Aile toplumun temel taşıdır. Aile toplumun temel taşıdır.
Transkript
Aile toplumun temel taşıdır. Aile toplumun temel taşıdır.
Değer Aylık Kültür ve Yaşam Dergisi Sesleniş Gazetesi Ekidir Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Yayınıdır Mayıs 2014 Yıl: 1 Sayı: 5 Ücretsizdir Aile toplumun temel taşıdır. Yuvanın temeli sevgi, Sıcaklığı anlaşma, Çatısı da saygıdır. Mayıs 2014 D eğer BAŞYAZI Değerli okurlarım, Her yeni sayıda artan desteklerinizle büyüdüğümüzü ve güçlendiğimizi hissediyoruz. Sizlerden gelen yazılarla her geçen gün dergimizin muhtevası zenginleşmekte ve tarihten kültür ve edebiyata, çocuktan aileye, sağlıktan teknolojiye kadar çok geniş yelpazedeki konularla karşınıza çıkmaktayız. Genel Müdürlüğümüz bünyesinde çalışan 50 bin personel ve ceza infaz kurumlarında bulunan yaklaşık 150 bin hükümlü ve tutuklu ile bugün biz büyük bir aileyiz. İşte, sizler de bu büyük ailenin birer fertlerisiniz. Sizleri bugüne kadar önemsediğimiz gibi bundan sonra da önemsemeye devam edeceğiz. Her yıl Mayıs ayının ikinci haftasının tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de “Anneler Günü” olarak kutlanıyor olması münasebetiyle, bu ayki sayımızın temasını ‘’aile’’ olarak belirledik. Aile, toplumsal yapının çekirdek özelliğini taşıyan, sahip olduğu duygusal altyapısıyla aile bireylerini birbirine bağlı olarak geliştirip şekillendiren, sosyal kurallarla çevrili ve mesaisi süreklilik gösteren bir kurumdur. Her bir üyesi için en güvenli limandır, huzurdur, en güzel ve rahat dinlenme ortamıdır. En önemlisi toplumun güven ve geleceğinin teminatıdır. Aile olmak mutlulukları olduğu kadar üzüntüleri de paylaşmak ve aile bireylerinin herbirinin de ğerli olduğunu bilmektir. İlk aşamasından itibaren sağlam esaslar üzerine kurulmuş, maddi ve manevi saadetin hâkim olduğu aile, milletçe var olmanın en sağlam temel taşı ve erdemli gençler yetiştirmenin de vazgeçilmez unsurudur. Aile, toplumun en önemli parçasıdır ki bu parçanın sağlamlığı millet ve devletin de sağlamlığı demektir. Zira bu konuda bir ihmal millet adına ihmal sayılır. Aile Eğitim Programı Uygulayıcı Eğitimi verilmiştir ve aynı zamanda 2013 yılı sonu itibari ile çeşitli ceza infaz kurumlarında bulunan yaklaşık 3.000 hükümlü ve tutukluya aile eğitimi verilmiştir. Aile kavramına vermiş olduğumuz değer doğrultusunda,2010 yılından itibaren ceza infaz kurumlarında bulunan ve 0-18 yaş aralığında çocuğu bulunan hükümlü ve tutuklulara yönelik “anne-babalık becerileri”nin geliştirilmesi, aile içi ilişkilerin güçlendirilmesi ile çocuğun ve ergenin var olan potansiyelini kullanmasını sağlamak amacıyla Milli Eğitim Bakanlığı 0-18 Yaş Aile Eğitim Programı geliştirilmiştir.Bu kapsamda ceza infaz kurumlarında görevli 350 psikolog ve sosyal çalışmacıya 0-18 Yaş Büyük Türkiye ailesinden, mensubu bulundu ğumuz aileye kadar herkesin esenlik içinde yaşadığı bir ülkenin hayaliyle dergimize göstermiş olduğunuz teveccühten dolayı siz değerli okurla rımıza gönülden teşekkür ediyorum. Enis Yavuz YILDIRIM Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Ayrıca annesinin yanında kalan çocukların iaşe bedelleri artırılmıştır. Çıkardığımız ödül yönetmeliği ile çocuk ve yetişkin hükümlü tutukluların aileleri ile daha etkin görüşme yapabilmeleri için mekan ve imkânlar sağladık. Tüm annelerin ve anne adaylarının ANNELER GÜNÜ’NÜ kutlar, sağlık ve mutluluklar dilerim. 1 D eğer D eğer Aylık Kültür ve Yaşam Dergisi Yıl: 1 Sayı: 5 Mayıs 2014 Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Yayınıdır YAYIN KURULU Ali YILDIZ (Yayın Kurulu Başkanı) Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdür Yardımcısı Esat IŞIK Tetkik Hakimi Ramazan GÜNŞAN Şube Müdürü Melike ÖNBAŞ Alpaslan DEMİR Tuncay KARACA Evren TANRIKULU Metin KARTAL Mustafa Serdar ÖZGÜN Süleyman KARAKUŞ İlhan GÜLER Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Naci BİLMEZ Editör İlhan GÜLER Grafik Tasarım Fatih ŞAFAK Sahibi Ankara Açık Ceza İnfaz Kurumu Adına Ali Turan KARADAĞ Kurum Müdürü Baskı Ankara Açık Ceza İnfaz Kurumu Matbaası İstanbul Yolu 15.Km Hava Müzesi Karşısı Şaşmaz / Ankara Tel: (0312) 278 7610 Faks: 278 25 68 Yayın Türü Yerel Süreli Yayın Basım Tarihi: 14/05/2014 İletişim Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Konya Yolu No:70 06330 Beşevler/ANKARA Tel: 0312 204 13 75 Faks: 223 43 91 e-posta: yetiskin.egitim@adalet.gov.tr Web: www.cte.adalet.gov.tr Sesleniş Gazetesinin Ayda Bir Yayımlanan Kültür Ekidir 2 Mayıs 2014 İÇİNDEKİLER 04 08 10 15 16 17 26 34 36 38 50 AİLEYE İADE-İ İTİBAR ZAMANI SAYGI MI ÖNCELİKLİ SEVGİ Mİ? AİLEDE BÖLÜNMÜŞ HAYATLAR ÇOCUKLA İLGİLENMENİN PRATİK YOLU ÇOCUĞUNUZA TEŞEKKÜR EDER MİSİNİZ? İLETİŞİM NEDİR NE DEĞİLDİR? EŞ OLARAK HZ. MUHAMMED NECİP FAZIL KISAKÜREK İNSAN DEDİĞİN GAKKOŞLAR DİYARI ELAZIĞ ANNE ŞİİRİ Mayıs 2014 D eğer EDİTÖR’DEN Merhaba Değerli Okuyucularımız, Değer dergisinin 5. sayısında karşınıza yeni bir tasarım ve birbirinden güzel konularla gelmiş olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Bu sayıyı da öncekiler gibi dolgun bir muhtevayla hazırlamaya çalıştık. Her sayıda farklı bir temayı ele aldığımız ‘’Değer’’ dergisinin bu sayısındaher yıl Mayıs ayının ikinci haftası tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de “Anneler Günü” olarak kutlanıyor olması münasebetiyle ‘’aile’’ temasını işlemeyi uygun gördük. 04 İSTANBUL’UN FETHİ Aile; kadının, erkeğin, çocuğun, gencin ve yaşlının karşılıklı etkileşim halinde olduğu mekânlardır. Aile; sevgiyi, saygıyı, güleryüzü, paylaşmayı ilk öğrendiğimiz aynı zamanda yaşamımızın şekillendiği yerdir. Aile içinde; iyilik, doğruluk, güzellik, adalet ve merhamet adına atılan tohumlar, aile bireyleri tarafından beslendikçe; bu değerler toplumda da yaşama ve güçlenme şansı bulacaktır. Aile olmak; acı günde tatlıyı yakalayabilmektir. Sabretmek, vazgeçmemek ve pes etmemektir. Dergimizde bu ay ‘’Aileye iade-i itibar zamanı’’ konulu yazı ile: aile bağlarının zayıfladığı toplumların yıkıma uğrayacağına dikkat çektik. Mutlu bir aile kurabilmek için sevginin mi yoksa saygının mı öncelikli olduğuna dair bir araştırma yazısı sunduk. Ayrıca çocuklarımızla ilgilenirken uygulanabilecek sağlıklı yöntemlerin neler olduğuna vurgu yaptık. 10 EVLERİMİZ SICAK BİR YUVA OLMALI Birçok sorunumuzun temel kaynağı aynı zamanda da çözüm noktası olan iletişimin ne olduğunu farklı boyutları ile ele aldık. Bunların yanında, ünlü yazar ve şair merhum Necip Fazıl Kısakürek’in hayatını, Gakkoşlar diyarı Elazığ şehrimizi, son zamanlarda sık karşılaştığımız rahatsızlıklardan olan boyun fıtığı ve sinüziti, çağ açıp çağ kapatan Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmed Han’ın hayatını kaleme aldık. Canlılar âlemi bölümünde kozadan hayata seslenen bir kelebeğin dilinden yaşam serüvenini sunduk. Siz değerli okuyucularımızın kıymetli yazılarından seçtiğimiz ‘’Ben En Çok Onu Sevdim’’ bölümünün ilkini istifadenize sunduk. Ve tabii ki diğer yazılar ve haberler… 20 ANNE GİBİ YÂR OLMAZ Yeni sayılarda buluşmak ümidiyle sağlıcakla kalın… 3 Kapak D eğer Mayıs 2014 G üçlü bir ailede erkek, kadın, çocuk her bir bireyin ayrı ayrı tanımlanmış hem hakları, hem de görevleri vardır. Zamana ve sosyal çevreye göre bazı görevler esner veya daralabilir; bu ayrı bir tartışma konusudur... Fakat aslolan, ailenin, birilerinin sadece verici, diğerlerinin ise sadece alıcı olduğu bir kurum olmamasıdır. Ayşe Keşir* Kadına ve çocuğa yönelik şiddet ve istismara ait tartışmaları bu yazının konusu dışında tutmak istiyorum. Çünkü şiddet ve istismar, hiç bir ideoloji, inanç veya sistem tarafından makul gösterilemez, müdafaa edilemez. Kadının ve çocuğun en güvenli, huzurlu ve mutlu olduğu yerin yuvası ve ailesi olması gereğine inanarak yazıya devam etmek istiyorum. Şiddetin Yakıcılığı Şiddet öyle yakıcı, yok edici bir kelime ki, yanına konduğu her kelime ve kavramı da yok edip içini boşaltıveriyor. Aile içi şiddet... Kadına yönelik şiddet... Töre ve namus cinayeti... Kadın, aile ve töre kavramları neredeyse cinayet ve şiddetle özdeşleşti. Gençler aile kurmaktan korkar oldu, folklorik zenginliğin de ifadesi olan törenin, bizzat kendisi cinayete kurban gitti. Belki de tüm bu tartışmaların temelinde “ben” ve “biz” in kavgası yatmakta... Kim bilir? Aristo mantığı ile “ siyah ve beyaz” düşünmeye alışmışız, kodlanmışız. Ya “ben”in hakları için çarpışacağız, ya da “biz”in hakları için. Bu uzun, çok uzun bir tartışmanın konusudur aslında... Kadın hakları için mücadele ediyorsanız, “ben”den yanasınız: “biz”i temsil eden aileyi ise ikincilleştirirsiniz... Ailenin önemine vurgu yapıyorsanız ise, “kadının adı yoktur”. Ekonomik ve sosyal olarak güçlü, başarılı, ayakları üzerinde duran, özgüvenli kadın, tek başına “ben” olmayı başaran kadınla özdeşleştirildi. Tam tersinden baktığımızda güçlü aile, kadını ikincilleştiren, eve ise mahkûm eden “biz” ile... Hep “ya”, ya da “yerine” ... Hem” ve “hem de” demeyi unuttuğumuzdan seçim yapmaya zorlandık... Bir yandan kariyer ve özgürlük, diğer yandan aile olmak, yuva sahibi olmak... Ah Aristo ah! 4 Aileye iade-i Pencerelerden, at gözlüklerinden biraz sıyrılın ve etrafınıza bakın lütfen! Hem kariyer, hem çocuk yapan, mutfakta soğan kavurmaktan imtina etmeyen, hem mesleki başarıyı yakalayan, hem de yuvasında anne ve eş olan o kadar çok kadın var ki... Veya çocuğunun beslenmesini hazırlayıp sabah okula bırakmaktan, sofra kurmaktan gocunmayan o kadar çok erkek... Aile olmak, yuva sahibi olmak, eş veya ebeveyn olmak aslında bir tek kadın veya erkeğin görevi olarak tanımlanamaz. Yani, tek başına birinin üzerine yıkılamaz aile olmanın tüm sorumluluğu... Güçlü bir ailede erkek, kadın, çocuk her bir bireyin ayrı ayrı tanımlanmış hem hakları, hem de görevleri vardır. Zamana ve sosyal çevreye göre bazı görevler esner veya daralabilir; bu ayrı bir tartışma konusudur... Fakat aslolan, ailenin, birilerinin sadece verici, diğerlerinin ise sadece alıcı olduğu bir kurum olmamasıdır. Her Evlilik Aile Değildir Sadece bir evi, duvarları, odaları, bir bütçeyi, ev içi Mayıs 2014 D eğer itibar zamanı görevleri ya da 24 saati paylaşmak değildir aile olmak... Bulaşığı kimin yıkayacağı, ütüyü kimin yapacağı, çocuğu okula kimin bırakacağının tanımlanması da değildir... Eğer insana ait değerleri çekip alırsanız, yukarıda saydıklarım sadece “ev ortaklığı” olur çıkar... Evliliği sadece kadının kendine bakacak, erkeğin ise ev işlerini çekip çevirecek birini bulması olarak tanımlarsak, en başından başlar yanlış... Şehir hayatında, kadınlar artık ekonomik olarak ayakları üzerinde durabiliyor, yani kendilerine bakacak bir erkeğe pek de ihtiyaç duymuyorlar... Yeni yüzyılda ev teknolojisi öyle ilerledi ki, bir kaç düğmeye basarak çamaşırları ve bulaşıkları yıkayabiliyor, elimizi değdirmeden makinede ekmek dahi yapabiliyoruz. Sadece erkekler değil kadınlar bile kendi çamaşır ve bulaşıklarını yıkamıyorlar... İhtiyaç analizimiz değişince aile olmaktan vaz mı geçeceğiz? Yeni kavramlar ve kodlarla konuşmalıyız artık... Evlilik ve aile olmayı, nesnel ihtiyaçları karşılama üzerinden tanımlayarak yapıyoruz en büyük hatayı... İçinde sadece başlangıçta dahi olsa bir tutam aşk, empati, insaf, vicdan, muhabbet, güven, sorumluluk, hasılı insanlık yoksa her evlilikle yuva kurulmuyor maalesef... “Kendimiz için istediğimizi diğeri için de istemedikçe” her evliliği aile yapamayız. Kimin bulaşık yıkayacağı, çocuğu kimin okula bırakacağı kadar basit bir görev listesi bizi aile yapmaya yetmez... Kişilikleri, yaşları, cinsiyetleri ne olursa olsun, her bir sağlam parçanın oluşturduğu yeni sağlam bütünün adıdır aile...Kendimize değer biçmeden evvel diğerine değer vermeyi öğrenmektir... Kadın ve erkek ile çocukların görev sorumluluk eğrisi her zaman aynı değildir kuşkusuz. Hatta zaman ve şartlara göre farklılık, çeşitlilik de arz edebilir. Baş dayayacak omuzdur aile olmak... Her zaman çözüm üretemesek, hatta anlamasak da dinlemek, dert ortağı olmaktır aile olmak... Zaman zaman fikir ayrılıklarına düşsek de, bir masada yemek yemek, zile basınca birinin mutlaka kapıyı açacağını bilmektir aile olmak... Pazar sabahı kahvaltıda yumurta tokuşturmak, TV kumandası için kapışmak, hasta olana ilacını getirmek, “ayaktayken bir çay da bana koy” diyebilmektir aile olmak... Kardeşinin kıyafetini ödünç almak, küçük sırlarını paylaşmak, gece tuvalete kalktığında tüm odaları dolaşıp çocukların üstünü tek tek örtmektir aile olmak... “Merak edip beklemesinler” diye gecikeceğini yüksünmeden arayıp haber vermek, bireysel keyifler kadar birlikte yapılanlardan haz almaktır aile olmak... Özlemektir, karşısındakinin gözyaşını silmek, konuşmasa, anlatmasa da O’nu anlamak, okumaktır aile olmak... Sorun çözme becerisini birlikte geliştirmek, sağlıkta olduğu kadar hastalıkta da bir ve birlikte olmaktır aile olmak... Araya yollar, şehirler girse de ayrı olmamaktır aile olmak... Haklarımızı kutsarken, görevlerimizi de unutmamaktır aile olmak... Aslında aile olmak o kadar çok şeydir ki, satırlar ve sayfalarla anlatmaya çalışmak beyhude olur. Sadece iş bölümüne indirgemek, görev çetelesi tutmak, aile olmaya hakaret etmektir... *Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Siyasi Danışmanı 5 D eğer Sağlık Bilim “ Tarih Kültür İnsan kalbi uzayda şekil değiştiriyor NASA astronotu üzerinde yapılan bir araştırma, insanların uzayda kalbinin şekil değiştirdiğini ortaya çıkardı. Araştırmayı yürüten James Thomas; “Kalp uzayda dünyada olduğu gibi çalışmıyor. Bu da büyük ölçüde kas kaybına neden oluyor” diyerek astronotların uçuş öncesi, uçuştaki ve uçuş sonrası kalp şekillerinin incelendiğini ve uzaydayken kalbin şeklinin daha yuvarlak hale geldiğini söyledi. “ Türk kahvesi ‘müzelik’ oluyur “ Mayıs 2014 UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi’ne alınarak dünya halklarının ortak mirası haline gelen Türk Kahvesinin doğru tanıtımı için müze kuruluyor. Türk kahve kültürünün üretiminden içimine kadar her aşamasının önemli bir zenginliğe sahip olduğunu ve doğru bilinmesini istediklerini anlatan yetkililer, bu amaçla yurt içinde ve yurt dışında iki müze açmayı planladıklarını ifade etti. “ Osmanlı dönemine ait çini tabağa rekor fiyat “ Osmanlı dönemine ait İznik Çinisi tabak, İngiltere’nin başkenti Londra’da düzenlenen müzayedede, 1 milyon 426 bin 500 sterline (yaklaşık 5 milyon TL) alıcı buldu. Christie’s müzayede evinde şimdiye kadar satışa sunulan İznik çinileri arasında en yüksek fiyata alıcı bulan tabak, 1510’lu yıllara ait. Selvi ağacı desenleri ile mavinin iki tonunun bulunduğu çini tabağın, 300-500 bin sterlin arasında satılması bekleniyordu. “ Sinüzit deyip geçmeyin Esra Mert Toplumda genellikle basit bir soğuk algınlığı gibi görülen ve kendiliğinden geçeceği düşüncesiyle tedavi edilmeyen sinüzit sanılanın aksine tedavi edilmediği ya da yanlış tedavi uygulandığı takdirde kronik hale geliyor ve kişinin hayat kalitesini olumsuz yönde etkiliyor. S inüzit, kafatasının içerisinde bulunan boşlukların yani sinüslerin iç kısmını örten dokunun iltihaplanması demektir. Toplumda genellikle basit bir soğuk algınlığı gibi görülen ve kendiliğinden geçeceği düşüncesiyle tedavi edilmeyen sinüzit sanılanın aksine tedavi edilmediği ya da yanlış tedavi uygulandığı takdirde kronik hale geliyor ve kişinin hayat kalitesini olumsuz yönde etkiliyor. Ağrı kesicilerle geçiştirmeyin “Başım ağrıyor” cümlesi halk arasında belki de en sık kullanılan söylemlerden biri. Öyle ki küçükten büyüğe herkes dönem dönem bu dertten muzdarip olabiliyor. Bunun arkasında kimi zaman sinirsel bir durum, kimi zaman ciddi boyutta rahatsızlıklar, kimi zaman da sinüzit yer alıyor. Önemli olan bu ağrının nedeni bulunup rahatsızlığın tedavi edilmesi. Fakat günümüzde ağrı kesici ilaçları yanından ayırmayan ve sebebini bilmediği baş ağrılarına çözüm olsun diye çerez misali ağrı kesici tüketen insanların sayısı oldukça fazla. Uzmanlara göre baş ağrısı bir hastalık değil, bir hastalığın işareti. Bu sinyali ağrı kesicilerle kesmek yerine arkasında yatan nedeni bulmak ve tedavisini uygulamak gerekiyor. Kronik sinüzite dikkat! Sinüzitler akut ve kronik olmak üzere ikiye ayrılıyor. Her insanın senede birkaç kez geçirebileceği “akut sinüzit” soğuk algınlığı, alerji, çevresel faktörler gibi nedenler sonucu ortaya çıkabiliyor. 6 Burunda tıkanıklık, basınç hissi, baş ağrısı, ateş gibi bulgularla kendini gösteren akut sinüzit hastalığın başlarında teşhis edildiğinde basit yöntemlerle tedavi edilebiliyor. Akut sinüzitteki bu şikayetlerin artarak ve farklılaşarak devam ettiği durumlarda tedavi süreci de uzayabiliyor. Bu şikayetlerin 3 aydan uzun süre devam ettiği durumlarda hastalık “kronik sinüzit” olarak tanımlanıyor. Kronik sinüzitte ilaç tedavisinin yeterli olmadığı durumlarda cerrahi müdahale öneriliyor. Halk arasında sinüzit ameliyat edilse bile tekrarlıyor inanışının yaygın fakat yanlış olduğuna dikkat çeken uzmanlar, cerrahinin başarıyla gerçekleştirilmesi halinde hastanın şikayetlerinden kurtulacağını ve tedavinin başarıyla sonuçlanacağını belirtiyor. Alerjisi olanlar risk grubunda Her insanın sinüzite yakalanma riski vardır. Fakat bazı gruplar var ki onlarda sinüzit oluşumu diğerlerine göre daha hızlı ve kolay gerçekleşir. Bunların ilki alerjisi olanlardır. Alerji atağı geçirmek mukozanın şişmesine, sinüs kanallarının kapanmasına, mukus (sümük) akımının engellenmesine ve enfeksiyon oluşmasına yol açar. Bunun dışında burunda yapısal bozuklukları olanlar (kemik eğriliği, burunda kırık vs.), sigara kullananlar ya da pasif içici olanlar da risk grubunda yer alıyor. Sinüzit önlenebilir mi? Günlük hayat koşullarında yapılacak ufak değişikliklerle sinüzit oluşma riski azaltılabilir. Kışın kaloriferlerin yanmasıyla birlikte kuru bir ortam oluşan evlerde nem oranının %35-%50 oranına çıkarılması gerekir. Bunun için bir nemlendirme cihazı edinilmesi ilk öneriler arasında. Buna imkanı olmayanlar için de kalorifer peteklerinin üzerine ıslak havlu, çarşaf konulması, ısıtma cihazlarında su kaynatılıp odada buhar yapılması, odada kaloriferlere yakın noktalara kaplarla su konulması öneriliyor. Banyodan sonra saçların iyice kurutulması, ıslak saçla sokağa çıkılmaması, alerjisi olanların tedavilerine doğru bir D eğer Mayıs 2014 Sağlık Suyu oturarak içmenin müthiş sırrı “ Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Kimya Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Uslu, “Su oturarak içilmeli. Ayakta su içildiğinde doğrudan onikiparmak bağırsağına geçer. Oturarak içince su önce midede birikir, içinde mikrop varsa ölür ve daha sonra oniki parmak bağırsağına geçer. Oturarak su içme usulüne uymakla insan kolera da dahil birçok bulaşıcı hastalıktan korunmuş olur. Böylece obezite başta olmak üzere çok sayıda hastalığın önüne geçmiş oluruz. ”dedi. Bilim Kültür Kanuni Sultan Süleyman’ın kalbi bulundu “ “ şekilde devam etmeleri, kontrollerini ihmal etmemeleri, sigara içenlerin ya da pasif içici olanların bu durumdan kurtulması, burnunda yapısal bozukluk olanların da tedavilerini yaptırmaları uzmanların tavsiyeleri arasında yer alıyor. Tedavi edilmezse körlüğe yol açabilir Sinüzit hayati tehlikesi olmayan bir hastalık, fakat dikkat edilmediği ve tedavi olunmadığı takdirde ciddi sorunlara yol açabiliyor. Uzmanlar sinüzitin tedavi edilmediği takdirde kronikleşeceğini ve iltihabın yayılacağını belirtiyor. Bunun için en riskli bölgeler ise gözler ve beyin olarak biliniyor. Bu gibi durumlarda nadir de olsa karşılaşılabilecek göz çukuru iltihabı, körlüğe kadar gidebilen komplikasyonlar, beyin ve beyin zarı iltihabı ve kemik iltihabı gibi ciddi komplikasyonlar hastalığın ihmal edilmemesi gerektiğine işaret ediyor. Eğilince artan baş ağrısı “sinüzit” belirtisi Her hastalıkta olduğu gibi sinüzitin de bir çok belirtisi var. Öne doğru eğilmekle yoğunlaşan baş ağrısı bunun en belirgin olanı. Beraberinde hangi sinüsün etkilendiğine bağlı olarak yüzde, göz çevresinde, ensede, alında ve diş çevresinde hissedilen ağrılar; rengi yeşile dönük koyu sarı akıntı, burunda tıkanıklık, tat ve koku almada değişiklik gibi belirtiler de sinüzit habercisi. Yüzmek sinüs kanallarını açıyor Yüzmeyi sevenler ve buna imkanı olanlar için uzmanların bazı önerileri var. Kışın denizde yüzmek imkansız olsa da yazın uygulanacak birkaç maddelik öneri listesi akut sinüzite yakalanma riskini azaltabiliyor. Bu önerilerin başında denizde yüzmek yer alıyor. Yüzme bilenler ve buna imkanı olanlar için yazın bol bol Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Zeki İbrahimgil, Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organlarının, Macaristan’ın Zigetvar şehrindeki Kanuni Camisi’nin bahçesinde bir yere gömülü olduğunun belirlendiğini ifade etti. İbrahimgil, “Daha sonra ekip giderek, kazı yapacak” dedi. “ deniz suyuna girmeleri tavsiye ediliyor. Deniz suyundaki doğal tuz, sinüs kanallarına tazyik etkisi yaparak tıkanıklıkları açıyor. Böylece varsa sinüslerdeki tıkanıklar boşalıyor ve rahat nefes alabilmek mümkün hale geliyor. Havuzda yüzmek aynı etkiyi göstermiyor. Havuzda tuzlu su olmadığından sinüs kanallarının açılmasına katkı sağlamıyor. Bunun dışında yazın klimalı ortamlardan kaçınmak, bol bol oksijen depolamak, gün içinde spor ve açık havada yürüyüşler yapmak, kirli havadan uzak durmak gerekiyor. Evrendeki en büyük yıldız bulundu “ Avrupa Uzay Ajansı’na (ESO) ait Şili’deki Çok Büyük Teleskop (ÇBT) yardımıyla yapılan çalışma, Dünya’dan 12 bin ışık yılı uzaklıktaki, çapı Güneş’inkinin 1300 katından daha büyük olan HR 5171 A’nın evrende şimdiye kadar gözlenen en büyük yıldız olduğunu ortaya çıkardı. “ Kronik sinüzitte ilaç tedavisinin yeterli olmadığı durumlarda cerrahi müdahale öneriliyor. Uzmanlar, cerrahinin başarıyla gerçekleştirilmesi halinde hastanın şikayetlerinden kurtulacağını ve tedavinin başarıyla sonuçlanacağını belirtiyor. 