11,90, Halkların Demokratik Partisi (HDP) yüzde 10,76 oranında oy alarak TBMM’de temsil edilmeye hak kazanan diğer partiler oldu. Bu sonuçla AK Parti 317, CHP 134, HDP 59, MHP ise 40 milletvekiliyle Meclis’te yer alacak. 7 Haziran 2015 tarihinde yapılan bir önceki genel seçimde AK Parti yüzde 40,87 oyla 258; CHP yüzde 24,95 oyla 132; MHP yüzde 16,29, HDP yüzde 13,12 oyla 80’er milletvekili çıkarmıştı. 1 Kasım 2015 tarihinde gerçekleşen seçimlere Adalet ve Kalkınma Partisi, Bağımsız Türkiye Partisi, Büyük Birlik Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti, Demokratik Sol Parti, Doğru Yol Partisi, Hak ve Özgürlükler Partisi, Halkın Kurtuluş Partisi, Halkların Demokratik Partisi, Komünist Parti, Liberal Demokrat Parti, Millet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Saadet Partisi ve Vatan Partisi olmak üzere 16 siyasi parti ve 21 bağımsız milletvekili adayı katıldı. Resmî olmayan sonuçlara göre seçimlerde 56 milyon 965 bin 99 kayıtlı seçmenden 48 milyon 523 bin 610’u oy 16 kullandı. Seçime katılma oranı yüzde 85,18 olurken 47 milyon 838 bin 711 oy geçerli, 684 bin 899 oy geçersiz sayıldı. Kadın milletvekili sayısı azaldı 7 Haziran 2015 tarihindeki seçimlerin ardından TBMM’de 98 kadın milletvekili yer almış ve kadınların parlamentodaki temsil oranı yüzde 17,82’ye yükselmişti. 1 Kasım’da gerçekleşen son genel SEÇIMLERE 16 SIYASI PARTI VE 21 BAĞIMSIZ MILLETVEKILI ADAYI KATILDI. RESMÎ OLMAYAN SONUÇLARA GÖRE 1 KASIM’DA 56 MILYON 965 BIN 99 KAYITLI SEÇMENDEN 48 MILYON 523 BIN 610’U OY KULLANDI. SEÇIMLERE KATILMA ORANI YÜZDE 85,18 OLDU. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci Denizli, Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç Samsun, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek Gaziantep, Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı Eskişehir, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu Afyonkarahisar, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ise Bursa’dan seçilerek 26. Dönem’de görev yapmaya hak kazandı. “En önemli mesaj, bölücü terör örgütü ve onun güdümündeki yapılara yöneliktir” seçimin resmî olmayan sonuçlarına göre Meclis’teki kadın milletvekili sayısı 81’e düştü. 26. Yasama Dönemi’nde AK Parti’den 34, HDP’den 23, CHP’den 21, MHP’den 3 kadın milletvekili görev yapacak. 28 Ağustos 2015 tarihinde açıklanan Geçici Bakanlar Kurulu’nda yer alan Başbakan Ahmet Davutoğlu ile 11 bakan, 1 Kasım Milletvekili Genel Seçimi’nde aday oldukları AK Parti’den yeniden milletvekili seçildi. Başbakan Davutoğlu Konya birinci sıra, Başbakan Yardımcıları Yalçın Akdoğan Ankara 1. Bölge ikinci sıra, Numan Kurtulmuş Ordu birinci sıra, Cevdet Yılmaz Bingöl birinci sıra, Yıldırım Tuğrul Türkeş Ankara 2. Bölge ikinci sıradan milletvekili seçildi. Aday listelerinde birinci sırada bulunan Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık Kocaeli, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1 Kasım seçimlerinin ardından yazılı bir açıklama yaparak sonuçların ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını diledi. Seçimlerin demokratik bir olgunluk içinde tamamlandığını belirten Erdoğan, “Bu demokratik yarışta yer alan tüm partilerimizi, sandığa gidip oy kullanmak suretiyle millî iradenin tecellisini sağlayan tüm vatandaşlarımızı tebrik ediyorum. Tek başına iktidar olan AK Parti’yi, Genel Başkanı ve Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu’nu kutluyorum. Seçim sonuçları, milletimizin tercihinin, 7 Haziran’da risk altına giren istikrar ve güven ortamına sahip çıkmaktan yana olduğunu göstermiştir” dedi. Erdoğan, seçim sonuçlarının farklı kesimler için farklı anlamlar içeren çok önemli mesajları bünyesinde barındırdığını ifade ederek şu değerlendirmelerde bulundu: 17 BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU “BALKON KONUŞMASI”NDA “BU SEÇIMDE TÜRKIYE KAZANMIŞTIR, DEMOKRASIMIZ KAZANMIŞTIR. SANDIKTAN ÇIKAN SONUÇ, DEMOKRASININ, BARIŞIN, HUZURUN, ADALETIN VE ISTIKRARIN ZAFERIDIR” DEDI. “En önemli mesaj, hiç şüphesiz, bölücü terör örgütü ve onun güdümündeki yapılara yöneliktir. Türkiye’nin üzerine 7 Haziran sonrasında yeniden silahın, bombanın, şiddetin, kanın, gözyaşının, velhasıl terörün karanlık yüzünün gölgesini düşürmeye çalışan o yapıya, bölge halkı başta olmak üzere aziz milletimiz güçlü bir cevap vermiştir. Baskıyla, tehditle, kan dökmekle, can almakla demokrasinin, millî iradenin, hukukun, kalkınmanın yan yana olamayacağı, 1 Kasım’da bizzat milletimiz tarafından söz konusu kesimlere açık ve net bir şekilde belirtilmiştir. Milletimiz 1 Kasım seçimleriyle ülkemizin birlik, beraberlik ve bütünlüğüne sahip çıkma yönünde güçlü bir irade ortaya koymuştur. Bu iradeye herkesin saygı göstereceğine inanıyorum. 1 Kasım seçimlerinin bir diğer önemli mesajı da, hiç şüphesiz, diğer muhalefet partilerine ve onların liderlerinedir. Sonuçlar, 7 Haziran seçimlerinde ikinci ve üçüncü olan partilerin, eskiden beri sergiledikleri uzlaşmaz ve rövanşist tavırlarını koalisyon görüşmelerinde de sürdürmelerinin milletimiz tarafından tasvip edilmediğini göstermiştir. Aziz milletimiz, istismar ve polemik siyasetini değil, hizmet, proje ve vizyon siyasetini tercih ettiğini 1 Kasım seçimlerinde açıkça beyan etmiştir.” “Türkiye kazanmıştır, demokrasimiz kazanmıştır” AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu, seçimlerin ardından AK Parti Genel Merkezi’nde “balkon ko- 18 nuşması” yaparak vatandaşlara hitap etti. Tercihleri ne olursa olsun bütün vatandaşların 1 Kasım’da vakur bir şekilde demokrasi destanı yazdığını ve iradesine sahip çıkarak sandığı, barışı, birliği, kardeşliği, sağduyuyu seçtiğini vurgulayan Davutoğlu, “Sizler o sandıklara sadece eski Türkiye’nin partilerini değil, eski Türkiye’nin zihniyetini, kaosu, şiddeti, terörü, istikrarsızlığı gömdünüz. 81 ilin, 7 bölgenin, 780 bin kilometrekarenin tamamında oylarını artırarak AK Parti’ye ‘tek başına, iş başına’ dediniz. Milletimizin talimatı başımızın üzerindedir, hiç vakit kaybetmeden seherle birlikte iş başına diyoruz. Allah sizlerden razı olsun” diye konuştu. Davutoğlu, Türkiye’nin 7 Haziran seçimlerinden sonra bir dizi komplonun odağı, hedefi haline geldiğini ifade ederek, “Türkiye, şu andan itibaren yapılan tartışmaları geride bırakarak gelecek hedeflerine odaklanmalıdır. Bizim büyük hedeflerimiz var, bu ülkeyle ilgili büyük rüyalarımız var. Büyük hedefler, büyük rüyaları hayata geçirmek için gece gündüz çalışacağız. Demokrasiden, hukuktan, merhametten, şefkatten, sevgiden geriye bir adım gidilmeyecektir. Herkesin hukuku güvence altındadır ve herkesin hukuku mutlak suretle korunacaktır. Bu seçimde Türkiye kazanmıştır, milletimiz kazanmıştır, demokrasimiz kazanmıştır. Bugün sandıktan çıkan sonuç, demokrasinin, barışın, huzurun, adaletin ve istikrarın zaferidir. Altını bir kez daha çizerek ifade etmek istiyorum, bugün sadece AK Parti değil, AK Parti’ye gönül verenler değil, bütün Türkiye kazanmıştır. Bugün geleceğimiz kazanmıştır, umudumuz kazanmıştır, gelecek nesiller kazanmıştır. Bu aziz millet her türlü 1 KASIM 2015 TARIHINDE GERÇEKLEŞEN SEÇIMLERIN ARDINDAN SIYASI PARTI GENEL BAŞKANLARI HALKA HITAP EDEREK, BASIN TOPLANTISI DÜZENLEYEREK VEYA YAZILI AÇIKLAMA YAPARAK SONUÇLARI DEĞERLENDIRDI. tartışmaya, gerginliğe, kutuplaşmaya son noktayı koymuş, Türkiye istikbal üzerindeki bütün soru işaretlerini bir oyla sona erdirmiştir” dedi. Başbakan Davutoğlu, AK Parti’nin 2002’den bu yana olduğu gibi bugünden sonra da toplumun her kesimini kucaklamaya, 78 milyona hizmet etmeye devam edeceğini belirterek şunları söyledi: “Siyasi tercihleri ne olursa olsun, etnik mezhebi, kökeni ne olursa olsun, bilinsin ki önümüzdeki 4 yıl omuzlarımıza aldığımız sorumluluğu bütün vatandaşlarımıza karşı bir an dahi ayrım yapmadan yerine getireceğiz, herkesi kucaklayacağız. Konya’da da ifade ettim Hazreti Mevlâna’ya atfen, bu temiz topraklara sadece sevgi tohumları ekmeye geldik, sevgi çınarları büyüteceğiz, sevgi çınarlarının altında 78 milyonu kardeş kılacağız, dost kılacağız.” Davutoğlu konuşmasında Meclis’e giren bütün siyasi partilere yerli ve millî bir anayasa yapma çağrısında bulunduğunu da kaydederek, “Darbe anayasalarını bırakarak sivil ve özgürlükçü bir anayasa için hep beraber el ele verelim diyorum” ifadelerini kullandı. “Ortaya çıkan tabloya saygılıyız” CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlerin ardından CHP Genel Merkezi’nde düzenlediği basın toplantısında millî iradeye saygı duymanın demokrasinin temel kurallarından biri olduğunu belirterek, “7 Haziran’da nasıl millî iradeye saygılı olduysak, 1 Kasım’da da ortaya çıkan tablo- ya aynen saygılıyız” dedi. Türkiye’de güçlü, sağlıklı bir demokrasinin ve iyi işleyen kuralların olmasını arzu ettiklerini kaydeden Kılıçdaroğlu, “Türkiye bu seçimlere olağanüstü koşullarda gitmiştir. 7 Haziran-1 Kasım arası olağanüstü koşullar olmuştur, gelişmeler yaşanmıştır. 400’e yakın insan hayatını kaybetmiştir bu süre içinde. Bunun da çok iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Terör, can ve mal güvenliği her şeyin önüne geçmiştir” değerlendirmesinde bulundu. Kılıçdaroğlu, seçimlerin ardından diğer muhalefet partilerinin oy kaybetmesiyle ortaya çıkan tabloda sorumluluklarının parlamentoda ve parlamento dışında çok daha fazla arttığını söyledi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, seçim sonuçlarını yazılı bir açıklamayla değerlendirdi. MHP’nin ilkelerinden ödün vermeden, inandığı doğrulardan sapmadan yolunda kararlı ve emin adımlarla yürüyeceğini ifade eden Bahçeli, “İçimizden veya dışımızdan hiç kimse boş yere hesap yapmamalı, boş yere Milliyetçi Hareket’in istikrarsızlık sarmalına düşeceğini zannetmemelidir. Partimizin tüm kadroları, sabırla, özveriyle, inanmış bir yürekle görevlerinin başındadır. Vatan ve millet sevdamızda en ufak bir eksilme olmadan, saflarımızda en küçük bir bozulma yaşanmadan çelikten bir iradeyle Türkiye’nin hak, hukuk ve tarihî çıkarlarını savunmaya samimiyetle 19 TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI’NDE YENI YASAMA DÖNEMI IÇIN HAZIRLIKLAR YAPILDI. MAZBATALARINI ALAN MILLETVEKILLERI 4 KASIM 2015 TARIHINDEN ITIBAREN MECLIS’E GELEREK KAYIT IŞLEMLERINI TAMAMLADI. devam edilecektir. Bu hususta azmimiz sınırsızdır. Milliyetçi Hareket Partisi, Türk-İslam ülküsünü yılmadan, korkmadan, tereddüt geçirmeden sonuna kadar sahiplenecektir” dedi. “Ortada HDP’nin büyük bir zaferi vardır” HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, 1 Kasım seçimlerinin ardından HDP Genel Merkezi’nde basın toplantısı düzenledi. Seçim sonuçlarını “Ortada HDP’nin büyük bir zaferi vardır. Evet 1 milyon oy kaybettik, evet 7 Haziran’dan bu yana seçmen sayımızda azalma oldu, ama biz tüm katliam politikalarına karşı, faşizme karşı dimdik durmayı başarmış bir partiyiz” sözleriyle değerlendiren Demirtaş, “Bizler, parlamentoda olduğumuz her dönem doğrunun yanında, yanlışın karşısında olduk. Yeni dönemde de hükümetin yapacağı her doğrunun yanında, yapacağı her yanlışın, halklarımıza karşı ortaya koyacağı her baskının ve zulmün karşısında olacağız” diye konuştu. Demirtaş, parlamentoda yeni anayasa, özgürlükçü, sivil, demokratik reformlar ve barış konusunda ilkeli duruşlarını sürdüreceklerini söyledi. Figen Yüksekdağ ise HDP’nin Meclis’te üçüncü parti olarak seçim sürecini tamamladığına işaret ederek, bütün Türkiye halklarına yaptıkları seçimin hayırlı olması temennisinde bulundu. Meclis yeni döneme hazırlanıyor TBMM Genel Kurulu, Milletvekili Genel Seçimi kesin sonuçlarının Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından TRT kanallarında ilanını takip eden 5. gün saat 15.00’te çağrısız toplanıyor. Bu çerçevede TBMM’de yeni yasama dönemi için hazırlıklar yapıldı. Mazbatalarını alan milletvekillerinin kayıt işlemleri için Şeref Holü’nde masalar oluşturuldu. Meclis’e kayıt yaptırmak üzere gelen ilk milletvekili ise AK Parti Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu oldu. Meclis personelinin çiçek vererek karşıla- 20 AK PARTI, CHP, HDP VE MHP’LI MILLETVEKILLERI TBMM 26. DÖNEM 1. YASAMA YILI’NIN AÇILIŞINDA YEMIN EDEREK ÇALIŞMALARINA BAŞLAYACAK. dığı Akbaşoğlu, rozet takılmasının ardından gazetecilere yaptığı açıklamada, “Bu aziz millet tarihte olduğu gibi yine insanlığın yüzünü güldürecek büyük işlere inşallah imza atacak” diye konuştu. TBMM 26. Dönem 1. Yasama Yılı’nın açılışında Genel Kurul’u “en yaşlı üye” sıfatıyla CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal’ın yönetmesi bekleniyor. Baykal, 23 Haziran 2015 tarihinde 25. Dönem’in açılışında da Geçici Başkan sıfatıyla Genel Kurul’u yönetmişti. Yeni yasama döneminin açılışında en genç 6 milletvekili geçici olarak katip üyelik görevini üstlenirken, milletvekilleri yemin ederek çalışmalarına başlayacak. Milletvekili yemini şöyle: “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyet’e ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.” 21 10 KASIM 1938 22 CUMHURIYETIMIZIN KURUCUSU MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’Ü ÖLÜMÜNÜN 77. YILDÖNÜMÜNDE SEVGI, SAYGI VE RAHMETLE ANIYORUZ. YÜZLERCE YILIN HASRETI TAM BAĞIMSIZ VE ÖZGÜR MACARISTAN 24 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI YÜZYILLARCA BAŞKA DEVLETLERIN BOYUNDURUĞU ALTINDA YAŞAYAN, ANCAK HER ZAMAN ÖZGÜR BIR YURT IÇIN BAŞKALDIRAN MACARLAR, BUGÜN ISTEKLERINE KAVUŞMUŞ, DEMOKRASI VE INSAN HAKLARI KONUSUNDA ÖNEMLI GELIŞMELER KAYDETMIŞ, DIŞ POLITIKA HEDEFLERINI GERÇEKLEŞTIRMIŞ DURUMDA. MACARISTAN HALKI, DIKTATÖRLÜK REJIMLERINE RAĞMEN HAYALLERINDEN HIÇ VAZGEÇMEYEN DEMOKRASI SAVAŞÇILARINI ISE ANAYASALARINDA GEÇEN ŞU CÜMLEYLE ANIYOR: “BAĞIMSIZLIKLARI VE ÖZGÜRLÜKLERI IÇIN SAVAŞAN ATALARIMIZ ILE GURUR DUYUYORUZ.” PINAR ÜNSAL 25 T una Nehri’nin boydan boya sulayarak hayat verdiği Macaristan yalnızca yakın geçmişte değil, tarih boyunca farklı medeniyetlerin ilgi odağı olmuş ve fethedilmiş. Hem bu nedenle hem de zaman içinde çeşitli yönetim biçimlerinin ülkede hâkim olmasından ötürü Macaristan’ın karmaşık bir siyasi tarihi var. Etnologlara göre bugünkü Macarlar; Onogurlar, Ugorlar, Hunlar ve Kavar Hazarları olmak üzere üçü Türk kökenli, dört kavmin birleşmesinden meydana gelir. Erdel bölgesi, Avusturya ve Slovakya’da da yayılış gösterirler, ancak son yerleşim yerleri Karpatya Ovası olur. İlk Macar devleti ise 1000 yılında, Kral I. István tarafından Hıristiyan bir ülke olarak kurulur. Ülke bu dönemde hem yoğun dış saldırılara karşı güçlü bir şekilde ayakta durur, hem de topraklarını büyütür. Güçlü Macar devleti, Moğol istilası meydana gelene kadar Avrupa’da söz sahibi bir ülkedir. 13. yüzyılda Cengiz Han’ın büyük bir imparatorluk hedefinin kurbanı olan Macaristan, düşenin dostu olmaz sözünü doğrularcasına, komşu devletlerin de saldırılarına maruz kalarak küçülür ve nüfusunun üçte birini kaybeder. 14. yüzyılda Osmanlı’nın Balkanlar’daki ilerleyişinin Avrupa ülkelerine saldığı korku Macaristan’da da merkezî otoritenin iyice zayıflaması, derebeyliklerin güçlenmesi sonuçlarını doğurur. Bu derebeyliklerden Árpádlar, Osmanlı’ya duyduğu korkunun etkisiyle kendini geliştirir ve güçlenir, Macaristan’ın sınırlarını büyütür. 15. yüzyılda Kral Matthias Corvinus tarih sahnesine çıkar. Hukuk, eğitim, bilim ve sanat alanında gerçekleştirdiği reformların yanı sıra Osmanlılarla mücadelede önemli adımlar kaydeden kralın döneminde ülke sınırları daha da büyür. Öyle ki Macaristan, Kral Corvinus zamanında Avrupa’nın güçlü devletlerinden biri olur. Corvinus’un ölümünün ardından ülke iyi yönetilemez ve 1526’da Mohaç’ta Osmanlılara yenilir. Bu yenilgi Macaristan için bir milattır adeta; zira pek çok bölgesini işgal eden Osmanlı karşısında ülke büyük bir karışıklığa sürüklenir. Aynı dönemde iki kral seçilmesi (John Zápolya ve Ferdinand Habsburg), ülkenin iki ayrı orduya sahip olması ve onların da birbiriyle savaşması sonucu Macaristan iyice güç kaybeder. 1541’de Budin fethedilerek bir Osmanlı eyaleti haline gelir. Macaristan, topraklarını Osmanlı İmparatorluğu’na kaptırdığı halde aynı zamanda onunla iyi ilişkiler de kurar. Bugün Macaristan ve Türkiye arasındaki diyaloğun olumlu bir seyir izlemesi o günlere uzanıyor olsa gerek. Macar Kralı Tökeli İmre’nin Kocaeli’deki mezarı başında her yıl anma etkinliği düzenlenmesi de bu iyi ilişkilerin bir göstergesi. Mühründe “Kral-ı Orta Macar’ım ki namım Tökeli İmre, Mûin-i Âli Osman’ım daim hâzırım emre” yazan Macar Kralı, Avusturya hakimiyetini istemeyip Osmanlı’dan yardım talep eder. Talep kabul edilir, ancak Avusturya üzerine sefere çıkan Osmanlı ordusu başarısızlığa uğrar. Hatta Osmanlı İmparatorluğu’nun güç kaybettiğini gören Avrupa, onu tamamen bölgeden atmak için elinden geleni ardına koymaz. Rusya’nın da dahil olduğu art arda gelen savaşlarla Osmanlı’nın bir buçuk asırlık Macaristan hakimiyeti sona erer. 18. yüzyılda Erdel Prensi II. Frenc Rákóczi (ki o da sonradan Osmanlı İmparatorluğu’na sığınır ve Tekirdağ’da vefat eder), Avusturyalılara karşı bir özgürlük savaşı başlatır. Ancak başarısız olur. Avusturya, Macarlara ait tüm kaleleri yıkar ve yeni isyanlar için önlemini alır. Bu dönemde 1789 Fransız İhtilali, tüm dünya halklarını olduğu gibi Macarları da ulusal bir diriliş hareketi başlatmak üzere etkiler. Avrupa komünizmle tanışıyor 1848 Macar Devrimi 26 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI 15 Mart 1848 tarihi Macarlar için bir devrim günüdür. Macaristan, Avusturya Hanedanı’ndan kopmak için ülke genelinde protesto gösterilerine başlayan halk sayesinde, Batthyány Lajos (sonradan Macaristan Krallığı Başbakanı olacaktır) ve Lajos Kossuth önderliğinde özerklik ilan eder. Ancak önceleri özerkliği tanıyan Avusturya’nın kararlılığı kısa sürer; Macaristan’ın bağımsız Mohaç Meydan Muharebesi Batthyány Lajos 1867 YILINA KADAR SÜREN BÜYÜK SAVAŞLARIN ARDINDAN AVUSTURYA-MACARISTAN İMPARATORLUĞU KURULUR VE MACARISTAN IÇ IŞLERINDE BAĞIMSIZ, DIŞ IŞLERINDE AVUSTURYA HANEDANI’NA BAĞLI BIR ÜLKE HALINE GELIR. olmadığını iddia etmesi üzerine büyük savaşlar başlar. 1867 yılına kadar süren savaşların ardından Avusturya-Macaristan İmparatorluğu kurulur ve Macaristan iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Avusturya Hanedanı’na bağlı bir ülke haline gelir. Fakat imparatorluğun ömrü yaklaşık elli yıl olacaktır; I. Dünya Savaşı sonunda imzalanan anlaşmalarla Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarih sahnesinden silinir. İmparatorluğun dağılmasının ardından Macaristan bağımsız bir ülke olduğunu ilan eder, ancak savaşta gösterdiği başarısızlık nedeniyle hükümet halkın desteğini büyük oranda kaybetmiştir. Bu duruma çevre ülkelerle yaşanan siyasi sıkıntılar ve toprak kaybı eklenince Başbakan Mihály Károlyi, göreve gelmesinden kısa bir süre sonra istifa eder. Macaristan Komünist Partisi’nin iktidara gelmesiyle Macaristan Sovyet Cumhuriyeti ilan edilir. Béla Kun başkanlığındaki hükümet, Rusya’daki Büyük Ekim Sosyalist Devrimi hariç tutulursa, Avrupa’da komünist bir politika benimseyen ilk hükümettir. Dört ay iktidarda kalan komünistler kısa zamanda pek çok iş yapar. Aristokrat unvanlarının kaldırılması ve azınlık hakları bunların başında gelir. İcraatlarda laik politika benimsenmesi, arazilerin kamulaştırılması ve parasız eğitim partinin ülke genelinde yaptığı önemli reformlardır. 27 1848 Macar Devrimi 1 ŞUBAT 1946’DA KRALLIK KALDIRILIR VE MACARISTAN CUMHURIYETI ILAN EDILIR. 1949’DA ISE SOVYET RUSYA’NIN 1936 ANAYASASI MODEL ALINARAK HAZIRLANAN YENI ANAYASA KABUL EDILIR VE ÜLKENIN ADI MACARISTAN HALK CUMHURIYETI OLUR. Macaristan Komünist Partisi (MKP), I. Dünya Savaşı sonunda yapılan anlaşmalarla kaybedilen toprakların geri alınması için de faaliyete geçer. Aslında “Kırmızılar”ın (komünistler) diğer reformlardan ziyade ülke halkına verdiği söz budur. Başarılı askerî operasyonlar sonucu Çekoslovak askerler yurttan atılır, Alba Iulia Anlaşması’yla Romanya’ya bırakılmış Erdel’i geri almak üzere planlar yapılır. Ancak MKP üzerindeki hem yurt içinden hem de yurt dışından giderek artan baskı nedeniyle kazanılan topraklar geri bırakılır. Hükümet eşit paylaşım yapmamakla, sözünü tutmamakla suçlanmaktadır. Ayrıca komünistlerin iktidarıyla mümkün kılınan demokrasi, yerini kısa bir süre sonra işçi üstünlüğüne bırakır. Bu ve buna benzer nedenlerden dolayı MKP iktidardan düşürülür; komünistlerin deyimiyle devrim yenilgisi meydana gelir. 