Nasihat Yoldur - GÜL
Transkript
Nasihat Yoldur - GÜL
Nasihat Yoldur Ramazan SARITAŞ Nasihat Yoldur Hikâyeler 1 Nasihat Yoldur Baskı: Sarıtaş Ofset GÜLNAR – MERSİN 0 324 751 7593 Editörler: Alibaz KÖSMENE Abdullah AY Kapak Tasarım: Bilgehan ÖZKUL İletişim: ramazansaritas_33@hotmail.com gulnargazetesi@mynet.com 0 532 375 60 88 Kasım 2012 Baskı: 2000 Adet 2 Nasihat Yoldur İçindekiler Önsöz………………………………….5 Nereden Nereye………………………7 İmtihan ………………………………11 Dünya……………………………….. 17 Habil ve Kabil……………….…….... 21 Nuh Tufanı …………………....……..25 Halilullah………………………...……31 Kurban ……………………….....…. 35 Kabe ………………………….....……41 Ebrehe ………………………....….…45 Heykeltıraş …………………....…….49 Hz. Yusuf ……………………....……53 Çingene ve Yahudiler ………...……69 Peygamberin Halifeleri ………....….75 İmtihan ………………………..….…..81 Sahabeler ……………………….......85 Zalim Haccac …………………....….90 Ömer Bin Abdülaziz ………….....….94 İbrahim Ethem ……………..……..…98 Abbasiler ………………………....…101 Alparslan ……………………......….106 Selahaddin Eyyubi ………….....…111 Mevlana ……………….……..…..115 Yunus Emre …………………..……119 3 Nasihat Yoldur Fetret …………………………….123 Akşemseddin ……………………127 Şeyh Edibali …………………….131 Yalın Ayak ………………………137 4 Nasihat Yoldur Önsöz Ticarette, siyasette, bürokraside, dini yaşamda ve hayatın her alanında başarı ile adından söz ettiren herkesin bir başarı öyküsü vardır. Bu başarı öyküsünde mutlaka birilerinin nasihatleri etkili olmuştur. Annemiz, babamız, eşimiz, çocuklarımız, kardeşimiz, çevremizde yaşanan bir olay, hocalarımız, saygı duyduğumuz bir kişi, okuduğumuz bir kitap, yapılan hayırlı bir dua, bize yol göstermiştir. Bunlardan biri mutlaka başarımıza yön vermiştir. “Küpün içinde ne varsa, dışına onu sızdırır.” Bu atasözünde olduğu gibi, iyi insanlar, çevrelerine maddi ve manevi güzellikler katar. Yaşamını olumsuzluklar üzerine kuranların yaydıkları negatif enerjiden dolayı herkes uzaklaşır. Allah, kullarına akıl, ruh ve nefis vermiş. Bunun yanında cüz-i irade vererek onu imtihana tabi tutmuş. En büyük düşman olarak da şeytanı musallat etmiş. Şeytan, nefis ile ortaklık yaparak insanı kötü yola sevk ediyor. 5 Nasihat Yoldur Allah, insanlara mağfiretiyle muamele edip cennetine almak için kitap ve peygamber göndererek nasihat ediyor. Sevgili peygamberimiz: “Din Nasihattir” buyuruyor. Kur’an-ı Kerim’de geçmiş ümmetleri anlatarak Müslümanlara nasihatte bulunuyor. İnsanın dünyaya gönderilmesinden beri her zaman hak ile batıl mücadelesi olmuştur. Şeytanın ve şeytanlaşmış insanların isyanlarından dolayı Allah, kullarına doğru yolu göstermek için kitap ve peygamber göndermiştir. Ancak nisyan ile malul olan insan hatalarına tekrar tekrar düşmektedir. Merhum Mehmet Akif ne güzel söylemiş: “Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar, hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?” Ne yazık ki biz insanoğlu çabuk unutuyoruz ve tekrar yanlış yola gidiyoruz. Bunun için devamlı bize nasihat edecek güzel insanlara ihtiyacımız var. Hatalardan dönmek için her zaman nasihatlere ihtiyacımız var. Geçmişe bakıp yaşananlardan ders almak geleceğimize ışık tutacaktır. 6 Nasihat Yoldur Nereden Nereye! Nereden geldik ve nereye gidiyoruz. İnsan nasıl yaratıldı? Bunu hepimiz merak ederiz. Bu bilgileri pozitif ilimlerde bulmak zordur. Diyebilirsiniz ki, bu konular dinin alanına giriyor ve orada var. Din ile bilim birbirine karışabilir mi? Yoksa etle tırnak birbirinden ayrılır mı? Etle tırnak birbirinden ayrılırsa insan hayatı zehir olur. Bunun bir denemesini yapın. Tırnaklarınızı derinden kesin. Acısını bir kenara elle yapılacak işleri zor yaparsınız. Bir de tırnak olmaz ise eller vazifesini tam yapamaz. Hayatı bir noktada zorlaştırır. Fen ilimleri ile din ilimlerini birbirinden ayırmamak gerekiyor. Birbirinin alternatifi olmamalı. Her ikisi de insan için var. Öyle ise ortak merakımıza ortak cevap vermeliler. İnsan yaratılışı ile ilgili bütün toplumlarda her tür bilgiye rastlamak mümkün. Bunlar genelde felsefi ve destansı anlatımlar. Akla ve mantığa uygun en geniş bilgi İslam’da. Kuran-ı Kerim’deki ayetler ve peygamber efendimizin hadisi şeriflerinde bazı konular nettir ve kesin hüküm taşır. Bazı konularda yoruma açıktır. Mesela; namaz, oruç, zekat ve hac için kesin hüküm vardır. Bunların nasıl yapılacağı kurallara 7 Nasihat Yoldur net bağlanmıştır ve buna Müslüman olan uymak zorundadır bir yorum getiremez. Bir de herkesin farklı yorumlayacağı konular vardır. Peygamber efendimiz buyuruyor ki: “Kıyamet akşam vakti kopacak” peki Türkiye’de akşam olunca Amerika’da öğle vakti, Çin’de gece yarısı oluyor değil mi? Böyle yüzlerce konu var yoruma açık. İşte yaratılışın hikayesi de böyle bir şey. İslam bazı konularda kesin hüküm koyarken, bazı konularda yorumu sonuna kadar açık bırakmış. Sanki Yüce Allah bize şöyle sesleniyor: “ Kullarım, size cüz i irade verdim, akıl verdim. İstediğinizi araştırabilirsiniz, yorum yapabilirsiniz. Yapacağınız bu yorumlarda doğru sonuca ulaşabileceğiniz gibi yanlış da yapabilirsiniz. Doğru karar verirseniz size ödül vereceğim. Yalnız bilinçli olarak toplumu yanlış yönlendirirseniz sonucuna da katlanırsınız.” İslam, insanı cennete en kısa yoldan ulaştıracak kuralları koymuş. Şunları yapacaksınız, şunları kesinlikle yapmayacaksınız. Bir de yoruma açık olan hikâyeler var. İnsanoğlu her zaman genellikle bir incir kabuğunu doldurmayan konular üzerinde tartışır, durur. Bir gün Fatih Sultan Mehmet’in huzuruna biri getirilir. Derler ki padişahım, bu adam 5 metreden ipi atıp iğneden geçiriyor. Fatih Sultan Mehmet, bir görelim der. Gerçekten adam 5 metreden ipliği atıp iğneden bir ok gibi geçiriyor. Gösterilen bu hüner herkesin çok hoşuna gidiyor. Padişah soruyor: 8 Nasihat Yoldur - Bunu kaç yılda öğrendin. - Padişahım 40 yılda öğrendim. - Bu adama 40 altın verin ve 40 kırbaç vurun. - Padişahım neden 40 kırbaç vurduruyorsun? - 40 altın hünerine veriyorum. 40 kırbacı da kırk yılını boşuna geçirdiğin için. Biz insanoğlu böyleyiz. Kırk altın için kırk kırbaç yeriz. Hayatımız böyle değil mi? Hepimiz yaşadığımız yıllara bir göz atsak sanırım büyük çoğunluğumuz yıllarımızı bir hiç uğruna geçirdiğimizi veya boşu boşuna geçip gittiğini görürüz. Bir incir kabuğunu doldurmayan konular için kimleri kırdığımızı hatırlar ve geçmişe hayıflanırız. İnsan, sağlığının ve boş vaktinin kıymetini zaman geçince anlıyor. İşte yoruma açık konular insanı hayal dünyasında gezdirir durur. Bazen hayaller güzeldir. İnsanın yaşam sevincini artırır ve insana vizyon katar. Bazen de psikolojik hastalığa neden olur ve bir türlü hayal dünyasından çıkıp gerçek dünyaya dönemez. Rahat ve huzur içinde yaşayan bazı insanlar sıkıntıları görünce bocalar. Ben bu hallere düşecek adam mıyım? İçine düştüğüm sıkıntılardan nasıl kurtulmalıyım diyeceği yerde geçmiş de yaşadığı o güzel günleri düşünüp hayal dünyasında yaşıyor. Tıpkı birinci dünya savaşı öncesi Osmanlı devletinin yönetimine geçen ittihat ve terakki üyeleri gibi… Enver paşa ve arkadaşları, devletin o anki sosyal, siyasal ve ekonomik durumuna bakmadan şaşalı Osmanlı imparatorluğunu tekrar 9 Nasihat Yoldur eski günlerini kazanmayı hayal ederek birinci dünya savaşına ülkeyi soktu. Şunu hemen belirtmeliyim ki Enver paşa ve arkadaşlarının hepsi vatanseverdi ama hayalperestti. O yüzden 90 bin vatan evladını yazlık elbiselerle Sarıkamış’ta düşmana bir mermi atamadan iki metrelik karın üzerinde donarak şehit oldular. Enver paşa ve arkadaşları gerçeklerden kaçıp hayal dünyasında yaşamalarından dolayı 500 bin askerimizi şehit verdik. Osmanlı devleti yıkıldı ve orta doğuda dengeler değişti. Milletimizin pestili çıktı, yaşam sevincini ve umutlarını kaybettiler. İstiklal mücadelesinde son bir gayret ve heyecan ile bugünkü vatanımızı düşmanlardan temizledik ve bağımsızlığımızı kazandık. Hayal ile gerçek neye benziyor? Hayal, yoruma açık konular. Gerçek, hakkında kesin hüküm konulan konular. Hayal gereklidir elbette. Denizde yelkenli bir geminin rüzgara çok ihtiyacı vardır. Fakat rüzgarı kontrol edemezsen gemi hedeflenen noktaya varamaz. O zaman da felaket geliyorum der. Gerçek ise şudur. Kaptan bir gemisine bakar, bir yelkenine bakar ve bir de rüzgara bakar. Bu rüzgar benim gemimin ve yelkenimin boyutunu aşıyor, çok şiddetli en iyisi yelkenleri kapatayım havanın biraz yumuşamasını bekleyeyim. İşimi sağlama alayım. Biraz geç varırım ama hiçbir risk almamış olurum, der… 10 Nasihat Yoldur İmtihan Kâinatta en mükemmel yaratılan varlık insan. Kuran-ı Kerim’de Tin Suresi’nin dördüncü ayetinde “Biz insanı en güzel şekilde yarattık” buyruluyor. Dünya dışındaki gezegenlerde hayat emaresi ve gözle görülen bir varlık yok gibi. Dünyamızda insanoğlunun yanında sayısını bilemeyeceğimiz on binlerce çeşit canlı varlık yaşıyor. En mükemmel varlığın insan olduğunu görüyoruz. Bununla beraber hayvanlardan daha aşağı, kişiliksiz ve karaktersiz insanlar da var. Melekleri kıskandıracak ve herksin saygı duyduğu insanlar da var. Yediğimiz içtiğimiz yıllarca ayrı gitmeyen dostlarımızla bir anda nasıl düşman oluyoruz. Aynı anne ve babadan doğan çocuklar birbirileriyle bir ömür boyu nasıl kavga ediyorlar. Birkaç kuruş çıkar için insanlar neden hep birbirlerini boğazlıyor ve savaşıyorlar. Bu olumsuz örneklerin sayısını arttırabiliriz. Kısacık dünya hayatında bunlar neden oluyor diye çoğumuz düşünürüz. 11 Nasihat Yoldur İnsanlar hep kötü değil ya! Bir de mükemmel insanlar var. Hayatlarında umutsuzluk nedir bilmeyen, çevresine neşe veren ve insanlara yaşam sevinci sunanlar var. Tıpkı Yunus Emre gibi. Yaşadığı dönemde Anadolu Moğallar tarafından talan edilmiş insanlar perişan, umutsuz ve yaşam sevinci kalmamış. Yunus Emre sayesinde Anadolu insanımız kendine gelmiştir. O, hayattan bir beklentisi olmayanlara ışık tutmuş bir rehber. Kardeşliği, birlik ve beraberliği tekrar güçlendirmiştir. O, bu gayreti ile milletin gönül tahtına oturmuştur. Yüz yıllar geçmiş hala sanki aramızda. Nice yüz yıllar geçmiş bazı düşünürler, liderler sanki aramızda gibi yaşıyorlar. Gerçekte yaşamadıklarına göre onlar bizim gönül tahtımızda hayatlarını idame ettiriyorlar. İki tür insan vardır. Birisi nefret ve intikam duygularımızı uyandırıyor, diğeri ise; kendisi ve davası yoluna canımızı feda edeceğimiz nitelikte. Sonuçta kötü ve iyi her insan; Hz. Adem ve Havva’nın çocuklarıdır. Hepimiz kardeşiz öyleyse bu mücadele niye? Hz. Adem (a.s.) yaratılmadan önce, yaşadığımız bu dünya vardı. Bunu nereden anlıyoruz. Bakara 30. ayette “Hani Rabbin meleklere: ‘Muhakkak ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti. Melekler de: ‘Biz seni hamdinle tesbih ve tenzih edip dururken –orada bozgunculuk edecek, kanlar dökecek- kimse mi yaratacaksın?’ demişlerdi. Allah (da): ‘Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim’ demişti.” Taberi’nin 12 Nasihat Yoldur tefsirinde Abdullah İbn Ömer (r.a.): “Cân oğulları diye anılan cinler, Adem (a.s)’in yaratılmasından iki bin yıl evvel yeryüzünde idiler. Yeryüzünü fitne ve fesada vermek suretiyle bozdukları ve kanlar döküp cinayetler işledikleri için, Allah onlara karşı meleklerden müteşekkil bir ordu gönderdi. Melekler tarafından iyice hırpalanan bu fesatçılar denizlerdeki adalara sığınmak suretiyle canlarını kurtarabildiler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak meleklere: “Muhakkak ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” dedi. İbn-i Abbas şöyle diyor: İnsan çamurdan yaratıldı. Yeryüzünde önceleri cinler yaşarlardı. Onlar arzda kanlar akıttılar, birbirlerini öldürdüler. Allah onlara İblisin komutasında meleklerden askerler gönderdi. İblis ile onun komutası altında bulunanlar, öteki cinlerle savaşarak, onları denizlerdeki adalara ve dağların etrafına sürdüler. Bu zaferi kazandıktan sonra İblisin kalbinde gurur doğdu ve: “Ben, kimsenin yapmadığı bir iş yaptım” diye övündü. Allah onun kalbinde doğan bu gururu biliyordu. İblisin yanındaki melekler bunu bilmiyorlardı. Cenab-ı Hak, İblisin yanında bulunanlara: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” dedi. Buna karşılık olarak melekler: “Sen, bizim kendilerini tenkile memur edildiğimiz cinlerin yaptığı gibi orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. Bu ayetten ve sahabelerden Abdullah ibn-i Ömer ve İbn-i Abbas’ın yorumlarından anlıyoruz ki yaşadığımız bu dünyamızda insan yaratılmadan cinler hüküm sürüyormuş. O 13 Nasihat Yoldur cinler de Allah’a isyan ettiklerinden dolayı İblis’in başkomutanlığındaki melekler ordusu onları perişan ediyor. Bu galibiyet İblis’te büyük bir gurur oluşturuyor. Ben yaptım ve Allah’ın düşmanlarını yerle bir ettim diye gururlanmaya başlamıştır. Oysa diğer savaşa katılan melekler şöyle dua ediyordu: “ Yarabbi! Yardımınla ve inayetinle bu savaşı kazandık. Sen yardım etmeseydin biz bu savaşı kazanamazdık. Hamd sana, şükür sana ve minnet sanadır” Melekler çok mütevazi idiler. İblis ile melekler arasında büyük bir uçurum meydana geldi. Yüce Allah, bizden önce yani insanoğlundan önce cinlerin yaşadığı bu dünyamızda bulunan bütün toprak çeşidinin karışımından insan yaratmaya karar verdi. (En doğrusunu bilen Allah’tır. Bizim ki sadece bir yorumdur.) yeryüzünde fitne ve fesat üreten cin topluluğunu yenen melekler ve komutanları İblis’in bulunduğu bir ortamda Allah, yeryüzünde bir halife yaratacağım dedi. Melekler cinlerle yapılan savaşı düşündüler. O cinler yeryüzünü fesada uğratmışlardı. Melekler yaşadıkları bu olayı düşünerek “ Biz hamdinle tesbih eder ve seni ululayıp dururken, orada bozgunculuk yapacak ve kanlar akıtacak bir varlık mı yaratacaksın” dediler. (Bakara 30) Bu ayetin devamında “Şüphesiz ben sizin bilmeyeceğiniz şeyleri bilirim” Yüce Allah’ın bu sözü melekleri kendine getirmiştir. İblis kahramanlık sarhoşluğundan bir türlü kurtulamıyordu. Allah’ın; “ Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” sözünü kabullenemiyordu. 14 Nasihat Yoldur Allah, Adem’i yarattı. Bütün meleklerini topladı. Bakara 31. ayette bu durum şöyle anlatılıyor: “Allah Adem'e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, "Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin" dedi. Bu ayetin devamında melekler şöyle der: "Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin" dediler. Melekler tövbe istiğfar etmiş ama İblis büyük şok geçiriyordu. Yaşanan olayları bir türlü hazmedemiyordu. Yüzünden düşen bin parçaydı. Dün büyük savaş kazanan en büyük komutandı. Kendini Allah’ı en çok seven biri olarak görüyordu. Gurur ve enaniyetinin yanında artık kin ve nefrette oluşmaya başladı. Allah’ın ve bütün meleklerin gözünden düşüyordu. Bunun sebebi olarak yeni yaratılan ve Allah’ın yeryüzüne Halife olarak gönderdiği Hz. Adem’di. İblis yüce yaratıcıyı çok iyi tanımasına rağmen içindeki gurur ve kibir sonunu hazırlıyordu. İblis kulluk görevini unutmuştu. İntikam hesapları yapmaya başladı. Bundan dolayı Allah meleklere Adem ile ilgili Bakara 33.ayette şöyle buyurdu: “Allah şöyle dedi: "Ey Adem! Onlara bunların isimlerini söyle." Adem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah, "Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim mi?" dedi. İblis bu sözleri artık anlamıyordu. Egosu onu farklı bir boyuta çekmişti. Allah’ı en iyi bilen İblis’ti ve ona en çok kulluk eden de oydu. Onun için meleklerin lideri idi. Bütün 15 Nasihat Yoldur alemlerin tek sahibi Allah. Kulların tek görevi ona itaattir. İblis o itaat görevini yapmayıp, gurur ve kibrine uyduğu için önüne çıkan sınavı kaybetmiştir. Yüce Allah İblis’e son şans verdi ve Bakara 34 ayette: “Hani meleklere, "Adem için secde edin" demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen secde etmişlerdi, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.” İblis bu sınavı böylece kaybetti ve şeytan oldu. Ebediyen Allah’ın lanetine uğradı. Bütün makam ve mevkilerini insan yüzünden kaybettiği için en büyük ve tek düşmanı insanoğlu. 16 Nasihat Yoldur Dünya Allah, hammaddesi yeryüzündeki toprakların karışımından olan insanı yarattı. İsmini Adem koydu. Allah, Adem’e her şeyi öğretti. Ona kendi özünden Ruh verdi, her şeyi güzel görsün, güzel düşünsün diye. Bütün canlıların hayran olduğu ve saygı duyduğu bir insandı Adem… Allah, ruhun yanında bir de nefis verdi. İsyan eden, şeytanın peşinden koşan, heva ve hevesinin peşinden koşarak bütün canlıların nefret ettiği bir varlık. Ayrıca hiçbir şeyden memnun olmayan, her şeye olumsuz bakan ve her şeye isyan eden bir varlık Allah, insana ruh ve nefsi kontrolde tutması için akıl vermiştir. Ona cüzi irade vermiştir. Allah, Adem’in eğe kemiğinden ona eş yaratmıştır. Hz. Adem ve Hz. Havva cennette ilk ve son kez Allah tarafından imtihana tabi tutulmuştur. ( Cennete girenler bir daha imtihan edilmeyecektir. Orası mükâfat yeridir. Sonsuza dek orada istediği gibi yaşabileceklerdir.) Hz. Adem ve Havva validemiz, cennette bir tek elma ağacının meyvesi ile imtihan oldular. Şeytan onların peşini bırakmadı ve cennetten kovulması için büyük bir çalışma içine 17 Nasihat Yoldur girdi. Şeytan, yaratılan insan yüzünden makam ve mevkisini kaybettiğini düşünüyordu. En büyük düşman olarak gördüğü Hz. Adem ve eşini cennetten kovdurmak için çok büyük mücadele verdi. Yukarıda belirtildiği gibi Allah insana nefis vermişti, ruh ve akıl vermişti. İşte şeytan nefisten girerek insanı kandırdı. Bu olay Bakara 35 ve 36. ayetlerde şöyle anlatılır: “ Dedik ki: "Ey Adem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz. Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de, "Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır." dedik Cennetten kovulduktan sonra Hz. Adem bugünkü Hindistan’a ve Hz. Havva validemiz de Kudüs civarına gönderilmiştir. Her ikisi yapayalnızdır. Koskocaman yeryüzünde iki insan birbirinden kilometrelerce uzaktaydı. Pişmanlık bir taraftan, yalnızlık bir taraftan ve ne yapacaklarını bilmeyen iki insandı. Şeytan bayram ediyor, sevinçten dört köşe olmuş ve intikamını almıştı. Belli bir süre sonra düşünmeye başladılar. Yaşadıkları zamanı düşündüler, cenneti düşündüler, melekleri düşündüler, şeytanı düşündüler ve her şeyden önemlisi kendilerini yoktan var eden Allah’ı düşündüler. Allah’ın kendilerine verdiği nimeti hatırladılar. Nefislerine uymuşlardı ve şeytanın hilelerine kanmışlardı. Vicdanlarını dinlediler ve en büyük düşmanlarının şeytan ve nefisleri olduğunu akıl nimeti ile çözdüler. 18 Nasihat Yoldur Allah’a tövbe ve istiğfar etmeye başladılar. Günahlarına ağladılar. Yıllar yılı tövbe ve istiğfar ile geçiyordu. Bir yandan da birbirlerini çok özlüyorlardı. Acaba o ne yapıyordur. Yağmurda, karda, soğukta ve sıcakta o ne yapıyor. Yine bir gün kalktıklarında dua ile Allah’a yalvarıp yakarırken farklı sevinç içlerini sarıvermişti. İçlerindeki hisler yani ilhamlar onları bir noktaya doğru götürüyordu. Her ikisinin içi içine sığmıyordu. İçlerindeki heyecan ve mutluluklarının sebebini bilmiyorlardı. Hz. Adem ve Havva validemiz, uzun ince bir yolda dere tepe gidiyorlar. Nereye gittiklerini kendileri de bilmiyor. İçlerindeki bir ses onları götürüyor. Nihayet Hz. Adem doğudan ve Hz. Havva batıdan aynı anda Arafat dağının tepesinde buluşurlar. Birbirlerini görünce hem şaşırmışlar hem de çok sevinmişler. Mutluluklarını paylaşmak için, yoktan var eden ve imtihana tabi tutan Yüce Allah’a ellerini kaldırmışlar, dua etmeye başlamışlar ve Hz. Adem şöyle dua ediyordu: “Yarabbi, biz nefsime uyduk günah işledik. Günahlarımızı affet, bizi bağışla, şeytana uymaktan koru. Senden bunu Muhammed’in hatırı için istiyorum” deyince Yüce Allah buyurdu! - Sen benim Muhammed’imi nerden biliyorsun? - Yarabbi, cennetin kapısında görmüştüm. La ilahe illallah Muhammedün Resûlullah şimdi hatırladım. sevdiğin biri olmasa isminin yanına onu yazmazdın. - Muhammed kim biliyor musun? - Bilmiyorum Ya Rabbi 19 Çok Nasihat Yoldur - O senin neslinden gelecek son peygamber - Ya Rabbi verdiğin nimetlere hamd olsun, sana ne kadar şükretsek azdır. Bizi habibin Muhammed hürmetine bağışla - Sizin günahlarınızı bağışladım… Hz. Adem ve Havva validemiz şükür secdesine kapandılar. En büyük sevinci ve mutluluğu yaşadılar. Hz. Adem ile Şeytan arasındaki fark burada ortaya çıkıyor. Hz. Adem hatasını itiraf etti, Pişmanlık duydu, Nefsini kötüledi, Tövbeye devam etti ve Rahmetten ümidini kesmedi… Şeytan ise günahını ikrar (saklamadan söylemek) etti, pişmanlık duymadı, kendini kötülemedi, kendini kötülemeyip azgınlığını Allah’ü Teala’ya nispet etti ve Rahmetten ümidini kesti. Hz. Adem, eşi ve meleklerle Mekke’de Kabe’yi yaptı. Peygamber oldu. Bir kız, bir erkek olmak üzere ikiz çocukları dünyaya gelmeye başladılar… Hacıların, Arafat’ta vakfeye durması ilk atamız Hz. Adem ve Havva validemizin buluşmasını ve bağışlanmasını hatırlatır. Hac görevini yapanlar, annesinden doğmuş gibi bütün günahları bağışlanır. Bütün ibadetlerde, Allah kabul etsin denir. Hac görevini yerine getirene Allah mübarek eylesin denir. 