Dışarıda Kapının Önünde - Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu
Transkript
Dışarıda Kapının Önünde - Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu
DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde Dışarıda Kapının Önünde – Wolfgang Borchert Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu 2003 Ön Oyun Başkası: (Başkası konuşmaktayken salonun dışından sesler duyulmaya başlar. Kapı şiddetle vurulur. İçeri bir dolu adam doluşur. Karışık sesler gelir. “yürüyün” “haydi çabuk” “işte orada” “yakalayın şunu” başkası kaçmaya davranır ama işgalciler onu durdururlar.) 1. İşgalci: Ne o bir yere mi gidiyorsun. Yazık bizde yeni gelmiştik. Başkası: Ne oluyor? Siz kimsiniz. Burada ne arıyorsunuz. Güvenlik... güvenlik. (Bir es, alaycı gülüşler) 1. İşgalci: Boşuna nefesini tüketme seni duyamaz. 2. İşgalci: Zaten duysa da bir şey yapamaz, silahı bizde. Başkası: Öldürdünüz onu. 3. İşgalci: Eğer gerçekten merak ettiğin buysa hayır. Şu anda baygın yatıyor. Ama aslında kendin için endişeleniyorsan onu bilemeyiz. 4.İşgalci: Şimdi otur şuraya ve artık anlamsız bağırmaları da kes. 5. İşgalci: (bir süredir etrafa bakınmaktadır)Demek içerisi böyle bir yermiş. Başkası: Ne istiyorsunuz benden. 1. İşgalci: Hiç. Sokaklara astığın ilanları gördük. Petrol boru hatları açılış töreni tüm halkımız davetlidir. Yer, saat 6. İşgalci: Hangi boru hatları 1 DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde 2. İşgalci: Şu bizim evlerin üzerine yapılan 6. İşgalci: Yaa 1. İşgalci: Biz de kalkıp gelmeye karar verdik. Madem tüm halkımız davetliymiş 2. İşgalci: En azından içerde iki üç saat geçiririz. 7. İşgalci: İçerisi sıcaktır. 6. İşgalci: Ama girişte biraz problem oldu. Elbiselerimiz uygun mu değilmiş, biz mi uygun değilmişiz bir şeyler işte 2. İşgalci: Sonuçta aramızda oylama yaptık ve oybirliğiyle girişteki güvenliğin uygun olmadığına karar verdik. 4. İşgalci: Şimdi de buradayız işte. 5. İşgalci: İçeride 1. İşgalci: Hem belki de bize bazı yanıtlar verirsin diye düşündük. Ne de olsa seni görmek için taa nerelerden geliyoruz. 2. İşgalci: Tabi verebilirsen eğer. 4. İşgalci: (seyircilere) Korkmanıza gerek yok. Sizlere zarar verme niyetinde değiliz. Hesabımız onunla. Sizden tek istediğimiz paniğe kapılmamanız ve yerlerinizden kımıldamamanız en azından şimdilik. 1. İşgalci: Şimdi sana gelelim. Bizim kim olduğumuzu merak ediyorsun. Bunu bilmemen biraz tuhaf. Hadi tahmin etmeye çalış. 2. İşgalci: Hadi bir düşün. Hiç aşina gelmiyor muyuz sana? Beckmann: (Salonun arkasından) Biz senin petrol boru hatların için savaşmış insanlar olabiliriz mesela. 5. İşgalci: Üstelik bu borular yüzünden evlerini kaybetmiş insanlar. 6. İşgalci: Boru hatları evlerinin üzerinden geçtiği için evleri yıkılan ve sokakta kalan insanlar. 3. İşgalci: Ekonomik kriz yüzünden senin gibi bazıları yatırımlarını arttırıp daha da zenginleşirken, babaları işten atılan insanlardan olabiliriz. O dağ gibi güleç insanın önce giderek sessizleşip içine kapanmasını evden atıldığımızda yüzündeki o çaresizliği, işe yaramazlık duygusunu görmüş olabiliriz. 7. İşgalci: Yiyecek alacak para bulamadığımızdan Pazar toplandıktan sonra kalan ezik meyve ve sebzeler için sokak köpekleri gibi birbirimizle dövüşmek zorunda kalmış insanlar olabiliriz. 4. İşgalci: Kullandıktan sonra buruşturup attığın kağıt mendil gibi yaşamın dışına atılmış insanlar. 1. İşgalci: Eee. Hala sana tanıdık gelmiyor muyuz? 2 DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde Başkası: Bir avuç çapulcu yani... Daha kendi ayaklarının üzerinde duramayan ama bir anlık öfkeyle ayağa kalkıp hesap sorma hakkını kendinde gören bir çapulcu sürüsü. Ellerindekini tutmayı beceremeyen sonra bunun suçunu kendisinde aramak yerine başkasına atmayı tercih eden insanlar. Kendi beceriksizlikleri ve yetersizlikleriyle yüzleşemeyenler. Yaşamın kurallarını anlamaktan aciz, iradesizler insanlar. 3.İşgalci: (Silahı 4. İşgalcinin elinden alır ve Başkası’na doğrultur) Hayır. Biz iradesiz, işe yaramaz bir çapulcu sürüsü değiliz. 6. İşgalci: Çapulcu değiliz biz. Çok şey istemiyoruz. Basit şeyler. Öyle değil mi? Başkası: Basit şeyler ha? Siz kendinizi ne sanıyorsunuz ki. Arada bir böyle ayaklanır, elinize bir silah geçirir ve önünüzde ne varsa süpürecek bir güç olduğunuzu sanırsınız her şeyi ateşe verir ama hemen ertesi gün eski yerlerinize geri dönersiniz. Siz öfkeli baylar ve bayanlara tek tavsiyem biraz tarih okumanız. Hadi şimdi aklınızı başınıza toplayın ve polis gelmeden defolun gidin buradan. Bundan sonra da kendi beceriksizliklerinizin sorumluluğunu başkasına atmamayı öğrenin. Anlamıyor musunuz? Bu hayat sizin ne yaptıysanız siz yaptınız. 7. İşgalci: Sen hayat hakkında ne biliyorsun ki? Açlık, çaresizlik, yalnızlık hakkında ne biliyorsun? 4. İşgalci: Öyle ya, biz kim oluyoruz ki? Tarihin tozlu sayfaları arasında kalmış bir hayalin anıları, çoktan mezarlıktaki yerini almış olması gereken bir hortlak sürüsü. Aslında biz hiç bir şey istememeli elimizdeki neyse onunla yaşamalıyız. Zenginliğinizin ve iktidarınızın simgesi yüksek binalarınız karşınızda dizlerimizin bağı çözüldüğü için bizden yukarda olan size karşı kaderimize razı olmalıyız. 1. İşgalci: Hatta köyden gelen akrabalarımıza hiçbir zaman içine giremediğimiz bu binaları gösterip onlarla övünmeliyiz. 2. İşgalci: Sanki ezilmişliğimizin sorumlusu siz ve sizin bize dayattığınız bu hayat değilmiş gibi. 4. İşgalci: Tamam, madem kendinden bu kadar eminsin seninle bir oyun oynayalım. Madem sorun bizde ispatla. Başkası: İspatlamak mı? Nasıl 4. İşgalci: İçimizden birini seç ve onu yaşama ekle, ona bir kapı aç. Bizim yaşamımızda ve bizim koşullarımızla Görelim bakalım ne kadar akıllı ve beceriklisin. Bir oyun oynayacağız ve sen de bize nasıl hayatta kalacağımızı göstereceksin. 1. İşgalci: Oyun mu? 7. İşgalci: Nasıl yani tiyatro gibi mi? 4. İşgalci: Evet, tiyatro gibi. Başkası: Siz ne anlarsınız sanattan, tiyatrodan. Tiyatro yapmak için ışık ister, dekor, kostüm ister. Ve tabi birde sanatçı ister böyle sokaktan toplanmış insanlarla tiyatro mu olur? 4. İşgalci: Niye olmasın? Ne oynamamızı istersen bize söyle biz oynarız. Dekor, kostüm vs.ye gelince buradakiler yeter bize, bizim yaptığımız tiyatro böyle olur. 3 DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde Başkası: Saçma sapan işlerinizle beni uğraştırmayın. İşim gücüm var benim. Ne istiyorsunuz söyleyin ve artık burayı terk edin. Para mı istiyorsunuz. Ne? 4. İşgalci: İkna edilmek istiyoruz. Hadi birimizi seç....(sessizlik olur) o halde biz seçeriz. (İşgalciler birbirlerine bakar, şaşkındırlar ve sonunda gözler salonun arkasındaki Beckmann’da birleşir.) 4. İşgalci: İşte içimizden herhangi biri, hemen hemen hepimiz gibi yaşamak için hiçbir nedeni, hiçbir bekleyeni ve gidebileceği hiçbir yeri yok. Diyelim ki bir su kenarında bir iskelede durmuş düşünüyor. Yapabileceği tek şeyi yani intihar etmeyi düşünüyor. ( Bu sırada işgalciler Başkası’nın kürsü olarak kullandığım yükseltinin önünde bir yol gibi sıralanırlar. Yükselti artık Beckman’ın intihar edeceği iskeleye dönüşmüştür.) Başkası: Ama 4. İşgalci: Merak etme ölmeyecek. En azından şimdilik… (Beckmann iskeleden atlar, işgalciler onu tutarlar ve kenara bırakırlar.) 4. İşgalci: Ama elini çabuk tutmalısın. Dört hak veriyoruz sana. ( Bu sırada diğer işgalciler aralarında 4 hakkı temsil eden 4 düğme toplarlar ve 4 hak için 4 düğme yükseltinin üzerine konulur. ) Eğer bir düğme bile kazanırsan oyunu kazanmış olacaksın. O zaman bizde seni serbest bırakır ve çekip gideriz ama eğer dört düğmeden hiçbirini kazanamazsan oyunu kaybedeceksin ve seni vuracağız. Tabi söylememe gerek yok, oyunu yarıda bırakıp kaçmayı düşünürsen de vurulacaksın. Yeterince açık mı? 7. İşgalci: Peki, o ne oynayacak? 