28 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI Krallıktan Halk Cumhuriyeti’ne Macaristan Sovyet Cumhuriyeti’nin yıkılmasından bir süre sonra, 1920 yılının Ocak ayında geçici bir hükümet kurulur. Ülkeyi seçime götüren bu hükümet kendinden önceki hükümetlerin pek çok uygulamasını iptal eder; hatta monarşi tekrar benimsenir ve ülkenin adı Macaristan Krallığı olarak anılmaya başlar. Seçimlerde kadınlar da erkekler de oy kullanabilmiştir; ilk kez gizli oylama yapıldığından 1920 seçimleri sonraları demokratik bir adım olarak değerlendirilecektir. Seçim sonrası Hıristiyan Ulusal Birlik Partisi (KNEP) ve Küçük Toprak Sahipleri Partisi (NKP) koalisyon kurarak ülke yönetiminde söz sahibi olurlar. Yeni hükümetin ilk işlerinden biri I. Dünya Savaşı’nda galip gelen İtilaf Devletleri’nin dayattığı sözde barış antlaşmasını imzalamak olur. Adeta Macarların Sevr’i olan Trianon Antlaş- 1956 YILINDAKI MACAR DEVRIMI, MACARISTAN PARLAMENTOSU ÖNÜNDE TOPLANAN YAKLAŞIK 300 BIN KIŞIYLE BAŞLAR. DEVRIMCILER YALNIZCA ATTIKLARI SLOGANLARLA DEĞIL, DEVLET KURUMLARINA SALDIRARAK DA TEPKILERINI GÖSTERMEKTEDIR. ması hem Macar ordusunun asker sayısını kısıtlamakta hem de Macaristan topraklarının üçte ikilik bir kısmını başka ülkelere paylaştırmaktadır. Giden topraklarla beraber maden yatakları, ticari yollar, ormanlar ve ekilebilir araziler de kaybedilmiştir. Bu durum Macaristan’ı II. Dünya Savaşı patlak vermeden evvel bir felakete sürükler. Macaristan önceleri savaş dışında kalmayı tercih ettiyse de eski düşmanlarına karşı mücadele etmek, yeni topraklar kazanmak için Üçlü Pakt’a katılır ve savaşa dahil olur. Yıkıcı sonuçlara yol açan II. Dünya Savaşı, Macaristan’ı savaş tazminatı ödemeye mahkum ettiği gibi ülkede üç yüz binden fazla kayba yol açar. Ayrıca savaşın Sovyet Rusya lehine sonuçlanması onu dünya siyasetine hâkim bir konuma getirmiş, bu durum Macaristan üzerinde de etkili olmuştur. Sovyet Rusya, komünist rejimi Macaristan’a yavaş yavaş yerleştirmeyi planlamaktadır. Macaristan’da 21 Aralık 1944 tarihinde geçici hükümet kuru- 1956 Macar Devrimi lur. Demokratik bir seçim olabilmesi için ise Sovyet Rusya Doğu Avrupa’daki tek serbest seçimlerin Macaristan’da yapılmasına müsaade eder. Seçimleri kazanan parti Bağımsız Küçük İşletmeciler, Tarım İşçileri ve Şehirliler Partisi (FkgP) olur. Merkez sağda yer alan ve oyların yüzde 57’sini kazanan bu parti yerine, oyların yüzde 17’sini alan Macaristan Komünist Partisi’ne hükümeti kurma görevi verilir. 1 Şubat 1946’da krallık kaldırılır ve Macaristan Cumhuriyeti ilan edilir. 1949’da ise Sovyet Rusya’nın 1936 Anayasası (Stalin Anayasası olarak bilinir) model alınarak hazırlanan yeni anayasa kabul edilir ve ülkenin adı Macaristan Halk Cumhuriyeti olur. Macar Sovyet Cumhuriyeti’nin bir varisi olarak görülen devletin nişanı orak-çekiç ve kızıl yıldız içermektedir. Macar Devrimi başlıyor Macaristan’da komünist iktidar 1956 yılına kadar sürer. Bu tarihten önce ülkenin aydınları ve üniversite öğrencileri muhalif örgütler kurmaya başlamışlardır. Bunlardan Macar şair Sándor Petőfi adına kurulmuş olanı dikkat çekicidir. Zira Macarların ulusal şairi Petőfi 1848 Macar Devrimi’nin önemli isimlerindendir. Macaristan’daki işçiler ise henüz sessizliğini korumaktadır, ancak 23 Ekim’den sonra devrime yön veren onların demir yumruğu olacaktır. Szeged ve Budapeşte Teknik Üniversitelerindeki öğrenciler yayımladıkları bildirilerde Sovyet Rusya’nın ülkeyi terk etmesini, serbest seçimlerin yapılmasını, insanların daha özgür yaşamasını, demokrasinin benimsenmesi gerekliliğini vurgular. Aynı esnada Polonya’daki işçilerin ayaklanması ve bu iki ülkenin diktatörlük rejiminden kurtulma konusunda birbirine verdiği destek kayda değerdir. Zira Petőfi üyeleri, aydınlar ve öğrenciler Polonya’daki işçi direnişine destek amacıyla Macaristan Parlamentosu önünde toplanır. Macar Devrimi, bina önünde toplanan yaklaşık 300 bin kişiyle başlar. Devrimciler yalnızca attıkları sloganlarla değil, devlet kurumlarına saldırarak da tepkilerini göstermektedir. Polisin kalabalığa açtığı ateşle pek çok kişi ölürken, devletin yardım için çağırdığı askerler halkın yanında yer alarak onlara silah dağıtmış, Sovyet Rusya ordusunun işin içine girmesi ise olayları iyice büyütmüştür. 29 1956 Macar Devrimi Halkın diktatör rejime en büyük tepkisi işçilerin greve gitmesi ve sanayinin durma noktasına gelmesidir. Radyoların basılması, gazetelerin ele geçirilmesi ve tüm devlet kurumlarının işgal edilmesiyle devlet yıkılma noktasına gelmiştir. Sovyet Rusya’nın olaylara hazırlıksız yakalanması, alelacele aldığı kararlar devrimi bastırmak için izlediği yolların başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olur. Devrimin ancak kanla bastırılacağı anlaşılarak Sovyet Rusya ordusu olaylara müdahale eder. Tankla, tüfekle, bombalarla halka saldırılır, kentler yakıp yıkılır. Doğu Bloku içinde ilk anti-totaliter devrim olarak kabul edilen bu olayda maddi kayıplar bir yana, ölenlerin sayısı on binlerle telaffuz edilir. Macarların ikinci başkaldırışı da felaketle sonuçlanır. Olaylar her ne kadar geç bastırılsa ve binlerce ölüme neden olsa da ülke içinde tarım reformuna ve ceza kanununda değişikliğe gidilen yolun önü açılmıştır. 30 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI Doğu Bloku’nun çöküşüyle doğan Macaristan Macaristan 1989 yılına kadar Sovyetler Birliği ve onun Avrupa’daki müttefiklerini tanımlayan bir ifade olan Doğu Bloku, Winston Churchill’in deyimiyle Demir Perde içinde yer alan ve Moskova’dan yönetilen bir ülkedir. Bu dönemde ülkenin bakış açısı komünist anlayış çerçevesinde şekillenir. Sovyet Rusya’nın önce Doğu Bloku ülkelerindeki baskıyı azaltması, ardından Blok’un çöküşüyle Bulgaristan, Doğu Almanya, Polonya, Macaristan gibi ülkeler iç ve dış işlerinde bağımsız birer ülke olurlar. Doğu Bloku’nun yıkılışının Doğu Avrupa üzerindeki en büyük etkilerinden biri demokratik seçimlerin yapılabilmesidir. Macar Sosyalist İşçi Partisi’nin (MSZMP) 1989’da feshedilmesi, yani tek partili dönemin kapanmasıyla yeni partiler organize olur ve Siyasi Partiler Kanunu kabul edilir. Ayrıca ülkenin isminden “halk” ifadesi kaldırılır. İlk serbest seçim olan 1990 seçimlerinde ülkede BUGÜN BAĞIMSIZ VE DEMOKRATIK BIR DEVLET OLAN MACARISTAN CUMHURIYETI’NDE HALK EGEMENLIĞI ILKESI GEÇERLIDIR. HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ VE ÇOK PARTILI PARLAMENTER SISTEMI BENIMSEYEN ÜLKE 2011’DE YENI ANAYASASINI KABUL ETMIŞTIR. 1956 Macar Devrimi 65 parti bulunurken 12’sinin seçime girmesi dahi demokratik bir adım olarak değerlendirilir. Milliyetçi muhafazakar Macaristan Demokratik Forumu (MDF) oyların yaklaşık yüzde 43’ünü alarak seçimden galip çıkar. Demokratik parlamenter rejime geçen ve Sovyet Rusya’nın baskı uyguladığı dönemin izlerini yavaş yavaş silmeye başlayan Macaristan siyasi, idari ve ekonomik alanlarda reformlar gerçekleştirmiş, Avrupa Birliği üyeliği gibi köklü değişimlere kollarını sıvamıştır. Doğu Bloku’nun yıkılmasından yaklaşık 15 yıl sonra, 2004 yılında (ki bu siyaset tarihçileri nezdinde kısa bir süredir) AB üyesi bir ülke olur. Bugün bağımsız ve demokratik bir devlet olan Macaristan Cumhuriyeti’nde halk egemenliği ilkesi geçerlidir. Hukukun üstünlüğü ve çok partili parlamenter sistemi benimseyen ülke 1949’dan itibaren birçok kez değişikliğe uğrayan, 1989’da ciddi bir revizyon geçiren anayasa yerine, 18 Nisan 2011’de yeni Macaristan Béla Kun Anayasası’nı kabul eder. 1989 Anayasası’nın özgürlükçü ifadeler içermesi, ancak komünist yönetim döneminde kabul edilen 1949 Anayasası’nın yamalı bir hali olması nedeniyle yeni bir anayasaya ihtiyaç duyulmuştur. O yıllarda benimsenen komünist çizgiden hayli uzak olan yeni anayasa “Tanrı Macarları kutsasın” sözleriyle başlar ve metinde ülkenin “Hıristiyan Avrupa’nın bir parçası” olduğu belirtilir. Ayrıca 1949 Anayasası’nın tanınmadığı ve geçersiz olduğu ifade edilmiştir. Anayasa metninde özgürlük, bağımsızlık, refah, asayiş gibi kavramlar öne çıkmaktadır. Muhafazakar olduğu gerekçesiyle kabul edildiği dönemde çeşitli tartışmalara yol açan yeni anayasa parlamentoda sosyalist, yeşil liberal ve aşırı sağcı partilerin olumsuz oylarına rağmen üçte iki çoğunlukla kabul edilir. Bu aslında Macaristan’ın tamamen bağımsız koşullarda, demokrasi anlayışını benimseyerek ürettiği ilk anayasadır. 31 SAFFET ARIKAN BEDÜK: DEMOKRASININ DAYANDIĞI EN ÖNEMLI GÜÇ OLAN SIYASET, ŞAHSI IKBAL IÇIN DEĞIL, MILLET IÇIN YAPILIR SÖYLEŞI VE FOTOĞRAFLAR: SONGÜL BAŞ VALI, EMNIYET GENEL MÜDÜRÜ VE ANKARA MILLETVEKILI OLARAK ÜLKEMIZE ÖNEMLI HIZMETLERDE BULUNAN SAFFET ARIKAN BEDÜK, SIYASETIN UZLAŞMA SANATI OLDUĞUNU BELIRTEREK, “DEMOKRASIDE HALKIN IRADESI HER ŞEYIN ÜSTÜNDEDIR. EĞER BU IRADE BIR PARTIYI TEK BAŞINA IKTIDARA GETIRMEMIŞSE ASGARI MÜŞTEREKLERDE BULUŞARAK BIR KOALISYON HÜKÜMETI OLUŞTURULMASI SIYASETÇILERIN KAÇINILMAZ GÖREVIDIR” DIYOR. 32 SÖYLEŞI Özgeçmişinize baktığımızda uzun yıllar mülki idare amiri ve Emniyet Genel Müdürü olarak görev yaptığınızı, 20. ve 21. Dönemlerde ise TBMM çatısı altında yer aldığınızı görüyoruz. Söyleşimizin başında siyasete girmeye nasıl karar verdiğinizi öğrenebilir miyiz? Siyasete neden girdiğimden önce siyasetten ne anladığımı ifade etmek istiyorum. İnsan onuruna en uygun rejimin adı demokrasidir. Siyaset demokrasinin dayandığı en önemli güçtür. İnsanların huzuru, güvenliği ve refahının sağlanması devletin görevidir. Siyaset devlet işlerini düzenleme ve yönetme sanatıdır. Milletvekili olmadan önce yürütme organının çeşitli kademelerinde son derece önemli görevlerde bulundum. Bu görevleri yapmamı nasip eden Allah’a şükrediyor, bana güvenenlere de teşekkür ediyorum. Üstlendiğim görevleri layıkıyla yerine getirebilmek için gecemi gündüzüme katarak çok ama çok çalıştım. Çünkü beni yetiştiren devletime ve milletime görev borcum vardı. Bu görevim ölünceye kadar devam edecektir. Ayrıca yetişmemde ve eğitimimde hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan, tüccar-terzi olarak görev yapmış kıymetli babama ve kadın terzisi sevgili anneme çok şey borçlu olduğumu, onları rahmetle ve minnetle andığımı belirtmek isterim. Çeşitli il ve ilçelerimizde vali ve kaymakam olarak verdiğim hizmetler, gerçekleştirdiğim yatırımlar, Başbakanlık’ta, Emniyet Genel Müdürlüğü’nde, Yükseköğretim Kurulu’nda edindiğim bilgi ve tecrübeler herkese nasip olmayacak önem ve ağırlıktadır. Ekonomik hayatımızda bahsi geçen 24 Ocak Kararları’nın alındığı süreçte, para-maliye politikaları ve yapılanmalarındaki değişikliklerin hazırlanmasında, serbest piyasa ekonomisine geçiş müzakerelerinde Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürü, bir kısmında da Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı olarak görevliydim. O dönemde, çok sevdiğim kardeşim, dostum Hasan Celal Güzel’le beraber çalışma zevkine de eriştim. Merhum Süleyman Demirel’in Başbakan, merhum Turgut Özal’ın ise Başbakanlık ve Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı olarak görev yaptıkları zamanda aralarındaki sevgi, saygı ve güveni gördüm. Ülkesine ve milletine sevdalı iki devlet ve siyaset adamının koordinasyon ve işbirliğini, bilgilerini projelerine yansıtmalarını zevkle takip ettim. 24 Ocak Kararları’nın dosyalarını Başbakan’a arz ettikten sonra odasına döndüğünde “Oh, çok şükür, ikna oldu. Allah utandırmasın, Allah yardımcımız olsun” diyen zamanın müsteşarı Turgut Özal’ın heyecanına ve memnuniyetine şahit oldum. Bu benim için önemli bir andır. Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’la gönül bağım ölünceye kadar devam etti. Her iki büyüğümüze de Allah’tan rahmet diliyorum. Sayın Turgut Özal siyasete girmem hususunda teklifte bulunmuştu. “Siyasetten ziyade bürokraside görev almak istiyorum. Vereceğiniz görevi yapmaya hazırım” diyerek bu teklifi kabul etmemiştim. Bunu duyan arkadaşlar hayret etmiş, “Niye teklifi kabul etmedin?” diye sormuşlardı. O dönemde tercihimi bürokrasiden yana kullanmıştım. Ancak 1995 tarihinde Kayseri Valisi iken Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Tansu Çiller’in ısrarı üzerine siyasete girmeye karar verdim. Edindiğim bilgi ve tecrübeleri yasama organında ülkeme ve milletime hizmetlerimle paylaşmanın bir borç olduğunu ve zamanın geldiğini düşündüm. Sizden önce ailenizde siyasetle ilgilenmiş olanlar var mı? Evet, ailemde siyasetle ilgilenen kişiler oldu. Annem Demokrat Partili bir siyasetçiydi. Hatta kendisine belediye başkanlığı teklifi gelmişti, ama aile kabul etmedi. Amcam Suat Bedük Demokrat Parti Siirt Milletvekili olarak görev yaptı. Maalesef 1960 ihtilaliyle onun da milletvekilliği sona erdi. Milletvekilliği döneminizde özellikle üzerinde durduğunuz konular neler oldu? 20. Dönem’in tamamında, 21. Dönem’in ise birinci devresinde Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekilliği yaptım. Denilebilir ki Meclis’te en zor iş grup başkanvekilliğidir. Çeşitli konularda parti adına görüş beyan edilmesi, partiye yönelik eleştirilere cevap verilmesi, Meclis çalışmalarına katılımın sağlanması, kanun tekliflerinin hazırlanması gibi pek çok görevi iki grup başkanvekili arkadaşımla birlikte gerçekleştirdik. Çiftçi, köylü, esnaf gibi toplumun çeşitli kesimlerinin meseleleriyle ilgili kanun teklifleri 33 “28 ŞUBAT SÜRECI TÜRK DEMOKRASISI IÇIN BIR KAYIP VE SIYASI TARIHIMIZ IÇIN BIR AYIPTIR. MILLÎ IRADEYLE GÖREVE GELMIŞ HÜKÜMET HEDEF ALINMAK SURETIYLE BIR NEVI DARBE YAPILMIŞTIR.” verdik, bunların bir kısmı yasalaşma imkanı buldu. Ayrıca eğitim, turizm, güvenlik, gençlerin sorunları gibi pek çok konu üzerinde durduk, yasal düzenleme çalışmalarına önemli katkılarda bulunduk. Meclis’te iki dönem Ankara Milletvekilliği yaptım. Seçmenlerimizle her zaman iletişim halinde olmaya özen gösterdim. Zaten bir milletvekili vatandaşa kapısını daima açık tutmalı, seçmenleri güleryüzle karşılayarak taleplerini dinlemeli ve sorunlarını çözmek için çaba harcamalıdır. Halkla münasebetleri iyi olmayan siyasetçinin de yöneticinin de başarılı olması mümkün değildir. Bir milletvekili olarak seçmenin iyi ve kötü gününde yanında olma mecburiyetiniz vardır. Düğüne, nişana, sünnete, hemşehri gecelerine mutlaka katılmanız ve maddi katkıda bulunmanız gerekir. Bu özel günlerde vatandaşlarımızla bir arada olma- ya gayret ettim. Sık sık ilçeleri ve köyleri dolaştım. Geçmişte Ankara Valisi olarak görev yaptığım için Ankaralıları yakından tanıyordum. Valiliğim döneminde “Halk Günü” yapar ve o gün sadece vatandaşların talep ve sorunlarını dinlerdim. Bize iletilen meselelerin çözümüne yönelik bir irade ortaya koyardım. “Halk Günü” uygulaması benden sonra da devam ettirildi. Ankara Milletvekilliği yapmak büyük bir onurdur. Üstlendiğim sorumluluğun bilinci içerisinde üzerime düşen görevi en iyi şekilde yerine getirmeye çalıştım. 1996-2002 arasında milletvekilliği yaptınız. 28 Şubat süreci, 1999 depremi gibi önemli olayların yaşandığı o yıllara dair neler söylemek istersiniz? 28 Şubat süreci Türk demokrasisi için bir kayıp ve siyasi tarihimiz için bir ayıptır. Millî iradeyle göreve gelmiş koalisyon hükümeti hedef alınmak suretiyle bir nevi darbe yapılmıştır. Bu unutulmayacak bir acıdır. Doğru Yol Partisi (DYP) ile Refah Partisi (RP) birlikteliğinde kurulan koalisyon hükümeti, program ve icraatlarıyla esnaf ve sanatkardan köylü ve çiftçiye kadar toplumun çeşitli kesimleri nezdinde itibarla karşılanmış ve başarılı olarak nitelenmiştir. Halkımız o dönemi bugün de çok güzel bir şekilde anıyor ve takdirlerini ifade ediyor. 28 Şubat sürecinde Refah Partisi’ne yönelik tepki maalesef Doğru Yol Partisi’ne de yansıdı ve DYP’yi de hedef alan bir noktaya doğru gitti. Zamanın başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan -kendisi fevkalade saygın bir insandı, Allah rahmet eylesin- istifa etmek mecburiyetinde kaldı. O dönemde Refah 34 SÖYLEŞI Partili ve Doğru Yol Partili 280’e yakın milletvekilinin imzasını Refah Partisi Grup Başkanvekili Sayın Salih Kapusuz’la birlikte Cumhurbaşkanlığı’na götürdük ve Sayın Tansu Çiller’e başbakanlık görevi verildiği takdirde destekleyeceğimize dair beyanda bulunduk. Maalesef bu isteğimiz kabul edilmedi. Çoğunluğu sağlayacak bir koalisyon hükümeti kurma imkanı varken azınlık hükümetinin kurulması tercih edildi. Bu ayıplanacak bir husustu, demokrasimiz yara aldı, daha sonra da bir kısım sıkıntılar yaşandı. 28 Şubat süreci maalesef siyasi tarihimizde fevkalade kötü bir şekilde anılacaktır. Meclis’te olduğum dönemde meydana gelen 1999 depremi tüm milletimizi yasa boğdu. Vefat edenleri bir kez daha rahmetle anıyorum. O dönemde tüm siyasi partiler yaraları sarmak için adeta anlaştı. Milletimiz seferber oldu. Doğru Yol Partisi olarak bu olağanüstü dönemde hem yaraların sarılmasına yönelik faaliyetlere destek veren, hem eksikleri ifade eden, hem de Meclis’i ve kamuoyunu bilgilendiren bir çerçevede hareket ettik. Milletimiz bu acılı günlerde birlik ve beraberlik içinde fevkalade önemli bir sınav verdi. Koalisyon hükümetlerinin görevde olduğu dönemlerde Meclis’te yer aldınız. Size göre koalisyonların avantajlı ve dezavantajlı yönleri neler? Ülkenin yönetimi, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınması ile meselelerinin çözümünde tek başına iktidar olmanın avantajı büyüktür, rahatlığı da vardır, bunu kabul etmek lazım. Ancak halkın iradesi bir partiyi tek başına iktidara getirmiyorsa ülkenin hükümetsiz kalması da mümkün değildir. Bu durumda çözüm demokrasidedir. Asgari müştereklerde bir araya gelip hükümet kurmak siyasi partilerin kaçınılmaz görevidir. Tek parti iktidarı kadar, koalisyonu da demokrasinin son derece önemli bir çözüm aracı olarak görmek mecburiyetimiz vardır. Fayda ve mahsurları tartışmak yerine sistemi ülkenin istifadesine sunmak gerekir. Siyasette uzlaşma kültürünün yok olmaya başladığı, siyaset dilinin sertleştiği yönünde yorumlar yapılıyor. Tecrübeli bir siyasetçi olarak bu konudaki değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? Siyaset bir uzlaşma sanatıdır. Hoşgörülü, nazik, saygılı konuşma ve değerlendirmeler demokrasinin güçlenmesini sağlar. Hakaret, nefret, öfke ve kin hiçbir partiye, kişiye veya milletimize fayda getirmez. Öfke aklın ve yüreğin kaybolmasıdır. Eleştiri siyasetçi için de yönetici için de bir vitamindir. Eleştiriyi nezaketle yapmak kadar muhatabının da aynı davranış içerisinde olması önemli ve gereklidir. Herkes eleştiriden payını almak, hataları varsa düzeltmek, eksik tarafları varsa gidermek mecburiyetindedir. Eleştiri kişiye konu hakkında tekrar bir açıklama yapma imkanı da doğurmaktadır. Size göre siyasetin olmazsa olmazları nelerdir? Milletvekilleri hangi temel niteliklere sahip olmalıdır? Siyaset şahsi ikbal için yapılmaz. Şahsi çıkarları için siyaset yapanlar yok olmaya mahkumdur. Bu tip kişileri siyasi tarihimiz de asla affetmez. Milletvekili donanımlı, bilgili ve kendini iyi yetiştirmiş olmalıdır. Giyimi kuşamı, konuşması, üslubu ve tavrıyla örnek teşkil etmelidir. Bilindiği gibi hepimiz her yaşta yeni bir şeyler öğreniyoruz. Çünkü eğitim sonsuz bir süreç. Bu bakımdan yeni milletvekili seçilenlerin Meclis’in işleyişi, yasama faaliyetleri gibi konularda hizmet içi eğitim sürecinden geçmelerinin yararlı olacağını düşünüyorum. Bu, milletvekilini küçültmez, aksine Meclis’te daha verimli çalışmalar gerçekleştirmesine katkı sağlar. Size göre ülke gündemindeki en önemli konular ve çözüm bekleyen sorunlar nelerdir? Özellikle terör olayları konusundaki değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? Tabii bu geniş kapsamlı bir soru. Türkiye’nin çok yönlü sorunları var. Mesela gençlerin iş bulamaması en önemli meselelerden biri. İyi eğitim almış genç bir nesil var, ama maalesef onlara iş imkanı sunulamıyor. Yeni mezun olmuş gençlerimize hem kendi işlerini kurabilecekleri hem de üretici olabilecekleri imkanlar yaratılabilir. Mesela boş Hazine arazileri gençlerin istifadesine sunulduğu takdirde ziraat fakültesi veya veterinerlik fakültesi mezunu genç müteşebbisler bir araya gelerek burada kendi üretim çiftliklerini kurabilirler. Bu gençlere geri ödemeli olarak kredi desteği de sağlanabilir. Bu sayede genç neslimiz hem üretken hale gelir, hem sosyal bakımdan sıkıntıya düşmemiş olur, hem de ekonomiye önemli katkıda bulunur. Sorunuzda belirttiğiniz gibi terör olayları ülkemizin en önemli meselelerinden bir tanesidir. Bu vesileyle şehitlerimizi bir kez daha rahmet ve minnetle anıyorum. Terör örgütünün askerimize, 35 polisimize, kamu hizmetlerini yürüten sivil memurlarımıza yönelik saldırılarını kabul etmek ve bunları karşılıksız bırakmak mümkün değildir. Teröristler bilmelidirler ki Türkiye’yi ve Türk milletini hiçbir surette bölemezler, bayrağımızı gönderden indiremezler, ezanı susturamazlar. Bu ülke, bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin ortak değeridir ve vatanıdır. Türkiye üzerinde oynanmak istenen oyunlara alet ve maşa olanlar, birlik ve beraberliğimizi bozamayacak, hak ettikleri cevabı da alacaklardır. İşin başlangıcını iyi tahlil etmek gerekir. 