7 D eğer Toplum Mayıs 2014 Saygı mı öncelikli Yoksa sevgi mi? Sahi eşinize en son ne zaman hediye almıştınız? Ya da ne zaman eve elinizde bir çiçek buketi ile gelmiştiniz? 5 yıl önce mi? Eşlerin birbirlerinden hediye, çiçek beklentileri içine girmesi doğru mu deyip kestirip atabilirsiniz. Ama bu bana göre fıtratı inkardır. Hediyeleşmek, insanların sevgi bağlarını artıran evrensel bir değerdir. 8 E lbette her ikisi de. Bir yuvanın sevgiden eksik bir temel üzerine oturması düşünülemez. Tarafların hangi usul ile evlenirlerse evlensinler birbirlerine karşı sevgileri yok, zamanla oluşmadı veya kayboldu ise, o yuvanın huzur içinde devamı imkansızdır ya da imkansız denecek ölçüde zordur. Burada unutulmaması gerekli olan en önemli husus, tarafların birbirlerine karşı duydukları aşkın, sevginin kendiliğinden sürekli canlı kalan bir his olmadığı gerçeğidir. Onu sürekli kılabilmek iradî olarak yapacakları şeylerle karı-kocanın elindedir. Bu aşamada eşlere ciddi görevler düşmektedir. İşte bence saygı, hürmet bu noktada devreye girmelidir, girmek zorundadır. Çünkü tarafların birbirlerine, düşüncelerine, davranışlarına, saygı duyması, hürmet beslemesi ve onu bir şekilde hissettirmesi sevgiyi besleyen ana damardır. Burada kabulü şart olan en temel nokta; kadın ve erkeğin gerek cinsiyetleri ve gerekse şahsiyet ve kimlikleri itibariyle farklı dünya görüşlerine, farklı önceliklere sahip olma keyfiyetidir. Herşeyden önce bu tabii bir olgu olarak kabul edilmelidir eşler tarafından. Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız bütün düşünceler bu ön kabul üzerine kuruludur. Aksi bir anlayış özellikle günümüzde cennet bahçeleri olması gereken yuvayı rahatlıkla cehennem çukurlarına çevirecek hususiyete sahiptir. Gel gör ki hakikat bu olmakla birlikte özellikle ataerkil ailelerde kadının farklı düşünce, istek, beklenti, dünya görüşüne Mayıs 2014 D eğer sahip olmaması, onun kocasının istek ve arzuları içinde eriyip gitmesi gerektiği düşüncesi hakim. Ve bu hakimiyet devam ettiği müddetçe ailede ortak bir payda yakalamak zor oluyor. Aslında sırf erkeklere haksızlık etmeyelim. Günümüzde bazı kadınlar kültürel etkileşimler sonucu, kocalarından görmek istemediği aynı tavrı rahatlıkla takınabilmekteler. Bu zihniyette olanlara göre koca, karısının esiri, onun istekleri, programı öncelikli hareket etmek zorunda. Kocanın aile dışı iş veya arkadaş çevresi ile sanki özel hayatı olamazmış gibi tavırlar. Her iki taraf için sıkıntılı bir durum. Evlilik eşlerin birbirine esir olması demek değildir ki! En çok şikayet edilen hususlardan birisini örnek vererek konuyu açalım isterseniz; erkeklerin futbol hastalığı. Fanatizme dayanan ölçüdeki bir hastalığı ben de kabul etmiyor ve tedavisinin gerektiğine inanıyorum ama genelde erkeklerin futbola olan yoğun ilgileri herkesin malumu. Burada onların futbolla ilgilenmelerine, TV’den ya da stadyuma giderek maçları seyretme isteklerine -elbette aşırıya kaçmayan ölçülerde- kadın- nize “Seni seviyorum” dediniz veya kaç ların saygı göstermesi gerekmektedir. Bu defa ondan bu cümleyi duydunuz? Çok saygının göstergesi haftalık veya günlük az olsa gerek. Pekala bir değil, binlerce programda kocanın maçları seyredebile- ortak paydanın bulunduğu evlilik hayacek zeminin hazırlanmasıdır. Aynı ölçü- tında eşler neden çekingen davranırlar lerde erkeğin de hanımının TV seyretme birbirlerine. Utangaçlık mı? Elbette değil konusundaki önceliğine, tercihine saygı ve olmamalı. göstermesi gerekir. Eğer o, bir TV Burada dizisinden hoşlanıyorsa ona göre unutulmaması programlama yapılmalıdır. Aksi gerekli olan en önemli halde ikili dayatmalar, eşlerin terhusus, tarafların birbirlerine cihleri noktasında birbirlerine saykarşı duydukları aşkın, sevginin gılarının kalktığının göstergesidir kendiliğinden sürekli canlı kalan bir ve bu gereksiz bir huzursuzluğa his olmadığı gerçeğidir. Onu sürekli davetiye anlamını taşır. kılabilmek iradî olarak yapacakları Yukarıda sevginin, aşkın kenşeylerle karı-kocanın elindedir. Bu diliğinden sürekli canlı kalabilen aşamada eşlere ciddi görevler bir özelliğe sahip olmadığını ifade düşmektedir. İşte bence saygı, etmiştik. Pekala onu nasıl canlı tuhürmet bu noktada devreye tacağız? Sorması kolay ama cevagirmelidir, girmek bı oldukça zor bu sorunun. Çünkü zorundadır. günümüzdeki aile yapısı eşlerin birbirlerine sevgilerini belli eden tezahürler içine girmesine mani. Sevginin tezahürü sayılan ikinci huMesela, “Seni seviyorum” sözcüğünü ele alalım ve gerçekten mazinin derin- sus, hediye alma ve verme. Sahi eşinize liklerine doğru bir yolculuk yapalım. en son ne zaman hediye almıştınız? Ya Mesela 20 yıllık evlisiniz, kaç defa eşi- da ne zaman eve elinizde bir çiçek buke- Toplum ti ile gelmiştiniz? 5 yıl önce mi? Eşlerin birbirlerinden hediye, çiçek beklentileri içine girmesi doğru mu deyip kestirip atabilirsiniz. Ama bu bana göre fıtratı inkardır. Hed iyeleşmek, insanların sevgi bağlarını artıran evrensel bir değerdir. Hediye şeklinin çiçek şekline bürünmesine farklı bir kültür deyip inkar edebilirsiniz. Kabul ettik diyelim. Pekala çiçeğe hayır diyenler eşlerine bir şey aldı mı, alıyorlar mı? Kaldı ki çiçek ve çiçeğin sembolize ettiği değerler evrenseldir. Yukarıdaki ifadelerim sadece erkeklere hitap ediyor şeklinde algılanmamalı. Kadınlar da bunun muhatabıdır. Çeşitli vesilelerle karşılıklı hediyeleşmeler her iki tarafın birbirlerine karşı besledikleri sevgi hissini artıracak ve sürekli canlı kılacak unsurlardan birisidir. Hasılı, öncelik-sonralık sıralaması yapmak istemem sevgi ve saygı arasında. Ama illa yapılması gerekiyorsa, saygıya, sevgiyi de besleyen bir damar olması açısından önceliğin verilmesi gerektiğine inanıyorum. Kaynak: Ümit Dergisi 9 D eğer Aile Mayıs 2014 Ailede bölünmüş HAYATLAR Aile olmak ya da aile kurmak aslında insana özgü bir oluşumdur. Çünkü aile olmanın özünde de anlama ve yorumlamaya ilişkin bireyler arası iletişim gelmektedir. Aile duyguların, değerlerin, hayata ilişkin özün yoğrulduğu birimdir. Bunlar yoksa ya da işlenmiyorsa orada sorun var demektir. 10 Semra Demirkan* Aile olmak orkestra gibi uyumlu olmayı gerektirir. Bir ahenk (uyum) sergileyen orkestrayı oluşturan müzik aletleri gibi aile bireyleri de toplumun ahenginin ve ritminin temsilcisidirler. Ailenin çekirdeğini kadın-erkek birlikteliği ve bu birliktelikten doğan çocuklar oluşturur. Aile olmanın temelinde sağlıklı bir iletişim yatmaktadır. Ailede sağlıklı iletişimin dayanağı ise sohbet ve muhabbet olarak görülebilir. Sohbet ve muhabbet kelimelerinin kökeninde “sevgi, sevmek” vardır. Türk ailesinde eskiden bu yana iletişimi canlı tutan hatta aile içi kaynaşmada doğrudan etkili olan araçlar aile büyükleriyle olan görüşmeler, akrabalara gidip gelmeler ve komşu ziyaretleri olmuştur. Aile yapımızın birliği, bütünlüğü ve sağlamlığında doğrudan ya da dolaylı olarak etki eden bu ziyaret mekanizmalarının özellikle kentlerde ve metropollerde unutulmaya yüz tutması ve aileyi oluşturan çemberin daralması aslında aile içinde bölünmüş hayatların da habercisidir. Bu durum hepimizin şu veya bu düzeyde içinde bulunduğumuz bir hale ilişkindir. Aile birliği, bütünlüğü ve toplumsal dayanışmanın yerini yozlaşma yabancılaşma ve anomi almıştır. Mayıs 2014 D eğer Aile olmak ya da aile kurmak aslında insana özgü bir oluşumdur. Çünkü aile olmanın özünde de anlama ve yorumlamaya ilişkin bireyler arası iletişim gelmektedir. Aile duyguların, değerlerin, hayata ilişkin özün yoğrulduğu birimdir. Bunlar yoksa ya da işlenmiyorsa orada sorun var demektir. Eşler ve çocuklar arasındaki günün yorgun ve yoğunluğunun giderilmesinde karşılıklı sohbet ortamı önemlidir. Aile bireyleri arasındaki ideal iletişim eşlerin gün içerisinde yaşananları birbirlerine aktarmaları ve sorunların karşılıklı çözüme kavuşturulması şeklinde ol malıdır. Bu paylaşım sevgiyi, saygıyı ve değer vermeyi de beraberinde getirecektir. Yapılan araştırmalarda kişilerin evlilik ve hayat memnuniyetinin hem kişisel etkinlikleriyle hem de yakın aile çevreleriyle uyumlu, güçlü ilişki içinde olmalarıyla bağlantılı olduğu anlaşılmaktadır. Günümüzde özellikle televizyonun aile bireylerini, eşleri ya da ebeveynler ile çocukların birbiriyle olan etkileşimlerinde mesafe koyduğu görülmektedir. Artık erkek, kadın ya da çocukların günlük olaylar karşısında daha tahammülsüz oldukları, beyinlerin daha çok yorulduğu ve çağın stres çağı olarak anıldığı, iletişim araçlarının da bu durumu körüklediğine şahit olunmaktadır. Birbirine yakın fakat birbirinden habersiz bir hayat tarzının benimsenmesi aynı ailede bölünmüş hayatlara neden olmaktadır. İnternet ortamındaki sanal alemin tüm aile bireylerini özelikle de çocukları tutsak aldığı ve iletişimin, sohbetin neredeyse sıfırlandığı aileler azımsanmayacak sayıdadır. Sorunların aile odağında çözüme kavuşturulduğu, aile değerlerinin içselleş tirildiği bir yapıdan aile olma bilincinin yitirildiği, ailenin sorun oluşturduğu, ailede iletişimin en aza indirgendiği bir zaman diliminde yaşadığımız gerçeğinden hareketle, temel kurum olan ailenin korunması ve güçlendirilmesi noktasında herkese önemli görevler düşmektedir. Özellikle büyük kentler değişimin barometresidir. Büyük kentlerde erkek ve kadının içinde bulunduğu yoğun iş temposu ve bu tempoyla gelen trafik kargaşası, her alanda (gıda, giyim, eğlence, moda…) değişen ve aşırı tüketime dayanan hatta dayatılan hayat anlayışı, bilgisayarın ve cep telefonunun yoğun bir biçimde kullanılması, dış çevreyle kurulan ikincil ve yüzeysel ilişkilerin getirdiği yoğunlukla birlikte ev; yorgun, bitkin bireylerin yaşadığı bir mekan haline gelmiştir. Öyle ki aile bireyleri iletişimi engelleyen bu yapıyı kırma kaygısı yaşamaktan bile acizdirler. Aile içi iletişimle ilgili olarak sağlıklı modeller mutlaka mevcuttur. Ancak kendi çevremizi gözlemlediğimizde bile olumsuz örneklerin daha fazla oranda olduğunu görebiliriz. Eşlerin birbirlerine “Sen bana karışamazsın, bu benim hayatım” demeleri hatta eşleri üzerindeki herhangi bir değişikliği fark etmemeleri veya kayıtsız kalmaları, çocukların ebeveynlerine “Beni rahat bırakın, beni anlamıyorsunuz, sizinle birlikte gezmek istemiyorum, evde bilye oynayacağım, yalnız kalmak istiyorum, bayramda ev gezmelerine gitmek şart mı?” şeklinde bireysel bağımsızlık tercihlerini kullanmaları ve birbirlerine kar şı ilgisizlikleri ailede bölünmüş hayatların habercisidir. Eskiden aynı mekanı paylaşmak bir arada olmak demekti. Oysa günümüzde ailece oturma odasında otururken çocuğun cep telefonu ile mesajlaşması aynı mekanda ama farklı dünyalarda yaşıyor olmanın bir göstergesidir. İnsanlar arası ilişkilerde tahammül sınırının en asgari düzeyde olduğu bir zaman diliminde anne babaların çocuklarına harcadıkları vakit bir yana ilişkinin kalitesin de de bazı sorunların olması sık sık dile getirilen bir husustur. ABD’de yapılan bir araştırmada bir babanın çocuğuna ayırdığı zamanın günde ortalama 10 dakika olduğu ortaya konmuştur. Aile içinde bölünmüş hayatlar bir anlamda aile olma bilincinin, aile değerlerinin ve aileye verilen önemin yitirilmesidir. Bu anlamda da aile bir sığınak, bir yuva ol maktan çok bir otel, bir misafirhane görevini görmekte olduğu söylenebilir. Nasıl ki otelin müşterileri için otel kalacak bir mekan olarak görülüyorsa, aile ve taşıdığı değerlerin önemini yitirdiği noktada aile yuvası da eşler ve çocuklar için hayata ve kendilerine yabancılaşmayı getiren, toplumsal anomiyi dinamitleyen bir üsse dönüşecektir. Günümüzde aile ilişkilerinde, organik dayanışmadan (sevgi, saygı, sabır, emek, fedakarlık, dayanışma, paylaşma) mekanik dayanışmaya yani menfaat ve çıkar birlikteliğine doğru bir eğilim göze çarpmaktadır. Aile olmak aslında iki “Ben”in “Biz” haline gelmesi ve ayrı ortamlarda yetişmiş, iki farklı karakterin, iki farklı insanın bir araya geldiği ve içine sevgi, özveri, hoşgörü gibi değerleri kattığı bir hayat yolculuğudur. Ancak bu sağlıklı yapı, kimi ailelerde zaman içerisinde eşlerin birbirlerine değer vermemeleri, çatışan arzuları, hayalleri, karakterleri ile birlikte bazı kırılmalar yaşamaktadır. Bu çerçevede aile olmak, yaşanan sorunların bilgisizlikle birlikte çözümlenememesi karşısında, aynı evi paylaşan fakat ayrı dünyaları yaşayan bireylerin zorunlu birlikteliğine dönüşmektedir. Yaşadığımız yüzyılda her türlü iletişimde teknoloji bombardımanına uğradığımız bilinmektedir. Bilgisayar ve internet kullanımı, cep telefonları, televizyon, gazete gibi görsel ve basılı kitle iletişim kanallarının ortaya çıkışı bireyler arası iletişimi hızlandırmak içindir. Özellikle internet sınırsız sayıda sohbet imkanı tanımakta, cep te lefonu ile dünyanın her yerinde muhataba ulaşılmaktadır. Bu teknoloji harikaları ortaya çıkış amaçlarının tersine insan ilişkilerine özellikle de aile bireyleri arasındaki muhabbete müdahale ederek bir anlamda ilişkinin tükenmesine yol açmaktadır. Hızlı, sığ ve anlık yaşamak yaşam tarzı haline gelmiştir. Bir aile ortamında fiziksel olarak yakın ama sosyal olarak birbirine uzak, birbirinden kopuk, bireylerin oluşturacağı gelecekteki aile yapısının alacağı şekil bile tasavvur edilememektedir. * Aile ve Sosyal Politika Uzmanı 11 Örnek Hayatlar D eğer Mayıs 2014 ÇAĞ AÇIP ÇAĞ KAPATAN LİDER FATİH SULTAN MEHMET 20 yaşında Osmanlı padişahı olan Sultan İkinci Mehmed, İstanbul’u fethedip 1100 yıllık Doğu Roma İmparatorluğunu ortadan kaldırarak Fatih ünvanını aldı. Hz.Muhammed’in (S.A.V) hadisi şerifinde müjdelediği İstanbul’un fethini gerçekleştiren büyük komutan olmayı da başaran Fatih Sultan Mehmed, yüksek yeteneği ve dehasıyla dost ve düşmanlarına gücünü kabul ettirmiş bir Türk hükümdarıydı. 12 Mayıs 2014 D eğer Fatih Sultan Mehmed 29 Mart hini gerçekleştiren büyük komutan ol1432’de Edirne’de doğdu. Babası mayı da başaran Fatih Sultan Mehmed, Sultan İkinci Murad, annesi Huma yüksek yeteneği ve dehasıyla dost ve Hatun’dur. Fatih Sultan Mehmed, uzun düşmanlarına gücünü kabul ettirmiş bir boylu, dolgun yanaklı, kıvrık burunlu, Türk hükümdarıydı. Orta Çağ’ı kapatıp, adaleli ve kuvvetli bir padişahtı. Dev- Yeniçağ’ı açan Cihan İmparatoru Fatih rinin en büyük ulemalarından birisiy- Sultan Mehmed, Nikris hastalığından di ve yedi yabancı dil bilirdi. Alim, şair dolayı 3 Mayıs 1481 günü Maltepe’de ve sanatkarları sık sık toplar ve onlarla vefat etti ve Fatih Camii’nin yanındaki sohbet etmekten çok hoşlanırdı. İlginç Fatih Türbesi’ne defnedildi. ve bilinmedik konular hakkında makaleler yazdırır ve bunları incelerdi. Hocalığını da yapmış “Allah’ım olan Akşemseddin, Fatih Sultan sana şükürler Mehmed’in en çok değer verdiği alimlerden biridir. Fatih Sultan olsun… Bana böylesine Mehmed, gayet soğukkanlı ve cebirbirini düşünen surdu. Eşsiz bir komutan ve idareinsanların olduğu bir millet ciydi. Yapacağı işlerle ilgili olarak en yakınlarına bile hiçbir şey söy- ihsan ettin. Ben böyle bir millet lemezdi. Fatih Sultan Mehmed ile sadece İstanbul’u değil, okumayı çok severdi. Farsça ve dünyayı bile fethederim.” Arapça’ya çevrilmiş olan felsefi eserler okurdu. 1466 yılında Fatih Sultan Batlamyos Haritasını yeniden Mehmet tercüme ettirip, haritadaki adları Arap harfleriyle yazdırdı. Bilimsel sorunlarda, hangi din ve mezhebe mensup olursa olsun bilginleri korur KIRIMIN FETHİ ve KARADENİZ onlara eserler yazdırırdı. Bilime büyük Fatih Sultan Mehmed, Karadeniz’e önem veren Fatih Sultan Mehmed de hakim olmak istiyordu. Venedik ve yabancı ülkelerdeki büyük bilginleri Cenevizlilerin İslam dünyasının aleyİstanbul’a getirtirdi. Nitekim Astrono- hine yaptıkları esir ticaretini önlemek, mi bilgini Ali Kuşçu kendi döneminde İstanbul’a gelen ticari malların taşınİstanbul’a geldi. Ünlü Ressam Bellini’yi masında esas rolü oynayan Kırım sahilde İstanbul’a davet ederek kendi res- lerini ele geçirmek, Karadeniz’i bir Türk mini yaptırdı. Şair ve açık görüşlüydü. Gölü haline getirmek amacıyla hareFatih Sultan Mehmed 1481 yılına kadar ket eden Fatih, işe 1459’da Amasra’yı hükümdarlık yaptı ve bizzat 25 sefere fethederek başladı. 1460’da Candarokatıldı. Azim ve irade sahibiydi. Temkin- ğulları Beyliği’ne son verildi. 1461’de li ve verdiği kararları kesinlikle uygula- Trabzon’un, 1475’de de Kırım’ın fethiyyan bir kişiliği vardı. Devlet yönetimin- le Karadeniz bir Türk gölü haline geldi. de oldukça sertti. Savaşlarda çok cesur Bu sayede Karedeniz’deki Ceneviz üsolur, bozgunu önlemek için ileri atılarak tünlüğü sona erdi ve İpekyolu’nun tüm askerleri savaşa teşvik ederdi. denetimi Osmanlı Devleti’ne geçti. OTLUKBELİ SAVAŞI 20 yaşında Osmanlı padişahı olan Karamanoğlu İbrahim’in 1464’te Sultan İkinci Mehmed, İstanbul’u fetheölmesi üzerine oğulları birbirlerine dip 1100 yıllık Doğu Roma İmparatorludüşmüşlerdi. Akkoyunlu hükümdarı ğunu ortadan kaldırarak Fatih ünvanını Uzun Hasan’ın yardımıyla İshak Bey aldı. Hz.Muhammed’in (S.A.V) hadisi Karamanoğlu beyliğine sahip oldu. şerifinde müjdelediği İstanbul’un fet- Bunun üzerine diğer oğlu Pir Ahmed Bey Fatih Sultan Mehmed’den yardım istedi ve gelen yardım sayesinde Beyliği ele geçirdi. Fakat Pir Ahmed Bey bir süre sonra gidip Venediklilerle anlaşınca, bu duruma sinirlenen Fatih Sultan Mehmed, Karaman Seferi’ne çıkmaya karar verdi. Konya ve Karaman alınarak Osmanlı’ya bağlandı. Karaman halkı İstanbul’a ve çeşitli yerlere göç ettirildiler. Pir Ahmed Bey kaçarak Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’a sığındı. Bu olay Osmanlılarla Akkoyunluların arasının açılmasına neden oldu. Osmanlılar Avrupa ve Anadolu’daki topraklarını genişletirken, Akkoyunlular Devleti’de Doğu Anadolu, Kafkasya, İran ve Irak üzerinde hakimiyet kurmuşlardı. Sınırlarını genişleten iki Türk Devleti arasında büyük bir savaş kaçınılmaz olmuştu. Otlukbeli mevkiinde 11 Ağustos 1473’de yapılan savaşta, devrin en kuvvetli savaş tekniğine ve araçlarına sahip olan Osmanlı ordusu, Uzun Hasan’ın kuvvetli süvarilerden kurulmuş olan ordusunu birkaç saatte dağıttı. Bu savaştan sonra Akkoyunlular bir daha kendilerini toparlayamadılar. Fatih Sultan Mehmed, Akkoyunlu tehlikesini bu şekilde engellemiş oldu. Anadolu’da ve Rumeli’de birçok sefer düzenleyip pek çok zafer kazanmıştı. Buna rağmen güneyde güçlü bir devlet konumunda olan Memlüklerle problemler yaşandığı halde sıcak bir savaştan kaçınmıştı. İDARİ DÜZENLEMELER Fatih Sultan Mehmed, klasik manada Osmanlı devletinin idari kurucusu sayılabilir. İstanbul’un fethinden sonra kendisini Kaiser-i Rum (Doğu Roma İmparatoru) ilan etmiş ve devlet müesseselerini yerleştirmiştir. Fatih Kanunnamesi ile Atam-Dedem Kanunu dediği gelenekleri yazılı hale getirmiş ve buna Kanunname-i Ali Osman denmiştir. Divanın idaresini sadrazamlara bırakarak, işleri kafes arkasından takip etmeye başlamış, mutlak vekilim dediği sadrazamı geniş yetkilerle donatmıştır. Ayrıca defterdar, kazaskerler ve diğer üst düzey devlet erkanının görevleri tarif edilmiştir. Yeniçeri ordusu 10.000’e çıkarılarak güçlü bir merkezi ordu teşkil 13 D eğer edildiğinden uç beylerinin önemi azalmış, böylece merkezi idare sağlamlaştırılmıştır. Anadolu ve Rumeli’nin en kudretli devletinin hükümdarı olarak “Han” ünvanını ilk defa o kullanmıştır. İstanbul’un fethinden sonra Yıldırım Bayezid zamanında elden çıkan topraklar yeniden kazanılmış, hatta Rumeli ve Karadeniz kıyılarında yeni yerler fethedilmiştir. Kırım’ın fethi ile Karadeniz bir Türk gölü haline getirilmiş, Anadolu birliği tamamlanmış ve Rumeli’deki Türk varlığı Belgrad’a kadar uzanmıştır. İstanbul, Fatih zamanında bir ilim ve sanat merkezi haline gelmiş, Fatih medreseleri klasik Osmanlı medreselerinin temelini oluşturmuştur. Şairler ve ilim adamları için bir cazibe merkezi haline gelen İstanbul’a bütün İslam dünyasından bilginler gelmeye başlamıştır. Bu Halkla Ben Dünyayı Bile Fethederim Henüz 21 yaşındayken İstanbul’u fethetmeye karar veren Fatih Sultan Mehmet, ordusuna katılacak olan halkı denetlemek amacı ile kıyafet değiştirerek Edirne’deki pazarda dolaşmaya başlar. Derken çarşıdaki bir dükkana varır ve buradan biraz erzak alır. Daha sonra aldığı erzağın yetmeyeceğini düşünen II. Mehmet geri dönüp aynı dükkandan biraz daha erzak ister fakat dükkan sahibi “Ben sana satış yaparak siftahımı yapmış oldum. Erzak almak istiyorsan şuradaki dükkandan al. O henüz siftah yapmadı.” diyerek erzak vermek istemez. Çarşıyı baştan sona dolaşan Fatih, aynı cevap ile bir çok kez geri gönderilir. Bu yaşanan o kadar hoşuna gider ki saraya vardığında hemen secdeye kapanarak dua eder: Allah’ım sana şükürler olsun… Bana böylesine birbirini düşünen insanların olduğu bir millet ihsan ettin. Ben böyle bir millet ile sadece İstanbul’u değil, dünyayı bile fethederim. Fatih Sultan Mehmed, Bosnayı fethettiği zaman Osmanlı devlet politikasının sonucu olarak bölge halkına dini serbestiyest getirmiştir. Nitekim, Fatih Sultan Mehmed, buradaki latin papazlarına (1478) tarihinde ferman vermiştir. Bu ferman suretinde de görüldüğü gibi azınlıklar tam bir hürriyet ortamı içinde hayatlarını sürdürmüşlerdir. Kaynak: www.kimkimdir.gen.tr 14 Mayıs 2014 Hastalanan göçmen kuşlar için bile vakıflar kurulmuş Selçuklularla başlamış olan devlet binalarına kuş evleri yapma geleneği Osmanlı döneminde katiyen bırakılmamış ve konutlara da uygulanmıştır. 