20 Nasihat Yoldur Habil ve Kabil İnsanın hammaddesi yani Hz. Adem’in yaradılışındaki toprak çeşitleri bu dünyamıza ait. Yeryüzünde kaç çeşit toprak varsa bazı rivayetlerde iki yüz noktadan alınan topraklar su ile karıştırılmış ve balçık haline getirilmiş. Bu topraklar hava almış, ateş görmüş. İklim, insan yaşamında çok önemli bir paya sahiptir. İnsan karakterinde, renginde, yaşam koşullarında ve hayata bakış açılarında büyük bir rol oynar. Her ülkenin, her bölgenin, her yerleşim yerinin kendine has özellikleri var. Bu hem ekonomide büyük bir rol oynuyor, hem de insan psikolojisi ve yaşam koşullarında büyük önem gösteriyor. Hz. Adem ve Havva’nın çocukları dünyaya gelmeye başlıyor. Çocukları çoğalıyor ve büyüyor. Ailede her gün sorunlar başlıyor. Dünya imtihan yeriydi. Şeytan, Hz. Adem ve eşinin af edilmesi karşısında iyice çılgına dönmüştü. En büyük azılı düşmanı insanoğluydu. Şeytana karşı insanın en büyük silahları Allah’a kulluk, vicdanlarını dinleme ve nefsine karşı mücadelesidir. Şeytanın en büyük tek silahı vesvesedir. Şeytan insanın en zayıf anını bekler durur. 21 Nasihat Yoldur Habil ile Kabil büyümüşler ve kendi işlerini yapıyordu. Habil hayvancılıkla uğraşıyor, Kabil tarımla uğraşıyordu. Evlenme çağları gelmişti. Hz. Adem’in çocukları bir kız bir erkek ikiz olarak dünyaya geliyordu. Evlenme çağına geldiklerinde babaları, ilahi emir ile çocuklarına çapraz evlenebileceklerini söyledi. Kabil’in kız kardeşi normal koşullarda Habil’le evlenmesi gerekiyordu. Ancak Kabil, Habil’in kız kardeşinden kendi ikizi daha çok güzel olduğu için buna itiraz etmişti. Bu olayı şeytan çok iyi değerlendiriyordu. Kabil’in kıskançlık krizine girmişti. Habil çok rahat yaşıyor, anne ve babasına hizmette kusur etmiyordu. Yaptığı her işi severek yapıyor ve hiç kimseye kötü bir düşünce beslemiyordu. Hz. Adem Habil ile Kabil’i çağırdı. Allah için yaptıkları işten kurban adamalarını istedi. Kabil çok agresif ve her şeyi eleştirel gözle bakar hiçbir şeyi olumlu görmezdi. Bu yüzden babası, ara ara bu davranışlarının yanlış olduğunu söylerdi. Bazen çocuklarını karşısına alır nasihatte bulunurdu. Allah’ın rahmetinin ne kadar geniş olduğunu ve buna örnek olarak yaşadıklarını anlatırdı. Şeytan Allah’a isyan etti. Bunun sebebi olarak insanı gördü. Onun için şeytanın oyununa gelmeyin diye nasihat ederdi. Hz. Adem ve eşi her zaman çocuklarının iyiliği için her daim dua ederdi. Habil ve Kabil söylenen yere kurbanlıklarını bıraktılar. Habil beslediği en iyi koçu kurban olarak Allah’a sundu. Kabil, yetiştirdiği mısırlardan ve meyvelerden en kötü olanlardan 22 Nasihat Yoldur bıraktı. Habil Allah rızası için en iyisini bırakırken, Kabil babasına ayıp olmasın diye en kötü ürünlerini bıraktı. Sonuçta Habil’in kurbanı kabul edildi. Kabil olay karşısında küplere bindi. Şeytan bu fırsatı iyi değerlendirip Kabil’e fısıldadı: “ Baban, Habil’i çok seviyor, çok güzel olan kız kardeşini onunla evlenmesini istiyor. Allah’a dua edip senin kurbanını kabul ettirmiyor. Eğer sen Habil’i öldürürsen baban seni de sevecek, güzel kız kardeşinle evleneceksin ve kurbanını da Allah kabul edecek.” diye dolduruşa getirdi. İçindeki nefret ateşi bir anda alevlendi ve kardeşi Habil’i öldürdü. Pişman oldu ama gururuna yedirip tövbe ve istiğfar etmedi. Kız kardeşini alarak, annesine, babasına ve diğer kardeşlerine haber vermeden uzak diyarlara gidip yerleşti. Habil ile kabil konu alan Maide süresi 27,28,29,30 ve 31. ayetler: “Onlara Âdem'in iki oğluyla ilgili haberi hakkıyla oku. Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, ötekine):" Seni öldüreceğim" demişti. Diğeri ise şöyle demişti: "Allah, yalnız kendisinden korkanlardan kabul eder. Allah'a yemin ederim ki, sen beni öldürmek için bana el uzatsan da, ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim, ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım. "Ben isterim ki sen, benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip ateş halkından olasın! Zalimlerin cezası budur." Bunun üzerine kurbanı kabul edilmeyenin nefsi kendisini, kardeşini öldürmeye teşvik etti ve onu öldürdü. Böylece zarara uğrayanlardan oldu. Derken Allah 23 Nasihat Yoldur bir karga gönderdi, ona kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için toprağı eşeliyordu. "Yazıklar olsun bana, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim ben?" dedi ve pişman olanlardan oldu.” Kıyamete kadar Habil, mazlumları temsil edecek, Allah’a sadık bir kul olması ve mazlumların manevi önderi olarak hep anılacak. Anne ve babaya itaat etmenin mükâfatını gören bir gönül eriydi. Dünya işlerini hakkıyla yerine getiren asla hile yapmayan bir kahramandı. Nefsini değil, vicdanını dinleyen erdemli bir insandı. Kabil ise, zalimleri temsil edecek. Allah’ı ilah olarak bilmesine ve babasının peygamber olduğunu bilmesine rağmen onlara hep muhalefet etti. Nefsinin ve şeytanın istek ve arzularını yerine getirdi. Kadın ve mal hırsı gözünü kör etti. Hakikatleri bilmesine rağmen şeytan gibi isyan etti ve onun emir ve komutasına girdi. Dünya işlerinde hep hile, üçkâğıtçılık ve düzenbazlıkla yaparak yaşadı. Kardeşi Habil, cennette ebedi kalacak ve kendisi de cehennem de ebedi kalarak azap çekecek… 24 Nasihat Yoldur Nuh Tufanı Hz. Âdem’den sonra İdris peygamber geldi ve tıpkı Hz. İsa’da olduğu gibi Allah, onu kendi katına aldı. İnsanlar İdris peygambere saygısını ve sevgisini belirtmek için onun heykellerini yaptılar, resmini yaptılar, evlerine ve şehrin meydanlarına astılar. Heykel ve resimcilik o kadar ilerledi ki, herkes sevdiklerinin heykellerini yapmaya başladılar. İyi niyetle yapılmış heykeller ve resimler zaman içerisinde putçuluğa dönüşmüştür. İnsanlar Allah’a değil o elleriyle yaptıkları putlara tapmaya ve ibadet etmeye başladılar. Hz. Nuh, Allah’ı unutup, puta tapan bu insanların arasında dünyaya geldi. Marangozluk yaptı, hayvancılık ve tarımla uğraştı. Hz. Nuh, insanların Allah’ı bırakıp putlara tapmasını bir türlü kabullenemiyordu. Her gün Allah için ibadet ediyor ve onun için gözyaşı döküyordu. İnsanların bu sapıklığının altında en büyük sebeplerden biri şeytanın evhamlarıydı. İnsanın en büyük düşmanı şeytandı. İnsan Allah’a tam kul olamayınca, şeytanın oyuncağı oluyor. Hz. Nuh, bir yandan Allah’a kulluk vazifesini tam yapıyor, bir yandan dünyalık geçimi için çalışıyor ve bir yandan insanların vurdumduymazlığına, puta tapmalarına ve her türlü hile yapmalarına üzülüyordu. 25 Nasihat Yoldur Hz. Nuh 50 yaşına geldiğinde peygamber oldu. Bütün insanlara 950 yıl boyunca tebliğde bulundu. Hz. Nuh’un mücadelesi ve kavmi ile ilgili ayetler şöyle: Araf süresi 59. ayet “And olsun biz Nuh'u kendi kavmine (halkına bir elçi olarak) gönderdik. Dedi ki: 'Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım.” Yunus süresi 71. ayet “Onlara Nuh'un haberini oku. Hani kavmine demişti ki: 'Ey kavmim, benim makamım ve Allah'ın ayetleriyle hatırlatmalarım eğer size ağır geliyorsa ben, şüphesiz Allah'a tevekkül etmişim. Artık siz ortaklarınızla toplanıp yapacağınız işi karara bağlayın da işiniz size örtülü kalmasın (veya tasa konusu olmasın), sonra hakkımdaki hükmünüzü-bana süre tanımaksızın verin.” Hud süresi 32.ayet: “Ey Nuh, bizimle çekişip-durdun, bu çekişmede ileri de gittin. Eğer doğru söylüyorsan, bize vaat ettiğini getir (görelim.)” Hud süresi 36. ayet “Nuh'a vahyedildi: “Gerçekten iman edenlerin dışında, kesin olarak kimse inanmayacak. Şu halde onların yaptıklarından dolayı üzülme.” İşte 950 yıllık mücadele de bunlar yaşandı. Toplam 80 kişi iman etti. Azıttıkça azıttılar ve Allah’ın azabını göstermesini istediler. Allah, Nuh’a gemi yapmasını emretti. Üç katlı bir gemi yapıyordu. Geminin yapımı sırasında inanmayanlar gelip Hz. Nuh’la alay ettiler. Bu yetmiyor gibi tuvalet ihtiyaçlarını gemiye yapıyorlardı. Allah o kâfirlerin vücutlarına kaşıntı ve uyuzluk 26 Nasihat Yoldur verdi. Ne yaptılarsa geçmedi. İçlerinden biri yine tuvalet ihtiyacına gemide yapıyordu ve kaşıntıları devam ediyordu. Ayağı kaydı ve pislediği yere düştü. Eli yüzü o pislediklerine değmişti. Bir de ne görsün kaşıntıları geçmeye başladı. Kaşıntısı geçen adama herkes sormaya başladı. Kaşıntın nasıl geçti? Ne yaptın dediler, o da başından geçeni anlattı. Herkes gemiye koşup pislediklerini vücutlarına sürdüler. Hem gemi temizlenmiş oldu hem de kaşıntıları geçmiş oldu. Yaşadıkları bu mucizeyi bile anlayamadılar ve küfürlerinde inat ettiler. Gemi tamamlandı. Hz. Nuh’a inananlar bindi. Her çeşit yiyecekler gemiye stok edildi. Her canlı türünden birer çifti gemiye alındı. Yerden su kaynamaya, denizler ve nehirler taşmaya, bardaktan boşanırcasına yağan yağmurla sular yükselmeye başladı. Sular yükselince gemi de yüzmeye başladı. Gemide Hz. Nuh’un üç oğlu vardı. Bunlar Sâm, Hâm ve Yafes. Diğer oğlu Kenan babasına inanmıyordu. Bir ara Hz. Nuh, oğlu Kenan’ı gördü ve dedi ki: “ Bugün kurtuluş yok, gel gemiye bin ve kurtul” dedi. Oğlu Kenan ise; “Ben sana inanmıyorum. Ben şu yüksek tepeye çıkıp kurtulacağım.” der demez bir su dalgası geldi ve gözden kayboldu. Çok üzülmüş ve yüce Allah’a onu bağışlaması için dua etti. Suların yükselmesi, oğlu Kenan’ın olayı Kuran-ı Kerim’de şöyle anlatılıyor; Hud süresi 42.ayet: “(Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga (lar) içinde yüzüyorken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna 27 Nasihat Yoldur seslendi: 'Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kâfirlerle birlikte olma.' Hud suresi 45. ayet: “Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: 'Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve senin va'din de doğrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin.' Hud suresi 46. ayet: “Dedi ki: Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Gerçekten cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.” Yaklaşık 6 ay boyunca gemide kaldılar. Her taraf sular altındaydı. Kâbe’yi kırk kez gemi ile tavaf ettiler. Bütün yerleşim yerleri yok oldu. Bundan Kabe’de nasibini aldı. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail zamanına kadar Kabe yıkılmış ve yeri unutulmuştu. Nuh tufanı yeryüzünü tamamen kaplamıştı. Bunun en büyük kanıtı en yüksek yerlerde deniz kalıntıları ve deniz hayvanlarının fosillerinin bulunmasıdır. Allah’ın emri ile yağan yağmur durdu. Yer suyunu çekti ve gemi Cudi Dağı’na oturdu. Yaklaşık bu süre 150 gündü. Recep ayında başlayan tufan Muharrem ayının onunda sona erdi. Gemide yiyeceklerin sonuna gelmiş ve herkes acıkmıştı. Hz. Nuh, herkese gemide yiyecek ne varsa getirmesini istedi. Toplanan malzemeleri bir kazana atıp karıştırarak bir yemek ortaya çıktı. Onun adına Aşure dendi. O günden bugüne bu adet yapıla gelmiştir. Bütün inanç sistemlerinde Nuh tufanı anlatılır. İnsanlığın ikinci atası olarak Hz. Nuh gösterilir. Bütün insanlık onun üç 28 Nasihat Yoldur çocuğundan çoğaldığına inanılır. Tarihçiler; Sam'ı, Arapların ve Fars'ların atası; Ham'ı, Zenciler ve Habeşlilerin atası ve Yafes'i de Türkler, uzak doğu milletleri, Berberîler, Çinliler ve Mâverâünnehir kavimlerinin atası olarak kabul etmektedir. Allah’a inanmayan bütün insanlar suda boğuldu. İnanan insanların atası Hz. Nuh’tur. İnsanlardan önce bu dünyada cinler yaşıyordu. Allah’a isyan ettiler. Bu nedenle yeryüzünde zelil duruma düşürüldü. Onun yerine halife olarak insan yaratıldı. İnsanlarda isyan etti ve Allah, inanmayanları suda boğdu. İnsana verdiği halife unvanını geri alıp başkasına vermemiştir. Yine bu makamı insana vermiştir. İnsanların yine isyan edeceğini belirtiyor. Konu ile ilgili iki ayet bu olayı çok güzel izah ediyor. Araf süresi 69. ayet: “Sizi uyarmak için aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikrin gelmesine mi şaşırdınız? (Allah'ın) Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını ve sizin yaratılışta gelişiminizi arttırdığını (veya üstün kıldığını) hatırlayın. Öyleyse Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluş bulasınız.” Hud süresi 48.ayet: “Ey Nuh' denildi. Sana ve seninle birlikte olan ümmetler üzerine bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in. (Sizden türeyecek diğer kâfir) Ümmetleri de yararlandıracağız, sonra onlara bizden acı bir azap dokunacaktır.” Nuh Tufanı bize Allah’ın azametini, mağfiretini ve gazabını anlatıyor. Azametini anlatıyor yani büyüklüğünü 29 Nasihat Yoldur gösteriyor. Ol emri ile yeryüzü sular altında kalıyor ve ol emri ile sular çekiliyor ve yaşanacak güzel bir ortam yaratıyor. Mağfiretini yani bağışlayıcılığını gösteriyor. İnsanlara nimet veriyor ve insan nankörlük yapıyor. Buna rağmen insanı en güzel şekilde yaratmaya devam ediyor. Allah’a isyanda ve gönderdiği elçilere hakaret edenlere rahmet ediyor. Halife unvanını insandan geri almıyor. “Rahmetim gazabımı geçmiştir” diyen Allah’a bizler de gerektiği gibi kulluk yapmamız gerekiyor… 30 Nasihat Yoldur Halilullah Nemrut, kendini ilah ilan etmiş ve onun heykelleri birer ibadethane haline getirilmişti. Heykeltıraşçılık zirve noktasına ulaşmıştı. En büyük heykeltıraş ustalarının başında Hz. İbrahim’in babası Azer geliyordu. Hz. İbrahim çocukluk ve gençlik yıllarında tepkisini ortaya koyarken, halkı da düşünmeye sevk ediyordu. İnsanların aklına ve vicdanına sesleniyordu. Babasının put yapmamasını ve Allah’a kulluk etmesini istiyordu. Ancak o küfründe inat ediyordu. Kur’an-ı Kerim’de babası ile olan diyalog şöyle; Enam Suresi, 74.ayet “Hani İbrahim, babası Azer'e (şöyle) demişti: "Sen putları ilahlar mı ediniyorsun? Doğrusu, ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum." İnsanların vicdan ve aklına seslenen Hz. İbrahim; Yıldızları gördü ve çevresindeki insanlara dedi ki; “ Bu benim rabbimdir” biraz sonra yıldız kayboldu ve bu benim ilahım olamaz dedi. Bir başka zaman yanında bulunanlara güneşi gösterip bu benim Rabbim demişti. Akşam olup güneş batınca bu benim rabbim olamaz dedi. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle anlatılır; Enam Suresi, 75-78. ayetler: Böylece İbrahim'e, -kesin bilgiyle inananlardan olması için- göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk. Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş 31 Nasihat Yoldur ve demişti ki: "Bu benim Rabbimdir." Fakat (yıldız) kayboluverince: "Ben kaybolup-gidenleri sevmem" demişti. Ardından ay'ı, (etrafa aydınlık saçarak) doğar görünce: "Bu benim Rabbim" demiş, fakat o da kayboluverince: "And olsun" demişti, "Eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse gerçekten sapmışlar topluluğundan olurum." Sonra güneşi (etrafa ışıklar saçarak) doğar görünce: "İşte bu benim rabbim, bu en büyük" demişti. Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: "Ey kavmim, doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım." Hz. İbrahim’e tepkiler her gün artıyordu. Hz. İbrahim’de insanları uyandırmaya çalışıyordu. Onların gittikleri yanlış yolu göstermeye çalışıyordu. Bir gece putların olduğu merkeze giderek balta ile en büyüğü hariç bütün putları kırdı. Elindeki baltayı aldı ve kırmadığı büyük putun boynuna astı. Sabah gelip görenler büyük dehşete kapılmıştı. Bunu ancak İbrahim yapmıştır deyip hemen tutuklayıp getirdiler; - Putları sen mi kırdın? - Boynunda baltası olan puta sorun - Putlar konuşur mu, hareket edebilir mi? - Peki niye tapıyorsunuz? Kur’an-ı Kerim’de bu olayla ilgili şöyle anlatılır: Enbiya Suresi, 62.ayet ve Nahl süresi 120,122.ayetler: "İlahlarımıza bunu sen mi yaptın?" "Hayır" dedi. "Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden 32 Nasihat Yoldur değildi. O'nun nimetlerine şükrediciydi. (Allah) Onu seçti ve doğru yola iletti. Ve biz ona dünyada bir güzellik verdik; şüphesiz o, ahirette de salih olanlardandır. Enbiya Suresi, 52-56 ayetler: “Hani babasına ve kavmine demişti ki: "Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir? "Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk." dediler. Dedi ki: "And olsun, siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz." 'Sen bize gerçeği mi getirdin, yoksa (bizimle) oyun oynayanlardan mısın?" "Hayır" dedi. "Sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir, onları kendisi yaratmıştır ve ben de buna şahadet edenlerdenim. Ankebut Suresi, 16-17 ayetler: İbrahim de; hani kavmine demişti ki: "Allah'a kulluk edin ve O'ndan sakının, eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Siz yalnızca Allah'tan başka birtakım putlara tapıyor ve uyduruyorsunuz. Gerçek şu sizin ki, birtakım Allah'tan yalanlar başka taptıklarınız, size rızık vermeye güç yetiremezler; öyleyse rızkı Allah'ın katında arayın, O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Siz O'na döndürüleceksiniz." Hz. İbrahim’in akla ve vicdana yönelik tebliğ faaliyeti, putlardan, aydan, güneşten yıldızdan ilah olamayacağını gösterdi. Allah’ın bir olduğunu herkes vicdanında hissediyordu. Herkes İbrahim, haklı demeye başlamıştı ki, çıkarcı gruplar, rejimden nemalananlar ve iktidarı tehlikeye giren Nemrut, Hz. İbrahim’i şiddetli ve herkese ders olacak, en dehşetli bir ceza için plan yaptılar. Bu plan gereği herkese odun toplattılar, 33 Nasihat Yoldur büyük bir meydanda toplanan odunlar yakıldı. Ateşe yaklaşmak imkânsızdı. Bunun için uzaktan mancınıkla Hz. İbrahim’i ateşe attılar. Hz. İbrahim kendisine kesilen bu ağır cezaya, mancınığa konarken ve atılırken hiçbir tereddüt ve korku yaşamadı. Çünkü onun Allah’a inancı tamdı. “Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol." Cenabı Allah’ın ol emri ile ateşin ortası cennet bahçesine dönüştü. İnsan şeytana uydukça, nefsine esir oldukça, aynı hatalara düşer durur. Vicdanını dinleyen ve aklını iyi yönde kullanan ise kazanmaya devam eder. Hak ile batıl mücadelesi insanlık var olduğu sürece devam edecek. 34 Nasihat Yoldur Kurban Hz. İbrahim, Sare validemiz ile evlenirken şartlar ne olursa olsun boşanmamak üzere evlendiler. Yaşları 85’e yaklaşmıştı ve hala bir çocukları yoktu. Sare validemiz, hep çocuk özlemi ile yanıp tutuşuyordu. Allah’a her daim dua ediyordu. Aynı şekilde Hz. İbrahim’de çocuğunun olması için dua ediyordu. Sare validemiz, yaşının çok geçtiğini ve artık çocuğunun olmayacağını biliyordu. Aklına bir fikir geldi ve onu uygulamaya koydu. Yıllardır kendisine hizmetçilik yapan Hacer ile Hz. İbrahim’in evlenmesini ve bir çocukları olursa onu kendi çocuğu gibi görüp sevebileceğini düşündü. En önemlisi de Hz. İbrahim’in nesli devam edeceğini düşünüyordu. Bu düşüncelerini Hz. İbrahim’e anlattı ve bir an önce evlenmesini istedi. Hz. İbrahim ile Hacer validemiz evlendi ve bir yıl sonra bir erkek çocukları oldu. Bir anda Sare validemizin kıskançlık krizleri tuttu. Hz. İbrahim’e dedi ki: - Bu çocuğu ve Anasını görmek istemiyorum! - Neden? - İstemiyorum, al götür. - Bizi evlendiren sensin, bu işte benim bir dahilim yoktu - Biliyorum, şimdi istemiyorum. 