1984-85 yıllarında köyler basılıyor, ayrı ayrı köylerde 14, 17, 21 ve son olarak 38 vatandaşımızın öldürülmesi herkesi derinden üzüyordu. Zamanın başbakanı Turgut Özal ile olay mahalline gitmiştik. Beşikteki 3 günlük bebek, 2, 5, 8 yaşındaki çocuklar, kadınlar, kızlar ve 80 yaşındaki dedenin cansız bedenleriyle karşılaştık. Kürt hakları için kurulduğunu söyleyen bir örgüt Kürt kardeşlerimizi öldürmüştü. Bunun üzerine alınan istihbarat ve yapılan değerlendirmeler sonucunda Sayın Özal’ın onayı ile özel harekat birliği ve köy koruculuğu sistemi kuruldu. Vatandaşların can ve mal güvenliği, yerel halkın işbirliği ve desteği alınarak sağlanmaya çalışıldı. Bu vesileyle, son dönemde Diyarbakır, Suruç ve Ankara Garı’nda gerçekleştirilen patlamalar sonucunda ölen vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyor, yapanları kınıyorum. Bu olayların ülkemiz üzerinde oynanmak istenen oyunların bir parçası olduğunu herkesin dikkatle değerlendirmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum. 2002 yılından bu yana Meclis’te değilsiniz. Türk İdareciler Derneği Genel Başkanlığı başta olmak üzere siyaset dışındaki uğraşlarınızı öğrenebilir miyiz? Türk İdareciler Derneği vali, vali muavini ve kaymakamların üye olduğu yegane dernektir. 1963 yılında kurulmuş olan derneğimizin amacı mesleki konularda faaliyetler gerçekleştirip meslektaşlarımızın ekonomik ve sosyal haklarını takip etmenin yanı sıra milletimize daha iyi hizmet verilebilmesi için neler yapılması gerektiği hususunda araştırmalarda bulunmak, konferanslar, Ruhumda Sensin Efkârım Kalbimde gül, gönlümde gül, canan bana bir gül Ruhumda sensin efkârımı dağıtan bir gül Gel ey gönlümün bahçesinde şakıyan bülbül Aklımda yalnız sen varsın, hem gül hem de bülbül Sen olursan olmaz virane bu deli gönül İçimden yükselen bu feryada bir bak da gül Heyhat sorsan kim vardır bende, o da sen bir gül Ruhumda yalnız sen varsın, hem gül hem de bülbül. 36 SÖYLEŞI sempozyumlar düzenlemek ve buralardan elde ettiğimiz bilgiler çerçevesinde raporlar hazırlayarak ilgililere yansıtmaktır. İdarecinin Sesi dergisi fevkalade önemli bir yayın organımızdır. Derneğimiz merkezi Brüksel’de bulunan Avrupa Devlet Taşra Temsilcileri Birliği’ne üyedir. 22 ülkenin mülki idare amirlerinin temsilcilerinden oluşan derneklerin üye olduğu bu birlikte seçimle gelerek başkanlık görevini üstlendim. Derneğimizin en son İstanbul’da düzenlediği uluslararası toplantıda meslek mensuplarımızın özellikle staj dönemlerinde kamu idarelerinin yanı sıra özel sektörde de hizmet içi eğitimden geçmesi ve bir kısım görevler üstlenmesinin faydalı olacağı hususu değerlendirildi. Bu konuyu Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Sayın Rifat Hisarcıklıoğlu’na açtık. Kendisi çok olumlu karşıladı. Şimdi TOBB’la birlikte bir proje geliştirerek bakanlığımıza sunmaya hazırlanıyoruz. Sanatla da ilgili olduğunuzu biliyoruz. Kaleme aldığınız şiirler var. Bir kısmı da bestelendi... Şiiri duyguların kelimelerle en güzel şekilde ifade ediliş biçimi olarak değerlendiriyorum. Şiir, şairin kalbinden kaleme, kalemden kağıda dökülen duyguların yorumudur, bestesidir, tercümanıdır. Ahmet Haşim’in dediği gibi, şiir bir hikaye değil, sessiz bir şarkıdır. Şiiri içten gelerek yazmak ve okumak gerekir diye düşünüyorum. 22 tane şiirim Amir Ateş, Pınar Köksal, Prof. Dr. Yaşar Bedük, Suat Yıldırım, Erdoğan Tozoğlu ve Kenan Günel tarafından bestelendi. Bundan memnuniyet duydum. Ağırlıklı olarak sevgiyi işlemeye çalıştığım şiirlerimi Gönül İşte... Böyle Dedi isimli kitapta derledim. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI’NDEN - ÜYE AIDATLARIMIZ 17. OLAĞAN GENEL KURUL KARARIYLA 2015 YILINDA YILLIK 120 TL’DIR. - BANKALAR TARAFINDAN MÜŞTERILERINE ULUSLARARASI BANKA HESAP NUMARASI (IBAN) VERILMEKTEDIR. ÜYELERIMIZIN AIDATLARINI YATIRIRKEN PROBLEM YAŞAMAMALARI IÇIN BIRLIĞIN IBAN NUMARASI AŞAĞIDA BELIRTILMIŞTIR. - BILINDIĞI GIBI 2002’DE YILLIK 30 TL OLAN ÜYE AIDATLARI 2004 YILINDAN ITIBAREN 60 TL VE 2013 YILINDAN BERI 120 TL’DIR. GERIYE DOĞRU AIDAT BORÇLARININ BUNA GÖRE HESAPLANMASI VE BIRLIĞIMIZIN AŞAĞIDAKI HESAP NUMARASINA YATIRILMASI; 5253 SAYILI DERNEKLER KANUNU’NA GÖRE, ALINAN AIDATLARIN BELGESINE ÜYELERIN TC KIMLIK NUMARALARININ YAZILMASI GEREKMEKTEDIR. - ÜYELERIMIZIN TC KIMLIK NUMARALARINI MEKTUP VEYA TELEFONLA BIRLIĞE BILDIRMELERI RICA OLUNUR. TPB HABER PORTALI www.tpb.org.tr FAX HATTI: 0312 420 66 24 SAYIN ÜYELERIMIZ HER KONUDA BIZE ULAŞABILIRSINIZ. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI ANKARA KONUKEVI: ANKARA HOTEL PİNO BAYRAKTAR MAHALLESI VEDAT DALOKAY CADDESI BAYRAKLI SOKAK NO: 35 GOP/ANKARA TEL: 0312 446 36 86 TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 49-50 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 37 BIR ANTIK ÇAĞ METROPOLÜ HATTUŞA 38 KÜLTÜR VARLIKLARI ANADOLU’NUN EN ZENGIN UYGARLIKLARINDAN HITITLERE YÜZYILLAR BOYUNCA BAŞKENTLIK YAPAN HATTUŞA, HEM BU KADIM DEVLETE DAIR ÖNEMLI BILGILER SUNUYOR HEM DE DÜNYA MEDENIYET TARIHINE IŞIK TUTUYOR. 1986 YILINDAN BERI UNESCO DÜNYA MIRAS LISTESI’NDE YER ALAN HATTUŞA, TÜRKIYE’NIN LISTEYE KAYDEDILEN ILK DEĞERLERINDEN BIRI. ÇAĞLA TAŞKIN A nadolu’nun dünya uygarlık tarihine ve kültürel birikimine yaptığı sayısız katkı arasında Hititlerin ayrı bir yerde durduğunu söylemek yanlış olmaz herhalde. Tarih sahnesine MÖ 3’üncü yüzyılda çıkan, çok unsurlu yapısının da etkisiyle hikayeleri görece yakın zamana kadar karanlık kalan Hititlerin gizeminin açığa çıkmaya başlamasında dillerinin Bedrich Herozny tarafından çözümlenmesi bir dönüm noktası olmuş. 19’uncu yüzyıl ortalarında Charles Texier’nin gezileriyle başlayan, yüzyılın sonlarında Ernest Chantre’ın kazılarıyla devam eden ve 20’nci yüzyıl başlarında İstanbul Arkeoloji Müzeleri ile Alman bilim insanlarının ortak çalışmaları sayesinde hız kazanan keşifler sonucunda Hitit uygarlığıyla ilgili birçok önemli bilgi elde edilmiş. Bunlar arasında kuşkusuz akla ilk gelen, tarihteki en eski yazılı antlaşma olma niteliği taşıdığı kabul edilen Kadeş Antlaşması. Mısır Firavunu II. Ramses ve Hitit Kralı III. Hattuşili arasında imzalanan bu barış antlaşması, Hititlerin idari ve dinî merkezi Hattuşa’da ortaya çıkarılmış. 1986 yılından beri UNESCO Dünya Miras Listesi’nde bulunan ve Türkiye’nin listedeki en eski alanlarından olan Hattuşa’nın önemi hem Hitit uygarlığına ışık tutmasından hem de şehirdeki unsurların iyi korunmuşluğundan kaynaklanıyor. Çorum’un Boğazkale ilçesi yakınlarındaki Hattuşa’nın yerleşim tarihine baktığımızda ilk izlerin tarihöncesi döneme kadar uzandığını görüyoruz. Hititler ise bölgeye MÖ 2000 civarında gelip yüzyıllar içinde giderek güçlenen bir devlet kurmuş. Varlığı devam ettiği sürece Anadolu coğrafyasının en etkili devletlerinden olan Hititlere başkentlik yapan Hattuşa veya bugünkü adıyla Boğazköy’de gerçekleştirilen araştırma ve incelemeler sonucunda kentte MÖ 1700’lü yıllar civarında bir yangın olduğu ortaya çıkmış. Bu yangını büyük ganimetler bulma hevesiyle geldiği şehirde hayal kırıklığına uğraması nedeniyle Kuşşara Kralı Anitta’nın çıkardığı anlaşılmış. Bu bilgiye ise Anitta’nın ardında bıraktığına inanılan “Gece yaptığım bir saldırı ile şehri aldım. Yerine yaban otu ektim. Benden sonra her kim kral olur ve Hattuşa’yı yeniden iskan eder- 39 KUZEY KISMINA AŞAĞI ŞEHIR, GÜNEY KISMINA YUKARI ŞEHIR DENILEN HATTUŞA’NIN ASLANLI KAPI, KRAL KAPI VE SFENKSLI KAPI BAŞTA OLMAK ÜZERE ANITSAL KAPILARI BIZE IŞLEV VE ESTETIĞIN NASIL HARMANLANDIĞINI GÖSTERIYOR. se fırtına tanrısının laneti üzerinde olsun” yazılı kitabe sayesinde ulaşılmış. Anitta’nın laneti Hitit Kralı Labarna’yı çok korkutmamış olsa gerek, zira buraya gelip şehri yeniden iskan etmiş ve “Hattuşalı” anlamına gelen Hattuşili ismini almış. Hattuşa’da bulunan oldukça fazla sayıdaki çivi yazılı tablet sayesinde şehirdeki sosyal, idari ve dinî yaşam hakkında fikir sahibi olmak mümkün. Tabletler aynı zamanda Hattuşa’nın diğer devletlerle olan yazışmalarına ve bu devletlerle yapılan antlaşmalara da ışık tutuyor. Hattuşa’nın hazinesi çivi yazılı tabletlerden ibaret değil elbette. Şehrin ayakta kalmayı başarmış kısımlarından her biri bize bu çok 40 KÜLTÜR VARLIKLARI unsurlu, çok dinli merkez hakkında önemli bilgiler sunuyor. Uzunluğu 8 kilometreyi bulan ve üzerinde şehir dışına açılan kapılar olan surlarla çevrili Hattuşa’nın merkezinde bir kale, kalenin kuzeyinde ise bir açık hava tapınağı niteliğindeki Yazılıkaya yer alıyor. Şehrin kuzey kısmı Aşağı Şehir olarak adlandırılırken güneyde kalan kısmına da Yukarı Şehir deniliyor. Hattuşa’nın günümüze ulaşmayı başaran mimari yapıları ve bu yapılardaki detaylar sayesinde Hitit uygarlığının karanlıkta kalan kısımları bir bir ortaya çıkıyor. Tanrılar ve hükümdarların yüceltildiği mabet Hattuşa’nın en iyi korunmuş ve bizleri aydınlatmaya en mukte- dir olan mirasları arasında Yazılıkaya açık hava tapınağı ayrı bir yerde duruyor. Şehre yaklaşık 2 kilometre uzaklıktaki Yazılıkaya, doğal kayalıklara inşa edilmiş. Hitit halkının bu derece önemli ve büyük bir mabet için özellikle kayalıklı bir bölgeyi tercih etmesi, bazı akademisyenlerce taş ve kayanın Hitit dinî inancında özel bir yeri olduğu şeklinde yorumlanıyor. Hitit halkının her bahar yeni yılın gelişini kutladığı yer olduğu düşünülen Yazılıkaya, iki ana odadan oluşuyor. Bu tapınağın en önemli özelliği ise yalnızca Hitit tanrılarının değil, aynı zamanda Hurri kökenli tanrıların betimlemelerinin de bulunduğu bir yer oluşu. Bu durum, Hitit uygarlığının çok unsurlu yapısının temel göstergeleri arasında kabul ediliyor. Yazılıkaya’nın ana kısmını oluşturan odanın duvarları iki yanda tanrı ve tanrıça kabartmalarıyla donatılmış. Bu tanrı ve tanrıça dizilimi takip edildiği takdirde tapınağın esas unsuruna, fırtına tanrısı Tesup ile güneş tanrıçası Hepat’ın bir arada tasvir edildiği noktaya geliniyor. Bu kabartma, karı-kocanın buluşmasından çok daha fazlasını anlatıyor ve önemli simgesel anlamlar taşıyor. Odanın duvarlarında tasvir edilen tanrıların tanıklık ettiği bu birleşme, esasen gökyüzü ile yeryüzünün bir araya gelişini, hayatın doğum-ölüm-yeniden doğum şeklinde ilerleyen sonsuz döngüsünü sembolize ediyor. Bu odada yer alan bir diğer önemli kabartma ise Tesup ile Hepat kabartmasının tam karşısına konumlandırılmış. Çalışma, Hitit Kralı IV. Tuthaliya’yı gösteriyor. Yazılıkaya tapınağındaki diğer ana odaya baktığımızda ise yine bir önceki odada olduğu gibi sıra halinde tanrı ve tanrıça ka- 41 HITIT HALKININ HER BAHAR YENI YILIN GELIŞINI KUTLADIĞI YER OLDUĞU DÜŞÜNÜLEN YAZILIKAYA, IKI ANA ODADAN OLUŞUYOR. BU ODALARDA SIRA HALINDE TANRI VE TANRIÇA KABARTMALARINA RASTLANIRKEN GÜNLÜK HAYATIN IÇINDEN BIRÇOK SAHNENIN DE DUVARLARA IŞLENDIĞI GÖRÜLÜYOR. bartmalarına rastlıyoruz. Bu odanın en önemli özelliği, mekanın IV. Tuthaliya’ya adanmış bir mezar odası olduğunun düşünülmesi. Odadaki kabartmalar tapınağın diğer bölümlerine kıyasla çok daha iyi korunmuş. Bu odanın duvarlarına yer altı tanrısı Nergal’in başının tasvir edildiği, kabzasını dört aslanın oluşturduğu büyük bir kılıç ve IV. Tuthaliya’yı fırtına tanrısı Tesup’un oğlu Sarruma’yla sarılır halde gösteren 42 KÜLTÜR VARLIKLARI bir kabartma yapılmış. Odanın girişindeki kireçtaşı blok üzerinde bir zamanlar IV. Tuthaliya’ya ait bir heykelin yükseldiği tahmin edilirken odadaki nişler buranın bir adak yeri olarak da kullanıldığını düşündürüyor. Yüzyıllar boyunca çeşitli ekleme ve değişikliklerin yapıldığı, tanrı ve tanrıça kabartmalarının yanı sıra günlük hayatın içinden birçok sahnenin duvarlarına işlendiği Yazılıkaya, bugün Hitit dinî yaşantısı ve sanat anlayışının en kıymetli nişanesi olma niteliği taşıyor. Şehrin Aslanlı Kapı, Kral Kapı ve Sfenksli Kapı başta olmak üzere anıtsal kapıları ise bize Hattuşa’da işlev ve estetiğin nasıl harmanlandığını gösteriyor. Aslanlı Kapı’ya adını veren aslan kabartmaları ve diğer işlemeler, Kral Kapı üzerindeki tanrı tasviri ile Sfenksli Kapı’nın şehri koruduğuna inanılan sfenksleri Hititlerin sanatsal anlayışını yansıtırken surların altında açılmış labirenti andıran ve özellikle bir saldırı durumunda şehre giriş-çıkışları sağlaması için HATTUŞA’NIN AYAKTA KALMAYI BAŞARMIŞ EŞSIZ YAPILARI VE BU YAPILARDAKI SANATSAL ÖGELER ILE KAZILARDA GÜN IŞIĞINA ÇIKARILAN ÇIVI YAZILI TABLETLER, ŞEHRIN DÖNEMIN EN ÖNEMLI METROPOLLERI ARASINDA YER ALDIĞINI AÇIKÇA ORTAYA KOYUYOR. tasarlanmış potern adı verilen dar geçitler bu halkın işlevsel mimarideki gelişmişliğini ortaya koyuyor. Hattuşa’dan bahsederken 2011 yılında ülkemize iade edilen Boğazköy Sfenksi’ne de değinmek gerekiyor. Bölgede 1915-1917 yıllarında yapılan kazılarda birçok tabletin yanı sıra iki de sfenks bulunmuş. Restorasyon çalışmaları için Almanya’ya gönderilen bu eserlerden hemen hepsi zamanla ülkemize iade edilirken Boğazköy Sfenksi’nin iadesi için aradan neredeyse yüz yıl geçmesi gerekmiş. Birçok diplomatik girişim sonucu Türkiye’ye dönen ve bugün Boğazköy Müzesi’nde sergilenen kireçtaşından yapılmış Boğazköy Sfenksi 2,5 metreyi aşan boyu, 2 metreye yaklaşan eni ve 1700 kiloyu bulan ağırlığıyla devasa bir eser. Hattuşa’nın ayakta kalmayı başarmış yapıları ve bu yapılardaki sanatsal ögeler ile kazılarda çıkarılan ve devasa bir arşiv oluşturan çivi yazılı tabletler bize bu şehrin döneminin en önemli metropolleri arasında yer aldığını açıkça gösteriyor. Halkın yerleşimi için kullanılan kısımların yanı sıra saray yapıları ve dinî yapılardan geriye kalanlar sayesinde Hattuşa’nın dönemin “süper gücü” Hititlere layık çok yönlü bir başkent olduğu, dahası buradan önemli ticari ilişkilerin yürütüldüğü ve devletler arası iletişimin de yine bu merkezden sürdürüldüğü anlaşılıyor. Hattuşa, yalnızca Hitit devletine değil, Anadolu tarihine, dolayısıyla uygarlık tarihine ışık tutuyor. 43 DEVLET SANATÇISI OZAN SAĞDIÇ’IN ARŞIVINDEN YAKIN SIYASI TARIHIMIZE DAIR ÇARPICI KARELER 44 RÖPORTAJ İHTILAL DÖNEMLERI, MECLIS’IN TARIHÎ TOPLANTILARI, ÜLKEMIZIN GELECEĞINE YÖN VERMIŞ DEVLET ADAMLARININ SIYASET VE AILE HAYATLARI... BU SAYDIKLARIMIZ FOTOĞRAF ALANINDA ILK VE TEK DEVLET SANATÇISI UNVANINA SAHIP OZAN SAĞDIÇ’IN OBJEKTIFINE YANSIYAN ÇARPICI KARELERDEN BAZILARI. HER BIRI YAKIN SIYASI TARIHIMIZE DAIR BIRER BELGE NITELIĞI TAŞIYOR, GEÇMIŞTEN BUGÜNE PEK ÇOK ŞEY ANLATIYOR. RÖPORTAJ: SONGÜL BAŞ D ile kolay, tam 62 yıldır fotoğrafla iç içe bir hayat sürüyor Ozan lıma fotoğrafçı yamaklığı geldi, çünkü o zamanlar yapabileceğim Sağdıç. “O an”ı yakaladığı öyle fotoğrafları var ki etkileniş oydu. Bir fotoğrafçıya müracaat ettim, karanlık oda işi verdiler, memek mümkün değil. Yaşama, sanata, ama pek beceremedim, çünkü acemiydim siyasete dair nice unutulmaz kareye imza ve onlar çok hızlı çalışıyorlardı. İşi tam yaatan Sağdıç, fotoğraf alanındaki ilk ve tek pamamama rağmen beni sevmiş olacaklar Devlet Sanatçısı unvanını taşıyor. Ulusal ki İstanbul Umum Fotoğrafçılar Derneği’ne ve uluslararası pek çok ödüle sahip usta katip olmamı sağladılar. Bu sayede İssanatçı, “Neşe ve hüznü aynı fotoğrafta tanbul’daki bütün fotoğrafçıları tanıdım. buluşturmayı seviyorum” diyor. Dernek aidatlarını kendileri getirebilirlerdi, Ozan Sağdıç, fotoğrafla tanışma öyküama ben merakımdan stüdyoları tek tek sünü şöyle anlatıyor: “İlk fotoğraf makidolaşır, hem aidat toplar hem de çalışmanemi aldığımda 18-19 yaşlarındaydım. Çok larını gözlemlerdim. O zamanlar bugünkü basit, oyuncak gibi bir kutu makineydi. gibi iletişim araçları yoktu; bayram, yılbaşı 1953 senesinde o makineyle ilk önce gibi günlerde mutlaka tebrik kartı göndeOzan Sağdıç memleketim Edremit’teki tarihî Kurşunlu rilirdi. O kartlardan yapabilir miyim diye Cami’yi cumbalı iki ev arasından çekmişdüşündüm ve emanet bir fotoğraf makitim. Daha sonra Akçay’da bir at arabasının nesiyle 40 kadar İstanbul fotoğrafı çektim; siyah-beyaz tabii. Bir gün gazetede ‘Fosuları sıçrata sıçrata ırmaktan geçişini toğrafçılardan manzara fotoğrafları satın fotoğraflamıştım. İlk iki fotoğrafım healınacaktır’ diye bir ilan gördüm. İstanbul men dikkati çekmişti. ‘Bu çocukta iş var’, fotoğraflarımı alıp ilandaki adrese gittim. ‘İleride fotoğrafları Avrupa dergilerinde Burası, aylık yayımlanan Hayat mecmuasıyayımlanacak’ sözlerini duymak benim için nı daha kaliteli bir baskıyla haftalık olarak manevi destek olmuştu. Lise üçüncü sınıfı çıkarmaya hazırlanan yayıneviydi. 10 tane bitirdiğim sene ani bir kararla lise eğitimi fotoğrafımı aldılar, karşılığında çok iyi dört seneye çıkarıldı. Fazladan bir sene bir para verdiler. Bu parayla profesyonel okumak doğrusu angarya gibi geldi ve işi fotoğraf çekebilecek ilk makinemi aldım. biraz haylazlığa vurdum. Neticede, yatılı Yayınevindeki görüşme sırasında derginin okuduğum Kabataş Lisesi’nde iki dersten sahibi Şevket Rado ve neşriyat müdürü bütünlemeye kaldım. Bir sene beklemem Hikmet Feridun Es, ‘İki aya kadar bir dergi gereken o dönemde İstanbul’da bir işte Ozan Sağdıç’ın 1923-1946 yılları arasında milletvekilliği yapmış dedesi Mehmet Cavit Bey (soldaki) çıkaracağız. Bâbıâli tecrübesi olmayan, çalışıp geçimimi sağlamayı düşündüm. Ak- 45 günlük gazete foto muhabirliği alışkanlıkları edinmemiş, taze bir göz arıyorduk, onu sende bulduk. Bizimle çalışır mısın?’ dediler. Böylece 1956’da Hayat mecmuasında foto muhabiri olarak çalışmaya başladım.” “Memleketim Edremit’e geldiğinde Adnan Menderes’in fotoğraflarını çekmiştim” Ozan Sağdıç, İstanbul’da mesleğe adım attıktan sonra Ankara ile yolunun nasıl kesiştiğini sorduğumuzda “1959 yılında Hayat mecmuasının Ankara bürosunun açılmasına karar verildi. Hikmet Feridun Es ‘Ankara’ya gider misin?’ diye sordu. Teklifi kabul ettim ve 29 Nisan 1960’ta Ankara’ya geldim” yanıtını veriyor. O tarihten itibaren siyaseti yakından takip eden Sağdıç, ülkemizin geleceğine yön vermiş pek çok siyasetçinin fotoğrafını çekiyor. Onun usta objektifine ihtilal dönemleri de yansıyor, Meclis’in tarihî toplantıları da. Ozan Sağdıç, “Henüz gazeteci olmadan önce fotoğraflarını çektiğim siyasetçiler var. Mesela memleketim Edremit’i ziyaret ettiklerinde rahmetli Adnan Menderes ve Osman Bölükbaşı’nın fotoğraflarını çekmiştim. O zamanlar 19-20 yaşlarındaydım ve amatör olarak fotoğrafla 46 RÖPORTAJ ilgileniyordum. Kabataş Lisesi’nde öğrenciyken Bâbıâli’ye çok sık giderdim. Bir gün Dünya gazetesinin önünde Kasım Gülek’i gördüm. Kendisini almaya gelecek arabayı bekliyordu. Tam o esnada fotoğrafını çektim. Bu kareler hâlâ arşivimdedir” diyor. Hayat dergisinde foto muhabiri olarak çalışmaya başladıktan sonra siyasetçilerle sık sık bir araya gelen Sağdıç, renkli bir anısını şöyle anlatıyor: “Hayat mecmuasında işe girdikten kısa bir süre sonra bana önemli bir görev verdiler. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Umurbey’de doğduğu evde fotoğraflarını çekecektim. Daha önce hiçbir devlet adamının bu kadar yakınında olmadığım için fotoğraf çekerken nasıl hitap edeceğimi bilmiyordum. Celal Bayar Umurbey’de köy meydanına geldiğinde yanındaki kalabalıkla birlikte yürümeye başladı. Hemen kalabalığın önüne geçip fotoğraf çekmek için hazırlık yaptım. O esnada elinde film kamerası ile bir ağabey koşa koşa yanıma geldi. Belli ki gruptan biriydi ve işinde oldukça tecrübeliydi. Bana da sıcak davranmış ve ‘Sen neredensin kardeşim?’ diye sormuştu. ‘Hayat mecmuasından’ cevabını verince ‘Oh, çok güzel, bizdensin yani’ demişti. Onun tecrübeli biri olduğunu görünce bu ağabey nasıl davranırsa ben de o şekilde davranmalıyım diye düşündüm. Yolda giderken ağabeyin film kamerasında bir sıkıntı oldu ve Bayar’a seslenerek ‘Baba, bir dakika’ dedi. Bayar ve yanındakiler durdu. Filmci ağabey sıkıntıyı giderdikten sonra ‘Tamam baba’ dedi ve heyettekiler tekrar yürümeye başladı. Ben kaç gündür Celal Bayar’a nasıl hitap edeceğimi düşünürken ağabeyin ‘baba’ diye seslenmesine hem şaşırmış hem de demek ki devlet adamları muhabirlerle içli dışlılar, birbirlerine karşı samimi davranıyorlar diye düşünmüştüm. Tam Bayar’ın doğduğu evin kapısından içeri girileceği sırada makinemde film bitti. O anda hemen ağabey gibi yaptım ve Celal Bayar’a ‘Baba, bir dakika’ diye seslendim. Bayar ve yanındakiler şaşırmış bir halde bana baktılar. O anda ağabey imdadıma yetişti, ‘Baba, arkadaş bizden, Hayat mecmuasından’ dedi. Heyettekiler bir süre film değiştirmemi bekledi ve ‘Tamam’ deyince kapıdan içeri girdi. Sonrasında ‘baba’ diye seslenerek Bayar’ın pek çok fotoğrafını çektim. Bu arada filmci ağabey ‘Babayla beraber ben de bir fotoğraf isterim’ deyip yanına oturdu. O fotoğrafı da çektim, bu ne samimiyet diye düşünerek. Evde çekim bittikten sonra Prof. Dr. Kenan Özbel’le sohbet ederken ‘Turgut Bayar’ı ilk kez tanıyorum, çok beyefendi bir insanmış’ dedi. ‘Turgut Bayar 47 SANAT YAŞAMINDA 62 YILI GERIDE BIRAKAN OZAN SAĞDIÇ, FOTO MUHABIRI OLARAK SIYASETI YAKINDAN TAKIP ETTIĞI DÖNEMLERDE İSMET İNÖNÜ’DEN ITIBAREN PEK ÇOK CUMHURBAŞKANININ FOTOĞRAFLARINI ÇEKTIĞINI BELIRTIYOR. kim hocam?’ dedim. ‘Bayar’ın oğlu’ dedi. ‘Buradaysa babasıyla birlikte bir fotoğrafını çekseydik’ dedim. ‘Çektin ya, yukarıda merdiven başında’ deyince filmci ağabeyin Celal Bayar’ın oğlu olduğunu anladım. Meğer oldukça profesyonel bir film kamerası ile amatörce çekim yapıyormuş. Bayar’a benim için ‘Bizden’ demesinin de bir nedeni varmış. Hayat mecmuasını çıkaran anonim şirketin murahhas azasıymış. Bu olaydan sonra ‘ben ne çamlar devirmişim’ diye düşünürken sevindirici haberi neşriyat müdürümüz Hikmet Feridun Es verdi. Turgut Bayar İstanbul’a dönünce sorumlu patronumuz Şevket Rado’yu arayarak ‘Nereden buldunuz bu çocuğu? Canavar gibi bir muhabiriniz var. Babamın ağzından girdi burnundan çıktı. Bu kadar medeni cesaret sahibi bir genç görmedim, helal olsun’ demiş.” 48 RÖPORTAJ “13 yıl boyunca İsmet İnönü’nün fotoğraflarını çektim” Ozan Sağdıç’ın objektifine yansıyan fotoğraflar arasında 27 Mayıs askerî darbesi dönemine ait olanlar da önemli bir yer tutuyor. İstanbul’dan Ankara’ya gelmesinden bir ay sonra darbe olduğunu ve sokakta fotoğraf çektiği sırada askerler tarafından Harp Okulu’na götürüldüğünü anlatan Sağdıç, “Neyse ki oradan salıverdiler, az kalsın Yassıada’ya gidecektim!” diyor. 27 Mayıs döneminde Ankara Kapalı Cezaevi’nde yatan pek çok gazetecinin çıkar çıkmaz fotoğraflarını çektiğini ifade eden Sağdıç, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Sonradan birçoğuyla arkadaşlık kurduğum bu gazeteciler arasında İsmet İnönü’nün damadı Metin Toker de vardı. Kendisine İnönü’nün fotoğrafını çekip çekemeyeceğimi sordum. Onun da yardımıyla İnönü ailesinin Ayten Sokak’taki iki katlı evine gittim. Fotoğraf çekimi için hazırlandığımız sırada İnönü, üst katın merdivenlerinden inmekte olan eşi Mevhibe Hanım’a seslenerek ‘Gel, seni müstesna bir şahsiyetle tanıştıracağım’ dedi. Sonra da siyasetin yanı sıra magazin aktüalitesini de iyi takip ettiğini gösteren şu sözleri söyledi: ‘Bugünlerde en kıymetli meslek fotoğ- rafçılık. Baksana İngiltere prensesi bile bir fotoğrafçıyla evleniyor.’ O gün çektiğim fotoğraflar Hayat mecmuasında yayımlandı, bir tanesi de kapakta yer aldı.” Ozan Sağdıç, 13 yıl boyunca İsmet İnönü’nün sayısız fotoğrafını çektiğini belirterek, “İsmet Paşa, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın konserlerini kaçırmazdı. Ben de hep orada olurdum. İnönü’nün konser günlerinde çektiğim pek çok fotoğrafı var. Hatta ‘En Büyük Dinleyici İnönü’ isimli bir sergi de hazırlamıştım” diyor. Sağdıç, bir gün bir tören sırasında fotoğraf çekerken İsmet İnönü’nün yanındaki milletvekiline kendisini göstererek şu espriyi yaptığını aktarıyor: “Biz protokolde en önde giden insanlarız, fakat bizim de önümüzde giden iki grup insan var; biri bize eskortluk yapan trafik polisleri, diğeri ise foto muhabirleri.” Sanat yaşamında 62 yılı geride bırakan Ozan Sağdıç, foto muhabiri olarak siyaseti yakından takip ettiği dönemlerde İsmet İnönü’den itibaren pek çok cumhurbaşkanının fotoğraflarını çekiyor. “Hayat mecmuası prestiji ve tirajı yüksek bir dergiydi. Gazeteler 20-30 bin satarken Hayat her hafta 240-250 bin tiraja 49 yakın oturan bu üç kişi çok kısa huriyet Senatosu sıralarında birbirine “Cum r: üyo söyl arı şunl ilgili la ğraf bu foto lük Kontenjan Senatörü olan Ozan Sağdıç, 1973 yılında çekilmiş günlük Emekli Orgeneral ve bir gün iki üz Hen r. dirle ersiz hab n nde Gürler’e verilen nasıl bir çizgi çizeceği askerî baskıya direnç gösterecek ve bir süre içinde kaderin kendilerine neredeyse emindir. Ancak TBMM, en ğind lece seçi nı aşka iral ve Kontenjan hurb Oram cum eski Komutanı Emekli Faruk Gürler, birkaç gün içinde ki koltukta oturan Deniz Kuvvetleri ında yan er’in Gürl k Faru r. ekti edec dan bile geçmemektedir. Ancak oylar her turda büyük düşüşler kayd hurbaşkanlığı düşüncesi aklının ucun cum elen tem muh a sırad i ldiğ ğrafın çeki ndeki sırada oturan eski Senatörü Fahri Korutürk’ün ise foto yacaktır. Gürler ve Korutürk’ün önü taşı ’ya kaya Çan ’ü türk Koru lar işecek ve gelişen olay edecektir.” çok kısa bir süre içinde her şey değ lı bir saldırı sonucunda hayata veda Nihat Erim ise yedi yıl sonra silah ü Başbakan ve Kontenjan Senatör 50 RÖPORTAJ USTA FOTOĞRAF SANATÇISININ OBJEKTIFINE SIYASETÇILERIN YANI SIRA TBMM’NIN 1961 YILINDAN BU YANA KULLANDIĞI BUGÜNKÜ BINASI DA ÇEŞITLI YÖNLERIYLE YANSIYOR. ulaşıyordu. Biz daha çok cumhurbaşkanlarının ve siyasi parti liderlerinin politika dışındaki hayatlarıyla ilgili haber ve röportajlar yapıyorduk. Mesela 1960’ı 61’e bağlayan gece politikacıların evlerini dolaşarak yılbaşını nasıl geçirdikleriyle ilgili haber hazırlamıştık. 1965-66’larda politikacılar ve kızlarını konu alan bir röportaj serisi yayımladık. Adalet Partisi iktidara geldiği zaman bakan eşlerini dergi olarak ilk defa biz bir araya getirdik. Kızılay’da bir pastanede rahmetli Nazmiye Hanım’ın da katıldığı bir organizasyon yapmıştık” diyen Sağdıç, bu tür haber ve fotoğrafların hem siyasetçiler hem de okurlar tarafından ilgiyle karşılandığını kaydediyor. “TBMM’nin nasıl çalıştığı ve Meclis binasının özellikleriyle ilgili bir kitap hazırladım” Ozan Sağdıç, fotoğrafını çektiği cumhurbaşkanlarından Turgut Özal’la ilgili bir anısını ise şöyle anlatıyor: “Turgut Özal cumhurbaşkanı seçildikten sonra bir hafta boyunca fotoğraflarını çektim. Çankaya Köşkü’ne taşınma sürecinde günlük hayatına dair kareleri tespit ettim. Bunlar arasında spor yaparkenki görüntüleri de vardı; 51 yürüyüş bandında, kondisyon bisikletinde… Bir dergi için yaptığım bu çalışma çerçevesinde Turgut Özal’ın yemin etmek üzere Meclis’e gitmeden önceki fotoğraflarını da çekecektim. Yemin günü Çankaya Köşkü’nün önüne geldiğimizde serin bir hava vardı. Fotoğraf çekimi yaparken bir ara ‘Hadi ama üşüttün beni’ dedi. O sırada Sayın Özal’ın cumhurbaşkanlığıyla ilgili tartışmalar aklıma geldi ve ‘Efendim, Çankaya’nın havası ayazdır’ diye espri yaptım. Rahmetli Özal, şöyle bir yüzüme baktı, ama Meclis’e gitmek için acele ettiğinden hiçbir şey söylemeden Köşk’ten ayrıldı.” Ozan Sağdıç’ın anıları arasında Bülent Ecevit’le ilgili olanlar da önemli bir yer tutuyor. Ecevit’le sıkça görüştüğünü ve pek çok fotoğrafını çektiğini belirten Sağdıç, “Şiirlerimin yer aldığı Çağla Çağı isimli kitabım 11 Eylül 1980 tarihinde, yani 12 Eylül ihtilalinden bir gün önce basılmıştı. İhtilalin olduğu gün görevli olarak Almanya’daki bir fuara gitmek üzere havaalanına vardığımda şiir kitabımı bir zarfa koydum ve üzerine ‘Bülent Ecevit, Askerî Garnizon, Çanakkale’ yazarak postaya verdim. Ayın 25’inde Ecevit’ten bir mektup aldım. ‘Bugünlerde en büyük tesellimiz güzel şiirleriniz oldu’ diyor ve ‘Boğuk Özgürlük’ isimli şiirime atıfta bulunarak ‘Bu boğuk özgürlüğü atlatacağız inşallah’ temennisini dile getiriyordu. Bu mektubu hâlâ saklarım, benim için çok güzel bir anıdır” diyor. 52 RÖPORTAJ ARŞIVINDE SERGI VEYA KITAP PROJESI OLABILECEK BIRÇOK KARE BULUNAN OZAN SAĞDIÇ, “YAKIN SIYASI TARIHIMIZDEKI BIRBIRINDEN DEĞERLI PEK ÇOK SIYASETÇININ FOTOĞRAFLARINI ÇEKMIŞ OLMAKTAN DOLAYI MEMNUNIYET DUYUYORUM” DIYOR. Usta fotoğraf sanatçısının çalışmaları arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi ile ilgili olanlar da özel bir önem taşıyor. TBMM’nin 1961 yılından bu yana kullandığı bugünkü binası hizmete açılmadan önce dört bir tarafında fotoğraf çekimleri yaptığını ve bunların Hayat dergisinde yayımlandığını ifade eden Ozan Sağdıç, “Bu fotoğraflar ve geniş kapsamlı bir röportajla Meclisimizin yeni binasını tüm detaylarıyla Türkiye’ye tanıttık” diyor. Sonraki yıllarda foto muhabiri olarak yasama faaliyetlerini yakından takip ettiğini anlatan Sağdıç, “Cahit Karakaş’ın Meclis Başkanlığı döneminde TBMM’nin nasıl çalıştığı ve Meclis binasının özellikleriyle ilgili bir kitap hazırladım. Bu çalışma çerçevesinde dört siyasi partinin genel başkanları Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş ve Necmettin Erbakan’ın da makamlarında fotoğraflarını çektim” diye konuşuyor. Ozan Sağdıç, bugün fotoğraf arşivine baktığında neler hissettiğini sorduğumuzda şu yanıtı veriyor: “O kadar çok fotoğraf var ki… Ne çok koşuşturmuşum, ne çok olaya tanık olmuşum diye bazen ben bile şaşırıyorum. Yakın siyasi tarihimizdeki birbirinden değerli pek çok siyasetçinin fotoğraflarını çekmiş olmaktan dolayı memnuniyet duyuyorum. Fotoğrafları derlerken birçok sergi veya kitap projesi olabilecek kareler bulunduğunu görüyorum. Bu da bana ayrı bir mutluluk ve gurur veriyor.” 53 20 KASIM DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ 54 “ON SEKIZ YAŞINA KADAR HER INSAN ÇOCUK SAYILIR” DIYEREK EN KIYMETLI VARLIKLARIMIZIN HAKLARINI BIR BIR DÜNYAYA ILAN EDEN BIRLEŞMIŞ MILLETLER ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESI, 20 KASIM 1989 TARIHINDEN BU YANA BIZ BÜYÜKLERE ÇOCUKLARA KARŞI GÖREV VE SORUMLULUKLARIMIZI HATIRLATIYOR. SÖZLEŞMENIN KABUL EDILDIĞI 20 KASIM, HER YIL “DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ” OLARAK KUTLANIYOR. ÖZGE AYDIN Ç ocuk hakları, evrensel düzeyde bir kavramdır ve dünya üzerindeki tüm çocukların doğuştan sahip oldukları yaşam, barınma, sağlık, eğitim ve sömürüye karşı korunma haklarının bütününü ifade eder. Çocuk haklarının kavramsal tartışmaları 20. yüzyılın ilk çeyreğinde başlar. Öncesinde, çocuğun korunması ve yetiştirilmesiyle ilgili konuların aile sorumluluğunda olduğu görüşü yaygındır. Bu anlayış çocuk hakları kavramının ortaya çıkışıyla yerini hak ve özgürlük temelli bir bakış açısına bırakır. I. Dünya Savaşı’nın küresel düzeyde yarattığı sonuçlar, açlık, yoksulluk, hastalık gibi ciddi sorunlarla yüzleşen çocukların durumunun hem ülkeler düzeyinde hem de uluslararası mecralarda tartışmaya açılmasını sağlar. Çocukların korunmasına dair ortaya atılan felsefi görüşlerin kökeni 15. yüzyıla dayanır. Konuyla ilgili ilkeler ilk kez Aydınlanma Çağı filozofları tarafından öne sürülmüştür. Bu ilkelerin çıkış noktası çocukların yetiştirilmesi ve eğitimleriyle ilgilidir. 18. yüzyıla gelindiğinde ise İsviçreli eğitim reformcusu Johann Heinrich Pestalozzi, toplumsal ilerlemenin yolunun öncelikle eğitimden geçtiğini ve çocukların yaşadıkları sorunların eğitimsizlikten kaynaklandığını söyler. Bu dönemde gerçekleşen Sanayi Devrimi, ekonomik ve sosyal gelişmelere önayak olmanın yanı sıra çocuk yoksulluğu ve çocuk işçiliği gibi varlığı eski çağlara dayanan ciddi sorunların daha da görünür hale gelmesini sağlar. Bu dönemde kaleme alınan çoğu edebi eserin çocuklarla ilgili sorunlardan bahsettiği görülür. Örneğin Charles Dickens’ın 1838’de yayımlanan ünlü romanı Oliver Twist, yetimhanede büyüyen bir çocuğun yaşadıklar ı üzerinden çocuk yoksulluğunu betimlerken, Émile Zola’nın Germinal’i çocuk işçiler sorununa eğilir. Bu tar z gelişmeler, çocuk haklarının yasalar çerçevesinde korunması ve çocuk refahının geliştirilmesinde kurumların aktif rol üstlenmesi düşüncelerinin yaygınlaşmasını sağlar. Çocuk haklarının uluslararası düzeyde bir örgüt tarafından korunması gerektiği düşüncesi, giderek daha geniş kesimlerce vurgulanmaya başlar. Bu doğrultuda atılan ilk resmî adım, 1911 ve 1912 yıllarında çocuk, genç ve annelerin korunması için İsviçre ve Belçika’da kurulan merkezlerde başlatılan 55 I. DÜNYA SAVAŞI’NIN ARDINDAN AKTIVIST EGLANTYNE JEBB TARAFINDAN İNGILTERE’DE KURULAN “SAVE THE CHILDREN” ISIMLI SIVIL TOPLUM ÖRGÜTÜ, ÇOCUK HAKLARININ ULUSLARARASI DÜZEYDE KORUNMASI IÇIN ATILAN ILK SOMUT ADIM OLUR. çalışmalardır. Ancak I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi nedeniyle bu girişimler yarıda kalır. Savaşın ardından aktivist Eglantyne Jebb tarafından İngiltere’de kurulan “Save the Children” isimli sivil toplum örgütü, çocuk haklarının uluslararası düzeyde korunması için atılan ilk somut adımın örneği olur. Jebb, savaşın bitmesinden birkaç ay sonra Londra sokaklarında dönemin hükümetini eleştiren el ilanları dağıtırken tutuklanır. Amacı, savaş nedeniyle Almanya ve Doğu Avrupa ülkelerine uygulanan ablukanın milyonlarca çocuğu nasıl etkilediğini göstermek ve yetkili organların bu konu üzerine harekete geçmesini sağlamaktır. Tutuklanmasının ardından hakim karşısına çıkarılan Jebb, protestosunun altında yatan onurlu düşünce sayesinde hapis cezası yerine para cezasına çarptırılır. Jebb’in ödediği bu ceza, çocuklar için kurduğu “Save the Children” vakfına yapılan ilk yardım olarak yorumlanmıştır. Vakıf, kuruluşunun hemen ardından pek çok başarılı yardım kampanyasına imza atar ve “Save the Children”ın öncülüğünü yaptığı ilkeler, çocuk haklarının korunması için ülkeler bazında başlatılan çalışmaların uluslararası düzeye taşınmasına yardımcı olur. 56 1989’DA BIRLEŞMIŞ MILLETLER GENEL KURULU’NCA 3 KISIMDAN OLUŞAN “ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESI” YAYIMLANIR. 193 ÜLKENIN TARAF OLDUĞU 54 MADDELIK BU SÖZLEŞME, KISA SÜREDE “EN ÇOK KATILIMCIYA SAHIP SÖZLEŞME” UNVANINI KAZANIR. 1920’de “Uluslararası Çocuklara Yardım Birliği” adıyla İsviçre’de kurulan örgüt, 1923 yılında Eglantyne Jebb’in kaleme aldığı “Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi”ni yayımlar. I. Dünya Savaşı’nın ardından uluslararası barışa katkı sağlamak amacıyla kurulan Milletler Cemiyeti’nin de 1924’te onayladığı Cenevre Bildirgesi, çocuk haklarının uluslararası alanda korunmasına yönelik ilk sözleşme olarak tarihe geçer. “İnsanlık, çocuğa sahip olduğu en değerli şeyi vermekle yükümlüdür” düşüncesinden yola çıkan ve beş maddeden oluşan bu bildirge, 1928 yılında Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından imzalanarak ülkemizce de kabul edilir. Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi, çocukların ruhsal ve bedensel gelişimleri için uygun şartların sağlanması ve istismara karşı korunmasının yanında beslenme, sağlık, eğitim gibi ihtiyaçlarının karşılanmasının gerekliliğine de değinir. II. Dünya Savaşı’nın ardından Milletler Cemiyeti’nin dağılması, çocuk hakları üzerine yürütülen çalışmalara ara verilmesine neden olur ve Cenevre Bildirgesi bir süreliğine kağıt üzerinde kalır. 1945’te Milletler Cemiyeti’nin devamı niteliğinde kurulan Birleşmiş Milletler, 1948 yılında “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”ni yayımlar. Söz konusu beyanname, içeriği gereği çocuk hak ve özgürlüklerine yönelik birtakım ilkelere değinir. Ancak çocukların yapısal olarak yetişkinlere benzememesi, dolayısıyla farklı ihtiyaçlara sahip olması nedeniyle onlar için ayrı bir bildirgeye ihtiyaç olduğu vurgulanarak bu alandaki çalışmalar sürdürülür. Bu çalışmalar doğrultusunda Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Haklar Konseyi İnsan Hakları Komisyonu’nca 1959’da hazırlanan taslak, aynı yılın ekim ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Sosyal, İnsani ve Kültürel İşler Komisyonu tarafından kabul edilir. 20 Kasım günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca onaylanan ve 10 maddeden oluşan “Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi”, Cenevre Bildirgesi’nin daha kapsamlı hale getirilmiş bir örneği olarak çocukların mutlu bir yaşama sahip olmasını garanti etmek ve bu bildirgenin içerdiği haklardan yararlanabilmesini sağlamak amacıyla ilan edilmiştir. Bildirge kapsamında tüm birey, kurum ve kuruluşlarca çocuk haklarının kabulünün ve bu doğrultuda koyulan kanunların uygulanabilmesi için gerekli çabanın gösterilmesinin gerekliliği ve önemi vurgulanır. Bildirgenin yayımlanmasının ardından çocuk haklarının korunması ve çocuk refahının geliştirilmesine yönelik siyasi süreç devam ederken 1979 yılı Birleşmiş Milletler tarafından “Dünya Çocuk Yılı” ilan edilir. Daha sonra, Çocuk Hakları Bildirgesi’nin çocukların korunması konusunda yetersiz kaldığı düşüncesiyle 1989’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca 3 kısımdan oluşan “Çocuk Hakları Sözleşmesi” yayımlanır. 193 ülkenin taraf olduğu 54 maddelik bu sözleşme, kısa sürede “en çok katılımcıya sahip sözleşme” unvanını kazanır. Türkiye’nin 14 Eylül 1990’da imzaladığı 57 ÇOCUK HAKLARI DENILDIĞINDE AKLA ILK GELEN KURUM OLAN BIRLEŞMIŞ MILLETLER ÇOCUKLARA YARDIM FONU (UNICEF), ÇOCUK HAKLARININ UYGULANMASINA DESTEK VERMEK AMACIYLA 1946 YILINDA KURULMUŞTUR. sözleşme, 9 Aralık 1994’te TBMM’de kabul edilmiş ve 27 Ocak 1995 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin kabul edildiği gün olan 20 Kasım, çocuk hakları ve özgürlüklerine dair farkındalığı artırmak ve çocuk hakkı ihlallerinin önlenmesi için kamuoyu oluşturmak amacıyla her yıl tüm dünyada “Çocuk Hakları Günü” olarak kutlanmaktadır. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme olarak da bilinen bu sözleşme, diğer iki bildirgedeki gibi çocukların yetişkinlerden daha farklı ihtiyaçlara sahip olduğu ve onları ilgilendiren tüm konularda çocuğun mutlak yararının önceliği bulunduğu ilkelerinden yola çıkar. 18 yaşın altında olan her bireyin çocuk kabul edilmesi ilkesi sözleşmenin ilk maddesidir. İkinci madde ise sözleşmenin içerdiği hakların din, ırk, statü yahut cinsiyet ayırt edilmeksizin bütün taraf devletlerce taahhüt edildiğini ve taraf devletlerin bu konuda gerekli önlemlerin alınmasıyla yükümlü olduğunu belirtir. Çocuk hakları denildiğinde akla ilk gelen kurum olan UNICEF (Birleşmiş Milletler Çocuklara Acil Yardım Fonu), çocuk haklarının uygulanmasına destek vermek amacıyla kurulmuştur. Güncel faaliyetlerini Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi kapsamında yürütmekte ve gerek Türkiye gerekse dünya çapında çocuklara yönelik kapsamlı çalışmalar yapmaktadır. UNICEF’in küresel öncelikleri arasında bebek ölümlerinin önlenmesi, çocukların bakım, sağlık, beslenme, eğitim gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması ve çocuklara karşı ayrımcılık, şiddet ve sömürünün engellenmesi yer almaktadır. Türkiye, dünyanın birçok ülkesinde temsilciliği bulunan UNICEF’in, Millî Komite’yle birlikte Ülke Ofisi’yle de çalışmalar yürüttüğü tek ülkedir. TBMM’den örnek çalışmalar Osmanlı döneminde muhtaç çocukların korunması vakıflarca sağlanmaktaydı. Çocuk koruma sisteminin temelleri de Tanzimat döneminde ülke çapında başlayan modernleşme hareketi kapsamında oluşturulan kurumlarla atıldı. Mithat Paşa tarafından vilayetlerde kurulan çocuk ıslahhaneleri, kimsesiz ve suç işlemiş çocukların barındırılmasının yanı sıra eğitimlerini de üstlenmekteydi. Osmanlı Devleti’nde çocukların eğitimine yönelik faaliyet 58 TÜRKIYE’DE ÇOCUK HAKLARININ GÖZETILMESI IÇIN DEVLET TARAFINDAN ATILAN EN ÖNEMLI ADIMLARDAN BIRI, ÇOCUK HAKLARININ KORUNMASI VE GELIŞTIRILMESI AMACIYLA 2008 YILINDA KURULAN TBMM ÇOCUK HAKLARI İZLEME KOMITESI’DIR. gösteren bir diğer kurum ise 1863’te padişah fermanı ile kurulan Darüşşafaka okullarıydı. Darüşşafaka parasız yatılı okulları, kimsesiz ve maddi imkanları yetersiz çocuklara eğitim hizmeti vermekteydi. Terk edilmiş çocuklar ise Darülaceze’nin himayesindeydi. Kadın ve çocuklara hizmet veren Hamidiye Etfal Hastanesi de II. Abdülhamid’in (1876-1909) talimatıyla 1899 yılında kurularak ülkenin ilk çocuk hastanesi olmuştur. Meşrutiyet dönemine gelindiğinde çocuk haklarına değinen yazılı çalışmaların sayısında dikkat çeken bir artış olmuş, çocuk hakları konusunda pek çok yayın çıkarılmıştır. Bu yayınlardan en bilineni, Balkan Savaşları’nın yarattığı olumsuz koşullardan etkilenen çocukların durumunu dile getirmek amacıyla çıkarılan Musavver Hukuk-i Etfal (Resimli Çocuk Hakları) isimli dergidir. Cumhuriyet Türkiyesindeki çocuk koruma sistemleri de Osmanlı’daki kurumsal yapıların devamı niteliğinde gelişim göstermiştir. Cumhuriyet’in ilanının ardından mevcut kurumlarda modernleşme çalışmalarının yanı sıra yasal düzenlemelere ağırlık verilmiştir. Bu doğrultuda 1921’de çocukların maden ocaklarında çalışmalarının önlenmesi için kanun çıkarılmış, 1926’da kabul edilen “Türk Medenî Kanunu”nda çocukların korunmasına dair ilkelerden bahsedilmiştir. Aynı yıl kabul edilen “Türk Ceza Kanunu”nda da bu doğrultuda hükümler yer almıştır. Türkiye’de çocuk haklarının gözetilmesi için devlet tarafından atılan en güncel adım ise çocuk haklarının korunması ve geliştirilmesi amacıyla 2008 yılında kurulan TBMM Çocuk Hakları İzleme Komitesi’dir. Dünyada bir ilk olan bu komitenin üzerinde çalıştığı temel konular çocuk istismarı, çocuk işçiliği, çocuk gelinler ve çocuk adaletine yoğunlaşmıştır. TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu bünyesindeki Çocuk Hakları İzleme Komitesi, çocuk haklarına yönelik somut bir denetim mekanizması teşkil etmekte ve bu sayede yasal düzenlemelerin ötesine geçilmesini mümkün kılmaktadır. Siyasi parti grup temsilcilerinden 8 milletvekilinin oluşturduğu komitenin faaliyetleri başta UNICEF olmak üzere çocuklar üzerine çalışan sivil toplum kuruluşları ve bu konuda uzmanlığı bulunan diğer kuruluşlarla işbirliği içinde yürütülmektedir. Çocukların sahip oldukları haklardan yararlanabilmeleri için uygun şartların sağlanması Çocuk Hakları İzleme Komitesi’nin temel amacı olup, çocukların yasalar nezdinde aile ve devlete yüklenen sorumluluklar aracılığıyla korunmasının denetlenmesi başlıca görevlerdendir. Kuruluşunun ardından çeşitli çalışmalara dahil olan komite, 2010 yılında UNICEF Türkiye Temsilciliği’nin de desteğiyle “Çocuk Haklarının Korunması ve Geliştirilmesinde Parlamentonun Rolü” konulu sempozyum düzenlemiştir. Kasım 2013 tarihli “Çocuk Haklarının Korunmasında Uluslararası Hukukun Önemi” ve 2014’te gerçekleşen “Çocuk Haklarının Korunmasında Siyasetçilerin Önderliği” panelleri de Çocuk Hakları İzleme Komitesi’nin himayesinde organize edilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesindeki komite, diğer ülkelerin parlamentolarına da örnek oluşturmakta ve çocuk hakkı ihlallerinin takibini yapmaktadır. 