15. yy’da Fatih Sultan Mehmet tarafından çıkarılan fermanlarda inşa edilecek yapılara kuşların barınması için tünekler yapılmasının zorunlu olduğu belirtilmiş Canlı cansız bütün varlıklara hizmet götürmek düşüncesinde olan atalarımız, vakıf müesseseleri ile bu ulvi düşüncesini kurumsallaştırmıştır. Günümüzün sivil toplum örgütlerine benzeyen vakıflar, Osmanlılarda gelişkin bir yapı sergilemekte idi. Kalpleri sevgi ve şefkatle dolu Osmanlı insanları, kurduğu vakıflarla sadece insanları değil, hayvanları bile düşünmüştür. Kuşlar için kurulan vakıflar ilginçtir. Uçuş rotalarında yaralanıp düşmeleri halinde onların tedavisini yaparak sürüsüne yetiştirmek üzere çalışmalar yapan Göçmen Kuşlar Vakfı, kışın kar ve buzdan yerlerde yiyecek bulamayan kuşların (özellikle leyleklerin) ölmemesiiçin buz ve kar üzerine yiyecek bırakan Darı Vakfı gibi vakıflardır bunlar… Sultan Ahmed Camii İmareti’nde, sadece insanlar için değil, kuşlar için bile yerler yapılmıştır. İmaret vakfiyesinde, artık yemeklerin kuşlar için yapılmış yerlere dökülmesi yazılı bulunmaktadır. Ecdadımız evcil olsun ya da olmasın diğer hayvanlar için de vakıflar, hastaneler kurmuştur. Soğuk kış günlerinde kurtların aç kalmamaları için kar kış demeden ıssız dağ başlarında et dağıtmışlar, kedi hastaneleri açmışlardır.Hatta Evliya Çelebi’nin anlattıklarına göre, Osmanlı halkı İstanbul’da kurulan büyük kuş pazarlarına haftada bir giderek kafesteki kuşları satın alır, bunları orada uçurup özgürlüklerine kavuştururlardı. http://www.kunfeyekun.org Mayıs 2014 Çocuk D eğer Babalar için Çocukla ilgilenmenin pratik yolu Hangi bilgisayar oyunu hangi çocuğa annesinden dinlediği bir masalın verdiği mutluluğu verebilecek.. Hangi smackdown gösterisi (dövüş şovu) hangi çocuğa babasıyla birlikte geçirdiği nitelikli bir zamanın verdiği güven hissini verebilecek… Hatice Metin Babaların çocuklarıyla daha az vakit geçirdikleri bir gerçek. Zamanlarının büyük bölümü evin dışında geçen babalar ya çok geç ya da yorgunluktan bitap bir vaziyette geliyor eve. Tek dinlenme şansı olan evdeki zamanını, kendisinden ilgi bekleyen çocuğuna mı harcasın yoksa kafayı dinlemeyi mi tercih etsin? Aslında mesele tam da bu. Yani çocuklarımızla ilgilenmeyi bir “iş” gibi görmemiz. Onlara ayıracağımız zaman dilimini iş gibi görmediğimizde çocuklarla ilgilenmek, oyunlar oynamak, konuşup sohbet etmek, masal anlatmak bizi de dinlendiren bir güce sahip. İş hayatının yorduğu ve hırpaladığı iç dünyamız çocukların masum dünyasıyla temas ettiğinde adeta rehabilite oluyor, yenileniyor, enerji ve mutlulukla doluyor. Çocukla geçirilen yarım saatlik bir zaman dilimi bile onu mutlu etmeye yetebilir. Yeter ki tüm ilginizin kendi üzerinde olduğunu bilsin. İşte size çocuğunuzla yapabileceğiniz bir kaç etkinlik. 1. Oyun oynayın: 15-20 dakika bile olsa çocuğunuzla oyun oynayın. Yap-boz, lego, araba yarışı, evcilik, futbol ve daha nicesi... İçlerinden birini seçin. 2. Resim yapın: Sizin elinizden çıkan bir resmin onu ne kadar mutlu ettiğine şaşıracaksınız. Resmi onun direktifleriyle sizin çizmeniz, yahut sizin direktiflerinizle onun çizmesi son derece eğlenceli sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Bunun için illa yağlıboya setine ihtiyacınız yok. Bir defter yaprağı ve kurşun kalemin nelere kadir olduğunu çocuğunuza gösterin. 3. Televizyon izleyin: Çocuğunuzun sevdiği ve yaşına uygun çizgi filmleri, programları beraber izleyin. Ona sorular sorun. Meseleler üzerine konuşun. Bu çocuğunuza istediğiniz doğru mesajları vermek ve onun iç dünyasını tanımak için büyük bir fırsattır unutmayın. 4. Meyve tabağı hazırlayın: Beraberce mutfağın yolunu tutup meyve tabağı hazırlayın. 10 dakikanızı bile almayacak bu iş anneyi de mutlu edecektir. Özellikle akşam yemeğinde bulunamamışsanız meyve tabağı ile yokluğunuzu telafi etmeye çalışabilirsiniz. 5. Masal okuyun: Kendi çocukluğunuza gidin ve büyüklerinizin size okuduğu-anlattığı masalların zihninizde bıraktığı o güzel tadı anımsamaya çalışın. Aynı güzelliği çocuğunuza da yaşatmak isteyeceksiniz. 6. Anneye sürprizler yapın: Hafta sonu anne uyanmadan hazırlanan bir kahvaltı, yahut anne için çizilmiş bir resim, bir demet çiçek... Eşiniz için çocuğunuzla birlikte yapacağınız şeyler ona mutlu bir ailede olduğunu hatırlatır. İleride kendi eşine karşı nasıl davranması gerektiğini kavrar, böylece mutlu bir evliliğin ilk eğitimini almış olur. Ayrıca siz ve eşiniz için de son derece romantik anılar olur. Bir taşla iki kuş diyebiliriz. 7. Kendinize masaj yaptırın: Gerçekten hiç enerjiniz olmadığında bu maddenin çok işe yaradığını göreceksiniz. Yüzüstü koltuğa uzanın ve çocuğunuzun sırtınızda minik adımlarla yürümesine izin verin. “Ara sıra ne kadar büyümüşsün, çok ağırsın” gibi sözlerle ona şakalar yapın. Sizin için masaj, onun için oyun olan bu aktivite yorgunluğunuzu unutturacaktır. 8. Yürüyüş yapın: Hafta sonu evde olduğunuz zamanlarda onu dışarı çıkarın. 15-20 dakikalık küçük bir yürüyüş yapın, onunla konuşun. Parka gitmeseniz de bundan mutlu olacaktır, çünkü sizinle baş başa vakit geçirmek çocuğunuzun çok hoşuna gider. 9. Markete birlikte gidin: Market alışverişlerinizi beraber yapın. Alışveriş esnasında hem evle ilgili sorumluluk almasını sağlamış olursunuz hem de harcamalar konusunda çocuğunuza önemli bilgiler verebilirsiniz. 15 D eğer Çocuk Mayıs 2014 Çocuğunuza teşekkür eder misiniz? Kendisine teşekkür edilmesi öncelikle çocuğunuzun birey olma hakkıdır. Bu, çocuğun kendisine saygı duymasını sağlar. Ona teşekkür edildikçe, çocuğunuz da teşekkür etmeyi öğrenir. U marım ki cevabınız ‘evet’tir. Teşekkür etmek niçin önemlidir? Sadece çocuğumuzu mutlu etmek için mi? Tabii ki hayır. Ebeveynlerin, çocukları ile ilgilien büyük yanılgılarından biri çocuklarını kendi tasarruflarında görmeleri ve bu sebeple çocuklarının kendileri için yapmış olduğu birtakım davranışları görmemeleridir. Mesela, çocuğunuz siz seslendiğiniz için oyununu bırakıp size cevap verdiyse veya ondan istediğiniz şeyi yerine getirdiyse bu, ciddi anlamda teşekkürü gerektirir. Çünkü oyun oynamak çocuğun işidir. Ve ebeveynin isteği üzerine işine ara vermiştir. Bu sebeple bunun fark edilmesi ve duyulan memnuniyetin teşekkür ile dile getirilmesi gerekir. Ya da sizebir bardak su getirmiş olması teşekkür gerektiren bir başka davranıştır. Burada önemli olan çocuğunuzun sizin için bir fedakarlıkta bulunmuş olması, bir dakika bile olsa zamanını sizin için kullanmasıdır. Çocuğa niçin teşekkür etmek gerekir? Kendisine teşekkür edilmesi öncelikle çocuğunuzun birey olmak hakkıdır. Bu, çocuğun kendisine saygı duymasını sağlar. Ona teşekkür edildikçe, çocuğunuz da teşekkür etmeyi öğrenir. Mutlu olur. Ondan istediklerinizi daha bir heyecan ve zevkle yerine getirir. Özgüveni gelişir. Yaptıklarının küçümsenmeyip fark edilmiş olması çocuğun kendine güvenmesini sağlar. Nezaketi öğrenmesine vesile olur. Teşekkür ederken dikkat edilmesi gereken nokta, ebeveynin abartıya girmemesi gerektiğidir. Küçükbir işten dolayı sade bir teşekkür yeterlidir. Bundan dolayı tekrar tekrar teşekkür etmek veya çocuğu gereksiz yere pohpohlamak, çoğu zaman yarardan çok zarar verebilir. Çocuk bu şekilde yaptıklarının ekstra olduğunu düşünüp tamamen kendini geri çekebilir. Ya da çocuğa zaten yapması gereken bazı davranışlardan dolayı teşekkür edilmez. Mesela yemek yemek zaten olması gerekendir. Yemek yediği için çocuğa teşekkür edilmez. Sadece duyulan memnuniyet abartmadan dile getirilebilir. Kaynak: Yasemin Yalçın Aktosun SORUNLARI ÇÖZMEK İÇİN KULLANILAN İLETİŞİM YÖNTEMLERİ · Duygu ve düşünceler olduğu gibi, abartılmadan ortaya konulmalıdır. (Bu tutuma kendine güvenli ve kendine saygılı tutum diyoruz. Bu tutum içinde olan kişiler hem kendilerine hem de başkalarına saygı gösterirler.) · Sorunlar şimdiki bağlam içinde ele alınmalı ve eski birikimler işin içine sokulmamalıdır. · Kesinlikle öğüt verme kullanılmamalı, davranışlar somut bir biçimde ayrıntılı olarak ele alınmalıdır. · Yargılamaya gidilmemeli, kişiler kendi duygu ve düşüncelerini ifade edebilmelidirler. 16 · Duygu ve düşünceler, ne az ne eksik, olduğu gibi ifade edilmelidir; karşısındakinin ne beklediğine ya da en mükemmel olması gerektiğine göre ifadeler aranmamalıdır. · Konunun özü ile konuya ilişkin olmayan ayrıntılar birbirinden ayırt edilmelidir. · Sorun çözmede etkin dinleme kullanılmalıdır. · Belirli bir zaman konusu içinde ancak bir çatışma üzerinde durulmalı, başka çatışma konuları çatışmaya katılmamalıdır. · Birinin haklı çıkması yerine her iki tarafın da anlaşabileceği bir çözüme yönelmek gerekir. “Ben haklıyım, sen yanlış hareket ediyorsun” tarzında davranmamak gerekir. Mayıs 2014 D eğer İLETİŞİM Kişisel gelişim nedir? ne değildir? Acaba ben niye böyleyim? Neden başkaları gibi duyarsız kalamıyorum? Herşeye bu kadar takıyorum ve sonunda incinen yine ben... yine ben oluyorum? Sebebi hepimize göre değişken ortak noktamız ise kendimizi kabul ettirmek adına ve dışlanmamak için sineye çektiklerimizde gizli. 1. İletişimde İlk Dakika Baltaş ve Baltaş (1994)’a göre karşı karşıya gelen iki kişi arasındaki ilk etkileşim, iletişim sürecinin önemli bir belirleyicisidir ve bu etkiyi yaratan faktörler, karşılaşılan kişinin beden dilinden, kullandığı kelimelere ve kişinin taşıdığı bütün aksesuarlardan içinde bulunduğu fizik ortam nesnelerine kadar geniş bir dağılım gösterir; İşte bütün bu faktörlerin bileşkesi “algılayan kişinin” değerlerinde bir yer bulur ve o çerçeve içerisinde yorumlanırken algılayanın kişisel özellikleri ve toplumsal normları ile kalıplaşmış olan yargılar, etkileşim verilerine bağlı olarak iletişimin ilk anında bir karar verdirir ve insan karşısındaki kişiye zihninde bir etiket yapıştırır. Bu karar olumlu veya olumsuz olabilir: “Duruşundan hiç hoşlanmadım”, “Bakışını sevmedim”, “Bir görüşte kanım ısındı”, “İlk gördüğümde vuruldum”, “Ben onu gördüğüm an işe yaramaz olduğunu anlamıştım” gibi değerlendirmeler, o kişi ile gelişecek iletişimin temelini oluşturur, ancak, bu kararlar her zaman böylesine açık ve bilinçli olmayabilir çünkü kişi bunları bilinç düzeyine çıkarsa da çıkarmasa da, ilk algılarımızın oluşturduğu yargının, iletişim biçimimizde ve o kişiye atfettiğimiz değerde önemli bir rol oynadığı bilinir. 2. İletişim Bilgi Alışverişi Değildir Baltaş ve Baltaş (1994)’e göre, insanlar arası iletişim sadece bir bilgi alışverişi değildir çünkü duygu ve düşüncelerin bir bilgi olarak aktarılmasındaki eylemler ve bu eylemlerin biçimi iletişimin özünü yapılandırmaktadır ki bunun da iletişimin evrensel yönü olduğu belirtilmiştir ve bilgiyi veriş biçimi, bir başka deyişle, sözlerin bedendeki karşılıkları iletişimin değerlendirilmesinde ikinci önemli noktadır. Baltaş ve Baltaş (1994), iletişimde bilgilenmek ve öğrenmenin sadece anlamak olmadığını ifade ederken, örneğin çocuğunuz veya arkadaşınızla yapacağınız bir konuşmada doğru iletişim kurmaya yardımcı öğelerden olan beden dilini değerlendirilmez ise onun o gün neler yaptığını öğrenilebilir, ama neler yaşadığının anlaşılamayacağını belirtmişlerdir. İletişimin ana amacı anlayarak kavramaktır. Kelimelerin sözlük anlamlarını ya da insanlara çağrıştırdıkları anlamları, karşımızdaki kişinin eylem biçimleri ile birlikte değerlendirmek doğru iletişime imkân vermektedir. Kendimizden farklı olabilecek bir dünyanın anlamlarını tanımaya açık olabildiğimiz oranda, karşımızdaki insanın dünyasını kavramaya yönelebiliriz. Bu konudaki en önemli yardımcı unsur karşıdaki kişinin kavramlara yüklediği anlamı, onun eylemleri ile anlamaya hazır olunmasıdır. Örneğin; eşiniz sorduğunuz bir soruya kapıdan çıkarken cevap veriyorsa, onun bu soruyla ilgili enerjisinin, sizi dinlemek ve bir sohbete başlamak yönünde olmadığından emin olunabilir. Ya da “Bu ceketin başka rengi yok mu?” diye soran bir müşterinin sırtı satıcıya, yüzü de kapıya dönükse, o büyük bir olasılıkla artık alışveriş yapacak potansiyel bir müşteri olmaktan çıkmıştır. 3. İletişim Kişiye Değil Kişiyle Yapılır Baltaş ve Baltaş (1994), iletişimin başka bir kişiyle birlikte yapılandırılan bir süreç olduğunu, iletişimin, onu 17 D eğer oluşturan bireylerden birinin aktif oluşu, diğerinin ise bu eylemi seyredişi ile kurulamayacağını ifade eder ve eğer alıcı kişi hazır değilse, iletişim yolunun tıkandığını ve böyle bir ilişkinin; düşünülen anlamda doğru ve sağlıklı bir anlama ve anlaşma doğurmayacağını, örneğin, sekreterine veya yardımcısına kızan ve yapılan geçmiş hataları gündeme getiren bir yöneticinin, karşısındaki kişiden bir cevap almıyorsa, büyük bir ihtimalle karşısındaki kişinin, yöneticinin haksız olduğunu, öfkesinin yersiz olduğunu düşünmekte olduğunu, buna karşılık, yöneticinin de düşüncesini ve öfkesini ortaya koyduğu için, bundan böyle benzeri bir hatayla karşılaşmayacağını düşündüğünü belirtmişlerdir. Bu tür olaylar öğretmenle öğrenciler arasında, anne-babayla çocuklar arasında sık sık gerçekleşmektedir. Mesajları verenin duygu ve düşünceleri, iletişim sürecinin herhangi bir yerinde sözü edilen konunun tamamen dışındaki duygu ve düşüncelerle kesilebilir. Örneğin bir çocuğun aklı oyuncaklarında olduğu ya da onlarla oynadığı bir sırada ona yemek yemenin veya ders çalışmanın yararlarından söz edilmeye başlanırsa çocuk anne babasını dinliyormuş gibi gözükebilir. Ancak bir süre sonra anne, babasının anlattıkları ile hiç ilgisi olmayan ve çoğunlukla oynadığı oyunla ilgili bam- 18 başka bir soru sorabilir. Bu durumda anne veya baba büyük ihtimalle bir gerginlik yaşar, kızgınlığını dile getirir ve iletişim kesilir. Çocuğu ile konuşmaya gayret eden anne veya babanın iletişimin kesilmesini önlemek için kızgınlığını kontrol edebilmesi, konuşmayı farklı bir açıdan sürdürmeyi ve iletişimi yeniden başlatmayı denemesi yararlı olmaktadır. İletişimden söz edebilmek için ortak bir platformda buluşmaya gerek vardır ve bu ortak platformda en az iki kişi, ortak paylaşım içinde iletişimi sürdürebilmektedir. Yoksa telefon veya telsizle yapılan iletişimde olduğu gibi kişilerden biri hattan çıkarsa iletişim sürdürülemeyecektir. İnsanların fizik varlıklarıyla aynı ortamda bir arada olmaları iletişim içinde oldukları anlamına gelmemektedir. İletişim süreci mesajı veren ve alanların iletişimde aktif rol almalarıyla devam etmektedir. Aynı ortamda birbirlerine sırtını dönmüş iki kişi arasında da bir iletişim söz konusudur ancak bunun anlamaya ve anlaşmaya dönük bir iletişim olmayıp, birbirini reddetmeye dönük bir iletişim biçimi olduğu belirtilmektedir. 4. İletişim Bir Bütündür İletişimi kelimeler, eller, gözler gibi bütünlüğünden soyutlayarak ve süreçteki bir kesite bakarak değerlendirmeye çalışmak insanları yanıltabilmektedir. Mayıs 2014 Sözsüz iletişim işaretlerini veya sözlü iletişim içeriğini tek tek değerlendirerek sonuçlara varmak yanıltıcı olabilir. Örneğin ellerin bir masaya dayanması veya bir sandalyeye ters oturmak, sözsüz iletişim açısından bir destek aramak ve güvensizlik işareti olarak yorumlanabilir ama bu durum bazen bedeni dinlendirmek ihtiyacından da kaynaklanabilir. Benzer şekilde ayakta duran birinin, bacaklarını birbirine dolaması, güvensizlik ve gerginlik işareti olabileceği gibi, soğukta üşümek veya çok sıkışıp tuvalet arayışı içinde olmak anlamına da gelebilmektedir. Bu durumların göz ardı edilmeleri iletişim değerlendirilmelerinde insanları yanılgıya götürebilir. İletişim biçimindeki bütün özellikler ve iletişim süreci, iletişimin birbirinden ayrılmayan parçalarıdır. Bu bilgiler ışığında, iletişimin özelliklerini bilmek, iletişimin doğru anlaşılabilmesi bakımından önem taşımaktadır. Bu özellikler; İletişimde ilk dakika ve ilk izlenimin çok önemli olması, iletişimin sadece bir bilgi alışverişi değil aynı zamanda duygularında aktarıldığı bir süreç oluşu, iletişimin kişiye değil kişiyle yapılandırılan bri süreç olması ve iletişimin kelimeler ve beden hareketleri ile bir bütün olmasıdır. Gülcan ÜSTÜNSEL Mayıs 2014 D eğer Evlilik BİLİYOR MUSUNUZ • • • Mutsuz çiftlerin en büyük sorunlarının kendilerinde var olan olumsuz bir davranışı eşlerinde görmeye tahammül edemediklerini… Birazcık fedakârlık, birazcık sorumluluk ve birazcık da sevgi katıldığında mutlu yürümemesi için hiçbir nedenin olmadığını… Gerçek anlamda hayat standardımızı yükseltmenin daha az ihtiyaç duyup daha fazla tat almak olduğunu… • İster kral, ister hamal olsun dünya da en mutlu insanın aile huzuru olan ve evinde huzur bulamayan eşlerin başka hiçbir yerde huzur bulamayacaklarını • • • Suçlamak yerine yaşamımızın sorumluluğunu nasıl üstleneceğimiz öğrenmeye ihtiyacımız olduğunu… Evliliğin amacının eşlerin gönüllü olarak birbirlerine hizmet etmesi ve Allah’a ulaşmak için yardımlaşmaları olduğunu… • Mutluluğunun tek anahtarının insanını hayatından memnun olmasına bağlı olduğunu mutlu olmak için tüm şikâyetlerimizin ortadan kalmasını beklersek kıyame- Ailede hiç şaşmayan ilahi bir kuralın ektiğimizi biçmek ettiğimizi bulmak hak ettiğimize kavuşmak olduğunu… • • • te kadar bekleyeceğimizi… • Evlilikten beklentilerimizin neler olduğunu eşimizle paylaşıp evlilik hayatımızda nelere katlanıp nelere tahammül edeceğimizi. • ömürlük ve temel unsurlar mı yoksa geçici şeyler olduğunu... kaynak: www.adef.com.tr • tamamlamak ve birbiriyle var olma bilinciyle yaşandığını... • Evlilik iki kişilik bir eylem olmasına rağmen buna müdahale eden üçüncü kişilerin evlilikte büyük bir risk oluşturduklarını… • Birbirlerini hayatın her alanın da yalancılıkla suçlayan eşlerin aynı evde hep yabancı kaldıklarını... • Hayatlarının birinci planlarını kendilerini değil eşleriyle birlikte mutlu olmayı koyanların huzurlu olduklarını… Evliliğin sadece haz ve madde üzerine inşa edilmesinin eşler arasında birbirine taham- Manevi açıdan geliştiğimizde yaşamımızda her hangi bir kötülüğün meydana gelemeyeceğini… • Güzel ve sadakate da- yalı bir ilişkinin ancak birbirini Bereket üzerine yoğunlaştığınızda yaşamımızın bereketli eksik olan üzerinde yoğunlaştığımızda yaşamımızda bir şeyleri hep eksik hissedeceğimizi… Kendimizi güven, huzur, güzellik, sevgi ve neşe dolu bir yaşam kurmaya adadığımızda bizi durdurabilecek hiçbir şeyin olmadığını… Yuvanızda istediğiniz şeylerin mülü azalttığını... • Kuvvetli inancın mutluluğun te- mel şartının inançsızlığın ise huzursuzluk kaynağı olduğunu… • İnsanların mutluluklarının mimarı olamadıklarında, huzurlarının katili olabildiklerini... • Eşinizi ne kadar mutlu ederseniz kendi mutluluğunuzun da o derece artacağını… • İnsan hafızasından ömrün sonuna kadar güzel veya çirkin hiçbir söz veya davranışın silinip gitmediğini… 19 D eğer Tarih Mayıs 2014 BİR ULU RÜYA İstanbul’un FETHİ 29 Mayıs 1453’te İstanbul’un fethi ile 1058 yıllık Doğu Roma İmparatorluğu sona ermiş, Orta Çağ kapanıp Yeni Çağ süreci başlamıştır. Osmanlı Devleti, imparatorluk olmuştur. 