35 Nasihat Yoldur Çocuk olursa onu kendi evladın gibi seveceğini - söylemiştin. Ne söylersen doğru, hepsini ben yaptım. İçimden bir - ses onları öldürmek istiyor, onlara bir kötülük yapmadan al, götür. Artık katlanamıyorum, canıma tak etti. Sana yalvarıyorum götür bunları. - Nereye götüreyim? - Çölün ortasına, çok uzaklara bırak gel. - Peki, öyle olsun. Hacer validemiz ve oğlu İsmail ile beraber Şam’dan çıktılar ve haftalarca yürüyorlardı. Yapılan bu yolculukta herkes içinde ne olacak diye düşünüyordu. Hz. İbrahim, Allah’a dua ediyordu: “ Allah’ım bana bir çıkış yolu göster, eşime ve çocuğuma merhamet et” etrafı dağlarla çevrili ıssız bir yere geldiler. Cebrail, İbrahim peygambere buraya bırakmasını ve gitmesini istedi. Hz. İsmail ve Hacer validemizi oraya bırakıp bir şey söylemeden ve arkasına bakmadan gidiyordu. Hacer validemiz, Hz. İbrahim’e seslendi: Bizi buraya bırakıp nereye gidiyorsun? - Hz. İbrahim cevap vermiyor ve arkasına bakmadan gidiyordu ve bir kez daha Hacer validemiz seslendi: Bizi bırakıp nereye gidiyorsun? Yoksa bu Allah’ın bir - emri mi? Evet, Allah böyle istedi. - 36 Nasihat Yoldur O zaman gidebilirsin? Allah bizi mahzun etmeyecektir - ve bize ne yapacağımızı gösterecektir. Hz. İbrahim, peygamber de olsa sonuçta o da bir insan. Allah’ın emrini yerine getiriyordu. Eşini ve çocuğunu bırakıp hemen dönüp, arkasına bakmadan gidiyordu. Dönüp baksa belki de onları o durumlarına acıyıp kalacaktı ve Allah’ın emrine muhalefet etmiş olacaktı. Yüreğine taş bastı ve emri yerine getirdi. Bu sadece Sare validemizin kıskançlığı olsaydı, Hacer validemizi ve oğlu İsmail’i orada bırakıp gidemezdi. Allah’ın emri olunca her iki taraf rıza gösteriyordu. Hz. Hacer validemiz, dağların arasında ve hiçbir canlının olmadığı bir yerde bebeği İsmail ile yapayalnızdı. Burada olmak ilahi bir emir gereği idi ama şeytan ve nefsin evhamları da içini daraltıyordu. Devamlı Allah’a sığınıyor ve dua ediyordu. Suları bitmişti. Su aramaya çıktı. İsmail’i bıraktı ve su aramaya başladı. Küçük tepecikler vardı oraya çıktı hem su arıyor hem de İsmail’e gözü ile bakıyordu. Koşup su aradığı yer Sefa ile Merve arasındaki küçük yedi tepecikti. O tepecikleri dört kez gidip, üç kez geldi ama su bulamadı. İsmail ağlamaya başlamış ve ayaklarıyla tepiniyordu. Hacer validemiz hemen yanına koştu ve bir de ne görsün ayaklarının altından su çıkmaya başladı. Su akıp gitmesin diye etrafını çeviriyor ve “zemzem” dedi. yani dur, dur, anlamında. Su hayat demekti. Hacer validemizin artık içi rahatlamıştı. Sevinçten uçacak gibiydi. Oğlu İsmail ile güzel vakit geçiriyordu. Derken bir aşiret kuraklıktan göçüyordu ve yolları 37 Nasihat Yoldur oradan geçmişti. Zemzemden içtiler ve çok güçlü bir su kaynağı olduğunu gördüler. Zemzemin olduğu yere yerleşmeye karar verdiler. Suyu duyan bir çok kabile oraya gelip yerleşiyorlardı. Artık bir şehir kurulmuştu ve adı Mekke olmuştu. İsmail büyümüş delikanlı olmuş ve annesi ile beraber çok güzel geçinip, birbirlerine destek olup yaşıyorlardı. Annesi yaşadıkları bütün olayları oğluna anlatmıştı. İsmail, babasını çok özlüyordu. Allah’a dua ediyordu: “ Yarabbi, babamla görüşmeyi nasip et” aynı duayı Hz. İbrahim’de yapıyordu. İşte o vakit gelmişti. Bir gün Hz. İbrahim geldi ve bıraktığı yerde artık bir şehir olduğunu gördü. Oğlu ve eşini buldu, hasret giderdiler. Cebrail (a.s) Hz. İbrahim’e unuttuğu adağını hatırlattı. Hz. İbrahim’in uzun yıllar çocuğu olmamıştı ve Allah’a söz verdi. “ Bir erkek çocuğum olursa onu sana kurban edeceğim.” verdiği sözü hatırladı. Ömrü hep çetin imtihanlara geçmişti. Allah’ın yardımı ile hepsini kazanmıştı. Bu sefer sanki daha zordu. Oğluna konuyu anlattı. İsmail, babasını daha yeni görmüş ve yılların hasretini gidermeye çalışıyordu. Bu Allah’ın emri ve bir imtihan olarak gördü. Babasına döndü ve şöyle dedi: “Baba Allah’ın emrini yerine getir. Beni sabredenlerden bulacaksın.” dedi. Annesi ile helalleşti ve şehrin dışına Mina bölgesine geldiler. 38 Nasihat Yoldur Annesi ağlıyor ve bağrına taş basıyordu. Bu Allah’ın bir emri idi. Şeytan fırsat tam elime geçti deyip Hacer validemizin karşısına çıktı ve şöyle dedi: - Kocan oğlunu kesecek, engel olmayacak mısın? - O ne yapacağını bilir? - Kocan yoktu. Sen oğlunu tek başına büyüttün. O seni bırakıp gitti. Şimdi oğlunun kesilmesine göz mü yumacaksın? - La havle… - Sen ne biçim annesin, insan çocuğunu kestirir mi? Allah, insanın kurban edilmesini haram kılmıştır? Kocan büyük günah işleyecek hemen engel olman gerekiyor. Ey şeytan, ben senin gibi rabbime isyan edecek - değilim. Rabbim ne emrederse ona biz boyun eğeriz. Şeytan bir türlü Hacer validemizi ikna edemez ama pes de etmez. Yine ileri geri konuşmaya başlayınca yerden aldığı yedi taşı atarak onu yanından uzaklaştırır. Şeytan, Hacer validemizi kandıramayınca derhal İsmail’in karşısına çıkar ve ona derki: - İnsan kendini kestirir mi? - Defol. - Allah insanın kurban edilmesini istemez, bu çok büyük günah. - Defol. - Kendini de babanı da bu büyük günahtan kurtar. - Ey Şeytan, sen isyan ettin diye ben de mi isyan edeyim? 39 Nasihat Yoldur Bu sözler şeytanı şok etmiş ama vazgeçmiyor ve ileri geri vesveselerine devam edince, yerden aldığı yedi taşı şeytana atarak uzaklaştırdı. Şeytan, Hacer validemiz ve oğlu İsmail’den beklemediği cevaplar alınca ve taşlanınca son bir umutla İbrahim peygambere yaklaştı. Şeytan, İbrahim peygambere gelirken onu kandıramayacağını çok iyi biliyordu. Çıkmadık candan ümit kesilmez deyip son bir hamlesini yapmak istedi. Çocukluğunda, gençliğinde ve peygamberlik gelinceye kadar onu hiçbir konuda kandıramamıştı. Bunları yaşayıp, gördüğü halde bir kez daha şansını denemek istedi. Şeytan, Hz. İbrahim peygamberin karşısına çıkıp gözükmesi ile taşları yemesi bir olmuştu. Hz. İbrahim şeytanı görür görmez yerden yedi taş almış ve ona atmıştı. Hz. İbrahim, İsmail’i yatırıp tam kurban etmek isterken, Allah, Cebrail ile koç gönderdi ve onu kurban etmesini istedi. Böylece her üçü de sınavı geçmişti. Allah’a sadakatlerini bir kez daha göstermiş oldular… 40 Nasihat Yoldur Kâbe Hz. Adem ile Havva validemiz, Arafat’ta buluşmuşlar. Tövbe ve istiğfar etmişler ve günahları af edilmişti. İki sevinci birden yaşıyorlardı. Cennetten çıkınca birisi Hindistan tarafına diğeri de Filistin tarafına gönderilmişti. Uzun yıllar ayrı yaşamışlardı. Arafat’ta birbirlerine kavuşunca çok sevinip mutlu olmuşlardı. Tövbeleri de kabul olunca sevinç ve mutlulukları katlanmıştı. Bu iki mutluluğu beraberce yaşarken el ele verip batıya doğru yol almaya başladılar. Akşama doğru büyük kayalıkların olduğu mekâna geldiler. Allah’a dua ettiler. Uykuları gelmişti, oracıkta uyudular ve dinlendiler. Orası Müzdelife idi. Sabah kalkıp yürümeye devam ettiler. Etrafı dağlarla çevrili küçük bir vadiye geldiler. Her ikisi de burasını sevdiler. Yerleşmeye karar verdiler. Allah’a ibadet yapmak için bir şeyler yapmak istediler. Bunun için her ikisi de dua ediyorlardı. Allah’ın bir yol göstereceğine inançları tamdı. Cebrail (a.s) geldi, Hz. Adem ve Hz. Havva’ya yaptıkları duanın kabul olduğunu söyledi. Temeli cennetten gelen bir bina yapmaya başladılar. Meleklerin yardımı ile yapılan bu bina 41 Nasihat Yoldur Kâbe idi. Taşları hemen yanı başında bulunan Ebu Kuveys dağından çıkarıp yaptılar. Kabe’nin başlangıç noktasını cennetten gelen, parlaklığı ile etrafını aydınlatan kristal bir taştı. Zaman içerisinde Allah’a isyan edenlerin ellerini değmesiyle siyahlaştı. Kafirlerin el sürmesine hayıflanan kristal, siyahlaşarak karardı ve ismi Hacer’ül-Esved oldu. Yani siyah taş. Cennetten bir parlak taş daha gelmişti. Hz. Adem ve Havva validemiz burada Allah’a ibadet ediyorlardı. Çocukları çoğaldı, torunları ve torunlarının torunları olmaya başladı. Kur’an-ı Kerim’de ilk ibadet yerinin Kabe olduğunu belirtiyor. Ali İmran süresi 96 ayette: “Şüphesiz insanlar için kurulan ilk mabet, Mekke'deki çok mübarek ve bütün âlemlere hidayet kaynağı olan Beyt (Kabe) dir.” Hz. Adem ve Havva validemiz bu dünyadan ayrıldılar ve cennette ki makamlarına gittiler. Çocuklarından bir kısmı Allah’a eş koşmaya başladılar. İnsanların bir kısmı kendine göre bir inanç sistemi geliştirdi ve ona ibadet etmeye başladılar. İdris peygamber geldi ve sapıtanları hak yola davet etti. Bir kısmı inandı ve bir kısmı küfründe inat etti. Hz. Nuh geldi ve o da insanları 950 yıl boyunca uyardı. İnanan 80 kişiyi gemiye aldı ve geri kalan insanlar suda doğuldu. Yeryüzü sular altında kaldı ve dolaysıyla Kabe’de yok oldu. Kâbe, Nuh tufanından sonra kaybolmuş ve bir daha insan nesli oraya uğramamıştı. Hz. İbrahim, Allah’ın emri ile eşi Hacer ve oğlu İsmail’i buraya bırakıp gitmişti. Hacer validemiz, 42 Nasihat Yoldur su ararken İsmail’in ayakları altından su çıktığını görmüştü. Curhum kabilesi oradan geçerken suyu görüyorlar ve oraya yerleşiyorlar. Derken bir şehir oluşuyor. Hz. İbrahim, Cebrail ( a.s.) gösterdiği yeri oğlu İsmail ile beraber kazıyorlar ve Kabe’nin temellerini buluyorlar. Kabe’nin temellerini ararken o parlak kristal taşı siyahlaşmış olarak buldular ve ayrıca yine cennetten gelen diğer taşta rengini değiştirmişti. O taşı Kabe’nin yapımında iskele olarak kullandığı ve ayaklarını bastığı ve izi çıktığı bir taş haline gelmiştir. ( Bu ayak izini taşıyan taş bugün makamı İbrahim olarak Kabe’de bulunmaktadır.) Bulunan bu Kabe’nin temelin üzerine binayı yaptılar. Taşı Ebu Kuveys dağından kesiyorlardı. Kabe’nin başlama köşesine günahkar insanları görerek siyahlaşan Hacer’ül-Esved’i koydular. Kabe tamamlanarak ibadete açıldı. Kur’an-ı Kerim’de Kabe ve Hz. İbrahim şöyle anlatılır: Hac süresi 26. ayet: “Bir zamanlar Kâbe'nin yerini İbrahim'e şu şekilde hazırlamıştık: Sakın bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, orada (kıyama) duranlar, ruku edenler ve secdeye varanlar için evimi tertemiz et.” Bakara süresi 125. ayet: “Biz ta o zaman bu beyti, insanlar için bir sevap kazanma ve bir güven yeri kıldık. Siz de Makam-ı İbrahim'den kendinize bir namazgah edinin. Ayrıca İbrahim ile İsmail'e şöyle ahid verdik: "Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem de rükû ve secde edenler için tertemiz tutun!" 43 Nasihat Yoldur Ali İmran süresi 97.ayet: “Onda apaçık deliller, İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren güvene erer. Ona bir yol bulabilenlerin beyti haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağni (kimseye muhtaç değil, her şey ona muhtaç) dir.” Kâbe’nin yönetimi her dönem değişmiştir. İlk yapan ve bakımını üstlenen İsmail peygamber, onun vefatı ile çocukları bu görevi yapmış. Kâbe ibadet olarak insanların akınına uğrayınca bunu ekonomik ranta çevirmek isteyen ve Mekke’ye ilk yerleşen Curhum kabilesi, Hz. İsmail’in çocuklarıyla savaşmış ve yönetimi ele geçirmiştir. Zaman içerisinde İsmail peygamberin soyundan gelenler çoğalmış ve güçlenmişler, Kabe’nin yönetimini tekrar ele geçirmişler. Kabe’de tek ilah inancı zamanla yerine put inancına bırakmıştır. Mekke dini ve ticaretin merkeziydi. Mekke’nin fethinden önce Kabe’nin içinde onlarca büyük putlar, latlar, uzzalar vardı… 44 Nasihat Yoldur Ebrehe Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) dünyaya teşriflerine 40 gün vardı. Mekke’nin reisi dedesi Abdulmuttalip’ti. Mekke’ye bir haber yayıldı. Yemen valisi Ebrehe, San’a şehrine görkemli bir ibadethane yaptırmış ve Kabe’ye hacıların gelmesine engel olacakmış. Ebrehe, Devletin bütün imkanlarını bu ibadethane için harcamıştı. Bir verip, on kazanacaktı. Bütün Arapları oraya davet etti. Vali Ebrehe’nin davetine katılım çok az oldu. Katılımcılar, ibadethanenin çok muhteşem olduğunu ancak, Kabe’nin yerini tutamayacağını söylerler. Ebrehe, devletin bütün bütçesini bu ibadethane için harcamış ve karşılığında çok büyük hayal kırıklığı yaşamıştı. “Kabe’yi yıkarsam insanlar buraya gelir” dedi ve bir ordu hazırladı. 50 bin kişilik bir ordu ve dokuz fille Kâbe’yi yıkmak için yola çıktı. Ordu Müzdelife’yi geçti ve Mina bölgesine gelmeden Muhassap vadisinde konakladı. Mekke kuşatılmıştı. Asker çevredeki bütün develere el koyuyorlardı. Ebrehe’nin elçisi Kabe’ye geldi ve Mekke’nin ileri gelenleri ile konuştu. Onlara şöyle dedi: “ Biz buraya sizlerle savaşmaya gelmedik. 45 Nasihat Yoldur Kâbe’yi yıkıp gideceğiz. Karşı koymaz iseniz kimseye zarar verilmeyecek.” dedi Ebrehe’nin elçisi Hinata el-Himyeri ile Mekke’nin Reisi Abdulmuttalip, ordunun konakladığı Muhassap gölgesine gelirler. Ebrehe, Abdulmuttalip’e büyük bir ilgi ve alaka gösterir. Kendisi ile bir anlaşma yapacağını düşünür. Konuşmalar Ebrehe’nin tahmin ettiği gibi olmaz. Abdulmuttalip derki: El koyduğun develerden 200’ü benimdir. Devlerimi - istemeye geldim. Ebrehe bu söz karşısında şaşkına dönmüştür. Karşısındaki adamın şehri korumak için pazarlık yapmasını beklerken, o develeri istemesi onu şaşırtmış ve şöyle dedi: Sen benim karşıma Mekke’nin zarar görmemesi için - gelmedin mi? - Hayır. - Peki niçin geldin? - Develerimi almaya geldim - Ya Kâbe ne olacak? - Oranın sahibi var. O koruyacaktır. Ben develerimi istiyorum. Ebrehe’nin içine bir ürperti girdi. Ne söyleyeceğini şaşırdı. Biraz durduktan sonra, bunun develerini verin ve gönderin. Ebrehe’nin içine bir kurt girmişti ama bunu hissettirmiyordu. “Hazırlıkları yapın yarın Kabe’yi yıkacağız.” dedi. 46 Nasihat Yoldur Abdulmuttalip, develerini getirdikten sonra doğru Kabe’ye gitti. Ellerini açtı ve Yüce Allah’a şöyle dua etti: “ Yarabbi! Bizim Ebrehe’nin ordusuna karşı savaşacak hiçbir gücümüz yoktur. Bu kutsal Kabe, ilk atamız ve ilk peygamber Hz. Adem ile meleklerin yaptığı bir ibadethanedir. Nuh tufanında yok olduktan sonra onun soyundan gelmekle büyük onur duyduğum Hz. İbrahim ve İsmail’in tekrar yaptığı bu kutsal mekanı savunacak hiçbir gücümüz yoktur. Bizi afet Allah’ım. Allah’ım bu kutsal mekan senin evin, Ebrehe ve ordusunu buraya girdirme ve bu kutsal evin yok olmasına müsaade etme. Senin her şeye gücün yeter Allah’ım.” Allah’ın evi Kabe’den gözyaşları içinde ayrıldı. Bütün Mekke halkı dağlara çekilmiş ve olacakları seyredeceklerdi. Sabahın erken ışıkları ile Ebrehe, ordusunu ve Fillerine hücum emri verdi. Filler ve develer diz çökmüş gitmiyorlar. Ne yaptılarsa bir türlü hareket ettiremiyorlardı. Bir anda hava kapkara bulutlarla kaplandı. Herkesin içine bir korku düşmüştü. Ebrehe, ısrar ediyordu. Bir anda deniz tarafından ortaya çıkan sürü sürü ve çeşit çeşit kuşlar, ağızlarında ve ayaklarında nohut büyüklüğünde taşlar atmaya başladılar. Atılan bu taşlar, ateşten pişirilmiş çamurdan taşlardı. Kuran’ın ifadesi ile Taşın değdiği insanı, kurt yeniği yaprağa çeviriyordu. Ordu dağılmıştı. Canını kurtaran kaçıyordu ve binlerce kişi orada can verdi. Bu yaşananları Mekkeliler çıktıkları dağdan görüyorlardı. Büyük hayallerle gelen Ebrehe, görünmeyen 47 Nasihat Yoldur ordular tarafından yok edilmişti. O yıla fil yılı dendi. Mekkeliler, Allah’ın Kâbe’yi nasıl koruduğunu gözleri ile gördüler. Kur’an-ı Kerim’de bu olayı anlatan bir Sure var. insanımızın elemtere olarak bildiği Fil süresi. Fil olayı şöyle anlatılıyor: “ Rabbinin fil ashabına ne ettiğini görmedin mi? O, onların düzenlerini boşa çıkarmadı mı? Ve üzerlerine sürü sürü ebabil kuşları göndermedi mi? Ki her biri onlara ateşte pişirilmiş çamurdan taşlar atmışlardı. Allah (u Teâlâ), onları kurt yeniği yaprağa çeviriverdi.” 48 Nasihat Yoldur Heykeltıraş İlk resim ve heykel yapma işi Hz. İdris peygamberin Yüce Allah tarafından göğe yükselterek insanların içinden ayrılmasına dayanır. İdris peygamber, kavmine Allah’ın emir ve yasaklarını getirmiş. Bunun yanında ilk astroloji yorumlarını o yapmıştır. Daha önce insanlar hayvan derilerinden kendilerine elbise yaparken, o dönem ormanların içinde pamuk ağaçları bulunmuş ve onlardan iplik yapılmış ve dokutulmuştur. Onlardan ilk kez elbiseler yapılmış. O döneme kadar insanlar, ağaç kovuklarında ve mağaralarda yaşıyordu. İdris peygamber döneminde taştan ve ağaçtan binalar yapılmıştır. İnsanlar şehir hayatı yaşamaya başlamışlar. Küçük birlikler kurulmuş, insanlar arasında düzen asayiş sağlanmıştı. Dışarıdan gelen saldırılara müdahale edecek ilk ordu kurulmuştur. İdris peygamber insanlık tarihine kazandırdığı bir çok ilklere imza atmıştır. Bunlardan en önemlisi de okuma ve yazma öğrenimine büyük önem vermesidir. 49 Nasihat Yoldur Hz. İdris peygamberi çekemeyen ve onu öldürmeye çalışan insanlar olmuş. Onun hakkında diğer peygamberlerde olduğu gibi birçok iftira atmışlar ve onu toplumun önünde küçük düşürmek için çalışmışlar. Başarılı olamayınca öldürmek için büyük bir plan yapıyorlar. Tam öldürmeye karar verdiklerinde İdris Peygamberi Allah, göğe yükseltiyor. Herkes İdris peygamberi arıyor ve bir türlü bulamıyor. İdris peygamberin oğlu, babasının göğe Allah’ın yanına yükseltildiğini söylüyordu. Halkı ise bunu bir türlü kabullenemiyordu. Her devirde olduğu gibi şer odakları yine boş durmadı. Şeytan ve şeytanlaşmış insanlar, Hz. İdris peygamberin Allah tarafından gelen ilahi kuralları görmezden geldiler. O, şer odakları İdris peygamberin, astroloji ve şehircilik çalışmalarını ön plana tutarak İdris peygamberi yücelttiler. İdris (A.S.) halkı tarafından sevilen bir peygamberdi. Onun ayrılığına bir türlü alışamamışlardı. Bir gün halkın tanımadığı biri, İdris peygamberin heykelini yapmış ve halkı başına toplamış ve şöyle demişti: - Kim İdris peygamberin heykelini yaparsa, onu çok sevdiğini göstermiş olacak. En iyi heykeli yapan Allah’ın rızasını kazanacak ve cennette idris peygamberle beraber olacaktır. Herkes bir ağızdan: - Olur mu böyle şey? 50 Nasihat Yoldur - Ben denedim ve huzura erdim. Rüyamda idris peygamberi gördüm. Bu heykelden dolayı beni kutladı ve size nasihat etmemi istedi. Karar sizin. Onu görmek isteyen, onu seven heykelini yapar. Toplanan kalabalığı gören İdris peygamberin oğlu, burada neler oldu biri bana anlatsın dedi. Anlatılanları dinledikten sonra şöyle dedi: - Bunu kim söyledi Herkes etrafına baktı o adamı göremediler. Herkes, şimdi buradaydı dediler. Adam ortada yoktu. - Daha önce o adamı gördünüz mü ? - Herkes ilk kez o adamı gördük dediler Bunun üzerine İdris Peygamberin oğlu şöyle seslendi: “ Sevgili kardeşlerim! Sizler gibi ben de babamı çok seviyor ve onun hasretiyle yanıp tutuşuyorum. Bu hasret İnşallah cennette kavuştuğumuzda son bulacak. Hepimiz öleceğiz. Cennete girebilmemiz için Allah’a ortak koşmayacağız. Allah’ın emir ve yasaklarına uyacağız. Hz. İdris peygamberin sünnetine uyacağız. Onu gösterdiği istikamette gidersek yarın öldüğümüzde cennette beraber olacağız. Az önce size gelen ve nasihat edeni ilk kez gördüğünüzü söylediniz ve şu an kayıplara karışmış, ortada yoktur. Peki sizce kimdir? Ya söyledikleri dinin hangi kuralına uygun. İşte dinlediğiniz ve gördüğünüz o adam şeytandır. Sizin duygularınızı ve İdris peygambere aşırı sevginizi kullanarak yoldan çıkmanız için çalışıyor. Sizi dinden soğutmak ve 51 Nasihat Yoldur Allah’tan uzaklaştırmak için planladığı iğrenç bir oyundur. Allah’a tövbe istiğfar edin. Şeytanın şerrinden Allah’a sığının. Hepimizi koruyacak olan Allah’tır. Dua ile Allah’a şöyle yalvaralım. Allah’ım günahlarımızı affet. Şeytan ve şeytanlaşmış insanların şerrinden bizi koru. Cennette bizi İdris peygamberimizle beraber olmayı nasip et” İnsanoğlu, her ne kadar doğruları, gerçekleri bilse de, nefsinin istek ve arzularına, şeytan ve şeytanlaşmış insanların sözüne çabuk itibar ediyor. Bazıları hatasını anlayıp tövbe ve istiğfar ile kendine çeki düzen verirken, yanlışlarında ısrar etmeye devam eder… 52 bazıları da Nasihat Yoldur Hz. Yusuf Kur’an-ı Kerim’de çok kıssalar anlatılır. Geçmiş kavimlerin yaptıkları iyi veya kötü davranışları ve hayat biçimlerim üzerinde durulur. Niçin? Müslümanlar ondan ders alsın diye. Kur’an-ı Kerim’de anlatılan kıssalar, olayın çok kısa bir özet verir. Ancak Yusuf süresi çok farklıdır. İlk üç ayet ve son dokuz ayet hariç, geri kalan ayetler tamamen Yusuf peygamberin hikâyesini anlatır. Böyle başka bir sure yoktur. Yusuf peygamberle ilgili herkes bir hikaye okumuş veya dinlemiştir. Yusuf peygamber, sağlığında ve vefatından sonra hep kıssaları konuşuldu. Onun hikâyeleri kıyamete kadar konuşulmaya devam edecektir. Bunun sebebi insanın fıtratında olan ve onun için, canlar verilmiş ve mallar feda edilen konulardır. Yusuf peygamber, dünyanın gelmiş geçmiş tek yakışıklı delikanlısı ve doğramış. Tarih, kadınlar onun için kadınların güzelliği için parmaklarını çıkan erkek kavgalarını ve ülkeler arası savaşları yazar. İnsan için para ve makam’da ayrı bir mücadele alanıdır. Yusuf peygamberin şahsında bu mücadeleyi görüyoruz. 53 Nasihat Yoldur Fazla yorum yapmadan, Yusuf süresini okumanızı ve kendi adınıza hangi dersleri çıkaracağınıza bir bakın… Rahmân 1. Elif. Lâm. ve Râ. Rahîm Bunlar, (olan) apaçık Allah'ın Kitab'ın adıyla. âyetleridir. 2. Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik. 3. (Ey Muhammed!) Biz, sana bu Kur'an-ı vahyetmekle geçmiş milletlerin haberlerini sana en güzel bir şekilde anlatıyoruz. Gerçek şu ki, sen bundan önce (bu haberleri) elbette bilmeyenlerden idin. 4. Bir zamanlar Yusuf, babasına (Ya'kub'a) demişti ki: Babacığım! Ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm. 5. (Babası) Yavrucuğum! dedi, rüyanı sakın kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar! Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır. 6. İşte böylece Rabbin seni seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce iki atan İbrahim ve İshak'a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya'kub soyuna da nimetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sahibidir. 7. Andolsun ki Yusuf ve kardeşlerinde, (almak) isteyenler için ibretler vardır. 8. (Kardeşleri) dediler ki: Yusuf’la kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki biz kalabalık bir cemaatiz. Şüphesiz ki babamız apaçık bir yanlışlık içindedir. 9. (Aralarında dediler ki) Yusuf’u öldürün veya onu (uzak) bir 54 Nasihat Yoldur yere atın ki babanızın teveccühü yalnız size kalsın! Ondan sonra 10. da (tövbe Onlardan biri: ederek) sâlih kimseler Yusuf’u öldürmeyin, olursunuz! eğer mutlaka yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan biri onu alsın (götürsün), dedi. 11. Dediler ki: "Ey babamız! Sana ne oluyor da Yusuf hakkında bize güvenmiyorsun! Oysa ki biz onun iyiliğini istemekteyiz. 12. Yarın onu bizimle beraber (kıra) gönder de bol bol yesin (içsin), oynasın. Biz onu mutlaka koruruz." 13. (Babaları) dedi ki: Onu götürmeniz beni mutlaka üzer. Siz ondan habersizken onu bir kurdun yemesinden korkarım. 