59 BARBAROS TURGUT BOZTEPE: SANATSAL FAALIYETLERI TAKIP EDEN SIYASETÇILER DÜNYAYA DAHA HOŞGÖRÜLÜ BIR PENCEREDEN BAKAR RÖPORTAJ: SONGÜL BAŞ - FOTOĞRAFLAR: EVREN ÖZESEN 1969-73 VE 1977-80 YILLARI ARASINDA SAKARYA MILLETVEKILI OLARAK MECLIS’TE YER ALAN BARBAROS TURGUT BOZTEPE, SIYASETIN HALKLA IÇ IÇE YAPILABILMESININ ANCAK ÖN SEÇIMLE MÜMKÜN OLABILECEĞINI BELIRTEREK, “ÖN SEÇIMLE GELEN MILLETVEKILI HALKTAN ALDIĞI GÜÇLE FIKIRLERINI HER ORTAMDA RAHATLIKLA IFADE EDER” DIYOR. 60 RÖPORTAJ S anat ve siyaset… Her ikisini de iyi bilen bir isim Barbaros Turgut Boztepe. Tiyatro, opera, bale ve çoksesli müzik ta 1950’li yıllarda girmiş hayatına. Siyaset ise 1960’larda. Öyle ilginç ve renkli anıları var ki saatler değil, günler gerekiyor her birini dinleyebilmek için. Boztepe ile Meclis’teki buluşmamızda hem sanatı hem siyaseti konuştuk. Bir de ülke gündemindeki konuları… Barbaros Turgut Boztepe’nin hayat yolculuğu 1933 yılında Sakarya Akyazı’da başlıyor. Millî Mücadele’de Kuvayı Milliye’nin Akyazı kolu olarak görev yapmış dedesi Habipzade Ahmet Hamdi Efendi’den dinlediği hikayeler, çocukluk yıllarına dair unutamadığı anılar arasında yer alıyor. Bir köy çocuğu olarak başladığı hayatı, özellikle İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde okuduğu dönemden itibaren ilginç ve renkli olaylarla dolu bir seyir izliyor. “Üniversitede iktisat disiplininin yanında işletme ve maliye disiplinlerinden mezun oldum. Öğrenciyken İstanbul Belediye Konservatuvarı’nın yatılı kısmına okutman ve gece müdürü olarak kadrolu girdim. Bu görevim 1956’dan 1967’ye kadar devam etti. O yıllarda konservatuvarda birbirinden değerli sanatçılar yetişti. Bugün hepimizin yakından tanıdığı pek çok usta tiyatrocu, operacı ve müzisyenle öğrenci oldukları dönemde birlikte çalıştım, arkadaşlık ve dostluklar kurdum” diyen Boztepe, sanatla ilişkisini 1967 yılında İstanbul Şehir Operası’nda müdür muavini olarak sürdürüyor. Ülkemizde bugün dünya standartlarına ulaşmış sanat dallarındaki gelişim sürecini yaklaşık yarım asırdır yakından takip eden Boztepe, “Tiyatrodan opera-baleye, senfoni orkestralarından korolara kadar sanat kurumlarımız yıllar içinde çok önemli gelişmeler kaydetti ve dünya çapında başarılara ulaştı. Bu, ülkemiz adına son derece mutluluk verici bir durum. Bununla birlikte özellikle çoksesli müzik ve opera-bale sanatlarının Türkiye’de daha geniş kitlelere ulaştırılması, halk tarafından benimsenip sevilmesi için birtakım çalışmalar yapılması gerektiğini düşünüyorum. Mesela halkın aşina olduğu Anadolu ezgilerine ve hikayelerine opera-bale eserlerinde daha fazla yer verilebilir. Geçmişte bu yönde güzel çalışmalar yapıldı. Bunlardan biri, bugün hayatta olmayan değerli besteci ve orkestra şefi Okan Demiriş’in ‘IV. Murat’ operasıdır. Yıllarca kapalı gişe sahnelenen bir eser olmuştur. Konservatuvarda görev yaptığım dönemde Okan Demiriş de öğrenciler arasındaydı. Kendisiyle sohbetimizde ‘Ben bir Anadolu çocuğuyum. Opera besteleri yapılırken Anadolu ezgilerine yer verilirse halkın bu sanat dalını daha kolay benimseyebileceğini düşünüyorum’ demiştim. Yıllar sonra bu yönde çalışmalar yaptığını görmekten mutluluk duydum” diyor. Boztepe, günümüzde toplumun kültür erozyonuna uğradığından şikayet edildiğini belirterek, “Halkımızın çok önemli bir kısmı televizyon kültürüyle besleniyor. Televizyonun olumlu yanları olmakla birlikte pek çok olumsuz yönü de var. Bu bakımdan halkı sanatla buluşturarak eğitim ve kültür seviyesini yükseltecek çalışmalara ağırlık verilmesi gerekiyor. Özellikle belediyelerimiz konservatuvarlar açarak hem geleceğin sanatçılarının hem de sanat izleyicilerinin yetişmesine katkıda bulunabilirler” diye konuşuyor. Barbaros Turgut Boztepe büyük bir mutluluk ve heyecanla anlattığı konservatuvar yıllarına dair önemli bir konunun daha altını çiziyor. O dönemde kurulan İstanbul Belediye Konservatuvarı Tasnif ve Tespit Heyeti’nin uzun yıllar boyunca Klasik Türk Müziği eserlerinin notalarının tespiti yönünde çalışmalar yaptığını kaydeden Boztepe, şu bilgileri aktarıyor: “Bilindiği gibi kendisi de bir bestekar olan Sultan III. Selim, Türk Müziği eserlerinin özgün halleriyle gelecek kuşaklara intikal ettirilebilmesi için çevresindeki müzisyenlerden bir notasyon geliştirmelerini istemiş. Bunun üzerine Hamparsum Limonciyan adlı Ermeni asıllı bestekar ve müzik hocası, ‘Hamparsum Notası’ olarak bilinen notasyonu geliştirerek Türk Müziği eserlerinin notaya kaydedilmesine çok önemli bir katkı sağlamış. İstanbul 61 “SIYASETÇILER HOŞGÖRÜLÜ OLMALI, DAVRANIŞLARIYLA ÖRNEK TEŞKIL ETMELI VE TOPLUMU GERECEK SÖYLEMLERDEN UZAK DURMALIDIR. AKSI HALDE BIRLIK VE BERABERLIĞIMIZI TEHLIKEYE DÜŞÜRECEK FELAKETLERLE KARŞI KARŞIYA KALIYORUZ.” Belediye Konservatuvarı’nda kurulan Tasnif ve Tespit Heyeti, Hamparsum Notası ile kaydedilmiş eserleri tek tek günümüz notasına aktardı ve böylece birbirinden değerli eserlerin yeni nesillere ulaşmasını sağladı. Heyet çalışmalarını tamamladıkça hemen bunları basar, konservatuvarın giriş kapısına asardık. Öğrenciler ve Türk Müziği’ne meraklı kişiler buradan notaları alırlardı. Bu şekilde eserlerin halka yayılmasını sağladık.” “Siyasetçinin halkla bir arada olabilmesi için ön seçim yapılması şarttır” Uzun yıllar sanat dünyasıyla iç içe bir hayat süren Barbaros Turgut Boztepe’nin siyasetle yolu 1963 yılında kesişiyor. Babası Mehmet Bey Akyazı’da Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İlçe Başkanlığı ve belediye başkanlığı yapan Boztepe, “Babam siyasetle yakından ilgilenen biri olmasına rağmen benim politikaya girmeye pek niyetim yoktu. İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda çalıştığım dönemde babamın arkadaşları 1963’teki yerel seçimlerde Akyazı belediye başkan adayı olmam konusunda çok ısrar ettiler. ‘İstanbul’da üniversitede okuyan, kendini iyi yetiştiren gençlerimiz var, ama hiçbiri Akyazı’ya belediye başkanı olarak hizmet etmeyi düşünmüyor. Gel, bu seçimlerde aday ol, ilçemize faydalı hizmetler yap’ dediler. İtiraz etsem de zorla beni belediye başkan adayı yaptılar. O sene seçimleri kazanamadım. Babama, ‘Ben sıramı savdım. Bir daha aday olmam için kimse ısrar etmesin’ dedim, ama 1968 seçimleri öncesinde tekrar kapım çalındı. Babamın arkadaşları ve akrabalarımız ‘Geçen sefer bir hata yapıldı, tekrar aday ol’ dediler. Neticede beni zorla aday yaptılar. İşin ilginci, yine seçimi kaybettim. Sonradan öğren- 62 RÖPORTAJ dim ki ‘Turgut disiplinli adamdır, seçilirse burasını İstanbul’a çevirir, ruhsatsız iş yapamazsınız’ diye halkın gözünü korkutanlar olmuş, reyler de gitmiş. Seçimi ikinci defa kazanamayınca hırslandım, babama ‘1969 seçimlerinde milletvekili adayı olacağım’ dedim. O yıl CHP Sakarya Milletvekili olarak Meclis’e geldim” diyor. Boztepe bu noktada önemli bir konuya işaret ederek şunları söylüyor: “Bizim zamanımızda ön seçim vardı. Milletvekili adayları ve sıralama, siyasi parti delegelerinin hakim nezaretinde kullandıkları oylarla belirlenirdi. Ön seçimle gelen milletvekili halktan aldığı güçle kendini hür hisseder, düşüncelerini rahatlıkla söyler, genel başkanın sözünden çıkmama gibi bir mecburiyetle karşı karşıya kalmaz. O nedenle tüm siyasi partiler mutlaka ön seçime başvurmalıdır. ‘Siyaset halkla iç içe yapılır’ sözü sıkça dile getirilir. Bu ifade doğrudur, halktan kopuk bir şekilde siyaset yapılamaz. Ancak halkla iç içe olabilmenin şartlarından biri ön seçimdir. Genel merkezin veya genel başkanın kararıyla milletvekili adayı olduğunuzda halkla yakın bir ilişki kurabilmeniz, seçim bölgenizdeki vatandaşı yakından tanıyabilmeniz mümkün mü? Ben milletvekilliği dönemimde olduğu gibi bugün de Sakarya’nın ilçelerini dolaşırım. Vatandaşla yaptığım sohbetlerden hangi partinin ne kadar oy alacağını bilirim. Vatandaşın nabzını iyi tutabilmek, siyasetin gereklerinden biridir. Bu da ancak halkla yakın temas kurabilirseniz mümkün olur.” Barbaros Turgut Boztepe 1969-1973 ve 1977-1980 yılları arasında iki dönem CHP Sakarya Milletvekili olarak Meclis çatısı altında yer alıyor. Türkiye’nin siyasi tarihindeki nice önemli olayın yakın tanıklarından Boztepe, yılların tecrübesine dayanarak “Siyasetçiler hoşgörülü olmalı ve toplumu gerecek söylemlerden uzak durmalıdır. Aksi halde birlik ve beraberliğimizi tehlikeye düşürecek felaketlerle karşı karşıya kalıyoruz” uyarısında bulunuyor. Milletvekilliği yıllarını konuşurken 1972’de Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam cezasına çarptırılması konusunda Meclis’te yapılan oylamada “Hayır” oyu kullandığını hatırlattığımız Boztepe, “Üç gencin idam cezasına çarptırılması hususu Meclis gündemine geldiğinde üzerimizdeki hiçbir baskıya boyun eğmeyerek ‘Hayır’ oyu verdim. Ancak maalesef benim ve bazı milletvekili arkadaşlarımın verdiği ‘Hayır’ oyları bu gençleri idamdan kurtarmaya yetmedi. Tabii çok üzüldük. Günümüzde sadece ‘Hayır’ oyu veren bizler değil, pek çok kişi bu gençlerin boşu boşuna idam cezasına çarptırıldıklarını, hayatlarının baharında ölüme gönderildiklerini ifade ediyor. Türkiye’nin yakın tarihinde ne yazık ki bunun gibi pek çok acı olay yer alıyor” değerlendirmesinde bulunuyor. “Milletvekilliğim sırasında İsmet İnönü’den çok şey öğrendim” Barbaros Turgut Boztepe, milletvekilliği döneminde TBMM Sanayi, Teknoloji ve Ticaret Komisyonu Başkanlığı yaptığını belirtiyor. Seçim bölgesi Sakarya’ya yönelik önemli hizmetleri olduğunu ifade eden tecrübeli siyasetçi, Meclis yıllarında özellikle İsmet İnönü’den pek çok şey öğrendiğini kaydediyor. İnönü’nün kendisi ve diğer milletvekilleri için çok iyi bir örnek olduğunu dile getiren Boztepe, “1969 seçimlerinden sonra Meclis’e geldiğimizde İsmet İnönü ilk grup toplantısında bir konuşma yaptı. ‘Sizden ricam, parlamentonun açık olduğu her gün saat üçe beş kala gelip sıranıza oturacaksınız ve Meclis Başkanı gongu çalıp kürsüden ininceye kadar çalışmalara katılacaksınız. Bunu hiç aksatmadan ısrarla yapacaksınız. Öyle bir gün gelir ki, iktidar partisinin devamsızlığında birçok kanunda biz galebe çalarız’ dedi. Kendisi de parlamento çalışmalarını aksatmaz, saat üçe beş kala gelip sırasına otururdu. Sadece davranışlarıyla değil, özenli giyim kuşamıyla da bizlere örnek olurdu. Bilindiği gibi İsmet İnönü, Cumhuriyet’i kuran kadroda yer alıyordu. Millî Mücadele yıllarında, Cumhuriyet’in kuruluş dönemlerinde yaşananlarla ilgili merak ettiklerimizi kendisine sorardık. Ancak bunu Meclis’te değil, millî zaferlerin yıldönümü gibi vesilelerle kendisini Pembe Köşk’te ziyaret ettiğimiz günlerde yapardık. Çünkü kendisi de bu sohbetlerin yoğun parlamento çalışmaları sırasında yapılmasını tercih etmezdi. Özellikle genç milletvekilleri olarak Pembe Köşk’te kendisini ziyaret ettiğimizde bizimle yakından ilgilenir ve geçmişe dair merak ettiğimiz tüm sorulara yanıt verirdi” diye konuşuyor. Boztepe 1979’dan itibaren yaklaşık 15 yıl Süleyman Demirel’le de yakın çalışma fırsatı bulduğunu ifade ediyor. Ailece görüştüklerini, Demirel’i sık sık Güniz Sokak’taki evinde ziyaret ettiğini belirten Boztepe, “Türkiye’ye çok önemli hizmetlerde bulunmuş olan rahmetli Demirel, bana göre Türkiye’nin gelmiş geçmiş en hoşgörülü siyasetçisidir” diyor. Röportajımız sırasında Barbaros Turgut Boztepe’ye 26. Dönem’de görev yapacak milletvekillerine bir mesajı veya tavsiyesi olup olmadığını da soruyoruz. Boztepe, günümüzde milletvekillerinin daha iyi eğitim almış, kendilerini daha iyi yetiştirmiş bireyler olduklarına işaret ederek, “Elbette bizim zamanımızla bugünün şartları bir değil. Artık gençler daha iyi şartlarda eğitim görme ve kendilerini geliştirme imkanına sahipler. Bununla birlikte milletvekili arkadaşlarıma tavsiyem, sanatsal faaliyetlerden uzak kalmamalarıdır. Tiyatro, opera ve bale eserlerini takip etmek, çoksesli müzik konserlerine gitmek ve kitap okumak insanın ufkunu genişletir, dünyaya farklı pencerelerden bakabilmeyi ve hoşgörülü olabilmeyi sağlar. 26. Dönem’de görev yapacak milletvekillerine çalışmalarında başarı diliyor, yeni yasama döneminin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum” diye konuşuyor. 63 MECLIS KÜRSÜSÜNDE BIR SPOR ADAMI SELIM SIRRI TARCAN 64 SELIM SIRRI TARCAN ÖMRÜNÜ SPOR KÜLTÜRÜNÜN YAYILMASI VE SPORUN BIR YAŞAM BIÇIMI OLARAK BENIMSENMESINE ADAMIŞTIR. KENDI VÜCUDU VE BEYNINI BIR SPORCU DISIPLINIYLE EĞITMEKLE KALMAMIŞ, TÜRKIYE’NIN ILK BEDEN EĞITIMI ÖĞRETMENLERINI YETIŞTIRMIŞTIR. CUMHURIYET ÖNCESI VE SONRASINDAKI DÖNEMDE VOLEYBOLUN ÜLKEMIZE TANITILMASINDAN TÜRKIYE MILLÎ OLIMPIYAT KOMITESI’NIN KURULMASINA KADAR BIRÇOK GIRIŞIMIN BAŞROLÜNDE HEP O VARDIR. TARCAN SPORUN YANI SIRA SIYASETTE DE ADINDAN SÖZ ETTIRMIŞTIR. İREM COŞKUNSEVEN S elim Sırrı Tarcan, Osmanlı döneminde Yenişehr-i Fener olarak adlandırılan, bugünkü Yunanistan’ın Mora Yarımadası’nın Larissa kentinde dünyaya gelir. Babası Yusuf Bey Karadağ Muharebesi’nde şehit düştüğünde yalnızca 2 yaşındadır. Yetim kalmasının ardından annesi Zeynep Hanım’la birlikte İstanbul’da ikamet eden dayısının yanına taşınırlar. Ancak talihsizlik Tarcan ailesinin peşini İstanbul’da da bırakmaz. Dayısının sürgüne gönderilmesinin ardından annesiyle birlikte kıt kanaat bir hayat sürerler. Varını yoğunu satan Zeynep Hanım, oğlunu Galatasaray Lisesi’ne yatılı öğrenci olarak yazdırır. Genç Selim, kendisine jimnastiği ve sporu sevdiren beden eğitimi öğretmeni Faik Bey ile işte burada tanışır. “Ben seni okuyup adam olasın diye mektebe göndermiştim, iplere tırmanmak için değil!” diyen annesine rağmen jimnastikten asla vazgeçmez ve spor onun ideali haline gelir. Galatasaray Lisesi’nden sonra Mühendishane-i Berri Hümayun’da eğitimine devam eden Selim Sırrı Tarcan, burada da jimnastiğin yanı sıra güreş, eskrim, atletizm gibi spor dallarıyla yakından ilgilenir. 1897 yılında mezun olduktan sonra İzmir’e tayin edilir. Merkez Kumandanı Osman Paşa’nın yaveri olarak görev yaptığı bu şehirde birçok aydınla tanışma fırsatı bulur. Edebiyata ilgi duyan Abdülhalim Memduh, bir gün Tarcan’ı karşısına alır ve şöyle der: “Herkes senin jimnastikteki maharetinden bahsediyor, fakat gönlüm ister ki sen aynı zamanda fikir jimnastiği de yapasın. Yalnız pazularını şişirmek para etmez. Biraz da kafan işlemeli. Gazetelere makaleler yazmalısın, diğer taraftan muallimlik etmeli, adam yetiştirmelisin. İdealini aşılamak, ön planda gelen vazifelerinden biri olmalıdır.” Görev icabı 1900 yılında İstanbul’a geri dönen Selim Sırrı Tarcan, Abdülhalim Memduh’un sözlerinin de etkisiyle Servet-i Fünun dergisinde ve İkdam gazetesinde beden eğitiminin önemi ve gerekliliğiyle ilgili yazılar yayımlamaya başlar. Daha sonra mezun olduğu Mühendishane-i Berri Hümayun’a jimnastik hocası olarak geri döner. Sporla ilgisi sadece jimnastikle ve yazılarıyla sınırlı kalmaz. Pehlivanlarla güreşe tutuşur, boks dersleri verir, eskrimde kılıç savurur ve yüzme yarışlarına katılır. Selim Sırrı Tarcan, 1905 yılında Hediye Hanım ile hayatını birleştirir. Evliliğinden olan iki kızı, ileride babalarının izinden gidecek 65 SELIM SIRRI TARCAN, SPORUN BIR BILIM OLARAK ALGILANDIĞI ISVEÇ’TEKI AKADEMIDE SAĞLAM BIR VÜCUDA SAHIP OLMANIN ANCAK VE ANCAK BEDENLE ZIHNIN BIR BÜTÜN OLARAK EĞITILMESIYLE MÜMKÜN OLDUĞUNU FARK EDER. ve tahsillerini Almanya’da beden eğitimi üzerine tamamlayacaklardır. Özel hayatındaki gelişmeler bir yana Tarcan, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bir üyesi olmasıyla birlikte siyasete de adım atmış olur. II. Meşrutiyet döneminde İstanbul’da cemiyet üyeleriyle birlikte dolaşarak nutuk verir. Bir yandan da modern olimpiyat oyunlarının kurucusu kabul edilen Pierre de Coubertin ile Galatasaray Lisesi’ndeki temasları sayesinde tanışır. 1908’de Osmanlı Olimpiyat Cemiyeti’nin kurulmasına önayak olur. İttihat ve Terakki ile bağını koparıp kendini tamamen spora adamak isteyen Selim Sırrı Tarcan, 1909 yılında İsveç Kraliyet Askerî Beden Eğitimi ve Jimnastik Akademisi’ne başlar. Sporun bir bilim olarak algılandığı, diğer disiplinlerle arasındaki ilişkilerin öğretildiği bu akademide sağlam bir vücuda sahip olmanın ancak ve ancak bedenle zihnin bir bütün olarak eğitilmesiyle mümkün olduğunu görür. Buradaki eğitiminden sonra aklındaki spor mefhumunun nasıl değiştiğini şöyle anlatır: “Jimnastik aleminde doğru yolu bulabilmek için kırk senelik bir tecrübe devresi yaşadım. Yanlış ve çıkmaz yollarda kuvve-i bedeniyemi adeta ifna ettim. Adelâtı, kuvve-i bedeniyeme mîyar sandım. (…) Nihayet günün birinde fizyoloji ilminin muhtevası karşısında kanatlarım sarsıldı. Senelerce doğru sandığım yoldan geri döndüm. Senelerce hissiyatım bana rehber olmuştu. İlim bana, şuurun rehberi olması lazım geleceğini öğretti. Ve nihayet sıhhatle, kuvvetin mümkün olduğuna kaani oldum.” 1911’de yurda dönen Selim Sırrı Tarcan, İsveç’te öğrendiklerini ve gözlemlediklerini ülkede uygulamak için kolları sıvar. Folkloru yurda tanıtmak için Ege Bölgesi’nin yöresel oyunu zeybeği İstanbullularla tanıştırmaya başlar. İleride 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’na te- 66 mel teşkil edecek olan İdman Bayramı’nı 1916 ve 1917 yıllarında olmak üzere iki kez üst üste organize eder. Etkinlikte kullanılmak üzere bestesi Felix Körling’e ait olan ve İsveç’te duyduğu “Tre trallande jäntor” isimli marşı “Gençlik Marşı” olarak Türkçeye uyarlar. 1918 yılında I. Dünya Savaşı nedeniyle Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nden çıkarılan ülkemizin olimpiyat cemiyeti de dağıtılır. Ancak bundan tam 4 yıl sonra Tarcan’ın çabalarıyla Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi yeniden kurulacak ve başkanlığına kendisi getirilecektir. Millî Mücadele yıllarında tekrar siyaset sahnesinde görünmeye başlayan Selim Sırrı Tarcan, aralarında Mehmet Emin Yurdakul, Fahrettin Hayri Bey ve Halide Edip Adıvar gibi isimlerin de bulunduğu bir grupla birlikte yeniden halka nutuk vermeye başlar. 1919 yılının Mayıs ayında yaptığı bir konuşmada şu sözleri sarf eder: “Bizde tecavüz ve istila emelleri yoktur. Biz yalnız yaşamak istiyoruz. Bu halkı bizden nez’e kalkışmasınlar. Tarih-i medeniyette her millet gibi azm-ü irfanla yükselmek ve Türk kalarak yükselmek istiyoruz. Vakur vatandaşlar; azm-ü gayreti bırakmayalım, Hak’tan ümidi kesmeyelim. Allah bizimle beraberdir.” 1923 yılında Galatasaray Lisesi’nde beden eğitimi öğretmenliği yapan ve 1925’te Beden Terbiyesi Başmüfettişliği’ne atanan Selim Sırrı Tarcan, Türkiye’nin ilk beden eğitimi öğretmenlerini yetiştirir. Ankara’da Gazi Eğitim 1935 YILINDA BEDEN TERBIYESI BAŞMÜFETTIŞLIĞI GÖREVINDEN ISTIFA ETMESININ ARDINDAN SELIM SIRRI TARCAN, TBMM’NIN V, VI VE VII. DÖNEMLERINDE ORDU MILLETVEKILI OLARAK SIYASI HAYATINA DEVAM EDER. Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümü’nün kurulmasına öncülük eder. Voleybol ve boks sporlarının temellerini atarak bu spor dallarının Türkiye’de yaygınlaşmasını sağlar. Hem hoca hem sporcu olarak yaşamını sürdüren Tarcan, eylemlerini fikirleriyle desteklemek amacıyla birçok makale ve aralarında Terbiye-i Bedeniye Nazariyat ve Usul-i Talim, Prag Spor Pedagojisi Kongresi ve Seyahat İntibaları, Radyo Konferanslarım ve Beden Terbiyesi’nin de olduğu elliden fazla eser yayımlar. Çoğu okulda ders olarak okutulmayan beden eğitiminin okul müfredatına alınması, hatta sporun gayesini bulması için bütün hayatı boyunca çabalar. Bu gayeyi şöyle tanımlar: “Ne zaman ki gençler, sporun fikrî terbiyelerinin tekâmülüne hadim bir vasıta olduğunu anlayacaklar ve ondan maada bir menfaat bekleyecekler, ne zaman ki isimlerinin, resimlerinin gazetelere geçmesine ehemmiyet vermeyecekler, ne zaman ki stadyumları şehirlerin belediyeleri yapacak ve halkın bu eğlenceli ve faydalı vücut idmanlarını badehu seyretmesini temin edecek, işte o vakit spor gayesini bulacaktır.” 1935 yılında Beden Terbiyesi Başmüfettişliği görevinden istifa etmesinin ardından Selim Sırrı Tarcan, TBMM’nin V, VI ve VII. Dönemlerinde Ordu milletvekili olarak siyasi hayatına devam eder. Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümü üzerine Meclis’te yaptığı konuşma tutanaklarda şöyle yer bulur: “O müstesna şahsiyetin talakat ve belâgatini, bilmem ki bu aczimle sizlere anlatmağa muktedir miyim... Onda kendisini dinleyenleri mıknatıslayan bir kuvvet vardı, o insanların doğrudan doğruya vicdanlarına hitap eder, en duygusuz olanları, en hissizleri bile imana getirirdi. Söz, onun elinde kuvvetli bir silahtı. (…) O en yüksek tanınmış alimlerle olduğu gibi 4 yaşında masum çocuklarla da konuşmasını bilirdi, insan onu dinlerken bir ince sazın tatlı nağmelerini işitiyormuş gibi olurdu. Onun dilindeki Türk sazı Beethoven musikisi gibi cihanı alakadar ederdi. Bir Türk kadar, bir Amerikalı, bazen bir İngiliz, bazen bir Fransız onun belâgati karşısında hayranlık duyduğunu itiraf ederdi. O Büyük Millet Meclisi’nin kürsüsünde her yıl senelik nutkunu söylerken mebusların bu sevgili büyüğü tam bir sükut içinde ne büyük bir alaka ve dikkatle dinledikleri -ah o görülecek bir manzara idi- o müessir sözleriyle bazen düşündürür, bazen sevinç yaşları döktürürdü. Onda büyük bir kumandan, müdebbir bir siyasi, mükemmel bir terbiyeci, emsalsiz bir mürşit hali vardı. Derin bir nüfuzu nazara malikti. Dünü bilir, bugünü görür, yarını düşünürdü.” 1957 yılının Mart ayında hayatını kaybeden Selim Sırrı Tarcan, ardında kendisini ölümsüz kılacak 2 bin 500’den fazla makale, 50’yi aşkın eser bıraktı. Beden eğitimini bir ilim ve yaşam biçimi olarak gençlere aşılama çabasını, altına imzasını attığı birçok ilkle taçlandırdı. 67 DOÇ. DR. ZEYNEP KARAHAN USLU: TÜRKIYE’NIN TEK SARAY VAKFI OLARAK YILDIZ SARAYI’NIN GELIŞMESINE, TANITIMINA VE BAZI ESERLERIN RESTORASYONUNA KATKI SAĞLAMAYI SÜRDÜRÜYORUZ SÖYLEŞI: NEHIR ÖZTÜRK YILDIZ SARAYI VAKFI YÖNETIM KURULU BAŞKANI, AK PARTI AR-GE BAŞKAN YARDIMCISI DOÇ. DR. ZEYNEP KARAHAN USLU, “SIYASET KURUMUNUN PARÇASI OLMUŞ ŞAHSIYETLER BELKI HIÇBIR ALANDA EDINILEMEYECEK FARKLI YAŞAM TECRÜBELERINE, ILIŞKI VE BIRIKIMLERE SAHIPLER. BU BIRIKIMIN FAYDA ÜRETMEYE DEVAM ETMESI IÇIN SIVIL TOPLUM FAALIYETLERINE DESTEK VERMENIN TOPLUMSAL BIR SORUMLULUK OLDUĞU KANAATINDEYIM” DIYOR. 68 SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA Yönetim Kurulu Başkanlığını üstlendiğiniz Yıldız Sarayı Vakfı; eşsiz konumu, hayranlık uyandıran mimarisi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine ait izler taşıması dolayısıyla paha biçilemez değerdeki Yıldız Sarayı ile ilgili faaliyetler yürütüyor. Söyleşimizde öncelikle Yıldız Sarayı’na ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? Yıldız Sarayı tarihî mirasımızı anlamak ve sahiplenmek adına sadece üstün estetik anlayışın tezahür ettiği bir mimari kompleks olmakla sınırlı olmayan, 16. yüzyıldan itibaren çeşitli biçimlerde Osmanlı sultanlarına evsahipliği yapsa da asıl olarak Sultan II. Abdülhamid Han döneminde merkezin merkezi diyebileceğimiz bir siyasi odağa dönüşerek tarihimizin izlerini halen hissettiren bir kültürel miras. Ancak böyle bir mirasın 1926-27 arasında kumarhane olarak kullanılmış olmasını, yakın tarihimizin en kabul edilemez sayfaları arasında acıyla hatırladığımızı da söylemek lazım. Yıldız Sarayı, bir dönem de Silahlı Kuvvetler tarafından idari merkez, askerî okul olarak kullanılan, ancak 1978’de Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devri sonrasında müze olarak değerlendirilebilen, uzun yıllar ihmal edilmiş bir zenginliğimiz. Şimdilerde tamamlanmak üzere olan geniş çaplı restorasyonlarla milletimizin ve ülkemizi ziyaret edenlerin hizmetine en görkemli haliyle sunma imkanı yakalanmış olması ise bugünün gururunu bize hissettiriyor. Yıldız Sarayı, Türkiye’nin yanı sıra dünyanın dört bir yanından ziyaretçileri ağırlıyor. Sarayın ülkemizin tanıtımı ve turizme katkılarıyla ilgili görüşleriniz nelerdir? Yıldız Sarayı, Osmanlı’nın son dönemini yansıtan estetik zirve denebilecek mimarisiyle son büyük sarayımızdır. Doğu ve Batı medeniyeti mimari anlamda harmanlanmış, bünyesindeki birçok mimari şaheser bambaşka bir lezzette insanlığa adeta armağan edilmiştir. Tiyatrodan marangozhaneye, Porselen Fabrikası’ndan Müzehane’ye dek hiçbir sarayımızda bulunmayan çeşitlilikte yapılar kadar bu yapılarda yaşanan hikayeler de ilgi çekicidir. Saray masalsı atmosferinin yanı sıra Cihannüma Köşkü’nden aynı anda İstanbul Boğazı, Haliç ve Marmara Denizi’ni seyretmenin ayrıcalığını yaşayıp, 80 dönüm gibi devasa büyüklükte bir tabiat senfonisinde doğa, kültür ve tarihle iç içe, İstanbul’u en güzel biçimde terennüm etme imkanı sunmaktadır. Bu bağlamda bu eşsiz kültür mücevherimiz nesillerimize ve tüm dünyaya medeniyetimizin büyük kültür aktarıcısı olma misyonuyla donanmıştır diyebiliriz. Yıldız Sarayı Vakfı’nın kuruluş öyküsüyle ilgili bilgi aktarabilir misiniz? 33 yıllık geçmişe sahip vakıf, faaliyetlerini hangi amaçlar doğrultusunda yürütüyor? Vakıf çalışmalarımız kültür ve sanat faaliyetleri ağırlıklıdır. Faaliyetlerimizi, odağına medeniyet ve tarih bilincinin geniş toplum kesimleri nezdinde güçlendirilmesini koymak suretiyle gerçekleştiriyoruz. Bu bağlamda özellikle cennetmekân Sultan II. Abdülhamid Han’ın fikriyatı, kimliği ve milletine bağlılığını ortaya koyan akademik çalışmalar kotarılmaktadır. Türkiye’nin tek Saray Vakfı olmamız hasebiyle Yıldız Sarayı’nın gelişmesine, tanıtımına ve bazı eserlerin restorasyonuna da katkı sağlamayı sürdürüyoruz. Yıldız Sarayı Vakfı sergi, panel, konferans, AB projeleri gibi çeşitli faaliyetler gerçekleştiriyor. Bu faaliyetler arasında ön plana çıkanları, bu söyleşi çerçevesinde değinmek istediklerinizi bizimle paylaşabilir misiniz? Elbette. Yakın zamanda gerçekleştirdiklerimiz bağlamında ifade edersek Sultan II. Abdülhamid Han’ın tahtının restorasyonunu üstlendik. Yine bu büyük tarihî şahsiyetin vefatının yıldönümü vesilesiyle bilimsel bir toplantı gerçekleştirdik. 25. Cülus Hediyeleri Sergisi ile çeşitli saraylardan elde ettiğimiz eserleri bir araya getirerek bir ilke imza attık. Sarayın ziyaretçi trafiğini de artıran bu büyük kültür etkinliğini, dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik ve Sayın Sare Davutoğlu hanımefendinin açılışlarıyla gerçekleştirip sergi kataloğunu yetkin bilim insanlarımızın makalelerine yer vererek yayımladık. Bunun dışında da birçok sergi ve kültürel faaliyet gerçekleştirdik. UNESCO Türkiye Millî Komisyonu gibi uluslararası kuruluşlar nezdindeki üyeliklerimiz çerçevesinde faaliyetlerimiz de devam ediyor. 69 “VAKIF ÇALIŞMALARIMIZ KÜLTÜR VE SANAT FAALIYETLERI AĞIRLIKLIDIR. FAALIYETLERIMIZIN ODAĞINDA MEDENIYET VE TARIH BILINCININ GENIŞ TOPLUM KESIMLERI NEZDINDE GÜÇLENDIRILMESI YER ALMAKTADIR.” Vakfın önümüzdeki dönemde gerçekleştirmeyi planladığı proje ve faaliyetlerle ilgili bilgi verebilir misiniz? Şu sıralarda kültür mirasımız açısından çok kıymetli bir zanaat olan Osmanlı Saray Porselenciliği’nin günümüzdeki tek temsilcisi Yıldız Porselen Fabrikası bünyesinde bir eğitim programını organize ediyoruz. Böylelikle bu dalda gelişmek ve meslek edinmek isteyen gençlerimize iş imkanı ve bu zanaatın devamına katkı sağlamayı hedefliyoruz. Diğer taraftan Türk vatandaşı olmasına vesile olduğum, yüzyılın müzik dâhisi olarak görülen Suriyeli mülteci gencimiz Tambi Asaad tarafından verilecek, Sultan Abdülaziz’in bestelerinin de sanatseverlerle buluşacağı bir piyano resitali gerçekleştirerek hem bu yeni yeteneğin kültür çevreleriyle buluşmasını sağlayacak hem de ceddimizin bir büyük değerinin sanatsal yönünü toplumla paylaşma imkanı bulacağız. Diğer taraftan, şu ana kadar hiç yapılmamış olan Yıldız Sarayı Müzesi Eser Kataloğu’nun basımını da üstlenmeyi planlıyoruz. TBMM 22. ve 24. Dönemlerde milletvekilliği yaptınız. Geçmiş dönemlerde Meclis çatısı altında yer almış milletvekillerinin bilgi ve tecrübelerini sivil toplum alanında değerlendirmelerinin önemine ilişkin görüşlerinizi öğrenebilir miyiz? Siyaset kurumunun parçası olmuş şahsiyetler belki hiçbir alanda edinilemeyecek farklı yaşam tecrübelerine, ilişki ve birikimlere 70 SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA sahipler. Bu birikimin fayda üretmeye devam etmesi için sivil toplum faaliyetlerine destek vermenin toplumsal bir sorumluluk olduğu kanaatindeyim. Keza hem akademisyen hem de siyasetçi şapkasıyla baktığımda sivil toplum faaliyetlerinin parçası olmak kişinin iç dünyasını zenginleştirme, iyi ve doğrunun parçası olduğu hissiyatını güçlendirerek yaşamdan aldığı manevi hazzı yükseltme anlamında da kişisel katkı sağlayan bir alan. Ayrıca sivil toplum kuruluşlarının siyasette olduğu gibi somut iş, katma değer üretme imkanı sağlayan işleyiş mantığı da bu alanı siyasetçiler için anlamlı kılıyor. 71 1 Kasım 1993 1951 yılında Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu adı altında kurulan, sonradan Avrupa Ekonomik Topluluğu ve daha sonra Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’yla birleşen Avrupa Birliği; ekonomik ve parasal birlik, ortak dışişleri ve güvenlik politikası, adalet ve içişlerinde işbirliği konularında da mutabakatı sağlayan Maastricht Antlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle resmen kurulmuş oldu. 15 Kasım 1983 9 Kasım 1982 - KASIM 1982 Anayasası yürürlüğe girdi. 12 Eylül darbesinden sonra hazırlanan Anayasa için referandum yapılmış, sandıktan yüzde 91,37 oranında “Evet” oyu çıkmıştı. 1 6 9 Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi oybirliğiyle aldığı kararla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etti. KKTC’nin Kuruluş Bildirgesi’ni Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş okudu. 10 15 6 Kasım 1944 Amerika Birleşik Devletleri’nde yer alan ve II. Dünya Savaşı yıllarında kurulan Hanford Nükleer Tesisleri’nde dünyanın ilk plütonyum üretim reaktörü geliştirildi. Radyoaktivitesi yüksek ve dünyanın en zehirli elementi plütonyumdan atom bombası üretilerek Nagazaki’ye atıldı. 72 10 Kasım 1938 - Millî Mücadele’nin ateşleyicisi ve yürütücüsü, Kurtuluş Savaşı’nın büyük komutanı, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk hayata gözlerini yumdu. 10 Kasım 1965 - Çin Komünist Partisi Başkanı Mao Zedong, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ni başlattı. Ülkede devrim ruhunu canlandırmak için hayata geçirilen, vatandaşların “diktatörce yöneten yerel ve ulusal liderliğe karşı ayaklanmaya” çağrıldığı devrim, amacının dışına çıkarak kanlı olaylara sebebiyet verdi. 1969’da biten devrimin bilançosu milyonlarca insanın ölümü oldu. 25 Kasım 1893 Vilhelm Thomsen adlı Danimarkalı dilbilimci, Danimarka Kraliyet İlimler Akademisi’nde sunduğu bildiriyle Orhun Alfabesi’ni çözdüğünü ve Orhun Yazıtları’nı okuduğunu bilim dünyasına açıkladı. 22 Kasım 1968 - Türkiye’de ilk defa kalp nakli yapıldı. Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi’nde Dr. Kemal Beyazıt’ın gerçekleştirdiği ameliyat sonrasında hasta birkaç saat yaşayabildi. 24 Kasım 1981 - Atatürk’ün 100. doğum yıldönümünde her yıl 24 Kasım’ın Öğretmenler Günü olarak kutlanması kararlaştırıldı. 19 22 24 25 29 19 Kasım 1994 - İstanbul’da düzenlenen Dünya Halter Şampiyonası’nda Halil Mutlu 7 dünya rekoru kırarak 3 altın madalya, Naim Süleymanoğlu 3 dünya rekoru kırarak 3 altın madalya, Fedail Güler iki dünya rekoru kırarak 2 altın ve 1 gümüş madalya kazandı. 29 Kasım 1990 Medeni Kanun’un, içeriği “Karı koca mallarını idare için hangi usulü kabul etmiş olursa olsun karı, kocanın sarahaten veya zımnen müsaadesi ile bir iş veya sanat ile iştigal edebilir” olan 159. maddesi Anayasa Mahkemesi’nce kaldırıldı. 73 24 KASIM 1981 ESERINE DEĞER BIÇILEMEZ EMEKÇILER ÖĞRETMENLER PINAR ÜNSAL B ilmek dünyanın en mutluluk veren hissi olmalı. Hangi enzimin neyi parçaladığını, elementlerin orbital sayılarını, en uzak gezegenin neye benzediğini, arıların nasıl gördüğünü, binom açılımının mantığının neye dayalı olduğunu bilmek… Bir Leonardo da Vinci olmak değil kastedilen; ancak yaşam bilimleri, tarih, matematik, astronomi, müzik, mimari, kimya, resim gibi konuların biriyle ilgili bile bir şeyler merak etmek ve cevap bulmak büyük bir hazineye sahip olmak aynı zamanda. Bazı kişiler insan yetiştirmeye ve “Bilgi paylaştıkça çoğalır” sözüne hak verircesine bildiklerini anlatmaya hayatını adar; onlara “öğretmen” diyoruz. Bu sözcük geçtiğinde çoğu insanın aklına okuma-yazmayı öğrenme, mevsimleri sıralama, çarpım tablosunu ezberleme, hatta tek ayak üzerinde durma cezası meselesi gelir. Yani “Öğretmenim canım benim, canım benim” çağları. Araştırmalara göre en çok ilkokul öğretmenleri hatırlanıyor, yani bizi hayata hazırlayanlar. Lise ve üniversite öğretmenleri 74 ise tavırları, karakterleri ve ideolojileriyle kişi üzerinde olumlu iz bırakmışlarsa veya kişinin ilgisini çeken bir konuyla ilgili uzmanlaşmışlarsa aynı güzel hislerle akla geliyorlar. Öğreten, bilgisini paylaşan, hayata hazırlayan, bazen annebaba olan öğretmenler… Olayın bir de eğitim kısmı var. “Ağaç yaş iken eğilir” ve “Kalem kılıçtan keskindir”, eğitim-öğretimin önemine vurgu yapan iki güzel atasözü. Konuyla ilgili “Eğitim şart” lafı da güzel, dilimize ülkemizin en meşhur şovmeni tarafından kazandırılan. Daha doğrusu bir dönem onun sayesinde moda olan, sonradan meğer ne çok ihtiyaç varmış bu söze diye düşündüren. “Eğitim” sözcüğü geçiyor diye bir öğretmen, öğrenci ve dört tarafı duvarla kaplı mekan, yani okul anlaşılmasın. Her yer okul olabilir. Bu cümlenin ardından “Hababam Sınıfı Tatilde” filmi ve idealist öğretmen Mahmut Hoca tezahür ediyor zihinde. Öğrencilerin “Kel Mahmut” dediği sert müdür yardımcısı öğreten değil de eğiten kişidir ya çoğunlukla. Anne-babalarının belki de ÖĞRETMENLER GÜNÜ SADECE TÜRKIYE’DE DEĞIL, NEREDEYSE TÜM DÜNYADA KUTLANIYOR. UNESCO 5 EKIM’I DÜNYA ÖĞRETMENLER GÜNÜ ILAN ETMIŞ. 1994 YILINDAN BERI YAKLAŞIK YIRMI ÜLKEDE KUTLANAN BU GÜNÜN 2015 SLOGANI “ÖĞRETMENLERI DESTEKLEMEK, SÜRDÜRÜLEBILIR TOPLUMLAR INŞA ETMEKTIR” OLMUŞ. başından savdığı, ama her biri üzerinde emek harcamaya değer pırıl pırıl insanlara adam olmayı öğretmek için paralar kendini. Okulun dört tarafı duvarlarla çevrili derslik olmadığını da Mahmut Hoca söyler. “Hababam Sınıfı Tatilde” filminde kampa giden öğrenciler doğada pek çok şey öğrenir; bitki değil alfabe mübarek, içinde A, B, C, Ç, D, E, F… vitaminleri bulunan otla bile tanışırlar. Bu konuda Mahmut Hoca, tüm zamanların en iyi yazılmış öğretmen tiplemesi olsa gerektir. Yeni neslin mimarları Bir ülkenin gelişmesi ve varlığını devam ettirebilmesi için eğitim işini çok daha fazla ciddiye almak gerek. Çok uzak geçmiş sayılmayan 18. yüzyılda Avrupa’da kadınların eğitim alması yasaktı. Yine o yüzyılda buna karşı çıkanlar oldu. Çünkü eğitimli kadın ileride topluma faydalı olacak erkek evlatlar yetiştirecekti. Aslında erkek merkezli bu düşünce o yüzyılda kadına eğitim imkanı verilmesini de sağladı. Bu laf kalabalığının nedeni kişinin eğitiminde ebeveynlerin ne kadar önemli olduğunu söylemek. Anne mutlaka ilk öğretmendir, ancak bir cisme ses hızını kazandırmak için deneyler yapan bilim adamının annesinin de fizik profesörü olma ihtimali çok yüksek değil. Kısaca okul eğitimi de çok önemli. Okullarda nitelikli insan yetişince ülke kalkınacak, kişi iyi eğitilince toplumda huzur ve barış sağlanacak… Mustafa Kemal Atatürk’ün “Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” sözü öğretmenlerin neden bu kadar önemsen- mesi gerektiğini de açıklıyor. 24 Kasım’ın bir nesli şekillendiren öğretmenlere adanması da Atatürk’le ilişkili bir durum. Okunması, öğrenmesi, yazması zor Arap harflerinin yerine yeni Türk alfabesini getirmesi, ülke genelinde okuma-yazma kursları açtırması, hatta Millet Mektepleri’nde kara tahtanın başına geçip kendisinin okuma-yazma öğretmesi onun eğitim-öğretimin ülke genelinde yaygınlaşmasına ne kadar önem verdiğini gösteriyor. Bu yüzden Türkiye Büyük Millet Meclisi 24 Kasım 1928’de Atatürk’e “Millet Mektepleri Başöğretmenliği” unvanını vermiş. Atatürk’ün doğumunun 100. yılı 1981’de ise her yıl 24 Kasım’ın Öğretmenler Günü olarak kutlanması kararlaştırılmış. Öğretmenler Günü sadece Türkiye’de değil, neredeyse tüm dünyada kutlanıyor. UNESCO 5 Ekim’i Dünya Öğretmenler Günü ilan etmiş. 1994 yılından beri yaklaşık yirmi ülkede kutlanan bu günün 2015 sloganı “Öğretmenleri desteklemek, sürdürülebilir toplumlar inşa etmektir” olmuş. Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan, Yemen, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman gibi ülkeler ise öğretmenlere minnetini 28 Şubat’ta gösteriyor. Çin, Öğretmenler Günü’nü Konfüçyüs’ün doğum tarihi olan 27 Ağustos’ta kutluyor. Hindistan’da ikinci başkan Sarvepalli Radhakrishnan’ın isteğiyle 5 Eylül; Tayland’da 16 Ocak; İran’da 2 Mayıs; ABD’de mayıs ayının ilk haftasının salı günü; Arjantin’de eğitim alanında pek çok reforma imza atmış, ülkenin eski başkanlarından Domingo Faustino Sarmiento’nun ölüm tarihi olan 11 Eylül’de kutlanıyor. Aydınlık geleceklerin ancak eğitimcilere verilen değerle mümkün olacağını keşfetmiş her ülke, öğretmenlerin el üstünde tutulması gerektiğini biliyor. 75 FARKLILIKLARDAN ZENGİNLİĞE UNESCO 76 CANLILARIN SOYUNUN TÜKENMESININ DOĞANIN DENGESINDE CIDDI HASARLARA YOL AÇMASI GIBI YEREL KÜLTÜRLERIN KÜRESEL EĞILIMLER KARŞISINDA ERIMESI DE INSANLIK IÇIN TEHLIKE ARZ EDER. 16 KASIM 1946’DA KURULAN UNESCO, KÜLTÜRLERIN YAŞAMASI IÇIN EĞITIM VE BILIMIN ÖNEMINI GÖZ ÖNÜNDE TUTARAK DÜNYA ÇAPINDA YÜRÜTTÜĞÜ PROJELERLE INSANLIĞIN GELECEĞE EMIN ADIMLARLA YÜRÜMESI IÇIN ÇABA SARF EDIYOR. ORHAN GÜLENAY F arklılıklar, kişiler arasında olduğu gibi milletler arasında da ciddi çatışmaların doğmasına yol açar. Öte yandan hayatın hemen her alanında verimliliği sağlayan yine farklılıklardır. Herkesin aynı şekilde düşünüp davrandığı bir dünyada gelişmenin imkanı olmazdı. Çağlar boyunca birileri, o güne kadar düşünülmeyen şeyleri hayata geçirmeye kalkmasa, yani farklılığı ortaya koymasa insanlık tarihi diye bir kavramdan söz edemezdik. Toplumsal yaşam söz konusu olduğunda ortaklıkların birleştirici gücü üzerinde durulur sık sık. Gerçekten de toplumun bir arada kalmasını sağlayan en önemli unsur ortaklaşa oluşturulan değerlerdir. Biraz daha yakından bakıldığında bu ortaklıkların farklılıkların uygun biçimde bir araya getirilmesiyle meydana geldiği görülür. Daha büyük ölçekte bakılırsa aynı gezegenin misafirleri olan farklı etnik köken, din ve kültürden gelen insanların yine farklılıklar yüzünden çatıştığı, ama aynı şekilde ortak bir uygarlığa birlikte imza attıkları ortaya çıkar. Nedeni ne olursa olsun, ötekini dışlamaya, hatta onu yok etmeye yönelik yaklaşımların en acı sonucunu II. Dünya Savaşı’nda yaşayan insanlık, refah ve huzur içinde hayatına devam edebilmek amacıyla bir yandan farklılıkları koruyan, diğer yandan bunların çatışma gerekçesi olmasını orta- dan kaldırmak için çabalayan bir fikir geliştirir: Birleşmiş Milletler. Birleşmiş Milletler’in kurulabilmesi için ne yazık ki atom bombasının kullanıldığı bir büyük felaketin gerçekleşmesi gerekti. Bundan önce I. Dünya Savaşı’nın ardından Milletler Cemiyeti adıyla uluslararası sorunların barışçıl yöntemlerle çözülmesine aracılık edecek bir teşkilat kurulmuştu. Ancak dünyanın siyasi durumu, özellikle sömürgecilik fikrinin henüz meşru kabul edilişi bu örgütün verimli bir şekilde çalışmasını engelledi. Nitekim 1939’da yeniden ateşlenen savaş fitili bu kurumu fiilen ortadan kaldırdı. II. Dünya Savaşı’nın acıları ve kayıpları o kadar fazlaydı ki, bir ortak akıl geliştirerek farklılıkları zenginliğe dönüştürmek neredeyse zorunlu hale geldi. Birleşmiş Milletler fikri, her ne kadar savaşın galiplerini ilelebet dünyanın yöneticileri konumuna oturtan bir yapıyla şekillense de insanlık idealleri bakımından olumlu bir adımdı. 