20 O smanlı’nın tarihe adını yazdırması tüm dünya tarafından surları yıkılması imkansız sayılan Konstantinapolis’in henüz 21 yaşında olan genç Han olan Fatih Sultan tarafından Osmanlı topraklarına katılması ve bu fetih’in ardından Osmanlı Devleti Devletlik statüsünden İmparatorlu statüsüne geçmiştir. Yürü, hala ne diye oyunda oynaştasın? Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!. İstanbul’un Fethi ya da Avrupa kaynaklarında geçen ismiyle Konstantinopolis’in düşüşü, 29 Mayıs 1453 tarihinde Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’in, Fatih Sultan Mehmet önderliğindeki Osmanlı ordusu tarafından alınmasıdır. Daha sonra şehir Osmanlı Devleti’ne başkentlik yapmıştır. İstanbul’un fethi ile 1058 yıllık Doğu Roma İmparatorluğu sona ermiş, Orta Çağ kapanıp Yeni Çağ süreci başlamıştır. İstanbul’un Fethi, 29 Mayıs 1453’te (Jülyen takvimine göre, Gregoryen takvimi göre 7 Haziran 1453), şehri günlerdir kuşatan Mayıs 2014 D eğer Osmanlı ordusunun, şimdi İstanbul olarak bilinen, o zamanki adıyla Konstantinopolis şehrini Fatih Sultan II. Mehmed Han’ın komutanlığında fethetmesidir. Bu fetihten sonra Osmanlı Devleti İmparatorluk olmuş, henüz 21 yaşında olan Fatih Sultan II. Mehmed, Fatih unvanını da alarak Fatih Sultan Mehmed olarak anılmaya başlanmıştır. Tarihteki en önemli devletlerden olan Doğu Roma İmparatorluğu böylelikle sona ermiştir. Sultan II. Mehmed, İstanbul’un fethine karar verdiğinde o zamanki başkent Edirne İstanbul’un aşılamaz olarak bilinen surlarını yerle bir edebilmek için o güne kadar görülmemiş büyüklükteki, şahi olarak bilinen topları döktürmüştü. II. Mehmed ayrıca, hazırlanmakta olan bu topların yanısıra, Bizans’a denizden gelebilecek yardımları engellemek için Yıldırım Bayezid tarafından inşa edilmiş olan Anadolu Hisarı’nın karşısına Rumeli Hisarı’nı (Boğazkesen Hisarı) yaptırdı. Rumeli Hisarı’nın İnşaası ve fetih hazırlıkları II. Mehmed, Konstantinopolis’i ele geçirmek için öncelikle deniz yardımının kesilmesi gerektiğini düşünmekteydi. Bu gerekçe ile büyük dedesi Yıldırım Bayezid’in yaptırmış olduğu Anadolu Hisarı’nın karşısında Rumeli Hisarı’nı yaptırdı. Bu hisar, Tuna Nehri ile Karadeniz’den gelecek yardımı önlemenin yanında, Osmanlı Donanması için bir üs konumu üstlenecekti. İstanbul’u kuşatacak ordunun arkasını korumak amacı ile Avrupa’da bir çok stratejik noktaya birlikler gönderildi. Mora Yarımadası kuşatıldı. İstanbul’un yüksek ve kalın surlarını yıkmak amacı ile Edirne’de, devrin önemli mühendisleri Musluhiddin, Saruca Sekban ile Osmanlılar’a sığınan Macar Urban’a toplar döktürüldü. 1452 yılında II. Mehmed, Bizans İmparatorluğu’na savaş ilan etti. 28 Haziran 1452’de Rumeli Hisarı’ndan 50.000 kişilik ordu ile hareket etti. İstanbul Surları karşısında çadırlar kuruldu. 31 Ağustos’a kadar ordu İstanbul’da kaldı. Ancak 31 Ağustos’ta Edirne’ye gidildi. Edirne’de eski Bizans esiri olan Macar asıllı Urban ve diğer Osmanlı top dökümcüleri Şahi toplarını icat etti. Konstantinopolis’te Latin serpuşu görmektense Türk sarığı görmeyi tercih ederim! diyorlardı. Papa V. Nikola’dan Bizans’a 3 kadırga ve 200 asker, savaş gereçleri ve gıda maddeleri geldi. 30 geminin de vaadi bildirildi. Sakız Adası’nda bulunan Cenevizliler’den 2 gemi ile 700 asker, Galata’daki Cenevizliler’den de 2 gemi ve 300 asker, İspanya ve adalardan da bazı kuvvetler gelmişti. Cenova’dan da Cenevizliler’in teklifi üzerine 500 asker ile 1 gemi gelmişti. Ücretli Türk askeri ise nadiren bulunuyordu. En önemlisi ise Ceneviz’deki Giustiniani ailesinden GiovanniGiustiniani 700 askeri ile yardım ediyordu. Eğer, Osmanlılar yenilirse Limni Adası’na düka tayin edebilme hakkına sahip olacaktı. Toplamında ise 20.000 asker Bizans’ı koruyordu. Gıda durumu ise genellikle Mora Despotluğu ve Sakız Adası’ndan karşılanıyordu. Bizans, ayrıca İstanbul Surları’na ve Galata’dan Sarayburnu’na çekilen zincirlere çok güveniyorlardı. II. Mehmed, Şubat 1453’de, dökülen iri topların İstanbul önlerine götürülmesini emretti. 60 mandanın çektiği topun iki tarafında ikiyüzer asker yürüyor; kaymaması için çaba sarfediliyordu. Karaca Paşa komutasındaki 10.000 kişilik ordu İstanbul yakınındaki Vize, Silivri ve Ayestefanos kalelerini kuşattı. Nisan ayına gelindiğinde II. Mehmed, eyalet ve sancaklara orduya katılmaları için haber gönderdi. 5 Nisan 1453’de Osmanlı Ordusu, II. Mehmed’in komutasında İstanbul’a hareket etti. Asker sayısı 150.000 ile 200.000 arasında değişiyordu. Ayrıca, önemli hocalardan Akşemseddin, Akbıyık ve Molla Gürani de orduda bulunuyordu. 6 Nisan 1453’de 10.000 sipahi Maltepe civarını tuttu. II. Mehmed de Anadolu ve Haliç’i tutmuştu. Zağanos Paşa da Beyoğlu’nu fethetti, Galata üzerine yürüdü. Aynı gün padişah, Veli Mahmud Paşa’yı elçi olarak imparatora gönderdi. Ama barış teklifi kabul edilmedi. II. Mehmet hazırlıklarını tamamladıktan sonra Bizans kralına elçi göndererek şehrin teslim edilmesini istedi. Red cevabı üzerine 6 Nisan 1453 tarihinde İstanbul kuşatmasına başlandı. Osmanlı Ordusu kenti karadan ve denizden kuşatma altına aldı. Osmanlı Ordusu surlarda gedikler açtıkça Bizanslılar surları yeniliyor, Türklerin şehre girişine izin vermiyordu. Osmanlı Donanmasının da Bizans’a yardıma gelen Ceneviz ve Venedik gemilerine engel olamaması savaşın seyrini değiştirmeye başladı. Haliç ile Karaköy arasına çekilen zincirden ötürü Osmanlı donanmasının Haliç’e girememesi savaşın seyrini Osmanlı aleyhine çeviriyordu. Bu gelişmeleri üzerine Fatih Sultan Mehmet 21 Nisan’ı 22 Nisan’a bağlayan gece 72 parça kadırganın karadan yürütülerek Haliç’e indirilmesi emrini verdi. Dolmabahçe üzerinden Haliç’e indirilen gemilerle savaşın seyri değişmeye başladı. 6 Nisan 1453’de barış şartları kabul edilmeyince kuşatma, Topkapı’dan başladı.12 Nisan’da sürekli bombardıman başladı. 17-18 Nisan’da ise Prens Adaları Baltaoğlu Süleyman Paşa tarafından fethedildi. 20 Nisan’da Bizans’a yardıma gelen 5 tane Rum ve Latin gemisi Osmanlı Donanması’nı geçerek Haliç’e girdi. (1456’ya kadar) Sultan Mehmet ve kumandanlar tarafından donanmanın nasıl Haliç’i aşabileceği görüşülmeye başlandı. II. Mehmed, donanmanın karadan yürütülüp Haliç’e indirilebileceğini belirtti. Birçok vezir ve paşa bu duruma tepki gösterdi. Sultan görüşlere tepki göstererek: “Biz Peygamber müjdesini gerçekleştirmeye geldik. Biz Sultan Murad Han 21 D eğer oğlu Mehmed Han’ız. Allah’ın izni ve yardımı ile imkansızı mümkün yaparız. Davranın, amele bulun, usta bulun! Dolmabahçe’den Beyoğlu sırtlarına doğru geniş bir yol açın. Yol boyunca kızakları döşeyin. Cenevizliler’den yağ alıp kızakları yağlayın. Amma çok gizli tutun. Bizans bu durumu fark etmemeli ‘’dedi. Dolmabahçe’den Beyoğlu sırtlarına uzanan bir yol yapıldı. Kızaklar döşenip, yağlandı. Gemilerin altına konacak 22 arabalar hazırlandı. Çok sayıda manda ve öküz sağlandı. Cenevizli casuslar ise yoğun çalışmayı görüyor, ama kestiremiyorlardı. Bu sırada Molla Gürani, yanında talebeleriyle geldi. Molla Gürani, fethin Sultan Mehmet’e gerçekleşeceğini belirterek: “Hünkarım, fetih size nasip olacaktır. Sakın vazgeçmeyin. Müritlerimle geldim. Kefenlerimiz boynumuzdadır. Ölene kadar fetih yolunda yürümeye andımız var.’’dedi. Bir gece içerisinde donanma Haliç’e indirildi. 22 Nisan’da donanma Haliç’ten ateşe başladı. Bizans Başkumandanı ise, donanmanın Haliç’e indirilmesine inanamıyordu. Ayrıca, bu sırada İstanbul’a padişahın emri ile Zağanos Paşa tarafından köprü yapıldı. II. Mehmed, Konstantinopolis’i almak istiyordu, fakat bu hiç de kolay olmayacaktı. Ancak II. Mehmed’in tutkusu büyüktü ve bu tutku dehası ve zekasıyla birleşince Şahi toplarını döktürdü. Bu topları Macar asıllı olan Urban Usta dökmüştür. Bu top kuşatma esnasında Bizans Surları’nda gedikler açmıştır. II. Mehmed’e Bizans İmparatoru tarafından elçiler gönderildi. İmparator teklifte bulunarak: “Kuşatma kaldırılırsa padişahın istediği kadar vergi vermeye hazırım. Konstantinopolis surlarına kadar olan bütün topraklar da kendilerinin olsun. Ayrıca Mayıs 2014 şehrin güvenliğinden sorumlu, padişah tarafından tayinine hazırım.’’ dedi. Ancak Sultan bu teklifi kabul etmeyerek; “Efendinize söyleyin, direnmeyi bırakıp şehri teslim etsin. Bunu yaparsa Mora’nın hakimiyetini kendisine ihsan edeceğiz. Razı olmazsa şehre zorla gireceğiz! Biz Sultan Murad Han oğlu Mehmed Han olarak peygamber müjdesi peşindeyiz.” dedi. Meryem tasvirinin yere düşmesi Konstantinopolis’i koruduğuna inanılan Meryem’in bir tasviri. 25 Mayıs günü, Meryem’in tasvirinin Konstantinopolis’te dolaştırılacağı bildirildi. 26 Mayıs Cumartesi günü de Meryem’in tasviri şehir boyu dolaştırılmaya başladı. Eğrikapı’ya girerken tasvir yüz üstü yere düştü. Hıristiyanlar korkuya kapıldı. O sırada ani bir fırtına koptu, sağanak yağmur başladı. Halk bu olayı kötüye yorarak: Meryem Ana da Osmanlılar’dan yana! Artık şehrimizi korumuyor. I. Mehmed, 28 Mayıs’ı 29 Mayıs’a bağlayan gece Akşemseddin’e Konstantinopolis hakkındaki görüşlerini öğrenmek için Ahmet Paşa’yı gönderdi. Akşemseddin ise şehrin yarın fethedileceğini söyledi. Konstantinopolis’te ise XI. Konstantin, Ayasofya’dan çıkınca, atına binip askeri mevkileri dolaştı. Halkı ve askerleri heyecandıracak konuşmalar yaptı. Osmanlı tarafının kesin hücuma kalkacağı Galata’daki Cenevizliler ile Osmanlı Rumları tarafından XI. Konstantin’e bildirilmişti. II. Mehmed ise 29 Mayıs günü şehrin fethedileceğini belirterek: Ya ben Bizans’ı alırım, ya da Bizans beni! demişti. 29 Mayıs sabahı, namazını kıldıktan sonra atına binen II. Mehmed, maiyetiyle birlikte ön safa geldi. Verilen emirle toplar ateşlendi. Osmanlı Ordusu hücuma başladı. Lağımcılar kaleyi patlatmaya çalışırken, Bizans askeri de kaynar katranları surların üzerinden Osmanlı askerlerine döküyordu. Padişah ise Topkapı önlerinde demir topuz ile savaşıyordu. bu sırada GiovanniGiustiniani ağır yaralandı. Ardından da Galata’ya sığındı ve orada öldü. 700 kişilik birliğiyle gelen Giovanni, Mayıs 2014 D eğer bölgeyi terk edince Bizans ordusu iyice bozulmaya başladı. Ulubatlı Hasan adlı bir yeniçeri ise 30 arkadaşı ile kaleye tırmanıyordu. Bizanslılar sekizini ok ve top atışlarıyla vurmuş ise de 22 kişi surlara tırmandı ama kısa sürede ok ve top atışlarında yaralandı. Ulubatlı Hasan ise sancağı kaleye dikti. Ancak ok darbeleri ve açılan ateşlerle orada vefat etti. Söylediği son söz ise: Allah’ım bu sancağı buradan indirme! Bir Yeniçeri müfrezesi Ulubatlı Hasan’ın naaşını II. Mehmed’in huzuruna getirir. Padişah, cenazeyi gözlerinden öperek: Eğer Sultan olmasaydım, Ulubatlı Hasan olmak isterdim! Bu sırada imparator öldü. İmparatorun ölümü ile ilgili çeşitli rivayetler vardır. Aynı zamanda veliahtlardan Kantakuzen de ölmüştü. Şehzade Orhan ise intihar etmişti. Bu sırada II. Mehmed, Topkapı’dan şehre girdi. Böylece şehir fethedildi. II. Mehmed, Fatih ünvanını aldı. Bu sırada Giritli askerler bahçede halen çatışma içindeydi. Fatih bunları görünce, silahlarıyla beraber Girit’e dönmelerine izin vermiştir. Daha sonra Bizans Patriği’ni telkin ederek: Ben Sultan Mehmed, sana ve arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki, bugünden itibaren ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız. dedi ve sancağı burçlarda gördüğüne sevinerek: Aciz, fakir kulun Mehmed’e bu günleri gösterdiğin için sana şükürler olsun Rabbim! dedi. Konstantinopolis halkının bir kısmı ise hala umutluydu. Çünkü Çemberlitaş Sütunu inançlarına göre Türklerin şehre girmesini önleyecekti. Ancak Çemberlitaş da geçildi ve Ayasofya’ya varıldı. Camii’ye çevrilmesi emri verildi. İstanbul’un fethinin Avrupa’da etkileri ve günümüz Avrupa ve Balkan devletlerinin Osmanlı’yı Balkanlar’dan atma çabaları sonuçsuz kalmıştı. İstanbul’dan İtalya’ya kaçan sanatkârlar ve bilim adamları, Rönesans ve reform hareketlerini hızlandırmışlardı. Dünyanın en büyük imparatorundan olan Doğu Roma İmparatorluğu tamamen yok olmuştu. Orta Çağ kapanıp Yeni Çağ başlamıştı. Ticaret yollarının birer birer Türklerin eline geçmesi Avrupalıları yeni ticaret yolları bulmaya zorladı ve coğrafi keşifler ortaya çıktı. Büyük ve kalın surların toplarla yıkılabileceğini gören Avrupa, bu yöntemi derebeylikler üzerinde denemiştir. Böylelikle küçük derebeylikler yıkılıp yerine büyük krallıklar kurulmuştur. İstanbul’dan ayrılan Bizanslı bilginler, Avrupa’da Reform hareketlerini başlatmışlardır. Bu fetih bir nevî Avrupa’nın (İngiltere’nin) Amerika kıtasını keşfinin yolunu açmıştır. Zirâ bu keşifle ticaret yolları kapanan Avrupalılar başka yollar bulmak zorundaydılar. Bu keşif buna bir vesile olmuştur. Kaynak: Sevil Sevinç Kayma 23 Tarih D eğer Mayıs 2014 KAÇ SENE Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğü kurulması üzerinden 50 sene geçti. 5 Mayıs 1955 1 Mayıs 1964 Bingöl’de meydana gelen depremde 176 kişinin ölümü ve 522 kişinin yaralanması üzerinden 11 sene geçti. Türk Kadınlar Birliği’nin tespitiyle, her yıl Mayıs ayının ikinci pazar gününün ‘Anneler Günü’ olarak kutlanmasına kararı üzerinden 59 sene geçti. 5 Mayıs 1949 1 Mayıs 2003 Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet vefatı üzerinden 533 sene geçti. Avrupa Konseyi’nin kurulması üzerinden 65 sene geçti. 3 Mayıs 1481 8 Mayıs 1945 Türkçenin resmi dil olarak kabul edilmesi üzerinden 86 sene geçti. 4 Mayıs 1928 24 2. Dünya Savaşı’nın sona ermesi üzerinden 69 sene geçti. Mayıs 2014 D eğer GEÇTİ? ‘Dünyanın güneş etrafında döndüğünü’ ispat eden bilim adamı Kopernik ölümü üzerinden 471 sene geçti. 10 Mayıs 1944 24 Mayıs 1543 Bulgaristan zulmünden zorunlu Türk göçü üzerinden 25 sene geçti Nelson Mandela, Güney Afrika’nın ilk siyah lideri seçilmesi üzerinden. 13 Mayıs 1277 24 Mayıs 1989 Şair, yazar, gazeteci ve fikir adamı Necip Fazıl Kısakürek İstanbul’da vefatı üzerinden 31 sene geçti. Türk Dil Bayramı. Karaman oğlu Mehmet Bey’in; “Bugünden sonra divanda, dergahta, mecliste ve meydanda Türkçe ‘den başka dil kullanılmayacaktır.” Fermanının yayımlanması üzerinden 737 sene geçti. 28 Mayıs 1862 25 Mayıs 1983 İstanbul, Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedilmesi üzerinden 561 sene geçti. Sayıştay’ın kuruluşu üzerinden 152 sene geçti. 29 Mayıs 1453 25 Din D eğer Mayıs 2014 Eş olarak Hz. Muhammed “Evlilik sadece iki kişi arasındaki sevginin ifadesi değil, aynı zamanda hayatın en önemli mucizelerinden birine yapılan büyük bir çağrıdır; ruhun pek çok değişik ipliğini birlikte dokumaktır.” Thomas Moore Prof. Dr. Öznur Özdoğan “Kendilerinde huzur bulmanız için, kendi türünüzden eşler yaratması ve böylece aranızda derin bir sevgi ve şefkat var etmesi de Allah’ın varlığının delillerindendir. Bunda kuşkusuz düşünen insanlar için çıkarılması gereken dersler vardır.”1 Hz. Muhammed bu ayetin içeriği olan ruh birlikteliğini yaşamıştır ve ailenin bir huzur yeri olduğunu belirterek. “En hayırlınız ailesi için hayırlı olandır, bana gelince ben ailesi için en hayırlı olanınızım ifadesini dile getirmiştir. Enes b. Malik “ailesine Resulullah kadar şefkatli birini görmedim” demiştir. Hz. Peygamber, hemşerileri arasında iffetli, şerefli ve namuslu bir şahsiyet olarak tanınmaktadır. 25 yaşında iken, kendisinden yaşça büyük ve iki defa evlenip dul kalmış olan Hz. Hatice ile evlenmiş; onunla 25 yıl mutlu bir hayat geçirmiştir. Hz. Muhammed’in Hz. Hatice ile beraberliğinde 26 göze çarpan en önemli nokta, sıcak bir dostluktur. Hz. Hatice’nin vefat ettiği yılın, Hz. Peygamber’in en çok üzüldüğü yıl “Hüzün Yılı” olarak anıldığını görmekteyiz. Hz. Hatice’nin vefatından sonra yakın dostunun kızı özellikle tarih ilmine ilgisiyle tanıdığı Hz. Ayşe ile evlenmiştir. Kaynaklara göre Hz. Ayşe o sırada 19 veya 20 yaşındaydı. Yaşamı boyunca Hz. Muhammed’ in anlattıklarını insanlarla paylaştı, konferanslar verdi. Günümüze kadar ulaşan güvenilir hadislerin çoğu Hz. Ayşe’ nin aktardıklarıdır. Kur’anı-ı Kerim’ de Yaradanımız, “Allah’ın Rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın insanlar etrafından dağılıp giderlerdi” 2 diyerek Hz Muhammed’i övmüş ve bizlere örnek göstermiştir. Aile içinde insanlar birbirlerine en yakın iletişimleri yaşarlar ve bu yakın iletişimde yumuşak huylu olmak, barış dolu, huzurlu bir aile hayatı için son derece önemlidir. Hz. Muhammed; “müminlerin imanca en mükemmel olanı, ahlakça en güzel olanı ve aile fertlerine yumuşak davrananıdır” demektedir. Hz Muhammed’in özelliği söylediklerini yaşayan bir insan olmasıdır; “Faydasız ilimden Sana sığınırım” diyerek uygulamadığı, hayatına yansıtmadığı bilginin yeterince önemli olmadığını vurgulamıştır. Hayatın her alanında olduğu gibi aile hayatında da güven en önemli değerdir. Hz Muhammed daha çocukluğunda hayatına yansıyan bir değer olan el-Emin ismiyle; güvenilir insan niteliğiyle, hayatındaki insanlara yüksek mutluluklar yaşatmıştır. Hz. Muhammed bir insanla tokalaştığında önce Mayıs 2014 D eğer PEYGAMBERİMİZDEN BİR DUA “Allah’ım! şüphesiz ben nefsime çok zulmettim, günahları bağışlayacak olan yalnız Sensin. Öyleyse katından bir af ile beni bağışla. Bana merhamet et, çünkü bağışlaması ve rahmeti çok olan sadece sensin.” Buhârî,“Ezan”,149; sizin üzerinizde hakları vardır. Onlara karşı tarafın elini çekmesini beklemekMüslim, “Zikir”, 48) te, sonra kendisi elini çekmekteydi. Bukarşı iyi davranınız. Eşlerinize şefkatle rada karşısındakine şöyle muhteşem bir muamele ediniz…” demiştir. mesaj vermekteydi; sen beni bırakmadığın sürece ben Hz. Muhammed eşinin yaptığı bir işte ona hem yardım her zaman senin yanındayım. Hayatında nice güzellikler etmiş hem de çalışma hayatında onu desteklemiştir. Eşinin sergileyen Hz Muhammed’in İnsan ilişkilerindeki sorum- yeteneklerini yaşamasına ve geliştirmesine katkıda bulunluluk boyutuna verdiği bu önem özel hayatına da yansımuştur. mıştır. Aile hayatında huzuru sağlayan diğer bir önemli nokta İlk vahiy aldığı zaman, içinde bulunduğu sıkıntılı durumu eşi ile paylaşmıştır. Hz. Hatice de hem kendisini teselli da, eşlerin birbirlerine karşı gösterecekleri sevgi ve saygıdır. etmiş ve hem de onu konuya kesin çözüm bulacak ve doğru Hz Muhammed birçok sözünde bunu dile getirmektedir: “ Müminlerin iman bakımından en mükemmeli, huyu teşhis koyacak kişiye, Varaka b. Nevfel’e yönlendirmiştir. Bu olay Hz. Hatice’nin dirayetini, soğukkanlılığını ve isabetli en iyi olanıdır”. “Size eşinize iyi davranmanızı tavsiye ediyorum…” karar verme yeteneğini ve eşine olan sonsuz güvenini mükemmel bir şekilde ortaya koymaktadır. “Bir kimse eşine kin beslemesin, onun bir huyunu beHz. Peygamber evinde, zamanının bir kısmını ibadete, ğenmezse başka huyunu beğenir”. bir kısmını ailesine, diğer kısmını da kendisine olmak üzere İnsan toplumlarının en küçük ünitesi olan aile hayatıüçe ayırırdı. Hz. Muhammed, insanlara, bildiğini anlatacağı nın mutlu, huzurlu ve sevgi dolu olmasının, toplumsal bailk kişilerin aile fertleri olduğunu sergilemiştir. O, kendisine rışı ve huzuru sağlayacağı gerçeği en güzel örnekleriyle Hz. gelen heyetlere “ailenize dönün ve onlarla paylaşın, derdi. Muhammed’in hayatında görülmektedir. O’nun bu yönünden en fazla faydalanan, eşi Hz. Ayşe olmuştur. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hz. Peygamber çeşitli vesilelerle erkeklerin kadınlar Din Psikolojisi Anabilim Dalı Başkanı üzerinde, kadınların da erkekler üzerinde hakları bulunduğunu söylemiştir. Kadınlar hakkında Allah’tan korkulmasını, Kaynakça onlara haksızlık yapılmamasını isteyerek Veda Hutbesinde 1 Rum Suresi, 21.ayet “Ey insanlar sizin kadınlar üzerinde birtakım haklarınız vardır. Onlar sizin haklarınıza özen göstermelidirler. Onların da 2 Ali İmran suresi, 159. ayet 27 Sosyoloji D eğer Mayıs 2014 Evlerimiz sıcak b Gençlerin evi sevmesini sağlamak gerekir. Evi seven genç hata yapsa da tekrar evine dönüyor. Birinci derecede evi sığınak gibi yapan insan büyükşehrin tehlikelerinden çocuğunu korur. Çocuk bazı yanlışlar yapsa bile dönüp dolaşıp evine dönebilir. Evlerimiz büyükşehirlerde sıcak bir sığınak olmalı. Bunu sağlayabilirsek büyükşehrin risklerini de gidermiş oluruz. Ayşe Şahinboy Doğan Büyükşehrin gündüz görünen gece görünmeyen yüzleri arasında kırılıp giden yaşamlar, dengeyi kuramadığı için çoğu zaman bir basamak aşağıya düşürülen insanlar, şehirle biyolojik bağ kurmak isterken kendinden çok şey feda eden bizler... Ne gidebiliyoruz ne de geriye dönebiliyoruz... “Yalnızlaşıyor muyuz, şehir hayatında nasıl yaşamalıyız, aile mefhumunu korumak için neler yapılabilir, kültürel kodlarımızı kuşaktan kuşağa aktarmak nasıl mümkün?” dedik ve sorularımızı Prof. Dr. Nevzat Tarhan’a sorduk. Sizce metropol hayatı insanları yalnızlaştırıyor mu? Büyükşehirlerde insanlar daha kalabalık nüfusta ama kabalık içinde yalnız. Kalabalık içinde yalnızlık aslında modern hayatın getirdiği bir sonuç gibi gözüküyor. Kalabalık şehirlerde insan zaman yoksulu. Büyükşehirlerde en büyük zorluk, kişilerin üzerlerinde hissettikleri vakit sıkıntısı. Ayrıca bunun yanında, ciddi bir “iş performansının yüksek olmasının gerekliliği” var. Bu da hem aileyle hem de öncelikli yakın akrabalarla iletişimi bozuyor. Bu hal, aile bağlarını ve sosyal bağları zayıflatan bir sonuç ortaya çıkarıyor. Metropol hayatındaki o hızlı yaşantı, ekonomik ve sosyal hareketlilik, insanların daha çok bir tüketim materyali gibi olmasına sebep oluyor. Kazan-tüket çarkı işliyor. Bununla birlikte en çok sosyal yapı zarar görüyor ve sosyal sermaye zayıflıyor. Metropol yaşamının bunda çok büyük etkisi var. Mesela bir köy yaşamını düşünün kişi kendi işiyle meşgul, komşunun kızıyla evleniyor, babasının işini devam ettiriyor. Sakin bir yaşantı... Ama şu anda bakıyoruz; televizyonun, elektriğin gelmesiyle, o yaşantı köyde de olsa sekteye uğruyor. İnsanlar birbirleriyle sohbet etmekten uzaklaşıyor. Sanal bağlar ortaya çıktı. Komşuluğa zarar verildi. İnsanoğlu şikayet etmek yerine bu zararların farkına varırsa bunun telafi 28 etmenin yollarını arayabilir. Her biri ayrı bir zenginlik olan kültürel kodlarımızı büyükşehirlerde korumak, kuşaktan kuşağa aktarmak nasıl mümkün olabilir? Büyükşehirler bunun çözümünü kendi içinde üretmeye başladı. Burada çeşitli sivil toplum örgütleri tarzında mesela Görele Derneği gibi, Sivas Derneği gibi filanca ilçesinin derneği gibi derneklerle “hemşehri”lik bağının büyükşehirlerde devam ettiğini, büyükşehirlerin içerisinde kendi doğdukları büyüdükleri yerin bir mahallesi tarzındaki yerleşimin devam ettiğini görüyoruz. Yalnız bu birinci, ikinci kuşaklarda hakim; üçüncü kuşakta yok. Üçüncü kuşakta aktarılan bölge ve kültürel değerlerin dağıldığını görüyoruz. Üçüncü kuşak topluma kendini kuvvetli olarak bağlı hissetmeyen, geleneklerine ve kültürüne bağlılık taşımayan bir kuşak. Ve bu kuşakta daha çok sanal kültür kuşağı. Evrensel dediğimiz algı bütün kültürleri yutma durumunda şu anda. Eğer gerekli önlemler alınmazsa bütün dünya elli yıl sonra sanal bir kültürün etkisinde kalacak. Birçok kültür yok olacak. Şu anda Aborjinler, Kızılderililer gibi önlem almazsak Türk kültürü de marjinal kalabilir. Bizim bunun için milli değerlerimizi ön plana çıkartacak, değer aktarıcı hikayeler üretecek, değer aktarıcı kanaat önderlerine ihtiyacımız var. Mevlanalar, Yunus Emreler gibi bizi biz yapan yerel değerlerimizi güçlendirirsek eğer, bu rüzgardan bu fırtınadan kurtulabiliriz. Bunun için tarihle olan bağımızı güçlendirmemiz gerekiyor. Amerikalıların Mozart’ı öğrendiği gibi bizim de Itri Dede’yi öğrenmemiz gerekir, kültürel indoktrinasyon deniyor buna. Eğer kendi değerlerimizi öğretemezsek çocuklara, onlar da bir boşluk içinde hiçbir yere ait hissetmezler kendilerini. Büyükşehirlerin popüler kültürle yaptığı erozyonu en aza indirebilmek ancak bu yollarla mümkün. Mayıs 2014 D eğer bir sığınak olmalı Büyükşehir algısı toplumda nasıl bozulmaya yol açıyor? Büyük yerde mahalle baskısı yok, apartmanda bile insanlar birbirinden habersiz. “Kişi ne der?” tarzındaki oluş, kişilerde komşuya yan gözle bakmama, yaşlılara saygı gösterme, hakkında dedikodu çıkartmama gibi bir hassasiyet oluşuyordu. Böylece toplumsal sınırlar oluşuyordu. Büyükşehirlerde kimseye hesap vermeyen insanlar ortaya çıkmaya başladı. Bireysellik topluma hesap vermemeye dönüştü. Ve topluma hesap vermeyen insan da kendisine hesap sorulmadıkça kimseye hesap vermiyor. Bir mahalle, grup baskısı olan yerde, grubun sınır koyması vardır, hesap sorması vardır. Bu kalktı büyükşehirlerde. Bu nedenle aile bağları da zayıfsa gençler tamamen kuralsız yetişiyor. Modern şehirde anomi dediğimiz normsuzluk var. Sosyal normlar, ahlaki normlar zayıfladı. Pijama ile biri sokağa çıksa kimse ayıplamaz. Ama küçük yerde pijama ile sokağa çıksan herkesin diline düşersin. Bu demektir ki, sosyal normlar da bozulmuştur, zayıflamıştır. Sade hayat, huzurlu hayat mıdır? Sade hayat, minimize hayat insanın doğasına daha yatkın. Sade bir hayatta insanın günlük ihtiyaçları bire, ikiye düşüyor. Ama gösterişli hayat yirmiye çıkarıyor. İhtiyaçlar çok olunca harcanan emeğin de çok olması gerekiyor. Verilen hizmetin de çok olması gerekiyor. Böyle durumlarda sade hayatı tercih etmeyen kimse eşyaya hizmet etmeye başlıyor. Halbuki eşya insana hizmet etmeli. İnsan paraya hizmet etmeye, mala mülke hizmet etmeye başlıyor. Arabaya ve eve hizmet etmeye başlıyor. Halbuki onların hepsi amaç değil araçtır. İnsanın sosyal hedefleri vardır. Ego idealleri insanın geçici şeyler olmamalıdır. İnsanın ruhu geçici şeylere bağlanmaya yönelik programlanmamış. İnsanın ruhu sonsuzluğa göre programlanmış. Genetik olarak insan ölümsüzlüğe göre kodlanmış. İnsan dünyada bir misafir kiracı gibi kendini düşündüğü zaman sadeliği yakalar. Kiracı olduğunu düşünürsen, o evi özgürce kullanırsın ama kirasını, bedelini unutmazsın. Dünyaya bir yolcu olarak geldiğini düşünen bir insan sade bir hayat yaşarsa daha mutlu olur. Sade yaşamak insanın doğasına daha uygundur. Çünkü herkes zengin olamaz, herkes ünlü olamaz, herkes güzel olamaz ama herkes iyi insan olabilir. Sizce aile şehir hayatının çetrefilli yokuşları arasında nasıl çocuklarına sahip çıkabilir? Suça yönelen gençlere baktığımız zaman iki özellik var: zayıf aile ve kötü arkadaş. Muhakkak gençlerin arkadaşlarını anne baba tanımalı. Gençlerin evi sevmesini sağlamak gerekir. Evi seven genç hata yapsa da tekrar evine dönüyor. Birinci derecede evi sığınak gibi yapan insan büyükşehrin tehlikelerinden çocuğunu korur. Çocuk bazı yanlışlar yapsa bile dönüp dolaşıp evine dönebilir. Evlerimiz büyükşehirlerde sıcak bir sığınak olmalı. Bunu sağlayabilirsek büyükşehrin risklerini de gidermiş oluruz. 29 Edebiyat D eğer Mayıs 2014 Kişi tanımadığının düşmanıdır Birbirlerine ilk kez “merhaba” dediler. Sonra oturup uzuuuuuuuun uzun konuştular. Eee… Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşıyordu. Anlaştılar. Ve anladılar ki; meğer insan tanımadığına düşmanmış. İ ki adam, içinde çamur bulunan deriiiiiin bir kuyuya düştüler. İkisinin de üstü başı çamur içinde kaldı. Hatta gözlerinden başka bir yerleri görünmez oldu. Onları ilk kez gören biri çamura yatmış su aygırları sanabilirdi. Ya da yeni doğmuş çamur yaratıkları… Zira düşmenin verdiği sersemlikle yalpalıyor, yerlerinde bir türlü düzgün duramıyorlardı. İkisi de ne olduğunu anlamaya çalışırken ilk kez gördüler birbirlerini. Önce korktular. Öyle korkmuşlardı ki, ikisi de karşıdakinin birazdan kendisine saldıracağından, hatta onu parçalayıp çiğ çiğ yutacağından emindi. Bunu nereden çıkarmışlardı ben de bilmiyorum, ancak durum vahimdi; ölüm – kalım meselesiydi. Bu düşüncelerle birbirlerinin üzerine atıldılar. İnsan tanımadığına ne de kolay vuruyordu! Evet, vurdular, dövdüler, yere yıktılar, üstüne çıkıp, saçlarını çektiler. Yetmedi 30 kulaklarını bile ısırmaya kalktılar. Sonra yerlerde yuvarlanıp alt-üst oldular. Çamura biraz daha bulandılar. Derken iyice insanlıktan çıktılar. İkisinin de başının etrafında yıldızlar uçuşmaya başladığında durdular. Öyle yorulmuşlardı ki derin derin soluyorlardı. Nedense konuşmak hiç akıllarına gelmedi. Hâlbuki konuşsalardı ikisi de anlayacaktı; onlar kötü değildiler. Bir çamur canavarı, bir su aygırı veya gergedan değildiler. Hatta inanmayacaksınız belki ama şu kuyuya düşünceye kadar, ikisi de iyi birer insandı. İkisinin de bir ailesi vardı. Çoluk çocuklarıyla oynar koşar, şarkılar söylerlerdi. İkisi de yaşamak için ekmek yer, su içer, yorulduğunda uykuya dalıp rüya görürdü. Hiç birinin “insan yemek” gibi kötü alışkanlıkları yoktu ayrıca. Bir müddet öylece kaldılar. Sonra birbirlerini incelemeye başladılar. Derken yak- laştılar. Biri, ötekinin yüzüne uzattı elini dikkatle. Ve gözünün çevresinde biriken çamuru sıyırdı eliyle. Gözler ortaya çıktığında gülümsedi. O da gülümsedi. Hayret! Hiç de canavar gibi bakmıyordu. Hem bakışları ne kadar da masumdu! Daha çok meraklandı. Tanımak istiyordu. Dokunuşları şefkate dönüştü. Aynı anda “öteki” de onun yüzünü gözünü, üstünü başını temizlemeye başladı. Çabuk çabuk söküp attılar çamurları. Arındırdılar kendilerini insandan başka gösteren kirden pastan. Ve… İkisi de sonunda karşısında bir insan buldu. Çok sevindiler. Birbirlerine ilk kez “merhaba” dediler. Sonra oturup uzuuuuuuuun uzun konuştular. Eee… Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşıyordu. Anlaştılar. Ve anladılar ki; meğer insan tanımadığına düşmanmış. Tanıyınca sevmek daha kolaymış. Saygı duymak ve saygı görmek ne güzel şeymiş meğer. Mayıs 2014 D eğer Deyimler Adın deftere geçti Dilimizde, hak etmediği halde bir makamın yetkilerini kullanarak üst perdeden konuşan yahut önemsiz bir başarısı üzerine “bir yumurta bin bir gıdgıdak” ortalığı velveleye verenler hakkında söylenen bir deyim vardır: Anır eşeğim anır, adın deftere geçti. Deyimin ilginç bir hikâyesi var. Osman Çizmeciler’in Ünlü Deyimler ve Öyküleri (İstanbul 1989) adlı çalışmasından naklen (s. 20) anlatalım: Tarihimizdeki ilk istatistik Tanzimat yıllarında yapılmış. Ancak o yıllarda, sayımın ve sayılmanın faydasını anlamayan insanlara istatistiği izah etmek çok zor olduğundan, yetkililer düşünüp taşınmışlar ve yumuşak geçiş için öncelikle köylerde bir hayvan sayımı yapmayı uygun bulmuşlar. Köylünün biri, sayım bittikten, memurlar gittikten sonra ahırdaki eşeğinin durmadan anırdığını görmüş. Adam sabahtan beri bir işe yaramadan yalnızca semiren eşeğine bakmış, bakmış ve sayım sebebiyle yapamadığı işlerinin, boşa geçen gününün acısıyla çıkışmış: — Anır eşeğim anır... Adın deftere geçti!.. Kaynak: İskender Pala-İki Dirhem Bir Çekirdek Afyonu patlamak Eski tiryakiler, ramazanda afyonu macun haline getirir ve mercimek büyüklüğünde toplar yapıp her sahurda iki üç tane yutarlarmış. Ancak her bir macunu sırasıyla bir, iki, üç kat kâğıtlara sarmayı da ihmal etmezlermiş. Böylece kâğıt, mide öz suyunda eriyince macun midede dağılır ve birkaç saatliğine keyif devam edermiş. Tabiî iki kat kâğıda sarılan macun, birkaç saat sonra, üç kat kâğıda sarılı macun da onu takiben kana karışınca tiryaki iftara kadar rahat etmiş oluverir. Ancak bu planın yolunda gitmediği, afyonun kâğıdının zor parelendiği yahut kana karışması geciktiği durumlarda tiryaki krizlere girer ve dış dünyadan âdeta kopar. Afyonu patlayıp kana karışasıya kadar farklı tepkiler verir. Konuşulan veya yapılan şeye uygun karşılık verilmeyen, anlama ve algılamada geciken durumlarda “Daha afyonu patlamadı galiba!” gibi cümleler söylenmesi bundandır. Kaynak: İskender Pal İki Dirhem Bir Çekirdek 31 Sağlık D eğer Mayıs 2014 Tuzsuz aşım ağrısız başım Prof. Dr. Tekin Akpolat, hipertansiyon, kalp, böbrek hastalıkları başta olmak üzere obezite, diyabet ve bazı kanser türlerinden korunmak amacıyla günlük tuz tüketimini 5 gram ile sınırlamak gerektiğine dikkat çekiyor. Birçoğumuzun düşünmeden yemeklere bol bol serptiği tuz, vücudun baş düşmanı. 11-17 Mart Dünya Tuza Dikkat Haftası. Uzmanlar, tuz kullanım alışkanlığının değiştirilmesini tavsiye ediyor. Tuz yerine baharat, limon suyu, nar ekşisi ya da sirke kullanımına ağırlık vermek tuz tüketimini sınırlamak açısından önemli bir kilit nokta. Liv Hospital Nefroloji Bölümü Uzmanı Prof. Dr. Tekin Akpolat, hipertansiyon, kalp, böbrek hastalıkları başta olmak üzere obezite, diyabet ve bazı kanser türlerinden korunmak amacıyla günlük tuz tüketimini 5 gram ile sınırlamak gerektiğine dikkat çekiyor. Prof. Akpolat “Size sormadan çayınıza ya da kahvenize şeker ekleyebiliyorlar mı? Öyleyse neden size sormadan yemeklerinize tuz ekliyorlar? Buna izin vermeyin, sağlığınızı koruyun” diyor. Günde 15 gram tuz alıyoruz! Tuzun azaltılması kan basıncını kontrol altına almanın yanı sıra hipertansiyon gelişimini de önleyebilir. Hipertansiyon sorunu ile karşılaşmamak için yapılacak işlerden birisi de tuzun azaltılmasıdır. Yüksek tansiyon için önemli olan sofra tuzu olarak bilinen NaCl’dür. Batı tarzı beslenmede kişiler günde ortalama 8-9 gram tuz alır. Bu tuzun günde 5 grama düşürülmesi kan basıncının kontrol altına alınmasını kolaylaştırır. Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıklarının 2012 yılında yaptığı araştırmaya göre günde ortalama 15 gram tuz alıyoruz. En önemli tuz kaynakları yemek pişirilirken eklenen tuz ve ekmektir. TUZ TÜKETİMİNİ AZALTACAK 10 PRATİK ÖNERİ 1. Yemeğin tadına bile bakmadan tuz koymayın. Tuzsuz yemek çok tatsız diyorsanız biber, sirke, limon suyu ve değişik bitkilerle yemek tatlandırılabilir. 2. Tuzsuz ekmek yiyin. Taze sebze yiyin. Konserve, turşudan uzak durun. 3. Yemek pişirirken tuz koymayın, pişirdikten sonra da koymayın. 4. Tuzu azaltılmış peynir yiyin. 5. Doktor veya eczacıya danışarak yapay tuz kullanabiliriz 6. Dışarıda yemek yerken seçici olun 7. Nane, kekik, soğan, sarımsak yemeklere tuz olmadan lezzet verir. Etleri sarımsak, sirke, limon suyu ile terbiye edin. 8. Sebze, meyveler genel olarak az tuz içerir 9. Taze fındık, ceviz, semizotu yemeğe lezzet katar 10. Alışveriş yaparken gıda etiketindeki tuz miktarına bakalım. www.ailemveben.com.tr 32 Mayıs 2014 D eğer Edebiyat Bir Hikaye... Bir öksüzün ağzından... “EN ACI GÜNÜM” “Ardımda nice günler bıraktım ben, soğuk kış geceleri de dahildi buna… O gecelerde üşümüştüm ama ben bu güneşli günde daha da çok üşüyorum anne… Mayısın ikinci pazarı dediler… Garip bir duygu çöktü içime… Hasretinle yanan şu gönlümü, sensizliğin ayazı vurdu anne…. Gözyaşlarım uzuu…n sarkıtlar oluşturdu gönlümün senin ısından mahrum soğuğunda… Parktayım bende her çocuk gibi… Annelerine güller hediyeler götüren çocukları izlerken içimi daha da çok yaktı sensizlik… Alabileceğim bir çiçeği, toprak kokan ellerine değil de sen kokan toprağa verebileceğim geldikçe aklıma, bir şelaleymişçesine aktı gönlüme, gözyaşlarım… Ben gibi kaç öksüz var şu dünyada… Kaç kişi tattı şu acı duyguyu bu anneler gününde… Kim özler benim seni özlediğim gibi annesini bilemem ama ben seni bir ayrı özledim anne… Sen gittikten sonra elimden kimse tutmadı, ben kendi elimi kendim tuttum hep… Yetimhanenin o soğuk demir ranzalarında aradım senin sıcaklığını… Kokunu sokaklara dikilmiş güllerde aradım ben… Çiçekçiden hiç gül alamadım ki ben anne… Hiç de param olmadı sen gittikten sonra… Fakirdik sen varken de ama, sen gittikten sonra anladım senin varlığın ayrı bir zenginlikmiş anne… Şimdi olmayan paramla sahip olduğum en anlamlı hediyeyi sana değil ama sen kokan toprağa sunabilirim… “Gözyaşlarım”… Sana ulaşır mı bilmem ama ulaşması için elimden geleni yaparım, gerekirse gün boyunca ağlarım anne… Yeter ki sen de bir anneler gününün sabahında rüyama gel güldür beni… Ben seni rüyamda bir kez daha olsun görebilmek için yine ağlarım günler boyunca… Kefareti neyse öderim ben annem, yeter ki sen rüyama gel... RÜYAMA GEL… 33 Edebiyat D eğer Mayıs 2014 Necip Fazıl KISAKÜREK 26 Mayıs 1905’te dünyaya geldi. ÇoMaarif Vekaleti’nin Avrupa’ya okumaya gönNecip Fazıl, sağlam bir teknik derilecek, ilk talebe grubu için açtığı sınavcukluğunu, mahkeme reisliğinden emekli büyük babasının, İstanbulÇemberlitaş’taki da gösterdiği başarıyla gönderilmeye hak ve olgun bir Türkçeyle yazkonağında geçiren ve kayıtlı bir secereyle, kazandığı Fransa’da, Sorbonne Üniversitesi dığı şiirlerinde Allah, kâinat, Alâüddevle devrinin Şeyhülislam Mevlâna Felsefe Bölümü’nü bitirdi. 1925’te basılan Bektût’a dayanan ve Dulkadiroğulları’na ilk kitabı Örümcek Ağı ve 1928’de yayınlakorku, ölüm, zaman ve bağlı “Kısakürekler” soyunun mensubu nan Kaldırımlar gibi eserleriyle, kendini çok insanî çelişkileri işledi. Ona olan Kısakürek, okuyup yazmayı henüz 5 genç yaşta, çağdaş şairlerin önüne çıkararak, göre şiir “Allah’ı sır ve güzel- 6 yaşlarındayken dedesi, Mehmet Hilmi edebiyat çevrelerinde büyük yankı uyanEfendi’den öğrendi ve 1916 senesine kadar, dırdı. Paris’te geçirdiği dönemin ardından, lik yolundan arama işidir”. Büyükdere’de Emin Efendi isimli, sarıklı bir Osmanlı Bankası’nın Ceyhan, İstanbul ve Gihocanın işlettiği mahalle mektebinden başresun şubelerinde çalıştı. 5 Ağustos 1929’da layarak çeşitli okullara devam etti. Ankara’ya giden ve 9 yıl boyunca, İş Bankası’nda müfettiş ve muİlk ve orta öğrenimini, Fransız Papaz ve Kumkapı’daki Amerikan hasebe müdürü olarak çalışan Kısakürek, döndükten sonra, 1939 Koleji’nde tamamlamasının ardından, Serasker Rıza Paşa Yalısı’nda- – 1943 seneleri arasında, bir Fransız okulu, Robert Kolej, İstanbul ki, Askeri Deniz Lisesi’nde eğitimini tamamladı. Şiir yazmaya, on Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara yedi yaşındayken, annesinin arzusuyla başlayan ve ilk şiirleri, 1922 Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi gibi okullarda öğretmen senesinde, Ziya Gökalp’in kurduğu ve Yakup Kadri ve arkadaşları- olarak görev aldı. nın çıkardığı, Yeni Mecmua’da, yayınlanan Kısakürek, Milli Mecmua Şiirleri Milli Eğitim Bakanlığı’nın ders kitaplarında okutulan ve Yeni Hayat dergilerinde çıkan şiirleriyle adını duyurdu. Lisedeki Kısakürek’in, askerliği bittikten sonra Ankara’ya dönmesinin ardınhocaları arasında, Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi, İbrahim Aşkı dan, 1932 senesinde, henüz otuz yaşına basmamışken yayımlanan gibi dönemin ünlü isimleri yer alan, Kısakürek, 1924’te, İstanbul ve kendisini şöhrete taşıyan, üçüncü şiir kitabı, Ben ve Ötesi, başarıEdebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdikten sonra 20 yaşında, sının devamının geleceğinin sinyallerini vermekteydi. 34 Mayıs 2014 D eğer Şöhret basamaklarını hızla tırmanırken, felsefi arayışlarını sürdüren Kısakürek için, 1934 yılı bir dönüm noktası niteliğini taşıdı.Bohem hayatını en yoğun yaşadığı dönemde, Kısakürek’in, Beyoğlu Ağa Camii’nde vaiz olan, Abdülhakim Arvasi ile tanışması, neredeyse bütün tiyatro eserlerinde karşımıza çıkan, üstün bir ahlak felsefesinin savunulduğu dönemin temelini oluşturdu. Büyük ilgi gören, Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak gibi piyesleri arasında, Bir Adam Yaratmak, Türk tiyatrosunun hatırı sayılır oyunlarındandır. Sık sık kapatılan ve toplatılan Büyük Doğu’nun çıkmadığı dönemlerde, günlük fıkra ve çeşitli yazıları Yeni İstanbul, Son Posta, Babıalide Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman gazetelerinde yayımlanan ve Büyük Doğu’da çıkan yazılarında Adıdeğmez, Mürid, Ahmet Abdülbaki gibi imzalar altında yazılaryazan Kısakürek’in, 1962 yılından itibaren, Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde verdiği konferanslar da dikkat çekti ve büyük ilgi gördü. Şairliğinin olgunluk döneminde Islâmî düşünceyi savunan, maddeye karşı ruhu ön plâna çıkaran bir yol benimsedi. Madde ve ruh problemlerini, insanın gizli duygu ve tutkularını dile getiren güçlü bir şair olarak Cumhuriyet şiirinde önemli bir rol üstlendi. Şiirlerinde insanın iç dünyasındaki trajediyi ön plânda işledi. Bir mizaç şairi olarak tanımlandı. Kendi ruh halini, düşünce sistemini, bunlara en uygun sembolleri, ortamları ve ahengi şiite getirdi. Şekil ve ses bakımından dinî tasavvuf! halk edebiyatı geleneğinden faydalandı. Sağlam bir teknik ve olgun bir Türkçeyle yazdığı şiirlerinde Allah, kâinat, korku, ölüm, zaman ve insanî çelişkileri işledi. Şiir hakkındaki görüşlerini kendi politika’sında açıkladı. Buna göre şiiri “kendisini aşmaya doğru giden insanın, hulâsa bütün âlemin; akan su, uçan kuş ve düşünen insanla beraber, bilerek veya bilmeyerek cezbesine sürüklendiği mutlak hakikati aramak yolunda, çocukça, cambazca ve kahramanca bir usûl” olarak tanımladı. Necip Fazıl’a göre şiir “Allah’ı sır ve güzellik yolundan arama işidir”. Şiirde his ve fikir olarak iki büyük unsurun varlığını kabul eden Necip Fazıl, basit ve kuru fikrin üstün bir idrâkten geçmeden şiire giremeyeceğini savundu. Şiirde önemli olan vezin ve kafiye unsurlarının tek başına kaldığında, balmumundan yemişler gibi anlamsızlaşacağını söyledi. 1980’de, Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü’nü ve Türk Edebiyatı Vakfı tarafından verilen beratla Sultan-üş Şuaraünvanını kazanan Kısakürek, 1981’de İman ve İslam Atlası adlı eseriyle fikirdalında Milli Kültür Vakfı Armağanı’nın sahibi olurken, 1982’de de, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından verilen, Üstün Hizmet Ödülü’nü kazandı. 