14. Dediler ki: Hakikaten biz (kuvvetli) bir topluluk olduğumuz halde, eğer onu kurt yerse, o zaman biz gerçekten âciz kimseler sayılırız. 15. Onu götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman, biz Yusuf’a: And olsun ki sen onların bu işlerini onlar (işin) farkına varmadan, kendilerine haber vereceksin, diye vahyettik. 16. Akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler. 17. Ey babamız! dediler, biz yarışmak üzere uzaklaştık; Yusuf’u eşyamızın yanında bırakmıştık. (Ne yazık ki) onu kurt yemiş! Fakat biz doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın. 18. Gömleğinin üstünde sahte bir kan ile geldiler. (Yakub) dedi ki: Bilakis nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi. Artık 55 Nasihat Yoldur (bana düşen) hakkıyla sabretmektir. Anlattığınız karşısında (bana) yardım edecek olan, ancak Allah'tır. 19. Bir kervan geldi ve sucularını (kuyuya) gönderdiler, o da (gidip) kovasını saldı, (Yusuf’u görünce) "Müjde! İşte bir oğlan!" dedi. Onu bir ticaret malı olarak sakladılar. Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir. 20. (Kafile Mısır'a vardığında) onu değersiz bir pahaya, sayılı birkaç dirheme sattılar. Onlar zaten ona değer vermemişlerdi. 21. Mısır'da onu satın alan adam, karısına dedi ki: "Ona değer ver ve güzel bak! Umulur ki bize faydası olur. Veya onu evlât ediniriz." İşte böylece (Mısır da adaletle hükmetmesi) ve kendisine (rüyadaki) olayların yorumunu öğretmemiz için Yusuf’u o yere yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler. 22. (Yusuf) erginlik çağına erişince, ona (isabetle) hükmetme (yeteneği) ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle mükâfatlandırırız. 23. Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kapattı ve "Haydi gel!" dedi. O da" (Hâşâ), Allah'a sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmaz!" dedi. 24. Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz o ihlâslı kullarımızdandı. 56 Nasihat Yoldur 25. İkisi de kapıya doğru koştular. Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında onun kocasına rastladılar. Kadın dedi ki: Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya elem verici bir işkenceden başka ne olabilir! 26. Yusuf: "Asıl kendisi benim nefsimden murat almak istedi" dedi. Kadının akrabasından biri şöyle şahitlik etti: "Eğer gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, bu ise yalancılardandır." 27. "Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. Bu ise doğru söyleyenlerdendir." 28. (Kocası, Yusuf'un gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu görünce, (kadına): "Şüphesiz, dedi; bu, sizin tuzağınızdır. Sizin tuzağınız gerçekten büyüktür." 29. "Ey Yusuf! Sen bundan (olanları söylemekten) vazgeç! (Ey kadın!) Sen de günahının affını dile! dediler ki: Çünkü sen günahkârlardan oldun" 30. Şehirdeki bazı kadınlar Azizin karısı, delikanlısının nefsinden murat almak istiyormuş; Yusuf’un sevdası onun kalbine işlemiş! Biz onu gerçekten açık bir sapıklık içinde görüyoruz. 31. Kadın, onların dedikodusunu duyunca, onlara dâvetçi gönderdi; onlar için dayanacak yastıklar hazırladı. Her birine bir bıçak verdi. (Kadınlar meyveleri soyarken Yusuf’a): "Çık karşılarına!" dedi. Kadınlar onu görünce, onun büyüklüğünü anladılar. (Şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve dediler ki: Hâşâ 57 Nasihat Yoldur Rabbimiz! Bu bir beşer değil... Bu ancak üstün bir melektir! 32. Kadın dedi ki: İşte hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Ben onun nefsinden murat almak istedim. Fakat o, (bundan) şiddetle sakındı. Andolsun, eğer o kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden olacaktır! 33. (Yusuf) Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir! Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum! dedi. 34. Rabbi onun duasını kabul etti ve onların hilesini uzaklaştırdı. Çünkü O çok iyi işiten, pek iyi bilendir. 35. Sonunda (aziz ve arkadaşları) kesin delilleri görmelerine rağmen (halkın dedikodusunu kesmek için yine de) onu bir zamana kadar mutlaka zindana atmaları kendilerine uygun göründü. 36. Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri dedi ki: Ben (rüyada) şarap sıktığımı gördüm. Diğeri de: Ben de başımın üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bunun yorumunu bize haber ver. Çünkü biz seni güzel davrananlardan görüyoruz, dedi. 37. (Yusuf) dedi ki: Size yedirilecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Şüphesiz ben Allah'a inanmayan bir kavmin dininden uzaklaştım. Onlar ahireti inkâr edenlerin kendileridir. 38. Atalarım İbrahim, İshak ve Ya'kub'un dinine uydum. Allah'a 58 Nasihat Yoldur herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara olan lütfundandır. Fakat insanların çoğu şükretmezler. 39. Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı? 40. Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. 41. Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyalarınıza gelince), biriniz (daha önce olduğu gibi) efendisine şarap içirecek; diğeri ise asılacak ve kuşlar onun başından (beynini) yiyecekler. Yorumunu sorduğunuz iş (bu şekilde) kesinleşmiştir. 42. Onlardan, kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki: Beni efendinin yanında an, (umulur ki beni çıkarır). Fakat şeytan ona, efendisine anmayı unutturdu. Dolayısıyla (Yusuf), birkaç sene daha zindanda kaldı. 43. Kral dedi ki: Ben (rüyada) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek gördüm. Ayrıca, yedi yeşil başak ve diğerlerini de kuru gördüm. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, benim rüyamı da bana yorumlayınız. 44. (Yorumcular) dediler ki: Bunlar karmakarışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilenlerden değiliz. 59 Nasihat Yoldur 45. (Zindandaki) iki kişiden kurtulmuş olan, uzun bir zaman sonra (Yusuf’u) hatırlayarak dedi ki: Ben size onun yorumunu haber veririm, beni hemen (zindana) gönderin. 46. (Yusuf’un yanına gelerek dedi ki) Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi! (Rüyada görülen) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan (başaklar) hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki, insanlara (isabetli yorumunla) dönerim de belki onlar da doğruyu öğrenirler. 47. Yusuf dedi ki: Yedi sene âdetiniz üzere ekin ekersiniz. Sonra da yiyeceklerinizden az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında (stok edip) bırakınız. 48. Sonra bunun ardından, saklayacaklarınızdan az bir miktar (tohumluk) hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi yeyip bitirecek yedi kıtlık yılı gelecektir. 49. Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki, o yılda insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda (meyve suyu ve yağ) sıkacaklar. 50. (Adam bu yorumu getirince) kral dedi ki: "Onu bana getirin!" Elçi, Yusuf’a geldiği zaman, (Yusuf) dedi ki: "Efendine dön de ona: Ellerini kesen o kadınların zoru neydi? diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir." 51. (Kral kadınlara) dedi ki: Yusuf’un nefsinden murat almak istediğiniz zaman durumunuz neydi? Kadınlar, Hâşâ! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük görmedik, dediler. Azizin karısı da dedi ki: "Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murat almak istemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyenlerdendir." 60 Nasihat Yoldur 52. (Yusuf dedi ki): Bu, azizin yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir. 53. (Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir. 54. Kral dedi ki: Onu bana getirin, onu kendime özel danışman edineyim. Onunla konuşunca: Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin, dedi. 55. "Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim" dedi. 56. Ve böylece Yusuf'a orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde yetki verdik. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi eriştiririz. Ve güzel davrananların mükâfatını zayi etmeyiz. 57. İman edip de (kötülüklerden) sakınanlar için ahiret mükâfatı daha hayırlıdır. 58. Yusuf’un kardeşleri gelip onun huzuruna girdiler, (Yusuf) onları tanıdı, onlar onu tanımıyorlardı. 59. (Yusuf) onların yüklerini hazırlayınca dedi ki: "Sizin baba bir kardeşinizi de bana getirin. Görmüyor musunuz, ben ölçeği tam dolduruyorum ve ben misafirperverlerin en iyisiyim. 60. Eğer onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size verilecek bir ölçek (erzak) yoktur, bana hiç yaklaşmayın!" 61. Dediler ki: Onu babasından kuşkusuz bunu yapacağız. 61 istemeye çalışacağız, Nasihat Yoldur 62. (Yusuf) emrindeki gençlere dedi ki: Sermayelerini yüklerinin içine koyun. Olur ki ailelerine döndüklerinde bunun farkına varırlar da belki geri gelirler. 63. Babalarına döndüklerinde dediler ki: Ey babamız! Erzak bize yasaklandı. Kardeşimizi (Bünyamin'i) bizimle beraber gönder de (onun sayesinde) ölçüp alalım. Biz onu mutlaka koruyacağız. 64. Ya'kub dedi ki: Daha önce kardeşi (Yusuf) hakkında size ne kadar güvendiysem, bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim! (Ben onu sadece Allah'a emanet ediyorum); Allah en hayırlı koruyucudur. O, acıyanların en merhametlisidir. 65. Eşyalarını açtıklarında sermayelerinin kendilerine geri verildiğini gördüler. Dediler ki: Ey babamız! Daha ne istiyoruz. İşte sermâyemiz de bize geri verilmiş. (Onunla yine) ailemize yiyecek getiririz, kardeşimizi koruruz ve bir deve yükü de fazla alırız. 66. Çünkü bu (seferki aldığımız) az bir miktardır. (Ya'kub) dedi ki: Kuşatılmanız (ve çaresiz kalma durumunuz) hariç, onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah adına bana sağlam bir söz vermediğiniz takdirde onu sizinle beraber göndermem!" Ona (istediği şekilde) teminatlarını verdiklerinde dedi ki: Söylediklerimize Allah şahittir. 67. Sonra şöyle dedi: Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah'tan başkasının değildir. (Onun için) ben yalnız O'na dayandım. Tevekkül edenler yalnız O'na dayansınlar. 62 Nasihat Yoldur 68. Babalarının kendilerine emrettiği yerden (çeşitli kapılardan) girdiklerinde (onun emrini yerine getirdiler. Fakat bu tedbir) Allah'tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savamazdı; ancak Ya'kub içindeki bir dileği açığa vurmuş oldu. Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik. Fakat insanların çoğu bilmezler. 69. Yusuf'un yanına girdiklerinde öz kardeşini yanına aldı ve "Bilesin ki ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme" dedi. 70. (Yusuf) onların yükünü hazırladığı zaman maşrabayı kardeşinin yükü içine koydu! (Kafile hareket ettikten) sonra bir tellal: Ey kafile! Siz hırsızsınız! diye seslendi. 71. (Yusuf'un kardeşleri) onlara dönerek: Ne arıyorsunuz? dediler. 72. Kralın su kabını arıyoruz; onu getirene bir deve yükü (bahşiş) var dediler. (İçlerinden biri) Ben buna kefilim, dedi. 73. Allah'a andolsun ki, bizim yeryüzünde fesat çıkarmak için gelmediğimizi siz de biliyorsunuz. Biz hırsız da değiliz, dediler. 74. (Yusuf'un adamları) dediler ki: Peki, siz yalancıysanız bunun cezası nedir? 75. "Onun cezası, kayıp eşya, kimin yükünde bulunursa işte o (şahsa el koymak) onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız" dediler. 76. Bunun üzerine Yusuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini (aramaya) başladı. Sonra da onu, kardeşinin yükünden çıkarttı. İşte biz Yusuf’a böyle bir tedbir öğrettik, 63 Nasihat Yoldur yoksa kralın kanununa göre kardeşini tutamayacaktı. Ancak Allah'ın dilemesi hariç. Biz kimi dilersek onu derecelerle yükseltiriz. Zira her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır. 77. (Kardeşleri) dediler ki: "Eğer o çaldıysa, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı." Yusuf bunu içinde sakladı, onlara açmadı. (Kendi kendine) dedi ki: Siz daha kötü durumdasınız! Allah, sizin anlattığınızı çok iyi bilir. 78. Dediler ki: Ey aziz! Gerçekten onun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizim birimizi alıkoy. Zira biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz. 79. Dedi ki: Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını yakalamaktan Allah'a sığınırız, o takdirde biz gerçekten zalimler oluruz! 80. Ondan ümitlerini kesince, (meseleyi) gizli görüşmek üzere ayrılıp (bir kenara) çekildiler. Büyükleri dedi ki: "Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de Yusuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya benim için Allah hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım. O hükmedenlerin en hayırlısıdır. 81. Babanıza dönün ve deyin ki: "Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın bekçileri değiliz. 82. (İstersen) içinde bulunduğumuz şehire (Mısır halkına) ve aralarında geldiğimiz kafileye de sor. Biz gerçekten doğru söylüyoruz." 64 Nasihat Yoldur 83. (Babaları) dedi ki: "Hayır, nefisleriniz sizi (böyle) bir işe sürükledi. (Bana düşen) artık, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir." 84. Onlardan yüz çevirdi, "Ah Yusuf'um ah!" diye sızlandı ve kederini içine gömmesi yüzünden gözlerine boz geldi. 85. (Oğulları) "Allah'a andolsun ki sen hâla Yusuf'u anıyorsun. Sonunda ya hasta olacaksın ya da büsbütün helâk olacaksın!" dediler. 86. (Ya'kub) Ben sadece gam ve kederimi Allah'a arz ediyorum. Ve ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum, dedi. 87. Ey oğullarım! Gidin de Yusuf'u ve kardeşini iyice araştırın, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez. 88. Yusuf'un yanına girdiklerinde dediler ki: Ey aziz! Bizi ve ailemizi kıtlık bastı ve biz değersiz bir sermaye ile geldik. Hakkımızı tam ölçerek ver. Ayrıca bize bağışta da bulun. Şüphesiz Allah sadaka verenleri mükâfatlandırır. 89. Yusuf dedi ki: Siz, cahilliğiniz yüzünden Yusuf ve kardeşine yaptıklarınızı biliyor musunuz? 90. Yoksa sen, gerçekten Yusuf musun? dediler. O da: (Evet) ben Yusuf’um, bu da kardeşim. (Birbirimize kavuşmayı) Allah bize lütfetti. Çünkü kim (Allah'tan) korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah güzel davrananların mükâfatını zayi etmez, dedi. 65 Nasihat Yoldur 91. (Kardeşleri) dediler ki: Allah'a andolsun, hakikaten Allah seni bize üstün kılmış. Gerçekten biz hataya düşmüşüz. 92. (Yusuf) dedi ki: "Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir." 93. "Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, (gözleri) görecek duruma gelir. Ve bütün ailenizi bana getirin." 94. Kafile (Mısır'dan) ayrılınca, babaları (yanındakilere): Eğer bana bunamış demezseniz inanın ben Yusuf'un kokusunu alıyorum! dedi. 95. (Onlar da) Vallahi sen hâla eski şaşkınlığındasın, dediler. 96. Müjdeci gelince, gömleği onun yüzüne koyar koymaz (Ya'kub) görür oldu. Ben size: "Allah tarafından (vahiy ile) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim" demedim mi! dedi. 97. (Oğulları) dediler ki: Ey babamız! (Allah'tan) bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü biz gerçekten günahkârlar idik. 98. (Ya'kub) Sizin için Rabbimden af dileyeceğim. Çünkü O çok bağışlayan, pek esirgeyendir, dedi. 99. (Hep beraber Mısır'a gidip) Yusuf’un yanına girdikleri zaman, ana-babasını kucakladı, "Güven içinde Allah'ın iradesiyle Mısır'a girin!" dedi. 100. Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için (ona kavuştukları için) secdeye kapandılar. (Yusuf) dedi ki: "Ey babacığım! İşte bu, daha önce (gördüğüm) rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Doğrusu Rabbim bana 66 Nasihat Yoldur (çok şey) lütfetti. Çünkü beni zindandan çıkardı ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz ki Rabbim dilediğine lütfedicidir. Kuşkusuz O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir." 101. "Ey Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim sahibimsin. Beni Müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat!" 102. İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin). 103. Sen ne kadar üstüne düşsen de insanların çoğu iman edecek değillerdir. 104. Halbuki sen bunun için (peygamberlik görevini îfa için) onlardan bir ücret istemiyorsun. Kur'an, âlemler için ancak bir öğüttür. 105. Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler. 106. Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler. 107. Allah tarafından kuşatıcı bir felâket gelmesi veya farkında olmadan kıyametin ansızın kopması karşısında kendilerini emîn mi gördüler? 108. (Resûlüm!) De ki: "İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim." 67 Nasihat Yoldur 109. Senden önce de, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik. (Kâfirler) yeryüzünde hiç gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler! Sakınanlar için ahiret yurdu elbette daha iyidir. Hâla aklınızı kullanmıyor musunuz? 110. Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) suçlular topluluğundan azabımız asla geri çevrilmez. 111. Andolsun onların (geçmiş peygamberler ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. (Bu Kur'an) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan (bir kitaptır); iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir. 68 Nasihat Yoldur Çingene ve Yahudiler Yeryüzünde çeşit çeşit milletler var. Allah her millete dünyaya yön verme ve dünyayı yönetme üstünlüğü vermiş. Bir kısmı verilen bu üstünlüğü hakkıyla yerine getirirken, bir kısmı çok kötü kullanmıştır. Dünyaya yön vermiş, sonra rezil edilmiş bir çok millet vardır. Bunlardan iki millet çok ilginç özelliklere sahiptir ve günümüzde de nesilleri devam etmektedir. Birincisi Çingeneler, ikincisi Yahudiler. Çingenler, dünyaya hükmeden ve yöneten bir milletti. En çok Mısır’da hükmetmiştir. M.Ö. yaklaşık 2000 yılı aşkın yönetimde kalmışlar. Sanatta, eğitimde, bilimde dünyaya yön vermişler. Dünyaya hükmettiklerinin ve teknolojiye ne kadar hakim olduklarını yaptıkları Piramitler gösteriyor. Bugün bile herkes o piramitleri hayranlıkla görmek için Mısır’a gidiyor. Çingenelerin krallarına Firavun denirdi. 69 Nasihat Yoldur Çingeneler, müzik ve eğlencede sınır tanımıyorlardı. İnanç sistemlerini bu eğlencenin üzerine kurmuşlardı. Yüzlerce yıl dünyaya hükmederken onların sonlarını hazırlayan İsrail oğulları oldu. Firavun bir gün bir rüya görür ve onu kâhinlere yorumlatır. “Yahudilerden doğacak bir erkek çocuğu senin sonunu getirecek” demesi üzerine, yeni doğmuş ve doğacak bütün Yahudi erkek bebeklerini öldürtür. Musa peygamber o zaman dünyaya gelmiş, annesi bir sandala koymuş ve Nil nehrine bırakmıştı. O bebek Firavun’un sarayının yakınlarında bulunur ve firavun ailesi ona bakar. Gün gelir o baktıkları bebek, karşılarına peygamber olarak çıkmıştır. Firavun onun getirdiği dine inanmaz. Musa peygamberi Musa sıradan bir sihirbaz olarak görür. peygamberi, büyük sihirbazların mat edeceğini düşünerek onu düelloya davet eder. Bütün halkın izlediği gösteride, sihirbazlar hünerlerini gösterir ve Hz. Musa, elindeki asayı yere attığında asa büyük bir yılına döner. Sihirbazların halkın gözlerini boyadığı gösteri malzemelerini ve her şeyi yutar. Hz. Musa (A.S.)’ın asasının sıradan bir sihir malzemesi olmadığını gördüler. Bunun üzerine sihirbazlar, Allah’a iman ettiler. Halk Hz. Musa’nın Allah’ın peygamberi olduğunu düşündü. Firavun, halkın kendisine olan inancını kaybetmemek için, Hz. Musa’yı sihirbazların hocası olarak gösterip, iman eden sihirbazları çaprazlama ellerini ve ayaklarını kestirerek halkına gözdağı verdi. 70 Nasihat Yoldur Hz. Musa, İsrail oğullarını toplayarak şehirden kaçtı. Bunun üzerine Firavun ordusunu topladı ve arkasından takibe koyuldu. Hz. Musa ve kavmi, kızıl denize geldiler ve arkasından firavunun ordusu geliyordu. Kaçacak bir yerleri yoktu. Hz. Musa, asasını denize vurdu ve deniz ikiye ayrıldı. Denizin ortasından hızla uzaklaşıyorlardı. Firavun da arkasından takibe koyuldu. Kızıl denizin ortasına gelince sular birleşiverdi. Firavun ve askerleri suların birleştiğini görünce hemen secdeye kapanıp, “Musa’nın ilahına inandık” dediler. İş işten geçmişti, firavun ve ordusu boğulmuştu. Firavun’un secdeye kapanmış cesedi bugün İngiltere’de bir müzede sergilenmeye devam ediyor. Çingene milleti, Firavun’un ölümünden sonra bir daha toparlanamadı ve güçlerini kaybettiler. Zaman içerisinde, iktidar mücadelesi ve savaşlar nedeniyle tabiri caizse çil yavrusu gibi dağıldılar. Dünyanın her ülkesinde dağılmış ve yaşam mücadelesine devam ediyorlar. Allah’ın kendilerine bahşettiği unutup dünya liderliğini iyi eğlencelerini ilah değerlendiremediler. Allah’ı edindiler. Allah’ın gönderdiği peygamberi yok etmek isterken kendisi ve ordusu yok oldu. Kavmi de aynı yanlışı devam ettirmeleri nedeniyle zelil olarak dünyanın her tarafına sürüldüler. Bu gün dünyanın her yerinde küçük gruplar olarak yaşamlarını sürdürüyorlar. İstisnalar hariç, büyük çoğunluğu inançlarını o ülkelerin inancına göre yaşamak isteseler de pek 71 Nasihat Yoldur oralı değillerdir. Onların en büyük yaşam sevinci ve inançlarının temelini müzik ve eğlence oluşturur. Yahudiler, Musa peygamberle, firavunun zulmünden kurtuldular. Kızıl denizin yarıldığını, firavun ve ordusunun boğulduğunu gördüler. Geldikleri Sina çölünde hiçbir şey yoktu. Allah onlara cennetten bıldırcın eti ve kuvvet macunu gönderiyordu. Hz. Musa asasını bir taşa vurdu ve 12 yerinden su fışkırmaya başladı. Bunları bizzat gözleri ile görüp şahit oldular. Sonraları İsrailoğulları Hz. Musa’ya isyan ettiler ve dediler ki; “ Biz bıldırcın eti ve kuvvet macunu istemiyoruz. Biz yerin bitirdiği soğan ve yeşillikler istiyoruz.” Yahudiler bununla da yetinmediler ve Allah’a isyan ettiler. Allah onların bu isyanlarına karşı onları domuz suretine çevirdi. Tövbe istiğfar ettiler, sonra Allah bağışladı. Hz. Musa, Tur dağına Allah ile görüşmeye çıkmıştı. Yahudilerin başına kardeşi Harun’u peygamber olarak bırakmıştı. 