24 Ekim 1945’te kurulan Birleşmiş Milletler, hem Milletler Cemiyeti tecrübesine hem de dünya sorunlarının yalnız diplomatik düzlemde çözülemeyeceği düşüncesine dayanıyordu. Uluslararası toplumu ilgilendiren meselelerin yanı sıra yerel ve bölgesel konulara da eğilmenin önemi daha kuruluş aşamasında ortaya 77 çıktı. “Adalet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği tüm ülkelere sağlamayı amaç edinmiş küresel bir kuruluş” olarak tanımlanan Birleşmiş Milletler; Genel Kurul, Güvenlik Konseyi, Ekonomik ve Sosyal Konsey, Yönetim Konseyi, Genel Sekreterlik ve Uluslararası Adalet Divanı şeklinde idari bölümlere ayrılır. Bunların dışında teşkilata bağlı özel kurum niteliğinde, her biri belli alanlarda faaliyet gösteren yapılar Birleşmiş Milletler’deki yerini alır. Bu kurumların başlıcaları Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) ve Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) olarak sıralanabilir. Eğitim, bilim, kültür UNESCO, dünyadaki çatışmaların en belirgin nedenlerinden kültürel farklılığa tahammülsüzlüğü ortadan kaldırmak üzere politikalar geliştirmesiyle öne çıkar. Eğitimin tüm yönlerini kapsayan tek Birleşmiş Milletler birimi olan UNESCO’nun eğitim hedeflerinin başında “herkes için eğitim” gelir. Eğitimde evrensel ve bölgesel öncülük sağlamak, çocukluk döneminden yetişkinlik çağlarına kadar dünya çapında eğitim sistemlerini güçlendirmek, eğitim 78 yoluyla çağdaş ve evrensel sorunlara cevap vermek UNESCO’nun öncelikli amaçlarındandır. Bu kapsamda bölgesel ve evrensel sözleşmeler hazırlayarak üye devletlerin eğitim alanında atacağı adımlara kılavuzluk eden UNESCO, özellikle kız çocuklarının okutulması için projeler geliştirir. Kurum, kendi görevleri arasında “Adalet, özgürlük, insan hakları ve barışın geliştirilmesi adına herkesin eğitimini garanti etmek için düzenlenen herhangi bir aktiviteyi cesaretlendirmek ve desteklemek” ilkesini de sayar. Kardeş Okullar Ağı (ASPnet), Uluslararası Teknik ve Mesleki Eğitim Merkezi ve Üniversite Eşleştirme Ağları (UNITWIN) gibi geniş çaplı projeler, UNESCO’nun eğitimde fırsat eşitliğini gözeterek yürüttüğü başarılı programlardır. Bilim söz konusu olduğunda UNESCO’nun “doğa bilimleri” ile “sosyal ve beşerî bilimler” ayrımı yaptığı görülür. Bu ayrımın ulusal ölçekte çalışan bilim kurumlarının büyük çoğunluğunda ihmal edildiği düşünüldüğünde UNESCO’nun önemi bir kez daha ortaya çıkar. Askerlik ve tıp teknolojileri başta olmak üzere, bilimsel çalışmaların somut ve yüksek kârlı faydaya dönüştürülmesi düşüncesiyle hareket eden bilim kurumlarının aksine UNESCO bilimi insanoğlunun kendini gerçekleştirmesi çerçevesinde değerlendirir. Bilimsel etkin- UNESCO’NUN EĞITIM HEDEFLERININ BAŞINDA “HERKES IÇIN EĞITIM” GELIR. EĞITIMDE EVRENSEL VE BÖLGESEL ÖNCÜLÜK SAĞLAMAK, ÇOCUKLUK DÖNEMINDEN YETIŞKINLIK ÇAĞLARINA KADAR DÜNYA ÇAPINDA EĞITIM SISTEMLERINI GÜÇLENDIRMEK KURULUŞUN ÖNCELIKLI AMAÇLARINDANDIR. liklerin daha sağlıklı desteklenmesi amacıyla her disipline uygun uzmanlık komiteleri oluşturmayı esas alır. Çalışmalara uygun fonlar sağlamak için bilim dalının kendine özgü niteliklerini göz önünde bulundurur. Bilimin sürdürülebilir kalkınmaya hizmet etmesi adına, tatlı su, deniz, ekoloji, yer bilimleri ve temel bilimler gibi alanlarda uluslararası projeler yürütür. Yüksek katılımlı ve günümüzün iklim değişikliği, çevre kirliliği ve işsizlik gibi sorunlarına da çözümler üretmeyi görev edinmiş doğa bilimi programları şunlardır: Uluslararası Hidroloji Programı, İnsan ve Biyoküre Programı, Uluslararası Yer Bilimleri Programı, Uluslararası Temel Bilimler Programı, Dünya Su Değerlendirme Programı. UNESCO, kalkınmanın yalnız ekonomik düzlemde olmayacağına inanır. Toplumsal ve kültürel kalkınmanın sağlanması için sosyal ve beşerî bilimleri destekler. İnsan hakları ve felsefe alanları başta olmak üzere evrensel norm belirleyici çalışmalara imza atar. Çağımızın önemli sorunlarından toplumsal eşitliğin sağlanması da UNESCO’nun bu başlık altında yürüttüğü çalışmaların kapsamına girer. Kültürel miras kavramının UNESCO sayesinde dile yerleştiğini söylemek yanlış olmaz. UNESCO, tarihî anıtlardan müzelere, ge- leneksel uygulamalardan çağdaş sanata kadar birçok cepheden insan hayatını zenginleştiren kültürün yaşatılması için yoğun çaba harcar. Kültürel mirasın yanı sıra kültürel çeşitlilik kavramına da vurgu yapan kurum, farklılıkların bir arada yaşamasına olanak sağlayacak zemini kurmaya çabalar. UNESCO’nun taraf ülkelerin imzasına açtığı Kültürel İfadelerin Çeşitliliğinin Korunması ve Geliştirilmesi Sözleşmesi, Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi, Su Altı Kültürel Mirasının Korunması Sözleşmesi, Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunmasına Dair Sözleşme, Kültür Varlıklarının Kanunsuz İthal, İhraç ve Mülkiyet Transferinin Önlenmesi ve Yasaklanması İçin Alınacak Tedbirlerle İlgili Sözleşme, Silahlı Bir Çatışma Halinde Kültür Mallarının Korunmasına Dair Sözleşme başlıklı belgeler insanlığın geçmişten beslenerek geleceğe güvenle bakmasını sağlama amacı taşır. Türkiye ve UNESCO Türkiye, Birleşmiş Milletler’e üye olmasının ardından, Kasım 1945’te Londra’da 44 ülkenin temsilcileriyle yapılan toplantıda UNESCO’nun kuruluşuna ilişkin metni imzalayan devletlerden biridir. Türkiye’nin UNESCO üyeliği 20 Mayıs 1946 tarih ve 4895 79 Efes Antik Kenti Divriği Ulu Camii sayılı kanunla onanır. İşlevi UNESCO Genel Direktörlüğü’nün ülkedeki temsilciliği olan UNESCO Türkiye Millî Komisyonu da 25 Ağustos 1949 tarihinde kurulur. Millî Komisyon’un başına Ord. Prof. Dr. Tevfik Sağlam geçer. Sağlam’dan sonra bu görevi sırasıyla Prof. Dr. Bedrettin Tuncel, Prof. Dr. Suat Sinanoğlu, Prof. Dr. Oluş Arık, Prof. Dr. Arsin Aydınuraz ve Prof. Dr. Nabi Avcı üstlenir. 2011 yılından bu yana UNESCO Türkiye Millî Komisyonu Başkanlığı’nı Prof. Dr. Öcal Oğuz yürütmektedir. 80 Türkiye bugüne dek UNESCO Yürütme Konseyi’nde Reşat Nuri Güntekin, Ahmet Kutsi Tecer, Prof. Dr. Bedrettin Tuncel, Prof. Dr. Erdal İnönü, Prof. Dr. Talat Sait Halman ve Prof. Dr. Orhan Güvenen gibi saygın sanat ve bilim insanları tarafından temsil edilmiştir. Bedrettin Tuncel ayrıca, UNESCO Yürütme Konseyi Başkan Vekilliği ve UNESCO Genel Konferansı Başkanlığı görevlerini de üstlenmiştir. Zengin tarihî ve kültürel mirasa sahip olan Türkiye’nin UNESCO’nun Dünya Miras Listesi başta olmak üzere çeşitli listelerde hak ettiği yeri alması ve Türkiye’nin değerleri adına anma yıldönümleri düzenlenmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile UNESCO Türkiye Millî Komisyonu ciddi çabalar harcar. UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme kapsamında hazırlanan Dünya Miras Geçici Listesi’ne Dünya Miras Konseyi’nin belirlediği ölçütlere uyan doğal, kültürel ve karma statüsündeki kültür varlıkları kaydedilir. Kasım 2015 itibarıyla Türkiye 2 karma (kültürel/doğal), 1 doğal ve 57 kültürel varlık olmak üzere toplam 60 kültür varlığıyla bu listede temsil ediliyor. Bu kültür varlıkları şöyle sıralanıyor: miras olmak üzere 15 kültür varlığı yer alır: İstanbul’un Tarihî Alanları, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası (Sivas), Hattuşa: Hitit Başkenti (Çorum), Nemrut Dağı (Adıyaman), Xanthos-Letoon (AntalyaMuğla), Safranbolu Şehri (Karabük), Troya Antik Kenti (Çanakkale), Selimiye Camii ve Külliyesi (Edirne), Çatalhöyük Neolitik Kenti (Konya), Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı (İzmir), Bursa ve Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğuşu, Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri, Efes (İzmir), Pamukkale Karain Mağarası (Antalya), Ahlat Eski Yerleşimi ve Mezar Taşları (Bitlis), Alahan Manastırı (Mersin), Alanya (Antalya), Harran ve Şanlıurfa Yerleşimleri, İshakpaşa Sarayı (Ağrı), Konya: Selçuklu Başkenti, Mardin Kültürel Peyzaj Alanı, Selçuklu Kervansarayları: Denizli-Doğubayazıt Güzergâhı, St. Nicholas Kilisesi (Antalya), St. Paul Kilisesi-St. Paul Kuyusu ve Çevresi (Mersin), Sümela Manastırı (Trabzon), Afrodisias Antik Kenti (Aydın), Likya Uygarlığı Antik Kentleri (Antalya ve Muğla), Perge Antik Kenti (Antalya), Sagalassos Antik Kenti (Burdur), Göbeklitepe Arkeolojik Alanı (Şanlıurfa), Beyşehir ve Eşrefoğlu Camii (Konya), St. Pierre Kilisesi (Hatay), Ani Tarihî Kenti (Kars), Aizanoi Antik Kenti (Kütahya), Beçin Ortaçağ Kenti (Muğla), Birgi Tarihî Kenti (İzmir), Gordion (Ankara), Hacı Bektaş Veli Külliyesi (Nevşehir), Hekatomnos Anıt Mezarı ve Kutsal Alanı (Muğla), Niğde’nin Tarihî Anıtları, Mamure Kalesi (Mersin), Odunpazarı Tarihî Kent Merkezi (Eskişehir), Yesemek Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi (Gaziantep), Zeugma Arkeolojik Siti (Gaziantep), Laodikeia Antik Kenti (Denizli), Sardes Antik Kenti ve Bintepeler Lidya Tümülüsleri (Manisa), Ceneviz Ticaret Yolu’nda Akdeniz’den Karadeniz’e Kadar Kale ve Surlu Yerleşimleri, Anavarza Antik Kenti (Adana), Kaunos Antik Kenti (Muğla), Korykos Antik Kenti (Mersin), Arslantepe Arkeolojik Alanı (Malatya), Kültepe Arkeolojik Alanı (Kayseri), Çanakkale ve Gelibolu I. Dünya Savaşı Alanları, Eflatunpınar: Hitit Su Anıtı (Konya), İznik (Bursa), Mahmutbey Camii (Kastamonu), Ahi Evran Türbesi (Kırşehir), Vespasianus-Titus Tüneli (Hatay), Zeynel Abidin Camii ve Mor Yakup Kilisesi (Mardin), Anadolu Selçuklu Medreseleri (Erzurum, Sivas, Kayseri, Konya ve Kırşehir), Akdamar Anıt Müzesi (Van), Dağlık Frigya Vadisi (Kütahya, Afyon ve Eskişehir), Antik Aspendos Kenti Tiyatrosu ve Su Kemerleri (Antalya), Harşena Dağı ve Pontus Kral Kaya Mezarları (Amasya), Yıldız Saray Kompleksi (İstanbul), Stratonikeia Antik Kenti (Muğla), Uzunköprü (Edirne), Eshab-ı Kehf (Kahramanmaraş), Mudurnu Tarihî Ahi Kenti (Bolu), İsmail Fakirullah Türbesi (Siirt), Güllük Dağı-Termessos Millî Parkı (Antalya), Kekova (Antalya) ve Tuz Gölü Özel Çevre Koruma Alanı. Göreme Millî Parkı ve Kapadokya (Nevşehir) ve Pamukkale-Hierapolis (Denizli). UNESCO, insanlığın somut olmayan kültürel mirasını korumayı da misyon edinir. Bu kapsamda, İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi, Acil Koruma Gerektiren Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi ve En İyi Uygulama Örnekleri Listesi adlı üç liste hazırlanmıştır. Türkiye, İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi’nde 12 maddeyle yer bulur: Meddahlık Geleneği, Mevlevi Sema Törenleri, Âşıklık Geleneği, Karagöz, Nevruz, Geleneksel Sohbet Toplantıları (Yaren, Barana, Sıra Geceleri ve diğerleri), Alevi-Bektaşi Ritüeli Semah, Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali, Geleneksel Tören Keşkeği, Mesir Macunu Festivali, Türk Kahvesi ve Geleneği, Ebru: Türk Kağıt Süsleme Sanatı. Türkiye, UNESCO’nun listelere aldığı kültür unsurlarıyla dünyada her geçen gün bir kat daha saygınlık kazanıyor. Ayrıca ulusal ölçekte oluşan bilinç, Türkiye’nin kültürüne sahip çıkması yö- Dünya mirası 15 kültür varlığı nünde olumlu bir etki bırakıyor. Bugüne Geçici Liste’de yer aldıktan sonra gerekli şartları sağladığı UNESCO Miras Komitesi tarafından tescillenen kültür varlıkları UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınır. Ülkelerin her yıl iki dosyayla başvurabildikleri bu listede Türkiye’den 13’ü kültürel, 2’si hem kültürel hem doğal kadarki süreç UNESCO’nun Türkiye’ye, Türkiye’nin UNESCO’ya katacak çok şeyi olduğunu da gösteriyor. 81 EDEBİYAT VE TİYATRODA DÖNÜŞÜMÜN ADRESİ HALDUN TANER 82 2015’TE DOĞUMUNUN 100. YILINI KUTLADIĞIMIZ HALDUN TANER, TÜRKÇEYI DANTEL GIBI IŞLEYEN, GELECEK KUŞAKLARA YOL GÖSTEREN BIR YAZAR. TÜRKIYE’DEKI TIYATRO ANLAYIŞINDA GERÇEKLEŞTIRDIĞI DÖNÜŞÜMLE TÜRK TIYATROSU’NU ÇAĞDAŞ DÜNYA TIYATROSU IÇINDE ÖNEMLI BIR YERE OTURTAN TANER, ÖYKÜDE DE ÖNEMLI BAŞARILARA IMZA ATAR. HALDUN TANER AYRICA GAZETE YAZARLIĞI VE ÜNIVERSITE HOCALIĞIYLA DA GENIŞ KITLELER ÜZERINDE EMEK SAHIBIDIR. ENVER UYGUN Y üz yıl, ortalama insan ömrüne oranla oldukça uzun bir zaman dilimi. Ancak tarih açısından bakıldığında bu sürenin döneme göre anlam kazandığı görülür. Sözgelimi İlber Ortaylı 19. yüzyıl için “İmparatorluğun en uzun yüzyılı” ifadesini kullanır. Yüz takvim yılından oluşan bir zaman birimi, koşullara göre uzun veya kısa olarak adlandırılabilir. Ortaylı, bir kitabına da ad olan bu anlatımıyla, Osmanlı Devleti’nin çöküşten kurtulma ve modernleşme çabalarının sancılarını dile getirir. Bununla birlikte modernleşme çabaları Osmanlı’nın son dönemiyle sınırlı kalmayacak, Cumhuriyet döneminin de başlıca konularından biri olacaktır. 20. yüzyıl ise hem Türkiye hem de dünya için belki de tarihin en uzun yüzyılı olma özelliği taşıyacaktır. 1914 yılında Balkanlar’da tutuşan ateşle büyük felaketlerin önünü açan I. Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti’nin de sonunu getirir. Üç yüzyıldır süren toprak ve insan kayıplarından sonra Millî Mücadele’nin sonunda bağımsız yeni Türk devleti kurulur. Türkiye Cumhuriyeti, ekonomik kaynaklar ve yetişmiş insan gücü bakımından içinde bulunduğu zorluğu aşmayı başaracak, tarihi boyunca kimi sıkıntılar yaşasa da ayakta kalmayı bilecektir. Osmanlı’dan devraldığı modernleşme çabalarıysa kültür alanında daha fazla öne çıkacaktır bu dönemde. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde dünyaya gelmiş, aile ve okul çevresi dolayısıyla klasik kültürün içinde yetişmiş, en az bir yabancı dil bilen ve Avrupa görmüş bir sanatçı kuşağı Türkiye’nin kültürel atılımında başrol oynayacaktır. Bu kuşağın önemli isimlerinden biri de özellikle Türk Tiyatrosu’na getirdiği yenilikle hafızalara kazınan Haldun Taner’dir. Taner böyle bir ortamda başlar sanat hayatına. Modern Türk Edebiyatı’nın kuruluşundan hemen sonraki nesildendir. Hatta kurucuların çoğuyla aynı dönemde yaşama şansını yakalamıştır. Sait Faik’le dönüşen hikaye anlayışına yakından tanık olur. Avrupa sanatını takip eder. Bunlar yetmez, her büyük sanatçı gibi hangi durumlardan ne derece etkilenmesi gerektiğini bilir. Edindiği deneyimlere özgün dokunuşunu katarak yeni bir dil evreni kurmayı başarır. 83 Haldun Taner 16 Mart 1915’te İstanbul’da doğar. 1935 yılında Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra devlet tarafından sağlanan bursla ekonomi ve siyaset bilimi eğitimi almak üzere Almanya’ya gider. Heidelberg Üniversitesi’nde başladığı eğitimine sağlık şartları nedeniyle ara vermek zorunda kalarak 1938’de yurda döner. Ağır bir tüberküloza yakalanan Taner, ömrü boyunca bu hastalığın izlerini taşıyacak, okul ve meslek hayatını buna göre düzenlemek zorunda kalacaktır. Nitekim İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden Alman Filolojisi ve Sanat Tarihi diplomasını aldığında 35 yaşındadır. İlk öykü kitabı Yaşasın Demokrasi’yi bundan bir yıl önce, 1949 yılında çıkaracaktır. Öykünün kısa bir anlatı türü olmaktan çok başlı başına bir edebi tür haline geldiği, kendi özel kuralları ve söyleyişinin oluştuğu bu yıllarda Haldun Taner de ironik diliyle dikkat çeken genç bir yazar olarak belirir. 1951’de Tuş, 1953’te Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu kitaplarını yayımladıktan sonra artık adından sıkça söz edilen, öyküye yeni imkanlar getirdiği söylenen bir öykücüdür. 1954’te okuyucuyla buluşan On İkiye Bir Var, 1955’te, o yıl ilk kez verilen Sait Faik Hikaye Armağanı’na layık görülür. Taner, ödülü bugün yine saygıyla andığımız başka bir yazarla, Sabahattin Kudret Aksal’la paylaşır. 84 Haldun Taner’in öykü, oyun, gezi yazısı, portre ve fıkralarında en çok dikkat çeken dil özelliği, mizahın ustaca kullanılmasıdır. Taner, mizahı ve ironiyi sadece içerikte değil, biçimde de maharetle metne dahil ettiğini 1954 tarihli Ayışığında “Çalışkur” kitabında gösterir. Türkiye’ye daha çok batılı örneklerin taklitleriyle girmeye çalışmış, “üst kurmaca” olarak adlandırılan türdeki bu eser, yazarın tiyatroda benimseyeceği göstermeci üslubun da habercisidir. Hikaye anlatma üzerine bir hikaye şeklinde ele alınacak bu kitapta Taner’in ortaya koyduğu tavır, edebiyatımızda yeni bir çağın başlangıcına işaret edecek, yazının kendisi, hayat ve hayalle birlikte doğrudan yazı konusu olacaktır. 1930’larda filizlenip II. Dünya Savaşı’ndan 1970’lerin ortasına dek süren dönem, dünyanın aldığı hâl karşısında sanatçıları yeniliğe zorlayan özellikler taşır. 50 milyona yakın insanın 6 yıl gibi bir süre içinde ölmesi, atom bombasının kullanılması, devletler arasındaki gerilimin insanların geleceğe güvenle bakmasını engellemesi gibi etkenler, mevcut durumun bir umutsuzluk kaynağı olmasına yol açar. Bunu aşmanın yollarından biri de verili biçimleri bozmak, yeni ve önceki dönemlerde kullanılan kavramlarla açıklanamayacak sanat yaklaşımları geliştirmek olur. Mimaride, HALDUN TANER “KEŞANLI ALI DESTANI”NI 1963 YILININ SONLARINA DOĞRU TAMAMLAR. OYUN ILK KEZ 31 MART 1964 GECESI GÜLRIZ SURURI-ENGIN CEZZAR TIYATROSU’NDA GENCO ERKAL REJISIYLE SEYIRCI KARŞISINA ÇIKAR. resimde, heykelde, tiyatroda ve edebiyatta biçimler üzerinden dünyayı dönüştürmeye çabalayacak öncü akımlar ve isimler de birbiri ardına ortaya çıkmaya başlar. Almanya’da Bertholt Brecht tarafından geliştirilen epik tiyatro kuramı bunların başlıcalarındandır. Epik tiyatronun Türkiye’de tanınmasında ve kabul görmesindeyse Haldun Taner’in büyük emeği vardır. Dünya çapında bir oyun yazarı Ülkemizin en önemli tiyatro insanlarından Prof. Dr. Sevda Şener Gelişim Sürecinde Türk Tiyatrosu adlı kitabında epik tiyatro hakkında şunları yazar: “Bu oyunlarda klasik aksiyon birliği, organik bütünlük, baş-orta-son ilkelerine uyulmamış, oyunun öyküsü yan yana sıralanan ve her biri kendi içinde birer bütün olan episodlar biçiminde düzenlenmiştir. Her episod seyirciye aktarılmak istenen düşünceyi bir başka yanından kanıtlar. Oyun yazarlarımız bu episodları seçerken toplum yaşamından kesitler alır, her kesit içinde renkli tiplerden oluşan bir toplum resmi sunarlar. Bu tiplerin gösterilişinde çelişkilerin ortaya çıkmasına, çelişkiler gösterilirken ayrıntıların lezzetine varılmasına dikkat edilmiştir. Bu oyunların bir özelliği; gündeme getirilen sorunu baş oyun kişisinin yaşamından aldığı örneklerle yansıtması, o oyun kişisinin yaşam öyküsünü soruna ışık tutacak biçimde görüntüye getirmesidir. Bir anlatıcı, öykücükler arasında olup bitenleri seyirciye aktarır. Bu anlatıcı oyun kişilerinden biri de olabilir. Bu oyunlar müzikli olarak sahnelenmeye, anlatıcının şarkı söylemesine elverişlidir.” Haldun Taner’in, bugün artık klasik mertebesine ulaşmış “Keşanlı Ali Destanı” oyunu Şener’in tarifine tıpatıp uyar. Taner’in 1949 yılında başladığı oyun yazarlığı kariyerinin ikinci ve en etkili dönemini açan oyun, Türk Tiyatrosu açısından bir dönüm noktası olduğu gibi yurt dışında da büyük ilgi uyandırmış, birçok dile çevrilerek dünyanın çeşitli şehirlerinde sahnelenme başarısına erişmiştir. Haldun Taner “Keşanlı Ali Destanı”nı 1963 yılının sonlarına doğru tamamlar. Oyun ilk kez 31 Mart 1964 gecesi Gülriz SururiEngin Cezzar Tiyatrosu’nda Genco Erkal rejisiyle seyirci karşısına çıkar. Taner, oyunu Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde misafir öğretim elemanı olduğu dönemde Ankara seyahatleri sırasında tasarladığını belirtir. Köy-kent dengesinin değiştiği, gecekondu kavramının iyiden iyiye hayatın bir parçası olduğu bir süreçte, Altındağ ilçesindeki gecekondulardan ilham aldığını söyler. 85 GELENEKSEL TÜRK TIYATROSU’NUN, AVRUPA’NIN YENILIK OLARAK HAYRANLIKLA KARŞILADIĞI UNSURLARI BARINDIRDIĞINI BILEN HALDUN TANER HEM YERLI TEKNIKLERI HEM DE EPIK TIYATROYLA ORTAYA ÇIKMIŞ YAKLAŞIMLARI OYUNUNA TAŞIR. “Gecekondu dünyasında geçecek bir oyun tasarlamaya da işte o tarihte başladım. Konu ne kadar bizdense, oyunun üslubu da o kadar bizden olsun istiyordum” diyen Haldun Taner, bu oyunla epik tiyatronun Avrupa’da yakaladığı başarının da üstüne çıkar. Brecht ve ardılları klasik Avrupa Tiyatrosu’na yeni bir soluk getirmek üzere araştırmalar yaparken özellikle Çin Tiyatrosu’ndan etkilenmiş, sahnede olanın hayatın bir gösterimi olduğunu vurgulamak için bütünlüğü bozan, izleyiciyi uyaran, “yabancılaştırma efekti” adlı uygulamalardan yararlanmışlardı. Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun, Avrupa’nın yenilik olarak hayranlıkla karşıladığı unsurları barındırdığını bilen Haldun Taner hem yerli teknikleri hem de epik tiyatroyla ortaya çıkmış yaklaşımları oyununa taşır. Taner’in bu başarısını anlatmak için ünlü Amerikalı yazar William Saroyan’ın şu cümlelerine bakmak yeterlidir: “Bir Türk epik tiyatrosu seyrettiğimi, Türkçe bilmediğim halde hemen anladım. Kendi mazinizdeki tiyatro çeşitlerinden çok iyi faydalanmışsınız. Çok fazla duygulandım. Türk halkını bu eserde hem sahne hem seyirci reaksiyonunun candanlığı bakımından tanımak fırsatını buldum. Bu eser, dünyanın her yerinde temsil edilebilecek değerdedir. Türk Tiyatrosu ancak böyle kendi özelliklerinizden hareket eden eserlerle dünya sahnelerinde kendine yer yapar.” Haldun Taner’in “Günün Adamı”, “Dışarıdakiler”, “Ve Değirmen Dönerdi”, “Fazilet Eczanesi”, “Lütfen Dokunmayın” ve “Huzur Çıkmazı” oyunlarıyla başlayıp “Keşanlı Ali Destanı”, “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım”, “Eşeğin Gölgesi”, “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” ve “Ayışığında Şamata” ile yetkin örneklerini verdiği tiyatro yazarlığının farklı bir başlıkta toplanacak üçüncü bir dönemi bulunur. 1962 yılında yazdığı “Bu Şehr-i Stanbul ki” ile Türkiye’de kabare tiyatrosunun başlatıcısı olur. 1967’de kurulmasına öncülük ettiği Devekuşu Kabare Tiyatrosu, bu alanda izleyicilerden ve eleştirmenlerden tam not alarak Türk tiyatro tarihi içinde özel bir yer edinir. Taner, Devekuşu Kabare için yazdığı “Vatan Kurtaran Şaban”, “Astronot Niyazi”, “Haneler”, “Aşk u Sevda” gibi oyunlarla eğlenmenin düşünmekten bağımsız olmadığını gösterir. Öykü ve oyun yazarlığının dışında çok uzun yıllar sürdürdüğü gazete yazarlığı ve üniversite hocalığı da Haldun Taner’in öne 86 çıkan özelliklerindendir. Meslek hayatı boyunca Türkiye’de ve dünyada saygın ödüllere layık görülen Taner, yazdıklarıyla olduğu kadar çeşitli üniversite ve kurumlarda verdiği derslerle de Türk entelektüel hayatına yeni simalar kazandırmıştır. Taner, 1986’daki ölümüne dek üretkenliğini sürdürmüş, arkasında onlarca kitap ve Türk Edebiyatı’nın gelişimi için tekrar tekrar bakılması gereken bir yol haritası bırakmıştır. Fotoğraflar, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık ve Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi Sanat Galerisi işbirliğiyle hazırlanan “Bir Güçlü Yazar, Bir Güzel İnsan: Haldun Taner 100 Yaşında” isimli sergiden alınmıştır. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI SAĞLIK PROTOKOLÜ IMZALANAN HASTANELERDEKI TBMM HATTI GAZI ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .............................................................................................................................................0312 202 44 91 HACETTEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0312 305 32 62-63 ANKARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................................0312 508 30 03 EGE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ................................................................................................................................................0232 390 41 06 AKDENIZ ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ...................................................................................................................................0242 249 65 91 GAZIANTEP ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0342 360 95 05 MEDIPOL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..................................................................................................................................0212 534 86 86, 0212 631 20 50/4029, 0212 440 10 00/1212 İSTANBUL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .................................................................................................................................0212 414 22 27 İSTANBUL ÜNIVERSITESI CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...............................................................................................0212 414 34 54 KONYA SELÇUK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................0332 224 49 70 KARADENIZ TEKNIK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:..........................................................................................................0462 377 54 22 KONYA NECMETTIN ERBAKAN ÜNIVERSITESI MERAM TIP FAKÜLTESI HASTANESI:.............................................................................0332 223 79 79 YILDIRIM BEYAZIT ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..............................................................................................................0312 291 27 01 AFYON KOCATEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................0272 246 33 36 İSTANBUL BEZMIALEM ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...................................................................................................0212 453 18 58 MARMARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI (PENDIK DEVLET HASTANESI):...................................................................................0216 625 47 16 YÜZÜNCÜ YIL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .......................................................................................................................0432 216 05 16 SAĞLIK HATTI: SAĞLIK UYGULAMALARI, HASTANELER VE ANLAŞMALI ECZANELERE ILIŞKIN HER TÜRLÜ BILGI IÇIN 0312 420 0 112 VE 0312 420 72 24 NUMARALI TELEFONU ARAYABILIRSINIZ. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 49-50 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 87 BİRLİKTELİĞİN AYKIRI DERGİSİ ERBAY KÜCET B ilginin geniş kitlelere ulaştırılması ve gelecek nesillere aktarılmasında gazete ve dergilerin önemli bir yeri vardır. Yayımlandıkları dönemde topluma yön veren yayın organlarının gü- nümüze ışık tutacak niteliklere sahip olduklarını yakinen gözlemlemekteyiz. Eşref Edip Fergan ve Ebu’l-Ulâ Zeyne’l Âbidin’in 1908 senesinde çıkarmaya başladıkları Sırât-ı Müstakîm, 1912’den sonraki adıyla Sebîlü’r-Reşad, zengin yayın kadrosu, temsil ettiği fikirler ve uzun yayın periyodundan dolayı düşünce tarihimizde önemli izler bırakmıştır. 183. sayısından sonra Sebîlü’r-Reşad adıyla yayın hayatına devam eden Sırât-ı Müstakîm’de İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Âkif Ersoy başyazardır. Kurtuluş Savaşı yıllarında büyük görevler üstlenen mecmuada Mehmet Âkif’in -başta Balıkesir Zağanos Paşa Camii ve Kastamonu Nasrullah Camii’nde olmak üzere- halkın desteğini almak için verdiği vaazların yayımlanmasının insanımızın moral değerlerini perçinlediğine tanıklık etmekteyiz. Dergide, “İslam dünyası niçin geriledi?”, “İslam gelişmeye engel midir?”, “Müslümanları birleştirmek için ne yapılabilir?”, “Bilimle İslam arasında çatışma var mıdır?”, “İslam toplumunun ilerlemesi için gerekli usul ve esaslar nelerdir?”, “Din-dünya, din-devlet ilişkisi ve bunlar etrafındaki problemler nasıl çözülebilir?”, “İslamiyet ile Batı medeniyeti birleştirilebilir mi?” gibi başlıkların yer aldığını söyleyebiliriz. Sırat-ı Müstakim Mecmuası isimli çalışmaya imza atan M. Suat Mertoğlu’nun ifade ettiği gibi, mecmua fikrî açıdan en genel anlamıyla İslam yenilikçiliğinin savunucusudur. Yani modern dönemde İslam dünyasının sorunları konusunda hassasiyetleri olan, bu sorunların çözümü için İslami kimliğinden vazgeçmek istemeyen, ancak İslam’ın yeni yorumlarına, bu arada Batı medeniyetine ait bazı unsurlara da açık olan bir çizgidedir. İlk çıktığı yıllarda siyasi açıdan Abdülhamid yönetimine muhalif, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne yakınken ve istibdat yönetimine karşı parlamenter rejimi öncelerken İslam birliğini savunmaktadır. Ancak Balkan Savaşı’ndan sonra derginin İttihatçı ve Türkçü politikalarla mücadele içine girdiği ve seküler politikaları eleştirdiği, bu yüzden İttihatçılar tarafından kapatıldığı görülüyor. Eşref Edip Fergan 88 DERGININ OSMANLICA OLARAK YAYIMLANDIĞI GÜNLERDEN 1925 SENESINE KADARKI DÖNEMININ YENI YAZIYA AKTARILMASI VE BASILMASI KONUSUNDA İSTANBUL BAĞCILAR BELEDIYESI GÜZEL BIR ÇALIŞMAYA IMZA ATTI. “Manevi cephemizin kuvvetlenmesine büyük hizmeti vardır” Hilafetin kaldırılması, medreselerin Tevhid-i Tedrisat Kanunu çerçevesinde Maarif Vekâleti’ne bağlanmayıp kapatılması, Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılması sürecinde ülke-millet varlığı ve birliğini korumada titiz davrandığı dikkatlerden kaçmayan mecmuayla alakalı olarak Gazi Mustafa Kemal’in “Sevr Muahedesi’nin memleket için ne kadar feci bir idam hükmü olduğunu Sebîlü’rReşad kadar hiçbir gazete memlekete neşredemedi. Manevi cephemizin kuvvetlenmesine Sebîlü’r-Reşad’ın büyük hizmeti vardır” dediğini ve Eşref Edip ile Mehmet Âkif’e teşekkür ettiğini de hatırlatmak lazım. İlk sayısında ilk yazı olarak “Hürriyet Müsavat”a yer veren Sırât-ı Müstakîm’in her sayısında Mehmet Âkif’in “Fatih Camii”, “Tevhit”, “Küfe”, “Hasta” gibi şiirleri yayımlanır. Ali Fuat Başgil, Sırât-ı Müstakîm’den şöyle bahsetmektedir: “Pek gençtim, fakat çok iyi hatırlıyorum. Îlan-ı hürriyetin hararetli fikir hareketlerine sahne olan ilk senesi yazı idi. Küçük kasabam Çarşamba’nın Camiikebir Kahvesi bahçesinde, asırlık çınarın koyu gölgesi altında, genç ve yaşlı grup grup halk toplanır, Sırât-ı Müstakîm okunur, izah ve münakaşa edilirdi. İzmirli İsmail Hakkı ve Naim Beyler, Manastırlı İsmail Hakkı ve Musa Kazım Efendiler gibi o devrin İslam mütefekkirlerinin yazıları adeta satır satır ezberlenirdi; hele Âkif merhumun İslami iman saçan şiirlerine doyulmazdı.” Sebîlü’r-Reşad’ın yazar kadrosunda Eşref Edip’ten başka Ahmet Hamdi Akseki, Cevat Rıfat Atilhan, Ali Fuat Başgil, Ömer Nasuhi Bilmen, Yusuf Ziya Çağlı, Kâmil Miras, Ömer Rıza Doğrul, Hasan Basri Çantay, Tahir Harimi Balcıoğlu, Mehmet Râif Ogan, Kemal Kuşçu gibi devrin tanınmış yazarlarının yanı sıra Peyami Safa, Fethi Tevetoğlu, Mümtaz Turhan, Ali Nihad Tarlan, Nihad Sâmi Banarlı, Yusuf Ziya Yörükân ve Nurettin Topçu gibi isimler de vardır. Bir ara işgal altındaki İstanbul yerine Anadolu’nun muhtelif yerlerinde basılan Sebîlü’r-Reşad’la ve Mehmet Âkif’le ilgili olarak Kastamonu’da yayımlanan Açıksöz gazetesinde şu ifadelere yer verilir: “Büyük İslam şairi edib-i a’zam Mehmet Âkif Beyefendi iki gün evvel şehrimize gelmiştir. Sebîlü’r-Reşad’daki yazıları ve sair asarı bergüzidesiyle İslam aleminin yegane şairi tanınan Mehmet Âkif Beyefendi’ye, gazetemiz namına beyanı hoş-amedî eyleriz.” Sırât-ı Müstakîm’de yayımlanan yazılarda İslam dünyasının o dönemde yaşadığı çeşitli fikrî, siyasi ve toplumsal meseleler hakkında aydınlatıcı tahliller ve çözüm önerileri sunulması günümüz sorunlarına nasıl çözüm üretmemiz gerektiğini göstermesi bakımından da önemlidir. Dolayısıyla İslami yenilikçi düşüncenin güçlü seslerinden biri olan bu mecmuanın güncelliği ve önemi bugün de devam etmektedir. 1966 yılına kadar önce Sırât-ı Müstakîm, daha sonra Sebîlü’r-Reşad adıyla okuyucuyla buluşan ve Kurtuluş Savaşı’nda oynadığı aktif rolle değer kazanan derginin Osmanlıca olarak yayımlandığı günlerden 1925 senesine kadarki döneminin yeni yazıya aktarılması ve basılması konusunda İstanbul Bağcılar Belediyesi güzel bir çalışmaya imza atmış. M. Ertuğrul Düzdağ’ın titiz yönetiminde bir grup akademisyen ve araştırmacının katkılarıyla yürütülen proje sayesinde, din, felsefe, edebiyat, hukuk konularında haftalık olarak yayımlanan mecmuanın günümüz Türkçesiyle basılmasıyla pek çok hadisenin arka planını tarihsel süreçle birlikte öğrenme imkanımız oluyor. Bu çalışma aynı zamanda düşünce tarihimizde önemli izler bırakmış Sırât-ı Müstakîm’i yeni nesille buluşturuyor. 89 ÇIÇEK AÇMIŞ GENÇ KIZLARIN GÖLGESINDE – I MARCEL PROUST YAPI KREDI YAYINLARI İSTANBUL, 2015 48 S. Marcel Proust’un, annesinin 1905 yılındaki ölümünün ardından kaleme almaya başladığı yedi ciltlik romanı Kayıp Zamanın İzinde’nin ikinci cildi Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde, çizgi roman halinde okuyucuya sunuluyor. Fransızcadan Türkçeye Roza Hakmen tarafından çevrilen eserdeki illüstrasyonlar Stéphane Heuet imzası taşıyor. Seyahat etme hayalleriyle yanıp tutuşan Anlatıcı için yeni bir yer ismi bile keşif anlamına gelmektedir. Hayalindeki Balbec ile gerçek Balbec’i karşılaştırmak için büyükannesiyle birlikte buradaki Grand-Hotel’e yerleşen Anlatıcı’nın seyahati, sahile yaptığı yürüyüşler ve arabayla çıktığı gezintiler sırasında tanıştığı insanlarla kurduğu ilişkiler ekseninde hareketlenecektir. DR. JEKYLL ILE BAY HYDE ROBERT LOUIS STEVENSON TÜRKIYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI İSTANBUL, 2015 104 S. İskoçyalı yazar Robert Louis Stevenson’ın ilk defa 1886 yılında yayımladığı Dr. Jekyll ile Bay Hyde, birçok kez sinemaya, tiyatroya, televizyon dizilerine uyarlanmış; çok satanlar listesinden hiç düşmemiş; bilgisayar oyunları ve müzikaller dahil olmak üzere birçok esere ilham vermiş bir klasiktir. Victoria devri İngilteresinde gündüzleri saygın bir doktor olarak yaşamını sürdüren, geceleri şehvet düşkünü Bay Hyde’a dönüşen Dr. Jekyll’in öyküsünü konu edinen eser, ruhla bedenin arzuları arasındaki çelişkileri mercek altına alıyor. Victoria döneminin ikiyüzlülüğünü yeren Dr. Jekyll ile Bay Hyde, insan doğasındaki iyi ve kötünün çatışması etrafında şekillenen çok katmanlı bir başyapıt niteliğinde. KUBBEYI YERE KOYMAMAK TURGUT CANSEVER TIMAŞ YAYINLARI İSTANBUL, 2013 400 S. “Bilge mimar” olarak da anılan Turgut Cansever’in şehir ve mimari üzerine yaptığı konuşmaların derlemesi olan Kubbeyi Yere Koymamak, mimariye ve mimari felsefesine ilgi duyanların yanı sıra kültür ve sanat tarihine meraklı okurların da ilgisini çekecek bir çalışma niteliği taşıyor. Konfüçyüs’ten İbn Arabî’ye, Medine’den Brasilia’ya, Sinan’dan Haussmann’a, musikimizden Barok müziğe kadar pek çok hususa temas eden kitap, mimari felsefesi, modern mimarinin ve Rönesans’ın yanılgıları, Osmanlı ve İslam şehirciliği, dünden bugüne İstanbul, Osmanlı mimarisinden postmodern mimariye geçiş gibi konulara odaklanıyor. 90 ANADOLU’DAN HATIRALARLA NURETTIN TOPÇU’NUN MEKTUPLARI M. ORHAN OKAY CÜMLE YAYINLARI ANKARA, 2015 165 S. Nurettin Topçu’nun M. Orhan Okay’a yazdıkları çerçevesinde çeşitli hatıra ve izlenimlerin yer aldığı kitapta 1950’li yılların Türkiyesinden kesitler buluyorsunuz. Yazarın Artvin’de başlayan öğretmenlik hayatıyla birlikte o günlerin Anadolusunda sosyal yaşamdan düşünce dünyasına uzanan bir yolculuğa çıkıyorsunuz. M. Orhan Okay, konuşur gibi kaleme aldığı ve şahitlerle pekiştirdiği hatıralarıyla okuyucuyu o yıllara götürüyor. Amasya’dan Diyarbakır’a, Bitlis’ten Erzurum’a farklı illere dair ifadelerle zenginleşen kitap, Fransa’yla birlikte Batı dünyasının hal-i pür melaline de satır aralarında yer veriyor. SARI GELIN ORHAN YENIARAS PANAMA YAYINCILIK İSTANBUL, 2015 456 S. XII. yüzyılın sonlarına doğru Kuzeydoğu Anadolu ve Kafkaslar’da egemenlik mücadelesi veren Kumanların bir kısmı Gregoryen mezhebini kabul ederek çocuklarına Ermenice, bir kısmı da Ortodoks mezhebini benimseyerek Gürcüce isimler koyuyordu. Etnik kimliklerini korumayı başaran Kumanların bir kısmı ise İslam’ı seçmişti. Sarı Gelin’de bir yandan Haçlı Seferleri’yle birlikte Kumanların din-mezhep kavgasına düşmelerine, diğer yandan Bağdat erenlerinin piri Şeyh Senan’ın kırk kişilik derviş grubuyla Kuran hükümlerini anlatmak için Kafkaslar’a doğru yola çıkmasına tanık oluyoruz. Kitap, Bana Kalesi’ne ulaşıldığında Şeyh Senan’ın Bana Beyi’nin güzel kızı Kuman Hatun’a vurularak kara sevdaya tutulmasının ardından yaşananları ve Bekaa Vadisi’ne kadar uzanan tehlikeli bir yolculuğu okurla buluşturuyor. BERRAK ÖLÜMLER SADI DEMIRCI ARK KITAPLARI ANKARA, 2010 93 S. Şiirleriyle gündemi yakalayan Sadi Demirci’nin Berrak Ölümler’inde unutulan hassalarımız hatırlatılırken şiirimizin dinamikleri ile titizlikle seçilmiş kelimeler harmanlanarak dikkat çekici eserler ortaya konuluyor. Demirci’nin mısraları arasında “Çarmıha gerildi, tüm masumiyet / Asır; yirmi bir güya / Tüm asırlara zulümde, denk / Yerinden oynadı, ne varsa insanlık adına” da yer alıyor. Mütevazı kişiliğiyle şiir alanında iddiasız olduğunu ifade eden sanatçının Berrak Ölümler’den önce yayımlanmış Sıla ve Gurbet ile Yazgı isimli şiir kitapları da bulunuyor. 91 KLASİKLER I-II BEKİR SIDKI SEZGİN YENİKAPI MÜZİK İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’nda öğretim üyeliği yapan ve TRT’den emekli olan Klasik Türk Musikisi’nin en değerli temsilcilerinden Bekir Sıdkı Sezgin’in seslendirdiği birbirinden güzel eserler, Yenikapı Müzik imzasıyla dinleyiciyle buluşuyor. Bekir Sıdkı Sezgin, toplam 35 şarkıdan oluşan 2 CD’lik albümde Itrî’den Dede Efendi’ye, Abdülkadir Meragi’den Necdet Yaşar’a kadar birçok ismin eserini yorumluyor. Türk Musikisi’nin unutulmaz parçaları, 1996 yılında hayata gözlerini yuman sanatçının eşsiz icrasıyla birleşiyor. HENDRIX IN THE WEST JIMI HENDRIX SONY MUSIC Tüm zamanların en iyi gitaristlerinden biri kabul edilen ve 28 yıllık kısa ömründe bir rock efsanesi olmayı başaran Jimi Hendrix, ölümünden 45 yıl sonra yayımlanan albümle sevenleriyle buluşuyor. Sony Music imzasını taşıyan ve 12 parçadan oluşan albüm, “The Queen”, “Blue Suede Shoes”, “I Don’t Live Today” gibi Hendrix’in unutulmaz şarkılarını bir araya getiriyor. Söz yazarı, gitarist ve şarkıcı olmasının yanında bir kültür ikonu haline gelen Hendrix’in “Hendrix in the West” albümü, koleksiyonerler için eşsiz bir parça niteliğinde. UNUTULMAYAN SİNEMA KLASİKLERİ VARIOUS ARTISTS ARTİST MÜZİK Sinema tarihine adını yazdırmış unutulmaz filmlerde kullanılan klasik müzik eserleri, “Unutulmayan Sinema Klasikleri” albümünde bir araya geliyor. Toplam 30 eserin yer aldığı 2 CD’lik albüm, “Baba” (The Godfather), “Siyah Kuğu” (Black Swan), “Billy Eliot”, “Kırmızı Değirmen” (Moulin Rouge), “Titanic” ve “Schindler’in Listesi” (Schindler’s List) gibi kült filmlerde kullanılan ve Tchaikovsky, Bach, Beethoven, Mozart, Rachmaninoff gibi klasik müziğin öncülerinin imzasını taşıyan bestelerden meydana geliyor. 92 KAFES YÖNETMEN: MAHMUT KAPTAN SENARYO: BEKTAŞ TOPALOĞLU OYUNCULAR: İSMAİL HACIOĞLU, NILAY DURU, BARIŞ KÜÇÜKGÜLER, ERDAL CİNDORUK, ŞEFİK ONATOĞLU, MELDA ARAT YAPIM: TÜRKİYE, 2015 TÜR: DRAM 1980 darbesi sonrasında yaşananları konu edinen “Kafes”, olayları ülkücülerin bakış açısından yansıtması nedeniyle bir ilk olma özelliği taşıyor. Başta gençler olmak üzere darbe sonrasında bazı sağ görüşlü kişilerin cezaevinde maruz kaldığı olayları ve işkenceleri gözler önüne seren film, oyuncu performansları, duygu yüklü müzikleri, şiir dolu replikleriyle dikkat çekiyor. Filmde, siyasi tarihimizde önemli yere sahip “Eller silah değil, kalem tutmalı” ve “İnandıklarımız için mücadele ederken ihtilalle düşüncelerimizi kafese tıktılar” gibi sözleri dile getiren Mehmet Sipahi karakterini İsmail Hacıoğlu canlandırıyor. Bektaş Topaloğlu’nun Lütfi Şehsuvaroğlu’nun hikayesini senaryolaştırdığı “Kafes”, bir 12 Eylül filmi olma özelliği taşıyor. Filmin yönetmen koltuğunda ise Mahmut Kaptan oturuyor. GİZEMLİ GERÇEK SECRET IN THEIR EYES YÖNETMEN: BILLY RAY SENARYO: BILLY RAY, JUAN JOSE CAMPANELLA OYUNCULAR: CHIWETEL EJIOFOR, NICOLE KIDMAN, JULIA ROBERTS YAPIM: ABD, 2015 TÜR: GERİLİM, GİZEM İki FBI ajanı Ray (Chiwetel Ejiofor) ve Jess (Julia Roberts) ile başsavcı danışmanı Claire (Nicole Kidman) birbiriyle oldukça samimi, güçlü bir ekiptir. Jess’in kızı Carolyn’in korkunç bir cinayete kurban gitmesiyle üç arkadaşın dünyası bir anda altüst olur. Katil zanlısının delil yetersizliğinden serbest bırakılmasından 13 yıl sonra Ray, yeni bir ipucu bulur. Ancak Jess kızının intikamını almak için bu kez kendi adaletini sağlamaya kararlıdır. Claire ile Ray ise şüpheliyi ondan önce bulmak zorundadır. “Gizemli Gerçek”, 2009 yılında izleyiciyle buluşan Arjantin-İspanya ortak yapımı “Gözlerindeki Sır”dan (El Secreto de Sus Ojos) uyarlanmış. Film, Oscar ödüllü Julia Roberts ve Nicole Kidman ile Oscar’a aday gösterilmiş Chiwetel Ejiofor’un muhteşem oyunculuk performanslarıyla 2015 sonbaharının en iddialı yapımlarından biri. 93 SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERİ Zeynel Balkız @AvBalkiz Mustafa Mit @TCMustafaMit En zor şartlarda dahi esareti kabul etmeyen bilge lider Alia İzzetbegoviç’i vefat yıldönümünde rahmetle anıyoruz. Aşure sevginin, kardeşliğin ve birlikteliğin ifadesi, bolluk ve bereketin simgesidir. Aşure gününüz mübarek olsun… Abdulhamit Gül @abdulhamitgul Elif Doğan Türkmen @Avturkmen Cahit Bağcı @CahitBagci Gaziantep’te yaşayan Besnili hemşehrilerimizle beraberdik. Emek en yüce değerdir diyoruz. Türkiyemizi emeği ile yücelten esnafımızın ellerinden öpüyorum. Uğurludağ Eski Çeltek Köyümüzde çeltik üreticilerimizleyiz. Gübre ve yemde KDV sıfırlanıyor müjdesini verdik. Ziya Çalışkan @Ziyaroni Rıdvan Turan @DrRidvanTuran Feleknas Uca @Feleknasuca Çocuklarımızın barış kokan gülüşleriyle 1 Kasım’a yürüyoruz. Karataş pazarında soğanların içinde böyle bir şey buldum. Diyarbakır hayvan borsası ziyaretinde. 94 Arzu Erdem @arzuerdem2015 Bugünün özçekimleri. Kızlarımızın bahtı açık olsun... İbrahim Ayhan @ibrayhan Murat Alparslan @Murat_Alparslan İyi insan, gülüşünü sevdiğiniz kişidir. “Birçok insan mutlu olduğunu bilmediği için mutsuzdur.” Dostoyevski Herkese iyi bir hafta diliyorum. Ramazan Kerim Özkan facebook.com/ramazankerim.ozkan Göller, güller ve gönüller diyarı Burdurumuzdan seçilerek TBMM’de bizleri temsil edecek üç milletvekilimizi tebrik eder, başarılar dilerim. R. Sezer Katırcıoğlu @sezerkatirciogl Gölcük Hasaneyn Köyü’nde hemşehrilerimizle diyaloğumuz mükemmel. Ahmet Akın @ahmetakin Bülent Öz @Bullentoz Erkan Akçay @erkanakcay45 Gönen İlçe Örgütümüzle birlikte Asmalıdere Ilıcak mahallelerimizi ziyaret ettik, hemşehrilerimizle bir araya geldik. Çan’da Kaz Dağları’nda yollar bizi durduramadı. Çamur demedik. Engel tanımadık. Tehlikeli köprüler vız geldi. Bugünkü programımızda Salihli’deyiz. Salihli Pazar pazarını ziyaret ettik. 95 UNUTMAYACAĞIZ Mehmet Erhan Işıl Enerji ve Tabii Kaynaklar eski Bakanı Mehmet Erhan Işıl 1927 Ankara doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdikten sonra fark derslerini vererek aynı üniversitenin Hukuk Fakültesi’nden de mezun olan Işıl, serbest avukatlık, maliye müfettişliği, Hazine Genel Müdürlüğü, Ticaret ve Sanayi Bakanlığı Müsteşarlığı yaptı. 38. Hükümet’e dışarıdan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olarak atanan Işıl’ın cenazesi 26 Ekim 2015 tarihinde İstanbul Şakirin Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Çetin Altan 13. Dönem İstanbul Milletvekili Çetin Altan 1927 İstanbul doğumludur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra gazeteciliğe başlayan Altan şiirleri, romanları ve tiyatro oyunlarıyla tanındı. Uzun yıllar çeşitli gazetelerde köşe yazarlığı yapan Altan’ın cenazesi 23 Ekim 2015 tarihinde Teşvikiye Camii’nde cuma namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. EKIM AYINDA ARAMIZDAN AYRILAN ARKADAŞLARIMIZ IÇIN CENAB-I ALLAH’TAN RAHMET DILIYOR, KEDERLI AILELERI IÇIN KALPTEN DUYGULARLA SABR-I CEMÎL NIYAZ EDIYORUZ.