25 Mayıs 1983 tarihinde, İstanbul’da hayata veda eden Necip Fazıl Kısakürek, Eyüp’te toprağa verildi. Eserleri Hikayelerim, Cinnet Mustatili, Bir Adam Yaratmak, Çile, Kafa Kağıdı, O ve Ben, Yunus Emre, At’a Senfoni, Para, Sahte Kahramanlar, Hazret-i Ali, Tanrı Kulundan Dinlediklerim, İhtilal, Moskof, Tohum, Aynadaki Yalan, Reis Bey, Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu, Babıali, Sosyalizm,Komünizm ve İnsanlık, Hitabeler, Peygamberler Halkası, İbrahim Ethem, Hesaplaşma, Esselam, Dünya Bir İnkilap Bekliyor, Hac, Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar, Türkiye’nin Manzarası, Çerçeve-I , Nur Harmanı, İman ve İslam Atlası, Müdafaalarım, Veliler Ordusundan 333, Benim Gözümde Menderes, İdeolocya Örgüsü, Mümin-Kafir, Senaryo Romanlarım, Çöle İnen Nur, Son Devrin Din Mazlumları, Öfke ve Hiciv, Sabır Taşı, Ulu Hakan II.Abdülhamid Han, Başbuğ Velilerden 33, ÇerçeveII, Konuşmalar, Rabıta-i Şerife, Doğru Yolun Sapık Kolları, Başmakalelerim-I, Tasavvuf Bahçeleri, Çerçeve-III, Namık Kemal, Hücum Ve Polemik, Rapor 1/3, Rapor 4/6, Rapor 7/9, Rapor 10/13, Yeniçeri, Reşahat, Başmakalelerim-II 61-Mektubat, Başmakalelerim-III, Çerçeve-IV, Gönül Nimetleri. Zindandan Mehmed’e Mektup Zindan iki hece, Mehmed’im lâfta! Baba katiliyle baban bir safta! Bir de, geri adam, boynunda yafta... Halimi düşünüp yanma Mehmed’im! Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim! Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli, Kırmızı tuğlalar altı köşeli. Bu yol da tutuktur hapse düşeli... Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak. Ne ayak dayanır buna, ne tırnak! Bir âlem ki, gökler boru içinde! Akıl, olmazların zoru içinde. Üstüste sorular soru içinde: Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu? Buradan insan mı çıkar, tabut mu? Bir idamlık Ali vardı, asıldı; Kaydını düştüler, mühür basıldı. Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı. Ondan kalan, boynu bükük ve sefil; Bahçeye diktiği üç beş karanfil... Müdür bey dert dinler, bugün ‘maruzât’! Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat... Beni Allah tutmuş, kim eder azat? Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem... Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem! Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil; Sayım var, maltada hizaya dizil! Tek yekûn içinde yazıl ve çizil! İnsanlar zindanda birer kemmiyet; Urbalarla kemik, mintanlarla et. Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat; Zift dolu gözlerde karanlık kat kat... Yalnız seccâdemin yününde şefkat; Beni kimsecikler okşamaz mâdem; Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem! Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan! Dakika düşelim, senelik paydan! Zindanda dakika farksızdır aydan. Karıştır çayını zaman erisin; Köpük köpük, duman duman erisin! Peykeler, duvara mıhlı peykeler; Duvarda, başlardan, yağlı lekeler, Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler... Duvar, katil duvar, yolumu biçtin! Kanla dolu sünger... Beynimi içtin! Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar; Tek nokta seçemez dünyadan nazar. Yerinde mi acep, ölü ve mezar? Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz? Güneşe göç var da, kalan biz miyiz? Ses demir, su demir ve ekmek demir... İstersen demirde muhali kemir, Ne gelir ki elden, kader bu, emir... Garip pencerecik, küçük, daracık; Dünyaya kapalı, Allaha açık. (...) Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte! Ölsek de sevinin, eve dönsek de! Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir! Necip Fazıl Kısakürek www.biyografi.com 35 Kişisel Gelişim D eğer Mayıs 2014 İnsan dediğin DOĞAL’lıktır Hayâtta ne olmak istediğinize karar vermeden önce; ne olduğumuza ve potansiyelimize bakmalıyız. Yani, ancak böyle bir durum tespitini yaptıktan sonra kişisel gelişim planlarımızı hayata geçirmeye başlamalıyız. Anlatıla gelen premodern bir hikâyeye göre bir zamanlar dağda, kızgın güneşin altında, mermer taşlarını yontmaktan bezmiş bir mermer ustası varmış. Mermer ustası yapmış olduğu işin verdiği bıkkınlıktan olsa gerek, usançla: - Bu hayattan bıktım artık! Devamlı mermer yontmak! Öldüm artık! Üstelik bir de bu güneş yok mu? Ahhh bu yakıcı güneş! Ah! Ah! Onun yerinde olmayı ne kadar çok isterdim hâlbuki. Keşke güneş olsaydım! Orada yükseklerde her şeye hakim olacaktım, ışığımla etrafı aydınlatacaktım’’, diye söylenip duruyormuş… Hikâye bu ya: göğün kapısı açık mıydı neydi, bir mucize eseri mermer ustasının dileği kabûl olur ve Mermer Ustası bir anda Güneş oluverir. Ar- 36 tık semâdaki güneş olan Mermer Ustası, dileği kabul edildiği için oldukça mutludur. Fakat tam ışınlarını etrafa yaymaya hazırlandığı sırada, ışınlarının bulutlar tarafından engellendiğini fark eder. Bunun üzerine, ‘’Basit bulutlar benim ışınlarımı kesecek kadar kuvvetli olduklarına göre benim güneş olmam neye yarar ki!’’ , diye isyan eder. ‘’Madem ki bulutlar güneşten daha kudretli, o zaman bulut olmayı tercih ederim.’’ Diye düşünür… Mucize devam eder ve Mermer Ustası anında bir bulut oluverir. Böylece dünyanın üzerinde uçmaya başlar, oradan oraya koşuşur, yağmur yağdırır fakat birdenbire bir rüzgâr çıkar ve bulutları dağıtır. O da ‘’ Ah, rüzgar geldi ve beni Mayıs 2014 D eğer dağıttı, demekki en kuvvetlisi o! Öyleyse ben rüzgâr olmak istiyorum’’ diye karar verir. Dest-i kudret bu ya, rüzgâr olunca da dünyanın üzerinde eser durur, fırtınalar estirir, tayfunlar meydana getirir. Fakat birdenbire önünde kocaman bir duvarın ona mani olduğunu fark eder. Çok yüksek ve çok sağlam bir duvar olan bu engel, bir dağdır. Bu kez de ‘’ Basit bir dağ beni durdurmaya yettiğine göre benim rüzgâr olmam neye yarar.’’, der. Bunun üzerinede bir dağ olmak ister ve bir anda Dağ’a dönüşüverir. Bir zaman sonra da, her şeyin ona vurduğunu hisseder. Kendisinden daha güçlü olan şeyin, daha doğrusu O’nu içten içe oyan şeyin ne olduğunu merak eder… Bir de bakar ki, o küçük şey; bir Mermer Ustası’dır… Hikayeden Çıkarılması Gereken Dersler • Sahip olduklarımızın kıymetini bilemediğimiz sürece, yaşam bize hiçbir şekilde mutluluk getirmez. • Hayâtta ne olmak istediğinize karar vermeden önce; ne olduğumuza ve potansiyelimize bakmalıyız. Yani, ancak böyle bir durum tespitini yaptıktan sonra kişisel gelişim planlarımızı hayata geçirmeye başlamalıyız. • Yaşamın en büyük mucizesi, ‘hayat sahibi olmak’, hayatın en büyük mucizesi ’insan olmak’ insanlığın en büyük mucizesi ‘kültürlü ve kendisiyle barışık bir birey’ olmaktır. BİR BABANIN VASİYETİ Ölmek üzere olan yaşlı bir baba, yatağının başına üç oğlunu çağırarak onlara vasiyette bulunur: - Oğullarım, ben ölünce, birbirinize düşmemeniz için size sahibi olduğum 17 deveyi paylaştırmak istiyorum. Miras olarak develerin yarısını büyük oğluma, üçte birini ortancaya, dokuzda birini ise küçük oğluma bırakıyorum. Babalarının ölümünden sonra mirası babalarının vasiyeti uyarınca paylaşmak üzere kardeşler bir araya gelirler. Fakat bir türlü işin içinden çıkamazlar. Mirası babalarının istediği gibi pay edemezler. Çünkü 17 sayısı ne 2’ye, ne 3’e ne de 9’a bölünebilir. Bu işin üstesinden ancak köyün tecrübe ehli, yaşlı bilgesi gelir.”diye düşünüp, ona giderek danışırlar. Bilge kişi: “Benim bir devem var, onu da alıp, yeniden hesap yapın.” der. Bu cömertliğe çok şaşıran oğullar,18 deveyi pay etmeye girişirler. Önce 2’ye bölerler, büyük oğul 9 develik payını alır. Sonra 3’e bölerler, çıkan 6 deveyi de ortanca oğul alır. Daha sonra 9’a böldüklerinde 2 deveyi de küçük oğul alır. Ama, bütün develeri paylaştıktan sonra ortada fazladan bir deve kalır yine... Oğullar bu duruma da bir çözüm getirmesi için yeniden yaşlı bilgeye başvururlar. Bilge kişi güler ve: - “İyi öyleyse” der. “Sorununuz çözümlendiğine göre, ben de devemi geri alabilirim artık.” Bilge kişi bu hikâyede tıpkı “bilgi” gibi katalizör olarak olaya girer, çözümü sağladıktan sonra olaydan çıkar. Sorunu çözmede insanlara yardımcı olur, ama kendinden de bir şey eksilmez. • Unutmayın sevgili dostlar! Şu an belki daha yolun başındasınız ama; sakın hâ ‘’ Keşke şöyle olsa’’,’’Bu işte olsam’’,’’ Bende işimin başında olsam’’ gibi düşüncelerle şimdiki durumunuzdan şikayetçi olmayın. Çünkü ne olursanız olun, hayatınız boyunca dâimâ yolda, yolun en başında ve yeniden bir şeylere başlayan bir öğrenci gibi olacaksınız. • Ezcümle; devamlı yeni erdemler, bilgiler öğrenerek ve yeni deneyimler kazanarak, tıpkı hikâyedeki gibi yeniden en başa döndüğümüzde; işte o zaman herbirimizin aslında ne büyük bir hazineye sahip olduğunu anlayacaksınız! Kaynak: Mehmet Hakan Alşan (Sûfi Terapi) 37 Gezi D eğer Mayıs 2014 Gakkoşlar diyarı Elazığ Elazığ kentinin, Harpurt’un geçmişi, binlerce yıllık kültürel birikimin sahibi olan büyük uygarlığın da geçmişidir aynı zamanda. Paleolitik dönemden itibaren çok sayıda kültüre ev sahipliği yapmış olan Harput ve çevresi, bir kavşak noktası sayılabilecek stratejik konumuyla eski çağlardan beri önem taşımış olan bir bölgedir. Elazığ’ın tarihi Hurriler (M.Ö. 20.000), Hititler (M.Ö. 14-13. yy.) ve Asurlar’a kadar uzanıyor. Harput ve Elazığ Tarihi Elazığ kentinin geçmişi Harput’un, yani binlerce yıllık bir kültürel birikimin sahibi olan büyük uygarlığın da geçmişidir aynı zamanda. Paleolitik dönemden itibaren çok sayıda kültüre ev sahipliği yapmış olan Harput ve çevresi, Fırat Irmağı’nın ortasında yer alan verimli ve bereketli bir ovada bulunan ve adeta bir kavşak noktası sayılabilecek stratejik konumuyla eski çağlardan beri önem taşımış olan bir bölgedir. Bilindiği kadarıyla Hurriler (M.Ö. 20.000), Hititler (M.Ö. 14-13. yy.) ve Asurların ardından, M.Ö. 9.000-7.000’lerde başkenti Van (Tuşpa) olan Urartular bölgeye hakim olmuş ve bu zengin uygarlık Anadolu’da gerçekleştirdikleri “ilk”lerle bölgeye her alanda yenilikler bırakmışlardır. Öyle ki fen, mühendislik ve altyapıya çok önem vermiş olan Urartular, günümüzden yaklaşık 2800 yıl önce, dönemin yetenekli mühendisleriyle Anadolu’daki ilk sistemli karayolu inşaatını gerçekleştirmişlerdir. Urartular’ın başkent Tuşpa’dan Malatya ve Elazığ’a ulaşmak amacıyla yaptıkları düşünülen yolun bir kısmı Van’da yer altında kalmışsa da, günümüzde halen Bingöl’de etkileyici biçimde varlığını korumaktadır. Bölgede M.Ö. 7. yüzyılda İskit, Med ve Pers satraplıkları (krallık) dönemi yaşanmıştır. Helenistik dönemde çok sayıda akın yaşanan bölge, 5 yüzyılda yaşanan Sasani-Bizans çelişmeleri sonucunda Fırat Irmağı sınır kabul edildiğinden, Bizanslıların eline geçmiştir. 8-9. yüzyıllarda Abbasilerin kısa süren egemenliğinin ardından, yeniden Bizans toprağı olur ve Mezopotamya temasına (eyalet) dahil edilir. 1071’de Büyük Selçukluların Anadolu’yu fethiyle başlayan Türk döneminde bölgenin Türkleşmesine öncelik verilmiştir. Kısa süreli Çubukoğulları (1085-1113 civarı) yönetimin sonrasında bölgede Artuklular 38 (1113-1234) egemenlik kurmuşlardır. 1234 yılında Anadolu Selçuklularının yönetimine giren topraklar, 1243 sonrası kısa süreli bir Moğol istilası geçirmişse de geri alınmış ve 1139 yılında merkezi Elbistan olan Dulkadiroğulları Beyliği’nin, ardından Akkoyunluların (1454-1465) topraklarına dahil olmuştur. Osmanlı hükümdarı Fatih Sultan Mehmet’in Otlukbeli Savaşı’yla Osmanlı topraklarına kattığı Harput ve çevresi,16. yüzyılda Safavi çekişmelerine sahne olmuş, ancak 1516 yılından itibaren kesin olarak Osmanlıların eline geçmiştir. 19. yüzyıl sonlarına dek, Diyarbakır Mayıs 2014 D eğer eyaletine bağlı olan Harput sancağı, önemli ticaret yolları üzerinde olması, yerine süt kullanıldığı, bu yüzden de “Süt Kalesi” dendiği söylenmektedir. askeri ve stratejik önemiyle öne çıkarak büyümeye başlar. Harput köklü Diğer bir efsaneye göre ise kalenin dehlizlerinden birinde yaşayan güzel önemini korurken, 1833 yılında Diyarbakır valisi Mehmet Reşit Paşa’nın bir kız, büyülü olduğundan sürekli kendisi için yaptırılan bir altın köşkte “mezra” denilen bölgede konağını Elazığ’a yaptırmasıyla başlayan süreç- uyurmuş. Yılda bir kez uyanıp “Süt kalesi yıkıldı mı? Katırlar kuzuladı le birlikte, yerleşimin başladığı söylenebilir. Harput, 1877 yılında ayrı bir mı? Dere hamamının yerinde yeller esiyor mu?” diye sorar, sonra yeniden vilayet haline gelmiş, salnamelerden de anlaşıldığı üzere, gayrı müslim uykuya dalarmış. Eğer bu sayılanlar gerçekleşirse Harput yıkılacak, kıyanüfusun oturduğu bir yerleşim halini almıştır. 19. yüzyılda Harput’ta çok met kopacakmış. Bazı kişilerin bu kızın sesini duyduğu kulaktan kulağa sayıda yabancı okulun ve çeşitli mezheplere ait dini ve sosyal yapıların söylenmektedir. Zengin tarihiyle Harput’ta ortaya çıkarılan çok sayıda görülmesi de bunu desteklemektedir. Yıllarca iç içe yaşayan Müslüman, eser bugün Elazığ Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi’nde sergilenmektedir. Ulu Camii Ermeni ve Süryaniler Harput’un zengin kültürüne renk katan kozmopoHarput’un merkezinde yer alan Ulu Camii, Artuklit toplum yapısının temel taşları olmuşlardır. Dönemin lu hükümdarı Fahreddin Karaaslan tarafınnadir matbaalarından birinin yer aldığı zengin 1071’de dan 1156-1157 yıllarında yaptırılmıştır. Harput’tan günümüze gelebilenlerin saBüyük Selçukluların Anadolu’yu Anadolu’nun günümüze gelen en yısı ne yazık ki çok fazla değilse de, fethiyle başlayan Türk döneminde bölgenin Türkeski ve en değerli yapılardan biri yapılan kazılarla Harput’un günüleşmesine öncelik verilmiştir. 1234 yılında Anadolu Selçukluolan Ulu Camii, halen ibadet müze ışık tutan ayrıntılarla dolu amaçlı kullanılmaktadır. Enhazinesi ortaya çıkarılmaktalarının yönetimine giren topraklar, 1243 sonrası kısa süreli bir Moğol lemesine dikdörtgen planlı dır. 19. yüzyılda, “Mamuretistilası geçirmişse de geri alınmış ve 1139 yılında merkezi Elbistan olan ül Aziz” adıyla yeni kurulan Dulkadiroğulları Beyliği’nin, ardından Akkoyunluların (1454-1465) top- yapı, diğer camilerde olduğu gibi üç ana bölüme sahiptir; kente yerleşimler ilk olarak raklarına dahil olmuştur. Osmanlı hükümdarı Fatih Sultan Mehmet’in ana ibadet mekanı olan haSaray-ı Atik olarak adlandırıOtlukbeli Savaşı’yla Osmanlı topraklarına kattığı Harput ve çevrim, ibadete giriş yeri olan ve lan bölgede başlamıştır. 1934 resi,16. yüzyılda Safavi çekişmelerine sahne olmuş, ancak aynı zamanda geç kalanların da yılında trenin gelmesiyle hızlanan ibadetlerini gerçekleştirdikleri son bu Elazığ, yeni yolların açılması, 1516 yılından itibaren kesin olarak Osmanlıcemaat yeri ve dışında kalan avlu kısmı. yeni mahallelerin hızla oluşturulması ve ların eline geçmiştir. Kalın duvarlarda taşın, kemer ve minarede imar faaliyetlerinin artmasıyla kısa zamanla tuğlanın kullanılmış olduğu yapının minaresindeki bugünkü şeklini almıştır. tuğla süslemeleri, geçmişi günümüze taşıyan değerli Artuklu sanatının Elazığ’ı Gezmek… Elazığ gezinize Harput’ta yapacağınız tarih turu ile başlamanızı öne- örneklerindendir. Farklı dönemlerde yapıldığı düşünülen minarede farklı ririz. Şehir içinde birçok yerden görülen ve şehir merkezine yaklaşık 10 tuğla dizilişleriyle oluşturulmuş sepet örgüsü, geçmeli, altı köşeli ve yıldız dakika uzaklıkta bulunan Harput Tepesi (Kayabaşı) görülmesi gereken motifli süslemeler bulunmaktadır. Yapının adeta bir şaheser sayılabilecek yerlerin başında geliyor. Tüm şehrin ayaklarınızın altına serildiği en özel abanoz ağacından yapılmış olan minberi ise Kurşunlu Camii’nde bulunyerlerden biri olan tepenin ardından, Harput’ta tarihi bir keşif turu ya- maktadır. Sara(y) hatun Camii pabilir, yorulduğunuzda ise çay bahçelerinde oturup şehrin veya Keban Akkoyunlu hükümdarı Bahadır Han’ın annesi Sara Hatun tarafından Barajı’nın enfes manzarasını görerek çayınızı yudumlayabilirsiniz. Harput gezinizin ardından, şehir merkezindeki ana caddede yürüyerek Eski 1465 yılında mescit olarak yaptırılmış olan Sarayhatun Camii, 1585’de Hükümet Konağını, İzzet Paşa Camisini, Kapalıçarşıyı, meydanı, cadde Hacı Mustafa ve 1843 yılında dönemin Harput Müftüsü olan Hacı Ahmet üzerindeki pasajları ve çarşıları gezebilirsiniz. Şehir dışına ise özellikle Efendi tarafından yapılan onarımların ardından bugünkü halini almıştır. Birden fazla sayıda yapının yer aldığı bir külliye olarak inşa edilmesiHazar gölü kıyısındaki tesislere, Cip ve Keban Barajlarına gidebilirsiniz. ne rağmen, günümüze yalnızca cami gelebilmiş, yapının minaresi ise Harput Kalesi M.Ö. 8. Yüzyıl başlarında Urartular tarafından yapıldığı tahmin edi- 1898’de eklenmiştir. Kare bir plana sahip caminin dört kalın sütunu üzelen Kale, Harput’un en dikkat çekici kalıntılarından biridir. Burç ve surları rinde kubbe, kenarlarda ise tonoz örtü yer almaktadır. Değerli bir taş işçihala ayakta olan yapı değişik zamanlarda onarım görmüş; Artukoğulları, liğine sahip minberi ve renkli kesme taş işçiliğinin görüldüğü minaresiyle Dulkadiroğulları, Akkoyunlular ve Osmanlılar dönemlerinde genişletilen görülmeye değer olan yapı günümüzde de kullanılmakta. Kurşunlu Camii kaleye zamanla kayalara oyulmuş odalar, basamaklar ve gizli geçitler ekEski Hükümet konağının batısında yer alan Kurşunlu Camii’nin Harlenmiştir. Kale üzerindeki kitabelere göre ilk onarım ve yeni ilaveler Artuklu hükümdarı Nizameddin İbrahim tarafından 1205 yılında yapılmıştır. put’taki Osmanlı dönemi camilerinin en değerli örneklerinden biri olarak Bu dönemde saray-köşk olarak kullanılmış olan yapı, daha sonra Dulka- 1738-1739 yıllarına tarihlenmekte ve Çarsancak beylerinden Osman Ağa diroğulları tarafından yapılan onarımlardan geçmiştir. Harput’a bakan ana tarafından yaptırıldığı düşünülmektedir. Kare planlı yapının ana ibadet giriş kapısının yanı sıra, kuzeyde Metris, batıda Dağ kapısı ismini taşıyan (harim) kısmı kubbe örtülüdür. Son cemaat yeri üzerinde üç küçük kubbeiki ayrı kapı daha bulunmaktadır. Kale hakkında çeşitli efsaneler anlatıl- nin yer aldığı yapı, adını bu kubbelerindeki kurşun kaplamadan almıştır. maktadır. Bir rivayete göre yapımı sırasında harcın hazırlanmasında su Ulu camiye ait olan ve burada muhafaza edilen minber, Sultan 4. Murat 39 D eğer tarafından hediye edilmiş olup, ahşap işçiliğinin en güzel örneklerinden biridir. Kurşunlu Camii’nin bahçesinde bulunan Ulu Çınar ağaçlarının Evliya Çelebi’nin Harput’a uğradığı sırada sırtını dayayıp notlarını tuttuğu çınarlar olduğu söylenmektedir. Alacalı Camii Harput’un Ağa Mahallesi’nde yer alan yapının 1202-1204 yıllarında Artuklular döneminde inşa edildiği, ancak 19. yüzyılda büyük bir onarım geçirdiği ve bu esnada tavandaki ahşap süslemelerin de gerçekleştirildiği düşünülmektedir. Dikdörtgen planlı caminin batıda yer alan giriş kapısı yonca yaprağı şeklindedir. Yapının minaresi kapı üzerine inşa edilmiş olup, şerefeye kadar sıra ile daha yukarısı ise dama şeklinde siyah beyaz taştan yapılmıştır. Bu nedenle “Alacalı” ismini almış olan yapı aynı zamanda ilk Harput Müzesi olarak da kullanılmıştır. Ağa Camii Harput’ta anayolun solunda yer alan Ağa Camii, Harput Müzesi’nde yer alan kitabesine göre 1599 yılında Pervane Ağa tarafından yaptırılmıştır. 