40 gün sonra döndüğünde Yahudiler, altından bir buzağı yapmışlar ve ona tapmaya başlamışlardı. Hz. Musa onları bu yanlışından zor vazgeçirmişti. Allah’ın bütün mucizelerini görmelerine rağmen, başlarına gelen felaketten yine Allah’ın lütfüyle kurtulan bir kavimdi. Onlar kendilerini Allah’ın yeryüzüne üstün bir millet olarak gönderdiğine inanmaktaydılar. Yahudilerin cumartesi günleri avlanmaları yasaktı. Balıklar cumartesi günleri kıyıya çıkar ve hemen geri dönerlerdi. Diğer 72 Nasihat Yoldur günleri avlanmaya çıktıklarında hiçbir balık yakalayamazlardı. Tabiri caizse balıklar, onlarla dalga geçerlerdi. Bu da bir Allah’ın imtihanı idi. Bunu anlamadılar ve cumartesi günleri avlanmaya başladılar. Yahudiler, bugünkü Ortadoğu’da büyük devletler kurdular. Başta Roma İmparatorluğu olmak üzere iç ve dış savaşlar nedeniyle parçalandılar. En son Yahudi devleti 132 yılında yıkıldı. Bütün devletler, Yahudileri bir ur gibi gördüler. 1492 yılında İspanyollar Yahudiler’i katlederken Osmanlı devleti himayesine almış ve ülkemize getirmiştir. İkinci dünya savaşında Almanlar Yahudileri fırınlara atıp yakmıştır. O günden sonra hiç bağımsız bir devlet kuramadılar. Yahudiler, yaşadıkları bütün ülkelerde çok zengin olduklarından ülke yönetiminde mutlaka söz sahibi idiler. Lobicilikleri çok güçlüydü. İşte bu nedenle Amerika ve İngilizlerin yardımı ile 1948 yılında İsrail devletini kurdular. Bugün Amerika desteğini çektiği an İsrail diye bir devlet olmaz. Bugünkü İsrail devleti yapay bir devlettir. Elindeki atom bombaları, teknolojinin bütün imkânları, onların askeri dehası hiçbir işe yaramaz. Yahudilerin dünya malına sevgileri çoktur. Malını çok seven canını veremez. Amerika gücünü kaybettiğinde veya desteğini çektiğinde İsrail’in ekabirleri ülkesini terk eder gider. Kalan gariban Yahudi insanları olur. Yahudiler, Filistin’de bir devlet kurmak için II. Abdülhamit’in huzuruna çıkıp şöyle demişlerdi: “Filistin’de bize 73 Nasihat Yoldur toprak ver ve karşılığında Osmanlının bütün borcunu ödeyelim.” II. Abdülhamit şöyle dedi: “Orası neyle alınmışsa öyle verilir.” bu söz onları şok etmişti. Orası savaşarak alındı ve savaşarak verilecekti. Bir dönem dünyayı yöneten ve üstün bir millet olan Yahudiler, yaklaşık 1800 yıl devletsiz yaşadılar. Çok büyük işkenceler ve zulümler gördüler. Her zaman bulundukları yerde zengin ve hatır sahibi insanlar oldular. Düşmanlıklarını gizli tutarlar. Dost görünürken her zaman arkadan vururlar. Bunlar tarihi vakalar. İçlerinde birkaç grubun iyi niyeti geneli kapsamıyor. Yahudiler, iyi insanlar olsaydı gördükleri o zulüm ve işkencelerin daha fazlasını Filistinlilere yapmazlardı. Yaptıkları katliamlar lanete uğradıklarının birer belgesidir. Dünyanın en büyük lobisi, para babalarının en büyükleri Yahudi kökenlidir. İsrail devletini kurmalarına rağmen hiç birisinin huzur ve güven ortamları yoktur. Varlık içinde zelil bir hayat sürüyorlar. Bugün sürdürürken, Çingeneler, zor Yahudiler, lüks şartlar altında yaşamlarını hayat içinde yaşamlarını sürdürüyor. Biri zengin, biri fakir. Geçmişte her ikisi ayrı ayrı dönemlerde dünyaya hükmetmiş birer millet iken bugün Dünya kamuoyunda ikisi de iticiliklerini sürdürmektedir… 74 Nasihat Yoldur Peygamberin Halifeleri Halife deyince akla ilk 4 halife gelir. Peygamber efendimizi temsil eden yöneticiler. Halifeyi üç bölümde incelemek gerekiyor. Birincisi Allah’ın yarattığı her insan bir halife, ikincisi 4 halife dönemi. Üçüncüsü kral halifeler dönemi. İnsanoğlundan önce dünyada cinler yaşıyordu. Hepsi yeryüzünü fesada soktuklarından dolayı Allah onları rezil rüsva etmiştir. Sonra Allah, insanı yeryüzünün halifesi yapmıştır. Bu hususta Bediüzzaman İşaratü’l-İ`caz’da şunları söylemektedir: “Ben yeryüzünde kendime bir halife yaratacağım”(Bakara, 2/30) ayetindeki “Halife” tabiri, dünyanın, insanların hayatına elverişli şartlara sahip olmazdan evvel yeryüzünde idrakli (düşünen) bir mahlukun bulunmuş olduğuna ve o mahlukun hayatına o zamandaki yerin evvelki vaziyetleri muvafık ve müsait bulunduğuna işarettir. “Halife” tabirinin bu manaya delaleti, hikmet gereğidir. Amma meşhur olan manaya göre, o 75 Nasihat Yoldur idrak sahibi mahluk, cinlerin bir nevi (çeşidi) imiş; yaptıkları fesattan dolayı insanlar ile değiştirilmişlerdir.” Allah, bizi dünyaya hem halife yapmış hem de imtihan yeri kılmış. Enam süresinin 165.ayetinde bu olay şöyle anlatılıyor: “O sizi yeryüzünün halifelerini yapan, size verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için kiminizi kiminizde derecelerle üstün kılan O’dur…” bu ayetten anlıyoruz ki insan ekonomik olarak, manevi olarak, yönetici olarak ve farklı özellikleri nedeniyle bir birlerine karşı üstünlükleri var. İnsanın yaradılışında yöneticilik var. Sanırım bu özellik Allah’ın insanı halife olarak yaratmasında hikmet saklı. Bütün canlılar yöneticilikten kaçıp sade yaşamayı tercih ederken insan yönetmeye talip oluyor. Allah bize bu olayı Ahzap süresi 72.ayetinde “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara sunduk; onu yüklenmekten kaçındılar, on(un) sorumluluğundan korktular; onu insan yüklendi; (bununla beraber onun hakkını tam yerine getirmedi), doğrusu o, çok zâlim, çok câhildir” buyuruyor. İnsan Allah’a tam kul olamadığı zaman yani Allah’ın emir ve yasaklarına tam riayet etmediği zaman büyük sorunlar ortaya çıkıyor. İnsan da ruh, nefis ve akıl var. Ruh; Allah’ın emir ve yasaklarını dinleyendir. Nefis; şeytani istekler ve Allah’a isyan edendir. Akıl; bunları yönetme sanatıdır. Akıl yönetebilmesi için ona yardımcı kuvvetler lazım. 76 Nasihat Yoldur Heraklius, peygamber efendimiz döneminde Bizans imparatoruydu. Peygamberimiz İslama davet için bütün devletlere mektup göndermişti. O İslama davet mektuplarından biri de dönemin en büyük süper gücü olan Bizans İmparatoruna 628 yılında göndermişti. Büyük bir dikkatle elçiyi dinleyen Heraklius, bir araştırma yapar. Heraklius islama davet mektubu geldiğinde Şam’da idi. ticaret için Mekke’den gelen tüccarlardan peygamber efendimiz ile ilgili bilgi aldı. Kendisi de bu konuyla ilgili okumuş ve geniş bilgiye sahipti. Beklenen peygamber buydu. Devleti yöneten ve ileri gelenleri toplayıp kapıları kilitletti. Heraklius devletin ileri gelenlerine şöyle der: “ Bana Arap yarımadasından bir mektup geldi. Beni ve sizleri islama davet ediyor. Araştırdım ve bizim kitabımızda onun işaretleri var. Beklenen peygamber budur. İslamı kabul edelim ne dersiniz.” Bu konuşma üzerine herkes homurdanmaya ve sert tepkilerini ortaya koyup odadan çıkmak istediler. Heraklius, korkusundan ve makam sevgisinden dolayı İslamı kabul edemedi ve onlara şöyle dedi: “ Ben sizi denedim. Dininize ne kadar sadıksınız diye. Görüyorum ki tek ses, tek yürek birlik ve beraberlik içinde devletimizin geleceği için çalışan bir ekibim var. Sizlerle gurur duyuyorum. ” dedi Heraklius, Müslüman olmak istemişse de, makam ve ölüm korkusundan îmân etmedi. Peygamberimize yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Hz. İsâ'nın müjdelediği ALLAH'ın Rasûlü Muhammed'e Rum hükümdârı Kayser'den, Elçin 77 Nasihat Yoldur mektubunla birlikte bana geldi. Ben şehâdet ederim ki sen Allah’ın hak Rasûlüsün. Zaten biz seni İncil'de yazılı bulduk ve Hz. İsa seni bize müjdelemiş idi. Rumları sana îmân etmeye da'vet ettim. Fakat îmân etmeye yanaşmadılar. Onlar beni dinleselerdi muhakkak ki, bu onlar için hayırlı olurdu. Ben senin yanında bulunup, sana hizmet etmeyi ve ayaklarını yıkamayı çok arzu ediyorum." Kudüs, Hz. Ömer zamanında fethedildiğinde, Heraklius, gözyaşları içinde elveda diyordu. Bunu gören yardımcılarından biri şöyle der: “ Tekrar savaşırsak Kudüs’ü Müslümanların elinden alırız.” deyince Heraklius: “Ben kutsal kitaplarımızda okudum. Üzerinde bulunduğumuz bu topraklar Müslümanlar tarafından ele geçirilecek ve bir daha kazanma şansımızın olmadığını yazıyor ve onun için ağlıyorum” Heraklius, her şeyin farkında ve olacakları bilen biriydi. Vicdanına, ruhunun derinliklerinden gelen o doğruları aklıyla onaylıyordu. Nefsin ve şeytanın isteklerine boyun eğiyordu. Ne acı değil mi? Gerçekleri bildiği halde, yanlış yolda gitmek. Sonuçta inandığın gibi yaşamaz isen, yaşadığın gibi inanırsın. Peygamberimiz döneminde Müslüman olanlar tam bir sadakatle Kur’an’a ve peygambere bağlıydı. Dört halife dönemi olan Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali zamanında aynı bağlılık devam etti. Peygamber efendimizin vefatı ile Müslümanlar büyük bir üzüntü yaşadılar. Yaşam bir taraftan devam ediyordu. Devleti yönetecek bir lider seçilecekti. Büyük istişarelerden sonra Hz. 78 Nasihat Yoldur Ebubekir ilk halife seçildi. İki yıl halifelik yaptı. Bazı kişiler kendisine Ey Allah’ın halifesi dediği zaman, hemen müdahale eder, ben Resulullah’ın halifesiyim derdi. Aynı sözler Hz. Ömer halife olduğunda da söylendi ve o da Ebubekir gibi aynısını söyler ve derdi ki: ben Resulullah’ın halifesiyim derdi. İltifat, göze girmek veya bir art niyet olmadan Allah’ın halifesi denmesine hem Hz. Ebubekir, hem de Hz. Ömer tepki göstermişler. Bunun yanında diğer Müslümanlar da tepki göstermişler. Allah’ın bir yardımcıya veya onu temsil edecek bir halifeye ihtiyacı yok. Böyle düşünmek bir şirktir. Peki “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” bakara 30.ayetini nasıl açıklayacağız. Burada Allah kendisine bir halife tayin etmiyor. İnsanın yaratılış hikayesini yukarıda anlattık. Orada yaşananları özetlersek, cinler dünyayı yaşanmaz hale getirdi, İblis ve melekler ordusu onları yerle bir etti. Allah yeryüzünde adaleti ve kulluğu yerine getirecek ve düzen sağlayacak insanı yaratmaya karar verdi. Bu yarattığı insanın çok mükemmel olduğunu ve çok büyük özellikler haiz olduğunu belirten unvan Halifeliktir. Böylece bütün canlıların dikkatini insanoğlunun üzerine odaklanmasını sağlamıştır. Bazı kelime ve cümleler zaman içinde manası ve içeriği değişir. Cümle aynı kalır, anlamı 180 derece yer değiştirir yani tam zıt anlama dönüşebilir. Mesela “ haydan gelen, Huya gider.” Biz milletçe bu cümleyi kullanırken hangi anlamı yüklüyoruz. Haramdan gelen harama gider veya buna benzer olumsuz işler için kullanırız. Oysa ki bu cümlenin anlamı 79 Nasihat Yoldur ”Allah’tan gelen, Allah’a gider” değil mi? Hay’da Huy’da Allah’ın isimlerinden biri. Bunun gibi bir çok deyim, atasözü ve veciz sözlerin anlamı kullanıldığı yere göre değişmektedir. Kurandaki halife, istişareler sonucunda seçilen halifeler,( özellikle dört halife dönemi) ve kral halifeler( Emevi, Abbasi ve Osmanlı halifeleri babadan oğula devam eden bir halifelik.) dikkat ederseniz halifelik kelime olarak aynı ama içerik olarak devamlı değişime uğramış. 80 Nasihat Yoldur İmtihan Hz. Osman’ın hilafeti ile başlayan ve Yezid’in ölümü ile biten yaklaşık 40 yıllık zaman içinde yaşanan olaylar çok acıklı ve hazin olaylar meydana gelmiştir. Bu dönemde yaşanan hadiselerin başlıcaları şöyle: yakın akrabaların vali olarak atanması, Hz. Osman’ın şehit edilmesi ve günlerce kaos yaşanması, Hz. Ali Sahibelerin ileri gelenlerinin yoğun baskısı sonucunda halife seçilmesi, Şam valisi Muaviye’nin Hz. Ali’ye biat etmemesi, Hz. Osman’ın katillerinin bulunamaması ve buna bağlı olarak Cemel vakıasının yaşanması, Sıffin savaşı, Hakem olayı, Hz. Ali’nin Şehit edilmesi, Hz. Hasan’ın zehirlenerek şehit edilmesi, meşhur Kerbela olayı ve Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi, Mekke ve Medine’nin kuşatılması, Kabe’nin talan edilmesi ve binlerce insanın katledilmesi bu acı olaylar inananlarda çok büyük bir iz bırakmıştır. Peygamber efendimiz bir hadisi şeriflerinde: “Ashabım gökteki yıldızlar kavuşursunuz.” 81 gibidir, Bu hangisine nedenle hiçbir uyarsanız selamete sahabe efendimizi Nasihat Yoldur eleştiremeyiz ve gönül koyamayız. En iyi yönetici olmak isteyen, en iyi ve başarılı politikacı olmak isteyen, hissi ve duygusal davranmayıp gerçekleri olduğu gibi kabullenecek olanlar, yukarıda bahsettiğim olayları değişik kaynaklardan okuyup araştırabilirler. Her bir yaşanan hadiselere ciltlerce kitap yazılır, yazılmaya devam ediyor ve yazılmış yüzlerce eserler var. Önemli olan yaşananlardan kendimize iyi bir ders çıkarmaktır. Hayata bakış açımıza çok büyük yön verecektir. Bütün bunları okurken asla sahabe efendilerimize şu haklı, şu haksız gibi cümleler kullanmayacağız ve gönül koymayacağız. Çünkü bu dünya imtihan dünyasıdır. Dünyada iken cennetle müjdelenen on sahabe vardı. Bunlardan ikisi Hz. Ali İle Zübeyir bin Avam’dır. Ayrıca bu iki sahabe hala ve dayı çocukları idi. Cemel Vakıası, Hz. Osman’ın katili bulunmadı diye Hz. Ali’ye karşı yapılan bir savaştı. Bu savaşta Hz. Ali ile Zübeyir bin Avam, kılıçla birbiriyle çarpışırken, Hz. Ali, halasının oğlu Zübeyir’e şöyle seslendi: “ Hatırlıyor musun bir gün Resulullah’ın dizinin dibinde ikimiz oturuyorduk. Bir sana baktı ve bir bana baktı. Sonra sana dönüp şöyle dedi. Zübeyir bin Avam, bir gün Ali’nin karşısına çıkacaksın ve o gün sen haksızsın” demişti. Bir an düşünüp ve şöyle dedi: “ Evet, hatırladım öyle söylemişti. Hakkını helal et. Kılıcımı bırakıyorum ve gidiyorum” dedi. Savaş alanını bırakıp giderken bir kem talihli adam, Hz. Ali’ye yaranmak için Zübeyir bin Avam’ı arkadan hançerleyip şehit ediyor. O katil gelip Hz. Ali’ye şöyle der: “ Ya Ali! Müjdemi 82 Nasihat Yoldur isterim senin en büyük düşmanın Zübeyir bin Avam’ı öldürdüm.” bunun üzerine Hz. Ali Şöyle der: “ Ben bu iki kulaklarımla peygamberimizden duydum. “Kim Zübeyir bin Avam’ı şehit ederse onu cehennemle müjdelerim.” ben de seni cehennem ile müjdeliyorum dedi. Cemel vakıası veya savaşı, Hz. Osman’ın katillerinin bulunmamasına gösterilen bir tepkiydi. Hz. Ali’den bunu soruyorlardı. Kılıçlar çekildiği anda bile sahabe efendilerimiz yine hakikatlerin yanında. Nefislerinin istek ve arzularına göre hareket etmiyor. Buna en güzel örneklerden biri yukarıda anlattığımız olaydır. Peygamber efendimizin sözünü hatırlayınca Zübeyir Bin Avvam, hemen kılıcını indirir ve özür diler. Sanırım sır burada saklı. İnsan beşerdir. Şaşar ve unutur. Hatırlayınca da hemen gereğini yapar. Yaşadıkları zaman diliminde nefislerinin peşinden koşup giden değil, af dileyip tövbe isteyenler kazanacaklardır. Bir de doğruları gördüğü halde içinde bulunduğu koşullardan dolayı eli kolu bir noktada bağlı olan insanlar var. Ne yapacağını bilemeyen gerçekleri gördüğü halde o ortamdan ayrılamayan ve içi kan ağlayan insanlar var. Sıffın savaşında Hz. Ali ile Muaviye’nin ordusu savaşıyordu. Savaş tam hızlanmıştı. Muaviye’nin komutanı Amr bin As’tı. Hz. Ali’nin ordusunda savaşan Ammar Bin Yasir şehit olmuştu. Ardından yine Hz Ali’nin saflarında çarpışan Veysel Karani’de şehit olmuştu. Bir anda peygamberimizin 83 Nasihat Yoldur hadisi şerifi aklına geldi. “Ammar asiler tarafından şehit edilecek.” O an yanlış cephede olduğunu anladı ve ordusunu savaştan çekmeyi düşündü. Ancak Muaviye olayları farklı yorumlayarak komutanı Amr bin As’ı ikna etti. İçinde bulunduğu ortam ve konumu onu farklı ortamda tutuyordu. Sahabe efendilerimiz yanlışlıklarında ısrar etmemişlerdi. Görüldüğü gibi Allah ve peygamber aşkı her şeyin üstündeydi. Münafıkların oyununa gelinen zamanlar olmuş ve zaaf noktalarımızı şeytan iyi değerlendirmiş. Biz insanoğlu bu dünyaya imtihan için gönderilmişiz. Vicdanımız var, nefsimiz var, aklımız var ve en büyük düşmanımız şeytan var. Yanlışlarımız oluyor ve olmaya devam edecek. Önemli olan yanlışlıklara tövbe ve istiğfar etmek ve aynı yanlışa bir daha düşmemeye çalışmaktır. Nefsimize uymamak ve vicdanımızı dinleyerek aklımızı kullanarak Allah’a iyi bir kul ve resulüne iyi bir ümmet olmak için dua etmeliyiz. Şeytan ile insanın en büyük farkı bu olsa gerek. Şeytan yanlışında israr edip pişman olmadığından dolayı cezalandırılmıştır. İnsan ise bazen bilerek bazen bilmeyerek hata eder ama Rabbine döner günahlarına içten pişmanlığını belirtir. Allah’ta her zaman onu af eder. Şeytan gibi yanlışlığında direnen insanları da af etmiyor. 84 Nasihat Yoldur Sahabeler Peygamber efendimizi gören ve sohbetine katılan herkese sahabe denir. Yaklaşık 120 bin sahabe var. Bunlardan yine yaklaşık 10 bin kişi Mekke ve Medine’de vefat etmiştir. Diğer 100 bini aşkın sahabe efendilerimiz İslami tebliğ için dünyanın dört bir yanına dağılmışlar ve gittikleri yerlerde hak ve hakikati anlatmışlar. Gittikleri yerlere yerleşip orada vefat etmişler. Sahabe efendilerimiz, Allah ve Resulünü o kadar seviyorlardı ki, yaşanan hiçbir olay onları ümitsizliğe düşürmemiştir. Bunun en bariz örneği, Hz. Osman’ın hilafeti ile başlayan ve Yezid’in ölümüne kadar geçen sürede yukarı anlattığımız, siyasi ve iktidar mücadelesi, iç çatışmalar olmasına rağmen İslami tebliğ ve İslam ordusunun fetihleri durmamıştır. 85 Nasihat Yoldur Peygamberimizi Medine de ilk evinde misafir eden Ebu Eyyüp El Ensari hazretleridir. Medine de peygamberimizin bütün sohbetlerinde bulunmuştur. Yapılan savaşların büyük çoğunluğuna katılmıştır. Bir gün peygamber efendimiz: “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.” Bu müjdeden sonra Ebu Eyüp El Ensari hazretlerinin iç dünyası farklı bir heyecan yaşıyordu. İstanbul’un fethine katılabilecek miyim ve o günleri görebilecek miyim diye içinden geçiriyordu. Hep dua ediyordu: “Allah’ım İstanbul Fethine hazırlanacak ordunun içinde ben de olayım. Peygamber efendimizin müjdesine nail olayım.” diye niyazda bulunuyordu. Son nefesine kadar her duasında bunu yapmıştır. Efendimizden sonra, dört halife döneminde de yapılan bir çok savaşa katılmıştır. Ayrıca fethedilen yerlerde tebliğ görevinde bulunmak için kalmıştır. Mısır’ın fethinde bulunmuş ve oranın maddi ve manevi imarına da katkı vererek uzun süre burada tebliğde bulundu. Yaşı sekseni aşmıştı ama o hala duasına devam ediyordu. 668 yılında İstanbul’u fethetmek için ordu hazırlanıyordu. Duyunca Allah’a şükretti, bir anda gençleşti sanki. Efendimizin duasına bir kez daha nail olmak için şöyle dua etti: “Ya Rabbi, yaşım çok ilerledi. Bana güç ve kuvvet ver. İstanbul’u fethedecek ordunun içinde bulunmayı nasip et. İstanbul’un fethinde beni şehit olarak huzuruna al yarabbi. Ordumuz muzaffer olsun, ben de şehit olayım.” 86 Şükür namazı kılıp ve dua ettikten sonra orduya Nasihat Yoldur yazılmak için Şam’a gider. Görevliler, yaşının çok ileri olması nedeniyle bu savaşa katılamayacağını nazik bir şekilde anlatırlar. Ebu Eyyüp Hazretleri o kadar çok ısrar eder ki, onu kıramazlar. Nasıl üzebilirler ki, o peygamberimizi evinde misafir etmiş, onun duasına nail olmuş, her zaman savaşa hazırlanan orduya katılmış ve mücadele vermişti. İstanbul’a gelirken atın üstünde duracak gücü ve takati yoktu. Attan düşmesin diye bağlıyorlardı ve hasta idi. Harp meydanında şehit olmak istiyordu. İstanbul’un fethini görmek en büyük arzusuydu. İstanbul, 669 yılında İslam ordusu tarafından kuşatılmış ve bir türlü surlar aşılamıyordu. Aylarca kuşatma sürdü. Ebu Eyyüp Hazretleri çok ağır hastaydı. Artık ömrünün sonlarına gelmişti. Çevresinde bulunanlara nasihatte bulunuyor ve vasiyetini söylüyordu. Tam o sırada birden karşılarına Bizans kuvvetlerinden büyük bir asker birliği çıktı. Bu arada bir mücahit Bizans güçlerinin arasına daldı. Ta ortalarına kadar girdi. Sonra aralarından sıyrılıp çıktı. İnsanlar bunu görünce: "Subhanallah! Bu adam kendini tehlikeye atıyor." dediler. Bunun üzerine Ebu Eyyüb el-Ensari (r.a.) şöyle dedi: "Ey insanlar! Siz bu ayeti (yani "kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın" (Bakara, 195. ayetini) böyle mi yorumluyorsunuz. Bu ayeti kerime biz Ensar topluluğu hakkında inmiştir. Allah İslam'ı kuvvetlendirince ve destekçileri de çoğalınca biz kendi aramızda gizlice: "Mallarımız zayi oldu. Yüce Allah da zaten İslam'a güç kazandırdı. Artık mallarımızın başında durup da onlardan zayi olanları düzeltsek, dedik. 