1. İşgalci: Başkası 7. İşgalci: Başkası mı? Ha, diğeri 3. İşgalci: Öteki 5. İşgalci: Bizden olmayan 4. İşgalci: Artık yeter, başlayalım. Mademki biz iradesiz ve beceriksiz bir sürüyüz buyur sen yaşat. 1. SAHNE: Beckmann – Başkası Beckmann: Kim var orada? Gece yarısı. Suyun kenarında? Başkası: …(es) Beckmann: Hey sana sesleniyorum? Kim var orada. ( Başkası oyuna dahil olmak istemez, 4. İşgalci tarafından silahın gösterilmesiyle harekete geçer.) Başkası: Kimi bekliyorsun ki? Benim. Beckmann: Öyle ya, böyle gece yarısı, bir başıma kimi bekleyebilirim ki? Sen o musun? 4 DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde Başkası: Başkası. Dünkü, daha önceki her zamanki Başkası. Evetçi, cevapçı. Beckmann: Sokakta, evde, geceleyin yataktaki başkası. Peki ya savaşta, cephedeki başkası o da sen misin? Başkası: O da benim. Hatta bu akşam ki ve yarın ki başkasıyım da ben. Beckmann: Yarın mı? Yarın diye bir şey yok. Defol buradan. Yarın sensiz ve hatta bensiz olacak. Başkası: Biliyorum işte bu yüzden buradayım ya. Peki sen, sen ne diye buradasın? Beckmann: Artık dayanacak gücüm kalmadığı için. Yaşamak istemiyorum artık. Uyumak istiyorum. Ölü olmak... hayatım boyunca da ölü kalmak. Uyumak, nihayet huzur içinde uyumak, on bin gece boyunca uyku çekmek. Başkası: Ne o savuşuyor musun? Artık dayanacak gücün kalmadı öyle mi? Demek yeterince yaşadığını düşünüyorsun. Henüz yirmi beş yaşında biri kalkıp ömrünün geri kalanını uyuyarak geçirmek istediği için gecenin sisinde kendini suya atmayı düşlüyor. Neye dayanacak gücün kalmadı ihtiyar dede? Beckmann: Her şeye, dışarıdaki her şeye dayanacak gücüm yok. Onca yıl savaştıktan sonra, daha fazla açlık çekmeye gücüm yok. Eve dönmeme rağmen hala dışarıda kalmaya gücüm yok. Topallayarak geldiğim evimde yatağımın başucunda duracak ve yatak dolu olduğu için tekrar topallaya topallaya evden gitmeye. Canıma tak etti artık anlıyor musun? Başkası: Demek bu yüzden öyle mi?( 7. işgalciye eliyle kalkmasını işaret eder) Karın artık seninle ilgilenmek istemiyor, bacağın aksıyor ve karnın açlıktan gurulduyor diye, böyle sudan sebepler yüzünden demek. Öyle ya, her acıkan kendini suda boğmalı. Bana baksana, sen hayatın ne olduğunu sanıyorsun. Hadi kendine gel. Herkes askerlik yaptı. Bir yerlerde topallıyorlar hepsi de. Ne bekliyorsun ki? Sana ayrıcalık yapılmasını mı? Acemi çaylak! Yatağın dolu ise kendine başka bir yatak ara. Seni tekmeliyorlarsa sen de onları tekmele. Yaşamana bak. Dışarısı seni bekliyor. Beckmann: Yaşamak mı? Yaşam başka yerde. Bu yaşamın içinde bana yer yok. Beni bekleyen kimse yok. Başkası: Herkes için bir yer, herkesi bekleyen biri vardır. Yeter ki sen o yeri doldurmaya istekli ol. Bak işte biri geliyor. Bir kız galiba. (7. işgalci sahneye kızı oynamak için girer.) 2. SAHNE: Beckmann – Kız Kız: Kimse var mı orada? Biraz önce birileri konuşuyordu. Hey, orada kimse var mı? Beckmann: Evet burada, suyun kıyısında biri yatıyor. Kız: Orda ne yapıyorsunuz? Niçin ayağa kalkmıyorsunuz? Beckmann: Görüyorsunuz ki burada uzanmış yatıyorum. Vücudumun yarısı suda, yarısı karada. Kız: Peki ama niçin ayağa kalksanıza! Su kenarında karanlık bir yığın görünce , önce ölü yatıyor sandım. Beckmann: Öyle ya, kapkara bir yığın sizinle aynı fikirdeyim. 5 DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde Kız: Sözleriniz, aman ne komik. Şimdi akşamları burada, su kenarında sık sık ölülere rastlanıyor. Bir fıçı gibi şişmiş, kaygan ve hortlak gibi bembeyaz oluyorlar. Bunun için çok korktum, fakat çok şükür siz yaşıyorsunuz. Ama sırılsıklam da ıslanmış olmalısınız. Beckmann: Doğru, gerçek bir ölü kadar ıslak ve soğuğum. Kız: Hadi nihayet kalkın artık, yaralı mısınız yoksa? Beckmann: Yaralıyım ya. Dizkapağı kemiğimi çaldılar savaşta Şimdi bükülmeyen bir bacakla hayat boyu topallamaya mahkûm oldum. Düşünüyorum da. işler iyiye değil de hep daha kötüye gidiyor. İyiye gidişin sözü bile edilemez. Kız: Hadi gelin. Yardım edeyim size. Yoksa yavaş yavaş balık olacaksınız. Beckmann: Eğer işlerin tekrar tersine gitmeyeceğini söylüyorsanız, o zaman bir kez daha deneyebiliriz. Teşekkürler. Kız: Görüyor musunuz, daha şimdiden durum düzelmeye başladı bile. Fakat sırılsıklam ve soğuktan donmuş bir haldesiniz. Buradan geçmemiş olsaydım, mutlaka balık olup çıkardınız. Nerdeyse diliniz bile tutulmuş. Size bir şey söyleyeyim mi, hemen şuracıkta oturuyorum. Evde kuru çamaşırlar var. Benimle gelir misiniz? Kabul mü? Yoksa benim tarafımdan kuruca kundaklanmak gururunuza mı dokunur? Haydi, söylesenize sudan çıkmış balık; size diyorum, suskun ıslak balık! Beckmann: Beni götürmek mi istiyorsunuz? Kız: Evet ya, eğer isterseniz tabii. Fakat sadece ıslak olduğunuz için ha! Umarım, sizi yanımda götürdüğüme beni pişman etmeyecek kadar alçakgönüllü ve çirkinsinizdir. Sizi evime böyle ıslak ve soğuktan donmuş bir halde olduğunuz için götürüyorum, anlaşıldı mı? Çünkü… Beckmann: çünkü mü? Ne demek oluyor çünkü? Tabii ki, sadece ıslak ve üşümüş olduğum için! Başka neden olacak! Kız: Bilakis başka sebepler de var. Çünkü öylesine ümitsiz, üzgün bir sesiniz var ki, insanın içini ürperten, tamamen çaresiz... Ah, saçmalıyorum, değil mi? Hadi gelin bakalım, yaşlı ıslak suskun balık beyefendi! Beckmann: Koşup gidiyorsunuz. Bu bacakla yetişemiyorum ki! Yavaş. Kız: Ha evet, öyleyse yaşlı, asırlarca yaşlı iki ıslak balık gibi yürüyelim. Başkası: Gittiler. İki ayaklılar böyledir işte! Ne tuhaf insanlar var şu dünyada! Önce kendilerini suya atıyorlar, ölmek için adeta çırpınıyorlar, ama sonra karanlıktan tesadüfen bir eksik etek, memeleri olan uzun dalgalı saçlı başka bir iki ayaklı çıkıp gelince, işler değişiyor; hayat birdenbire tekrar şahane oluyor ve tatlılaşıyor. O zaman artık ölmeyi kimse istemiyor. Ölü olmak işine gelmiyor kimsenin. Hafif dalgalı bir saç, beyaz bir ten, bir parça kadın kokusu uğruna hep! Ölüm yatağından fırlayıp turp gibi sapasağlam karşımıza dikiliyorlar. Artık bu lanet olası sefil dünyaya dayanacak gücü kalmayanlar, sudan çıkan yarı ölüler bile tekrar canlanıyorlar. Tekrar hareketleniyor sudan çıkmış yan ölüler, hepsi şu bir çift göz, bir parça yumuşak, sıcak bir merhamet duygusu, küçücük eller ve zarif bir boyun uğruna! Sudan çıkan yarı ölüler bile... Çok tuhaf insanlar şu iki ayaklı dünyalılar. Evet, oyun bitti, şimdi hepiniz burayı terk edin. 4. İşgalci: Daha kızın evini görmedik. 6 DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde 1. İşgalci: Evet, hadi kızın evini kuralım. (Oyunun başından beri kürsü, iskele vs. şekillerinde kullanılan yükselti bu kez evin masası haline getirilir.) Kız: Şimdi şu tuttuğum balığa bir de ışık altında bakayım. Aaa! (Gülümseyerek) Tanrı aşkına söyler misiniz, bu da neyin nesi? Beckmann: Bu mu? Gözlüğüm. Evet, gülüyorsunuz ama ne yazık ki bu benim gözlüğüm. Kız: Buna gözlük mü diyorsunuz siz? Sanırım, siz kendinizi kasten gülünçleştiriyorsunuz. Beckmann: Evet, gözlüğüm. Haklısınız, belki biraz gülünç bir görünüşü var. Camının etrafındaki bu gri teneke çerçeve. Kulakların arkasından bağlanan gri şeritler ve bir de burun üzerine gelen gri şerit parçası... İnsanın yüzüne kasvetli, resmi bir ifade veriyor. Sanki teneke bir robotun suratı. Sanki gaz maskesi takılı bir surat. Ama zaten bu da bir gaz maskesi gözlüğü. Kız: Gaz maskesi gözlüğü mü? Beckmann: Gaz maskesi gözlüğü ya, ne sandın! Gözlük kullanan askerlere vermişlerdi.. Gaz maskesi altından etraflarını görebilsinler diye. Kız: Fakat bunu hala niçin takıyorsunuz? Doğru dürüst bir gözlüğünüz yok mu? Beckmann: Yok. Eskiden vardı ama bir kurşun parçaladı onu. Güzel olmaya güzel değil bu gözlük, yine de hiç değilse buna sahip olduğum için sevinçliyim. Haddinden fazla çirkin bir şey biliyorum. Bu yüzden insanlar