1996 yılına kadar sadece minaresi ayakta kalan camiinin ana ibadet bölümü aslına uygun olarak restore edilmiş ve cami ibadete açılmıştır. Fethi Ahmet Baba Türbesi 40 Mayıs 2014 Fethi Ahmed Baba’nın ölüm tarihi olan 1313-1314 yıllarında yapıldığı sanılan ve bir kaya üzerine inşa edilmiş olan türbeden günümüze yalnız cenazelik kısmı gelebilmiştir. Altıgen bir plan şemasına sahip yapının içinde, orijinal yazıları ile büyük bir sanduka bulunmaktadır. Yapı, çevresindeki bahçeler mesire yeri olarak kullanılmakta, kimi zaman adak kurbanları kesilmekte ve ziyaretçiler tarafından büyük ilgi görmektedir. Meryem Ana Kilisesi En eski Süryani kiliselerindendir. Harput Kalesi’nin sol kesiminde, alttaki yamaçta, kayalara kurulmuş dikdörtgen planlı kilisenin bir duvarını kayalar oluşturmaktadır. Dışarı taşkın olan apsisin önü yarım kubbeli, diğer bölümü tonozlarla örtülüdür. Kiliseden kaleye giden gizli yollar vardır. Mardin’deki Süryani Metropolitliği’nin kayıtlarına göre 1779 ve 1845’te onarılmıştır. Terk edilmiş durumdadır. Elazığ Şehir Gezisi Elazığ’da görmeniz gereken yerlerin başında İzzet Paşa Camii, çarşıların ve pasajların bulunduğu merkez gelmektedir. Elazığ çarşısının tam merkezinde bulunan İzzet Paşa Camii 1866 yılında aslen Erzincanlı olan Hacı İzzet Paşa tarafından yaptırılmışsa da, 1972 yılında yeniden inşa edilmiş ve ibadete açılarak çarşı merkezi olarak konumlandırılmış- Mayıs 2014 D eğer tır. Elazığ şehrinin simgesi haline gelen yapının altında bulunan Kuyumcular Çarşısı da alışveriş yapmak isteyenler için güzel bir alternatif olacaktır. Kültür-Sanat Konumundan ötürü tarihin her döneminde önemli bir yerleşim merkezi olan Elazığ ve Harput bölgesi, canlılığını günümüze kadar sürdürerek gelişen zengin bir kültür varlığına da sahip olmuştur. Kalesi, mektep ve medreseleri, camileri, hamamları ve sanatkârlarıyla ünlü geçmişiyle bugünün Elazığ’ını meydana getirmiş olan Harput kültürü, örf-adetleri, gelenek görenekleri, türküleri, manileri, musikisi, yemekleri, el sanatları, halk oyunları ve giyim kuşamıyla son derece zevkli ve göz alıcıdır. Türk müzik kültürü içerisinde kendine has bir yeri olan Harput halk müziği, diğer yörelerimizin halk müziğinden farklı olarak klasik müzik aletleriyle icra edilmektedir. Türkülerinin sözlerinin bir kısmı Divan edebiyatımızın ünlü şairlerinin eserlerinden, bir kısmı ise yörede yaşanan olaylardan çıkmıştır. Sadece Harput yöresine ait ve mahalli isimlerle anılan 12 tane makam bulunmaktadır. Elazığ, halk dansları yönünden yurdumuzun en zengin yörelerinden birisidir. Mahalli inceliğin bir sembolü olarak giyilen sade ve zarif elbiseleri, oyun figürlerindeki uyumu ile haklı bir şöhrete sahip olmuştur. Dünya çapında “Mumlu Dans” olarak tanınan ve ilin simgesi haline gelen “Çayda Çıra” oyunu başta olmak üzere diğer halk dansları sırasıyla; Halay, Ağır Halay, Üç Ayak, Temür Ağa, Keçike, Bıçak, Delilo, Büyük Ceviz, Tanzara, Nure’dir. Ata sporu olan cirit bölgede hala yaygındır. Bölgedeki el sanatlarının en önemlisi olan bakır işçiliği, günümüzde hala faaliyet gösteren Bakırcılar Çarşısı’nda görülebilir. Bölgede ayrıca iğne oyacılığı, halıcılık, semercilik, yemenicilik gibi çeşitli el sanatı ürünleri de yapılmaktadır. Şehirde devlet tiyatrosu ve mahalli tiyatro grupları bulunmaktadır. Uluslararası Hazar Şiir Akşamları Festivali, Çayda Çıra Film Festivali ve Kısa Film Festivalleri kentin önemli kültürel faaliyetleridir. www.elazigkulturturizm.gov.tr Fırat Üniversitesi Köklü bir geçmişe sahip olan Fırat Üniversitesi, eğitim-öğretim hizmetine zengin bir kültür hayatı bulunan Elazığ’da başlamıştır. Daha sonra Elazığ’ın ilçeleri başta olmak üzere, Bingöl, Muş ve Tunceli illeri ile Erzincan’ın Kemaliye ilçesinde yükseköğretim kurumları açarak ve aynı zamanda lisansüstü faaliyetleri ile üniversitelere eleman yetiştirerek Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yükseköğretimin gelişimine önemli katkı sağlayan bir yükseköğre- Kanunla 1969 yılında Elazığ Devlet tim kurumu haline gelmiştir. Mühendislik ve Mimarlık Akademisi Elazığ’da ilk olarak 1967 yılın- (EDMMA)’ne dönüştürülmüş, Veterida bir Yüksek Teknik Okul açılmış ve ner Fakültesi de 1970 yılında Ankara aynı yıl içerisinde Ankara Üniversitesi Üniversitesi’ne bağlı olarak eğitimSenatosu’nun Elazığ’da Veteriner Fa- öğretime başlamıştır. kültesinin kurulmasını öngören kararı, Elazığ’daki yükseköğretim kuMilli Eğitim Bakanlığı’nca onaylanmış- rumları, 11 Nisan 1975’de “Fırat tır. Üniversitesi” adıyla tek bir çatı alYüksek Teknik Okul,1184 Sayılı tında toplanmış ve Veteriner Fakültesi, Fen Fakültesi ve Edebiyat Fakültelerinden oluşan bir yapı çerçevesinde faaliyete başlamıştır. 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu ve 41 sayılı KHK ile yeniden yapılanan Fırat Üniversitesi’nde Fen ve Edebiyat Fakülteleri birleştirilerek Fen-Edebiyat Fakültesi adını almış, EDMMA ise Mühendislik Fakültesi’ne dönüştürülerek, Üniversite bünyesine katılmıştır. Fırat Üniversitesi; halihazırda bünyesindeki 13 Fakülte, 3 Yüksekokul, 1 Devlet Konservatuarı, 9 Meslek Yüksekokulu ve 4 Enstitü ile eğitimöğretim faaliyetlerini sürdürmektedir. www.firat.edu.tr 41 D eğer Kitap Mayıs 2014 Kitap Tanıtımı EVLİLİKTE MUTLULUK Sefa SAYGILI Eşlerin birbirlerinden beklentilerinin arttığı, ancak sorumluluk yüklenme ve fedakarlıkta bulunmalarının azaldığı bir devirde yaşıyoruz. Bu da aileyi yıpratmakta, bunalımlı ve geçimsiz çiftlerin sayısını çoğaltmaktadır. Halbuki aile kurumu, toplumların temelidir. Bir milletin mutlu ve huzurlu olması, ileriye yönelik atılımlar yapması ailelerin sağlamlığına bağlıdır. Evlilikte Mutluluk Sanatı her yaş grubundan kadın ve erkeğe yardımcı olmak, uyumlu evlilikler kurmak ve mutluluğu yakalamak için teklifler içeriyor, çözümler öneriyor. Evliliklerin daha da güzelleştirilebileceği, kötü giden evliliklerin de kurtarılabileceği iddiasını taşıyor. OKUL EVDE BAŞLAR Fatih DALKINÇ Okul Evde Başlar: ‘’ailede çocuk eğitiminin bizcesi nasıl olur?’’ düşüncesinden yola çıkılarak hazırlanmıştır. Bu kitap size sadece yetkili değil, aynı zamanda etkili ebeveyn olmanın yollarını açacak ve çocuklarınıza karşı daha çok sevgi ve tahammül yükleyecektir. Dünyaya güzel karakterlerini göstermeyi isteyen eskiler, önce devletlerini bir düzene koymaya çabaladılar. Devletlerini düzenlemek isteyenler, önce evlerine çekidüzen verme gereği gördüler. Evlerini düzene koymak isteyenler, önce kişiliklerini terbiyeden geçirme gereğini anladılar.Ve Sonuçta; “Toplumsal değişimin kişisel gelişimle olacağımım farkına vardılar.’’ ANNELİK SANATI Adem GÜNEŞ Günümüzde anne olmak da, çocuk olmak da çok zor... Anneliği zor görüp, türlü bahanelerle çocuk sahibi olmayan, anneliği erteleyenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Anne olup da annelik vasfını çocuk bakıcılarına devreden eşlerin sayısı da az değil. Çocuk eğitimi üzerine yüzlerce kitabın yazıldığı, televizyon ve radyo programlarının hazırlandığı, uzmanlarınca seminer, konferans ve eğitimlerin verildiği, üstelik anneliği kolaylaştıran teknolojik imkan ve kolaylıkların peş peşe sunulduğu günümüz şartlarında annelik niye zor? Niçin zor görülüyor? Bu zorluğu ortaya çıkaran, anneleri bunaltan sebepler neler? Birer ‘Şefkat Kahramanı’ olan annelere ne oldu? O kahraman anneler yoksa geçmişte mi kaldılar? Oysa annelik en güzel, en yüce ve değerli sıfatları üzerinde barındıran bir unvandır. ‘Annelik Sanatı’nda anne olmanın ne demek olduğunu tüm detaylarıyla görecek, öğrenecek ve uygulayacaksınız. ÖMÜR BOYU AŞK Cemil TOKPINAR Benliğinizi tüm sıcaklığıyla saran aşk, çoğu kez geride acı ve özlem bırakır. Hiç bitmemesini istediğiniz o “ilk gün”ün büyüsü, aranıza giren engeller yüzünden aşınır, pörsür ve yok olur. İlk anda hayal bile edemediğiniz mutsuz günlere alışırsınız belki. Evlenince söndüğü sandığımız aşk ateşini alevlendirmek istemez misiniz? Mutluluk şatosunu aydınlatmak için size ve eşinize bir kıvılcım yetebilir. Eşiniz sevgiliniz, eviniz cennetiniz, aşkınız ömür boyu olabilir. Eğer bencilikler, kaprisler, kıskançlıklar, iletişim çatışmaları ile aile cennetiniz zindana dönüşmüşse, başkalarını suçlamayın. 42 Mayıs 2014 D eğer EŞİM, ÇOCUĞUM VE BEN Yavuz BAHADIRDOĞLU Yaşadıklarımdan, gözlemlerimden, otuz yıllık gazetecilik-yazarlık hayatımdan ve on yıldır bir radyoda yaptığım aileyle ilgili yorumların yankılarından edindiğim tespitleri sizlerle paylaşmak istedim. Gördüm ki, varlığı ve gücüyle övündüğümüz ailemizden feryatlar yükseliyor. Belki tek dayanak noktamız olan aile çatırdıyor. Sorun, o kesimde bu kesimde değil; her yerde, hepimizde... Çözüm de, çok uzaklarda, yabancı formüllerde aranmamalı; kendimizde, kendi içimizdedir AİLEDE SEVGİ İLETİŞİMİ Vehbi VAKKASOĞLU Bu eserle, eşler birbirini sevmeyi öğrenecek. Bu eserle eşler, bütün meselenin bir gönle girmek olduğunu anlayacak; eş sevgisinin cinsellikten ibaret olmadığını görecek. Bu eserle, eşler, mutluluğu maddenin ötesinde bulacak, evlilik hazırlığının sadece eşyadan ibaret olmadığını kavrayacak. Bu eserle, sevgi iletişimi kurma uzmanları yetişecek Bu eserle, gönüller, sadece sevgiye ayarlanacak; yüce ve kutsal bir sevgiye yelken açacak. Bu eserle, aşk, dünya boyutlarını aşıp yücelecek ve kalplere benzersiz bir hazzı tattıracak. Bu eserle, sevgisizlikler ve boşanmalar azalacak. Bu eserle kaynanasını seven gelinler, damatlar; gelinlerini ve damatlarını seven kaynanalar çoğalacak. AİLEDE ÖFKE KONTROLÜ Ayşe Nur ÖZKAN Öfke, içinde bulunduğumuz çağın önde gelen problemlerinden biri. Her gün bir anlık öfke yüzünden dağılmış hayatlara, parçalanmış ailelere, geleceğini karartmış gençlere şahit oluyoruz. Olumsuz duyguların başında gelen öfke, özellikle aile içi ilişkilerde sonuçları düşünülmeden sergilenebiliyor. Öfke içeren davranışlara şahit olarak yetişen çocuklar bu davranışları modelleyerek bebeklik dönemlerinde oyuncaklarına, çocukluk dönemlerinde arkadaşlarına, evlendiklerinde ise eşlerine ve çocuklarına şiddet uyguluyorlar. Böylece engellenemeyen bir kısır döngü ortaya çıkıyor. Bu kısır döngüye son vermek için öfkeyi oluşturan nedenler hakkında bilgi sahibi olmak, bu duygunun kontrol aşamalarını ve sonuçlarını anlamak gerekiyor. EVLİLİK OYUNU Haluk YAVUZER Evlilik Okulu, evlenmeye aday gençlerin ve evli bireylerin evlilik yaşamları ve ilişkileriyle ilgili farkındalık ve bilinç düzeyini artırmak amacıyla yazıldı. Haluk Yavuzer başkanlığında İstanbul Üniversitesi Hasan Âli Yücel Eğitim Fakültesi öğretim üyeleri tarafından kaleme alınan bu çalışmadaki başlıca temalar: Bireylerin eş olmaya hazırlanmaları; eşler arasında iletişim becerilerinin geliştirilmesi; sorun çözme ve ana-babalığa hazırlık... 43 Değişim D eğer Mayıs 2014 DEĞİŞEN YAŞAMLAR Özgürlüğe atacağım adımlar Geri dönmemek üzere olmalıydı Nihayet 2011 yılının aralık ayında şartlı tahliye edildim. Yıllar önce, madde bağımlısı ve potansiyel bir suçlu olarak girdiğim Ceza İnfaz Kurumundan arınmış bir şekilde çıktım. Dışarıda nasıl bir hayatın beni beklediğini biliyordum. Adımlarımı ona göre atacaktım. Aksi halde içeri tekrar dönmek, bunca yıldır kendime verdiğim emeğin ziyan olması demekti. Önemli olan çok ceza yatmak değildi. Yattığın cezalardan iyi veya kötü bir pay çıkarabilmekti. A li Öztürk, İzmir (Buca) Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Uşak E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu ve Ödemiş M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak kaldı. Açık Öğretim Lisesi’ni ceza infaz kurumunda bitirdi. Halen Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 2.sınıf öğrencisi. gerek ailevi, gerek içinde bulunduğum çevrenin kötü koşullarından mı başlamalıyım bilemiyorum. Tek bildiğim uyuşturucudan ve bunu kullanabilmek için meşru olmayan yollardan para kazanmaktan başka bir şey düşünmediğimdi. Nihayetinde 2004 yılının Mayıs ayında silahlı gasp suçundan yakalandım. Ceza infaz kurumunda “şiir dinletisi”nde görev almak isteyenler dilekçe versin şeklindeki ilanlar için ilk dilekçe verenlerden birisi o olurdu. Hükümlü/tutuklular ile hangi şiirleri okuyacaksınız şeklinde konuşurken onun “ben kendi şiirimi okuyacağım” teklifi doğrusu bizi şaşırtmıştı. “Gülşah” isimli bir şiir yazmıştı. O şiirini diğerleri takip etti. Sonunda, Ödemiş M Tipi Ceza İnfaz Kurumu’nda iken “Kal Biraz Daha” adlı bir şiir kitabı çıkardı. Kendisine, eski bir hükümlü olarak “arkadaşlarına söyleyeceğin bir şeyler var mı?” dediğimizde aşağıdaki yazıyı gönderdi. Ve ekledi: İsmimi açık açık yazabilirsiniz. Ben gerekli dersleri aldım” dedi. Ceza İnfaz Kurumundaki ilk günlerim zaman zaman yoğun “uyuşma isteği” ve bir takım duygusal krizler dışında, içerideki düzene ayak uydurma çabasıyla geçti. Artık uzun yıllar buralıydım ve kaybedecek bir şeyim yoktu, buna kişiliğim de dâhil. Çünkü olmayan bir şey yitirilemezdi. Bu yüzden oturuşlarım, kalkışlarım, konuşmalarım, kısaca her hareketim zamanla diğer mahkûmlara benziyordu. Eğer bir özelliğiniz yoksa böyle yerlerdeki baskın özellikler istemeseniz bile bir yafta gibi yapışıyor üzerinize. Sağlam olmadığı müddetçe karakterinizi koruyamıyorsunuz. Zamanla bu jargonu taklit etmeye başlıyorsunuz. Ve yapınız ona göre şekilleniyor. İlk birkaç senem kendimi bıçak gibi bilemekle geçti. Amatör bir suçlu olarak girdiğim bu yerden, daha profesyonel bir halde çıkmayı düşünüyordum. Çünkü bir sabıkalıydım ve ömrümün sonuna kadar böyle yaşayacaktım. Kavga, rant, hapishane oyunları… Hiç iyi şeyler düşünemiyordum. Ta ki cezam kesinleşip de Uşak Ceza İnfaz Kurumuna nakil oluncaya kadar. “Bir şey ki hayır gibidir vukuunda Aldanma, ardında şer olabilir. Bir şey ki şer gibidir zuhurunda Bilesin sonunda hayır doğabilir” (BakaraSuresi : 216) Ceza İnfaz Kurumuna giriş nedenimden söz edecek olursam, işlediğim suçlardan mı yoksa beni o suçlara iten 44 Mayıs 2014 D eğer Yukarıda yazılı olan dörtlüğü henüz koğuşlara dağıtılmadan önce müşahede altında tutulduğum hücremin duvarında yazılı gördüm. Altında ‘Bakara Suresi 216. ıncı ayet’ yazıyordu. Neden bilmiyorum ama, derin bir düşünme isteği oluştu beynimde. Müşahede altında kaldığım bir hafta içinde sürekli o ayete bakarak düşünmeye çalışıyordum. Neden böyle bir yolu seçtiğimi, niçin bu durumlara geldiğimi, içinde bulunduğum şer ise, nasıl bir hayra dönüşebileceğini, bunun için neler yapabilirliğimi düşünüyordum. Tıkandığım yerlerde yeniden deniyordum. Ve bütün bu düşüncelerimi artık bir şeylerin değişmesi gerektiğine bağladım. Ne gasp, ne yaralama, ne uyuşturucu… En büyük suçumun, o ana kadar ki yaşam sürecimi boşa harcamak olduğunu anladım. Bu duruma kendi ellerimle düşürmüştüm kendimi. Ama farkettiğim bir şey vardı. Kendimi düşürdüğüm bu durumdan kurtaracak olan da bendim. Kaybedecek bir şeyim olmadığını zannediyordum, fakat kazanacak birçok şeyim olduğunu anladım. Buna, sonradan edinmekle bile olsa güçlü bir kişilik de dâhil. İlk isteğim eğitim durumumu düzeltmek oldu. Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Biriminin desteğiyle Açık Öğretim Lisesine kaydoldum. Aynı zamanda Ceza İnfaz Kurumunun verdiği kurslara da katılmaya başlamıştım. Önce Bilgisayar Kursu, sonra İngilizce Kursu ve Kur’an Kursu… Bunların yanında çeşitli meslek edinme kursları da vardı. Ama ben ençok bu üçünde yoğunlaştım. Özellikle İngilizce… Dışarıdan temin ettiğim dil bilgisi kitap- Bilgi larıyla her akşam düzenli bir şekildeçalışıp, tek kelime bilmediğim bu yabancı dilde ileri seviyeye kadar gelecektim. Ve Kur’an… İlerleyen zamanlarda tecvitli bile okuyabilecektim. Ceza İnfaz Kurumu Kütüphanesinden temin ettiğim kitaplar sayesinde hayata bakışım değişecek, kelime hazinem gelişecek, hatta konuşmalarım bile düzelecekti… Nihayet 2011 yılının aralık ayında şartlı tahliye edildim. Yıllar önce, madde bağımlısı ve potansiyel bir suçlu olarak girdiğim Ceza İnfaz Kurumundan arınmış bir şekilde çıktım. Dışarıda nasıl bir hayatın beni beklediğini biliyordum. Adımlarımı ona göre atacaktım. Aksi halde içeri tekrar dönmek, bunca yıldır kendime verdiğim emeğin ziyan olması demekti. Önemli olan çok ceza yatmak değildi. Yattığın cezalardan iyi veya kötü bir pay çıkarabilmekti. Kul hakkının ne kadar önemli olduğunu Ceza İnfaz Kurumunda öğrendim. Ve bu konu, benim hayat felsefem oldu. Şu an özgürlüğümün üçüncü yılının içerisindeyim. Ve kendi içimde başlattığım bu yolda bir takım zorluklara rağmen ilerlemeye devam ediyorum. Sosyoloji bölümü ikinci sınıf öğrencisiyim. Kısa sürede güzel bir meslek edindim. Hem çalışıyor, hem okuyorum. Ceza infaz kurumlarına niçin “Medrese-i Yusufiye” derler, kendime baktıkça daha iyi anlıyorum. Ali Özgür İstemi Eski Hükümlü 45 Canlılar Alemi D eğer Mayıs 2014 Canlılar alemi Kozadan seslenen kelebek Tırtılım metamorfoz için etrafına bir koza örüp de inzivaya çekilirken, artık eski hâliyle dünyayı göremeyeceğini bilmemektedir. Tırtılım kozasının içinde uyuma gibi görünen bir hâlde (fakat aslında uyuma olmayan) yavaş yavaş farklılaşmaya başlar. Herkesi şaşırtan bir gelişme sürecinin sonunda yapraklar üzerinde sürünen bir tırtıl, uçan bir kelebeğe dönüşür. B ir şeyden her şeyi, her şeyden bir şeyi yaratan Yaratıcı’nın çok hikmetli işleri vardır. Çirkin gibi görünen nesnelerin içinden herkesi şaşırtan güzellikleri çıkardığı gibi çok güzel gözüken hâdiselerden de umulmayan terslikler çıkarabilir. Tırtıldan Selamlar Sizin ana rahminde geçirdiğiniz safhaları, ben, annemin uygun bir yere bıraktığı yumurtanın içinde geçiririm. Yumurtadan, ince, uzun bir tırtıl hâlinde çıktıktan sonra da farklılaşmam bitmez; yeniden bir zaman makinesine girer gibi, kendi ördüğüm kozanın içine girerim. Bu kozanın içinde bir müddet uyku hâlindeymiş gibi dururum; fakat bu katiyen uyku değildir. Aksine bu dönemde, metamorfoz denen çok sırlı bir hâdiseyle, tırtıl hâlime hiç benzemeyen bir kelebeğe dönüştürülürüm. Bizler de Birer Canlıyız! Kanatlarımın mükemmel desenleri ve renklerinin güzelliği sayesinde, meraklıları tarafından koleksiyonu yapılan çok değerli bir hayvan olmuşum. İşte, bazen güzellik de insanın başına belâ oluyor. Çirkin bir hayvan olsaydım, kimse beni toplayıp koleksiyon yapmazdı. Hâlbuki şimdi dünyada borsam bile var. Çok nadir ve enteresan olan türlerim, büyük paralar karşılığı mücevher gibi alınıp satılıyor. Bu durumda tabii ki satıcılarımız artmış, bazılarımızın da nesli azalmaya başlamıştır. Büyük ve Renkli Aile Yüz binden fazla türü bulunan büyük bir böcek takımı olduğumuz için, henüz bütün türlerimiz kayıtlara geçmemiştir. Amazon ormanlarının derinliklerinde keşfedilmemiş türlerimiz olabilir. Farklı türlerimize ait dişilerimiz nesillerinin devamı için, farklı sayıda yumurta bırakırlar. Düşmanı çok olan bir tür, bin civarında yumurta bırakırken, düşmanı daha az veya korunma şartları daha iyi olan türler, elli kadar yumurta bırakır. Üremede erkek ve dişilerimizin birbirini kolayca bulabilmesi için, her türün hususî bir rengi, deseni ve diğer türlerden ayrılan kokusu vardır. Böylece farklı türlere ait erkek ve dişilerin birbirine karışması önlenir. Tırtıldan Kelebeğe Tırtılım metamorfoz için etrafına bir koza örüp de inzivaya çekilirken, artık eski hâliyle dünyayı göremeyeceğini bilmemektedir. Tırtılım kozasının içinde uyuma gibi görünen bir hâlde (fakat aslında uyuma olmayan) yavaş yavaş farklılaşmaya başlar. Herkesi şaşırtan bir gelişme sürecinin sonunda yapraklar üzerinde sürünen bir tırtıl, uçan bir kelebeğe dönüşür. Böyle mucizevî bir hadiseyi tesadüflerle izah etmek mümkün değildir. Tırtılın belli safhalardan geçip uçan bir kelebek olması ve bu sürecin hiç değişmeden binlerce yıldır bütün nesillerde sürmesi, Sonsuz Kudret Sahibi’ni göstermektedir. Hareketsiz ve uykuda gibi geçen bu farklılaşma dönemimdeki hâlime pupa diyorsunuz. 46 Tabiata İlk Adım Başkalaşım hâdisesi, pupadan çıkmadan birkaç saat öncesinde tamamlanır. Yumurtadan çıkışımdan itibaren yaklaşık üç ay geçmiştir. Artık tamamen farklı bir kimlik kazanmış durumdayım. İşte şimdi baş ve göğüs bölgeme bir sıvı salgılanır, bu sıvı ile üzerimdeki kabuk birkaç yerinden yırtılır ve ayaklarımı dışarı çıkarırım. İlk işim, çok uzun süredir vücudumda biriken atık maddeleri salgı olarak atmaktır. Daha sonra kanatlarıma kan pompalanır ve buruşuk olan kanatlarım açılır. Kısa bir süre kanatlarımın kuruyup sertleşmesi için beklerim. 10-20 dakika sonra da rızkımı bulmak için çiçeklere doğru uçarım. Renk Cümbüşü Kanatçıklar Bizim ilmî ismimiz Lepidoptera (pulkanatlılar) tabiri, vücudumuzun ve kanatlarımızın çok küçük pullarla kaplanmış olmasındandır. Her biri ayrı bir sanat eseri olan bu pulların renkleri ve dizilişlerinin hususiyeti sayesinde göz alıcı renklerimizle Rabbimizin bin bir ismine tercüman oluruz. Kutuplar dışında, yaşamadığımız bir çevre yok gibidir. En zor şartlarda bile neslimizi devam ettirecek tedbirler alınmıştır. Bazı türlerimiz, çok soğuklarda kanlarının içindeki alkol ve benzeri bazı maddelerin antifriz vazifesi yapmasıyla ölmekten korunur. Sıcaklık durumuna göre kanatlarımızı güneş panelleri gibi belli bir açıda güneşe tutarak vücut ısımızın kontrolünü temin ederiz. Yumurtadaki Gizem Tabiatta hiç israf olmadığı için, yumurtadan çıkan tırtılın ilk gıdası, içinden çıktığı yumurtanın besin değeri yüksek olan kabuğudur. Bazı tırtıllar yumurta kabuğunu yemedikleri için, daha sonraki gelişmelerini tamamlayamamaktadır. Küçük, basit ve kuru bir madde gibi görünen yumurta kabuğunda bulunan bazı hususî maddeler, gelişme için bu kadar mühim bir konumdadır. Kaynak: Ailem Dergisi Mayıs 2014 D eğer Bilim CD'ler gidiyor kasetler geri geliyor Depolama teknolojileri üzerine uzun yıllardır çalışmalarını sürdüren ünlü bir firma, bir zamanların efsanesi manyetik kasetleri tekrar hayata döndürüyor. Ö zellikle 90'lı yıllara damgasını vuran manyetik kasetlerin ardından önce CD'lerle tanışmış, ardından DVD, Blu-ray, harici disk ve USB hafızalarla biçim değiştirerek depolama ihtiyacımızı karşılamaya devam etmiştik. Ünlü firma ise Blu-ray'den tam 3 bin 700 kat daha büyük veri depolayabilen manyetik bir kaset geliştirdi. 