87 Nasihat Yoldur Bunun üzerine Yüce Allah bize cevap olarak bu ayeti kerimeyi indirdi. Burada tehlike ile kastedilen savaştan geri kalarak malların başında durup onları düzeltmeye çalışmaktır." Ölüm gelip çattığında bile Müslümanların yanlış yorumlayacağı bir ayetin, doğru yorumlanmasına çok büyük katkı sağlıyordu. Yaşanan bu küçük çatışmadan sonra son nefesini vermeden önce: “beni götürebildiğiniz yere kadar götürüp oraya defin edin.” dedi ve son arzusunun yerine geleceğine inancı ile ruhunu Allah’a teslim etti. Ebu Eyüp El Ensari hazretleri, İstanbul’un manevi bekçisi olarak hep bekledi. Müslümanlarda İstanbul’u hep fethetmek istedi ve bunun için seferler düzenlendi. Vakti ve saati gelmeyince bir türlü fetih gerçekleşmedi. 764 yıl aradan sonra İstanbul’u Fatih Sultan Mehmet ve ordusu fethetti. Fatih Sultan Mehmet ve kahraman ordusu peygamberimizin müjdesine nail olmuştu. İlk iş olarak peygamberimizi Medine’de ilk misafir eden ve İstanbul’un fethi için ev sahipliği yapan Ebu Eyyüp El Ensari’nin mezarını bulmaktı. Hocası Akşemseddin’in gayreti ile yeri bulundu. Fatih Sultan Mehmet, hemen türbesini yaptırdı ve ardından oraya cami yaptırdı. Allah Resulü Hz. Muhammed ( S.A.V )’i Medine’de ilk misafir eden, ömrü boyunca Kuran ve sünnet çizgisinden çıkmayan ve peygamberimizin duasına mazhar olmuştur. Aradan asırlar geçmesine rağmen milletimizin gönül tahtında oturmaktadır… 88 Nasihat Yoldur Bugün İslam coğrafyasının tamamında mutlaka sahabe mezarları vardır. On dört asırdır onların gittikleri yerleri muhafaza etmeye çalışıyoruz. Sahabe efendilerimizin gidip te bugün İslam toprağı olmayan yerler de var. Hiçbir olumsuz olay onların Allah’a olan bağlılıklarını azaltamamış. Dilini, dinini, örf ve adetlerini bilmedikleri yerlere o günün koşulları düşünüldüğü zaman insana imkansız geliyor. Onlar imkânsızı başarmışlar. Eşlerini, çocuklarını ve mallarını düşünmeden çekip gitmişler. Bunları yaparken tek düşünceleri Allah ve Resulü’nün rızası idi. İşte peygamberimizin arkadaşları… Peygamber efendimiz ashabı için: “Ashabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız selamete kavuşursunuz.” O yıldızlar, Müslümanlara ufuk açıyor ve tekrar İslam aleminde ve özellikle ülkemizde sahabe gibi yaşayan insanlarımıza örnek model oluyor. Sahabe gibi dünyanın her tarafına sırf Allah ve Resulü’nün rızası için gidiyorlar… o kutlu yolculara selam olsun… 89 Nasihat Yoldur Zalim Haccac Halifelik bitmiş ve saltanatlık dönemi başlamıştır. Kurulan Emeviler devleti Müslümanların gönlünde yer etmemiştir. Silah gücü ile her ne kadar devleti yönetiyorsa da bu dinimizce istenmeyen bir yönetim şeklidir. Zaman zaman isyanlar olmuş ve her zaman Müslümanlar tepkilerini ortaya koymuşlardır. Emeviler devleti, sorunları konuşup çözme yerine, şiddetle yönetmeyi tercih etmiştir. Yaklaşık doksan yıllık Emevilerin iktidarında yüz binlerce Müslüman katledilmiştir. Zalim Haccac, Emeviler devletinin en zalim valilerinden biriydi. Emeviler devletine o kadar sadık bir komutandı. Halk ona unvan olarak Küleyp ismini takmıştır. Yani Köpek yavrusu. Hak ve adaleti gözetmeden körü körüne Emeviler devletine bağlılığından dolayı Küleyp denmiştir. Aslında Haccac-ı Zalim, çok iyi dini eğitim almıştı ve hafızdı. Bunun yanında askeri ve kültürel bir eğitim almasına rağmen Emeviler halifesinin gözüne girmek ve bağlılığını göstermek için halkı ezmekten çekinmezdi. Emeviler devletinde en büyük zalimliği o yapmıştır. Haccac-ı zalim olarak meşhur olanın künyesi yani asıl adı Ebu Muhammed Haccac bin Yusuf bin Hakem es-Sekafî. 90 Nasihat Yoldur Aslen Taif’lidir. Taif Mekke’nin yaylası ve 120 km uzaklıkta bir şehir. Bu şehrin meşhurluğu asıl Peygamber efendimizi taşlayan ve tebliğini kabul etmeyen bir kent olmasıdır. Mekke’nin fethinden sonra kan dökülmeden bu şehir komple Müslüman olmuştur. Zalim haccac 661 yılında doğdu ve 714 yılında öldü. Peygamber efendimiz ashabı ile sohbet ederken geleceğe dair söylediği hadisi şeriflerden birinde: “Sakif kabilesinden biri dâvâ-yı nübüvvet edecek ve biri hunhar zalim zuhur edecek." Peygamber efendimizin bu hadisi şerifinden yaklaşık 60 yıl sonra olay şöyle zuhur ediyor. Mekke’nin yönetimi Abdullah bin Zübeyir’deydi. Emevilere biat etmiyordu. Bunun üzerine Zalim Haccac iki bin kişilik ordusu ile şehri kuşattı. Şehre başta gıda girişi olmak üzere şehrin ekonomisini felç etti. Bu arada beş bin kişilik destek için bir ordu daha geldi. Şehri 6 ay kuşattı. Mancınıklarla şehri taşa tuttu. Kabe yerle bir oldu. Ordu şehre girdi ve her şeyi talan etti. Abdullah bin Zübeyir şehit edildi. Mekke’nin kontrolü tamamen Zalim Haccac’ın eline geçti. Mübarek şehir Mekke’de binlerce müslümanın kanını akıtarak şehre giren Haccacın karşısına Ebubekir’in kızı Esma çıktı ve şöyle dedi: "Resul-i Ekrem Sakif'ten bir yalancının, bir de bozguncunun çıkacağını haber vermişti; gördük ki, yalancı Muhtar es-Sekafi imiş, bozguncu da sensin" Haccac, konuşan yaşlı kadının Hz. Ebubekir’in kızı olduğunu öğrenince hiçbir şey söylemeden yanından çekip gitmiştir. 91 Nasihat Yoldur Haccac, yönetimi sırasında çok sert tedbirlere başvurdu ve insanları öldürürken, din adamlarına karşı da aynı tavrı gösterdi. Bunlardan biri meşhur hadis ve tefsir alimi olan Said bin Cübeyr'i bile öldürmekten çekinmedi. Ömrünün sonuna doğru büyük ruhî bunalım yaşayan Haccac, ölümünü isteyecek kadar büyük sıkıntıların içine düştü. Dayanılması güç hastalığa yakalandı. Özellikle şiddetli mide ağrıları çekti. Bu elem ve ızdıraplar içinde öldü (714). Ölümünü haber alan İslâm alimleri kendisi için rahmet dileğinde bulunmadılar. Ölümüne sevinenler olduğu gibi, hal ve hareketlerinin kendisinden sonrakiler tarafından devam ettirilmemesi ve son bulması için duâ ettiler. Mezarının tahrip edilmesinden korkulduğu için, naaşı ulaşılması güç ve sarp bir yere gömüldü. Mevlana Hazretleri, bir gün talebeleri ile yolda giderken bir leş görürler. Talebeler, burunlarını kapatırlar ve ileri geri konuşurlar. Mevlana hazretleri; “Ne güzel dişleri var.” der. O leşte bile bir güzellik yakalar. O leşte görünen bir güzellik gibi Zalim Haccac’ın bir sözü herkese küpe olmalı. Zalim Haccac yüz bini aşkın insanı öldürtmüş ve bir o kadarına aşırı işkenceler yaptırmış. Bir gün adamın biri cesaretini toplamış çıkmış demiş ki: Sen Müslümanlara zulmediyorsun, Neden Hz. Ömer - gibi adaletli davranmıyorsun? - Olun ashab, olayım Ömer - Bu söz çok önemli. Peygamber efendimiz bir hadisi şeriflerinde buyuruyorlar ki: “ Nasılsanız öyle idare edilirsiniz.” 92 Nasihat Yoldur Ömer Bin Abdülaziz Emeviler devletini yöneten halifelerin içinde bütün Müslümanlar tarafından tek onay alan Halife Ömer Bin Abdülaziz’dir. Halife Süleyman b. Abdülmelik, vefatından önce bir vasiyet hazırladı. Bu vasiyetin divanda ölümünden sonra okunmasını istedi. Herkesin huzurunda açılan vasiyette halifeliği erkek çocukları Yezid veya Haşim’e değil damadı ve yeğeni Ömer Bin Abdülaziz’e bırakmıştı. Yezid ve Haşim buna itiraz etseler de sonucu değiştirememişler. 717 yılında Ömer Bin Abdülaziz, halife olur. Ömer Bin Abdülaziz, daha önce Hicaz valiliği yapmış ve adaletli yönetimi ve herkesi kucaklaması nedeniyle ünü her tarafa duyulmuştu. Zalim Haccac’ın zulmünden kaçanlar, Mekke ve Medine’ye sığınıyorlardı. Vali onlara sahip çıkıyordu. Bu durumdan rahatsız olanlarda vardı. Bunların başında zalim Haccac geliyordu. Sarayda Hicaz Valisi Ömer Bin Abdülaziz için yaptığı kulislerle onu görevden aldırdı. Zalim Haccac, Irak valisi iken, yakalandığı amansız hastalık sonucu elli üç yaşında, miladi 714 yılında hayatını 93 Nasihat Yoldur kaybetmişti. Haccac’ın ölümünden üç yıl sonra Ömer Bin Abdülaziz halife oldu. Zalim Haccac yaşasaydı, o vasiyeti yırtar, itiraz edenleri öldürür ve Ömer Bin Abdülaziz halife olamazdı. Saraydaki şer odakları bugünün tabiri ile derin devlet boş durmamış ve Ömer bin Abdülaziz’i hizmetçisine zehirletmişlerdir. Halifeliği toplam 2 yıl 5 ay sürmüştür. Ömer Bin Abdülaziz, İslam alimleri tarafından beşinci halife olarak kabul edilir. Buna sebep olarak da her ne kadar Emevi halifesi Süleyman bin Abdülmelik’in vasiyeti olsa ya da saray da veliahtlar karşı çıkmasına rağmen herkesin oy birliği ile biati ile yapılmıştır. Ayrıca Hz. Ömer gibi yönetmiş ve yaşamış bir halife. Emeviler devletinin yönetimi Arap ırkçılığına ve Hz. Ali düşmanlığı üzerine kurulmuştur. Ömer Bin Abdülaziz, bu uygulamalara son verdi. Devlet yönetimine kim ehil ise onu atadı. Tıpkı Hz. Ömer gibi. Bu uygulamalar Müslümanlar arasında büyük sevinç oluşturdu ve devlete güveni arttırdı. Bu uygulamadan rahatsız olan haneden üyeleri vardı. Hanedan üyelerinden biri Ömer bin Abdülaziz’e gelerek şöyle der; - Bize görev ver - İsterseniz her birinizi asker yapabilirim - Ne diye yapamayacağımız bir şeyi bize teklif ediyorsun? Akraba değil miyiz? Bizim de bir hakkımız yok mu? Biz bu hanedanın bir üyesi değil miyiz? Bize para ve makam vermen gerekmez mi? 94 Nasihat Yoldur Benim için bu konuda, sizinle en uzak bir Müslüman - arasında hiçbir fark yoktur. Devletin malını ve parasını kimseye peşkeş çekemem. Ömer Bin Abdülaziz, bütün Müslümanları kucaklaması ve adaletli yönetimi ile ülke ilk kez huzura ve güvene kavuşmuştu. Bu durumdan rahatsız olanlar vardı. Başta hanedan üyeleri olmak üzere bir araya gelmesi imkânsız bütün gruplar birleşiverdi. Çünkü her grup arkasındaki halk kitlesini kaybediyordu. Daha önce devletle çatışan her grubun bir argümanı vardı ve bu elden gidiyordu. Bunlardan bir kaçı şöyle; Emeviler devletini yıkmaya çalışan Hariciler, Hz. Ali taraftarları, rejimin devam etmesini isteyen Hanedan üyeleri, ülkeyi yıkmak isteyen dış güçler, münafıklar ve her ne kadar çıkarcı grup varsa. Kısacası “Düşmanımın düşmanı dostumdur.” felsefesi gereği bir araya gelip karar aldılar. Ömer bin Abdülaziz’i hizmetçisine zehirlettirerek şehit ettiler. Devlet tekrar eski zorba yönetimine yani kaldığı yerden zulümlerine devam etti. Emeviler devleti seksen dokuz yıl yaşadı. Bu devlet, bir insan ömrü kadar ancak yaşayabilmiştir. Kan, şiddet ve beddua ile kurulan bir devlet, yüz binlerce Müslüman kanı döken bir devlet ancak bu kadar yaşayabilirdi. Allah, bu zalim hanedan içinde öyle bir gül çıkardı ki, karda açan kardelen gibi. Ömer Bin Abdülaziz, görev yaptığı çok kısa bir süre içerisinde ülke içinde birlik ve beraberliği sağlamış, ülkenin bozulan ekonomisini düzeltmiştir. Onun sağlığında zekat verilebilecek 95 Nasihat Yoldur fakir kalmamıştır. Dilden dile anlatılan hadisi şeriflerin yazılı kaynak haline gelmesine öncülük etmiştir. Bu nedenlerle bütün Müslümanların gönlünde taht kurmuştur. Ömer Bin Abdülaziz için en veciz sözlerden birini dönemin Bizans imparatoru söylemiştir: “Bir insanın, imkansızlıkları dolayısıyla, ruhbanca bir yaşantıya sahip çıkması, dünyadan el-etek çekmesi çok kolaydır. Çünkü onun zaten terk edeceği herhangi bir dünya malına sahipliği yoktur. Fakat bu halife gibi, dünyanın en büyük devletinin yöneticisi için ayni şeyleri söylemek mümkün değil. Onun elindeki hazinelere rağmen, bunların hiçbirine aldırmayıp, sıradan bir fakirin yaşantısına sahip çıkmasına hayran olmamak doğrusu elden gelmiyor.” 96 Nasihat Yoldur İbrahim Ethem Zalim Haccac 714 yılında öldüğünde bugün Afganistan toprakları içinde bulunan Belh şehrinde İbrahim Ethem dünyaya geldi. İyi bir eğitim aldı ve babası vefat edince sultan oldu. En büyük hobisi avlanmaktı. Bunun yanında sarayda haftada bir alimlerle ve şehrin aydınları ile sohbet ederdi. Yönettiği ülke küçük bir sultanlıktı. İbrahim Ethem’i farklı kılan ve İslam dünyasında kendine has bir özelliği olmasının nedeni yaşadığı olaylar ve saltanatı bırakmasıdır… İbrahim Ethem, yine bir gün alimlerle sohbet yaptı, sohbetten sonra herkes dağıldı ve konuşulanları kafasında değerlendiriyordu. tahtında oturup O an müthiş uykusu gelmiş ve tahtında uyuyakalmıştı. Rüyasında tavan sallanıyordu, sarayın damında biri vardı ve seslendi: - Kim O? - Tanıdık biriyim, sen rahat ol, ben devemi kaybettim onu arıyorum. Bulur bulmaz gideceğim. - Be adam! Deli misin nesin, damda deve mi olur? - Ey dünyaya dalmış adam! Sen Allah’ı altın taht, süslü ve şatafatlı elbiseler içinde arıyorsun. Ben devemi damda aramışım çok mu acayip!.. 97 Nasihat Yoldur Bu gördüğü rüyanın etkisinden kurtulamamıştı. Vezirleriyle ve alimlerle bu rüyayı yorumlarken heybetli bir adam çıkagelmişti. Hiçbir görevli sen kimsin, ne işin var deme cesareti gösterememişti. Bu heybetli adama İbrahim Ethem sordu; - Ne istiyorsun? - Bu handa konaklamak istiyorum. - Burası han değil, benim sarayımdır. - Senden önce bu sarayda kim vardı? - Babam vardı. - ondan önce kim vardı? -Dedem vardı. - Daha önce kim vardı? - Falan oğlu falan. - Hepsine ne oldu? - Öldüler. - Bu nasıl bir saray ki, gelen gidiyor. Handan ne farkı var - Sen kimsin? Bu söz üzerine o heybetli adam çekip gitti. İbrahim Ethem’de peşinden gitti. Uzun süre takip etti ve gözden kayboldu. Bir daha saraya dönmedi. Üzerindeki şatafatlı elbiseleri çıkardı ve fakir fukaranın giydiği elbiseleri aldı. Günahlarına tövbe istiğfar etti. Dünya malını terk edip Allah’ın rızasına nail olmak için çalıştı. Makam mevkii bırakmak, eşini ve çocuklarını bırakmak, şaşalı yaşantıyı terk edip bir derviş gibi yaşamak her yiğidin harcı değildir. 98 Nasihat Yoldur Bir gün göl kenarında oturuyordu. Korumalarıyla bir adam geldi. İbrahim Ethem’e öyle bir bakışı vardı ki, “Sen bu hallere düşecek adam mıydın?” bakışları İbrahim Ethem’i rahatsız etmişti. O adam vali olabilmek için ne diller dökmüştü, ne aracılar koymuştu bir makama sahip olabilmek için. Huzurunda tir tir titreyip el pençe durduğu adam bugün sıradan biriydi. İbrahim Ethem, hiç istifini bozmadan elindeki iğneyi göle attı. “Balıklar iğnemi getirin.” dedi. Bir balık iğneyi ağzına alıp kıyıya çıktı ve İbrahim Ethem’e getirdi. Bunu gören vali, yaptığı yanlışı gördü ve oradan hemen ayrıldı. İbrahim Ethem, bütün sevdiklerini Allah için terk etti ve manevi âlemde yükseldi. Allah sevdiği kullarını diğer insanlara da sevdirir. İşte İbrahim Ethem sıradan küçük bir devletçiğin bir sultanı iken bütün Müslümanların gönlünde sonsuza dek manevi sultan olmuştur. On üç asır geçmiş Müslümanların hatırasında dipdiri yaşıyor. 99 Nasihat Yoldur Abbasiler Kan, şiddet ve zulüm ile yönetilen devletlerin uzun ömrü olmuyor, günümüzde de böyle geçmişte de böyle. Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birliği 1917 yılında kuruldu ve 1990 yılında yıkıldı. Toplam ömrü 77 yıl oldu. Emeviler devleti (661 – 750 ) de zulüm, şiddet ve kan üzerine kurulduğu için ömrü 89 yıl yani bir insan yaşamı kadar hüküm sürebilmiştir. Abbasi devletinin doğuş sebebi, Emeviler devletinin yaptığı yanlış politikalar ve zulümlerdir. Birincisi Emeviler devleti, hilafeti, Hz. Ali’den aldıkları için halkta bir infial vardı. Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hasan’ın zehirlettirilmesi ve Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesi, müslüman dünyasında büyük infiale neden olmuştu. Bununla beraber bütün Cuma hutbelerinde Hz. Ali’ye beddua ettiriliyordu. Peygamber efendimizin soyundan gelenlere büyük haksızlık yapılıyordu. İkincisi Emeviler, devleti ırkçı Arap milletçiliği üzerine devleti kurmuşlardı. Arap olmayan Müslümanlara, devlet yönetiminde yer verilmediği gibi onlardan cizye alınıyordu. 100 Nasihat Yoldur Cizye, müslüman olmayandan alınan vergi idi. Bu uyguluma Arap olmayan müslümanlarda derin infiale sebep oluyordu. Emeviler devletine tepki gösterenlerin büyük çoğunluğu, devleti yıkmak değil, yapılan yanlışlara bir tepkiydi. Bunun en büyük misali şudur. Emevi halifelerinden Ömer bin Abdülaziz, bütün Müslümanları kucaklayıcı bir politika izleyince ülkede asayiş düzelmiş, Müslümanlar arasındaki soğukluk giderilmişti. Onun döneminde herkes mutluydu. İsyanlar bitmişti. Cuma hutbelerinde Hz. Ali’ye beraberliğe, kardeşliğe beddua vurgu edilmiyordu. yapan ayet ve Birlik ve hadisler okunuyordu. Müslümanlar tam kaynaşmıştı. Bunun en büyük delili de o dönemde herkes zekatını fazlasıyla vermiş olmasıdır. Çünkü zekat bütün fakirlere dağıtılmış ve artmıştı. Herkesin devlete güveni tamdı. Bugünün meşhur tabiri ile derin devlet, durumdan rahatsız olmuş ve hizmetçisine zehirletmişlerdir. Bütün bunlar iki buçuk yılda yapılmıştı. Ömer bin Abdulaziz’nin ölümü ile Emeviler devleti tekrar eski zorbalığına geri döndü. Yine şiddet, kin ve zulüm ile yönetilmeye başlayınca isyanlar arttı. Müslümanlarda tek düşünce vardı. Emevi hanedanlığına son verilmeli. Herkesi kucaklayacak bir devlet kurulması Hz. Abbas’ın isteniyordu. Peygamber efendimizin torunlarından Ebu’l- amcası Abbas Seffah öncülüğünde, Emevi devletini devirmek için herkesi örgütledi. Bu harekete Türk’ler büyük destek veriyordu. Sonunda Şam’da Emevi saltanatına 101 Nasihat Yoldur son verildi. Yerine Abbasi devleti kuruldu. Kurulan Abbasi devleti kısa bir süre sonra başkenti Bağdat’a taşıdı. Abbasi devletine Türklerin yanında İranlılar da büyük destek oldular. Devletin yönetiminde herkesin söz hakkı vardı. Abbasi Devleti, 750 yılında kuruldu ve 1258 yılında yıkıldı. Abbasi devleti 508 yıl yaşadı. Abbasi devleti; Cengiz Han’ın torunu Hulagu yönetimindeki İlhanlılar’ın, 1258’de yakıp yıkmasıyla son buldu. Abbasi devletinde on yedi bağımsız İslam devleti vardı. Bağımsız İslam devletinin oluşmasında merkezi hükümetin zayıf olması büyük etken olmuştu. Emeviler devletine göre çok uzun ömürlü bir süre geçirmesinde en büyük etken ırkçı arap milliyetçiliği yapmaması ve Müslümanlar arasında dengeyi iyi kurmasıdır. Her devletin bir yıkılış hikayesi olduğu gibi Abbasilerin de ilginç bir hazin sonu var. Abbasi devleti, bilim, sanat, teknoloji ve felsefi akımlarda çok ileri gitmişlerdir. Özellikle felsefi akımlar, İslam dünyasında büyük tartışmalara ve fikri ayrılıklara neden olmuştur. Özellikle Aristo, Eflatun başta olmak üzere Yunan felsefecilerin kitapları tercüme edilmiş ve onun üzerine tartışmalar başlamıştır. Bu tercümelerin hem faydası olmuş hem de zararları olmuş. Bu konuda denge bir türlü kurulamamıştır. Bilim, teknoloji ve sanat konularında fazla tartışma olmamış ve İslam dünyasında kabul görmüştür. Bilim, sanat ve teknolojinin gelişimine ve yeni buluşlara çok büyük katkısı olmuş ve Avrupalılar bu gelişmelerden faydalanmıştır. Abbasilerde her şeyi tartışmak serbestti. 102 Nasihat Yoldur Felsefi konular, fikri ayrılıklara neden olmuş ve Müslümanların içine büyük şüphe atmıştır. En büyük tartışma inanç sistemi üzerine olmuştur. Farabi ve İbn-i Sina bu akımın öncülerindendir. Müslümanların içine bir kurt düşmüştür. O dönem herkes kendi fikrini, inancını anlatabilmek için her önüne gelen kitaplar yazıyordu. Yazılan bu kitaplar, milyonlarla ifade ediliyor. Moğollar’ın, Cengiz Han’ın torunu Hulagu, Abbasi devletini ortadan kaldırırken, Bağdat’ı yerle bir etmiştir. Binlerce kütüphaneyi yakmıştır. Yakmadıklarını da, toplatıp günlerce Dicle nehrine attırmıştır. Haftalarca Dicle nehri o kitapların mürekkep renginden dolayı, masmavi akmıştır. Ne kadar kitap yazıldığı bu yaşanan kitap katliamı gösteriyor. Her alanda sınırsız fikir ve vicdan hürriyeti vardı. Herkes düşüncelerini kitaplaştırıyordu ve özgürce anlatıyordu. Abbasi geniş hoşgörüsü ile uzun yıllar yaşadı. 508 yıl boyunca iktidarı Abbasi hanedanlığı yönetti. Felsefi akımlar, İslam dünyasında büyük bir yozlaşmaya sebep oldu. Hayatın her alanında bu etkisini göstermiş ve halkta büyük tahribatlara neden olmuştur. Halk yozlaştığı için devlet yıkılmıştır. Bu yıkıma bir iç savaş neden olmamıştı, tek sebep kendi benliklerini kaybetmeleriydi. 1258’den 1513’e kadar toplam 255 yıl İslam dünyası fetret dönemi yaşadı. Hilafet makamı anlam ve önemi kaybetti. Sembolik olarak varlığını sürdürdü. Emevi devleti; kin, nefret, ırkçılık ve zulümle çok kısa sürede yıkıldı ve hemen yerine yenisi kuruldu. 