halime güldüklerinde bazen kendime olan güvenimi yitiriyorum. Fakat sonuç olarak hiç umurumda değil. Onsuz yapamayacağıma göre! Gözlüksüz halim haraptır. Gerçekten tamamen çaresiz kalırım. Kız: Ama savaş bitti! Savaş bitti, hadi çıkartın artık şu gözlüğü. Gözlüksüz çok daha değişik görünüyorsunuz. Bana kalırsa, siz hep bu sevimsiz gaz maskesi gözlüğü takmak zorunda kaldığınız için insanda öyle üzgün ve bezgin bir izlenim bırakıyorsunuz. Beckmann: Şimdi her şeyi boz bulanık görüyorum. Verin şunu geriye! Hiçbir şey göremiyorum. Siz bile birden uzaklaşıverdiniz, hayal gibi. Kız: Harika! Böylesi sizin için de daha iyi. Gözlüklü halinizle hortlağa benziyorsunuz. Beckmann: Belki de hortlağım ben. Bugün artık kimsenin görmek istemediği, dünden kalma bir hortlak! Savaştan çıkmış. Barış için geçici olarak onarılmış bir hortlak. Kız: (Candan ve sıcak) Hem de ne somurtkan ve korkunç bir hortlak. Sanırım, siz içinizde de bir gaz maskesi gözlüğü taşıyorsunuz, siz iğreti balık. Bir akşamda etrafı biraz bulanık görmek size iyi gelir. Aaa, ama üzeriniz hala çok ıslak. Hadi çıkartın şunu. Şu ceketi alın, nasıl uydu mu üzerinize? Beckmann: Yuh be! Önce beni sudan çıkarıyorsunuz, sonra da beni tekrar boğuyorsunuz. Bu, atletik yapılı birisi için. Onu hangi devden çaldınız. Kız: Dev dediğin kocamdır, yani kocam idi. 7 DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde Beckmann: Kocanız mı? Peki nerede o kocanız? Kız: (Dokunaklı ve hafif bir sesle) Açlıktan öldü, donarak öldü, ya da yattığı yerden bir daha kalkamadı. Her ne hal ise, savaştan beri kayıp. üç yıl kadar oluyor. Beckmann: (Donuk) Savaş mı? Savaşta evet, öyle ya, savaşta bazıları postu serdi. Fakat bazıları ise geri döndüler. Dönenler, dönemeyenlerin elbiselerini sırtlarına geçirdiler. Sizin kocanız olan adam, yani bu elbisenin sahibi dev, orada postu serenlerden. Ben ise şimdi kalkıp geliyor, onun eşyalarını giyiyorum. Ne güzel değil mi? Güzel değil mi ha? Güzel mi? Kız: Yeter! Beckmann: Ceketi de öyle büyük ki, neredeyse içinde kayboluyorum. (Telaşla) Onu çıkarmalıyım. Tabii ya, tekrar ıslak şeylerimi giymeliyim. Bu ceketin içinde ölürüm yoksa. Beni boğar bu ceket. Sırtımda bu ceketle çok gülünç oldum. Savaşın yarattığı korkunç, sefil bir yaratık! Onu üzerimde istemiyorum artık. Çıkarmalıyım! Çıkarmalıyım! Kız: (Şefkatli, şaşkın) Sakin ol balık, üzerinde kalsın, lütfen! Bu halinle hoşuma gidiyorsun balık. Gülünç saf traşına rağmen. Onu da savaştan beraberinde mi getirdin? Gözlüğün, bacağın bir de bu kısacık küçük kıllar... Ama sakın bu haline güldüğümü düşünme balık. Hayır balık, haline gülmüyorum. Şu üzgün halinle bile görünüşün öyle şahane ki, zavallı korkunç hortlak! Sırtında bol bir ceket, bu kısacık saçların ve bükülmeyen bacağınla... Bunu hiç de gülünç bulmuyorum. Hayır balık, bu üzgün görünüşün bir harika. Çaresiz gözlerle bana bakışına hıçkırarak ağlayabilirim. Sesi çıkmaz oldu. Bir şeyler-şöyle balık, lütfen. Ne olursa olsun, mutlak bir anlamı olması gerekmez, yeter ki bir şeyler söyle. Konuş balık, dünya zaten korkunç derecede sessiz. Bir şeyler söyle ki yalnızlığımız bitsin. Aç ağzını be balık adam! Öyle uzak durma balık. Biraz da yakınıma gelebilirsin. Beni zaten bulanık görüyorsun. Gel hele, hatırım için gözlerini de kapa. Gel ve bir şeyler söyle. Söyle ki bu sessizlik bozulsun. Ortalığa, insanı ürperten bir sessizliğin çöktüğünü hissetmiyor musun? Beckmann: (Şaşkın) Sana bakmak hoşuma gidiyor, evet sana, ama her adımımda içimi korku kaplıyor, sanki her şey tersine dönecekmiş gibi. Korkuyorum işte. Kız: Aman sen de! İleriye geriye. Yukarıda, aşağıda. Yarın belki de bembeyaz ve şişmiş bir halde su içinde olacağız. Ölmüş ve soğuk. Sesimiz soluğumuz kesilmiş ve soğuk bir halde. Ama bugün vücutlarımız henüz hala sıcak. Bu akşam, hey balık bir şeyler söylesene, bu akşam elimden kaçıp gidemezsin balık, sakin ol hele! Senin hiçbir sözüne inanmıyorum. Ama kapıyı, en iyisi ben yine de kapıyı kapatayım. Beckmann: Bırak kalsın. Ben balık değilim. Kapıyı da kapaman gerekmez. Tanrı bilir ya ben balık değilim, Yoo. (Rüyada gibi) Sıkılıyorum. Boğuluyorum. Boğuyor beni. İyi göremediğimden olacak. Ortalık hepten sisli. Ama boğuyor beni bu. Kız: (Korkuyla) Neyin var? Hey, neyin var senin? Beckmann: (Artan bir korkuyla) Yavaş yavaş deliriyorum. Ver gözlüğümü. Çabuk. Gözlerimin önünde her şey sisli olduğu için, böyle oldum. İşte! Arkanda bir adam duruyormuş gibi bir his var içimde. Deminden beri. İri yarı bir adam. Atletik yapılı bir dev, anlıyor musun? Fakat gözlüksüz olduğum için bu hisse kapıldım galiba. Devin yalnız bir bacağı var. Gittikçe yaklaşıyor, dev, tek bacağı ve iki koltuk değneğiyle... Duyuyor musun-tak, tak, tak. Koltuk değneklerinin sesi! Şimdi arkanda durdu. Onun soluğunu ensende hissetmiyor musun?(3. işgalci yavaşça ayağa kalkar ve oyuna girer.) Ver şu gözlüğü, artık onu görmek istemiyorum. İşte tam arkanda duruyor şimdi. 8 DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde (Kız çığlık atarak, kaçar) Beckmann: (Fısıltıyla) Dev adam! Tek Bacaklı: (Monoton) Burada ne işin var senin? Üstünde benim giysilerim. Benim yerimde, karımın yanında? Beckmann: (Felç olmuş gibi) Senin giysilerin, senin yerin, senin karın ha! Tek Bacaklı: (Hala monoton ve umursamaz.) Sana diyorum, ne işin var burada? Beckmann: (Kesik kesik ve hafifçe) Bunu ben de dün gece karımın yanındaki bir adama sordum. Gecelik entarimi giymişti. Yatağımdaydı. "Hey sen, ne yapıyorsun burada?" diye sordum. Omuz silkti ve dedi ki: "Evet, burada ne yapıyorum ben?" Cevabı bu oldu. O zaman tekrar yatak odasının kapısını kapadım, yoo, önce ışığı söndürdüm. Ve sonra dışarıda kalakaldım. Tek Bacaklı: Beckmann! Beckmann: Evet, benim, Beckmann. Beni artık tekrar tanımayacağını sanmıştım. Tek Bacaklı: (Hafifçe ama çok tehditkar) Beckmann... Beckmann... Beckmann... Beckmann: (Azap içinde) Kes artık, ,söyleyip durma ismimi. Bu ismi artık taşımak istemiyorum. Kes artık! Tek Bacaklı: (Bozuk plak gibi) Beckmann, Beckmann. Beckmann: (Bağırarak) Bu ben değilim. Ben artık bu olmak istemiyorum. Artık Beckmann olmak istemiyorum. (Beckmann sahnenin dışına çıkar) ARA OYUN: Başkası – Beckman 1. İşgalci: Kaldı üç düğme. Başkası: Beckmann Beckmann: Sakın bu ismi ağzına alma. Ben artık Beckmann olmak istemiyorum. Bir insan, benim yüzümden tek bacağını kaybetmiş bir insan varken bu dünyada ben yaşamalı mıyım? Astsubay Beckmann diye birinin, kendisine, Çavuş, her ne pahasına olursa olsun mevziinizi koruyacaksınız dediği için tek bacaklı kalan biri. Durmadan Beckmann diyen tek bacaklı biri. Başkası: Beckmann bir düşün, bunun tek sorumlusu sen misin? Ha Beckmann? Evet Beckmann, hadi gel bir adamı ziyaret edelim. Ona geri verirsin. Beckmann: Neyi? Başkası: Sorumluluğu 5. İşgalci: Eee, ne oldu ki şimdi? 9 DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde Başkası: Bir kapı açtık. Beckmann’ı Albayına götüreceğiz. Bir albay, şöyle müşfik ve sevecen biri. Sen, bir de karısı, evet. Akşam yemeğindeler, şöyle sıcak bir aile ortamı.(içlerinde en korkak olanı 5. işgalciyi seçer.) sen albay ol. Sen de karısı(6. işgalciye) 2. İşgalci: Akşam yemeğindeki bir albay ve karısı. Bunlar ne yerler!(hepsi albay ve karısının önüne yığın oluştururlar ve böylelikle Albay’ın yemeği olurlar.) III. SAHNE: Albayın evi ve Beckmann (Albay ve Karısı yükseltinin üzerinde oturmuş, önlerinde oluşturulmuş olan insan yığınını afiyetle yemektedirler.) Beckmann: Afiyet olsun albayım. Albay: (Lokmasını çiğnemekte) Efendim?