185 TB veri depolayabilen ve bu haliyle bugünün tüm depolama teknolojilerinin çok üstünde yer alan söz konusu teknoloji, standart kasetlerden 74 kat daha fazla veri depolama yoğunluğuna da sahip. Birim başına (inç başına) 148 GB veri depolayabilen yeni manyetik kasetlerinin ne zaman ve hangi tasarımda satışa sunulacağı ise henüz bilinmiyor. Ancak gelecek yeni manyetik kaset teknolojisinin bildiğimiz anlamda kaset standardında olmayacağını ve gelecek yıllarda artacak depolama ihtiyacına çözüm olması bekleniyor. Kaynak: haber7.com Öğrenme yeteneğini geliştirmek mümkün Bir grup araştırmacı, öğrenme yeteneğini geliştirmenin mümkün olduğunu ortaya çıkardı. Nashville’de bulunan Vanderbilt Üniversitesi araştırmacıları, beyne hafif elektrik akımı uygulayarak öğrenme yeteneğini kontrol etmenin mümkün olduğunu gösterdi. Yapılan çalışma çerçevesinde, 20 dakika boyunca simülasyonda kalan deneklere bir dizi test yapıldı. Öğrenme görevinde deneklerin, deneme yanılma yolu ile hangi rengin oyun konsolundaki tuşla eşleştiğini belirlemeleri istendi. Çalışma sonucunda araştırmacılar, elektrikli simülasyona giren deneklerin, diğerlerinden daha az hata yaptığını ve hatalarından daha çabuk öğrendiğini belirledi. Araştırmacı Robert Reinhart, “Bu özel beyin aktivitesini çalıştırdığımızda bulduğumuz şey çok heyecan vericiydi. Denekler görevlerini yaparken daha doğru, daha akla uygun, dikkatli ve daha az cesur oluyor. Denekler hatalarının ardından daha yavaş ve daha doğru cevap veriyorlar” dedi. Başa geçirilen beyin akım grafiği şapkası ile beyne elektik gönderiliyor. Deneklerden Laura McClenahan, uygulanan sürecin sıkıntıya neden olmadığını söyledi. McClenahan, “Aslında kötü değil. Sadece kaşınma veya karıncalanma hissediyorsunuz. Çok küçük olduğu için de ağrısı yok. Aslında göründüğünde daha az yoğun” diye konuştu. Nöroloji Dergisi’nde çalışma sonuçlarını yazan Vanderbilt Üniversitesi araştırmacıları, bulguların öğrenme yeteneklerini geliştirmek isteyenler için ideal olduğunu kaydetti. Ayrıca elektronik şapkanın şizofreni ve diğer rahatsızlıkları bulunanların tedavisinde kullanılabileceği belirtildi. Kaynak: euronews.com Tekerlek yeniden icad edildi Bilim adamları akrobat tekerlek icatlarıyla tekerlekli sandalye kullanıcılarının hayatlarını kolaylaştıracak. Merdiven basamaklarından rahatlıkla inmeyi sağlayan yaylı sistemiyle akrobat tekerlekler, esnek yapıları ve sarsıntıyı önleyici süspansiyonlarıyla özgürlük vaat ediyor. Akrobatı deneyen kişilerden biri de Softwheel Ürün Uzmanı DrorCohen düşüncelerini aktardı: ‘‘Nereye gitmek istersem gidiyorum. Kaldırımdan aşağı inmek istediğimde de kimse beni durduramıyor, bu benim için yepyeni bir deneyim.’‘ Bir tasarım harikası olan yumuşak tekerlek sistemi bisikletlerde de kullanılmaya başlandı. Test aşamasında olan tekerlekler rahat ve güvenli bir sürüş sağlayacak. Tekerlekli sandalye ya da bisiklet olsun, tüm akrobat tekerlekler 2015 yılında satışa sürülecek. 47 Aile D eğer Mayıs 2014 Anne gibi yâr olmaz... Seni seviyorum. Bana tüm kattıkların, öğrettiklerin, kazandırdıkların için. Yaşattıkların ve yaşatacakların için sonsuz teşekkürler. Anne dedim ya ben sana; en değerli hazine olsun, o da başımın üstüne taç olsun! H ayat başıma papatyalarla işlenmiş bir taç taktı. Papatyaların her birinde sevgi var emek var şefkat ve süt kokusu var. Anne bu tacın adı. Papatyalarla süslü gülücüklerle birbirine tutunmuş kollayan koruyan en kıymetli hazine; anne. Ben ilk doğduğumda kim bilir benim için neler hayal ettin? Önce pembe elbise mi giydirecektin yoksa kırmızı mı? Kimler beni görmeye geldiğinde önce maşallah demelerini isteyecektin? Acaba verdiğin sütle doyacak mıydım yoksa istemeden de olsa ağlatacak mıydın beni? Mutluydun. Artık üç kişi olmuştuk şu koca dünyada. Benimle birlikte aile kavramı tamamlanmış oldu, neşe getirdim dünyana. Gündüzlerin benimdi de gecelerinden de rüyalarını çaldım. Neydi artık senin için en önemlisi? Anne olmuştun artık. En kıymetli en yüce sıfat. Daha da olgundun artık. Başına kötü bir şey geldiğinde sadece kendini değil yavrunu da düşünecektin bundan sonra. 48 Hayattım ben anne. Hava su kaderin çizgisi gözlerinin feriydim. Zamanı hiç durduramadık. Bir yandan hadi büyü artık be yavrum derken yüreğinin diğer yarısı hep çocuk kalayım istemedi mi? Kelimeleri hep yarım söylesem her anne dediğimde dünyalar senin olsa hep böyle masum kalsa hayat onu incitmese demedin mi? Çocukluğum sadece o rengi atmış fotoğraflarda kaldı artık. Bakıp bakıp aman ne de tatlıymış dediğin her hareketimi o küçük karelere sığdırmaya çalıştığın fotoğraflarda kaldı çocukluğum. Büyüdüm ben anne. Zaman neye inat bu kadar hızlı ilerliyor ki? Alıp veremediği ne bizimle? Hayatı görür gibiyim artık önümde. Gözlerimi dört açmam gerekiyor düşmemek savrulmamak için. Bazen düşsem ne olur diyorum; ben zaten en büyük güzelliği senden görmüşüm hayat senin kollarında başlamış ya başladığım yere geri dönerim diyorum kollarına dizlerine. Aklıma en kötüsü de gelmiyor değil. Ya sen olmasan? O zaman dünya yıkılmış ben olmamışım çok Mayıs 2014 D eğer Bugün senin günün, hayatımın anlamı, yaşam kaynağım, gün ışığım. Bugün tüm kanatsız meleklerin günü. İyi ki sen varsın... mu? Sen yoksan anne; hayat ne olur gülümsemek ne demek bilebilir miyim o zaman? Benim için acı olur hayatın diğer adı. Çırpınırım kalkamam ayağa hissedemem güneşi göremem yıldızları. Annem.. İyi ki varsın. Zaman zaman dünyanın en kötüsü bile ilan etsem seni senden nefret ediyorum diye bağırıp seni yaralasam da bazen iyi ki benim annemsin. Arkadaşım sırdaşım övünç kaynağım akıl hocam. Bazen ne kadar da hoşuna gidiyor değil mi; senin yapma dediğin bir şeyi yaptığım ardından da pişman olup sen haklı çıktığında sana mahcup mahcup baktığımda. Dediklerin hep doğru çıkıyor anne. Evet sen her şeyin en iyisini bilirsin. Hani hep diyorum ya sana çocuğum olduğunda bunların hiç birini yapmayacağım onun istediği her şeyi alacağım istediği yere göndereceğim; diye. Yalan anne. Ben kardeşime bile karışırken endişe ederken kendi evladımı öyle bırakabilir miyim rahatça. Hepsi bir inat sadece. Nereden bileyim şimdi ben? Anne değilim ki. Düşünemem bir elma nasıl paylaştırılır dörde beşe. Anne olunca ben de anlarım herhalde. Bugün senin günün hayatımın anlamı yaşam kaynağım gün ışığım. Bugün tüm kanatsız meleklerin günü. İyi ki sen varsın iyi ki Ali’nin Ayşe’nin de anneleri var. Ellerimi tutardın minicikken ya. İşte şimdi o eller sana seni anlatıyor. Sevgiyi hayatı anlatıyor bu satırları yazarken. Sana teşekkür ediyor. Başkası bir şey yerken ben hiç imrenerek bakmadım en güzel oyuncakların hepsi bende de vardı. Yemeklerimi hiç soğuk yemedim, hastalanınca hep iyileşeceğimi bildim. Yorulduğumu fark ettiğimde hiç korkmadım, sırtımı sana yasladım, nefes aldım, dinlendim. Seni seviyorum. Bana tüm kattıkların, öğrettiklerin, kazandırdıkların için. Yaşattıkların ve yaşatacakların için sonsuz teşekkürler. Anne dedim ya ben sana; en değerli hazine olsun, o da başımın üstüne taç olsun! Onların kıymetini, kaybetmeden önce mutlaka bilmeli ve gönüllerini hoş tutmalıyız. “öff bile” demeden, yanımızdan ayırmadan baş tacı etmeliyiz. Unutmayın “cennet annelerin ayakları altındadır.” Kaynak: Melis Deniz Yolcu 49 D eğer Edebiyat ANNE İlk kundağın Ben oldum, yavrum; İlk oyuncağın Ben oldum! Acı nedir Tatlı nedir... Bilmezdim... Dilin damağın Ben oldum Elinin ermediği Dilinin dönmediği Çağlarda, yavrum Kolun kanadın Ben oldum Dilin dudağın Ben oldum Belki kıskanırlar diye Gördüklerini Sakladım gözlerden Gülücüklerini... Tülün duvağın Ben oldum! Artık isterlerse adımı Söylemesinler bana “Onun annesi” diyorlar... Bu yeter sevgilim bu yeter bana! Bir dediğini iki Etmeyeyim diye öyle çırpındım ki Ve seni öyle sevdim sana O kadar isyandayım ki Usanmadım, yorulmadım, çekinmedim Gün oldu, kırdın... İncinmedim; İlk oyuncağın Ben oldum yavrum Son oyuncağın Ben oldum... Lâyık değildim Lâyık gördüler Annen oldum yavrum, Annen oldum! Arif Nihat Asya 50 Mayıs 2014 Mayıs 2014 D eğer Bilgi BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ? Gemiler denizde niçin batmaz Arılar çiçeklerin yerini diğer arılara nasıl bildirirler? Arılar çoğu zaman yiyecek bulmak için uzaklara giderek geniş alanları taramak zorunda kalırlar. Yeni bir besin kaynağı bulan arı, koloninin diğer üyelerine haber vermek üzere hemen kovana geri döner. Kısa bir süre sonra koloninin diğer üyeleri besin kaynağının etrafında uçmaya başlar. Arılar sağırdırlar ve bu nedenle birbirleriyle sesli bir iletişim kuramazlar. Buna rağmen yiyecek kaynağının yerini koloninin diğer üyelerine hiç şaşırmadan bulacakları şekilde tarif edebilecek donanımla yaratılmışlardır. Arılar tarif etmek istedikleri yeri “dans ederek” diğerlerine anlatırlar. Yiyecek kaynağının bulunabilmesi için kaynağın kovana uzaklığı, doğrultusu, zenginliği gibi gerekli olabilecek her türlü bilgi bu dansta gizlidir. Yiyecek kaynağını keşfeden arı kovana döner ve diğer arıların dikkatini çekecek şekilde sürekli olarak belli hareketleri tekrarlamaya başlar. Arının genel davranışlarından yiyecek kaynağı ile ilgili tüm bilgiler elde edilebilir. Dünya’nın döndüğünü neden fark etmiyoruz? Dünya’nın döndüğünü fark edemeyiz. Bunun iki nedeni var. Birincisi, Dünya’nın kendi çevresinde ve Güneş’in çevresinde sabit bir hızla dönmesi. Yani bu dönme sırasında hızının azalmaması ya da artmaması. İkincisi de yerçekiminin etkisiyle aslında Dünya’yla birlikte bizim de dönüyor olmamız. Belirli bir hızda giden bir otomobilin içinde olduğunuzu düşünün. Otomobilin yol aldığını hızı arttığında ya da azaldığında fark edersiniz tomobilin hızı sabit kaldığında, yol aldığınızın farkına varamazsınız. İşte Dünya’nın dönmesi için de aynı durum geçerli. Bir gemi suya indirildiğinde altında kalan suyu yanlara doğru iter. Yani bir miktar suyun yer değiştirmesine neden olur. Su da gemiyi yukarı doğru iter. Bu itme kuvveti geminin yerini değiştirdiği suyun ağırlığı kadar olur. Bunun yanı sıra geminin yoğunluğu da önemlidir. Çünkü bir cismin suyun üstünde kalması ya da batması yoğunluğuna bağlıdır. Gemiler çok ağır taşıtlardır. Ancak toplam yoğunlukları suyun yoğunluğundan az olacak biçimde tasarlanırlar. Bunun için iç kısımlarında büyük boşluklar bırakılır. Bu boşluklar havayla dolduğundan ve havanın yoğunluğu neredeyse sıfıra yakın olduğundan gemilerin yoğunluğu düşürülmüş olur. Böylece gemi batmadan suyun üstünde kalır. Örneğin bir yük gemisi henüz boş olduğunda suya batan kısmı çok azdır. Dolu olduğundaysa büyük bir hacmi suya batar. Çünkü geminin taşıdığı yük arttıkça yoğunluğu ve dolayısıyla suya batan kısmı artar. Ancak her geminin belirli bir yük taşıma yeterliği vardır. Bu yeterliğin üzerine çıkılırsa gemi batar. Bazı gemilerin alt bölümleri geminin suya batabilecek kısmının sınırını göstermek için üst bölümden farklı bir renge boyanır. Böylece geminin aşırı yüklenip yüklenmediği kolayca anlaşılır. Bunun dışında gemiler su aldıklarında da batar. Çünkü bu durumda hava dolu kısımlar suyla dolar ve yoğunluk birden artar. Gözyaşı neden tuzludur? Ter, idrar ve gözyaşı vücut sıvılarımızdan birkaçıdır. Vücut sıvılarının hepsinde çözünmüş olarak bir miktar tuz bulunur. Gözyaşımızda bulunan tuz, gözümüze bulaşan hastalık etkeni mikroorganizmaların yok edilmesini sağlar. Çünkü mikroorganizmaların çoğu tuzun fazla olduğu ortamlarda yaşayamaz. Ateş nasıl yanar? Ateş, “yanma” denen bir tepkimedir. Bu tepkimenin gerçekleşebilmesi için yanıcı bir madde (yanıcı gazlar, kâğıt, tahta gibi) oksijen ve bir ısı kaynağının olması gerekir. Yanma sırasında ışık, ısı ve çeşitli kimyasal maddeler açığa çıkar. Pil neden doğaya zarar verir Piller, içlerindeki kimyasal maddelerin tepkimeye girmesiyle açığa çıkan kimyasal enerjiyi elektrik enerjisine dönüştürür. Ancak bir süre sonra piller biter. Bazı pillerde cıva, nikel, kadmiyum gibi zehirli kimyasal maddeler bulunur. Lityum piller, düğme piller, nikel-kadmiyum piller bu tür pillerdendir. Bu pillerin rastgele çöpe atılması doğaya zarar verir. Çünkü içlerindeki kimyasal maddeler toprağa, suya, havaya karışarak canlıların hastalanmalarına ve zehirlenmelerine neden olur. Bu nedenle atık pillerin geri dönüşüm merkezlerine iletilmeleri gerekir. 51 Edebiyat D eğer Mayıs 2014 SUSKUNLIK Hani günler var ki gülüm Yüreğim suskun, türküler suskun Can, can çekişmelerde feryat içinde Bir güvercin uçurdum yüreğimden Gelip kondu göğsüne o gece dost. Sen suskun… Yüreğin suskun… Yalnızlık hepten suskun dost… Sonra sazımın tellerinde, Parçalandı hüzünler tel tel. Yüreğim hasretlerde yangın, Her nota suskunluğa feryat. Yoksulluğumda yorgunum, uykusuzum. Gözlerim sabah ezanlarında, Yakarışlar içinde Yaratan’a… Sen suskun… Ben suskun… Cümle alem suskun dost… Düşünceler içinde sorgulamalarım oldu. Neydi yıllardır arayıpta bulamadığım? Neydi aramıza serilen engeller? Biz ki bizi bulacaktık ya, Dağ taş bir olup döküldü yollara. Uçurumlar vardı mesafelerde, Sen dağın öte yüzünde, Ben bu yüzünde sessizliğe suskun… Sonra, ölümler kelepçeler ve mahpusluk… Kaybolmuşluğumuz vardı zamanın içinde Adresler suskun… isimler suskun… Ve bir çığlıktı zamana saldığımız. Dört uzun, kör ve sağır duvarları aşan. Aşıpta yüreklerimizde coşan. Şimdi mutluluklar halay çeksin dost. Bir şairin umut dolu dizelerinde, Kaderler suskun…Acılar suskun… Hacı Galip Yüksek Aydın E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu ANNE Hep çocuk kalmak isterdim gözlerinde Büyümeyi beceremedim galiba anne Öpülesi ellerini özledim bayramlarımın Birkaç kuruşla gülen gözleri anne Dur oğul derdin ya şımarınca Hani dilde kalırdı hep kızmaların anne Kalkmadı elin hiçbir zaman yüzüme Kokunla sarardın ya beni anne Soğuk vurmazdı iliklerime benim Algılarıma şifa olurdun ya anne Korkulu rüyalardan uyanınca Ellerin okşardı ya başımı anne… Okan Sakallar Uşak E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 52 YAZILARINIZI BEKLİYORUZ... Dergimizde gelecek sayıdan itibaren “Sizden gelenler” bölümünde yayınlamak üzere “Ben En Çok Onu Sevdim” diye bir bölüm başlatıyoruz. Burada sevdiğiniz birini anlattığınız yazıları, hatıralarınızı yayınlayacağız. Bu kişi eşiniz, anneniz, babanız, çocuğunuz, arkadaşınız, kardeşiniz, hocanız, öğretmeniniz olabilir. Hayatta olabilir, olmayabilir. Onu neden ve hangi huylarından dolayı sevdiğinizi anlatın. Belki başkalarına da örnek olur. Sizlerinde yazılarınızı bekliyoruz. En çok onu sevdim… Mayıs 2014 D eğer ÖZGÜRLÜK SEVDASI Özgürlüğe bakmak, Gökyüzüne bakmak gibi bir şey aslında, Açık mavi kocaman bir gökyüzüne, Gündüz yıldızları olan, Heyecanını yitirmezsin hiçbir zaman, Geçen yıllar beklediğin olmasada, Özgürlüğe bakmak, Gölde kayık olmak gibidir, Kış günü köy evindeki soba kadar sıcak, Yaz günü, sögüt ağacının gölgesinde uyumak, Birde özgürlüğe kavuşmak varya, İçindeki hasretten taburcu olmak, Seçtiğin filmi izlemek, İstediğin müziği dinlemek, Adımlarını saymadan yürümek, Bulunduğum beton yığınından çıkıpta, dörtnala, Lunapark şenliğini koşmak gibidir, Özgürlük demek, güzel olan herşeydir. BEN EN ÇOK ANNEMİ SEVDİM Annemle ilgili çok eski bir anımı paylaşmak istyorum; 6-7 yaşlarında ve çok yaramaz bir çocuktum. Bir gün sobanın külleriyle oynuyordum ve annemde sürekli bana kızıyor, küllerle oynamamam için beni uyarıyordu. En sonunda haylazlığıma dayanamamış olacak ki; ben yine küllerle oynarken sobanın kapağını sertçe itti, o anda elimi sobanın içinden çekemedim ve bu yüzden parmağım sobanın kapağı sıkıştırdı. Tırnağım kırılmış ve canım çok yanıyordu. Bu yüzden çığlık çığlığa ağlıyordum. Aynı anda annemin de yere diz çöküp ağlamaya başlamasından ve ellerimi, parmaklarımı rastgele öpmesinden öyle etkilendim ki acımı unutup gülmeye başladım. Annem ağlıyor, ben gülüyordum ... Bu sefer sinirleri daha da bozuldu ve "ne gülüyorsun şapşal şey" dedi, ama aynı anda kendide gülmeye başladı. Bende "sensin şapşal" diye cevap verdim. Artık gülmüyor kah- kaha atıyorduk. Sıkıca sardı beni. Sımsıkı ... Sadece bir annenin yapabileceği bir şeydi bu. Aradan 21-22 yıl geçmesine rağmen tırnağımda hala o günden kalan bir iz var. Küçücük bir iz ... İşte sırf o küçücük ş sayesinde bugün annemin kızgınlığını, hüznünü, sevincini ve sıcacık sevgisinhi yaşar gibi hatırlıyor ve hissediyorum. "Keşke hergün bir tutanağımı kırsaymış ve keşke bana daha çok iz, daha çok hatırlayış bıraksaymış." demekten de kendimi alamıyorum. Annemi 6 yıl önce kaybettim. Mübarek Ramazan Ayının ortasında cezaevindeydim. Ve annemin vefatını öğrendiğim aynı günün gecesi sabaha kadar annem için ne yapabilirim diye düşündüm. Sonra aklıma geldi; İnsanların öldükten sonra bile sevap kazanabileceklerini dini bir kitapta okumuştum. Hatta Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e "Annem öldü, yine de Mehmet Boğatekin Kocaeli 1 No’lu Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu EN ÇOK ONU SEVDİM BEN Ali demirelli Silivri 2 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu onun için yapabileceğim iyilik var mı?" diye sormuşlar. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'de "Ona dua et" buyurmuştur. Ben de her gece annem için dua etmeye karar verdim. Ve o günden beri de hep dua ettim. Bu dualar aracılığıyla da hem annemi hatırlar ona iyilik yaparım, hem Rabbimi hatırlar O'nunla iletişim kurarım, hem de kendi iç sesimi dinler, huzura ererim. En çok sevdiğim insan Annem'e; beni büyüttüğü, yetiştirdiği ve o yüce sevgisini bana verdiği için çok minnettarım. Evet, ben en çok annemi seviyorum. Dualarımla onu içimde yaşatıyorum. CANIM ANNEM SENİ ÇOK SEVİYORUM. Kerem Yazıcıoğlu Bafra T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 53 D eğer Nükte Mayıs 2014 Fıkra Bir iyi bir kötü haber Temel ile dursun futbolcuymuş. Bir gün sohbet ederken temel sormuş: - La dursun öbür dünya da futbol varmıdır ? Dursun: - La bende bilmeyrum. ... Kim önce ölürse öte kine mektup yazsın. ve dursun ölmüş. Temele mektup gelmiş: - La temel saa bir eyi bide kötü haberim var eyisi burda futbol vardır. Kötüsü bu haftaki maçın kadrosunda sende varsın. Osmanlı Döneminde Evlilik Teklifi Osmanlı zamanında bir adam bir bayanın karşısına geçer ve der ki ; Temel mezarlıkta işe başlar fakat iki gün sonra işi bırakır. Arkadaşları sorar: “Temel işi neden bıraktın?” Temel: “Orada herkes yatıyor. Bir tek ben çalişiyrum”. “-Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsıldım… Niyetim acizane-i taciz etmek değildir.. Bilakis efkar-i umumiyede ufak bir aile bacası tüttürmektir..Sözlerimsizi temin ve tatmin edecekse şayet zevc-i izdivacınıza talibim!..” Bayanın cevabı; “-O mahrem suratınıza bir sille-i Osmaniye nakşedersem sekte-i kalpten terk-i hayat edersiniz…” Baba ve Oğlu Nebraska’da yaşlı bir adam yaşardı..Patates ekimi için bahçeyi bellemesi gerekiyordu, lakin bu çok zor bir işti..Tek oğlu olan David ona yardım edebilirdi fakat o da hapisteydi. Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve sorunu açıkladı. Sevgili David, Patates bahçemi belleyemeyeceğimden kendimi çok kötü hissediyorum. Bahçeyi kazmak için oldu ça yaşlanmış sayılırım. Burada olsan bütün derdim bit cekti. Biliyorum ki sen bahçeyi benim için hallederdin. Sevgiler Baban Bir kaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı. Babacığım, Allah aşkına bahçeyi kazma. Ben oraya cesetleri gömmüştüm. Sevgiler David Ertesi gün sabaha karşı FBI ve yerel polis çıkageldi ve tüm sahayı kazdı lakin hiçbir cesede rastlamadılar. Yaşlı adamdan özür dileyerek gittiler. Aynı gün yaşlı adam oğlundan bir mektup daha aldı. Babacığım, şimdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini yaptım. 54 Mayıs 2014 D eğer Bulmaca ÇENGEL BULMACA Bulmaca: Mehmet Acar GEÇEN AYKİ BULMACALARIN CEVAPLARI KOLAY SUDOKU ZOR SUDOKU ORTA SUDOKU 55 D eğer Bulmaca Mayıs 2014 KARE BULMACA Soldan Sağa: 1) Kur’ân’sal bir terim olarak yolsuzluk yapanlar anlamında bir kelime 2) Gelenek 3) Son harfi yumuşak sessiz olarak yemin- Kısaca erken gelen oturur-Bir nota 4) Kırmızı-Sahip-Bir kavim adı 5) Beyaz-Kısaca Alman-Meslek 6) ABD’nin orijinal yazılışı-Ekmeğin ana maddesi-Taam 7) Uzaklık İşareti-Olanak 8) Ana Dolu Türkçesiyle evet- Sazın en kalın teli 9) Mecazen ağlatmaktan emir-Bir renk 10) Genişlik-Ana gibi 11) Utanı-Bir ses sanatçısı 12) Yöntem-Masal dağının adı 13) Dakik-Bir olumsuzluk ön eki 14) İcat-İnce deri. Yukarıdan Aşağıya: 1) Eski dilde su, ab-Dik durmarüzgâr-Eski dilde su, ma 2) Bir erkek adı-Tabak-Yüce, âli 3) Şafak zamanı-Milli ajansımız-Eşit-Akıtma 4)Sırtlan-Hilal-Beklenti 5) Altıncı harfimiz-Kükürdün imi-Devlet işi-Bir erkek adı 6)Altıncı harfimiz-Beşinci harfimiz-Kısaca Ankara-Bir Azeri çalgısı 7) Zorla yerleşme-Çok değil-Betondan boru 8) Büyük ağaçlıkÇalgı-Uzak anlatan ön ek 9) Vilayet-Onuncu harfimizAyakla kalça arası organımız 10) Siyahlaşan 11) Evleri yan yana olan-Bir soru takısı-Ufuklar. KOLAY SUDOKU 56 ORTA SUDOKU ZOR SUDOKU Bir memleketin yükselmesi ev ve aile muhabbetine bağlıdır. Charles Dickens Tüm annelerin ‘ANNELER GÜNÜ’ kutlu olsun