103 Nasihat Yoldur Abbasi devleti; herkese eşit muamele ve herkesi kucaklayan bir anlayışla uzun yıllar hüküm sürdü. Fikri kokuşmuşluk, rehavet ve vurdumduymazlık onun sonunu getirmiştir… 104 Nasihat Yoldur Alparslan Sahabeler, İslami tebliğ için gidebildikleri en uzak yerlere gitmişler ve gittikleri yerlere yerleşmişler. Çin’e, Özbekistan ve uzak doğunun her bölgesine gitmişler. Türklerin Müslüman olmasında bu sahabe efendilerimizin büyük katkısı vardır. Türkler, İslam’ı kendi inançlarına yakın buldukları için kolaylıkla kabul etmişlerdir. Arapların Çinlerle yaptığı savaşta, kaybetmek üzere olan Araplara, İslam’a büyük sempati duyan ve müslüman olan Türk aşiretleri savaşa müdahil oldular. Müslümanların yanında yer alarak Çin’i yendiler. Bu savaş Müslüman Araplarla Türkler arasında büyük kaynaşmaya sebep olmuştur. Türkler İslam’ı severek kabul etmişlerdir. Türkler, Emevi hanedanlığını yıkan Abbasi devletinin yanında yer aldılar. Abbasi yönetiminde Türkler etkindi. Büyük Selçuklu devleti, İranlılar tarafından baskı altında tutulan Abbasilere yardım etmiştir. Abbasiler de her zaman Türklere minnet ve saygı duymanın yanında, istedikleri her şeyi vermişlerdir. Türkler İslam’ı özümsemiş, hem en iyi bir şekilde yaşamışlar, hem de İslam’ın özünü bozmamışlar. İranlılar, en 105 Nasihat Yoldur güçlü devlet iken Müslümanlar ile yapılan savaşı kaybettiklerinden dolayı zorla Müslüman olmuşlardı. Savaşı kaybetmenin acısını hep içlerinde yaşamışlardır. Dinin bazı kurallarını kendi çıkarlarına göre yorumlayarak yeni İslam inancı ortaya çıkarmışlardır. Köklü ve Savaşçı iki milletin İslam anlayışı çok farklı olmuş ve tarih boyu bir birleriyle savaşmışlardır. İran ile Türklerin savaş nedeni budur. İranlılar, İslam’ı kılıçların gölgesinde kabul ettiği için dini yozlaştırmıştır. Türkler, İslam’ı kılıç gölgesinde değil, sevgi ve ikna yolu ile kabul ettiğinden Kur’an ve sünnet çizgisinden ayrılmamıştır. Yani İslam, peygamber efendimiz döneminde nasıl yaşanıyorsa, öyle yaşamaya gayret göstermişlerdir. Büyük Selçuklu Devleti, hem Abbasi halifeliğini korurken, hem de yönünü batıya döndürmüştür. Bunda iki hedef vardır. Birincisi Türk boyları arasında savaşmak istemiyordu. İkincisi İslam’ı daha çok yere yayabilmek için batıya yöneldi. Bazı tarihçiler; “Orta Asya’da kıtlık ve kuraklık olduğu için Türkler batıya gitmişlerdir.” Bu görüş sebeplerden biri olabilir ancak ana unsur olamaz. Çünkü öyle olsaydı daha çok göç olurdu. Göç eden Türk boylarının ortak özelliği İslam dinini yaşama ve yayma düşüncesi taşımasıdır. Büyük Selçuklu Devleti hükümdarlarından Alparslan, Anadolu’yu yurt edinirken en büyük düşüncesi İslam’ı yaymaktır. Babası Horasan Valisi Çağrı Bey’dir. Çağrı Bey, oğluna asıl Muhammed ismini vermiştir. Onun iyi bir İslami eğitim almasını sağlamıştır. Bunun yanında devlet yönetimi ve 106 Nasihat Yoldur fen ilimlerini de çok iyi öğrenmiştir. Babası Çağrı Bey, öldüğünde amcası Tuğrul Bey tarafından babasının yerine vali olarak atanmıştır. Horasan, din ve fen ilimlerinin merkezi haline getirmiştir. Horasan, ilim yuvası olarak, Türk İslam tarihine damgasını vuran ender şehirlerden biridir. Büyük Selçuklu Devletinin Hükümdarı, Tuğrul Bey’in erkek çocuğu olmadığı için ölümüne yakın herkesin Alparslan olarak tanıdığı yeğeni Muhammed’i devletin başına getirmiştir. Ona batıya yönelmesini ve İslam’ın adını yüceltmesini vasiyet etti. Bizanslılar, 1071 yılında Müslüman Türkleri Anadolu’dan çıkarmak için iki yüz bin kişilik büyük ordu hazırladı ve büyük bir katliama başladı. Alparslan, elli bin kişilik bir ordu hazırladı ve yola çıktı. Malazgirt’e geldiğinde iki ordu karşılaştı. Bizans ordusunun başında imparator Diyojen vardı. Düşman ordusu her yönden çok güçlü ve sayıca Türk ordusunun dört katı idi. Bizans ordusunun çok güçlü olması, Türk ordusunda büyük tedirginlik oluşturdu. Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan, çadırında iki rekat namaz kılıp şöyle dua etti: “Allah’ım görüyorsun düşmanlarımız her yönden bizden çok güçlü. Biz senin rızan için yola çıktık. Bizleri mahcup etme! Yarabbi! Şu an İslam dünyasında senin adını yüceltecek tek ordu budur. Bize yardım et, bizi muzaffer eyle. Allah’ım biz galip gelirsek bütün Müslümanlar da sevinecek. Bizi muzaffer eyle…” 107 Nasihat Yoldur Ordusu ile beraber Cuma namazını kıldı. Namazdan sonra atına binerek askerlerin önüne geçip şöyle dedi: Kumandanlarım, askerlerim! Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olursa olsunlar, daha fazla bekleyemeyiz. Bütün Müslümanların minberlerde bizim için dua ettiği şu saatlerde kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur gayeme ulaşırım, ya şehit olur cennete girerim. Büyük bir inançla söylenen bu heyecanlı sözlere askerler hep bir ağızdan: Ey Yüce Sultan! Her zaman senin emrinde ve seninle olacağız, nereye gidersen oraya gideceğiz, diye haykırdılar. Sultanın üzerinde beyaz bir elbise vardı. Düşmana hücum etmeden önce son söz olarak askerlerine şunları söyledi: İşte şehitlik kefenim, savaş meydanında ölürsem beni bu elbise ile gömersiniz. Bundan sonra Türk ordusu hücuma geçti. Cuma günü öğleden sonra başlayan savaş akşam üzeri sona erdi. Tarihin en büyük meydan savaşlarından biri olan Malazgirt Savaşı Türk ordusunun kesin galibiyeti ile sonuçlandı. Büyük komutan Alparslan’ın üstün savaş taktiği ve Türk askerinin cesaret ve kahramanlığı sayesinde elli bin kişilik Türk ordusu, kendisinden kat kat fazla olan Bizans ordusunu birkaç saat içinde kesin bir yenilgiye uğratmış ve büyük bir zafer kazanmıştı. 108 Nasihat Yoldur Malazgirt savaşı, Anadolu’nun artık Türk ve Müslüman yurdu olduğunun bir belgesiydi. Atalarımız bu duygularla ve düşüncelerle bize emanet etmiş ve bin yıldır bu emaneti koruyoruz. 109 Nasihat Yoldur Selahaddin Eyyübi Selahaddin Eyyübi, aslen Kürt kökenli olup sıradan bir devlet memuruydu. Çok iyi derece de dini eğitimi almış ve babası koruma muhafızı olduğu için iyi derecede harp etme sanatını da öğrenmişti. Şam’da Selçuklu atabeklerinden Nüreddin Mahmud Zengi'nin yanında Haçlılara karşı yapılan muharebelere katıldı. Bu savaşta büyük başarı ve kahramanlık göstermesi dikkatleri üzerine çekti. Kudüs, haçlılar tarafından ele geçirilmiş ve devlet kurulmuştu. Selahaddin Eyyübi’nin içini kemiren buydu. O savaşmaktan çok eğitim ve öğretimle uğraşmak istiyordu. Kudüs’ün işgal altında olması onu uyutmuyordu. Haçlılarla mücadele etmek ve Kudüs’ü kurtarmak için Şii Fatımi devletinde görev aldı. Fatımi devletinin haçlılarla işbirliği yapması onu çileden çıkartıyordu. Selahaddin Eyyübi, 1168 yılında vezir oldu. Artık devlette daha etkin ve söz sahibi idi. Fatimi devleti iyice zayıflamıştı. Kontroller Selahaddin Eyyübi’nin eline geçmişti. 1171 yılında son Fatimi halifesi Abid’in ölmesiyle devlet yönetimini değiştirdi. Şii iktidarına son verdi ve Eyyübi devletini kurdu. 110 Nasihat Yoldur Sıradan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Makam ve mevkileri, başarı ve kabiliyetleri ile aşmış bir insandı. Gelişen olayları değerlendirerek kendi devletini kurmuştu. Dünyada ondan daha mutlu ve yüzü gülen bir adam olmaması gerekirdi. Ancak onun yüzü hiç gülmedi. Devlet kurduğuna sevinmedi. O dünyaya geldiğinde Kudüs haçlıların elindeydi. O kutsal mekan nasıl olurda haçlıların eline geçer diye geceleri ağlar dururdu. Gündüzleri plan yapardı, bu haçlıları nasıl Kudüs’ten çıkarırız diye. Bundan dolayı güçlü bir orduya ve güçlü bir devlete ihtiyaç olduğunu gördüğü için ilk bunu yapmış ve başarmıştı. Onun için devlet kurmak ve güçlü ordu sahibi olmak başarı değildi. Hedef haçlıları yenmek ve Kudüs’ü kurtarmaktı. Kimse Selahaddin Eyyübi’nin güldüğünü görmemişti. Hep asık surat ve hüzünlüydü. Hiçbir şey onu sevindiremiyordu. Cuma hutbesinde en çok sevdiği hocası hutbe okuyordu. Hutbede tebessüm etmenin faydalarını anlatıyordu. Tebessüm etmeninin, peygamberimizin sünneti olduğunu hatırlattı. Bunun üzerine koca Sultan Selahaddin Eyyübi, kalktı ve şöyle dedi: -Hocam, gülmenin ve tebessüm etmenin faydalarını anlattın. Bunu bana söyledin. İnsanlara güler yüz göstermek gerekiyor. Doğru söylüyorsun ama Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim ve nasıl mutlu olabilirim. Cami cemaati bu söz üzerine hep birden ağlamaya başladılar. 111 Kudüs işgal altındayken, insanların yüzü Nasihat Yoldur gülmemeliydi. Selahaddin Eyyübi o inançla 89 yıllık Kudüs krallığını ve haçlıları yenmişti. Selahaddin Eyyübi, Kudüs’ü fethedince bütün İslam alemi büyük sevince boğuldu. Bütün camilerde kutlama programları yapıldı. Kudüs ve çevresi haçlılardan temizlenmişti. Artık mutlu olmak, gülmek ve tebessüm etmek Selahaddin Eyyübi’nin hakkıydı. Kudüs’ü fethedene kadar sarayında ve koltuğunda oturmadı. Hep çadırda yaşadı ve mutlu sona ulaşmıştı. Sarayına yerleşmiş ve koltuğuna oturmuştu ve ülkesini buradan yönetecekti. Saraya gelen bir görevli şöyle dedi: -Sultanım, Haçlılar büyük bir ordu kurmuşlar ve başlarında kralları ile beraber buraya geliyorlar. Hemen hazırlıklara başlayın Selahaddin Eyyübi, içinden şöyle dedi, bu sarayda, bu koltukta oturmak sana yasak. Gülmekte yasak, tebessüm etmekte. Seni ancak şehit olmak kurtarır. Haçlılar Kudüs’ün düşmesini ve kurdukları krallıkların yok olması onları derinden sarsmıştır. III. Clemens'in teşvikiyle Fransa, İngiltere kralları ile Almanya imparatoru kumandasında Eyyübiler üzerine Üçüncü Haçlı Seferi (1189-1192) yapıldı. Fransa Kralı Filip Ogüst ve İngiltere Kralı Arslan Yürekli Rişar katıldı. Üç yıl süren savaşı Selahaddin Eyyübi kazandı. İngiltere kralı Arslan Rişar’ı esir aldı. Selahaddin Eyyübi, haçlıları bir kez daha Allah’ın yardım ve inayeti ile yenmişti. Müslümanlar bir kez daha Selahaddin 112 Nasihat Yoldur Eyyübi sayesinde zafer kazanmıştı. O artık çok yorgundu. Elli altı yaşında olmasına rağmen o kendini bitkin ve yorgun görüyordu. İslam alemi huzura ermişti. Kendisi de huzura ermek istiyordu. Gülmek ve tebessüm etmek istiyordu. Bu yorgunlukları üzerinden atmak ve sevincini Peygamber efendimiz ile paylaşmak istiyordu. 1193 kışı şubatında hastalandı. On dört gün hasta yattı. 4 Mart 1193 tarihinde, 56 yaşında Şam'da vefat etti. Yirmi beş senelik vezirlik ve sultanlık hayatı, hep İslamiyet’e hizmetle geçmiştir. Izdırap ve çileli geçen bir ömür, devlet kurmuş ve yönetmiş ama hiç yüzü gülmemiş bir lider. O ızdırap ve çile çekerken, müslümanların yüzü gülüyordu. Çünkü altındaki haçlı toprakları tekrar müslümanların oluyordu… 113 işgal Nasihat Yoldur Mevlana Mevlana, dünyanın tanıdığı ve sevdiği bir gönül adamıdır. Bu dünyadan ayrılalı 700 yılı aşmış hala insanların gönlünde taptaze canlılığını koruyor. Yazdığı eserler değişik dillere çevrilmiş ve alanında dünyada en çok satan kitaplar arasında. Sadece yazdığı eserleri insanlar okumakla kalmıyor. Bunun yanında Konya’ya gelerek onun kabrini ziyaret ediyorlar. Değişik milletler ve çeşitli dinlerin mensubu insanlar ona hayranlıklarını belirtiyor. Mevlana hazretleri, 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içinde olan ve o dönem Horasan ülkesinin Belh şehrinde dünyaya geldi. Ülkede yaşanan iç siyasi çekişmeler ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle babası 1212 yılında bütün aile fertleri ile beraber yaşadıkları şehirden göç ederler. İlk önce hac ibadetini yaparlar. Daha sonra Şam’a gelirler. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Karaman’a geldiler. 1222 yılında Karaman’a gelip buraya yerleşmeye karar verdiler. 1225 yılında Mevlana hazretleri Gevher Hatun’la evlendi. O dönem Anadolu Selçuklu Devleti iktidardaydı. Devletin başında Alaeddin Keykubat vardı. Mevlana ve babası Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve 114 Nasihat Yoldur dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve İplikçi Medresesi’ni tahsis etti. Mevlana hazretleri, babası vefat edince sohbetlere kendisi başladı. Mevlana hazretleri yaşadığı o dönem de seveni çok olduğu kadar, aleyhinde olan bir çok gruplar vardı. Bunlar içinde gayri müslimler olduğu gibi, dinî cemaatler de vardı. O ömrü boyunca hiç kimsenin aleyhinde olumsuz hiçbir cümle sarf etmemiştir. “Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır” düsturu ile hareket etmiştir. O yüreğini bütün insanlara açmış ve hiç kimseyi ayırt etmeden hepsine saygı duymuştur. Bakın Mevlana hazretleri ne diyor: “ Gel, gel, ne olursan ol yine gel. İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel. Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...” bütün insanları olduğu gibi kabul etmiş bir gönül adamı. Bütün insanları İslam’a davet etmiş bir gönül adamı. Mevlana hazretlerinin büyüklüğünü bizim idrak etmemiz çok zor. Onun bütün dünya insanları tarafından tanınması ve sevilmesi neye bağlıdır. İşte burası bir sır. Meşhur bir Hızır (a.s.) hikayesi vardır. Bir gün Hızır (a.s), köprüden geçiyorken bir atlı hızla Hızır (a.s)’a çarpar. O da hemen adamı tuttuğu gibi atından indirir ve köprüden aşağı atmaya karar verir. Adam çarptığı için defalarca özür dilemiş ama Hızır (a.s.)’ın bir türlü siniri yatışmamıştır. Adam dedi ki: ne yapıyorsun? Seni aşağı atacağım. Niye diye sordu. Bir an düşündü yaptığının yanlış olduğunu anladı ve dedi ki: “ Hızır’ın 115 Nasihat Yoldur nerde olduğunu bilirsen seni bağışlayacağım” bir dakika der, gözü kapatır, açar ve derki: “ Bütün alemi gezdim ve gördüm ama Hızır ortada yok. Bu durumda Hızır ya sen oluyorsun, ya da ben” verilen bu cevaba çok şaşırır ve adamı serbest bırakır. Bunun üzerine elindeki deftere bakar ama adamın ismi yoktur. Allah’a şöyle niyazda bulunur: “ Allah’ım bana verdiğin defterde bu zatın ismi yok. O sıradan biri değil. Bunun hikmeti nedir” diye niyazda bulunurken, Yüce Allah şöyle buyurur: “ senin elindeki defterde beni seven kullarımın ismi var. Benim sevdiğim kullarımın ismi bendedir” …işte Allah’ın sevdiği has kullardan biri de Mevlana Hazretleridir. Mevlana hazretleri, özü ve sözü bir olan ve Allah’a ve peygambere tam bağlı biridir. Mevlana bir şiirinde şöyle der: Ben yaşadıkça Kur’an’ın bendesiyim. Ben Hz. Muhammed’in ayağının tozuyum. Biri benden bundan başkasını naklederse Ondan da bizarım, o sözden de bizarım, şikâyetçiyim... Dünyanın değişik milletlerinden ve farklı inanç kesimlerinden insanlar, Mevlana Hazretlerinin insan için söylediklerine ve yaptıklarına hayran. Yukarıdaki bu dörtlük biz Müslümanlara bir şey hatırlatıyor. Allah’a kul, peygamberine iyi bir ümmet olursak yani Kur’an ve sünnete uygun yaşarsak herkes sever. Çünkü kalpleri yönlendiren ve insanlara sevdiren Allah’tır. Kim Allah’ı severse o da o kulunu diğer kullarına sevdirir. Allah için yaşayan, peygambere sevdalı bir insandan 116 kimseye zarar gelmediği gibi, herkesin Nasihat Yoldur hayranlığını kazanır. İnsanların gönlünde taht kurar. Yüzyıllar geçer onun ilahi aşkı insanların sinelerinde yanmaya devam eder. Böyle insanlar ölümü de bir düğün gecesi olarak görürler. Mevlana Hazretlerini en iyi anlatan dizeler yine kendi şiirleridir. Bakın, Mevlana Hazretleri sevgi ve ölümü nasıl güzel bir dörtlüğe dökmüş: Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz Şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeyiz biz... Hayatı sen aldıktan sonra ölmek, şeker gibi tatlı şeydir Seninle olduktan sonra ölüm, tatlı candan daha tatlıdır... 117 Nasihat Yoldur Yunus Emre Moğol istilası olmuş, Anadolu Selçuklu Devleti yıkılmış, beylikler kendi arasında savaşıyor, insanlar moral ve ekonomik olarak çökmüş bir ortamda yaşamlarına devam ediyordu. Umutların tükendiği, yokluğun had safhaya çıktığı bir dönemde Anadolu insanına umut, aşk ve insan sevgisini aşılayan, bilge insan Yunus Emre’dir. Anadolu insanı Yunus Emre’yi öyle bağrına basmıştır ki, bugün birçok yerleşim yerinde onun mezarı vardır. Aslında Yunus Emre, nerde doğdu ve nerede vefat etti tam olarak bilinmemektedir. 1238’de doğduğu ve 1320 yılında vefat ettiği söylenir. Söylediği sözler, dilden dile ve gönülden gönüle aktarılarak günümüze gelmiştir. 700 yıl önce söylediği sözler hala insanlarımızın dilinde ve ismi de çocuklara verilerek yaşatılmakta. Yunus Emre, hocası Tapduk Emre’ye 40 yıl boyunca hizmet etmiş ve onun izniyle Anadolu’yu karış karış gezerek insanlara umut olmuş, yaşam sevinçlerini arttırmış ve yarınlarına aydınlıkla bakmalarına ışık tutmuştur. Kırk yıl boyunca ders aldığı ve hizmetinde bulunduğu hocası Tapduk Emre’nin evine eğri bir odun bile getirmemiştir. O şöyle düşünmüştür: “ Hocam Tapduk Emre, Allah’ın sevdiği bir kuldur. Hayatı boyunca dosdoğru yaşamış, Allah’ın sevdiği bir 118 Nasihat Yoldur kulun evine eğri bir odun giremez. Onun için hep aynı hizada, aynı ölçülerde düz odunlar getirmem gerekir” Ormanda düz odun bulmak, fabrikadan çıkmış gibi aynı ölçülerde bulmak imkansız gibi bir şeydir. Yunus Emre, o imkansızı kırk yıl boyunca ah vah etmeden, severek yaptı. Bütün bunları yaparken Allah’ın rızasını gözetiyordu. Bütün benliği ile Allah’ın rızası ve peygamber efendimizin şefaatine nail olabilmek için, Tapduk Emre’ye hizmetkâr olmuştur. Hocası da onun aşk ve muhabbetine hayran idi. Yunus Emre, insanları çok seviyordu. Zalim de olsa, sarhoş da olsa, her gün kendine zulüm de yapılsa ve daha akılınıza ne kadar olumsuz düşünce gelirse bütün bunlara karşı insanı çok seviyordu. Onun sevgisi, insanı yaratan Allah’tan dolayı idi. Yunus Emre insana ve doğaya olan sevgisini şöyle anlatır: “ Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü” Tapduk Emre, ömrünün sonuna gelmişti, son günlerini yaşıyordu. Yunus Emre her zaman olduğu gibi başından bir an olsun bile ayrılmıyordu. Yunus Emre’ye vasiyette bulunup şöyle dedi: “ Evladım, bana uzun yıllar hep hizmet ettin. O kadar ısrar etmeme rağmen, bana bakmak için evlenmedin. Senin benim üzerimde çok hakkın var. Helal etmeni istiyorum. Sendeki bu aşk, herkese umut olacaktır. İnsanlarımız geleceklerinden umudunu kesmişler, ekonomik sıkıntıları çoğalmış ve dolaysıyla inançları zayıflamıştır. Sen bu Anadolu insanına ışık olacaksın. 119 Yollarını aydınlatacaksın. Seninle Nasihat Yoldur kaybettiklerini bulacaklar. Allah, yolunu açık etsin. Allah hidayetten ayırmasın.” diyerek ruhunu teslim eder. Hocasından aldığı işaretle Anadolu’yu karış karış gezer. Gittiği her yerde insanların gönüllerine seslenir. Gittiği bazı yerlerde ilk etapta sert tepki gösteren de oluyor ama o hiç bunlara takılmıyordu. Sövene, hakaret edene cevap vermiyor. Dövmek isteyenler de çıktı ama onlara da el kaldırmadı. Şikâyetçi olmadı. “Dövene elsiz, sövene dilsiz olmak gerek.” sözünü söylerken o bizzat yaşıyordu. Özü ve sözü ile bir olması nedeniyle insanların gönlünde taht kurmaya başlamıştı. Kendine gösterilen aşırı ilgi ve alaka karşısında da mütevazı yaşamından taviz vermiyordu. Yunus Emre, dünya malına aşırı tamah gösteren, birkaç kuruş için konu komşusunu üzenleri, küçücük çıkarları için birbirlerini gammazlayanları ve ölümlü dünya da yalanla dolanla iş çevirenleri görünce şöyle der: Mal Sahibi Mülk Sahibi Hani bunun ilk sahibi Mal da yalan mülk de yalan Var biraz da sen oyalan Yunus Emre, insanların hatalarını asla yüzüne vurmaz. Halkın anlayacağı bir dil ile onların gönül dünyasına seslenirdi. Hayatında yaşamadığı ve yapmadığı hiçbir şeyi yapmaz ve söylemezdi. Ömrü boyunca yaratılanı, yaratandan ötürü hep sevmiş ve insanlarda hiçbir zaman hata aramamayı ve görmemeyi bir prensip edinmişti. 120 Nasihat Yoldur Yunus Emre, gittiği her yerde umut, sevgi ve güven vermişti. İnsanlar, Yunus Emre’nin beldelerinden ayrıldıktan sonra daha çok sevmeye ve anlamaya başlamışlardır. Bir daha gelse bize nasihat etse derlerdi. Yunus Emre özlemi ve hasreti Anadolu’nun her yerinde vardı. Bu nedenle olsa gerek Yunus Emre gibi yaşayan ve onun gibi özlü veciz sözler söyleyen birçok derviş çıkmıştır. Hepsi Yunus Emre olduklarını söylemişlerdir. İnsana sevgi ve güveninin sonuçlarını, yine insanların gönül tahtında bulabiliriz. Yunus Emre, yedi yüz yılı aşmış bu dünyadan ayrılalı ama, insanlarımızın hala gönül dünyalarında dipdiri yaşamaya devam ediyor. Sözleri dilden dile, gönülden gönüle aktarılmaya devam ederken, hakkında yüzlerce eser yazılmış ve yazılmaya devam edecek. 121 Nasihat Yoldur Fetret Ankara savaşında, Yıldırım Beyazıt, Timur karşısında savaşı kaybetti. Yıldırım Beyazıt, esir düştü. 1402 yılından 1413 yılına kadar Osmanlı devletinde kardeşler arasında taht kavgası nedeniyle yönetim boşluğu oluştu. Bu döneme fetret dönemi deniyor. 1413 yılında Çelebi Mehmet, kardeşlerini yenerek devletin birliğini tekrar kurmuştur. Anakara savaşını ve 11 yıl boyunca yaşananları padişah Çelebi Mehmet, masaya yatırır ve tarihi kararlar alınır ve uygulanır. Alınan bu kararların faydaları ve zararları olmuştur. En büyük faydası devletin ömrünü uzun kılmıştır. Ankara savaşında Yıldırım Beyazıt, Timur’dan daha güçlü taraftı. Vezirleri ani saldırı ile Timur’un üzerine gidilmesini önerdiler. Yıldırım Beyazıt, ordusunun çokluğuna güvenip sabah mertçe savaşırız diyerek önerileri reddetti. Timur ve adamları, sabaha kadar, Osmanlı ordusundaki Türk beyliklerini ve aşiret liderlerini ikna ederek kendi tarafına çekti. Sabah savaş başladığında Osmanlı ordusu büyük bir şok yaşadı. Moral ve motivasyon bitmişti. En büyük mücadeleyi veren grubun biri on bin kişilik Sırp birlikleriydi. On dört saat süren savaşı Osmanlı kaybetmiş ve Yıldırım Beyazıt iki eşiyle 122 Nasihat Yoldur esir düşmüştü. Timur, Yıldırım Beyazıt’ın Türk olan güzel eşini kendi ordusundaki en çirkin sıradan bir askere nikâhlayarak vermiştir. Yıldırım Beyazıt ve Sırplı olan eşini beraber götürmüştür. Birinci Kosova savaşında Osmanlı ordusu kazanmıştı. Sırp kral öldürülmüştü. Savaş alanında Padişah Murat Hüdavendigar dolaşırken yaralı bir Sırp askeri tarafından şehit edilmişti. Babasının vefatının ardından tahta Yıldırım Beyazıt geçmişti. Savaşta ölen Sırp Kralının oğlu Stefan, tahta geçmiş ve Osmanlı devleti ile barış yapmak için Edirne’ye gelmişti. Kız kardeşi Maria’yı Yıldırım Beyazıt’a nikâhlayarak akrabalık bağı kurdular. Niğbolu savaşında Osmanlının sıkıştığı bir ortamda on bin kişilik Sırp ordusu yardıma gelmişti. Niğbolu savaşını Osmanlı kazanmıştı. Yıldırım Beyazıt, savaş dönüşünde Sırbistan’a uğradı kral Stefan’a yardımlarından dolayı teşekkür etti. Aynı zamanda eniştesi olan Yıldırım Beyazıt’a yardım için gönderdiği on bin kişilik orduyu bu ziyaretten duyduğu memnuniyetin bir ifadesi olarak Osmanlı devletine verdi. İşte bu Sırp ordusu Yıldırım Beyazıt için Ankara’da Timur karşısında büyük bir özveri göstererek savaşmıştır. Türkler, savaştan korkmaz ve lider özelliğe sahiplerdir. Tarihte nice devletler kurmuş ve ülkelerin korkulu rüyası olmuşlar. Kardeş kavgaları ve kadın yüzünden kurulan güçlü devletler bir anda yıkılmıştır. Düşmanları, alanında yenememiş ama ayak oyunları Türkleri savaş ile birbirine kırdırmışlardır. Tarihte kurulan Türk devletlerinin acı sonları... 