(Albayın sesi korkak çıkınca oyun bozulur. Albay sahnenin önüne gelir ve tek başına “efendim”i sert tonlamaya çalışır. Başarınca oyuna geri döner.) Albay: (sert) Efendim. Beckmann: Afiyet olsun albayım! Albay: Yemekte rahatsız ediyorsunuz ama! İşiniz o kadar önemli mi? Beckmann: Hayır, yalnızca bu gece kendimi suda boğup boğmayacağımı veya hayatta kalıp kalmayacağımı tespit etmek istiyordum. Eğer yaşamaya devam edeceksem ki bunun nasıl olacağını bilmiyorum. O zaman gündüzleri bazen birkaç lokma yemek isterdim, geceleri de uyumak. O kadar. Albay: Hele, hele, hele! Böyle, bir erkeğe yakışmayan şeyler söylemeyin. Askerlik yaptınız değil mi? Beckmann: Hayır albayım. Albay: Hayır da ne demek? Sırtınızda üniforma var ya! Beckmann:(Monoton) Evet altı yıl. Fakat düşünüyorum da eğer on sene boyunca postacı üniforması giysem, ille de bu yüzden postacı olmam ki. Albayın Karısı: Kocacığım, ona aslında ne istediğini sorsana. Durmadan tabağıma bakıyor. Beckmann: Pencerenizin dışardan sıcak bir görünüşü var. Böyle pencerelerden bakmanın nasıl bir şey olduğunu bir daha tatmak istedim. Ama içerden bakmanın, içerden. Karşınızda aydınlık ve sıcak pencereler var, siz ise onların dışında kalıyorsunuz. Bunun ne demek olduğunu bilir misiniz? Albayın Karısı: (Nefretten çok dehşet içinde) Kocacığım, söyle ona, gözlüğünü çıkarsın. Baktıkça içim ürperiyor. Albay: Bu gaz maskesi gözlüğü denilen şey hayatım. Orduda gözü bozuk askerlerin gaz maskelerinin altına takmaları için verilir. O nesneyi niçin çıkarıp atmıyorsunuz? Savaş bitti. Beckmann: Evet, evet bitti. Bunu herkes söylüyor. Ama benim gözlüğe hala ihtiyacım var. Miyobum. Gözlüksüz her şeyi boz bulanık görüyorum. Ama bu gözlükle her şeyi seçebiliyorum.Taa buradan masanızda neler olduğunu gayet net görüyorum... 10 DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde Albay:(Sözünü keser.) Söyler misiniz, bu acayip saç traşı da ne böyle? Hapiste miydiniz? Bir haltlar karıştırdınız değil mi? Hadi çıkarın ağzınızdan baklayı Bir işe bulaştınız ve enselendiniz değil mi? Beckmann: Evet albayım. Savaştaydım albayım. Firar edenlere katıldım. Fakat gezimiz ters gitti ve yakalandık. Üç yıl yedik. Yüz bin kişi birden. Elebaşımız sivil elbiseler giyer ve havyar yerdi. Üç yıl boyunca havyar. Diğerleri ise kar altında kaldılar, ağızlarında bozkır kumuyla. Ve bizler sıcak suya kaşık salladık. Fakat elebaşımız havyar yemeliydi. Üç yıl boyunca. Bizim kafalarımızı kazıdılar, kiminin boynundan kestiler kiminin de sadece saçlarım. Adamına göre değişiyordu bu. Kellesi gitmiş olanlar en şanslılarımızdı. Hiç değilse onlar biteviye havyar yemek zorunda değillerdi artık. Albay: Sevgili genç dostum, konuyu alabildiğine çarpık bir biçimde ortaya koyuyorsunuz. Hepimiz insanız değil mi ya!. En iyisi yine şu bizim iyi insan gerçeğimize dönelim. Gerçeği her şeyin üstünde tutan en iyi yol alır. Beckmann: Evet albayım, güzel söz gerçeğe ben de katılıyorum. Karnımızı tıka basa doyuruyoruz albayım, tıka basa. Sırtımıza yeni bir gömlek ve deliksiz düğmeleri olan bir elbise giyiyoruz. Sonra da sobayı yakıyoruz albayım, çünkü bir sobamız var bizim albayım. Sonra bir kadeh sıcak rom hazırlamak için çaydanlığı da üstüne koyuyoruz. Sonra çekiyoruz jaluzileri, bir koltuğa gömülüyoruz ooh! Bir koltuğumuz da var çünkü. Karımızın hoş parfümünü kokluyoruz, kan değil albayım, kan değil ve sahip olduğumuz temiz yatağa gireceğimize seviniyoruz, her ikimiz albayım. Yatak odasında bizi bekleyen yumuşak kar gibi beyaz çarşaflı ve sıcak yatağa. Hadi şimdi gerçeği el üstünde tutalım albayım, hani şu bizim iyi, insan gerçeğimizi... Albayın Karısı: Delinin biri bu. Kocacım, bitir artık şu işi. Adam içimi donduruyor. Albay: (Sertleşmeden) Kesin olarak şu izlenimi edindim ki, siz savaşın kafalarındaki kavramları ve akıllarını biraz allak bullak ettiği insanlardan birisiniz. Niçin subay olmadınız? O zaman çok daha başka çevrelere girebilirdiniz. Namuslu bir karınız, doğru dürüst bir eviniz olurdu. Bambaşka bir insan olurdunuz. Niye subay olmadınız ki? Beckmann: Sesim çok hafif çıkıyordu albayım, gür değildi sesim. Albay: Benimde sesim…( Bu repliği işgalci gibi tonlar. Başkasının uyarısıyla tekrar albay gibi sert konuşur.) Görüyor musunuz, sesiniz çok hafif çıkıyor. Doğrusu, biraz yorgun, biraz dirençsiz olanlardan birisiniz, öyle değil mi yani? Beckmann: Evet albayım, Doğrusu böyle. Sesim biraz hafif çıkıyor, biraz zayıf ve yorgunum albayım, yorgun, yorgun, yorgun! Çünkü uyuyamıyorum albayım. Bu yüzden geldim, buraya size bunun için geldim albayım. Çünkü bana yardım edebileceğinizi biliyorum. Nihayet tekrar gözlerime uyku girsin istiyorum, daha fazlasını istediğim yok. Yalnızca uyumak. Derin derin uyumak. Albayın Karısı: Kocacım, yanımızda kal, korkuyorum. Bu adam içimi donduruyor. Albay: (Duruma hakim) Merak etme hayatım, böylelerini ordudan tanırım, biraz sert çıkışmak gerekir, hepsi o kadar. Beckmann: (Rüyada gibi) Albayım? Albay: Ya şimdi ne istiyorsunuz? Beckmann: (Rüyada gibi) Albayım? 11 DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde Albay: Dinliyorum, dinliyorum. Beckmann: (Gözlerinden uyku akar, rüyada gibi) Duyuyor musunuz albayım? Size rüyamı anlatmak istiyorum albayım. Her gece gördüğüm bir rüyayı. Tüyler ürperten bir çığlıkla uyanıyorum her defasında. Çığlık atanın kim olduğunu biliyor musunuz? Ben kendim, albayım, bizzat ben. Gülünç değil mi, albayım? Sonra bir daha uyku girmiyor gözlerime. Her gece albayım, düşünün bir kere, her gece uyanık kalmak. Bu yüzden yorgunum albayım, feci halde yorgun. Albay: Rüyadan uyanıyorum mu demiştiniz? Beckmann: Hayır, kendi çığlığımdan. Rüyadan değil. Çığlıktan. Albay: Rüyadan uyanıyorum demişti değil mi hayatım? Beckmann:( Yemek halinde ki insan yığını, yavaşça ayağa kalkıp Beckmann’ın rüyasında ki ksilofonu yansılarlar.) Şu işe bakım hele, öyle ya! Rüya sebep olur buna. Ne acayip bir rüya olduğunu bilemezsiniz. Anlatmak istiyorum rüyamı. Dinliyorsunuz değil mi albayım? Bir adam var, ksilofon çalıyor. Çılgınca bir ritimle. Çalarken de terliyor adam, zira alışılmamış derecede şişman biri. Dev bir ksilofon çalıyor. O denli büyük olduğu için de, adam her vuruşta ksilofonun önünde bir sağa bir sola koşuşturuyor. Bu sırada terliyor hep. Zira adam gerçekten de çok şişman. Fakat işin garip tarafı, ter değil çıkan, ter diye kan çıkıyor, buram buram, koyu bir kan… Ve bu kan pantolonunun her iki kenarından iki geniş kırmızı şerit halinde aktığı için, adam uzaktan bakıldığında bir generale benziyor. Adeta bir general. Şişko, kanlı bir general! Yaşlı ve birçok meydan savaşına girip çıkmış bir general olmalı, çünkü her iki kolunu da kaybetmiş. Evet, uzun, ince, el bombasının tahta saplarına benzeyen takma kollarıyla çalıyor, tahtamsı ve üzerinde bir halka olan... Çok tuhaf bir müzisyen bu general. Zira o muazzam büyüklükteki ksilofonun tuşları odundan değil, hayır, inanın bana albayım, inanın bana, tuşlar kemikten Albay: (Yavaşça) Evet, inanıyorum. Kemikten. Beckmann:(Hala kendinde değil hayalet gibi) Evet, odundan değil de kemikten. Şahane beyaz kemikler. Kafa kemiği, kürek kemiği, Ksilofonun ince seslerin çıktığı son bölümünde ise el ve ayak parmağı kemikleri ve dişler yer alıyor. İşte yağ tulumu generalin çaldığı ksilofon böyle bir şey! Bu general komik bir müzisyen değil mi yani? Albay: (Tereddüttü) Evet, çok komik, çok, pek çok komik! Beckmann: Öyle. Asıl rüya şimdi başlıyor. General, insan kemikleriyle yapılmış muazzam ksilofonun önünde duruyor ve bir marş çalıyor. Albay: Evet, evet, tabii Beckmann:(Ksilofonu oynayan oyuncular yere yılır ve artık Beckmann’ın anlattığı ölüleri oynamaya başlarşar. Sahnenin sonuna kadar rüyayı taklit ederler.) Ve o zaman geliyorlar işte, o zaman ölüler toplu halde gömülü oldukları mezarlardan kalkıyorlar, kanlı iniltilerinin pis kokusu ayyuka çıkıyor. Geceleri ay, kedi pisliği gibi acı, beyaz bir gömlek üzerindeki böğürtlen lekesi gibi kırmızı bir hal alıyor. Sonra o geceler boyunca nefes alamıyoruz. Öpecek bir ağız, içecek sert bir içkimiz yoksa eğer, soluğumuz kesiliyor, ölüler, limonata lekeli ölüler geldiğinde, kanlı iniltilerinin pis kokusu aya, beyaz aya kadar yükseliyor albayım. Albayın Karısı: Duyuyor musunuz? Delinin biri bu! Dediğine göre, ay beyazmış, beyaz ay!(Albay karısı oynamaktan utanır. Oyunu bozarak sahnenin arkasına geçer.) 12 DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde Albay: (Sakin) Saçma! Ay, gayet tabii her zaman olduğu gibi sarı renktedir. Bal sürülmüş ekmek gibi. Yumurtalı pasta gibi. Sarıdır hep, ay! Beckmann: Değil albayım, değil! Ölülerin geldiği bu gecelerde ay beyaz ve hasta olur. Tıpkı derede boğulmuş hamile bir kızın karnı gibi, öylesine beyaz, öylesine hasta ve öylesine yuvarlak. Hayır albayım, ölülerin ortaya çıktığı bu gecelerde ay beyazlaşır. Ölülerin kanlı iniltilerinin kedi sidiğine benzeyen keskin pis kokusu, beyaz hasta yuvarlak aya kadar ulaşır. Kan, kan. Çürümüş sargılar ve kanlı üniformalar içinde topluca gömüldükleri mezarlardan kalkıyorlar. Okyanuslardan çıkıyorlar, bozkırlardan, caddelerden, ormanlardan sökün ediyorlar, harabelerden, bataklıklardan çıkıp geliyorlar, soğuktan mosmor kesilmiş, yemyeşil, çürümüş bir halde... Bozkırlarda ayağa kalkıyorlar, tek gözlü, dişsiz, tek kollu, bacaksız, bağırsakları delik deşik, kafatası kemikleri eksik kalbura dönmüş, pis kokular saçarak, kör gözlerle... Korkunç bir sel halinde akıp geliyorlar. Sayıları da, ızdırapları da görmemezlikten gelinecek gibi değil! Gözler önüne serilmiş bu korkunç ölüler denizi mezarlarının kenarlarından taşıyor ve güçsüz, kanlı bir macun gibi dünyaya yayılıyor. Ve o zaman kandan şeritleri olan general bana diyor ki: "Astsubay Beckmann, sorumluluk size ait! Sağdan sola saydırın" İşte o zaman sırıtan milyonlarca iskeletin, yarım insanın, kemik yığınlarının önünde üzerimde sorumlulukla kalakalıyorum. Saydırıyorum. Ama saymıyorlar kardeşlerimiz. Çenelerini korkunç bir şekilde sallıyorlar ama saymıyorlar. General, elli kez yere çök-kalk emri veriyor. İyice yıpranmış kemikler gıcırdıyor, ciğerlerden cıvıltıya benzer sesler çıkıyor ama saymıyorlar bir türlü! Bu bir isyan değil midir albayım? Apaçık bir isyan! (Diğer oyuncular mezarlarından kalkmış, isyan eden ölüleri oynamaktadır.) Albay: (Fısıldar) Evet, düpedüz isyan! Beckmann: Her ne pahasına olursa olsun saymıyorlar, fakat bir araya toplanıyorlar, bu çürümüş vücutlar ve başlıyorlar koro halinde yeri göğü inleterek, tehdit dolu, boğuk bir sesle bağırmaya. Ne diye bağırıyorlar, biliyor musun albayım? Albay: (Fısıldar) Hayır. Beckmann: Beckmann diye kükrüyorlar. Astsubay Beckmann! Durmadan astsubay Beckmann diye bağırıyorlar. Bu yabancı, soğuk ve muazzam kükreyiş çığ gibi büyüyor, arttıkça artıyor, yaklaştıkça yaklaşıyor ve en nihayet öylesine büyüyor, öylesine insanı boğan bir boyuta ulaşıyor ki artık nefes alacak halim kalmıyor. O zaman bağırıyorum işte. Gece yarısı avazım çıktığı kadar bağırıyorum. (Beckmann’ın çığlığıyla birlikte, bağıran ölüler sahnenin her yanına düşerek, dağılırlar.) Mecbur oluyorum bağırmaya, öyle dehşet veren, tüyler ürperten çığlıklar atmaya... O zaman da kendi sesime uyanıyorum. Her gece! Her gece kemiklerden yapılmış ksilofon konseri, her gece koro halinde bağıranlar ve her gece o korkunç çığlıklar! Artık bir daha uyku girmiyor gözüme, sorumluluk benim üzerimde kalıyor çünkü. Sorumluluk bana verilmişti ya! Evet bendeydi sorumluluk. İşte bu yüzden size geldim albayım, zira nihayet tekrar uyuyabilmek istiyorum. Bu yüzden, sırf tekrar uyuyabilmek için size geldim. Albay: Peki benden ne istiyorsun? Beckmann: Onu size geri getirdim. Albay: Neyi? Beckmann: (Safça) Sorumluluğu. Size sorumluluğu geri getirdim albayım. Yoksa tamamen unuttunuz mu? 14 Şubatı? ( Diğer oyuncular bu kez kalkıp siperdeki 11 askeri oynamaya başlarlar.) Şehrin yakınlarında, eksi 42 derece soğuk vardı. Bizim mevzilerimize gelmiştiniz albayım ve demiştiniz ki: "Astsubay Beckmann!", "Burada" diye bağırmıştım. Sonra devam ettiniz, nefesiniz soğuktan kürklü yakanızda kırağı haline dönüşüyordu-çok iyi hatırlıyorum, zira yakanız çok güzel bir kürkle kaplanmıştı 13 DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde dediniz ki: "Astsubay Beckmann, size yirmi kişinin sorumluluğunu yüklüyorum. “Şehrin doğusundaki ormanda keşif yapacak ve mümkün olursa birkaç esir alacaksınız, anlaşıldı mı?” “Baş üstüne albayım”, dedim. Sonra da harekete geçtik, keşif yaptık. Ben, bendim sorumluluğu taşıyan. Bütün gece boyunca keşif yaptık, sonra silahlar ölüm kustu. ( Oyuncuların tümü vurularak, ölümü oynar.) Tekrar mevzilerimize döndüğümüzde tam onbir kişi eksilmiştik. Bendeydi sorumluluk. İşte böyle albayım. Fakat şimdi savaş sona erdi, şimdi uyumak istiyorum, artık size geri veriyorum sorumluluğu albayım. Onu üzerimde taşımak istemiyorum artık, size geri veriyorum albayım. Albay: Fakat sevgili Beckmann, gereksiz yere heyecanlanıyorsunuz, ben böyle bir şey kastetmemiştim ki. Beckmann: (Heyecansız ama son derece ciddi) Bilakis, bilakis albayım, böyle kastetmiş olmalısınız. Sorumluluk denen şey yalnızca bir kelime, beyaz insan etini kara toprağa dönüştüren bir kimya formülü değildir ki! İnsanlar öyle anlamsız bir kelime uğruna ölüme sürüklenemezler. Sorumluluklarımız bir işe yaramalı. Ölüler cevap vermezler. Tanrı da cevap vermiyor ama sağ kalanlar hesap soruyorlar. Her gece soruyorlar albayım. Uyanık bir halde yatağımda yatarken geliyorlar ve soruyorlar. Kadınlar albayım, üzgün, matem tutan kadınlar... Saçları ak pak olmuş, nasırlı kocaman elleri olan yaşlı kadınlar, özlem dolu bakışlı yalnız kalmış genç hanımlar, çocuklar albayım, bir sürü küçük çocuk... Hepsi karanlığın içinden fısıldıyorlar. (Ölüler yavaşça kalkar ve hepsi Beckmann’a yönelerek, sorar)"Astsubay Beckmann, babam nerede? Kocamı ne yaptınız? Astsubay Beckmann, oğlum, erkek kardeşim neredeler? Nişanlım nerede, Astsubay Beckmann? Nerede Astsubay Beckmann? Nerede? Nerede?" Tan ağarıncaya kadar böyle fısıldaşıyorlar. (Oyuncuların soruları seyirciye yönelir ve seyircilerin arasına karışıp sorarlar. Bir süre sonra seyircilerin arasında bir yerlere otururlar.) Yalnızca on bir kişi albayım, bana gelen yalnızca on bir kişi. Ya sizinkiler kaç kişi albayım? Bin mi? İki bin mi? İyi uyuyor musunuz albayım? Sizin iki bininize benim on birin sorumluluğunu da ilave etmemin herhalde sizce bir sakıncası yoktur. Uyuyabiliyor musunuz albayım? İki bin gece hortlağına rağmen? Yaşayabiliyor musunuz albayım, haykırmadan bir dakika olsun yaşayabiliyor musunuz? Albayım, albayım geceleri iyi uyuyabiliyor musunuz? Evet mi? O zaman sizin hiçbir şey umurunuzda değil yani! Eğer sorumluluğu geri almak lütfunda bulunursanız, ben de nihayet uyuyabilirim. Şöyle tam bir gönül rahatlığıyla uyuyabilirim artık. İç huzuruyla. İşte böyle. İç huzuru albayım! Sonra da uyku çekmek. Aman Tanrım! Albay: (Nefesi kesilir fakat gülerek tutukluğunu üzerinden atar; kindar olmaktan çok laubali, babacan ve kendinden emin olmayan bir sesle) Delikanlı, delikanlı! Bilmiyorum, tam olarak bilmiyorum, yoksa siz gizli bir pasifist misiniz? Hani biraz tahripkâr, öyle mi? Fakat... (Albayı oynayan işgalci ne diyeceğini bilememektedir. Saçmalamaya başlayınca başkası onu sahnenin arkasına iter. Kendisi albay şapkası takar ve albayı artık o oynar) Başkası: Azizim, azizim! Neredeyse sizin küçük bir soytarı olduğunuza inanacaktım, nasıl? Haksız mıyım yani? Değil mi ya! Bakın, siz şakacı maskaranın birisiniz! Efendim? (Güler.) Nefis, harika! Gerçekten amacınıza tereyağından kıl çeker gibi kolayca ulaştınız. Hele şu dipsiz kuyu gibi engin mizahınız! Biliyor musunuz (Kendi gülüşü sözünü keser.) biliyor musunuz, bu şeyle, yani bu numarayla sahneye bile