123 Nasihat Yoldur Yıldırım Beyazıt’ın çocukları; Musa Çelebi, Süleyman Çelebi, Mustafa Çelebi, İsa Çelebi, Mehmed Çelebi, Ertuğrul Çelebi, Kasım Çelebi, 11 yıl boyunca taht için mücadele verdiler. Devlet başsız kaldı ve dağılma sürecine girdi. Mehmet Çelebi, kardeşlerini yenerek Osmanlı devletinin başına geçti ve dağılan birliği toplamaya başladı. Mehmet Çelebi yaşananlardan ders çıkartarak devletin politikalarında radikal değişime gitti. Hala bu kararları bugün bile savunan ve karşı çıkanlar var. Bu kararlarların neler getirdiğine baktığımızda sistemin doğru veya yanlış sonuçlarını değiştiren etken insan düşüncesi. Devlette yapılan bu radikal değişim Osmanlı devletini en uzun ömürlü Türk devleti rekorunu elinde tutuyor. Her mükemmel sistem gibi bu da sona ermiş ve tarihteki yerini almıştır. Daha önce kurulan Türk devletlerinden farklı ve radikal değişiklikler nelerdir diye baktığımızda birçok kararlar alınmış ve uygulanmıştır. Bu kararlardan iki tanesi çok dikkat çekicidir. Devletin en önemli kadrolarında köklü Türk ailelerinin çocuklarına görev verilmeyecek. Enderundan yetişen gayrı Müslim çocuklarına görev veriliyor. Bu çocuklar çok iyi devlet yöneticiliği, sanat, kültür ve dini eğitim alıyorlardı. Çocukların kökeni olmadığı için Padişaha ve devlete ihanet etmelerinin önü kesilmiştir. Padişahlar, kesinlikle Türk ve köklü aileden gelen kızlarla evlendirilmeyecek. Yabancı kökenli olacak. Böylece akraba 124 Nasihat Yoldur bağı ile devletin kadrolarına yerleşmelerine ve nüfus kullanarak güçlenmesinin önüne geçmek. Osmanlı devleti aldığı radikal kararlarla devletin Türk unsurları tarafından içten parçalanmasını önlemiştir. Ancak değişme ayak uyduramadığı için ekonomik ve siyasi olarak çöküşe geçmiştir. Gösterilen geniş hoşgörüden Osmanlı devletinin içindeki gayrimüslimler, dış ülkelerin tahrikleri ile ayaklanmıştır. Osmanlı devletinin topraklarında bugün kırktan fazla ülke bağımsızlığını ilan etmiştir. Osmanlı İstanbul’un fethi ve Avrupa fetihleri ile uğraşırken, Timur komşusu Çin ile savaşacağı yerde hiç mıntıkasında olmayan yere gitmesi çok ilginçtir. Her iki ülke Müslüman ve Türk devleti. İslam dinin emri kardeş kavgasını yasaklar. En büyük Türk bu dünyada sadece ben olacağım kavgasıdır yapılan. Ankara savaşından Osmanlı kendine çok iyi dersler çıkardı ve üç kıtaya hükmetti. Timur, yaşanlardan ders çıkaramadığı için çok kısa sürede devleti yıkılıp gitti… 125 Nasihat Yoldur Akşemseddin Akşemseddin, tıp, astroloji ve fen ilimlerinin yanında dini eğitimini alır. Öğrenci yetiştirmeye başlar. Bütün ilimleri öğrenmesine ve öğretmesine rağmen içinde bir boşluk olduğunu hisseder. Herkes onun ilmine hayran iken ve ondan ders almaya çalışırken o içindeki boşluğu nasıl bir eğitim alırsam bunu tamamlarım diye düşünüyordu. Arkadaşı, Akşemseddin’e iyi bir tasavvuf dersi almasını önerir. Bu konuda dönemin en iyi hocası Hacı bayram-ı Veli hazretleridir. Bursa’dan yola çıkar Anakara’ya gelir ve Hacı Bayram-ı Veli’yi sorar. Sorduğu esnaf derki; işte Bayram-ı Veli şu karşıdaki yardım toplayan zattır. Akşemseddin, işin aslını astarını araştırmadan böyle tasavvuf lideri mi olur deyip, arkadaşının verdiği diğer isim Hâlep’te ki Zeynüddin Hafi Hazretlerinin yanına gitmek için yola çıkar. Halep yakınlarındaki bir kervansarayda istirahat eder. Rüyasında boynunda bir tasma ve onu çeken Hacı bayram-ı Veli hazretleri. Bir anda uyanıyor ve o tasmanın izinin boynunda olduğunu ve acıttığını görüyor. Benim ders alacağım hocam Hacı Bayram-ı Veli hazretleri deyip Ankara’ya geri döner. 126 Nasihat Yoldur Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin dergâhına gelir ama çok mahcuptur. Herkese yemek verilir, köpeklerin bile yemeği verilir ama kimse Akşemseddin’e bakmaz. Yorgunluktan ve açlıktan bitap düşen Akşemseddin, kendine derki; “Ey nefsim! Sen bu cezayı hak ettin. Senin istihkakın bu köpeklerle beraber olup onun yiyeceğini paylaşmaktır.”deyip köpeklerin yayına yöneldiği zaman, Hacı Bayram-ı Veli hazretleri yanına çağırdı ve ona yemek getirilmesini söyledi. Uzun yıllar onun manevi ikliminde yaşar ve tasavvuf dersleri alır. Akşemseddin’in artık içindeki boşluk dolmuştur. Hedefine ulaşmanın hazzını yaşıyordu. Maddi ve manevi ilimlerin zirvesinde bir ulu çınar olmuştu. Hocası da bunun farkındaydı ve ona göre muamele yapıyor ve saygı gösteriyordu. Osmanlı padişahı ikinci Murat, Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin ve taraftarlarının isyan edeceği ve devleti ortadan kaldıracağı yöndeki dedikodular üzerine huzuruna çağırttırır. Akşemseddin ile beraber, Edirne’ye gider. Sarayda padişah ikinci Murad’ın huzuruna çıkarlar. Padişah, bir kendisine anlatılanlara bakar, bir de karşısında duran insana bakar. Bu işte bir yanlışlık var der. Misafirlerini günlerce sarayda ağırlar. Padişah, Hacı Bayram Veli’den etkilenir. Onun yanında kalmasını isterken, odaya padişahın oğlu Mehmet girer. Onu kucağına alır ve sever. Padişah’a derki; “bu çocuk İstanbul’u fethedecek ve peygamberimizin müjdesine nail olacak inşaallah.” Bunun üzerine ikinci Murad derki: “ Hocam, bu sözleriniz bizleri çok memnun etti. Sizden isteğim bu evladımı 127 Nasihat Yoldur siz yetiştirin.” Beni Ankara’da talebelerim bekliyor. Geleceğin Fatih’ini en iyi yetiştirecek olan talebem Akşemseddin’dir. Onu size bırakıp müsaadenizle gitmek istiyorum.” Padişah ikinci Murad, Hacı Bayram-ı Veli hazretlerine müsaade eder ve Akşemseddin’i oğluna hoca olarak kabul eder. Akşemseddin, bir türlü şehzade Mehmet’e ders veremiyor ve kontrol edemiyordu. Bir gün padişah ikinci Murad’ın huzuruna çıkıp olayı anlattı. Padişah, Ne yapalım hocam deyince, Akşemseddin; “Sultanım, biz ders yaparken siz kapı çalmadan girin. Ben de sizi azarlayayım ve siz biraz daha ısrar edin ve size değnek ile vurur gibi yapayım. Siz de kaçın ben de sizi kovalayayım ve böylece şehzademiz derslerine çalışır.” der. Padişah bu işi onaylar ve birkaç gün sonra uygulamaya koyarlar. Bu arada derslerde Akşemseddin, Şehzade Mehmet’e taviz vermez ve onu azarlar. Bir gün kapı çalmadan padişah girer. Padişahı azarlar ve elindeki sopa ile dersten kovar ve arkasından sopası ile koşar. Şehzade Mehmet bu gördüğü olaydan sonra hocası Akşemseddin’in bir sözünü ikinci kez tekrarlattırmadan ne söylerse tam yapardı. Fatih Sultan Mehmet bu sayede fen ve din ilimlerini tam öğrenmişti. Bu sayede İstanbul’un surlarını delmek için topları döktürmüş ve denize karadan gemi indirmiştir. Bu iki olay bile çok kapsamlı bilim ve teknolojiye hakim olmayı gerektirir. Bunları bilmek ve başarmak çok sıkı bir eğitim ve öğretimden geçmeyi gerektirir. 128 Nasihat Yoldur Akşemseddin, İstanbul’un fethinin hemen ardından, Fatih Sultan Mehmed’in emri ile İstanbul’un misafiri Eyyüp El Ensari hazretlerinin mezarını bulmuştur. Fatih Sultan Mehmet, mezarın bulunduğu yere türbe ve camii yaptırmıştır. İstanbul’un fethinden sonra bir süre daha bu şehirde kalan Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmed’den yaşlılığını ve memleketine olan özlemini dile getirerek kendisine izin verilmesini istedi. Doğup büyüdüğü Bolu’nun Göynük ilçesine giderek ömrünün son birkaç yılını burada geçirdi. Fatih Sultan Mehmet, maddi ve manevi ilimler tahsil ettiği hocası Akşemseddin’nin mezarına 1464 yılında türbe yaptırdı. 129 Nasihat Yoldur Şeyh Edibali Kayı boyu, İslam ile o kadar özleşmişti ki, yaşam tarzlarını ona göre ayarladılar. Geleneksel kardeş kavgalarından uzaklaşmış ve onun yerine dini yaşamaya ve yaşatmaya önem vermişler. Bunun için akıncı güç olarak devamlı batıya göç etmişlerdir. 1071 Malazgirt savaşında Alparslan’ın yanında yer alarak büyük kahramanlıklar göstermişlerdir. Bu savaşın ardından Anakara bölgesine akıncılar olarak gelip yerleşmişler. Anadolu Selçuklu devletine bağlı olarak haçlılarla mücadele etmişlerdir. Anadolu Selçuklu devleti zayıflayınca söğüt dolaylarına göç etmişlerdir. Kayı boyunun lideri Ertuğrul Gazi, Anadolu Selçuklu devleti zayıflayıp, Türk beylikleri kendi arasında savaşırken onlarla iyi geçinmeye çalışıyordu. Müslüman ve kardeşkanı dökmek istemiyordu. Geriye dönüp bakmıyor, yönünü hep batıya dönük tutuyor ve Bizanslılarla mücadele veriyordu. Kayı boyunun felsefesi İslam’ı yüceltmek, Allah ve Resulü’nün adını her tarafa duyurmaktı. Bunu “Ölürsek Şehit, kalırsak gazi” parolasıyla mücadele veriyordu. Kayı aşireti, her geçen gün büyüyordu. Anadolu’dan kardeş kavgasından bıkan aşiretler akın akın geliyorlardı. Müslüman Türk toplumunu, aşiret mensuplarını maddi ve manevi huzura ermeleri için ahi teşkilatı irşat çalışmalarını 130 Nasihat Yoldur sürdürüyordu. Bunlardan biri de ahi şeyhlerinden Şeyh Edibali idi. Kayı aşiretinin lideri Ertuğrul Gazi, oğlu Osman’ı dini ve milli duygularının daha iyi olması için Şeyh Edibali’nin dergahına gönderir. Osman Gazi aldığı eğitim ve terbiye maneviyatın zirve noktasına ulaşmıştır. Buna en güzel örnek şu olsa gerek; Osman Gazi, bir gün uzakta olan bir arkadaşını ziyaret eder ve orada misafir edilir. Odasında uyumak için çekildiğinde bakar ki, duvarda Kur’an-ı Kerim vardır. Bu nedenle sabaha kadar uyumaz ve zikir yaparak oturur. Arkadaşı sabah kahvaltı için kapıyı çalar odaya girer ve bakar ki yatak hiç bozulmamış. Bunun üzerine derki: “ Neden uyumadın. Bir kusurumuz mu oldu” Osman Gazi şöyle der: “Odamda Kur’an var. Ona saygımdan ayağımı uzatıp yatmaktan haya ettim.” Osman Gazi çok iyi bir savaşçı ve çok iyi bir yöneticiydi. Osman Gazi’nin gönlü hep ilimden yanaydı. Fırsat buldukça hocası Şeyh Edibali’nin sohbetlerine katılırdı. Osman Gazi'nin dergahta bulunduğu bir gece, rüyasında Şeyh Edibali'nin göğsünden bir ayın çıkıp kendi göğsüne girdiğini ve göğsünden bir büyük ağaç bitip dallarının âlemi kapladığını, altından birçok nehirlerin çıkıp insanların bu sulardan geçtiklerini görmüş ve hemen uyanmıştı. Sabah olup rüyayı anlatınca, Şeyh Edibali şöyle tabir etmiştir "Sen, Ertuğrul Gazi oğlu Osman, babandan sonra bey olacaksın. Kızım Malhun Hatun ile evleneceksin. Benden çıkıp 131 Nasihat Yoldur sana gelen nur budur. Sizin soyunuzdan nice padişahlar gelecek ve nice devletleri bir çatı altında toplayacaklar, Allah nice insanın İslam'a kavuşmasına senin soyunu vesile edecektir." Osman Gazi gördüğü bu rüya ve onu mükemmel şekilde yorumlayan Şeyh Edibali’nin sözleri onda iki duyguyu birden yaşatmasına neden olmuştur. Birincisi halen devlet kurulmamış ama büyük bir devlet olacağını ve soyunun dünyaya hükmedeceği duygusu içi içine sığmıyordu. Bu büyük bir onur ve mutluluktu. İkincisi devlet kuracaksam daha çok çalışmalıyım, geleceğin devletinin sağlam temellere oturtmak için çok iyi bir ekip ve manevi bir dinamik oluşturmalıyım diye düşünüyordu. O rüya ve yorumdan sonra Osman Gazi bambaşka bir adam oluvermişti. Şeyh Edibali’nin kızıyla evlenmişti. Çocukları olmuştu. Babası Ertuğrul Gazi vefat etmiş ve bütün yük omuzlarına binmişti. Neşeli ve esprili bir kişiliği olan Osman Gazi, çatık kaşlı ve agresifli biri olmaya başlamıştı. Beylik her geçen gün büyüyordu. Artık Şeyh Edibali’nin sohbetlerine katılamıyordu. Şeyh Edibali, Bey olan damadı Osman Gazi’yi tebrik etmek için yanına gider. Osman Gazi mahcuptur. Sık sık ziyaretine gittiği hocası ve kayın babasına işlerin yoğunluğu nedeniyle gidemez olmuştu. Bundan dolayı özür diler. Şeyh Edibali kendine yakışan olgunluğu gösterir. Osman Gazi, hocasından nasihat ister. 132 Nasihat Yoldur Şeyh Edibali, Osman Gazi’nin şahsında bütün yöneticilere, idarecilere öyle bir nasihatte ve duada bulunur ki, yüzyıllar geçer onun nasihati ve duası taptazeliğini her daim korur. İşte o nasihat ve duası: Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.. Ey Oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teâlâ yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize vaat edilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz. Oğul! Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir Bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi 133 Nasihat Yoldur irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır. İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir... Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözü pek) derler. En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar. İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!.. Kişinin 134 Nasihat Yoldur gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!.. Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın. 135 Nasihat Yoldur Yalın Ayak Hz. Mevlana Hazretleri: “ Vurana değil, vurdurtana bak.” karşılaştığımız bir insan hakkında ani hüküm vermek bazen bizi çok yanıltabilir. İyi dediğimiz bir insan kötü olabilir, kötü olarak bildiğimiz bir insan da çok iyi olabilir. Atalarımız: “ İman ile para kimde olur bilinmez” der. Dini bütün olarak gördüğümüz bazı kişilerin ne kadar zararlı olduğunu görürüz. Bu ayyaşın teki bundan adam olmaz dediğimiz bazı insanlarında tövbe edip Allah’ın veli kullarından olduğunu görürüz… Horasan’da bir genç vardır. Zengin bir ailenin çocuğudur. Meyhanelerde ömür tüketmektedir. Çalışmaya ihtiyacı yoktur. Babasından kalan miras ona fazlasıyla yetiyordu. Bu genç Bişr-i bin Hâris Abdurrahmân, künyesi Ebû Nasr'dır. 767 yılında dünyaya geldi. Babası savaşta şehit düşmüş ve annesiyle beraber yaşıyorlardı. Annesi, oğlunun alkol bağımlısı olmasından çok üzülüyordu. Onun o kötü alışkanlıklarından kurtulması için çok dua ediyordu. Annesi her namazın arkasında şöyle dua ederdi: “ Allah’ım, eşim senin rızanı kazanmak için, evini geçindirebilmek için ticaret yaptı. Bu gayretinden dolayı sen de bizi zengin bir aile yaptın. Verdiğin 136 Nasihat Yoldur bu mallardan bizde zekat ve sadaka olarak ihtiyaç sahip olan fakirlere dağıttık. Senin rızanı nail olabilmek için gayret gösterdik Yarabbi! Eşim senin rızanı kazanmak için savaşa katıldı ve şehit düştü. Oğlumla baş başa kaldık. Oğluma sahip çıkmadım ve kötü arkadaşlarının ağına düştü. Oğlum Bişr’i kurtar Rabbim! Oğlumu Kur’an ve sünnet çizgisinde yaşayan bir insan eyle!.. Rabbim! Oğlumu o bataklıktan kurtar ve veli kullarının zümresine ilhak et. Allah’ım senden başka el açacak, dua edecek kimse yoktur. Senin eşin ve benzerin ortağın yoktur. Bütün dualara tek cevap verebilecek sensin!... Aciz ve günahkar bir kul olarak huzuruna geldim. Kalpleri evirip çeviren sensin Rabbim! Oğlum Bişr’in de kalbini hakikate yönelt. Rabbim bu aciz kadının duasını geri çevirme. Dualarımı en güzel bir şekilde duaları makbul olanların duasıyla kabul et…” Bişr, her eve geldiğinde pişmanlık duyar, bir daha kötü arkadaşlarına uyup meyhaneye gitmeyeceğine ve annesini üzmeyeceğine dair kendi kendine söz verir ama arkadaşları eve gelip onu ikna eder ve götürürlerdi. Bir gün yine meyhaneden çıkmış, sarhoş ve bitkin olarak evine dönerken gökten boşanırcasına yağan yağmurun altında yürüyordu. İçi içine sığmıyordu. Sebebini bilmediği ve o zamana kadar yaşamadığı bir duygu ile yürüyordu. Yolda üstünde Besmele yazılı bir kâğıt buldu. Eline aldı ve evine gitti. Öpüp, çamurlarını silerek, temizledikten sonra, güzel kokular sürüp, evinin duvarına astı ve uyudu. Annesi gördüğü manzara 137 Nasihat Yoldur karşısında çok duygulandı ve ellerini kaldırım Allah’a dua etmeye başladı. Bişr-in arkadaşları akşam olunca yine kandırıp meyhaneye götürdüler. Bu defa meyhaneye giderken içinde çok büyük bir sıkıntı oluştu. Meyhanede sanki patlayacak hale gelmişti. Stresten çarıklarını ayağından çıkarmıştı… O gece âlim ve velî bir zâta, rüyâda; "Git Bişr'e söyle! İsmimi temizlediğin gibi seni temizlerim. İsmimi büyük tuttuğun gibi, seni büyültürüm. İsmimi güzel kokulu yaptığın gibi, seni güzel ederim. İzzetime yemin ederim ki, senin ismini dünya’da ve âhirette temiz ve güzel eylerim." dendi. Bu rüya üç defa tekrar etti. O zât sabah Bişr-i Hâfî'yi arayıp meyhanede buldu. Mühim bir haberim var diye içerden çağırdı. Bişr geldiğinde; - Kimden haber vereceksin? - Sana Allah’u Teâlâ’dan haber vereceğim."deyince, ağlamaya başladı. Bana kızıyor mu, şiddetli azap mı yapacak? - Rüyayı dinleyince arkadaşlarına; - Ey arkadaşlarım! Beni çağırdılar, bundan sonra bir daha beni buralarda göremeyeceksiniz. O zatın yanında hemen tövbe etti. o anda ayağında ayakkabı bulunmadığı için, hiç ayakkabı giymedi. Sebebini soranlara, "Allah’u Teâlâ’ya tövbe ettiğim, günah işlememeye söz verdiğim zaman yalın ayaktım. O zaman giymediğim ayakkabıyı şimdi giymeye hayâ ederim" dedi. Bu zamandan 138 Nasihat Yoldur sonra ayakkabı giymediği için kendisine yalın ayak manasında "Hâfî" lakabı verildi. Bişr-i Hafi, yalın ayakları ile arkadaşları ve memleketini terk ederek yollara düştü. Mekke, Medine, Kufe, Basra başta olmak üzere birçok memleket gezdi. Gittiği her yerde alimlerle görüşüp ders aldı ve ders verdi. Maliki mezhebinin kurucusu İmam-ı Malik, Hanbeli Mezhebinin kurucusu Ahmet Bin Hanbel ile yaptığı sohbetler başta olmak üzere devrin bir çok tanınmış insanlardan ders aldı. En son Bağdat’a yerleşti ve burada dersler vermeye başladı. Onun sağlığında yaşadığı yerler pırıl pırıl idi. Hayvanlar bile sokaklara pislik yapmazlardı. Bu kerametin Bişr-i Hafi’den olduğunu herkes bilirdi. Bir gün bir hayvan Bağdat sokakta pisleyince eyvah Bişr-i Hafi vefat etti dediler. Gerçekten o saat ruhunu Allah’a teslim etmişti. 841 yılında vefat eden Bişr-i Hafi’nin türbesi Bağdat’ta bulunmaktadır. Bişr-i hafi, halis bir tövbe ile, annesinin duası ve Allah’a olan saygısı ile doğru yolu bulmuş ve yaşadığı dönemin büyük bir manevi önderi olmuştur. Hilye, Kuşeyrî Risalesi, Keşfu'l-Mahcûb, Nefehâtü'l-Üns, Tezkiretü'l-Evliyâ kitabında Bişr-i Hafi ile ilgili ibretli sözlerden bir demet… Kardeşlerim, dün öldü, bu gün can veriyor. Yarın henüz doğmadı. Zamanın kıymetini bilin. Ömrü boş işler peşinde harcamayın. Şöhretten sakının. İnsanlar bir gün över yarın söverler. 139 Nasihat Yoldur Ölçünüz Allah rızası olsun. Şükredin. Bütün azalarınızla şükrederek gerçek şükredenlerden olun. Sadece dille şükreden kişinin şükrü az olur. Gözün şükrü, bir hayır gördüğü zaman ibret almak. Şer gördüğü zaman örtmektir. Kulağın şükrü, bir hayır işitirse onu ezberlemek, şer işitirse onu unutmaktır. Ellerin şükrü, harama uzanmamaktır. Midenin şükrü, helal yemek. Ayakların şükrü, harama gitmemektir. Kim böyle yaparsa gerçek şükredenlerden olur. Öfkelenmeyin. Öfke ve şehvet insanı küfre götürür. Kişi gazabını yenmedikçe takva sahibi olamaz. Sabredin. Sabır güzeldir. Susmak sabırdandır. Makamların en yükseği fakirliğe sabretmektir. Ahmağa bakmak, gözü ağlatır, cimriye bakmak da kalbi daraltır. Tasannu' yapmamaya değil, onu terk etmeye çalış Seninle şehevât arasında demirden bir duvar olmadığı müddetçe, yaptığın ibadetlerin tadını bulamazsın. Dua, günahları terk etmektir. Dünya ve ahiret rahatınız için kötü ahlak sahipleriyle görüşmeyin. Ey mü´minler nefsinizin kölesi olmayın... Halkın kendisini bilmelerini ve tanımalarını arzu eden bir kimse, ahiretin (ve bu maksatla işlediği amelin) hazzına varamaz. 140 Nasihat Yoldur Eğer halkın seni bilmelerini arzu ediyorsan, bil ki, dünya sevgisinin başı işte bu arzudur. Arifler öyle bir taifedir ki, Hak Teâlâ'dan başkası onları (gerçek hüviyetiyle) tanımaz ve ancak Allah-u Teâlâ'nın rızası için kendilerine hürmet ve itibar edilir. 141 Nasihat Yoldur 142 Nasihat Yoldur DÜŞÜNCELER .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... 143 Nasihat Yoldur .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... .................................................................................................... 144