çıkabilirsiniz. Böylece sahneye! Bu saçma sapan gözlük, bu gülünç berbat saç traşı! Müzik eşliğinde oynamalısınız. (Güler.) Aman Tanrım, ne harika bir rüya! Ksilofon eşliğinde diz kırarak halkı selamlamak, diz çökerek... Olmaz azizim, siz bu halinizle sahneye çıkmalısınız. İnsanları kahkahaya boğarsınız, aman Tanrım! İlk anda sizin böyle komik bir numara yapmak isteyeceğinizi hiç anlayamamıştım. Gerçekten aklınızın başınızda olmadığını düşünmüştüm. Sizin nasıl bir komedyen 14 DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde olduğunuzu sezmedim. Hayır dostum, gerçekten akşamımıza renk kattınız. Karşılığında bir şeyler vermeye değer doğrusu! Biliyor musunuz, bakın doğru aşağıya şoförüme gidin, sıcak su alın, yıkanın, sakal traşı olun ve insan kılığına girin. Şoför benim eski elbiselerimden de size bir tane versin. Evet ciddiyim, şu üstünüzdeki yırtık çulları da atın bir kenara, benim eski bir elbisemi giyin sırtınıza. Elbette, çekinmeden kabul edebilirsiniz. Sonra tekrar bir insana benzeyeceksiniz sevgili delikanlı. Ancak o zaman insan kılığına gireceksiniz... Beckmann: Bir insan olmak mı? Önce bir insan kılığına girmem gerekiyor öyle mi? (Bağırır.) İnsan olmalıyım ha! Evet, sizler nesiniz yani? İnsan mı? İnsan ha! Öyle mi? Ne? Evet ha! İnsan mısınız siz be? (Albayı oynayan işgalci ve karısı sahne arkasına sinmiştir. Adamın elinde şarap şişesi vardır. Beckmann Albayı oynayan işgalcinin elinden şarap şişesini alır ve sahne arkasına doğru kaçar) ARA OYUN: İşgalciler – Başkası ( İşgalciler seyircilerin arasından yeniden sahneye doğru yönelirler.) 4. İşgalci: Bu kapıda kapandı. 7. İşgalci: Beckmann yine dışarıda kaldı. 5. İşgalci: Kapının önünde 4. İşgalci: Geriye iki hakkın kaldı. 1. İşgalci: Eee, şimdi ne yapacaksın? Beckmann: ( Seyircilerin arasından sesi duyulur) İçki içimi ısıttı. Albayımın hakkı var. Şov dünyasına gidiyorum. Şov! Bekle beni şov dünyası geliyorum. Başkası: Adam zokayı yuttu. Şov dünyası. Evet, Beckmann’ı televizyona çıkartacağız. Pazarlanabilecek bir hikayesi var. 5. İşgalci: Televizyon ha, ünlüler ve mankenler falan vay be 7. İşgalci: Bizim gibiler olsa olsa haberlere konu olurlar. Kiminle görüşecek orada Başkası: Bir program yapımcısıyla. 4. İşgalci: Demek Beckmann’ı görücüye çıkartıyoruz. İyi, bir program yapımcısı, ünlü bir televizyon kanalı için çalışan biri, geceleyin, tek başına düşünüyor. Çalıştığı binanın çatı katında. Bütün şehir ayaklarının altında. (sahnenin ortasında duran kürsünün üstüne çıkar.) Beckmann:(Sarhoş) Şerefe! İçim ısındı. Yoo neme lazım adamlar haklı. Ölülerin sayısı boyumuzu aştı. Yarın bir bilim adamı çıkar. Dünyanın bir kısmını olduğu gibi havaya uçurabilir. Öbür bilim adamı, öbür bilim adamından daha akıllıdır. O der ki; bir şey buldum 10 gram zehirle yedi saniyede dünyanın tamamı bomm… Onların ellerinde silahları var. Hemen şimdi patlatıverirler yahut hiç patlatmazlar. Yani anlayacağımız kaderimiz onların elinde. Ne yapalım? İçelim güzelleşelim. Şov dünyası bekle, geliyorum! IV. Sahne, Yayın Yönetmeni, Beckmann ve TV programı 15 DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde (Y. Yönetmeni elinde bir kadeh, aşağıya doğru bakmaktadır hafif sarhoş kendi kendine mırıldanır.) Y. Yönetmeni: Girdap gibi, tıpkı bir girdap gibi ne verirsen ver önce şöyle bir çeviriyor ve sonra hüp... İçinde kaybediyor. Hep orada, sessiz ama tehditkâr yeni bir şey bekliyor. Yeni bir şov, yeni bir yüz giderek daha çabuk eskiyen yüzler... Hiçbir zaman doymayacak... (bağırır) Beni de istiyorsun biliyorum. Bekliyorsun, yeni bir şey sunamadığım zaman beni de yutmak için bekliyorsun. Daha çok beklersin. (yükseltinin üzerinde sendeler ve düşecek gibi olur. Beckmann yardımına gelmese düşecektir de) Y. Yönetmeni: Sen de kimsin? Beckmann: Beckmann adım Y. Yönetmeni: Bir adın yok mu senin? Beckmann: Hayır, sadece Beckmann (ikisi beraber yükseltinin üzerindedirler şimdi. Y. Yönetmeni aşağıya doğru şöyle bir bakar ve kendi kendine güler) Y. Yönetmeni: Ben de çağımızın sorunları üzerine düşünüyordum. Biliyor musun? Eee... adın ne demiştin? Beckmann: Beckmann Y. Yönetmeni: Evet... Beckham bizim neye ihtiyacımız var biliyor musun? Yeni bir gençliğe, sınır tanımayan dünyanın üzerine cesaretle giden bir gençliğe. Beckmann: Beckmann Y. Yönetmeni: Hı, tabii doğru. Ne diyordum? Yeni Faust’lara ihtiyacımız var, ruhunu şeytana satmaktan kaçınmayacak yaratıcı beyinlere. Yeni fikirler ve yeni yüzleri bulup çıkartacak yeni bir gençlik. Çağımızın ruhunu yansıtacak yeni yüzler. Her şeyi yepyeni kılacak, cesur, yıkıcı karakterler! Beckmann: Elbette, cesaret ve çağımızın ruhu. Y. Yönetmeni: Yüz diyorum da. Söylesene, ne diye bu acayip gözlükle dolaşıyorsun. Nereden buldun o şeyi? Yüzüne bakan insanı hıçkırık tutar. Doğrusu harika bir şey şu burnunun üstündeki nesne. Beckmann: Evet, gaz maskesi gözlüğüm. Gözlük kullananlara ordudayken verdiler. Gaz maskesinin altında bile düşmanı seçelim ve haklayalım diye! Y. Yönetmeni: Niye ki? Savaşta mıyız? Beckmann: Afganistan’dan iki gün önce geldim. İki gün önce mi? Evet, iki gün önce. Y. Yönetmeni: Ha şu mesele. Afganistan... doğru ya. Feci bir yer değil mi? Evet, tabii ya savaş. Fakat şu gözlük,.. ne yani başka gözlüğün yok mu şimdi? Beckmann: Hiç değilse buna sahip olduğum için mutluyum. Bu benim can simidim. Beni kurtaracak başka bir gözlüğüm de yok. 16 DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde Y. Yönetmeni: İyi de, neden daha önce başının çaresine bakmadın. Beckmann: Ne zaman? Afganistan’dayken mi? Y. Yönetmeni: Ha şu Afganistan meselesi. (adını hatırlamaya çalışır, sonra vazgeçer) eee... neyse. Bak, benim bir sürü gözlüğüm var. Ya... birinci kalite üç gözlüğün sahibiyim. Çerçevesi ince titanyum alaşımından yapılmış, sarı bir tane çalışmak için, dışarı çıkarken taktığım, fazla dikkat çekmeden, gözleyebileceğim bir tane ve akşamları yayında kullandığım bir tane daha? Anlıyor musun? Pekala B...eee Becktam ya da her neyse senin için ne yapabilirim. Beckmann: Albayımın tavsiyesiyle geldim buraya. Bana bir şova katılabileceğimi ve insanların bana gülmekten çatlayacağını söyledi. Y. Yönetmeni: Şov mu? Şu saçlar ve bu gözlükle mi? Albayın çok şakacı biri olmalı. Beckmann: Evet, bu saçlar ve bu gözlükle. Beni bu gözlükle gördüklerinde seyirciler gülmekten kırılacak. Sonra bu saçlar ve bu yüz, bir düşünün hele. Hepsi bir arada müthiş eğlenceli değil mi? Y. Yönetmeni: Eğlenceli mi? Eğlenceli ha? Milletin gülüşü kursağında kalır be, seni bu kılıkta görünce. Eğer seyirciler televizyonda senin gibi bir... bir hortlak görürse buz gibi olurlar. Buz gibi soğuk bir ürperti enselerinden yukarı çıkar ve rahat koltuklarında...(Bir an durur,henüz keşfettiği bir şeymiş gibi Beckmann’a bakar)... çakılı kalırlar! Yeraltından gelen bir hortlak!.. tabii ya kanları donacak ve gözlerini ekrandan alamayacaklar. İşte bu. Beckmann’dı değil mi? Albayının hakkı var Beckmann gerçekten. (bir anda canlanır ve gözlüklerinden birini takar, mikrofona konuşmaya başlar) Y. Yönetmeni: Ana Habere ne kadar var. Güzel. Bir konuğumuz var hazırlayın onu. Hayır makyaj falan istemez. Böyle çok iyi. (Tekrar şehre doğru) Daha çok beklersin duyuyorsun değil mi? (Işık) Y. Yönetmeni: Tamam. Şimdi sırada ne var? Aha, bizim adam. Aşağıdakiler hazır mısınız? Sıra sizde. Hiçbir aksaklık istemiyorum anlaşıldı mı, her şey mükemmel olmalı. Son beş saniye. Vee... yayındasınız. (ışık açılır) Sunucu: İyi akşamlar sayın seyirciler. Her gece olduğu gibi bu gece de yüksek tabakadan yaşamların sahte pırıltılarıyla değil, sokağın kendi gerçekliğiyle ve bu gerçeğin içinden bir konukla karşınızdayız. Y. Yönetmeni: 3 numaradasın. 3 numara yaklaş biraz. Yarım boyda sabitlen güzel. Fona müzik ver. Haydi çabuk! Toparlanın biraz. Sadece ağzında diş kalmamış yaşlı kadınlar izler sizi. Seyirci çiğneyeceği şeyler ister, ısırıp parçalayacağı ve dişlerinin arasında öğütüp posasını tüküreceği şeyler. Hadi kızlar istediklerini verelim onlara. ( 2.işgalci sunucuyu oynar. 1.3.ve 5. işgalciler ise kameramanları oynar. ) Sunucu: Onları uluslararası barışı korumak üzere törenlerle ve biraz da buruk bir gururla yollamıştık. Buruktuk çünkü onlar oğlumuz, kardeşimiz, nişanlımız ve kocamızdı. Gururluyduk çünkü, onların bizi uluslararası toplumun önünde en iyi şekilde temsil edeceğinden emindik. Onlar tüm müttefiklerimize ülkemizin ne kadar vazgeçilmez olduğunu gösterecekti. Y. Yönetmeni: 2 numaradasın. 1 numara, sen adamı almaya başla, birazdan sana döneceğiz. Güzel, işte böyle. Evet, kızlar, şov başlıyor. Sunucu: Evet, ülkemizden Afganistan’a giden uluslararası barış gücünden söz ediyoruz. Afganistan’ın zor doğa koşullarında tehlikeyle burun buruna geçen üç yıldan sonra bu kahramanlar evlerine döndüler. 17 DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde Peki, şimdi ne yapıyorlar, yaşamlarını nasıl sürdürüyorlar, orada bıraktıkları neler var. İşte yanımızda tüm bu soruların ve daha fazlasının cevabını alabileceğimiz biri var. Barış gücüne katılmış ve geri dönmüş bir asker, bir halk çocuğu. Evet, kendinizi seyircilerimize kısaca tanıtabilir misiniz? Y. Yönetmeni: 1 numara, yarım boyda adamdasın, o pozisyonda kal. Beckmann: Adım Beckmann Afganistan’dan yeni döndüm. Y. Yönetmeni: 3 top sende. İkisini birden geniş plan alıyorsun. Sunucu: Sence sakıncası yoksa biraz Afganistan’dan söz edelim Beckmann Asya’nın çorak bozkırlarında ve keskin kayalıklarla dolu yüksek dağlık bölgelerde oldukça tehlikeli günler geçirdiniz. Nerede ve ne zaman patlayacağı belli olmayan bombalar ve hangi köşe başından çıkacağı belli olmayan silahlı teröristler, düşüncesi bile kan basıncını arttırmaya yetiyor. Herhalde senin için müthiş bir sınav olmuştur. Beckmann: Sınav mı? Öyle ya sınav tabi, ama bazılarımız bu sınavı geçemedi. Sunucu: Ya o tünellere ne demeli? Dağların arasına kazılmış labirent gibi karmaşık, gizemli ve bir o kadar da tehlikeli tüneller. O tünellerin içersinde yol alırken neler hissediyordun? Tabii o tünellerin oluşturduğu eşsiz güzelliklerden de bahsetmeliyiz. Çok egzotik olmalı!.. Sanıyorum seyircilerimizin pek azının sahip olabileceği bir şans bu. Y. Yönetmeni: Sadece adam. Yakın plana gir. Yüzüne ve gözlüklerine odaklan. Beckmann: Şans... Gerçekten orada olduğumuz için çok şanslıydık. Y. Yönetmeni: Güzel, çok güzel. Tekrar 2 deyiz. Sunucu: Pekâlâ, B. ben birde şunu sormak istiyorum. Seyircilerimiz için anlatır mısınız? Adam öldürmek nasıl bir duygu? Yani, insan o an neler hissediyor? Avlanmaya benziyor mu? Daha önce hiç avlanmış mıydınız? Beckmann: Av mı??? Y. Yönetmeni: Sen ne yaptığını sanıyorsun? 2 numara yanlış açıdasın. Sen seyircinin gözüsün aptal herif o açıdan girilir mi? Haydi biraz tempo reklâma gireceğiz. Sunucu: Son olarak biraz da oradaki insanlardan söz edelim. Daha sonra ufak bir reklâm arası vereceğiz. Hepimizin bildiği gibi orada bütün kadınlar Burka denilen o kıyafetler içersinde dolaşıyorlar. Tıpkı kafese konan hayvanlar gibi!.. Peki, o kadınların Burkanın içine hiçbir şey giymediği doğru mu? Beckmann: ... Sunucu: Yalnız yönetmenim işaret veriyor, önce reklâmlara girmemiz gerekiyor, daha sonra Afganistan’dan yeni dönen konuğumuzla yaptığımız bu söyleşiye geri döneceğiz. Bizden ayrılmayın. Y. Yönetmeni: Tamam reklâmdayız. İşte bu. Baylar bayanlar, harika gidiyoruz. Reytingimiz tavana vuracak. Güzelim adamla biraz daha bütünleşmelisin. Reklâmlardan sonra evine geri dönen B. nın trajedisine geçeceğiz. Kahramanımız geri döner ama karısının yanında başkasını bulur, artık o bütün kapıların dışında kalmıştır. Tamam, haydi elinizi çabuk tutun. Işığı ayarlayın. Trajik bir şeyler görmek 18 DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde istiyorum. (Y. Yönetmeni bunları söylerken sunucu Beckmann’ı bırakmış ve makyajıyla falan ilgilenmeye başlamıştır. Arada bir mikrofona nasıl göründüğünü sorar. Bir arada Beckmann‘dan biraz daha kendisini vermesini ister ama Beckmann yavaş yavaş oradan uzaklaşmaya başlamıştır.) Sunucu: Boss, bu adam gidiyor. Y. Yönetmeni: Ne o evlat gidiyor musun? İncindin mi yoksa? Şov dünyasına girmek isteyen sen değil miydin? İşte şov dünyasının kuralları bunlar. Gerçekte ne olup bittiği önemli değil, anlıyor musun, önemli olan seyircinin karşısında ne görmek istediği. Kim bugün birazcık olsun gerçeği bilmek istiyor ki? Kim? Gerçekler değersizdir Beckmann İşte bu unutmamamız gereken tek gerçek. Beckmann: Peki ya savaş? Savaş gerçekti. Y. Yönetmeni: Savaş bir atari oyunuydu. Hepsi bu. Gerçekler insanı sevimsizleştirir. Biz seyirciye gerçeği değil ısırıp öğütebileceği, hazmedebileceği şeyleri veririz. Başkası: Bu kadar hassas olmamalısın Beckmann Beckmann: İçki hepten bitti. Dünya ise kara ve kirli. Nehre giden yol dümdüz uzanıyor önümde. Başkası: Orada dur Beckmann yaşam burada, yukarda. Beckmann: Yaşam kan kokuyor. Orada gerçeği katletmişler. Benim yolum nehre doğru. Başkası: Ümitsizliğe düşmemelisin Beckmann gerçek yaşıyor. Beckmann: Gerçek denen şey bütün şehrin tanıdığı bir fahişeye benziyor. Herkes tanıyor onu, ama onunla sokakta karşılaşmak panik yaratıyor. İşte bu yüzden ben yine dışarıda kaldım. Bir kez daha. Eve gitmek istiyorum ama bütün yollar karanlık. Sadece nehre giden yol aydınlık. Başkası: Hadi Beckmann pes etmemelisin, senin yolun burası. Eve gitmek istemiyor musun? Eve buradan gidilir. Beckmann: Ama hangi eve? Görmüyor musun bütün kapıların dışındayım. Başkası: Seni içeri alacak bir kapı mutlaka vardır Beckmann Bir ev, seni koruyup, kollayacak bir ev. Bir anne gibi, tabi ya herkesin bir annesi, bir ailesi vardır. Eve gidebilirsin Beckmann Annen ve baban, evde seni bekliyorlar. Beckmann: Annem ve babam. Başkası: Ne garip, insan ilk önce gidilmesi gereken yeri en son düşünüyor. Beckmann: Eve, eve gitmek istiyorum, içinde annemin olduğu eve. 1.İşgalci: Bu son düğme, oyun bitiyor. Başkası: Herkes için bir yer, herkesi bekleyen biri vardır. Beckmann’ın ailesi 4. İşgalci: Pekâlâ, ama seni burada bir sürpriz bekliyor. 19 DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde BEŞİNCİ SAHNE (İşgalcileri oynayan 6 oyuncu, ikişerli olarak, kollarını birleştirip üç tane kapı oluştururlar. Bayan Kramer, kapıların bir tanesinde sağır, bir tanesinde kör ve üçüncüsünde de dilsizdir.1. işgalci Bayan Kramer’i oynayacaktır. Sahne başladığında Bayan Kramer, kapıların tozunu almaktadır.) Beckmann: Evimiz hala duruyor. Bir kapısı bile var. Bu kapı benim için. İşte annem orada, bana kapıyı açıp içeriye alıyor. Evimiz hala ayakta kalmış olması şaşılacak şey! Merdivenler hala gıcırdıyor. İşte kapımız. Babamın her sabah saat sekizde işine gittiği ve her akşam tekrar evine girdiği kapı. Yalnız pazarlar dışında. İşte babam elindeki anahtar destesini sallıyor ve kendi kendine homurdanıyor. Her gün. Bütün bir hayat boyunca. O kapıdan girip çıkıyor annem, her gün üç kere, yedi kere, on kere. Bir hayat boyunca. Uzun bir hayat boyunca. Bu bizim kapımız. Ardında mutfak saati miyavlıyor ve kısık sesiyle tekrar geri getirilemeyen saatleri kazıyor. Orada tersine yatmış bir sandalyeye oturmuş, yarış arabası sürücüsü rolünü oynamıştım. Babam orada öksürüyor. Yalama olmuş musluk bu kapı ardında hırıldıyor. Annem mutfakta. Etrafı temizlerken, mutfağın fayansları nasıl da şıkırdıyor. Bu bizim kapımız. Onun ardında sonsuz bir yumaktan hayat ipliği sarılıyor. Otuz yıl boyunca hep aynı olan bir hayatın. Ve hep böylece devam edecek olan. Savaş bizim kapımızı çalmadan geçip gitmiş. Kırıp içeri girmediği gibi, menteşelerinden de sökmemiş. Kapımızı olduğu gibi bırakmış savaş, tesadüfen, farkında olmadan. Şimdi ise bu kapı benim için orda duruyor. Bana açılıyor. Arkamdan kapanacak. O zaman artık dışarıda ka1mayacağım. Evin içinde sayılırım o zaman. Bu boyaları dökülmüş, posta kutusu yumru yumru olmuş kapı bizim kapımız, sallanan beyaz zil düğmesi, annemin her sabah tozunu aldığı, üzerinde adımız "Beckmann" yazılı parlak pirinç levhasıyla O da ne, pirinç levha yok olmuş! Acaba pirinç levha artık neden yok? Adımızı kim çıkarıp almış? Kapımızdaki bu pis karton levha da ne demek oluyor? Bu yabancı isim de nerden çıktı? Burada Kramerler oturmuyor ki! Niçin kapıda artık bizim adımız yok? Otuz yıldır orada asılıydı. Öyle kolayca o çıkarılıp yerine bir yenisi takılamaz. Nerede bizim pirinçten levhamız? Evde diğer oturanların isimleri kapılarda aynen duruyor. Her zamanki gibi. Ama Beckmann ismi artık niçin yok? Otuz yıl boyunca Beckmann diye yazılı durduktan sonra öyle kolayca başka bir isim levhası çakılamaz ki! Bu Kramer'de kim? Bayan Kramer: (Her türlü kabalık ve vahşilikten çok daha korkunç bir umursamazlık, ürkütücü, yüzeysel bir candanlıkla.) Ne istiyorsunuz? Beckmann: İyi günler. Ben... Bayan Kramer: Efendim? Beckmann:( Sağır oluğunu anlar. Bağırarak)İyi günler. Ben... Bayan Kramer: Efendim? Beckmann: (Bağırarak)Bizim pirinçten isim levhamıza ne olduğunu biliyor musunuz? Bayan Kramer: "Bizim levha" dediğiniz de ne biçim bir şey? (dilsiz olduğu kapıya gider, toz alma devam etmektedir.) Beckmann: Hep burada asılı duran levha. Otuz yıldır. Bayan Kramer: (Dilsiz bir şekilde) Bilmiyorum. 20 DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde Beckmann: Anne ve babamın nerede olduklarını da bilmiyor musunuz? . Bayan Kramer: (Dilsiz, homurtulara benzer sesler çıkararak) Onlar da kim? Peki ya siz kim oluyorsunuz? Beckmann: Adım Beckmann. Ben burada doğdum. Burası bizim evimiz. . Bayan Kramer: (Beckmann’ı duyunca irkilir ve kapı değiştirir. Kördür.) Yoo, doğru değil bu. Burası bizim evimiz. Siz burada doğmuş olabilirsiniz, benim umurumda değil. Ama sizin değil bu ev. Bize ait o! Beckmann: Peki, peki, fakat anneme babama ne oldu, bir yerlerde oturuyor olmalılar? Bayan Kramer: Beckmannların oğluyum mu demiştiniz. Yani adınız Beckmann mı? Beckmann: Evet, tabii, Beckmann'ım ben. Burada, bu evde doğdum. Bayan Kramer: Olabilir, benim umurumda bile değil. Fakat bu ev bize ait. Beckmann: Ya benim annem babam? Nerelerdeler? Bana nerede olduklarını söyleyemez misiniz? Bayan Kramer: (dilsiz kapısına gider. Beckmann onu takip eder. Kolundan tutup onu sağır kapısına getirir.)Bunu bilmiyor musunuz? Bir de kalkmış oğullarıyım diye iddia ediyorsunuz! Ben de öyle bir izlenim bırakıyorsunuz ki! Daha bundan bile haberiniz yoksa! Sahi bilmiyor musunuz?(dilsiz kapısına gider.) Beckmann: Tanrı aşkına söyleyin, ihtiyarlar nereye gittiler? Burada otuz yıl oturmuşlardı. Şimdi ise birdenbire ortadan yok olmuşlar. Bir şeyler söyleyin! Bir yerlerde olmalılar! Bayan Kramer: (Dilsiz bir şekilde) Elbette. Bildiğim kadarıyla;' beşinci bölümdeler. Beckmann: Beşinci bölüm mü? Nasıl bir şeymiş bu beşinci bölüm? Bayan Kramer: (Kolundan tutup onu sağır kapısına getirir.) Beşinci bölüm Ohlsdorfta. Ohlsdorfun ne olduğunu biliyor musunuz bari? Toplu mezarların olduğu bir yer. Nerde Ohlsdorf biliyor musunuz? Fuhlsbüttel yakınlarında. Hamburg'un yukarısında son üç durak. Fuhlsbüttel'de hapishane, Alsterdorfta tımarhane. Ohlsdorfta ise mezarlık var. Bakın, sizin ihtiyarlar da oradalar işte. Şimdi orada oturuyorlar! Kendi kabuklarına çekildiler, göç edip gittiler... Bundan haberiniz olmadığını mı ileri sürüyorsunuz? Beckmann: Orada ne yapıyorlar? Öldüler mi yoksa? Daha kısa bir zaman önce yaşıyorlardı... Hem benim nerden haberim olsun ki! Üç yıldır Sibirya'daydım. Bin günden fazla. Öldüler mi? Daha kısa bir zaman önce yaşıyorlardı. Niye ben evime gelmeden öldüler? Hiçbir şeyleri yoktu. Yalnızca babamın biraz öksürüğü tutardı, ama o derdi oldum olası çekerdi. Annemin ise, mutfağın fayanslarından dolayı ayakları hep üşürdü. Fakat bundan da insan ölmez ki! Niye öldüler. Ölmeleri için bir sebep yoktu. Öyle sessiz sedasız ölüp gitmeye hakları yok. Bayan Kramer: (Kör kapısına geçer. Samimi, derbeder ve kaba bir duygulukla) Doğrusu çok cins bir adam ve hayırsız bir evlatsınız. Neyse. Üzerine bir sünger çekelim. Bin gün savaşta kalmanın da pek eğlenceli bir yanı yok. Bu zaman içinde bir insanın sıfırı tüketmesini ve dize gelmesini anlıyorum. Biliyor musunuz, ihtiyar Beckmannlar da sıfırı tüketmişlerdi. Savaşa kendilerini biraz fazlaca kaptırmışlardı, elbette ki bundan haberimiz vardır. Böyle yaşlı bir adamın tekrar üniforma giymesi gerekir miydi yani? Sonra, Yahudilere karşı da biraz haşindi, oğlu olarak siz biliyorsunuzdur ya. Sizin ihtiyar Yahudileri hazmedemiyordu. Safrasını 21 DUVARA KARŞI TİYATRO TOPLULUĞU Dışarıda Kapının Önünde kabartıyorlardı. Ona kalsa kendi eliyle topunu Filistin'e kovmak istiyordu, böyle bağırırdı hep. Biliyor musunuz, sığınaktayken her bomba düşüşünde, Yahudilere okkalı bir küfür savururdu. Sizin ihtiyar biraz fazlaca faaldi. Nazilere yaranmak için elinden geleni yaptı. Nazilerin devri geçtikten sonra sayın babanızın tevkif ettirdiler. Yahudilere yaptıklarından dolayı. Biraz haşin davranmıştı Yahudilere. Niye o kadar çenesini tutmadı ki? Çok faaldi ihtiyar Beckmann. Kahverengi üniformalıların devri geçince ondan birazcık hesap sordular, şöyle bir dişini yokladılar. Ama diş çürük çıktı, söylemek gerekirse, çok çürük çıktı hem de! Söyler misiniz kuzum şu, burnunuzun üstündeki gözlük diye taktığınız harika nesne deminden beri dikkatimi çekiyor, bu uyduruk şeyi niçin takıyorsunuz? Buna gözlük demeye bin şahit ister. Doğru dürüst bir gözlüğünüz yok mu delikanlı? Beckmann: (Otomatikman) Hayır, bu bir gaz maskesi gözlüğü, askerlere veriyorlar bunu. Bayan Kramer: Bildim, bildim. Yoo, böyle bir şeyi ben dünyada takmazdım! Evde kalmayı tercih ederim. Tam kocama göre bir şey bu. O size ne derdi biliyor musunuz? Derdi ki:Delikanlı suratından şu köprüyü kaldır?(dilsiz kapısına geçer) Beckmann: Devam edin. Babama ne oldu? Anlatmaya devam edin. Çok heyecanlı bir yerde kaldık. Hadi devam edin Bayan(Kramer’in kolundan tutup sağır kapısının içine atar.)Kramer, devam edin. Bayan Kramer: Artık anlatacak şey kalmadı. Ortalıkta kalakaldı babanız, tabii emekli aylığı filan da bağlanmadı. Sonra evden çıkmak zorunda bırakıldılar. Yanlarına sadece bir tencere almalarına izin verildi. Tabii çok üzücü bir durumdu. İşte iki ihtiyara bu son darbe oldu. Onlar da kendilerini kökten Nazilikten kurtardılar. Hakkı teslim etmek gerekirse, sizin ihtiyarlar sonuca katlandılar. Beckmann: Ne yaptılar? Yani kendilerini mi? Bayan Kramer: (Bayağı değil de iyi niyetlice) Nazilikten kurtardılar. Biliyor musunuz, biz bu tabiri kullanıyoruz, özel bir deyim oldu. Evet, sizin ihtiyarların da artık yaşama hevesleri kalmamıştı. Bir sabah kaskatı kesilmiş ve morarmış bir vaziyette onları mutfakta buldular. "Ne büyük bir aptallık, bu kadar havagazıyla bir ay boyunca yemek pişirebilirdik" dedi benim herif. Beckmann: (Kendini kaybetmiş bir şekilde) Lütfen kapıyı kapatır mısınız? Size söylüyorum… Kapıyı kapatın… (Tüm kapıları yıkar çıldırmış bir şekilde)Tüm kapıları kapatın üstüme… Tüm kapılar kapansın. (Beckmann’da yere çöker. Başkası dağılmış bir şekilde oyunu seyretmektedir.) Beckmann: Sakince ayağa kalkar) Anlıyor musun? Tüm kapılar kapalı bana. 4.İşgalci: Son düğmeydi. Oyun bitti 7.İşgalci: Bir ses… Polis (topluca kaçarlar.) Başkası: (Sahnede tek kalmıştır. Gülümseyerek) Bir şey unuttular… ( 4. işgalci koşarak sahneye girer. Tabancasını Başkasına doğrultur. Işığın kapanmasıyla birlikte bir el silah sesi duyulur. ) 22